You are on page 1of 4

Sen Mu’nun neresindensin hemşerim?

Atatürk’ün Mu ile ilgili yaptığı araştırmalarla ilgili ikinci kitap da çıktı. Bu iki kitap da yalnızca
Atatürk’ün bu çalışmalarıyla ilgili değil elbette ki. Kitapların ikisi de Türklerin kökeninin kayıp
kıta Mu olduğunu iddia ediyor. Bundan uzun uzun yıllar önce bir “deprem” ile yok olduğu
söyleniyor kayıp kıta Mu’nun. Artık pek çok yöntemle eski çağda olmuş depremler vs.
biliniyor ancak nedense koskoca kıtayı yer ile yeksan eden bir deprem ile ilgili herhangi bir
kayıt yok. Denizlerin altından fosiller, zaman içerisinde sular altında kalmış şehirlerden
kalıntılar çıkarılıyor ama ne yazık ki Mu ile ilgili tek bir belge yok.

Hayal gücü sınır tanımaz elbette ki. Bir şeye inanmak için onun ille de kanıtlı olması
gerekmiyor. Güneş Dil Teorisiyle Niagara şelalesinin isminin orada çıkan gürültüye “bu ne
yaygara hemşerim?” diyen bir Türk büyüğünün bu eşsiz cümlesinden geldiğine inanmıştık.
Yetmedi ilk kelimenin güneşi gören insanın çıkardığı “a” sesi olduğu ve –nedense- bu insanın
ve bu kelimenin Türki olduğuna da inandık. Hititlerin, Sümerlilerin ve bu dünyanın alayının
da Türk olduğuna inandık.

KAYIP KITA MU

Kayıp Kıta Mu Efsanesi, Amerikalı bir araştırmacı olan Churcward’ın ismini nedense
vermediği bir tapınakta konuştuğu bir rahipten ve onun sahip olduğu bir takım tabletlerden
yola çıkarak oluşturduğu külliyat ile literatüre kazandırıldı. Churcward sonradan, Amerikalı
Jeolog William Neyin’in Meksika’da bulduğu tabletlerle bu efsaneyi ilişkilendirdi. O dönemde
bu çalışmalardan haberdar olan Kemal Atatürk; Tahsin Bey’i Meksika’ya elçi olarak gönderdi.
Sonradan Mayatepek soyismini alan Tahsin bey; burada son derece bilimsel dayanaklarla
istinad ederek bir gerçeği saptadı: Türkler Mu’dan gelmeydi, çünkü; Maya dilindeki “tepe”
kelimesi Türkçe’de de aynen mevcuttu! Bu kadarı yetiyor, çünkü biliyoruz ki sadece
“principle” kelimesinin Türkçe’de kullanılmamasına rağmen “birinci bilgi” kelimesine olan
benzerliği İngilizlerin Türk olduğuna ikna olmamıza yeterli olmuştu.

Peki bu mantıksız inanışların kökeninde ne var? Onca aklı başında adamın satın
aldığı bu saçmalıklar nasıl bu kadar sükse yapabiliyor? İnsanlar böyle saçmalıklara
neden inanıyor? Köklerini kayıp ve mistik uygarlıklara dayandırmak yalnızca biz
Türklere özgü mü?

Ulus yaratmak; özellikle 20. yüzyılın başlarında kendini uluslar arası sermayeden ve
komünizmden korumak için pek çok ülkenin giriştiği bir çalışmaydı. Uluslar arası sermayenin
ve komünizmin milliyetsiz yapısı başka sömürecek kimsesi olmadığı için kendi halkını
sömüren ve bunu kendi icat ettiği milliyetçilik kavramıyla meşru zemine oturtan yerli
burjuvaları korkutuyordu. İnsanları; doğuştan elde ettikleri etnik aidiyetin başka etnik
aidiyetlerden daha farklı olduğuna inandırmak bu meşruiyetin devamlılığı için en gerekli
şeydi.

Peki bunun için ne yapılmalıydı?

Tabii ki; bireyin ait olduğu etnik grubun diğer gruplardan farklı olduğunu ispat etmek!
Böylece; birey, kendinin üstün olduğuna ve çıkarlarının da üstün olması gerektiğine
inanacaktı. Aynı zamanda evrensel fikirlere de, evrenin kendisinden geri kalanını insan
yerine bile koymadığı için karşı çıkacaktı. Diğer uluslar ile olan ilişkilerde hukuğu, insanlığı
değil kendi politik çıkarlarını gözetecekti. Üstünlüğe inandırmanın bir diğer siyasi kazanımı,
yönetici grubun despotluğunu istediği ölçüde artırabilmesiydi. Yurttaşlar, onları yalnızca
onlar adına ve onlardan olan birilerinin iyi yönetebileceğini düşünecek, bu beraberinde tam
bağımsızlık olarak formülleştirilen yönetim biçimini getirecekti. Bireyin devlete karşı hukuğu
olmadığı yapıların hemen hemen tamamında üstünlüğe inandırmanın payı vardır. Doğuştan
getirdiği etnik aidiyet ile ilgili yaratılan mitin verdiği duygularla zaten içki sarhoşluğuna
düşen birey; kendi hukuğunu ihlal eden bu sistemi cansiperane korudu. Buradan bakınca
gayet karlı bir hamle! İnsanların kafasından kral, din, mezhep vs. gibi “uğruna ölünecek”
değerleri alıp bunları nostalji çöplüğüne attıktan sonra onları idare etmek için yeni “uğruna
ölünecek şeyler” bulmak zoraki bir durumdu. Bulundu da: millet. Elbette ki öyle kuru kuruya
da olmazdı.

Dünyada böyle saçmalıklara inanan tek millet biz değiliz.

HİTLER VE ATLANTİS

Alman SS’lerinin uzun süre liderliğini yapan ve Aryan ırkından olmayanların imhasını
yöneten Heinrich Himmler’in kurduğu “Alman Ari Irk Derneği”ne göre Atlantis
Grönland’daydı ve ari ırkın kökeni de oradaydı. Hitler bu iddiayı daha da ileri götürdü.
Atlantis’in Andlarda olduğunu ve düşen göktaşlarıyla yok olduğunu iddia etti. Bu iddia bir
“bilim adamı(!)” olan Hanns Hörbiger’e aitti ve Hitler onun ateşli bir savunucusuydu.

Hitler aynı zamanda mistik ve okültist inanışları olan Thule isimli bir örgüte üyeydi. Bu
örgütün yöneticileri sonradan NSDAP’ın içinde de yer almışlardı. Hatta bu örgütün kurucusu
Eckart vasiyetinde; “Hitler’i izleyiniz. Dans edecektir; ancak müziği ben yazdım. Onlarla
temasa geçmesi için gerekli araçları kendisine verdik. Bana da sakın acımayın. Tarihi
herhangi bir Alman’dan daha fazla etkilemiş olacağım.” Demişti.

Hitler döneminde Almanya’da bu tip inanışlar hem “bilimsel” hem de siyasi değer kazandı.
Nazi Partisi’nin zaman içerisinde oylarının yüzde 44’e kadar çıkmasında Alman halkının
“üstünlüğe ikna edilmesinin” rolü büyüktü. Şüphesiz bu efsaneler de bu ikna sürecine büyük
katkı yaptı.

Hitler, bununla sınırlı kalmadı. Atlantis’in torunlarının yaşadığını düşündüğü Andlarda ve


dünyanın farklı yerlerinde insanların kafatasını ölçtürdü. Bunlarla Almanların kafataslarının
oranlarını karşılaştırdı. Hitler’in mistisizme olan bu merakı partisi için yapılan logo seçimine
bile yansıdı. Dünyanın gamalı haç olarak tanıdığı Swastika, bir Budist sembolüdür ve iyiliği
temsil eder. Swastika aynı zamanda Thule örgütünün de sembolüydü.
Siyah gömleklilerin lideri Benito Mussolini’nin de “Tanrı’yı sevmekten bir an olsun bile
vazgeçme ama unutma ki İtalya’nın tanrısı Duçe’dir” dediğini düşünürsek; hemen hemen
bütün ırkçı yapılanmaların mistisizm saplantısı olduğunu söyleyebiliriz.

TDK’nın halen Güneş Dil Teorisi’ne inanıyor olması gibi. Bu kurum halen Güneş Dil Teorisi ile
ilgili raporlar hazırlamaktadır.

Faşizmin üzerinden yıllar geçti.. Ancak görülen o ki; kendi yaşamında övünülecek hiçbir şey
üretemeyen insanların doğuştan getirdiği özelliklere olan düşkünlüğü bu özelliklerini
yüceltmek adına onları sürekli mistisizme yöneltmeye devam edecek. Kim bilir, belki de Mu
uygarlığı bunu öngördüğü için topluca intihar etmiştir!

You might also like