Discover millions of ebooks, audiobooks, and so much more with a free trial

Only $11.99/month after trial. Cancel anytime.

Kent Dindarlığı
Kent Dindarlığı
Kent Dindarlığı
Ebook150 pages1 hour

Kent Dindarlığı

Rating: 2 out of 5 stars

2/5

()

Read preview

About this ebook

Şeyh Galip de Müslüman, Taliban da! Öyleyse aradaki fark ne? Mehmet Altan yeni kitabında, sadece dindarları değil, inanca hangi mesafede durursa dursun bu topraklarda yaşayan herkesi ilgilendiren bir konuyu tartışmaya açıyor: Kent Dindarlığı

İslamiyet Şeyh Galip’ten Taliban’a geldi yeryüzünde. Nedir bu meyil, düzlem kaybetmemizin nedeni nedir? Şeyh Galip, inanılmaz şekilde işlenmiş derin bir kültürün ferdiyken; Taliban, Afgan kırlarının bütün hoyratlığını ifade eden bir vahşetle ortaya çıktı. İkisi de Müslüman ise aradaki fark nedir? Bunu sosyolojik bakışla analiz etmek lazım.

Müslümanların ağırlığı eskiden kentlerdeyken zamanla kırlara kaydı. Dinin o derin içeriği, sosyal ve kültürel yanı gündemden düşürülüp inançla ilgili konular daha ziyade siyasi bir mesele olarak algılandı. Halbuki bir zamanlar kent dindarları vardı. Üreten, kazanan, çağın gerektirdiği hemen hemen tüm özelliklere sahip, çağdaşlarıyla rekabet edebilen, dünya üzerindeki mücadeleleri sırasında dinden çıkar sağlamaya gerek duymayan, buna gönül indirmeyen, güler yüzlü, medeni, farklılıklara tahammüllü, çoğulculuk üzerine bina olmuş şehir hayatını benimsemiş, latif insanlardı kent dindarları. Bugün kent dindarlığı anlayışına ciddi anlamda ihtiyaç duyuyoruz. Çünkü din, bu toplumun varoluş temellerinden biri, belki de en önemlisi. Türkiye hem toplumun sıhhati hem de din algısının normalleşmesi için er ya da geç bu konuyu dikkatle ele almak zorunda. Gerçek anlamda bir kent dindarlığı anlayışı inşa etmek için zaman henüz geçmiş değil, ancak geçmek üzere. İşte bu nedenle, Mehmet Altan’ın gündeme taşıdığı “kent dindarlığı” konusu, dini hassasiyetler taşısın ya da taşımasın bu topraklarda yaşayan herkes için birinci derecede önemli bir mesele.

Birey olma, kendi donanımıyla sisteme değer katma güvenini kazanmış, otoriteye bağımlılıktan kurtulmuş “yetişkin bir toplumda” kent dindarlığı zaten kendiliğinden ortaya çıkar. Demokrasi, hukuk, düşünce ve inanç özgürlüğü, ifade özgürlüğü, bireysel tercih özgürlüğünü içselleştirebilen, ekonomik değer üreten bir toplum, eninde sonunda kent dindarlığı istasyonuna varacaktır.

LanguageTürkçe
Release dateFeb 22, 2011
ISBN9786051144269
Kent Dindarlığı
Author

Mehmet Altan

Ocak 1953'de Ankara'da doğdu. İlk, orta ve lise öğrenimini İstanbul’da tamamladı. 1979 yılında İstanbul İktisadi Ticari İlimler Akademisi’nden mezun olduktan sonra 1979 yılında Lisansüstü ve doktora eğitimi için Fransa'ya gitti. Paris I. Pantheon Sorbonne Üniversitesi'nde, Türkiye-IMF ilişkilerini inceleyen çalışmasıyla 1980 yılında uzman, Türkiye'nin ABD ve SSCB ile ilişkilerini inceleyen teziyle de iktisat doktoru unvanı aldı. Yüksek öğrenimi sırasında özel bir şirkette ve Türk Haberler Ajansı'nda çalıştı. Doktora eğitimi sırasında ise çeşitli gazetelerde yazılar yazdı. Cumhuriyet Gazetesi'nin Paris muhabirliğini yaptı. 1985 yılında Paris'te yazdığı denemeleri Kanatlı Karınca adlı kitapta topladı. Akademi Kitabevi Deneme Ödülünü alan bu kitaptan sonra, tezinden esinlenerek yazdığı Süperler ve Türkiye adlı bilimsel çalışması yayımlandı. 1984 yılında Türkiye’ye döndükten sonra Türkiye Şişe ve Cam Fabrikaları A.Ş.’de planlama uzmanı olarak çalıştı. 1986 yılında İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’ne yardımcı doçent olarak girdi. 1987’de doçent, 1993’de profesör oldu. Mehmet Altan halen İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi İktisat Politikası Anabilim Dalı’nda öğretim üyeliği görevi yanı sıra, 1987 yılından 2006 yılı Kasım ayına kadar Sabah Gazetesi’nde, o tarihten günümüze de Star Gazetesinde başyazar olarak köşe yazılarına devam etmektedir.

Related to Kent Dindarlığı

Related ebooks

Reviews for Kent Dindarlığı

Rating: 2 out of 5 stars
2/5

1 rating0 reviews

What did you think?

Tap to rate

Review must be at least 10 words

    Book preview

    Kent Dindarlığı - Mehmet Altan

    Kent Dindarlığı’nın peşinde...

    2008 yılının Ocak ayı sayısında Moral Dünyası¹ dergisine verdiğim Kent Dindarlığı röportajında şunları söylüyordum:

    "İslamiyet Şeyh Galip’ten Taliban’a geldi yeryüzünde. Nedir bu meyil, düzlem kaybetmemizin nedeni nedir? Bunun bir sosyolojik analizini yapmak lazım. Eskiden Müslümanların ağırlığı kentlerdeyken zamanla kırlara kaymasıdır bunun sebebi. Şeyh Galip, inanılmaz şekilde işlenmiş bir derin kültürün çok önemli bir ferdiyken; Taliban, Afgan kırlarının bütün hoyratlığını ifade eden bir vahşetle ortaya çıktı. İkisi de Müslüman ise aradaki fark nedir? Bence aradaki fark, o dinin kendi kültürel özelliklerinin, derinliklerinin, yaratıcılıklarının farkına varılmayıp onu siyaseten bir silah olarak kullanmaktır. ….Türkiye’de din; sosyolojik, kültürel bir mesele olmaktan ziyade siyasi bir mesele olarak algılanıyor. Kışla ile cami arasındaki çatışmanın unsuru olarak algılanıyor. O zaman yozlaştırılıyor, derinliğini kaybediyor, sığlaşıyor ve tutunamayanların hayata tutunma aracı oluyor. Halbuki din bunların çok dışında bir şey. Din bir inanç, binlerce yılın getirdiği bir insanlık hali. Bu kadar sığ, yoz, küçük, rant peşinde koşmaya yönelik bir araç olmanın çok ötesinde bir durum. Aynı zamanda toplumun kültürü, duruşu. Yani kendine devlet kadrolarında iş bulma, ihale kapmanın aracı değil din. Din, bu toplumun varoluş temellerinden bir tanesi ve belki de en önemlisi. Onun için biz bunu siyasetin dışına çıkartıp sosyolojik kültür olarak algıladığımız vakit tekrardan kent dindarları doğar. Siyasetten kültüre çektikçe bu konunun çok daha normalleşeceğini düşünüyorum."

    Bu satırların yayınlanmasının ardından yaşanan gelişmelerle gördüm ki bu konudan şikâyetçi olan tek kişi ben değildim. Yazının ardından konuyla ilgili bir dizi söyleşi ve konferansa katıldım. Bazı dergi ve gazetelerde bu konuda yazılar ve yazı dizileri kaleme alındı. Bu arada, Ankara’da yapılan bir akademik araştırmada² siyasi partilere oy vermede dinin yüzde 30’luk bir oranla birinci sırada belirleyici olduğunu, ekonominin yüzde 26 ile ikinci sırada, pahalılığı önlemenin yüzde 18 ile üçüncü sırada, sosyal demokrat fikirleri savunmanın yüzde 5 ile dördüncü sırada geldiğini gördüm.

    Niçinini merak ettim.

    Kültürümüzün en temel ve önemli kaynaklarından biri olan din neden bu kadar siyasal bir algının unsuru olabiliyor, bireysel bir iç aydınlanma aranışı nasıl bu kadar sığ bir siyaset algısına indirgenebiliyordu?

    Acaba din; hayatın ezdiği, hayatın bir çile olarak üstüne abandığı, yaşamla ilişkilerinde gerçekten zorlanan, eğitimsiz ve donanımsız, bunalmış, ezilmiş, dışlanmış kimselerin çaresizlikten Allah’a sığınmaları olarak mı algılanmaktaydı?

    …………….

    Konuyu büyüteç altına yatırıp sorgulama evresinde Konya’da yapılan bir başka araştırmaya³daha rastladım.

    Orada daha da ilginç sonuçlar ortaya çıkmıştı.

    Konya ölçeğinde gerçekleştirilen bu araştırmada oy verirken partilerin dine bakış açısını dikkate alanların oranı yüzde 58,9 olarak tespit edilmişti.

    Bu yüksek oranın detayları önemli ipuçları vermekteydi. Eğitim seviyesi ile dine bakış arasında birebir ilişki söz konusuydu.

    Oy verirken siyasi partilerin dine bakışını ölçü alma oranı ilkokul mezunlarında yüzde 68,6 iken...

    Ortaokul mezunlarında yüzde 58,4’e,

    Lise mezunlarında yüzde 46,5’e,

    Ve üniversite mezunlarında yüzde 46,6’ya düşmekteydi.

    Aslında Konya gibi dini yaşamın ön plana çıktığı bir şehirde eğitim seviyesi arttıkça partilere oy vermede dinin belirleyici bir özellik olmasının düşüş göstermesi üzerinde düşünülmesi gerekiyordu.

    ………………..

    Aynı araştırmada ortaya çıkan, gelir düzeyine göre, partilere oy vermede dinin belirleyici olma özelliği de dikkat çekiciydi.

    Üst gelir düzeyine sahip olanların yüzde 30’u oy verdikleri partinin dine önem vermesine dikkat ederken…

    Bu oran orta-üstte yüzde 17,2’ye düşmekteydi.

    Ancak orta gelir düzeyinde yüzde 45,7’ye, orta-altta yüzde 56,4’e ve alt gelir grubunda da yüzde 73,8’e kadar çıkmaktaydı.

    ……………………………….

    Tüm bu akademik araştırmalar ve ortaya çıkan veriler kent dindarlığı meselesinin koordinatlarını belirliyor, eğitim ve üretimin ne kadar önemli olduğunu çok açık bir biçimde ortaya koyuyordu.

    Siyasal İslamı bir kurtarıcı olarak görenler ile Kültürel İslam anlayışını yaşamın pusulası yapanlar...

    Tüm araştırmaların da vurguladığı gibi eğitim ve üretim sürecinde oynanan rol belirliyordu bunları.

    Sosyal yaşam piramidinde yükseldikçe din algımız ve yorumumuz daha derinleşip felsefileşiyor ve içe dönük bir yolculuğun kapısını açıyor...

    Tersinde ise çaresizlikle doğru orantılı bir şekilde hırçınlığın ve öfkenin kapılarını gümbürdetiyordu.

    İşte kent dindarları sorgusu bu noktadan yola çıktı.

    Kitap bu aranışın sorgulamasını içermekte...

    Giriş

    Kent nedir?

    Kent, nüfusu belli bir büyüklüğü ve yoğunluğu aşan, ekonomisi tarım dışı etkinliklerde yoğunlaşan ve kendi nüfusundan başka, etki alanı içinde yaşayanlara da hizmet sağlayan yerleşmelere verilen addır.

    Karşıtı, görece küçük ve seyrek nüfuslu, ekonomisi tarım ağırlıklı kırsal yerleşme olan köydür. Ancak nüfus, bir yerleşmenin kent sayılması için yeterli bir ölçüt değildir. Uluslararası istatistiklerde nüfusu 10 bini aşan yerleşmeler kent olarak gösterilir. Oysa sosyoloji araştırmalarında nüfusu 20-50 bin kişi arasındaki pek çok yerleşme büyük kasaba olarak alınır. Nüfusu 50 binin üstündeki yerlerse kent tanımlamasına uyan özellikler gösterir. 100 bin kişiden kalabalık yerleşmeler için büyük kent deyimi kullanılır. Türkiye’deki yönetsel yapı içinde ise bütün il ve ilçe merkezleri, nüfus büyüklüğüne bakılmaksızın kent kabul edilir.

    Bir yerleşmenin üretim biçimi, ekonomik durumu ya da fiziksel yapısı da onun kent olarak adlandırılıp adlandırılamayacağını gösterir. Kırsal yerleşmelerin çoğunlukla kendi kendini besleyebilen yerleşmeler olmasına karşın kentler, dışarıdan yiyecek sağlamak zorundadır. Kentlerin temel bir özelliği de içlerinde oturanların büyük bir bölümünün tarımsal üretimle uğraşmamasıdır. Eskiden savunma yapılarının koruması altında olmak da bir kentsel yerleşme belirtisi sayılırdı. Buna göre bir suru, bir kalesi olan eski yerleşmeleri kent olarak nitelendirmek yanlış değildir. Eski Yunan’da tapınak, bouleterion⁴, tiyatro gibi yapıların en az birine sahip olmayan yerleşmeler kent sayılmazdı. Yerleşmelerin temiz ve pis su donanımının olması, açık ya da kapalı alışveriş yerlerinin bulunması, içindekilere eğitim ve sağlık hizmetleri sunması ise eski çağlardan beri kentlerin özellikleri arasında görülmüştür. Kentsel yerleşmelerin temel bir özelliği de burada yaşayanlar arasında ayrıntılı bir işbölümünün var olmasıdır. Okuryazarlık oranının yüksekliği, eğlence ve spor olanaklarının bulunması, çeşitli bilim, kültür ve sanat etkinliklerinin olması da bunlara katılabilir.

    Kentler çeşitli biçimlerde kümelendirilebilir. Örneğin işlevlerine göre sanayi, liman, ticaret ve dinlence kenti gibi ayrımlar yapılabilir. Belli bir yöredeki tarımsal üretimin odağını oluşturan tarım kentleri vardır; özel bir cevherin çıkarılması ya da işlenmesi amacıyla kurulan maden ya da petrol kentleri bulunur; ünlü bir yüksekokul çevresinde oluşmuş üniversite kentleri olabilir. Turistlere eğlence, dinlence, sağlık hizmetleri sunan kentler genellikle bir ırmak ya da deniz kıyısında, bir kaplıca kaynağı çevresinde kurulmuştur. Bazen doğrudan bu amaçla kurulmamış olsalar bile, sonradan bu özellikleriyle ün kazanan askeri ya da dinsel kentlerden söz edilebilir.

    Coğrafyacılar kentleri konumlarına göre de kümelendirirler. Buna göre sıcak, ılıman, soğuk iklim kuşaklarında bulunan kentler gibi ayrımlar yapılabilir. Daha açıklayıcı olanı, kentleri yerel özelliklerine göre belirlemektir: Dağ, orman, vadi, ova, kıyı kentleri gibi.

    Daha küçük bir yerleşme birimiyken koşulların değişmesiyle kendiliğinden yavaş yavaş büyüyerek oluşan kentlere karşılık, tek bir kişi ya da belli bir topluluk tarafından kurulan kentlerden de söz edilebilir. Ayrıca kentbilim ilkelerine göre yapılan ayrımlar da vardır: Çizgi kent, bahçe kent, uydu kent gibi.

    Kentlerin tarihi

    Tarihte pek çok kültür, yerleşmişliği bir uygarlık belirtisi olarak görmüştür. Örneğin birçok Batı dilinde uygarlık karşılığındaki civilization (ya da civilisation, zivilisation) sözcüğü, Latincede kentli/yurttaş anlamına gelen civitas sözcüğünden türemiştir. Arapçada kent anlamına gelen medine ile uygarlık anlamına gelen medeniyet sözcükleri aynı köktendir. Türkçede de yerleşik yaşam biçimini benimsemiş bir Türk boyunun adı olan Uygur ile uygarlık sözcüğü arasında bir ilişkiden söz edilebilir. Bu nedenle kentlerin tarihi biraz da uygarlığın tarihidir.

    Arapçada şehir anlamına gelen ve müdûn köküne dayanan medine isminden Osmanlı Türkçesinde türetilen medeniyet kelimesinin, kök itibariyle yönetmek ve malik olmak kavramlarıyla ilişkili olduğu da ileri sürülmüştür. Daha sonra medine kelimesinden temeddün mastarı türetilerek şehirli ve medeni hayat yaşamak anlamında kullanılmıştır. Medeni terimi hem sosyal hem de siyasal olma niteliğini ifade eder. Nitekim İslam düşünce literatüründe sık sık tekrarlanan insanın tabiatı itibariyle medeni olduğu tanımlaması Aristo’nun zoon-politikon kavramını karşılamaktadır.

    Klasik İslam felsefesinde medine, medeni, medeniye tabirleri arasındaki kavramsal ilişkiyi bir felsefi disiplin içinde kuran düşünür Farabi olmuştur. Farabi’nin hareket noktası, insanın tek başına karşılayamayacağı ihtiyaçlarını dayanışma, yardımlaşma ve işbölümü çerçevesinde gidermesi ve kendi türüne ait yetkinliklere ulaşması için toplumsal bir hayat oluşturma zorunluluğudur. Farabi’nin siyaset felsefesinde medine, söz konusu yetkinlik ve iyiliklerin gerçekleştiği en küçük organik toplumsal yapı olarak ele alınırken bu toplumu oluşturan fertlerin sahip olduğu dünya görüşü, mutluluk ve erdem fikri medinenin değerler sistemini meydana getirir.

    İslam’ın, ortaya çıktığı dönemde, daha ziyade şehirliler, medeniler tarafından kabul gördüğü bilinen bir gerçektir. Çöl ve vahalarda konar göçer halde yaşayan ve bedevi olarak adlandırılan Araplarsa nizami bir hayatı, yani dini kabulde zorlanmışlardır. Dolayısıyla İslam doğuşu itibariye şehirli/kentli bir dindir ve Peygamber’in hicretinden sonra Yesrip Medine ismini almıştır.

    İnsanlar çok eski çağlardan beri örgütlü biçimde bir arada yaşadılar. Yaşamlarını toplayıcılık ve avcılık yerine üretimle sağlamaya başladıkları Neolitik Çağ’da kurdukları ilk yerleşmeler daha çok kırsal nitelikteydi. Bilinen en eski yerleşmelerden biri Anadolu’da Konya’nın Çumra ilçesi yakınlarındaki Çatalhöyük’tür. Gene Anadolu’daki Hacılar, Çayönü, Yunanistan’daki Diminin, Filistin’deki Ceriko (Eriha) en eski yerleşmeler arasındadır.

    Tarımsal teknoloji gelişip insanlar, tükettiklerinden fazlasını üretmeye başladıktan sonra kentler doğdu. Kent niteliği taşıyan en eski yerleşmeler; tarımsal verimliliğin yüksek olduğu alanlardaki ırmak boyu kültürleri tarafından Neolitik Çağ’ın sonlarında kuruldu. Mezopotamya’daki Ur, Uruk, Eridu, Lagaş, Babil, daha doğudaki Susa, kuzeydeki Asur, Kalah (Nimrud), Ninive ve Dur Şarrukin bunların en

    Enjoying the preview?
    Page 1 of 1