You are on page 1of 6

Genç Girişimci

Nedim KAYA

Kaza yerinde, arabanın şoför mahallinden inen iri yapılı, saçları kısmen
dökülmüş kırk yaşlarındaki gözlüklü adamın dikkatini çeken şey,
arabanın ön sol tekerleğinin üst tarafındaki kırmızı leke oldu. Yanında
oturan ve daha genç gösteren bayan ise, kazanın tesiriyle panik
halindeydi. Bir anda birçok kişi olay mahalline doluştu. Yerdeki adam
ölmüş olabilirdi.

Kazadan önce
Genç girişimci, pencere kenarında tül perdenin ardında dururken, lüks
otomobilden çıkan çiftin uzaklaşmasını izledikten sonra mavi
gökyüzünü seyre koyuldu.

Hava açık, bulut ise hemen hemen yoktu. Kış çıkmak üzere olmasına
rağmen, sıcaklık mevsim normallerinin üzerindeydi. Bu havalar baharın habercisiydi. Hafta
sonunun da böyle sıcak olmasını çok isterdi.

Dışarıyı seyrettikten sonra tül perdeyi hafifçe kapatıp yavaş adımlarla sehpanın yanındaki
siyah deri kaplı koltuğa geçip ayaklarını uzattı ve gözlerini avizedeki ışığın kırılmasından
kaynaklanan renklerin ahengine bıraktı. Geçmiş ile gelecekteki hayalleri arasında gidip geldi..

Artık hedeflerinin çoğunu gerçekleştirdiğine inanıyor, şimdiye kadarki başarılarına dayanarak


bundan sonrası için fazla telâş etmemesi gerektiğini düşünüyordu.

Bu zamana dek ne zorluklar yaşamış, ne sıkıntılarla boğuşmuştu.

Biliyordu, kazanmaya giden yollar dikenlerle dolu olur, önemli olan da dikenlere karşı
yürüyebilmek, bu zorlu yolda ilerleyebilmekti.

Gerçekleştirebildiği hedeflerine esas iki faktörle ulaşabildiğine inanıyordu. Bunlardan biri; hep
yıllar sonrası ile ilgili plânlar kurması ve bu plânlara ulaşmak için de çaba sarf etmesi, diğeri
de; daima "Niçin başkası sahip oluyor da ben olamıyorum, benim de onların sahip olduklarına
sahip olmamak için hiçbir eksiğim yok." şeklindeki düşüncesiydi.

Çocukluk günleri gözünün önüne geldi.

On-on bir yaşlarında iken, Alıç Caddesi’nin kenarındaki parkın yola bakan tarafına
arkadaşlarıyla otururlar, "şu araba senin, bu araba benim " oyunu oynarlardı. Ama hiçbir
zaman o arabaların bir gün nasıl kendilerinin olacağını tasavvur bile etmezlerdi. "Çocukluk
işte!" diye iç geçirdi.

Küçüklüğünden beri en sevdiği özellikleri, hep ümitvâr olması ve kolay kolay pes
etmemesiydi. Adeta hayatının şiarı şu kelimelerdi: "Neden olmasın ki!"

Evet, evet çok çalışmalıydı, çünkü büyük düşünürler, din adamları, öğretmenler, fizik kuralları
hep aynı şeyi söylüyordu: "Çalışan kazanır! Eğer mutlu bir gelecek istiyorsan, çalışmalısın!"
Şimdi ise gayretlerinin karşılığını almıştı; küçük sayılmayacak bir şirkette önemli bir
pozisyondaydı. Hayatında gördü ki, çalışan gerçekten de kazanıyormuş. Bundan sonra da çok
gayret etmeli, çocukluğunda nasıl alabileceğini düşünmediği arabaya ve diğer arzularına sahip
olmalıydı.

Oturmaktan sıkıldığı için tekrar dışarıya bir göz attı. Hava biraz değişmiş, gökyüzüne de yer
yer bulutlar birikmişti. Hayat bütün hızıyla devam ediyor, insanlar koşuşturuyordu.

Herkes bir şeyler yapma telâşındaydı. İnsanlar hep acele ediyordu ve şüphesiz bu normal
karşılanmalıydı. Gördüğü kişilerin bir kısmı işine yeni başlamış, bir kısmı meşguliyetinin
ortasında, bir kısmı da çalışmasını bitirmek üzereydi. Kim bilir kimi de bir işini halletmiş diğer
işinin de üstesinden gelebilmek için telâş içindeydi. Hayat da buydu zaten; koşmaca,
koşuşturmaca, çaba, iş, çalışma, çalışma ve yine çalışma...

Tekrar önceki oturduğu yere geçti. İmtihanlara hazırlandığı günler aklına geldi: lise yılları...

Kendini iyice derslere vermiş, gözü iyi bir yeri kazanmaktan başka bir şey görmüyordu. Ne
yapıp etmeli, mutlaka hedefine ulaşmalıydı. Biliyordu ki, "Çalışan kazanır!"

İlk yıl hedefindeki yeri kazanamamanın verdiği belirsiz duygular, onu ikinci hazırlık senesinde
derslerle iyice bütünleştirmişti. Kendisini motive etmek için her yolu deniyor, "Ah bir
kazansam!" diyerek bütün sıkıntılarını aşmaya çalışıyordu.

Çevresindeki insanlara dikkat ettiğinde, aslında bütün insanların belli fedakarlıklar içinde
olduğunu görüyor, öyle veya böyle sıkıntılara katlanılması gerektiğini düşünüyor, gelecekte az
sıkıntı çekmek için daha fazla gayret sarf ediyordu.

O günlerde, şimdiki odasında olduğu gibi, çalışma masasının tam üstüne bir gün sahip olmayı
tasarladığı W. Carssy marka lüks otomobilin posterlerini asmıştı. En büyük posterde büyükçe
vişne kırmızısı W. Carssy otomobil, ayrıca kartpostal büyüklüğündeki diğer resimlerde
arabanın çeşitli açılardan görüntüleri: bej rengi deri koltukların fotografı, dijital göstergeler ve
çeşitli ayrıntıların fotoğrafları vardı.

Ne zaman bu arabayla ilgili bir şey görse; "Evet, evet bir gün sana sahip olacağım. " diyordu.

Bu sırada oturduğu tek kişilik koltuktan kalktı, pencere kenarına, dışarıya bir kez daha göz
atmak için gitti.

Bulutlar giderek artıyordu. Öğle yaklaşıyor olmasına rağmen, gökyüzünü saran karaltı gündüz
aydınlığının tesirini azaltıyordu.

İçinden, "Herhalde fazla uzun sürmez, birazdan geçer." diye geçirdi. Daima olumlu düşünürdü
ve bardağın hep dolu tarafını görürdü. Bunun yanında ayrıntıları gözden kaçırmamasıyla
övünür, hâdiseleri çaplı kavradığını ve geniş ufuklu olduğunu düşünürdü.

Tül perdeyi biraz daha kenara çekti ve her zamanki gibi dışarıyı inceledi.

İnsanın aslında çok güçlü bir varlık olduğunu, onun başarmak istedikten sonra yapamayacağı
bir şeyin olmadığını düşündü.
Bu arada, aşinası olduğu ses yine dikkatini çekti. Bu ses, mahalle camisindeki müezzinin ezan
okumak için mikrofonu açtığında çıkan sesti. Müezzinin ezan öncesi mikrofonu hafiften
üflemesi onun aşina olduğu bir durumdu.

Ezanın bitmesini bekledi ve pencere kenarından uzaklaşırken son model müzik setini uzaktan
kumanda ile çalıştırdı. Şarkılar da kendisi gibi hayat doluydu.

Birazdan gideceği iş yerindeki aylık verimlilik toplantısı için son hazırlıklarını tamamlamak
üzere gardırobun bulunduğu yan odaya geçti.

Hesaplarına göre, üç yıl içinde durumunu daha da düzeltecek ve ideallerine daha çabuk
kavuşacaktı. Bu katılacağı dördüncü şirket toplantısıydı. Genel olarak kıdemlilerin sözüne
değer verilen bu ortamda, zaman zaman o da söz alıyordu. Bu onun kendine olan güvenini
artırıyor, kariyerli bir gelecek adına içindeki ümidi yeşertiyordu.

Dokuz ay önce girdiği bu iş, mezun olduktan hemen sonra başladığı, ama hedefindeki bundan
büyük mevkiye çıkma ve kariyer yapma başlangıcı olarak gördüğü, fırsatını bulduğu anda
daha da yükselmek istediği, zirvesine ulaşmayı arzuladığı merdivenin ilk basamaklarıydı.

Saçlarına briyantin sürüp, arkaya doğru taradı. Hareketlerini salondaki müziğin ritmine göre
yapıyordu. Parfüm sıkmayı unutmadı. İmaj için taktığı gözlükleri de çantasına yerleştirdi.

Saatine baktı. Artık çıksa iyi olurdu; "Yaptığın her işini zamanında yapmalısın, hadi artık yola
koyul!" dedi.

Dışarıya çıktığında yağmur çiseliyordu. Halbuki hava daha bir iki saat önce günlük güneşlikti.
Sokaktaki hayat, her zamanki gibiydi. Trafik karmaşası almış başını gidiyor, insanlar her
zamanki gibi acele ediyor, herkes bir şeylerle meşgul oluyordu. Çalıştığı firma, camiye olan
mesafenin iki katı uzunluktaydı.

Çevresine bakındığında lüks otomobiller dikkatinden kaçmıyor, bir çocuğun dükkân


vitrinindeki oyuncakları süzmesi gibi, o da her defasında büyük oyuncakları yani otomobilleri
süzüyordu.

Yolda ilerlerken W. Carssy marka araba aklına geliyordu. Elbette bir gün kendi arabasına da
binecekti. Sadece biraz daha zamana ihtiyacı vardı, hepsi bu.

Elindeki siyah deri çantada, aylık şirket istatistikleri türünden, çoğunlukla kendi bölümüyle
ilgili bir sürü kâğıt parçası ve dosya vardı.

Yağmur artmaya başlamıştı. Hazırlıksız yakalanmıştı; ama şirkete de az kalmıştı. Biraz


dayanabilirdi. Şimdi yolun karşısına geçmeli ve toplantıya tam vaktinde, hatta biraz da erken
gitmeliydi.

Kaza mahallinde

Yağmur kendini hissettiriyordu. İri yapılı, saçları kısmen kel adam


arabasını hemen durdurdu. "Tam da sırasıydı!" diye düşündü. Elinde
deri çantası olan adama arabasının sol ön tarafıyla hafifçe dokunmuştu.
Çarptığı adam bir anda yere yığıldı. Arabanın ise sol ön tekerleğinin
üstü kana bulanmıştı. Vişne kırmızısı lüks arabada kan zor seçiliyordu. Morun hakim olduğu
elbisesiyle dikkat çeken bayan ise, ölüye hiç bakmıyor veya bakamıyor, kafasını buğday rengi
deri koltuğa iyice yaklaştırmış garip garip sesler çıkarıyordu. Araba teybindeki hip-hop tarzı
parça bitmiş, radyodaki dj başından geçen komik bir hâdiseyi kahkahalarla anlatıyordu.

Genç girişimci gökdelenin üst katlarına doğru âdeta tırmanıyordu. Şimdi yatırım şirketinin
üçüncü katında, pencerenin hemen yanındaydı. Aşağıyı daha geniş görüyordu. Yerde, vişne
kırmızısı arabanın solunda birisi vardı. Yeni tarandığı belli olan saçları kısmen bozulmuş şık
bir genç yerde yatıyordu.

Şu anda yedinci kattaydı. Buraya nasıl geldiğini anlayamamıştı. Nasıl olurdu, biraz önce yaya
olarak yolun karşısına geçmeye çalışırken şimdi elinde olmayarak gittikçe yükseliyordu?!..

Hayır bu olamazdı, yerde yatan kendisiydi, cesedi gören ise ruhuydu.

Siyah deri çantası yolun solundaki demir ızgaraların kenarına fırlamış, su birikintisinin yanı
başında duruyordu. Bu defa, insanlar işlerine devam etmiyordu; çünkü birçok kişi işini
bırakmış ölen adama, gözlüklü iri kişiye ve mor elbiseli bayanın iniltilerine dikkat kesilmişti.
Yerde bir kişi vardı. Herkes koşuşturma içindeyken, onun vücudu asfalt üstünde, kaldırıma
yakın ve hareketsiz duruyordu.

Kazadan sonra
"İnsanlar uykudadırlar. Ölünce uyanırlar." (Hadîs-i Şerif)

O, şimdi ETK yatırım şirketinin plâzasının on birinci katından yukarıya doğru gidiyor ve
dünyayı daha geniş perspektiften görüyordu. Yukarılara çıkarken diğer insanların farkına
varamadığı ayrıntıları daha net görüyordu.

Birçok gerçeği şimdi daha iyi fark etmeye başlamıştı. Birçok şeyi ilk defa ve de tam anlamıyla
hissediyordu.

Peki ya bundan sonrası? Şimdi ne yapacaktı?

Artık hiçbir şey yapamazdı. Bundan sonra sadece pişman olabilirdi, peki bu çözüm müydü?
Ama o, ruh ve cesedi beraberken, "Pişman olana acınmaz; çünkü pişman olunan durumu
oluşturan bunu yapanın kendisidir." şeklinde düşünürdü.

Plânlarını, dâima en olmadık ihtimalleri bile göz önünde bulundurarak yapardı. Fakat
plânlarında şu andaki durum, yani cesetsiz ruh halinde bulunduğu, dünyanın kendisine artık
herhangi bir anlam ifade etmediği bu durum, ihtimal hesaplarında yoktu. Bu hal, aklına bir
kere bile gelmemişti.

İnanamadı. Nasıl da dar ve ufuksuz düşünmüştü.

Hayır, hayır olamazdı. Böyle bir durumla karşılaşmamalıydı. Halbuki kötü sürprizler
yaşamamak için çok dikkatli davranır, hep en kötü hali göz önüne alır, ayrıntıları atlamazdı.
Fakat bu bir ayrıntı değildi. Bu durum, dünyada kendisinden başka her şeyin yalan olduğu tek
gerçekti.

Büyük bir plânlama hatasıyla karşı karşıyaydı. Hiç aklına yüz yıl sonrasını düşünmek
gelmemişti. Halbuki, okuldan mezun olacağı günü, okulu daha kazanmadan dört yıl önce
düşünmüş, kendini bu konuda "kişisel gelişim" seminerleriyle geliştirmiş ve NLP'yle başarıya
programlamıştı. Daha fazla maaşla hayatını sürdürmenin yollarını artık biliyordu. Beş ve on
yıllık plânları tamamdı.

Fakat o kendine güvenen gururlu kişi gitmiş, yerine ürkek, ne yapacağını bilmez, aciz mi aciz
bir kişi, daha doğrusu bir ruh gelmişti.

Şimdi ister istemez acizlik yudumluyor, çaresizlik yaşıyordu. Ah ne olurdu, içinde bulunduğu
ruh haletini bedeni hayattayken de yaşasaydı. Unutmamalıydı veya hatırlamalıydı, birilerinin
ikazlarına kulak verseydi ne olurdu! Yağmurlu havada nasıl da ıslanmıştı. Müezzinin ezanı
okumaya başlamadan önce mikrofona üflemesiyle çıkan sese verdiği dikkati, biraz da üfleme
sonrasındaki kelimelere, bunların ne mânâya geldiğine verseydi.

Birçok kez cansız bedenlere şahit olmuş, daha da ilerisi, filmlerde savaşlar ve katliamlar
sonucu ölmüş onlarca cesedin olduğu sahneler görmüştü. Sadece seyirci kalmış, izlemişti.
Nasılsa hiç düşünmemişti bir gün kendisinin de böyle bir durumla karşılaşacağını. Ah iş telâşı!

Zaten koşuşturmadan, kaldırım kenarında yarı ölü dilenciler hiç dikkatini çekmemişti. İşe
yetişme telâşı, yol kenarındaki kedi ölüsü hakkında yorum yapması gerektiğini unutturmuştu.
Televizyonda gördüğü toplu cesetler de, sıradan birer görüntüden ileri değildi o günlerde.

Ah Allah'ım, küçük plânlar, büyük hayatı nasıl da unutturdu. Niçin daha dikkatli
davranmamıştı, niçin, niçin?!.. Niçin daha fazlasını düşünememişti. Niçin sadece bir gölgelik
olarak algılanması gereken bu fani dünyaya bu kadar bağlanmıştı. Ve her zaman duyduğu
"fâni" kelimesi niçin ona sıradan gelmişti. Bunları anlayabilmesi için, bu durumu yaşaması mı
gerekiyordu?!..

Ne kadar da içinden çıkılmaz ve telâfisi olmayan kötü bir tecrübeydi. Artık gelecek adına hiç
plân kuramayacaktı; çünkü plânladığı gelecek de, sonraki zaman dilimi içindeydi. Gelecek
gelmişti.

Şimdisi için çoktan yapılması gerekenleri yapmış olması gerekiyordu. Fakat artık her şey çok
geçti.

Son bir defa aşağıya bakmaya çalıştı, artık herhangi bir şey görünmüyordu. Şimdi hayallerinin
çok ötesinde, gerçeğin tam içindeydi. Milyarlarca kişinin paylaştığı "fâni" dünyanın
dışındaydı.

Son durum
Artık ait olmadığı, içinde yaşayanların bağlanmaktan kendilerini kurtaramadığı yeryüzünde
gittikçe şiddetlenen yağmur, gök gürültülerinin ürpertisi altında, yerdeki ve son model vişne
rengi otonun sol ön tekerlerinin üstündeki fazlaca belli olmayan kanı kaldırımın dibindeki
metal ızgaralara doğru taşıdı. İçi bilançolarla, geleceğe dair kariyer plânlarıyla dolu siyah deri
çanta ise, her zamanki gibi sahibinin elinde değil, kanını da beraberinde getiren suyun
içindeydi..

Müezzinin ezana başlamadan önce mikrofona kuvvetlice üflediği esnada, yetkililer hâdiseye
müdahale etti. Ceset tıp fakültesine götürüldü. Ölüme sebep olan araba incelenmeye alındı.
Kalabalık yine 'normal' hayata döndü. 'Sıradan' bu hâdise kısa sürede kapandı. ETK Yatırım
Şirketi de, ölen elemanın yerine, hayat dolu, kariyer ve prestij hırsıyla dopdolu, geleceğe
umutla bakan yeni bir eleman aldı.

http://www.sizinti.com.tr/konular.php?KONUID=528

You might also like