Discover millions of ebooks, audiobooks, and so much more with a free trial

Only $11.99/month after trial. Cancel anytime.

Büyükelçi
Büyükelçi
Büyükelçi
Ebook267 pages5 hours

Büyükelçi

Rating: 0 out of 5 stars

()

Read preview

About this ebook

II. Dünya Savaşı, Fransa;
Bir tarafta Nazi Almanya'sı ve Hitler, diğer tarafta Türkiye Cumhuriyeti Büyükelçisi Behiç Erkin. Bir tarafta insanlığını unutan Naziler, diğer tarafta insanlığını hiçbir zaman unutmamış bir avuç Türk diplomatı, Bir tarafta Hitler'in “Nihai Çözüm” söylemi, diğer tarafta “ülkemde din, dil, ırk ayrımı yoktur” anlayışı...
Binlerce Yahudinin II. Dünya Savaşı sırasında toplama kamplarına götürülmesini engelleyen Paris Büyükelçisi Behiç Erkin ve fedakâr Türk diplomatlarının hikâyesi...
“Dedeniz Behiç Erkin ile babam Necdet Kent'i ölümsüzleştirdiğiniz için size çok teşekkür ediyorum.” Muhtar Kent, The Coca Cola Company CEO'su
“Schindler'in Listesi yıllardır dünyayı sallıyor. Almadık ödül bırakmadı, yıllardır televizyonlar abone... Schindler 2 bin Yahudi kurtarmış... Peki on binlerce Yahudi’yi kurtarmış bir Türk Büyükelçisi var ayni dönemde, Hitler'den... Adını Türkiye'de kaç kişi biliyor?” Hıncal Uluç, Sabah Gazetesi
“Türkiye’nin Dostluğu Kıymetlidir”

LanguageTürkçe
Release dateMar 30, 2011
ISBN9786051144443
Büyükelçi
Author

Emir Kıvırcık

Behiç Erkin'in torunu, 1966 İstanbul doğumlu. Şişli Terakki Lisesi'nden mezun olduktan sonra İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi'ni bitiren yazar, evli ve iki çocuk babası.

Related to Büyükelçi

Related ebooks

Reviews for Büyükelçi

Rating: 0 out of 5 stars
0 ratings

0 ratings0 reviews

What did you think?

Tap to rate

Review must be at least 10 words

    Book preview

    Büyükelçi - Emir Kıvırcık

    GİRİŞ

    OLAĞANDIŞI BÜYÜKELÇİ

    ANKARA, 1939

    PARİS, 1939

    1 EYLÜL 1939, İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI

    ÖLÜMÜN AYAK SESLERİ

    FRANSA, EYLÜL 1940

    VICHY, 1941

    XAVİER VALLAT

    DRANCY

    ROBERT LAZARE ROUSSO

    GAZETELER SUÇLAMA YARIŞINDA

    VICHY, 1942

    LAVAL VICHY’DE

    GÖZLEMCİ VE MİSİLLEME

    HARİTA VE SEÇENEKLER

    İŞGAL ALTINDAKİ FRANSA

    BÜYÜK PLAN

    BİR FRANSIZ BAŞBAKANI’NIN BİR TÜRK BÜYÜKELÇİSİ’NDEN YARDIM TALEBİ

    İNTİKAMIN ŞİFRELERİ

    EK 1

    EK 2

    EK 3

    EK 4

    FOTOĞRAFLAR

    GİRİŞ

    Sayın okuyucular,

    Bu kitabı yazarken ve özellikle de yazdıktan sonra yaşadığım bazı olayları sizlerle paylaşmak isterim.

    Lise yıllarımda annem Neyran Erkin bana ailemizle ve özellikle Behiç Dedem ile ilgili hikâyeleri anlatmak isterdi, Çanakkale Harbi ile başlayan ve Kurtuluş Savaşı ile devam eden bu hikâyeler henüz 15-16 yaşlarında olan bir çocuk için çok sıkıcıydı ve annem Cumhuriyet devrine bile gelemeden ne yapar eder bir bahane bulup kaçardım. Haliyle annem de bir müddet sonra anlatmayı kesti.

    Aradan yıllar geçti ve 32 yaşındayken, yani 1998 yılında Profilo’da çalışan bir arkadaşımla öğle yemeği yemek için Profilo’ya gittim. Tam yemeğe çıkacaktık ki, patronu arkadaşımdan acil bir rapor istedi. Halim de bana döndü ve bu işin en az bir saat süreceğini, ya odasında beklememi ya da aşağıda bir müze olduğunu inip onu gezebileceğimi söyledi. Ben bir saat boş oturmaktansa, inip müzeyi gezmeyi tercih ettim. Kısmetime müzeyi bana 500. Yıl Vakfı Koordinatörü ve danışmanı olan Harry Ojalvo isimli yaşlı bir beyefendi gezdirdi. Müzenin sonuna vardığımızda bana en önemli yere geldiğimizi söyledi ve II. Dünya Savaşı’nda Türk diplomatlarının Yahudileri nasıl soykırımdan kurtardığını kısaca anlattı ve üstünde II. Dünya Savaşı’nda Yahudileri Nazi zulmünden kurtaran Türk Diplomatlarının Şeref Listesi yazan bir liste gösterdi. Usülen en üstte zamanın Dışişleri Bakanı’nın ismi yazıyordu ama ondan sonraki ilk isim Behiç Erkin’di!

    Donup kaldım ve Bay Ojalvo iyi olup olmadığımı sordu, ben de ona kim olduğumu söyledim, bu sefer de o donup kaldı. Yukarı, ofisine çıktık Bay Ojalvo’nun ve bana uzun uzun bugüne kadar hiç duymadığım olağanüstü bir hikâye anlattı.

    Bu hikâyenin başkahramanı Behiç Erkin’di!

    Behiç Erkin, II. Dünya Savaşı esnasında Fransa’daki Türk Büyükelçi. O ve emrindeki bir avuç Türk diplomat Avrupa’yı hatta dünyayı titreten Hitler’in Nazi Almanyasına adeta kafa tutarcasına soykırıma uğramak üzere olan binlerce Yahudi’ye el uzatarak büyük bir insanlık dersine imza atmışlardı.

    Oscar Schindler’in Yahudilerden aldığı parayla kurduğu fabrikada kendi ticari menfaatleri için çalıştırması sonucu kurtulan 1200 Yahudi ile ilgili hikâye kitap olup, film olup, Oscar Ödülü kazanıyorsa; neden hiçbir menfaat gütmeden Schindler’inkinden kat be kat daha fazla, 18.800 civarında Yahudinin sadece insaniyet namına kurtarılmasının hikâyesi kitap olmasın, Hollywood filmi olmasın ve Oscar kazanmasın diye düşündüm ve bunu kendime hedef edindim.

    Hem Gece Yarısı Ekspresi isimli filmin Türkiye’nin ve Türk insanının imajını lekelemesini tarihe gömmek hem de kültürümüzün, inancımızın ne kadar hoşgörülü ve merhametli olduğunu tüm dünyaya okutmayı ve seyrettirmeyi aklıma koydum.

    Hemen eve dönüp annemden bana Behiç Dedemin bütün hikâyesini anlatmasını istedim. Çanakkale Harbi, Kurtuluş Savaşı, Mustafa Kemal ile olan arkadaşlıkları, demiryollarını ve emekli sandığını kurması, Bakan olması, Bakanken Milli İstihbarat Teşkilatı kuruluş kararnamesinde imzası olması, istifası, Büyükelçi olması ve soykırıma uğrayan insanlara yardım eli uzatması… Tam iki gün sürdü annemin her şeyi anlatması.

    Anneme sordum, tarihte bir çok kişiyle ilgili kitap var neden bu kadar çok madalya almış, bu kadar çok savaşta kilit rol oynamış, hem devleti hem de insanlık için büyük hizmetlerde bulunmuş böyle bir insanla ilgili hiç kitap yok? ‘Behiç Erkin hakkında çok makale yazıldı. Kendisi de hatıratını yazdı ve 1958’de Türk Tarih Kurumu’na bağışladı, ayrıca günlükleri dahil tüm madalyalarını, başta Mustafa Kemal olmak kaydı ile tüm devlet erkanının ona yazdığı özel mektupları her şeyi Ankara Üniversitesi İnkılap Tarihi Enstitüsü’ne bağışladı, git hepsini bul sen yaz kitabı, başkasından bekleme’ dedi annem.

    Ben de 1998 yılında Ankara’ya ilgili kurumlara giderek bu araştırmaya başladım.

    Bu arada hedeflerimi paylaştığım bazı arkadaşlarım benimle dalga geçti, kitap yazmak , belgesel çekmek, Hollywood filmi yapılması ve Oscar ödülü hedefi… Annem ve ağabeyim neden olmasın dediler.

    Neden olmasın?

    Araştırmaya ilk başladığımda bir Amerikalı profesörün Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne bu konuyu Paris Büyükelçiliği’ndeki arşivlerde araştırmak üzere resmi bir başvuruda bulunduğunu öğrendim. 1992 ve 1993 senelerinde dönemin tüm arşivi, eksiksiz bir şekilde Paris Büyükelçiliğimizin arşivinde, Paris’te bulunmaktaydı. Dönemin Paris Büyükelçisi Tanşuğ Bleda Beyefendi idi ve Amerikalı profesör 6 haftayı aşkın bir zaman zarfında arşivde bulduğu ve kitabında kullanmayı düşündüğü belgelerin tamamını Büyükeçli Bleda’ya gösterip, yazılı onay aldıktan sonra 1993 senesinde Turkey and the Holocaust isimli çok detaylı bir kitap yayınladı. Bu kitap sadece Türk arşivlerinde çalışılarak değil, Amerikan, Alman, Fransız ve İsrail arşivlerinde de çalışılarak Prof. Stanford Shaw tarafından hazırlandı.

    Peki Türkiye Cumhuriyeti’nin arşivlerini açtığı bu Amerikalı Profesör kimdi?

    Stanford Shaw, Kaliforniya Üniversitesi’nde Türkçe ve Türk Yahudi Tarihi uzmanı bir profesör olarak akademik kariyeri seçmişti. Ayrıca Türkçe ve Türk Tarihi konusunda dünyanın en iyilerinden biri olan Harvard Üniversitesi’nde Yakın Doğu Programı Direktörlüğü yaptı. Osmanlı Arşivleri’nde de birçok çalışma yaparak, Osmanlı ve Türkiye tarihi ile ilgili birçok esere imza attı. Bilkent Üniversitesi’nde de Osmanlı Tarihi dersleri veren Prof. Stanford Shaw, Türkiye Bilimler Akademisi tarafından Akademi’nin Şeref Üyeliği’ne seçildi, Prof. Halil İnalcık ile birlikte Türk ve Türkiye tarihine katkılarından dolayı Türk Tarih Kurumu tarafından Hizmet Madalyası ile onurlandırıldı. Prof. Shaw’u ayrıca Boğaziçi Üniversitesi ve Harvard Üniversitesi onursal bir paye olan Fahri Doktor ünvanı ile şereflendirdi.

    Prof. Stanford Shaw’ın kitabını okurken dikkatimi çeken bir iki nokta oldu. Bunlardan ilki kitabının 46. sayfasında II. Dünya Savaşı esnasında Fransa’daki Türk pasaportu taşıyan Yahudilerin sayısıydı. Bu sayıyı 10.000 civarı olarak yazmaktaydı. Fakat bu rakamın yanına bir dipnot numarası (89) vererek sayfanın sonundaki dipnotta bir açıklama yapma gerekliliğini görmüştü: Bu sayı (yani 10.000) Fransız vatandaşlığı almış Türk Yahudileri içermez.

    Yani Prof. Stanford Shaw Türkiye Cumhuriyeti resmi arşivlerinden yaptığı araştırmada, II. Dünya Savaşı esnasında Fransa’da Türk vatandaşı olan Yahudilerin sayısını arşivlerden tespit etmişti: 10.000 civarı. Kendisi ile Harry Ojalvo Beyefendinin organize ettiği yemekte tanıştığımda, bu rakamı 10.400 civarı olarak hatırladığını söyledi.

    Ayrıca resmi arşivleri Prof. Shaw’un kitabında kullanabilmesi için gören ve gördükten sonra onaylayarak resmi izni veren makam olan Paris Büyükelçisi Sayın Tanşuğ Bleda Beyefendi ile de bir görüşme yaparak, hâlâ gayet iyi hatırladığı belgelerin ve rakamların şifahi teyidini almak suretiyle, iç rahatlığı ile kendi kitabımda kullanma kararı aldım.

    Prof. Shaw’un resmi arşivden tespit ettiği bu rakam tarihte Muntazam denilen, muntazaman Büyükelçilik ya da bağlı konsolosluklara giderek kanun gereği 5 yılda bir kayıtlarını yenileyerek Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığını kaybetmeyen Yahudilere aitti. Bir de, aynen muntazamlar gibi, zamanında Osmanlı topraklarından ya da Türkiye’den Fransa’ya gelmiş ama Fransız vatandaşlığını tercih ederek kanuna göre Türk Vatandaşılığı’nı kaybeden Yahudiler vardı.

    İşte bu insanlık dersini çok ilginç kılan olayların başında da bu gelmekteydi. Büyükelçi Behiç Erkin Türk kanunlarına göre kayıtlarını yenilemeyerek Fransız vatandaşlığını tercih eden binlerce insana, Naziler Fransa’yı işgal edince onları Nazi zulmünden ve soykırımdan kurtarmak için Türk kimliği verilmesini emretti. Bu binlerce Fransız vatandaşı için, üstünde ay yıldız damga olan bir kâğıt parçası hayatta kalabilmenin tek umuduydu.

    Bunlara Gayrimuntazam denirdi.

    Bir avuç Türk diplomatı, Başkonsolos Fikret Şefik Özdoğancı’nın Büyükelçi Behiç Erkin’e yazdığı yazışmada belirttiği gibi, gece gündüz çalışmak suretiyle binlerce gayrimuntazam Fransız vatandaşı Yahudiye yaşama şansı, yani Türk kimliği verdi.

    Behiç Erkin’in ve emrindeki konsoloslarının Türk kimlikleri vererek binlerce Yahudinin hayatını kurtardığının bir başka kanıtı da, resmi bir deklarasyon ile, Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı tarafından yapılmaktadır. Dışişleri Bakanlığı resmi sitesinde www.mfa.gov.tr, sağdaki arama kutucuğuna Behiç Erkin yazarak ya da kısaca http://paris.be.mfa.gov.tr/MissionChiefHistory.aspx linkini tıklayarak aşağıdaki duyuruyu okuyabilirsiniz.

    (Ne olur ne olmaz diye, bu resmi sayfanın ilgili kanuna göre kamu kuruluşlarının resmi web sitelerinin noter tasdiki alınabildiği için, noter tasdikli halini kitabın arkasında da bulabilirsiniz)

    "Vichy döneminde Fransa’da görev yapan, aralarında Büyükelçi Behiç Erkin, Paris Başkonsolosu Namık Yolga, Marsilya Başkonsolosluğu Konsolos Yardımcısı Necdet Kent’in de bulunduğu Türk diplomatları, adlarına Türk pasaportu düzenledikleri binlerce Yahudinin Nazi takibatından kurtulmalarını sağlamıştır."

    Ayrıca 26 Ocak 2007 tarihinde, 27 Ocak Yahudi Soykırımı’nı Anma Günü hakkında yapılan 16 numaralı açıklamada, Dışişleri Bakanlığı Behiç Erkin ve emrindeki diplomatların Yahudilere yaptıkları yardım esnasında hayatlarını tehlikeye attıklarını şu ifadelerle resmi olarak deklare etti:

    "Savaş sırasında Selahattin Ülkümen, Necdet Kent, Namık Kemal Yolga ve Behiç Erkin gibi diplomatlarımız görev yaptıkları, sırasıyla, Rodos, Marsilya ve Paris gibi şehirlerde işgal güçlerinin Yahudi kökenli Türk vatandaşlarını ölüm kamplarına göndermelerini kendi yaşamlarını da tehlikeye atarak engellemişlerdir. "

    Prof. Stanford Shaw Paris Büyüleçiliği resmi arşivlerinden tespit ettiği muntazamların sayısını aşağı yukarı 10.000 olarak kitabında belirtti, bir başka resmi arşivden de Gayrimuntazam olanların sayısının da tespitini yaptı ve kitabında buna yer verdi. Bu resmi kurum İsrail devletine ait dünyanın en saygın soykırım müzesi olan Yad Vashem Müzesi’dir ve Prof. Shaw resmi arşiv kaydının tüm detayını vererek kitabına gayrimuntazamların da sayısını koydu. Kitabının 127. sayfasında Yad Vashem’in Soykırım Esnasında Hayat Kurtarma Girişimleri başlıklı bir uluslararası konferansta, konferans defterinin 649. sayfasında resmi kayıt altına alınan gayrimuntazamların sayısına yer verdi:

    Rescue Attempts during the Holocaust: Proceedings of the Second Yad Vashem International Historical Conference, Jerusalem, 8-11 April 1974

    Yad Vashem kayıtlarında gayrimuntazamların sayısı da 10.000 kadardı. Yad Vashem resmi kayıtları gayrimuntazam Türk Yahudileri ile ilgili daha da ileri giderek şu tespite resmi kayıtlarında yer vermekteydi:

    We later received word from Istanbul and Paris that, with the exception of several score, these ten thousand Jews were saved from extermination.

    Daha sonra İstanbul ve Paris’ten aldığımız habere göre, birkaç eksikle bu on bin Yahudi, imha edilmekten kurtarılmıştır.

    Gayrimuntazamların sayısının 10.000 olduğu ile ilgili tek kayıt da ayrıca bu değildir, Lisbon’daki Yahudi Temsilcilik Ofisi Direktörü Isaac Weissman, İstanbul Temsilciliği’nin başındaki selefi Chaim Barlas’a gönderdiği raporda (bu rapor Washington DC, Kongre Kütüphanesi, 128 II. Laurence Steinhardt Arşivi’nde bulunmaktadır ve tarihi 21 Aralık 1943’tür). Bir başka kaynakta, II. Dünya Savaşı esnasında Türkiye’de Alman Büyükelçisi olarak görev yapan Franz von Papen’in 1952’de Londra’da Andre Duetch’tan basılan hatıralarını yazdığı Memoirs isimli kitabın 522. sayfasında şu ifadelere yer verdi:

    Yahudi Teşkilatı sekreterliği benden Fransa’da yaşayan ve eskiden Türk vatandaşı olan 10.000 Yahudinin Polonya’daki kamplara gönderilme tehdidi ile ilgili konuya müdahale etmemi istedi.

    Tam 9 yıl uğraştım, hem çalışıp hayatımı kazanmak zorundaydım hem de bu araştırmaya vakit ayırmak. Kolay olmadı, Ankara’ya birçok kez gidip geldim, bir çok zorluklar yaşadım, hatta Sayın Emin Çölaşan Hürriyet’teki köşesinde 16 Şubat 2007 günü Bir İbret Belgesi başlıklı yazısında yaşadığım zorlukların bir kısmını yazarak kamuoyu ile paylaştı.

    Ama başardım!

    İlk hedefime Büyükelçi isimli kitabımla ulaştım. İkinci hedefime Cepheye Giden Yol isimli kitabımla ulaştım. Cepheye Giden Yol kitabımı Türk Telekom’un katkıları ile Sayın Demir Karahan’ın tecrübesi ve Özgür Görgün’ün yönetmenliği ile belgesel haline getirmeyi başardım.

    Gelelim hedeflerimden biri olan Hollywood filmi mevzusuna:

    Amerika’da yaşayan, ilkokuldan bir sınıf arkadaşımın, Hollywood’da bir film şirketine ortak olduğunu gazetelerden okudum 2006 senesinde. Hemen telefona sarılıp aradım, çünkü Sayın Dışişleri Bakanı Abdullah GÜL’ün talimatı ile arşivlerin (bulunabilen bölümünün) bana açılması sayesinde kitabım bitmek üzereydi. Konuyu arkadaşım ile görüştükten sonra o, eşi ve ortakları Mehmet Çelebi benim gibi bu konunun Schindler’den çok daha iyi bir film olacağı hususunda hemfikir oldular ve bu konu ile ilgili bir çalışma yaptılar. Henüz 26 yaşındayken Robert de Niro’nun sahibi olduğu Tribeca Film Şirketi’nin başkanı olarak Hollywood tarihinin en genç stüdyo başkanlarından biri olan ve Disney Stüdyoları’nda Kıdemli Başkan Yardımcısı olan Brad Epstein’e ulaşarak konuyu paylaştılar.

    Brad Epstein önce Washington’a gidip, Büyükelçi Nabi Şensoy’la görüşerek aklındaki tüm sorulara cevap aldıktan sonra, Türkiye’ye gelerek 3 Temmuz 2007 (22 Temmuz 2007 genel seçimlerine 19 gün kala) akşam saat 20.00’de Ankara’da Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı olan Sayın Abdullah GÜL ile konutta bir araya gelmek sureti ile, iki saate yakın bir toplantı gerçekleştirdi.

    Toplantıya benimle beraber, Siyasi İşlerden Sorumlu Müsteşar Yardımcısı Rafet Akgünay, Yurt Dışı Tanıtım ve Kültür İşleri Genel Müdürü Ayşenur Alpaslan, Mehmet Çelebi, Brojn Rebney, Hüma Alpaytaç va bazı Dışişleri mensupları katıldı.

    Dışişleri Bakanı Sayın Abdullah GÜL ve bazı diğer katılımcılar çeşitli sorular sordular. Ama toplantının en ilginç yorumu, Brad Epstein’in şayet bu film yapılırsa önce dünyadaki önemli birkaç film festivaline katılarak ödüllere aday olacağımıza ve kazanacağımıza, en son olarak Kodak Tiyatrosu’nda birçok Akademi Ödülü’ne (Oscar Ödülü) aday olup, bazılarını kazanacağımıza aynen Emir Kıvırcık gibi tüm kalbimle inanıyorum demesiydi.

    Benim 1998’de ortaya koyduğum bu inancı ve iddiayı, aradan 9 yıl geçtikten sonra dünya film sektörünün zirvesindeki bir stüdyonun kıdemli başkan yardımcılığı dahil, kariyerinde Analyze This, Meet the Parents, About a Boy, Invincible, Ladder 49, Dan in Real Life, The Ghosts of Girlfriends Past gibi çok başarılı filmlere imza atmış birinin ağzından dinlemek beni çok mutlu etmişti.

    Açıkçası saf bir şekilde dünyanın en büyük kamuoyu yaratma ve propaganda silahı olan film sektörünü en sonunda bizim de kullanabileceğimize inandım. Devletin destek olması ile Oscar kazanmış bir senaristin senaryosunu yazacağı, Oscar kazanmış bir yönetmenin çekeceği ve Oscar kazanmış bir aktörün oynayacağı, dünyanın dört bir yanında milyonlarca kişiye Türk insanının hoşgörüsünü ve inancının merhametini tanıtabilecek bir film yapabileceğimize saf saf inandım.

    Hem de elalem yalanları bir araya getirip bir film yapıp itibarımızı 30 sene boyunca yerle bir ederken, biz gerçek bir hikâyeyi anlatmak için ve kendimizi tanıtmak için ipleri ele alıp, dünyanın en güçlü tanıtım sahnesine çıkıp, zirveyi hedefleyecektik.

    Kendimizi tanıtmak kelimesini özellikle kullandım. Neden mi? Çünkü Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN, 2002 Temmuz’unda ABD’de, Idaho’da yapılan Sun Valley toplantısında Amerika’lılara hitaben yaptığı konuşmasının en etkileyici bölümlerinden birinde, Muhtar Kent’i (Coca Cola CEO’su) kürsüye davet edip, Babanın yaptığını anlat. Bizleri anlatan en güzel olay budur’ demiştir. Kısacası Başbakan ERDOĞAN, Fransa’da II. Dünya Savaşı esnasında bir avuç Türk diplomatının soykırıma uğrayan başka bir dinin mensubu olan biçare insanlara el uzatarak, aynen Osmanlı tarihinde Sultan II.Beyazıt’ın yaptığı gibi, bir insanlık dersine imza atmalarını, kendi deyimi ile Bizleri anlatan en güzel olay budur" cümlesi ile ifade etmiştir.

    (Detay için: http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=333207)

    Bütün bunları yan yana koyduğum zaman ilk defa biz Türklerin dünya çapında bir olaya imza atabileceğine inandım! Gece Yarısı Ekspresi’nin yarattığı kötü imajı tarihe gömebileceğimize inandım!

    Halbuki bir diplomatın, bütün bir olayı kitleyebileceği hiç aklıma gelmezdi!

    Sayın Hıncal ULUÇ Sabah Gazetesi’nde 31 Mart 2010 Çarşamba günü Devlet niye film yapsın ki.. başlıklı bir yazı kaleme aldı. Yazısında şu ifadelere yer verdi:

    Ya ben anlatamadım, özür dilerim.. Ya da insanlar, bazı insanlar anlamak istemiyor.. Ben Devlet film yapsın" dedim mi, Rahşan?.. Hem de bizim devlet.. Bunca bürokrasi.. Bunca siyasal müdahale, bunca horoz.. Devletin çektiği filmden hayır mı gelir?.. O filmi dünya insanları koşa koşa izler mi?.. O film, bu ülke ve bu ülke insanları hakkında iyi düşünceler uyandırır mı?.. Böyle bir şey söylemem için her halde sapıtmış olmam gerek.. Ben devletin sinemaya destek olmasını istedim.. Maddi manevi.. Olsun ki, bu ülkede de büyük bütçeli filmler yapılabilsin. En

    Enjoying the preview?
    Page 1 of 1