Professional Documents
Culture Documents
ISBN 978-9944-89-556-9
TMMOB Mimarlar Odası Genel Merkezi Yayın Birimi tarafından yayına hazırlanmıştır.
Kaynak gösterilerek yapılacak alıntılar dışında, yayıncının izni olmadan hiçbir yolla çoğaltılamaz.
İÇİNDEKİLER
Ama gelin görün ki bugün TC Anayasası’nın 64. maddesinde dile getirilen sa-
nat ortamının oluşturulması ile sanatla kamu yönetimi alanı arasındaki ilişkileri
düzenleyecek tüzel kişiliğe ve idari-mali özerkliğe sahip, özel hukuk kurumla-
rına tabi “Türkiye Sanat Kurumu Yasası” ve sanatı siyasetin vesayetinden kur-
tarmak amacı için kurulmaya çalışılan Özerk Sanat Konseyi’nin oluşturulması
çalışmaları yok sayılmaktadır!
Devletin devamlılığı ilkesi göz ardı edilerek, zamanın TC Kültür Bakanı D. Fik-
ri Sağlar ile Özerk Sanat Konseyi Girişim Kurulu adına Prof. Dr. Hüsamettin
Koçan’ın 9 maddeden oluşan 2.11.1995 tarihinde imzaladıkları protokolü
şimdiye kadar gelen tüm iktidarlar yok sayarak protokolün emrettiği yasa ve
yönetmelikleri çıkarmadılar. Hep oyalama yoluna gittiler. Yine protokol gereği
hazırlayıp TC Kültür Bakanlığına gönderdiğimiz Türkiye Sanat Kurumu Yasası
taslaklarına şu ana kadar hiçbir cevap alamadık. Kültür bakanları çağırdığımız
toplantılara sadece telgraflarla katıldılar.
Bunun üzerine, söz konusu anayasa taslağını inceleyen Özerk Sanat Konseyi
Yürütme Kurulumuz, “Önerilen anayasa değişiklerinin, tüm ulusal değerlerimiz-
le birlikte, sanatın da piyasalaşması sürecini hızlandıracağı ve ülkemiz kültür
ortamının daha da yozlaşmasına neden olacağı tehlikesini göz önüne alarak”
8 Ocak 2008 tarihinde İstanbul Yıldız Üniversitesi Oditoryumu’nda hukuk, si-
yaset, bilim ve sanat insanından oluşan 16 katılımcıyla “Anayasa ve Sanat”
başlıklı panel-forumu gerçekleştirdi.
6
ÖZERK SANAT KONSEYİ YÜRÜTME KURULU
Hilmi Etikan
Belgesel Sinemacılar Birliği (temsilcisi)
Sabri Kuşkonmaz
BESAM (temsilcisi)
Orhan Aydın
Disiplinlerarası Sanat Kuruluşu (temsilcisi)
Burcu Kayalar
Grafikerler Meslek Kuruluşu (temsilcisi)
Işık Özçelik (Dönem Sözcüsü)
Heykeltıraşlar Derneği (temsilcisi)
Can Başak
İŞTİSAN (temsilcisi)
Canol Kocagöz (Dönem Sözcüsü)
Karikatürcüler Derneği (temsilcisi)
Ali Rıza Binboğa
MESAM (temsilcisi)
Kubilay Önal
Mimarlar Odası (temsilcisi)
Baha Boduroğlu
POP-SAV (temsilcisi)
Ahmet Yüzüak
SİNE-KOOP (temsilcisi)
Metin Beyen
TOBAV (temsilcisi)
Orhan Kurtuldu
TOMEB (temsilcisi)
Gülsüm Cengiz
Türkiye Yazarlar Sendikası (temsilcisi)
Bedri Baykam (Dönem Sözcüsü)
Uluslararası Plastik Sanatlar Derneği (temsilcisi)
Bu panele davet ettiğimiz Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Başkanı Köksal
Toptan…
salondan
Yok.
canol kocagöz
salondan
canol kocagöz
Biz sanatçı örgütleri olarak sizden bunu sizden istiyoruz. Telgraf istemiyoruz.
Çünkü telgraflarla konuşamayız ve iletişim kuramayız. Bizi dinleyin ve sanat
örgütlerinin bir platformu olan Özerk Sanat Konseyi ile ilişki kurun. Özerk Sa-
nat Konseyi’nin beş kurultay sonunda hazırladığı “Türkiye Sanat Kurumu” yasa
tasarısını hayata geçirmek için çalışın.
yılmaz onay
Değerli konuklar, değerli katılımcılar, bilindiği gibi Özerk Sanat Konseyi 1995
yılından bu yana tüm sanat dallarındaki örgütleri kucaklayan bir platform ola-
rak sanat alanımızın özerk bir kurumlaşmaya kavuşması için çaba göstermek-
tedir. Bu çerçevede hazırlanan özerk bir Türkiye Sanat Kurumu Yasa Tasarı
Taslağı da tartışmaya açılmak üzere sunulmuş bulunuyor. Yine bilindiği gibi
bütün bu çabalar iki vazgeçilmez esasa dayalı olarak yürütülmektedir.
1. Sanat alanına kamu desteği tüm uygar dünya uygulamalarında olduğu gibi
olmazsa olmaz bir koşuldur.
2. Sanat alanında özerk işleyiş yine tüm uygar dünyada uygulandığı gibi bir
zorunluluktur.
16
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT
Son birkaç satırla ayrıntı gibi görülse de bir esasa daha dikkatinizi çekmek
istiyorum: Kimileri sanat alanına kamu katkısını sanki biz keşfetmişiz gibi bunun
batıda pek uygulanmadığını iddia edecek kadar ipin ucunu kaçırmakta, hele
tam ödeneklilik söz konusu olduğunda örneğin, “Devletin tiyatrosu mu olur-
muş? Dünyada böyle bir şey yok” diye saçmalayabilmektedir. Bu uydurmayı
ileri sürenlere örneğin, birçok modelimize kaynaklık etmiş olan Almanya’daki
çok sayıda “Staatstheater”ların “devlet tiyatroları” demek olduğunu anımsat-
mak bile yeterli olmalıdır, ama birilerinin aynı anda bir yandan Avrupa Birliği
hayranlığı edebiyatı yaparken öbür yandan “devletin parasıyla devlete küfre-
dilmez” diyerek Avrupa’da var olan özerk işleyişlerden ve sanatsal özgürlükten
de şeytandan kaçar gibi kaçan siyasileri desteklemeleri tüm iddialarının bir ce-
halet ya da bile bile inkâr abidesi olduğunu kanıtlamaktadır. Öyle ki, eğer küfür
söz konusuysa bunu zaten hukuk cezalandırır, ama “Kamunun parasıyla devlet
veya hükümet pekâlâ eleştirilebilir ve bunu da biz keşfetmedik” dediğimizde bu
açık dünya gerçeğini bile görmek istemiyorlar. Hatta “Parayı ben veriyorum,
özerkliğe izin vermem” küstahlığına karşı “O para neden senin oluyor? O para
kamunun parası, sen de hem o kamu desteğini vermeyi hem de işleyişte özerk-
liği sağlamayı öğrenmesi gereken bir kamu görevlisisin” demeyi de düşünmü-
yorlar. İşte sanat, en sıcak ülke sorunları ve insanlık sorunlarıyla birlikte bütün
bunları da kendine özgü sanatsal dille eleştirmeyi üstlenmezse her şeyden önce
sanat olmaktan çıkar.
17
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT
canol kocagöz
Teşekkürler Yılmaz Onay. Paneli yönetmek için TOMEB İl Temsilcisi Sayın Or-
han Kurtuldu’yu davet ediyorum. Buyurun, sahne sizin.
18
PANEL
Panel Yöneticisi: Orhan Kurtuldu
panel yöneticisi
Öncelikle panelin işleyişi konusunda kısa bir bilgi vermek istiyorum. Panelimiz gö-
rüntülü olarak kaydedilecek ve tüm konuşmalar kitaplaştırılacak. Panelimizde ola-
bildiğince çok görüşe yer vermek istedik. Amacımız görüşleri ortak bir paydada
buluşturmak ve ilgili alanların bu konudaki genel görüşünü belirlemek olacaktır.
Panelimiz üç aşamalı olarak gerçekleşecek. Birinci aşamada panelistlerimiz 10’ar
dakika süreyle konuşacaklar, ardından 30 dakikalık bir ikram molası vereceğiz.
Maltepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Sayın Prof. Dr. Ülkü Azrak.
Eskişehir Büyükşehir Belediyesi Başkanı Sayın Prof. Dr. Yılmaz Büyükerşen çok
geçerli bir mazeret nedeniyle aramızda olamadılar, sizlere selamlarını iletme-
mizi rica ettiler. Burada alınacak tüm ortak kararlara, ortak iradeye tümüyle
onay verdiklerini söylediler. Kendilerine çok teşekkür ediyorum.
DSP Parti Meclisi üyesi, Devlet Opera ve Balesi eski genel müdürü, Kültür Ba-
kanlığı eski müsteşar yardımcısı, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası sanatçısı
ve eski müdürlerinden Sayın Hüseyin Akbulut.
Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Sayın Yrd. Doç. Dr. Abdullah
Sezer.
KESK’e bağlı Kültür Sanat Sendikası Genel Başkanı Sayın Doç. Kemal Sevgisunar,
Değerli konuklar, geçtiğimiz yıl ülkemizde kültür ve sanat alanında neler yaşa-
dık? Önce barkovizyonda bir izleyelim, ardından panelimize başlayacağız. Ta-
bii bizler sizin vaktinizi almamak için bütün yaşadıklarımızı gösteremedik, on-
ları sizler hep izliyorsunuz. Bugün bütün cumhuriyet kazanımlarımız yok olma
tehlikesiyle karşı karşıyadır. Bu tehlikelerden biri de çağdaş kültür değerlerimi-
ze, sanata ve sanat insanlarına karşı yapılan sistemli yok etme girişimleridir. Bu
girişimlerden biri de 64. maddenin Anayasadan çıkarılması girişimidir. Sanatı
devletin ana görevleri arasında gören ve sanat yaratıcılarını koruyan mevcut
Anayasamızın 64. maddesinin bugünkü iktidarın hazırlattığı anayasa taslağın-
da yer almadığını görüyoruz. Bu tespitler ışığında mevcut 1982 Anayasasına
göre devlet-sanat ilişkisinin genel bir görünümü nedir? Sayın Ülkü Azrak ilk
sözü size vermek istiyorum. Ben bazı soruları sıralayacağım, sizler bu sorulara
birer cevap oluşturmaya çalışırsanız çok sevinirim.
Özellikle bütün konuşmacılara ortak bir sorumuz var, o sorunun cevabını mut-
laka almak istiyoruz. Ülkemizde sanat devletin ana görevleri arasında olmalı
mıdır? Ortak sorumuz bu.
ülkü azrak
22
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT
1924 Anayasasında sadece kültürden söz ediliyor, ama orada ayrıntılı düzen-
leme yok. Asıl ayrıntılı düzenleme 1961 Anayasasında, çünkü 21. maddesinde
bilim ve sanat özgürlüğünden bahsediyor. Bu maddeleri burada okumaya kal-
karsam çok uzun zaman alacak, zamanımız yetmez. 41. maddesinde de sosyal
devletin sosyal ve kültürel kalkınma amacından söz ediyor ve bunu da insanlık
onuru kavramıyla birleştiriyor. 82 Anayasasına gelince, 82 Anayasası aslında
tabii devlete biraz öncelik veren, ağırlık veren bir anayasa olmasına rağmen
hayret edilecek derecede kültürden ve sanattan söz ediyor. Bir kere 5. madde
ki, 61 Anayasasında böyle bir şey yoktu, manevi varlığın geliştirilmesinden
söz ediyor. Bu manevi varlığın geliştirilmesi ancak kültür yoluyla olabilecektir.
23
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT
Bilim ve kültürle tabii, bunda kuşku yok, kastedilen budur. 82 Anayasasının 26.
maddesi ifade hürriyetinden söz ediyor. İfade hürriyeti içerisinde tabii fikirle-
ri, düşünceleri resimle, sözle ifade etme özgürlüğü biçiminde formüle etmek
mümkün. Bunu düzenlemiş bulunuyor. Ayrıca 27. maddesinde bilim ve sanat
hürriyeti de –ki bu 61 Anayasasının 21. maddesine tekabül ediyor– ayrıntılı
biçimde öngörülmüştür.
42. maddede insan onuruna yakışan asgari koşullar, aslında 61’deki 41. mad-
dede olduğu biçimde yer almamaktadır. Bu bir eksiklik 49. maddede, ama 64.
madde burada da biraz önce ifade edildiği gibi sanatın ve sanatçının korunması,
değerlendirilmesi ve desteklenmesinden bahsediyor. Bakın dikkat edin, denetlen-
mesi demiyor anayasa değerlendirilmesi ve desteklenmesinden söz etmektedir.
6660 sayılı Güzel Sanatlarda Fevkalade İstidat Gösteren Çocukların Devlet Ta-
rafından Yetiştirilmesi Hakkında Kanun, bu 1956 tarihli bir kanun yurtiçinde
ve yurtdışında devlet hesabına sanatçıları yetiştirmeye ilişkin düzenlemeler yer
alıyor, ama bu yeni bir şey değil, çünkü hepimizin tanıdığı iki büyük sanatçımız
var. Biri Suna Kan, öbürü de İdil Biret, bunlar 40’lı yılların başlarında özel ka-
nunlarla yurtdışına gönderilmiş ve yetişmeleri için de devlet o zaman ciddi har-
camalarda bulunmuştur. Ayrıca Belediye Kanununun 14. ve 48. maddelerinde
de kültür ve sanata destek olma hususunda belediyeye görevler verildiğini
görebiliyoruz.
Sanat eserlerinde önde gelen sorun aslında mevzuatın idareye verdiği yetki-
lerin kullanımından doğmakta. Gerçekten özellikle sinema, video, tiyatro ve
müzik eserleri idareye geniş yetkiler tanıyan yasa hükümleri nedeniyle ağır bir
24
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT
biçimde�����������������������������������������������������������������������
sansüre tabi tutulmakta ve böylece sanat özgürlüğü de ciddi bir biçim-
de engellenmektedir. Bu engelleme bazı durumlarda yasaklama ve hatta eserin
imhasına kadar varabilmektedir. Özellikle 2559 sayılı Polis Vazife ve Salahiyet
Kanununun ek 1. maddesi idari makamlara bu tiyatro eserlerinin temsiliyle ilgili
sanat özgürlüğünü sınırlama hususunda yetki vermektedir. Gerçi 1. ek madde
3.8.2002 tarihli ve 4771 sayılı kanunun 10. maddesiyle değiştirilerek mahal-
lin en büyük amirinin emriyle bir tiyatro temsilinin yasaklanması konusundaki
yetki kaldırılmış, bu yetki hükmü mülki amirliğin derhal cumhuriyet savcılığına
suç duyurusunda bulunması biçiminde değiştirilmiştir. Fakat yeni düzenlemenin
de sanat özgürlüğünü baskı altında tutmaya yönelik bir nitelik taşıdığında hiç
kuşku yok diye düşünüyorum.
panel yöneticisi
ülkü azrak
25
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT
Bir şeyi daha eklemek istiyorum; sanata karşı tavrı siyasilerin 1933 ve 1945
yılları arasında Alman Nazi rejiminde sanata karşı nasıl tavır takındığını he-
pimizin bildiği bir rejime uygun düşen bir şey. “Dejenere sanat” kapsamını o
kadar genişlettiler ki, o dönemde şahikasına varmış olan 20 ressamın eseri
yasaklandı. Bunların yarısı yurtdışına gitti zaten, ama sadece o değil, müzis-
yenlerin müzikleri de yasaklandı. O müzisyenlerden bazıları Türkiye’ye geldiler
1933’ten sonra ve burada, Ankara’da konservatuarı kurdular. Devlet Senfoni
Orkestrasını kurup idare ettiler.
panel yöneticisi
Sayın Azrak değerli katkılarınız için biz çok teşekkür ederiz. Şimdi de Sayın
Fikret İlkiz’e sorularımı yöneltmek istiyorum.
26
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT
fikret ilkiz
Ben bunları unutmak niyetinde değilim, daha doğrusu bunları akılda tutmak ge-
rektiği fikrindeyim. Bunu niçin böyle söylediğimi de ifade edeyim: Mazur görün,
büyüyüp okula başladıktan sonra fakülteye başlamadan önce, daha doğrusu
Yılmaz Büyükerşen Eskişehir’de Belediye Şehir Tiyatrosunu kurmuştur. Ben o yıl-
larda Büyük Kulak, Yerma ve Lorca’nın oyunlarını Eskişehir Belediyesi Tiyatro-
sunda izledim. Sonra 67’de üniversiteye geldim, Hukuk Fakültesinde okumaya
karar verdiğim yıllar, ama o tarihte başka bir karar daha vermiştik: İşçi sınıfının
diktatörlüğünü kurabilmek için ihtilal yapmaya karar vermiştik. Bu ihtilali gerçek-
leştirmek için de en önemli olgulardan birisinin işçi sınıfının tiyatrosunu kurmak
olduğuna karar vermiştik ve bunları yapmaya başladığımız zaman yıllar geçti.
Sonra biraz önce sayın hocamın ifade ettiği Polis Vazife ve Salahiyetleri Ka-
nununun ek 1. maddesiyle ilgili bazı Anayasa Mahkemesi kararları okunmaya
başladı. Bu Anayasa Mahkemesi kararlarını okuduğu zaman çok ilginçtir, ek 1.
27
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT
madde doğrudan doğruya Polis Vazife ve Salahiyetleri Kanunu olarak bir emni-
yet görevlisine benim yıllarca unutmak istemediğim konuda hak veriyordu. Yani
filmlerin denetlenmesi, tiyatrolardaki herhangi bir oyunun denetlenmesi, hatta
benim ahlakıma uymayan oyunların yasaklanması konusunda da hak veriyordu.
Nasıl olmuşsa 1985 yılında bu konu Anayasa Mahkemesine götürüldüğü zaman
Anayasa Mahkemesi de ek 1. maddenin Anayasaya aykırı olmadığına karar
vermiştir, ama o tarihlerde çok ilginç ve bana göre de aslında o yıllardan beri
tartıştığımız bir konuda bir üyenin de muhalefet şerhi vardır. İşte, biz herhalde
hukukçular olarak hayatımız boyunca sanat anlamında sürekli muhalefet şerhle-
rinde kalmayı da sevdiğimiz için onlar bizim yaşamımızda daha farklı bir ifade
ve daha farklı bir kapı açtığından dolayı ne yazık ki hep muhalefet şerhlerinde
kalıyoruz. O tarihteki muhalefet şerhinde şöyle yazıyordu: Anayasa Mahkeme-
sinin 1974 yılında vermiş olduğu bir karara atıf yapıyor ve atıf yaparken de di-
yordu ki: “Milli güvenlik ve kamu düzeni uygulayıcıların kişisel görüş ve anlayış-
larına göre genişleyebilecek, öznel yorumlara elverişli, bu nedenle de keyfiliğe
dek varabilecek ve aşamalı uygulamalara da yol açabilecek genel kavramlardır.
Anayasa Mahkemesinin bu anlamdaki kararı bakımından özellikle temel hak ve
özgürlüklerdeki özel sınırlandırmalar için demokratik toplum düzenine gerekleri-
ne aykırı olamaz şeklindeki düzenleme tiyatro, sinema gibi sanat etkinlikleri de-
mokratik bir toplumda düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünün vazgeçilmez
araçlarıdır. Sanat, sanatçının özgür olduğu, sanatsal etkinliklerin tehdit altında
bulunmadığı bir ortamda gelişebilir. Genel kavramlara dayanılarak görevlile-
rin görüşlerine ya da takdirlerine göre getirilen sınırlandırmalar güdümlü sanat
anlayışını taşır ve güdümlü sanat anlayışını gündeme getirir. Sanatta çağdaşlaş-
maya özgürlüklerin aşırı sınırlandığı bir ortamda ulaşılamaz. Sanat ve sanatçı-
nın yaratıcı yeteneği ancak özgür ortamda gelişir. Bir başka deyişle sınırsızlık
sanatçıya yeni ufuklar açar” diyordu. İşte bu benim çok beğendiğim Anayasa
Mahkemesi kararlarından birisi, ama ne yazık ki muhalefet şerhinde yazılı olan
bir karar. Peki, dünden bugüne gelişen temel hak ve özgürlüklere bakıldığında
sorduğumuz soruya yanıt olabilmesi için acaba anayasalarda veya temel hak ve
özgürlüklerde sanatın korunması, sanatçının korunması yer almalı mıdır?
Sayın hocamın söylediği gibi buna hayır demek mümkün değildir, doğrudan
evet demek gerekir. Çünkü insanlığın geçirdiği aşamaya baktığımız zaman
ikinci kuşak haklar olarak adlandırılan ve yine İnsan Hakları Evrensel Bildir-
gesinin 22. maddesinden başlayarak 27. maddesine kadar düzenlenmiş olan
sosyal ve ekonomik haklar yanında kültürel haklar da yer almaktadır. O halde
dünya bu hakları tanımaktadır. Biz tanıdık mı? Biz 1961 Anayasasıyla tanı-
dık, hatta bu anlamda sosyal hakları ve kültürel hakları bir başka deyişle ifade
özgürlüğüyle bağlantısını kurarak isteme hakları olarak da değerlendirdik. O
halde başka bir ifadeyle söylemek gerekirse sosyal bir devletin gerçekleştirme-
si gerekli olan görev bizim isteme haklarımızı yerine getirmektir. Yani bizim
kültürel haklarımızı yerine getirmektir, bizim sanatla olan bağlantımızı kurmak
konumundadır. Sayın hocam altını çizerek söyledi, 1982 Anayasasında bu
haklara baktığınız zaman ailenin korunması, eğitim ve öğrenim hakkı, çalışma
ve özgürlük hakkı gibi 64. madde de bu kategoride “sanat ve sanatçının korun-
ması” başlığını taşımaktadır. 64. madde sanat ve sanatçının korunmasıysa o
halde 64. maddenin özünde ve merkezinde insan vardır, yani toplumsal niteliği
28
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT
1961 Anayasasında ilk kez “bilim ve sanat hürriyeti” başlığı altında 21. mad-
deyle yerleşmiştir. 1961 Anayasası “Herkes bilim ve sanatı serbestçe öğrenme,
öğretme, açıklama, yayma ve bu alanlarda her türlü araştırma yapma hakkı-
na sahiptir” der. 1982 Anayasası da 5. maddesine baktığınız zaman insa-
nın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya ve
bu hazırlanan şartlarda da devletin çalışması gerektiğinin altını çizer. 1982
Anayasasının 49. maddesine bakarsanız 61 Anayasasının 41. maddesinden
hareketle herkese insan haysiyetine yakışır asgari bir hayat düzeni sağlama
görevi vermiştir. O halde bütün bu görevler devlete bu şekilde verildiği andan
itibaren en azından düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünün düzenlendiği
26. madde mademki temel hak ve özgürlüklerin omurgası olan ifade özgürlü-
ğünü düzenlemişse bu özgürlükten kaynaklanan hak ve özgürlükleri de bera-
ber değerlendirmesi gerekli olan 64. madde olmazsa sosyal devlet olma ilkesi
ortadan kalkar.
Anayasa Mahkemesi 1985 yılında vermiş olduğu bir kararında “sosyal dev-
let” tanımı yapmaktadır. Sosyal devlet tanımını yaparken de söylediği şudur:
“Sosyal hukuk devleti insan hak ve hürriyetlerine saygı gösteren, ferdin huzur
ve refahını gerçekleştiren ve teminat altına alan, kişiyle toplum arasında denge
kuran, emek ve sermaye ilişkilerini dengeli olarak düzenleyen, özel teşebbüsün
güvenlik ve kararlılık içinde çalışmasını sağlayan, çalışanların insanca yaşama-
sını ve çalışma hakkının kararlılık içinde gelişmesi için sosyal, iktisadi ve mali
tedbirler alarak çalışanları koruyan, işsizliği önleyici ve milli gelirin adalete uy-
gun bir biçimde dağılmasını sağlayıcı tedbirleri alan, adaletli bir hukuk düzeni
kuran ve bunu devam ettirmeye kendini yükümlü sayan, hukuka bağlı kararlılık
içinde ve gerçekçi bir özgürlük rejimini uygulayan devlettir.” Benim bildiğim
devlet ise bunu uygulamayan devlettir. Bunu uygulamayan devletin en önemli
ipuçlarından birisi 64. maddenin tasarıda yer almamasıdır. Bir başka deyişle
karşı çıktığınız noktada korunması gerekli olan 64. maddeden vazgeçilmesi
anlamına gelmektedir.
29
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT
O halde mevcut Anayasa tasarısı 48’in gerisinde kalan bir Anayasadır ve yine
bu maddeyle bağlantılı olmak üzere Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin her
ne kadar 10. maddesinde ifade özgürlüğü düzenlenmemiş olmasına rağmen,
böyle gözükmesine rağmen Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından veri-
len pek çok kararda sanatın ve kişilerin sahip olduğu sanat özgürlüğünün ve
hakkının tanınması gerektiği konusunda da kararlar vardır. Peki, bizim taraf
olduğumuz Birleşmiş Milletlerle ilgili olmak üzere ikiz sözleşmeler olarak anılan
Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesine baktığımız zaman Türkiye’nin durumu
nedir diye soracak olursanız gerçekten bu sözleşmenin de 19, 20 ve özellikle
26. maddesini dikkate alacak olursak ki, ifade özgürlüğünü düzenleyen sözleş-
menin 10. maddesine yapmış olduğu atıfla da “herhangi bir şekilde herkes ifa-
de özgürlüğü hakkına sahiptir” dedikten sonra bu hakların içerisinde özellikle
sanat ve bununla ilgili olmak üzere kültür yer almaktadır. Daha da önemlisi bu
sözleşmeye Türkiye taraf olduğuna göre bu sözleşmeyle bağlantılı olmak üzere
de herkesin hukuk önünde eşitliği, bir başka deyişle bu sözleşmenin 26. madde-
si bakımından da bir devletin görevi bulunmaktadır. O görev de herkes hukuk
önünde eşittir ve hiçbir ayrımcılığa tabi tutulmaksızın hukuk tarafından eşit ola-
rak korunma hakkına sahiptir der. O halde bizim bu haklarımız korunmalıdır.
Son soruya son yanıt, bu hükümet –hocamın sözlerine katılıyorum– yeni bir
anayasa yapabilir mi veya en azından Türkiye Büyük Millet Meclisi böyle bir
anayasa gerçekleştirebilir mi? Bu anayasayı eğer herhangi bir şekilde meclisten
geçirirse bu gerçekten meşru sayılan bir anayasa mı olacaktır?
panel yöneticisi
Aynı zamanda, çok özür dilerim, böyle bir şeyin taslak olarak sunulması suç
teşkil etmiş olmuyor mu mevcut anayasaya göre?
fikret ilkiz
Peki, siz suçları istediğiniz kadar üretebilirsiniz de, ben suçları çok fazla üret-
mek niyetinde değilim. “Anayasa suçu”, “anayasal suç” diye bir şey olmaz,
ama Türk Ceza Kanununa göre görevi ihmalden yargılayabilirsiniz, o da sizin
seçiminizdir. Bu tartışma yeni değildir, bu tartışma 1991 yılında yapılmıştır.
1991 yılında yapılmış olan bu tartışmanın özünde şu vardır: Anımsarsanız
1991 yılı ve 1992 yılı seçimlere denk gelen ve seçimlerin yapıldığı bir dönem
30
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT
muhalefet partileriyle mecliste iktidar olan hükümet partilerinin ortak bir payda-
sı vardır. 12 Eylül 1980 Anayasası değiştirilecektir. Bunları seçim vaadi olarak
da bütün seçim broşürlerinde özellikle altını çizerek açıklamışlardır. Bunu niçin
söylüyorum? Çünkü o tarihte meydana gelen Türkiye Büyük Millet Meclisi se-
çimlerden sonra Anayasanın değiştirilmesi konusunda muhalefeti ve iktidarıyla
bir mutabakata sahiptir. O mutabakat çerçevesinde bir Anayasa değişikliği
gündeme gelmişti ve yine anımsarsanız Sayın Prof. Erdoğan Teziç, Sait Güran,
Yıldızhan Yayla, Köksal Bayraktar, Devrim Ulucan, Bülent Tanör, Fazıl Sağlam,
Süheyl Batum, Necmi Yüzbaşıoğlu’ndan o tarihte yeni bir anayasa için TÜSİAD
talepte bulunmuştu. Onlar da şu an bizim konuştuklarımızı 17 Mart tarihli o ta-
rihteki 1992 tarihli açıklamalarında dile getirerek bunu anlattılar. Dediler ki, bu
akademik olmaktan çok siyasi bir iştir, ama en azından bu tartışmayı yapabil-
meniz için bu meclisin bu anayasayı yapabilmesi için bir mutabakat gerekir. Bu
mutabakat sağlanmış olsa bile 17 Mart 1992 tarihli yeni bir anayasa tasarısı,
Yeni Bir Anayasa İçin başlıklı sunuş yazılarında, en azından önerinin giriş bö-
lümünde şunu söylediler: 1982 Anayasasında değişiklik yapılması ya da yeni
bir anayasa hazırlanması tartışmaları 1983 genel seçimlerinden hemen sonra
ülke gündemine girmiştir. O halde 82 Anayasasının demokratik ve katılımcı
olmayan bir ortamda hazırlanmış olmasının bu anlamdaki istekte çok büyük
payı vardır ve acaba biz yeni anayasanın hazırlanması bakımından bugünkü
Türkiye Büyük Millet Meclisi yetkili midir değil midir? Böyle bir girişim eğer
yetkili görülürse nasıl yapılacaktır tartışması gerçekleşmiştir ve nasıl yapılacak-
tır tartışmasından sonra da bu işin bir istenirse kurucu meclis işi olduğu, ama
istenmezse en azından böyle bir mutabakat varsa bu siyasi partilerin meclisteki
egemenlik hakkından kaynaklanan ve bizim adımıza kullanmalarından kay-
naklanan, gerçekleştirecekleri yeni bir anayasanın sonuçta bir halk oylamasına
sunularak gerçekleştirilebileceği konusunda da açıklama yapmışlardır. O halde
en azından yanıt vermek gerekirse 1992 yılındaki 17 Mart 1992 tarihli bu
anlamdaki sunuş yazısında geçerli olanların tümü bugün de geçerlidir. O halde
2007 yılında biz hâlâ bu anlamdaki bir tasarının nasıl yapılacağı konusunu
tartışıyorsak ve bugünkü hükümetin en azından bir anayasa yapamayacağı-
nı, meclisin de böyle bir mutabakatı olmadığını dikkate alacak olursak yeni
bir anayasa yapmakla 175. maddesinin arasında dağlar kadar fark olduğunu
bilmek gerekiyor. Bunu biz biliyoruz, ama bilmeyenlere öğretmek bilmeyenlere
göstermek herhalde bu kadar hukuksuzluğa karşı hukukla mücadele edebilmek
için belki bir başlangıç olur.
panel yöneticisi
Sayın İlkiz, değerli katkılarınız için çok teşekkür ederiz. DSP Parti Meclisi üyesi
ve Devlet Opera ve Balesi eski genel müdürü Sayın Hüseyin Akbulut sorum size
olacak.
31
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT
hüseyin akbulut
Sayın başkan, çok teşekkür ediyorum. Sayın başkan, değerli katılımcılar, değerli
sanatçılar; Atatürk Kültür Merkezimizin değerli müdürü aramızda, çok teşekkür
ediyorum. Herhalde sanatçılar adına katıldılar. Demokratik Sol Partinin yönetici-
lerini görüyorum, hoş geldiniz, çok teşekkür ediyorum. Özellikle de sanat alanını
konu alan böyle bir panel, sempozyum nedeniyle ben Özerk Sanat Konseyini
kutlamak istiyorum ve tabii çok ilginç bir soru hepimize soruluyor. Sanat devle-
tin görevleri arasında olmalı mıdır? Sanıyorum hepimize sorulan temel soru bu
olacak.
Sanatı, sanatın yaşamımızdaki işlevini sanıyorum AKP hepimizden daha iyi bili-
yor da biz toplumun büyük bir kesimi onu yeteri kadar algılamadığımızı düşünü-
yorum. Çünkü benim de çalışma yaşamımda gördüğüm şudur: Bu türlü iktidarlar
gelince ilk uğraştıkları alanlar sanat alanlarıdır, operadır, baledir, tiyatrodur.
Daha aslında cumhuriyetin temel çizgisini yürütmekle görevli olan diğer alan,
siyaset dünyamızın daha çağdaş bölümü, sanırım ki, sanatı, ona verilmesi gere-
ken değeri yeteri kadar algılamıyor. Şunu söylemek istiyorum: Sanat ve kültür bir
süs bitkisi değildir. Yani günlük, haftalık işlerimizden sonra yapmamız gereken,
başvurduğumuz bir alan değildir. Bizim için merkezi bir olaydır.
32
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT
1934: İlk Türk Operası “Özsoy”. Vaktimiz olursa küçük bir öyküyü anlatmak
gerekiyor.
33
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT
Bunların birkaç örneğini vermek gerekiyor. Sorun yalnız AKP’nin bugün tartış-
tığımız bu süreçle ilgili değildir. AKP yönetimlerinden önce de bu alanın önemi
yeteri kadar algılanamamıştır. Bakın 1982’de bu alanı yürütmekle görevli Kül-
tür Bakanlığına verilen bütçe rakamı genel bütçenin binde 9, yani yaklaşık yüz-
de 1’ine yakınken 1995 yılında binde 5, 1996 yılında binde 3,6, 2002 yılında
binde 2,8, 2005 yılında Turizm Bakanlığıyla birleştirilerek iki bakanlığın bütçesi
binde 4,9, 2007 yılında binde 3,7’ye düşürülmüştür. Devlet iki bakanlığa, bin
lirasının yalnız 3,7 lirasını Turizm ve Kültür’e veriyor. Ben bu bütçe görüşme-
leriyle ilgili verileri aldım. Bakın, 2008 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı büt-
çesinin 826.586.000 YTL, binde 3,7, kültür sektörüne ayrılan pay 89.000.664
YTL, dahası bakanlığın kendi içindeki payı yüzde 1 civarında artarken kültür
sektörüne verilen bütçe yüzde 10 azalıyor. Bu şunun göstergesi: Bu alana değer
vermiyoruz, bu alanı neredeyse yok sayıyoruz.
Peki, ne yapılmıştır? Başka bir olay yapılmıştır. Bugün Özerk Sanat Konseyi
anlayışıyla ve çok yakın olduğu için özellikle belirtmek istiyorum: Kültür politi-
kalarını her gelen siyasi parti kendi ideolojisine göre yönlendirmek istemiştir.
Hâlâ da bu yapılıyor. Halbuki kültür ve sanat toplumun tümünü kucaklamalıdır.
Ancak her iktidar değişiminde her parti kendi ideolojisine uygun siyasetler güt-
müştür. Oysa kültürü siyasi partilerin değişiminden etkilenmeyen bir yapıya ka-
vuşturmak gerekiyor. Özerk Sanat Konseyimizin de uğraştığı alan budur. Kültür
sanatı kültür ve sanat insanlarıyla yürütmek, yani siyasetin yönlendirmesiyle
değil öyle bir yapıya kavuşturmanın çok önemli olduğunu belirtmek istiyorum.
Üçüncü bir şey daha yapılmıştır: Hep geçmişe dönük kültür politikaları ön plana
çıkartılmıştır. Korumacılık anlayışıyla kültür hareketi yapılmıştır. Oysa toplumu
ileriye taşıyan yaratıcı, yenilikçi, yerel değerleri koruyan, ama evrensel anlayı-
şa yansıyan politikalar yürütmek gerekiyordu. Bu da yapılmamıştır. Hâlâ ben
izliyorum yeni kültür bakanımızı, koruma refleksini çok yoğun görüyorum. Tabii
ki koruyacağız, ama toplumu onlarla meşgul etmek, onlara özendirmek değil
daha üst düzeydeki yaratıcı, yenilikçi bilgi toplumunu asıl alan politikalar gere-
kiyordu. Bu da yapılmamıştır.
Peki, bunun yarattığı şey nedir? Ben sahne sanatlarıyla ilgili rakamlar vermek
istiyorum. Yalnız 6 kentimizle sınırlı bir opera bale yaşantımız, yine 6 kentimiz-
le sınırlı bir senfonik orkestra yaşantımız, yalnız 13 kentimizle sınırlı bir tiyat-
ro yaşantımız, yani işin öbür cephesinden bakarsak 70-75 kentimiz, kentimiz
dediğimiz il merkezimizin bu alanlardan, bu kurumlardan yoksun olduğunu
belirtmek istiyorum. Bakın, yalnız il merkezlerimizle ilgili sayıları veriyoruz.
Halbuki 3000’e yakın ilçemiz, beldemiz ve köylerimizi hiç saymıyoruz, halbuki
orada yaşayan insanların da duyguları var, kulakları var, gözleri var. Onlar
da bir şey duymak, görmek istiyorlar. Onları hiç saymıyoruz. İşte cumhuriyetin
4708 Halkevi derken köylere kadar uzanan kültür hareketinin ne denli önemli
34
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT
olduğu meydana çıkıyor. Böyle bir Türkiye yarattık, yalnız 5-6 ilimizle sınırlı ku-
rumlaşma yarattık. Halbuki Almanya’da mesela 150 orkestranın, 120 operanın
olduğunu, neredeyse kasabada, köylerde tiyatronun olduğunu... Biz Avrupa
Birliğine gireceğiz değil mi? Bunları özellikle bu sayıları vermek istiyorum. Ne
yapılmıştır? AKP gelince ilk icraatı Kültür Bakanlığını kapatmak olmuştur, tu-
rizmle birleştirmiştir. Kültürü turizme hizmet sektörü olarak görme bir anlayıştır.
Dünyada böyle bir anlayış yoktur. Kamu Yönetimi Temel Kanunuyla kültürü ken-
di sorumluluk alanından çıkartmaya çalışmıştır. Yasa meclisten geçmiştir, cum-
hurbaşkanını vetosunda kaldığı için kalmıştır, şimdi tekrar getiriyorlar. Konu
nereye kadar gelmiştir? Kültür merkezlerimizi yıkmaya kadar, AKM’yi, Muhsin
Ertuğrul Sahnesini, orkestralarımızı kapatmaya kadar gelmiştir.
Ben birkaç cümleyle de yasada yer alan bu maddelere bir vurgu yapmak isti-
yorum. 1961 Anayasasında ekonomik haklar, iş, konut, eğitim, sağlık, sosyal
güvenlik haklarının yanında bilim ve sanat hürriyeti başlığıyla 20. madde ge-
tirilmiştir. Herkes bilim, sanatı öğrenme hakkına sahiptir. Yine 129. maddede
iktisadi, sosyal, kültürel kalkınma plana bağlanmıştır. Bakın, “kültürel kalkınma”,
“sosyal kalkınma”... 153. madde çok önemli: “Bu Anayasanın hiçbir hükmü Türk
toplumunun çağdaş uygarlık seviyesine erişmesi ve Türkiye Cumhuriyetinin laiklik
niteliğini koruma amacını güden Devrim Kanunlarının Anayasaya aykırı olduğu
şeklinde yorumlanamaz” güvenceleri getirilmiştir. 1981 Anayasasında, tekrarla-
mak istemiyorum, “sanat ve sanatçının korunması” maddesi getirilmiştir.
Bugün henüz açıklanmayan, ama internet sayfalarına konulan yeni “AKP Ana-
yasası” diyeceğimiz bir anayasada bakın, bu kaldırılmıştır. Bununla beraber
şunlar da kaldırılmıştır: 58. madde çok önemli olduğu için söylüyorum, gençli-
ğin korunması maddesi kaldırılmıştır. 59. maddede sporun geliştirilmesi, 107.
maddede sanatın ve sanatçının eski 64. madde, 134. maddede Atatürk Kültür
Dil Tarih Yüksek Kurulu kaldırılmıştır, 173. maddede esnaf ve sanatkârların
korunması kaldırılmıştır. Bunun yerine çevrenin korunması, ormanların korun-
ması, kıyıların korunması, tarih, kültür, tabiat varlıklarının korunması hükümleri
bırakılmıştır. Bunların da nasıl korunduğunu biliyoruz. Ben bunları da sanatla
beraber gençliğin korunmasının, sporun korunmasının, Atatürk Kültür Dil Tarih
Yüksek Kurulunun ve esnaf sanatkârların korunması maddelerinin birlikte düşü-
nülmesini özellikle belirtmek istiyorum. Sorun cumhuriyetle ilgili sorundur, AKP
iktidarının cumhuriyetin korunmasıyla ilgili bir kaygısının olmadığını biliyoruz.
Bu nedenle sanat alanındaki yapılan bu yaptırımların da ona bağlantılı olduğu-
nu söylüyorum, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
panel yöneticisi
35
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT
Şimdi de sözü İstanbul Barosu Başkanı Sayın Av. Kazım Kolcuoğlu’na vermek
istiyorum ve sorularımı kendilerine yönlendiriyorum:
kazım kolcuoğlu
Öncelikle böyle bir düzenlemeye gerek var mı? Anayasa değişikliği konusunda
bir zorunluluk var mı sorusu akla geliyor. Bu Anayasa, 82 Anayasası yapıl-
dığı dönemde baskıcı ve aynı zamanda daha güvenlikçi bir yapı içerisinde
değerlendirildi ve ülkemizde bana göre iki şeyi gerçekleştirmeye yönelik tavırla
hareket edilen bir anayasa başlangıcı olarak görüyoruz. Birincisi 24 Aralık
kararlarının uygulanması, ikincisi yeşil kuşak teorisinin hayata geçirilmesi ve
o dönemde komünizme karşı olan mücadelenin gerçek anlamda örgütlenmesi
ve dinsel duyguların ve örgütlerin toplumda daha fazla yer almasına ilişkin
bir görev üstlenildiğini görüyoruz. Bu görevi üstlendiği zaman devrimci niteliği
taşıyan ve bu konuda görüş ve düşüncelerini paylaşmak istediği halkla bera-
ber hareket eden üniversite gençliğiyle işçi sınıfı tamamen bu olayların bu hale
gelmesinin sorumlusu olarak gösterilmiş ve her ikisi de büyük ölçüde tasfiye
edilerek politikanın dışında tutulmuştur. Ülke sorunlarından uzaklaştırılarak
tamamen sandıktan çıkanların iradesiyle ve aynı zamanda sivil toplum örgütleri
dedikleri büyük bir bölümünün de umudu AB’den gelecek fonlara bağlamaları
sonucunda tümüyle kandırmacadan ibaret bir gelişim ve değişimden söz edilir
oldu. Bu gelişmenin sonuçlarında böyle bir anayasa taslağını tartışmak duru-
munda kalıyoruz.
Türkiye’de en önemli iki unsur işçi sınıfıyla üniversite gençliği sınıf bilinci içe-
risinde çıkarlarını koruyan bir kitledir. Onun ideolojisi ve düşüncesi devamlı
36
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT
geleceğe���������������������������������������������������������������������
yöneliktir. Gençlerin bu toplumda hiçbir çıkar beklemedikleri ve çı-
karla ilişkileri olmadıkları için onların tavır ve tutumları Türkiye’yi yönlendiril-
mesi ve bu konuda tavır alması konusundaki o sakıncayı ortadan kaldırmaya
yönelik binlerce genci yargıladılar, binlercesine işkence yaptılar ve onlarcasını
da idam ettiler. Böyle bir gelişimin içerisinde hazırlanmış getirilmiş bir anayasa
var. Bu anayasa tabii meşru bir anayasadır, yine kurallara göre yapılmıştır.
Bu meşruiyetini yadsımıyoruz ama yapılış biçimi bakımından, getiriliş felsefesi
bakımından önemli eksik ve gereksiz yönleri olduğunu biliyoruz. Onun için bu
anayasanın değiştirilmesi konusunda bugüne kadar 12 değişiklik yapıldı ve bu
değişikliklerin büyük bir kısmı Avrupa Birliği’nin ve uluslararası sözleşmelerin
ışığında gerçekleştirilmek zorunda kalındı ve belli bir platform içerisinde, yani
uzlaşma platformu içerisinde, Mecliste grubu bulunan, üyesi bulunan partililerin
ortak anlayışıyla gerçekleştirildi.
Elbette her sosyal hak bir talebi de beraberinde getirir. Haklar taleplerle bir
arada olmalıdır. Hak verilmez alınır. Talebi olmayan hak biraz eksik bir haktır.
Onun için hak dediğiniz zaman bu hakkın iktidardan talep etme hakkını da
içerdiğini kabul etmek zorundasınız. Aksi halde soyut bir hak veya soyut bir
şekilde bir hakkın varlığını tespit etmek sağlıklı bir sonuç doğurmaz. Birinci
öncelikli, ikinci öncelikli ve üçüncü öncelikli haklar çok büyük önem taşıyor.
Biz yalnızca birinci kuşak insan haklarıyla çok yakından ilgilenen bir toplu-
muz. Onların da ne kadar sağlıklı işlediği ortada! İkinci ve üçüncü sıradaki hak
olarak sıralanabilecek, sağlıklı bir çevrede yaşama, sağlıklı ve aynı zamanda
berrak bir suyu içebilme, temiz bir hava alabilme hakkı yaşamsal haklardandır.
Toplum bunu istemek, yönetimler de bunu yerine getirmek zorundadır. Yerine
getirmek zorunda oldukları için de bunları anayasa, açıkça ele almaktadır.
37
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT
Aynı şekilde yine bakıyorsunuz, talep etme hakları kültürel ve sosyal taleple-
rimiz var. Nedir demokratik ülkede? Devletimizin temeli bunun üzerine kurul-
muştur artık, bu felsefe bu anayasaların olmazsa olmazlarıdır: Laik, demok-
ratik, sosyal hukuk devleti. Siz artık başka bahanelerle, renksiz bir anayasa,
ilkesiz bir anayasa adı altında bunları kaldırıp bir tarafa atma hakkınız yok,
bunu yapamazsınız. Burada önemli olan nedir? Baktığınız zaman taslakta
görüyorsunuz, o taslağın içerisine yine aynı şeyleri koymuşlar. Bunları böyle
arka arkaya sıralamışlar ve sonunda diyorlar ki “devlet geliri oranında bun-
ları yerine getirmek durumundadır.” Peki, tercihi kim kullanacak? İdeolojisi
neyse iktidar kullanacak. Peki, benim taleplerim ne? Eğitim hakkımı istiyorum,
sağlıklı yaşam hakkımı istiyorum, sağlık hakkımı istiyorum, insanca yaşama
hakkımı istiyorum. Demokratik bir toplumda aç insan kalmamalıdır. Eğer
demokratik bir toplumsa insanların aç olduğunu söyleyip ve seyirci olarak
kalıyorsanız o toplum ne demokratik olabilir ne de sosyal bir toplum olur. O
ancak monarşik ve kendi düzeni içerisinde kurulan bir toplumdur. Onun için
bizim çok önemsediğimiz üç konu var: Sosyal haklarımızın, kamu hizmeti
olarak verilmesi. Nedir bunlar? Sağlıktır, eğitimdir, yaşamdır, çalışmadır. Bu
haklar devletin görevidir. Geliri oranında değildir bu, devlet bunları yerine
getirmek zorundadır. Bu maddeyi böyle devam ettirdiğiniz zaman “sadaka
kültür”ü uygulamasına gelirsiniz. İnsanları aç bırak, yardım et. Kiminle? Dev-
letle değil, vakıflarla, cemaatlerle, tarikatlarla, başka uzantılarla insanların
kişiliğini rencide edecek şekilde, onların kişiliklerini ortadan kaldıracak ve
onları sadece bir oy vermek gibi sorumluluk altına sokacak ve o da “bu yar-
dımlara karşı benden bir oy istiyorlar, bari onu vereyim” diyecek hale geti-
receksiniz. Böyle bir şey yok, böyle olduğu zaman bu yönetim böyle kalır.
Halkımız bir şeyi talep edecek, yaşam hakkını devletten isteyecek. İhale iste-
miyor, kimseden yardım istemiyor, çorba istemiyor, pirinç istemiyor, bir şey
istiyor: Ben çalışmak istiyorum, geçinmek istiyorum. Bana çalışma olanağını
vermiyorsan insanca yaşam alanını sağlamak zorundasın. Devlet bunu yerine
getirmek mecburiyetinde. Bakıyorsunuz anayasa taslağına, eski tas eski ha-
mam devam ediyor.
38
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT
Ben tabii bu taslak konusuna kısaca değineyim. Hepimiz başından beri söylü-
yoruz, sanat aydınlıktadır. Kültür ve sanat hep aydınlanma isteyen, karanlığı
asla kabul etmeyen bir yapıdır. Karanlık içerisinde sanatı savunabilir misiniz?
Hem karanlığı savunacaksınız hem sanatı, mümkün mü? Değil, önce “sanatın
içine tükürdüler,” sonra geldiler Anayasadan çıkardılar. Aslında kendi adına
değildi o belediye başkanının tutumu, bir zihniyeti yansıtıyordu. 1982 Anaya-
sasında bile konulmuş olan “sanat ve kültürün korunması, düzenlenmesi hakkı”
ortadan kaldırıldı.
Hukuk devleti dediğiniz zaman iki şey getiriliyor. 1. Devleti yok etmek, ufala-
mak. Kime teslim etmek devleti? Uluslararası büyük şirket ve kartellere… Nedir
bu? Özelleştirme. Ne varsa satacaksın. Hiçbir şey kalmadı, köprü, yol her şeyi
sat. Devletin elinde hiçbir ekonomik güç olmayacak, güç sermayenin elinde
39
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT
Bana göre bu konuda söylenecek aslında çok şey var. Gelelim sonuca, bir soru
da bana gelmiş. Karanlığa dur demek için aydınlatmalı. Aydınlatmanın da yolu
sanattır, bilimdir, akıldır ve aydınlatmanın yolunu açacak olanlar da örgütlü bir
toplumdur. Biraz önce değindiğim gibi gençliktir. Hepinize teşekkür ederim.
panel yöneticisi
kemal sevgisunar
Efendim, bütün bunları söyleyebilmek için herhalde bazı tanımları yapmak la-
zım, ama o tanımlara gelmeden önce de bizi buraya toplayan Özerk Sanat
Konseyine ve buradaki katılımcılara konfederasyonum ve sendikam adına ön-
celikle saygılarımı sunuyorum.
40
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT
Sanat, yaşamı kıyasıya tartışan, önüne çekilen perdeleri yırtan bütün o karanlık-
lardan yükselerek çıkan farklı bir güce sahiptir. Eğer öyle olmasaydı insanlığın
bütün o karanlık çağlarından itibaren, taşı yontan ilk insan, kendisini tehlike-
lerden korumak için birtakım ilkel sesler çıkaran ilk insan, bir hayvanı avlamak
için, başka bir hayvanın kılığına girerek, onun derisine bürünerek ona ben-
zeyen ilk insan, bir aleti kullanmayı düşünen ilk insanın sanatla olan bağını
başka türlü nasıl düşünebilirdik ki? Kendisini avda, kendisini ritüelde tapınırken
düşleyen ve bu düşünü mağara duvarına resmeden ve orada yarattığından
güç alarak kendisini tanımlayan insanı böyle bir kavrayışla ele almadan sanatı
toplumsal yaşamda nereye koyacağız? Sanatın insan olma vasfını insana ka-
zandıran ayırt edici bir güç olarak görerek sanatı yaratıcı gücün merkezinde
görerek, insanı insanlaştıran bir süreç olarak görülmesine katkıda sağlayarak
bakarsak bugünün sorununun çözümüne dair, katkı olabilecek bir yol bulabili-
riz. Sanatın bir ulusun, bir ülkenin anayasasında neden olması gerektiğinin ta-
nımını ancak böyle bir bakış açısı üzerinden yaparak bunu tartışabiliriz, yoksa
yukarıdan aşağıya, kaba bir yaklaşımla sonuç alamayız. Sanat olgusunu ikti-
dar-sermaye ve sınıflar gerçeği üzerinden tanımlayarak anayasanın içerisinde
sanatın ancak böyle bir zeminde yer almasını sağlayarak yapabilseydik bu-
gün konuya ilişkin andığımız bütün bu gerçekliklerden hareketle sancılarımızın
birçoğu giderilebilmiş olurdu. Oysa eğer bugün ülkemizde ve bütün dünyada
neoliberal güçler, küresel güçler bütün bu ekonomileri çekip çevirirken bütün
41
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT
toplumları bir yerden alıp bir yere koyarken ve bütün bu sınırların üzerinde bir
siyasal hareketliliği ve erki ortaya koyarken sanatın burada anayasanın içinde
yer almasının gerçeğe dair bir çözücü gücü olmayacağı ortadadır. Olaya bak-
tığınızda eğer emeği iyi tanımlarsanız, emeği tanımlarken onun ilkel insanın o
mağara resimlerini çizdikten sonra, birlikte iş yapan bütün o heyamolaları, kar-
deşlik türkülerini beraber söyleyen, yine birlikte iş üreten ve birlikte iş üretmek-
ten kaynaklanan bir ritmi yakalayabilen insan topluluklarının geçirdiği bütün
aşamaları da görmek durumundasınız. Olaya buradan bakıp geldiğiniz zaman
emek olgusunun ve çalışma olgusunun öyle sıradan bir olay olmadığını, emek
olgusuyla birlikte sanatın, insanların birlikteliğinin, beraberliğinin, dünyayı gü-
zelleştirmek için işbirliği içinde çalışması, gelişmesi için bir zorunluluk olduğunu
kavrayıp, kabul ederek ancak burada bu tanımı ortaya koyabilirsiniz. Bütün
bunlardan ayrı ve yukarıdan aşağıya, hayatın damarlarından kopuk bir sanat
kavrayışı sanatın yaşamsal gerekliliğini açıklamaya yetmez. Sanatı tartışmak
için yola çıktığınızda toplumun bütün bu dönüşümlerini ve dinamiklerini görerek
açıklamalar ortaya koymanız gerekir.
İsterseniz gelin bir gerçeği birlikte irdeleyelim. Halkımızın son 300 yıldır gelişmiş
batının emperyalist saldırıları karşısında direnebilmek için, yenileşebilmek için,
kurduğu bütün kurumların içerisinde hangi ruh vardır? İnsanın evriminde doğa-
ya öykündüğüne, kendisini ona benzetme, kendisini yeniden yaratırken uygar
ve güçlü gördüğüne karşı bir benzeşme eğilimi vardır. Toplumun bir biçimde
sanatı algılayış biçimidir bu, ama bu yeterli midir? Hayır, onun içindeki insanın
öne çıkartılmış çıkarlar üzerinde kapitalist sermayenin her şeyi metalaştırdığı
bir düşünce biçimini getirip topluma dayattığı bir noktada sanatı topluma kan-
la, sıkıntıyla arattığınız sürece içinden çıkmanız mümkün değil. O zaman işte
hangi yola gitmek isterseniz bilinçsiz bir şekilde gidersiniz Yemen’de binlerce
insanı sevk idare yaklaşımınızdaki yanlışlıktan dolayı kaybedersiniz. Gidersiniz
Sarıkamış’ta binlerce insanı karın altına gömersiniz, ne yaptığınızı bilmezsiniz.
Sanatın insanla olan ilişkisi nedir? Sanatın insanla olan ilişkisi vicdanla olan
ilişkisidir. Vicdanla olan ilişkiyse toplumun üreten güçleriyle yöneten güçleri
arasındaki savaşın kendisidir. Biz burada neyi anlatmaya çalışıyoruz?
Biz şunu anlatmaya çalışıyoruz: Eğer bugün bir örgütlülükten bir sanat kuru-
mundan, sanat çalışanlarının örgütlendiği bir ortamdan söz ediyorsak eğer,
yıpranma hakkımızı kaldırıyorlarken buna karşı mücadele edeceksek, biz ör-
gütlülüğümüzün önüne yasal engeller koyarlarken karşı çıkmayacaksak sonra
da burada sanat kurumlarının özerkliği konusundan söz edeceksek pek dürüst
bir yaklaşım sergilemediğimizi bilerek, önce bütün bunları bilerek yola çıkmak
durumundayız. Yani olayın bir başka yanına daha bakmak durumundayız.
Son yıllarda cumhuriyetin bütün bileşenlerinin gözünün önünde bile bile, göre
göre sanatı ve kültürü bitiren bir süreç yaşanmıştır, yaşanmaktadır. Bu süreç
tek başına, görünmeyen bir gerçeklik üzerinden gündeme gelmemiştir ki, her
şey göstere göstere olmuştur. Şimdi Osmanlının dağılmaya başladığı süreçte
olduğu gibi Osmanlı toprakları üzerinde hak iddia eden bütün emperyalist güç-
ler yeniden saldırmıştır. Önce İngiltere’si saldırmıştır, sonra Fransa’sı, İtalya’sı
saldırmıştır, en sonunda da tıpkı 1930’larda Almanya’da faşizmin yükseldiği
dönemde olduğu gibi Türkiye’nin her türlü değerine Almanya’sı saldırmıştır.
42
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT
Geriye dönüp bir bakın bakalım Kültür Bakanlığı nasıl kurulmuş? Kültür Bakan-
lığı özerk bir bakanlık yaratmak düşüncesi üzerine kurulmuş 1960’larda, ama
maalesef kültür müsteşarlığının başına kim getirilmiş? Almanya’da 1930’lu yıl-
larda eğitimini alan sıkı Türkçü Adnan Ötüken getirilmiştir ve döneme dikkat
edin 1960 askeri müdahalesi sonrası kurulan hükümetler döneminde, 1965’te
göreve getirilmiştir. Ötüken kendisine bağlı bütün bu kurumları kendi ekipleriyle
teşkilatlandırmış, Ötüken’in kadrolaştırmalarının sonuçları bugüne kadar gel-
miştir. Emre Kongar 1978’lerde kurulan Özerk Sanat Konseyinin üyesiyken, ku-
rul üyeliğinden istifa ettiğinde şöyle söylüyor: Biz konsey üyesiyken bakanlıkta
geçmişten itibaren oluşturulan bürokrasiyle baş edemediğimiz gibi bu kurumu
kurma yapısını hangi düşünceyle oluşturduklarını da anlayamadım. Ahmet Ta-
ner Kışlalı başta olmak üzere Kültür Bakanlığını demokratik bir işleyişe kavuştur-
mak isteyenler, bu çıkışları farklı zaman aralıklarında deneyenler bu nedenlerle
başarılı olamadılar, bu sıkıntılarla bugüne kadar geldiler.
43
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT
Bir başka bakış açısı da şudur: Hukuk meşrudur, ama toplumsal yaşamda de
facto gelişmeler de olur. Toplum kendi kurallarını kendi çıkışlarıyla koyar. Toplu-
mun bir başkaldırı gücü vardır. Bu başkaldırı gücünün de içinde kesin haklılıklar
vardır. Başkaldıran ne kadar haklıysa karşı çıkış o kadar sonuç alıcı olur. Bura-
dan yola çıktığınızda şunu söylemek mümkün: Eğer böyle bir yanlış, böyle bir
saldırı, böyle bir özelleştirme ve paylaşma, bir pasta olarak gördükleri bu alanı
dağıtma anlayışı varsa, siz de bir bütün olarak gücünüzü birleştirmek duru-
mundasınız. Emek yoğun bütünlüklü bir mücadelenin içerisinde kimler mücadele
ediyorsa siz de o mücadelenin yanında yer almak durumundasınız. Yani kültür
sanat zaten bunun için var, tek başına Kültür ve Turizm Bakanlığı, sadece idari
memurlarının çalıştığı bir kurum değil, sendikal mücadele de sadece bu toplulu-
ğu ilgilendirmiyor. Tek başına Kültür ve Turizm Bakanlığının teknik insanlarının
bir araya gelip oluşturduğu bir kurum değil, tek başına sanatçılarının oluşturup
getirdiği bir kurum değil. Burada birlikte üretilen, birlikte kotarılan bir mücadele-
nin sonucunda oluşmuş bir kurum var. O nedenle Kültür Sanat-Sen diyor ki, ör-
gütlü ve yasal mücadelenin önündeki engeller kaldırılacaksa, eğitimin önündeki
engeller ne kadar kaldırılacaksa o da o kadar kaldırılacak. Kültür Sanat-Sen
diyor ki, eğer sanatın önündeki engeller kaldırılacaksa bakın gözünüzün önüne
gelmiş olan yeni yasayla beraber sağlığımızın üzerinde yeni oyunlar var. Bunlar
kaldırılmak için nasıl mücadele edilecekse sanat için mücadele ederken bu en-
gellere karşı da birlikte mücadele etmeliyiz. Ülkedeki bütün muhalefet güçleriyle,
emek güçleriyle dayanışarak, bu güçleri birleştirerek mücadele edeceğiz.
44
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT
oldu. Evet, anayasa yapma talebi neden iktidardan geldi? Biraz önce anlattığım
olgularla küresel güçler buradaki bütün bu hayatı kendi istedikleri gibi sevk ve
idare edebilmek için geri kaldığını düşündükleri yasal düzenlemeleri yapmak
için bu anayasayı istiyorlar, yoksa bu toplumu daha çağdaş, daha ileri bir
noktaya götürmek için değil. Birçok başka yön var, hepimiz bu konunun bir
başka yönünden baktık bugün, ama bunu yaparken filin körü tanımlaması ya
da körün fili tanımladığı gibi yapamayız. Gerçekleri tüm çıplaklığı ile görmeden
uzaktan seçkinci çözümler öneremeyiz, söyleyemeyiz. Bu gücü, bu mücadeleyi
bütün bu emek düşmanlığını görmeden, sanatın emek yanını görmeden, sanat-
çının yaratıcı yanını görmeden onu tanımlayamayız. Yoksa şu sonuca geliriz:
Gelişmeler o kadar ilerler ki, insan siburg denen makine yapan makineleri da
yapabilir. Ya da sibernetik özellikte daha gelişmiş özellikte aletler de yapabilir,
makine yapan başka makineler icat edilebilir. O zaman insanın emekle olan
ilişkisi kesilir, toplum nereye gider, insanlık nereye gider sorusu sorulur. Gelecek
bir tatminsizliğe teslim olur deniliyor. Oysa insanlık hiçbir zaman böyle kalmaz.
İnsanlık her zaman yaratıcı gücü elinde bulundurur, her zaman sonsuzluğa
kalabilmeyi, anılmayı ve daha iyiyi arar. Arkadaşlarımız belki başka yönleriy-
le anlatacaklar, ama ben emek yanından bunu anlatmak için bu tanımlamayı
yapmak durumundayım. Dolayısıyla bu ilişkileri de bu düzlem içerisinden sun-
mak durumundayım. Bilmiyorum açıklayıcı oldu mu?
panel yöneticisi
Efendim, yıpranma hakkının kaldırılması biraz önce sözünü ettiğim süreçle ilgili
bir şeydir. Yaratıcı insanın elindeki her şeyi alarak onu bir şekilde böyle sıra-
danlaştırma, bıktırma, toplumun dışında tutma ve bu işlerden uzak tutmayla il-
gili bir şey. Tabii ki sanat ve sanatçı demek sadece devletle sözleşme yapanların
yaptığı bir iş ya da bu anlaşmayı yapan topluluk değil, sanat en kötü koşullarda
da yapılan bir süreçtir. İnsanlık tarihi bunu gösteriyor, ama şimdi eğer bütçesi
sınırlı olan bir devletin sanatla görevlendirilmiş kurumlarının önünü keserseniz
siz sanatçının en ücra noktalarda, en sıkıntılı yerlerde çalışma hayatının kendi-
sinden vererek ürettiği dönemlerindeki o yıpranma hakkını elinden alırsanız bu-
nun biraz önce sofradan o bir lokma ekmeğin alınmasından hiçbir farkı yoktur,
çünkü sanatın yaratıcı gücünün odağında bu insanlar vardır. Onların haklarını
gasp ederek, onları küstürerek topluma bir olumluluk sunamazsınız. Burada
olacaktır bu işler, bu görüşler, karşı çıkışlar bu zeminlerde gerçekleştirilecektir.
Biz burada bir başka şeyi de söylemek durumundayız. Toplum anayasasına sa-
natı koymakla yükümlüdür. Çünkü eğer Türkiye dünyadaki bütün evrensel kültürel,
sanatsal motiflere, bütün bu gelişmelere kendi ülkesinden de bir nebze emek ko-
yacaksa, bir nebze o motiflerden kendi insanına taşıyacaksa insanına bir şekilde
estetik değerleri, kavrayış ve algılayışı öğretmekle yükümlüdür. Bu yükümlülüğü
yerine getiren de doğaldır ki, devletin sanat kurumlarıdır. Bu kurumlar sadece bu
nedenle bile devlet bütçesinden sübvanse edilmek durumundadır. Sanatçılar da
45
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT
en iyi sosyal koşullarında dünyanın bütün en iyi, sanat ortamlarında ne gibi şart-
lar sağlanıyorsa bizim ülkemizde de o ortam, hak ve şartlar sağlanmak durumun-
dadır. Onların ellerinden daha önce verilmiş haklarını gasp ederek geri almakla
uygar bir ülke ve onun anayasası yaratılamaz. Sanatçılara mevcut olandan çok
daha iyi şartlar sunulmak için bütün olanaklar zorlanmalıdır. Kamu tüzel yapısı
dışında sürdürülen bütün sanat ortamları desteklenmelidir.
panel yöneticisi
Ben sözü şimdi de Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Sayın
Doç. Dr. Abdullah Sezer’e veriyorum. Sanat ve siyaset, sanat ve devlet ilişkisi
üzerine genel bir değerlendirme yapar mısınız? Buyurunuz efendim.
abdullah sezer
Soru 1: Sanatı korumak, devletin ana görevleri arasında olmalı mıdır? 1982
Anayasası’nda, sanata ve sanatçıya nasıl yaklaşılır? Tabii ki olmalıdır, ama
eğer “sosyal devlet” ise. Yalnız burada teknik bir boyut var, o da şudur: 1982
Anayasası’nda içinde “sanat” sözcüğü geçen iki boyutu var, hatta üç demek
de mümkün: “Bilim ve sanat hürriyeti” (md. 27); “Sanatın ve sanatçının ko-
runması” (md. 64), “Esnaf ve sanatkârların korunması” (md. 173). İlki, özsel
olarak sanatın kendisini, özgürlük boyutunu düzenliyor. Prof. Kaboğlu Hocamın
deyişiyle, “sanatsal yaratma özgürlüğü”nü barındıran bu hüküm, “kişi hakları”
içerisinde yer alıyor. Devlet burada dokunmamak, serbest bırakmak, liberal fel-
sefenin getirdiği klişe deyimle “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” tarzında
davranmak durumunda. Ancak sosyal-ekonomik-(kültürel) haklar kategorisinde
yer alan ikinci hükme geldiğimiz zaman, işin rengi biraz değişiyor. Artık bura-
da devlet, “Ben yurttaşları kendi haline bırakırım, özgürlüklerini istedikleri gibi
kullansınlar” diyemez. Devlet artık sadece seyirci kalmakla yetinemez, pasif ve
eylemsiz kalamaz; bir şeyler yapmak, düzenlemek, desteklemek, teşvik etmek,
para harcamak, örgüt kurmak, önlem almak zorundadır (olumlu yükümlülük-
ler kuramı). Tıpkı, güçsüzü güçlü, şanssızı şanslı, parası olmayanı olan, işçiyi
işveren, engelliyi engelsiz ve vücudu bütün olan karşısında koruma temeline
46
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT
oturan tüm ikinci kuşak haklarda olduğu üzere. Sonuncu hüküm ise, “mali ve
ekonomik hükümler” kısmında yer alır; oysa bunun yerinin de “sosyal haklar”
kısmı olduğunu söylemek pekâlâ mümkün.
47
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT
Soru 3: Varsayalım ki, her şeye rağmen iyi bir anayasa yaptık, bu yeterli mi?
Bir örnek: 1995’te bir anayasa değişikliği yapıldı ve yurtdışında yaşayan Tür-
kiye Cumhuriyeti yurttaşlarının oy haklarını kullanmaları için yasal tedbirlerin
alınması yönünde bir anayasal emir kondu. Bu hükmün Türkçesi şu idi: “Ey ya-
sama meclisi, bu konuda hemen bir yasa çıkar!” Bunun başka hiçbir tercümesi
yok. Yıl 2008, böyle bir yasa hâlâ yok. (Bir not: Bu konuşmanın deşifre metninin
yayımlandığı sırada, ne mutlu bize ki, adı geçen yasa çıktı.) Bu, yaklaşım tar-
zımızı tüm çıplaklığıyla ortaya koyuyor. Anayasa yapmak, her şeyin çözümle-
neceği anlamına gelmez. Yasası var, yönetmeliği var, uygulaması var. Ayrıca,
“Kötü yasa yoktur, kötü uygulayıcı vardır” denir, doğrudur. Yargı mensupları
özgürlüklerin yorumlanması konusunda birikimli, cesur ve özgürlükçü olmazlar
ise, kurallar da anlamsız birer kâğıt parçası olarak kalırlar. Ben bunu “3 K”
formülüyle ifade ediyorum: kurallar, kurumlar, kafalar (zihniyet). Kaldı ki, kafa
yapımızı düzeltemediğimiz sürece, zaten iyi metinler de üretemeyiz.
48
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT
Sanatın özerkliğini tartışmaya gerek dahi yok, ancak özerk bir kurulun varlığı
konusundaki bazı çekincelerimi saklı tutuyorum. Malumunuz, özerkliğin hu-
kuksal, siyasal, yönetsel ve mali boyutları var. Ancak burada şunu söylememe
lütfen izin verin: Türkiye’de özerklik kavramı son derece yanlış anlaşılan bir
kavram. Özerklik denilince, bu tip kurumlar ya derebeylik statüsüne ulaşıp keyfi
hareket eden, her istediğini yapan, hiç kimseye hesap vermeyen, devlet içinde
devlet haline geliyorlar, ya da geleceğe ilişkin birtakım beklenti ve çıkarlar uğ-
runa kendiliklerinden siyasal iktidarın güdümüne giriyorlar. Temennim odur ki,
ortaya koyduğunuz bu taslak yasalaşırsa, söz ettiğim üzere, siyasal iktidardan
bağımsız, kötüye kullanmaya elverişli bir yapılanma getirmemesi. Eğer makul
ve dengeli bir temele oturtulabilirse, kuşkusuz sanat, sanatçı ve sanatsever açı-
sından olumlu bir adım atılmış olur.
49
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT
işi ehline vermek varken, adam kayırmacılık, ilgisi ve bilgisi olmayan kişilere yetki
tanınması… Modern bir devlette bunlar olabilir mi?
Bir konuyu, oldukça önemsiyorum. Bakınız, son bir yıl içinde kaybolan insan
sayısı, geçenlerde sayısal verilerden söz edildi, 3400 küsur. Burada sanat öz-
gürlüğünü tartışıyoruz, ama eğer bir ülkede siyasal iktidar bu kadar çok insa-
nı kaybediyor/kaybettiriyor/kaybolmasını engelleyemiyor ise, artık tartışacak
çok fazla şey yok gibi geliyor bana. Bunu, sanat özgürlüğünü küçümsemek ya
da bunlar varken sanatı tartışmak abesle iştigaldir anlamında söylemediğimi
biliyorsunuz. Kastım şudur: Hak ve özgürlüklerin bölünmezliği, temel ilkedir.
Haklar bir bütün olarak anlamlıdır. Hangi özgürlüğü tartışırsak tartışalım, lütfen
bireyi ve onun onurunu birlikte düşünelim. Aksi takdirde, bir yerden düzeltti-
ğimiz bir anayasa metni, yasal düzenlemesi ve uygulamaları, diğer taraftan
patlak verecektir. Bakınız anayasa değişiklikleri devam ediyor; 13, 14, 15…
Sözlerime son vermeden, evet, sanat aslında ilkin sanat içindir, ama aynı za-
manda toplum içindir anlayışından yola çıkarak, siz sanatçıların işlevini önem-
siyorum. Ne var ki, ürettiğiniz sanatı toplumla daha çok paylaşmalı ve toplumu
sanatla barıştırmalısınız diye düşünüyorum. Ama bir noktada karamsarım: Bir
ülkede spor yalnızca futbol, sanat da yalnızca üç-beş pop seslendiricisinin arzı
endamı olarak algılanıyorsa, zannediyorum siz sanatçılara ve sanat emekçile-
rine çok fazla görev düşüyor. Öyle zannediyorum ki, sanatçı, bizim ezberimiz-
deki siluetten farklı bir şey olsa gerek. Kısacası, sanat zor zanaat. Sabrınız için
teşekkür ederim, sağ olunuz.
panel yöneticisi
1. Sizler TOBAV olarak, “Daha Güzel ve Anlaşılır Bir Dünya İçin Sanat” derken
ya da “Demokrasinin Eksiği Sanat” derken ya da “Sanata Evet” şifre
sözcüğüyle bizlere neler anlatmak istiyorsunuz?
2. Kültür sanat alanında yaşadığımız tüm bu olumsuzluklar sanata hayır
demenin bir başka ifadesi mi?
3. Avrupa Birliği sürecinin ülkemizde sanat kurumlarımız ve sanat yaratıcıları
açısından etkileri nasıl olacak?
4. Yaşanan olumsuzluklar acaba bu Avrupa Birliği sürecinin bir etkisi mi
yoksa yanlış bir uygulaması mı?
5. Tiyatroculuk mesleğinin diğer devlet memurluklarından farkı nedir? Buyurunuz.
tamer levent
50
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT
Peki, madem biz bunları düşünüyoruz da neden yol alamıyoruz? Onu merak
ediyorum. Mesela, acaba Türkiye’de insan standartlarının geliştirilmesini Ame-
rika istemiyor da ondan mı olmuyor? Değil mi? Çünkü büyük Ortadoğu pro-
jesinde Türkiye’ye ılımlı İslam rejiminin uygun görüldüğünü eğer biliyorsak o
halde demek ki, Türkiye Anayasasının yapılmasında da Amerika’nın bir katkısı
vardır. O halde Amerika da Türkiye Anayasasında 64. maddenin kaldırılma-
sını uygun görmüştür belki de. Çünkü devletin sanatı ve sanatçıyı korumasını
ben bireyin standartlarının yükseltilmesi, öznenin standartlarının yükseltilmesi,
öznenin farkındalık kültürüne ulaştırılması olarak görüyorum. Sanat kavramını
1945’lerde Cevat Memduh Altar, Orhan Şaik Gökyay, Muhsin Ertuğrul, Tahsin
Banguoğlu tartışırlarken kültür kavramı zannediyorum Cevat Memduh Altar ta-
rafından gündeme getirilmiş. Bunun üzerine artık kim olduğunu söylemeyece-
ğim, saydığım diğer isimlerden birisi, “Yahu kardeşim, biz sanat tanımını yaptık
mı ki bir de başımıza kültürü çıkarıyorsun?” demiş. Biz o zamandan bu zamana
sanat tanımını yaptık mı acaba? Bildiğimiz tanım yolunda mı hareket ediyoruz?
51
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT
Peki, sanatçı kim o zaman? Biz sanatçı diyerek mesleki kavramların, mesleki
hak hukukun, fikir ve sanat özgürlüğünün üzerine gidemiyoruz.
Sanatçı diyerek son derece global, genel bir tanımlama içerisinde hayata bakı-
yoruz ve objektivist düşünceye sahip olan bu insanlar sanatçılığı bir tür tanrısal
vergi olarak, bir tür tanrısal olanak gibi görüp adeta kendileriyle çelişir bir
tarzda kendilerine verilmiş bu hakkın savunulmasını yapar gibi yapıyorlar, ama
tanım yapmıyorlar. Sanatsal yaratış başka bir şey, Türkiye’de sanatçı diye bir
kavram kullanılıyor. Bundan ne anlaşılıyor? Ben bunun üzerinde duruyorum.
Konuşmamı bu çizgide yapıyorum. Biz sanatçı dediğimiz zaman, burada bu-
lunan hepimiz sanatçıyız, o zaman el ele kol kola çıkalım yola, kurtaralım bu
memleketi mi diyoruz? Sanatçılar olarak zaten hepimiz olağanüstü işleri ürete
ürete geldik bir noktaya, o zaman bu noktadan ileri de gidemiyoruz. Anaya-
sada 64. maddeyi kaldıracaklar, ondan sonra zaten hiçbir şey yapamayacak
mıyız? Bunu mu tartışıyoruz? Yoksa Dünya Telif Hakları Örgütünün bütün dün-
yada bireyin standartlarının yükseltilmesi konusunda sanat meslekleri olarak
algıladığı sanatı, bir felsefe olarak algıladığı, yaşamın standartlarının yükseltil-
mesi felsefesi olarak algıladığı, ama tiyatro, opera, bale, resim, heykel, müzik,
mimarlık gibi alanları icracı ve yaratıcı alanlar olarak görüp bu icracı ve ya-
ratıcılıkların hak, hukuklarının aranması konusunda 5847 sayılı yasadan biraz
önce söz ettik, Türkiye’de bunun karşılığı budur. Fikir ve sanat eserlerinin hak
ve hukukun savunulmasına yönelik bir mesleki hak olarak mı görüyor? Henüz
Türkiye’de bu işleri yapan kişiler kendilerini meslek erbabı olarak ya da meslek
sahibi olarak anmaktan hoşlanmıyorlar. Tiyatroculuk bir meslektir dediğimiz
zaman, şahıs “Hayır efendim, bir sanattır, ben de sanatçıyım” demeyi tercih
ediyor. Bu kadar soyut, soyut kahramanlıklar, soyut padişahlıklar peşindeyiz,
soyut rütbeler peşindeyiz. Bunların karşılığı dünyada yok ve bu rütbelerden
hareket ederek doğru tahliller yapamadığımız kanısındayım. Doğru tahliller ya-
pamadığımız zaman da patinaj yaptığımız kanısındayım. Patinaj yaptığımız
zaman da yaptığımız şikâyet etmekten öteye geçmiyor, daha ileri aşamaya
doğru yol alamıyoruz. Çünkü tahlil yapabilmek için tanım yapmamız gerekiyor.
Tedavi teşhisle mümkündür, teşhis yapılmadan tedavi yapılmaz, ama biz bir
türlü doğru teşhis yapamıyoruz gibi geliyor bana.
52
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT
teorinin ve eylemin adıdır sanat” diye tanımlıyor, ama biz sanatı Türkiye’de
hâlâ bir mesleğin adı gibi tanımlıyoruz. Birisine “Ne iş yaparsın?” diye sordu-
ğumuz zaman “sanatçıyım” diyor. Acıklı demek istediği zaman çok dramatik
bir durumdu. Deprem bölgesinde çadırlar yırtık çıktı, durum çok dramatikti.
Çadır tiyatrosu diye Türkiye’nin tanınmış bir gazetesi manşet atıyor. Bunu be-
nim söylediklerimi sıradan halk böyle tanımlıyor demiyorum, aynı zamanda
profesörü, aynı zamanda gazete genel yayın yönetmeni de böyle tanımlıyor.
Cevat Memduh Altar’ın “Beyler, biraz da kültür kavramını açalım, konuşalım”
dediği zaman diğerlerinin “Yahu kardeşim, biz daha sanat kavramını çözeme-
dik, bir de kültür kavramı diyerek bu milletin kafasını büsbütün karıştırmayalım”
noktasından toplumsal olarak ve de topluma öncülük yapan misyonerler olarak
çok ileri götürebilmiş değiliz toplumu diye düşünüyorum.
53
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT
oluyor. Bu merkezlerde siyah derili, kızıl derili, pembe derili hangi ırktan, dün-
yanın neresinden insan varsa bir araya geliyor, el işleri, heykel, resim, boyama
gibi işler yapıyor, tiyatro yapıyor, drama yapıyor ve birlikte dil, din, ırk ayrımı
gözetmeksizin sanat felsefesinin gerektirdiği o algılama, anlama, ifade etme
gücüne ulaşmak için ortak bir çaba sarf ediyor.
54
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT
yıpranma meslek birliği üyesi olmayı hak etmiş kişi için de geçerli olacak bir
kavramdır, özel tiyatrocu için de geçerli olacak. O yıpranmıyor mu? O da
yıpranıyor, ama Devlet Tiyatroları devlet bürokrasisi çerçevesinde 657 sayılı
yasaya iteklenerek misafir olarak sokulmuş bir kurum olmasının yanında birta-
kım haklara sahip olmuş. Bunlardan birisi emeklilik hakkı, diğeri de yıpranma.
Yıpranma neden? İlk Devlet Tiyatroları Kanunu yapılırken o zaman bu kanunun
ilk Fikir ve Sanat Eserleri Kanununun yapılışında da Alman, Avrupalı uzman-
ların bulunduğu… Kanun hâlâ geçerlidir ve telif haklarıyla ilgili beğenilen bir
kanundur. Aynı ekiplerin hazırladığı Devlet Tiyatroları Kanununda da devlet bir
oyuncunun yıpranma, yani psikolojik olarak çalışma şartlarının ağırlığı nede-
niyle yıpranmaya tabi tutulması gerektiği söylenmiş. Zaten 657 sayılı yasaya
tabi olarak kurulmamış ki Devlet Tiyatroları Yasası, 1970’te biraz önce anlattı-
ğım gibi kimse bu tiyatroculuk mesleğinin tarifini yapamadığı için başlarından
atmak için almışlar 657’ye bağlamışlar. Çünkü 1960’larda grev yapmış Devlet
Tiyatrosu, Devlet Operası, Devlet Balesi. Grev yapınca zamanın başbakanı Sü-
leyman Demirel, “Greviniz hayırlı olsun” diye bir mesaj göndermiş. Zamanın
Milli Eğitim Bakanı Cihat Baban, “Greviniz hayırlı olsun” diye bir telgraf gön-
dermiş. Zamanın Çalışma Bakanı Ali Nail Erdem, “Greviniz hayırlı olsun” diye
bir telgraf göndermiş. Zamanın genel müdürü, “Burası Devlet Tiyatrosu, Devlet
Tiyatrosu devlete karşı grev yapmaz” diye gitmiş başbakanla tartışmış. Ertesi
gün –çünkü sözleşmeli personeldi o zaman bunlar– bu grev yasadışı ilan edil-
miş. Kimse de mahkemeye gidip aramamış, Müjdat Kutucuoğlu yıllarca bu işle
–o zamanki sendika başkanı– uğraşmış durmuş.
55
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT
Ben biraz aykırı bir noktadan girmiş gibi oldum, ama izninizle bunu yapmak
istedim. Çünkü öbür türlü çok rahat ediyoruz, çok eleştirel bir tavrımız içerisin-
de. Tabii ki eleştiririz, ama bu eleştirinin iki ucu, iki sapı olması lazım. Bir kısmı
bizi kesmeli, bir kısmı karşı tarafı kesmeli. Hep karşı tarafı kesersek o zaman ne
yapacağımızı tespit etmekte zorlanırız diye düşünüyorum. Teşekkür ediyorum.
panel yöneticisi
Ondan önce Sayın Abdullah Sezer kısa bir düzeltme yapmak istiyorlar.
abdullah sezer
Usulen konuşma sırasını bozduğum için anlayışınızı rica ediyorum. Çok kısa
tutacağım. Az önce Anayasal revizyondan bahsederken, bir noktayı es geçtim.
Soru: Acaba AKP Hükümeti, bir Anayasa değişikliği veya yeni bir Anayasa
yapabilir mi? Tabii ki bu soruya duygusal yaklaşılıyor. Bu son derece doğaldır.
Ama işin teknik tarafına gelince; Anayasa’da iki hüküm var: İlki, md. 175, ki
Anayasa değişikliğinin yöntemini düzenler. TBMM, şu aşamalardan geçerek,
şu yöntemle ve dahi sonuçta şu çoğunluklarla karar vererek bunu bitirir ve bazı
koşulların oluşması halinde referandumla son sözü söyleme hakkını halka tanır,
anlamındadır. Bir diğer hüküm var ki, bu da maddi sınırı oluşturur. Bu da, Ana-
yasa md. 4, yani değiştirilmez hükümler ve ilkeler. Dolayısıyla, anayasa hukuku
tekniği açısından bakılınca, TBMM “türev kurucu iktidar” sıfatıyla Anayasanın
175 ve 4. maddesine uymak koşuluyla her maddeyi değiştirebilir. Bunun önün-
de hiçbir engel yoktur. Dolayısıyla, mevcut aritmetik yapısıyla TBMM –biçimsel
ve içeriksel sınırlara riayet kaydıyla– anayasayı değiştirmeye yetkilidir.
Ancak anayasayı geniş anlamda revizyona tutmak ve hele hele tümden yenile-
me yetkisi tartışmalıdır. Zira yeni anayasa, yeni düzen, yeni dengeler demek-
tir ve anayasaya “sosyal uzlaşma belgesi” niteliğini kazandıracak olan, bu iş
için özel olarak seçilen bir kurucu meclistir. Nasıl bir kurucu meclis, kimlerden
oluşmalı ve hangi yöntemle seçilmeli? Bu soruları yanıtlamayacağım. Zaten bir
miktar değinildi. Geçen yılki anayasa değişikliğini anımsarsanız, aslında bir-
çok sorunun yanıtı orada gizli. Devlet başkanının halk tarafından seçilmesine
ilişkin değişikliği, Anayasa Mahkemesi’nin verdiği karar sonrası bir anlamda
münfesih duruma düşen ve sonrasında kendi verdiği erken seçim kararıyla ikin-
ci kez münfesih olan bir meclis yapmıştı. Bu örnek ekseninde, “değişiklik nasıl
56
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT
tamer levent
Ben biraz önce Barolar Birliğinin hazırlamış olduğu kitaptaki tespiti de yetersiz
buluyorum. Çünkü bu da çok genel bir tespitti. Bugünkü 64. maddeden fazla
ileri giden bir tespit de değildi. Ben bugün eğer bu geldiğimiz nokta bir milat
olabilirse bundan sonra bu tespitlerin yapılması ve bu ayrımların daha iyi ifade
edilebileceği yazılar yazılması gerektiği kanısındayım. Teşekkür ederim.
bedri baykam
Sevgili Orhan Beye teşekkür ediyorum. 64. maddeyle beraber beni de kaldırdı
diye düşünmüştüm. Onun için gitmeye hazırlanırken söz verdi, sağ olsun. Bütün
yorumlara çok teşekkür ediyoruz tabii Özerk Sanat Konseyi olarak, umarım
sizler de faydalandınız. Tabii ki, salon daha kalabalık olsun isterdik, ama bili-
yorsunuz halkımız çok meşgul, diziler çok yoğun, alışveriş merkezleri çok bol, o
yüzden yeterince bu salona ilgi gösteremiyorlar. Bu ülkemizin bir acı gerçeği.
57
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT
AKP’nin yapacağı anayasa ne kadar tarafsız veya sağlıklı olabilir gayet orta-
da. Bürokrat eşlerinin ana kriterinin sıkma başlı olmasının mecburi tutulduğu bir
ülkede tabii ki anayasa o kadar sağlıklı olabilir. Burada gerçekten büyük bir
vurdumduymazlıkla bu gülünç dinciliğe devam edebilmektedirler kadrolaşma-
da. Atatürkçü eğitimcilerin dışlanması ve atanmaması Milli Eğitimimizin büyük
bir kanseri ve ayıbı olarak ortadadır şu anda. Bana her gün resim öğretmenliği
bölümünden onlarca genç aday yazıyor ve izninizle çok hızlı bir-ikisini okuya-
cağım. Cumhuriyet’te veya CHP’de veya bu eylemlerde bunun dile getirilmesini
isteyip benden medet umdukları için Halil Göral’ın yazısını hızla okuyayım:
“100. Yıl Üniversitesi Eğitim Fakültesi Güzel Sanatlar Resim Öğretmenliği Bö-
lümünden 5 yıl önce mezun oldum. Benim gibi 9000 resim öğretmeni atanma-
yı bekliyor. Eğitim sendikalarının ve Milli Eğitim Bakanlığının verilerine göre
7000 resim öğretmeni açığı varken Bakan Çelik de 80 milyon Türk izleyicisinin
önünde en çok ihtiyaç duyulan branşlar arasında resim var dediği halde son
atamada 50 kişi almış olması düşündürücüdür. Bakan Çelik 5 yıl içerisinde top-
lam 1138 resim öğretmeni ataması yapmıştır. Bunun yanı sıra toplam 8000 din
kültürü öğretmenine ihtiyaç duyulurken on üç bin küsur din kültürü öğretmeni
ataması yapmıştır” diye devam ediyor. Buna benzer onca başka şikâyeti de
okumayacağım, ama tahmin edebiliyorsunuz.
Bir Fazıl Say olayıyla Türkiye çalkalandı. Açık konuşalım, tabii ki medya olayı
kendi gündem yaratma ihtiyacıyla çok aşırı boyutlara taşıdı ve tabii ki doğal
olarak gülünç bir şekilde ikinci cumhuriyetçi ve İslamcı medyanın tahammül-
süzlükleri ortaya çıktı ve Fazıl Say’a karşı bir karalama kampanyasının da bu
şekilde başladığını gördük. Tabii ki, bu arada medyanın iddia ettiği gibi Fazıl
Say’la beraber bu ülkenin sanatçıları ilk defa bu hükümete karşı seslerini çıkar-
mış olmadı. Böyle bir şey yok tabii ki, burada dökümde de gördük karanlığı
karşı sanat cephesinin de ne yaptığını, her birimizin yıllardır neler yazıp neler
çizdiğini, hangi eylemleri yaptığını, ama bu tahammülsüzlüğün ortaya çıkar-
ması açısından Fazıl Say’a gösterilen tepki Türkiye’de sanata o kesimin göste-
receği tepkidir. Anayasada vereceği ve dolayısıyla vermeyeceği yerin kanıtıdır.
Türkiye’de sanatı, sanatçıyı ve demokrasiyi önümüzdeki günlerde, yıllarda ya
da aylarda bekleyen karanlığın habercisidir.
90.000 cami, sıfır modern sanat müzesi üretmiş bir ülkede yaşıyorsunuz. Böyle
bir yapının hazırladığı anayasa da... Tabii ki bu “90.000’e sıfır” olayında tek
suçlu AKP değildir. Diğer hükümetler de bugüne kadar bu faturadan nasiplerini
58
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT
almışlardır. Atatürk ve İnönü’den sonra bu ülkede sanata önem veren bir devlet
adamı geldiğine ben şahsen inanmıyorum. Olsaydı bunun bir ters kanıtını kendi
dönemlerinde kısa da olsa gösterebilirlerdi, ama sonuçta 57 yıldır bu ülkeyi
merkez sağ, liberal sağ ve şimdi aşırı sağ yönetiyor. Üzülerek söylüyorum, bize
rakamları verdiniz teşekkür ediyoruz, kültür ve turizmin bir arada olduğu bir
gülünç binde 3,7, biz bütçemizin yüzde 20’sini 20 yıl boyunca yalnız sanata
harcasak herhalde şu 50-60 yılda biriktirdiğimiz rötarı kapatamayız. O kadar
utanç verici bir donanımsızlık içinde yüzüyoruz. Bu ülkede maalesef sanat ve
sanatçı en gereksiz nesneler olarak görülüyor.
64. maddenin kaldırılması: Devlet artık sanatı ve sanatçıyı kollama görevini üst-
lenmeyeceğini ifade ediyor ve bunu yaparken de sanatı özgür bırakmak gibi
haksız ve anlamsız bir kılıfla bunu sunuyor. Aynen türban ve çarşafın demokrasi
olarak bize dayatılması ve pazarlanması kadar gülünç bir olay, sanatı ve sa-
natçıyı korumayacağız, gerek yok. Devlet bu işlerden çekilsin ki, sanatçı özgür
kalsın. Bu masada aranızda inanan var mı bilmiyorum, bütçe demin de söylendi
AKP’nin parası değil sizin parası, halkın parası. O bütçeden altyapıya ne kadar,
eğitime ne kadar, sağlığa ne kadar, ekonomiye ne kadar, gelişmeye ne kadar,
yola ne kadar, hava yollarına ne kadar para ayrılacak ve sanata ne kadar para
ayrılacak? O ülkenin gerçek nabzını, kültürle olan ilişkisinin nabzını gösteren bin-
dedir, yüzdedir. 24 Anayasasının ve 61 Anayasasının sanata gösterdiği önem
ortadadır ve burada artık mesela, Ahmet Ağırakça isimli bir şeriatçı hocaları var
arada konuşan, makale yazan, açık açık diyor ki, “Demokrasiye düşman olmaya
mecbursunuz Müslümansanız” Bu daha dürüstçe bir yaklaşım, çünkü hiç olmaz-
sa demokrasinin de küfür rejimi olduğunu açıkça size söylüyor. Bir kılıfla sizin
beyninizi dolandırıp sizi enayi yerine koyarak adım adım biraz yasalarda, biraz
anayasalarda sizi esneterek, kandırarak söylemiyor, ama bu sesleri tabii az söy-
letiyorlar ve tabii hedefleri emellerine varana kadar insanları fazla ürkütmemek.
Gerçek demokrasi düşmanı yüzleri fazla ortaya çıkmasın istiyorlar.
59
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT
let sergilerinden yaptığı eser alımları, yaptırdığı eser alımlarını bugünkü rayiç
ve bugünkü bütçe üstünden Türkiye’ye uygulasanız, trilyonlarca liralık devletin
sanat alımı yapması lazım. Öyle bir şey görüyor musunuz ortada? Hayır, gör-
müyorsunuz, görmemiz de mümkün değil.
Görünen köy kılavuz istemez, bugün yurdun her noktasında kapanmayı özen-
dirme yarışını sürdüren bir zihniyet hâkim. Merkez Bankası genel müdürünün
eşinin durumu ve görüntüleri ortadayken yükselme ve maaş artışı bekleyen devlet
kadrolarının nasıl bir dinsel gösteriş budalalığına doğru çekilebileceklerini düşü-
nebiliyoruz. Din ne kadar saygın bir alansa bunun gösterişi ve dayatması da bir
demokratik siyasal alan aleyhinde o kadar tabii ki bir budalalıktır. Dine de haka-
rettir. Toplumun sözde aydınları ise bildiğiniz gibi Atatürkçülüğü artık ayıplana-
cak veya zararlı görülecek bir faşist ideoloji olarak görmeye zorlanmışlardır..
salondan
bedri baykam
Bir anlamı yok, Türkçe söylediğiniz lafın bir anlamı yok. Provokasyonu sonra
yaparsınız. Forum bölümünde provokasyonunuzu istediğiniz gibi yaparsınız.
Lafımı kesemezsiniz.
Bir ülkede siz bütün bürokratların eşlerini sıkma başlı yaparsanız bunun demok-
rasiyle alakası yoktur, haddinizi bilin.
panel yöneticisi
bedri baykam
Bir başka halkla ilişkiler uzmanı bayan TV’lerde diyor ki “Hiçbir ideolojiye hiz-
met etmek istemiyorum. Ne dincilik, ne Atatürkçülük, ne bölücülük” diye saya-
biliyor. Şu anda o bayanlarımız, halkla ilişkiler veya gazeteci bayanlarımız
Atatürkçülük olmasaydı bu mesleklerini bu ülkede yapabilecekler miydi? Bunu
düşünmeyi de herhalde zül sayıyorlar. Atatürkçü ruhu anayasadan tasfiye et-
mek ülkeyi kesinlikle bir anti demokrasiye götürür bu Müslüman topraklarda.
Bunu ya anlayacağız, ya anlamayacağız. Aydınlanma devriminin en büyük
getirisi olan laik, demokratik ortam başka türlü hiçbir yapıda hiçbir Müslüman
toplumda yaşamaz ve yaşatılmaz. Sanat ancak demokratik, laik, özgür bir
hukuk devletinde açık olarak üretilebilir. Onda yaptırılmazsa yeraltına girer,
60
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT
bir gizli direnç ve tepki kalkanına dönüşür. Umarım o noktaya kadar gerileme-
yiz. Sanatçıları diğer mesleklerden ayıran budur. Lastik tamircisi, bankacı, rejim
ne olursa olsun işini yapar, ama bizler için aynı şey değildir. Özgürlük ve laik
demokrasi bizim oksijenimizdir, o olmadan biz işimizi üretemeyiz, düşüncemizi
üretemeyiz. Onlar da bu yüzden sanata düşmandırlar. Çünkü sanat gülmeyi,
sorgulamayı getirir, düşünmeyi getirir, direnç getirir, tepki getirir, devrim getirir,
karşı çıkma getirir, hükümeti eleştirme getirir. Hepsini birden getirir ve özgürlük
nabız barometresidir. Tutucular, muhafazakârlar, totaliter rejimler bu yüzden
sanata düşmandırlar, sanatçıya düşmandırlar ve tabii ki anayasada devrime,
laikliğe, demokrasiye soğuk bakacaklardır ve bunu kurnazca ifade etmek için
çeşitli kılıflarla bunu sunacaklardır. Tabii ki Anayasanın değiştirilemez madde-
lerinden sonra bunu toparlayan 4. maddeyi alakasız bir yere, metnin ortasına
çekeceklerdir. Bunu neden çekeceklerdir? Daha sonra bunu değiştirilebilir hale
getirirken o da arada kaynamış şeklinde metnin ortasında yok olacaktır.
Burada sanatın anayasada korunması ancak büyük kültür devriminin izlerini sil-
meye çalışmayan, tam tersine onu çağdaş yolda geliştirme amacı güden bir zih-
niyetin işi olabilir. Bunu da tabii açmıyorum, daha çok yolu olabilir, ama bunun
dışında tabii ki güzel sanatların geliştirilmesi, orkestraların geliştirilmesi, kültür
merkezlerinin yurtta açılması, anayasanın dilinden tutun da laikliği koruma üst
kuruluna kadar bütün bunları detaylandırabiliriz. Güçler ayrılığının kesinlik-
le geri gelmesi lazımdır. Belki senatonun geri gelmesi lazımdır. Çankaya’nın
bir noterlik olmaktan çıkarılması lazımdır, gerçek bir yargı denetleyicisi haline
gelmesi lazımdır. Yargı bağımsızlığı atama felaketinden kurtarılmalıdır ve Si-
yasi Partiler ve Seçim Kanunu da gerçek bir demokrasinin gelmesi için derhal
değiştirilmelidir. Biz burada anayasal bir darbeye karşı direnç hakkımızı kul-
lanıyoruz. Bu mücadele tabii ki alevlenerek yükselecek. Çünkü şu anda ip on-
ların elinde, ama biz de teslim olmayacağız. Biz niye darbeye karşıyız? Çünkü
demokrasi ve özgürlüğü sevdiğimiz için değil mi? Halbuki burada bu ülkede
fiili bir darbe var. Anayasa değişikliği bu illegal gidişata içine sığdırılabileceği
kılıflar hazırlıyor. Buna dur demek için buradayız. Teşekkürler.
panel yöneticisi
Sayın Bedri Baykam değerlendirmelerin için çok teşekkür ederiz. Çok değerli
konuşmacılar, sabrınız için hepinize teşekkür ederiz. Panelimizin birinci bölü-
münü böylece bitirmiş oluyoruz. Şimdi 15 dakikalık bir dinlenme arası veri-
yoruz. Ardından görüşler bölümüne geçeceğiz. Son olarak da panelin forum
bölümüne, yani soru-cevap kısmına geçeceğiz. Şimdi minik bir ara veriyoruz.
61
GÖRÜŞLER
Panel Yöneticisi: Orhan Kurtuldu
panel yöneticisi
bülend tuna
Bildiğiniz gibi yıllardan beri, özellikle de son 25-30 seneden beri büyük bir
imar saldırısıyla karşı karşıyayız. Kentlerimiz, doğal kaynaklarımız giderek
daha fazla yağmaya açılıyor. Kentlerimiz yaşanmaz hale geliyor; benzersiz
bir imar hareketiyle karşı karşıyayız. Bu imar saldırılarına karşı bizim gibi dü-
şünen, davranan kentlilerle beraber, kentlerin daha yaşanılır kılınmasını isteyen
güçlerle beraber, üniversitelerle beraber ciddi bir mücadele yürüttüğümüzü dü-
şünüyoruz. Bu mücadele içerisinde sizlerle de beraber olduk, desteğinizi aldık;
yeri geldi biz de sizlerle birlikte omuz omuza mücadele ettik.
Bizim gibi kuruluşlarının sivil toplum kuruluşu olmanın ötesinde bir yapısı var-
dır. Çünkü biz sivil toplum kuruluşu değil, meslek kuruluşuyuz; ayrı bir yasayla
kurulmuş, mesleğin düzenlenmesini sağlayan zorunlu üyeliğe dayanan meslek
kuruluşlarıyız. Bizim mücadelemiz farklı olabiliyor; gerek merkezi hükümetin,
gerek yerel yönetimlerin icraatlarını denetleyen, gözleyen ve birer gölge kabine
gibi izleyerek onları irdeleyen, gerektiğinde davalarla veya başka yöntemler-
le mücadele edebilen bir yapıdayız. Şüphesiz ki bu yapımız, mücadele yön-
temimiz, hem yerel yönetimleri, hem merkezi yönetimdeki iktidarları rahatsız
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT
Biz 1954 yılında çıkartılan bir yasayla kurulmuş bir örgütüz: Türk Mühendis
ve Mimar Odaları Birliği. 1982 Anayasası ile kamuda çalışanların meslek ku-
ruluşlarına üye olmaları zorunluluğu kaldırıldı. Bu bizim açımızdan ciddi bir
zafiyet getirdi. Üye olunması yasaklanmadı, ama gönüllülüğe bağlandı. Dola-
yısıyla kamuda üretilen mimarlık ve mühendislik hizmetlerinin meslek kuruluş-
ları tarafından denetlenmesi konusunda bir zafiyet oluşturdu. Şimdiki anayasa
tartışmalarını sizler gibi biz de büyük bir endişeyle izliyoruz. Yüzde 45 küsur
bir oyla iktidara gelen Adalet ve Kalkınma Partisi’nin giderek daha pervasız
hareket edeceği endişesini taşıyoruz. Buna karşı diğer meslek kuruluşlarıyla be-
raber, sizlerle ve diğer demokratik kuruluşlarla beraber anayasa tartışmalarını,
çalışmalarını yakından izliyoruz; buna karşı gerekli uyarıları kendi açımızdan
ve ülkemizin demokratikleşmesi açısından şüphesiz yapmaya çalışıyoruz. Bu
panelin de bu anlamda önemli bir katkı sağlayacağını düşünüyorum.
66
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT
olmadığını bizzat Kültür Bakanımız söyledi. Evet, kültürle ilgili de, mimarlıkla
ilgili de pek çok kararlar alınıyor, ama bunların genel bir politikaya bağlı ola-
rak alınmadığını belirtiyoruz. Bu metnin, Türkiye Mimarlık Politikası metninin
tartışılmasını istiyoruz. Bu metnin hayata geçirildiği diğer ülkelerle beraber
ortak oluşturulan platformlara, Avrupa Mimarlık Politikaları Forumlarına ka-
tılıyoruz. Bu platformlarda mimarlık meslek örgütleriyle beraber kamunun da
önemli bir rol aldığını görüyoruz, düzenleyici rol aldığını görüyoruz. Yapılı
çevrelerin oluşturulmasında, köhnemiş şehir alanlarının tekrar yenilenmesinde
ne gibi politikaların üretildiğini, ne gibi teşviklerin yapıldığını, nasıl bir yöntemle
bunların yapıldığını izliyoruz. Dolayısıyla öğleden beri yapılan tartışmalarda
vurgulandığı gibi, o ülkelerde kamunun bu alanı başıboş bırakmasını değil,
tersine değişik teşviklerle özgür yaratıcılığın önünü açtığını, sağlıklı, güvenilir,
yaşanılır çevrenin yaratılmasında rol aldığını görüyoruz, gözlüyoruz ve bunun
da Türkiye’deki kamu kuruluşlarına örnek olmasını diliyoruz.
İzninizle, bugünkü tartışmalar sırasında aldığım iki notu sizlerle paylaşmak is-
tiyorum. Bunlardan birincisi, oy vermediğim ve oy vermediğimden dolayı da
gurur duyduğum 82 Anayasası’nın hazırlayıcısı Orhan Aldıkaçtı’yla ilgili. Belki
tanıyanlar bilir, Orhan Aldıkaçtı çok değerli bir hukuk uzmanı olarak tanınır;
82 Anayasası oylandıktan sonra her hafta senfoni orkestrasının konserlerine
gelirdi ve tesadüfen de yerlerimiz yan yana olurdu. Onunla aynı duyguları
taşıyıp taşımadığımdan emin olamadım. Sanatı belki seviyordu, klasik müziği
seviyordu, ama o cenderenin de teknisyenliğini yapmıştı.
panel yöneticisi
Biz çok teşekkür ediyoruz Sayın Tuna ve bu panelin sunuş CD’sini size bugünün
anısı olarak vermek istiyorum. Katkılarınız için tekrar teşekkür ediyorum
İkinci konuşmacı olarak da CHP İstanbul milletvekili Sayın Çetin Soysal’ı görüş-
lerini paylaşmak üzere kürsüye davet ediyorum. Buyurunuz.
çetin soysal
67
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT
Mustafa Kemal’in dediği gibi, “Sanatsız kalan bir toplum, sanatsız kalan bir
milletin hayat damarlarından biri kesilmiş demektir.” Ancak bugün baktığımız
zaman Türkiye’de maalesef müthiş bir değişim, müthiş bir dönüşüm gerçekleş-
mekte. Anımsarsanız çocukluğumuzda laboratuarda deneyler yapılırdı. Örne-
ğin bir kurbağayı kaynar bir suya attığınız zaman kurbağa bir sıçrar ve hayatını
kurtarırdı, ama bir de kurbağayı ılık bir suya attığımızda kurbağa ılık suyu da
ısıttıkça kurbağa sıçrayamaz, çünkü mayışır gevşer ve yok olup gider. Maalesef
baktığımız zaman 1930’lu yılların Türkiye’sine, 1940’lı yılların Türkiye’sine,
1950 yılların Türkiye’sine, 60’lı yılların Türkiye’sine, 70’li yılların Türkiye’sine
bir de 2000’li yılların Türkiye’sine baktığımız zaman geldiğimiz nokta maalesef
dehşet vericidir. Bunun birçok nedeni var. Eksiklerimiz, hatalarımız, yanlışları-
mız... Birçok nedeni var, ama sonuçta biz bu noktaya geldik. Bugün aydınlan-
ma hareketi tartışılır hale geldi. Ben gidiyorum, yaşıyorum görüyorum. Birçok
arkadaşımız da o tartışmalar içinde yer alıyor. Örneğin bir gecede Türkiye’nin
cahil kaldığı ifade ediliyor. Alfabe devrimine atıfta bulunuyor. Anıtkabir için
“Bir putperestlik örneği” deniliyor. Şeriat hukuku tartışılır hale geliyor ve öyle bir
noktaya geldik ki, gerçekten Türkiye açısından hiç de iç açıcı değil. Bu anlamda
bir duyarlılık göstermek gerektiğini düşünüyorum.
Öyle bir noktadayız ki, Türkiye’de insan hakkı dediğimiz zaman hemen türban
geliyor, belediye dediğimiz zaman plan tadilleri geliyor, kültür-sanat dediğimiz
zaman içine tüküreyim geliyor. Böyle bir anlayış maalesef ülkemizde egemen
olmuş. Anayasa tartışılıyor. Tabii ki, bu Anayasanın artık 12 Eylül anayasa-
sı olmanın ötesine geçti, çünkü 96 maddesi değişti, ama bugün ne hikmetse
Türkiye’de bugün gerçekten çok ciddi sorunlar varken anayasa bir taşerona
teslim ediliyor, taşeron çalışmasını yapıyor. Daha sonra buna sahiplenecek
bir süre muhatap bulunmuyor, onun üzerinde çalışmalar yapılıyor, bugün
Türkiye’nin gündemine geliyor. Öyle bir geliyor ki, baktığımız zaman sanat
açısından, kültür açısından baktığımız zaman son derece dehşet verici oldu-
ğunu görüyoruz. Sanatın katılımcılığı, kültürün katılımcılığı, özerk bir dokunun
oluşması, mevcut Anayasadaki maddenin daha zenginleşmesi gerekirken daha
geri noktada kalıyor. 64. maddeyi korumak zorunda kalıyoruz. Anımsayın,
biz yıllarca YÖK’e karşı çıktık “Aman YÖK yerinde kalsın” deme noktasına
geldik. Çünkü gerçekten ülkemizin geldiği nokta son derece endişe verici. Ör-
neğin, İstanbul çok ciddi şekilde talan ediliyor. Az önce sevgili başkan gerçek-
ten o mücadelelerinden ötürü kendilerini kutluyorum, iyi ki de bu sivil toplum
örgütlerimizin çalışmaları, iyi ki de bu sivil toplum örgütündeki arkadaşlarımızın
özverili çalışmaları var diyorum. Gerçekten İstanbul’da çok ciddi bir yağmalan-
ma yaşanıyor. Bu yağmalanma rant yağmalanmasıdır, bu yağmalanma F tipi
kültür yaratma, F tipi eğitim verme, F tipi örgütlenmeye kaynak yaratma rantı-
dır. Bunun özellikle altını çizmek istiyorum. F tipi derken de herhalde nerelere
gittiğini anlıyorsunuzdur.
68
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT
Böyle bir noktayı yaşıyor Türkiye ve bir bakıyorsunuz Türkiye ve İstanbul çıkış
noktası İstanbul olduğu için bir rant bölgesi haline geliyor. Muhsin Ertuğrul Ti-
yatrosunun bir kongre vadisine dönüştürülme talebi, istemi gelebiliyor. Bunu
çıkartabiliyorlar. Halbuki hem Muhsin Ertuğrul’u oradan kaldırarak hem tiyatro
kültürünü yok etmek, onu pasifize etmek, onu kenara itmek, ama bir de İstan-
bul halkına başka bir haksızlık yapılmakta, kentin en önemli sorunlarından biri
olan trafik sorununa rağmen kenti yoğunlaştıran bir anlayışı orada egemen
kılmak. Kent yoğunlaşıyor, ama kentin yoğunlaşması çok önemli değil onlar
için, kentin siluetinin bozulması da çok önemli değil, tiyatronun yok olması çok
önemli değil, önemli olan oradan gelen ranttır. Biliyor musunuz Atatürk Kültür
Merkezinin esasında dönemin Kültür ve Turizm Bakanıyla sınıf arkadaşı olan
bir işadamı arasındaki bir anlaşmanın sonucu yıkılmasına teşebbüs edildiği-
ni? Çünkü arkasındaki yerler bir değer. Oraya bir alışveriş merkezi, esas özü
buydu, bir alışveriş merkezi kurmak anlayışı vardı orada. Oraya bir rezidans,
çünkü iştah kabartıyor. Çok şükür ki, gerçekten duyarlı aydın, duyarlı arkadaş-
larımızın öncülüğünde ve çabasında bu bir noktaya getirildi. En azından orada
artık rezidans olmayacak. Atatürk Kültür Merkezi artık yıkılamaz hale geldi.
Anıtlar Kurulunda şu an, ama en azından Meclisten bu şekilde çıkartmadık gece
yarısı 4’e kadar. Şu anki haliyle bir direnç gösterme devamlılığını sağlayabi-
liriz. Çünkü Anıtlar Kurulunun vereceği karar son derece önem taşıyor, ama
bütün bunların ötesinde artık orada rezidans yapılmayacak, alışveriş merkezi
yapılmayacak. O gizli dünyalarında yaratmak istediklerini yapamayacaklar,
ama tabii ki burada iş bitmedi. Mesela, ben hâlâ Muhsin Ertuğrul’un yıkılma-
ması için gerekirse oralarda bir direnç gösterilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Oralarda eylem yapılmasını, oralara vinçler geldiği zaman o vinçlerin önünde
durmayı düşünüyorum. Evet, yasalar veya meclislerden bu kararlar çıkabilir.
İstanbul Büyükşehir Belediyesinde çoğunluğa dayanarak bu çıkmış olabilir, ama
bunun hayata geçirilmemesi için de bir direnç gösterebileceğimizi düşünüyo-
rum. Çünkü bu rantların da bir yerlere kaynak olarak aktarıldığını görüyoruz.
Mimarlar Odası takip ediyordur, biliyordur. Örneğin, Silivri’de bir arazi, orası
tarla ve yeşil alan olarak, hatta su havzası olarak adlanılan bir yer, orada dün-
yanın önemli kuruluşlarından biri fabrika kuracak, ama ona deniyor ki, buraya
bir de okul yapacaksın.
halis başarır
çetin soysal
Aynı saflardaysak tabii ki, seve seve özür dilerim. Bugün Türkiye’nin aydın-
lanmasına dönük Kemalist devrimlere dönük, Kemalizm’e dönük, aydınlan-
ma hareketine dönük gerçekten tahammül edemeyeceğimiz sözler söylendiği
69
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT
panel yöneticisi
haşmet zeybek
Teşekkür ederim. Arkadaşlar, biz herhangi bir kimseden, şundan veya bundan,
yerel yönetimden, genel yönetimden, devletten bir şey dilenmiyoruz. Sadece
doğal hakkımız olan hakkımızı almak istiyoruz. Ne diyoruz mesela biz mes-
leğimize? Oyuncu, oyun yazarı. Bu bir meslektir, üstelik de insanoğlunun var
olduğundan yok olacağı zamana kadar bir meslektir. Ne sonradan uydurulmuş
elektronik bir sanattır ne de başka şeydir. Çünkü oyun kelimesi etimolojik olarak
alındığı zaman Yakutlara kadar gider. Yakutların “şaman” kelimesi karşılığı
söyledikleri “oyun”dur. Şamanizm oyun toplumun hayatından kaldırabilir mi-
siniz? Doğada insan bu dünyaya geldikten sonra iki oyunla karşı karşıyadır:
Birisi doğanın oynadığı oyuna –deprem, felaket– karşı kendini korurken des-
tanlar üretir, danslar yaratır, şiirler yazar, ağaçlara hikâyeler anlatır. Bunlar
kaçınılmaz doğal duygulardır ve insanın içinde var olan ritüellerdir. Ritüelsiz
insan olmaz, ritüelsiz olana da zaten insan denmez.
70
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT
İkinci oyun, insanın insana oynadığı oyun ki, bir gün böyle bir panelde konuşur-
ken bir psikolog arkadaşım “İşte Haşmet Zeybek, bu insanın insanda oynadığı
oyuna biz psikoloji diyoruz” dedi. Bu da benim en nefret ettiğim şey olduğu için,
“Biz psikolojiye bilim demiyoruz, telkin diyoruz” dedim. Çünkü sıkıntıda olan
insan, oynayamayan insan oynatır. Dikkatinizi çekerim, oynayamayan insan
oynatır. Oyun insanı ruhen, bedenen sağaltır, ama oyun sadece belli günlerde
gidilen varlığınızı gösteren bir şey değildir. Bunun içinde dansı da, halayı da,
zikri de, mevlidi de, hepsini söylüyorum. O zaman arkadaş dedi ki, “Nasıl bilim
olmaz?” Dedim ki “Bilim değil telkindir. Eğer bilim olsaydı sosyal durumu bozuk
bir adam neden sosyologa gitmiyor, 6 aylığına beni general yapın diyemi-
yor?” Hele iktisadi durumu bozuk olan birisi neden iktisatçıya gidip de “Ben 10
milyardan aşağı geçinemiyorum” demiyor. Çünkü bunlar somut bilimler, öteki
ise soyut bilimler, yani anneannesi ekşi elma yemiş de kızının dişi kamaşmış
türünden lafı güzaflar ve televizyonlarda 24 saat bunları görüyorsunuz. Burçlar,
gelecekler, bakımlar, şunlar bunlar… Bunlar özellikle yapılıyor. Az önce sevgili
dostum Levent Tamer en sert söylemesi gereken şeyi en yumuşak söyledi. Evet,
bizim kültürlü olmamızı istemiyorlar. Kültürümüzü yaratmamızı istemiyorlar, tam
tersine kültürle köklerimizden koparıp yeni bir kültürü ikame ediyorlar. Yani şu
an yaşadığımız ne Türk kültürü, ne İslam kültürü, ne bilmem ne kültürü, adı ko-
nulmamış kozmopolit bir kültür. Çünkü her kültürün bir kökü var. Öyle bakarsak
şöyle bir yere çıkarız: Bugünkü bulunduğumuz iktidarla sanatsal çatışmamız el-
bette ki Arap kültüründe ve Arap edebiyatında tiyatro yok, onun yerine meddah
var, komedi yerine hicivler var, trajedi yerine de kasideler var. Hatta bu konuda
Farabi o kadar merak edermiş ki –herhalde Aristo’yu okumuştur estetik ola-
rak– “Acaba bu komedi nedir?” O zamanlar haberleşme uzmanları tüccarlar,
ilk gelen tüccara sormuş: “Sen komedi gördün mü?” O da demiş ki “Gördüm,
Çin’de yapıyorlar” “Nedir o?” “Bir hikâye alıyor 5-6 adam, her biri bir tipe gi-
riyor ve anlatıyor.” Tabii Farabi o zamanki meddah mantığından anlayamıyor.
“Peki, aynı hikâyeyi anlatıyorlarsa niçin çok adamla anlatıyorlar?” Yani demeye
getiriyorum ki, insanoğlu var olduğu sürece hikâye anlatacak, öykü anlatacak
ve bizim mesleğimizi ayakta tutacak. Bu bizim haklı olduğumuz zemin, bunun
haklılığını herkese kavrattığımız zaman yasasını buluruz. Aristo bile şunu der
formatını yaparken “Bitkiler toprağın üstünde birinci sınıftırlar, hareket halin-
de olduğu için ikinci hayvanlar gelir, düşünce halinde oldukları için birlikte bir
şey yaptıkları için insanlar gelir.” Atla hayvan arasındaki soğan zarı gibi yere
dikkati çekiyorum, bunu biraz sonra yabancılaştırmada anlatacağım. Kısa kısa
şunları söylemek istiyorum ki, zamanımı güzel kullanayım: Bilimden ve sanattan
geriye gittikçe hayvani bir topluma dönüşüyoruz. Bunun adını koymanın hiçbir
sakıncası yok. Hiçbir köylü kafasına elma düştü diyen Newton yasasını bula-
maz, hiçbir kadın hamamda tası havaya kalktı diye kaldıraç yasasını bulamaz,
hiçbir işçi de çok sömürülüyor aptallaşıyor diye artı değer yasasını bulamaz,
ama bunları bugün oya koyarsanız hepsi de yüzde 46 oy alır.
Bunları şunlar için söylüyorum: Günden güne devamlı geriye doğru gidiyoruz ve
modern çağın cehaletiyle övünüyoruz. 2700 Amerikan üniversitesi, bir o kadar
İngiliz üniversitesi, bir o kadar da bizdekiler modern cehalet üretiyorlar. Oku-
mayan, yazmayan, düşünmeyen, geleceği olmayan, ne yapacağını bilmeyen
71
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT
tüketim nesneleri. Onu da yok edecekler, ama tüketime de ihtiyaçları var. Şöyle
bir dünya kabul edilemez: Ne diyor mesela Amerika? Bizim nüfusumuz dün-
yanın yüzde 1,5’u, ama gelirimiz dünyanın yüzde 65’i. Onun için bu saltanat
böle sürmeli, onun için milli devletler yıkılıyor, sosyalist devletler içinden çöker-
tiliyor. Kendi kendine çökmüyor, araştırılması yapılıyor, incelemeleri yapılıyor,
ona göre yazılar yazılıyor ve çöküyor. Binlerce profesör, adı profesör olan CIA
ajanı bu işlerle çalışıyor. Bakınız; günümüzde hiç bahsedilmiyor, üretim yapılı-
yor, tüketim yapılıyor sanki kendi kendine oluyor gibi. Bir emekçi, bir işçi hiçbir
şey üretmiyor mu, bu dünyada yok mu, yok mu sayılıyor? Bakınız, insan bir
şey üretir, daha çok şey üretir derken emeğine yabancılaşır. Sonra fabrikanın
bir dişlisi haline gelir. Sürekli onu yapmaktadır ve bu monotonluk onun, insan
olan o işçinin insani değerlerini alır. Bir insanın insani değerleri alınınca oldu-
ğu gibi kalmaz, hayvani değerleri öne çıkar. Eğitilmemiş insanı söylüyorum,
tiyatro görmemiş, resim izlememiş, müzik söylememiş, insanın geldiği durumu
söylüyorum. O zaman çatışma kültürü ortaya çıkar. Bu adam işinden dönünce
evde karısını döver. En ufak bir şeyde yanındaki adamı bıçaklar. İşte çatışma
kültürü çıkar. Ondan sonra da denilir ki, bir gazoz için bir adam öldürdü.
Ondan sonra denilir ki, bizim toplum ne kadar çok kadına şiddet uyguluyor?
Topluma şiddeti uyguladığınız zaman o şiddet de bir yerlere uygulanır ve bu
ülkede ne kadar çok işsizlik var, ne kadar çok aç var, ne kadar çok umutsuzluk
var, iki milyona yakın insan iş bulma umudunu kesmiş. Bu yaşamdan umudunu
kesmiş demektir. Böyle bir şeyi okuyunca insanın uykuları kaçar, ama biz umu-
dumuzu kesmeyeceğiz, geleceğimize güvenle bakacağız. Bu sistem yere vurdu,
bu sistem çözülüyor, temelden tepeye doğru sanatlı, bilimsel, hayali olmayan,
akılcı bir sistem kuracağız. Yarınlara bu gözlerle bakalım, gelecek bizimdir,
Türkiye’nindir, bizlerindir. Hepinize hayırlı olsun. Teşekkür ederim.
panel yöneticisi
Oyuncu, oyun yazarı, rejisör, meslek erbabı Sayın Haşmet Zeybek’e çok teşek-
kür ediyorum bu güzel değerlendirmeleri için. Sağ olun.
orhan aydın
Değerli dostlar, bütün bir ülke olarak, amansız günler yaşıyoruz. Cumhuriyet
tarihinin en aymaz siyasal anlayışı ile karşı karşıyayız. Toplumsal çürümenin
boyutları geleceğimizin nasıl karartıldığı konusunda acımasız ipuçları vermek-
tedir. Devlet, o kadrolarda olması bile sakıncalı görülen birtakım adı bildik
bürokratlar tarafından yönetilmektedir. Yoksulluk, yokluk, açlık, işsizlik ve yol-
suzluk akıl almaz boyutlardadır. Irkçılık ve dinci gericilik aydınlığı ve çağdaşlığı
yani uygarlığı hedef tahtasına koymuştur. İşçi, emekçi, gençlik ve kadın hakları
budanmıştır. Sendikal hak ve örgütlülük alanında hiç bir uluslararası sözleşme-
ye uyulmamaktadır. Hükümet, IMF’nin direktifleri ve önermeleri ile ülkeyi yö-
netmeye çabalamaktadır. İç barış tüketilmiştir. Barışık olduğumuz tek bir komşu
72
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT
ülkemiz bile yoktur. Ülkem, AB ve ABD’nin uydusu haline getirilmiştir. Her şe-
yimiz, yani tüm ortak değerlerimiz satılığa çıkartılmıştır. Ülkemizin geleceği,
Amerikancılık ve AB’cilik rüyalarına havale edilmiştir. Dinci gericilik, ırkçılıkla
beraber yeni kan dökme hesapları yapmaktadır.
Sanat alanımızda ise, sorunlar kara bir yumak olmuştur. Kültür, sanat ve eğitim
alanlarımız ehil olmayan kadroların ellerindedir. Aydınlanmacı tüm kitaplar ve
bilgi kaynakları okullardan ve kütüphanelerden kapı dışarı edilmiştir. Kütüp-
hanelerde çalışan kütüphaneci sayısı en aza indirilmiştir. Arta kalan personel
mesleki alanla ilişkisi olmayan kadrolardan seçilmiştir. Bakanlığa ve yerel yö-
netimlerine bağlı tüm kültür merkezlerinde aynı kara kadrolar vardır ve kapıları
sanata sanatçılara kapalıdır.
Bu hükümet, kendisine göbekten bağlı İstanbul Belediyesi aracılığı ile Şehir Ti-
yatrolarının bilet fiyatlarını tuvalet ücretinden daha aşağı indirerek mesleğimize
açıktan saldırıda bulunmuştur. Daha dün, “ihale ile sanatçı alımı” gibi bir geri-
lik örneğini, sanat danışmanı aracılığı ile açıktan savunarak insan hakları suçu
işlemiştir. Sanat danışmanı beyefendinin pişkin tavrı ise, sanat alanlarının unut-
maması gereken bir durumdur.
2008 yılında, tiyatro sanatçılarına açıktan hakaret eden belediye, 2010 yılında
Avrupa Kültür Başkenti olacağı söylenen İstanbul Belediyesidir. Ülkeyi yöneten
siyasi irade, tiyatro oyuncuları ile kavgalıdır, yazarları ile kavgalıdır. Bu hü-
kümet, tiyatro teknik kadroları ile kavgalıdır. Tiyatro örgütleriyle ise nerede ise
kanlı bıçaklıdır. TOBAV ve DETİS, TOMEB ve Kültür Sanat-Sen düşman örgütler
olarak ilan edilmiştir. AKP hükümeti, bu meslek örgütlenmelerinin tüm demok-
ratik tepki ve istemlerine kapılarını kapamıştır.
Geçen yıl, 27 Mart Dünya Tiyatro Günü etkinliğine katılıp en demokratik hak-
larını kullanan sanatçı dostlarımız için soruşturma başlatmıştır. “Sanatçı başba-
kanı eleştiremez” diyen Rize valisi ise belli ki yalnız değildir. Devletin kadroları
bu tür faşist yasakçılarla doludur.
Sevgili dinleyenler, İstanbul’un 2010 kültür başkenti olması ise bu rantçı siyasi
anlayışın iştahını kabartmıştır. Kentin en merkezi yerlerindeki ve koruma kuru-
lu kararları ile koruma altındaki salonlarımızı yasa çıkararak yıkmaya karar
vermiştir. Amaç açıktır. Cami yapamadıkları alanı satışa çıkarıp Dubai kuleleri
dikmek istemektedirler. Bu gerçeğin hiç saptırılmadan böyle okunmasında ya-
rar vardır. Ülkemin teknik ve sahne olanakları ve seyirci kapasitesi en yüksek
73
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT
olan tek opera, bale, senfoni salonunu yer ile bir etmek istemektedirler. Bunu,
tüm aymazlıkları ile halen istemektedirler. Ne Atatürk Kültür Merkezinin ne de
Harbiye Muhsin Ertuğrul’un isimlerine bile tahammül edemiyorlar.
Hasankeyf antik kentinin sular altında kalmasına izin verilmiştir. Topkapı ve Aya-
sofya arasındaki tarihsel alana otel inşaatı yapılmasına izin verilmiştir. Maliye
bakanının Çamlıca’daki villası için koruma kurulu üyeleri değiştirilmiştir. İzmir-
Çeşme’de hazırlanan yeni kültür ve turizm koruma ve çevre planlarında sit dere-
celeri düşürülerek tarihin talan edilmesinin önü açılmıştır. Yetmedi, bu hükümet,
müzeleri özelleştireceğinin işaretlerini vermeye başlamıştır. Bugünlerde devlet
müzelerinin güvenlikleri özel şirketlere devrediliyor. Yarın ise insanlığın ortak mi-
rası olan coğrafyamızdaki kültürel kalıtların sonunun ne olacağı belirsizdir.
TRT’nin durumu ise, en akıl almaz olanıdır. Utanmasalar kurumun genel müdür-
lüğünü Süleymaniye Camiine taşıyacak duruma gelmişlerdir.
Kentsel dönüşümle evleri başlarına yıkılmak istenen İstanbullular da, evime ti-
yatroma dokunma diyerek bizlere destek vermişlerdir. Sonuç olarak AKP Har-
biye Muhsin Ertuğrulda, Kongre Vadisi kapsamında yasa önünde de kaybet-
miştir. Mahkeme kararı ile yürütmeyi durdurma alınmıştır. Bu günden itibaren
Muhsin Ertuğrul Sahnesi yıkılırsa suç işlenmiş olunacaktır. AKM’deki süreç ise,
yıkım maddesi 2010 yasasından çıkartılmak zorunda kalınmıştır. Bu iki konuda
dostlarımıza teşekkür borçluyuz.
74
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT
Sinemaya, belgesel sinemaya aktarılan fon ise Avrupa ölçeğine göre komiktir. Sine-
ma alanında örgütlü sendikamızın ise yasal yaptırım yetkisi halen verilmemiştir.
Görüldüğü gibi alanımızda sorunlar tam anlamı ile kara bir yumak halini almıştır.
Ancak biz, kararlığımızı sürdürüyoruz. Salonlarımızı yıktırmamak için gösterdiği-
miz kararlığı eşitlik ve özgürlükçü yeni yapılaşmalara taşımaya hazırlanıyoruz.
Değerli dostlar, AKP’nin dayattığı ve içinde kültür sanatın adının bile anılmadı-
ğı anayasa, çizdiğimiz bu tablonun uygulayıcısı olacak olan anayasadır. İlan
ediyoruz, AKP’nin topluma giydirmeye çalıştığı anayasa ırkçıdır, dincidir. Bu
anayasa eşitsizdir. Özgürlükçü değil, yasakçıdır. Hak budayıcıdır. Dayatmacı-
dır. Bu anayasa bu haliyle tepeden tırnağa kültür sanat alanlarının düşmanıdır.
Bu anayasa ile 21. yüzyılın çağdaş ve uygar toplumu olma ereği yakalanamaz,
ancak sistem, kurum ve kuruluşları ile tepeden tırnağa ele geçirilmiş olur. Yapıl-
mak istenen tam da budur.
bugün eğer Asaf Çiğiltepe, Erkan Yücel, Kerim Afşar, Tuncer Necmioğlu, Yıl-
maz Güney Ayberk Çölok, Yaman Okay, Yavuzer Çetinkaya yaşıyor olsa idi,
sanatın devrimci sopasını ellerine almış olurlardı.
Saygılarımla.
75
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT
panel yöneticisi
76
FORUM
Forum Yöneticisi: Fikret Terzi
forum yöneticisi
Değerli dostlar, oynayan ve seyreden insan olarak bugün burada bir oyun
sahneye koyuyoruz. Yazarı, çizeri, yönetmeni, tasarlayıcısı, oyuncuları, seyir-
cisi biz olan bir oyun bu. Özerk Sanat Konseyi Yürütme Kurulu olarak, yazık
ki medyanın da pek cazip bulamadığı (!) böylesi bir toplantı ve birlikteliği
düzenlediğimiz için özür diliyoruz!... Yalnızca basının değil, sorumlu çağdaş
gazetecilik yapan kimi birkaç dergi ve gazetenin dışında, benim kanalım olan
TRT’nin bile bulunmadığı bu ortamda, yalnızca basının değil bilim ve sanat
insanlarının, bu alanda yetişecek sanatçı ve bilim adamı adaylarının ve daha
da acısı, Özerk Sanat Konseyinin örgütlerinin üyelerinin de yeterince bulunma-
yışının özrü bize ait. Tamer Levent’in dediği gibi galiba biz, aynayı kendimize
çevirdiğimizde, bugüne değin yüzleşmeden korktuk ya da bunu yaptığımızı
sandık. Özetle başaramadık büyük ölçüde.
zafer erdaş
gideceğim. Öncelikle ilk sözü aldığım ve Orhan Beyin bana bir torpil geçme-
sinden dolayı çok teşekkür ediyorum. Öncelikle şunu söylemek istiyorum: Mus-
tafa Kemal Atatürk tekke ve zaviyelerin kapatıldığı zaman Bursa’daki nutkunda
şöyle bir söz söyler: “Efendiler, Türkiye Cumhuriyeti dervişler ve müritler diyarı
olmayacaktır. Hayatta en hakiki mürşit ilimdir, fendir. İlim ve fenden başka
kendinize mürşit, yol gösterici arayamayınız” der.
Bugünkü geldiğimiz nokta yüzde 46 oyla iktidara gelen bir yönetim ve o partinin
oylarıyla seçilen bir cumhurbaşkanı ve bugünkü geldiğimiz nokta biraz evvel sa-
yın milletvekili 3F diye adlandırıyordu. Ben daha evvelinden konuşuyorum, Kürt
Said’in müritleri bugün iktidara geldi. Ne oldu da böyle oldu peki? Ben bu ilim ve
fendir görüşüne bir ilave daha sunmak istiyorum, aynı zamanda sanattır da.
Buradaki kalabalığa bakıyorum, sen, ben, bizim oğlan, yine aynı kişileri burada
görüyorum. Hangi panele gitsem, toplantıya gitsem aynı kişilerle karşılaşıyoruz.
Peki, burası bir mimarlık fakültesi, daha bugün mimarlığın sanat olduğunun
farkında olamayan öğrenciler var herhalde aramızda ki, bugün bu mimarlık
fakültesindeki öğrencilerin de burada olmasını ben arzu ederdim. Kaldı ki, sa-
natçılarımızın da burada olmasını arzu ederdim, ama hiçbirisi duyarlı değilmiş
demek ki… Biz davamıza ne kadar sahip çıkıyoruz? Önce ona bakalım, önce
çuvaldızı kendimize batıralım diye düşünüyorum. Evet, karşımızdakiler bir şey-
ler yapıyorlar ve düşüncelerini uygulamaya geçiriyorlar. O kadar güzel geçiri-
yorlar ki, iki adım ileri bir adım geri misali mehter adımı yürüyüşüyle her gün
bir adım daha öne gidiyorlar.
Her şeyden önce bu işin en başında eğitim var. Öncelikle okullarımızda, ilko-
kuldan ve ilkokul öncesi çağdan başlayarak gerçek anlamda sanat eğitimini,
müzik, tiyatro ve resim eğitimini daha ilkokul öncesinden başlayarak çocukla-
rımıza öğretmeliyiz diye düşünüyorum. Onun haricinde ulus devletin yok edil-
meye çalışıldığı dönemde bugün ulusal bir kültür ve sanat politikasını tekrar
hayata geçirmeliyiz. Bugün 1924 Musiki Muallim Mektebinin kuruluşu, 1923
cumhuriyetin kuruluşu; arada bir sene bile zaman yok, zaman dilimi yok Mu-
siki Muallim Mektebi kuruluyor. Türkiye’de Atatürk bilmiyor muydu ki, gelirdi
Osmanlıda yapıldığı gibi yurtdışından kumpanyaları getirtirdi burada konserler
verdirtirdi, opera oynatırdı Abdülhamit gibi ve daha az bir masrafla Türkiye’de
opera sanatını, bale sanatını halka gösterirdi, ama Atatürk’ün gayesi bir batı
sanatı yaratmak değildi, ulusal, çağdaş bir Türk sanatı yaratmaktı. O yüzden
1936’da konservatuarı kurdu ve daha sonra opera ve bale temsillerine başladı.
Ben fazla uzatmak istemiyorum, teşekkür ediyorum iyi akşamlar diliyorum.
forum yöneticisi
coşkun özdemir
Büyük bir konuşma ihtiyacı var tabii, ben bunu bu yaşımda çok iyi anlıyorum.
Ben konuşmayacağım. Ben çok uzun yıllardan beri bu panellerde, toplantılarda
dinleyici olarak bulundum. Ben bir üniversite hocasıyım, ama şimdi yazarlığa
80
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT
Bir de hiç konuşulmayan bir şeye işaret edeceğim, nedense gündeme hiç gel-
meyen bir şey: Ben daha çocuktum, Hasan Ali Yücel’i devirdiler ve karşıdevrim
başladı. O günden bugüne karşıdevrim süregeliyor. Bu arkadaşa cevap, son
derece planlı bir şekilde Türk toplumu eğitimden yoksun bırakıldı, bilinçten yok-
sun bırakıldı. Çok hesaplı bir şekilde bırakıldı ve şimdi bugün konuşulmayan
çok önemli bir gerçek var, biraz utanıyoruz galiba, biraz çekiniyoruz, biraz
ürküyoruz, ortalama 4 yıl dediğim zaman. “Hayır, daha 4 yıl olmadı hocam”
diye itiraz edenler var. 4 yıl ortalama eğitim var Türkiye’de, 3,5 diyorlar. Temel
mesele ve en önde gelen mesele budur. Çünkü bu 4 yıl eğitim görmüş olan hal-
kın demokrasiye bir destek vermesi, karanlığa karşı bizimle birlikte mücadele
etmesi olasılığı sıfırdır.
Bir şey daha, yalnız bu elit zümre değil, halktan çok duyuyorum, dinliyorum.
22 Temmuz seçimlerinin meşruiyetine inanmıyorlar. Bir de bu konu var. Bu
işlenebilir bir şey diye düşünüyorum, ama soruma döneyim: Acaba bugünün
Türkiye’sinde bu platformda ben yurtsever harekette Bedri Bayram’la birlikte
oluyorum, 68’lilerle birlikte oluyorum ve birçoğunla, ama bunlar darmadağınık.
Bunlar nasıl bir araya getirilip bu karanlığa karşı mücadele etmek üzere bu güç
birliği sağlanabilir?
forum yöneticisi
feride bilgin
Bu panelde tıpkı Anayasa taslağında olduğu gibi kadının adı yok. Konuşmacı-
lar arasında da kadın yok, Anayasa taslağında da kadın yok.
forum yöneticisi
feride bilgin
Öyle mi? Teşekkür ederim. Onların adına üzgünüm, ben bunu böyle gördüm,
bunu vurgulamak istedim. Çünkü o kadar kötü bir durum ki, saygıyla andı-
ğım meslektaşım Duygu Asena özel durumlarla, “kadının adı yok” demişti. Bu
81
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT
toplumda�����������������������������������������������������������������������
artık kadın bir meta olarak algılanacak. Çok kısa, otobüste başıma ge-
len bir olayla durumun ne kadar korkutucu olduğunu söyleyeyim. Bir kadın sanat
adına, toplum adına yanımda genç bir türbanlı kıza okuduğu görgü kitabı, “Niye
peygamberimizin görgü kitabını okuyorsun? Çağdaş bir görgü kitabı alsaydın”
dediğim sırada yanımda oturan bir erkek bana şunu söyledi: “Bu ehli namus
kadını kızcağızımızı niye rahatsız ediyorsun? O beni tahrik etmiyor, sen ediyor-
sun” dedi. Olay bu boyuttadır efendim, böyle anayasalara kadının konmadığı bir
yerde toplumdan uzaklaştırıldığı bir yerde çok karamsarım. Saygılar.
forum yöneticisi
ahmet gülhan
Ben bir şey sunmayacağım kısaca bir şey öğreneceğim. Tiyatro Oyuncuları Der-
neği (TODER) eski başkanıyım; Özerk Sanat Konseyinin Hüsamettin Koçan’la
beraber ilk genel sekreteri. Üç kurultay yaptık Tamer Levent’le beraber, kutlarım
hâlâ devam ediyorsunuz inatla, ısrarla, ama bugün ortaya çıkan tablo vahim.
64 çıkabilir veya yerine konulabilir, ama sanki başka bir yöntem uygulamamız
gerekiyor. Anayasa Mahkemesinden başlayarak, olmazsa Avrupa İnsan Hak-
ları Mahkemesi üst mahkemesine başvurarak, olmazsa bütün çağdaş uygar
batı toplumlarının sanat kurumlarına başvurarak “imdat” dememiz gerekiyor.
Başka türlü sesimizi duyurmamız mümkün değil. Bakın, basın yok, medya yok;
bu yazılmayacak, çizilmeyecek. Basacağımız kitapçığı da kimse okumayacak,
yalnız bizler okuyacağız. Okuyanlar olsa bile, merak edenler erk sahibi olan-
lar, “Hadi canım olur mu?” deyip kenara atacaklar. Bunu gayet iyi biliyorum,
bugüne kadar hep böyle oldu. Biraz kıyamet koparmamız lazım, ama bu ku-
rumlarla sokakta değil. Teşekkür ederim.
forum yöneticisi
Biz teşekkür ederiz. Orhan Kurtuldu’nun dediği gibi iyimserlikle veya sizin de-
diğiniz gibi fazla kötümserlikle bir yere çok fazla ulaşamayacağımızın hepimiz
bilincindeyiz kuşkusuz. Önermeleriniz ufuk açıcı olabilir pekâlâ. Fırsat bulmuş-
ken emekleriniz, katkılarınız için Özerk Sanat Konseyi Yürütme Kurulu adına
teşekkür ederim sağ olun.
aslıhan özel
82
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT
tamer levent
Hal böyle olunca bunun kabul edilmesi ya da toplumda öyle bir laf var ya ata-
sözü, “Kızı boş bırakırsan ya davulcuya ya zurnacıya gider”; bizim bu meslek-
ler davulcu, zurnacı meslekleri diye görülüyor toplumda. Bunu politikacısı böyle
görüyor, bilim adamı böyle görüyor, İş ve İşçi Bulma Kurumu başkanı böyle
görüyor, ortalama bir hukukçu böyle görüyor, gazetedeki köşe yazarı böyle
görüyor, bir gazetenin genel yayın yönetmeni böyle görüyor. Bu toplumsal bir
zaaf, çünkü demek ki, biz ne kadar objektivist düşündüğümüzü varsaysak –ki
bakın bunun için illa çok uçlarda olmak gerekmiyor, ortalama bir objektivizm
gerekiyor– ne kadar objektivist düşündüğümüzü varsaysak gene kaderciyiz. O
kaderciliğin etkisi altındayız ve bu işlerin peşini bırakmışız, tanım filan da yap-
maya uğraşmıyoruz. Ben Özerk Sanat Konseyinin –o zamanlar da söylerdim–
bir araya gelip spesifik konularda tanımlar üretmesini ve bu tanımların kamuya
mal olmasını sağlaması gerektiği kanısındayım.
forum yöneticisi
83
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT
2008 yılı içerisinde “Sanat ve…” başlığıyla, ilki bugün gerçekleştirdiğimiz bir
dizi bilimsel ve sanatsal etkinlik düzenliyoruz. Örneğin bunlardan biri bugün-
kü “Sanat ve Anayasa”ydı. “Sanat ve Toplum”, “Sanat ve Devlet”, “Sanat ve
İnsan”, “Sanat ve Sanatçı” vb ad ve içeriklerle etkinlikler sürdüreceğiz. Sırası
geldiği zaman sizin de yoğun katkınızı bekleriz, eksiklerimizi o zaman tamam-
layacağız. Sanatın toplumsal değeri üzerine yapılabileceklere ışık tutacağını
düşündüğümüz için bu ayrıntıları anlatmaya çalıştım. Çünkü bu saptamaları
yaptığımız zaman sanatın kullanım değerinin toplumsal olarak durumu ortaya
çıkıyor. Bu ayrıca Özerk Sanat Konseyi bünyesinde bir atölye çalışması biçimin-
de olursa o konuda hem görüş paylaşırız, hem de sizin teknik çalışmalarınızdan
yararlanırız. Tekrar teşekkürler.
ismail aksu
Adım İsmail Aksu, İstanbul Devlet Opera Balesinde dekoratörüm. Benim sorum
hem katılımcılara hem de paneli yönetenlere. Bu tip panellerde, toplantılarda
bu tip görüşleri ortaya atıyoruz. Fakat bu burada unutulmamalı. Burada ortaya
atılan görüşler sonuçta toplumu, sanatçıları ateşleyen bir etken olmalı. Bu bura-
da unutulup gidilmemeli. Bize düşen, sanatçılara düşen bir görev olmalı. Bunun
için ne yapmalıyız? Ben bunu hem katılımcılardan hem de paneli yönetenlerden
bekliyorum. Burada unutulup gitmemeli bu. Biliyorsunuz yüzde 46 oyla başı-
mıza gelenler sanata bakış açılarını artık ortaya iyice koydular. Biz sanatçılar
olarak ne yapabiliriz, bunun bir cevabını bekliyorum. Teşekkür ediyorum.
forum yöneticisi
kubilay önal
Ben söylediğiniz gibi Mimarlar Odası adına Yürütme Kurulundayım. Ben önce
şu psikolojiyi eleştirmek istiyorum; 46 vurgusu çok yapıldı, tersinden bakarsanız
54 var. Bu neyi ifade eder? Bilmiyorum, bunların üzerinde fazla da yoğunlaş-
mayalım diyorum. Gerçekten biz bu yolda kendi kendimize ümitsizliği pekişti-
ren bir tutum almaya gidiyoruz. O yüzden bu çok önemli değil, bu konjonktürel
bir şey. Benim esas olarak sormak istediğim demin aslında Fikret Bey anlattı, biz
dizi etkinlik yaratacağız; kurul ve konsey bünyemizde yeniden bir hareket var.
Ben bugünkü tabloyu bu yeniden örgütlenmenin sıkıntılarını yaşayan bir tablo
olarak düşünüyorum ve bu anlamda yapılan bütün konuşmaların eskiye dair
izlerin bugüne taşınması, bu içinde olanlar açısından, dışında olanlar açısından
da burada yeniden bu perspektife yeni bir bakış getirme çabası olarak görü-
yorum. Bu anlamda ben olumlu buluyorum. Bunu ne iyimserlik, ne kötümserlik
anlamında değil, olumlu buluyorum.
84
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT
Burada Fikret ağabeyin söylediği bir temel yaklaşımımız var; devam edecek
bu aks. Bu ilk, bu belki çok etkin biçimde kamuoyuna böyle yansımadı ve du-
yuru kabiliyetimiz çok yansıtmadı, ama sonuçta bu bir dizi olacak. Bu arada
konuşmadık biz kendi aramızda, ama ben özerklik kavramına ilişkin devlet
korumasıyla özerklik arasındaki ilişkinin her türlü bağlamda kamuoyuna doğru
biçimde aktarılması en önemli konudur diyorum ve bu anlamda Tamer Levent’i
dinlediğimde, o tanımlar dizisi dışında da böyle bir perspektifle bu kavrama
bakışta da aslında olguyu çok iyi anlatamadığımızı düşünüyorum veya anla-
tılamadığını düşünüyorum. Çünkü bu bir çelişkiymiş gibi gösterilerek bunun
üzerinden bir puan alınmaya çalışılıyor. Bizim aslında bunu gerçekten doğru
yerine oturtmamız gerektiğini düşünüyorum ve bu konuda Abdullah Beye bir
soru yöneltiyorum. Diyorum ki, bu konuda hukuksal düzeyde anlatılabilir bir
çerçeve oluşturulabilir mi?
abdullah sezer
kubilay önal
Devlet korumasını istiyoruz bir yandan, bir yandan özerklik istiyoruz. Bu çelişki
olarak bize sunuluyor. Bunun iyi anlatılması gerekiyor.
abdullah sezer
Teşekkürler sorunuz için. Evet, ilk bakışta özerklik ve devlet desteği birbiriyle
çelişkili, birbirini engelleyen unsurlarmış gibi gelebilir. Aslında bunun anlatıl-
ması çok zor değil, ancak anlaşılması galiba zor görünüyor. Anımsarsanız,
85
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT
size baştan iki boyut önerdim. Hatta buna bir unsur daha ekleyerek, özgürlük,
özerklik ve devletin olumlu yükümlülüğünü bir arada dengelemek gerekir. Daha
önce değindiğim için, yinelemeksizin, bir kez daha altını çizmek isterim: Söz
konusu üç ilke, pekâlâ bir arada bulunabilir. Ancak devlet desteği açısından
önemli olan husus, sanatsal yaratma özgürlüğü alanını ve bu yönde kurumsal
yapının özerkliğini zedelememesidir. Aynı şekilde, bir diğer gereklilik ise, öz-
gürlüğün ve özerkliğin kötüye kullanılmasını engelleyecek denetim mekanizma-
larının varlığıdır.
forum yöneticisi
Teşekkür ederim. Bizim için en büyük korku sanatın, devletten çok sanatçının
eliyle yok edilmesi. Biz bu korkuyu yaşıyoruz. O yüzden de özerklik kavramını
bu son bir yıl içerisinde yaptığımız Konsey Yürütme Kurulu toplantılarından çı-
kışla, yeniden gözden geçirmek, yeniden değerlendirmek gibi bir karar aldık.
Değişen ölçütlerle, değer ölçüleriyle, küresellik tanımıyla, adıyla değişen iç ve
dış dünyayla birlikte değerlendirmek üzere bir karar aldık. Bir not olarak, ayrı-
ca burada sıkça sözü edilen yüzde 46, 47’nin içinde, Aziz Nesin’in tanımladığı
güruh da var! O yüzden çok kötümser olmayalım.
mine dural
Bir yurttaş olarak buradayım, mesleğim halkla ilişkiler. Soru da soracağım, çok
kısa da bir katkıda bulunmak istiyorum veya fikrimi söylemek istiyorum.
Bir kere bir salı günü 13.30’da başlayan bir toplantıda salonun çok boş olması
aslında Türkiye gibi bu şartlarda yaşayan bir toplumda çok yadırganacak bir
şey değil. Bir cumartesi pazar olursa bu kadar, o zaman daha çok üzülebiliriz.
Birazcık pozitif bakmaya çalışıyorum. Bu salonu gerçekten ve zaten mesai saati
olan öğrencilerin, mimarlık öğrencilerinin, konservatuar öğrencilerinin doldurmuş
olması ve biz yaşlanıyoruz artık yıllardık politika yapıyoruz, STK’lardayız, artık
hakikaten birbirimizi görmekten de yorulduk. Keşke o yeni yüzleri buraya hangi
saat olursa olsun getirmek mümkün olsa, çünkü zaten onların mesaisi buralarda.
Burada hocalar varsa öğrencilerini belki kanalize etmekte katkıda bulunabilirler.
Ben iki Yıldızlı öğrenciye oditoryumun yerini sordum, içim acıdı. Birisi “bilmiyo-
rum” dedi, birisi “galiba şu bina” dedi, üçüncüsü de “şu kapı” dedi, kapalı kapıyı
gösterdi. Üçte üç, ağlayabilirdim bu kadar üzüldüm, nefes nefese koşa koşa has-
taneden çıkıp gelmişken. Biraz pozitif bakarsak böyle düşünmek istiyorum, başka
bir zaman diliminde daha olumlu olabilirdi veya aslında biz hiç gelmeyelim artık
buralara, vallahi bizi getirmeyin de hiç gelmeyen bu gençleri getirin ne olur, çünkü
şu anda içinde bulunduğumuz durumdan da bir pozitif sonuç çıkarmak istiyorum.
Çok vahim günler yaşıyoruz, ama kötünün kötüsünü yaşadığımız zaman aklımız
başımıza geliyor herhalde. Çünkü zaten bütün bunlar sanata, sanatçıya, kültüre
ve Özal da yaptı, Mesut Yılmaz da yaptı, Tansu Çiller de yaptı, onlar “mış” gibi
yaptı, örtülü yaptı, ama biz hiç sesimizi çıkarmadık onlara, çünkü ehveni şerler-
den hep iyiyi seçmeye çalıştık. Şimdi kötü kötü olduğu zaman belki biraz ayılıyor
muyuz, nedir? Buradan da iyi bir sonuç çıkarırsak çok nasırımıza bastılar belki
böyle böyle, yavaş yavaş kendimize geleceğiz. Artık gidecek yerimiz kalmadı
çünkü, ya isyan edeceğiz, ya Ahmet Gülhan’ın önerisini çok kötümserlik olarak
86
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT
Soru değil, ama katkım, dışarıda çok ciddi bir liste oluşmuştu. Çok e-mail adres-
leri, cep telefonları, ne olur bize tüm çalışmalarınızı duyurun. Bildiri mi yayınlı-
yorsunuz, fikir mi beyan ediyorsunuz, toplantı mı yapıyorsunuz, bize duyurun.
Ben çok tesadüfü olarak bu toplantıyı duydum ve bizi kullanın, bizden yardım
isteyin. Hepimiz çok yetişmiş insanlarız, size katkı koyalım. İş güç sahibi de
insanlarız, tabii sanatçılar daha çok işin içinde, ama bize haber verin, bize du-
yurun, bizi örgütleyin, çünkü bir konuda daha ümitsiz değilim: Altyapı çok ha-
zır, ben politika da yapıyorum, hepimiz sesimizi duyurmaya çalışıyoruz. Evet,
medya yok, ama sokağa çıkalım, örgütleyin, toplanalım, AKM’nin önünde bir
avuç insandık, ses getirdik. Ne olur size bize toplum önderliği yapın.
forum yöneticisi
mustafa bilgin
forum yöneticisi
hikmet altınkaynak
87
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT
forum yöneticisi
müride aksal
Ben 2003 yılında özerk, sanat ve konsey tanımlarının üçünü yan yana te-
sadüfen sevgili Tamer’den duyduğumda hemen heyecana kapılıp atlayıp
İstanbul’a geldim. Ankara’da konservatuarda bale hocasıyım. O zaman da
bugünkü kadar insan vardı. O zaman aklıma bir kuşku düşmüştü, o kuşkuyu
hâlâ taşıyorum. Türkiye’nin bugününde bile bu kadar insan toplayabiliyorsak
buraya bu iletişim çağında –çünkü çok kolay artık iletişmek– acaba Özerk
Sanat Konseyinin ilkeleri arasında kapalı bir yapısı mı vardı ilk başta kuru-
lurken? Çünkü bu çağda bu kadar ulaşamamak dediği gibi hanımın sanat
eğitimi alan öğrencilere, okullara e-mailler yoluyla bile ulaşamamayı ben
anlamıyorum ve isimlerinizi tanımıyorum Ankaralıyım. Orhan Aydın Beyin
konuşması bugün için benim için en değerli konuşmaydı, çünkü bir güç birliği
oluşturulması gerektiğine ben de inanıyorum, onun için tekrar buradayım.
Özerk Sanat Konseyi üstlenir mi böyle bir şeyi ve o kapalılığı kırmak için
önlemler düşünüyor musunuz?
forum yöneticisi
Teşekkür ederim. Siz kendileri için sanat üretilen insanlar ve sanatçılar bu tür
önerilerinizi lütfen ayaküstü sözlerle ve rastlantılara sınırlamayın. Mail adresi-
mizi verelim, o platformda daha rahat, daha geniş iletin bize. Biz elimizden
geleni, gerekeni yapmaya çalışalım. Ayrıca bir de şu var: Bakın, sözünü etti-
ğimiz süreçte 12 yıl geçti, 12 yıl içerisinde ülke çok kirlendi. Bugün bu kadar
sayıyı toplamak bile, o günlerde toplanan bu sayının iki katı üstünde bir değere
sahip. Birçok insan çözülmüş gitmişken hâlâ bu kadar kişiyi bir araya, tek bir
duyuruyla getirebiliyorsak, bütün bu kirlenmişliklere karşı kötümser olmamak
için bunu bir neden sayıyorum. Kendimizi yeniden yapılandırma sürecindeyiz.
Orhan’ın bu konuda ekleyecekleri var sanırım.
orhan aydın
Bir bilgi vermek anlamında, aslında çözüm yollarından biri şu: Hiçbir zaman
umudu yitirmemek. Kimin yitirmemesi? Önce bireyin kendisinin aynaya bakıp
“ben varım” diyebilmesi bu yeterli birinci koşul. İkincisi, Özerk Sanat Konse-
yi bu paneli yaparken tabii farklı birkaç amacı vardı. Amaçlarından biri ya
da önceliği şu değildi: Büyük bir kalabalık toplansın. Amacı bu değerli konuş-
macıların çeşitli örgütlerde olan konuşmacıların ortak bir görüşünü sağlamak,
bunu kayıt altına almak. Çünkü bu çok önemli bir belge niteliği taşıyor. Sayısal
anlamda da herkese şöyle bir cevap vermek istiyorum, Shakespeare’in bir sö-
züyle: Bilgili bir tek dost bilgisiz koca bir kalabalıktan, sayılardan, yüzdelerden,
46’lardan, ne derseniz deyin daha değerlidir, daha önemlidir, daha etkilidir,
daha güçlüdür. Onun için inanmak yeter. Teşekkür ederim.
88
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT
forum yöneticisi
nursen deliktaş
forum yöneticisi
dilam demirtaş
Ben zamanınızı alacağım. Sayın Haşmet Zeybek’in söylediği gibi özellikle genç-
ler bir tüketici olmaktan öteye gidememekteyiz şu anda. Tamamen tüketici olup ne
yazıyoruz, ne okuyoruz, ne de izliyoruz hiçbir şey, yorumumuz da yok. Sadece
giydiğimiz ayakkabı ve üstümüzdeki manto önemli oluyor ve öyle de öleceğiz
gibi bir umutsuzluk içindeyiz aslında içsel olarak. Neyse, benim demek istedi-
ğim şey aslında bu gençliğin biraz böyle tutulup kaldırılması gerekiyor. Çünkü
bir yandan böyleyiz, ama bir yandan da gel desen gelecek bir topluluğuz. Ben
umutsuz görmüyorum. Mesela, ben dün okulda çok fena kavga ettim. Yeditepe
Tiyatro Bölümünde okuyorum. Ayrılacağım tabii okuldan da, bu arkadaşlarla ben
kavga ediyorum, ama siz onları tutup çağırabilirsiniz. Bir de bizim biraz daha
hoşgörülü olmamız lazım galiba. Bugün mesela, biraz cahilliğine verdim ben
onun, kalktı bir arkadaş lafı kesti filan, ama bizim daha hoşgörülü olup pirinç
dağıtıyorlar ya, biz de bir şey dağıtmalıyız. Çünkü insanlar çağrıldıkları ve kabul
edildikleri yerlerde oluyorlar ve aslında bizim milletimiz de ayaklanmaya hazır.
Gayet zeki olmamıza rağmen birçok engellerle gel denilen yene gidiyoruz. Biz
gel dediğimizde de onlar zaten uyanıp bizi takip edecektir.
89
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT
forum yöneticisi
salondan
Şu çok önemli bir olay; genç kuşakla aramıza 3,5 darbe girdi, bir de teknoloji
girdi. İki tarafın da bunu aşmaya zorlaması lazım. Şöyle ki, biz kitaptan, dergi-
den, gazeteden geliyoruz, “düşünüyorsam varız” diyoruz. Gençlik internet’ten,
televizyondan geliyor, “görünüyorsam varım” diyor. Bu ikisinin ortak noktasını
bulmamız gerekiyor. Teşekkür ederim.
forum yöneticisi
Teşekkür ederiz. Sözünü ettiğim gibi Özerk Sanat Konseyi Yürütme Kurulu ola-
rak ilki “Sanat ve Anayasa” paneli, “Anayasa ve Sanat” dediğimize bakmayın.
“Sanat ve ...” diye sürecek olan bu dizi etkinliklerinin ilki neden “Sanat ve Ana-
yasa”? Çünkü biz çok iyi biliyoruz ki, bu bir başlangıç, bundan sonra arkası
gelecek dediğim gibi.
Altını ısrarla çizmekte yarar olan bir şeyden çok kısa söz edeceğim. Bugün
yaşadığımız coğrafyada ve dünyada bir şeyler yolunda gitmiyorsa, ülkemizi
ve dünyayı yöneten liderler kirlilik ve aymazlık içindeyse, bunun asal nede-
ni, bu formun ve bu panelin de oluşumuna neden olan gerekçe başta olmak
üzere, “insanın ve toplumların sanatla, sanat kültürüyle donanmış, demokrasi
kültürüyle beslenmeden eksik büyümüş olmalarıdır”. Bunun altındaki ana neden
bu. Bu yüzden bugün dünyayı yönetenler, tüm bunlardan eksik büyüdükleri
için, insanlar, toplumlar bunlardan yoksun yetiştikleri için bugünkü tabloyla
karşı karşıyayız. Bu yüzden de biz biliyoruz ki, sanat, insanların ve toplumların
kendileriyle yüzleşip, insana yakışandan yana, eşit, özgür, mutlu bir dünya
için yeniden değişme, oluşmasında da en büyük güçtür... Bu yüzden de tarih
boyunca yönetimler, sanatı ve sanatçıyı hedef alırlar. Hükümetler sanatı hedef
alırlar. Bu çok doğal, bundan doğal bir şey olamaz. Bu yüzden de ülkemizde
sanatın anayasal güvenceden yoksun oluşu, sanatın özelleştirilerek sermayenin
rant aracı haline dönüştürülmesinin önlenmesi, ancak Özerk Sanat Kurulu, Tür-
kiye Sanat Kurumunun oluşturulması, hayata geçirilmesi umuduyla olacaktır.
Bunun peşindeyiz.
hüseyin akbulut
90
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT
tamer levent
salondan
tamer levent
Evet, burada biz hiçbir zaman esas konuya gelemiyoruz. Anlamadım ben, ben
de dünyayı kurtarmaya hevesliyim, ama bir türlü şu tiyatro ya da sanatı konu-
şamıyoruz. Tespit yapamıyoruz, tanım yapamıyoruz.
salondan
tamer levent
forum yöneticisi
91
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT
abdullah sezer
Size veda etmeden önce, son olarak şunu iletmek isterim: Belki ben fazlaca
karamsarım, ama bir gerçeği kabul edelim lütfen. Biz Türkiyeli bireyler, henüz
modernleş(e)medik, sosyalize ol(a)madık. Bu süreci yaşayacağız, bunun sancı-
larını hep birlikte çekeceğiz. Bir yazar, şöyle diyor: Demokrasi ancak demokrat
bireylerin çoğunlukta olduğu bir toplumda kurulabilir. Sözlerimi Prof. Kaboğlu
hocamın içtenlikle benimsediğim “3 D” formülüyle noktalıyorum: Dengeli bir
toplum olabilmek için, “dikkat”, “dinleme” ve “duyarlılık”. Duyarlılığınız, sabrı-
nız ve dikkatiniz için teşekkürler…
kemal sevgisunar
6,7 şiddetinde bir deprem mi olur, 30 saniyede ne olur onu pek bilmiyorum,
ama herhalde olması gereken bir-iki şeyi burada söylemek lazım. Evet, kavram
kargaşaları çok açık, doğrudur, ama çok ilginç bir şey var: Mücadelenin yönte-
mi, kendisi ortadadır. Etrafında dolaşıp yüzüğü Afyon’da kaybedip İstanbul’da
aramanın anlamı da yoktur. Türkiye’nin her yeri İstanbul değildir, Türkiye bir
bütündür ve orada tartışmaların, gündemin konuları çok farklıdır. Hani bu tar-
tışmalardan bir yere varacaksak eğer, bütün bu tarih boyunca Bedrettin’leri
anlatacak değilim, ama 1980’de de, daha sonra da bu gençlere de kıyıldığı
zaman hep buradaydık. Bilmem kimlerle beraber Amerika’yla çalışanlar hep
buradayken halkımıza kıyarken biz hep buradaydık, bugün de buradayız. Şim-
di yeniden ve sanki bütün bunlar hiç yaşanmamış, olmamış gibi tartışıyoruz.
Biraz genel anlamda söylüyorum, bir ikiyüzlülük var bu toplumda, sorunun et-
rafında geziliyor, asıl konular ve sorunlar karşısında gerçek mücadele yol ve
yöntemleri biraz ciddi görülüyor, uzak duruluyor. Mücadelenin yol ve yöntem-
leri derken mücadele edenler ortada, Türkiye’de muhalefet eden emek cephesi
ortada. Bir şeyi yapacak adam tasını tarağını toplar çıkar ortaya yapacağını
yapar, bu konuda ikircikli bir yaklaşım sergilemez. Hepinize saygılar sunarım.
forum yöneticisi
Arkadaşlar, ben şimdi size kısa metinler okumak istiyorum. Burada büyük bir
haksızlık yapılıyor. Karşısında olduğumuz AKP iktidarının –ben devlet memuru
olarak da bunu söylüyorum– yaptığı çok hoş bir şey var. Niye bunu göz ardı
ediyoruz? Bakın, yeni anayasa taslağında, sözüm ona yeni anayasa taslağın-
da –biz 64’ü çıkardılar artık hiçbir şey yapmıyorlar diyorsak da– 26. madde
açıkça diyor ki: “Herkes düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka
yollarda tek başına veya kapalı olarak açıklama ve yayınlama hürriyetine sa-
hiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir
alma ya da verme serbestliliğini de kapsar. Bu fıkra hükmü radyo, televizyon,
sinema ve benzeri yollarla yapılan yayınların izin sistemine bağlanmasına en-
gel değildir.” Komedi, evet bunu söylüyor. “Herkes bilim ve sanatı serbestçe
öğrenme, öğretme, açıklama, yayma ve bu alandaki her türlü araştırma hakkı-
na sahiptir” der ikinci fıkrası, üçüncüsü “bu hak hürriyetlerin kullanılması milli
güvenliğin, kamu düzeninin, genel sağlığın, genel ahlakın, başkalarının şöhret
ve haklarının özel veya aile haklarının korunması, suçların önlenmesi, devlet
sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, yargının bağımsızlık
92
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT
Burada özellikle Orhan Kurtuldu, Orhan Aydın, Fikret İlkiz, Tamer Levent’e ve
alanının haniyse tekleri olan tüm cumhuriyet aydını uzman konuşmacılarımıza
yöneltilecek olağanüstü sorular vardı. “Zanaat” sözcüğü bile sanatı çağrıştırdığı
için neden bu iktidarı bu kadar ürkütür? Oradan çıkartılmış hoş bir soruydu bu.
Tamer Levent’e bir soru vardı: Demokrasi ve sanat kültürü bugünkü bakanın
sözünü ettiği gibi eğer sivil toplum örgütlerine, yerel yönetimlere ya da özel
sektöre verilirse nasıl bir oyun oynanır? Bu tartışılmalıydı, bunu tartışacaktık
bir taraftan… Kendi sosyal ve siyasal görüşleri doğrultusunda sanat politika-
ları güden hükümetler yerine, neden devletin ulusal bir sanat politikası yok?
Bütün hükümetlerin uymakla zorunlu olduğu ulusal politikalar? Sonra, içinde
sanat kavramı bulunan bütün olayların neden insanları ürküttüğü? Ve ayrılık
zamanı…
Başta Mimarlar Odası İstanbul Şubesine olmak üzere… Bizi, konseyi bugünlere
kadar getiren tün öncülere… Bir önceki dönem başkanı Vecdi Sayar burada.
Ona ve şimdi tüm yükümüzü omuzlayan Canol Kocagöz Beye ve siz bütün katı-
lımcılara tek tek sonsuz teşekkür ediyoruz, borçluyuz. Sağ olun.
93
SANAT VE SANATÇI KURULUŞLARI
GÖRÜŞLERİ
ve
ÖSK BASIN AÇIKLAMASI
64. MADDENİN ANAYASADAN ÇIKARILMASINA HAYIR
orhan kurtuldu
TOMEB (Tiyatro Meslek Oyuncuları Meslek Birliği) İstanbul Temsilcisi
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT
ÖZGÜRLÜKLERİN GÜVENCESİ
İnsanlara ancak demokratik sistem ile yönetilen ülkelerde, yazılı anayasaya bağlı
yasalar eşliğinde özgürce yaşama, özgürce ifade kullanma ve yaratmaya dönük
haklar tanınmaktadır. Hazırlanan anayasalar bazen özgürlüğü kısıtlar gibi gö-
rünseler de, toplumu kişi despotizmine karşı koruyucu olması bakımından kabul
edilebilir bir durum arz etmektedir; bu nedenle de büyük önem taşımaktadırlar.
Bozuk bir ekonomik yapı yanında, ayrıca etki altında bırakılmak istenen bir
hukuk sistemi, özgür düşünmenin giderek zorlaştığının ayrı bir göstergesidir. Bu
dizine ek olarak, Anayasa’mızın sanatı ve sanatçıyı koruyan tek maddesi olan
98
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT
Zira, derneğimizin sanat alanını kapsayan mizah yazın ve çizginin işlevi, diğer
dallarda olduğu gibi varlığını ancak hoşgörü ile sürdürebilecektir...
Mizah, yazılı, çizili ve görsel olarak ele alındığında, onun diğer sanat dallarından
farklı bir ayrıcalığının bulunduğu, bu anlam değerlendirilmeye alındığında ise, mu-
halefetin daha güçlü bir ifadeyle kullanıldığı veya kullanılması gerektiği anlaşılır.
Mizah sanatının ciddiyeti ve gücü, yaptıkları işle, söyledikleri sözler birbirini tut-
mayan bazı kimselerin elbette sanata kuşku ile bakmalarına neden olacaktır...
Ancak uyarılar kişilere olduğu kadar toplumumuza, insanlığadır aynı zaman-
da; üstelik düşünce, eğlenceyi de beraberinde taşımaktadır.
Üzülerek gözlemlemekteyiz ki, son senelerde özellikle çizgili mizah ustası kari-
katüristlerimiz sık sık mahkemelere düşmektedirler. Ayrıca medyada siyasi mi-
zahın yapılamadığı tartışma konusu olmaktadır. Gene kaygılanarak belirtmemiz
gerekir ki, günümüzde güçlü mizah yazın ustaları da görülmemektedir. Görsel
mizah, sinema, tiyatro önceki yıllarını giderek aratacak duruma gelmiştir. Te-
levizyon komedilerinin yok denecek kadar az sayıda olması yanında, ortaya
çıkarılanlar da toplumsal yaralara dokunulmadığı, Robinson Kruse, çocuk çizgi
filmi Shrek, kraliçe veya maydanoz, salatalık konuları veya varsılın uçuruculuğu
yerine bilgisiz bırakılmışın zavallılığı gibi güldürüler ele alınmaktadır...
Özgür düşüncenin yok edildiği toplumlarda, ayrıca tehlikeli bir mizah sanatı
ortaya çıkmaktadır. Bu tür çalışmaların örneklerini komünist ve faşist yönetimle-
rin varlığında daha önce izlemiş bulunmaktayız. En sönük gibi görüneni, “fısıltı
gazetesi”ni doğuran çalışmalardır. O düzeni yaratanlar öncelikle insanları he-
def almakta ve onları er veya geç kendi kalıplarına uydurmaktadırlar…
Sanatın bütün dallarında özgür düşünce ve özgür ifade, açık siyasi yönetimlerle
beraber her zaman toplumların yararına olmuştur.
Saygılarımızla.
ergin gülen
Mizah Üretenler Derneği Başkanı
99
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT
Derneğimiz bugün altı yüz üye sayısı ile Halk Eğitim Merkezi kanallı, Milli Eği-
time bağlı olarak sanat ve kültür alanında çalışmalarını sürdürmektedir. Bünye-
mizde yer alan kırk iki eğitmen konunun içinde yer alırken, öğrenci sayısı sekiz
yüzün üzerine yükselmiştir.
On beş yıl içinde derneğimizdeki eğitimlere katılan birçok genç öğrenci kon-
servatuara kaydını yaptırmış, kısa film yarışmaları düzenlemiş, binlerce sergi
açmış, her yıl üç ayrı kategoride tiyatro oyunları sahnelemişlerdir.
Geri kalmış toplumlarda bile sanatta bireysellik önem arz etmektedir. Böyle bir
durum göz önüne alındığında, kurumsallaşmış çabalarla birlikte, eğitim düzeyi-
nin yükseltilmesi adına özgür projelerin desteklenmesine ihtiyaç bulunmaktadır...
100
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT
Bizler bir kurum olarak, öncelikle aydınlanma evrimini yaşamış aydın ve çağ-
daş sanatsever halkımızın desteklerine ve gerçekleştirdiğimiz çalışmalarımızın
doğruluğuna inanarak görev yapıyorsak da, kazanılmış yasal güvencelerin eli-
mizden alınmasını doğru bulmuyor ve haklarımızı savunmak istiyoruz…
cihat tamer
Bakırköylü Sanatçılar Derneği Başkanı
101
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT
BASIN AÇIKLAMASI
29 Şubat 2008
102
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT
de, Anayasa’nın 64. maddesinin yok edilmesi girişimi olduğu yaşadığımız bir
gerçekliktir. “TÜRKİYE SANAT KURUMU” düşüncesinin varlık nedeni olan 64.
madde, birçok uygulanmasından da anlaşıldığı üzere sanat ve kültür yaklaşımı
“piyasacı ve sanat karşıtı” olarak nitelendirilebilecek mevcut iktidarca yeniden
(!) yapılandırılmak istenen Anayasa taslağında yer almamaktadır.
1. Sanat alanına kamu desteği tüm uygar dünya uygulamalarında olduğu gibi
olmazsa olmaz bir koşuldur.
2. Sanat alanında özerk işleyiş yine tüm uygar dünyada uygulandığı gibi bir
zorunluluktur.
Bu iki temel koşulun biri ya da öteki tek başına yeterli olmadığı gibi, birinin
öne çıkması sakıncalı sonuçlar yaratacaktır: Özerk işleyiş sağlamayan bir
kamu mali desteği sanatsal özgürlük üzerinde baskıya dönüşebilirken, kamu
mali desteğinin bulunmaması da, hem yaratışı yoksullaştırır, hem de piyasaya
bağımlılığı artırır ve daha kesin bir bağımlılık sürecini yaratır. Dolayısıyla kamu
mali desteği ile işleyiş özerkliği ikisi birlikte gerçekleşmek durumunda olan ay-
rılmaz bir bütün niteliğindedir.
103
PANEL-FORUM
ANAYASA VE SANAT
104