Professional Documents
Culture Documents
“Finans Krizi”
“Reel Sektör”e Yansıyacak mı?
Ne Olacak Şimdi?
Bankalar Kamulaştırılırken
Neo-Liberalizmin Yazgısı
Serdar Soyergin
Faruk Açil, Levent Ertümer, Ziya Erdönmez
Che Guevara
Yolsuzluk Olayları
“Sıra Bizde”ci Dinciler ve “Sol”cular
Sigara Yasağıyla
Ülkeyi Kurtaramamak
[Varolan Parayı Harcamak]
KURTULUŞ CEPHESİ Eylül-Ekim 2008
Dünya ekonomisinde bir şeyler oluyor. elkoymasıyla başlayan “beşinci dalga”, bir
Geçen yılın Haziran ayından bugüne kadar, önceki dalganın kaldığı yerden başladı.
“Ergenekon” operasyonlarına takılan adla, Ekonomiyle ilgilenen herkesin “heyecan-
“beşinci dalga” Eylül ortasında piyasaları la” izlediği “dördüncü dalga”, Mart ayında
“vurdu”. Bears Steams “yatırım bankası”nın yok pa-
“Yatırım bankacılığı”nın en büyüklerin- hasına satılmasıyla başlamış ve “piyasalar”
den Lehman Brothers’ın iflası ve AIG sigor- hızla “çökmüş”tü.
ta şirketine ABD Merkez Bankası’nın (FED) Mart ayından Eylül ortasına kadar geçen
KURTULUŞ CEPHESİ Eylül-Ekim 2008
sürede “piyasalar”ın kısmen durulduğu, tüm sol aynı düş kırılığı içine düşmektedir.
“krizin atlatıldığı”, “piyasalara güven geldi- Legalist ve neo-liberalist sol (ki artık bunla-
ği” bir dönem gibi gösteriliriken, petrol fiyat- ra “revizyonist” ve “oportünist” bile denile-
larının 150 dolar sınırına ulaşması bu “ara memektedir) kadar, “laik-ulusalcı” kesimler
dönemin” en temel olgusu olmuştur. de “umut/düş kırıklığı” ikilemi içinde aynı
Tam da piyasalara “güven” gelmişken, kaderi paylaşırlar.
tam da kriz “atlatılmış” görünürken Lehman “Ulusalcı”lar için “ekonomik kriz” AKP
Brothers’ın iflasıyla birlikte başlayan “güven- iktidarını götürecektir; sol için ise, “kitle mü-
sizlik” ve “panik” (dördüncü dalga), dünya cadelesinin yükselişi” demektir.
borsalarının %20-25’lere varan kayıplara uğ- Böylece dünya emperyalist ekonomisin-
ramasına yol açarak, geçen yılın Haziran de meydana gelen “kriz” dalgalanmaları, sü-
ayında patlak veren “mortgage krizi”nin bü- rekli bir gerilim ve durağanlık içinde yıllar
yüyerek devam ettiğini dünya aleme göster- boyu tüm dikkatlerin yoğunlaştığı olgu ol-
miştir. muştur. Ancak her “kriz” dalgasının hemen
Burada amacımız, dünya emperyalist arkasından gelen ve piyasaların yükselişiy-
ekonomisinde ortaya çıkan “kriz” durumu- le kendisini ifade eden “iyimserlik” karşısın-
nun tahlilini yapmak değildir. Şu ya da bu da bu “umut”lar ve “umut teorileri”, bir sü-
ekonomik veriden yola çıkarak, emperya- re sonra “yalancı çoban” örneğine dönüşe-
list dünya ekonomisindeki “kriz dinamikle- rek, önemsenmez olmuştur.
rini” ortaya koymak, bu dinamiklerin “kriz”i “Klasik” sol “inanç”a göre, ekonomik
“dip” noktasına nasıl itelediğini saptamak “kriz”, peş peşe gelen iflaslar ve iflasları iz-
olanaklıdır. Ölçüt olarak alınan ekonomik leyen işsizlikle, halkın “geçim koşullarında”
veriye göre de, “kriz”in “dibi” görüp görme- önemli bir değişmeye, bozulmaya, daha
diğine ilişkin “fikirler” beyan etmek de ola- tam ifadeyle, “halkın yoksullaşmasına” yol
naklıdır. Ancak bütün bunlar, “globalizm” açar. Halk yoksullaştığı ölçüde, mevcut dü-
çılgınlığı içinde herşeyin birbirine karıştırıl- zene olan güvenini yitirir. Güvenini yitirdiği
dığı, ekonomik gelişmenin sanki sürekli sü- ölçüde de, yeni “çıkış” yolları aramaya baş-
regideceğine inanıldığı bir ortamda kısa bir lar. Böylece “tek yol devrim”le yüzyüze ge-
süre için bir değere ve anlama sahiptir. Dün- lecek olan “yoksullaşmış halk” devrim saf-
ya borsalarında meydana gelen en küçük larına katılır ve devrim yapılır!
bir “yükseliş”le birlikte bu “kriz” tahlilleri ve Bu “inanç” (bir zamanlar marksist-leni-
vargıları, hemen bir yana itilmekte, ekono- nist teori vardı), ekonomik krizlerle, yani ka-
mik gelişmenin sürekliliği düşüncesi yeni- pitalist ekonominin devrevi (periyodik) eko-
den her yana egemen olmaktadır. nomik krizleriyle devrimin “olması” arasın-
Geçen yılın Haziran ayında “mortgage da “doğrusal” bir ilişki saptayan “determi-
krizi” patlak verdiğinde, her türden “kriz” te- nist” anlayışın imanından başka bir şey de-
orileri ortalığa atılırken, “kriz” teorisyenleri ğildir.
“beklenen kriz” ya da “büyük kriz”den söz Oysa “ekonomik kriz”, Marks’ın sözüyle
etmeye başlamışlardır. “Bu kriz, o kriz” de- ifade edersek, “safhaları yıllar olan, daima
nilerek 1929 “büyük bunalımı”na gönder- genel bir buhranla sonuçlanan, birinin so-
meler yapılarak ortaya atılan “tezler” ve “te- nu bir yenisinin başlangıcı olan ve durma-
oriler”, birkaç ay sonra tümüyle unutulmuş, dan yenilenen devirler (zyklus, cycle)”den1
“kriz” teorisyenleri kös kös köşelerine çekil- başka bir şey değildir.
mişler ve piyasalar “kriz”i atlatmanın “coş- “... ilk genel bunalımın patlak
kusuyla” yükselişe geçmiştir. verdiği tarih olan 1825 yılından bu
yana, sanayi ve ticaret dünyasının tü-
Bir Umut-Bir Düş Kırıklığı mü, uygar halklar ve onların az ya da
çok barbar uyduları topluluğunun
Solun ve solcu ekonomistlerin (ki artık üretim ve değişimi, her on yıl dolay-
bunlara “marksist ekonomistler” bile deni- larında bir kez şirazesinden çıkar. Ti-
lememektedir) “kriz” beklentileriyle ortaya caret durur, pazarlar tıkanmıştır,
çıkan “umut”, piyasaların yükselişiyle bir ürünler sürümsüz oldukları ölçüde yı-
kez daha düş kırıklığına dönüşürken, “eko-
nomik kriz”den “devrim” çıkacağını uman 1
Marks, Kapital, Cilt: I, Fransızca Baskıya ek.
Eylül-Ekim 2008 KURTULUŞ CEPHESİ
ğılıp kalır, peşin para görünmez olur, maz olarak “ani çöküş” özelliği gösterme-
kredi ortadan çekilir, fabrikalar kapa- yen ya da ilk anda “ani çöküş” gibi görünen,
nır, emekçi yığınlar fazla geçim gere- ama daha sonra (hatta birkaç gün ya da sa-
ci üretmiş olmaktan ötürü geçim ge- at içinde) toparlanan piyasalar karşısında,
reçlerinden yoksun kalırlar, batkılar “kriz”, anlamını yitirmektedir.
batkıları, zoraki satışlar zoraki satış- “Kriz” sözcüğü anlamsızlaştığı ve durum-
ları kovalar. Tıkanıklık yıllarca sürer; ları ifade edemez hale geldiği oranda da,
üretici güçler ve ürünler, birikmiş “kriz”le bağlantılı her türlü teori, düşünce,
meta yığınları, sonunda değerlerinin vargı, yargı ve inanç birden çöker. Bu da
az ya da çok altında bir fiyat üzerin- “soyut düşünce alanının krizi”dir. En küçük
den sürülene, üretim ve değişim ya- bir olayda oluşturulduğu ilan edilen “kriz
vaş yavaş canlanana değin, yığın ha- masaları” da, bu “kriz”in kurumsal karşılığı
linde israf ve imha edilirler. Yavaş ya- olmaktadır.
vaş gidiş hızlanır, tırısa döner, sınai tı- Ekonomik kriz koşullarında “bir şeyler”in
rıs dörtnal olur ve bu dörtnal da so- olacağını ya da olması gerektiğini düşünen-
nunda, en tehlikeli atlamalardan son- ler, yaşanılan “kriz”ler karşısında “sürekli ve
ra kendini yeni baştan... çöküntü nihai” aşamaya gelindiğini varsaydıkları için
(crash) çukurunda bulmak üzere, bir “beklentileri” yükseltirler. Birbiri ardına ka-
sanayi, ticaret, kredi ve spekülasyon pitalist sistemin çöktüğü ya da çökmek üze-
steeple chase’inde [engelli yarış] do- re olduğuna ilişkin yazılar kaleme alınır, aji-
ludizgine değin yükselir. Ve hep aynı tasyonlar yapılır ve “kriz”le birlikte yüksele-
yineleme.”2 (Engels) cek devrim mücadelesinin “hayali”ni gör-
Böylece “aynı yineleme” içinde “kriz”, meye başlarlar.
“daima geniş yeni yatırımların çıkış nok- Ve “kriz”, aniden geldiği gibi, aniden gi-
tasını oluşturur”.3 Dolayısıyla, ekonomi-po- der. Hayaller biter, umutlar söner ve “evli
litiği hiç bilmeyen bir başbakan bile “krizi evine, köylü köyüne”, piyasalar da kendi ha-
fırsata dönüştürebiliriz” diyebilir ya da 2001 line geri döner.
krizi sırasında Oyak Genel Müdürü Coşkun Böylece geçen yılın Haziran ayında baş-
Ulusoy’un sözüyle “krizin olduğu yerde fır- layan “mortgage krizi”nin “beşinci dalgası”,
sat da vardır” denilebilir. Tıpkı solun “umu- Ergenekon operasyonunun “dokuzuncu dal-
du” gibi. Tek farkla ki, solun “umudu”, “kri- gası”yla birlikte başlar.
zi devrim fırsatına dönüştürmek”tir (ki bir Borsaların bir kaç iniş-çıkışının ardından,
zamanlar bu “fırsatçılar”a “oportünistler” “bu krizden de bir şey çıkmaz” düşüncesi
denilirdi). egemenliğini sürdürmektedir.
Bütün bunlar aynı zamanda “kriz” söz- Lehman Brothers iflas etmiş, AIG sigor-
cüğünün “globalleştirilmiş”, içeriksiz ve boş ta şirketi ve iki büyük “mortgage devi” dev-
bir sözcük haline dönüştürülmesiyle at ba- letleştirilmiş, “yatırım bankacılığı ölmüş”,
şı gider. ABD Merkez Bankası (FED) ekonomiye mü-
1980 dünya ekonomik bunalımı koşulla- dahele etmiş, “mikroekonomi” çökmüş ve
rında Türkçe’ye kazandırılan “kriz” (crise) sıra mevduat bankalarına gelmiştir.
“söz”ü, New-Left’cilerden Çağlar Keyder’lere Ardından “finans krizi” Avrupa’ya sıçra-
kadar her cinsten ve türden “ekonomist” ta- mış, İngiltere Bradford&Bingley bankasını
rafından sihirli ve kerametli bir söz haline millileştirmiş, Almanya “mortgage bankası”
dönüştürülmüştür. Hypo Real Estate’i “kamulaştırmadan” kur-
Dört aşamalı ekonomik çevrimin (cycle) tarmış, Benelux ülkeleri Fortis Bank’ı “bir
“dip noktası” olarak kabul edilen “kriz”, “ani tür devletleştirmiş”, Fransa ve Belçika Dexi-
ve şiddetli patlama”dır. Genel “iman” çer- a’yı kurtarmıştır.
çevesinde söylersek, kriz, “aniden ve bek- Ama yine de “iman ve inanç” sahipleri
lenmedik bir anda ortaya çıkan olumsuz ge- için “yeni umut”lar ve yeni “fırsatlar” var-
lişme”yi ya da “ani çöküş”ü ifade eder. Kriz dır!
bir kez bu şekilde tanımlandığında, kaçınıl- Ne de olsa söz konusu olan “finan kri-
zi”dir. Asıl olan “reel sektör”ün “kriz”e gir-
2
Engels, Anti-Dühring, s. 394-395.
mesidir. Dolayısıyla “finansal kriz”in gelip
3
Marks, Kapital, Cilt: II, s. 198. geçici olmasını fazlaca önemsemenin anla-
KURTULUŞ CEPHESİ Eylül-Ekim 2008
Eylül-Ekim 2008 KURTULUŞ CEPHESİ
“Finans Krizi”
“Reel Sektör”e Yansıyacak mı?
Finans sektörü, “globalizm öncesi” söz- tür, dolayısıyla “sermaye”, üretim nesnele-
cükle ifade edersek, mali sektör, para ve pa- rini pazardan satın alarak üretimin gerçek-
ramsı şeylerle uğraşır. Dolayısıyla işlevi “re- leşmesini sağlar. Üretim, her durumda yatı-
el sektörü” finanse etmek, bu sektörün ça- rılan para-sermayeden daha fazla bir para-
lışabilmesi için gereksinme duyduğu para nın elde edilmesi için gerçekleştirilir. Bu da,
ve paramsı şeyleri sağlamaktır. kapitalist üretimin artı-değer üretimidir.
Eğer “reel sektör” sanayi, ticaret, hizmet- Para-sermaye tarafından üretim süreci-
ler gibi sektörler ise, finans sektörü, bu sek- ne sokulan üretim nesneleri, bu süreçte “ek
törlerin gereksinme duyduğu her türlü para değer” kazanarak ürün haline gelir. Ekono-
ve paramsı şeyleri temin eden kesimdir. Do- mi-politik kavramıyla, bu ürün, metadır.
layısıyla finans sektöründe ortaya çıkacak Böylece meta, para-sermayenin üretim sü-
“ani ve beklenmedik” bir durum (birinci ta- recinde eklenen “ek değer”iyle (artı-değer)
nıma uygun “kriz”), her şeyden önce bu ortaya çıkan meta-sermayedir. Ama ürün-
sektörün para ve paramsı şeyleri temin ede- dür, metadır, dolayısıyla maddi bir varlıktır.
mez hale gelmesi demektir. Açıktır ki, böy- Bu maddi varlık, meta, pazarda satıldığı an-
le bir durum, doğrudan “reel sektör” deni- dan itibaren, onun üretiminde kullanılan pa-
len sektörleri etkiler. ra-sermaye ve üretim sürecinde ona ekle-
Diğer bir ifadeyle, finansal bir kriz, her nen “ek değer” paraya dönüşür, artmış ve
durumda finanse ettiği kesimlerin krizidir. büyümüş para-sermaye haline gelir. Ekono-
Bu yüzden de, “finans krizi reel sektörü et- mi dilinde P-M-P’ olarak formüle edilen ser-
kiler mi?” diye bir soru ekonomik gerçek- mayenin (para-sermaye) devri tamamlan-
lerle uzaktan yakından ilişkisi olmayan bir mış olur.
sorudur. Görüldüğü gibi, “reel sektör” diyerek an-
Gerçek gerçeklikte insan tanrıyı yaratır. lamsızlaştırılmış sanayi sermayesi, her du-
İnsanın yarattığı tanrı, belli bir zaman son- rumda para-sermayedir, dolayısıyla parasal
rasında kendi yaradanından uzaklaşır, ba- ilişkiler alanını içerir.
ğımsızlaşır. Böylece “tanrı”, insanı yaratan Ardından ticaret ve hizmetler sektörü ge-
varlık haline dönüşür. lir.
Finans sektörü de, tıpkı “tanrı” gibi, ön- Olağan ve tarihsel sürecin bir anında sa-
ce “reel sektör” tarafından yaratılır ve ardın- nayici kapitalist, üretken yatırım yapan pa-
dan “reel sektör”den bağımsızlaşarak, aynı ra-kapitalisti olarak ortaya çıkar. Ama para-
zamanda reel sektörün denetimini ve yaz- sermaye sahibi sanayici kapitalist, yine ay-
gısını belirler hale gelir. nı tarihsel sürecin belli bir evresinde, kendi
Bu ön belirlemelerden sonra, “reel sek- ürettiği ürünleri doğrudan pazarda satan
tör” denilen “şey”i açık-seçik ifade edelim: (pazarlayan) tüccardır. Bu yüzden de, sana-
“Reel sektör”, sanayi, ticaret ve hizmetler yici kapitalistin sermayesi aynı zamanda ti-
sektörü olarak ayrıştırılmış üretim ilişkileri- caret sermayesi olarak vardır.
nin bütünüdür. Temelinde sanayi yatar. Zaman içinde ticaret sanayiden ayrılmış,
Sanayi ise, kapitalist anlamıyla, para sa- sanayici kapitalist ile tüccar, yani sanayi ser-
hibi bir ya da bir kaç kişinin parasını “sana- mayesi ile ticaret sermayesi farklı kişilerin
yi sermayesi” olarak bir mal ve hizmet üre- sahip oldukları para-sermaye haline dönüş-
tilmesi için yatırmasıdır. Yani “sanayi”, her müştür. Bu dönüşümle birlikte, sanayici ka-
şeyden önce üretimin gerçekleştirilebilme- pitalist, sadece kendi üretim süreciyle ilgi-
si için gerekli nesnelerin (hammadde, ma- lenirken, tüccar, onun ürünlerini pazarlarda
kina, emek-gücü, bina vb.) satın alınması satışa sunar, yani sanayici kapitalistin meta-
için gerekli paraya, para-sermayeye daya- larının dağıtımını gerçekleştirir. Ancak üre-
nır. tim süreci ile dağıtım sürecinin bu ayrışma-
Para sahibi kişi, parasını para-sermaye sıyla, her iki sürecin gereksinme duyduğu
olarak kullanarak pazardan üretim nesnele- zamanda farklılaşma ortaya çıkar. Öyle za-
rini satın alır. Böylece parası sermaye hali- manlar olur ki, sanayici kapitalist metasını
ne dönüşürken, sermaye, üretimin yapıla- üretir, ancak tüccar bu metaları satamaz.
bilmesi için gerekli nesnelerin bir araya ge- Bu durumda, sanayici kapitalistin üretim
tirilmesini sağlar. için ortaya koyduğu para-sermayesi geri
Para, ki artık sermaye haline dönüşmüş- dönmez, dönmediği için de yeniden üreti-
Eylül-Ekim 2008 KURTULUŞ CEPHESİ
me devam etmesi olanaksızlaşır. Gerek ilk törü, yoktan var etmez, var olanı yok olanın
yatırdığı sermayeyi, gerekse üretim sürecin- hizmetine sunar. Bunu yaparken, tüm daya-
de ona eklenen “ek değer”in karşılığı olan nağı (dünya çapında) tüm üretim ve dağı-
parayı geri alamayan sanayici kapitalist ka- tım işlerinin aynı zaman diliminde gerçek-
çınılmaz olarak üretimi durdurmak zorun- leşmemesidir. Bir zaman diliminde, bir sa-
da kalır. nayi biriminde üretim sürerken, bir başka
Böylece ticaret alanında meydana gelen birimde ya yeni başlar ya da bitmiş olur. Ki-
bir aksama, gecikme ya da doğrudan tica- mi metalar pazara götürülmekte, kimileri
retin durması (“ticari kriz”), sanayi krizine pazarda satışa sunulmakta, kimileri de sa-
yol açar. tılmış durumda olur. Bütün bu ilişkiler için-
Bu anda sanayici kapitalistin ya da tüc- de, belirli bir “an”da, belli bir para miktarı
carın paralarının “muhasebesini” tutan, hareketsiz durur. Örneğin sanayici kapitalis-
bunları “yeddi emin” olarak saklayan “ara- tin metasını satmış olan bir tüccarın cebin-
cı kuruluşlar”, yani bankalar devreye girer. deki para gibi, ya da pazardan üretim nes-
Burada ticaretteki tıkanıklık nedeniyle üre- nelerini satın almak için yola çıkan sanayi-
timini sürdüremez hale gelen sanayici ka- ci kapitalistin cebinde bulunan para gibi.
pitaliste üretimi için gerekli “temel serma- İşte finans sektörü, bir “an” için hareket-
yeyi” sağlamak bankanın işlevi olur. siz kalan paraya hareket olanağı sağlayan
Ancak burada basit bir muhasebeciden, “finansal enstrümanlar” üretir. Çek, senet,
alelade bir “kasa”dan başka bir şey olma- bono, kredi mektubu vb. adlarla anılan her
yan banka, kendi kendine para üretemez. türlü “paramsı” işlemler, bu “finansal enst-
Bu para, şu ya da bu sanayici kapitalistin rümanlar”dır. Her durumda bir “an” için ha-
“yeddi emin” olarak kendisine teslim ettiği reketsiz gibi görünen paraya hareket sağlar-
paradır. Dolayısıyla bu para, bir başka sana- lar.
yici kapitalistin üretim sürecinde o an için Zaman içinde bu para hareketleri, coğ-
kullanmadığı, ama kullandığı koşullarda “ek rafi farklılıklar, zaman dilimlerinin farklılık-
değer” kazandırarak “kâr” sağlayacağı bir ları gibi durumlardan kaynaklanan hareket
para-sermayedir. Bu yüzden, bir başka sa- içindeki hareketsizlikleri de finans konusu
nayici kapitaliste verildiğinde, üretime yatı- haline getirir. Günümüzde çok yaygın ola-
rılan sermaye işlevini hemen yerine getirdi- rak kullanılan uzak-doğu borsalarının açılış-
ği için, her durumda sanayici kapitalistin kapanış saatleri ile Amerikan borsalarının
“ana sermayesi” işlevini üstlenir. Bu neden- açılış-kapanış saatlari arasındaki farklılık
le de, başka sanayici kapitaliste (“ticari tı- üzerinden yapılan para hareketleri bunun
kanıklık” ya da “ticari kriz” nedeniyle üreti- ürünüdür.
mini sürdüremez hale gelen sanayici kapi- Tarihsel olarak ilk kez İngiltere’de (kapi-
taliste) verilen paranın karşılığında kârdan talizmin ilk geliştiği ülke) keşfedilen bu coğ-
pay talep edilir. Faiz adı verilen bu kâr payı, rafi, zamansal farklılıkların oluşturduğu ha-
her durumda sanayicinin kârından daha dü- reket içinde hareketsizliklere dayanan pa-
şük bir miktardır. rasal işlemler, aynı zamanda “fiktif ” (haya-
Böylece sanayi, ticaret derken, işin içine li) bir sermaye üretme aracı haline gelmiş-
faiz girer. tir. Açık ifadeyle, bu parasal hareketler, he-
Faiz, her durumda, yeterli sermayeye sa- men her durumda spekülasyona ve dolan-
hip olmayan sanayici kapitaliste verilen bir dırıcılığa açık hareketlerdir.
başka sanayici kapitalistin o an için kullan- Özellikle İngiltere’nin Hindistan’la olan
madığı para-sermayenin “getirisi”dir. ticari ilişkilerinde ortaya çıkan bu “fiktif ”
Tarihsel süreçte, “para ticareti” yapan, sermaye yaratma yöntemi, İngiltere’den yo-
yani faiz getiren para-sermaye sahibi sana- la çıkan bir geminin mallarının okyanus üze-
yici kapitalist, tümüyle üretim sürecinden rindeyken satılması, satışla elde edilen pa-
kopar, tüm faaliyeti “para ticareti” haline dö- ra-sermayenin yeniden üretime (ya da tica-
nüşür. Böylece finans sektörü ortaya çıkar. rete) yatırılması ya da malın Hindistan’a
Finans sektörü, “para ticareti” yapan ke- ulaştığı ve satıldığı kabul edilerek, bu satı-
sim, belirli bir zaman diliminde “atıl” kalmış şın karşılığı olan para-sermayenin “gerçek
sanayi sermayesini “faal” sanayi sermayesi para” olarak kullanılması şeklinde olmuş-
haline getirir. Bir diğer ifadeyle, finans sek- tur.
KURTULUŞ CEPHESİ Eylül-Ekim 2008
Ancak Marks’ın ifade ettiği gibi, “önce- alan ve buna “aracılık” yapan herkes mem-
den belirlenen fiyat ilişkilerine dayanan öde- nundur.
me aracı işlevi felce uğrar” uğramaz, bu fi- Konut üreten şirket, konut üretimi için
nans sistemi çöker. Bu öylesine basit ne- gerekli ürünleri (çimentodan demire kadar
denle ortaya çıkabilir ki, Hindistan’a giden tüm inşaat malzemeleri ve emek-gücü) sa-
geminin batması ya da Hindistan’da malla- tın alarak üretimi sürdürürken, aynı zaman-
rın satılamaması böyle bir çöküşe yol aça- da bu sektöre mal ve hizmet veren sektör-
bilir. lere (çimentodan demire, boyadan ahşap
Bugün “reel sektör”ün yurtdışından sağ- döşemeye kadar) sürekli talep yaratır. Bu
ladığı “sendikasyon kredileri”, İngiltere-Hin- yüzden, “mortgage” sisteminin işliyor olma-
distan arasındaki finansal ilişkilere benzer. sı, sözcüğün gerçek ve tam anlamıyla sana-
Varsayılan yatırımlara kredi verilir, satılaca- yi sektöründe canlanmaya yol açar. Bu sek-
ğı kabul edilen metaların karşılığında kredi törel canlılık, “makro-ekonomi” çerçevesin-
açılır vb. de ulusal büyüme olarak artaya çıkar. Artık
İşte ünlü “mortgage krizi” de böylesi bir ne kadar çok konut kredi ile satılabilirse, o
“finansal enstüman”ın herhangi bir neden- kadar çok konut üretilir, o kadar çok inşaat
den dolayı işleyemez hale gelmesinden baş- malzemesi üretilir. Böylece konut (meta)
ka bir şey değildir. üretildiği için satılmaz, satıldığı için üretilir.
Bilindiği gibi, “mortgage kredileri”nin ge- Ve birden, “saadet zinciri”nin halkaların-
ri ödenememesi yaşanılan “kriz”in temel dan birisi kopar. Örneğin otuz yıllık vadeyle
nedenidir. Oysa “mortgage” sistemine göre, konut almış olan “alıcılar”, işsiz kalır, taksit-
varsayımsal olarak (hayali) bir konut üretil- lerini ödeyemez hale gelir. Birden tüm sis-
miş ve para sahibi bir başka kişi tarafından tem çöküşe doğru hızla ilerler, ama çöküş
satın alınmıştır. Satın alma işlemi nakit pa- birden gerçekleşmez. Ödeme güçlüğü çe-
ra ile değil, gelecekte taksit taksit ödenece- ken konut kredisi (ipotekli konut kredisi) sa-
ği varsayılan bir “kredi” aracılığıyla gerçek- hibinin konutuna el konulur, bir başka “alı-
leşmiştir. Konutu üreten şirket (sanayici ka- cı”ya satılır. Böylece konut ve kredisi el de-
pitalist), ürettiği konutu (meta) “mortgage” ğiştirmiş olur. Birisinin yerini bir başkası al-
kuruluşlarına (tüccar) devreder. Devir işle- mıştır. Ancak bu işlemler giderek azaldıkça,
miyle birlikte konut üreten şirket, yani inşa- kredi taksitleri ödenmediği için el konulan
at şirketi, üretim için yatırdığı para-serma- konutların sayısı giderek arttıkça ve bu ar-
yesini ve bundan gelen kârını para olarak tan konutlar yeniden satılamadıkça, sistem
alır ve kendi işine (üretim) devam eder, ye- adım adım çöküşe, krize doğru yol alır.
ni konutlar üretir. Öte yandan “mortgage” Ve spekülasyon, küçük-burjuvaların “pi-
şirketleri, aldıkları konutları uzun dönemli yasalara olan güveni”, siyasal yönetimlerin
taksitlerle “ihtiyaç sahipleri”ne satar. Böyle- “vaatleri” ve çizdikleri “imaj”, ortaya çıkan
ce “mortgage” şirketleri konut üreten şirket- tıkanıklığın “geçici” olduğu düşüncesini
lere konutun karşılığını “nakit” ve peşin ola- uyandırdığı ölçüde, sistem çalışmaya devam
rak öderken, sattıkları konutların bedelini eder. Ama artık ödenmeyen konut kredile-
uzun dönemli taksitlerle geri alırlar. ri miktarları artmış, yeni konut alımları azal-
Konut üreten şirketler (geniş anlamıyla mıştır. “Mortgage” şirketleri, konut üreten
inşaat sektörü), ürettikleri konutlar satılana şirketlerle yaptıkları anlaşmalara uygun ola-
kadar para-sermayelerini (ve artı-değerden rak yeni üretilen konutları “portföyleri”ne al-
türeyen kârlarını) geri alamayacakları için, mayı sürdürler ve bunun karşılığında konut
bu nakit ve peşin ödeme karşılığında kârla- üreten şirketlere nakit ve peşin ödemeyi ya-
rından bir bölümünü bu işleri yapan “aracı parlar. Öte yandan ise, konutlar satılama-
kuruluş”a verir. Aracı kuruluş (mortgage şir- makta, satılmış olanların da taksitleri öde-
keti), uzun dönemli taksitle konutu satar- nememektedir.
ken, satın alan kişiden vadeye bağlı olarak Böylece bir süre sonra “mortgage” şir-
belli bir faiz alır. Böylece “mortgage” şirke- ketleri nakit ve peşin ödemeler için konut
ti, çift yönlü kazanç sağlar. üreten şirketlere taahhüt ettikleri ödemeyi
Her şey düşünülmüş, her bir işlem bir yapamaz hale gelir. Bu, “likit sıkışıklığı”dır.
başka işlemle ilişkilendirilmiştir. “Saadet zin- “Likit sıkışıklığı” büyüdükçe kriz kapıyı
10 ciri” tamamlanmıştır. Konut üreten, konut çalar ve “mortgage” şirketleri “likit” bulmak
Eylül-Ekim 2008 KURTULUŞ CEPHESİ
için “serbest piyasa”ya çıkarlar. Her para rak “piyasaya müdahale” eder. Milyarlarca
“sihirbazı”nın bildiği gibi, burada ortaya çı- dolar, kapitalist devlet tarafından “yatırım
kan “likit sıkışıklığı”, “acil para ihtiyacı”dır. bankacılığı”nın “likit sıkışıklığı”nı gidermek
Para ihtiyacı içine düşenlerin imdadına te- için devreye sokulur.
feciler yetişir. Günümüz tefecileri ise “yatı- Devletin bu müdahalesiyle piyasalara bir
rım bankaları”dır. Olağan kredi faizlerinden rahatlama gelir. Ancak temeldeki sorun, ya-
daha yüksek faiz alırlar. Yüksek faizin çeki- ni ipotekli konut kredisi sisteminin işleyişin-
ciliği ile, elinde para bulunduran kişiler pa- deki tıkanıklık (konut alıcılarının kredi tak-
ralarını bu “yatırım bankaları”nın hizmetine sitlerini ödeyememesi) devam ettiği sürece,
sunarlar. Faiz yüksek olduğu sürece, bu “li- piyasalara verilen “likit” de çarkların dön-
kit” akışı sürer. mesine hizmet edemez hale gelir. Ve yeni-
Ama “mortgage” şirketlerinin “likit sıkı- den her şey kaldığı yerden devam eder.
şıklığı”, “yatırım bankaları” sayesinde kıs- “Mortgage” şirketleri ve “yatırım banka-
men atlatılmış görünse bile, temelde yatan ları” iflas ettikçe, bunların pazarladığı konut-
konut kredilerinin geri ödenemez hale gel- ları üreten şirketler de üretimlerini azaltma-
mesi olgusu değişmediği sürece, sıkışıklık ya yönelirler. Böylece bu şirketlerin serma-
sürer, likit ihtiyacı artarak devam eder. yelerinin bir kısmı üretim sürecinden çeki-
“Mortgage” şirketleri, “likit sıkışıklığı” lir, atıl kalır. Üretimdeki düşüş, şirketlerin
içinde “yatırım bankaları”ndan yüksek faiz- küçülmesine; şirketlerin küçülmesi inşaat
le “taze para” bulmuş olmakla birlikte, bu malzemeleri üreten şirketlerin küçülmesine
paraların faizlerini ödemekten başka bir şey yol açar. Ve kısır döngü yeniden başlar.
yapmazlar. Faizler ödenebildiği sürece de, Şimdi artık klasik “iktisat” kitaplarında
ana paranın geri ödenmesi de talep edil- bile anlatılan “standart” ekonomik kriz ka-
mez. pıya dayanmıştır.
İşte “likit sıkışıklığı” ya da “ipotekli ko- Üretimdeki düşme, bir yandan üretime
nut piyasası”ndaki “tıkanıklık” sürdüğü ve yatırılan sermayenin azalmasına yol açar-
arttığı koşullarda, “mortgage” şirketleri “ya- ken, diğer yandan üretimde yer alan emek-
tırım bankaları”na ödemeleri gereken faiz- gücünün bir bölümünü işlevsiz bırakır, işten
leri ödeyemez hale gelirler, açıkça iflas et- çıkartmalar başlar.
tiklerini ilan ederler. Her işten çıkartma, aynı zamanda bir ko-
Bu andan itibaren “mortgage” şirketleri- nut alıcısının kredi taksitlerini ödeyememe-
nin “likit sıkışıklığı”, faizlerle birlikte “yatırım si demektir. Böylece ipotekli konut kredile-
bankacılığı”nın “likit ihtiyacı”na dönüşür. Ay- rinin ödenememesiyle başlayan süreç, iş-
nı süreç, bu kez bu bankacılık sektöründe sizliğin artmasına paralel olarak daha da ge-
yinelenir. “Yatırım bankaları”, yüksek faiz nişler.
için kendisine “fon” olarak verilmiş para sa- “İflaslar iflasları izler, zoraki satışlar zo-
hiplerinin faizlerini ödeyerek bir süre idare raki satışları izler. Tıkanıklık yıllarca sürer;
eder. Ama “mortgage” piyasasında canlan- üretici güçler ve ürünler, birikmiş meta yı-
ma ortaya çıkmadığı ve yeni yeni iflasların ğınları, sonunda değerlerinin az ya da çok
ortaya çıktığı koşullarda, faiz ödemelerini altında bir fiyat üzerinden sürülene, üretim
ancak yeni “fon”lar bularak gerçekleştirebi- ve değişim yavaş yavaş canlanana değin, yı-
lir. Ali’nin külahı Veli’ye taksit taksit, faiz ola- ğın halinde israf ve imha edilirler.” (Engels)
rak ödenerek bir süre idare edilir. Tıkanık- Böylece bir ekonomik bunalım daha yaşa-
lık ve konut piyasasındaki durgunluk sür- nır.
dükçe, eski “fon” sahiplerine ödenecek fa- Tüm bu olayların temelinde ise, kapita-
izler için “yeni fon” sahipleri bulmak zorla- list sistemin en yalın gerçeği yatar: Aşırı-
şır ve bir an gelir, faizler ödenemez hale ge- üretim. Yaşanılan “kriz”, kredi sistemiyle
lir. beslenen aşırı-üretimin krizidir.
Şimdi “likit sıkışıklığı” sırası “yatırım ban- Artık klasik “iktisat” kitapları açılıp oku-
kacılığı”na gelmiştir. nabilir. Geçmişte ne olmuşsa, bugün de o
Kapitalistlerin “ortak işlerini yöneten bir olacaktır. Gerçekleri, kapitalist ekonominin
komite”den başka bir şey olmayan devlet, gerçeklerini öğrenmek isteyenler için baş-
“likit sıkışıklığı”nın boyutlarına ve “yatırım vurabilecekleri tek kaynak ise, yine her za-
bankacılığı”nın fon büyüklüğüne bağlı ola- manki gibi, Marks’ın Kapital’idir. 11
KURTULUŞ CEPHESİ Eylül-Ekim 2008
Ne Olacak Şimdi?
ana para ödemelerini yapamaz hale gelir- ği” için verilen IMF kredilerine benzer bir
se, sistem çökmüş, banka iflas etmiş de- “likit” aktarımıdır bu. Eski deyimle, “likit”
mektir. denilen şey “taze para”dır, yani bankaların
Bankacılık sisteminin ikinci halkası ise, ödemelerini düzenli olarak yapabilmeleri
faiz karşılığında toplanan paraların bir baş- için gerekli para miktarıdır. Merkez banka-
kasına “kredi” olarak verilmesidir. Bu “kre- larının piyasalara verdikleri ilan edilen “li-
di”, her durumda belli bir zaman içinde kit” miktarı ise, “borçların çevrilebilirliği”ni
ödenmesi gereken ana para ile faizlerden sağlayan “taze para” ile “borç miktarı”nın
oluşur. toplamına eşittir. Bir başka ifadeyle, “likit”,
Bankacı, faiz karşılığında topladığı para- ödeme güçlüğüne düşen bankaların tüm
yı, daha yüksek bir faiz karşılığında bir baş- yükümlülüklerinin devlet garantisi altına
kasına kredi olarak verir. Böylece “finans alınmasıdır. Burada toplam borç miktarı bir
sistemi” ortaya çıkar. trilyon dolar ise, “borçların çevrilebilirliği”,
“Finans krizi” ise, öncelikle kredi sahip- yani ödemelerin düzenli olarak yapılabilme-
lerinin faiz ve ana para ödemelerini yapa- si için gerekli para miktarı, asgari faiz öde-
maz hale gelmeleriyle başlar. Banka, faiz ve meleri kadardır. Dolayısıyla “likit” operasyo-
ana paraları geri alamadığı için, ödemek zo- nunun merkez bankalarına kısa vadeli ma-
runda olduğu faiz ve ana para ödemeleri liyeti, ödeme güçlüğü içindeki bankaların
için kendi öz kaynaklarını kullanmak ya da faiz borçlarını ödemelerine eşittir.
daha yüksek faizle bir başka bankadan kre- Ama en önemli sorun, devlet tarafından
di almak zorunda kalır. “Likit sıkışıklığı” de- bankaların faiz ödemelerinin güvenceye
nilen şeydir bu. alınması, yani bu ödemelerin yapılmasının
Mortgage piyasasında başlayan “likit sı- sağlanması değildir. Önemli sorun, banka-
kışıklığı”, mortgage şirketlerinin konut kre- ların kullandıkları fon ya da mevduatların
dilerini tahsil edemez hale gelmesiyle baş- ana paralarının geri talep edilmesidir. Bu-
lamıştır. Onlar konut kredilerini tahsil ede- gün için bu ana para miktarı bir trilyon do-
medikçe, kendilerine kredi veren bankala- ların çok üzerindedir ve kesin rakam biline-
ra olan taahhütlerini yerine getiremez ol- memektedir.
muşlardır. Mortgage şirketlerine kredi veren Merkez bankalarının piyasalara “likit” ak-
bankalar da, bu şirketlerin ödeme güçlüğü tarımındaki amaçları, “yatırımcıların” ana
içine girmeleriyle birlikte, kendi mükellefi- paralarının devlet güvencesine alınmasını
yetleri olan faiz ve ana para ödemelerini ya- sağlayarak, “piyasalara güven vermek”ten
pamaz olurlar. Yani “likit sıkışıklığı” banka- ibarettir.
lara yansır. Devlet güvencesi altına alınan bir trilyon
Geri ödenmeyen kredi miktarı, yani “ba- doların üzerindeki “finans krizi” yükü, aynı
tık krediler”, açıktır ki, bu kredilerin temin zamanda ödeme güçlüğü içindeki bankala-
edildiği fon ya da mevduat sahiplerinin pa- rın “varlıkları”nın karşılığıdır. Ama “varlık”
ralarının bir bölümünün karşılığının olma- denilen şey, “mortgage” kredileriyle geri
ması demektir. Kağıt üzerinde her şey yerli ödenmesi mümkün olamayan krediler ola-
yerindeyken, pratikte belli paralar “batık rak tüketilmiştir. Dolayısıyla devletin müda-
kredi” haline gelmiştir. halesinin “faturası”, sadece kısa dönemli fa-
İşte devletin müdahale ettiği yer, bu “ba- iz ödemelerinin karşılanmasıyla sınırlı kal-
tık kredi”lerin çok büyük miktarlara ulaştı- mamaktadır. Asıl “fatura”, geri ödenmesi
ğı, dolayısıyla “en büyük bankalar”ın taah- mümkün olmayan kredi miktarının ne ka-
hütlerini yerine getiremez hale geldikleri dar olduğunun ortaya çıkmasıyla saptana-
noktadır. bilecektir, ki bugün için bunu hiç kimse tah-
“Likit sıkışıklığı” karşısında emperyalist min bile edememektedir.
ülkelerin merkez bankalarının piyasalara Yine de, her durumda merkez bankala-
verdikleri ilan edilen trilyon dolarlık “likit”, rı (devletler) piyasalardaki “ödeme güçlü-
“batık krediler”in ortaya çıkardığı ödeme ğünü” (likit sıkışıklığını) aşmak için vermek
sorununu aşmaya hizmet eder. Ama bu, durumunda kaldıkları paraları devlet bütçe
açıklanan miktarda bir gerçek paranın ban- gelirlerinden karşılamak zorundadırlar. Ve
kalara aktarılması demek değildir. 2001 Şu- devlet bütçe gelirleri ise, ya vergi gelirleri
14 bat krizi sonrasında “borçların çevrilebilirli- olarak vardır, ya da devletin iç ve dış borç-
Eylül-Ekim 2008 KURTULUŞ CEPHESİ
15
KURTULUŞ CEPHESİ Eylül-Ekim 2008
14 Eylül: Lehman Brothers iflas etti. Merrill Lynch, Bank of America’ya satıldı.
16 Eylül: ABD Merkez Bankası (FED) 85 milyar dolar vererek AIG sigorta şirketini kurtardı.
18 Eylül: İngiliz bankası Lloyd TSB, HBOS bankasını 12 milyar pounda satın aldı.
19 Eylül: ABD Hazine Bakanı Paulson, bankaların elindeki “toksik varlıkların” satın alınması için
bir fon kurulmasını önerdi. Bu öneri ile borsalar hızla yükselişe geçti.
20 Eylül: 700 milyar dolarlık “yardım paketi” ABD Kongresi’ne sunuldu.
21 Eylül: Goldman Sachs ve Morgan Stanley’in “yatırım bankacılığı”ndan “mevduat bankacılığı”na
geçmelerine izin verildi.
23 Eylül: New York borsasında Dow Jones endeksi, günü ortalama 3,28’lik kayıpla (373,23 pu-
an) 11.015 puandan kapatırken, Nasdaq endeksi de yüzde 4,17’lik düşüşle (94,92 puan) 2.178 pu-
ana indi.
26 Eylül: ABD’nin en büyük bankası Washington Mutual’a hükümet el koydu, arkasından ban-
kanın varlıkları 1.9 milyar dolara JP Morgan’a satıldı.
28 Eylül: Fortis Bank, Benelux ülkeleri tarafından 11,2 milyar dolara kamulaştırıldı. İngiltere’de
Bradford&Bingley mortgage şirketi millileştirildi.
29 Eylül: Vachovia, Citibank tarafından satın alındı.
Almanya’da Hypo-Real Estate bankasının 35 milyar euroluk borçları devlet tarafından üstleni-
lerek kurtarıldı.
Belçika Maliye Bakanı, Avrupa’da Denizbank’ın ortağı Dexia bankasına yardım edileceğini açık-
ladı.
Danimarka bankası Roskilde Bank 3 milyar dolara devlet bankalarınca satın alındı.
İzlanda hükümeti de sıkıntıdaki ülkenin üçüncü büyük bankası Glitnir Bank’ı devletleştirdi. Hü-
kümet, zor durumdaki bankanın yüzde 75’lik hissesini devraldı.
ABD Temsilciler Meclisi 700 milyar dolarlık “kurtarma planı”nı reddetti.
Dow Jones, 778 puanla “tarihinin en büyük net düşüşü”nü yaşayarak %6,98 değer yitirdi. Nas-
daq endeksinin değer kaybı %9,14 oldu. Hisse senetleri toplamda bir günde 1.7 trilyon dolar de-
ğer yitirirken, altın %4 değer kazandı.
1 Ekim: 700 milyar dolarlık “kurtarma planı” ABD Senato’sunda kabul edildi.
sından kaynaklandığı ise, hemen hiç anım- “Türev araçlar”ın sayısı ne kadar artarsa,
sanmamaya çalışılmıştır. ABD Temsilciler paylaşılan miktar da o kadar küçülür.
Meclisi’nin 700 milyar dolarlık “kurtarma “2000 krizi”nde iflas eden WorldCom ve
planı”nı reddetmesiyle, ABD borsalarının Enron olayında açıkça görüldüğü gibi, bu
“bir günde 1,7 trilyon dolar değer yitirmesi” hayali sermaye ile kurulmuş olan şirketle-
bile bu unutkanlığı ortadan kaldırmamıştır. rin varlıkları da hayalidir. Borsaların diliyle
Açıktır ki, sermaye, para-sermaye, çift- “piyasa değeri” çok yüksek görünen bu şir-
leştirilmiş, üçleştirilmiş, dörtleştirilmiştir. ketler, tümüyle çiftleştirilmiş, üçleştirilmiş
Marks sermayenin bu çiftleşmiş, üçleş- vs. sermayenin ürünleridirler.
miş halini şöyle tanımlar: “Faiz getiren ser- Neredeyse kapitalizmin egemen üretim
maye ve kredi sistemindeki gelişmeyle, bü- ilişkisi haline geldiği günden bu yana sürek-
tün sermaye kendisini çiftleştirmiş ve bazen li yapılan ve sürekli olarak “kriz”lerle sonuç-
de üçleştirmiş gibi görünür; aynı sermaye, lanan bu hayali sermaye oyunu, aynı za-
ya da hatta belki de aynı alacak talebi, çe- manda kapitalizmin irsi hastalığı olan aşırı-
şitli şekillerde farklı ellerde, farklı biçimler- üretim bunalımlarının ertelenmesinin de bir
de görünürler. Bu ‘para-sermaye’nin daha aracı olarak kullanılmıştır.
büyük bir kısmı tamamen hayalidir. Yedek Dünya çapında dolaşan karşılıksız dolar-
fon dışında bütün mevduat, banker üzerin- larla birlikte bu hayali sermaye, birkaç yıl
den alacak talebidir ve ama mevduat ola- süreyle piyasalarda canlılık yaratmış, kârlar-
rak hiç bir zaman mevcut değildir.” (Kapi- da olmasa bile “varlıklar”da büyük bir artı-
tal, Cilt: III, s. 417.) şa neden olmuştur. Emperyalist ülkelerin
İşte bu hayali (fiktif) sermaye, krizin ne- 1993 ve 2000 yılındaki “kriz”leri de, bu yol-
deni olduğu gibi, devlet müdahalelerinin so- la atlatılmıştır. Diğer bir ifadeyle, 1993 ve
nu gelmez bir hal alışının da nedenidir. Ki- 2000 krizleri hayali sermayede meydana ge-
mi, neyi ve nasıl kurtarılacağı, hangi “kağı- len büyük bir genişlemeyle birlikte yeni bir
dın” (senet vb.) ne değerde olduğunun bi- “canlanma” dönemine dönüşmüştür.
linemez olması bir yana, bu “kağıt”ların her- Bugün yaşanan “finans krizi”nde emper-
hangi bir karşılığı da bulunmamaktadır. Ya- yalist devletlerin müdahaleleri de, böylesi
pılan devlet müdahaleleri, kamulaştırmalar, bir hayali duruma karşı yapılan bir müdaha-
varolmayan sermayeyi kurtarmayı amaçla- ledir. Bu nedenle, neye ve niçin yapıldığı bi-
maktadır. Bu yüzden de, ortada kurtarılan linemeyen, sadece “piyasaları rahatlatmak”,
herhangi bir şey de yoktur. “piyasalara güven vermek” gibi “psikolojik”
Eğer borsalar, bir gün içinde 1,7 trilyon müdahaleden başka bir şey değildir. Bu açı-
dolar kaybedebiliyor ve bir başka gün bunu dan da 1929 “büyük bunalım” sonrasında
şöyle ya da böyle geri alabiliyorsa, zaten or- uygulanan “keynesçi” ekonomi politikalar-
tada gerçek, karşılığı olan bir sermayeden, la da, 1980 dünya bunalımı sırasında uygu-
paradan söz etmek olanaklı değildir. lanan “monetarizm”le de doğrudan bir iliş-
Ancak ortada gerçek bir sermaye, para kisi yoktur.
bulunmasa da, bu hayali sermaye (fiktif ser- “Keynesçilik”, devletin ekonomiye mü-
maye), gerçek sermaye gibi işlev görmüş- dahalesi anlamında, bugünkü müdahaleler-
tür. Gerçek sermaye işlevini yerine getiren le “isim benzerliği”ne sahiptir. Ama “key-
bu hayali sermaye, ister istemez gerçek ser- nesçilik”, devletin üretim süreçlerine doğ-
mayenin elde edeceği kârı cebe indirir. Za- rudan müdahalesini esas alır. Aşırı-üretim
ten tüm işlevi de bunu gerçekleştirmektir. sonucunda satılamayan mal ve hizmetlere
Öte yandan aynı hayali sermaye, “türev devlet tarafından talep yaratılması ya da
araçlar” üretilerek, bir bakıma yeni hisse se- doğrudan bu mal ve hizmetlerin devlet ta-
netleri haline getirilerek, “kârdan pay” al- rafından üretilmesi “keynesçi” ekonomi po-
mak isteyen başka kuruluşlara ve kişilere litikanın esasıdır.
satılmıştır. Her satış, gerçek sermaye gibi iş- “Monetarizm” ise, “keynesçi” politikanın
lev gören hayali sermayenin elde etmiş ol- ürünü olarak ortaya çıkan “enflasyon” kar-
duğu “sermaye kârı”nın yeniden ve yeniden şısında, devletin bu müdahalesini ortadan
paylaşımı demektir. Kaçınılmaz olarak da, kaldırmaktan ibarettir.
her satış, “sermaye kârı”nı daha küçük par- Şüphesiz 1929 ve 1980 bunalımlarında
çalara ayırarak “faiz” adı altında paylaştırır. da finans kuruluşları, bankalar da batmıştır. 17
KURTULUŞ CEPHESİ Eylül-Ekim 2008
Ancak bankaların batışının temelinde, üret- bi, bu sektöre yapılan yatırımları artırmıştır.
ken sermaye için verilen kredilerin geri öde- Pek çok Avrupa ülkesinin emeklilik sigorta-
nememesi yatar. Üretken sermaye, aldığı ları, eyalet ya da belediye fonları (bankala-
kredi ile mal ve hizmet üretmiş, ancak aşı- rı) “mortgage” kağıtlarına yatırım yapmıştır.
rı-üretim koşullarında bunları satamamıştır. “Rantiye” tabakası bu sayede daha da ge-
Satamadığı için de kredi borcunu ödeyeme- nişlemiş ve süreli konut fiyatlarının yükseli-
miş, bankaları “ödeme güçlüğü” içine sü- şiyle birlikte “kağıtlar”ın getirileri artmıştır.
rüklemiştir. Ama her durumda, ortada üre- Bu gelişmenin gerçek tek sonucu ise,
tilmiş mal ve hizmet vardır, yani para-ser- emperyalist ülkelerde, ucuz Çin tüketim
maye meta-sermaye olarak depolarda stok- malları ile beslenen “rantiye” yaşamının
lanmış durumdadır, somut bir varlıktır. Do- egemen olmasıdır. IMF’nin raporlarında
layısıyla devletin müdahalesi, somut bir var- açıkça ifade edildiği gibi, Çin’in üretimi ve
lığın harekete geçirilmesine yöneliktir. “mortgage” kağıtlarının getirisi emperyalist
Bugün ortaya çıkan “finans krizi”, devle- ülkelerde halkın yaşam koşullarının iyileş-
tin adının geçmediği bir ortamda özel finans mesine, alım güçlerinin artmasına, dolayı-
kuruluşları aracılığıyla aşırı-üretime yeni ve sıyla da mevcut düzenle olan çelişkilerinin
ek talep yaratmak amacıyla üretilmiş haya- yumuşamasına yol açmıştır.
li sermaye genişlemesine dayanır. Bu açı- Ve şimdi, ABD Temsilciler Meclisi başka-
dan geçmişteki “keynesçi” uygulamadan nı Nancy Pelosi’nin söylediği gibi, “Parti bit-
özsel olarak farklı değildir. Sadece adı de- miştir”.
ğişmiş, devletin yerine “piyasalar” adı veri- Biz de ise, “şeker bayramı mı, ramazan
len özel finans kuruluşları geçmiştir. Ama bayramı mı” tartışmaları içinde geçen “ta-
özel finans kuruluşları, devlet gibi, ne ken- til” ortamında, “krizleri fırsatlara dönüştür-
di faaliyetlerinin dışında sürekli bir gelire me”den, bankacılık sisteminin “sağlam”lığın-
(vergi geliri), ne de karşılıksız da olsa para dan söz eden “hamasi” söylemlerle “piya-
basma gücüne sahiptirler. Diğer yandan bu salara güven” verilmeye çalışılmıştır. Oysa
özel finans kuruluşları tarafından yaratılan piyasalara son beş yılda “bayram” yaptırtan
hayali sermaye, üretime değil, çoklukla baş- “yabancı sermaye”, neredeyse tümüyle bu
ka “kağıtlar”ın satın alınmasında kullanıl- hayali sermaye genişlemesinin ürünüdür.
mıştır. Yani artı-değer üretmekten çok, üre- Kamu arazilerinin satışında belirlenen fiyat-
tilmiş olacağı varsayılan artı-değerden pay lar da, “mortgage” piyasasındaki fiyat yük-
almaya yönelik olmuştur. selişiyle belirlenmiş ve karşılığı da yine ay-
Bu finansal genişleme ortamında, kapi- nı piyasada işlem gören hayali sermaye ile
talist üretim, ağırlıklı olarak Çin’in üretimi- ödenmiştir. Özel sektörün 50 milyar dolar-
ne dayandırıldığından, üretilen artı-değer de lık kısa vadeli borçları ile 145 milyar dolar-
Çin’in ürettiği artı-değerden oluşmuştur. El- lık uzun vadeli borçları ise, emperyalist ül-
de kalan “üretken”miş gibi görünen alanlar kelerdeki hayali sermayeye yapılan borçlar-
ise, telekomünikasyon ve konut ticaretidir. dır. Bu hayali sermayenin emperyalist ülke-
Telekomünikasyon kesimi 2000 krizi koşul- lerde kamulaştırılmasıyla birlikte, bu borç-
larında yıkıma uğradığından, var olan ve var ların tahsiline sıra gelecektir. Kemal Derviş’in
edilen tüm hayali sermaye konut alanına öğrettiği gibi “borçların çevrilebilirliği” için
yönelmiştir. İşte bu konut sektörü, üretilmiş yeni borçlanmaya gidilemeyeceği için de,
ve var olan konutların değerlerinin sürekli ödemeler maddi varlıklara el konulmasıyla
yükselişiyle genişlemiş, hayali sermayeye gerçekleştirilebilecektir. Yeni dönem, em-
hayali konut değerleri eklenmiştir. peryalist ülke devletlerinin el koydukları ha-
Tüketim malları sektörü tümüyle ucuz yali sermayenin Türkiye’ye verdiği özel sek-
Çin malları ticaretine dayandığı için, emper- tör alacaklarını tahsil etme dönemi olacak-
yalist ülkelerdeki halkın alım gücü “reel” tır. Şüphesiz bu özel sektör borçları önce
olarak yükselmiş, alım gücündeki artış da devlet garantisi altına alınacak, ardından
konutlara olan talebi artırmıştır. Bir başka devlet IMF denetimine sokulacak, yeni bir
ifadeyle, asıl olarak ABD, üretmeden tüke- Kemal Derviş aracılığıyla da bu alacaklar
tirken, konut satışlarında “zirve” yapmıştır. tahsil edilecektir. Ve o zaman bir başka
“Mortgage” piyasasındaki büyüme, tıpkı “party” başlayacaktır.
18 ABD hazine bonolarına yapılan yatırımlar gi-
Eylül-Ekim 2008 KURTULUŞ CEPHESİ
Bankalar Kamulaştırılırken
Neo-Liberalizmin
Yazgısı
“Altın çağ”larını yaşadılar. Neredeyse mal ve hizmet miktarı kadar artarsa fiyatlar
tam bir yüz yıl hiç bir yerde itibar görme- da istikrarlı olur”
miş, değer verilmemiş bir “zihniyet” ya da “Monetarizm”e göre, devletin (kamu-
“ideolojik tutum”, son otuz yılda, özellikle nun) üç alandaki harcamalarını (sübvansi-
de son onbeş yılda “neo”laşarak “altın yonlar, transferler vb.) karşılamak için “pa-
çağ”ını yaşamıştır. Bu zihniyetin, bu ideolo- ra basması” enflasyonun somut nedenidir.
jik tutumun adı, liberalizmdir. Bu üç alan ise, sosyal harcamalar (eğitim
1980 dünya ekonomik bunalımı ortamın- ve sağlık harcamaları öncelikli olmak üze-
da, emperyalist ülkelerdeki yüksek enflas- re), kamu kuruluşlarına (KİT’ler) yapılan
yon ve durgunluğa (stagflasyon) “keynesçi” transferler ve tarım destekleme harcamala-
yöntemlerle çare bulunamayınca, “kurtarı- rından oluşmaktadır. Dolayısıyla “moneta-
cı” olarak ortaya çıkan “monetarizm”, her rizm”, bu üç alandaki kamu harcamalarının
şeyin piyasalara bırakılması ve piyasaların ortadan kaldırılmasını ve bu alandaki tüm
her şeyi düzenleyebileceği düşüncesine da- mal ve hizmetlerin “özel sektör” tarafından
yanan “liberal ekonomik politika” egemen üretilmesini emreder. İlk yapılan iş de, sos-
oldu ve “klasik liberalizm”in “bırakın yap- yal harcamaların azaltılması ve kamu kuru-
sınlar, bırakın geçsinler” düstürüna yol ve- luşlarının (KİT’ler) “özelleştirilmesi” olmuş-
rildi. tur.
Dedesinin Hayek, babasının M. Fried- Sözcüğün tam anlamıyla, “monetarizm”,
man’ın olduğu “monetarizm”e göre, enflas- “keynesçi” ekonomi politikanın tersine, dev-
yon parasal bir olgudur. Temelinde siyasal letin ekonomiden elini-ayağını çekmesini is-
yöneticilerin ellerinde tuttukları “para bas- ter ve piyasaları, piyasalara emanet eder.
ma” gücünü piyasalara rağmen kullanma- Böyle bir ekonomi politaka, kaçınılmaz
ları yatar. Diğer bir ifadeyle, 1929 “büyük bu- olarak siyasal sistemde “ademi merkeziyet-
nalımı” sonrasında egemen ekonomi poli- çi”dir, yani “yerel ve yerinden yönetim”in
tikası olan “keynesçilik”, yani “devletin eko- uygulanmasını talep eder. Merkezi ulusal-
nomiye müdahalesi” enflasyonu yaratmış- devlet karşısında “yerel ve yerinden yöne-
tır. Devletin “para basma gücü”yle piyasala- tim” modelini savunan “monetarizm”, aynı
ra yönelik müdahaleleri (regülasyon), piya- zamanda “merkezi devlet”in tasfiye edilme-
saları yapaylaştırmış, dolayısıyla da piyasa- sinden yanadır.
lar yapay uyarıcılarla varlıklarını sürdürür 1980’de ABD’de Reagen ve İngiltere’de
hale gelmiştir. Teatcher “monetarizm”in siyasal uygulayıcı-
“Bu yüzden” der Milton Friedman ya da ları olarak yeni bir liberal dönemin başlatı-
“monetarizm” yandaşları, “Enflasyonun tek cıları olmuştur. Böylece “klasik liberalizm”in
sebebi para miktarındaki artış olduğundan, bu yeni dönemi, “neo-liberalizm” dönemi
tek tedavisi de parasal büyüme oranını olarak adlandırılmıştır.
azaltmaktır. Para miktarı, satın alınabilen Neo-liberalizmin 1980’lerde başlayan 19
KURTULUŞ CEPHESİ Eylül-Ekim 2008
egemenliği, bir yandan “sosyal devlet”in so- havayı dağıtmış, 1993 bunalımı çatışmaya
nunu ilan ederken, diğer yandan kamu har- dönüştürmüştür.
camalarına dayanan ve kamunun yarattığı “Hi-Tec” şirketleri “dev” şirketler haline
taleple gelişen her türlü mal ve hizmet üre- gelmiş, dünya çapında “imparatorluk”lar
timinin de sonunu getirmiştir. kurmaya başlamışlardır. “Sanal büyüme”,
Büyük sermaye yatırımı gerektiren, do- 1997 “Asya krizi”yle zayıflamaya başlamış ve
layısıyla büyük bir para-sermaye birikimine 2000 bunalımıyla birlikte çökmüş, “sanal”
gereksinme gösteren büyük kamu sanayi varlıkları bir günde yok olmuştur.
kuruluşları (özellikle enerji alanında) birbi- 2001 yılında Enron (63 milyar dolar) ve
ri ardına “özelleştirilmiş”, devletin üretim 2002 yılında “ABD tarihinin en büyük iflası”
süreci üzerindeki her türlü denetim ve bağ- olarak adlandırılan (Eylül ayında iflas eden
lantısı kesilmiştir. Aynı şekilde, 1980 dünya Lehman Brothers’tan sonra) WorldCom
ekonomik bunalımı koşullarında kamulaş- (107 milyar dolar) iflas ederek bir dönemin
tırılmış finans kuruluşları yeniden “özelleş- sonuna gelinmiştir.
tirilmiş”, “özelleştirilen” kamu kuruluşları- Yeni dönem, “W. Bush dönemi”, “neo-
nın satın alınabilmesi için “türev finans araç- con” dönemi ya da “geleneksel orta sınıf”ın
ları” bu “özel bankalar” tarafından üretilmiş- yeniden yükselişi dönemi olmuştur. Böyle-
tir. ce “chip”lerin egemenliğinden “blue chip”le-
Böylece piyasalar, “piyasa aktörleri” de- rin egemenliğine geçilmiştir.
nilen “türev finans araçları” üreten finans Ve bugün, “mortgage krizi”nin “finans
sektörünün yapay “sermaye” (fiktif serma- krizi”ne dönüştüğü bugün, finans alanında-
ye) üretimiyle “neo-liberal uyuşturucu” kul- ki “blue chip”lerin egemenliğinin ve “gele-
lanır hale gelmiştir. neksel orta sınıf ”ın yükselişinin sonuna ge-
Neo-liberalizm “neo-con”ları (“yeni mu- linmiştir. Bir başka deyişle, “neo-liberalizm”,
hafazakarlar”) üretmiş, “neo-con”lar da em- egemenliğinin yirmili yıllarında can çekiş-
peryalist “imparatorluk” kurma hayalinin mektedir. “Neo-liberalizm”in can çekişme-
peşine düşmüşlerdir. Ancak neo-liberaliz- si ve bir süre sonra “mefta” haline gelmesi,
min en büyük başarısı, “yeni orta sınıf” adı “yeni orta sınıf”ın ve “neo-con” “geleneksel
verilen bir yeni asalaklar tabakası ortaya çı- orta sınıf ”ın da sonudur.
karmış olmasıdır. Nasıl ki emperyalist ülkelerde baş gös-
“Yeni orta sınıf ”, kamu kuruluşlarının teren ekonomik bunalım geri-bıraktırılmış
“özelleştirilmesi”yle ortaya çıkan yeni iş ülkelere şiddetle yansıyorsa, “neo-libera-
alanlarında çalışan “beyaz yakalı işçi”lerdir. lizm”in bu son saatleri de aynı biçimde yan-
“Özelleştirme” öncesinde “devlet memur- sıyacaktır. “Neo-liberalizm”den nemalanan-
ları”nın çalıştığı işler, “özelleştirme” sonra- lar, “neo-liberalizm” propagandistliğiyle ün
sında “yeni orta sınıf ”ın istihdam edildiği, ve paraya sahip olanlar, “globalizm” yandaş-
daha doğrusu üretildiği iş alanları haline gel- ları, “ulusal devlet” karşıtları, “ademi mer-
miştir. Böylece “keynesçi” dönemde mil- keziyetçilik” savunucuları da “iflas” nokta-
yonlarca “kamu çalışanı”, milyonlarca “ye- sına gelmiştir.
ni orta sınıf ”la yer değiştirmiştir. Kamu bü- Gün, devletin ekonomiye artan oranda
rokrasisinin niceliği, özel sektör bürokrasi- ve büyük çaplı müdahalelerinin günüdür.
sinin niceliği ile yer değiştirmiştir. Bu da kendi “orta sınıf ”ını yaratacak ve bu
Neo-liberalizm, “yeni orta sınıf ”ın varlı- “yepyeni orta sınıf”ın da yeni ideologları or-
ğını ve yükselişini sağlamakla, aynı zaman- taya çıkacaktır. Yeni ideologlar da, “neo-li-
da kendisini “ideolojik olarak” savunacak beral” ideologlar gibi, gerçekleri çarpıtarak,
ve kendi adına ideolojik “savaş” yürütecek kendilerini yücelterek, ün ve para sahibi ol-
bir nüfusu da üretmiştir. manın yollarına bakacaklardır.
Önce pazarlamacılık (marketing) ve rek- “Neo-liberal sol” ne olacak diye sorulur-
lamcılık alanlarında gelişen “yeni orta sınıf”, sa, onların sonu, “aslına rücu etme” arayış-
yani “neo-liberaller”, giderek “medya” sek- ları içinde can çekişe çekişe ölmek olacak-
töründe, finans bürokrasisinde ve borsada tır. Devrime, devrimci mücadeleye ve genel
tek egemen güç olmuşlardır. Yükseliş döne- olarak sol düşünceye verdikleri zarar ise,
minde “neo-liberaller” arasında “dostluk ve ancak gelişen ve yükselen bir devrim mü-
20 kardeşlik” havası eserken, 1987 bunalımı bu cadelesiyle telafi edilebilecektir.
Eylül-Ekim 2008 KURTULUŞ CEPHESİ
SERDAR SOYERGİN
1960/ADANA
26 EKİM 1980/ADANA
1960 yılında Adana’da doğdu. Faşist milis saldırıların yoğunlaştığı bir dö-
nemde, lisede devrimci mücadeleye katıldı. Liseden sonra Adana Eğitim
Enstitüsü’ne girdi ve burada THKP-C/HDÖ’nin örgütsel faaliyetleriyle tanıştı.
1979 yılında THKP-C/HDÖ üyesi olarak okul ve mahalle ilişkilerinde çalıştı ve
1979 ortalarında Adana Çukobirlik Yağ Fabrikası’na işçi olarak girerek, sendi-
kal çalışmaların örgütlenmesinde yer aldı. Bu çalışmalarındaki etkinliği, sarı
sendikacılar tarafından etkisizleştirilmek amacıyla polise ihbar edildi ve bir
süre polis tarafından gözaltına alındı. 1980 başından itibaren polis tarafından
aranması üzerine, illegal örgütsel faaliyette bulunmakla görevlendirildi.
14 Eylül 1980 günü Süleyman AYDEMİR yoldaşla birlikte gerçekleştirdikle-
ri cezalandırma eylemi sonrasında oligarşinin resmi zor güçleriyle silahlı ça-
tışmaya girdi ve çatışmada bir tank yüzbaşısını öldürdüler. Serdar yoldaş, ça-
tışma sırasında aldığı iki kurşun yarası sonucu oligarşinin eline tutsak düş-
tü.
Olayda bir yüzbaşının öldürülmesi nedeniyle 12 Eylül faşist askeri yöneti-
mi çılgına döndü, halka ve devrimcilere duydukları bütün kinlerini Serdar yol-
daşın yargılanmasında gösterdi.
40 gün süren tüm yargı-yargıtay ve onay işlemleri, hiç bir hukuk kuralına
uyulmaksızın gerçekleştirildi ve idam cezası 25-26 Ekim 1980 gecesi infaz
edildi.
Serdar yoldaşın son isteği, zafer günü yoldaşlarıyla birlikte içmeyi düşün-
düğü kahveyi, cellatların gözlerinin içine bakarak içmek olmuştur.
21
KURTULUŞ CEPHESİ Eylül-Ekim 2008
ZİYA ERDÖNMEZ
1954 SİVAS/KANGAL
17 EKİM 1980 İSTANBUL/KADIKÖY
Bize, siz marksist misiniz, evet mi, hayır mı? diye so-
rulsa, tutumumuz, Newton’cu olup olmadığı sorulan bir
fizikçinin, ya da Pasteur’cü olup olmadığı öğrenilmek is-
tenen bir biyologun göstereceği tutuma benzer. Artık üze-
rinde tartışmayı gereksiz kılan apaçık gerçekler vardır. Ye-
ni olayların yeni görüşler getirmesinin yanı sıra, eski gö-
rüşlerin de gerçek payını koruduğu unutulmayarak, fizik-
te “Newton’cu”, biyolojide “Pasteur’cü” olunduğu gibi do-
ğal biçimde “Marksist” olunmalıdır. Örneğin, Einstein’ın
görelilik kuramının, Planck’ın quantum teorisinin yanın-
da Newton’un buluşlarının durumu böyledir, yeni kuram-
lar, İngiliz bilginine büyüklüğünden kesinlikle hiçbir şey
kaybettirmez. Newton sayesinde fizik ilerleyebilmiş, yeni
uzay görüşleri geliştirilmiştir. İngiliz bilgini bu gelişmenin
gerektirdiği basamaklardan biridir.
İnsan, elbette ki, düşünür olarak, toplumsal doktrin-
ler araştırıcısı olarak, ya da içinde yaşadığı kapitalist sis-
temi bilen biri olarak Marks’a bazı yanlışlarını gösterebi-
lir. Örneğin biz Latin Amerikalılar, onun Bolivar’la ilgili yo-
rumuna, Engels ile birlikte Meksika konusunda yaptığı in-
celemesine katılmayabiliriz. Marks, bu yazılarında, günü-
müzde geçerliliğini yitiren bazı ırk ve ulus teorilerini ka-
bul ettiğini belirtiyordu. Fakat büyük adamların bulduğu
parlak gerçekler, küçük yanlışlara karşın yaşar, küçük yan-
lışlar, insan düşüncesinin bu devlerinin eriştiği yüce do-
rukların tam anlamıyla bilincinde olsak bile, onların da
insan olduğunu, yanılabileceklerini gösterir yalnızca. Bu nedenle, marksizmin başlıca doğrularını,
halkların kültürel varlıklarının ve bilimsel bilgilerinin bir parçası sayıyor, artık tartışılmasına gerek
kalmayan tüm değerler gibi doğal olarak kabul ediyoruz.
Toplumsal ve politik bilimlerdeki ilerlemeler, başka alanlarda da olduğu gibi, ilmikleri zincir
oluşturan, biriken, birbirine bağlanan ve sürekli mükemmelleşen uzun bir tarihsel evriminin par-
çasıdır. İnsanlık tarihinin ilk çağlarında, Çin, Arap ve Hint matematik bilimleri vardı. Bugün, mate-
matiğin sınırı yoktur. Bilim tarihinde, bir Yunanlı Pitagoras, bir İtalyan Galilei, bir İngiliz Newton, bir
Alman Gauss, bir Rus Lobaçevski ve bir Einstein vs. vardır. Aynı şekilde, toplumsal ve politik bi-
limler alanında, Demokrit’ten başlayarak Marks’a kadar uzun bir düşünürler zinciri orijinal araştır-
malarını biriktirmiş, deney ve doktrinlerini dağ gibi yığmışlardır.
Marks’ın değeri, toplumsal düşüncede birdenbire niteliksel bir değişme meydana getirmiş ol-
masından ileri gelir. Tarihi yorumlar, dinamiğini anlar, geleceği önceden görür, böylece bilimsel
görevini yerine getirmekle de kalmayıp, ayrıca devrimci bir düşünce de ortaya atar: Dünyayı yo-
rumlamak yetmez, değiştirmek de gereklidir. Ancak o zaman, insan kölelikten, çevresinin aleti ol-
maktan kurtulup kaderinin mimarı haline gelir. O gün bu gündür, Marks eski düzeni korumaktan
çıkar sağlayanların boy hedefi oldu. Tıpkı köleci Atina aristokrasisinin ideologları olan Platon ve
çömezleri tarafından eserleri yakılan Demokritus gibi.
Devrimci Marks’tan başlayarak, Marks ve Engels adlı devlere dayanan, Lenin, Stalin, Mao Tse-
tung gibi, yeni Sovyet ve Çin yöneticileri gibi büyük kişilikler sayesinde gelişim aşamalarını aşarak,
izlenecek doktrinlerin ve örneklerin tümü oluştu. Marks’ın devrimci silahı eline almak üzere bili-
mi terkettiği noktada Küba Devrimi ona sahip çıkar. Düşüncelerini revizyondan geçirmek, Marks’tan
sonra gelenlere karşı çıkmak ya da “saf ” Marks’ı yaşatmak için değil, bilim adamı Marks orada ta-
rihin dışına çıktığı, geleceği incelediği ve önceden gördüğü için Küba Devrimi bu noktada Marks’a
sahip çıkar.
Bundan sonra devrimci Marks, tarihin bir parçası olarak savaşa katılacaktır. Biz pratik devrim-
ciler, mücadeleye girişirken bilim adamı Marks’ın önceden gördüğü yasalara uyarız. Ayaklanma
yolunda, eski iktidar yapısına karşı mücadele ederken, bu yapıyı yıkmak için halktan dayanak alır-
ken mücadelemizin temelini bu halkın refah ve mutluluğu üzerine kurarken bilim adamı Marks’ın
öngörüşlerini doğrulamaktan başka bir şey yapmayız.
“Velevki türban siyasal bir simge olsa sermaye grubu” haline geldiler. Dünün ka-
bile”yle başlayan, AKP-MHP ittifakıyla üni- mu ihalelerinin müteahhidi Uzanlar, büyük
versitelerde türbanın serbest bırakılmasına bir holdinge dönüştüler. 12 Mart döneminin
ilişkin anayasa değişikliğinin yapılmasıyla Transtürk Holding’i gibi, Uzanlar da Özal dö-
birlikte gelişen, ardından Mart ayında Cum- neminin köşe dönmeciliğinin simgesi oldu-
huriyet Başsavcısının AKP’nin kapatılması- lar.
na ilişkin Anayasa Mahkemesi’ne dava aç- Özal sonrasında Uzanlar eski konumla-
masıyla yeni bir aşamaya ulaşan siyasal ge- rını tümüyle yitirmedilerse de, yanı başların-
lişmeler, AKP’nin “şeriatçı tabanı”nın “rö- da başka “yeni” holdingler türemeye başla-
vanş ve öç” almaya yönelik “Ergenekon” dı. Mesut Yılmaz ve Tansu Çiller dönemle-
operasyonlarıyla “sıcak yaz”ın başlangıcı ol- rinin “yeni” holdingleri, kamu bankalarının
muştur. özelleştirilmesiyle ortaya çıkartıldı. Sabah
“Sıcak yaz”, Anayasa Mahkemesi’nin gazetesinin sahibi Dinç Bilgin, Hürriyet’in sa-
AKP’nin kapatılması kararını alamamasıyla, hibi Aydın Doğan bu yeni ve yükselen hol-
beklendiği kadar “sıcak” geçmemiştir. An- dinglerin yıldızları oldular.
cak Anayasa Mahkemesi’nin kararıyla birlik- 2001 Şubat krizi Dinç Bilgin’in iflasına yol
te AKP rahat bir nefes almış, şeriatçı kesim- açarken, “yeşil sermaye”nin “sistem dışı”
ler daha bir pervasızlaşmış, “uluslararası gelişmesinin simgesi olan Kombassan hol-
konjonktür ve dünyanın bugünkü durumu”- ding piyasadan silindi.
nun “askeri darbe”yi olanaksızlaştırdığı dü- AKP dönemine gelinince, Ülkerler ve Ça-
şüncelerini pekiştirmişken, Tayyip Erdoğan lık grubu “yükselen yıldız”lar olurken, Uzan-
“beklenmedik” bir biçimde Aydın Doğan ve lar Motorola ve TMSF’nin ortak operasyo-
medyasına karşı savaş ilan etmiştir. nuyla tasfiye edildi. Böylece Tayyip Erdo-
Deniz Feneri olayı, “Dişli” olayı ve Den- ğan’ın Doğan holdinge karşı savaş ilanı, san-
gir Mir Fırat’ın “uyuşturucu baronu” olarak ki ikinci bir Uzanlar “vakası” yaşanacakmış
kamu oyuna ilan edildiği bir ortamda, Tay- gibi bir havanın esmesine yol açtı. Kimile-
yip Eroğan’ın Aydın Doğan ve medyasına rince “servetin yeniden dağıtılması” olarak
karşı savaş ilanı bir “rövanş”, “tehdit” ve tanımlanan bu yükseliş ve çöküşler, kimile-
“gözdağı” olarak görülmüştür. Ve bu savaş rince de “Anadolu sermayesinin İstanbul
ilanıyla birlikte TMSF’nin Doğan Holding’e sermayesine karşı başkaldırısı” olarak yo-
ne zaman el koyacağı beklentisi ortaya çık- rumlandı.
mıştır. Bir başka deyişle, Uzanların başına Her şeyin siyasal iktidara, siyasal iktidar-
gelenler Aydın Doğan’ın başına gelebilecek- da hangi partinin olduğuna ve bu siyasal
tir. partinin hangi kesimlerin çıkarlarının tem-
Bir zamanlar Uzanlar vardı. Star televiz- silcisi olduğuna bağlı olarak değişen ve ge-
yonu ve Star gazetesiyle oluşturdukları “teh- lişen olaylar, yine Tayyip Erdoğan’ın kendi
24 dit ve şantaj” şebekesiyle “yeni ve yükselen ifadesiyle “conflict of interest”ten (çıkar ça-
Eylül-Ekim 2008 KURTULUŞ CEPHESİ
tışması) başka bir şey değildir. nünde hareket eden bir sınıf kütlesidirler.
Soru, kimin hangi çıkarları temsil ettiği Zaman zaman oligarşiyle “çatışma” içinde
ya da savunduğu, hangi çıkarların gerçek- olan, zaman zaman oligarşi ile “uyum”laşarak
leşmesi için uğraştığı ve bu çıkarların ger- “consensus” oluşturan bu kesimlerin dağı-
çekleşmesi karşılığında, hangi başka çıkar- nık ve heterojen yapıları, çıkarların değiş-
ların zarar gördüğü sorusudur. kenliğiyle birlikte oluşur.
Bu soruların doğru biçimde yanıtlanabil- 12 Eylül döneminde “komünizm tehlike-
mesi ise, sadece “çıkar çatışması”nın sınıf- si”ne karşı oligarşinin etrafında birleşen ve
sal içeriğinin, yani sınıfsal çıkarların neler ol- kenetlenen bu sömürücü sınıflar, Özal dö-
duğunun bilinmesinden geçer. neminde “dört eğilimi birleştirdik” söylemiy-
Bugüne kadar çok söylendi, çok yazıldı. le “bahar havası” içine girmişler ve Mende-
Ülkemiz emperyalizme bağımlı, çarpık ka- res döneminden sonra en büyük servet ar-
pitalizmin egemen olduğu, dolayısıyla em- tışını sağlamışlardır.
peryalizmin işbirlikçiliğinin servet sahibi ol- Ancak 1994 Şubat krizi ve ardından ge-
makta belirleyici olduğu bir ülkedir. Bu ne- len 1999 Kasım ve 2001 Şubat krizleri, bu
denle, siyasal iktidar, kamu gücü ve kamu havayı dağıtmış, her kesim “kendi gemisi-
kaynakları, zenginleşmenin en temel aracı ni” kurtarmanın yoluna bakmaya başlamış-
olagelmiştir. Bu yüzden de, tüm “çıkar grup- tır. En büyük kırılma şüphesiz Şubat 2001
ları”nın kendi çıkarlarını gerçekleştirmeleri- kriziyle yaşanmıştır. O güne kadar değişik
nin yolu da, siyasal iktidara sahip olmaktan siyasal partilerde kendi çıkarlarını gerçek-
geçer. leştirmeye çalışan küçük ve orta sermaye
Bu, sadece kamu ihalelerinin belli bir kesimleri (ki “yeşil” ya da “laik” olup olma-
“çıkar grubu”na verilmesi açısından değil, malarının hiç bir önemi yoktur), krizin ya-
aynı zamanda kamu kredilerinin ve kamu rattığı korku içinde AKP saflarında bir araya
olanaklarının bu “çıkar grubu”nun hizmeti- gelmişlerdir.
ne sunulmasıyla gerçekleştirilir. Her durum- AKP iktidarıyla birlikte, “zenginlik” ya da
da siyasal partiler, temsil ettikleri “çıkar “servet” yeniden dağıtılmaya başlanmıştır.
grupları”nın hizmetindedirler ve iktidar oluş- O güne kadar kamu ihaleleriyle, kamu kre-
ları kadar iktidarda kalışları da bu “çıkar dileriyle ve kamu olanaklarıyla zenginleşen
grupları”nın çıkarlarını azamileştirmelerine kesimler, yavaş yavaş bu olanakları yitirmiş-
ve güçlenmelerine bağlıdır. ler, yerlerini AKP’ye “yakın” olan, daha tam
“Çıkar grupları” ise, sınıflardan ve sınıf- ifadeyle, AKP’nin oluşumunda belirleyici
ların alt bölümlerinden oluşur. Dolayısıyla olan kesimler almıştır. Bu kesimlerin ortak
“çıkar çatışması”, sınıfsal bir çatışmadır, sı- “paydası” ise, ideolojiktir, yani “şeriatçılık”-
nıf mücadelesinin bir başka ifade tarzıdır. tır.
Söz konusu olan AKP, onun temsil ettiği Uzanlar operasyonu ile belli bir “servet”
sınıflar ve sınıfsal çıkarlar olunca, her şey- yeniden dağıtıma sokulmuştur. Bu servet,
den önce Anadolu tefeci-tüccar sermayesi özel olarak ideolojik bir temele dayanma-
ile küçük ve orta imalatçıların “çıkarları” ön- mış, o güne kadar siyasal iktidar olanakla-
de gelir. Erbakan’ın “milli sanayi” adını ver- rından yeterince yararlanmamış küçük ve
diği Anadolu küçük ve orta imalatçılarına orta sermaye kesimleri arasında “üleştiril-
dayanan siyasal hareketi, giderek Anadolu miş”tir. Böylece AKP’nin “ilk icraatı”, kendi-
tefeci-tüccar sermayesinin katılımıyla geliş- sine “umut” bağlayan çıkar gruplarının
miş ve bütün olarak oligarşi dışındaki tekel- umutlarını büyütmüş ve AKP’ye olan güven-
leşememiş sanayi ve ticaret sermayesinin lerini artırmıştır. Bunun sonucu olarak da
çıkarlarını temsil eden bir harekete dönüş- 2007 seçimlerinde AKP oylarını artırarak çık-
müştür. mıştır.
Ancak oligarşi dışındaki sömürücü sınıf- Ancak her siyasal iktidarın başına gelen
lar, yani küçük ve orta sermaye kesimleri, AKP’nin de başına gelmiştir. Çıkarlarını tem-
kendi sınıfsal özelliklerinden dolayı homo- sil ettiği kesimlerin heterojen yapısı, her bir
jen ve birleşik bir sınıf oluşturmazlar. Dola- kesimin çıkarının bir diğer kesimin çıkarıy-
yısıyla her bölümü bir başka “çıkar”a tabi la son kertede çatışıyor olması ve de çıkar-
olan, bu nedenle de değişik siyasal partiler- ların sürekli kılınması ve azamileştirilmesi
de kendi “çıkar”larının gerçekleşmesi yö- zorunluluğu, AKP’nin “yeni hamleler” yapa- 25
KURTULUŞ CEPHESİ Eylül-Ekim 2008
rak çıkar sağladıklarına yeni yeni çıkarlar oluşturan işbirlikçi-tekelci burjuvazidir. Sa-
sağlamasını da zorunlu kılmıştır. Kamu ku- bancıların “geleneksel islami partiler”e kar-
ruluşlarının ve kamu arazilerinin satışlarıyla şı “uyum”lu tutumu karşısında Koç grubu-
elde edilen çıkarlar bir süre idare etmeyi nun “laikçi” görüntüsü, AKP’nin bu yeni
sağlamışsa da, yeterli olmaktan uzak kal- “açılım”ının hedeflerini daha belirginleştirir-
mıştır. Kamu kuruluşlarının satılması (“özel- ken, bir bütün olarak oligarşiyi hedefleme-
leştirme”) zaten kamunun elindeki “servet”- diği şeklinde bir görüntü de oluşturmakta-
in olabildiğince azalmasına yol açtığından, dır.
kamu olanakları sadece birkaç kesime tah- Oysa söz konusu olan “çıkar”lardır ve çı-
sis edilebilir bir sınırlılığa ulaşmıştır. İşte kar denilen şey de doğrudan sermayenin
AKP, bu sınırlılık içinde, bu küçülmüş kamu kendi varlığını sürekli genişletmek ve büyüt-
olanaklarını kendi “öz” varlığı olarak gördü- mek zorunda oluşudur. Gelişmeyen ve bü-
ğü “şeriatçı” kesimlerin hizmetine sunmuş- yümeyen sermaye değer yitirir, güçsüzleşir
tur. Bu da, AKP’de toplaşmış bulunan kü- ve bir süre sonra sermaye olma işlevini tü-
çük ve orta sermaye kesimlerinin huzursuz- müyle kaybeder. Bu nedenle, Uzanların ser-
laşmasına neden olmuştur. vetlerinin paylaşımı nasıl ki bir süre sonra
İşte AKP’de toplaşmış olan oligarşi dışın- yetersiz kalmışsa, “İstanbul sermayesi”nin
daki sömürücü sınıfların “huzursuzluğu”, ge- belli bölümlerinin servetlerinin yeniden pay-
lişen dünya ekonomik bunalımı koşulların- laşımı da yetersiz kalacaktır. Ancak bu, “si-
da yeni bir “çıkar çatışması”nın başlangıcı- yaset” açısından “uzun”dur. Demirel’in de-
nı oluşturmaktadır. yişiyle, “siyasette bir hafta çok uzun zaman-
Bugün Tayyip Erdoğan ve mehteran ta- dır”. Dolayısıyla “siyaset” için, uzun dönem-
kımı, AKP çevresinde toplaşmış küçük ve li hesaplar değil, kısa vadeli çıkarlar önem-
orta sermaye kesimlerinin çıkarlarını bir bü- lidir. Tıpkı sermayenin kendisi gibi.
tün olarak geliştirmek için gerekli ve yeter- Sözün özü, bugün gelişen dünya ekono-
li olanağa sahip olmadıkları için, giderek sı- mik bunalımı koşullarında sömürücü sınıf-
kışmaya başlamışlardır. İkinci bir Uzanlar lar arasındaki çelişkiler (çıkar çatışması)
olayının belli ölçülerde bu kesimlerin “tat- keskinleşmektedir.
min” edilmesine hizmet edebileceği düşün- “İşler yolunda gittiği sürece, reka-
cesi de, böylesi bir sıkışıklık içinde “akla” bet, genel kâr oranının eşitlenmesi
geliveren bir çare olarak görünmeye başla- halinde gördüğümüz gibi, kapitalist
mıştır. sınıf arasında bir kardeşlik havası es-
Tüm iddiaların tersine, yükselen enflas- tirir ve böylece her biri, ortak yağma-
yon, artan enerji fiyatları, küçük ve orta ser- dan kendi yatırımı oranında pay alır.
maye kesimlerini giderek zora sokmaya Ama sorun, kârın değil de zararın
başlamıştır. Tümüyle ithalata bağımlı iç pa- paylaşılması halini alır almaz, herkes
zar ilişkisinde Anadolu tüccarının artan gü- kendi payına düşen zararı en aza in-
cü ve AB kökenli “marketler zinciri”, küçük dirme ve bunu bir başkasının sırtına
ve orta imalatçı kesimlerin zararına bir ge- yükleme çabasına düşer. Kapitalist
lişme ortaya çıkarmıştır. Rusya’ya yapılan ta- sınıf için, kayba uğramak kaçınılmaz-
rım ürünleri ihracatının durması ise, “örtü- dır. Her kapitalist, bu zararın ne ka-
lü tarım” yapan kesimleri büyük zarara uğ- darını yüklenmek zorunda kalacağı,
ratırken, aynı zamanda bu kesimlerin AKP’y- yani bunu ne ölçüde paylaşmak du-
le olan “ittifakları”nın da çatlamasına yol aç- rumunda kalacağı, göstereceği güce
mıştır. ve kurnazlığa bağlıdır ve o zaman re-
Şimdi AKP “kurmayları”, yani mehteran kabet, düşman kardeşler arasında bir
takımı, tüm Anadolu sanayici ve tüccar ser- savaşa dönüşür. Her bireysel kapita-
mayesini “İstanbul dukalığı”na karşı birleş- listin çıkarları ile bütünüyle kapitalist
tirmeye yönelmiştir. Bunu sağlayabildikleri sınıfın çıkarları arasındaki uzlaşmaz-
ölçüde, oy gücünü koruyabileceklerini ve lık, tıpkı daha önce, aralarındaki çı-
bu kesimlerin AKP’yle olan “ittifak”larını kar özdeşliğinin pratik rekabet yoluy-
sürdürebileceklerini ummaktadırlar. la ortaya çıkması gibi, su yüzüne çı-
“İstanbul dukalığı” ya da “İstanbul ser- kar.” (Marks, Kapital, Cilt: III, s. 266)
26 mayesi” denilen ise, asıl olarak oligarşiyi Çelişkilerin keskinleşmesiyle, kaçınılmaz
Eylül-Ekim 2008 KURTULUŞ CEPHESİ
olarak “bireysel kapitalist”, yani her bir kü- kendi çevresinde oluşmuş olan küçük ve
çük ve orta sermaye kesimi, kendi varlığını orta sermaye “blok”unun dağılmasını çare-
koruma kaygısına düştükçe, bir yandan si- sizce izlemek zorundadır. Bu çaresizlik,
yasal iktidardan beklentileri artacak, diğer dünya ekonomik bunalımıyla birlikte daha
yandan yeni siyasal ilişkiler içine girerek çı- da büyüyecek ve giderek AKP’nin “acizliği”ni
karlarının gerçekleşmesini başka bir yerde ortaya çıkaracaktır. Bu “acizlik”in ise, “şeri-
arayacaktır. atçı taban”ı daha saldırganlaştıracağı, elle-
Bugün AKP’nin karşı karşıya kaldığı so- rindeki iktidar olanaklarını tümüyle yitirme
run, kendi çevresinde toplaşmış olan küçük kaygısıyla pervasızlaştıracağı kesindir. Kaçı-
ve orta sermayenin çıkarlarını azamileştir- nılmaz olarak bu tutum, AKP çevresindeki
mek için yeterli olanaklara sahip olmaması “blok”un daha hızla dağılmasına ve parça-
ve bu sermaye kesimlerinin birbiriyle çeli- lanmasına yol açacaktır.
şik çıkarlarının giderek artmasıdır. Yapması Ama bu sondan kaçış yoktur. “Çıkar ça-
gereken şey, bir bütün olarak oligarşinin tışması” sınıfsaldır ve belli sınıfların belli çı-
“servet”ini bu kesimler arasında “üleştir- karları belli ölçülerde uzlaşabilir olsalar da,
mek”tir. Yapamayacağı şey de, yine budur. her durumda çelişki sürekli ve kalıcıdır.
Bu “ikilem” içinde AKP, kaçınılmaz olarak
27
KURTULUŞ CEPHESİ Eylül-Ekim 2008
Yolsuzluk Olayları
“Sıra Bizde”ci
Dinciler ve “Sol”cular
Her şeyin bir geçmişi, bir tarihi vardır. den ve cinsten “kamu görevlisi”ne egemen
Hiç bir şey yoktan var olmaz, varken yok ol- olduğu ve bunun da kimseyi fazlaca şaşırt-
maz. Yolsuzluk olayları da bu “her şey”den madığı (bir kez daha) açığa çıkmıştır.
birisidir. Yakın tarihe bakıldığında, bir siyasal ikti-
Bugün Deniz Feneri, “Dişli” olayı, Dengir darın sonuna gelindiğinde “yolsuzluk dos-
Mir Fırat’ın “hayali ihracatı” ve “nüfuz kulla- yaları”nın ayyuka çıktığı görülür. Her “yol-
nımı”, AKP’li belediyelerin irili ufaklı sayısız suzluk dosyası”nın, bir başkasının “yolsuz-
rüşvet ve suiistimal olayları AKP’yi kuşatır- luğun hesabını soracağız” sloganıyla açıldı-
ken, AKP de “tencere dibin kara, seninkisi ğı ve ardından “şimdi sıra bizde” mantığı
benden kara” düzeni içinde ve Tayyip Er- içinde “hesap soracak” olanların ilk başta
doğan’ın sözüyle “komünist yöntemle”, ya- yolsuzluk yapmaya başladıkları da tarih ka-
ni “çamur at izi kalsın”* yöntemiyle CHP’ye dar eskidir.
yönelik karşı saldırısı gündemin ilk sırasına 1980 sonrası Türkiye’sinde “rüşvet”, Tur-
yükseldi. gut Özal’ın ünlü “benim memurum işini bi-
Böylece “yolsuzluk olayları”, bir kez da- lir” sözleriyle meşruluk kazanmıştır. Böyle-
ha alenen ve kamuoyunun gözleri önünde ce Özal’ın “orta direği” kamu görevlileri (le-
tartışılan bir konu haline gelirken, halkın ge- galist ve neo-liberal solun söylemiyle “ka-
nel bilgisi ve kanısı içinde “şimdi sıra bizde” mu emekçileri”) kütlesi, bir bütün olarak
mantığının dincisinden “sol”cusuna, her tür- “yasal rüşvet yiyiciler” tabakasını oluşturur
hale gelmişlerdir.
* Tayyip Erdoğan, Aydın Doğan medyasına karşı Aynı şekilde Özal’ın “transformasyon”
savaş ilan ederken şöyle konuşmuştur: “Yoksa eski
adını verdiği, devşirmecilik yöntemiyle, oli-
komünistlerin yaptığı gibi iftira at tutmasa da iz bıra-
kır mantığıyla mı hareket ediyorsun? Mantığın bu garşi için yeni beyinleri “sol”dan sağlama
28 mu?” operasyonu, asıl olarak rüşvete dayandırıl-
Eylül-Ekim 2008 KURTULUŞ CEPHESİ
ile aralarındaki “kan uyuşmazlığı” da sona çıkmıştır. Solun boşalttığı yerler ve yitirdiği
ermiştir. tüm değerler “dinci” kesimlerin kazanımla-
Artık sadece “solcu aydınlar” değil, 12 rı ve “yükselen değerleri” haline gelmiştir.
Eylül öncesinde devrimci mücadeleye şu ya Böylece 1994 yerel seçimlerinde İstanbul
da burasından karışmış olan tüm “solcular” belediyesi Tayyip Erdoğan’ın eline geçmiş
sıraya girmiştir. Dünün “militan solcuları”, ve “ılımlı islamcı” yetiştirme ve besleme
şimdi belediye zabıtaları, pazarcı tezgahları çiftliği haline gelmiştir.
ihalesi “mafyası”, belediyeye ait “çay ocak- Halk denilen “garibanlar” ise, “yiyorlar,
ları” işletmecisi olurlarken, “yönetici mili- ama hizmet de veriyorlar” diyerek “sağ par-
tanlar”, eğitim ve sınıfsal köken üstünlükle- tiler”in rüşvetçiliğini ve yolsuzluğunu meş-
rini de kullanarak belediyelerin imar komis- rulaştırırken, “sol”un “yiyiciliği”ni lanetler-
yonlarında “işgüder” haline gelmişlerdir. ken, “dinci” kesimlerin rüşvet ve yolsuzluk-
DİSK’in “yasaklı” olduğu dönemde Türk-İş’i larını “allah yolunda harcanan paralar” ola-
“tek işçi sınıfı sendikası” olarak sola kabul rak meşrulaştırmıştır.
ettirten “militan sol teorisyenler” ise, Türk- “Dinciler”in tarikatlara dayanan gizli ve
İş sendikalarında “eğitim uzmanı”, “danış- yeminli örgütlülükleri, “kol kırılır, yen içinde
man” statüleriyle kendilerini sürekli maaşa kalır” örneğine benzer biçimde rüşvet ve
bağlatmışlardır.* yolsuzlukların bireysel çıkarlar için yapılma-
1991 genel seçimlerinde Demirel’in DYP’ sının üstünü örtmüştür.
sinin birinci parti olarak çıkması ve SHP’yle “İnananlar” ise, yerel ve merkezi iktidar
koalisyon hükümeti oluşturmasıyla, “sol” da “olanaklarının” kişisel zenginleşme aracı
yerellikten genelliğe sıçrama yapmıştır. 1993 olarak kullanılmasını, “zekatı verildiği süre-
yılındaki “İSKİ skandalı” dönüm noktası ol- ce”, dine uygun ve helal olarak kabul etmiş-
muştur. tir. “Sol”un rüşvetten verecek “zekatı” olma-
“Sol”cuların “şimdi sıra bizde” diyerek dığı için, “haram lokma”yı kursağından ge-
kamu olanaklarını kişisel çıkarlar için kul- çirdiğinden lanetlenmesi kaçınılmazdır.
landıklarının herkes tarafından açıkça bili- Bugün AKP’lilere ilişkin rüşvet ve yolsuz-
nir ve görünür hale gelmesiyle, “sol”un luk olaylarından sadece Deniz Feneri olayı,
“makus talihi” de başlamıştır. O günden bu- şeriatçı kesimleri ve “inananları” derinden
güne, hiç bir zaman “sol partiler” %39,3’lük sarsmıştır. ANAP’tan ya da DYP’den transfer
oy oranına yaklaşamamışlardır. edilmiş şu ya da bu AKP’linin (Dengir Mir
Ve “sol”un karşısına, “allah korkusu”yla Fırat ya da Dişli) rüşvet ve yolsuzluk olayla-
“yiyici” olmadığı düşünülen “dinci” kesim rına karışması, tarikat çevrelerini hiç bir bi-
çimde etkilememektedir. Onların düşünce-
* Bu “yöntem”e ilişkin son örnek, bir başka de- sine göre, bu kişiler zaten “ötekiler”dendir,
yişle, “sol”un “en namuslu” namussuzluğuna son ör- çıkarları gereği AKP’li olmuşlardır. Ama De-
nek, Bayram Meral’in “ahde vefa” diyerek kendi sen- niz Feneri, onların öz işleridir, Amerikan em-
dikası Yol-İş’ten sağladığı “avantalar” gösterilebilir. De-
peryalizminin “yeşil kuşak” stratejisinden
niz Feneri olayı sırasında basına yansıyan bu yolsuz-
luk, Yol-İş sendikasından “danışman” statüsünden çok daha önceleri kurdukları “saadet zinci-
kendisine 5 bin YTL maaş bağlatarak gerçekleştiril- ri”dir.
miştir. Ancak Bayram Meral milletvekili seçildiği için, Böylece şeriatçı kesimler Deniz Feneri’yle
bu “avanta maaş” oğluna bağlanmıştır. Bayram Me- birlikte, “aslan sosyal demokratlar”ın “İSKİ
ral, 12 Eylül’de yaptığı basın toplantısında bu yolsuz-
luğu şöyle “izah” etmiştir: skandalı”yla içine düştükleri kırılma nokta-
“Bana ahde vefa için bunu yaptılar... Ben de ’Oğ- sına gelmişlerdir. Tek farkla ki, şeriatçı ke-
lum bu görevi sürdürebilir’ dedim. Benimle sendika- simler “takiyeci” olduklarından, “gavurdan
ya gelip giden, işi bilen biri. Oğlumla sözleşme yapıp, –dinsizden– bir kıl koparmak kârdır”a inan-
danışmanlık görevi verdiler. Maaşı da o aldı. Sonra
dıklarından ve özellikle de sahte belge dü-
Yol-İş Başkanlar Kurulu, tüm makam araçlarının kul-
lananlara satılması kararı aldı. Oğlum da kullandığı zenlemede uzmanlaştıklarından, “aslan sos-
aracı 60 milyara aldı. Sadece o değil, tüm yönetim ku- yal demokratlar” kadar büyük bir yıkım sü-
rulu üyeleri ve şube başkanları da aynısını yaptı. Bun- recine girmekten kaçınabilme olanağına sa-
da usulsüz ne var?” hiptirler.
“Bu görevin oğlunuza verilmesi normal mi? Ken-
disinin eğitimi ne?” diye soran gazeteciye ise, “Oğlum Dünya Bankası tarafından planlanan ve
kolej mezunu, üniversitede okuyor... Bitirmiştir her- finanse edilen “okul yardımları”nı kolayca
30 halde.” diye yanıtlamıştır. kendi “inayetleri” gibi sunabilen “dinciler”,
Eylül-Ekim 2008 KURTULUŞ CEPHESİ
31
KURTULUŞ CEPHESİ Eylül-Ekim 2008
Sigara Yasağıyla
Ülkeyi Kurtaramamak
[Varolan Parayı Harcamak]
Kurtuluş Cephesi’nin 103. sayısında “Sigara Yasağıyla Ülkeyi Kurtarmak” başlıklı yazı-
da şöyle deniliyordu:
“Sigara yasağının resmen başlamasıyla birlikte, ‘laik medya’ ile ‘islami medya’nın
işbirliğiyle son dönemin en büyük kampanyası başlatıldı.
En hızlı “solcu”sundan en ‘radikal’ laikçisine, neo-liberal ‘solcu’lardan AB yan-
daşlarından ‘ılımlı islam’ın müttefiki olan ‘normal liberaller’e kadar her köşe yaza-
rı sigara yasağının 19 Mayıs günü resmen başlamasıyla kaleme sarıldılar.
AKP’nin yarı-resmi yayın organı olan Yeni Şafak sigara yasağını, ‘en sağlıklı ya-
sak’ olarak ilan ederken, M. Ali Birand ‘dünden bu yana bir devrim yaşıyoruz. Ger-
çek bir devrim bu.’ diye yazdı...
Ve tabi kambersiz de düğün olamazdı. Şişli’nin ‘metroseksüel’ belediye başka-
nı M. Sarıgül yasağın yürürlüğe girdiği gün 4. Murat edasıyla “sigara yasağını kontrol
için zabıta memurlarını da yanına alarak denetime çıktı”.
Bütün bunlarda en dikkat çekeni ise, sigara yasağı ile bir yandan ‘sağlığımıza’
kavuşurken, diğer yandan her yıl sigaraya 20 milyar dolar döviz ödemekten kurtu-
lunacağıydı. Hurşit Güneş’in ‘yan masraflarla’ 50 milyar dolar olarak ifade ettiği bu
döviz sayesinde, ‘Sigara bırakılırsa ne dış açık kalacak, ne enflasyon, ne de borç-
lar’.
Böylece Türkiye dış açıktan, enflasyondan ve borçlardan topyekün kurtulacak,
dışa bağımlı bir ülke olmaktan çıkacak!
Bu büyük kurtuluş reçetesinin sahibi ve teorisyeni ise, ekonomi değil pediatri
profesörü Elif Dağlı’ydı.
Dağlı’ya göre, Türkiye’de 28 milyon kişi sigara içmekte, her sigara içicisi her gün
sigara için 1-2 dolar nakit para ödemekte ve toplam olarak günde 50 milyon dolar,
yıllık olarak 20 milyar dolar sigaraya harcanmaktadır.
Aynı ‘prof ’a göre, ‘Üstelik hasta oluyoruz. Bu kez tedavi olmak için 30 milyar
dolar harcıyoruz. Toplamda Türkler sigara almak için, sonra hastalanıp tedavi için
50 milyar dolar kaynak harcıyor.’
Ve ardından şunu soruyor Elif Dağlı:
‘50 milyar dolar ne demek biliyor musunuz?’
Böylesi bir paranın ne demek olduğunu bilmeyen cahiller için de yanıtını ken-
disi veriyor:
‘“Biz İncirlik Üssü’nü açıp, Irak’a 1.5 milyar dolar için askerlerimizi gönderecek-
tik. Sigarayı bugün bıraksak, 15 yıl sonra ülkenin hiç dış borcu kalmayacak. Ne IMF’ye
ne de Dünya Bankası’na ihtiyacımız kalmayacak.’
Artık ‘kahrolsun emperyalizm’, ‘tek yol devrim’ gibi sloganlar atmaya hiç gerek
yoktur! Ülkenin bağımsızlığını isteyen herkesin yapması gereken tek şey, sigara ya-
sağının tam ve eksiksiz uygulanmasını sağlamak, M. Ali Birand’ın söylediği gibi bu-
na uymayanları ‘ihbar’ etmektir!
Böylesine kolay, böylesine basit ve böylesine ucuz bir biçimde ülkeyi kurtarmak
varken, birilerinin ortaya çıkıp emperyalizmden, emperyalist sömürüden kurtulma-
32 nın devrimci yolundan söz etmesi pek de ‘yakışık’ almayacaktır!”
Eylül-Ekim 2008 KURTULUŞ CEPHESİ
“Bu yıl Haziran ayında geçen yılın Elbette burada sigara içicisi “yabancılar”ın
aynı dönemine göre turist sayısında ne oranda yasağı ihlal ettikleri ve bu ihlalle-
çok ciddi bir artış meydana geldi. Bu ri için ne kadar ceza kesildiği pek belli de-
da iç piyasada tüketimi arttıran bir ğilse de, 1,161 milyar YTL’lik sigara tüketim-
unsur oldu.” leriyle ülke ekonomisine katkıda bulunduk-
Elif Dağlı başta olmak üzere, sigara ya- ları bile söylenebilir.
sağıyla ülkeyi kurtarmaya soyunmuş olanlar Tüm bu “veriler”den ve “açıklamalar”dan
rahat bir nefes alabilirler artık. “Veriler”de sonra, hala sigara yasağı ile ülkeyi IMF’den,
görülen parasal büyüme hiç de “ülke insa- ABD’den kurtarmaya kararlı olanlar varsa,
nı”na ait değildir ne de olsa! Sigara içimini onların ilk yapmaları gereken “yabancı
artıran “müsebbip”, her zaman olduğu gibi, turistler”in ülkeye girişini engellemektir. Ne
yabancılardır! Hem zaten, “Türk’ün Türk’ten de olsa sigara yasağına “halkımız” uyarken,
başka dostu” da yoktur! sigara tüketimini artırarak dışa bağımlılığı-
Sigara yasaklarını ihlal edenlere kesilen mızı sürdürmeye neden olanlar “yabancı
cezalarda Haziran ayında meydana gelen turistler”dir. Bu nedenle, TBMM’nin bir an
“büyük artış”ın (9 bin 579 YTL) ardından ge- önce sigara içen “yabancı turistler”in ülke-
len “büyük düşüş” halkımızın sigara yasağı- ye girişini engelleyen bir yasa çıkartması
na ne kadar “hürmet” ettiğinin açık göster- için lobiciliğe başlamalarında sonsuz yarar
gesidir! vardır!
34
ERİŞ YAYINLARI
İnternet Adresi:
www.kurtuluscephesi.com
www.kurtuluscephesi.org
www.kurtuluscephesi.net
E-Posta Adresi:
kurcephe@kurtuluscephesi.org
erisyayinlari@kurtuluscephesi.org