Professional Documents
Culture Documents
Mono gölü/Kaliforniya/Amerika
1
GFAJ-1: Halomonadaceae gamma probakteri ailesinden bir bakteri.
2
Bunun yanı sıra biyoloji tarihine geçecek bir açıklama daha yapıldı.
Bu bakteriler kalıtsal moleküllerinde fosfor yerine arseniği
kullanıyorlarmış. Bir canlının özelliklerini aşağıda verilmiş olan molekülün
dizileri saptar ve bu dizilim evrenseldir. Yani elinizde dört ayrı (artı
RNA’da bir eki var) renkte boncuk vardır ve siz bu boncukları değişik
bileşimlerle dizerek çeşitli özellikler ortaya çıkarabilirsiniz.
A: Adenin (pürin), S: Sitozin (pirimidin), T: Timin (pirimidin), G: Guanin (pürin), Beş köşeli kırmızılar
deoksiriboz denen şekerler; en dıştaki beyaz ve siyah topuzlar da fosfat grubudur.
DNA'nın karşılıklı yer alan nükleotitli zincirinde her zaman guaninin karşısına sitozin, timinin karşısına
adenin nükleotiti gelir ve birbirlerine zayıf hidrojen bağları ile bağlanırlar.
Adenin ile timin arasında 2, guanin ile sitozin arasında 3 hidrojen bağı bulunur.
(http://turuncukafa.blogcu.com/dna-ve-rna/4394430)
3
O2) henüz çıkmadığı (bundan yaklaşık 600 milyon yıl önce) dönemde
evrimleşmiş bakterilerde görülür. Bu grubun biyoloji bilimindeki genel
adlandırması Halomonadaceae gamma probakteri ailesi bakterileri olarak
geçer. Serbest oksijenin olmadığı ortamlarda evrimleşen bu bakterilerin
torunlarını ve akrabalarını bugün biz yine serbest oksijenin olmadığı
ortamlarda (kükürtlü, demirli, arsenikli, manganlı, azotlu vd) benzer ya da
kısmen değişmiş olarak bulabiliriz. NASA’lı araştırıcılar, arsenik
bakterilerini bulduk derken aslında yaşayan bir fosil bulmuşlardır.
Son elektron alıcısı glikolizin son ürünü olan pürivik asittir ve ancak
bir basamaklı bir düşüş sağlar. Redoks ya da oksitleme gücü yüksek
olmayan diğer alıcı ortamlarda da, aynen glikolizde olduğu gibi elektron
taşıma sistemine girmeyen enerji elde etme sistemlerinde ,verimlilik oranı
%2.04’de kalır. Çünkü glikolizde net iki ATP elde edilir ve bu da 2 x 7/686
x 100 = %2.04’de kalır.
Bundan 600 milyon yıl önce fotosentetik bakterilerin ortaya çıkışı ile
dünyadaki oksijen miktarı ilk olarak %16’ya çıkar ve bakterilerin bir kısmı
oksijeni, elektronların en son alıcısı olarak kullanmaya başlayınca,
oksijenli solunum yapan bakteriler ve bunların bazılarının büyük
hücrelerin içine girmesi ile de çekirdekli canlıların enerjisini sağlayan
mitokondriler evrimleşir. Mitokondri, sitoplâzmadaki glikolizde bir molekül
glikozun yıkımından ortaya çıkan 2 molekül pürivik asitti alarak, hidrojen
atomlarındaki elektronlarının enerji düzeyini basamak basamak
düşürerek, en son alıcı oksijene aktarır ve bu aktarma sırasında üç yerde
ADP’nin fosfor bağlanarak ATP’ye dönüştürülmesi sağlanır ve sonuçta
bu yıkımdan bir çeşit kül olarak su ile karbon dioksit çıkar.
Burada bir şeyin çok iyi bilinmesi gerekir. Elektron en yüksek enerji
seviyesinden basamak basamak düşürülerek enerji elde edilir demiştik.
Örneğin insanda, elektron, elektro negatifliği (yani elektronu tutma gücü
en düşük olan NADH2’den (elektro negatifliği -0.32) başlar, bu nedenle
NADH2 en başta yer alır, sonra daha güçlü elektron negatifliği olan FAD
(-0.20 E’o) geliyor, sonra Kinonlar (yaklaşık +0.1) sonra sitokrom bc1
geliyor (yaklaşık +0.2), ondan sonra sitokromlar (+0.40) geliyor ve en
sonda da oksijen geliyor (elektro pozitifliği + 0.81). Canlılar dünyasında
kullanılmayan (belki de bulamadıkları için kullanmayı öğrenemediler) N2O
(+1.36) ve florun ise daha da yüksektir ve bunlar redüksiyon
potansiyelleri çok güçlü olanlardır.
Oksijensiz bir ortamda, bizim gibi bir canlı var mıdır sorusunun yanıtı
hayır olacaktır. O zaman akla bir soru daha gelebilir. Pekâlâ,
organizasyon bakımından bizden daha gelişmiş canlı olabilir mi
sorusunun yanıtı: Olabilir. Ancak NO2 ya da florla solursa. Çünkü
periyodik cetvelde oksijenden daha güçlü redoks, oksitleme ya da
indirgeme potansiyeli olan element flordur; yani oksijene göre daha fazla
merdiven basamağı bulundurduğu için daha çok enerji elde edilmesine
olanak sağlar. Bu nedenle her şeyi oksitleyen oksijen florla ya da NO2’yle
aynı ortama getirildiğinde bu sefer oksijenin kendisi indirgenir, yani
oksitlenir. Bu nedenle bileşiklerin hepsinde oksijen eksi değerlikli olarak
14
H2S →So’ye
So→SO4’e,
NO2→NO3’e
NH3→H2O + HNO→HNO3
Fe+2→ F+3
Mn2→ Mn3
16
ortamda fosforun yerine arseniğin girmemesi için bir neden yok gibi
görünmektedir. Eğer siz bu tip canlıları alıp incelerseniz, DNA’sında
arsenik olan bir canlı tanımlarsınız; ancak kalıtsal molekülü arsenik
taşıyan bir canlı bulduk demeniz çok erken bir açıklama olur. Bilimde
bazen bu tip abartmalara rastlanır. Böyle bir molekülün kalıtsal şifreyi
gelecek kuşaklara aktardığına ilişkin bir kanıt bulunduğu açık değil.
Çünkü araştırıcılar, arsenikli DNA’nın yanı sıra fosfatlı DNA’ların da
bulunduğunu bildiriyorlar ve gelişmeleri için ortamda muhakkak fosfatın
olması gerektiğini bildiriyorlar. Bundan şu sonucu çıkarmak mümkün: Her
ne kadar arsenikli DNA’ya rastlanıyorsa da esas kalıtım görevini
üstlenmiş olanlar yine de fosfat taşıyan DNA’dır. Diğerleri bir anlamda
kısırlaştırılmış bireyler gibi sadece günlük yaşamını sürdürmektedir. Çok
büyük bir olasılıkla önümüzdeki günlerde böyle bir sonuca ulaşılacaktır.
Büyük bir olasılıkla kalıtsal materyali arsenik içeren canlı öyküsü masal
olarak bilim tarihine girecektir.
Burada bir şeyin daha bilinmesi gerekiyor. Yaklaşık 3.5 milyar yıldır
sayısız bireyler ve ortamlar üzerinde yap-boz tarzındaki denemeler
canlıların belirli yapıları uyumlu bir şekilde geliştirmesini sağlamıştır.
Canlılar birim tuğlalardan oluşmuş ise, bunu yapanların, taşıyanların,
örenlerin, sıvayanların, kesip biçenlerin de o tuğlaya özelleşmiş
becerilerini geliştirmiş olması gerekiyor. Sizin arsenik girmiş demenizle iş
bitmiyor. Böyle bir molekülü sentezleyen mekanizmanın, çıkan ürünü
taşıyan ve yerini tanıyıp takan aracının ve benzer onlarca biyokimyasal
yolun de birlikte evrimleştiğini söylemiş oluyorsunuz. Biyolojinin temel
işleyişini değiştirecek böyle bir mekanizmanın birkaç kilometrelik bir
18
Sayın Kardeşim
Böyle bir şeyin olma olasılığı var mı, yoksa niye yok? NASA da mı
sansasyona başladı? Eğer böyle bir canlı varsa bu uzay çalışmalarını
nasıl etkileyecektir? Biyoloji bilimini yeniden yazmak mı gerekecektir?
Sorularınızın bir kısmını burada bulabileceğinizi umuyorum.
19
Saygılarımla