You are on page 1of 106

TMMOB MİMARLAR ODASI

ÖZERK SANAT KONSEYİ


6. SANATÇILAR KURULTAYINA DOĞRU-1
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT
8 Ocak 2008
Yıldız Teknik Üniversitesi Oditoryumu

TMMOB MİMARLAR ODASI


tmmob mimarlar odası

Yayına hazırlayanlar: Canol Kocagöz, Kubilay Önal, Fikret Terzi


Grafik tasarım: H. Nilgün Kara Babacan
Grafik uygulama: Reyhan Yalpur
Yapım organizasyon: Mimarlık Vakfı İktisadi İşletmesi, (0212) 253 45 35, İstanbul
Baskı, cilt: Çizgi Basım Yayın Ltd. Şti. (0212) 251 83 13, İstanbul
Birinci baskı: Mayıs 2008, 500 Adet

ISBN 978-9944-89-556-9
TMMOB Mimarlar Odası Genel Merkezi Yayın Birimi tarafından yayına hazırlanmıştır.
Kaynak gösterilerek yapılacak alıntılar dışında, yayıncının izni olmadan hiçbir yolla çoğaltılamaz.
İÇİNDEKİLER

Ortak Bir Ses: “ÖSK”......................................................................................................................... 5


Özerk Sanat Konseyi Yürütme Kurulu....................................................................................... 7
Kamuoyuna Çağrı ............................................................................................................................... 9
Fotoğraflar . .......................................................................................................................................... 10
Program ................................................................................................................................................. 11
Sunuş ve Açılış Konuşması . ......................................................................................................... 13
Panel ........................................................................................................................................................ 19
Görüşler ................................................................................................................................................. 63
Forum ...................................................................................................................................................... 77
Sanat ve Sanatçı Kuruluşlarının Görüşleri .......................................................................... 95
Basın Açıklaması ............................................................................................................................ 102
Basında Yankılar ............................................................................................................................ 105
ORTAK BİR SES: “ÖSK”

Özerk Sanat Konseyi kurma çalışmalarına başlarken, ülkemizin sanat ve kültür


alanlarında taşıdıkları sorumluluklarıyla bir araya gelen 76 sanat örgütünün
katılımıyla 1975 yılında gerçekleştiren ve ana teması “Sanatta Özerk Yapılan-
ma ve Yaratma Özgürlüğü” olan Birinci Sanatçılar Kurultayı sonuç belgesinden
aşağıdaki satırları anımsayalım ilkin:

Bugün Türkiye’de sanatçının sanat yapma hakkı ve yaratma özgürlüğü,


tartışılır hale gelmiş; buna karşın, sanat ortamı ile sanat- sanatçı örgüt-
lerinin ayrı ayrı dağınık çabaları yetersiz kalmaya başlamıştır.

Bu endişeleri paylaşan sanatçı örgütleri olarak, aşağıdaki konuları


gündeme getirmeyi, tartışmayı, örgütler arası geniş ve ilkeli katılımlarla
birlikte bir çalışma sürdürmeye yönelik bir yapı oluşturmayı, sorunları
birlikte çözmeyi kararlaştırdık.

Sanatçı örgütleri olarak inanıyoruz ki; yaratma özgürlüğünün temeli


olan yaşama ve düşünce özgürlüğünün önündeki tüm yasal, ekonomik,
toplumsal, siyasal engeller, kültürel baskılar ve sınırlamalar ortadan
kaldırılmalı, sanatçının sanatsal yaratım için gereken maddi özgürlük
ortamı sağlanmalıdır.

Toplumumuzun ancak böyle bir özgürlük ortamında kimlik kazanabi-


leceği ve geleceğe taşınacağı düşüncesi ile gereken yasal değişiklikler
ve düzenlemelerin hızla gerçekleştirilmesi zorunluluğunu haykırmak is-
tiyoruz. Sanatçının durumunun iyileştirilmesi ve sorunlarının çözülmesi,
ülkemizin aydınlık geleceği için zorunludur.

Ülkemiz sanatçılarının ve sanat örgütlerinin geniş katılımlı birlikteliğini,


sanatçı haklarının savunulmasını sanat üretiminin iletişim kanallarının
açılmasını sağlayacak yasal güvencesi olan, yönetsel ve mali bağımsız-
lığa sahip, taraf olma ehliyeti olan Özerk Sanat Kurumunun oluşturul-
ması, tüm sanatçı örgütlerinin ortak talebidir…

Yukarıdaki satırlar, 27-28 Mart 1995 tarihlerinde İstanbul Atatürk Kültür


Merkezi’nde buluşan, Türkiye’nin sinema, tiyatro, gösteri sanatları, plastik sanat-
lar, müzik, sahne sanatları, yazın ve tasarım alanlarının ciddi önemli ve sorumlu
sanat örgütlerinin bugün de geçerliliğini koruyan ortak iradesinin ifadesidir.
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT

Ama gelin görün ki bugün TC Anayasası’nın 64. maddesinde dile getirilen sa-
nat ortamının oluşturulması ile sanatla kamu yönetimi alanı arasındaki ilişkileri
düzenleyecek tüzel kişiliğe ve idari-mali özerkliğe sahip, özel hukuk kurumla-
rına tabi “Türkiye Sanat Kurumu Yasası” ve sanatı siyasetin vesayetinden kur-
tarmak amacı için kurulmaya çalışılan Özerk Sanat Konseyi’nin oluşturulması
çalışmaları yok sayılmaktadır!

Devletin devamlılığı ilkesi göz ardı edilerek, zamanın TC Kültür Bakanı D. Fik-
ri Sağlar ile Özerk Sanat Konseyi Girişim Kurulu adına Prof. Dr. Hüsamettin
Koçan’ın 9 maddeden oluşan 2.11.1995 tarihinde imzaladıkları protokolü
şimdiye kadar gelen tüm iktidarlar yok sayarak protokolün emrettiği yasa ve
yönetmelikleri çıkarmadılar. Hep oyalama yoluna gittiler. Yine protokol gereği
hazırlayıp TC Kültür Bakanlığına gönderdiğimiz Türkiye Sanat Kurumu Yasası
taslaklarına şu ana kadar hiçbir cevap alamadık. Kültür bakanları çağırdığımız
toplantılara sadece telgraflarla katıldılar.

İktidara gelenler bununla da kalmadı, Anayasa değişikliği gündeme geldiği


zaman “Sanatın ve sanatçının korunması”nı içeren ve bizce yürürlükteki haliyle
bile yetersiz olan 64. maddeyi sanatçılar lehine geliştirecekleri yerde, yeni ana-
yasa (!) taslağından tümüyle çıkardılar!..

Bunun üzerine, söz konusu anayasa taslağını inceleyen Özerk Sanat Konseyi
Yürütme Kurulumuz, “Önerilen anayasa değişiklerinin, tüm ulusal değerlerimiz-
le birlikte, sanatın da piyasalaşması sürecini hızlandıracağı ve ülkemiz kültür
ortamının daha da yozlaşmasına neden olacağı tehlikesini göz önüne alarak”
8 Ocak 2008 tarihinde İstanbul Yıldız Üniversitesi Oditoryumu’nda hukuk, si-
yaset, bilim ve sanat insanından oluşan 16 katılımcıyla “Anayasa ve Sanat”
başlıklı panel-forumu gerçekleştirdi.

Gerçekleştirilen panel-forum “Türkiye Sanat Kurumu Yasa Tasarısı Taslağı” ça-


lışmalarının devamı olarak 2008 yılının tartışılan, genelde ilk anayasa taslağı,
özelde de sanatın anayasa içindeki konumunu tartışma ve bilgilendirme top-
lantısı olması, ayrıca yıllarca mücadele ettiğimiz Özerk Sanat Konseyi tartış-
malarını yeniden gündeme getirmesi açısından, Yürütme Kurulumuzca önemli
görülerek kitaplaştırıldı.

Elinizdeki kitapta, “Anayasa ve Sanat” toplantısının katılımcılarının panel-forum-


daki görüş ve konuşmaları aynen program akışına uygun olarak yer almaktadır.

Ayrıca kitapta, tartışmaların ve anayasa ve sanat konularında yapılan konuş-


maların dinamizminin korunması açısından özgün yapıya uygun olarak yer al-
masının sağlanmasıyla, sanat alanlarımıza önemli katkılarda bulunulacağına,
yaratıcı ve icracı sanatçılar için bir başvuru kitabı olmasının yanında yaşanan
dönem itibariyle de “Anayasa ve Sanat” kitabının bir belge özelliği taşıyacağı-
na inanıyoruz. Saygıyla…

76 Sanat ve Sanatçı Kuruluşu adına


ÖZERK SANAT KONSEYİ YÜRÜTME KURULU

6
ÖZERK SANAT KONSEYİ YÜRÜTME KURULU
Hilmi Etikan
Belgesel Sinemacılar Birliği (temsilcisi)
Sabri Kuşkonmaz
BESAM (temsilcisi)
Orhan Aydın
Disiplinlerarası Sanat Kuruluşu (temsilcisi)
Burcu Kayalar
Grafikerler Meslek Kuruluşu (temsilcisi)
Işık Özçelik (Dönem Sözcüsü)
Heykeltıraşlar Derneği (temsilcisi)
Can Başak
İŞTİSAN (temsilcisi)
Canol Kocagöz (Dönem Sözcüsü)
Karikatürcüler Derneği (temsilcisi)
Ali Rıza Binboğa
MESAM (temsilcisi)
Kubilay Önal
Mimarlar Odası (temsilcisi)
Baha Boduroğlu
POP-SAV (temsilcisi)
Ahmet Yüzüak
SİNE-KOOP (temsilcisi)
Metin Beyen
TOBAV (temsilcisi)
Orhan Kurtuldu
TOMEB (temsilcisi)
Gülsüm Cengiz
Türkiye Yazarlar Sendikası (temsilcisi)
Bedri Baykam (Dönem Sözcüsü)
Uluslararası Plastik Sanatlar Derneği (temsilcisi)

Yürütme Kurulu Danışman Üyeleri


Yılmaz Onay / Uluslararası PEN Üyesi
Meliha Sözeri / Heykeltıraşlar Der. Üyesi
Reşit Arslan / TOBAV Üyesi
Bensu Orhunöz / İŞTİSAN Üyesi
Fikret Oğuz / TMMOB Mimarlar Odası Üyesi
Fikret Terzi / KESK HABER-SEN Üyesi
ÖZERK SANAT KONSEYİ’NE KATILAN
76 SANAT VE SANATÇI ÖRGÜTÜ İLE 10 DESTEKÇİ KURULUŞ
AFSAD Ankara Fotoğraf Sanatçıları Derneği Kısa Filmciler Derneği
ANSAN Antalyalı Sanatçılar Derneği MESAM Müzik Eseri Sahipleri Meslek Birliği
ASD Ankara Sinema Derneği Mizah Üretenler Derneği
ASİTEJ Çocuk ve Gençlik Tiyatroları Birliği Türkiye MSÜ-DGSA Mezunları Derneği
Merkezi MÜYAP Müzik Yapımcıları Derneği
Avrupa Kültür Derneği Müzik-Der Müzik, Sahne ve Gösteri Sanatçıları
BASAD Bakırköylü Sanatçılar Derneği Derneği
BESAM Bilim ve Edebiyat Eserleri Sahipleri Meslek Müzik-Sen Müzik ve Sahne Sanatçıları Sendikası
Birliği MÜYORBİR Müzik Yorumcuları Meslek Birliği
BSB Belgesel Sinemacılar Meslek Birliği Nâzım Hikmet Kültür Merkezi
Birleşmiş Ressamlar ve Heykeltıraşlar Nâzım Hikmet Kültür ve Sanat Vakfı
Derneği
OYÇED Oyun Yazarları ve Çevirmenleri Derneği
Çağdaş Drama Derneği
Oyuncu-Bir Oyuncular Meslek Birliği
ÇASOD Çağdaş Sinema Oyuncuları Derneği
Özel Tiyatrolar Derneği
Çevirmenler Derneği
POPSAV Popüler Müzik Sanatçıları Vakfı
Çizgi Filmciler Derneği
PTFD Profesyonel Tanıtım Fotoğrafçıları Derneği
Çocuk Yayıncıları Derneği
RYD Reklam Yaratıcıları Derneği
DETİS Devlet Tiyatrosu Sanatçıları Derneği
Resim ve Heykel Müzeleri Derneği
DİSK Sine-Sen Türkiye Sinema Emekçileri Sendikası
Ressamlar Derneği
Diyarbakır Kültür ve Tanıtım Vakfı
Ruhi Su Vakfı
Dünya Kitle İletişim ve Araştırma Vakfı
SANART
Edebiyatçılar Derneği
Sanat Eğitimcileri Derneği
EDİSAM Edebiyat ve İlim Eserleri Sahipleri Meslek
SEDER Sanat Eğitimcileri Derneği
Birliği
Sen-Der Senaryo Yazarları Derneği
Ege Kültür Vakfı
SESAM Sinema Eseri Sahipleri Meslek Birliği
ETM Endüstriyel Tasarımcılar Meslek Birliği
Ses-Der Seslendirme Sanatçıları Derneği
Film-Yön Film Yönetmenleri Derneği
SETEM Sinema ve Televizyon Eserleri Meslek Birliği
FİYAP Film Yapımcıları Derneği
SİYAD Sinema Yazarları Derneği
FOTOGEN Fotoğraf Sanatı Derneği
SODER Sinema Oyuncuları Derneği
Fotoğraf Vakfı
Sine-Koop Sinema Ürünleri Kooperatifi
GMK Grafikerler Meslek Kuruluşu
Tekstil Tasarımcıları Derneği
GÖRSAV Görsel Sanatlar Vakfı
TİYAP Tiyatro Yapımcıları Derneği
Güney Vakfı
TMMOB İç Mimarlar Odası
GSBRD Güzel Sanatlar Birliği Resim Derneği
TMMOB Mimarlar Odası
Heykeltıraşlar Derneği
TOBAV Devlet Tiyatroları, Opera ve Bale
ITI UNESCO Uluslararası Tiyatro Enstitüsü Türkiye
Çalışanları Vakfı
Merkezi
TODER Tiyatro Oyuncuları Derneği
ICM-UNESCO Uluslararası Müzik Konseyi Türkiye
Merkezi TOMEB Tiyatro Oyuncuları Meslek Birliği
İstanbul Filarmoni Derneği TRT-TV Yapımcıları Derneği
İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası TÜRSAK Türkiye Sinema ve Audiovisuel Kültür Vakfı
Derneği TYS Türkiye Yazarlar Sendikası
İSAV İletişim ve Sanat Araştırma Vakfı Uluslararası PEN Türkiye Merkezi
İSTİSAN İstanbul B. Belediyesi Şehir Tiyatroları UPSD Uluslararası Plastik Sanatlar Derneği
Derneği Uluslararası Sanat Eleştirmenleri Derneği
Karikatürcüler Derneği Uluslararası Tiyatro Eleştirmenleri Türkiye
Karikatür Vakfı Merkezi
Kayseri Fotoğraf Derneği Uzakdoğu Kültür Merkezi
KESK Kültür-Sen Kültür Emekçileri Sendikası Yayıncılar Birliği
KAMUOYUNA ÇAĞRI
Özerk Sanat Konseyi’nin düzenlediği ANAYASA VE SANAT PANELİ
Yıldız Teknik Üniversitesi Oditoryumunda 8 Ocak 2007 günü Saat: 14.00’te…

özerk sanat konseyi yürütme kurulu


11.12.2007 / İstanbul

Özerk Sanat Konseyi olarak, ülkemizde “sanat ortamlarının özgürleşmesi, sa-


nat kurumlarının özerkleşmesi ve sanat kültürünün yaygınlaştırılması” amacıyla
oluşturmayı hedeflediğimiz TÜRKİYE SANAT KURUMU’nun yaşama geçirilmesi
için 1995 yılından günümüze değin sanatsal ve bilimsel çalışmalar yaptığımız
medya ve kamuoyunca bilinmektedir.

Ülkemizde “sanatçıyı, sanat kurumlarını ve sanat kültürünü siyasetin güdümün-


den kurtarmak” üzere hazırladığımız TÜRKİYE SANAT KURUMU YASA TASARISI
TASLAĞI çalışmalarının devamı olarak, 2007-08 sanat mevsiminde gerçekleştire-
ceğimiz dizi etkinliklerin ilki “SANAT VE ANAYASA” başlıklı paneli içermektedir.

Kuvvetler ayrılığı, yargı bağımsızlığı, düşünce özgürlüğü, laiklik gibi kavramlar-


la birlikte, çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’nin başta kültür ve sanat olmak üzere,
demokrasi, insan ve yurttaşlık haklarıyla, ulusal birlik, barış ve tam bağımsız-
lığımızı oluşturan tüm cumhuriyet kazanımlarının bugün karşı karşıya olduğu
tehlikelerden birinin de, Anayasanın 64. maddesinin değiştirilmesi, yok edilme-
si girişimi olduğu yaşadığımız bir gerçekliktir.

Bugün önümüze çıkan kara tablonun sonucunda, Anayasamızın sanata, sa-


natçıya ve sanat ortamlarına devlet güvencesi sağlayan ve TÜRKİYE SANAT
KURUMU’nun da varlık nedeni sayılacak olan 64. maddesinin, yine kamuo-
yunun çok iyi kavradığı gibi, hükümetçe yeniden (!) yapılmak istenen Anayasa
taslağında yer almadığı görülmektedir.

Çağına ve ülkesine karşı taşıdığı ulusal ve evrensel duyarlılık ve sorumluluklarla


yola çıkmış, ülkemiz sanatının tüm alan ve disiplinlerini oluşturan 67 sanat ve
sanatçı örgütü adına, Özerk Sanat Konseyi olarak; “Halka karşın” yapılmak
istenen “karanlık karşı devrim”ine direnmek üzere oluşturduğumuz, “karanlığa
Karşı Sanat” savaşımımızda, başta sanat, düşün, yazın, bilim ve hukuk insanla-
rımız ve “demokrasimizin özgür sesi olması gereken, basın, radyo ve televizyon
kuruluşlarımız” la birlikte, tüm kamuoyunun yanımızda olacağına inanıyoruz.

SANAT VE ANAYASA PANELİ çağrımız, insanımızı ve ülkemizi ışıtacak sanatın


ve demokrasinin aydınlığına inanan tüm kamuoyunadır.

Sanatın gücü, aydınlığı ve dostluğuyla...


Abdullah Sezer Bedri Baykam Çetin Sosyal

Fikret Terzi Haşmet Zeybek H. Hüseyin Akbulut

Kazım Kolcuoğlu Kemal Sevgisunar Orhan Aydın

Orhan Kurtuldu Tamer Levent Ülkü Azrak


PROGRAM
SUNUŞ
Canol Kocagöz
Karikatürcü, ÖSK Dönem Sözcüsü
AÇILIŞ KONUŞMASI
Yılmaz Onay
Tiyatro Oyun Yazarı
PANEL KONUŞMACILARI
Panel Yöneticisi: Orhan Kurtuldu
TOMEB (Tiyatro Oyuncuları Meslek Birliği) Temsilcisi
Prof. Dr. Ülkü Azrak
Maltepe Üniversitesi Hukuk Fak. Öğretim Üyesi
Yrd. Doç. Dr. Abdullah Sezer
Marmara Üniversitesi Hukuk Fak. Anayasa Hukuku Öğretim Üyesi
Av. Kazım Kolcuoğlu
İstanbul Barosu Başkanı
Av. Fikret İlkiz
İstanbul Barosu Avukatı
Prof. Dr. Yılmaz Büyükerşen
Eskişehir Büyükşehir Belediyesi Başkanı
Hasan Hüseyin Akbulut
Devlet Opera ve Balesi Eski Gn. Md.
Kemal Sevgisunar
KESK Kültür-Sanat Sendikası Genel Başkanı
Bedri Baykam
UPSD (Uluslararası Plastik Sanatçılar Derneği) Başkanı
Tamer Levent
TOBAV (Devlet Tiyatroları, Opera ve Balesi Çalışanları Vakfı) Gn. Bşk.
GÖRÜŞLER
Çetin Soysal
CHP İstanbul Milletvekili
Orhan Aydın
Nâzım Hikmet Kültür Merkezi Genel Sanat Yönetmeni
H. Bülend Tuna
TMMOB Mimarlar Odası Genel Başkanı
Haşmet Zeybek
İŞTİSAN (İst. Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları Sanatçıları Derneği)
Enver Ercan
Türkiye Yazarlar Sendikası Başkanı
Uğur Kutay
Belgesel Sinemacı
FORUM
Forum Yöneticisi: Fikret Terzi
Tiyatro Oyun Yazarı
SUNUŞ ve AÇILIŞ KONUŞMASI
canol kocagöz

Değerli dostlar, burada bugün gerçekleştireceğimiz “Anayasa ve Sanat” pane-


line hoş geldiniz.

Sinema, sahne sanatları, tasarım, müzik, plastik sanatlar, yazın ve disiplinle-


rarası sanatın yaratıcı ve icracı 76 sanat ve sanatçı örgütünün yürütme kurulu
adına katılan panelistlere, katılımcılara ve sizlere teşekkür ederim.

Bu panele davet ettiğimiz Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Başkanı Köksal
Toptan…

salondan

Yok.

canol kocagöz

TC Kültür Bakanı Ertuğrul Günay, burada mısınız?

salondan

Kendi yok, ama gönderdiği telgraf var.

canol kocagöz

Kültür Bakanlığı Müsteşarı var mı?..Yok. Kültür Bakanının görevlendirdiği her-


hangi bir görevli var mı? O da yok.

O zaman çeşitli şekilde görevlendirilen herhangi birisi –anlarsınız– söyledikleri-


mi lütfen bakana iletsin. 1995 yılında sanat örgütlerinin özerkleşmesine doğru
giden bir platform olan Ulusal Sanat Kurulu’nun başkanı Sayın Prof. Dr. Hü-
samettin Koçan’ın dönemin TC Kültür Bakanıyla beraber imzalayarak yapmış
olduğu protokolü devletin devamlılığı ilkesine göre yürütün ve hayata geçirin.
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT

Biz sanatçı örgütleri olarak sizden bunu sizden istiyoruz. Telgraf istemiyoruz.
Çünkü telgraflarla konuşamayız ve iletişim kuramayız. Bizi dinleyin ve sanat
örgütlerinin bir platformu olan Özerk Sanat Konseyi ile ilişki kurun. Özerk Sa-
nat Konseyi’nin beş kurultay sonunda hazırladığı “Türkiye Sanat Kurumu” yasa
tasarısını hayata geçirmek için çalışın.

Şimdi sizlere “Anayasa ve Sanat” panelimizin açılış konuşmasını yapmak üzere


yazar yönetmen ve Uluslararası PEN üyesi Yılmaz Onay’ı sahneye çağırıyorum.

Buyurun Yılmaz Bey.

yılmaz onay

Değerli konuklar, değerli katılımcılar, bilindiği gibi Özerk Sanat Konseyi 1995
yılından bu yana tüm sanat dallarındaki örgütleri kucaklayan bir platform ola-
rak sanat alanımızın özerk bir kurumlaşmaya kavuşması için çaba göstermek-
tedir. Bu çerçevede hazırlanan özerk bir Türkiye Sanat Kurumu Yasa Tasarı
Taslağı da tartışmaya açılmak üzere sunulmuş bulunuyor. Yine bilindiği gibi
bütün bu çabalar iki vazgeçilmez esasa dayalı olarak yürütülmektedir.
1. Sanat alanına kamu desteği tüm uygar dünya uygulamalarında olduğu gibi
olmazsa olmaz bir koşuldur.
2. Sanat alanında özerk işleyiş yine tüm uygar dünyada uygulandığı gibi bir
zorunluluktur.

Ancak bu zorunlulukların hayata geçmesi için bağlayıcı kamusal düzenlemelere


ihtiyaç vardır. Bu olmadıkça sanat alanımızda her şeye karşın hem ulusal hem
uluslararası düzeyde çok önemli başarılar yaşanmakla birlikte genel olarak
yazık ki mevcut enerji ve birikimi de tüketen bir süreci aşmak zorlaşmaktadır.
Oysa söz konusu bağlayıcı kamusal düzenlemeler için anayasal zemin mevcut
Anayasamızda en azından bir eğilim olarak vardır:

Madde 64: Devlet sanat faaliyetlerini ve sanatçıyı korur. Sanat eserlerini ve


sanatının korunması, değerlendirilmesi, desteklenmesi ve sanat sevgisinin yayıl-
ması için gereken tedbirleri alır.

Bu maddede alanın özerkliğine ve yaratış özgürlüğüne yeterli vurgunun olma-


yışı ve kamunun desteği için sözü geçen tedbirler deyiminin kapalılığı konseyin
bakışıyla bir eksiklik olarak görülebilir ve maddenin tümüyle yok edilmesi değil
tam tersine sözünü ettiğimiz eksiğin tamamlanarak güçlendirilmesi düşünülebilir,
ama Anayasada yalnızca bu şekliyle bile bir temel eğilimin bulunması yukarıda
belirttiğimiz ilkeler ışığında somut yasal düzenlemelere yine de engel değil olanak
sağlamaktadır. Yeter ki, sanat alanımızda kaygı verici enerji ve birikim tükenişi-
nin tersine büyük bir enerji ve birikim yükselişine çevirmek için gerekli kamusal
ve yasal irade gerçekleşsin. Zaten Özerk Sanat Konseyinin çabası da hep bu
somut eyleme ulaşma yönünde olmuştur. Oysa şimdi mevcut Anayasa maddesi
de kaldırılarak bugüne dek olmadığı biçimde tüm bu daha geniş kamu desteği ve
işleyiş özerkliği çabasının ve gelişiminin altından mevcut anayasal desteğin bile
çekilerek sanat alanımızın tümüyle boşluğa terk edilmesi tehlikesi belirmiştir.

16
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT

Sanat alanımızdaki kaygı verici enerji ve birikim tükenişi bütünüyle umudun


da tükenmesine gidebilecektir. Bugünkü panelimizde ve forumumuzda değerli
konuk uzmanlarımız ve örgüt temsilcilerimiz ve zaman elverdiğinde tüm değerli
katılımcılarımız sorunu enine-boyuna irdeleyerek çözümlerine yöneleceklerdir.

Son birkaç satırla ayrıntı gibi görülse de bir esasa daha dikkatinizi çekmek
istiyorum: Kimileri sanat alanına kamu katkısını sanki biz keşfetmişiz gibi bunun
batıda pek uygulanmadığını iddia edecek kadar ipin ucunu kaçırmakta, hele
tam ödeneklilik söz konusu olduğunda örneğin, “Devletin tiyatrosu mu olur-
muş? Dünyada böyle bir şey yok” diye saçmalayabilmektedir. Bu uydurmayı
ileri sürenlere örneğin, birçok modelimize kaynaklık etmiş olan Almanya’daki
çok sayıda “Staatstheater”ların “devlet tiyatroları” demek olduğunu anımsat-
mak bile yeterli olmalıdır, ama birilerinin aynı anda bir yandan Avrupa Birliği
hayranlığı edebiyatı yaparken öbür yandan “devletin parasıyla devlete küfre-
dilmez” diyerek Avrupa’da var olan özerk işleyişlerden ve sanatsal özgürlükten
de şeytandan kaçar gibi kaçan siyasileri desteklemeleri tüm iddialarının bir ce-
halet ya da bile bile inkâr abidesi olduğunu kanıtlamaktadır. Öyle ki, eğer küfür
söz konusuysa bunu zaten hukuk cezalandırır, ama “Kamunun parasıyla devlet
veya hükümet pekâlâ eleştirilebilir ve bunu da biz keşfetmedik” dediğimizde bu
açık dünya gerçeğini bile görmek istemiyorlar. Hatta “Parayı ben veriyorum,
özerkliğe izin vermem” küstahlığına karşı “O para neden senin oluyor? O para
kamunun parası, sen de hem o kamu desteğini vermeyi hem de işleyişte özerk-
liği sağlamayı öğrenmesi gereken bir kamu görevlisisin” demeyi de düşünmü-
yorlar. İşte sanat, en sıcak ülke sorunları ve insanlık sorunlarıyla birlikte bütün
bunları da kendine özgü sanatsal dille eleştirmeyi üstlenmezse her şeyden önce
sanat olmaktan çıkar.

Bir de Anayasal desteğin yani kamu desteğinin tümüyle kaldırılmasını sanatın


tam özgürleşmesi diye yutturmaya kalkan ve sanki sanatsal özgürlükle sanatçı-
nın insanlığa karşı sorumluluğu birbiriyle çelişirmiş gibi “sanat özgürdür, öyley-
se sorumsuzdur” diye ahkâm kesen bilgiçler var ki, onlar da gözümüzün içine
baka baka bu iki yalana kanacağımızı sanıyorlar. Oysa kendileri de biliyorlar
ki, kamu desteği olmaksızın özgürlük iddiasında bulunmak boş lafın ötesin-
de pratikte piyasa hegemonyasının esiri olmak ve hem kendini hem toplumu
aldatmaktır. Tiyatro, opera, bale, senfonik orkestra gibi toplu yaratışların ise
giderek yok oluşuna sürüklenmesidir. Nitekim Özerk Sanat Konseyi çok değerli
kazanımlarımız olan o tam ödenekli kamusal kurumlarımızın özenle korunma-
sı ve özerk işleyişe kavuşturulması maddesini yukarıda belirttiğimiz yalanlara
karşı da tasarı taslağına boşuna koymadı. Öte yandan, özerklik olmadığında
sanatsal özgürlüğün de yara alacağı açıktır. Dolayısıyla her ikisi de sanatın
ve sanatçının insanlığa karşı sorumluluğunun diyalektik bütünleyicileridir. Üs-
telik bütün bunları da biz keşfetmedik. Fazla değil, ancak 25 yıl önce 1982’de
UNESCO’nun Mexico City’de 150 ülkeden temsilcilerin ve delegelerin katılımıy-
la gerçekleştirdiği “Mondiacult” toplantısının oybirliğiyle kabul edilen kapanış
bildirgesinde şu satırlar da vardı: “Kültür ve sanat yaratıcıları çağdaş toplumun
en etkili güçlerinden biri konumundadır. Duygular ve düşünüşler üzerinde, ma-
nevi ve kültürel gelişim üzerinde ve kamuoyu üzerinde büyük etkileri vardır. Bu
nedenle kültür ve sanat yaratıcıları barışın ve dostluğun elçileri olmalıdırlar ve

17
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT

savaşın, ölümün, yıkımın güçlerine karşı seslerini yükseltmek zorundadırlar. Öte


yandan yine daha 2 yıl önce 2005 yılı Nobel Edebiyat ödülünü kazanan Ha-
rold Pinter, ödül törenine katılmaksızın gönderdiği konuşma metninde sanatçı
sorumluluğuna eğilerek soruyordu: “Bizim ahlaki duyarlılığımıza ne oldu?” Bu
sözcüğün vicdanla ilintisine değinerek “bu vicdan ki, sadece kendi davranışları-
mızın sorumluluğunu değil aynı zamanda başkalarının yaptıklarını, ama bizim
de paylaştığımız sorumluluğu temsil etmektedir” diyordu. Özerk Sanat Konseyi
bizim zaten vicdan sorumluluğunu Ortadoğu’nun kaynayan kazanı içinde tüm
insanlıkla paylaşan sanatımızın ve sanatçılarımızın da yeterli kamu desteği ve
özerk işleyiş gerçekleştiğinde değerli Harold Pinter gibi dünya sanatçılarıyla
yarışma ortamını kendileri sağlayıp o düzeyin de ötesini kanıtlayacaklarından
kuşku duymamaktadır.

Saygıdeğer konuklar, sayın katılımcılar, sözü edilen gerçekler ışığında çalış-


masını yürüten Özerk Sanat Konseyi, 64. maddenin bile yok edilmesiyle sanat
alanımızın kamudan koparılıp bütünüyle desteksiz bırakılması, hatta düpedüz
babalar piyasasına terk edilmesi tehlikesine karşı son uyarı ve son bir çığlık
olan panelimize ve forumumuza katkılarınız için şimdiden teşekkürlerini sunu-
yor. İzninizle sözü konuşmacılarımıza bırakıyorum. Saygılarımla…

canol kocagöz

Teşekkürler Yılmaz Onay. Paneli yönetmek için TOMEB İl Temsilcisi Sayın Or-
han Kurtuldu’yu davet ediyorum. Buyurun, sahne sizin.

18
PANEL
Panel Yöneticisi: Orhan Kurtuldu
panel yöneticisi

Sayın konuklar ve değerli konuşmacılarımız, Özerk Sanat Konseyi olarak dü-


zenlediğimiz “Anayasa ve Sanat” panelimize hepiniz hoş geldiniz.

Öncelikle panelin işleyişi konusunda kısa bir bilgi vermek istiyorum. Panelimiz gö-
rüntülü olarak kaydedilecek ve tüm konuşmalar kitaplaştırılacak. Panelimizde ola-
bildiğince çok görüşe yer vermek istedik. Amacımız görüşleri ortak bir paydada
buluşturmak ve ilgili alanların bu konudaki genel görüşünü belirlemek olacaktır.
Panelimiz üç aşamalı olarak gerçekleşecek. Birinci aşamada panelistlerimiz 10’ar
dakika süreyle konuşacaklar, ardından 30 dakikalık bir ikram molası vereceğiz.

Panelin ikinci aşamasında görüşler yer alacak. Sayın konuşmacılarımız görüşleri-


ni kürsüden yapacaklar. Konuşma süreleri gene maksimum 10 dakika olacak.

Panelimizin üçüncü aşamasını forum şeklinde gerçekleştireceğiz. Forum süresi


30 dakika olacak. Bu bölümde konuklarımız diledikleri konuşmacıya soru yö-
neltebilecekler. Panelimizin forum bölümünü Sayın Fikret Terzi yönetecek. Ko-
nuşmacılarımızın belirtilen sürelere sadık kalmalarını özellikle rica ediyorum. Bu
konuda göstereceğiniz anlayış için şimdiden hepinize çok teşekkür ederim.

Sayın konuşmacıları masaya davet ediyorum.

Maltepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Sayın Prof. Dr. Ülkü Azrak.

Devlet Tiyatroları rejisörü, Devlet Tiyatrosu Opera ve Balesi Çalışanları Vakfı


(TOBAV) Genel Başkanı Sayın Tamer Levent.

Eskişehir Büyükşehir Belediyesi Başkanı Sayın Prof. Dr. Yılmaz Büyükerşen çok
geçerli bir mazeret nedeniyle aramızda olamadılar, sizlere selamlarını iletme-
mizi rica ettiler. Burada alınacak tüm ortak kararlara, ortak iradeye tümüyle
onay verdiklerini söylediler. Kendilerine çok teşekkür ediyorum.

İstanbul Barosu Başkanı Sayın Av. Kazım Kolcuoğlu.


PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT

DSP Parti Meclisi üyesi, Devlet Opera ve Balesi eski genel müdürü, Kültür Ba-
kanlığı eski müsteşar yardımcısı, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası sanatçısı
ve eski müdürlerinden Sayın Hüseyin Akbulut.

İstanbul Barosu avukatlarından Sayın Fikret İlkiz.

Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Sayın Yrd. Doç. Dr. Abdullah
Sezer.

KESK’e bağlı Kültür Sanat Sendikası Genel Başkanı Sayın Doç. Kemal Sevgisunar,

Uluslararası Plastik Sanatçılar Derneği (UPSD) Başkanı, Özerk Sanat Konseyi


dönem sözcüsü Sayın Bedri Baykam hoş geldiniz.

Değerli konuklar, geçtiğimiz yıl ülkemizde kültür ve sanat alanında neler yaşa-
dık? Önce barkovizyonda bir izleyelim, ardından panelimize başlayacağız. Ta-
bii bizler sizin vaktinizi almamak için bütün yaşadıklarımızı gösteremedik, on-
ları sizler hep izliyorsunuz. Bugün bütün cumhuriyet kazanımlarımız yok olma
tehlikesiyle karşı karşıyadır. Bu tehlikelerden biri de çağdaş kültür değerlerimi-
ze, sanata ve sanat insanlarına karşı yapılan sistemli yok etme girişimleridir. Bu
girişimlerden biri de 64. maddenin Anayasadan çıkarılması girişimidir. Sanatı
devletin ana görevleri arasında gören ve sanat yaratıcılarını koruyan mevcut
Anayasamızın 64. maddesinin bugünkü iktidarın hazırlattığı anayasa taslağın-
da yer almadığını görüyoruz. Bu tespitler ışığında mevcut 1982 Anayasasına
göre devlet-sanat ilişkisinin genel bir görünümü nedir? Sayın Ülkü Azrak ilk
sözü size vermek istiyorum. Ben bazı soruları sıralayacağım, sizler bu sorulara
birer cevap oluşturmaya çalışırsanız çok sevinirim.

Özellikle bütün konuşmacılara ortak bir sorumuz var, o sorunun cevabını mut-
laka almak istiyoruz. Ülkemizde sanat devletin ana görevleri arasında olmalı
mıdır? Ortak sorumuz bu.

1. Türkiye Cumhuriyetinin 24, 61 ve 82 Anayasaları karşılaştırıldığında devletin


sanat koruyuculuğu açısından ortak paydası var mı?
2. Avrupa ülkelerinin anayasalarında sanat koruyuculuğu bulunuyor mu?
3. Avrupa Birliği anayasasında sanat açısından durum nedir?
4. Bu hükümet anayasa yapabilir mi?
5. Karanlığa dur demek için ne yapmalı? Sayın hocam lütfederseniz seviniriz.

ülkü azrak

Sorularınızdan bazılarının şu anda cevaplandırılması güç. Bunlardan bazıları


bir araştırma sonucu cevaplandırılabilecek sorular, ama bazılarına ben hemen
cevap verebilirim. Sanat devletin görevleri arasında olmalı mıdır? Bunun cevabı
“hayır” olamaz. Kuşkusuz ki, devlet kültürü ve sanatı desteklemek mecburiye-
tinde; bu, kişilerin, bireylerin kendilerini geliştirme hakkının da çerçevesi içinde
mütalaa edilebilir. Ayrıca tabii sanatın toplumsal yönü de göz önünde tutulduğu
takdirde devletin görevi kültürü geliştirme çerçevesi içinde kültürün çok önemli

22
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT

bir unsuru olan sanatı da desteklemek, “denetlemek” değil “desteklemek” ve


gelişmesine yardımcı olmaktır. Bunun ayrıntılarına girmek istemiyorum. Nasıl
yapabilir bunu? Demin burada anlatıldı, “Parayı biz veriyoruz bize karşı sanat
yapamazsınız” diye düşünürse politikacılar, devletin iktidarını elinde tutanlar,
o zaman tabii sanatı desteklemiş değil kösteklemiş olurlar. Bu çok açık bir şey,
çünkü burada çok doğru olarak ifade edildiği gibi kullandıkları paralar kendi
şahsi paraları değildir, siyasi iktidarın da serveti değildir. Halkın ödediği ver-
gilerle oluşan bir bütçedir. Bu bütçeden de halkın yararı, yani kamu yararına
harcama yapmak mecburiyetindedirler. Kamu yararı aslında sanat çerçevesi
içerisinde eleştiriyi de içerir. Çünkü bilim aydınlatıcıdır, ama sanat aykırı bir
alandır, kışkırtıcıdır. Kışkırtıcı olduğunu kabul etmek lazım, ama bizde kışkırt-
ma suç anlamında kullanıldığı için tabii, yabancı dilde kullanılan provokasyon
aslında burada olumlu anlamda provokasyondur. İnsanları düşünmeye, kültür
alanında düşünce oluşturmaya sevk etme açısından bir provokasyondur. Onun
için sanatın provokasyon amacının bulunduğunu da kabul etmek lazım tabii;
sanatsal eser yaratma yanında bir provokasyon amacı vardır.

Bizim bu lafları söyleyen politikacımıza yabancı ülkelerin televizyonlarını izle-


mesini tavsiye ederiz, tabii o yabancı ülkelerin dilini biliyorsa, çünkü o ülkelerin
televizyonlarında devletin televizyonu, özellikle Almanya’da devletin iki tele-
vizyon kanalı var, bu iki televizyon kanalında 15 günde bir kabare oyunları
vardır. Bu kabare oyunları Alman başbakanını yerden yere vurur, bütün poli-
tikacıları alay konusu yapar ve o devlet televizyonudur. Bunlardan haberi yok-
sa tabii bizim politikacılarımızın, böyle şeyler söylerler. O zaman şaşmamak
lazım. “Parasını ben veriyorum, sen bana karşı konuşamazsın!” Onu önce vali
söylüyor, emir kulu, ondan sonra da bakan söylüyor. Hayret!

Avrupa’da acaba sanatın korunması, desteklenmesine ilişkin düzenlemeler var


mı? Hiç kuşkusuz var. Bütün Avrupa Birliği ülkesi üye ülkelerin anayasalarını
gözden geçirdiğiniz zaman orada kültür hakkından bahseden hükümler yer
almaktadır ve bu kültür hakkı hem bir haktır, yani “gölge etme başka ihsan
istemez” dercesine adeta müdahale etme sanata, hürriyet özgürlük olarak an-
lamı bu, ama bu yeterli değil. Aynı zamanda da bir pozitif haktır. Pozitif statü
hakkı diyoruz biz anayasa hukukunda buna, yani hem gölge etmeyecek hem
de destekleyecek. İki yanlı bir özgürlüktür bu. Avrupa anayasaları bu anlayışı
benimsemiştir ve o ülkeler anayasalarında, bazılarında ayrıntılı biçimde, bazı-
larında daha kısa olmakla beraber bunu düzenlemişlerdir.

1924 Anayasasında sadece kültürden söz ediliyor, ama orada ayrıntılı düzen-
leme yok. Asıl ayrıntılı düzenleme 1961 Anayasasında, çünkü 21. maddesinde
bilim ve sanat özgürlüğünden bahsediyor. Bu maddeleri burada okumaya kal-
karsam çok uzun zaman alacak, zamanımız yetmez. 41. maddesinde de sosyal
devletin sosyal ve kültürel kalkınma amacından söz ediyor ve bunu da insanlık
onuru kavramıyla birleştiriyor. 82 Anayasasına gelince, 82 Anayasası aslında
tabii devlete biraz öncelik veren, ağırlık veren bir anayasa olmasına rağmen
hayret edilecek derecede kültürden ve sanattan söz ediyor. Bir kere 5. madde
ki, 61 Anayasasında böyle bir şey yoktu, manevi varlığın geliştirilmesinden
söz ediyor. Bu manevi varlığın geliştirilmesi ancak kültür yoluyla olabilecektir.

23
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT

Bilim ve kültürle tabii, bunda kuşku yok, kastedilen budur. 82 Anayasasının 26.
maddesi ifade hürriyetinden söz ediyor. İfade hürriyeti içerisinde tabii fikirle-
ri, düşünceleri resimle, sözle ifade etme özgürlüğü biçiminde formüle etmek
mümkün. Bunu düzenlemiş bulunuyor. Ayrıca 27. maddesinde bilim ve sanat
hürriyeti de –ki bu 61 Anayasasının 21. maddesine tekabül ediyor– ayrıntılı
biçimde öngörülmüştür.

42. maddede insan onuruna yakışan asgari koşullar, aslında 61’deki 41. mad-
dede olduğu biçimde yer almamaktadır. Bu bir eksiklik 49. maddede, ama 64.
madde burada da biraz önce ifade edildiği gibi sanatın ve sanatçının korunması,
değerlendirilmesi ve desteklenmesinden bahsediyor. Bakın dikkat edin, denetlen-
mesi demiyor anayasa değerlendirilmesi ve desteklenmesinden söz etmektedir.

Aslında devletin siyasal örgütlenmesiyle sanatsal örgütlenme arasında paralel-


lik olduğunda kuşku yok. Bu bakımdan Anayasa ve yasalarda düzenlemeler de
yer almaktadır. Bunlardan birini kısa olarak ifade etmek istiyorum, ama önemli.
Kültür ve Turizm Bakanlığı teşkilat ve görevleri hakkındaki 4848 sayılı kanun-
da bir amaç maddesi var, birinci madde. Burada kültürel değerleri yaşatmak,
geliştirmek, yaymak, tanıtmak, değerlendirmek ve halka benimsetmekten söz
ediliyor. Bu bakanlığın birimleri Güzel Sanatlar Müdürlüğü, Kültür Varlıkları ve
Müzeler Genel Müdürlüğü, Telif Hakları ve Sinema Genel Müdürlüğü gibi bir
örgütlenme şeması içerisinde örgütlenmiştir. Ayrıca 5846 sayılı Fikir ve Sanat
Eserleri Kanununda sanat eserleri, yani ürünler üzerindeki manevi ve mali hak-
ların korunması amacı esastır. Esas ve usullere aykırı yararlanmalara yaptırım
uygulanmasını öngören hüküm de bu kanun içinde yer alıyor, ama bunun üze-
rinde bir dakika durmak istiyorum, çünkü esas ve usullere aykırı yararlanmayı
hepimiz her gün görüyoruz, buna tanık oluyoruz. Sokaklarda kaçak kitapların,
korsan kitapların satıldığı, korsan röprodüksiyonların satıldığı ve hatta korsan
CD’lerin satıldığını, insanlarımızın da bunları ucuz elde etmek için doğrusu rağ-
bet gösterdiklerine tanık oluyoruz. Bunları durduramadılar, bu kadar basit bir
şeyi bile yapamadılar. O tiyatro eserine bağırıp çağıran vali sokaklarda asıl
bu disiplini sağlasaydı belki Fikir ve Sanat Eserleri Kanununun bu koruyucu
hükümlerini yerine getirmiş olurdu ve görevini daha iyi ifa etmiş olurdu diye
düşünüyorum.

6660 sayılı Güzel Sanatlarda Fevkalade İstidat Gösteren Çocukların Devlet Ta-
rafından Yetiştirilmesi Hakkında Kanun, bu 1956 tarihli bir kanun yurtiçinde
ve yurtdışında devlet hesabına sanatçıları yetiştirmeye ilişkin düzenlemeler yer
alıyor, ama bu yeni bir şey değil, çünkü hepimizin tanıdığı iki büyük sanatçımız
var. Biri Suna Kan, öbürü de İdil Biret, bunlar 40’lı yılların başlarında özel ka-
nunlarla yurtdışına gönderilmiş ve yetişmeleri için de devlet o zaman ciddi har-
camalarda bulunmuştur. Ayrıca Belediye Kanununun 14. ve 48. maddelerinde
de kültür ve sanata destek olma hususunda belediyeye görevler verildiğini
görebiliyoruz.

Sanat eserlerinde önde gelen sorun aslında mevzuatın idareye verdiği yetki-
lerin kullanımından doğmakta. Gerçekten özellikle sinema, video, tiyatro ve
müzik eserleri idareye geniş yetkiler tanıyan yasa hükümleri nedeniyle ağır bir

24
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT

biçimde�����������������������������������������������������������������������
sansüre tabi tutulmakta ve böylece sanat özgürlüğü de ciddi bir biçim-
de engellenmektedir. Bu engelleme bazı durumlarda yasaklama ve hatta eserin
imhasına kadar varabilmektedir. Özellikle 2559 sayılı Polis Vazife ve Salahiyet
Kanununun ek 1. maddesi idari makamlara bu tiyatro eserlerinin temsiliyle ilgili
sanat özgürlüğünü sınırlama hususunda yetki vermektedir. Gerçi 1. ek madde
3.8.2002 tarihli ve 4771 sayılı kanunun 10. maddesiyle değiştirilerek mahal-
lin en büyük amirinin emriyle bir tiyatro temsilinin yasaklanması konusundaki
yetki kaldırılmış, bu yetki hükmü mülki amirliğin derhal cumhuriyet savcılığına
suç duyurusunda bulunması biçiminde değiştirilmiştir. Fakat yeni düzenlemenin
de sanat özgürlüğünü baskı altında tutmaya yönelik bir nitelik taşıdığında hiç
kuşku yok diye düşünüyorum.

Sinema filmlerinin gösterilme özgürlüğüne gelince, bir filmin gösteriminin


cumhuriyetin Anayasada gösterilen temel niteliklerine, devletin ülkesi ve milli-
yetiyle bölünmez bütünlüğüne, genel ahlaka, genel sağlığa ve kamu düzenine
–ki çok belirsiz bir kavram, nedir “kamu düzeni”, daha hukukçular bu kav-
ramın içinden çıkamadılar; bu bir torba kavram– idare amirlerine her hal ve
kârda büyük takdir yetkisi veren, “kamu düzenine aykırıdır” diye yasaklama
yetkisini kullanmasına imkân veren bir düzenleme. Hatta burada genel sağ-
lığa aykırı bulunması halinde hâkim kararıyla gecikmesinde sakınca bulunan
hallerde de, dikkat buyurunuz, bakanlık veya mülki idare amirlerince eser
yasaklanır ve kanuni takibat açılır yolunda bir hüküm içeren 23 Ocak 1986
tarihli ve 3257 sayılı Sinema Video ve Müzik Eserleri Kanununu yürürlük-
ten kaldıran 14 Temmuz 2004 tarihli Sinema Filmlerinin Değerlendirilmesi ve
Sınıflandırılmasıyla Desteklenmesi Hakkında Kanun. Başlık çok güzel. İnsan
diyor ki, ne güzel, değerlendirme, sınıflandırma, destekleme filan, ama ka-
nunun içine baktığınız zaman değerlendirme, sınıflandırma ve desteklemenin
yanı sıra filmlerin ticari dolaşıma ve gösterime sunulmadan önce kamu dü-
zeni, genel ahlakla küçüklerin ve gençlerin ruh sağlığının korunması, insan
onuruna uygunluk ve Anayasada öngörülen diğer ilkeler doğrultusunda de-
netlenmesi ve değerlendirilmesi hususunda yetkili kıldığı gibi 13. maddesiyle
değerlendirme ve sınırlandırma sonucu zorunlu tutulan işaret ve ibarelerin
kullanılmaması halinde bakanlığın talebi veya üçüncü kişilerin ihbarı üzerine
–espiyoner yöntemlerin, “sayın muhbir vatandaş”ın bir başka türlüsü bu da–
mülki idare amirlerince filmlerin gösterim ve dağıtımının durdurulmasını ve
ayrıca ağır para cezanın verilmesini öngörmüş bulunmaktadır. Yeni düzen-
leme de bu, yani desteklemeden anladıkları bu. Destekleme aynı zamanda
sınırlama ve baskı altına alması biçiminde kendisini gösteriyor.

Fazla uzatmak istemiyorum, vaktim doluyor.

panel yöneticisi

Bu hükümet anayasa yapabilir mi?

ülkü azrak

Bunu burada tartışmak zor. Bakın, hükümetten bahsediyorsunuz. Dünyanın


hiçbir yerinde hükümet anayasa yapmaz, ama anayasayı hükümet yapmaya

25
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT

çalışıyor. Hatta hükümet değil sayın başbakan yapmaya çalışıyor. Bugünlerde


çünkü en can alıcı maddelerin başbakanın iki dudağı arasında olduğunu ifade
eden haberler okuyoruz gazetelerde. Şu halde bu anayasa aslında Türk halkı-
nın ve Türk devletinin anayasası değil, siyasi iktidarın ve onun başkanının ana-
yasası olacaktır. Böyle bir şey dünyada görülmemiştir. Kurucu meclis bağımsız,
tarafsız bir kurucu meclisin hazırlamadığı sadece yüzde 47 çoğunlukla iktidar-
da bulunan bir siyasi örgütün bütün halkın günlük yaşamını bile düzenleyecek
olan bir kurallar külliyesini, yani anayasayı yapmaya kalkışması bir aroganstır.
Affedersiniz, bunu kullanmak istiyorum, hakikaten bu bir aroganstır. Kendisini
büyük görme, her şeyin üstünde görme ve belki de monarşik rejimlere yakışan
bir yaklaşımdır. Onun için bu sorunuzun cevabı kesin bir “hayır”dır.

Bir şeyi daha eklemek istiyorum; sanata karşı tavrı siyasilerin 1933 ve 1945
yılları arasında Alman Nazi rejiminde sanata karşı nasıl tavır takındığını he-
pimizin bildiği bir rejime uygun düşen bir şey. “Dejenere sanat” kapsamını o
kadar genişlettiler ki, o dönemde şahikasına varmış olan 20 ressamın eseri
yasaklandı. Bunların yarısı yurtdışına gitti zaten, ama sadece o değil, müzis-
yenlerin müzikleri de yasaklandı. O müzisyenlerden bazıları Türkiye’ye geldiler
1933’ten sonra ve burada, Ankara’da konservatuarı kurdular. Devlet Senfoni
Orkestrasını kurup idare ettiler.

Türkiye’de siyasilerin sanata karşı yaklaşımı bu dejenere sanat anlayışına çok


uygun düşüyor gibime geliyor. Çünkü Ankara Belediyesi başkanının “Ben böyle
sanatın içine tükürürüm” diye başlayan o çok amiyane yaklaşımı başka yerlere
kadar devam etti. Bale sanatının ahlaksızlık olduğuna varıncaya kadar bir sürü
saçma sapan, değil politikacının, yöneticinin, sokaktaki adamın bile ağzına
yakışmayacak şeyleri söylediklerini ve bu sözlerin onların dünya görüşünü, zih-
niyetini açıkça ortaya koyduğunu görüyor ve doğrusu ben bir yurttaş olarak bu
gelişmelerden çok büyük üzüntü duyuyorum. Teşekkür ederim.

panel yöneticisi

Sayın Azrak değerli katkılarınız için biz çok teşekkür ederiz. Şimdi de Sayın
Fikret İlkiz’e sorularımı yöneltmek istiyorum.

1. Sanat devletin ana görevleri arasında yer almalı mıdır?


2. Hükümetin hukuk tanımazlık girişimlerini ne durduracak? Mademki bu
hükümet anayasa yapamaz diyoruz, o zaman bu hukuk tanımazlıktır. Bu
hukuk tanımazlığı durduracak olan şey nedir?
3. Anayasamıza göre sanat kurumları özerkleşebilir mi?
4. Yaratma ve ifade özgürlüğü açısından baktığımızda mevcut yasalarda nasıl
değişiklikler yapılması gerekiyor?
5. Anayasalar sanatsız da olabilir mi?
6. Bu hükümet anayasa yapabilir mi?

Buyurunuz Sayın İlkiz.

26
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT

fikret ilkiz

Hepinize merhaba. Ne kadar zor sorular soruyorsunuz. Aslında bu sorulara özel-


likle hukuk tanımazlıkla ilgili olmak üzere nasıl bir yol bulunması sorusu herhalde
hepimizin sorusu olsa gerek, ama ben öncelikle kendimden başlayayım. Kendim-
den başlayayım derken ben Eskişehirliyim. Yılmaz Büyükerşen benim elişi hocam-
dı. Ben Eskişehir’de okuduğum sırada sinemaya giderken Türk filmlerine gitmeyi
de çok severdim, ama büyüdükten sonra bazı şeyleri unutmamaya karar verdim.
Meğer benim seyrettiğim filmler daha önceleri başkaları tarafından zaten seyre-
diliyormuş. O nedenle en azından o seyredenlerin vermiş olduğu kararda benim
ahlakımın, benim namusumun, benim en azından dünya görüşümün belirlendiği-
ni bilmiyordum. Onun için öncelikle hukuk tanımazlıkla mücadele edebilmek için
sanıyorum bunları akılda tutmak gerekiyor. Bunlar hangileri? Meğer benim için
daha önceden 25 Ocak 1960 tarihinde “Ağlarsa Anam Ağlar” filmi için karar
verilmiş. Verilen karar da şuymuş: Mahmut’un 20 günlük kurs için askere gitmesi
sebebiyle sevgilisinden ayrılması ve başına gelen bütün faciaların nizamnamenin
7/7’de belirtilen halkı askerlikten soğutucu bir nitelik taşıdığı ve bu safhaların
başka bir sebebe dayandırılması gerektiğinden dolayı bu filmde nizamname ge-
reğince yasaklama getirilmiş. Leyla ile Handan birlikte oturmaya karar verdikle-
ri zaman senaryoda ve diyalogda bulunan “Kazancımızı ortaya koyar beraber
harcarız” sözünün çıkarılması gerekiyor, çünkü bazı üyeler bu sözün komünizmi
andırdığı ve komünizm düşüncesini aşıladığını ifade etmişler ve yine ben daha
o yıllardayken, 1960 yıllarında “Ya Ben Ya O” filmini seyretmeden önce 1961
yılında bir karar verilmiş. Emniyet Genel Müdürlüğü temsilcisi demiş ki, “Filmde
kayınpederin damadın eline sarılarak öpmek istediği sahneyle damadın babaya,
‘Öpülecek el varsa kızınındır, kızının elini öp’ sözleri kayınbabalık gururunu tama-
mıyla kıran bir hareket olarak mütalaa ettiğimden dolayı muhalifim.” Ayrıca “Ayrı
Dünya” isimli bir film –bu filmi seyrettiğimi de çok iyi hatırlıyorum, çünkü Vahi
Öz oynuyordu bu filmde– tersanede gemi tamiri sırasında çalışan Vahi Öz’ün
balyozu vururken kırıtması sahnesi çalışma vakar ve ciddiyetine uymadığından
bu sahnenin çıkarılmasına karar verildi. Yine “Bir Bahar Akşamı” isimli film içinse,
Oya’nın babasının Suat hakkında söylediği, “İkiniz de ayrı âlemlerin insanlarısı-
nız” cümlesi bir sınıf farkını ima ettiğinden çıkarılmasına karar verilmiş.

Ben bunları unutmak niyetinde değilim, daha doğrusu bunları akılda tutmak ge-
rektiği fikrindeyim. Bunu niçin böyle söylediğimi de ifade edeyim: Mazur görün,
büyüyüp okula başladıktan sonra fakülteye başlamadan önce, daha doğrusu
Yılmaz Büyükerşen Eskişehir’de Belediye Şehir Tiyatrosunu kurmuştur. Ben o yıl-
larda Büyük Kulak, Yerma ve Lorca’nın oyunlarını Eskişehir Belediyesi Tiyatro-
sunda izledim. Sonra 67’de üniversiteye geldim, Hukuk Fakültesinde okumaya
karar verdiğim yıllar, ama o tarihte başka bir karar daha vermiştik: İşçi sınıfının
diktatörlüğünü kurabilmek için ihtilal yapmaya karar vermiştik. Bu ihtilali gerçek-
leştirmek için de en önemli olgulardan birisinin işçi sınıfının tiyatrosunu kurmak
olduğuna karar vermiştik ve bunları yapmaya başladığımız zaman yıllar geçti.

Sonra biraz önce sayın hocamın ifade ettiği Polis Vazife ve Salahiyetleri Ka-
nununun ek 1. maddesiyle ilgili bazı Anayasa Mahkemesi kararları okunmaya
başladı. Bu Anayasa Mahkemesi kararlarını okuduğu zaman çok ilginçtir, ek 1.

27
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT

madde doğrudan doğruya Polis Vazife ve Salahiyetleri Kanunu olarak bir emni-
yet görevlisine benim yıllarca unutmak istemediğim konuda hak veriyordu. Yani
filmlerin denetlenmesi, tiyatrolardaki herhangi bir oyunun denetlenmesi, hatta
benim ahlakıma uymayan oyunların yasaklanması konusunda da hak veriyordu.
Nasıl olmuşsa 1985 yılında bu konu Anayasa Mahkemesine götürüldüğü zaman
Anayasa Mahkemesi de ek 1. maddenin Anayasaya aykırı olmadığına karar
vermiştir, ama o tarihlerde çok ilginç ve bana göre de aslında o yıllardan beri
tartıştığımız bir konuda bir üyenin de muhalefet şerhi vardır. İşte, biz herhalde
hukukçular olarak hayatımız boyunca sanat anlamında sürekli muhalefet şerhle-
rinde kalmayı da sevdiğimiz için onlar bizim yaşamımızda daha farklı bir ifade
ve daha farklı bir kapı açtığından dolayı ne yazık ki hep muhalefet şerhlerinde
kalıyoruz. O tarihteki muhalefet şerhinde şöyle yazıyordu: Anayasa Mahkeme-
sinin 1974 yılında vermiş olduğu bir karara atıf yapıyor ve atıf yaparken de di-
yordu ki: “Milli güvenlik ve kamu düzeni uygulayıcıların kişisel görüş ve anlayış-
larına göre genişleyebilecek, öznel yorumlara elverişli, bu nedenle de keyfiliğe
dek varabilecek ve aşamalı uygulamalara da yol açabilecek genel kavramlardır.
Anayasa Mahkemesinin bu anlamdaki kararı bakımından özellikle temel hak ve
özgürlüklerdeki özel sınırlandırmalar için demokratik toplum düzenine gerekleri-
ne aykırı olamaz şeklindeki düzenleme tiyatro, sinema gibi sanat etkinlikleri de-
mokratik bir toplumda düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünün vazgeçilmez
araçlarıdır. Sanat, sanatçının özgür olduğu, sanatsal etkinliklerin tehdit altında
bulunmadığı bir ortamda gelişebilir. Genel kavramlara dayanılarak görevlile-
rin görüşlerine ya da takdirlerine göre getirilen sınırlandırmalar güdümlü sanat
anlayışını taşır ve güdümlü sanat anlayışını gündeme getirir. Sanatta çağdaşlaş-
maya özgürlüklerin aşırı sınırlandığı bir ortamda ulaşılamaz. Sanat ve sanatçı-
nın yaratıcı yeteneği ancak özgür ortamda gelişir. Bir başka deyişle sınırsızlık
sanatçıya yeni ufuklar açar” diyordu. İşte bu benim çok beğendiğim Anayasa
Mahkemesi kararlarından birisi, ama ne yazık ki muhalefet şerhinde yazılı olan
bir karar. Peki, dünden bugüne gelişen temel hak ve özgürlüklere bakıldığında
sorduğumuz soruya yanıt olabilmesi için acaba anayasalarda veya temel hak ve
özgürlüklerde sanatın korunması, sanatçının korunması yer almalı mıdır?

Sayın hocamın söylediği gibi buna hayır demek mümkün değildir, doğrudan
evet demek gerekir. Çünkü insanlığın geçirdiği aşamaya baktığımız zaman
ikinci kuşak haklar olarak adlandırılan ve yine İnsan Hakları Evrensel Bildir-
gesinin 22. maddesinden başlayarak 27. maddesine kadar düzenlenmiş olan
sosyal ve ekonomik haklar yanında kültürel haklar da yer almaktadır. O halde
dünya bu hakları tanımaktadır. Biz tanıdık mı? Biz 1961 Anayasasıyla tanı-
dık, hatta bu anlamda sosyal hakları ve kültürel hakları bir başka deyişle ifade
özgürlüğüyle bağlantısını kurarak isteme hakları olarak da değerlendirdik. O
halde başka bir ifadeyle söylemek gerekirse sosyal bir devletin gerçekleştirme-
si gerekli olan görev bizim isteme haklarımızı yerine getirmektir. Yani bizim
kültürel haklarımızı yerine getirmektir, bizim sanatla olan bağlantımızı kurmak
konumundadır. Sayın hocam altını çizerek söyledi, 1982 Anayasasında bu
haklara baktığınız zaman ailenin korunması, eğitim ve öğrenim hakkı, çalışma
ve özgürlük hakkı gibi 64. madde de bu kategoride “sanat ve sanatçının korun-
ması” başlığını taşımaktadır. 64. madde sanat ve sanatçının korunmasıysa o
halde 64. maddenin özünde ve merkezinde insan vardır, yani toplumsal niteliği

28
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT

gereği bu maddenin anayasalarda yer alması zaten koşuldur. Bu koşul devleti


sosyal devlet olmaya iter, bu koşul devletin sosyal devlet olma niteliğini artırır.
Ona verilen pozitif yükümlülükleri çoğaltır. Peki, bizde böyle midir?

1961 Anayasasında ilk kez “bilim ve sanat hürriyeti” başlığı altında 21. mad-
deyle yerleşmiştir. 1961 Anayasası “Herkes bilim ve sanatı serbestçe öğrenme,
öğretme, açıklama, yayma ve bu alanlarda her türlü araştırma yapma hakkı-
na sahiptir” der. 1982 Anayasası da 5. maddesine baktığınız zaman insa-
nın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya ve
bu hazırlanan şartlarda da devletin çalışması gerektiğinin altını çizer. 1982
Anayasasının 49. maddesine bakarsanız 61 Anayasasının 41. maddesinden
hareketle herkese insan haysiyetine yakışır asgari bir hayat düzeni sağlama
görevi vermiştir. O halde bütün bu görevler devlete bu şekilde verildiği andan
itibaren en azından düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünün düzenlendiği
26. madde mademki temel hak ve özgürlüklerin omurgası olan ifade özgürlü-
ğünü düzenlemişse bu özgürlükten kaynaklanan hak ve özgürlükleri de bera-
ber değerlendirmesi gerekli olan 64. madde olmazsa sosyal devlet olma ilkesi
ortadan kalkar.

Anayasa Mahkemesi 1985 yılında vermiş olduğu bir kararında “sosyal dev-
let” tanımı yapmaktadır. Sosyal devlet tanımını yaparken de söylediği şudur:
“Sosyal hukuk devleti insan hak ve hürriyetlerine saygı gösteren, ferdin huzur
ve refahını gerçekleştiren ve teminat altına alan, kişiyle toplum arasında denge
kuran, emek ve sermaye ilişkilerini dengeli olarak düzenleyen, özel teşebbüsün
güvenlik ve kararlılık içinde çalışmasını sağlayan, çalışanların insanca yaşama-
sını ve çalışma hakkının kararlılık içinde gelişmesi için sosyal, iktisadi ve mali
tedbirler alarak çalışanları koruyan, işsizliği önleyici ve milli gelirin adalete uy-
gun bir biçimde dağılmasını sağlayıcı tedbirleri alan, adaletli bir hukuk düzeni
kuran ve bunu devam ettirmeye kendini yükümlü sayan, hukuka bağlı kararlılık
içinde ve gerçekçi bir özgürlük rejimini uygulayan devlettir.” Benim bildiğim
devlet ise bunu uygulamayan devlettir. Bunu uygulamayan devletin en önemli
ipuçlarından birisi 64. maddenin tasarıda yer almamasıdır. Bir başka deyişle
karşı çıktığınız noktada korunması gerekli olan 64. maddeden vazgeçilmesi
anlamına gelmektedir.

Bir diğer Anayasa maddesine baktığınız zaman da 65. maddede özellikle


devlet sosyal ve ekonomik alanlarda Anayasayla belirlenen görevlerini özel-
likle istikrarın korunması şeklindeydi, kaldırıldı ve değiştirdi. Mali kaynakla-
rın yeterlilik ölçüsündeydi, bu da değişikliğe uğratıldı. 65. maddeyle verilen
görev anlamında da sosyal devlet olma ilkesini yerine getiren devlet olarak
Anayasada yer almaktadır. Devlet sosyal ve ekonomik alanlarda Anayasayla
belirlenen görevlerini, bu görevlerin amaçlarına uygun öncelikleri gözeterek
mali kaynakların yeterliliği ölçüsünde yerine getirir. Mali kaynakların yeterliği
ölçüsünde yerine getiririn anlamı ve bu anlamdaki cümlenin bile Anayasadan
çıkmasını ve bu Anayasada yer almamasını tartışmamız gerekirken, bir başka
deyişle devlet sosyal ve ekonomik alanlarda Anayasayla belirlenen görevlerini
ve bu görevlerin amaçlarına uygun olarak yerine getirilir şeklinde düzenlenmesi
gerekirken bu şekilde yer almasını bile tartışmamız gerektiği ortamda 64. mad-

29
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT

de çıkartılmaktadır. Bu hukuka aykırıdır, Anayasaya aykırıdır. Yine son ve ulus-


lararası sözleşmeler olarak baktığımız zaman başlıklarını vererek söyleyeceğim
üç sözleşme vardır. Bunlardan birisi bildirgedir, İnsan Hakları Evrensel Bildirge-
sidir. Bu bildirgenin 19. maddesi ifade özgürlüğüdür, ama bu bildirgenin 22.
maddesine baktığınız zaman herkesin toplumun üyesi olarak toplumsal güven-
liğe hak sahibi olduğunu ve ayrıca ekonomik, toplumsal ve kültürel haklarının
gerçekleşmesi hakkına da sahip olduğu 1948 Evrensel Bildirgesinde yer al-
maktadır. Yine bu haklarla ilgili olmak üzere 27. maddesine baktığınız zaman
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinin herkes toplumun kültürel yaşamına özgürce
katılma ve sanattan yararlanma ve bilimsel gelişmeye katılarak yararlarını pay-
laşma hakkına sahiptir demektedir.

O halde mevcut Anayasa tasarısı 48’in gerisinde kalan bir Anayasadır ve yine
bu maddeyle bağlantılı olmak üzere Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin her
ne kadar 10. maddesinde ifade özgürlüğü düzenlenmemiş olmasına rağmen,
böyle gözükmesine rağmen Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından veri-
len pek çok kararda sanatın ve kişilerin sahip olduğu sanat özgürlüğünün ve
hakkının tanınması gerektiği konusunda da kararlar vardır. Peki, bizim taraf
olduğumuz Birleşmiş Milletlerle ilgili olmak üzere ikiz sözleşmeler olarak anılan
Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesine baktığımız zaman Türkiye’nin durumu
nedir diye soracak olursanız gerçekten bu sözleşmenin de 19, 20 ve özellikle
26. maddesini dikkate alacak olursak ki, ifade özgürlüğünü düzenleyen sözleş-
menin 10. maddesine yapmış olduğu atıfla da “herhangi bir şekilde herkes ifa-
de özgürlüğü hakkına sahiptir” dedikten sonra bu hakların içerisinde özellikle
sanat ve bununla ilgili olmak üzere kültür yer almaktadır. Daha da önemlisi bu
sözleşmeye Türkiye taraf olduğuna göre bu sözleşmeyle bağlantılı olmak üzere
de herkesin hukuk önünde eşitliği, bir başka deyişle bu sözleşmenin 26. madde-
si bakımından da bir devletin görevi bulunmaktadır. O görev de herkes hukuk
önünde eşittir ve hiçbir ayrımcılığa tabi tutulmaksızın hukuk tarafından eşit ola-
rak korunma hakkına sahiptir der. O halde bizim bu haklarımız korunmalıdır.

Son soruya son yanıt, bu hükümet –hocamın sözlerine katılıyorum– yeni bir
anayasa yapabilir mi veya en azından Türkiye Büyük Millet Meclisi böyle bir
anayasa gerçekleştirebilir mi? Bu anayasayı eğer herhangi bir şekilde meclisten
geçirirse bu gerçekten meşru sayılan bir anayasa mı olacaktır?

panel yöneticisi

Aynı zamanda, çok özür dilerim, böyle bir şeyin taslak olarak sunulması suç
teşkil etmiş olmuyor mu mevcut anayasaya göre?

fikret ilkiz

Peki, siz suçları istediğiniz kadar üretebilirsiniz de, ben suçları çok fazla üret-
mek niyetinde değilim. “Anayasa suçu”, “anayasal suç” diye bir şey olmaz,
ama Türk Ceza Kanununa göre görevi ihmalden yargılayabilirsiniz, o da sizin
seçiminizdir. Bu tartışma yeni değildir, bu tartışma 1991 yılında yapılmıştır.
1991 yılında yapılmış olan bu tartışmanın özünde şu vardır: Anımsarsanız
1991 yılı ve 1992 yılı seçimlere denk gelen ve seçimlerin yapıldığı bir dönem

30
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT

muhalefet partileriyle mecliste iktidar olan hükümet partilerinin ortak bir payda-
sı vardır. 12 Eylül 1980 Anayasası değiştirilecektir. Bunları seçim vaadi olarak
da bütün seçim broşürlerinde özellikle altını çizerek açıklamışlardır. Bunu niçin
söylüyorum? Çünkü o tarihte meydana gelen Türkiye Büyük Millet Meclisi se-
çimlerden sonra Anayasanın değiştirilmesi konusunda muhalefeti ve iktidarıyla
bir mutabakata sahiptir. O mutabakat çerçevesinde bir Anayasa değişikliği
gündeme gelmişti ve yine anımsarsanız Sayın Prof. Erdoğan Teziç, Sait Güran,
Yıldızhan Yayla, Köksal Bayraktar, Devrim Ulucan, Bülent Tanör, Fazıl Sağlam,
Süheyl Batum, Necmi Yüzbaşıoğlu’ndan o tarihte yeni bir anayasa için TÜSİAD
talepte bulunmuştu. Onlar da şu an bizim konuştuklarımızı 17 Mart tarihli o ta-
rihteki 1992 tarihli açıklamalarında dile getirerek bunu anlattılar. Dediler ki, bu
akademik olmaktan çok siyasi bir iştir, ama en azından bu tartışmayı yapabil-
meniz için bu meclisin bu anayasayı yapabilmesi için bir mutabakat gerekir. Bu
mutabakat sağlanmış olsa bile 17 Mart 1992 tarihli yeni bir anayasa tasarısı,
Yeni Bir Anayasa İçin başlıklı sunuş yazılarında, en azından önerinin giriş bö-
lümünde şunu söylediler: 1982 Anayasasında değişiklik yapılması ya da yeni
bir anayasa hazırlanması tartışmaları 1983 genel seçimlerinden hemen sonra
ülke gündemine girmiştir. O halde 82 Anayasasının demokratik ve katılımcı
olmayan bir ortamda hazırlanmış olmasının bu anlamdaki istekte çok büyük
payı vardır ve acaba biz yeni anayasanın hazırlanması bakımından bugünkü
Türkiye Büyük Millet Meclisi yetkili midir değil midir? Böyle bir girişim eğer
yetkili görülürse nasıl yapılacaktır tartışması gerçekleşmiştir ve nasıl yapılacak-
tır tartışmasından sonra da bu işin bir istenirse kurucu meclis işi olduğu, ama
istenmezse en azından böyle bir mutabakat varsa bu siyasi partilerin meclisteki
egemenlik hakkından kaynaklanan ve bizim adımıza kullanmalarından kay-
naklanan, gerçekleştirecekleri yeni bir anayasanın sonuçta bir halk oylamasına
sunularak gerçekleştirilebileceği konusunda da açıklama yapmışlardır. O halde
en azından yanıt vermek gerekirse 1992 yılındaki 17 Mart 1992 tarihli bu
anlamdaki sunuş yazısında geçerli olanların tümü bugün de geçerlidir. O halde
2007 yılında biz hâlâ bu anlamdaki bir tasarının nasıl yapılacağı konusunu
tartışıyorsak ve bugünkü hükümetin en azından bir anayasa yapamayacağı-
nı, meclisin de böyle bir mutabakatı olmadığını dikkate alacak olursak yeni
bir anayasa yapmakla 175. maddesinin arasında dağlar kadar fark olduğunu
bilmek gerekiyor. Bunu biz biliyoruz, ama bilmeyenlere öğretmek bilmeyenlere
göstermek herhalde bu kadar hukuksuzluğa karşı hukukla mücadele edebilmek
için belki bir başlangıç olur.

Hepinize saygılar sunarım.

panel yöneticisi

Sayın İlkiz, değerli katkılarınız için çok teşekkür ederiz. DSP Parti Meclisi üyesi
ve Devlet Opera ve Balesi eski genel müdürü Sayın Hüseyin Akbulut sorum size
olacak.

1. Sanat devletin ana görevleri arasında yer almalı mıdır?


2. Anayasanın 64. maddesinin kaldırılması ülkemizdeki sanat kurumlarını
nasıl etkileyecektir?
3. Devlet-sanat ilişkisinde devletin rolü ne olmalıdır? Buyurunuz efendim.

31
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT

hüseyin akbulut

Sayın başkan, çok teşekkür ediyorum. Sayın başkan, değerli katılımcılar, değerli
sanatçılar; Atatürk Kültür Merkezimizin değerli müdürü aramızda, çok teşekkür
ediyorum. Herhalde sanatçılar adına katıldılar. Demokratik Sol Partinin yönetici-
lerini görüyorum, hoş geldiniz, çok teşekkür ediyorum. Özellikle de sanat alanını
konu alan böyle bir panel, sempozyum nedeniyle ben Özerk Sanat Konseyini
kutlamak istiyorum ve tabii çok ilginç bir soru hepimize soruluyor. Sanat devle-
tin görevleri arasında olmalı mıdır? Sanıyorum hepimize sorulan temel soru bu
olacak.

Sanatı, sanatın yaşamımızdaki işlevini sanıyorum AKP hepimizden daha iyi bili-
yor da biz toplumun büyük bir kesimi onu yeteri kadar algılamadığımızı düşünü-
yorum. Çünkü benim de çalışma yaşamımda gördüğüm şudur: Bu türlü iktidarlar
gelince ilk uğraştıkları alanlar sanat alanlarıdır, operadır, baledir, tiyatrodur.
Daha aslında cumhuriyetin temel çizgisini yürütmekle görevli olan diğer alan,
siyaset dünyamızın daha çağdaş bölümü, sanırım ki, sanatı, ona verilmesi gere-
ken değeri yeteri kadar algılamıyor. Şunu söylemek istiyorum: Sanat ve kültür bir
süs bitkisi değildir. Yani günlük, haftalık işlerimizden sonra yapmamız gereken,
başvurduğumuz bir alan değildir. Bizim için merkezi bir olaydır.

Ben cumhuriyetimizin kuruluşunda bu alana verdiği önemi bir kronolojiyle yan-


sıtırsam sanatın devletin görevleri arasında olup olmaması sorusunu yanıtlamış
olurum. Yalnız satır başlarıyla müzik ve sahne sanatları alanında cumhuriyeti-
mizin kuruluşundan 1948 yılına kadar olan bölümü aktarmak istiyorum. Bakın,
1924 eğitimin birleştirilmesi kanunuyla müzik dersinin müzik ve sahne sanatları
alanında yapılanları yalnızca aktarmak istiyorum.

Müzik dersi ilk kez 1924’te müfredat programında yer alıyor.

1924: Mızıka-i Hümayunun Ankara’ya getirilerek halka konserler veren Cum-


hurbaşkanlığı Senfoni Orkestrasına dönüştürülmesi.

Yine 1924: Musiki Muallim Mektebinin kurulması.

1925: Sanat alanında sanatçı ve eğitimci yetiştirmek üzere Avrupa’ya gön-


derilen ilk 10 öğrenci. Bunun 5’i müzik, 5’i plastik sanatlar alanında, resim
alanındadır. Saygun, Erkin, Alnar, Ekrem Zeki Ün gibi Cemal Reşit Rey gibi ilk
bestecilerimiz bu eğitimden geçerek yetiştirildiler.

1926: Darülelhan’ın konservatuara dönüştürülmesi.

Yine 1926: Genç cumhuriyetin tanıtılması amacıyla Karadeniz gezisiyle yapı-


lan bir seyahat. Yine orkestranın 3 ay boyunca limanlarda genç cumhuriyeti
tanıtma gezisi. Ben Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrasında 20 yıl çalıştım, 9
sene yöneticilik yaptım. Bize hiçbir zaman 10 günü geçen bize bir tanıtım göre-
vi verilmemiştir. 1926’da 3 ay süreyle Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası 18
liman kentini dolaşarak genç cumhuriyeti tanıtmayla görevlendiriliyor.

32
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT

1932: Halkevlerinin kurulması. Kurulan halkevleri ve halk odası sayısının 4708


olduğunu söylersem, köylere, beldelere kadar yansıyan bir kültür hareketinin
büyüklüğünü göstermiş, görmüş oluruz.

1934: İlk Türk Operası “Özsoy”. Vaktimiz olursa küçük bir öyküyü anlatmak
gerekiyor.

1934: Milli Musiki ve Temsil Akademisinin kurulması.

1934: Cemal Reşit Rey tarafından İstanbul’da kurulan ilk orkestra.

1934: Besteci Hindemith’in Türkiye’ye çağrılması ve konservatuarın kuruluş


hazırlıkları.

1935: Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğünün kurulması.

1936: Ankara Devlet Konservatuarının kurulması.

1937: Müzik öğretmenliği okulunun Gazi Eğitim Enstitüsüne bağlanması.

1938: Askeri Mızıka Okulunun açılması.

1940: Tatbikat sahnesinin kurulması.

1942: Bestecilerimize eserle siparişlerinin yapılması, yaratıcılığın teşvik edilme-


si amacıyla…

1944: İstanbul Şehir Orkestrasının kurulması.

1948: Ankara’da Devlet Operasının ve Devlet Tiyatrolarının kurulması.

1948: Harika Çocuklar Yasasının çıkartılması.

1948: Devlet Balesinin kurulması.

Şunu söylemek istiyorum: Tarihleri özellikle belirtiyorum. 1924’ten 1948’lere,


1936’lara kadar yapılan bu kültür hareketi, sanat hareketi, ben iddiayla söylü-
yorum, dünya kültür tarihinde hiçbir devletin sanata bu kadar kısa süre içinde
bu kadar önem vermediğinin çok önemli göstergesidir. Peki, ne yapılmıştır?
Dahası 1924 diyoruz, savaştan yeni çıkan bir ulus cılız bir devlet bütçesiyle
yokluk içinde bu hareketleri geliştiriyor. Şunu söylemek istiyorum: Sanat devletin
görevleri arasında olmalı mıdır sözcüğü çok arkada bir sorudur. Bizim devleti-
mizin kuruluşunda sanat bilimle birlikte yapıtaşı olarak yer almıştır ve devletimiz
bir boyutuyla bu alanın üzerine kurulmuştur ve ben bunu çok önemsiyorum.
Çok düşünüyoruz, neden? Çünkü asıl olan insandır. İnsanın duygu ve düşün-
ce dünyasını değiştirmedikçe sizin hiçbir şey yapmanız mümkün değildir. İşte
cumhuriyetin kuruluşunda Mustafa Kemal Atatürk’ün ve devletin kurucularının
gerçekleştirdiği kültür-sanat hareketinin bütün amacı budur. Yeni Türk insanını
yaratmak, yeni toplumu yaratmak, çağdaş toplumu yaratmak olarak ben vur-
gulamak istiyorum.

Peki, ne yapılmıştır? Onu kısaca açıklamak gerekiyor. Bu yoğun kurumlaş-


ma ilerleyen süreç içinde önce yavaşlamış, giderek terk edilmiş, sonunda

33
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT

kültürsüzleştirme ve sanatsızlaştırmayla karşı devrim kültürü dayatılmış. Yani


yaşadığımız süreci de böyle tarif edebiliriz. Önce yavaşladı bu süreç, sonra
terk edildi, şimdi yapılan da cumhuriyetin getirdiği bu alanı ortadan kaldırmak
olarak tanımlıyorum.

Bunların birkaç örneğini vermek gerekiyor. Sorun yalnız AKP’nin bugün tartış-
tığımız bu süreçle ilgili değildir. AKP yönetimlerinden önce de bu alanın önemi
yeteri kadar algılanamamıştır. Bakın 1982’de bu alanı yürütmekle görevli Kül-
tür Bakanlığına verilen bütçe rakamı genel bütçenin binde 9, yani yaklaşık yüz-
de 1’ine yakınken 1995 yılında binde 5, 1996 yılında binde 3,6, 2002 yılında
binde 2,8, 2005 yılında Turizm Bakanlığıyla birleştirilerek iki bakanlığın bütçesi
binde 4,9, 2007 yılında binde 3,7’ye düşürülmüştür. Devlet iki bakanlığa, bin
lirasının yalnız 3,7 lirasını Turizm ve Kültür’e veriyor. Ben bu bütçe görüşme-
leriyle ilgili verileri aldım. Bakın, 2008 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı büt-
çesinin 826.586.000 YTL, binde 3,7, kültür sektörüne ayrılan pay 89.000.664
YTL, dahası bakanlığın kendi içindeki payı yüzde 1 civarında artarken kültür
sektörüne verilen bütçe yüzde 10 azalıyor. Bu şunun göstergesi: Bu alana değer
vermiyoruz, bu alanı neredeyse yok sayıyoruz.

Peki, ne yapılmıştır? Başka bir olay yapılmıştır. Bugün Özerk Sanat Konseyi
anlayışıyla ve çok yakın olduğu için özellikle belirtmek istiyorum: Kültür politi-
kalarını her gelen siyasi parti kendi ideolojisine göre yönlendirmek istemiştir.
Hâlâ da bu yapılıyor. Halbuki kültür ve sanat toplumun tümünü kucaklamalıdır.
Ancak her iktidar değişiminde her parti kendi ideolojisine uygun siyasetler güt-
müştür. Oysa kültürü siyasi partilerin değişiminden etkilenmeyen bir yapıya ka-
vuşturmak gerekiyor. Özerk Sanat Konseyimizin de uğraştığı alan budur. Kültür
sanatı kültür ve sanat insanlarıyla yürütmek, yani siyasetin yönlendirmesiyle
değil öyle bir yapıya kavuşturmanın çok önemli olduğunu belirtmek istiyorum.

Üçüncü bir şey daha yapılmıştır: Hep geçmişe dönük kültür politikaları ön plana
çıkartılmıştır. Korumacılık anlayışıyla kültür hareketi yapılmıştır. Oysa toplumu
ileriye taşıyan yaratıcı, yenilikçi, yerel değerleri koruyan, ama evrensel anlayı-
şa yansıyan politikalar yürütmek gerekiyordu. Bu da yapılmamıştır. Hâlâ ben
izliyorum yeni kültür bakanımızı, koruma refleksini çok yoğun görüyorum. Tabii
ki koruyacağız, ama toplumu onlarla meşgul etmek, onlara özendirmek değil
daha üst düzeydeki yaratıcı, yenilikçi bilgi toplumunu asıl alan politikalar gere-
kiyordu. Bu da yapılmamıştır.

Peki, bunun yarattığı şey nedir? Ben sahne sanatlarıyla ilgili rakamlar vermek
istiyorum. Yalnız 6 kentimizle sınırlı bir opera bale yaşantımız, yine 6 kentimiz-
le sınırlı bir senfonik orkestra yaşantımız, yalnız 13 kentimizle sınırlı bir tiyat-
ro yaşantımız, yani işin öbür cephesinden bakarsak 70-75 kentimiz, kentimiz
dediğimiz il merkezimizin bu alanlardan, bu kurumlardan yoksun olduğunu
belirtmek istiyorum. Bakın, yalnız il merkezlerimizle ilgili sayıları veriyoruz.
Halbuki 3000’e yakın ilçemiz, beldemiz ve köylerimizi hiç saymıyoruz, halbuki
orada yaşayan insanların da duyguları var, kulakları var, gözleri var. Onlar
da bir şey duymak, görmek istiyorlar. Onları hiç saymıyoruz. İşte cumhuriyetin
4708 Halkevi derken köylere kadar uzanan kültür hareketinin ne denli önemli

34
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT

olduğu meydana çıkıyor. Böyle bir Türkiye yarattık, yalnız 5-6 ilimizle sınırlı ku-
rumlaşma yarattık. Halbuki Almanya’da mesela 150 orkestranın, 120 operanın
olduğunu, neredeyse kasabada, köylerde tiyatronun olduğunu... Biz Avrupa
Birliğine gireceğiz değil mi? Bunları özellikle bu sayıları vermek istiyorum. Ne
yapılmıştır? AKP gelince ilk icraatı Kültür Bakanlığını kapatmak olmuştur, tu-
rizmle birleştirmiştir. Kültürü turizme hizmet sektörü olarak görme bir anlayıştır.
Dünyada böyle bir anlayış yoktur. Kamu Yönetimi Temel Kanunuyla kültürü ken-
di sorumluluk alanından çıkartmaya çalışmıştır. Yasa meclisten geçmiştir, cum-
hurbaşkanını vetosunda kaldığı için kalmıştır, şimdi tekrar getiriyorlar. Konu
nereye kadar gelmiştir? Kültür merkezlerimizi yıkmaya kadar, AKM’yi, Muhsin
Ertuğrul Sahnesini, orkestralarımızı kapatmaya kadar gelmiştir.

Ben birkaç cümleyle de yasada yer alan bu maddelere bir vurgu yapmak isti-
yorum. 1961 Anayasasında ekonomik haklar, iş, konut, eğitim, sağlık, sosyal
güvenlik haklarının yanında bilim ve sanat hürriyeti başlığıyla 20. madde ge-
tirilmiştir. Herkes bilim, sanatı öğrenme hakkına sahiptir. Yine 129. maddede
iktisadi, sosyal, kültürel kalkınma plana bağlanmıştır. Bakın, “kültürel kalkınma”,
“sosyal kalkınma”... 153. madde çok önemli: “Bu Anayasanın hiçbir hükmü Türk
toplumunun çağdaş uygarlık seviyesine erişmesi ve Türkiye Cumhuriyetinin laiklik
niteliğini koruma amacını güden Devrim Kanunlarının Anayasaya aykırı olduğu
şeklinde yorumlanamaz” güvenceleri getirilmiştir. 1981 Anayasasında, tekrarla-
mak istemiyorum, “sanat ve sanatçının korunması” maddesi getirilmiştir.

Bugün henüz açıklanmayan, ama internet sayfalarına konulan yeni “AKP Ana-
yasası” diyeceğimiz bir anayasada bakın, bu kaldırılmıştır. Bununla beraber
şunlar da kaldırılmıştır: 58. madde çok önemli olduğu için söylüyorum, gençli-
ğin korunması maddesi kaldırılmıştır. 59. maddede sporun geliştirilmesi, 107.
maddede sanatın ve sanatçının eski 64. madde, 134. maddede Atatürk Kültür
Dil Tarih Yüksek Kurulu kaldırılmıştır, 173. maddede esnaf ve sanatkârların
korunması kaldırılmıştır. Bunun yerine çevrenin korunması, ormanların korun-
ması, kıyıların korunması, tarih, kültür, tabiat varlıklarının korunması hükümleri
bırakılmıştır. Bunların da nasıl korunduğunu biliyoruz. Ben bunları da sanatla
beraber gençliğin korunmasının, sporun korunmasının, Atatürk Kültür Dil Tarih
Yüksek Kurulunun ve esnaf sanatkârların korunması maddelerinin birlikte düşü-
nülmesini özellikle belirtmek istiyorum. Sorun cumhuriyetle ilgili sorundur, AKP
iktidarının cumhuriyetin korunmasıyla ilgili bir kaygısının olmadığını biliyoruz.
Bu nedenle sanat alanındaki yapılan bu yaptırımların da ona bağlantılı olduğu-
nu söylüyorum, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

panel yöneticisi

Sayın Akbulut değerli katkılarınız için çok teşekkür ederim. Söylediklerinizden


özetle şunu anlamış olduk ki, 1924’le başlayan sanat devriminin 1948’de kesintiye
uğradığını görüyoruz. Atatürk’ün şu sözü çok çarpıcıdır; demişti ki, “Güzel sa-
natlar alanında başarı kaydedemezsek devrimler gerçekleşmiş sayılmaz.” Demek
ki, o günden bugüne baktığımızda görülüyor ki karanlık karşıdevrim harekete
geçmiş ve sanat alanındaki devrimleri kesintiye uğratmak için gereğini yapmaya
başlamıştır. Sayın Akbulut değerlendirmeleriniz için çok teşekkür ederim

35
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT

Şimdi de sözü İstanbul Barosu Başkanı Sayın Av. Kazım Kolcuoğlu’na vermek
istiyorum ve sorularımı kendilerine yönlendiriyorum:

1. İstanbul Barosunun alternatif anayasa hazırlama çalışmaları var mı?


2. Alternatif anayasa çalışmalarında alanında uzmanlaşmış sanat kuruluşlarının
danışmanlığından yararlanılıyor mu?
3. Bu hükümet anayasa yapabilir mi?
4. 1982 anayasasının özgürlük kapsamı nedir?
5. Devletin ana görevleri arasında sanat olmalı mıdır? Buyurunuz Sayın Kolcuoğlu.

kazım kolcuoğlu

Hepinize saygı ve sevgilerimi sunuyorum. Bu toplantıyı düzenleyen Sanat Konse-


yine de teşekkür ediyorum. Seçilen konu gerçekten günümüzün çok önemli bir ko-
nusudur. Bu önemli konunun açıkça tartışılmasına neden olan olaylar 71 milyon
insanı yakından ilgilendiren ortak bir sözleşme olmasından kaynaklanmaktadır.
Bilindiği üzere anayasa değişikliği ya da yeni bir anayasa yapma istemi iktidar-
dan gelmiştir. Hâlâ kapalı kapılar arkasında net olarak neyin istendiği, hangi de-
ğişikliklerin yapılacağı, bu değişiklikleri yapma gerekçeleri, bu değişikliklerin ki-
minle nasıl tartışılacağı ve kamuoyunda bu konuda ortak bir uzlaşmaya varılması
yollarından hangisinin seçildiği konusunda herhangi bir açıklama bulunmuyor.
Tamamen kapalı kapılar arkasında ve zaman zaman çok sıkışıldığında, “Genel
başkanın bu konudaki görüş ve düşünceleri bizi aydınlatacak” denilerek bazı
konularda yetki ve görevin tamamı sanki bütün Türk milletini temsile başbakan
yetkiliymiş gibi kendisine veriliyor. Bu tür bir anlayışla karşı karşıyayız.

Öncelikle böyle bir düzenlemeye gerek var mı? Anayasa değişikliği konusunda
bir zorunluluk var mı sorusu akla geliyor. Bu Anayasa, 82 Anayasası yapıl-
dığı dönemde baskıcı ve aynı zamanda daha güvenlikçi bir yapı içerisinde
değerlendirildi ve ülkemizde bana göre iki şeyi gerçekleştirmeye yönelik tavırla
hareket edilen bir anayasa başlangıcı olarak görüyoruz. Birincisi 24 Aralık
kararlarının uygulanması, ikincisi yeşil kuşak teorisinin hayata geçirilmesi ve
o dönemde komünizme karşı olan mücadelenin gerçek anlamda örgütlenmesi
ve dinsel duyguların ve örgütlerin toplumda daha fazla yer almasına ilişkin
bir görev üstlenildiğini görüyoruz. Bu görevi üstlendiği zaman devrimci niteliği
taşıyan ve bu konuda görüş ve düşüncelerini paylaşmak istediği halkla bera-
ber hareket eden üniversite gençliğiyle işçi sınıfı tamamen bu olayların bu hale
gelmesinin sorumlusu olarak gösterilmiş ve her ikisi de büyük ölçüde tasfiye
edilerek politikanın dışında tutulmuştur. Ülke sorunlarından uzaklaştırılarak
tamamen sandıktan çıkanların iradesiyle ve aynı zamanda sivil toplum örgütleri
dedikleri büyük bir bölümünün de umudu AB’den gelecek fonlara bağlamaları
sonucunda tümüyle kandırmacadan ibaret bir gelişim ve değişimden söz edilir
oldu. Bu gelişmenin sonuçlarında böyle bir anayasa taslağını tartışmak duru-
munda kalıyoruz.

Türkiye’de en önemli iki unsur işçi sınıfıyla üniversite gençliği sınıf bilinci içe-
risinde çıkarlarını koruyan bir kitledir. Onun ideolojisi ve düşüncesi devamlı

36
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT

geleceğe���������������������������������������������������������������������
yöneliktir. Gençlerin bu toplumda hiçbir çıkar beklemedikleri ve çı-
karla ilişkileri olmadıkları için onların tavır ve tutumları Türkiye’yi yönlendiril-
mesi ve bu konuda tavır alması konusundaki o sakıncayı ortadan kaldırmaya
yönelik binlerce genci yargıladılar, binlercesine işkence yaptılar ve onlarcasını
da idam ettiler. Böyle bir gelişimin içerisinde hazırlanmış getirilmiş bir anayasa
var. Bu anayasa tabii meşru bir anayasadır, yine kurallara göre yapılmıştır.
Bu meşruiyetini yadsımıyoruz ama yapılış biçimi bakımından, getiriliş felsefesi
bakımından önemli eksik ve gereksiz yönleri olduğunu biliyoruz. Onun için bu
anayasanın değiştirilmesi konusunda bugüne kadar 12 değişiklik yapıldı ve bu
değişikliklerin büyük bir kısmı Avrupa Birliği’nin ve uluslararası sözleşmelerin
ışığında gerçekleştirilmek zorunda kalındı ve belli bir platform içerisinde, yani
uzlaşma platformu içerisinde, Mecliste grubu bulunan, üyesi bulunan partililerin
ortak anlayışıyla gerçekleştirildi.

Bugün ne yapılıyor? Temelden değiştirelim diyorlar, hatta “yeniden yapalım”


anlayışı var. Bunu yeniden yapma bir iktidarın işi değildir, yani bir yönetimin
işi değildir. Yönetimler anayasayı yapmak üzere gelmezler, ülkeyi yönetmek
üzere gelirler. Anayasa bir toplumun ortak sözleşmesidir. Böyle bir toplum söz-
leşmesini yapmanın koşulları, anlatımı, bu konudaki talepler ayrı bir ortamda
değerlendirilmelidir. Bunları kamuoyuna açıklarsanız, biz bir yeni anayasa
yapacağız. Bu bütün unsurların, bütün katmanların katkısıyla yapılacak bir
anayasadır. Buna göre onun koşullarını ve düzenini dünyada nasıl gelişmişse
ülkemizde de yaparsınız. Ne yapılabilir? Sadece anayasa değişikliği yapılabi-
lir. Bu parlamento değişiklik yapabilir mi? Yapar, hukuki bakımdan baktığınız
zaman böyle bir değişiklik yapar, ama bu değişiklik anayasayı yeniden yapma
anlamına gelmez. Değişikliğin nasıl yapılacağı bu anayasanın kendi kuralları
içinde değerlendirilmelidir. Başlangıç maddeleri değiştirilemez. Değiştirilmesi
teklif dahi edilemez. Anayasa kendi içinde bunu güvenceye almıştır.

Elbette her sosyal hak bir talebi de beraberinde getirir. Haklar taleplerle bir
arada olmalıdır. Hak verilmez alınır. Talebi olmayan hak biraz eksik bir haktır.
Onun için hak dediğiniz zaman bu hakkın iktidardan talep etme hakkını da
içerdiğini kabul etmek zorundasınız. Aksi halde soyut bir hak veya soyut bir
şekilde bir hakkın varlığını tespit etmek sağlıklı bir sonuç doğurmaz. Birinci
öncelikli, ikinci öncelikli ve üçüncü öncelikli haklar çok büyük önem taşıyor.
Biz yalnızca birinci kuşak insan haklarıyla çok yakından ilgilenen bir toplu-
muz. Onların da ne kadar sağlıklı işlediği ortada! İkinci ve üçüncü sıradaki hak
olarak sıralanabilecek, sağlıklı bir çevrede yaşama, sağlıklı ve aynı zamanda
berrak bir suyu içebilme, temiz bir hava alabilme hakkı yaşamsal haklardandır.
Toplum bunu istemek, yönetimler de bunu yerine getirmek zorundadır. Yerine
getirmek zorunda oldukları için de bunları anayasa, açıkça ele almaktadır.

Baktığınız zaman iktidarın hazırladığı anayasa, sözde çok büyük düzenlemeler


getiriyor. İçeriğine baktığınız zaman 82’den çok daha geri olduğunu görüyoruz
bu taslağın. Bir defa eşitliği kabul etmeyen bir anayasa… Dünyada böyle bir
şey olabilir mi? Eşitliği kabul etmeyen bir anayasa demokratik bir anayasa sayı-
labilir mi? Demokratik bir toplumu oluşturabilir mi? Kadın-erkek eşitliğini 2004
yılında baskılarla koyuyorsunuz, 2007’de çok daha iyi bir şey bulduğunuzu

37
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT

zannederek kaldırıyorsunuz. Diyorsunuz ki “Bunlar eşit olmasın, bunları koru-


yalım. Bunları sakatlarla, çocuklarla beraber aynı, uzaktan özen gösterelim.
Bunlar çalışmasın, hiçbir şey yapmasın, toplumla kaynaşmasın. Öylece dursun-
lar. Zaman zaman onlara biz şefkat elimizi uzatırız.” Böyle bir anlayış olabilir
mi? Böyle bir şeyi kabul etmek, böyle bir şeyi anayasa taslağı olarak getirmek,
hadi bu iktidarın siparişi diyelim, ama o bilim adamı diye geçinen insanlar
böyle bir maddeyi getirme hakkını kendilerinde nasıl görebiliyorlar?

Aynı şekilde yine bakıyorsunuz, talep etme hakları kültürel ve sosyal taleple-
rimiz var. Nedir demokratik ülkede? Devletimizin temeli bunun üzerine kurul-
muştur artık, bu felsefe bu anayasaların olmazsa olmazlarıdır: Laik, demok-
ratik, sosyal hukuk devleti. Siz artık başka bahanelerle, renksiz bir anayasa,
ilkesiz bir anayasa adı altında bunları kaldırıp bir tarafa atma hakkınız yok,
bunu yapamazsınız. Burada önemli olan nedir? Baktığınız zaman taslakta
görüyorsunuz, o taslağın içerisine yine aynı şeyleri koymuşlar. Bunları böyle
arka arkaya sıralamışlar ve sonunda diyorlar ki “devlet geliri oranında bun-
ları yerine getirmek durumundadır.” Peki, tercihi kim kullanacak? İdeolojisi
neyse iktidar kullanacak. Peki, benim taleplerim ne? Eğitim hakkımı istiyorum,
sağlıklı yaşam hakkımı istiyorum, sağlık hakkımı istiyorum, insanca yaşama
hakkımı istiyorum. Demokratik bir toplumda aç insan kalmamalıdır. Eğer
demokratik bir toplumsa insanların aç olduğunu söyleyip ve seyirci olarak
kalıyorsanız o toplum ne demokratik olabilir ne de sosyal bir toplum olur. O
ancak monarşik ve kendi düzeni içerisinde kurulan bir toplumdur. Onun için
bizim çok önemsediğimiz üç konu var: Sosyal haklarımızın, kamu hizmeti
olarak verilmesi. Nedir bunlar? Sağlıktır, eğitimdir, yaşamdır, çalışmadır. Bu
haklar devletin görevidir. Geliri oranında değildir bu, devlet bunları yerine
getirmek zorundadır. Bu maddeyi böyle devam ettirdiğiniz zaman “sadaka
kültür”ü uygulamasına gelirsiniz. İnsanları aç bırak, yardım et. Kiminle? Dev-
letle değil, vakıflarla, cemaatlerle, tarikatlarla, başka uzantılarla insanların
kişiliğini rencide edecek şekilde, onların kişiliklerini ortadan kaldıracak ve
onları sadece bir oy vermek gibi sorumluluk altına sokacak ve o da “bu yar-
dımlara karşı benden bir oy istiyorlar, bari onu vereyim” diyecek hale geti-
receksiniz. Böyle bir şey yok, böyle olduğu zaman bu yönetim böyle kalır.
Halkımız bir şeyi talep edecek, yaşam hakkını devletten isteyecek. İhale iste-
miyor, kimseden yardım istemiyor, çorba istemiyor, pirinç istemiyor, bir şey
istiyor: Ben çalışmak istiyorum, geçinmek istiyorum. Bana çalışma olanağını
vermiyorsan insanca yaşam alanını sağlamak zorundasın. Devlet bunu yerine
getirmek mecburiyetinde. Bakıyorsunuz anayasa taslağına, eski tas eski ha-
mam devam ediyor.

Bakıyorsunuz, ülke fakirleştikçe bunlar daha fazla oy almaya başlıyorlar. Böyle


bir tuhaflığın içindeyiz. Çünkü insanları günlük yaşatıyorlar, geleceğe umutla
bakma olanağı kalmamış, devlet de günlük yaşıyor. Programı yok, planı yok.
Dikkat ederseniz planlamayı çıkarmışlar, yok zaten. Böyle bir yapıda elbette
ki birinci talebimiz bizim şu olacak: İnsanca, aydınlığa geleceğe, çağdaşlığa
ulaşmanın insanı yaşatmayla, insanı bu kurallar içerisinde iyi bir şekilde insan
olarak topluma kazandırmayla olasıdır. Bunun koşulları da anayasada bu hak-
ların devletin görevi olduğunu açıkça ortaya koymak zorundadır.

38
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT

Baroların ve de Barolar Birliği’nin üzerinde en çok durduğu konu budur. Bunların


hepsi devletin görevidir. Vatandaş bu görevi yerine getirmek üzere mahalledeki
tarikat mensubundan pirinç değil, devletten yaşam hakkını talep edecek, yerine
getirecek. Getirmiyorsa sorumlu olacak. Yardımla benim yaşamımı yerine getir-
mekle kimse kimseyi görevlendiremez. Bu devletin içerisinde, bu milletin içerisinde
herkes kendi haklarını alacak, bunu da çok önemsiyorum. Hakları vereceksiniz,
gelir oranını da ben kullanacağım. Neyi kullanacaksın sen? Onu herkes kullanır,
gelir oranını istediğin gibi kullanırsın. Senin görevin bu talepleri yerine getirmektir,
bunun yollarını koşullarını yaratmaktır. Bunu yapmıyorsan demek ki orada artık
insanların laik, demokratik, sosyal hukuk devleti içerisinde birey olarak onları ka-
bul etmek değil, onları artık tarikatlara teslim ettin, ümmet gözüyle bakmaya çalışı-
yorsun. Onun için vatandaşlık böyle yazılanlarla değil, vatandaşlık çok önemlidir.
Talepleri, hakları içeren ve bunların yerine getirilmesini ülkemizde yerine getiril-
mesi konusundaki kararlılığı devam ettirip sonuçlandırmak büyük önem taşıyor.

Ben tabii bu taslak konusuna kısaca değineyim. Hepimiz başından beri söylü-
yoruz, sanat aydınlıktadır. Kültür ve sanat hep aydınlanma isteyen, karanlığı
asla kabul etmeyen bir yapıdır. Karanlık içerisinde sanatı savunabilir misiniz?
Hem karanlığı savunacaksınız hem sanatı, mümkün mü? Değil, önce “sanatın
içine tükürdüler,” sonra geldiler Anayasadan çıkardılar. Aslında kendi adına
değildi o belediye başkanının tutumu, bir zihniyeti yansıtıyordu. 1982 Anaya-
sasında bile konulmuş olan “sanat ve kültürün korunması, düzenlenmesi hakkı”
ortadan kaldırıldı.

Bunlar bilinçli yapılıyor. Sanıyorsunuz ki unutulmuş, unutulmuş değil. Ben size


onu hemen söyleyeyim; bizim baroların hazırladığı ve taslak olarak sunduğu bu
kitapçıkta sanatla ilgili bölümü size kısaca okumak istiyorum. 71. maddesinde
düzenlenmişti. “Herkes bilim ve sanatı serbestçe öğrenme ve öğretme, açıkla-
ma, yayma ve bu alanlarda her türlü araştırmayı yapma hakkına sahiptir. Devlet
sanat çalışmalarını ve sanatçıyı korumakla hükümlüdür” Tabii, bizim bu taslağı
hazırlamamızın nedeni şu: Taslak bir tasarı değildir, herkes tarafından kabul edi-
lir, aman eksikleri var telaşı içine girmeye de gerek yok. Bu taslak bir kaynaktır,
bir görüşü ifade ediyor, genel ilkeleri içeriyor. Biz sanata böyle bakıyoruz, ana-
yasada böyle yer almasını istiyoruz. Sosyal haklar insana nasıl bir hak olarak
verildiyse devletten bunu görev olarak yerine getirmesini istiyoruz. Bu görüş ve
düşünceler içerisinde bunları getirmeye çalışıyoruz ve bu taslağı da kamuoyunda
herkes genel ilkelere değerlendirmese ve bunların çıkardıkları sunacakları taslak-
la bu taslak arasındaki farklılıkların ne kadar büyük önem taşıdığını anlamaları
bakımından çok önemsedik. Çünkü diyorlar ki, hep konuşuyorsunuz, hep eleş-
tiriyorsunuz. Hem diyorsunuz ki, bu anayasanın değişmesi gerekir, ama değiş-
tirmeye kalktığımız zaman diyorsunuz ki, aman. İşte değiştirdik biz de, koyduk
ilkeleri bunlar. Getirin bakalım bu ilkelerin, bunların hepsinde uzlaşma diye bir
şey olmayabilir, ama temel ilkeler çok büyük önem taşıyor.

Hukuk devleti dediğiniz zaman iki şey getiriliyor. 1. Devleti yok etmek, ufala-
mak. Kime teslim etmek devleti? Uluslararası büyük şirket ve kartellere… Nedir
bu? Özelleştirme. Ne varsa satacaksın. Hiçbir şey kalmadı, köprü, yol her şeyi
sat. Devletin elinde hiçbir ekonomik güç olmayacak, güç sermayenin elinde

39
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT

olacak, onlar yönetecekler. Arkasından hemen bakıyorsunuz sadece onu de-


ğil güvenliği de özelleştiriyorlar. Geçen gün baktım Polis Vazife Salahiyetleri
Yasasıyla ilgili tartışma sırasında gördüm ki orada 1 milyon özel güvenlikçi
yetiştirilmiş. Türkiye’deki polis sayısı 250 bin, 1 milyon güvenlikçi var. O güven-
likçilerin neler yaptıklarını Irak’ta hepimiz yakından izliyoruz ve Amerikalıların
özel güvenliğe Irak’ı teslim ettiğini görüyoruz. Bir taraftan bakıyorsunuz yargı
çok önemli, çünkü yargıya da en azından aynı hızla saldırdılar. Yargı dediğiniz
zaman demokratik yapının olmazsa olmazı. Tarafsız ve bağımsız bir yargının
bulunmadığı yerde demokrasiden bahsedilemeyeceği halde yargıyı da adeta
etkisiz hale getirip herkes kendi hukukuyla yargılansın. Ülke Osmanlı dönemi-
ne döndürülmeye çalışılıyor. Taslağa bakıyorsunuz, taslakta yargı bağımsızlığı
tamamen ortadan kaldırılıyor. Örneğin Anayasa Mahkemesi çıkan yasaların
Anayasaya uygunluğunu denetler. Anayasa Mahkemesi’nin üyelerini meclis
seçiyor. Meclis hem anayasa yapacak, hem de çıkardığı yasaların anayasaya
uygunluğunu denetleyecek olan mahkeme üyelerinin de yarısını seçecek. Bıra-
kın bağımsızlığı buna yargı bile denemez.

Bunun yanında Danıştay’a bakıyorsunuz, aynı tasarıda dörtte birini Bakanlar


Kurulu seçecek. Böyle bir şey dünyada yok. Yargıçların dörtte birini onlar seçe-
cek. Üstelik de kimler arasından seçecek? Ona da o karar verecek. Çıkarılacak
yasayla kimler arasından dörtte birinin seçileceğini de kendisi tayin edecek.
Aynı şey Anayasa Mahkemesi üyelerinin seçimine de koymuşlar; meclis sekiz
kişi seçecek, bunların üçü kariyer sahibi olacak, geri kalan beşi hakkında bilgi
yok. Orada hiç değilse üçü için profesör olacak, kariyer sahibi olacak koşulu
konmuş, beşini meclise bırak, ister imamı seçer, ister başkasını. Kim olduğu belli
değil, seçebilir. Böyle bir anlayış var.

Bana göre bu konuda söylenecek aslında çok şey var. Gelelim sonuca, bir soru
da bana gelmiş. Karanlığa dur demek için aydınlatmalı. Aydınlatmanın da yolu
sanattır, bilimdir, akıldır ve aydınlatmanın yolunu açacak olanlar da örgütlü bir
toplumdur. Biraz önce değindiğim gibi gençliktir. Hepinize teşekkür ederim.

panel yöneticisi

Sayın Kolcuoğlu değerlendirmeleriniz için çok teşekkür ederim. Şimdi sözü


Kültür Sanat Sendikası Genel Başkanı Sayın Dr. Kemal Sevgisunar’a vermek
istiyorum. Sorularım şöyle:

1. Son zamanlarda çıkarılmak istenen yasa taslaklarında sanatçılara uygulanan


yıpranma haklarının kaldırılması söz konusu. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
2. Sanat alanlarının örgütlenmesinde yasal engeller var mı?
3. Kültür Sanat Sendikasının yasalar karşısındaki yaptırım gücü nedir?

kemal sevgisunar

Efendim, bütün bunları söyleyebilmek için herhalde bazı tanımları yapmak la-
zım, ama o tanımlara gelmeden önce de bizi buraya toplayan Özerk Sanat
Konseyine ve buradaki katılımcılara konfederasyonum ve sendikam adına ön-
celikle saygılarımı sunuyorum.

40
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT

Bu tanımları yeniden yapmak gerekir derken şunu anlatmaya çalışıyorum: Bana


göre anayasa, iktidar erkini elinde bulunduranların yönettikleri toplumda nasıl
bir özgürlük düşünüyorlarsa, özgürlüklerin sınırlarını kendi kurguladıkları ve
bu kurgu üzerinden sınırlarını çizdikleri yasalar topluluğudur. İktidarlar, yuka-
rıdan aşağıya indirdikleri bütün o sınırları iktidar erkini kullandıkları biçimiyle
insanlara açarlar. Bu da ülkenin bağımsızlığıyla, düşünce özgürlüğüyle ilgili bir
sorundur. Sizin bulunduğunuz noktada devletin siyasi örgütlülüğüyle sanatın
örgütlenmesi arasındaki eşgüdüm kendisini gösterir. Diğer bir deyişle özgür
bir ortam olmadan sanat örgütlenemez. Siz anayasada sanatı tanımlayın ya
da tanımlamayın, o anayasayı yapan güçler, o anayasayı uygulayan güçler,
sanata nasıl bakıyorlarsa siz de sanatı ancak iktidar güçlerinin size tanıdığı öz-
gürlük sınırları çerçevesinde görmek tanımlamak durumundasınız. Bu tespitleri
koymadan Anayasanın 64. maddesinde “sanata devlet destek verir” içeriğin-
deki maddenin korunmasıyla, korunması için çaba harcanmasıyla sanki bütün
sorunlar düzelecekmiş gibi konuyu ele almak, bakmak herhalde çok çözücü bir
yaklaşım biçimi olmayacaktır. Önce son dönem AKP iktidarında sanata bakışı
doğru görmek gerekir. AKP neden sanatın içine tükürür? Şundan dolayı tükürür:
Sanat yaratıcıdır, sanatın insanlar üzerinde olumlu anlamda uyarıcı, insanlar
üzerinde yapıcı, kışkırtıcı bir etkisi vardır. AKP iktidarı süresince, önde gelen
kadrolarının her zaman yaptıkları gibi işte güzeli, sonsuzu ve yeniliği arayan
bir bakış açısı yaratılmasını sağladığı için sanatla iktidarın sıkıntıları vardır.
Oraya tükürürler, çünkü yaratmak istedikleri monoton, tekdüze insan tipinin
karşısında, karanlığı yırtacak tek güç sanat olduğu için bu tarz bir tavır sergi-
lerler. Ama sanat öyle el bebek gül bebek, insanların elinde çekip çevirecekleri
bir güç de değildir.

Sanat, yaşamı kıyasıya tartışan, önüne çekilen perdeleri yırtan bütün o karanlık-
lardan yükselerek çıkan farklı bir güce sahiptir. Eğer öyle olmasaydı insanlığın
bütün o karanlık çağlarından itibaren, taşı yontan ilk insan, kendisini tehlike-
lerden korumak için birtakım ilkel sesler çıkaran ilk insan, bir hayvanı avlamak
için, başka bir hayvanın kılığına girerek, onun derisine bürünerek ona ben-
zeyen ilk insan, bir aleti kullanmayı düşünen ilk insanın sanatla olan bağını
başka türlü nasıl düşünebilirdik ki? Kendisini avda, kendisini ritüelde tapınırken
düşleyen ve bu düşünü mağara duvarına resmeden ve orada yarattığından
güç alarak kendisini tanımlayan insanı böyle bir kavrayışla ele almadan sanatı
toplumsal yaşamda nereye koyacağız? Sanatın insan olma vasfını insana ka-
zandıran ayırt edici bir güç olarak görerek sanatı yaratıcı gücün merkezinde
görerek, insanı insanlaştıran bir süreç olarak görülmesine katkıda sağlayarak
bakarsak bugünün sorununun çözümüne dair, katkı olabilecek bir yol bulabili-
riz. Sanatın bir ulusun, bir ülkenin anayasasında neden olması gerektiğinin ta-
nımını ancak böyle bir bakış açısı üzerinden yaparak bunu tartışabiliriz, yoksa
yukarıdan aşağıya, kaba bir yaklaşımla sonuç alamayız. Sanat olgusunu ikti-
dar-sermaye ve sınıflar gerçeği üzerinden tanımlayarak anayasanın içerisinde
sanatın ancak böyle bir zeminde yer almasını sağlayarak yapabilseydik bu-
gün konuya ilişkin andığımız bütün bu gerçekliklerden hareketle sancılarımızın
birçoğu giderilebilmiş olurdu. Oysa eğer bugün ülkemizde ve bütün dünyada
neoliberal güçler, küresel güçler bütün bu ekonomileri çekip çevirirken bütün

41
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT

toplumları bir yerden alıp bir yere koyarken ve bütün bu sınırların üzerinde bir
siyasal hareketliliği ve erki ortaya koyarken sanatın burada anayasanın içinde
yer almasının gerçeğe dair bir çözücü gücü olmayacağı ortadadır. Olaya bak-
tığınızda eğer emeği iyi tanımlarsanız, emeği tanımlarken onun ilkel insanın o
mağara resimlerini çizdikten sonra, birlikte iş yapan bütün o heyamolaları, kar-
deşlik türkülerini beraber söyleyen, yine birlikte iş üreten ve birlikte iş üretmek-
ten kaynaklanan bir ritmi yakalayabilen insan topluluklarının geçirdiği bütün
aşamaları da görmek durumundasınız. Olaya buradan bakıp geldiğiniz zaman
emek olgusunun ve çalışma olgusunun öyle sıradan bir olay olmadığını, emek
olgusuyla birlikte sanatın, insanların birlikteliğinin, beraberliğinin, dünyayı gü-
zelleştirmek için işbirliği içinde çalışması, gelişmesi için bir zorunluluk olduğunu
kavrayıp, kabul ederek ancak burada bu tanımı ortaya koyabilirsiniz. Bütün
bunlardan ayrı ve yukarıdan aşağıya, hayatın damarlarından kopuk bir sanat
kavrayışı sanatın yaşamsal gerekliliğini açıklamaya yetmez. Sanatı tartışmak
için yola çıktığınızda toplumun bütün bu dönüşümlerini ve dinamiklerini görerek
açıklamalar ortaya koymanız gerekir.

İsterseniz gelin bir gerçeği birlikte irdeleyelim. Halkımızın son 300 yıldır gelişmiş
batının emperyalist saldırıları karşısında direnebilmek için, yenileşebilmek için,
kurduğu bütün kurumların içerisinde hangi ruh vardır? İnsanın evriminde doğa-
ya öykündüğüne, kendisini ona benzetme, kendisini yeniden yaratırken uygar
ve güçlü gördüğüne karşı bir benzeşme eğilimi vardır. Toplumun bir biçimde
sanatı algılayış biçimidir bu, ama bu yeterli midir? Hayır, onun içindeki insanın
öne çıkartılmış çıkarlar üzerinde kapitalist sermayenin her şeyi metalaştırdığı
bir düşünce biçimini getirip topluma dayattığı bir noktada sanatı topluma kan-
la, sıkıntıyla arattığınız sürece içinden çıkmanız mümkün değil. O zaman işte
hangi yola gitmek isterseniz bilinçsiz bir şekilde gidersiniz Yemen’de binlerce
insanı sevk idare yaklaşımınızdaki yanlışlıktan dolayı kaybedersiniz. Gidersiniz
Sarıkamış’ta binlerce insanı karın altına gömersiniz, ne yaptığınızı bilmezsiniz.
Sanatın insanla olan ilişkisi nedir? Sanatın insanla olan ilişkisi vicdanla olan
ilişkisidir. Vicdanla olan ilişkiyse toplumun üreten güçleriyle yöneten güçleri
arasındaki savaşın kendisidir. Biz burada neyi anlatmaya çalışıyoruz?

Biz şunu anlatmaya çalışıyoruz: Eğer bugün bir örgütlülükten bir sanat kuru-
mundan, sanat çalışanlarının örgütlendiği bir ortamdan söz ediyorsak eğer,
yıpranma hakkımızı kaldırıyorlarken buna karşı mücadele edeceksek, biz ör-
gütlülüğümüzün önüne yasal engeller koyarlarken karşı çıkmayacaksak sonra
da burada sanat kurumlarının özerkliği konusundan söz edeceksek pek dürüst
bir yaklaşım sergilemediğimizi bilerek, önce bütün bunları bilerek yola çıkmak
durumundayız. Yani olayın bir başka yanına daha bakmak durumundayız.
Son yıllarda cumhuriyetin bütün bileşenlerinin gözünün önünde bile bile, göre
göre sanatı ve kültürü bitiren bir süreç yaşanmıştır, yaşanmaktadır. Bu süreç
tek başına, görünmeyen bir gerçeklik üzerinden gündeme gelmemiştir ki, her
şey göstere göstere olmuştur. Şimdi Osmanlının dağılmaya başladığı süreçte
olduğu gibi Osmanlı toprakları üzerinde hak iddia eden bütün emperyalist güç-
ler yeniden saldırmıştır. Önce İngiltere’si saldırmıştır, sonra Fransa’sı, İtalya’sı
saldırmıştır, en sonunda da tıpkı 1930’larda Almanya’da faşizmin yükseldiği
dönemde olduğu gibi Türkiye’nin her türlü değerine Almanya’sı saldırmıştır.

42
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT

Bütün bu sanat kurumlarımızın temelini oluşturan Alman yapısının temelinde


Alman emperyalizminin Türkiye’ye girişi var, bu yolda sarf edilen gayretlere
kılıf üretme çabası var ve biz işte bu gelenekten gelen bu yapının içerisinde bir
demokrasi, bir özerklik arıyorsak bütün kurumlarımızda yukarıdan aşağıya,
dıştan içe gelen bütün dayatmaların da sonuçları vardır. İşte, Goebbels’in kendi
yanında II. Dünya Savaşı’na sokabilmek için Türkiye üzerindeki dayatmaları.
1912’de kurulduğu dönemde Türk Ocaklarının topluma getirdiği o direniş ruhu,
arkasından cumhuriyetin kuruluşunun ardından Türk Ocakları’nın bu özgürlük-
çü yanını yitirmesiyle, cumhuriyet kadrolarına muhalefet yaratmasıyla CHP’ye
katılması, bu deneyimin ardından Halkevlerinin kuruluşu, toplumun sanata ve
kültüre yaklaşımındaki dönüşümü anlatması açısından çok anlamlıdır. Halkevle-
rinin kurulmasıyla birlikte bilinenden, alışkın olunandan farklı, halka yukarıdan
bakan değil, halkla yaşamı paylaşmaya çalışan başka aydın tiplerinin, emek
orijinli aydın tiplerinin ortaya çıkmasıyla, onların sanatı, kültürü bu yeni değerler
üzerinden savundukları ortamlarda onları ortadan kaldırmak için saldıranların
başında 1930’lardaki, 40’lardaki Alman iktidarı vardır. Yıldız Sertel anılarında
belirtir, Goebbels’in bir kadın gazetecimize taa Almanyalardan haber gönde-
rerek, “Senin ağzını yırtacağız, o gazetelerdeki yazılarınla bizim iktidarımıza
zarar veriyorsun” dediği, ama bu söylenenlerden ta ki bu anılar ortaya çıkana
kadar hiç söz edilmediği, bu emperyalist tahakküm ortamının yokmuş, olmamış
gibi adının anılmadığı, ondan söz edilmediği yıllar yaşanmıştır Türkiye’de.

Bu demokrasi yoksulu dönemin ardından Türkiye’de kültür adına sanat adına


birçok yeni kurum kurulmuştur, kurumlar kurulmuştur. Bu kurumlar aslında çağ-
daş yapılardır. Ulusal müzeler kurulmuştur, ulusal kütüphaneler kurulmuştur, sa-
nat kurumları kurulmuştur, ama bunların iç yapılarında bütün bu kurucu ülkelerin
üzerinden ülkemize aktarılan farklı siyasal kültürel değerler vardır. Bu kurumlar-
da yaşanan olumsuzlukların temelinde sözünü ettiğimiz bu değerlerle birlikte,
Türkiye’de bize özgü yaşanan siyasal çalkantı ve dalgalanmaların etkisi vardır.
Kurumlar özgürleşememiştir. Böyle bir ortamda Anayasanın 64. maddesinden,
sanatın devlet tarafından desteklenmesi ilkesinin ortadan kaldırılmasından söz
ediyoruz. Demokratik olmayan bir ortamdaki algılamayı tartışıyoruz.

Geriye dönüp bir bakın bakalım Kültür Bakanlığı nasıl kurulmuş? Kültür Bakan-
lığı özerk bir bakanlık yaratmak düşüncesi üzerine kurulmuş 1960’larda, ama
maalesef kültür müsteşarlığının başına kim getirilmiş? Almanya’da 1930’lu yıl-
larda eğitimini alan sıkı Türkçü Adnan Ötüken getirilmiştir ve döneme dikkat
edin 1960 askeri müdahalesi sonrası kurulan hükümetler döneminde, 1965’te
göreve getirilmiştir. Ötüken kendisine bağlı bütün bu kurumları kendi ekipleriyle
teşkilatlandırmış, Ötüken’in kadrolaştırmalarının sonuçları bugüne kadar gel-
miştir. Emre Kongar 1978’lerde kurulan Özerk Sanat Konseyinin üyesiyken, ku-
rul üyeliğinden istifa ettiğinde şöyle söylüyor: Biz konsey üyesiyken bakanlıkta
geçmişten itibaren oluşturulan bürokrasiyle baş edemediğimiz gibi bu kurumu
kurma yapısını hangi düşünceyle oluşturduklarını da anlayamadım. Ahmet Ta-
ner Kışlalı başta olmak üzere Kültür Bakanlığını demokratik bir işleyişe kavuştur-
mak isteyenler, bu çıkışları farklı zaman aralıklarında deneyenler bu nedenlerle
başarılı olamadılar, bu sıkıntılarla bugüne kadar geldiler.

43
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT

Özerk sanat kuruluşlarını tartışıyorsak anayasanın içerisinde sanatın mutlaka


olmazsa olmazlığını tartışıyorsak biraz önceki beyefendilerin söylediği gibi el-
bette uygar bir toplum anayasasını toplumda bütün baskı guruplarıyla birlikte,
bir mutabakat içerisinde oluşturmuşsa, sanat böyle oluşmuş toplumsal sistemler
için olmazsa olmazdır. Ama bütün bu dış etkileri yok sayarak, küresel güçlerin
saldırılarını yok sayarak, emek yoğun insan toplumunun bütün bu küresel güçler
karşısında yalnız ve çaresiz bırakıldıkları gerçeğini yok sayarak, sıradan vatan-
daşın biraz önce söylenildiği gibi eğitim, sanat, sağlık ve yaşam hakkı elinden
alınmışken güç sahibi olan AKP iktidarının biraz mercekleri tersine çevirerek
sanki yaşamın lütfettiği ve toplumun içerisinden haksızca bir pay alıyormuş gibi
bütün toplumun güzelleşmesinde sanatın ve kültürün hiç etkisi yokmuş gibi ba-
kan gözleri, baktıran gözleri… Sanatın içine tüküren gözler işte bu gözler. O
neoliberal saldırıcılarla beraber bu alandaki paylaşmanın da, özelleştirmenin
de yollarını elbirliğiyle açıyorlar. Anayasanın içerisinden, toplumsal mutabakat
metninin içerisinden sanat olgusunu cımbızla dışarı çekerek Türkiye’deki kültür
sanat kurumlarının, yani cumhuriyetle, ondan önce kurulmuş olan yapılarla,
bütün bu halkın hep beraber biriktirdikleriyle oluşturduğu bu kültür kurumlarını
özelleştirmeye açıyorlar. Bu tartışmayla beraber Dünya Bankasıyla, IMF’yle be-
raber bundan bir-iki yıl önce imzaladıkları kültür ve sanat alanını da sektör ola-
rak görüp özelleşmeye açma sürecini yaratmaya çalışıyorlar. Bu siyasal süreç-
leri görmeden bunun içerisinde olur olmaz bu tartışmaları konunun gerektirdiği
bir düşünsel zemine yerine oturtmadan bir yere varmamız mümkün değildir.

Bir başka bakış açısı da şudur: Hukuk meşrudur, ama toplumsal yaşamda de
facto gelişmeler de olur. Toplum kendi kurallarını kendi çıkışlarıyla koyar. Toplu-
mun bir başkaldırı gücü vardır. Bu başkaldırı gücünün de içinde kesin haklılıklar
vardır. Başkaldıran ne kadar haklıysa karşı çıkış o kadar sonuç alıcı olur. Bura-
dan yola çıktığınızda şunu söylemek mümkün: Eğer böyle bir yanlış, böyle bir
saldırı, böyle bir özelleştirme ve paylaşma, bir pasta olarak gördükleri bu alanı
dağıtma anlayışı varsa, siz de bir bütün olarak gücünüzü birleştirmek duru-
mundasınız. Emek yoğun bütünlüklü bir mücadelenin içerisinde kimler mücadele
ediyorsa siz de o mücadelenin yanında yer almak durumundasınız. Yani kültür
sanat zaten bunun için var, tek başına Kültür ve Turizm Bakanlığı, sadece idari
memurlarının çalıştığı bir kurum değil, sendikal mücadele de sadece bu toplulu-
ğu ilgilendirmiyor. Tek başına Kültür ve Turizm Bakanlığının teknik insanlarının
bir araya gelip oluşturduğu bir kurum değil, tek başına sanatçılarının oluşturup
getirdiği bir kurum değil. Burada birlikte üretilen, birlikte kotarılan bir mücadele-
nin sonucunda oluşmuş bir kurum var. O nedenle Kültür Sanat-Sen diyor ki, ör-
gütlü ve yasal mücadelenin önündeki engeller kaldırılacaksa, eğitimin önündeki
engeller ne kadar kaldırılacaksa o da o kadar kaldırılacak. Kültür Sanat-Sen
diyor ki, eğer sanatın önündeki engeller kaldırılacaksa bakın gözünüzün önüne
gelmiş olan yeni yasayla beraber sağlığımızın üzerinde yeni oyunlar var. Bunlar
kaldırılmak için nasıl mücadele edilecekse sanat için mücadele ederken bu en-
gellere karşı da birlikte mücadele etmeliyiz. Ülkedeki bütün muhalefet güçleriyle,
emek güçleriyle dayanışarak, bu güçleri birleştirerek mücadele edeceğiz.

Bir başka yan daha var, onu da söylemeden geçemeyeceğim. Anayasalar


sanatsız olabilir mi? Yeni anayasa yapma talebi iktidardan geldi gibi bir söylem

44
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT

oldu. Evet, anayasa yapma talebi neden iktidardan geldi? Biraz önce anlattığım
olgularla küresel güçler buradaki bütün bu hayatı kendi istedikleri gibi sevk ve
idare edebilmek için geri kaldığını düşündükleri yasal düzenlemeleri yapmak
için bu anayasayı istiyorlar, yoksa bu toplumu daha çağdaş, daha ileri bir
noktaya götürmek için değil. Birçok başka yön var, hepimiz bu konunun bir
başka yönünden baktık bugün, ama bunu yaparken filin körü tanımlaması ya
da körün fili tanımladığı gibi yapamayız. Gerçekleri tüm çıplaklığı ile görmeden
uzaktan seçkinci çözümler öneremeyiz, söyleyemeyiz. Bu gücü, bu mücadeleyi
bütün bu emek düşmanlığını görmeden, sanatın emek yanını görmeden, sanat-
çının yaratıcı yanını görmeden onu tanımlayamayız. Yoksa şu sonuca geliriz:
Gelişmeler o kadar ilerler ki, insan siburg denen makine yapan makineleri da
yapabilir. Ya da sibernetik özellikte daha gelişmiş özellikte aletler de yapabilir,
makine yapan başka makineler icat edilebilir. O zaman insanın emekle olan
ilişkisi kesilir, toplum nereye gider, insanlık nereye gider sorusu sorulur. Gelecek
bir tatminsizliğe teslim olur deniliyor. Oysa insanlık hiçbir zaman böyle kalmaz.
İnsanlık her zaman yaratıcı gücü elinde bulundurur, her zaman sonsuzluğa
kalabilmeyi, anılmayı ve daha iyiyi arar. Arkadaşlarımız belki başka yönleriy-
le anlatacaklar, ama ben emek yanından bunu anlatmak için bu tanımlamayı
yapmak durumundayım. Dolayısıyla bu ilişkileri de bu düzlem içerisinden sun-
mak durumundayım. Bilmiyorum açıklayıcı oldu mu?

panel yöneticisi

Yıpranmayla ilgili soruya da bir cevap verirseniz, sanatçılara uygulanan yıp-


ranma hakkının kaldırılması konusundaki görüşünüzü alabilir miyim?

kemal sevgi sunar

Efendim, yıpranma hakkının kaldırılması biraz önce sözünü ettiğim süreçle ilgili
bir şeydir. Yaratıcı insanın elindeki her şeyi alarak onu bir şekilde böyle sıra-
danlaştırma, bıktırma, toplumun dışında tutma ve bu işlerden uzak tutmayla il-
gili bir şey. Tabii ki sanat ve sanatçı demek sadece devletle sözleşme yapanların
yaptığı bir iş ya da bu anlaşmayı yapan topluluk değil, sanat en kötü koşullarda
da yapılan bir süreçtir. İnsanlık tarihi bunu gösteriyor, ama şimdi eğer bütçesi
sınırlı olan bir devletin sanatla görevlendirilmiş kurumlarının önünü keserseniz
siz sanatçının en ücra noktalarda, en sıkıntılı yerlerde çalışma hayatının kendi-
sinden vererek ürettiği dönemlerindeki o yıpranma hakkını elinden alırsanız bu-
nun biraz önce sofradan o bir lokma ekmeğin alınmasından hiçbir farkı yoktur,
çünkü sanatın yaratıcı gücünün odağında bu insanlar vardır. Onların haklarını
gasp ederek, onları küstürerek topluma bir olumluluk sunamazsınız. Burada
olacaktır bu işler, bu görüşler, karşı çıkışlar bu zeminlerde gerçekleştirilecektir.

Biz burada bir başka şeyi de söylemek durumundayız. Toplum anayasasına sa-
natı koymakla yükümlüdür. Çünkü eğer Türkiye dünyadaki bütün evrensel kültürel,
sanatsal motiflere, bütün bu gelişmelere kendi ülkesinden de bir nebze emek ko-
yacaksa, bir nebze o motiflerden kendi insanına taşıyacaksa insanına bir şekilde
estetik değerleri, kavrayış ve algılayışı öğretmekle yükümlüdür. Bu yükümlülüğü
yerine getiren de doğaldır ki, devletin sanat kurumlarıdır. Bu kurumlar sadece bu
nedenle bile devlet bütçesinden sübvanse edilmek durumundadır. Sanatçılar da

45
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT

en iyi sosyal koşullarında dünyanın bütün en iyi, sanat ortamlarında ne gibi şart-
lar sağlanıyorsa bizim ülkemizde de o ortam, hak ve şartlar sağlanmak durumun-
dadır. Onların ellerinden daha önce verilmiş haklarını gasp ederek geri almakla
uygar bir ülke ve onun anayasası yaratılamaz. Sanatçılara mevcut olandan çok
daha iyi şartlar sunulmak için bütün olanaklar zorlanmalıdır. Kamu tüzel yapısı
dışında sürdürülen bütün sanat ortamları desteklenmelidir.

panel yöneticisi

Çok teşekkür ederim bu değerli konuşmalar için, bu konuşmaların sonucunda


bir de şu ortaya çıkıyor. Gazeteci Sayın Mustafa Balbay Cumhuriyet gazete-
sindeki bir köşe yazısında şöyle demiş: Sanat yeryüzünde insanlığın karanlığa
karşı mücadelesinde en önemli güçlerden biri olmuştur. Sanatın bu gücünü bi-
len yöneticiler tarih boyunca iki yöntem arasında gidip gelmişlerdir. Bir, tama-
men kendi kontrolüne almak ve kullanmak; iki, tümüyle yok saymak ve ortadan
kaldırmak. Herhalde bugünlerde karşımıza çıkan tablo bundan ibaret.

Ben sözü şimdi de Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Sayın
Doç. Dr. Abdullah Sezer’e veriyorum. Sanat ve siyaset, sanat ve devlet ilişkisi
üzerine genel bir değerlendirme yapar mısınız? Buyurunuz efendim.

abdullah sezer

Merhabalar. Tüm izleyicilere, konuşmacılara ve özellikle beni panele davet


eden Canol Bey’e içtenlikle teşekkür etmek isterim, sağ olunuz. Başlangıçta,
önce hukukçuların söz alacağı anons edildi. Diğer konuşmacıyı bilemiyorum,
ama Sayın Baykam da konuşmadığına göre, galiba Fenerbahçeliler sona kaldı.
Tabii ki bu işin latifesi. Anayasacı olmayan konuşmacılar anayasayı konuşup
tükettiğine göre, hukuk, sanat ve toplumun kesişme noktalarına ilişkin kendi
kendime sorular sorup, yanıtlamaya çalışacağım.

Soru 1: Sanatı korumak, devletin ana görevleri arasında olmalı mıdır? 1982
Anayasası’nda, sanata ve sanatçıya nasıl yaklaşılır? Tabii ki olmalıdır, ama
eğer “sosyal devlet” ise. Yalnız burada teknik bir boyut var, o da şudur: 1982
Anayasası’nda içinde “sanat” sözcüğü geçen iki boyutu var, hatta üç demek
de mümkün: “Bilim ve sanat hürriyeti” (md. 27); “Sanatın ve sanatçının ko-
runması” (md. 64), “Esnaf ve sanatkârların korunması” (md. 173). İlki, özsel
olarak sanatın kendisini, özgürlük boyutunu düzenliyor. Prof. Kaboğlu Hocamın
deyişiyle, “sanatsal yaratma özgürlüğü”nü barındıran bu hüküm, “kişi hakları”
içerisinde yer alıyor. Devlet burada dokunmamak, serbest bırakmak, liberal fel-
sefenin getirdiği klişe deyimle “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” tarzında
davranmak durumunda. Ancak sosyal-ekonomik-(kültürel) haklar kategorisinde
yer alan ikinci hükme geldiğimiz zaman, işin rengi biraz değişiyor. Artık bura-
da devlet, “Ben yurttaşları kendi haline bırakırım, özgürlüklerini istedikleri gibi
kullansınlar” diyemez. Devlet artık sadece seyirci kalmakla yetinemez, pasif ve
eylemsiz kalamaz; bir şeyler yapmak, düzenlemek, desteklemek, teşvik etmek,
para harcamak, örgüt kurmak, önlem almak zorundadır (olumlu yükümlülük-
ler kuramı). Tıpkı, güçsüzü güçlü, şanssızı şanslı, parası olmayanı olan, işçiyi
işveren, engelliyi engelsiz ve vücudu bütün olan karşısında koruma temeline

46
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT

oturan tüm ikinci kuşak haklarda olduğu üzere. Sonuncu hüküm ise, “mali ve
ekonomik hükümler” kısmında yer alır; oysa bunun yerinin de “sosyal haklar”
kısmı olduğunu söylemek pekâlâ mümkün.

82’nin sanata bakış açısını vurgularken, bir şeyi paylaşmaksızın geçemeyece-


ğim. Aranızdaki benden yaşça büyük dinleyici ve konuşmacılar daha iyi anım-
sayacaklardır: 1980 darbesinin hemen akabinde yürürlüğe konulan ve radyo-
dan ulusa okunan 7 no’lu MGK bildirisi ile partiler askıya alındı, DİSK, MİSK
ve bunlara bağlı sendikaların, Türk Hava Kurumu, Çocuk Esirgeme Kurumu ve
Kızılay dışında tüm derneklerin, tüm bankaların faaliyetleri “ikinci bir emre ka-
dar” durduruldu, hatta o hafta sonu yapılması gereken tüm futbol karşılaşmaları
yasaklandı. İşte, demek ki darbe böyle bir şey, yaşamı her yönüyle bir fotoğraf
karesinde donduran bir olgu. Darbenin ürünü olan anayasa da, düşünce ve
örgütlenme özgürlükleri ekseninde depolitize bir toplum yaratma ereğinin yanı
sıra, sanatın gelişmeci yönünü dondurdu. Sizi ilgilendirmesi açısından, bir ör-
nek vereyim: Anayasa, sanatın statik olmadığını, gelişmeci bir yaklaşım çerçe-
vesinde ele alınması gerektiğini unuturcasına, İstiklal Marşı gibi sanat eksenli bir
ürünün dahi değiştirilemeyeceğini hükme bağladı ki, bunun kapsamına, sözü
ve müziği dahil. Gerçi ben müzisyen değilim, bir miktar ilgilendim, ama müzis-
yenler şunu söyler: İstiklal Marşının sözleriyle uyumsuz müziği değiştirilmelidir,
prozodisi ile örtüşmemektedir. Ama bakınız, bunu değil değiştirmek, tartışmak
bile son derece tehlikelidir. Hatta siyasi partiler, Anayasanın değişmez hüküm-
lerini değiştirmek gibi bir yola başvururlarsa, başlarına ne geldiğini biliyorsu-
nuz. Acaba Anayasa, söz-müzik uyumunu sağlama yönündeki sanatsal öneri-
leri sonsuza dek imkânsız mı kılmaktadır? Modern bir anayasaya böylesi bir
hüküm konulabilir mi? Özetle, bayrak, İstiklal Marşı gibi, sanatla çok yakından
bağlantılı olan simge ve ürünleri değişmez addeden bir anayasa…

Soru 2: Yeni anayasa/anayasa değişikliği taslağını nasıl değerlendirebiliriz? Ne


kadar ilginçtir ki, bir değişiklik mi, yeni bir anayasa mı olacak, bunu bilemiyo-
ruz. Hatta daha da garip tarafı, milletvekilleri de bihaber. Söylentiler doğruysa,
milletin vekillerinden de önce, ABD’deki “think-thank” kuruluşlarında görücüye
çıkacakmış. Acaba Türkiyeli yurttaşlar ve onların vekilleri “think” yapma yetene-
ğinden yoksunlar mı ki bir başka kıtaya götürülüyor? Galiba, asli kurucu iktidar
kavramının sınırlarına yeni birini daha ekleyeceğiz. Gerçi, hakkını teslim edelim
ki, “tank”ların denetiminden biraz daha nüanslı. Diğer bir sakatlık şu: Monarkla-
rın iki dudağının arasından çıkan cümlelerin yasalaşması gibi, birçok yaşamsal
konu (yurttaşlık, din özgürlüğü, başörtüsü, sosyal haklar vs) hakkında son karar,
sayın başbakanın takdirine sunulacakmış ve bence en tuhafı, “yeni” nitelemesi.
Çocukluğumdan bu yana tartışılan ombudsman kurumunu (yeni adıyla “ombuds-
person”), “anayasal yakınma”yı, devlet erkleri ve merkez-çevreye ilişkin yeni den-
geleri vs kurmayan, yeni hakları içermeyen “yeni” bir anayasa! Yenilikler içer-
meyen, 1982’nin sadeleştirilmiş tıpkı basımı bir kitapçık gibi. Aslında itiraf etmek
zorundayım ki, galiba biraz haksızlık ediliyor; evet “neo” bir anayasa, “neolibe-
ral”. Sovyet bloğu dağıldıktan sonra ABD’nin düşman sayısını 1’e indirgemesinde
olduğu gibi, Türkiye de artık sosyal refaha eriştiğinden, üzerindeki sosyal haklar
yükünden kurtulma zamanı geldi demek ki. Bazıları, “Canım ne gerek var konut
hakkına, yerleşme özgürlüğü var ya” diyor. Oysa biri hak, diğeri özgürlük.

47
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT

Bir örnekle açıklayalım: Anayasa’da “yerleşme özgürlüğü”nü tanırsınız, birey


–belirli yasak bölgeler, sit alanları vs dışında– istediği yere yerleşsin diye. Ama
bu yetmez, “konut hakkı”nı da tanımalısınız. Niçin? En basit deyişle, “başını
sokacak evi olmayan” kişi devletten hak talep etsin ve devlet de toplu konut
fonu, idaresi vs ile kişiye barınabileceği bir mesken temin etsin diye. Ama bu
da yetmez, bir de yasak getirirsiniz, konut dokunulmazlığı. Peki, buna ne gerek
var? Evinde oturan kişiye özel bir alan tanıyayım, hiç kimse izinsiz rahatsız
edilmesin diye. Demek ki, sırf bireyin barınma ihtiyacını giderdiği fiziksel nesne
(yani mesken) ile ilişkisi bile, birbirini tamamlayan birçok boyuttan oluşuyor.
Eğer devlet, “Ey yurttaş, istediğin yere yerleşebilirsin” der, ama ev alacak para-
sı olmayan kişinin barınma ihtiyacını gidermezse, hak boyutu ihlal edilmiş olur.
Aynı şekilde, “Herkesin bilim ve sanatı öğretme, öğrenme, araştırma, yayma,
uygulama özgürlüğü vardır; ama sanatçıyı desteklemem, kendini geliştirme ve
sanatını toplumla paylaşma kanallarını açmam” dediğiniz an, “özgürlük” söz-
cüğü bir süs bitkisi gibi kalacaktır. Tıpkı, sosyal hakları güvencelemediğiniz,
yurttaşa onurlu bir yaşam sürdürme hakkını sağla(ya)madığınız sürece, kuru
kuruya “yaşam hakkı”nın, bireyi sadece fotosentez yapabilen bir tür varlık ko-
numuna indirgemesi gibi. Az önce tiyatro sanatçımız çok güzel dile getirdi;
evet, oyunsuz dünya düşünülemez, bu yüzden sanatı ve sanatçıyı yaşatalım.
Eğer size sanatsal yaratma özgürlüğü tanınmazsa, özerk kurumlar oluşmazsa,
devlet teşviki olmazsa, ne sanat yaşayabilir, ne de sanatçı. Ama eğer siz sanatı-
nızı toplumla buluşturmayı hedeflemezseniz, o zaman sizin sanatınız daha baş-
tan ölü doğmuş demektir. Dolayısıyla yaratma bakımından özgürlük, kurumsal
yapılanma bakımından özerklik, ama hakkın tanınması ve desteklenmesi açı-
sından da devlet teşviki, bunlar bir arada pekâlâ bulunabilir, bulunmalıdır da.
AKP’nin hazırlattığı “anayasa önerisi”nde, sanat özgürlüğü var, ama sanatın
ve sanatçının korunmasına yönelik olarak devlete olumlu edimde bulunma yü-
kümlülüğü getiren hiçbir hüküm göremiyoruz. Bu, unutkanlığın ya da dalgınlığın
değil, ihmalin ve görmezden gelmenin bir ürünüdür. Özbudun ekibi, 1982’deki
md. 64’ün üstünü çizmiş, biz de bu yanlışlığın altını çizelim…

Soru 3: Varsayalım ki, her şeye rağmen iyi bir anayasa yaptık, bu yeterli mi?
Bir örnek: 1995’te bir anayasa değişikliği yapıldı ve yurtdışında yaşayan Tür-
kiye Cumhuriyeti yurttaşlarının oy haklarını kullanmaları için yasal tedbirlerin
alınması yönünde bir anayasal emir kondu. Bu hükmün Türkçesi şu idi: “Ey ya-
sama meclisi, bu konuda hemen bir yasa çıkar!” Bunun başka hiçbir tercümesi
yok. Yıl 2008, böyle bir yasa hâlâ yok. (Bir not: Bu konuşmanın deşifre metninin
yayımlandığı sırada, ne mutlu bize ki, adı geçen yasa çıktı.) Bu, yaklaşım tar-
zımızı tüm çıplaklığıyla ortaya koyuyor. Anayasa yapmak, her şeyin çözümle-
neceği anlamına gelmez. Yasası var, yönetmeliği var, uygulaması var. Ayrıca,
“Kötü yasa yoktur, kötü uygulayıcı vardır” denir, doğrudur. Yargı mensupları
özgürlüklerin yorumlanması konusunda birikimli, cesur ve özgürlükçü olmazlar
ise, kurallar da anlamsız birer kâğıt parçası olarak kalırlar. Ben bunu “3 K”
formülüyle ifade ediyorum: kurallar, kurumlar, kafalar (zihniyet). Kaldı ki, kafa
yapımızı düzeltemediğimiz sürece, zaten iyi metinler de üretemeyiz.

Soru 4: Özerk Sanat Konseyi hakkında ne söyleyebilirim? Tekrar altını çize-


lim: Sanat açısından devlet, bir yandan serbestlik tanımak durumundadır, öte

48
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT

yandan sanatı, sanatçıyı, sanatkârı koruma ve teşvik yönünde tedbirler almak,


bu amaçla örgütler kurmak, para, çaba ve zaman harcamak zorundadır. Tabii
ki özerk bir kurumun yerleştirilmesi de son derece önemli. Sayın baro baş-
kanı özellikle anayasa yapım yöntemlerine, kimin ve nasıl yapması gerektiği
sorunsalına yoğunlaştığı için söz etmedi; Barolar Birliği’nin 2001 “Anayasa
Önerisi”nde de sanata ilişkin bir yüksek kurul var.

Hazırladığınız taslağı inceleme fırsatım oldu. Bu noktadaki girişiminize ilişkin


birkaç noktaya dikkat çekmek isterim izninizle. Başlıca gözlemlerimi paylaşa-
cağım. Bir kez, ham bir taslak. Algılayabildiğim kadarıyla, taslağın çerçevesini
oluşturan “Özerk Sanat Konseyi” yapılanmasının amaçları, kapsamı, ilkeleri
konusunda, “biz bu işi bitirdik” diye bakıyorsunuz; ama bence işin başında-
sınız, eklenecek çok şey var. Taslağın olgunlaşması gerekir. Sonra, bir nokta
daha: Evet, taslak özellikle sanatın kurumsal boyutuyla ilgili, ama bu taslakta
sanatın tabana yaygınlaştırılması, halkla paylaşılması vb hedefleri göremiyo-
rum. Şimdilik, size kolay gelsin demekle yetiniyorum.

Sanatın özerkliğini tartışmaya gerek dahi yok, ancak özerk bir kurulun varlığı
konusundaki bazı çekincelerimi saklı tutuyorum. Malumunuz, özerkliğin hu-
kuksal, siyasal, yönetsel ve mali boyutları var. Ancak burada şunu söylememe
lütfen izin verin: Türkiye’de özerklik kavramı son derece yanlış anlaşılan bir
kavram. Özerklik denilince, bu tip kurumlar ya derebeylik statüsüne ulaşıp keyfi
hareket eden, her istediğini yapan, hiç kimseye hesap vermeyen, devlet içinde
devlet haline geliyorlar, ya da geleceğe ilişkin birtakım beklenti ve çıkarlar uğ-
runa kendiliklerinden siyasal iktidarın güdümüne giriyorlar. Temennim odur ki,
ortaya koyduğunuz bu taslak yasalaşırsa, söz ettiğim üzere, siyasal iktidardan
bağımsız, kötüye kullanmaya elverişli bir yapılanma getirmemesi. Eğer makul
ve dengeli bir temele oturtulabilirse, kuşkusuz sanat, sanatçı ve sanatsever açı-
sından olumlu bir adım atılmış olur.

Özgürlük, özerklik ve devletin görevleri diyoruz. Devletin olumlu yükümlülükle-


ri açısından, eşit/adil davranma ilkesi önemli. Bu ise, çoğulculuk ilkesine özen
göstermeyi gerektirir. Bakınız, 1982 Anayasası’nın 13. maddesinde bir kavram
var: “Demokratik toplum düzeninin gerekleri”. İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi,
“demokratik devlet”i tamamlayan bu kavramı, Handyside kararında yorumluyor
ve içeriğini belirginleştiren üç alt unsuru saptıyor: “çoğulculuk”, “saydamlık” ve
“tolerans” –ki çok da benimsediğim bir kavram değildir, özellikle ülkemizde yan-
lış anlaşılır ve her yana çekilir. Ben ilkine vurgu yapacağım. Devlet, çoğulculuk
öğesini yalnızca siyasal yaşamda değil, yalnızca milletvekilleri seçimlerinde uy-
guladığı barajla değil, sosyal yaşamın her alanında, sanatta, eğitimde, kültürel
yaşamda gözetmelidir. Bu bir lütuf da değildir. Dolayısıyla devlet, yaşamın her
tür etkinlik alanını koruyucu tedbirler getirirken, çoğulculuk öğesini ihmal edemez.
Senin sanatçın-benim sanatçım, senin darben-benim darbem, senin hükümetin-
benim hükümetim, devlet sanatçısı-halkın sanatçısı, vs... Bunları çoktan aşmış ol-
malıydık. 80 darbesi zamanında bilirsiniz, birtakım devlet sanatçılarına sahne
yasağı getirildi. Daha sonra bazılarına iade-i itibar edildi. Makul bir ilke var
mı bu konuda? Varsa ve biliyorsanız, lütfen söyleyiniz. Dolayısıyla, geldiğimiz
noktada sırf sanat değil, kültür, dil, eğitim, siyaset alanında liyakate göre seçmek,

49
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT

işi ehline vermek varken, adam kayırmacılık, ilgisi ve bilgisi olmayan kişilere yetki
tanınması… Modern bir devlette bunlar olabilir mi?

Bir konuyu, oldukça önemsiyorum. Bakınız, son bir yıl içinde kaybolan insan
sayısı, geçenlerde sayısal verilerden söz edildi, 3400 küsur. Burada sanat öz-
gürlüğünü tartışıyoruz, ama eğer bir ülkede siyasal iktidar bu kadar çok insa-
nı kaybediyor/kaybettiriyor/kaybolmasını engelleyemiyor ise, artık tartışacak
çok fazla şey yok gibi geliyor bana. Bunu, sanat özgürlüğünü küçümsemek ya
da bunlar varken sanatı tartışmak abesle iştigaldir anlamında söylemediğimi
biliyorsunuz. Kastım şudur: Hak ve özgürlüklerin bölünmezliği, temel ilkedir.
Haklar bir bütün olarak anlamlıdır. Hangi özgürlüğü tartışırsak tartışalım, lütfen
bireyi ve onun onurunu birlikte düşünelim. Aksi takdirde, bir yerden düzeltti-
ğimiz bir anayasa metni, yasal düzenlemesi ve uygulamaları, diğer taraftan
patlak verecektir. Bakınız anayasa değişiklikleri devam ediyor; 13, 14, 15…

Sözlerime son vermeden, evet, sanat aslında ilkin sanat içindir, ama aynı za-
manda toplum içindir anlayışından yola çıkarak, siz sanatçıların işlevini önem-
siyorum. Ne var ki, ürettiğiniz sanatı toplumla daha çok paylaşmalı ve toplumu
sanatla barıştırmalısınız diye düşünüyorum. Ama bir noktada karamsarım: Bir
ülkede spor yalnızca futbol, sanat da yalnızca üç-beş pop seslendiricisinin arzı
endamı olarak algılanıyorsa, zannediyorum siz sanatçılara ve sanat emekçile-
rine çok fazla görev düşüyor. Öyle zannediyorum ki, sanatçı, bizim ezberimiz-
deki siluetten farklı bir şey olsa gerek. Kısacası, sanat zor zanaat. Sabrınız için
teşekkür ederim, sağ olunuz.

panel yöneticisi

Bu güzel değerlendirmeleriniz için, teşekkür ederiz, sağ olun. Albert Camus


şöyle diyor: “Dünya aydınlık olsaydı sanat olmazdı.”

Şimdi sözü TOBAV Genel Başkanı Sayın Tamer Levent’e veriyorum.

1. Sizler TOBAV olarak, “Daha Güzel ve Anlaşılır Bir Dünya İçin Sanat” derken
ya da “Demokrasinin Eksiği Sanat” derken ya da “Sanata Evet” şifre
sözcüğüyle bizlere neler anlatmak istiyorsunuz?
2. Kültür sanat alanında yaşadığımız tüm bu olumsuzluklar sanata hayır
demenin bir başka ifadesi mi?
3. Avrupa Birliği sürecinin ülkemizde sanat kurumlarımız ve sanat yaratıcıları
açısından etkileri nasıl olacak?
4. Yaşanan olumsuzluklar acaba bu Avrupa Birliği sürecinin bir etkisi mi
yoksa yanlış bir uygulaması mı?
5. Tiyatroculuk mesleğinin diğer devlet memurluklarından farkı nedir? Buyurunuz.

tamer levent

Öncelikle bugün burada olmaktan çok mutlu olduğumu belirtmek istiyorum.


Çünkü kuruluş aşamasında ben de üç yıl kadar Özerk Sanat Konseyinin yü-
rütülmesine katkıda bulunmuştum. TOBAV olarak tabii, TOBAV genel başkanı

50
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT

olarak bunu yapmıştım. Tabii bu Özerk Sanat Konseyi kavramı 1970’lerden


başlayan bir çalışmaydı. 95 sürecinde daha da hızlandırarak bunu gündeme
getirmeyi sağladık. Amacımız kuruluş aşamasında bu alana sahip çıkan bizler
–burada bulunan kuruculardan birçok arkadaşımı da burada görüyorum– ku-
rucu kuruldan olanların da katkılarıyla bunun neden gerekli olduğunun süreç
içerisinde iyice anlaşılarak kurumlaşması yolunda daha ileri adımlar atılmasını
sağlamaktı. Fakat zaman zaman bu harekette duraklamalar gördük. Bu durak-
lamaların görülmesinde ben kendimce tespitler yapmak istediğim zaman size
bir şey söyleyeyim, kendimizi eleştirmemizin de zorunlu olduğunu fark ettim.
Çünkü biz asla eleştirilmesi söz konusu olmayıp da sürekli tezlerimizle gerek
dünya siyaset biliminden ve kapitalizmin ve emperyalizmin dünya standardın-
daki stratejisinden nasıl etkilendiğimizi dile getirerek kendi alanımızın son dere-
ce önemli işlevsel etkin olabilecek sorunlarına eğilmek ve bu sorunlar konusunda
somut yollar alma konusunda maalesef eksik kaldık. Özerk Sanat Konseyinin
kuruluşu aşamasında böyle bir konseyin Türkiye için gereksiz olduğunu, böyle
bir konseyin kurulmasının lüzumsuz olduğunu savunanlar da oldu. Hatta böyle
bir konseyin bir yasası olması gerektiğini, lüzumsuz olduğunu savunanlar oldu.
Hatta ve hatta daha ileri gidip sanatçının yasası olmaz noktasına da gelindi. Ne
ülkeymişiz biz? Şimdi de geliyoruz Anayasada 64. madde kalksın mı kalkmasın
mı? Bu kadarız, o zaman da bu kadardık, şimdi de bu kadarız.

Biz burada yapacağımız tespitlerle Türkiye’de kamuoyunu ikna edip sanatın


gerekliliğini onların hayatında olmazsa olmaz olduğunu ifade edip sonra da
kendiniz harekete geçerek, genel anlamda kamuoyu yaratarak ve sivil toplum
kuruluşlarıyla inandığımız tanımlar ve ilkeler çerçevesinde Türkiye’nin aydınıy-
la, yazarıyla, çizeriyle bu ilkeyi inandığımız, tanımladığımız ilkeyi savunma
konusunda acaba hep birlikte hareket edebilecek miyiz? Bunu merak ediyorum.
Ben burada bir konuşma yapacağım. Bu konuşmayı yaparken ben de tanım-
lar yapacağım. İnanıyorum ki bu salondaki herkes benim yapacağım tanımları
yapabilecek durumda. Ben size çok değişik şeyler mi söylemiş olacağım bu
tanımları yaptığım zaman? Hayır, aşağı yukarı hepimizin aynı şeyleri düşündü-
ğümüzü biliyorum, çünkü aşağı yukarı herkesi tanıyorum bu salonda.

Peki, madem biz bunları düşünüyoruz da neden yol alamıyoruz? Onu merak
ediyorum. Mesela, acaba Türkiye’de insan standartlarının geliştirilmesini Ame-
rika istemiyor da ondan mı olmuyor? Değil mi? Çünkü büyük Ortadoğu pro-
jesinde Türkiye’ye ılımlı İslam rejiminin uygun görüldüğünü eğer biliyorsak o
halde demek ki, Türkiye Anayasasının yapılmasında da Amerika’nın bir katkısı
vardır. O halde Amerika da Türkiye Anayasasında 64. maddenin kaldırılma-
sını uygun görmüştür belki de. Çünkü devletin sanatı ve sanatçıyı korumasını
ben bireyin standartlarının yükseltilmesi, öznenin standartlarının yükseltilmesi,
öznenin farkındalık kültürüne ulaştırılması olarak görüyorum. Sanat kavramını
1945’lerde Cevat Memduh Altar, Orhan Şaik Gökyay, Muhsin Ertuğrul, Tahsin
Banguoğlu tartışırlarken kültür kavramı zannediyorum Cevat Memduh Altar ta-
rafından gündeme getirilmiş. Bunun üzerine artık kim olduğunu söylemeyece-
ğim, saydığım diğer isimlerden birisi, “Yahu kardeşim, biz sanat tanımını yaptık
mı ki bir de başımıza kültürü çıkarıyorsun?” demiş. Biz o zamandan bu zamana
sanat tanımını yaptık mı acaba? Bildiğimiz tanım yolunda mı hareket ediyoruz?

51
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT

Peki, sanatçı kim o zaman? Biz sanatçı diyerek mesleki kavramların, mesleki
hak hukukun, fikir ve sanat özgürlüğünün üzerine gidemiyoruz.

Sanatçı diyerek son derece global, genel bir tanımlama içerisinde hayata bakı-
yoruz ve objektivist düşünceye sahip olan bu insanlar sanatçılığı bir tür tanrısal
vergi olarak, bir tür tanrısal olanak gibi görüp adeta kendileriyle çelişir bir
tarzda kendilerine verilmiş bu hakkın savunulmasını yapar gibi yapıyorlar, ama
tanım yapmıyorlar. Sanatsal yaratış başka bir şey, Türkiye’de sanatçı diye bir
kavram kullanılıyor. Bundan ne anlaşılıyor? Ben bunun üzerinde duruyorum.
Konuşmamı bu çizgide yapıyorum. Biz sanatçı dediğimiz zaman, burada bu-
lunan hepimiz sanatçıyız, o zaman el ele kol kola çıkalım yola, kurtaralım bu
memleketi mi diyoruz? Sanatçılar olarak zaten hepimiz olağanüstü işleri ürete
ürete geldik bir noktaya, o zaman bu noktadan ileri de gidemiyoruz. Anaya-
sada 64. maddeyi kaldıracaklar, ondan sonra zaten hiçbir şey yapamayacak
mıyız? Bunu mu tartışıyoruz? Yoksa Dünya Telif Hakları Örgütünün bütün dün-
yada bireyin standartlarının yükseltilmesi konusunda sanat meslekleri olarak
algıladığı sanatı, bir felsefe olarak algıladığı, yaşamın standartlarının yükseltil-
mesi felsefesi olarak algıladığı, ama tiyatro, opera, bale, resim, heykel, müzik,
mimarlık gibi alanları icracı ve yaratıcı alanlar olarak görüp bu icracı ve ya-
ratıcılıkların hak, hukuklarının aranması konusunda 5847 sayılı yasadan biraz
önce söz ettik, Türkiye’de bunun karşılığı budur. Fikir ve sanat eserlerinin hak
ve hukukun savunulmasına yönelik bir mesleki hak olarak mı görüyor? Henüz
Türkiye’de bu işleri yapan kişiler kendilerini meslek erbabı olarak ya da meslek
sahibi olarak anmaktan hoşlanmıyorlar. Tiyatroculuk bir meslektir dediğimiz
zaman, şahıs “Hayır efendim, bir sanattır, ben de sanatçıyım” demeyi tercih
ediyor. Bu kadar soyut, soyut kahramanlıklar, soyut padişahlıklar peşindeyiz,
soyut rütbeler peşindeyiz. Bunların karşılığı dünyada yok ve bu rütbelerden
hareket ederek doğru tahliller yapamadığımız kanısındayım. Doğru tahliller ya-
pamadığımız zaman da patinaj yaptığımız kanısındayım. Patinaj yaptığımız
zaman da yaptığımız şikâyet etmekten öteye geçmiyor, daha ileri aşamaya
doğru yol alamıyoruz. Çünkü tahlil yapabilmek için tanım yapmamız gerekiyor.
Tedavi teşhisle mümkündür, teşhis yapılmadan tedavi yapılmaz, ama biz bir
türlü doğru teşhis yapamıyoruz gibi geliyor bana.

Uluslararası güçler Türkiye’de bireyin standartlarının yükselmesini istemiyor


olabilir. O halde Türkiye’deki insanlar, aydınlar bu anlamda kendileri bir şey
yapma konusunda hangi ilkeler doğrultusunda bir araya gelecekler? O zaman
uhrevi bir şekilde tanımladığımız bu sanat kavramı çerçevesinde mi birlikte ola-
caklar, yoksa sanatın toplumda insanları farkındalık kültürünü artıran, bugün
dünyada daha açık bir deyimle etik, estetik ve adalet denilen üçlemenin formülü
olduğunu, etiğin içerisinde din, ahlak, örf, âdet, gelenek, halkbilimi, tarihten
gelen deneyimler, estetik içerisinde güzellik bilimi, adalet içinde vicdan, hu-
kuk ve hukukun tanınması, hukukun bir yaşam biçimi olarak algılanması gibi
bir sistemin������������������������������������������������������������������
��������������������������������������������������������������������������
bütünleşmesi, bunun karşıtları ve yandaşlarıyla bu düşüncenin al-
gılanmasının bütününe diyalektik bir çatışma içerisinde sanat denildiğini biz
Türkiye’de bir gün konuşmayacak mıyız acaba?

Estetikçi Schelling sanat kavramını “teorinin ve eylemin birleşmiş halidir,

52
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT

teorinin ve eylemin adıdır sanat” diye tanımlıyor, ama biz sanatı Türkiye’de
hâlâ bir mesleğin adı gibi tanımlıyoruz. Birisine “Ne iş yaparsın?” diye sordu-
ğumuz zaman “sanatçıyım” diyor. Acıklı demek istediği zaman çok dramatik
bir durumdu. Deprem bölgesinde çadırlar yırtık çıktı, durum çok dramatikti.
Çadır tiyatrosu diye Türkiye’nin tanınmış bir gazetesi manşet atıyor. Bunu be-
nim söylediklerimi sıradan halk böyle tanımlıyor demiyorum, aynı zamanda
profesörü, aynı zamanda gazete genel yayın yönetmeni de böyle tanımlıyor.
Cevat Memduh Altar’ın “Beyler, biraz da kültür kavramını açalım, konuşalım”
dediği zaman diğerlerinin “Yahu kardeşim, biz daha sanat kavramını çözeme-
dik, bir de kültür kavramı diyerek bu milletin kafasını büsbütün karıştırmayalım”
noktasından toplumsal olarak ve de topluma öncülük yapan misyonerler olarak
çok ileri götürebilmiş değiliz toplumu diye düşünüyorum.

Bu çerçevede baktığımız zaman daha yapacak çok işimiz olduğu kanısındayım.


O nedenle biz Özerk Sanat Konseyini kurarken bu tür misyonlar yüklenmesini
istemiştik. Bugün bu toplantıyı yaparak da bu misyonları üstlenmekte olduğunu
gösteriyor aslında. Tabii ki sanat kavramının uluslararası anlaşılmasında bugün
zanaat ve sanat kavramı Türkçede sanki birbirinden çok farklı kavramlarmış gibi
görünüyor. İngiltere Aktörler Sendikası aktörleri zanaatkâr olarak kabul ediyor.
Laurence Olivier İngiliz Aktörler Sendikasının yöneticisi, başkanı ve üyesidir. La-
urence Olivier’a “Ne iş yapıyorsun?” dediğiniz zaman “oyuncuyum” der, “aktö-
rüm” der, “sanatçıyım” demez. Ahmet Gülhan burada, belediyeye çok eskiden
bir gün bir ziyarete gittiğinde “sanatçıyım” demiş –onu hiç unutmuyorum, bir
tarihte anlatmıştı– belediyedeki görevli de demiş ki, “Yani ne iş yapıyorsun?”

Bugün dünyada modernizm çerçevesinde –modernizm benimsenir/benimsen-


mez, ama böyle bir vaka var– üçüncü paradigma olarak kültür görülüyor. De-
mek ki, dünyada siyaset birinci ve önemli bir paradigma olarak ele alınmıştır
deniliyor. İkinci paradigma ekonomiydi. Üçüncü paradigmanın da kültür ol-
duğu konuşuluyor. Dolayısıyla öznenin... Artık “birey” denilmiyor da “özne”
deniliyor, çünkü “iç dramatik aksiyon” diyoruz biz buna, tanımlarımızda ya da
Yunus Emre’nin “bir ben vardır benden içeri” dediği o biraz tasavvufa yakın fel-
sefede iç hesaplaşma, bireyin kendini tanıması, kendinin farkındalık noktasına
ulaşması ve bu farkındalık bilinciyle hareket etmesi, kendini başkalarının yerine
koyması, başkalarıyla olan benzerliklerini keşfederek hareket etmesi, başkala-
rının hak ve hukukunu algılaması gibi kavramlar da etik, estetik ve adalet bü-
tünlüğü içerisinde sanat tanımıyla ifade ediliyor. O halde sanat tanımı, tanrının
birilerine özel olarak bahşetmiş olduğu çok üstün yetenekler vardır mutlaka,
ama sadece onlar için değil o üstün, çok üstün yetenekler, o çok özel ve önemli
kişilerin yaratmış olduğu atmosferin tüm insanlığa mal olabilecek bir felsefe
haline dönüştürülmesi için kullanılıyor ve buna yönelik de stratejiler, taktikler,
örgütlenmeler, planlamalar yapılıyor. Bu planlamalarda amaç bireylerin stan-
dardını yükseltmek.

Bugün dünyanın tanınmış ülkelerinden birilerinde mahalli sanat merkezleri ya


da rekreasyon alanları kuruluyor. Çünkü amaç o mahallelerdeki insanların boş
vakitlerini ya da kendilerini suça ya da kriminolojiye ya da insanları algılamaya
uzak tutan tutumlarını ortadan kaldırmak için o merkezlere gitmesini sağlamak

53
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT

oluyor. Bu merkezlerde siyah derili, kızıl derili, pembe derili hangi ırktan, dün-
yanın neresinden insan varsa bir araya geliyor, el işleri, heykel, resim, boyama
gibi işler yapıyor, tiyatro yapıyor, drama yapıyor ve birlikte dil, din, ırk ayrımı
gözetmeksizin sanat felsefesinin gerektirdiği o algılama, anlama, ifade etme
gücüne ulaşmak için ortak bir çaba sarf ediyor.

Bizim ülkemizde de bu anlamda sanatın kullanım değeri itibariyle gündeme


getirilmesi gerektiği kanısındayım. Kullanım değerinin ne olduğunu tarif edeme-
diğimiz bir ve belli bir soyutluk içerisinde gördüğümüz bu kavramı topluma da
anlatamıyoruz. Topluma anlatamadığımız bu kavramı biz savunurken bazı mu-
halifler, idealist ve objektivist olarak bakacak olursanız, idealist kesimden bazı
muhalifler gazetelerinde şöyle yazılar yazıyorlar: “Kim bu sanatçıyım diyenler?
Onlar da bir ‘izm’ mi yaratmak istiyorlar? Yoksa onlar dinin yerine sanatı mı
din olarak koymak istiyorlar?” gibi tanımlarda bulunuyorlar. Bu tanımlarda
bulunulması bence son derece tabii; başka ülkelerde de dindar kesimler var,
dindar olmayanlar var, ateist olanlar var ya da kendine göre bir bakış açısı
olanlar var, ama bunların hiçbirisi din kültürüyle sanat kültürünü karşı karşıya
getirmeyi akıl etmemişlerdi bugüne kadar, ama bizim ülkemizde din kültürüyle
sanat kültürünü karşı karşıya getirmek son derece mütemayil bir akım var ve
bu akım zaman zaman bunu açıkça dile getiriyor. Hasan Hüseyin bir partiden
söz ederken “onlar bu işin farkında” demişti. Evet, bu anlamda bakarsanız
farkında, ama bu tezleri karşı tarafa bizim koyacağımız kendimizi tanımlama
tezimiz oluşuyor. Biz o zaman ortaya çıkıyoruz “Sanata ve sanatçıya ihanet,
sanatın değerlerini kabul etmiyorsunuz, siz buna ihanet ediyorsunuz” gibi çok
genel laflar ediyoruz. Bu anlamda alanımızın neden gerekliliğini ve Türkiye’nin
kalkınma stratejileri içerisinde hangi raya, hangi parkura oturmak istediğini
bir kere bizim de bilmemiz lazım ki, o parkura, o raya, o makas değişiminden
sonra geçeceğimiz parkurda nereye gideceksek o gideceğimiz alana yönelik
mesleğimizin ve de mesleğimizin yapılışındaki kalifikasyonun, kalitenin tanımını
yapmamız gerekir. Bugün kalitenin bile artık lüzumsuz olduğunu söyleme gibi,
liyakatin bile lüzumsuz olduğunu söyleme gibi eğilimler var.

Yıpranma konusunda hemen bir şey söyleyeceğim. Mesela devlet tiyatroları


bugün devlet destekli bir kuruluş olduğu için bu kurumdaki insanlar maaşlarını
devletten alıyor, ama dışarıda çalışan insanlar maaşlarını devletten almıyor.
Oysa 5846 sayılı kanun uygulandığı zaman TOMEB’i kurduk. Orhan karde-
şim TOMEB’in İstanbul temsilcisi. TOBAV kurdu TOMEB’i de. TOMEB meslek
birliği hareketi hayata geçebilse, dünyadaki standartlarda Dünya Telif Hakları
Örgütünün tarif ettiği standartla tiyatro oyuncuları meslek birliği ki, sinema da
dahil buna, televizyon oyunculuğu da dahil, eğer bu birlik yaşama geçebilse
o zaman devlet tiyatrosunda çalışan da, özel tiyatroda çalışan da bu meslek
birliğinin üyesi olduğu zaman aynı haklara sahip olacaktır. Emeklilik haklarına
sahip olacaktır, maaş standartları ya da çalışma standartlarının saati ya da
fikir ve sanat eserleri dolayısıyla kendisine geri dönüşümü söz konusu olacağı...
Kemal Sunal’ın filmleri mesela tipik bir örnektir, bu işten beş kuruş para ala-
mamıştır. Halbuki Avrupa’da olsaydı bütün sülalesi geçinirdi diye bildiğimiz,
konuştuğumuz bir konu. Bunları biz konuşurken öbür taraftan yıpranma olayı
Devlet Tiyatrolarından kaldırıldı. Devlet Tiyatrolarını örnek gösteriyorum, çünkü

54
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT

yıpranma meslek birliği üyesi olmayı hak etmiş kişi için de geçerli olacak bir
kavramdır, özel tiyatrocu için de geçerli olacak. O yıpranmıyor mu? O da
yıpranıyor, ama Devlet Tiyatroları devlet bürokrasisi çerçevesinde 657 sayılı
yasaya iteklenerek misafir olarak sokulmuş bir kurum olmasının yanında birta-
kım haklara sahip olmuş. Bunlardan birisi emeklilik hakkı, diğeri de yıpranma.
Yıpranma neden? İlk Devlet Tiyatroları Kanunu yapılırken o zaman bu kanunun
ilk Fikir ve Sanat Eserleri Kanununun yapılışında da Alman, Avrupalı uzman-
ların bulunduğu… Kanun hâlâ geçerlidir ve telif haklarıyla ilgili beğenilen bir
kanundur. Aynı ekiplerin hazırladığı Devlet Tiyatroları Kanununda da devlet bir
oyuncunun yıpranma, yani psikolojik olarak çalışma şartlarının ağırlığı nede-
niyle yıpranmaya tabi tutulması gerektiği söylenmiş. Zaten 657 sayılı yasaya
tabi olarak kurulmamış ki Devlet Tiyatroları Yasası, 1970’te biraz önce anlattı-
ğım gibi kimse bu tiyatroculuk mesleğinin tarifini yapamadığı için başlarından
atmak için almışlar 657’ye bağlamışlar. Çünkü 1960’larda grev yapmış Devlet
Tiyatrosu, Devlet Operası, Devlet Balesi. Grev yapınca zamanın başbakanı Sü-
leyman Demirel, “Greviniz hayırlı olsun” diye bir mesaj göndermiş. Zamanın
Milli Eğitim Bakanı Cihat Baban, “Greviniz hayırlı olsun” diye bir telgraf gön-
dermiş. Zamanın Çalışma Bakanı Ali Nail Erdem, “Greviniz hayırlı olsun” diye
bir telgraf göndermiş. Zamanın genel müdürü, “Burası Devlet Tiyatrosu, Devlet
Tiyatrosu devlete karşı grev yapmaz” diye gitmiş başbakanla tartışmış. Ertesi
gün –çünkü sözleşmeli personeldi o zaman bunlar– bu grev yasadışı ilan edil-
miş. Kimse de mahkemeye gidip aramamış, Müjdat Kutucuoğlu yıllarca bu işle
–o zamanki sendika başkanı– uğraşmış durmuş.

657 sayılı Devlet Memurları Kanunu çıkarılırken tanımını yapamadıkları bu özel


statüde çalışması söz konusu olan insanları derhal buraya bağlamışlar. Devlet
Memurları Kanununun 1. maddesinde hangi kurumlara bağlı olduğunu yazı-
yor; Devlet Tiyatroları da orada yazıyor ve altında dipnotta şunu diyor: “Bu
kurumlar kendi özel yasalarını yapıncaya kadar 657 sayılı Devlet Memurları
Kanununun misafiridirler” diyor. Aradan 35 sene geçmiş, 37 sene geçmiş, hâlâ
özel yasaları yapılmamış. Bunu bakın, sadece Devlet Tiyatroları, Devlet Opera
ve Balesi için örnek olarak söylemiyorum, tüm alan için söylüyorum. Tüm alan-
da da çünkü böyle bir örgütlenme yapılabilirdi, ama bu düşünülmedi. Sadece o
günü kurtarmak ve o günün egolarını tatmin etmek düşünüldü o zaman.

Anayasa Mahkemesi Devlet Tiyatrolarına geçtiğimiz yıl soru gönderiyor, diyor


ki, “Siz 657 sayılı Devlet Memurları Kanununa tabisiniz, ama bu kanuna tabi
olmanıza rağmen yıpranma alıyorsunuz. Oysa diğer devlet memurları yıpran-
ma almıyor. Bu devletteki eşitlik ilkesine aykırıdır. Bu konuda bu eşitlik ilkesine
Devlet Tiyatrolarının tabi olması gerekir mi gerekmez mi?” diye bir yazı gönde-
riyor. 2 senelik o zamanki bakanın tamamen kişisel şekillerde atadığı bir genel
müdür vekilesinin kurumda bulunduğu bir dönemde ve genel müdür vekilesi,
“Evet, biz diğer devlet memurlarından farklı değiliz” diye bir beyanda bulunu-
yor. Kendi yasasını bilmiyor ve bunun üzerine Anayasa Mahkemesi... Çünkü
Anayasa Mahkemesi bir kurumun bir hakkını elinden alacaksa o kuruma soru
sormadan alır mı? Yazı göndermeden alır mı? İçimizde hukukçular var, böyle
bir şey yapar mı? Sormaz. Peki, nereden araştırma yapar, nereden öğrenir?
Demek ki, devlet tiyatrolarından kendilerine bir rapor yazıldığını biliyoruz. Bu

55
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT

hakkın kaldırılması bu mesleklerin, bu mesleği yapan tüm kişileri ve kurumla-


rı ilgilendiriyor. Çünkü bu maddenin bu yıpranmanın kaldırılması bu alanda
çalışan tüm kişilerin devlet memuru olarak mütalaa edilmesi, devlet memuru
standartlarında devlet memurlarına denk mütalaa edilmesi gibi bir durum or-
taya çıkıyor.

Ben biraz aykırı bir noktadan girmiş gibi oldum, ama izninizle bunu yapmak
istedim. Çünkü öbür türlü çok rahat ediyoruz, çok eleştirel bir tavrımız içerisin-
de. Tabii ki eleştiririz, ama bu eleştirinin iki ucu, iki sapı olması lazım. Bir kısmı
bizi kesmeli, bir kısmı karşı tarafı kesmeli. Hep karşı tarafı kesersek o zaman ne
yapacağımızı tespit etmekte zorlanırız diye düşünüyorum. Teşekkür ediyorum.

panel yöneticisi

Çok teşekkür ederim bu güzel değerlendirmeleriniz için. Panelimizin birinci bö-


lümünün son değerlendirme konuşmasını Sayın Bedri Baykam ÖSK sözcüsü
olarak yapacaklar.

Ondan önce Sayın Abdullah Sezer kısa bir düzeltme yapmak istiyorlar.

Buyurunuz Sayın Sezer.

abdullah sezer

Usulen konuşma sırasını bozduğum için anlayışınızı rica ediyorum. Çok kısa
tutacağım. Az önce Anayasal revizyondan bahsederken, bir noktayı es geçtim.
Soru: Acaba AKP Hükümeti, bir Anayasa değişikliği veya yeni bir Anayasa
yapabilir mi? Tabii ki bu soruya duygusal yaklaşılıyor. Bu son derece doğaldır.
Ama işin teknik tarafına gelince; Anayasa’da iki hüküm var: İlki, md. 175, ki
Anayasa değişikliğinin yöntemini düzenler. TBMM, şu aşamalardan geçerek,
şu yöntemle ve dahi sonuçta şu çoğunluklarla karar vererek bunu bitirir ve bazı
koşulların oluşması halinde referandumla son sözü söyleme hakkını halka tanır,
anlamındadır. Bir diğer hüküm var ki, bu da maddi sınırı oluşturur. Bu da, Ana-
yasa md. 4, yani değiştirilmez hükümler ve ilkeler. Dolayısıyla, anayasa hukuku
tekniği açısından bakılınca, TBMM “türev kurucu iktidar” sıfatıyla Anayasanın
175 ve 4. maddesine uymak koşuluyla her maddeyi değiştirebilir. Bunun önün-
de hiçbir engel yoktur. Dolayısıyla, mevcut aritmetik yapısıyla TBMM –biçimsel
ve içeriksel sınırlara riayet kaydıyla– anayasayı değiştirmeye yetkilidir.

Ancak anayasayı geniş anlamda revizyona tutmak ve hele hele tümden yenile-
me yetkisi tartışmalıdır. Zira yeni anayasa, yeni düzen, yeni dengeler demek-
tir ve anayasaya “sosyal uzlaşma belgesi” niteliğini kazandıracak olan, bu iş
için özel olarak seçilen bir kurucu meclistir. Nasıl bir kurucu meclis, kimlerden
oluşmalı ve hangi yöntemle seçilmeli? Bu soruları yanıtlamayacağım. Zaten bir
miktar değinildi. Geçen yılki anayasa değişikliğini anımsarsanız, aslında bir-
çok sorunun yanıtı orada gizli. Devlet başkanının halk tarafından seçilmesine
ilişkin değişikliği, Anayasa Mahkemesi’nin verdiği karar sonrası bir anlamda
münfesih duruma düşen ve sonrasında kendi verdiği erken seçim kararıyla ikin-
ci kez münfesih olan bir meclis yapmıştı. Bu örnek ekseninde, “değişiklik nasıl

56
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT

yapılmalı?” olmasa bile, en azından “nasıl yapılmamalı?” sorusunun yanıtını


hepimizin öğrenmiş bulunuyoruz. Az önceki Tamer Beyin konuşmasından son-
ra, bir soruyu kaydettim belleğime. Anayasa md. 64’te “sanatçı”, md. 172’de
ise, “sanatkâr” der. Sanatçı gözüyle, iki kavramın nüansı nedir? Değinilirse,
sevinirim. Çok teşekkürler.

tamer levent

Ben biraz önce Barolar Birliğinin hazırlamış olduğu kitaptaki tespiti de yetersiz
buluyorum. Çünkü bu da çok genel bir tespitti. Bugünkü 64. maddeden fazla
ileri giden bir tespit de değildi. Ben bugün eğer bu geldiğimiz nokta bir milat
olabilirse bundan sonra bu tespitlerin yapılması ve bu ayrımların daha iyi ifade
edilebileceği yazılar yazılması gerektiği kanısındayım. Teşekkür ederim.

bedri baykam

Sevgili Orhan Beye teşekkür ediyorum. 64. maddeyle beraber beni de kaldırdı
diye düşünmüştüm. Onun için gitmeye hazırlanırken söz verdi, sağ olsun. Bütün
yorumlara çok teşekkür ediyoruz tabii Özerk Sanat Konseyi olarak, umarım
sizler de faydalandınız. Tabii ki, salon daha kalabalık olsun isterdik, ama bili-
yorsunuz halkımız çok meşgul, diziler çok yoğun, alışveriş merkezleri çok bol, o
yüzden yeterince bu salona ilgi gösteremiyorlar. Bu ülkemizin bir acı gerçeği.

Türkiye’nin en kritik tünelden geçtiğini biliyoruz. Bütün hukuki yönleri dinledik,


bütün sanatsal irdelemeyi de dinledik. Ben biraz daha geniş bir mercekten ba-
karsak ve genelden sanata doğru gelirsek daha iyi olabileceğini düşünüyorum.
2000’li yılları tabii ki böyle planlamamıştık, ırk ve din savaşları şeklinde. Ana-
yasa nedir? Ülkenin genel rotasının adıdır. Ülkenin nasıl bir ruhla yönetileceğini
belirler. Ülkede en önemli değerler olan özgürlük, kardeşlik, eşitlik ve gelişme
ilkelerine nasıl sadık kalınacağını saptar. Ülkenin istikametini, rüzgârını, ru-
hunu, onu nasıl bir geleceğin beklediğini gösterir, saptar anayasa. Peki, ana-
yasayı kim hazırlar? Sistemden açık ağırlıklı olarak bir çıkarı olan, bir siyasal
ideolojisi olan bir belirli siyasi partinin siparişiyle bir anayasa yapılabilir mi?
Bu ne kadar sağlıklı olur? “Bana en iyi uyan rota hangisidir” diye düşünen ve
tescilli bir çıkar odağı ve kadrolaşma içinde olan bir parti ne kadar sağlıklı
olarak o ülkenin geneli için sağlıklı ve iyi olabilecek bir anayasa hazırlayabilir?
Anayasayı bağımsız, demokrasiyi ve anayasanın değiştirilemez maddelerini
özümsemiş bir akademisyen, hukukçu ve düşünürler gurubu ancak sağlıklı ola-
rak hazırlayabilir.

AKP bu yeni anayasanın siparişçisi ve mimarı olarak ne kadar objektif, ne


kadar bağımsız, ne kadar tarafsızdır? Sanırım bu soruların yanıtı fazlasıyla
ortada. Şu AKP Ekspres: Avrupa Biletiyle Tahran’a diye bir kitabım 22 Tem-
muz seçimlerinden bir ay önce çıkmıştı. 4 yılda neler yaptıklarının kanıtı, sizi
Avrupa’ya götürüyoruz diye nasıl Tahran’a ve Suudi Arabistan’a götürüldüğü-
müzün belgelerini içeriyor. Tabii ki, AKP taraftır, ama neye taraftır? AKP Türkiye
Cumhuriyeti devletinin bütün anayasalarında yer almış genel ortak paydalara
karşı taraftır ve bunu kanıtlamıştır bugüne kadar. Bu kitabı veya bu analizleri
yapan başka şeyleri de başka yorumları da belki halkımız yeterince tabii ki

57
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT

duymuyor, bu bilgiler onlara ulaşmıyor. Çünkü bir iletişim dramı yaşıyoruz.


Medya sinmiş durumda, objektif değerleri yok oldu. Medya bir çıkar örgütünün
ağları arasında tehdit ve şantaj altında susturulmuş durumda. Emin Çölaşan’ın
Hürriyet’ten ayrılmasının daha çok gürültü yaptığı bir Türkiye’de yaşıyoruz.
karikatürist Cihat Hazardağlı’nın Tempo’dan çıkarılmasının daha az gürültü
yaptığı bir Türkiye’de yaşıyoruz. Emin olun Emin ve Cihat dışında daha başka
birçok isim aynı olayın bedelini ödüyor ve cumhuriyetçi olmanın, demokrat,
laik, Atatürkçü olmanın bedelini ödeyerek bu medya tarafından susturuluyor.
Çünkü bildiğiniz gibi Türkiye’de medyanın devletle ve dolayısıyla hükümetle
onca başka işi var.

AKP’nin yapacağı anayasa ne kadar tarafsız veya sağlıklı olabilir gayet orta-
da. Bürokrat eşlerinin ana kriterinin sıkma başlı olmasının mecburi tutulduğu bir
ülkede tabii ki anayasa o kadar sağlıklı olabilir. Burada gerçekten büyük bir
vurdumduymazlıkla bu gülünç dinciliğe devam edebilmektedirler kadrolaşma-
da. Atatürkçü eğitimcilerin dışlanması ve atanmaması Milli Eğitimimizin büyük
bir kanseri ve ayıbı olarak ortadadır şu anda. Bana her gün resim öğretmenliği
bölümünden onlarca genç aday yazıyor ve izninizle çok hızlı bir-ikisini okuya-
cağım. Cumhuriyet’te veya CHP’de veya bu eylemlerde bunun dile getirilmesini
isteyip benden medet umdukları için Halil Göral’ın yazısını hızla okuyayım:
“100. Yıl Üniversitesi Eğitim Fakültesi Güzel Sanatlar Resim Öğretmenliği Bö-
lümünden 5 yıl önce mezun oldum. Benim gibi 9000 resim öğretmeni atanma-
yı bekliyor. Eğitim sendikalarının ve Milli Eğitim Bakanlığının verilerine göre
7000 resim öğretmeni açığı varken Bakan Çelik de 80 milyon Türk izleyicisinin
önünde en çok ihtiyaç duyulan branşlar arasında resim var dediği halde son
atamada 50 kişi almış olması düşündürücüdür. Bakan Çelik 5 yıl içerisinde top-
lam 1138 resim öğretmeni ataması yapmıştır. Bunun yanı sıra toplam 8000 din
kültürü öğretmenine ihtiyaç duyulurken on üç bin küsur din kültürü öğretmeni
ataması yapmıştır” diye devam ediyor. Buna benzer onca başka şikâyeti de
okumayacağım, ama tahmin edebiliyorsunuz.

Bir Fazıl Say olayıyla Türkiye çalkalandı. Açık konuşalım, tabii ki medya olayı
kendi gündem yaratma ihtiyacıyla çok aşırı boyutlara taşıdı ve tabii ki doğal
olarak gülünç bir şekilde ikinci cumhuriyetçi ve İslamcı medyanın tahammül-
süzlükleri ortaya çıktı ve Fazıl Say’a karşı bir karalama kampanyasının da bu
şekilde başladığını gördük. Tabii ki, bu arada medyanın iddia ettiği gibi Fazıl
Say’la beraber bu ülkenin sanatçıları ilk defa bu hükümete karşı seslerini çıkar-
mış olmadı. Böyle bir şey yok tabii ki, burada dökümde de gördük karanlığı
karşı sanat cephesinin de ne yaptığını, her birimizin yıllardır neler yazıp neler
çizdiğini, hangi eylemleri yaptığını, ama bu tahammülsüzlüğün ortaya çıkar-
ması açısından Fazıl Say’a gösterilen tepki Türkiye’de sanata o kesimin göste-
receği tepkidir. Anayasada vereceği ve dolayısıyla vermeyeceği yerin kanıtıdır.
Türkiye’de sanatı, sanatçıyı ve demokrasiyi önümüzdeki günlerde, yıllarda ya
da aylarda bekleyen karanlığın habercisidir.

90.000 cami, sıfır modern sanat müzesi üretmiş bir ülkede yaşıyorsunuz. Böyle
bir yapının hazırladığı anayasa da... Tabii ki bu “90.000’e sıfır” olayında tek
suçlu AKP değildir. Diğer hükümetler de bugüne kadar bu faturadan nasiplerini

58
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT

almışlardır. Atatürk ve İnönü’den sonra bu ülkede sanata önem veren bir devlet
adamı geldiğine ben şahsen inanmıyorum. Olsaydı bunun bir ters kanıtını kendi
dönemlerinde kısa da olsa gösterebilirlerdi, ama sonuçta 57 yıldır bu ülkeyi
merkez sağ, liberal sağ ve şimdi aşırı sağ yönetiyor. Üzülerek söylüyorum, bize
rakamları verdiniz teşekkür ediyoruz, kültür ve turizmin bir arada olduğu bir
gülünç binde 3,7, biz bütçemizin yüzde 20’sini 20 yıl boyunca yalnız sanata
harcasak herhalde şu 50-60 yılda biriktirdiğimiz rötarı kapatamayız. O kadar
utanç verici bir donanımsızlık içinde yüzüyoruz. Bu ülkede maalesef sanat ve
sanatçı en gereksiz nesneler olarak görülüyor.

AKP anayasası medya koruması altında hazırlanıldı ve sunuluyor ve sunulacak.


İkinci cumhuriyet ve ılımlı İslam medyasının koruması altında, yönlendirmesi al-
tında halkımızın beynine sızdırılacak ve aynı medya sansürü ve aynı oportünizm,
yağcılık ve çıkar ilişkileri devam edeceği için bu analizlerin de ne kadar sağlıklı
yapılabileceğini göreceğiz. AKP taslağını ortaya çıkardığı zaman Türkiye’nin
ünlü haber kanalları karşınıza bizleri ya da Yekta Güngör Özden’i ya da Vural
Savaş’ı mı çıkaracak, yoksa her zamanki gibi Taha Akyol’u, bildiğiniz Cengiz
Çandar’ı, Altan ailesini mi çıkaracak? Bunu yaşayarak göreceğiz.

64. maddenin kaldırılması: Devlet artık sanatı ve sanatçıyı kollama görevini üst-
lenmeyeceğini ifade ediyor ve bunu yaparken de sanatı özgür bırakmak gibi
haksız ve anlamsız bir kılıfla bunu sunuyor. Aynen türban ve çarşafın demokrasi
olarak bize dayatılması ve pazarlanması kadar gülünç bir olay, sanatı ve sa-
natçıyı korumayacağız, gerek yok. Devlet bu işlerden çekilsin ki, sanatçı özgür
kalsın. Bu masada aranızda inanan var mı bilmiyorum, bütçe demin de söylendi
AKP’nin parası değil sizin parası, halkın parası. O bütçeden altyapıya ne kadar,
eğitime ne kadar, sağlığa ne kadar, ekonomiye ne kadar, gelişmeye ne kadar,
yola ne kadar, hava yollarına ne kadar para ayrılacak ve sanata ne kadar para
ayrılacak? O ülkenin gerçek nabzını, kültürle olan ilişkisinin nabzını gösteren bin-
dedir, yüzdedir. 24 Anayasasının ve 61 Anayasasının sanata gösterdiği önem
ortadadır ve burada artık mesela, Ahmet Ağırakça isimli bir şeriatçı hocaları var
arada konuşan, makale yazan, açık açık diyor ki, “Demokrasiye düşman olmaya
mecbursunuz Müslümansanız” Bu daha dürüstçe bir yaklaşım, çünkü hiç olmaz-
sa demokrasinin de küfür rejimi olduğunu açıkça size söylüyor. Bir kılıfla sizin
beyninizi dolandırıp sizi enayi yerine koyarak adım adım biraz yasalarda, biraz
anayasalarda sizi esneterek, kandırarak söylemiyor, ama bu sesleri tabii az söy-
letiyorlar ve tabii hedefleri emellerine varana kadar insanları fazla ürkütmemek.
Gerçek demokrasi düşmanı yüzleri fazla ortaya çıkmasın istiyorlar.

Sanata nasıl baktıklarını görmek için yıllardır sanata yapmadıkları, yapmayı


reddettikleri katkılar ortada. Sanatçı yokmuş gibi davranıyorlar ve bizlerin sa-
natla aslında tek ilişkisi devletin bize yönelik baskı ve sansürleri, açtığı davalar
vs... Bu olayın çarpıklığını anlamak için bir hatırlatma yapmak lazım. Örne-
ğin, gerçek anlamda batılı ülkelerde, Fransa’da, Almanya’da, İsveç’te devlet
müzelerinin, yerel müzelerin, büyük kent müzelerinin, belediye müzelerinin ve
kültür merkezlerinin sanata harcadığı para, işsiz kalan sanatçıya verdiği maaş,
aylık, stüdyo, onlardan aldığı resimler, oluşturduğu devlet koleksiyonları, bütün
bunları saymanın ötesinde bir tek şunu hatırlatayım size: Mustafa Kemal’in dev-

59
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT

let sergilerinden yaptığı eser alımları, yaptırdığı eser alımlarını bugünkü rayiç
ve bugünkü bütçe üstünden Türkiye’ye uygulasanız, trilyonlarca liralık devletin
sanat alımı yapması lazım. Öyle bir şey görüyor musunuz ortada? Hayır, gör-
müyorsunuz, görmemiz de mümkün değil.

Görünen köy kılavuz istemez, bugün yurdun her noktasında kapanmayı özen-
dirme yarışını sürdüren bir zihniyet hâkim. Merkez Bankası genel müdürünün
eşinin durumu ve görüntüleri ortadayken yükselme ve maaş artışı bekleyen devlet
kadrolarının nasıl bir dinsel gösteriş budalalığına doğru çekilebileceklerini düşü-
nebiliyoruz. Din ne kadar saygın bir alansa bunun gösterişi ve dayatması da bir
demokratik siyasal alan aleyhinde o kadar tabii ki bir budalalıktır. Dine de haka-
rettir. Toplumun sözde aydınları ise bildiğiniz gibi Atatürkçülüğü artık ayıplana-
cak veya zararlı görülecek bir faşist ideoloji olarak görmeye zorlanmışlardır..

salondan

(Kayıt anlaşılmıyor.) ...siz yaptığınız müddetçe öyle...

bedri baykam

Bir anlamı yok, Türkçe söylediğiniz lafın bir anlamı yok. Provokasyonu sonra
yaparsınız. Forum bölümünde provokasyonunuzu istediğiniz gibi yaparsınız.
Lafımı kesemezsiniz.

Bir ülkede siz bütün bürokratların eşlerini sıkma başlı yaparsanız bunun demok-
rasiyle alakası yoktur, haddinizi bilin.

panel yöneticisi

Arkadaşlar, sorularınızı ve düşüncelerinizi lütfen forum bölümüne saklayınız.


Buyurunuz, lütfen bağlar mısınız?

bedri baykam

Gerçekle hiçbir ilgisi olmayan saptırılmış yorumların bilerek yanıtsız bırakıl-


masıyla yapılmıştır bu Atatürkçülüğün ne olduğunun alçakça unutturulması. Bir
yazar genç kızımız geçenlerde “Bugüne kadar ne fenalığımı gördünüz? Şunu
mu gördünüz bunu mu gördünüz Kemalistliğimi mi gördünüz?” diyor ve bunu
Milliyet gazetesinde yazıyor.

Bir başka halkla ilişkiler uzmanı bayan TV’lerde diyor ki “Hiçbir ideolojiye hiz-
met etmek istemiyorum. Ne dincilik, ne Atatürkçülük, ne bölücülük” diye saya-
biliyor. Şu anda o bayanlarımız, halkla ilişkiler veya gazeteci bayanlarımız
Atatürkçülük olmasaydı bu mesleklerini bu ülkede yapabilecekler miydi? Bunu
düşünmeyi de herhalde zül sayıyorlar. Atatürkçü ruhu anayasadan tasfiye et-
mek ülkeyi kesinlikle bir anti demokrasiye götürür bu Müslüman topraklarda.
Bunu ya anlayacağız, ya anlamayacağız. Aydınlanma devriminin en büyük
getirisi olan laik, demokratik ortam başka türlü hiçbir yapıda hiçbir Müslüman
toplumda yaşamaz ve yaşatılmaz. Sanat ancak demokratik, laik, özgür bir
hukuk devletinde açık olarak üretilebilir. Onda yaptırılmazsa yeraltına girer,

60
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT

bir gizli direnç ve tepki kalkanına dönüşür. Umarım o noktaya kadar gerileme-
yiz. Sanatçıları diğer mesleklerden ayıran budur. Lastik tamircisi, bankacı, rejim
ne olursa olsun işini yapar, ama bizler için aynı şey değildir. Özgürlük ve laik
demokrasi bizim oksijenimizdir, o olmadan biz işimizi üretemeyiz, düşüncemizi
üretemeyiz. Onlar da bu yüzden sanata düşmandırlar. Çünkü sanat gülmeyi,
sorgulamayı getirir, düşünmeyi getirir, direnç getirir, tepki getirir, devrim getirir,
karşı çıkma getirir, hükümeti eleştirme getirir. Hepsini birden getirir ve özgürlük
nabız barometresidir. Tutucular, muhafazakârlar, totaliter rejimler bu yüzden
sanata düşmandırlar, sanatçıya düşmandırlar ve tabii ki anayasada devrime,
laikliğe, demokrasiye soğuk bakacaklardır ve bunu kurnazca ifade etmek için
çeşitli kılıflarla bunu sunacaklardır. Tabii ki Anayasanın değiştirilemez madde-
lerinden sonra bunu toparlayan 4. maddeyi alakasız bir yere, metnin ortasına
çekeceklerdir. Bunu neden çekeceklerdir? Daha sonra bunu değiştirilebilir hale
getirirken o da arada kaynamış şeklinde metnin ortasında yok olacaktır.

Burada sanatın anayasada korunması ancak büyük kültür devriminin izlerini sil-
meye çalışmayan, tam tersine onu çağdaş yolda geliştirme amacı güden bir zih-
niyetin işi olabilir. Bunu da tabii açmıyorum, daha çok yolu olabilir, ama bunun
dışında tabii ki güzel sanatların geliştirilmesi, orkestraların geliştirilmesi, kültür
merkezlerinin yurtta açılması, anayasanın dilinden tutun da laikliği koruma üst
kuruluna kadar bütün bunları detaylandırabiliriz. Güçler ayrılığının kesinlik-
le geri gelmesi lazımdır. Belki senatonun geri gelmesi lazımdır. Çankaya’nın
bir noterlik olmaktan çıkarılması lazımdır, gerçek bir yargı denetleyicisi haline
gelmesi lazımdır. Yargı bağımsızlığı atama felaketinden kurtarılmalıdır ve Si-
yasi Partiler ve Seçim Kanunu da gerçek bir demokrasinin gelmesi için derhal
değiştirilmelidir. Biz burada anayasal bir darbeye karşı direnç hakkımızı kul-
lanıyoruz. Bu mücadele tabii ki alevlenerek yükselecek. Çünkü şu anda ip on-
ların elinde, ama biz de teslim olmayacağız. Biz niye darbeye karşıyız? Çünkü
demokrasi ve özgürlüğü sevdiğimiz için değil mi? Halbuki burada bu ülkede
fiili bir darbe var. Anayasa değişikliği bu illegal gidişata içine sığdırılabileceği
kılıflar hazırlıyor. Buna dur demek için buradayız. Teşekkürler.

panel yöneticisi

Sayın Bedri Baykam değerlendirmelerin için çok teşekkür ederiz. Çok değerli
konuşmacılar, sabrınız için hepinize teşekkür ederiz. Panelimizin birinci bölü-
münü böylece bitirmiş oluyoruz. Şimdi 15 dakikalık bir dinlenme arası veri-
yoruz. Ardından görüşler bölümüne geçeceğiz. Son olarak da panelin forum
bölümüne, yani soru-cevap kısmına geçeceğiz. Şimdi minik bir ara veriyoruz.

61
GÖRÜŞLER
Panel Yöneticisi: Orhan Kurtuldu
panel yöneticisi

Değerli arkadaşlar, panelimizin ikinci bölümüne başlıyoruz. Bu ikinci bölümde


çok değerli görüşünü bildirecek sivil toplum örgütlerinin temsilcileri var. İzni-
nizle ben ilk konuşmayı Mimarlar Odası Genel Başkanı Sayın Bülend Tuna’ya
vermek istiyorum. Buyurunuz efendim.

bülend tuna

Teşekkür ediyorum. Mimarlar Odası adına hepinizi saygıyla selamlıyorum. Mi-


marlar Odası olarak Özerk Sanat Konseyi’yle aynı platformda bulunmaktan,
beraber çalışmaktan, birlikte görüş üretmekten büyük mutluluk duyuyoruz. Böyle
çalışmaların, böylesi katkıların görevimiz olduğunu düşünüyoruz. Her ne kadar
toplumda mimarlığın algılanışı farklı olsa da, mimarlık hizmetlerine talep zaman
zaman belediye istediği, kanunların gerektirdiği için yapılıyorsa da, biz mimar-
lığı bir sanatsal hizmet olarak görüyoruz ve böyle de algılanmasını diliyoruz. O
yüzden buradayız; sizlerle birlikte “Sanat ve Anayasa” konularını tartışıyoruz.

Bildiğiniz gibi yıllardan beri, özellikle de son 25-30 seneden beri büyük bir
imar saldırısıyla karşı karşıyayız. Kentlerimiz, doğal kaynaklarımız giderek
daha fazla yağmaya açılıyor. Kentlerimiz yaşanmaz hale geliyor; benzersiz
bir imar hareketiyle karşı karşıyayız. Bu imar saldırılarına karşı bizim gibi dü-
şünen, davranan kentlilerle beraber, kentlerin daha yaşanılır kılınmasını isteyen
güçlerle beraber, üniversitelerle beraber ciddi bir mücadele yürüttüğümüzü dü-
şünüyoruz. Bu mücadele içerisinde sizlerle de beraber olduk, desteğinizi aldık;
yeri geldi biz de sizlerle birlikte omuz omuza mücadele ettik.

Bizim gibi kuruluşlarının sivil toplum kuruluşu olmanın ötesinde bir yapısı var-
dır. Çünkü biz sivil toplum kuruluşu değil, meslek kuruluşuyuz; ayrı bir yasayla
kurulmuş, mesleğin düzenlenmesini sağlayan zorunlu üyeliğe dayanan meslek
kuruluşlarıyız. Bizim mücadelemiz farklı olabiliyor; gerek merkezi hükümetin,
gerek yerel yönetimlerin icraatlarını denetleyen, gözleyen ve birer gölge kabine
gibi izleyerek onları irdeleyen, gerektiğinde davalarla veya başka yöntemler-
le mücadele edebilen bir yapıdayız. Şüphesiz ki bu yapımız, mücadele yön-
temimiz, hem yerel yönetimleri, hem merkezi yönetimdeki iktidarları rahatsız
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT

ediyor. Rahatsız ettiği zaman da bizlerin şimdiye kadar kullanmış olduğumuz


haklarımızı, kanundan aldığımız güçle kullandığımız haklarımızı elimizden al-
maya çalışıyorlar. Hatta zaman zaman bunu da başarıyorlar.

Biz 1954 yılında çıkartılan bir yasayla kurulmuş bir örgütüz: Türk Mühendis
ve Mimar Odaları Birliği. 1982 Anayasası ile kamuda çalışanların meslek ku-
ruluşlarına üye olmaları zorunluluğu kaldırıldı. Bu bizim açımızdan ciddi bir
zafiyet getirdi. Üye olunması yasaklanmadı, ama gönüllülüğe bağlandı. Dola-
yısıyla kamuda üretilen mimarlık ve mühendislik hizmetlerinin meslek kuruluş-
ları tarafından denetlenmesi konusunda bir zafiyet oluşturdu. Şimdiki anayasa
tartışmalarını sizler gibi biz de büyük bir endişeyle izliyoruz. Yüzde 45 küsur
bir oyla iktidara gelen Adalet ve Kalkınma Partisi’nin giderek daha pervasız
hareket edeceği endişesini taşıyoruz. Buna karşı diğer meslek kuruluşlarıyla be-
raber, sizlerle ve diğer demokratik kuruluşlarla beraber anayasa tartışmalarını,
çalışmalarını yakından izliyoruz; buna karşı gerekli uyarıları kendi açımızdan
ve ülkemizin demokratikleşmesi açısından şüphesiz yapmaya çalışıyoruz. Bu
panelin de bu anlamda önemli bir katkı sağlayacağını düşünüyorum.

Mimarlık hizmet üretimi farklı disiplinlerin girdileriyle beraber yapılmaktadır.


Diğer sanatsal hizmetler de şüphesiz böyledir, ama bizim mesleğimiz, yapı
üretim süreci çok bileşenli bir süreçtir. İşverene bağlıdır, müteahhide bağlıdır,
yapı ustasına bağlıdır ve daha sayamayacağım pek çok şeye bağlıdır. Topluma
bağlıdır, toplumun mimarlık kültürüne bağlıdır. Bizden iyinin güzelin aranması,
kötü ayıplı hizmetin reddedilmesi, kaliteli bir yapılı çevre üretilmesi için çok
önemlidir. Bunu ısrarla söylüyorum, toplumda mimarlık kültürünün artması kent-
lerimizin, yaşam çevrelerimizin daha kaliteli olması için çok önemli bir adım-
dır, bunu önemsiyoruz. Türkiye’de de pek çok dünya ülkesinde olduğu gibi
kamu yönetiminin mimarlık alanında en büyük işveren olduğunu görüyoruz.
Türkiye’de yapılı çevre üretiminde kamu gerek ürettiği yasalarla, gerek ihale
düzeniyle ve gerekse de bizzat ürettiği yapılarla yapılı çevremizin oluşmasında
önemli rol oynamaktadır.

Geçmişte planlama ve yapılı çevre üretilmesinde oluşturulmuş olan devlet ku-


rumlarının, Emlak Bankası’nın, İller Bankası’nın, diğer planlamayla ilgili kuru-
luşların, İmar ve İskân Bakanlığı’nın, mevcut Bayındırlık ve İskân Bakanlığı’ndaki
planlamayla ilgili birimlerin yıllar içerisinde dağıtıldığını, yok edildiğini gördük.
Giderek bunların daha da tasfiye olacaklarını görüyoruz. Bunun ideolojik bir
mücadele olduğunu söylemek isterim. Kamu kesiminin tasfiye edilmesi bizim
alanımızda çok yaygın bir şekilde yapılmaktadır. Kamuda gerek memur is-
tihdamı gerekse teknik eleman istihdamı giderek azaltılmaktadır. Oysa örnek
gösterilen batı ülkelerinde, katılmak istediğimiz Avrupa Birliği ülkelerinde kamu
kesimindeki mimarlık hizmetlerinin üretiminde olsun, kamu hizmetlerinin diğer
alanlarında olsun, kamu kesiminin bu düzenleyici rolü hâlâ daha sürmektedir
ve hiç de küçümsenmeyecek boyutlardadır.

Türkiye mimarlık politikasını önemsiyoruz. Türkiye’de yapılı çevrenin üretilme-


sinde böyle bir politikaya ihtiyacımız olduğunu düşünüyoruz. Türkiye Mimar-
lık Politikası’nı tartıştığımız bir toplantıda, Türkiye’de bir kültür politikasının da

66
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT

olmadığını bizzat Kültür Bakanımız söyledi. Evet, kültürle ilgili de, mimarlıkla
ilgili de pek çok kararlar alınıyor, ama bunların genel bir politikaya bağlı ola-
rak alınmadığını belirtiyoruz. Bu metnin, Türkiye Mimarlık Politikası metninin
tartışılmasını istiyoruz. Bu metnin hayata geçirildiği diğer ülkelerle beraber
ortak oluşturulan platformlara, Avrupa Mimarlık Politikaları Forumlarına ka-
tılıyoruz. Bu platformlarda mimarlık meslek örgütleriyle beraber kamunun da
önemli bir rol aldığını görüyoruz, düzenleyici rol aldığını görüyoruz. Yapılı
çevrelerin oluşturulmasında, köhnemiş şehir alanlarının tekrar yenilenmesinde
ne gibi politikaların üretildiğini, ne gibi teşviklerin yapıldığını, nasıl bir yöntemle
bunların yapıldığını izliyoruz. Dolayısıyla öğleden beri yapılan tartışmalarda
vurgulandığı gibi, o ülkelerde kamunun bu alanı başıboş bırakmasını değil,
tersine değişik teşviklerle özgür yaratıcılığın önünü açtığını, sağlıklı, güvenilir,
yaşanılır çevrenin yaratılmasında rol aldığını görüyoruz, gözlüyoruz ve bunun
da Türkiye’deki kamu kuruluşlarına örnek olmasını diliyoruz.

İzninizle, bugünkü tartışmalar sırasında aldığım iki notu sizlerle paylaşmak is-
tiyorum. Bunlardan birincisi, oy vermediğim ve oy vermediğimden dolayı da
gurur duyduğum 82 Anayasası’nın hazırlayıcısı Orhan Aldıkaçtı’yla ilgili. Belki
tanıyanlar bilir, Orhan Aldıkaçtı çok değerli bir hukuk uzmanı olarak tanınır;
82 Anayasası oylandıktan sonra her hafta senfoni orkestrasının konserlerine
gelirdi ve tesadüfen de yerlerimiz yan yana olurdu. Onunla aynı duyguları
taşıyıp taşımadığımdan emin olamadım. Sanatı belki seviyordu, klasik müziği
seviyordu, ama o cenderenin de teknisyenliğini yapmıştı.

Bu toplantı sırasında sanatçılarla ve sanatçı duyarlılığıyla ilgili olarak aklıma


gelen bir başka olay da şu oldu: bundan bir süre önce hatırlarsınız bir Ba-
rış Meclisi toplandı; bu Barış Meclisine biz de Mimarlar Odası olarak katıldık
ve görüşlerimizi paylaştık. Toplantıya Yazarlar Sendikası adına katılan Adalet
Ağaoğlu’nun sözlerini hatırlıyorum. Yöneticileri uyarıyordu ve demişti ki “Ya-
zarların laneti sonsuzdur, bundan korkmalısınız.” Ben de bunu sizler için tek-
rarlıyorum. Teşekkür ederim.

panel yöneticisi

Biz çok teşekkür ediyoruz Sayın Tuna ve bu panelin sunuş CD’sini size bugünün
anısı olarak vermek istiyorum. Katkılarınız için tekrar teşekkür ediyorum

İkinci konuşmacı olarak da CHP İstanbul milletvekili Sayın Çetin Soysal’ı görüş-
lerini paylaşmak üzere kürsüye davet ediyorum. Buyurunuz.

çetin soysal

Ben de teşekkür ediyorum. Değerli konuklar, sevgili dostlar, bugün gerçekten


Özerk Sanat Konseyinin düzenlediği “Anayasa ve Sanat” konulu panelde ara-
nızda olmaktan büyük bir mutluluk duyuyorum. Elbette ki, Özerk Sanat Kon-
seyinin içinde yer alan Türkiye’nin aydınlık çağdaş geleceğini temsil eden kişi,
kurum ve kuruluşların yaptıkları bu çalışmaları kutlamamak mümkün değil. Bu
çalışmaları yürekten kutluyorum ve önemsiyorum; önemsememiz gerektiğini dü-
şünüyorum, çünkü sanatın toplumda hak ettiği yeri alabilmesi ve gelişebilmesi,

67
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT

ilerlemesi ve kitlelere yayılarak görevlerin önünü açabilmesi için bu çalışmanın


son derece önemli olduğunu düşünüyorum. Örgütlenmenin, hak ve özgürlükleri
elde etmek için birlikte adım atmanın ne kadar önemli olduğunu burada bir kez
daha vurgulamak istiyorum.

Mustafa Kemal’in dediği gibi, “Sanatsız kalan bir toplum, sanatsız kalan bir
milletin hayat damarlarından biri kesilmiş demektir.” Ancak bugün baktığımız
zaman Türkiye’de maalesef müthiş bir değişim, müthiş bir dönüşüm gerçekleş-
mekte. Anımsarsanız çocukluğumuzda laboratuarda deneyler yapılırdı. Örne-
ğin bir kurbağayı kaynar bir suya attığınız zaman kurbağa bir sıçrar ve hayatını
kurtarırdı, ama bir de kurbağayı ılık bir suya attığımızda kurbağa ılık suyu da
ısıttıkça kurbağa sıçrayamaz, çünkü mayışır gevşer ve yok olup gider. Maalesef
baktığımız zaman 1930’lu yılların Türkiye’sine, 1940’lı yılların Türkiye’sine,
1950 yılların Türkiye’sine, 60’lı yılların Türkiye’sine, 70’li yılların Türkiye’sine
bir de 2000’li yılların Türkiye’sine baktığımız zaman geldiğimiz nokta maalesef
dehşet vericidir. Bunun birçok nedeni var. Eksiklerimiz, hatalarımız, yanlışları-
mız... Birçok nedeni var, ama sonuçta biz bu noktaya geldik. Bugün aydınlan-
ma hareketi tartışılır hale geldi. Ben gidiyorum, yaşıyorum görüyorum. Birçok
arkadaşımız da o tartışmalar içinde yer alıyor. Örneğin bir gecede Türkiye’nin
cahil kaldığı ifade ediliyor. Alfabe devrimine atıfta bulunuyor. Anıtkabir için
“Bir putperestlik örneği” deniliyor. Şeriat hukuku tartışılır hale geliyor ve öyle bir
noktaya geldik ki, gerçekten Türkiye açısından hiç de iç açıcı değil. Bu anlamda
bir duyarlılık göstermek gerektiğini düşünüyorum.

Öyle bir noktadayız ki, Türkiye’de insan hakkı dediğimiz zaman hemen türban
geliyor, belediye dediğimiz zaman plan tadilleri geliyor, kültür-sanat dediğimiz
zaman içine tüküreyim geliyor. Böyle bir anlayış maalesef ülkemizde egemen
olmuş. Anayasa tartışılıyor. Tabii ki, bu Anayasanın artık 12 Eylül anayasa-
sı olmanın ötesine geçti, çünkü 96 maddesi değişti, ama bugün ne hikmetse
Türkiye’de bugün gerçekten çok ciddi sorunlar varken anayasa bir taşerona
teslim ediliyor, taşeron çalışmasını yapıyor. Daha sonra buna sahiplenecek
bir süre muhatap bulunmuyor, onun üzerinde çalışmalar yapılıyor, bugün
Türkiye’nin gündemine geliyor. Öyle bir geliyor ki, baktığımız zaman sanat
açısından, kültür açısından baktığımız zaman son derece dehşet verici oldu-
ğunu görüyoruz. Sanatın katılımcılığı, kültürün katılımcılığı, özerk bir dokunun
oluşması, mevcut Anayasadaki maddenin daha zenginleşmesi gerekirken daha
geri noktada kalıyor. 64. maddeyi korumak zorunda kalıyoruz. Anımsayın,
biz yıllarca YÖK’e karşı çıktık “Aman YÖK yerinde kalsın” deme noktasına
geldik. Çünkü gerçekten ülkemizin geldiği nokta son derece endişe verici. Ör-
neğin, İstanbul çok ciddi şekilde talan ediliyor. Az önce sevgili başkan gerçek-
ten o mücadelelerinden ötürü kendilerini kutluyorum, iyi ki de bu sivil toplum
örgütlerimizin çalışmaları, iyi ki de bu sivil toplum örgütündeki arkadaşlarımızın
özverili çalışmaları var diyorum. Gerçekten İstanbul’da çok ciddi bir yağmalan-
ma yaşanıyor. Bu yağmalanma rant yağmalanmasıdır, bu yağmalanma F tipi
kültür yaratma, F tipi eğitim verme, F tipi örgütlenmeye kaynak yaratma rantı-
dır. Bunun özellikle altını çizmek istiyorum. F tipi derken de herhalde nerelere
gittiğini anlıyorsunuzdur.

68
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT

Böyle bir noktayı yaşıyor Türkiye ve bir bakıyorsunuz Türkiye ve İstanbul çıkış
noktası İstanbul olduğu için bir rant bölgesi haline geliyor. Muhsin Ertuğrul Ti-
yatrosunun bir kongre vadisine dönüştürülme talebi, istemi gelebiliyor. Bunu
çıkartabiliyorlar. Halbuki hem Muhsin Ertuğrul’u oradan kaldırarak hem tiyatro
kültürünü yok etmek, onu pasifize etmek, onu kenara itmek, ama bir de İstan-
bul halkına başka bir haksızlık yapılmakta, kentin en önemli sorunlarından biri
olan trafik sorununa rağmen kenti yoğunlaştıran bir anlayışı orada egemen
kılmak. Kent yoğunlaşıyor, ama kentin yoğunlaşması çok önemli değil onlar
için, kentin siluetinin bozulması da çok önemli değil, tiyatronun yok olması çok
önemli değil, önemli olan oradan gelen ranttır. Biliyor musunuz Atatürk Kültür
Merkezinin esasında dönemin Kültür ve Turizm Bakanıyla sınıf arkadaşı olan
bir işadamı arasındaki bir anlaşmanın sonucu yıkılmasına teşebbüs edildiği-
ni? Çünkü arkasındaki yerler bir değer. Oraya bir alışveriş merkezi, esas özü
buydu, bir alışveriş merkezi kurmak anlayışı vardı orada. Oraya bir rezidans,
çünkü iştah kabartıyor. Çok şükür ki, gerçekten duyarlı aydın, duyarlı arkadaş-
larımızın öncülüğünde ve çabasında bu bir noktaya getirildi. En azından orada
artık rezidans olmayacak. Atatürk Kültür Merkezi artık yıkılamaz hale geldi.
Anıtlar Kurulunda şu an, ama en azından Meclisten bu şekilde çıkartmadık gece
yarısı 4’e kadar. Şu anki haliyle bir direnç gösterme devamlılığını sağlayabi-
liriz. Çünkü Anıtlar Kurulunun vereceği karar son derece önem taşıyor, ama
bütün bunların ötesinde artık orada rezidans yapılmayacak, alışveriş merkezi
yapılmayacak. O gizli dünyalarında yaratmak istediklerini yapamayacaklar,
ama tabii ki burada iş bitmedi. Mesela, ben hâlâ Muhsin Ertuğrul’un yıkılma-
ması için gerekirse oralarda bir direnç gösterilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Oralarda eylem yapılmasını, oralara vinçler geldiği zaman o vinçlerin önünde
durmayı düşünüyorum. Evet, yasalar veya meclislerden bu kararlar çıkabilir.
İstanbul Büyükşehir Belediyesinde çoğunluğa dayanarak bu çıkmış olabilir, ama
bunun hayata geçirilmemesi için de bir direnç gösterebileceğimizi düşünüyo-
rum. Çünkü bu rantların da bir yerlere kaynak olarak aktarıldığını görüyoruz.
Mimarlar Odası takip ediyordur, biliyordur. Örneğin, Silivri’de bir arazi, orası
tarla ve yeşil alan olarak, hatta su havzası olarak adlanılan bir yer, orada dün-
yanın önemli kuruluşlarından biri fabrika kuracak, ama ona deniyor ki, buraya
bir de okul yapacaksın.

halis başarır

Siz Mecliste muhalefet partisinin milletvekilisiniz ve bugün burada çok seçkin


sivil toplum örgütlerinin temsilcilerinin bulunduğu bir yerde konuşuyorsunuz ve
biraz evvel çok vahim bir olay yaşandı ve onun da aktörüsünüz. Ben sizden bir
ricada bulundum, bunu yine aramızda açıklamak istemiyorum, onu düzeltme-
nizi isteyeceğim. Ne adına? Saflar adına, o arkadaş ben ve siz aynı saflarda
olduğunu zannediyorum. Onu düzeltmenizi isteyeceğim.

çetin soysal

Aynı saflardaysak tabii ki, seve seve özür dilerim. Bugün Türkiye’nin aydın-
lanmasına dönük Kemalist devrimlere dönük, Kemalizm’e dönük, aydınlan-
ma hareketine dönük gerçekten tahammül edemeyeceğimiz sözler söylendiği

69
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT

zaman bunun karşısında her zaman direnç göstereceğimizi bilerek tepki


göstereceğimizi bilmenizi istiyorum. Sonuna kadar da tepki göstermeye devam
edeceğiz. Bu bir yanlış anlaşılmaysa seve seve özür dilerim. Hiç onda bir şeyim
yok, ama elbette ki Türkiye’nin bugün gelmiş olduğu noktada tahammülsüzlüğü
biz değil tahammülsüzlüğü yapanlar ortadadır, tahammülsüzlüğü yapan baş-
kalarıdır. Üsluplarında bunu hep beraber görüyoruz.

Silivri örneğini söyledim, izin verirseniz hemen bağlayacağım. Orada arazinin


bir bölümüne okul yapılacak. Çok iyi niyetle yaklaşabilirsiniz, ama o okulu
yaptıktan sonra işletmesini birileri yapacak ve Türkiye’de 480 adet, 1500’e
yakın yurt ve dershane olduğunu düşünürsek gerçekten son derece dehşetane.
Bu açıdan bu kültüre dönük, sanata dönük olgulara baktığımızda burada F tipi
bir dokunun, F tipi eğitimin öne çıktığını görüyorsunuz. F tipi kültür ve sanat
anlayışının da egemen olduğunu söylemek mümkün.

İstanbul’u 2 metre kazarsanız Osmanlı, 4 metre kazarsanız Bizans, 6 met-


re kazarsanız Roma var, ama maalesef bunlar yok edildi. En son örneği de
Sultanahmet’te, orada maalesef söylenilen şu: “İstanbul’un her yerinde tarih
var, buraya mı kaldınız?” diyecek kadar cüretkâr bir yaklaşımı da ibretle
görüyoruz.

Değerli arkadaşlarım, gerçekten ülkemiz kültür adına da sanat adına da önü-


müzdeki süreç çok rahat olmayacak. Her birimize, sivil toplum örgütümüze çok
ciddi görevler düşecek, bizlere çok ciddi görevler düşüyor. Dilerim hep birlikte
bu mücadeleyi sürdürürüz. Gerçekten sizlerle birlikte olmaktan büyük mutluluk
duydum, hepinize saygılarımı sunuyorum.

panel yöneticisi

Çok teşekkür ederim bu değerlendirmeler için ve yanımızda olduğunuz için.


Değerli arkadaşlar, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları Sanatçıla-
rı Derneği adına Haşmet Zeybek’i konuşmalarını yapmaları için kürsüye rica
ediyorum.

haşmet zeybek

Teşekkür ederim. Arkadaşlar, biz herhangi bir kimseden, şundan veya bundan,
yerel yönetimden, genel yönetimden, devletten bir şey dilenmiyoruz. Sadece
doğal hakkımız olan hakkımızı almak istiyoruz. Ne diyoruz mesela biz mes-
leğimize? Oyuncu, oyun yazarı. Bu bir meslektir, üstelik de insanoğlunun var
olduğundan yok olacağı zamana kadar bir meslektir. Ne sonradan uydurulmuş
elektronik bir sanattır ne de başka şeydir. Çünkü oyun kelimesi etimolojik olarak
alındığı zaman Yakutlara kadar gider. Yakutların “şaman” kelimesi karşılığı
söyledikleri “oyun”dur. Şamanizm oyun toplumun hayatından kaldırabilir mi-
siniz? Doğada insan bu dünyaya geldikten sonra iki oyunla karşı karşıyadır:
Birisi doğanın oynadığı oyuna –deprem, felaket– karşı kendini korurken des-
tanlar üretir, danslar yaratır, şiirler yazar, ağaçlara hikâyeler anlatır. Bunlar
kaçınılmaz doğal duygulardır ve insanın içinde var olan ritüellerdir. Ritüelsiz
insan olmaz, ritüelsiz olana da zaten insan denmez.

70
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT

İkinci oyun, insanın insana oynadığı oyun ki, bir gün böyle bir panelde konuşur-
ken bir psikolog arkadaşım “İşte Haşmet Zeybek, bu insanın insanda oynadığı
oyuna biz psikoloji diyoruz” dedi. Bu da benim en nefret ettiğim şey olduğu için,
“Biz psikolojiye bilim demiyoruz, telkin diyoruz” dedim. Çünkü sıkıntıda olan
insan, oynayamayan insan oynatır. Dikkatinizi çekerim, oynayamayan insan
oynatır. Oyun insanı ruhen, bedenen sağaltır, ama oyun sadece belli günlerde
gidilen varlığınızı gösteren bir şey değildir. Bunun içinde dansı da, halayı da,
zikri de, mevlidi de, hepsini söylüyorum. O zaman arkadaş dedi ki, “Nasıl bilim
olmaz?” Dedim ki “Bilim değil telkindir. Eğer bilim olsaydı sosyal durumu bozuk
bir adam neden sosyologa gitmiyor, 6 aylığına beni general yapın diyemi-
yor?” Hele iktisadi durumu bozuk olan birisi neden iktisatçıya gidip de “Ben 10
milyardan aşağı geçinemiyorum” demiyor. Çünkü bunlar somut bilimler, öteki
ise soyut bilimler, yani anneannesi ekşi elma yemiş de kızının dişi kamaşmış
türünden lafı güzaflar ve televizyonlarda 24 saat bunları görüyorsunuz. Burçlar,
gelecekler, bakımlar, şunlar bunlar… Bunlar özellikle yapılıyor. Az önce sevgili
dostum Levent Tamer en sert söylemesi gereken şeyi en yumuşak söyledi. Evet,
bizim kültürlü olmamızı istemiyorlar. Kültürümüzü yaratmamızı istemiyorlar, tam
tersine kültürle köklerimizden koparıp yeni bir kültürü ikame ediyorlar. Yani şu
an yaşadığımız ne Türk kültürü, ne İslam kültürü, ne bilmem ne kültürü, adı ko-
nulmamış kozmopolit bir kültür. Çünkü her kültürün bir kökü var. Öyle bakarsak
şöyle bir yere çıkarız: Bugünkü bulunduğumuz iktidarla sanatsal çatışmamız el-
bette ki Arap kültüründe ve Arap edebiyatında tiyatro yok, onun yerine meddah
var, komedi yerine hicivler var, trajedi yerine de kasideler var. Hatta bu konuda
Farabi o kadar merak edermiş ki –herhalde Aristo’yu okumuştur estetik ola-
rak– “Acaba bu komedi nedir?” O zamanlar haberleşme uzmanları tüccarlar,
ilk gelen tüccara sormuş: “Sen komedi gördün mü?” O da demiş ki “Gördüm,
Çin’de yapıyorlar” “Nedir o?” “Bir hikâye alıyor 5-6 adam, her biri bir tipe gi-
riyor ve anlatıyor.” Tabii Farabi o zamanki meddah mantığından anlayamıyor.
“Peki, aynı hikâyeyi anlatıyorlarsa niçin çok adamla anlatıyorlar?” Yani demeye
getiriyorum ki, insanoğlu var olduğu sürece hikâye anlatacak, öykü anlatacak
ve bizim mesleğimizi ayakta tutacak. Bu bizim haklı olduğumuz zemin, bunun
haklılığını herkese kavrattığımız zaman yasasını buluruz. Aristo bile şunu der
formatını yaparken “Bitkiler toprağın üstünde birinci sınıftırlar, hareket halin-
de olduğu için ikinci hayvanlar gelir, düşünce halinde oldukları için birlikte bir
şey yaptıkları için insanlar gelir.” Atla hayvan arasındaki soğan zarı gibi yere
dikkati çekiyorum, bunu biraz sonra yabancılaştırmada anlatacağım. Kısa kısa
şunları söylemek istiyorum ki, zamanımı güzel kullanayım: Bilimden ve sanattan
geriye gittikçe hayvani bir topluma dönüşüyoruz. Bunun adını koymanın hiçbir
sakıncası yok. Hiçbir köylü kafasına elma düştü diyen Newton yasasını bula-
maz, hiçbir kadın hamamda tası havaya kalktı diye kaldıraç yasasını bulamaz,
hiçbir işçi de çok sömürülüyor aptallaşıyor diye artı değer yasasını bulamaz,
ama bunları bugün oya koyarsanız hepsi de yüzde 46 oy alır.

Bunları şunlar için söylüyorum: Günden güne devamlı geriye doğru gidiyoruz ve
modern çağın cehaletiyle övünüyoruz. 2700 Amerikan üniversitesi, bir o kadar
İngiliz üniversitesi, bir o kadar da bizdekiler modern cehalet üretiyorlar. Oku-
mayan, yazmayan, düşünmeyen, geleceği olmayan, ne yapacağını bilmeyen

71
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT

tüketim nesneleri. Onu da yok edecekler, ama tüketime de ihtiyaçları var. Şöyle
bir dünya kabul edilemez: Ne diyor mesela Amerika? Bizim nüfusumuz dün-
yanın yüzde 1,5’u, ama gelirimiz dünyanın yüzde 65’i. Onun için bu saltanat
böle sürmeli, onun için milli devletler yıkılıyor, sosyalist devletler içinden çöker-
tiliyor. Kendi kendine çökmüyor, araştırılması yapılıyor, incelemeleri yapılıyor,
ona göre yazılar yazılıyor ve çöküyor. Binlerce profesör, adı profesör olan CIA
ajanı bu işlerle çalışıyor. Bakınız; günümüzde hiç bahsedilmiyor, üretim yapılı-
yor, tüketim yapılıyor sanki kendi kendine oluyor gibi. Bir emekçi, bir işçi hiçbir
şey üretmiyor mu, bu dünyada yok mu, yok mu sayılıyor? Bakınız, insan bir
şey üretir, daha çok şey üretir derken emeğine yabancılaşır. Sonra fabrikanın
bir dişlisi haline gelir. Sürekli onu yapmaktadır ve bu monotonluk onun, insan
olan o işçinin insani değerlerini alır. Bir insanın insani değerleri alınınca oldu-
ğu gibi kalmaz, hayvani değerleri öne çıkar. Eğitilmemiş insanı söylüyorum,
tiyatro görmemiş, resim izlememiş, müzik söylememiş, insanın geldiği durumu
söylüyorum. O zaman çatışma kültürü ortaya çıkar. Bu adam işinden dönünce
evde karısını döver. En ufak bir şeyde yanındaki adamı bıçaklar. İşte çatışma
kültürü çıkar. Ondan sonra da denilir ki, bir gazoz için bir adam öldürdü.
Ondan sonra denilir ki, bizim toplum ne kadar çok kadına şiddet uyguluyor?
Topluma şiddeti uyguladığınız zaman o şiddet de bir yerlere uygulanır ve bu
ülkede ne kadar çok işsizlik var, ne kadar çok aç var, ne kadar çok umutsuzluk
var, iki milyona yakın insan iş bulma umudunu kesmiş. Bu yaşamdan umudunu
kesmiş demektir. Böyle bir şeyi okuyunca insanın uykuları kaçar, ama biz umu-
dumuzu kesmeyeceğiz, geleceğimize güvenle bakacağız. Bu sistem yere vurdu,
bu sistem çözülüyor, temelden tepeye doğru sanatlı, bilimsel, hayali olmayan,
akılcı bir sistem kuracağız. Yarınlara bu gözlerle bakalım, gelecek bizimdir,
Türkiye’nindir, bizlerindir. Hepinize hayırlı olsun. Teşekkür ederim.

panel yöneticisi

Oyuncu, oyun yazarı, rejisör, meslek erbabı Sayın Haşmet Zeybek’e çok teşek-
kür ediyorum bu güzel değerlendirmeleri için. Sağ olun.

Değerli konuklar, şimdi de Karanlığa Karşı Sanat mücadelesinin öncü savaş-


çılarından birisiyle panelin ikinci bölümünü bitirmiş olacağız. Nâzım Hikmet
Kültür Merkezi adına söz Sayın Orhan Aydın’da. Buyurunuz

orhan aydın

Değerli dostlar, bütün bir ülke olarak, amansız günler yaşıyoruz. Cumhuriyet
tarihinin en aymaz siyasal anlayışı ile karşı karşıyayız. Toplumsal çürümenin
boyutları geleceğimizin nasıl karartıldığı konusunda acımasız ipuçları vermek-
tedir. Devlet, o kadrolarda olması bile sakıncalı görülen birtakım adı bildik
bürokratlar tarafından yönetilmektedir. Yoksulluk, yokluk, açlık, işsizlik ve yol-
suzluk akıl almaz boyutlardadır. Irkçılık ve dinci gericilik aydınlığı ve çağdaşlığı
yani uygarlığı hedef tahtasına koymuştur. İşçi, emekçi, gençlik ve kadın hakları
budanmıştır. Sendikal hak ve örgütlülük alanında hiç bir uluslararası sözleşme-
ye uyulmamaktadır. Hükümet, IMF’nin direktifleri ve önermeleri ile ülkeyi yö-
netmeye çabalamaktadır. İç barış tüketilmiştir. Barışık olduğumuz tek bir komşu

72
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT

ülkemiz bile yoktur. Ülkem, AB ve ABD’nin uydusu haline getirilmiştir. Her şe-
yimiz, yani tüm ortak değerlerimiz satılığa çıkartılmıştır. Ülkemizin geleceği,
Amerikancılık ve AB’cilik rüyalarına havale edilmiştir. Dinci gericilik, ırkçılıkla
beraber yeni kan dökme hesapları yapmaktadır.

Sanat alanımızda ise, sorunlar kara bir yumak olmuştur. Kültür, sanat ve eğitim
alanlarımız ehil olmayan kadroların ellerindedir. Aydınlanmacı tüm kitaplar ve
bilgi kaynakları okullardan ve kütüphanelerden kapı dışarı edilmiştir. Kütüp-
hanelerde çalışan kütüphaneci sayısı en aza indirilmiştir. Arta kalan personel
mesleki alanla ilişkisi olmayan kadrolardan seçilmiştir. Bakanlığa ve yerel yö-
netimlerine bağlı tüm kültür merkezlerinde aynı kara kadrolar vardır ve kapıları
sanata sanatçılara kapalıdır.

İçinde mescit olmayan kütüphane, müze ve kültür merkezi kalmamıştır. Beyoğlu


Belediyesinin kullanımındaki tarihi Muammer Karaca Tiyatrosu salonunda bir
kulisimiz mescit yapılmıştır. Kara ellerce yakılan Şan Tiyatrosu küller içindedir.
Yakında bu alandan bir alışveriş merkezi yükselecektir. Tarihi kalıt Elhamra,
gece kulübü olmuştur. Yanan Tepebaşı Deneme Sahnesinin yerinde bir çirkinlik
anıtı gibi TRT binası durmaktadır. Kentin en kalabalık ve merkezi sanat alanı
olan Beyoğlu salonsuz bırakılmıştır. Bu ülkenin tüm kentlerinde böyledir. Sanat
ve sanatçı halktan uzaklaştırılmaya çalışılmaktadır.

Bu hükümet, kendisine göbekten bağlı İstanbul Belediyesi aracılığı ile Şehir Ti-
yatrolarının bilet fiyatlarını tuvalet ücretinden daha aşağı indirerek mesleğimize
açıktan saldırıda bulunmuştur. Daha dün, “ihale ile sanatçı alımı” gibi bir geri-
lik örneğini, sanat danışmanı aracılığı ile açıktan savunarak insan hakları suçu
işlemiştir. Sanat danışmanı beyefendinin pişkin tavrı ise, sanat alanlarının unut-
maması gereken bir durumdur.

2008 yılında, tiyatro sanatçılarına açıktan hakaret eden belediye, 2010 yılında
Avrupa Kültür Başkenti olacağı söylenen İstanbul Belediyesidir. Ülkeyi yöneten
siyasi irade, tiyatro oyuncuları ile kavgalıdır, yazarları ile kavgalıdır. Bu hü-
kümet, tiyatro teknik kadroları ile kavgalıdır. Tiyatro örgütleriyle ise nerede ise
kanlı bıçaklıdır. TOBAV ve DETİS, TOMEB ve Kültür Sanat-Sen düşman örgütler
olarak ilan edilmiştir. AKP hükümeti, bu meslek örgütlenmelerinin tüm demok-
ratik tepki ve istemlerine kapılarını kapamıştır.

Geçen yıl, 27 Mart Dünya Tiyatro Günü etkinliğine katılıp en demokratik hak-
larını kullanan sanatçı dostlarımız için soruşturma başlatmıştır. “Sanatçı başba-
kanı eleştiremez” diyen Rize valisi ise belli ki yalnız değildir. Devletin kadroları
bu tür faşist yasakçılarla doludur.

Sevgili dinleyenler, İstanbul’un 2010 kültür başkenti olması ise bu rantçı siyasi
anlayışın iştahını kabartmıştır. Kentin en merkezi yerlerindeki ve koruma kuru-
lu kararları ile koruma altındaki salonlarımızı yasa çıkararak yıkmaya karar
vermiştir. Amaç açıktır. Cami yapamadıkları alanı satışa çıkarıp Dubai kuleleri
dikmek istemektedirler. Bu gerçeğin hiç saptırılmadan böyle okunmasında ya-
rar vardır. Ülkemin teknik ve sahne olanakları ve seyirci kapasitesi en yüksek

73
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT

olan tek opera, bale, senfoni salonunu yer ile bir etmek istemektedirler. Bunu,
tüm aymazlıkları ile halen istemektedirler. Ne Atatürk Kültür Merkezinin ne de
Harbiye Muhsin Ertuğrul’un isimlerine bile tahammül edemiyorlar.

Tiyatro gibi, baleye, operaya, senfoniye de düşmandırlar. Dünya Kültürel ve


Doğal Mirasının Korunmasına Dair Sözleşme ile birlikte, Venedik Tüzüğü, Ams-
terdam Bildirisi gibi metinlere de imzalar atılmasına rağmen, uygulamalarda
sözleşmelerin gereklerine uymamışlardır.

Hasankeyf antik kentinin sular altında kalmasına izin verilmiştir. Topkapı ve Aya-
sofya arasındaki tarihsel alana otel inşaatı yapılmasına izin verilmiştir. Maliye
bakanının Çamlıca’daki villası için koruma kurulu üyeleri değiştirilmiştir. İzmir-
Çeşme’de hazırlanan yeni kültür ve turizm koruma ve çevre planlarında sit dere-
celeri düşürülerek tarihin talan edilmesinin önü açılmıştır. Yetmedi, bu hükümet,
müzeleri özelleştireceğinin işaretlerini vermeye başlamıştır. Bugünlerde devlet
müzelerinin güvenlikleri özel şirketlere devrediliyor. Yarın ise insanlığın ortak mi-
rası olan coğrafyamızdaki kültürel kalıtların sonunun ne olacağı belirsizdir.

TRT’nin durumu ise, en akıl almaz olanıdır. Utanmasalar kurumun genel müdür-
lüğünü Süleymaniye Camiine taşıyacak duruma gelmişlerdir.

Sevgili dostlar, değerli katılımcılar, tiyatro alanımızın yaratıcıları, tiyatro tarihi-


mizde ilk kez geçtiğimiz yıl, 27 Mart Dünya Tiyatro Günü nedeniyle bir araya
gelip tek ses olmayı becerebilmişlerdir. 26 Mart günü, yıkılmak istenen AKM’nin
önündeki sahneden, özgürlük alanlarımıza müdahale ettirmeyeceğimizi seslen-
dirdik. İlk kez ortak bir karşı bildirinin altına imza atan 45 tiyatro kurum ve
örgütü olarak bu aymazları sanatımızın karanlık düşmanları ilan ettik. Sonra
kararlılığımızı sürdürerek 4 Kasımda Muhsin Ertuğrul Sahnesinden AKM’ye
kadar yürüyerek haklılığımızı ifade ettik. Bizler Türkiye tiyatrosun yaratıcıları,
galiba TİSAN örgütlenmesinden bu güne ilk kez, 2007 yılında yan yana geldik.
Ustalar ile çıraklar aynı utku için birleştiler. Bugün Özerk Sanat Konseyi yürü-
tücülerinin de içinde olduğu genişçe bir alandan, azımsanmayacak destekler
aldık. Bunların büyük çoğunluğunu seyircilerimiz oluşturmuştur.

Kentsel dönüşümle evleri başlarına yıkılmak istenen İstanbullular da, evime ti-
yatroma dokunma diyerek bizlere destek vermişlerdir. Sonuç olarak AKP Har-
biye Muhsin Ertuğrulda, Kongre Vadisi kapsamında yasa önünde de kaybet-
miştir. Mahkeme kararı ile yürütmeyi durdurma alınmıştır. Bu günden itibaren
Muhsin Ertuğrul Sahnesi yıkılırsa suç işlenmiş olunacaktır. AKM’deki süreç ise,
yıkım maddesi 2010 yasasından çıkartılmak zorunda kalınmıştır. Bu iki konuda
dostlarımıza teşekkür borçluyuz.

Mimarlar Odası bize her anlamda ev sahipliği yaparak azımsanmayacak kat-


kılar sunmuştur.

Bütün sürecin yasal anlamda da adımıza takipçisi olmuştur. Buradan Mimarlar


Odasına teşekkür ederiz. Eski, yeni CHP’li parlamenter dostlarımızın bizler adı-
na gösterdikleri çabalar için teşekkür ederiz.

74
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT

Değerli katılımcılar, bugünlerde başımızda yeni kara bulutlar dolaşmaktadır.


Devlet kendi destek alanında bulunan bir sanat kurumu istememektedir. Tiyatro,
opera, bale ve senfoninin geleceği, maliye bakanının iki dudağı arasındadır.
Kültür Bakanlığı bütçesi cumhuriyet tarihinin en düşük bütçelerinden biridir. Bu-
radan ilan etmekte sakınca yoktur. Bu bütçe ile uygarlık beşiği bir ülkede tarih-
sel kalıtlara bekçilik bile yapılamaz. Devlete bağlı sanat kurumlarında çalışan
tüm sanatçıların ve çalışanların sosyal hakları budanmıştır. Sanatçılara ödenen
ücret ülke koşullarında komik durumda gerilemiştir. Özlük hakları budanmıştır.
Özel tiyatrolarda çalışan sanatçıların ve çalışanların durumu ise TC devleti için
yüz kızartıcıdır. Tiyatrolara yardım bahsi karmakarışıktır. Geçen dönemde da-
ğıtılan paranın yasaya uygun dağıtılmadığı mahkeme kararı altına alınmıştır.
Bu sene yine yasası yoktur.

TV sektöründe çalışan yüzlerce yaratıcının ve emekçinin hiçbir sosyal güvence-


leri yoktur. Her şey yapımcı denen firmaların iki dudakları arasındadır. Patron-
larına ve reklam sektörüne milyarlar kazandıran arkadaşlarımızın sigortaları
bile yoktur. TV yayıncılığında, TV dizi sektörü yasal çalışmamaktadır. Bakanlık
ve AKP buna göz yumarak yandaşı olduğu sermaye grupları ile iyi geçinmeyi
ortak akıl edinmiştir.

Sinemaya, belgesel sinemaya aktarılan fon ise Avrupa ölçeğine göre komiktir. Sine-
ma alanında örgütlü sendikamızın ise yasal yaptırım yetkisi halen verilmemiştir.

Görüldüğü gibi alanımızda sorunlar tam anlamı ile kara bir yumak halini almıştır.
Ancak biz, kararlığımızı sürdürüyoruz. Salonlarımızı yıktırmamak için gösterdiği-
miz kararlığı eşitlik ve özgürlükçü yeni yapılaşmalara taşımaya hazırlanıyoruz.

Değerli dostlar, AKP’nin dayattığı ve içinde kültür sanatın adının bile anılmadı-
ğı anayasa, çizdiğimiz bu tablonun uygulayıcısı olacak olan anayasadır. İlan
ediyoruz, AKP’nin topluma giydirmeye çalıştığı anayasa ırkçıdır, dincidir. Bu
anayasa eşitsizdir. Özgürlükçü değil, yasakçıdır. Hak budayıcıdır. Dayatmacı-
dır. Bu anayasa bu haliyle tepeden tırnağa kültür sanat alanlarının düşmanıdır.
Bu anayasa ile 21. yüzyılın çağdaş ve uygar toplumu olma ereği yakalanamaz,
ancak sistem, kurum ve kuruluşları ile tepeden tırnağa ele geçirilmiş olur. Yapıl-
mak istenen tam da budur.

Sözlerimi, geçmişte mücadele veren dostlarımızı da anımsayarak tamamlamak


isterim. Bugün eğer Nâzım Hikmet yaşıyor olsa idi, Aziz Nesin usta, Muhsin
Ertuğrul hoca yaşıyor olsa idi,

bugün eğer Asaf Çiğiltepe, Erkan Yücel, Kerim Afşar, Tuncer Necmioğlu, Yıl-
maz Güney Ayberk Çölok, Yaman Okay, Yavuzer Çetinkaya yaşıyor olsa idi,
sanatın devrimci sopasını ellerine almış olurlardı.

Biz de öyle yapıyoruz. Elimizdeki sanatın devrimci sopasını sağlam tutuyoruz.

Saygılarımla.

75
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT

panel yöneticisi

Sevgili Orhan Aydın yaptığınız değerlendirmeler için çok teşekkürler. Değerli


dostlar, sonuç olarak birkaç cümleyle şunları söyleyebiliriz: Devlet kamu yararı-
nın gerçekleşmesinde bir araçtır. Kamunun kendi yararı için devletten beklediği
genellikle şu konulardır: İç ve dış güvenliğin sağlanması, adalet, sağlık, eğitim
ve bunların yanında da kültür ve sanat hizmetleri mutlaka olmalıdır. Tiyatro,
opera ve bale sahne sanatlarını kamu yararı kavramı içerisinde değerlendiren
uygar devletler sürekli açık veren bir işletme özelliğine sahip olmalarına rağmen
sahne sanatlarıyla ilgilenmiş, ödenek ayırmış, bu alanları düzenli ve sürekli
olarak desteklemeyi devletin ana görevleri arasında saymışlardır.

Devletin sanatla ilgilenmesinin nedenlerinden biri de güzel sanatlarda ilerleme-


nin bir uygarlık göstergesi olarak düşünülmesidir.

Değerli konuklar, sanat insanları ve sanatseverler, ülkemizin Milli Eğitim ba-


kanlarından Hasan Ali Yücel’in 2. Dünya Savaşı yıllarında dile getirdiği şu dü-
şüncelere dikkatinizi çekmek istiyorum: “Biz tiyatro, konser, opera gibi sanatları
bir uygarlık sorunu olarak düşünüyoruz. Bu nedenle ülkemizin savunması için
her türlü özveride bulunduğumuz bu dönemde bu sanat dallarının gelişmesini
durdurmayı değil, hızlandırmayı düşünüyoruz.”

Çok teşekkür ederim dinlediğiniz için. Şimdi de panelimizin forum bölümüne


geçiyoruz ve forumu yönetmek üzere Sayın Fikret Terzi’yi rica ediyorum.

76
FORUM
Forum Yöneticisi: Fikret Terzi
forum yöneticisi

Değerli dostlar, oynayan ve seyreden insan olarak bugün burada bir oyun
sahneye koyuyoruz. Yazarı, çizeri, yönetmeni, tasarlayıcısı, oyuncuları, seyir-
cisi biz olan bir oyun bu. Özerk Sanat Konseyi Yürütme Kurulu olarak, yazık
ki medyanın da pek cazip bulamadığı (!) böylesi bir toplantı ve birlikteliği
düzenlediğimiz için özür diliyoruz!... Yalnızca basının değil, sorumlu çağdaş
gazetecilik yapan kimi birkaç dergi ve gazetenin dışında, benim kanalım olan
TRT’nin bile bulunmadığı bu ortamda, yalnızca basının değil bilim ve sanat
insanlarının, bu alanda yetişecek sanatçı ve bilim adamı adaylarının ve daha
da acısı, Özerk Sanat Konseyinin örgütlerinin üyelerinin de yeterince bulunma-
yışının özrü bize ait. Tamer Levent’in dediği gibi galiba biz, aynayı kendimize
çevirdiğimizde, bugüne değin yüzleşmeden korktuk ya da bunu yaptığımızı
sandık. Özetle başaramadık büyük ölçüde.

Şimdi, kalan süremizi iyi değerlendirmek istiyorum. Panelimize ara verildiğin-


de dışarıdan dört soru almıştım. Konuşmacıların burada bulunmalarının büyük
şansımız olduğuna inanıyorum; çünkü tam da onlara sorulacak o denli çok ve
ciddi soru var. Oysa süre sorunu nedeniyle soru ve yanıtların ikişer dakika-
yı geçmemek üzere düzenlenmesine özen göstermek zorundayız. Ayrıca bir
forum yönetmenin ana ilkesinin “demokrat ve yansız” olmak gerektiğini bili-
yorum. Ancak foruma katılacak insanlar için de bu gerekçenin geçerliliğine
inanıyorum. Bu yüzden duygusallığı bir yana bırakarak olguya katkı getirecek,
karşı ya da yandaş görüşlerle sorular yöneltmek çok gerçekçi.

Teşekkür ederim, buyurun. Adınızla birlikte lütfen.

zafer erdaş

İstanbul Devlet Opera ve Balesi solist şarkıcılarındanım. Tamer Beyin tarifine


uyuyor galiba bu tanımlamam, ben çünkü kendisiyle aynı görüşü paylaşmak-
tayım. Öncelikle ben burada soru sormak için değil yaklaşık 1,5 saat sonra
temsilim başlayacak ve ben şu ana kadar büyük bir özenle dinledim ve temsile
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT

gideceğim. Öncelikle ilk sözü aldığım ve Orhan Beyin bana bir torpil geçme-
sinden dolayı çok teşekkür ediyorum. Öncelikle şunu söylemek istiyorum: Mus-
tafa Kemal Atatürk tekke ve zaviyelerin kapatıldığı zaman Bursa’daki nutkunda
şöyle bir söz söyler: “Efendiler, Türkiye Cumhuriyeti dervişler ve müritler diyarı
olmayacaktır. Hayatta en hakiki mürşit ilimdir, fendir. İlim ve fenden başka
kendinize mürşit, yol gösterici arayamayınız” der.

Bugünkü geldiğimiz nokta yüzde 46 oyla iktidara gelen bir yönetim ve o partinin
oylarıyla seçilen bir cumhurbaşkanı ve bugünkü geldiğimiz nokta biraz evvel sa-
yın milletvekili 3F diye adlandırıyordu. Ben daha evvelinden konuşuyorum, Kürt
Said’in müritleri bugün iktidara geldi. Ne oldu da böyle oldu peki? Ben bu ilim ve
fendir görüşüne bir ilave daha sunmak istiyorum, aynı zamanda sanattır da.

Buradaki kalabalığa bakıyorum, sen, ben, bizim oğlan, yine aynı kişileri burada
görüyorum. Hangi panele gitsem, toplantıya gitsem aynı kişilerle karşılaşıyoruz.
Peki, burası bir mimarlık fakültesi, daha bugün mimarlığın sanat olduğunun
farkında olamayan öğrenciler var herhalde aramızda ki, bugün bu mimarlık
fakültesindeki öğrencilerin de burada olmasını ben arzu ederdim. Kaldı ki, sa-
natçılarımızın da burada olmasını arzu ederdim, ama hiçbirisi duyarlı değilmiş
demek ki… Biz davamıza ne kadar sahip çıkıyoruz? Önce ona bakalım, önce
çuvaldızı kendimize batıralım diye düşünüyorum. Evet, karşımızdakiler bir şey-
ler yapıyorlar ve düşüncelerini uygulamaya geçiriyorlar. O kadar güzel geçiri-
yorlar ki, iki adım ileri bir adım geri misali mehter adımı yürüyüşüyle her gün
bir adım daha öne gidiyorlar.

Her şeyden önce bu işin en başında eğitim var. Öncelikle okullarımızda, ilko-
kuldan ve ilkokul öncesi çağdan başlayarak gerçek anlamda sanat eğitimini,
müzik, tiyatro ve resim eğitimini daha ilkokul öncesinden başlayarak çocukla-
rımıza öğretmeliyiz diye düşünüyorum. Onun haricinde ulus devletin yok edil-
meye çalışıldığı dönemde bugün ulusal bir kültür ve sanat politikasını tekrar
hayata geçirmeliyiz. Bugün 1924 Musiki Muallim Mektebinin kuruluşu, 1923
cumhuriyetin kuruluşu; arada bir sene bile zaman yok, zaman dilimi yok Mu-
siki Muallim Mektebi kuruluyor. Türkiye’de Atatürk bilmiyor muydu ki, gelirdi
Osmanlıda yapıldığı gibi yurtdışından kumpanyaları getirtirdi burada konserler
verdirtirdi, opera oynatırdı Abdülhamit gibi ve daha az bir masrafla Türkiye’de
opera sanatını, bale sanatını halka gösterirdi, ama Atatürk’ün gayesi bir batı
sanatı yaratmak değildi, ulusal, çağdaş bir Türk sanatı yaratmaktı. O yüzden
1936’da konservatuarı kurdu ve daha sonra opera ve bale temsillerine başladı.
Ben fazla uzatmak istemiyorum, teşekkür ediyorum iyi akşamlar diliyorum.

forum yöneticisi

Sağ olun, soru soracak arkadaşlarımızı yitirmeden hemen lütfen beyefendi.

coşkun özdemir

Büyük bir konuşma ihtiyacı var tabii, ben bunu bu yaşımda çok iyi anlıyorum.
Ben konuşmayacağım. Ben çok uzun yıllardan beri bu panellerde, toplantılarda
dinleyici olarak bulundum. Ben bir üniversite hocasıyım, ama şimdi yazarlığa

80
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT

da heves ediyorum, uzun yıllardan beri yazılar yazıyorum. Sorum herkese;


bakın, şöyle demek istiyorum: Yıllardan beri ben bu panelleri dinliyorum, ama
artık son zamanlarda çok mutlu olmamaya başladı. Büyük bir potansiyel var
Türkiye’de kuşkusuz bu iktidara karşı, bu karanlığa karşı, ama bunlar çok dar-
madağınık. Ne yapalım, nasıl yapalım da bu güçleri bir araya getirelim ve bu
potansiyeli harekete geçirelim?

Bir de hiç konuşulmayan bir şeye işaret edeceğim, nedense gündeme hiç gel-
meyen bir şey: Ben daha çocuktum, Hasan Ali Yücel’i devirdiler ve karşıdevrim
başladı. O günden bugüne karşıdevrim süregeliyor. Bu arkadaşa cevap, son
derece planlı bir şekilde Türk toplumu eğitimden yoksun bırakıldı, bilinçten yok-
sun bırakıldı. Çok hesaplı bir şekilde bırakıldı ve şimdi bugün konuşulmayan
çok önemli bir gerçek var, biraz utanıyoruz galiba, biraz çekiniyoruz, biraz
ürküyoruz, ortalama 4 yıl dediğim zaman. “Hayır, daha 4 yıl olmadı hocam”
diye itiraz edenler var. 4 yıl ortalama eğitim var Türkiye’de, 3,5 diyorlar. Temel
mesele ve en önde gelen mesele budur. Çünkü bu 4 yıl eğitim görmüş olan hal-
kın demokrasiye bir destek vermesi, karanlığa karşı bizimle birlikte mücadele
etmesi olasılığı sıfırdır.

Bir şey daha, yalnız bu elit zümre değil, halktan çok duyuyorum, dinliyorum.
22 Temmuz seçimlerinin meşruiyetine inanmıyorlar. Bir de bu konu var. Bu
işlenebilir bir şey diye düşünüyorum, ama soruma döneyim: Acaba bugünün
Türkiye’sinde bu platformda ben yurtsever harekette Bedri Bayram’la birlikte
oluyorum, 68’lilerle birlikte oluyorum ve birçoğunla, ama bunlar darmadağınık.
Bunlar nasıl bir araya getirilip bu karanlığa karşı mücadele etmek üzere bu güç
birliği sağlanabilir?

forum yöneticisi

Bu sorunun yanıtını birlikte arayalım sevgili dost. Buyurun Feride Hanım.

feride bilgin

Bu panelde tıpkı Anayasa taslağında olduğu gibi kadının adı yok. Konuşmacı-
lar arasında da kadın yok, Anayasa taslağında da kadın yok.

forum yöneticisi

Başında açıklamış olmalıydık, atlandı galiba. Etkinliğimize dört kadın konuş-


macı davet etmiştik. Örneğin ÇYDD Başkanı Sayın Türkân Saylan ciddi sağlık
sorunu nedenleriyle katılamamıştı. Sayın Bilgesu Erenus da öyle. Göksel Kortay
yurtdışında olduğundan...Konuşmacı olarak çağrılan Beral Madra da katılma-
dı. Konuşmacılar dışında katılımcı olarak çağrılı olup, katılamayan hanım arka-
daşlarımız da aramızda bulunamıyor yazık ki…

feride bilgin

Öyle mi? Teşekkür ederim. Onların adına üzgünüm, ben bunu böyle gördüm,
bunu vurgulamak istedim. Çünkü o kadar kötü bir durum ki, saygıyla andı-
ğım meslektaşım Duygu Asena özel durumlarla, “kadının adı yok” demişti. Bu

81
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT

toplumda�����������������������������������������������������������������������
artık kadın bir meta olarak algılanacak. Çok kısa, otobüste başıma ge-
len bir olayla durumun ne kadar korkutucu olduğunu söyleyeyim. Bir kadın sanat
adına, toplum adına yanımda genç bir türbanlı kıza okuduğu görgü kitabı, “Niye
peygamberimizin görgü kitabını okuyorsun? Çağdaş bir görgü kitabı alsaydın”
dediğim sırada yanımda oturan bir erkek bana şunu söyledi: “Bu ehli namus
kadını kızcağızımızı niye rahatsız ediyorsun? O beni tahrik etmiyor, sen ediyor-
sun” dedi. Olay bu boyuttadır efendim, böyle anayasalara kadının konmadığı bir
yerde toplumdan uzaklaştırıldığı bir yerde çok karamsarım. Saygılar.

forum yöneticisi

Karamsarlığınıza kişisel olarak ben de katılıyorum. Lütfen buyurun Sayın Gülhan.

ahmet gülhan

Ben bir şey sunmayacağım kısaca bir şey öğreneceğim. Tiyatro Oyuncuları Der-
neği (TODER) eski başkanıyım; Özerk Sanat Konseyinin Hüsamettin Koçan’la
beraber ilk genel sekreteri. Üç kurultay yaptık Tamer Levent’le beraber, kutlarım
hâlâ devam ediyorsunuz inatla, ısrarla, ama bugün ortaya çıkan tablo vahim.
64 çıkabilir veya yerine konulabilir, ama sanki başka bir yöntem uygulamamız
gerekiyor. Anayasa Mahkemesinden başlayarak, olmazsa Avrupa İnsan Hak-
ları Mahkemesi üst mahkemesine başvurarak, olmazsa bütün çağdaş uygar
batı toplumlarının sanat kurumlarına başvurarak “imdat” dememiz gerekiyor.
Başka türlü sesimizi duyurmamız mümkün değil. Bakın, basın yok, medya yok;
bu yazılmayacak, çizilmeyecek. Basacağımız kitapçığı da kimse okumayacak,
yalnız bizler okuyacağız. Okuyanlar olsa bile, merak edenler erk sahibi olan-
lar, “Hadi canım olur mu?” deyip kenara atacaklar. Bunu gayet iyi biliyorum,
bugüne kadar hep böyle oldu. Biraz kıyamet koparmamız lazım, ama bu ku-
rumlarla sokakta değil. Teşekkür ederim.

forum yöneticisi

Biz teşekkür ederiz. Orhan Kurtuldu’nun dediği gibi iyimserlikle veya sizin de-
diğiniz gibi fazla kötümserlikle bir yere çok fazla ulaşamayacağımızın hepimiz
bilincindeyiz kuşkusuz. Önermeleriniz ufuk açıcı olabilir pekâlâ. Fırsat bulmuş-
ken emekleriniz, katkılarınız için Özerk Sanat Konseyi Yürütme Kurulu adına
teşekkür ederim sağ olun.

aslıhan özel

Marmara Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi Maliye Bölümünden araş-


tırma görevlisiyim. Benim tez konum “kültür ekonomisi”. Hoş girdikten sonra
çok pişman oldum, ama Tamer Levent beye bir sorum, ayrıca katkım olacak.
Kendisi sanatçı tanımının yapılmadığı konusunda görüşlerine başlamışlar. Ben
tez konuma başladığım zaman en büyük problemi kültür ve sanatın tanımı üze-
rine yaşadım. Çünkü çok geniş bir kavramdı ve ayrıntılarına girdiğim zaman da
şöyle bir ayrım gördüm kendi konumla da alakalı olarak: Zanaatkârın ürettiği
mal veya hizmetin karşısındaki kişiye özel bir ekonomik değeri var. Ancak sanat
ve sanat türevlerinin üretiminde toplumsal değer daha baskın ve biz bu açıdan
bu mal ya da hizmetleri kamusal mal ya da erdemli mal olarak nitelendiriyoruz.

82
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT

Benim tez konum da bu kavram üzerine gelişmiş durumda. Yalnız bu konsey


içerisinde şunu merak ediyorum: Sanatın toplumsal değeri üzerine tamam bir
sürü şey söylendi, kişisel gelişim, kişiyi geliştirdiği, toplumu geliştirdiği üzerine,
ama toplumsal değer üzerine bir şeyler yapıldı mı şu ana kadar ve bu bağlam-
da kamusal mal niteliğiyle ilgili herhangi bir sonuç ortaya çıktı mı? Ben bunu
merak ediyorum, teşekkür ediyorum.

tamer levent

Hayır, maalesef yapılmadı. Bu anlamda TOBAV’ın girişimleri var. Bunlar bilinen


şeyler, bilinmeyen şeyler değil ki, biz de icat etmiyoruz. Biz dünya standartlarını
Türkiye’de Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına soruyoruz. Diyoruz ki, oyun-
cu tanımı nedir? Çünkü ISO ve ILO’da oyuncu tanımı var, çalışma standartları
belli, kaç saat çalışacağı belli, ağır işçi olduğu tanımı var ve mesela yıpranma
meselesinde güvencesinin ne olduğu belli. Türkiye’de böyle bir şeyi Çalışma ve
Sosyal Güvenlik Bakanlığına sorduğumuz zaman espri yapıyoruz zannediyor.
Bakın, olay o kadar yüzeysel bir durumda ki, o kadar acınacak felaket bir durum-
da ki, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı bizim bu sorumuzu böyle laf olsun
diye sorulmuş bir şey zannediyor ve muhatabımızla bir denklik kuramıyoruz. Biz
İş ve İşçi Bulma Kurumunun ISO ve ILO sözleşmeleri doğrultusunda Türkiye’de
de oyuncu, rejisör, sanat teknikleri uzmanı gibi tanımları yapmasını istedik. Bu
konuda çok bastırdık. Ben defalarca, Orhan da bilir, arkadaşlarımla ziyaretlerde
bulundum. Almanya’da İş ve İşçi Bulma Kurumuna giderseniz gerçi hiçbir oyunca
başvurmaz, ama Almanya’da eğer bir oyuncu işsiz kalırsa İş ve İşçi Bulma Ku-
rumuna gidip “bana iş bul” demeye hakkı vardır. Demek ki meslek olarak kabul
ediliyor ki bu yapılıyor. Burada meslek olarak kabul edilmediği için bağımsız
oyuncu hiçbir zaman hiçbir güvencesi yoktur ve hiçbir yere gidip “bana iş bulun”
diyemez. Bununla ilgili bir meslek kuruluşu yok, bununla ilgili ajanslaşma kadro
tanımı yok, hiçbir şey yok ve sigortası yok, sosyal dönüşümü yok.

Hal böyle olunca bunun kabul edilmesi ya da toplumda öyle bir laf var ya ata-
sözü, “Kızı boş bırakırsan ya davulcuya ya zurnacıya gider”; bizim bu meslek-
ler davulcu, zurnacı meslekleri diye görülüyor toplumda. Bunu politikacısı böyle
görüyor, bilim adamı böyle görüyor, İş ve İşçi Bulma Kurumu başkanı böyle
görüyor, ortalama bir hukukçu böyle görüyor, gazetedeki köşe yazarı böyle
görüyor, bir gazetenin genel yayın yönetmeni böyle görüyor. Bu toplumsal bir
zaaf, çünkü demek ki, biz ne kadar objektivist düşündüğümüzü varsaysak –ki
bakın bunun için illa çok uçlarda olmak gerekmiyor, ortalama bir objektivizm
gerekiyor– ne kadar objektivist düşündüğümüzü varsaysak gene kaderciyiz. O
kaderciliğin etkisi altındayız ve bu işlerin peşini bırakmışız, tanım filan da yap-
maya uğraşmıyoruz. Ben Özerk Sanat Konseyinin –o zamanlar da söylerdim–
bir araya gelip spesifik konularda tanımlar üretmesini ve bu tanımların kamuya
mal olmasını sağlaması gerektiği kanısındayım.

forum yöneticisi

Teşekkür ederim. Sorunuzu Özerk Sanat Konseyine yöneltmiştiniz, eski kuru-


cularından olduğu için Tamer bu yanıtı verdi. Sorunuzun yanıtına katkı olsun
diye açıyorum. Buna ilişkin biz Özerk Sanat Konseyi Yürütme Kurulu olarak

83
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT

2008 yılı içerisinde “Sanat ve…” başlığıyla, ilki bugün gerçekleştirdiğimiz bir
dizi bilimsel ve sanatsal etkinlik düzenliyoruz. Örneğin bunlardan biri bugün-
kü “Sanat ve Anayasa”ydı. “Sanat ve Toplum”, “Sanat ve Devlet”, “Sanat ve
İnsan”, “Sanat ve Sanatçı” vb ad ve içeriklerle etkinlikler sürdüreceğiz. Sırası
geldiği zaman sizin de yoğun katkınızı bekleriz, eksiklerimizi o zaman tamam-
layacağız. Sanatın toplumsal değeri üzerine yapılabileceklere ışık tutacağını
düşündüğümüz için bu ayrıntıları anlatmaya çalıştım. Çünkü bu saptamaları
yaptığımız zaman sanatın kullanım değerinin toplumsal olarak durumu ortaya
çıkıyor. Bu ayrıca Özerk Sanat Konseyi bünyesinde bir atölye çalışması biçimin-
de olursa o konuda hem görüş paylaşırız, hem de sizin teknik çalışmalarınızdan
yararlanırız. Tekrar teşekkürler.

Sizin sorunuzu alalım lütfen.

ismail aksu

Adım İsmail Aksu, İstanbul Devlet Opera Balesinde dekoratörüm. Benim sorum
hem katılımcılara hem de paneli yönetenlere. Bu tip panellerde, toplantılarda
bu tip görüşleri ortaya atıyoruz. Fakat bu burada unutulmamalı. Burada ortaya
atılan görüşler sonuçta toplumu, sanatçıları ateşleyen bir etken olmalı. Bu bura-
da unutulup gidilmemeli. Bize düşen, sanatçılara düşen bir görev olmalı. Bunun
için ne yapmalıyız? Ben bunu hem katılımcılardan hem de paneli yönetenlerden
bekliyorum. Burada unutulup gitmemeli bu. Biliyorsunuz yüzde 46 oyla başı-
mıza gelenler sanata bakış açılarını artık ortaya iyice koydular. Biz sanatçılar
olarak ne yapabiliriz, bunun bir cevabını bekliyorum. Teşekkür ediyorum.

forum yöneticisi

Haklı olabilirsiniz. Burada Tamer Levent’in de uyarmasıyla yanıtını aradığı-


mız ve uzun yıllardır pek bulamadığımız sorulardan biri bu oldu. Özerk Sanat
Konseyi’nin Yürütme Kurulu üyesi ve Mimarlar Odası temsilcisi Kubilay arkada-
şım size yanıt verecek. Buyurun.

kubilay önal

Ben söylediğiniz gibi Mimarlar Odası adına Yürütme Kurulundayım. Ben önce
şu psikolojiyi eleştirmek istiyorum; 46 vurgusu çok yapıldı, tersinden bakarsanız
54 var. Bu neyi ifade eder? Bilmiyorum, bunların üzerinde fazla da yoğunlaş-
mayalım diyorum. Gerçekten biz bu yolda kendi kendimize ümitsizliği pekişti-
ren bir tutum almaya gidiyoruz. O yüzden bu çok önemli değil, bu konjonktürel
bir şey. Benim esas olarak sormak istediğim demin aslında Fikret Bey anlattı, biz
dizi etkinlik yaratacağız; kurul ve konsey bünyemizde yeniden bir hareket var.
Ben bugünkü tabloyu bu yeniden örgütlenmenin sıkıntılarını yaşayan bir tablo
olarak düşünüyorum ve bu anlamda yapılan bütün konuşmaların eskiye dair
izlerin bugüne taşınması, bu içinde olanlar açısından, dışında olanlar açısından
da burada yeniden bu perspektife yeni bir bakış getirme çabası olarak görü-
yorum. Bu anlamda ben olumlu buluyorum. Bunu ne iyimserlik, ne kötümserlik
anlamında değil, olumlu buluyorum.

84
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT

Burada Fikret ağabeyin söylediği bir temel yaklaşımımız var; devam edecek
bu aks. Bu ilk, bu belki çok etkin biçimde kamuoyuna böyle yansımadı ve du-
yuru kabiliyetimiz çok yansıtmadı, ama sonuçta bu bir dizi olacak. Bu arada
konuşmadık biz kendi aramızda, ama ben özerklik kavramına ilişkin devlet
korumasıyla özerklik arasındaki ilişkinin her türlü bağlamda kamuoyuna doğru
biçimde aktarılması en önemli konudur diyorum ve bu anlamda Tamer Levent’i
dinlediğimde, o tanımlar dizisi dışında da böyle bir perspektifle bu kavrama
bakışta da aslında olguyu çok iyi anlatamadığımızı düşünüyorum veya anla-
tılamadığını düşünüyorum. Çünkü bu bir çelişkiymiş gibi gösterilerek bunun
üzerinden bir puan alınmaya çalışılıyor. Bizim aslında bunu gerçekten doğru
yerine oturtmamız gerektiğini düşünüyorum ve bu konuda Abdullah Beye bir
soru yöneltiyorum. Diyorum ki, bu konuda hukuksal düzeyde anlatılabilir bir
çerçeve oluşturulabilir mi?

abdullah sezer

Artık bana söz hakkı gelmez düşüncesiyle uyku pozisyonundaydım, uyandırdı-


nız beni. Aslında sanatsal alanda özerklik, özgürlük ve devletin olumlu yüküm-
lülüğü birbiriyle ilişkili kavramlar olup, her biri birer günlük toplantı başlığı.

Özerkliğin dizginlenmesi ve amaç dışı kullanıma, yozlaşmaya olanak tanıma-


yan bir temelde tasarlanması, son derece önemli. Bunu hepimiz BDDK, TMSF,
RTÜK vb örneklerde gördük ve hâlâ da görmeye devam ediyoruz. Terminoloji-
de “bağımsız idari otorite” olarak adlandırılan birtakım özerk-uzman denetim
kurumları evet çok önemli, ama hukuk kalıbı içinde yoğrulmak kaydıyla. İki
sakınca çok önemli: İlki, tamamen başına buyruk, her istediğini yapan, dev-
let içinde devlet olma olgusu; bir diğeri ise, yan cebime koy, birtakım maddi
menfaatler karşılığı taviz verip, senin kuyruğuna takılayım. Dolayısıyla öyle bir
denge kurulmalı ki, bu iki sakıncadan hiçbirisi oluşmasın. Özerklik yalnızca
bizde değil, batı ülkelerinde de sorun yaratan bir kavram. Eğer sağlam bir
temele oturtulamaz ise, siz de aynı tehlikenin içerisine düşebilirsiniz. Bir za-
man sonra, bilirsiniz bu tip sosyal olgularda bir sinerji olur, iyi niyetle yola
çıkılır, hep beraber “hadi yürüyelim arkadaşlar” denilir. Ama üç gün sonra,
eğer mali anlamda çarpık ilişkileri ve kötüye kullanımlar engellenmezse ya da
siz kendi içinizdeki otokontrol mekanizmalarını harekete geçirmezseniz, üç gün
sonra aynı menfaat kavgasına siz de düşersiniz. Eğer toplumların en hassas,
en duyarlı kitlesi olan sanatçılar da bu işi başaramazlarsa, diğer sektörler ve
alanlarda nasıl başarılabilir?

kubilay önal

Devlet korumasını istiyoruz bir yandan, bir yandan özerklik istiyoruz. Bu çelişki
olarak bize sunuluyor. Bunun iyi anlatılması gerekiyor.

abdullah sezer

Teşekkürler sorunuz için. Evet, ilk bakışta özerklik ve devlet desteği birbiriyle
çelişkili, birbirini engelleyen unsurlarmış gibi gelebilir. Aslında bunun anlatıl-
ması çok zor değil, ancak anlaşılması galiba zor görünüyor. Anımsarsanız,

85
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT

size baştan iki boyut önerdim. Hatta buna bir unsur daha ekleyerek, özgürlük,
özerklik ve devletin olumlu yükümlülüğünü bir arada dengelemek gerekir. Daha
önce değindiğim için, yinelemeksizin, bir kez daha altını çizmek isterim: Söz
konusu üç ilke, pekâlâ bir arada bulunabilir. Ancak devlet desteği açısından
önemli olan husus, sanatsal yaratma özgürlüğü alanını ve bu yönde kurumsal
yapının özerkliğini zedelememesidir. Aynı şekilde, bir diğer gereklilik ise, öz-
gürlüğün ve özerkliğin kötüye kullanılmasını engelleyecek denetim mekanizma-
larının varlığıdır.

forum yöneticisi

Teşekkür ederim. Bizim için en büyük korku sanatın, devletten çok sanatçının
eliyle yok edilmesi. Biz bu korkuyu yaşıyoruz. O yüzden de özerklik kavramını
bu son bir yıl içerisinde yaptığımız Konsey Yürütme Kurulu toplantılarından çı-
kışla, yeniden gözden geçirmek, yeniden değerlendirmek gibi bir karar aldık.
Değişen ölçütlerle, değer ölçüleriyle, küresellik tanımıyla, adıyla değişen iç ve
dış dünyayla birlikte değerlendirmek üzere bir karar aldık. Bir not olarak, ayrı-
ca burada sıkça sözü edilen yüzde 46, 47’nin içinde, Aziz Nesin’in tanımladığı
güruh da var! O yüzden çok kötümser olmayalım.

mine dural

Bir yurttaş olarak buradayım, mesleğim halkla ilişkiler. Soru da soracağım, çok
kısa da bir katkıda bulunmak istiyorum veya fikrimi söylemek istiyorum.

Bir kere bir salı günü 13.30’da başlayan bir toplantıda salonun çok boş olması
aslında Türkiye gibi bu şartlarda yaşayan bir toplumda çok yadırganacak bir
şey değil. Bir cumartesi pazar olursa bu kadar, o zaman daha çok üzülebiliriz.
Birazcık pozitif bakmaya çalışıyorum. Bu salonu gerçekten ve zaten mesai saati
olan öğrencilerin, mimarlık öğrencilerinin, konservatuar öğrencilerinin doldurmuş
olması ve biz yaşlanıyoruz artık yıllardık politika yapıyoruz, STK’lardayız, artık
hakikaten birbirimizi görmekten de yorulduk. Keşke o yeni yüzleri buraya hangi
saat olursa olsun getirmek mümkün olsa, çünkü zaten onların mesaisi buralarda.
Burada hocalar varsa öğrencilerini belki kanalize etmekte katkıda bulunabilirler.
Ben iki Yıldızlı öğrenciye oditoryumun yerini sordum, içim acıdı. Birisi “bilmiyo-
rum” dedi, birisi “galiba şu bina” dedi, üçüncüsü de “şu kapı” dedi, kapalı kapıyı
gösterdi. Üçte üç, ağlayabilirdim bu kadar üzüldüm, nefes nefese koşa koşa has-
taneden çıkıp gelmişken. Biraz pozitif bakarsak böyle düşünmek istiyorum, başka
bir zaman diliminde daha olumlu olabilirdi veya aslında biz hiç gelmeyelim artık
buralara, vallahi bizi getirmeyin de hiç gelmeyen bu gençleri getirin ne olur, çünkü
şu anda içinde bulunduğumuz durumdan da bir pozitif sonuç çıkarmak istiyorum.
Çok vahim günler yaşıyoruz, ama kötünün kötüsünü yaşadığımız zaman aklımız
başımıza geliyor herhalde. Çünkü zaten bütün bunlar sanata, sanatçıya, kültüre
ve Özal da yaptı, Mesut Yılmaz da yaptı, Tansu Çiller de yaptı, onlar “mış” gibi
yaptı, örtülü yaptı, ama biz hiç sesimizi çıkarmadık onlara, çünkü ehveni şerler-
den hep iyiyi seçmeye çalıştık. Şimdi kötü kötü olduğu zaman belki biraz ayılıyor
muyuz, nedir? Buradan da iyi bir sonuç çıkarırsak çok nasırımıza bastılar belki
böyle böyle, yavaş yavaş kendimize geleceğiz. Artık gidecek yerimiz kalmadı
çünkü, ya isyan edeceğiz, ya Ahmet Gülhan’ın önerisini çok kötümserlik olarak

86
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT

algılamayıp gerçekten değerlendirmeye alacağız. Ben bu şerden böyle bir hayır


çıkması gerektiğini umuyorum.

Soru değil, ama katkım, dışarıda çok ciddi bir liste oluşmuştu. Çok e-mail adres-
leri, cep telefonları, ne olur bize tüm çalışmalarınızı duyurun. Bildiri mi yayınlı-
yorsunuz, fikir mi beyan ediyorsunuz, toplantı mı yapıyorsunuz, bize duyurun.
Ben çok tesadüfü olarak bu toplantıyı duydum ve bizi kullanın, bizden yardım
isteyin. Hepimiz çok yetişmiş insanlarız, size katkı koyalım. İş güç sahibi de
insanlarız, tabii sanatçılar daha çok işin içinde, ama bize haber verin, bize du-
yurun, bizi örgütleyin, çünkü bir konuda daha ümitsiz değilim: Altyapı çok ha-
zır, ben politika da yapıyorum, hepimiz sesimizi duyurmaya çalışıyoruz. Evet,
medya yok, ama sokağa çıkalım, örgütleyin, toplanalım, AKM’nin önünde bir
avuç insandık, ses getirdik. Ne olur size bize toplum önderliği yapın.

forum yöneticisi

Teşekkür ederiz. Siz lütfen ve yalnızca soru.

mustafa bilgin

Karikatürcüyüm. Kısaca soruya geçmek istiyorum. Bu kötü gidişe karşı çıkmak


için bütün sanat disiplinleri, bütün meslek grupları sanatın içindeki Tamer Be-
yin söyleyişiyle hepimiz sıra sıra görevliyiz. Birinci görev de sanki medyanın
gücünü düşünürsek televizyon oyuncularına düşüyor ve beni çok rahatsız eden
bir şey var; görece nitelikli oyunlarda oynayan birçok oyuncumuzu hurafe dolu
dizilerde görüyoruz ve bu çok rahatsız edici. Bu maddi gelirle ekmek parası
bilmem neyle açıklanacak noktalar değil ve sanat konseyinin bundan sonraki
toplantılarında konsey ve sanatçılar gibi bir başlık altında ya da oyuncular ko-
nusunu ele alan bir başlık olursa mutlaka bu gündeme gelmeli diyorum. Bence
onlar kötü gidişin önlenebilmesi noktasında hepimizden daha çok sorumlular.
Teşekkür ederim. Bunun için ne yapılabilir?

forum yöneticisi

Kuşkusuz bu önce sanatçılara-oyunculara düşen bir ödev ve sorumluluk. Öne-


riniz “Sanat ve Sanatçı” ve “Sanat ve Toplum” gibi başlıklarda gündemimizde
zaten. Siz buyurun lütfen.

hikmet altınkaynak

Teşekkür ederim. Bu üniversitede öğretim görevlisiyim. Az önce değerli arka-


daşımız üniversiteyle ilgili bir göndermede bulunduğu için katkı değil, ama bir
açıklama yapmak istiyorum. Bu üniversite gerçekten “yıldızlı” üniversite ve haf-
tanın 7 günü çok dolu olarak bu oditoryumun çalıştığını görüyoruz, topluma
hizmet sunduğunu görüyoruz, yaşıyoruz. Şu sıralar öğrenciler birinci yarıyılı
bitirmiş olmanın dinginliğiyle dalgınlar. Belki arkadaşımız kime sordu, aldığı
cevabı biliyoruz, ama 20.000’in üzerinde öğrenci var. Her gün burası gerçek-
ten dolu oluyor, öğretim üyeleri de bir o kadar dolu. Hangi birine gideceklerini
bilemiyorlar. Bunu sunmak istedim. Bu zengin program için de Özerk Sanat
Konseyine gerçekten yürekten teşekkür ediyorum.

87
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT

forum yöneticisi

Biz size, Rektörlüğünüze, Dekanlığınıza bu kurumu, bu sahneyi bizlere, ülkemiz


sanat ve kültür platformuna açtığınız için teşekkür ediyoruz.

müride aksal

Ben 2003 yılında özerk, sanat ve konsey tanımlarının üçünü yan yana te-
sadüfen sevgili Tamer’den duyduğumda hemen heyecana kapılıp atlayıp
İstanbul’a geldim. Ankara’da konservatuarda bale hocasıyım. O zaman da
bugünkü kadar insan vardı. O zaman aklıma bir kuşku düşmüştü, o kuşkuyu
hâlâ taşıyorum. Türkiye’nin bugününde bile bu kadar insan toplayabiliyorsak
buraya bu iletişim çağında –çünkü çok kolay artık iletişmek– acaba Özerk
Sanat Konseyinin ilkeleri arasında kapalı bir yapısı mı vardı ilk başta kuru-
lurken? Çünkü bu çağda bu kadar ulaşamamak dediği gibi hanımın sanat
eğitimi alan öğrencilere, okullara e-mailler yoluyla bile ulaşamamayı ben
anlamıyorum ve isimlerinizi tanımıyorum Ankaralıyım. Orhan Aydın Beyin
konuşması bugün için benim için en değerli konuşmaydı, çünkü bir güç birliği
oluşturulması gerektiğine ben de inanıyorum, onun için tekrar buradayım.
Özerk Sanat Konseyi üstlenir mi böyle bir şeyi ve o kapalılığı kırmak için
önlemler düşünüyor musunuz?

forum yöneticisi

Teşekkür ederim. Siz kendileri için sanat üretilen insanlar ve sanatçılar bu tür
önerilerinizi lütfen ayaküstü sözlerle ve rastlantılara sınırlamayın. Mail adresi-
mizi verelim, o platformda daha rahat, daha geniş iletin bize. Biz elimizden
geleni, gerekeni yapmaya çalışalım. Ayrıca bir de şu var: Bakın, sözünü etti-
ğimiz süreçte 12 yıl geçti, 12 yıl içerisinde ülke çok kirlendi. Bugün bu kadar
sayıyı toplamak bile, o günlerde toplanan bu sayının iki katı üstünde bir değere
sahip. Birçok insan çözülmüş gitmişken hâlâ bu kadar kişiyi bir araya, tek bir
duyuruyla getirebiliyorsak, bütün bu kirlenmişliklere karşı kötümser olmamak
için bunu bir neden sayıyorum. Kendimizi yeniden yapılandırma sürecindeyiz.
Orhan’ın bu konuda ekleyecekleri var sanırım.

orhan aydın

Bir bilgi vermek anlamında, aslında çözüm yollarından biri şu: Hiçbir zaman
umudu yitirmemek. Kimin yitirmemesi? Önce bireyin kendisinin aynaya bakıp
“ben varım” diyebilmesi bu yeterli birinci koşul. İkincisi, Özerk Sanat Konse-
yi bu paneli yaparken tabii farklı birkaç amacı vardı. Amaçlarından biri ya
da önceliği şu değildi: Büyük bir kalabalık toplansın. Amacı bu değerli konuş-
macıların çeşitli örgütlerde olan konuşmacıların ortak bir görüşünü sağlamak,
bunu kayıt altına almak. Çünkü bu çok önemli bir belge niteliği taşıyor. Sayısal
anlamda da herkese şöyle bir cevap vermek istiyorum, Shakespeare’in bir sö-
züyle: Bilgili bir tek dost bilgisiz koca bir kalabalıktan, sayılardan, yüzdelerden,
46’lardan, ne derseniz deyin daha değerlidir, daha önemlidir, daha etkilidir,
daha güçlüdür. Onun için inanmak yeter. Teşekkür ederim.

88
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT

forum yöneticisi

Hemen bu arada şu notu da vereyim: Burada bütün salonu doldurmamış


olmamız�������������������������������������������������������������������
, dolduramamış olmamız –ya da nasıl nitelersek niteleyelim– kalaba-
lığın peşinden koşmayışımızdan kaynaklanmıyor. Değil, biz burada bir beyin
fırtınasıyla bir ön adım atalım istedik. Çünkü bu ilki, bu tartışma sürecek. Çünkü
bu tartışma “Anayasa Sanat” tartışması bir öncü. Bunun arkasından diğer ku-
rumlar da bunu getirecek. Sendikalar ve diğer sivil toplum örgütleri bu tartışma-
yı getirecektir. Buna inanıyoruz.

nursen deliktaş

Bakırköy Belediyesinde kültür sanat danışmanıydım, yeni emekli oldum ve


uzun bir süredir Bakırköylü Sanatçılar Derneğindenim. Ayrıca yazarım, eser-
lerim var. Şairim olabildiğim kadar ve ben “kadının adı yok” tezine karşıyım.
Cüssem büyük, ama yüreğim de büyük. Ben bu konuda hanımların teslim ol-
mamasını istiyorum. Çeşitli tartışma programlarında biraz doğru konuştuğum
için çok defa hedef oldum. Gazetelerde çıkan yazılarım, hatta şiirlerimden
dolayı pek çok tehdit aldım, ama dimdik durdum. Nasıl durduğumu ben bili-
yorum, onlara belli etmedim korktuğumu ve sonuçta milletvekilliği teklifi aldım
malum partiden ve bu teklife güldüm. Çok güzel cevap oldu bu onlar için,
onun için ucuza satmayalım. Bir de şu var: Türkiye’de bugünün şartlarında
hep beraber çıkalım sokağa, 100 kişiye “hangi sanatçıyı tanıyorsunuz?” diye
soralım. Kimi tanırlar biliyorsunuz değil mi? Bu sabah programlarında çıkan
hokkabazları. Biz orada gerçek sanatçıyla bu palyaçoları ayırt edebilecek bir
şeyler yapmamız lazım.

forum yöneticisi

Teşekkür ederiz, bu yüzden de sizden katkı bekliyoruz. Sağ olun.

dilam demirtaş

Ben zamanınızı alacağım. Sayın Haşmet Zeybek’in söylediği gibi özellikle genç-
ler bir tüketici olmaktan öteye gidememekteyiz şu anda. Tamamen tüketici olup ne
yazıyoruz, ne okuyoruz, ne de izliyoruz hiçbir şey, yorumumuz da yok. Sadece
giydiğimiz ayakkabı ve üstümüzdeki manto önemli oluyor ve öyle de öleceğiz
gibi bir umutsuzluk içindeyiz aslında içsel olarak. Neyse, benim demek istedi-
ğim şey aslında bu gençliğin biraz böyle tutulup kaldırılması gerekiyor. Çünkü
bir yandan böyleyiz, ama bir yandan da gel desen gelecek bir topluluğuz. Ben
umutsuz görmüyorum. Mesela, ben dün okulda çok fena kavga ettim. Yeditepe
Tiyatro Bölümünde okuyorum. Ayrılacağım tabii okuldan da, bu arkadaşlarla ben
kavga ediyorum, ama siz onları tutup çağırabilirsiniz. Bir de bizim biraz daha
hoşgörülü olmamız lazım galiba. Bugün mesela, biraz cahilliğine verdim ben
onun, kalktı bir arkadaş lafı kesti filan, ama bizim daha hoşgörülü olup pirinç
dağıtıyorlar ya, biz de bir şey dağıtmalıyız. Çünkü insanlar çağrıldıkları ve kabul
edildikleri yerlerde oluyorlar ve aslında bizim milletimiz de ayaklanmaya hazır.
Gayet zeki olmamıza rağmen birçok engellerle gel denilen yene gidiyoruz. Biz
gel dediğimizde de onlar zaten uyanıp bizi takip edecektir.

89
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT

forum yöneticisi

Teşekkür ederiz. O zaman biz sizi “Sanat ve Toplum” paneline bekleyeceğiz.

salondan

Şu çok önemli bir olay; genç kuşakla aramıza 3,5 darbe girdi, bir de teknoloji
girdi. İki tarafın da bunu aşmaya zorlaması lazım. Şöyle ki, biz kitaptan, dergi-
den, gazeteden geliyoruz, “düşünüyorsam varız” diyoruz. Gençlik internet’ten,
televizyondan geliyor, “görünüyorsam varım” diyor. Bu ikisinin ortak noktasını
bulmamız gerekiyor. Teşekkür ederim.

forum yöneticisi

Teşekkür ederiz. Sözünü ettiğim gibi Özerk Sanat Konseyi Yürütme Kurulu ola-
rak ilki “Sanat ve Anayasa” paneli, “Anayasa ve Sanat” dediğimize bakmayın.
“Sanat ve ...” diye sürecek olan bu dizi etkinliklerinin ilki neden “Sanat ve Ana-
yasa”? Çünkü biz çok iyi biliyoruz ki, bu bir başlangıç, bundan sonra arkası
gelecek dediğim gibi.

Altını ısrarla çizmekte yarar olan bir şeyden çok kısa söz edeceğim. Bugün
yaşadığımız coğrafyada ve dünyada bir şeyler yolunda gitmiyorsa, ülkemizi
ve dünyayı yöneten liderler kirlilik ve aymazlık içindeyse, bunun asal nede-
ni, bu formun ve bu panelin de oluşumuna neden olan gerekçe başta olmak
üzere, “insanın ve toplumların sanatla, sanat kültürüyle donanmış, demokrasi
kültürüyle beslenmeden eksik büyümüş olmalarıdır”. Bunun altındaki ana neden
bu. Bu yüzden bugün dünyayı yönetenler, tüm bunlardan eksik büyüdükleri
için, insanlar, toplumlar bunlardan yoksun yetiştikleri için bugünkü tabloyla
karşı karşıyayız. Bu yüzden de biz biliyoruz ki, sanat, insanların ve toplumların
kendileriyle yüzleşip, insana yakışandan yana, eşit, özgür, mutlu bir dünya
için yeniden değişme, oluşmasında da en büyük güçtür... Bu yüzden de tarih
boyunca yönetimler, sanatı ve sanatçıyı hedef alırlar. Hükümetler sanatı hedef
alırlar. Bu çok doğal, bundan doğal bir şey olamaz. Bu yüzden de ülkemizde
sanatın anayasal güvenceden yoksun oluşu, sanatın özelleştirilerek sermayenin
rant aracı haline dönüştürülmesinin önlenmesi, ancak Özerk Sanat Kurulu, Tür-
kiye Sanat Kurumunun oluşturulması, hayata geçirilmesi umuduyla olacaktır.
Bunun peşindeyiz.

Hüseyin Beyden başlayarak lütfen son 30’ar saniyeyi değerlendirirsek…

hüseyin akbulut

30 saniyede ben çok teşekkür ediyorum. Özerk Sanat Konseyini kutluyorum,


çok teşekkür ediyorum. Çok yararlandım. Sanıyorum söyleyeceğim şudur: Pozi-
tif bir şeyle bitirmek lazım. Evet, doğru, eğitimsiz bir halk yarattık, ilkokulu terk
bir halk yarattık, ama en önemli şey haklı olmaktır. Mustafa Kemal Atatürk de
yalnızdı. Haklı olmak çok önemlidir, uygarlık ırmağını geriye çevirmek de çok
zordur. Çok teşekkür ediyorum.

90
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT

tamer levent

Biz TOBAV olarak TOMEB olarak bu uluslararası birliklerin de üyesiyiz. Aşağı-


yukarı 25-30 yıldır bunların toplantılarına katılıyorum. Yurtdışında toplantılara
katıldığımda belirlenmiş hedefler doğrultusunda belirlenmiş uzmanlık konuları
görüşülüyor. Biz toplantılara katıldığımızda Türkiye kurtarılır. Türkiye’yi kurtar-
madığımız zaman tatmin olmuyoruz, ama Türkiye’yi kurtarmaya kalktığımız
zaman da özel konulara giremiyoruz. Diyoruz ki, özel konu genelden bağımsız
değil. O halde herkes genel konuda konuşsun, biz de özelden bir şey çıkaralım.
Ben bunu anlamıyorum. Uluslararası alandaki toplantılarda “Ben çalışamıyo-
rum” diyen adamın sorununa çözüm aranıyor. “Ben televizyonda film yapıyo-
rum, paramı alamıyorum” diyen adamın sorununa çözüm aranıyor. “Ben ör-
gütlenmek istiyorum” diyen adamın sorununa çözüm aranıyor. “Ben mesleğimi
tarif etmek, tanım yapmak istiyorum” diyen, “Ben tiyatro yapmak istiyorum, ben
resim yapmak, ben atölye istiyorum, ben salon istiyorum” diyen adamların so-
runları tartışılıyor. Bizim burada dünya ve memleket meseleleri tartışılıyor. Eğer
böyle bir konu uluslararası alanda gündeme gelirse hemen bir önerge çıkarılı-
yor, bu konuda bir temenni mektubu yazıp imzalanıyor genel kurula sunuluyor.
Genel kurulda kabul edenler etmeyenler, “Irak’taki savaşa karşıyız” deniliyor.

salondan

O çağdaş toplumlarda oluyor.

tamer levent

Evet, burada biz hiçbir zaman esas konuya gelemiyoruz. Anlamadım ben, ben
de dünyayı kurtarmaya hevesliyim, ama bir türlü şu tiyatro ya da sanatı konu-
şamıyoruz. Tespit yapamıyoruz, tanım yapamıyoruz.

salondan

Rantiye yerine dönmüş vaziyette, tartışamayız.

tamer levent

O zaman tartışmayı yapmayalım, parti kuralım. Hangisi daha önemliyse onu


yapalım.

forum yöneticisi

Teşekkür ederim. Tamer Beyin sözünü ettiği bu ve benzeri toplantılarımızdaki


toplantı biçim ve içeriği eleştirisine karşı çıkmak, bu gerçeği yadsımak olanaksız.
Koltuklarında oturanlar, kürsüyü, panelistleri eleştirilirken Tamer Beyin uyarısından
yola çıkarak kendini tatmin ya da bildiğini satmak, aktarmak, Türkiye’yi kurtarmak
yanılgısı yerine, olguya katkı koyacak, soruna çözüm aratacak soru yolunu benim-
seler, hem belki bu kadar çok zaman almaz, hoşgörü tüketilmez, hem de amaca
daha kolay varılır. Bu tabii Türkiye ve tüm 3. Dünya ülkelerinde neredeyse her
türden, 10’u aşkın toplantı türünün hepsinde asal bir sorun olarak bir geçerliktir.
Bu yüzden de istenilen sonucu çok kolay alamayız. Buyurun Abdullah Bey.

91
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT

abdullah sezer

Size veda etmeden önce, son olarak şunu iletmek isterim: Belki ben fazlaca
karamsarım, ama bir gerçeği kabul edelim lütfen. Biz Türkiyeli bireyler, henüz
modernleş(e)medik, sosyalize ol(a)madık. Bu süreci yaşayacağız, bunun sancı-
larını hep birlikte çekeceğiz. Bir yazar, şöyle diyor: Demokrasi ancak demokrat
bireylerin çoğunlukta olduğu bir toplumda kurulabilir. Sözlerimi Prof. Kaboğlu
hocamın içtenlikle benimsediğim “3 D” formülüyle noktalıyorum: Dengeli bir
toplum olabilmek için, “dikkat”, “dinleme” ve “duyarlılık”. Duyarlılığınız, sabrı-
nız ve dikkatiniz için teşekkürler…

kemal sevgisunar

6,7 şiddetinde bir deprem mi olur, 30 saniyede ne olur onu pek bilmiyorum,
ama herhalde olması gereken bir-iki şeyi burada söylemek lazım. Evet, kavram
kargaşaları çok açık, doğrudur, ama çok ilginç bir şey var: Mücadelenin yönte-
mi, kendisi ortadadır. Etrafında dolaşıp yüzüğü Afyon’da kaybedip İstanbul’da
aramanın anlamı da yoktur. Türkiye’nin her yeri İstanbul değildir, Türkiye bir
bütündür ve orada tartışmaların, gündemin konuları çok farklıdır. Hani bu tar-
tışmalardan bir yere varacaksak eğer, bütün bu tarih boyunca Bedrettin’leri
anlatacak değilim, ama 1980’de de, daha sonra da bu gençlere de kıyıldığı
zaman hep buradaydık. Bilmem kimlerle beraber Amerika’yla çalışanlar hep
buradayken halkımıza kıyarken biz hep buradaydık, bugün de buradayız. Şim-
di yeniden ve sanki bütün bunlar hiç yaşanmamış, olmamış gibi tartışıyoruz.
Biraz genel anlamda söylüyorum, bir ikiyüzlülük var bu toplumda, sorunun et-
rafında geziliyor, asıl konular ve sorunlar karşısında gerçek mücadele yol ve
yöntemleri biraz ciddi görülüyor, uzak duruluyor. Mücadelenin yol ve yöntem-
leri derken mücadele edenler ortada, Türkiye’de muhalefet eden emek cephesi
ortada. Bir şeyi yapacak adam tasını tarağını toplar çıkar ortaya yapacağını
yapar, bu konuda ikircikli bir yaklaşım sergilemez. Hepinize saygılar sunarım.

forum yöneticisi

Arkadaşlar, ben şimdi size kısa metinler okumak istiyorum. Burada büyük bir
haksızlık yapılıyor. Karşısında olduğumuz AKP iktidarının –ben devlet memuru
olarak da bunu söylüyorum– yaptığı çok hoş bir şey var. Niye bunu göz ardı
ediyoruz? Bakın, yeni anayasa taslağında, sözüm ona yeni anayasa taslağın-
da –biz 64’ü çıkardılar artık hiçbir şey yapmıyorlar diyorsak da– 26. madde
açıkça diyor ki: “Herkes düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka
yollarda tek başına veya kapalı olarak açıklama ve yayınlama hürriyetine sa-
hiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir
alma ya da verme serbestliliğini de kapsar. Bu fıkra hükmü radyo, televizyon,
sinema ve benzeri yollarla yapılan yayınların izin sistemine bağlanmasına en-
gel değildir.” Komedi, evet bunu söylüyor. “Herkes bilim ve sanatı serbestçe
öğrenme, öğretme, açıklama, yayma ve bu alandaki her türlü araştırma hakkı-
na sahiptir” der ikinci fıkrası, üçüncüsü “bu hak hürriyetlerin kullanılması milli
güvenliğin, kamu düzeninin, genel sağlığın, genel ahlakın, başkalarının şöhret
ve haklarının özel veya aile haklarının korunması, suçların önlenmesi, devlet
sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, yargının bağımsızlık

92
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT

ve tarafsızlığının sağlanması, savaş kışkırtıcılığının engellenmesi, her türlü ay-


rımcılık, düşmanlık veya kin ve nefret savunuculuğunun önlenmesi amaçlarıy-
la sınırlıdır.” Nereye giderse gitsin, dipsiz bir kuyu. Bunu şunun için okudum:
Özerk Sanat Konseyi Yürütme Kurulunun 2008’in ilk toplantısı olan Anayasa
ve Sanat panel ve forumunu sizlere okuduğum bu komediyle bitirelim istedim,
çünkü nereye çekerseniz çekin dipsiz bir kuyu.

Burada özellikle Orhan Kurtuldu, Orhan Aydın, Fikret İlkiz, Tamer Levent’e ve
alanının haniyse tekleri olan tüm cumhuriyet aydını uzman konuşmacılarımıza
yöneltilecek olağanüstü sorular vardı. “Zanaat” sözcüğü bile sanatı çağrıştırdığı
için neden bu iktidarı bu kadar ürkütür? Oradan çıkartılmış hoş bir soruydu bu.
Tamer Levent’e bir soru vardı: Demokrasi ve sanat kültürü bugünkü bakanın
sözünü ettiği gibi eğer sivil toplum örgütlerine, yerel yönetimlere ya da özel
sektöre verilirse nasıl bir oyun oynanır? Bu tartışılmalıydı, bunu tartışacaktık
bir taraftan… Kendi sosyal ve siyasal görüşleri doğrultusunda sanat politika-
ları güden hükümetler yerine, neden devletin ulusal bir sanat politikası yok?
Bütün hükümetlerin uymakla zorunlu olduğu ulusal politikalar? Sonra, içinde
sanat kavramı bulunan bütün olayların neden insanları ürküttüğü? Ve ayrılık
zamanı…

Başta Mimarlar Odası İstanbul Şubesine olmak üzere… Bizi, konseyi bugünlere
kadar getiren tün öncülere… Bir önceki dönem başkanı Vecdi Sayar burada.
Ona ve şimdi tüm yükümüzü omuzlayan Canol Kocagöz Beye ve siz bütün katı-
lımcılara tek tek sonsuz teşekkür ediyoruz, borçluyuz. Sağ olun.

93
SANAT VE SANATÇI KURULUŞLARI
GÖRÜŞLERİ
ve
ÖSK BASIN AÇIKLAMASI
64. MADDENİN ANAYASADAN ÇIKARILMASINA HAYIR

İnsanın özgürleşmesi, toplumun çağdaşlaşıp uygarlaşması, demokrasi kültürü-


nün gelişmesi için var olan sanat ile sanatçının desteklenmesi, korunması ve
toplumun sanatla buluşturulması Anayasamızın 64. maddesinde yerini alarak
devletin asal görevleri arasında sayılmıştır.

Anayasamızın 64. maddesi ülkemizdeki ödenekli veya ödeneksiz bütün sanat


alanları ile kurumlarını, sanatçılarını ve sanatseverleri destekleyen, koruyan bir
madde olarak laik Türkiye Cumhuriyeti devletinin kuruluş felsefesinin bir ürü-
nüdür.

Bu madde; “Cumhuriyetin temeli kültürdür” diyen Mustafa Kemal Türkiye’sinin


çağdaş yüzüdür.

Anayasamızın 64. maddesi; “bir milletin hayat damarlarından birinin koparıl-


mamasının” sigortasıdır.

Sanat alanlarının, sanatçıların, sanat kurumlarının ve sanat meslek örgütlerinin


görüşleri alınmadan yapılması düşünülen yeni Anayasa’da herhangi bir deği-
şiklik veya mevcut 64. maddenin tümden kaldırılması asla kabul edilemez.

Demokratik Bir Anayasaya EVET,


Dikta Anayasasına HAYIR!
Cumhuriyetin Kuruluş Felsefesine EVET,
Karşı-Devrim Anayasasına HAYIR!
Çağdaş ve Laik Cumhuriyet Devletine EVET,
Ilımlı İslam Devletine HAYIR!
Sanata EVET, Karanlığa HAYIR!

orhan kurtuldu
TOMEB (Tiyatro Meslek Oyuncuları Meslek Birliği) İstanbul Temsilcisi
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT

ÖZGÜRLÜKLERİN GÜVENCESİ

Özgürlüğün tek güvencesi yine kendisi, yani insanın özgürlük anlayışıdır.

Özerk düşüncenin toplum içindeki geçerliliğini yitirmesiyle birlikte, sanattan söz


etmek artık mümkün değildir. Çünkü bir sanatçının düşüncelerini gün ışığına çıkar-
masının ve onları yaşatmasının ilk koşulu olarak önem taşıyan bir kavrayıştır…

Ülkemizde son zamanlarda, uygulamaya konulan dini anlayış desteğinde, sa-


nat ve kültür alanlarına birçok kısıtlamalar getirilmek istenilmektedir. Böylece
ananevi söylemler, öne çıkarılmak istenen toplumsal örf ve âdetler aracılığıyla
sanat ve kültür hareketleri daraltılmak istenilmektedir. Bu gibi zorlamalara ek
olarak bir de sanatçının kendi özdenetimini katarsak, üretilen çalışmanın özgür
düşüncenin dışa vurumu olmadığı konusunda hepimiz birleşiriz.

Özgürlük kavramı, kendisini önceleyin düşünce, sonra ifadede ortaya koyacak-


tır. Toplumların gelişmeleri ise, bu anlayışa bağlı olarak refah yanında, ancak
kültür ve sanat eşliğinde kendisine yer edinebilmektedir.

İnsanlara ancak demokratik sistem ile yönetilen ülkelerde, yazılı anayasaya bağlı
yasalar eşliğinde özgürce yaşama, özgürce ifade kullanma ve yaratmaya dönük
haklar tanınmaktadır. Hazırlanan anayasalar bazen özgürlüğü kısıtlar gibi gö-
rünseler de, toplumu kişi despotizmine karşı koruyucu olması bakımından kabul
edilebilir bir durum arz etmektedir; bu nedenle de büyük önem taşımaktadırlar.

Halihazırda kullanılmakta olan Anayasa’mızın 2. maddesinin son cümlesinde,


“ … demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti” sözcesi yazılıdır; devamında bu
anlatım hiçbir kişi ve yasa ile değiştirilemez denilmektedir. Bir ulusun sosyal
hukuk devleti korumasında, laik bir demokrasi ile yaşaması en tabi hakkı iken
bile, değiştirilemez denen kavramların, yaşam içinde nasıl didiklendiğini açıkça
görmekte ve giderek kuşku ile izlemekteyiz…

Bozuk bir ekonomik yapı yanında, ayrıca etki altında bırakılmak istenen bir
hukuk sistemi, özgür düşünmenin giderek zorlaştığının ayrı bir göstergesidir. Bu
dizine ek olarak, Anayasa’mızın sanatı ve sanatçıyı koruyan tek maddesi olan

98
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT

64. maddesinin kaldırılma uğraşıları, Türk kültür ve sanat adamlarını ne kadar


endişelendirse yeridir…

Zira, derneğimizin sanat alanını kapsayan mizah yazın ve çizginin işlevi, diğer
dallarda olduğu gibi varlığını ancak hoşgörü ile sürdürebilecektir...

Mizah, yazılı, çizili ve görsel olarak ele alındığında, onun diğer sanat dallarından
farklı bir ayrıcalığının bulunduğu, bu anlam değerlendirilmeye alındığında ise, mu-
halefetin daha güçlü bir ifadeyle kullanıldığı veya kullanılması gerektiği anlaşılır.

Mizah sanatının ciddiyeti ve gücü, yaptıkları işle, söyledikleri sözler birbirini tut-
mayan bazı kimselerin elbette sanata kuşku ile bakmalarına neden olacaktır...
Ancak uyarılar kişilere olduğu kadar toplumumuza, insanlığadır aynı zaman-
da; üstelik düşünce, eğlenceyi de beraberinde taşımaktadır.

Üzülerek gözlemlemekteyiz ki, son senelerde özellikle çizgili mizah ustası kari-
katüristlerimiz sık sık mahkemelere düşmektedirler. Ayrıca medyada siyasi mi-
zahın yapılamadığı tartışma konusu olmaktadır. Gene kaygılanarak belirtmemiz
gerekir ki, günümüzde güçlü mizah yazın ustaları da görülmemektedir. Görsel
mizah, sinema, tiyatro önceki yıllarını giderek aratacak duruma gelmiştir. Te-
levizyon komedilerinin yok denecek kadar az sayıda olması yanında, ortaya
çıkarılanlar da toplumsal yaralara dokunulmadığı, Robinson Kruse, çocuk çizgi
filmi Shrek, kraliçe veya maydanoz, salatalık konuları veya varsılın uçuruculuğu
yerine bilgisiz bırakılmışın zavallılığı gibi güldürüler ele alınmaktadır...

Bu gibi nedenlerle birlikte, Anayasa ve yasalarla güvence altına alınan sanat-


çıları koruma maddelerinin kaldırılması, öncelikle sanatçıların, kültür adamla-
rının, sonra da tüm ulusun ne kadar gerilere, baş değil, beyin örtünmelerine,
karanlıklara sürükleneceklerini açıkça göstermektedir.

Özgür düşüncenin yok edildiği toplumlarda, ayrıca tehlikeli bir mizah sanatı
ortaya çıkmaktadır. Bu tür çalışmaların örneklerini komünist ve faşist yönetimle-
rin varlığında daha önce izlemiş bulunmaktayız. En sönük gibi görüneni, “fısıltı
gazetesi”ni doğuran çalışmalardır. O düzeni yaratanlar öncelikle insanları he-
def almakta ve onları er veya geç kendi kalıplarına uydurmaktadırlar…

Sanatın bütün dallarında özgür düşünce ve özgür ifade, açık siyasi yönetimlerle
beraber her zaman toplumların yararına olmuştur.

Anayasa’mızdaki 64. maddenin bile koruyucu olarak yeterli olmadığını bilme-


mize karşın, bu maddenin Anayasa’dan çıkartılmasını düşünmek istememek-
teyiz… Aynı nedenle söz konusu 64. maddenin yeni yapılandırılmakta olan
yasada yer almamasını uygun bulmuyoruz...

Saygılarımızla.

ergin gülen
Mizah Üretenler Derneği Başkanı

99
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT

SANATSAL GÜVENCE HAKKIMIZDIR

Bakırköylü Sanatçılar Derneği bu yıl on beşinci senesini kutlamaktadır. Kurulu-


şunda yalnız Bakırköy gibi yerel çalışmalar sistemi içinde kalacağı düşünülen
dernek, bu kadar kısa zaman içinde ulusal bir hal almıştır.

Derneğimiz bugün altı yüz üye sayısı ile Halk Eğitim Merkezi kanallı, Milli Eği-
time bağlı olarak sanat ve kültür alanında çalışmalarını sürdürmektedir. Bünye-
mizde yer alan kırk iki eğitmen konunun içinde yer alırken, öğrenci sayısı sekiz
yüzün üzerine yükselmiştir.

On beş yıl içinde derneğimizdeki eğitimlere katılan birçok genç öğrenci kon-
servatuara kaydını yaptırmış, kısa film yarışmaları düzenlemiş, binlerce sergi
açmış, her yıl üç ayrı kategoride tiyatro oyunları sahnelemişlerdir.

Dünün gençleri günümüzün olgun insanları olarak derneğimizde etkinliklere


katılmakta, sanat ve kültür alanında ülke çapında projeler üretmektedirler.

Geldiğimiz noktada kurumsal bir oluşumla birlikte, sanat ve kültür alanında


özgürce davranış ile özgür ifade tarzının sağlanması, sürdürülebilir olması uğ-
raşlarımız arasındadır…

Geri kalmış toplumlarda bile sanatta bireysellik önem arz etmektedir. Böyle bir
durum göz önüne alındığında, kurumsallaşmış çabalarla birlikte, eğitim düzeyi-
nin yükseltilmesi adına özgür projelerin desteklenmesine ihtiyaç bulunmaktadır...

Derneğimiz bu konuyu tamamen özgürlük güvencesi ile eş anlamlı olarak gün-


deme getirmek istemektedir. Her yeni gelen iktidar ve yerel yönetimler, önce
bizi nasıl sarsabileceklerinin denemelerini yapmaktadırlar. Yerimizden dahi
kıpırdatamadıklarını gördüklerinde yanımızda yer almağa çalışmaktadırlar. Bu
güç bize, inandığımız kültür sanat ölçütlerimiz, anlayışlı halkımız ve günümüz
yasalarından gelmektedir.

Güvencelerimizden biri olan, Anayasa’mızın sanat ve sanatçıyı koruma amaçlı


64. maddesinin kaldırılmak istenmesi, her kültür kuruluşu gibi genç geleceğimiz

100
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT

açısından bizi de karamsarlığa götürmektedir. Hemen hepsinin sağlıklı olacağı


düşünülemeyecek olan örf ve adetlerin, yerel baskıların, dinsel ritüellerin sanatçı
üzerinde yaptığı burguları gün geçtikçe üzerimizde hissederken bir de Ana-
yasal güvencemizin elimizden alınmaya çalışılmasını anlayışla karşılamamız
mümkün değildi...

Bizler bir kurum olarak, öncelikle aydınlanma evrimini yaşamış aydın ve çağ-
daş sanatsever halkımızın desteklerine ve gerçekleştirdiğimiz çalışmalarımızın
doğruluğuna inanarak görev yapıyorsak da, kazanılmış yasal güvencelerin eli-
mizden alınmasını doğru bulmuyor ve haklarımızı savunmak istiyoruz…

İnsanın yaşama hakkı yanında kültür edinme ve yayma hakkının da bulundu-


ğunu kabul ettiğimizden, sanat ve kültür alanında yetişmiş gençleri daha ileri
taşıyacak yasalara kavuşmayı umut ediyoruz…

cihat tamer
Bakırköylü Sanatçılar Derneği Başkanı

101
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT

BASIN AÇIKLAMASI
29 Şubat 2008

76 sanat ve sanatçı kuruluşunu kapsayan “Özerk Sanat Konseyi” Yürütme Ku-


rulu, 2008 yılında ülkemiz sanat ortamı ve duyarlı yurttaşlarımızla buluşarak,
ülkemiz sanat ortamına da yansıyan siyasal-toplumsal gelişmelere ilişkin kay-
gılarını paylaşmayı hedeflediği etkinliklerin ilki olan, 8 Ocak 2008 tarihinde
Yıldız Teknik Üniversitesi Oditoryumu’nda gerçekleştirdiği “Anayasa ve Sanat”
başlıklı panelin sonuçlarına bağlı olarak aşağıdaki basın açıklamasını yapmayı
kararlaştırmıştır.

ÖNERİLEN ANAYASA DEĞİŞİKLİKLERİ, TÜM DEĞERLERİMİZLE BİRLİKTE


SANATIN DA PİYASALAŞMASI SÜRECİNİ HIZLANDIRACAK VE
ÜLKEMİZ KÜLTÜR ORTAMININ DAHA DA YOZLAŞMASINA NEDEN
OLACAKTIR!..

Ülkemiz sanatının tüm alan ve disiplinlerini içeren 76 sanat ve sanatçı kuruluş-


larının saygın temsilcilerinin katılımıyla oluşan Özerk Sanat Konseyi’nin (ÖSK);
ülkemizde “sanat ortamlarının özgürleşmesi, sanat kurumlarının özerkleş-
mesi ve sanat kültürünün yaygınlaştırılması” amacıyla oluşturmayı hedefle-
diği “TÜRKİYE SANAT KURUMU”nun yaşama geçirilmesi için 1995 yılından
günümüze değin bir dizi sanatsal ve bilimsel çalışmayı sürdürmeye çalıştığı
bilinmektedir.

Bu kapsamda “TÜRKİYE SANAT KURUMU YASA TASARISI TASLAĞI” çalışma-


larının devamı olarak, 2008 yılında programlanan dizi etkinliklerinin ilki olan
“ANAYASA ve SANAT” başlıklı Panel-Forum, 16 hukuk, siyaset ve sanat insa-
nı konuşmacı, 200’ü aşkın katılımcıyla 8 Ocak 2008’de YTÜ Oditoryumu’nda
gerçekleştirilmiştir. Daha sonra ÖSK Yürütme Kurulu, yaşanan gelişmelerle
birlikte toplantının değerlendirmesini yaparak aşağıdaki sonuçlara varıldığını
kamuoyuna iletme kararı almıştır:

Kuvvetler ayrılığı, yargı bağımsızlığı, düşünce özgürlüğü, laiklik gibi kavram-


larla birlikte, çağdaş cumhuriyetimizin başta “kültür ve sanat olmak üzere, de-
mokrasi, insan ve yurttaşlık haklarıyla, ulusal birlik, barış ve bağımsızlığımızı
oluşturan tüm kazanımlarının” bugün karşı karşıya olduğu tehlikelerden birinin

102
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT

de, Anayasa’nın 64. maddesinin yok edilmesi girişimi olduğu yaşadığımız bir
gerçekliktir. “TÜRKİYE SANAT KURUMU” düşüncesinin varlık nedeni olan 64.
madde, birçok uygulanmasından da anlaşıldığı üzere sanat ve kültür yaklaşımı
“piyasacı ve sanat karşıtı” olarak nitelendirilebilecek mevcut iktidarca yeniden
(!) yapılandırılmak istenen Anayasa taslağında yer almamaktadır.

Oysa ÖSK’nın tüm çabası iki vazgeçilmez koşula dayalıdır:

1. Sanat alanına kamu desteği tüm uygar dünya uygulamalarında olduğu gibi
olmazsa olmaz bir koşuldur.
2. Sanat alanında özerk işleyiş yine tüm uygar dünyada uygulandığı gibi bir
zorunluluktur.

Ancak bu zorunlulukların hayata geçmesi için bağlayıcı kamusal düzenlemelere


ihtiyaç vardır.

Biliyoruz ki kamu desteği olmaksızın özgürlük iddiasında bulunmak boş lafın


ötesinde pratikte piyasa hegemonyasının esiri olmak, hem kendini hem de top-
lumu aldatmaktır; tiyatro, opera, bale, senfonik orkestra gibi toplu yaratışları-
nı ise giderek yok oluşa sürüklenmesidir. Öte yandan, özerklik olmadığında
sanatsal özgürlüğün de yara alacağı açıktır. Dolayısıyla her ikisi de sanatın
ve sanatçının insanlığa karşı sorumluluğunun diyalektik bütünleyicileridir. Bir-
çok evrensel belge ve uluslararası uygulamalar bu düşünceyi doğrulamakta ve
daha da kuvvetlendirmektedir.

Bu iki temel koşulun biri ya da öteki tek başına yeterli olmadığı gibi, birinin
öne çıkması sakıncalı sonuçlar yaratacaktır: Özerk işleyiş sağlamayan bir
kamu mali desteği sanatsal özgürlük üzerinde baskıya dönüşebilirken, kamu
mali desteğinin bulunmaması da, hem yaratışı yoksullaştırır, hem de piyasaya
bağımlılığı artırır ve daha kesin bir bağımlılık sürecini yaratır. Dolayısıyla kamu
mali desteği ile işleyiş özerkliği ikisi birlikte gerçekleşmek durumunda olan ay-
rılmaz bir bütün niteliğindedir.

Bu anlamda ÖSK “Anayasa ve Sanat” Panel-Forum katılımcıları;

1. ÖSK’nın yıllardır bir model oluşturmak amacıyla sürdürdüğü çalışmaların


incelenmesini, bu anlamda ülkemizde kalıcı bir sanatsal örgütlenme modeli
oluşturulmasını,
2. Sanat eğitimi ve sanat kültürünün geliştirilmesi ve yaygınlaştırılmasını
özendiren, sanat mesleklerini icra eden yaratıcı ve icracıların haklarının
korunmasının, Anayasamız ile garanti altına alınmasını,
3. Bu anlamda 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nda belirtilen esas
ve bağlantılı hakların korunması konusu da Anayasamız ile teminat altına
alınmasını bir kez daha ilgililere hatırlatmakta ve
4. Yaşadığımız “karanlık karşı devrim” girişimine direnmek üzere
oluşturduğumuz “karanlığa karşı sanat” savaşımımızda, ülkemiz tüm
sanat-kültür kuruluşlarını, sanat dostlarını ve halkımızı bu süreçte güç
birliğini artırmaya çağırmaktadır.

103
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT

Öte yandan; ülkemizdeki iktidar anlayışının yıllardır yürüttüğü acziyet-teslimi-


yet politikasının sürdürücüsü olan AKP’nin tüm diğer sosyal, siyasal ve hukuksal
platformlarda, iddia ettiğinin tam tersine, özgür eleştiri ve özgür sanat üretimi-
nin önüne duvarlar dikiyor olması, çok açık olarak ortadadır. Karikatüristlerin
sürekli dava edildiği, kitapların toplatıldığı, tiyatro, gazeteci ve köşe yazarları-
nın görevine keyfi uygulamalarla son verilmesine neden olan baskı ortamlarının
oluşturulduğu, yazarlara dava açıldığı, kültür merkezleri ve tiyatro sahnelerinin
yıkım tehdidine uğradığı, heykellerin toplatıldığı, RTÜK’ün akıl almaz uygu-
lamalar yaptığı, gittikçe her özgürlüğün ve çağdaş yaşamın her alanının ve
müzik eserlerinin göz göre göre kıskaç altına alındığı, sanatçıların ülkesinde
yaşayamaz hale geldiği yoz bir ortamda, türbanın “özgürlük” adına serbest
bırakılacağı iddiasının, inandırıcılıktan son derece yoksun olduğunu belirtmek
istiyoruz.

ÖSK, “Cumhuriyet kazanımlarının, laikliğin ve ifade özgürlüğünün en önemli


teminatı olarak, sağduyulu vatandaşın ve özgür sanatçının bireysel ve örgüt-
lü sivil tepkisini” görmektedir.

Tüm sanatçıların haklarının ve çalışma alanlarının hızla daraltılmasının ötesin-


de, halkın genel barış ve huzur ortamını bugünkünden çok daha gerilere taşıya-
cak olan bu karşı devrim girişimine ÖSK olarak karşı çıktığımızı ve bu girişime
engel olunacağı inancımızı koruduğumuzu, kamuoyuna bildiriyor; “Anayasa
ve Sanat” Panel Forum’una verimli katkılarıyla ÖSK’ya omuz veren konuşma-
cılarımıza, Forum tartışmacılarımıza ve tüm katılımcılara yürekten teşekkürler
ediyor; ya tarihsel gelişim ya da tarihsel gerileme hatta çöküş anlamına gelecek
olan içinde bulunduğumuz kritik dönemin öteki toplumsal sorun ve mücade-
lelerle sıkı bağlantılı olan sanat alanındaki uygarlık mücadelesinin de er geç
kazanılacağı umuduyla saygılar sunuyoruz.

76 SANAT VE SANATÇI KURULUŞLARI ADINA


ÖZERK SANAT KONSEYİ YÜRÜTME KURULU

104

You might also like