You are on page 1of 48

Sessiz Bir Ölüm

SIMONE DE BEAUVOIR
Girme sessiz sessiz bu iyi geceye.
Yanýp yakýlmalý, haykýrmalý yaþlýlar gün karanda
Iþýk sönüp giderken kudurmalý öfkeden...
Dylan Thomas
Kýz kardeþime
24 Ekim 1963 perþembe günü, ikindi üstü saat dörtte, Roma'da,
Minerva otelindeki odamdaydým; ertesi gün uçakla Paris'e
dönecektim, kaðýtlarýmý düzenliyordum, tam o sýrada telefon
çaldý. Bost, Paris'ten telefon ediyordu. Anneniz bir kaza ðeçirdi, dedi.
Bir otomobil çarpýp devirmiþtir kadýný, diye düþündüm. Bastonuna
dayanmýþ, güçlükle, yoldan kaldýrýma çýkmaya uðraþýrken bir araba
çarpmýþtý muhakkak. Banyoda düþmüþ, uyluk boynunu kýrmýþ, dedi Bost. Annemin
oturduðu binada oturuyordu o da. O gece, saat ona doðru Olga ile birlikte
merdivenden çýkarken önlerinden giden üç kiþi, bir kadýnla
iki polis memuru, dikkatlerini çekmiþ. Ýkinci katla üçüncü
kat arasýndaki dairede, diyormuþ kadýn. Bayan de Beauvoir'a
bir þey mi olmuþtu yoksa? Evet. Düþmüþmüþ. Ýki saat boyunca
döþemenin üzerinde sürüne sürüne ilerledikten sonra telefona
ulaþabilmiþ, arkadaþlarýndan Bayan Tardieu'den, kapýyý kýrýp
girmelerini istemiþ. Bost'la Olga, öbürlerinin yanýnda daireye
girmiþler. Annemi, sýrtýnda kýrmýzý, fitilli kadifeden sabahlýðý,
yerde yatar bulmuþlar.
Ayný evde oturan kadýn doktor Lacroix'ya göre uyluk
boynu kýrýlmýþtý: Boucicaut hastanesi ilk yardým servisine kaldýrýlan
annem, geceyi koðuþta geçirmiþti. Ama onu C. kliniðine kaldýrýyorum þimdi, dedi Bost.
En iyi kemik cerrahlarýndan biri, Profesör B. orada. Anneniz orayý
istemedi, masrafý size aðýr gelir diye üzülüyordu. Ama sonunda
kandýrabildim onu.
Zavallý anneceðim! Beþ hafta önce, Moskova'dan dönüþümde, kendisiyle
oturup bir öðle yemeði yemiþtim; her zamanki gibi, pek iyi görünmüyordu.
Bir zamanlar -hem de daha dün gibi bir zamanlar- yaþýndan genç gösterdiði
için övünürdü; ama artýk iþin su götürür yaný yoktu: Yetmiþ yedi yaþýnda,
pek yýpranmýþ, çökmüþ bir kadýndý. Savaþtan sonra baþ gösteren
kalça eklemi rahatsýzlýðý, Aix-les-Bains ýlýcalarýna gittiði,
masajlar yaptýrdýðý halde yýldan yýla kötüleþmiþti: Bir mahalleyi
dolanýp gelmek bir saatini alýyordu. Acý çekiyor, doðru dürüst
uyku uyuyamýyordu, her gün altý tane aspirin yuttuðu halde...
Ýki üç yýldýr, özellikle geçen kýþtan bu yana, gözlerinin altýný
çürümüþ, burnunu incelmiþ, yanaklarýný çökmüþ görüyordum
hep. Hekimi, Doktor D. merak edilecek bir þey yok, diyordu:
Karaciðer bozukluðuydu, barsak tembelliðiydi; birtakým ilaçlar
yazýyor, pekliðe karþý demirhindi reçeli veriyordu. O gün
keyfinin bozuk oluþuna þaþmadým; ama üzüldüðüm, kötü
bir yaz geçirmiþ olmasýydý. Yazlýða çýkýp bir otelde ya da konuk
kabul eden bir manastýrda kalabilirdi. Ama her yýlki gibi,
kendisini, teyze kýzým Jeanne'ýn Meyrignac'a, kýz kardeþimin
de Scharrachbergen'e çaðýracaklarýný bekliyordu. Birtakým
engeller yüzünden ikisi de çaðýramamýþtý onu.
Bomboþ, yaðmurlu bir Paris'te kalmýþtý annem. Ýçim hiç sýkýlmazken
bu kez sýkýldý, dediydi bana. Bereket, görüþmemizden az sonra
kýz kardeþim onu iki haftalýðýna Alsace'da konuk etmiþti. Þimdi
arkadaþlarý yeniden Paris'teydi, ben de dönüyordum: Þu kýrýk
olmasaydý onu muhakkak kendini toparlamýþ bulurdum. Kalbi
sapasaðlam, kan basýncý ðenç bir kadýnýnki kadardý: Baþýna
aðýr bir kaza gelir diye içime korku girmemiþti hiç.
Saat altýya doðru kliniðe telefon ettim. Paris'e döndüðümü
kendisini görmeye geleceðimi söyledim. Bana kararsýz bir sesle
karþýlýk verdi. Profesör B. telefonu elinden alýp konuþtu:
Cumartesi sabahý ameliyat edecekti onu.
Yataðýna yaklaþtýðýmda: Beni iki ay mektupsuz býraktýn!
dedi bana. Nasýl olur? dedim; görüþmüþtük, Roma'dan yazmýþtým kendisine.
Ýnanmýyormuþ gibi dinledi beni. Alný, elleri ateþ içindeydi; hafifçe
çarpýlmýþ aðzýndan güçlükle çýkýyordu sözler; kafasý biraz bulanýk gibiydi.
Geçirdiði sarsýntýnýn etkisi miydi bu? Yoksa ufak bir kalp nöbeti geldiði
için mi düþmüþtü yere? Bir tiki vardý, oldum olasý. (Hayýr, oldum olasý
öyleydi diyemem, ama uzun zamandan beri vardý: Ne zamandan beri
ki?) Gözlerini kýrpýþtýrýyor, kaþlarý kalkýyor, alný kýrýþýyordu.
Ben yanýndayken bu kýpýrdanmasý bir an durmadý. Yalýz, gergin
gözkapaklarýný indirdiði zaman gözbebekleri tamamýyla örtülüyordu.

Asistanlardan Doktor J. annemin yanýna uðradý:


Ameliyat gereksizdi, uyluk kemiði yerinden oynamamýþtý,
üç ay istirahatle kaynayacaktý kendiliðinden. Annemin sýkýntýsý
biraz azalmýþ göründü. Telefona ulaþmak için gösterdiði çabayý,
kaygýsýný; Bost ile Olga'nýn inceliðini biraz karýþýkça anlattý.
Boucicaut'ya sýrtýndaki sabahlýkla getirilmiþti, yanýna bir þey
almamýþtý. Olga, ertesi gün, kendisine giyip çýkaracak bir iki
þey, kolonya, beyaz yünlüden güzel bir hýrka getirmiþti:
Kendisine teþekkür ettiðinde, Olga, Aman Hanýmefendi, diye
karþýlýk vermiþti, sizi seviyoruz, yaparýz tabii. Annem, birkaç
kez, dalgýn, kanmýþ bir halle: Sizi seviyoruz, yaparýz tabii,
dedi diye yineledi.
Bizleri tedirgin etmekten öylesine utanýr, kendisi için yapýlanlar
karþýsýnda öyle ölçüsüz bir iç yükümü duyar bir hali vardý ki! Ýnsanýn
yüreði parçalanýyordu, dedi Olga bana o akþam. Doktor D.'den öfkeyle söz
etti. Doktor Bayan Lacroix'nýn çaðýrýlmýþ olmasýndan alýnmýþ, perþembe günü
Boucicaut'ya uðrayýp annemi görmek istememiþti. Yirmi dakika
kendisine dert anlatmaya çalýþtým telefonda, dedi Olga.
Geçirdiði sarsýntýdan, hastanede sabahlayýþýndan sonra anneniz, kendisine
her zaman bakan doktorun, yüreðine biraz su serpmesini gerekserdi. Adam Nuh
dedi, Peygamber demedi.
Bost'a göre annem bir kalp nöbeti geçirmemiþti: Onu yerden
kaldýrdýðý zaman, biraz þaþkýn bir hali varmýþ ama aklý baþýndaymýþ. Ancak
üç ayda kalkabileceðine Bost'un aklý pek yatmýyordu: Uyluk boynu kýrýðý, tek
baþýna, korkulacak bir þey deðildir; ama uzun süre kýmýldamadan yatmak,
yatalak yaralarýna yol açar, bu yaralar da, yaþlý kimselerde, kapanmak
bilmez. Yatýk durmak akciðerleri yorar: Hastanýn göðsüne kan
yürür, bu da götürür onu. Pek telaþlanmadým. Sakatlanmýþtý
ama saðlamdý annem. Hem, artýk, ölecek yaþa da gelmiþti.
Bost kýzkardeþime de haber vermiþti; onunla telefonda uzun
uzun konuþtum: Bekliyordum zaten böyle bir þey! dedi kardeþim. Alsace'da
annemi öylesine yaþlanmýþ, enezleþmiþ görmüþtü ki Lionel'e: Annem bu kýþý
çýkaramayacak demiþti.
Bir gece annem, karnýnda zorlu sancýlar duymuþtu: Kendisini
hastaneye kaldýrmalarýný istemesine ramak kalmýþtý. Ama o
gecenin sabahý, iyileþmiþti. Alsace'da geçirdiði günlerin büyük
sevinci, kývancý içinde, kendisini arabayla Paris'e getirdikleri
zaman, yeniden güçlenmiþ, keyiflenmiþ bir haldeydi. Bununla
birlikte, ekim ortalarýnda, kazayý geçirmesinden on gün kadar
önce, Francine Diato kýz kardeþime telefon etmiþ: Az önce,
yemekte, annenizin yanýndaydým. Kendisini öyle kötü durumda buldum ki size
haber vermek istedim, demiþ.
Bir bahane uydurarak hemen Paris'e gelmiþ olan
kýz kardeþim annemi bir röntgenciye götürmüþtü. Filmleri inceledikten
sonra, hekimi, kesinlikle þunu söylemiþti: Kaygýlanmanýzý gerektirecek bir
þey yok. Barsaðýnda bir çeþit cep oluþmuþ, boþaltýmý güçleþtiren bir dýþký
cebi... Hem anneniz pek az yemek yiyor; bu, birtakým eksikliklere yol
açabilir; ancak, tehlikeli bir durum yok. Anneme, daha iyi beslenmeye
bakmasýný öðütlemiþ, yeni pek güçlü ilaçlar vermiþti. Poupette bana: Gene
de merak içindeydim dedi. Anneme yalvardým, yanýna bir gece bakýcýsý
alsýn diye. Bir türlü kabul etmedi; tanýmadýðý bir insanýn geceleri evinde
yatmasý düþüncesine ýsýnamýyordu hiç. Poupette'le anlaþtýk; iki hafta sonra,
benim Prag'a hareket etmeyi tasarladýðým sýrada, Paris'e gelecekti.
Ertesi gün annemin aðzý hala çarpýk, konuþmasý hala düzensizdi; sarkýk
gözkapaklarý gözlerini örtüyor, kaþlarý oynayýp
duruyordu. Yirmi yýl önce bisikletten düþerek kýrmýþ olduðu
sað kolu iyi kaynamamýþtý; geçen günkü düþüþü sol kolunu
incitmiþti: Kollarýný ancak kýmýldatabiliyordu. Bereket, büyük
bir titizlikle, özenle bakýlýyordu hastanede. Odasý bir bahçeye
bakýyordu, sokak gürültüsünden uzaktý: Yataðýn yeri deðiþtirilmiþ, pencereye
koþut duvara yanaþtýrýlmýþtý; böylelikle, duvara asýlý duran telefona
kolaylýkla uzanabilecekti. Arkasýna konan yastýklarla, yatmaktan çok
oturuyor gibiydi: Ciðerleri yorulmayacaktý. Elektrikli bir aygýta baðlý
þiþirme þiltesi titreþiyor, bedenine masaj yapýyordu: Böylelikle yatalak
yaralarýnýn oluþumu önlenecekti. Her sabah, devinimle saðaltma
uzmaný bir kadýn, bacaklarýný çalýþtýrýyordu. Bost'un saydýðý
tehlikeler savuþturulmuþa benziyordu. Biraz uykulu sesiyle
annem, oda hizmetçilerinden birinin yemek yemesine yardým
ettiðini, etini kestiðini, yemeklerin pek güzel olduðunu anlattý.
Oysa Boucicaut'da kendisine patatesli sucuk vermiþlerdi!
Sucuk! Düþün bir! Hastalara sucuk! Bir gün öncesine göre
daha konuþkandý. Yerde sürünerek, telefonun kordonunu eline
geçirip aygýtý kendine doðru çekip çekemeyeceðini düþünerek
geçirdiði kaygý dolu iki saati anlatýp duruyordu. Bir gün, Bayan
Marchand'a, -biliyorsun, o da yalnýz baþýna oturuyor- Allahtan
telefon var, demiþtim. O da, iyi ama, ona uzanabilmeniz de
gerek, diye karþýlýk vermiþti. Bilgece bir þey söylercesine annem
bu sözleri üst üste yineledi; sonra þunu uladý: Telefona ulaþamasaydým halim
dumandý.
Kendini iþittirecek kadar seslenebilecek miydi acaba?
Seslenemezdi muhakkak. Sýkýntýsýný, kaygýsýný canlandýrabiliyordum kafamda.
Tanrýya inanýrdý; ama ileri yaþýna, sakatlýklarýna, hastalýklarýna karþýn
yeryüzüne bütün gücüyle tutunuyordu; ölümden hayvanlarýn korktuðu kadar
korkuyordu. Sýk sýk gördüðü bir karabasaný anlatmýþtý kýz kardeþime:
Kovalýyorlar beni, koþuyorum, koþuyorum, bir duvara gelip
çatýyorum; bu duvardan atlayýp aþmam gerek ama arkasýnda
ne var duvarýn, bilmiyorum; korkuyorum. Ona þöyle de
söylemiþti: Beni korkutan ölümün kendi deðil: Sýçrayýþtan
yýlýyorum. Yerde sürünürken, sýçramanýn vakti gelip eriþtiðine
inanmýþtý. Kendisine sordum: Düþtüðünde canýn çok yanmýþ
olacak herhalde... -Hayýr. Hatýrlamýyorum. Caným yanmadý
bile. Demek, kendinden geçmiþ, diye düþündüm. Bir baþ
dönmesi geçirdiðini anýlýyordu; birkaç gün önce, yeni verilmiþ
ilaçlarýndan birini aldýktan sonra, dizlerinin baðý çözülür gibi
olduðunu anlattý arkasýndan; sedirine dar atmýþtý kendini.
Evinden, birçok baþka eþyayla birlikte genç teyze kýzýmýz
Marthe Cordonnier'ye getirttiði þiþelere kuþkuyla baktým. Bu
ilaçlara devam etmeye yetliydi: Uygun olur muydu öyle
yapmasý?
Akþam üzeri Profesör B. onu görmeye geldi, arkasýndan
geçeneðe çýktým: Ýyileþtikten sonra annemin eskisinden farksýz
yürüyebileceðini söyledi: Gündelik yaþayýþýný yeniden sürdürebilecek.
Annemin bir baygýnlýk geçirdiðini düþünmüyor muydu? Hiç de öyle düþünmüyordu.
Barsak rahatsýzlýklarý çektiðini söylediðim zaman þaþýrmýþ göründü.
Boucicaut, bir uyluk boynu kýrýðý bildirmiþti, o da bununla yetinmiþti.
Þimdi annemi bir dahiliyeciye baktýracaktý.
Týpký eskisi gibi yürüyebileceksin, dedim anneme. Yaþayýþýný eskisi gibi
sürdürebileceksin. Ha, dedi, o eve ayaðýmý basmam ben bir daha. Görmek
istemiyorum artýk orasýný. Hiç. Ýki dünya bir araya gelse de!
Oysa bu eviyle öyle gururlanmýþtý ki! Yaþlanan babamýn
merak illetine uðrayýp huysuzluðunun gürültülü çýkýþlarýyla
doldurduðu Rennes caddesindeki evden soðumuþtu. Babamýn
ölümünden sonra -çok geçmeden de büyükannem ölmüþtü- anýlarýný geride
býrakýp uzaklaþmak istemiþti. Yýllarca önce arkadaþlarýndan biri bir
atelyeye taþýnmýþ, bu çað yeniliðine uyuþ karþýsýnda annemin gözleri
kamaþmýþtý. 1942'de, bilinen sebeplerden ötürü, ev bulmak kolaydý; annem
de düþünü gerçekleþtirebildi: Blomet sokaðýnda, açýk çýkmalý, geniþ tek
odalý bir ev tuttu. Karartýlmýþ armut tahtasýndan yapýlý yazý
masasýný, 2. Henri üslubu yemek odasý takýmýný, kocasýyla
yýllarca yatmýþ olduðu karyollayý, kuyruklu piyanoyu sattý;
öbür eþyalarla, eskimiþ kýrmýzý döþeme kadifesinin bir parçasýný
sakladý. Duvarlara kýz kardeþimin tablolarýný astý. Odasýna
bir sedir yerleþtirdi. O zamanlar evin içindeki merdivenden
keyifle inip çýkýyordu. Doðrusu, ben burayý pek iç açýcý bulmuyordum:
Ýkinci katta olduðu için, büyük camlýklarýna karþýn
az ýþýk giriyordu bu daireye. Merdivenin üst baþýndaki gözler
-oda, mutfak, banyo- hep loþ kalýyordu. Merdivenin her basamaðýnýn kendisini
inletmeye baþladýðý zamandan bu yana annem hep buralarda oturuyordu.
Yirmi yýl içinde duvarlar, eþyalar, halý, her þey kirlenmiþ, yýpranmýþtý.
1960 yýlýnda evin sahibi deðiþtiði, evden çýkarýlma tehlikesiyle karþý
karþýya kaldýðýný sandýðý sýrada annem bir dinlenmeevine çekilmeyi
düþünmüþtü. Kendine uygun görünen bir þey bulamamýþtý;
hem evine pek baðlýydý. Kendisini evden çýkarmaya haklarý
olmadýðýný öðrenince Blomet sokaðýnda kalmýþtý. Ama þimdi,
arkadaþlarý, ben, iç açýcý bir dinlenmeevi arayacak, iyileþir
iyileþmez oraya yerleþtirecektik onu: Blomet sokaðýna hiç
dönmeyeceksin artýk, söz veriyorum, dedim kendisine.
Pazar günü, gözleri hala yarý kapalý, belleði uyuþuktu; sözler
aðzýndan aðdalý damlalar halinde dökülüyordu. Büyük iç acýsýný
yeniden betimledi bana. Onu avutan bir þey vardý gene de:
Aþýrý bir deðer biçtiði bu kliniðe getirilmiþ olmasý. Boucicaut'da
kalsaydým beni dün ameliyat ederlerdi! Burasý Paris'in en iyi
kliniðiymiþ, öyle diyorlar. Annem, bir þeyi beðenmenin tadýna,
ayný anda baþka bir þeyi kýnamakla varýrdý ancak; bu yüzden,
komþu bir kuruluþu anýþtýrarak þunu ekliyordu: G. kliniðinden
çok daha iyiymiþ burasý. Ýþittiðime göre G. kliniði hiç mi hiç
iyi deðilmiþ!
Ne zamandýr bu kadar iyi uyumamýþtým, dedi pazartesi
günü. Yüzü normalleþmiþti, sesi açýk seçik çýkýyordu, gözleri
görüyordu. Anýlarý düzene girmiþti. Bayan Doktor Lacroix'ya
çiçek göndermek gerekir. Bu iþi üstüme aldým. Ya polisler?
Onlara da bir þey vermemiz gerekmez mi? Tedirgin ettim onlarý.
Onu caydýrýncaya dek uðraþmam gerekti. Yastýklarýna dayandý,
gözlerimin içine baktý, kararlý bir sesle, -Ne var, biliyor musun?
dedi, ayaklarýmý uzattým, yorganýn boyunu düþünmedim; çok yordum kendimi,
iþim bitmiþ artýk. Yaþlandýðýmý kabul etmeye yanaþmadým bir türlü. Ama
insan her þeyi olduðu gibi görmesini bilmeli; birkaç güne dek
yetmiþ sekiz yaþýmý dolduracaðým, az þey deðil bu. Yaþayýþýmý ona göre
düzenlemeliyim. Yapraðý çevireceðim artýk.
Anneme, hayranlýk duyarak baktým. Uzun zaman, kendini
genç bellemekte ayak diremiþti. Damadýnýn düþüncesizce
söylediði bir söze, günün birinde; gücenlik bir sesle þöyle
karþýlýk vermiþti: Biliyorum, yaþlýyým, yeterince de canýmý
sýkýyor bu durum, ama yaþlýlýðýmýn bana hatýrlatýlmasýný da
istemiyorum. Ansýzýn, üç gün boyunca içinde sürüklendiði
sislerden sýyrýlýyor, uyanýk, kararlý, yetmiþ sekiz yaþýyla yüz
yüze gelecek gücü buluyordu kendinde. Yapraðý çevireceðim
artýk.
Babamýn ölümünden sonra da, þaþýrtýcý bir yürek pekliðiyle
bir yaprak daha çevirmiþti. Bu ölüm karþýsýnda pek yaman bir
acý duymuþtu. Ama geçmiþine saplanýp kalmamýþtý. Yeniden
kavuþtuðu özgürlüðünden yararlanýp, kendine, dileðince bir
yaþayýþ kurmaya çalýþmýþtý. Babam ölürken kendisine bir kuruþ
para býrakmamýþtý. Annem elli dört yaþýndaydý o zaman. Sýnavlara
girmiþ, stajlar yapmýþ. Kýzýlhaç görevlisi olarak kitaplýk
uzman yardýmcýlýðýnda çalýþmasý olanaðýný veren bir belge
almýþtý. Ýþine gitmek için bisiklete binmeyi yeniden öðrenmiþti.
Savaþtan sonra, evinde terzilik yapmayý tasarlýyordu. O sýralar
kendisine yardým edebilecek bir durumdaydým. Ama iþsiz
güçsüz durmak ona uygun gelmiyordu. Artýk, dileðince yaþamaya can
atýyordu, kendine bir yýðýn iþ uydurup duruyordu.
Paris dolaylarýnda bir prevantoryumun kitaplýðý, daha sonra
da mahallesindeki bir katolik derneðinin kitaplýðý ile gönüllü
olarak uðraþmýþtý. Kitaplarý ellemeyi, indirip kaldýrmayý,
kaplamayý, sýnýflandýrmayý, fiþlerini tutmayý, okurlara öðütler
vermeyi seviyordu. Almanca, Ýtalyanca çalýþýyor, Ýngilizcesini
yitirmemeye bakýyordu. Ýyiliksever iþliklerinde nakýþ iþliyor,
yardýmsever satýþlarýna katýlýyor, konferanslara gidiyordu.
Pek çok yeni arkadaþ edinmiþti; babamýn hýrçýnlýðýnýn
uzaklaþtýrdýðý eski ahbaplarla, akrabalarla yeniden görüþüyordu.
Hepsini, keyifle evinde bir araya getiriyordu. En köklü
isteklerinden birini, yolculuða çýkýp gezmek isteðini, sonunda,
gerçekleþtirebilmiþti. Bacaklarýný katýlaþtýran eklem kaynaþmasýna
bütün gücüyle karþý koyuyor, savaþýyordu.
Kýz kardeþimi görmeye, Viyana'ya, Milano'ya gitti. Yazýn Floransa'nýn,
Roma'nýn sokaklarýnda ufak ufak adýmlarla dolaþýyordu. Belçika'nýn,
Hollanda'nýn müzelerini geziyordu. Son zamanlarda, neredeyse kötürümleþmiþ,
dünya kazan o kepçe dolaþmaktan vazgeçmiþti. Ama arkadaþlarý, akrabalarý
kendisini yazlýk evlerine ya da taþraya çaðýrdýklarý zaman engel tanýmýyordu;
kendisini trene bindirmesini kondüktörden istemekten þuncacýk çekinmiyordu.
En büyük sevinci, araba yolculuðu yapmaktý. Kýsa bir süre önce, yeðeninin
kýzý Catherine, geceleyin, onu, iki beygirlik Citroen'iyle Meyrignac'a
götürmüþtü. 450 km.'yi aþan bir yolculuktu bu. Arabadan
indiðinde annem kutudan yeni çýkmýþ gibi tazeymiþ.
Annemin canlýlýðýna hayrandým, yiðitliðine saygý duyuyordum. Niye,
konuþabilecek hale gelir gelmez, kanýmý donduran þeyler söylüyordu þimdi?
Boucicaut'da geçirdiði geceyi anarak: Bilirsin nasýl olduðunu halk
kadýnlarýnýn: Sýzlanýp dururlar dedi bana. Hastanelerdeki hemþireler,
paradan baþka bir þey düþünmezler. Öyle olunca da... Göreneðe
uyularak, soluk alýrcasýna, düþünülmeden, alýþagelindiði üzere
söylenen laflardý bunlar; ama gene de bilinçliydi sözleri; bu
sözlere, sýkýntý duymadan kulak vermek olacak þey deðildi.
Acý çeken gövdesinin gerçekliðiyle, kafasýnýn içini doldurmuþ
ipsiz sapsýz saçmalar arasýndaki karþýtlýktan ötürü içime bir
üzüntü çöküyordu.
Devinimle saðaltma uzmaný yataða yaklaþtý, çarþafý indirdi,
annemin sol bacaðýný yakaladý: Geceliði açýlmýþtý, kýrýþ kýrýþ
buruþuk karnýný, dazlaþmýþ kasýðýný umursamaz bir halle
gösteriyordu annem. Þaþýrmýþ bir halle: Artýk utanmam sýkýlmam kalmadý hiç
dedi. Öyle, doðrusun, dedim. Ama baþýmý çevirip bahçeyi seyre daldým.
Anmemin cinsel örgenini görmek beni allak bullak etmiþti. Benim için, onun
gövdesinden daha az -daha çok- varolan bir gövde daha yoktu. Çocukken o
gövdeyi candan sevmiþ, ergenliðimde, tedirgin bir iðrenme
duymuþtum karþýsýnda; herkeste böyledir bu, bilinir; hem
iðrendirici hem kutsal olmak gibi çifte bir özellik taþýmasýný
düzgülü buluyordum: Bir tabuydu bu. Gene de, duyduðum
hoþnutsuzluðun zorluluðu þaþýrttý beni. Annemin tasasýzca
eremi, bu hoþnutsuzluðu büsbütün artýrýyordu; ömrü boyunca
kendisini baskýsý altýnda tutmuþ olan yasaklardan, buyruklardan
vazgeçiveriyordu; böyle yapmasýný doðru buluyordum.
Yalnýz, gövdeden baþka bir þey olmama yolunda verdiði kararla
ansýzýn eksilen, azalan bu gövde, artýk bir soyuntudan, bir
posttan baþka bir þey deðildi pek: Zavallý, savunmasýz, uz ellerin
tutup yokladýðý, oynattýðý, dirimin ancak alýkça bir durgunlukla
sürüp gider gibi olduðu bir insan çatýsý... Benim gözümde
annem hep varolmuþtu; günün birinde, yakýnda, yok olacaðýný
göreceðim hiç aklýma gelmemiþti. Sonu, doðumu gibi, bir
masal zamanýna karýþýyordu. Kendi kendime, -Ölecek yaþa
geldi.- dediðim zaman, birçok baþka sözler gibi, bomboþ sözler
söylüyormuþum. Þimdi, ilk olarak, onda, ortaya çýkmasý ertelenmiþ
bir ceset görüyordum.
Ertesi sabah, hemþirelerin istemiþ olduklarý gecelikleri satýn
almaya gittim. Kýsa olmalýydý bunlar çünkü uzunlarý, kaba
etlerin altýnda kýrýþýyor, yatalak yaralarýna yol açýyordu. Minik
gecelikler mi istiyorsunuz? Baby-doll gömlekler mi? diye
soruyordu satýcý kýzlar. Genç, þen gövdeler için yapýlmýþ,
renkleri tatlý, köpük köpük, adý kadar deliþmen iç çamaþýrlarýný
yokluyordum. Güzel bir güz günüydü, gök masmaviydi:
Kurþun renkli bir dünyanýn içinden yürüyordum; annemin
uðradýðý kazanýn, beni düþünebileceðimden çok daha fazla
üzdüðünü anladým birden. Nedenini de pek kestiremiyordum.
Kaza, annemi çerçevesinden, rolünden, kendisini içine kapatýp
hapsettiðim donmuþ imgelerden çekip koparmýþtý. Bu yataða
düþmüþ kadýnda annemi buluyor, tanýyordum ama içimde
uyandýrdýðý acýma ile bir çeþit þaþkýnlýk, bana yabancý geliyordu,
tanýyamýyordum onlarý. Sonunda, beyaz benekli, pembe,
uyluk baþýna dek inen gecelikleri almaya karar verdim.
Annemin genel durumunu gözetmekle görevli Doktor T. onu, ben yanýndayken
görmeye geldi. Çok az yemek yiyormuþsunuz, öyle mi? -Bu yaz biraz
sýkýntýlýydým. Yemek yemek içimden gelmiyordu.- Yemek piþirmeye üþeniyor
muydunuz? -Vallahi, güzel güzel aþlar yapýyordum ya kendime, sonradan
elimi bile sürmüyordum.- Ha! demek tembellik deðildi sizinkisi, güzel
güzel aþlar yapýyordunuz kendinize, öyle mi?
Annem dikkatini topladý: Bir kezinde kendime peynirli bir
souffle yaptým, iki kaþýk aldým, tamam. -Anlýyorum, dedi
doktor; gönül indirir gibi gülümsüyordu.
Doktor J., Profesör B., Doktor T.: Ýki dirhem bir çekirdek,
taralý, týmarlý, yücelerden eðiliyorlardý þu saçý daðýnýkça, biraz
yabanýlaþmýþ yaþlý kadýnýn üzerine doðru; efendilerdi bunlar.
Yeni deðildi, tanýyordum bu kof önemliliði: Boynunu ipten
kurtarmak için çýrpýnan bir sanýðýn karþýsýnda aðýr ceza yargýçlarýnýn
takýndýðý önemlilikti bu. -Güzel güzel aþlar yapýyordunuz kendinize, öyle
mi? Annem, güven duyarak, iyi niyetle kendi kendini yoklarken, gülümsemeye
kalkýþmanýn yeri yoktu: Saðlýðýný kurtarmak istiyordu annem. Hem B., ne
hakla: Gündelik yaþayýþýný yeniden sürdürebilecek, demiþti bana? Ölçülerini
reddediyordum onun. Annemin aðzýndan bu seçkinler katýna yaraþýr sözler
çýktýðý zaman öfkeden tüyüm tüsüm dikeliyordu ama bu yataða mýhlanmýþ, felci,
ölümü yanýna yaklaþtýrmamak için didinen, çýrpýnan hasta kadýnla
dayanýþma halindeydim.
Buna karþýlýk, hemþirelere yakýnlýk duyuyordum; hastalarý
için alçaltýcý, kendileri için iðrendirici angaryalarýn yarattýðý
teklifsizlikle hastalarýna baðlý olan hemþirelerin anneme
gösterdikleri ilgi, arkadaþlýða benziyordu hiç deðilse. Genç,
güzel, iþinde yetkili devinimle saðaltma uzmaný Bayan Laurent
annemi yüreklendirmeyi, ona güven vermeyi, onu yatýþtýrmayý
biliyor, bunlarý hiçbir zaman üstünlük taslamadan yapýyordu.
Doktor T., -Yarýn midenizin filmi çekilecek, diye bitirdi
sözünü. Annem telaþlandý: O tatsýzýn tatsýzý, berbat ilacý
yutturacaksýnýz bana o halde. -Caným, o kadar da berbat deðil!- Hah! Hem
de nasýl berbat! Benimle yalnýz kalýnca sýzlandý:
Bilemezsin ne berbat bir þey olduðunu! Öyle pis bir tadý var
ki! -Þimdisin ne berbat bir þey olduðunu! Öyle bir pis tadý var
ki! - Þimdiden düþümne bari. Ama baþka bir þey düþünmek
elinden gelmiyordu. Kliniðe yatalý beri baþlýca tasasý, yiyecekti.
Çocukça kaygýsý gene de þaþýrttý beni. Nice keyifsizliðe, acýya
gýk demeden katlanmýþtý. Tatsýz bir ilaç karþýsýnda duyduðu
korku daha derindeki bir kaygýyý mý gizliyordu? O anda bunun
üzerinde durmadým.
Ertesi gün, mide ile ciðerlerin filminin çekilmesinde herhangi bir
güçlükle karþýlaþýlmadýðý söylendi bana; bir aksaklýk
falan da yoktu. Yüzü dinginleþmiþ, sýrtýnda beyaz benekli
pembe gecelikle Olga'nýn verdiði hýrka, saçý koca bir örgü
halinde toplanmýþ annem, artýk hastaya benzemiyordu. Sol
kolunu yeniden kullanabiliyordu. Yardým gereksinmeden
gazeteyi, kitabýný açabiliyor, telefon almacýný kaldýrabiliyordu.
Çarþamba. Perþembe. Cuma. Cumartesi. Bulmaca çözüyor,
Voltaire'in Aþklarý üzerine bir kitapla Jean de Lery'nin Birezilya
gezisini anlattýðý günlük yazýlarý okuyor, Figaro'yu, France Soir'ý
karýþtýrýyordu. Her sabah onu görmeye gidiyordum; bir
iki saat kalýyordum ancak; yanýnda daha çok kalmamý dilemiyordu;
odasý ziyaretçiyle dolup taþýyordu; ziyaretçi çokluðundan yakýndýðý bile
oluyordu: Bugün beni arayanlar pek çoktu. Oda çiçekle doluydu:
Tavþankulaklarý, açalyalar, güller, manisalaleleri; baþucundaki masanýn
üzerinde yemiþ ezmeleri, çukulata, akide þekeri kutularý yýðýlýyordu.
Soruyordum kendisine: Sýkýlmýyorsun ya? -Daha neler! Hiç sýkýlmýyorum!
Kendisine hizmet edilen, bakýlan, süslenen bir insan haline
gelmenin tadýný duymaya, öðrenmeye baþlýyordu. Eskiden,
bir ayakçaða basarak banyo teknesinin kenarýndan bacaðýný
aþýrmak çetin bir çabayý, çorabýný giymek aðrýlý bir cimnastiði
gerektiriyordu. Þimdi, sabah akþam bir hemþire gövdesini
kolonya ile ovuyor, talkla pudralýyordu. Yemeklerini bir tepside
getiriyorlardý: Beni sinirlendiren bir hemþire var, diyordu
bana; Ne zaman ayrýlmayý düþünüyorsunuz, diye sorup duruyor.
Ben buradan çýkmak istemiyorum ki! Yakýnda bir koltukta
oturabileceði, daha sonra da bir nekahetevine götürüleceði
kendisine söylendiði zaman keyfi kaçýyordu: Oramdan buramdan
çekiþtirecekler, itip kakacaklar. Ama zaman zaman,
geleceðine de ilgi gösteriyordu.
Arkadaþlarýndan biri, Paris'ten bir saat uzaktaki dinlenmeevlerinden söz etmiþti ona:
Kimseler
beni görmeye gelmeyecek, yapayalnýz kalacaðým! demiþti,
mutsuz bir sesle. Ýnandýrmaya çalýþmýþtým kendisini; uzaða,
yalnýzlýk çekeceði bir yere gitmek zorunda kalmayacaktý;
derlediðim adresler listesini göstermiþtim ona. Neuilly'deki
bir pansiyonun bahçesinde oturup güneþte kitap okuduðunu,
örgü ördüðünü seve seve getiriyordu gözünün önüne. Biraz
yerinerek, ama sesine biraz da muziplik katarak: Mahalleli
beni göremeyince üzüm üzüm üzülecek artýk, diyordu bana.
Dernekteki hanýmlar beni çok özleyecek. Bir kezinde; Baþkalarýnýn
derdine koþarak çok ömür geçirdim, demiþti; Artýk yalnýz kendini düþünerek
yaþayan o bencil yaþlý hanýmlardan biri olacaðým. Kendisini tasalandýran bir
þey vardý: Kendi kendime yýkanýp taranamayacak, giyinemeyeceðim. Avutuyordum
onu, bir bakýcý; bir hemþire, bu iþi üzerine alacaktý.
Þimdilik Paris'in en iyi kliniðinin, G. kliniðinden de çok daha
iyi bir kliniðin yataklarýndan birinde, zevk içinde yatýyordu
sere serpe. Yakýndan izliyorlardý durumu. Çekilen röntgen
filmlerinden baþka birçok kez kaný da alýnmýþtý. Her þey yolundaydý,
düzgülüydü. Akþamlarý biraz ateþi çýkýyordu; nedenini bilmek isterdim ya
ben, hemþireler buna hiç önem vermiyor gibi görünüyorlardý.
Dün çok gelen oldu, bayaðý yoruldum dedi pazar günü.
Caný fena sýkkýndý. Her zamanki hemþireleri izinliydi; acemilerden bir
sidik dolu ördeði devirmiþti; yatak sýrýlsýklam olmuþtu, yastýk bile. Sýk
sýk gözlerini yumuyordu, anýlarý birbirine karýþýyordu, Doktor T., Doktor
D.'nin ulaþtýrdýðý filmleri iyi okuyamýyordu; ertesi gün yeniden barsaklarýn
filmi çekilecekti: Baryum oksitli tenkýye yapacaklar bana; insanýn
caný çok yanýyor! dedi; Gene sarsacaklar beni, bir yerden bir
yere itip kakacaklar; ne olur beni kendi halime býraksalar!
Nemli, biraz da soðuk elini sýkýyordum. Þimdiden düþünüp
keyfini kaçýrma. Kaygýlara kapýlma. Kaygýlanmak dokunuyor
sana. Yavaþ yavaþ tasasý daðýldý; ama bir gün öncesine göre
daha halsiz görünüyordu. Birkaç arkadaþý telefon etti, telefona
ben çýktým. Ýyi vallahi! dedim. Ardý kesilmiyor. Ýngiltere
Kraliçesini bile bundan çok þýmartmazlardý herhalde; çiçekler,
mektuplar, kutu kutu þekerler, telefonlar! Seni düþünen amma
da çok insan varmýþ! Yorgun eli elimdeydi; gözlerini açmadý
ama üzgün aðzýnda bir gülümseme ýþýldadý: Þen kadýným da
onun için seviyorlar beni.
Pazartesi günü çok ziyaretçisi gelecekti, benim de iþim vardý.
Ancak salý sabahý gidebildim yanýna. Kapýyý itmemle yerimde
donup kalmam bir oldu. O kadar zayýf olan annem daha da
zayýflamýþ, kuruyup büzülmüþ gibiydi: Çatlak çatlak olmuþ,
kurumuþ, pembemsi bir sarmaþýk dalý gibi... Biraz dalgýn bir
sesle mýrýldandý: -Beni susuz býraktýlar, kuruttular. Röntgen
filminin çekilmesi için akþama dek beklemiþti, yirmi saat
boyunca da bir þey içmesine izin vermemiþlerdi. Baryum oksitli
tenkýye canýný acýtmamýþtý ama susuzlukla kaygý bitirmiþti
onu. Yüzü erimiþti, mutsuzluktan kasýlmýþ kalmýþtý. Ne
gösteriyordu filmler? Hemþireler ürkmüþ bir halle: Onlarý
okumasýný bilmeyiz biz, diye karþýlýk verdiler bana. Doktor
T.'yi görmenin yolunu buldum. Bu kez de filmin gösterdikleri
pek belirli deðildi; T.'ye göre cep falan yoktu ama barsak, bir
gün öncesinden beri iþlemesini engelleyen, sinirsel kökenli
birtakým kasýnmalarla düðümlenmiþti. Gerçi iyimserliðinde
direþkendi annem, bununla birlikte, sinirli, kaygýlý bir insandý:
Tiklerinin nedeni de buydu. Ziyaretçi kabul edemeyecek kadar
bitkin olduðu için, günah çýkaran papazýna, Pere P'ye telefonla
haber verip gelmemesini söylememi istedi. Benimle hemen
hemen konuþmadý; bir kez olsun gülümsemedi.
Giderken, -Yarýn akþama gelirim, dedim. O gece kýz kardeþim
Paris'e gelecek, ertesi sabah kliniðe gidecekti. O akþam dokuzda
telefon çaldý. Profesör B.'ydi telefon eden. Anneniz hanýmefendinin
yanýna bir gececi vermemi kabul eder misiniz?
Durumu iyi deðil. Ancak yarýn akþama gelmeyi düþünüyormuþsunuz, sabahtan
gelmeniz daha iyi olacak sanýrým: Sonunda, ince barsaðý bir urun týkamakta
olduðunu söyledi: Annem kanserdi.
Kanser. Aklýma gelmiþ olmalýydý þimdiye dek. Gözden
kaçacak gibi bile deðildi: Gözlerin çevresindeki o morartýlar,
o zayýflýk... Ama hekimi öyle bir þey düþünmeye hiç yanaþmamýþtý. Hem
iyi bilinen bir þeydir: Analar babalar oðullarýnýn
delirdiðini, çocuklar annelerinin kanser olduðunu en son kabul
eden kimselerdir. Annem bütün ömrü boyunca kanserden
korkmuþ olduðundan böyle bir þeye inanmak bizim için
büsbütün güçleþiyordu. Kýrk yaþýndayken göðsünü bir yere
çarpsa, çýlgýna dönüyor, -Göðüs kanseri olacaðým, diyordu.
Geçen kýþ, arkadaþlarýmdan biri, mide kanseri ameliyatý geçirmiþti:
Bak görürsün, benim de baþýma gelecek, demiþti
annem. Omuz silkmiþtim; kanserle, demirhindi reçeli yenerek
otanan bir barsak tembelliði arasýnda önemli bir ayrým vardýr.
Annemin saplantýsýnýn bir gün gelip doðru çýkabileceði aklýmýzýn
köþesinden geçmiyordu. Bununla birlikte Francine
Diato'nun -sonralarý söyledi bunu bize- aklýna ilk gelen þey
kanser olmuþ: Yüzünün halinden bildim. Hem, diye eklemiþti,
o koku vardý. Her þey aydýnlanýyordu. Annemin Alsace'de
geçirdiði nöbet, urundan ileri geliyordu. Baygýnlýðý, yere
düþmesi hep kanserdendi. Yatakta geçirdiði bu iki hafta, uzun
süredir kendisini bekleyen tehlikenin, barsak týkanmasýnýn,
bir an önce gelip çatmasýna yol açmýþtý.
Anneme birçok kez telefon etmiþ olan Poupette, onun saðlýk
durumunu çok iyi sanýyordu. Annemle benden daha içli dýþlý
olduðu gibi ona benden daha çok baðlýydý. Kliniðe gelip ansýzýn
ölümcül bir hasta yüzüyle karþýlaþmasýna meydan veremezdim.
Trenin varýþ saatinden az sonra Diato'larýn evinde telefonla
aradým onu. Yatýp uyumuþtu bile: Ne acý uyanýþ!
O 6 Kasým çarþamba günü, taþýt, havagazý, elektrik grevi
vardý. Bost'tan gelip arabasýyla beni almasýný istemiþtim. O
gelmeden, profesör B. bana gene telefon etti: Annem bütün
gece kusmuþtu; o günün akþamýna çýkamayacaktý herhalde.
Yollardaki týkanýklýk korktuðum kadar çýkmadý. Saat ona
doðru Poupette'le, 114 sayýlý odanýn kapýsý önünde buluþtuk.
Profesör B.'nin dediklerini yineledim. Poupette de, sabahtan
beri, canlandýrma uzmaný Doktor N.'nin annemle uðraþmakta
olduðunu haber verdi; midesini temizlemek için, burnundan
bir sonda salacaktý þimdi. Poupette, aðlaya aðlaya, -Madem
umut yok, niye iþkence ediyorlar sanki? Býraksýnlar bari, rahat
rahat ölsün, dedi bana. Salonda bekleyen Bost'un yanýna
yolladým onu; Bost, götürüp bir kahve içirdi kýza. Doktor
N. önümden geçti, odaya girecekti, yolunu kestim. Beyaz
gömlekli, baþýnda beyaz bir takke, genç, kapanýk yüzlü bir
adamdý: Niye sonda salacaksýnýz? Madem artýk umut yok niye
iþkence edelim anneme? Bakýþýyla beni ezercesine, -Ne yapmam
gerekiyorsa onu yapýyorum, dedi. Kapýyý itti. Biraz sonra bir
hemþire içeri girmemi söyledi.
Yatak, odanýn ortasýnda, baþucu duvara dayalýydý; eski yerine
getirilmiþti. Solda, annemin koluna takýlý bir serum þiþesi vardý.
Annemin burnundan saydam bir plastik boru çýkýyor, karmaþýk
birtakým aygýtlardan geçerek bir kavanoza ulaþýyordu. Annemin
burun delikleri sýkýk, yüzü daha da kýrýþýktý; gönül yýkýklýðýnýn
uysallýðý vardý bu yüzde. Bir mýrýldanma içinde, sondanýn
kendisini pek tedirgin etmediðini, ancak geceleyin çok acý
çekmiþ olduðunu söyledi. Susamýþtý ama bir þey içmemeliydi;
hemþire bir bardak suyun içinde duran bir pipeti aðzýna
yaklaþtýrýyordu; annem, suyu yutmadan, dudaklarýný ýslatýyordu;
ince tüylerin gölgelediði (çocukluðumda, annemin
hoþnutsuzluk duyduðu, yahut, caný bir þeye sýkýldýðý zamanlarda
gördüðüm üzere kabarmýþ) bu dudaðýn, hem obur hem kendini tutan þu emme
hareketi büyülüyor gibiydi beni.
Sarýmsý birtakým þeylerle dolu kavanozu göstererek Doktor
N., çatýcý bir sesle: -Bunlarý midesinde mi býrakalým istiyordunuz? dedi.
Karþýlýk vermedim. Geçenekte bana döndü: Gün doðarken, ancak dört saatlik
bir ömrü kalmýþtý. Dirilttim onu. Kendisine, Ne için? diye sormak cesaretini
bulamadým.
Uzmanlarýn danýþýmý. Bir hekimle Doktor P. adlý bir cerrahýn,
þiþmiþ karný elleriyle yokladýklarý sýrada, kýz kardeþim yanýmda
duruyor. Annem, parmaklarýnýn altýnda inliyor, baðýrýyor.
Morfin iðnesi. Annem hala inildiyor. Rica ediyoruz: Bir iðne
daha yapýn! Ýtiraz ediyorlar; morfinin fazlasý barsaðý kötürümleþtirebilirmiþ.
Ne umuyorlar o halde? Grev yüzünden elektrikler kesik; aldýklarý kanýn
birazýný, elektrik üretme aygýtý bulunan Amerikan hastanesine yolluyorlar.
Ameliyata giriþmeyi mi düþünüyorlar? Odadan çýkarken cerrah: Olacak
þey deðil, diyor bana hasta pek arýk. Uzaklaþýyor, söylediðini
iþitmiþ olan Bayan Gontrand adýnda yaþlý bir hemþire, atýlýyor
bana doðru: Ameliyat ettirmeyin sakýn! Sonra elini aðzýna
örtüyor: Doktor N. size böyle bir þey söylediðimi iþitecek olsa!..
Kendi annemmiþ gibi söyledim size bunu! Soruyorum kendisine: Ameliyat
yapýlsa ne olur ki? Ama kadýn sustu artýk, soruma karþýlýk vermiyor.
Annem uyuyakalmýþtý; Poupette'e telefon numaralarý býrakarak hastaneden
ayrýldým. Beþe doðru Sartre'ýn evine telefon ettiðinde sesinde umut vardý:
Cerrah ameliyatý denemek istiyor. Kan çözümlemeleri pek yüreklendiriciymiþ;
annem gücünü biraz toplamýþ durumda, kalbi dayanabilecekmiþ.
Hem hastalýðýn kanser olduðu yüzde yüz kesin deðil: Belki
de düpedüz bir peritonit. Öyle bir þeyse, bir umut var demek.
Kabul ediyor musun? -(Ameliyat ettirmeyin sakýn.) Kabul.
Kaçta olacak? -Ýkide burada ol. Anneme ameliyat olacaðý
söylenmeyecek, bir daha film alýnýyor denecek.
-Ameliyat ettirmeyin sakýn.- Bir uzmanýn kararýna, kýz kardeþimin umutlarýna
karþý çýkarýlacak pek dayanýksýz bir kanýt bu. Annem ameliyat masasýndan
bir daha kalkmaz mýydý?
Çözümlerin en kötüsü bu deðildi. Hem bir cerrahýn bu tehlikeyi
göze alacaðýný düþünmüyordum. Annem yakayý kurtaracaktý.
Ameliyat hastalýðýn evrimini hýzlandýracak mýydý? Bayan
Gontrand'ýn söylemek istediði buydu herhalde. Ancak barsak
týkanmasýnýn o günkü durumuyla annem üç gün daha yaþayamazdý; can
çekiþmesinin de dayanýlmaz acýlar içinde olmasýndan fena halde korkuyordum.
Bir saat sonra Poupette telefonda hüngür hüngür aðlýyordu:
Hemen gel. Açmýþlar; kocaman bir ur bulmuþlar, kanser uru...
Sartre benimle birlikte aþaðý indi, taksiyle kliniðe dek götürdü
beni. Korkudan boðazým düðüm düðümdü. Bir erkek hastabakýcý, giriþ salonuyla
ameliyat odasýnýn arasýnda, kýz kardeþimin beklemekte olduðu aralýðý
gösterdi. Poupette o kadar kötü durumdaydý ki kendisi için yatýþtýrýcý bir
ilaç istedim. Anlattýðýna göre hekimler, her günkü halleriyle, film
çekilmeden önce yatýþtýrýcý bir iðne yapýlacaðýný söylemiþler
anneme; Doktar N. bayýltmýþtý onu; bütün bu bayýltma süresince Poupette
annemin elini elinde tutmuþtu; annesinin gövdesi olan bu yaþlý, yýkýk
gövdeyi çýrýlçýplak görmenin kendisine ne büyük bir acý vermiþ olacaðýný
tasarlayabiliyordum. Gözler arkaya doðru kaymýþ, aðzý açýlmýþ.... Bu yüzü
de hiç unutamayacaktý artýk. Annemi ameliyat odasýna götürmüþler, bir süre
sonra Doktor N. dýþarý çýkmýþ: Karnýn içinde iki litre irin varmýþ,
karýnzarý patlakmýþ, kocaman bir ur bulmuþlar, kanserin en kötü çeþidinden...
Cerrah, çýkarýlabilecek her þeyi çýkarmaktaymýþ. Biz beklerken, kýzý
Chantal'la birlikte teyze kýzým Jeanne girdi içeri; Limoges'dan geliyordu;
annemi rahat rahat hasta yataðýnda yatar bulacaðýný sanýyormuþ; Chantal bir
bulmaca kitabý getirmiþti ona. Anneme, uyanýp kendine geldiðinde ne
diyeceðimizi konuþtuk aramýzda.
Kolaydý: Film bir peritonit göstermiþti, hemen ameliyata gidilmesi
kararlaþtýrýlmýþtý.
N., annemin odasýna çýkarýldýðýný haber verdi. Büyük bir
sevinç içindeydi: Bu sabah yarý cansýz yatan annem uzun, aðýr
bir ameliyata pek güzel dayanmýþtý. En yeni anestezi yöntemleri
yüreðin, akciðerlerin, bütün örgenliðin düzgülü iþlemeye
devam etmesini saðlamýþtý. Þüphesiz, gösteriþli bir teknik baþarý
elde etmiþti; sonuçlarýn sorumunu ise, þüphesiz, üzerine almýyordu.
Kýz kardeþim, cerraha: -Annemi ameliyat edin, demiþti; ama kanser çýkarsa,
acý çekmesine meydan býrakmayacaðýnýza söz verin bana. Cerrah söz vermiþti.
Bu sözünün deðeri neydi?
Annem, sýrtüstü, yastýksýz, yüzü mum gibi, burnu incelmiþ,
aðzý açýk, uyuyordu. Kýz kardeþimle bir hemþire baþýnda
bekleyeceklerdi. Evime döndüm, Sartre'la oturup konuþtuk,
Bartok dinledik. Ansýzýn, gecenin onbirinde, handiyse çýðrýndan çýkýp sinir
nöbeti halini alan bir aðlama nöbeti...
Donakaldým. Babam öldüðü zaman gözümden bir damla
yaþ gelmemiþti. Kýz kardeþime: -Annem için öylesi de bir,
böylesi de demiþtim. O geeeye dek bütün üzüntülerimi anlamýþtým: Gücümü
aþtýklarý zaman bile bu üzüntülerde kendimi bulabiliyordum. Bu kez, büyük
acýmý denet altýnda tutamýyordum: Ýçimde benden baþka biri aðlýyordu. O
sabah gördüðüm haliyle, üzerinde okuyabildiklerimle, annemin, aðzýndan söz
açtým Sartre'a: Geri çevrilen bir oburluk, handiyse kölece denecek bir
alçak gönüllülük, umut, gönül darlýðý, kendini açýkça göstermek istemeyen
bir yalnýzlýk -ölümün yanlýzlýðý, yaþayýþýnýn yalnýzlýðý-, bunlar vardý o
aðýzda... Benim aðzýmda beni dinlemiyormuþ artýk; öyle dedi Sartre; yüzümün
üzerine annemin aðzýný yerleþtirmiþ, istemeden, farkýna
varmadan, bütün kýpýrdanýþlarýný benzetliyormuþum. Annemin
bütün kiþiliði, bütün ömrü aðzýmda biçimleniyor, ona duyduðum acýma
içimi paramparça ediyordu.
:::::::::::::
Annemin mutlu bir çocukluk geçirmiþ olduðunu sanmýyorum.
Zaman zaman aklýna gelen bir tek hoþ anýsýný bilirim: Lorraine'nin
köylerinden birinde ninesinin bahçesi; aðacýn dalýndan yenen, sýcacýk, cins
cins erikler. Verdun'de geçirdiði çocukluðu üzerine bana hiçbir þey
anlatmamýþtýr. Bir fotoðrafta, sekiz yaþlarýnda, papatya kýlýðýnda
görmüþümdür onu: Güzel giysiymiþ. Evet, diye karlýþýk vermiþti, ama
yeþil çoraplarýmýn boyasý akmýþtý, renk derime geçmiþti; ancak üç gün sonra
boyayý temizleyebildik. Sesi somurtkandý: Acýlýkla dolu koca
bir geçmiþi anýlýyordu. Kaç kez, annesinin sertliðinden, soðukluðundan
yakýndýydý bana! Ninem, elli yaþýnda, soðuk, hatta kibirli duran, az gülen,
çok dedikodu eden, anneme ancak pek alýþýlagelmiþ çeþidinden bir sevgi
gösteren bir kadýndý; kocasýna baðnazcasýna baðlý olduðu için çocuklarý;
yaþayýþýnda ancak ikincil bir yer tutabilmiþlerdi. Dedemden söz açarken
annem sýk sýk, hýnçla, þöyle demiþti bana: -Gönlünde bir tek
insan vardý onun: Varsa yoksa Lili teyzen... Kendisinden beþ
yaþ küçük sarýþýn, pembe pembe bir kýz olan Lili, ablasýndan
zorlu, silinmek bilmeyen bir kýskançlýk uyandýrmýþtý. Ergenliðe
yaklaþtýðým yýllara dek annem en yüksek anlýk nitelikleriyle
tinsel nitelikleri yakýþtýrýrdý bana: Kendine bir özdeþlik buluyordu
bende; kýz kardeþimi aþaðýlýyor, kýrýyordu: Küçük kardeþti o, sarýþýndý,
pembe pembeydi, farkýna varmadan annem öcünü ondan alýyordu.
Kuþlar Okulu'ndan, kendisine gösterdiði ilgi, verdiði deðerle
öz sevgisini avunduran baþrahibeden, gururla söz açardý.
Sýnýfýnýn bir fotoðrafýný göstermiþti: Ýki rahibe arasýnda, geniþ
bir bahçede oturan altý kýz. Dördü yatýlý öðrenci, karalar giymiþ;
ikisi gündüzlü, ak giysili: Annemle bir arkadaþý. Hepsinde
boyunlarýný bile örten giysiler, uzun eteklikler, aðýrbaþlý topuzlar.
Gözlerinde hiçbir þey okunmuyor. Annem, dört yaný
en sert ilkelerle baðlanmýþ bir halde atýlmýþtý hayata: Taþranýn
gerekli, uygun gördüðü davranýþlar, rahibe okulu öðrencilerinin
ahlak anlayýþý...
Yirmi yaþýndayken, yeniden, duygusal yönden bir baþarýsýzlýkla
karþýlaþmýþ: Tutkun olduðu amcasý oðlu baþka bir amca
kýzýmý yeð tutmuþ: Germaine teyzemi. Bu umut kýrýklýklarýndan kendisinde,
bütün ömrü boyunca, bir alýnganlýk, bir hýnç temeli kaldý.
Babamýn yanýnda açýlmýþ. Kocasýný seviyordu, ona hayrandý;
on yýl boyunca babam da onun bedence isteklerini bütünüyle
karþýlamýþ olsa gerek. Kadýnlara bayýlýyormuþ babam, baþýndan
pek çok serüven geçmiþ; büyük zevk duyarak okuduðu Marcel
Prevost gibi, insanýn, genç karýsýna, sevgililerine ne kadar ateþli
davranýyorsa, o kadar ateþli davranmasý gerektiðini düþünürmüþ.
Üst dudaðýný gölgeleyen o ince tüyleriyle annemin
yüzü, sýcak bir nefis düþkünlüðünü açýða vuruyordu. Anlaþtýklarý
hemen belli oluyordu: Babam annemin kollarýný okþar,
onu pehpehler, sevecenlik dolu basma kalýp laflar ederdi ona.
Gözümün önüne geliyor; bir sabah -altý yedi yaþlarýndayým- geçeneðin
kýrmýzý halýsý üzerinde yalýnayak, sýrtýnda uzun patiska geceliðiyle
annem... Burup býraktýðý saçý ensesine dökülüyordu; kapýsýndan çýktýðýnda bu
odaya gizemsel bir baðla baðlý diye düþündüðüm gülümsemesinin ýþýldayýþý,
þaþýrtmýþtý beni; bu parýl parýl görüntüde, annem dediðim o
saygýdeðer büyük insaný, zar zor tanýyordum.
Ama hiçbir þey, hiçbir zaman, çocukluðumuzu silemez,
unutturamaz. Annemin mutlululuðu da, gölgesiz sürüp gitmedi. Daha balayý
yolculuklarýnda babamýn bencilliði patlak vermiþ; annem Ýtalya göllerini
görmek dilermiþ, oysa yarýþ mevsimi açýlmak üzere olduðu için Nice'de
kalmýþlar. Bu umut kýrýklýðýný sýk sýk hýnç duymadan, ama bir parçacýk
yerinerek anýlardý. Yolculuktan hoþlanýrdý. Gezgin olmak isterdim, derdi.
Gençliðinin en güzel anlarý, Vosges'larla Luxembourg içlerinde
dedemin düzenlediði yaya ya da bisikletli gezintilerdi. Pek
çok düþünden vazgeçmek zorunda kalmýþ annem: Babamýn
istekleri hep kendi isteklerinden önce geliyormuþ. Kendi
arkadaþlarýyla da, babam kocalarýný can sýkýcý bulduðu için,
görüþmez olmuþ.
Babam yalnýz salonlardan, tiyatrolardan
hoþlanýrdý. Annem seve seve giderdi arkasýndan öyle yerlere;
topluluklarda bulunmayý severdi. Ama güzelliði onu kötü
yürekliliðe karþý korumuyordu; taþralýydý, pek açýkgöz deðildi;
adamakýllý Parisli olan bu ortamda, annemin beceriksizliðine
gülümseyenler çýkmýþ. Bu insanlar arasýnda karþýlaþtýðý birtakým
kadýnlarýn, babamla iliþkileri olmuþtu: Fýsýltýlarý, dalavereleri
getirebiliyorum gözümün önüne. Babam, parýltýlý, güzel bir kadýn olan,
arada sýrada kocasýyla bize gelen son sevgilisinin fotoðrafýný yazý
masasýnda saklýyordu. Otuz yýl sonra bir gün, gülerek, anneme -Resmi
ortadan kaldýrdýn, demiþti. Annem bunu yadsýdý ama onu kandýramadý. Muhakkak
olan, annemin daha balayýnda, gerek sevgisinde gerek gururunda acý
çektiðidir: Zorlu, her yanýyla tutarlý bir kiþiliði
olduðu için aldýðý yaralar güç onuyordu.
Sonra dedem iflas etmiþ. Annem bu durumun o kadar onur
kýrýcý olduðunu sanmýþ ki; Verdun'deki bütün arkadaþlarýyla
arayý açmýþ, görüþmez olmuþ. Babama verilecek olan drahoma
verilmemiþ. Bundan ötürü babamýn kendisine kýzgýn olmamasýný,
annem, yüce gönüllülük saymýþ, ömrü boyunca kocasýnýn karþýsýnda kendini
suçlu görmüþ.
Ne olursa olsun: Baþarýlý bir evlilik, kendisine candan baðlý
iki kýz, az çok hali vakti yerinde olmak, savaþ sonuna dek
annemin halinden yanýkmasýna meydan býrakmadý. Sevecen,
þen bir insandý, gülümseyiþi içime kývanç salýyordu.
Babamýn durumu deðiþip yarý yoksul bir hale düþtüðümüzde
annem evi yardýmcýsýz çekip çevirmeye karar verdi. Ne yazýk
ki ev iþleri kendisini bunaltýyordu, kendini bu iþlere vermekle
kiþiliðine yakýþmayan bir þey yaptýðý düþüncesine kapýlýyordu.
Babam için, bizler için, kendini þuncacýk düþünmeksizin, her
türlü þeyi yapabilirdi. Ama hiç kimse, içinde bir acýlýk duymadan,
-Kendimi feda ediyorum, diyemez. Annemin çeliþikliklerinden biri, bir
yandan öz esirgemezliðinin büyüklüðüne inanýrken, bir yandan da, kendisini
üzen, sýkan þeylerden tiksinmemesini olanaksýz kýlacak ölçüde zorlayýcý
eðilimleri, iðrentileri, istekleri olmasýydý. Kendi kendine
uyguladýðý baskýlarla yoksunluklara karþý, durmadan baþ
kaldýrýyordu.
Yirmi yýl sonra aklýnýn yattýðý çözüm yolunu baþýndan beri
kabul etmesine önyargýlarýn engel olmuþ olmasý, üzülünecek
þey, doðrusu. Bu, çözüm yolu, dýþarýda çalýþmaktý. Direþken,
iþine çok özen gösteren; belliði kuvvetli bir insandý; bir kitaplýkta
görev alýr, katibe olurdu: Kendi gözünde deðeri
yükselir, kendini küçülmüþ duymazdý. Özel iliþkileri olacaktý
o zaman. Geleneðin kendisine doðalmýþ gibi kabul ettirdiði
ama yaradýlýþýna hiç de uymayan bir baðýmlýlýktan kaçmýþ
olacaktý böylece. O zaman, katlanmak zorunda kaldýðý yoksunluða
daha bir güçle dayanýrdý herhalde.
Babamý kýnamýyorum. Erkekte alýþkanlýðýn isteði öldürdüðü
iyi bilinen bir þeydir. Annem ilk tazeliðini yitirmiþti, babam
da ateþliliðini. Bu ateþini uyandýrmak için Versailles kahvesinin
meslekten kadýnlarýna ya da Sphinx'in sermayelerine baþvuruyordu.
Onbeþ ile yirmi yaþlarým arasýnda kaç kez, sabahýn
sekizinde, içki kokarak eve döndüðünü, sýkýntýlý bir halle briç
ya da poker hikayeleri anlattýðýný gördüm! Annem aðlayýp
sýzlanmaksýzýn karþýlardý onu; tedirgin edici gerçeklerden
kaçmaya o kadar alýþýktý ki, kimbilir, babamýn anlattýklarýna
inanýyordu belki de.
Ancak, babamýn ilgisizlik göstermesini,
soðuk davranmasýný hoþ karþýlamazdý. Burjuva evliliðin doðaya
aykýrý bir kurum olduðuna kanmam için, annemin durmuna
bakmam, onu görmem, yetebilirdi. Parmaðýna geçirdiði niþan
halkasý kendisine zevki tatma hakkýný vermiþti; nefsi çok þey
istemeyi öðrenmiþti; otuz beþ yaþýnda, olgunluk çaðýnda, bu
isteklerini doyurmasýna artýk meydan verilmiyordu. Sevdiði,
ama kendisiyle artýk hemen hemen hiç seviþmeyen erkeðin
yanýnda uyumaya devam ediyordu: Umuyor, bekliyor, yanýp
tükeniyordu, ama hepsi boþ yereydi bunlarýn. Tam bir perhiz,
bu çeþit bir yakýnlýktan herhalde daha az zedelerdi gururunu.
Huyunun deðiþip bozulmasýna þaþmýyorum: Tokatlar, baðýrýp
çaðýrmalar, çekiþme sahneleri (hem yalnýz kendi aramýzda
deðil, konuklarýn yanýnda bile) sýk sýk görülür oldu. Babam
Françoise'in huyu berbat mý berbat, diyordu. Annem -Kolayca
öfkelendiðini kabul ediyordu. Ama bir takým insanlarýn
Françoise öyle kötümser ki!, ya da, Françoise'in sinirleri fena
halde bozulmuþ, dediklerini iþittiði zaman çok kýrýlýyor, çok
üzülüyordu.
Gençti daha, süslenip püslenmeyi pek seviyordu. Yanýmda
ablammýþ gibi durduðu söylendiði zaman yüzü ýþýyordu.
Babamýn, viyolonsel çalan, piyonada annemin eþlik ettiði amca
oðullarýndan biri, ona pek saygýlý bir biçimde ilgi gösteriyordu:
Bu adam evlendiði zaman annem karýsýndan tiksindi. Gerek
cinsel, gerek toplum içindeki yaþayýþý bozulduðu zaman, özenli
giyinme'nin zorunlu olduðu pek önemli haller dýþýnda annem
üstüne baþýna özenmez oldu: Bir tatil dönüþümüzü anýlarým;
bizi istasyonda bekliyordu, baþýnda güzel bir kadife þapka,
bir tül peçe vardý, yüzüne biraz pudra sürmüþtü. Kýz kardeþim,
hayranlýkla: Anneciðim, þýk hanýmlara benzemiþsin! diye
haykýrmýþtý. Annem artýk zarifliðe özenmediði için herhangi
bir art düþünceye kapýlmadan gülmüþtü.
Rahibe okulunda bedeni aþaðsamasý öðretilmiþti kendisine; bu aþaðsamayý,
gerek kýzlarý gerek kendi için, saðlýða önem vermemeye dek vardýrýyordu.
Bununla birlikte -çeliþmelerinden biri de buydu- hoþa gitme hevesinden
vazgeçmemiþti hala; pohpohlanmak gönlünü okþuyordu; bu pohpohlara cilveli
bir halle karþýlýk veriyordu. Babamýn arkadaþlarýndan biri (kendi hesabýna
yayýmlattýðý) bir kitabý, içine -Yaþayýþýna hayran olduðum
Françoise de Beauvoir'a- diye yazarak armaðan ettiði zaman
kurum kurum kurumlanmýþtý. Bir garip övgüydü bu: Kendisini
hayran kazanmaktan yoksun kýlan bir silik davranýþla, hayran
olunacak bir kadýn haline geliyordu.
Beden hazlarýndan kesilmiþ, kendini sivriltmenin hoþnutluðuna eremeyen,
canýný sýkan, kendisini utandýran angaryalarýn kölesi olmuþ bu gururlu, dik
kafalý kadýnýn, olacaða boyun eðecek bir yaradýlýþý yoktu. Öfke nöbetleri
arasýnda durmadan þarký söyler, þakalar yapar, gevezelik eder, gönlünün
mýrýldanýþlarýný gürültüye boðardý. Babamýn ölümünden sonra
Germaine teyzem, söz arasýnda: -Kusursuz bir koca deðildi,
diyecek olduydu da annem onu fena terslemiþ: -Bana her zaman
büyük bir mutluluk vermesini bildi o, demiþti. Kendi kendine,
bunun böyle olduðunu hep söylemiþ, öyle olduðuna kendini
inandýrmýþtýr muhakkak. Gene de, bu iðreti iyimserlik, susuzluðunu
gidermeye yetmiyordu. Karþýsýna çýkan tek kurtuluþ
yoluna atmýþtý kendini: Yükümünü taþýdýðý genç dirimlerle
beslenme yoluna... Hiç deðilse ben, hiçbir zaman bencil olmadým;
baþkalarý için yaþadým, dediydi bana sonralarý. Evet
baþkalarý için, ama ayný zamanda baþkalarýndan da beslenerek...
Her þeyi yalnýz kendine isteyen, herkese egemen olmak dileyen
bir kadýndý; elinden gelse, bizleri, tümümüzle, avucunun içinde
tutmak isterdi. Ama dertlerine bulduðu bu em kendisine gerekli
hale geldiði sýralarda biz de erkinliði, yalnýz baþýna kalabilmeyi
diler olmuþtuk. Birtakým çatýþmalar için için iþledi, patlak verdi;
annemin dengesini yeniden bulmasýna yardým etmedi bunlar.
Bununla birlikte en güçlümüz oydu; onun dediði oluyordu.
Evde, bütün kapýlarýn açýk býrakýlmasý gerekti; gözlerinin
önünde çalýþmalýydým, üstelik, oturduðu odada. Geceleri, kýz
kardeþimle birlikte, yataklarýmýzda karþý karþýya gevezelik
ettiðimiz zaman, içini merak kemirerek kulaðýný duvara yapýþtýrýr,
seslenirdi bize: -Susun artýk! Yüzme öðrenmemizi hiç
istemedi, babamýn bizlere bisiklet almasýna engel oldu: Paylaþmayacaðý
bu zevkler, bize, ondan kaçýp kurtulma olanaðýný
verecekti. Bütün eðlencelerimize karþýmak istemesi, kendinin
pek az eðlencesi olmasýndan ileri gelmiyordu yalnýz: Kökleri
herhalde kendi çocukluðunda bulunan birtakým sebeplerden
ötürü, bir topluluðun dýþýna çýkarýldýðýný duymaya katlanamýyordu.
Ýstenmediðini bildiði zamanlar bile, kendini zorla
kabul ettirmekten çekinmezdi. La Grilere'de, bir gece, amca
çoçuklarýmýzýn arkadaþlarý birtakým oðlanlar kýzlar, mutfakta
toplanmýþtýk: Fener ýþýðýnda az önce tuttuðumuz yengeçleri
piþiriyorduk. Annem ansýzýn ortaya çýktý; tek ergin kiþiydi
aramýzda: -Sizinle birlikte yemek yemeðe hakkým vardýr elbette.
Coþkunluðumuz sönmüþ gitmiþti, dondurmuþtu bizi; ama
yanýmýzda kaldý. Daha sonralarý amcam oðlu Jacques, kýz
kardeþimle bana, Güz Sergisi'nin kapýsý önünde buluþmak
üzere söz vermiþti; annem de geldi bizimle birlikte; çocuk
görünmedi o gün. Ertesi gün: -Anneni gördüm, durmadým,
gittim, dediydi bana. Yanýmýzda bulunduðu zaman varlýðý
kendini belli ediyordu. Arkadaþlarýmýzý aðýrladýðýmýz zamanlar
-Sizinle ikindi kahvaltýsý etmeye hakkým vardýr elbette-
konuþmalarý tekeline alýrdý.
Viyana'da, Milano'da, az çok resmi akþam yemeklerinde annemin sözü
baþkalarýna býrakmamakta gösterdiði kendine güven, kýz kardeþimi birçok kez
büyük üzüntülere salmýþ. Bu can sýkýcý, olur olmaz araya giriþleri,
bu kendine önem verdirme nöbetleri, annem için öç almanýn
bir biçimiydi: Kendini kabul ettirme fýrsatýný bulmazdý sýk sýk.
Pek az kimse ile görüþüyordu; babam yanýnda olduðu zamanlar
ise, gösteriþi o yapardý. Bizi kýzdýran -Hakkým vardýr elbette!
cümlesi, gerçekte, kendine güven duymaktan yana içindeki
eksikliðin tanýtýydý. Sýrasýnda kendini ne yapsa tutamayan,
cadalozlaþan annem, ölçülülüðü alçakgönüllülüðe vardýrýrdý
soðukkanlý davrandýðý zamanlar. Ýncir çekirdeði doldurmayacak
þeyler yüzünden babamla çekiþir dururdu; ama ondan
para istemekten çekinir, kendine hiç harcamaz, bizim içinse
elden geldiðince az harcardý; babamýn her akþamýný dýþarýda
geçirmesine, pazarlarý sokaða yalnýz baþýna çýkmasýna bir þey
demiyordu.
Babamýn ölümünden sonra, herþeyini bizden
bekler duruma geldiðinde, bizim karþýmýzda da ayný titizliði
gösterirdi: Bizi tedirgin etmemeye çalýþtý. Ýyiliðimizi bekler
olduðu, iyilik borçlusu durumuna geçtiði için duygularýný
bize göstermek üzere baþka bir yol kalmýyordu karþýsýnda;
oysa eskiden, bize gösterdiði özen, bakým, bizi baský altýnda
tutmasýný -kendi görüþüne göre- haklý kýlýyor, temize çýkarýyordu.
Bize beslediði sevgi hem derin hem de kýskanç bir sevgiydi;
bu sevginin bizde yarattýðý acý çekiþme, kendi iç çatýþmalarýný
yansýtýyordu. Pek kolay incinen bir insan olduðu için -bir
sitemi, bir yergiyi, yirmi yýl, kýrk yýl, gevip durabilirdi- gönlündeki
yaygýn hýnç, sataþkan davranýþlarla açýða vururdu
kendini: Hoyratça açýksözlülükle, aðýr alaylarla... Bize karþý,
sadýk olmaktan çok düþüncesizce yapýlmýþ sayýlacak kötü
davranýþlarda bulunurdu sýk sýk: Ýstediði, mutsuzluðumuz
deðil, kendi gücünü kendi gözünde tanýtlamaktý. Tatilimi
Zaza'larýn evinde geçirirken kýz kardeþim bana mektup yazmýþtý;
yeni yetme bir kýzýn deyiþiyle, gönlünden, ruhundan,
çözmek zorunda kaldýðý sorunlardan söz açýyordu; mektubuna
karþýlýk yazdým. Annem mektubumu açmýþ, Poupette'in
önünde yüksek sesle okumuþ, kýzýn bana açtýðý sýrlara kahkahayla
gülmüþ. Öfkeden kaskatý kesilen Pouperte, onu
aþaðsayýcý bakýþlarýyla ezmiþ, annemi hiçbir zaman baðýþlamayacaðýna
ant içmiþ. Annem hýçkýra hýçkýra aðlamýþ; sonra bana mektup yazarak
kendilerini barýþtýrmam için yalvardý: Ben de istediðini yaptým.
Özellikle, kýz kardeþim üzerindeki erkini berkitmeye bakýyor,
aramýzdaki arkadaþlýktan gocunuyordu. Din inancýmý
yitirdiðimi öðrendiði zaman, kardeþime taþkýn bir öfkeyle
baðýrmýþ: -Seni onun etkisine karþý savunacaðým. Koruyacaðým
seni! O yaz tatilinde baþ baþa kalmamýzý yasak etti: Biz gizlice
kestanelikte buluþuyorduk. Bu kýskançlýk, annemi ömrü
boyunca kývrandýrdý; biz de, buluþmalarýmýzýn çoðunu
kendisinden gizli tutma alýþkanlýðýmýzý sonuna dek sürdürdük.
Ama çoðu zaman da sevgisinin sýcaklýðý içimize tatlý bir
heyecan salardý. On yedi yaþlarýndayken Poupette, babamla,
en iyi arkadaþý saydýðý -Adrien amca'nýn biribirlerine darýlmalarýna,
istemeyerek yol açmýþtý; o günden sonra kýzýyla aylar
boyunca konuþmayan babama karþý kýz kardeþimi bütün yamanlýðýyla
savunmuþtu annem. Daha sonra, ekmek getirecek
iþler yapmak uðruna resim anýklýðýndan vazgeçmediði, evde
yiyip içip yattýðý için, kýz kardeþime kýrýlan, hep sýzlanan babam,
ona metelik koklatmýyor, ancak aç kalmayacaðý ölçüde besliyordu onu.
Annemse kardeþimi savunuyor, ona yardým etmek için elinden geleni
esirgemiyordu. Babamýn ölümünden sonra bir kýz arkadaþýmla birlikte
yolculuða çýkmam için nasýl bir gönül hoþluðuyla beni isteklendirdiðini
unutmadým, kendi hesabýma; oysa bir tek iç çekiþiyle beni gitmekten
vazgeçirebilirdi.
Baþkalarýyla iliþkilerini beceriksizliðinden bozuyordu: Kýz
kardeþimi benden uzaklaþtýrmak için gösterdiði çabadan daha
acýnacak bir þey olamazdý. Amca oðlumuz Jacques, Rennes
sokaðýndaki evimize daha seyrek gelmeye baþladýðý zaman
-babasýna beslemiþ olduðu sevginin birazýný annem ona yönelttiði
için- her kezinde, kendinin güler yüzlü sandýðý ama
Jacques'ýn kýzdýrýcý bulduðu birtakým yakýnmalar, söylenmelerle
karþýlýyordu onu: Çocuk, bize geliþlerini gitgide
seyrekleþtiriyordu. Ninemin evine yerleþtiðim zaman annem
aðlamaklý oldu ama bir acýndýrma sahnesi baþlatmaya bile
kalkmayýþýna, doðrusu ya, çok sevindim: Böyle sahnelerden
hep kaçýnmýþtýr annem. Gene de, o yýl, ne zaman eve yemeðe
gelsem, ailemi önemsemediðim yollu homur homur söylenirdi;
oysa gerçekte, onlara sýk sýk gitmekteydim. Bir þey sormasýna,
bir þey istemesine, gururu, ilkeleri engel oluyordu; sonra da
kendisine pek az þey veriliyor diye yakýnýyor, sýzlanýyordu.
Karþýlaþtýðý güçlüklerden kimseye söz açamazdý, kendine
bile. Ne içini açýklýk, aydýnlýk içinde, olduðu gibi görmeye
alýþtýrýlmýþtý, ne de herhangi bir iþte kendi yargýlama gücünü
kullanmaya. Yetkili kiþilerin gölgesine sýðýnmasý gerekiyordu:
Ne var ki, saygý duyduðu bu yetkili kiþilerin görüþleri uzlaþmazdý; Kuþlar
Okulu'nun baþrahibesi ile babam arasýnda
herhangi bir ortak nokta yoktu. Bu karþýtlýðý, ben, düþüncelerimin
oluþmasý sýrasýnda yaþadým, düþüncelerim oluþup
oturduktan sonra deðil; çocukluðumun ilk yýllarýnda kazandýðým
bir kendime güvenim vardý benim, annem bundan
yoksundu; sonradan benim girdiðim yol, karþý durma, karþý
durum takýnma yolu, ona kapalýydý. O, tersine, baþkalarý ne
diyorsa onlar gibi düþünmek yolunu tuttu: Son söz alan, son
konuþan kimse, o haklýydý. Çok okurdu; ama saðlam bir belleði
olduðu halde, hemen her okuduðunu unuturdu: Kesin bir
bilgi, kesilip atýlmýþ bir düþünce, bir kanýþ, ileride, durumun,
kendisine kabul etmek zorunda býrakabileceði yüzseksen
derecelik dönüþleri, deðiþmeleri, olanaksýz kýlardý.
Babamýn ölümünden sonra bile bu sakýntýyý elden býrakmadý. O zaman,
görüþtüðü kimseler düþüncelerine daha da uyan insanlar oldu.
Bütüncü'lere karþý aydýn katoliklerden yanaydý. Bununla
birlikte ahbaplýk ettiði kiþiler arasýnda görüþ ayrýlýklarý vardý.
Ayrýca, yaþayýþýmý yanlýþ bir yola sürmüþtüm ama birçok
konuda düþüncelerim onun için önemliydi: Kýz kardeþimin
de, Lionel'in de... Bize akýlsýz görünmek'ten pek korkardý.
Böylelikle, kafasýndaki sisleri daðýtmadan sürdürdü, hiçbir
þeye þaþmadan, her þeye evet diyerek yaþadý. Son yýllarýnda
bir çeþit tutarlýða eriþmiþti; ama duygusal yaþamýnýn en acýlý
döneminde bu yaþamý ussallaþtýrmak için ne öðretisi, ne kavarmalarý,
ne de sözler vardý elinin altýnda. Ürküntülü tedirginliði bundan ileri
geliyordu iþte.
Kendine aykýrý þeyler düþünmenin verimli olduðu sýk sýk
görülmüþtür; ama annemin hali bambaþkaydý: Onun yaþayýþý,
kendisine aykýrý düþüyordu. Ýçi istek doluydu ama bütün
gücünü bu istekleri bastýrmaya harcamýþ, bu yadsýmaya öfkeyle
katlanmýþtý. Çocukluðunda, bedeni, gönlü, kafasý ilkelerle
yasaklardan örülü bir koþumun içine sýkýþtýrýlmýþtý. Kolanlarýný,
kendi eliyle çekip iyice sýkmasý belletilmiþti ona. Kanlý
canlý, ateþli bir kadýnýn varlýðý sürüp gidiyordu içinde: Ama
eciþ bücüþ, sakatlanmýþ, kendine yabancý kesilmiþ bir varlýktý
bu.
:::::::::::::
Uyanýr uyanmaz, kýz kardeþime telefon ettim. Annem geceleyin
kendine gelmiþ; ameliyat edildiðini biliyormuþ, buna þaþmýþ
bir hali yokmuþ pek. Bir taksi çevirdim. Ayný yol, ayný ýlýk,
mavi güz, ayný klinik... Ama þimdi baþka bir öyküye giriyordum:
Nekahat yerine, bir can çekiþme öyküsüne... Daha
önceleri buraya dümdüz, yansýz saatler geçirmeye geliyordum;
ilgisizlik içinde geçiyordum salondan. Kapalý kapýlarýn ardýnda
ürkünç olaylar olup bitiyordu: Hiçbirinin kokusu çýkmýyordu
ama. Bundan böyle, bu ürkünç olaylardan biri de, benim
baþýmdan geçecekti. Merdivenden, elimden geldiðince hýzlý,
elimden geldiðince yavaþ çýktým. Þimdi kapýya bir yazý asmýþlardý:
Ziyaretçi Kabul Edilmez, diye. Odanýn düzeni deðiþmiþti. Yatak, bir gün
önceki gibi, iki yaný açýk duruyordu.
Þekerler dolaplara sýralanmýþtý, kitaplar da. Köþedeki geniþ
masanýn üzerinde artýk çiçek yok, þiþeler, cam balonlar, deneykaplar
vardý. Annem uyuyordu, burnunda sonda yoktu, yüzüne bakmak eskisi kadar
üzücü olmuyordu; ama yataðýn altýnda mideye; barsaða baðlanmýþ kavanozlar,
borular göze çarpýyordu. Sol koluna bir serum þiþesi takýlýydý. Artýk tek
bir giysi yoktu sýrtýnda: Hýrka, çýplak göðsü ile omuzlarýnýn üzerine
örtü gibi yayýlmýþtý. Sahneye yeni bir kiþi çýkmýþtý: Özel bir
hemþire, bir Ingres portresi kadar sevimli bayan Leblon; saçýný
mavi bir baþlýðýn altýna toplamýþtý, ayaklarý ak kumaþlara
sarýlýydý; serum þiþesini gözetiyor, içindeki plazmayý eritmek
için bir cam balonu sallýyordu. Kýz kardeþim, doktorlarýn
söylediðine göre, ölümün birkaç haftalýðýna, belki de birkaç
aylýðýna ertelenmiþ olabileceðini anlattý. Profesör B.'ye sormuþ
kardeþim: -Hastalýk baþka bir yerine kol attýðý zaman anneme
ne söyleyeceðiz? -Merak etmeyin. Bir þeyler buluruz. Bir þeyler
her zaman bulunur. Hasta da her zaman inanýr size.
Öðleden sonra, annemin gözleri açýktý; konuþuyor, söyledikleri ancak
anlaþýlabiliyordu ama aklý baþýndaydý. Gördün mü? dedim, -Bacaðýný kýrarsýn,
seni apandisitten ameliyat ederler! Bir parmaðýný kaldýrdý, biraz da gurur
duyarak: Apandisit deðil. Pe-ri-to-nit, diye fýsýldadý. Þu sözleri ekledi:
Bereket versin... burada olmam... -Benim burada olduðuma
mý seviniyorsun?- Hayýr kendimin... Hastalýðý peritonitti!
Onu kurtaran da bu klinikte yatmasýydý! Aldatmaca baþlýyordu.
Ne iyi artýk bu sondayý taþýmamak! O kadar iyi ki! Bir gün
önce karnýný þiþiren pislikler boþaltýldýðý için artýk acý çekmiyordu. Ýki
kýzý da baþucunda bekleyince kendini güvenlik
içinde sanýyordu. Doktor N. ile Doktor P. içeri girdiði zaman,
gözlerini yeniden kapamadan önce, hoþnut bir sesle: Beni
yüzüstü býrakmadýlar, dedi. Yorumlar yaptýlar aralarýnda:
Ýnanýlýr gibi deðil, ne kadar da çabuk toparlanmýþ! Müthiþ
bir þey! Öyleydi de. Kan verilmiþ, damardan damla damla besin
aktarýlmýþtý birkaç kez; annemin yüzüne renk gelmiþ, saðlýklý
bir hal almýþtý. Bir gün önce bu yataða serilmiþ yatan, acýlar
içindeki zavallý nesne gitmiþ, bir kadýn gelmiþti yerine.
Anneme, Chantal'in getirdiði bulmaca kitabýný gösterdim.
Hemþireye dönerek mýrýldandý: Kocaman bir Larousse
sözlüðüm var, yenisi; bulmaca çözmek için aldýmdý kendime.
Bu sözlük, son sevinçlerinden biri olmuþtu; almadan önce
uzun uzun sözünü etmiþti bana; ne zaman o sözlüðe baþvursam,
yüzü aydýnlanýrdý. Getiririz onu sana, dedim.
Getirin ya. Yeni Oidipus'u da getirin, ikisine de bakarým...
Soluk verirken güçlükle çýkarabildiði sözleri dudaklarýndan
devþirmek zorunda kalýyorduk; bu sözlerin anlaþýlmasýndaki
güçlük, onlarý bir Tanrý yanýtý gibi, þaþýrtýcý kýlýyordu. Anýlarý,
istekleri, tasalarý, zaman dýþýnda dalgalanýyor; çocuksu sesi,
ölümünün bugüne yarýna beklenmesi, onlarý gerçek dýþý,
insanýn yüreðine iþleyen düþler haline sokuyordu.
Çok uyudu; arada bir pipetten birkaç damla su emiyor,
hemþirenin aðzýna bastýrdýðý kaðýt peçetelere tükürüyordu.
Akþam üzeri öksürmeye baþladý; onu yoklamaya gelmiþ olan
Bayan Laurent, sýrtýný doðrulttu, masaj yaptý, balgam çýkarmasýna
yardým etti. O zaman annem ona dönüp candan gülümsedi: Dört günden beri
ilk gülümseyiþiydi bu.
Poupette, geceleri klinikte kalmaya karar vermiþti: -Babamýn,
ninemin öldüðünü gördün sen; ben o zamanlar uzaklardaydým
dedi bana, annemi ben alýyorum üstüme. Hem, yanýnda kalmak
da istiyorum. Kabul ettim. Annem þaþtý: Niye burada kalmak
istiyorsun? -Ameliyat olduðu zaman Lionel'in odasýnda
kalmýþtým geceleri: Her zaman böyle olur. -Ha, peki öyleyse!
Eve döndüðümde ateþim vardý, grip olmuþtum. Aþýrý sýcak
klinikten çýkýnca nemli güz havasý çarpmýþtý beni, soðuk almýþtým;
yuttuðum haplardan serseme dönmüþ, yattým. Telefonun fiþini çekmedim;
annem her an göçebilirdi, hekimlerin deyimiyle, mum gibi sönebilirdi; kýz
kardeþimle, en ufak bir tehlike karþýsýnda bana haber verecek diye
anlaþmýþtýk. Telefonun ziliyle yerimden sýçrayarak uyandým: Sabahýn dördüydü.
Bitmiþtir. Almacý tuttuðum gibi kaldýrdým, yabancý
bir ses geldi kulaðýma: Yanlýþ numaraymýþ! Ancak gün sökerken
uyuyabildim yeniden. Sekiz buçukta bir zil daha; kendimi
telefona doðru attým: Önemsiz bir konuþma. Tiksiniyordum
þu cenaze arabasý renkli aygýttan: Anneniz kanser. -Anneniz
sabaha çýkmaz belki. Bugünlerden birinde kulaklarýmda
cýrlayacak: Bitti, diye.
Bahçeden geçiyorum. Salona giriyorum. Ýnsan bir hava
alanýnda sanabilir kendini: Alçacýk masalar, çaðcýl koltuklar,
günaydýn ya da güle güle diyerek kucaklaþan, öpüþen insanlar,
bekleyen insanlar, yol çantalarý, torbalar, vazolarda çiçekler,
uçaktan inecek yolcularý karþýlamak içinmiþcesine mumlu
kaðýda sarýlý çiçek demetleri... Ama yüzlerde, fýsýltýlarda;
þüpheli bir þeyler sezinliyor insan. Ara ara, dipteki kapýda
tepeden týrnaða aklar giyinmiþ bir adam beliriyor, terliklerinde
kanlar... Bir kat yukarý çýkýyorum. Solumda, odalarýn açýldýðý
uzun bir geçenek, hemþireler odasý, hizmetçiler odasý. Saðda,
dört köþe bir giriþ aralýðý; içinde arkalýksýz bir sýra, üzerine
beyaz bir telefon konmuþ bir yazý masasý. Bu aralýðýn bir yaný
bir bekleme salonuna, öbür yaný da 114 sayýlý odaya açýlýyor.
Ziyaretçi Kabul Edilmez. Kapýnýn ardýnda kýsa, dar bir aralýk
buluyorum: Solda, sürgüsü, ördeði, pamuklarý, kavanozlarýyla,
ayakyolu; saðda, annemin öteberisinin sýralandýðý bir
gömme dolap; tozdan kirlenmiþ kýrmýzý sabahlýk askýda asýlý.
Bu sabahlýðý bir daha görmek bile istemiyorum. Ýkinci kapýyý
açýyorum. Eskiden, bu yerlerden, gözüm bir þey görmeden
geçiyordum. Þimdi, ömrümün sonuna dek yaþayýþýmýn bir
parçasý olacaklarýný biliyorum bunlarýn.
-Çok iyiyim, dedi annem. Muzip bir sesle ekledi: -Dün,
doktorlar kendi aralarýnda konuþurlarken, dediklerini iþittim;
müthiþ bir þey! diyorlardý. Bu söze bayýlýyordu: Ýyileþmesinin
inancasýný saðlayan büyülü bir formülmüþ gibi, yapma bir
aðýrbaþlýlýkla sýk sýk söylüyordu onu. Bununla birlikte, kendini
pek enez duyuyordu daha; en güçlü isteði, en ufak çabadan
olsun kaçýnmaktý. Bütün ömrünce, serum þiþesi yoluyla
beslenme düþleri koruyordu: -Artýk hiç yemek yemeyeceðim.
-Ne? Sen öyle düþkünken boðazýna bir zamanlar... -Hayýr.
Artýk hiç yemek yemeyeceðim. Bayan Leblon, saçýný taramak
için eline bir tarakla bir fýrça almýþtý; annem kesin bir sesle
buyurdu: -Saçýmý kesin! Hep karþý durduk bu düþünceye.
-Aman, yoracaksýnýz beni: Kesseniz e, caným! Tuhaf bir direniþle
bekiniyordu: Böyle bir özveri hareketiyle kesin bir
dinginliðe eriþme hakkýný elde etmek istermiþ gibi... Bayan
Leblon, yavaþça, saçýnýn örgüsünü çözdü, karmakarýþýk
saçlarýný açtý; sonra ördü onlarý, gümüþ renkli örgüyü annemin
baþý çevresinde dolandýrarak firketelerle tutturdu; annemin
gevþemiþ yüzü þaþýrtýcý bir arýlýða kavuþmuþtu yeniden.
Leonardo da Vinci'nin çok güzel bir yaþlý kadýný gösteren bir resmi
geldi aklýma: Bir Leonardo resmi kadar güzelsin, dedim
kendisine. Gülümsedi: -Pek de kötü deðildim hani eskiden:
Biraz gizli bir þey söylermiþ gibi, hemþireye: Güzel saçlarým
vardý, ortadan ayýrýr, kaþlarýmýn üzerinden kulaklarýma doðru
çekerek tarardým. Kendinden söz etmeye baþladý: Nasýl küçük
bir kitaplýk görevlisi belgesi almýþ olduðunu, kitaplara sevgisini
anlattý. Bayan Leblon, bir pyandan da bir serum þiþesi hazýrlýyor,
karþýlýk veriyordu; bana açýkladýðýna göre bu duru serum içinde
glikoz ile tuzlar da vardý. Tam bir kokteyl, deseniz e, dedim.
Bütün gün ortaya attýðýmýz tasarýlarla annemi serseme
çevirdik. Gözlerini kapayarak dinliyordu bizi. Kýz kardeþimle
kocasý Alsace'da eski bir çiftlik evi satýn almýþlardý kýsa bir süre
önce; orayý düzene koyacaklar, derleyip toparlayacaklardý.
Aneme orada büyük bir oda verilecekti, tek baþýna kalabileceði
bir oda; nekahat süresini orda dolduracaktý. Uzun süre kalmam
Lionel'in canýný sýkmaz mý ama?- Ne münasebet? Sýkar mý
hiç? -Evet, orada sizleri tedirgin etmem. Scharrachbergen'deki
ev pek küçüktü, sýkýyordum sizi. Meyrignac'tan söz açtýk.
Annemin gençlik anýlarý geliyordu aklýna. Yýllardan beri, oranýn
nasýl güzelleþtiðini bana hayranlýkla betimlemiþ, anlata anlata
bitirememiþti. Jeanne'ý çok severdi; Jeanne'ni Paris'te oturan,
kliniðe sýk sýk gelerek annemi yoklayan üç büyük kýzý, güzel,
taze, þen kýzlardý: -Benim torunum yok, o kýzlarýn da ninesi
yok, diye anlattý Bayan Leblon'a. Onlara ninelik ediyorum
ben de. O uyuklarken ben de bir gazeteye göz attým; gözlerini
açýnca sordu: -Neler oluyor Saygon'da? Anlattým neler olduðunu. Bir ara,
yüzü gülerek, sitem yollu: -Hýnzýrca yapýldý bu ameliyat bana! dedi; doktor
P. içeri girince de: Ýþte cellat! diye seslendi ama sesi gülüyordu.
Doktor biraz kaldý annemin yanýnda; kendisine: Ýnsan her yaþta öðrenir,
deyince annem, biraz aðýrbaþlý bir sesle karþýlýk verdi: Evet ya!
Peritonit olduðumu öðrendim. Kendisiyle þakalaþtým: Baþkalarýna hiç
benzemiyorsun, Allah için! Uyluk kemiðini onartmaya geliyorsun, peritonit
ameliyatýna yatýrýyorlar seni! - Doðru. Pek benzemem baþkalarýna! Günlerce,
bu yanlýþlýk þakasýyla eðlendi: Profesör B.'ye iyi bir oyun oynadým doðrusu.
Uyluk kemiðimden o ameliyat edecekti beni. Bir de baktýk ki Doktor
P. beni peritonit ameliyatýna yatýrmýþ...
Bizim o gün içimize dokunan þey, hoþ duyumlarýn en küçüðüne bile
gösterdiði dikkat oldu: Sanki yetmiþ sekiz yaþýnda,
yaþama mucizesine yeniden açýlýyordu gözleri. Hemþire
yastýklarýný düzeltirken, borulardan birinin madeni, uyluðuna
dokunmuþ: Ah, serinmiþ! Ne güzel! Kolonyanýn, talk pudrasýnýn kokusunu
çekiyordu içine: Güzel kokuyor. Çiçek demetleriyle saksýlarýný tekerlekli
masanýn üzerine dizdirdi: Küçük kýrmýzý güller Meyrignac'tan geldi.
Meyrignac'ta güller açiyor hala. Pencereyi örten perdeyi kaldýrmamýzý
istedi, camýn arkasýndaki aðaçlarýn altýn renkli yapraklarýna baktý: Güzel
bu! Benim evden bunu göremezdim! Gülümsüyordu. Kýz
kardeþimle ben ayný þeyi düþünmüþüz o zaman: Minicik çocuklarken
gözlerimizi kamaþtýran gülümseyiþi, genç bir kadýnýn
ýþýl ýþýl gülümseyiþini görüyorduk gene. Araya giren yýllarda
ne olmuþtu bu gülümseyiþe?
Poupette, -Birkaç gün olsun, böyle, mutluluk duyabilirse,
onu biraz daha yaþatmaya çalýþmamýz bir iþe yaramýþ olacaký,
dedi bana. Ýyi ama, us pahasý ne olacaktý bu hareketin?
Ertesi gün, -Bir ölü odasý bu, diye düþündüm. Aðýr bir
mavi perde pencereyi tamamýyla örtüyordu. (Ýstor bozuktu,
indirilemiyordu; ama daha önceleri ýþýk annemi tedirgin
etmiyordu.) Annem alaca karanlýkta, gözleri yumulu yatýyordu.
Elini elime aldým, mýrýldandý: Simone bu! Ama göremiyorum seni! Poupette
gitti, ben de bir polis romaný aldým elime. Ara ara annem içini çekiyordu:
Aklým baþýmda deðil. Doktor P'ye yakýndý: Komadayým. -Komada olsanýz, olduðunuzu
bilmezdiniz. Bu karþýlýk annemi yüreklendirdi.
Az sonra, derin düþüncelere dalmýþ gibi bir halle, -Aðýr bir
ameliyat geçirdim, dedi bana; Aðýr ameliyatlý bir hastayým. Bu sözlerini,
destekledim, daha çoðunu bile söyledim, yavaþ yavaþ tasasý daðýldý. Dün
akþam, gözleri açýk olduðu halde, düþ gördüðünü anlatmaya baþladý: Adamlar
varmýþ odada, maviler giymiþ, kötü adamlar; bunlar beni götürmek, bana
kokteyller içirmek istiyorlarmýþ. Kardeþin kovalamýþ sonra
onlarý... Bayan Leblon'un hazýrladýðý karýþým dolayýsýyla
kokteyl sözünü ben etmiþtim; Bayan Leblon'un baþýnda mavi
bir baþlýk vardý; adamlarsa, annemi ameliyat odasýna götürmüþ olan
erkek hastabakýcýlardý. Evet. Öyle olsa gerek...
Pencereyi açmamý istedi benden: Serin hava, ne güzel þey! Kuþlar öttü,
kendinden geçecek gibi oldu: Ah, kuþlar! Yanýndan ayrýlmadan önce de,
Tuhaf, dedi bana; Sol yanaðýmda sarý bir ýþýk duyuyorum. Yanaðýmda sarý bir
kaðýt varmýþ gibi bir þey. Sarý bir kaðýttan geçen güzel bir ýþýk: Çok hoþ bir þey
bu. Doktor P'ye sordum: Ameliyatýn kendi, baþarýlý oldu
mu? -Barsaklar yeniden iþlemeye baþlarsa, o zaman ameliyat
baþarýlý olmuþ demektir. Ýki gün içinde anlarýz bunu.
Doktor P'ye yakýnlýk duyuyordum. Ýnsanlara tepeden
bakmýyor, annemle, bir insanla nasýl konuþulursa, öyle konuþuyor,
sorularýna yüksünmeden, gönül hoþluðuyla karþýlýk
veriyordu. Buna karþýlýk, Doktor N. ile hiç seviþmiyorduk.
Zarif, sporcu, dinamik, teknik delisi bir adamdý; annemi candan
bir istekle diriltmeye bakýyordu: Ne var ki, onun gözünde
annem bir insan deðil, ilginç bir deneyim konusuydu. Korkutuyordu
bizi bu adam. Annemin, altý aydýr komada yaþatýlan
yaþlý bir akrabasý vardý. Beni de böyle yaþatýp durmalarýna izin
vermezsiniz, umarým; korkunç bir þey bu! demiþti bize. Doktor
N. rekor kýrmayý aklýna koyacak olursa, tehlikeli bir hasým
çýkardý ortaya.
Pazar sabahý Poupette, büyük bir üzüntü içinde: Annemi
bir þeyler yapmak için uykusundan uyandýrdý, üstelik sonuç
da alamadý, dedi. Niye acý çektiriyor ona sanki? N.'nin yolunu
kestim: Kendiliðinden hiçbir zaman konuþmazdý benimle.
Yalvardým bir daha: Acý çektirmeyin ona. Namusuna dokunulmuþ
gibi bir sesle karþýlýk verdi gene: Acý çektirmiyorum
ona. Ne yapmam gerekiyorsa onu yapýyorum.
Mavi perde yukarý kaldýrýlmýþtý, oda daha az loþtu. Annem
kara gözlük aldýrmýþtý kendine. Ýçeri girdiðimde gözlüðü çýkardý: -Þükür!
Bugün seni görüyorum! Ýyi duyuyordu kendini.
Rahat bir sesle sordu: Baksana Simone, bir sað yaným var mý benim? -O
nasýl söz öyle? Elbette var: - Tuhaf doðrusu; dün,
iyi görünüyorsunuz diyorlardý bana. Ama yalnýz sol yanýmdan
iyi görünüyordum. Öbür yaným boydan boya kül rengi gibi
geliyordu bana. Sað yaným kalmamýþ gibiydi sanki, ikiye
bölünmüþtüm. Þimdi yeniden bir araya gelmiþ gibiyim bir
parça. Sað yanaðýna dokundum: Duyuyor musun elimi? -Duyuyorum ya, düþ
içindeymiþ gibi. Sol yanaðýna dokundum: -Bak, bu gerçek iþte! dedi bana.
Kýrýlmýþ uyluk kemiði, yara, yara týmarý, sondalar, damardan besin aktarýmý,
her þey sol yanda olup bitiyordu. Öbür yaný artýk yokmuþ gibi gelmesi
bundan mýydý acaba? -Gerçekten pek iyi görünüyorsun, dedim
kesin bir sesle; -Doktorlar senden pek memnunlarmýþ. -Hayýr,
Doktor N. memnun deðil: Yelleneyim diye tutturuyor. Kendi
kendine gülümsedi: Buradan çýkýnca kendisine bir kutu çukulatalý
crotte yaptýrýp göndereceðim.
Þiþirme þilte derisine masaj yapýyordu, bir çemberle yukarýda
tutulan çarþaflarýn deðmediði dizleri arasýna ufak yastýklar
yerleþtirilmiþti; baþka bir aygýt, topuklarýnýn, ara çarþafýna
deðmesini önlüyordu: Gene de yatalak yaralarý kaplamaya
baþlýyordu gövdesini. Kalçalarý, eklem rahatsýzlýðýndan kötürümleþmiþ,
sað kolu yanyanya sakat, sol kolu serum þiþesine
perçinli haliyle, en ufak bir devime giriþemezdi. Kaldýr beni
biraz, diyordu arasýra. Yalnýzken buna cesaret edemiyordum.
Çýplaklýðý beni tedirgin etmiyordu: Annem deðildi o artýk, ölüm
cezasýna çarpýlmýþ; iþkence edilmiþ, zavallý bir gövdeydi.
Bununla birlikte, gözümün önüne hiç getiremediðim halde,
sargý bezlerinin altýnda sezdiðim korkunç giz, gözümü yýldýrýyordu; canýný
açýtmaktan korkuyordum. O sabah kendisine bir daha tenkýye yapýlmasý
gerekiyordu. Bayan Leblon yardýmýmý istedi. Nemli, mavileþmiþ bir deriyle
kaplý bu iskeleti koltuk altlarýndan kavradým. Annem bir yanýna yatýrýldýðý
zaman yüzü kasýlýyor, bakýþlarý kayýyor, çocuk výyaklamasý
gibi bir ses çýkarýyordu: Düþeceðim. Düþüþü geliyordu aklýna.
Baþ ucunda ayakta duruyor, onu tutuyor, kaygýsýný daðýtýyordum.
Yeniden sýrt üstü yatýrdýk, yastýklarýna iyice yerleþtirdik.
Biraz sonra haykýrdý: Yellendim! Az daha sonra: Çabuk!
Sürgüyü verin! dedi. Bayan Leblon'la kýzýl saçlý bir hemþire
onu sürgünün üzerine yerleþtirmek istediler; annem baðýrdý;
acýlý etiyle madenin sert parýltýsýný görünce onu býçak aðýzlarý
üzerine yatýrýyorlarmýþ gibi geldi bana. Ýki kadýn bekiniyor,
onu çekiþtirip duruyordu; kýzýl saçlý anneme sert davranýyor,
annemse, gövdesi acýyla gerilmiþ, baðýrýyordu. Aman! Býrakýn
onu! diye seslendim. Hemþirelerle birlikte dýþarý çýktým: Ne
yapalým! Çarþaflarýn içine yapýversin. -Aman efendim, diye
karþý durdu Bayan Leblon, o kadar gurur kýrýcý bir þeydir ki!
Hastalar bundan pek fena utanýrlar. -Hem üstü ýslanacak,
yatalak yaralarý için pek kötü bir þey, dedi kýzýl saçlýsý. Altýný
hemen deðiþtirirsiniz. Annemin yanýna döndüm: Þu kýzýl
saçlýsý var ya, pek kötü yürekli, diye çocuksu sesiyle inledi.
Büyük bir üzüntü içinde, Kendimi o kadar da nazlý sanmýyordum doðrusu,
diye ekledi. Deðilsin, dedim. Arkasýndan, söyledim: Sen de rahatýna bak,
sürgüsüz yapýver iþini: Çarþaflarýný deðiþtirirler, güç bir iþ deðil ki.
-Evet diye karþýlýk verdi sözüme; kaþlarý çatýlmýþ, yüzü azimli, meydan
okurcasýna konuþtu: Ölüler pekala çarþaflarýn içine yaparlar.
Aðzým bir karýþ açýldý. O kadar gurur kýrýcý bir þeydir ki...
Her yaný kibirli alýnganlýklarla korunmuþ olarak ömrünü
geçirmiþ annemse, þuncacýk utanç duymuyordu. Tinselciliði
özentili olan bu insanýn, hayvan yanýmýzý böylesine bir kararlýlýkla
kabul etmesi, benimsemesi, bir çeþit yürek pekliðiydi
ayný zamanda.
Altýný deðiþtirdiler, sildiler, kolonya ile ovdular. Gereði gibi
atmadýðý üreyi, sanýrým, yok etmeye yarayacak, oldukça acýtý
bir iðnenin yapýlmasý saati gelmiþti þimdi. O kadar halsiz
görünüyordu ki Bayan Leblon duraksadý: Yapýn, dedi annem.
Madem iyiliðim için... Gene bir yanýna çevirdik; onu tutuyor,
þaþkýnlýðýn, yürekliliðin, umudun, kaygýnýn karýþtýðý yüzüne
bakýyordum. Madem iyiliðim için... Ýyileþmek için. Ölmek
için. Birinden, birilerinden, baðýþlanmak dilemek geliyordu
içimden.
Ertesi gün öðrendiðime göre, o günün öðleden sonrasý iyi
geçmiþ. Genç bir erkek hastabakýcý gelmiþ Bayan Leblon'un
yerine. Poupette, anneme; Bu kadar genç, bu kadar hoþ bir
bakýcý bulmuþsun, yakýnamazsýn artýk! demiþ. Evet, demiþ
annem, güzel erkek. -Erkekten de anlarsýn hani! -Yok caným!
O kadar da deðil, sesinde biraz özlem varmýþ. Nasýl? Yerindiðin
bir þeyler mi var? -Ya, ya! Yeðenimin kýzlarýna söylüyorum
hep: Yavrularým, günlerinizi boþuna harcamayýn. -Seni niye
bu kadar sevdiklerini anlýyorum. Ama kýzlarýna böyle bir þey
söylemezdin herhalde? O zaman annem, sesi ansýzýn sertleþerek:
Kýzlarýma mý? Hiçbir zaman söylemezdim! Doktor P. ertesi gün ameliyat
edeceði, ameliyattan korkan, seksen yaþýnda bir hastasýný annemin
yanýna getirmiþ: Annem, kendi durumunu örnek göstererek, adamý bir güzel
azarlamýþ.
Pazartesi günü, bu iþi eðlenceli bulmuþ gibi bir halle: Beni
tanýtma iþlerinde kullanýyorlar artýk, dedi. Sordu sonra sað
yaným yerine gelmiþ mi? Gerçekten bir sað yaným var mý?
Tabii ya, baksana yüzüne, dedi kýz kardeþim. Annem, aynaya,
inanmaz, sert, kurumlu bir bakýþla dikti gözlerini: Ben miyim
bu?
-Tabii ya. Pekala görüyorsun, yüzünün tümü yerinde duruyor.
-Kül gibiyim, baksana! -Iþýktan öyle görünüyor. Yüzün
pembe pembe. Gerçekten de pek iyi görünüyordu. Bununla
birlikte Bayan Leblon'a gülümsediði zaman: Bakýn, dedi, Bu
kez size aðzýmýn tümüyle gülümsedim. Eskiden ancak yarým
bir gülümsemem vardý.
Öðleden sonra gülümsemiyordu artýk. Üst üste, hem þaþkýnlýkla hem
kýnar gibi, yineledi: Kendimi aynada görünce
öyle çirkin buldum ki! Bir gece önce serum þiþesinde bir þeyler
bozulmuþtu; boruyu çekmek sonra yeniden damara takmak
gerekmiþti; gececi hemþire iðneyi birkaç kez sokup çýkarmýþtý
damarý buluncaya dek; sývý derinin altýna akmýþ, annemin çok
caný yanmýþtý. Davul gibi olmuþ, morarmýþ kolunu sýký sýký
sarmýþlardý sargýlarla. Þimdi aygýt sað koluna takýlýydý; yorgun
damarlarý serumu, çok zorlanmadan, kabul ediyordu; ama
plazma inletiyordu onu. Akþam üzeri yüreðine bir sýkýntý girdi:
Geceden, yeni bir kazadan, acý çekmekten korkuyordu. Yüzü
kasýlmýþ, yalvarýyordu: Serum þiþesine aman dikkat edin!
O akþam da, bir daha, artýk tedirginlikten, acýdan baþka bir
þey olmayan bir dirimin akýtýldýðý koluna bakarak, kendi
kendime sordum: Niye bütün bunlar?
Klinikte, olup bitenler üzerine fazla düþünmeye vaktim
yoktu. Annemin tükürmesine yardým etmeliydim, su içirmeliydim ona,
yastýklarýný ya da saçýnýn örgüsünü düzeltmeliydim, bacaðýnýn yerini
deðiþtirmeliydim, çiçeklerini sulamalý, penceresini açmalý, kapamalý,
kendisine gazete okumalýydým, sorularýna karþýlýk vermeliydim, siyah, ince
bir kaytana asýlý, göðsünün üzerinde duran saatini kurmalýydým. Bu
baðýmlýlýktan hoþlanýyordu annem, durgu durak bilmeden ilgimizi istiyordu.
Ama evime döndüðüm zaman, bu son günlerin bütün üzüntüsü, bütün yýlgýsý
omuzlarýma çöktü. Beni de bir kanser yiyip bitiriyordu: Piþmanlýk acýsý.
-Ameliyat ettirmeyin sakýn. Bense hiçbir þeyi önlememiþtim.
Hastalarýn, uzun süre büyük acý çektiklerini gördüðüm zamanlar,
yakýnlarýnýn durgunluðu karþýsýnda sýk sýk öfkeye
kapýlmýþtým: Ben olsam, öldürürdüm onu. Oysa ilk sýnavda
yelkenleri suya indirmiþtim: Toplumsal ahlaka yenilmiþ, kendi
ahlakýmý yadsýmýþtým. Hayýr, demiþti bana Sartre, Tekniðe
yenildiniz: Baþka türlü de olmazdý bu. Gerçekten de öyle.
Uzmanlarýn tanýsý, ilerisi için tahminleri, kararlarý karþýsýnda
güçsüz, çaresiz kalan insan, bir diþli çark düzenine kýsýlýp
kalmýþtýr. Hasta hekimlerin malý olmuþtur: Alýn onu ellerinden
güveniyorsanýz kendinize! Çarþamba günü bir tek seçim
durumu vardý: Ya ameliyat yapýlýrdý, ya da eziyet çekmemesi
için annem öldürülürdü. Kalbi saðlam, iyice canlandýrýlmýþ
da olduðu için, kadýn barsak týkanmasýna uzun süre dayanýr,
cehennem azabý çekerdi; hekimler, eziyet çekmemesi için
öldürülmesini kabul etmezlerdi çünkü. Sabahýn altýsýnda orada
bulunmuþ olmam gerekirdi ayrýca. Ama o zaman bile N.'ye
Býrakýn da kendiliðinden ölsün, demeye cesaret edecek
miydim? Ýþkence etmeyin ona, diye yalvardýðým zaman demeðe getirdiðim buydu;
onu ise, ödevlerini iyi bilen bir adamýn büyükleniþiyle terslemiþti beni.
Bana: -Onu, belki de yýllar sürecek bir yaþayýþtan yoksun kýlýyorsunuz,
diyeceklerdi. Ben de bu dediklerine boyun eðmek zorundaydým. Böyle
düþünüyordum ama bu düþünce düzeni içimi yatýþtýrmýyordu.
Gelecek, içime büyük bir korku salýyordu. Onbeþ yaþýmdayken
Maurice amcam mide kanserinden ölmüþtü. Günlerce: Vurun
beni. Tabancamý verin. Acýyýn bana, diye acý acý haykýrdýðýný
anlatmýþlardý bana. Doktor P. sözünde duracak mýydý? Acý
çekmeyecek, demiþti. Ölümle iþkence arasýnda bir yarýþma
baþlamýþtý. Sevdiðiniz bir insan size: -Acý bana! diye haykýrmýþ,
bu haykýrýþý boþa gitmiþse, arkasýndan nasýl yaþayabilir, bu
yaþayýþý nasýl kabullenebilirsiniz? Buydu kafamdaki soru.
Bu yarýþý ölüm kazansa bile, en tiksindirici bir yutturmacaydý
bu! Annem bizi yaný baþýnda sanýyordu; oysa biz, þimdiden
onun öyküsünün öte yanýna geçmiþtik. Her þeyi bilen kötücül
bir cindim ben; elimdeki kaðýdý görüyor, oyunun içyüzünü
biliyordum; o ise, pek uzaklarda, insan yalnýzlýðý içerisinde
çabalamaktaydý. Ýyileþmek için bütün gücüyle gösterdiði çaba,
sabrý, yiðitliði, her þey, bir aldatmacaya alet edilmiþti. Çektiði
acýlarýn hiçbirinin karþýlýðýný göremeyecekti. Yüzü gözümün
önüne geliyordu: Madem iyiliðim için. Sorumlusu olmadýðým
halde, benim olan, hiçbir zaman da baðýþlatamayacaðým bir
günahýn, umutsuzluk içinde, cezasýný çekiyordum.
Annem geceyi rahat geçirmiþti; hemþire, ne kadar tedirgin
olduðunu gördüðü için elini elinden býrakmamýþtý. Onu incitmeden
altýna sürgüyü sürmenin yolunu bulmuþlardý. Yeniden yemeye baþlýyordu,
yakýnda damardan besin aktarýmýna son verilecekti. Bu akþam son verin!
diye yalvarýyordu. Belki bu akþam, belki yarýn, diyordu N. Bu koþullar
altýnda, baþýnda bir hemþire geceleri onu gene bekleyecek ama kýz kardeþim,
arkadaþlarýnda kalacaktý. Doktor P'ye danýþtým. Ertesi gün
Sartre, uçakla Prag'a gidecekti; ben de onunla gitse miydim:
Her an, herþey olabilir. Ama bu durum aylarca da sürebilir.
Beklersek hiçbir zaman gidemeyiz. Prag, Paris'ten bir buçuk
saatlik yolda, telefon etmek de kolay. Anneme bu tasarýdan
söz açtým. A elbet! Gidiver. Sana ihtiyacým yok, dedi. Gidiþim,
tehlikede olmadýðýna büsbütün inandýrýyordu onu: Beni
nerelerden döndürdüler! Yetmiþ sekiz yaþýmda peritonit!
Allah'tan burada yatýyormuþum! Allah'tan beni uyluk kemiðimden
ameliyat etmemiþler! Sargýlarýndan kurtulan sol
kolunun þiþliði biraz inmiþti. Özenli bir halle elini yüzüne
götürüyor; burnunu, aðzýný yokluyor, denetliyordu: Gözlerim,
yanaklarýmýn orta yerinde, burnumsa, iyicene çarpýlmýþ,
yüzümün en altýndaymýþ gibi geliyordu bana. Tuhaf bir
sey...
Annem kendini gözlem altýnda tutmaya alýþýk deðildi. Þimdi,
gövdesi, kendini zorla kabul ettiriyordu ona. Bu safrayla, artýk
bulutlar arasýnda süzülüp durmuyor, benim gücüme gidecek
þeyler artýk hiç söylemiyordu. Boucicaut'yu anmasý, koðuþta
yatmak zorunda kalan hastalara acýmak içindi. Kendilerini
sömüren yönetmenliðe karþý hemþirelerden yana çýkýyordu.
Durumun aðýrlýðýna karþýn, her zaman göstermiþ olduðu ölçülülükten
ayrýlmýyor, vazgeçmiyordu. Bayan Leblon'u çok
çalýþtýrmaktan, uðraþtýrmaktan korkuyor, kaygýlanýyordu.
Teþekkür ediyor, özür diliyordu: Yazýk deðil mi, yaþlý bir kadýna
harcanan bunca kana; oysa ne gençlerin buna ihtiyacý olabilir!
Vaktimi aldýðý için kendini suçlu görüyordu: Senin yapacak
iþlerin var, oysa burada saatlerle vakit harcýyorsun: Üzülüyorum buna!
Sesinde biraz gurur, ama biraz da yerinmeyle: Zavallý kýzlarým, diyordu, sizi
de amma çok üzdüm. Korkmuþsunuzdur herhalde. Özeniþi ile de içimize
dokunuyordu.
Perþembe sabahý, komadan daha yeni çýkmýþken, oda hizmetçisi kýz
kardeþime kahvaltý getirdiði zaman belli belirsiz
bir sesle: Ra... Re... -Rahip mi? -Hayýr. Reçel, demiþti; kýzkardeþimin
sabahlarý reçel yediðini hatýrlayarak, yeni kitabýmýn satýþýný merak ediyor,
soruyordu. Ev sahibi, Bayan Leblon'u evinden çýkarýyordu; kýzkardeþimin
ortaya attýðý düþünceye uyarak, annem, kendi evine yerleþmesini kabul etti
hemþirenin: Oysa, genellikle, kendi yokken evine girilmesini hiç mi hiç
hoþ görmezdi. Hastalýðý, önyargýlarýnýn, kendini yüksek
görmelerinin kabuðunu çatýr çatýr kýrmýþtý: Belki de artýk bu
gibi savunma yollarýný gereksemediði için... Vazgeçmek, özürü
esirgememek, sözkonusu deðildi artýk: Ödevlerinin baþta
geleni, saðlýðýnýn düzelmesi, dolayýsýyla kendini düþünmesiydi;
iç tedirginliði duymadan kendini isteklerine, hazlarýna koyveriyor,
duyduðu hýnçlardan artýk tamamýyla kurtuluyordu.
Dirilmiþ güzelliði, gülümseyiþi, kendi kendiyle üzüntüsüz
bir uzlaþma halinde olduðunu, can çekiþtiði bu döþekte bir
çeþit mutluluða kavuþtuðunu açýða vuruyordu.
Günah çýkaran papazýn salý günü gelmesi kararlaþtýrýlmýþ
sonradan, bu geliþi ertelenmiþti; annemin papazý istememiþ
olduðunu, biraz da þaþkýnlýk duyarak, farkettik. Ameliyata
girmesinden epey önce Marthe'a: Benim için dua et kýzým,
demiþti, Biliyorsun çünkü, insan hasta olunca artýk dua
edemez. Herhalde, bütün gücünü iyileþmeye verdiði için,
dinsel amel'in yorgunluklarýna katlanmaya pek yanaþmýyordu.
Doktor N. günün birinde ona: O kadar çabuk düzeldiðinize
bakýlýrsa Tanrý Baba ile aranýz pek iyi olsa gerek! demiþti. Ha,
onunla aram çok iyi, diye karþýlýk vermiþti annem, yalnýz,
onun hemen bugünlerde gidip görmeyi caným istemiyor
doðrusu. Bengilik, bengi dirim, þu yeryüzünde ölmek anlamýna
geliyordu; annemse ölmeyi kabul etmiyordu. Tabii, çevresindeki
sofular, annemin isteklerine karþý geldiðimizi düþünüyorlardý; bizi
birtakým oldubittilere getirmeye yeltendiler.
Kapýda Ziyaretçi Kabul Edilmez yazýsý durduðu halde, kýzkardeþim bir
sabah, açýlan kapýnýn arkasýnda bir papaz cüppesi
görmüþ; hýzla gidip, içeri girmesini önlemiþ: Ben Rahip Avril.
Dost olarak geliyorum. -Nasýl gelirseniz gelin. Sýrtýnýzdaki
giysi annemi korkutabilir. Pazartesi günü kapý gene zorlanmýþ:
Bayan de Saint-Ange'ý giriþ aralýðýna doðru sürükleyerek
götürürken: Annem kimseyi kabul etmiyor, demiþ kýzkardeþim. Öyle olsun.
Ancak sizinle son derece önemli bir konuyu görüþmem gerek: Annemizin
kanýþlarýný, inançlarýný biliyorum... -Onlarý ben de biliyorum, demiþ kýz
kardeþim, soðuk bir sesle. Annemin aklý tamamýyla baþýnda. Bir papazla
konuþmak dilediði gün, onunla konuþacaktýr. Çarþamba sabahý
Prag uçaðýna bindiðim ana dek, annem papazla görüþmeyi
dilememiþti.
:::::::::::::
Öðleyin telefon ettim. Poupette sesimi o kadar iyi iþitiyordu
ki, -Gitmedin demek! dedi bana. Annemin durumu çok iyiymiþ;
perþembe günü de öyle; cuma günü, bu kadar uzaktan telefon
etmemden ötürü gururu okþanmýþ, benimle konuþtu annem.
Biraz kitap okuyor, bulmaca çözüyormuþ. Cumartesi günü
telefon edemedim. Pazar akþamý, saat on bir buçukta, Diato'larýn
numarasýný arattým. Telefonun baðlanmasýný odamda beklerken
bir telgraf getirdiler: -Annem pek yorgun. Dönebilir misin?
Francine, Poupette'in klinikte yattýðýný haber verdi. Az sonra
onunla konuþuyordum telefonda: Korkunç bir gün geçirdik,
dedi. Aralýksýz, annemin elini elimde tuttum; yalvarýyordu hep:
Býrakma beni, gitmeyeyim. Simone'u bir daha göremeyeceðim,
deyip duruyordu. Þimdi equanil verdiler, uyuyor.
Ertesi gün saat on buçukta kalkan uçakta bana bir yer
ayýrtýlmasýný kapýcýdan istedim. Söz verilmiþti birtakým yerlere,
Sartre bir iki gün daha beklememi salýk veriyordu: Olacak þey
deðildi. Annemi ölümünden önce bir daha görmeye pek öyle
can atýyor deðildim; ama onun beni bir daha göremeyeceði
düþüncesine katlanmak olanaksýzdý. Aný diye bir þey kalmayacaðýna göre,
bir ana bu kadar önem vermek niye? Gönül onarýmý diye bir þey de
olmayacaktý. Can çekiþen bir insanýn son acýlarýna, saltýðýn sýðdýrýlabileceðini,
kendi hesabýma, kemiklerimin iliðine dek anladým.
Pazartesi günü bir buçukta, 114 sayýlý odaya girdim. Geleceðimi haber
alan annem, bu dönüþü tasarýlarýma uygun sanýyordu. Kara gözlüðünü çýkardý,
bana gülümsedi. Yatýþtýrýcý ilaçlarýn etkisinde, bir esenlik duygusu
içindeydi. Yüzü deðiþmiþti; benzi sararmýþtý; sað gözünün altýnda, burnu
boyunca inen þiþ bir kývrým vardý. Buna karþýlýk, masalarýn hepsinin
üzerinde çiçekler duruyordu yeniden. Bayan Leblon gitmiþti;
damla damla besin aktarýmýna son verildiði için annem özel
bir hemþireyi gereksemiyordu: Gittiðimin akþamý Bayan Leblon
iki saat sürecek olan bir kan aktarýmýna giriþmiþ: Aþýrý çalýþtýrýlmýþ
damarlar, kana plazmaya göre daha da az dayanabiliyormuþ. Beþ dakika
boyunca annem haykýrmýþ durmuþ. Kesin artýk! demiþ Poupette. Hemþire
yanaþmayacak olmuþ: Doktor N. ne der sonra? -Bütün sorumu üzerime
alýyorum. Gerçektende N. pek öfkelenmiþ: Yaranýn kapanmasý daha uzun
sürecek. Oysa yaranýn kapanmayacaðýný pek güzel biliyordu; içinden
barsaðýn boþaldýðý bir akarca meydana gelmiþti: Yeni bir týkanmayý
önleyen de buydu, çünkü barsak hareketi durmuþtu.
Annem ne kadar dayanabilirdi daha? Yapýlan çözümlemelere
göre ur, son derece azgýn bir sarkomdu, örgenliðin her yanýna
yayýlmaya baþlamýþtý; bununla birlikte, annemin yaþýndan
ötürü, evrimi oldukça uzun sürebilirdi.
Annem son iki günün olaylarýný anlattý bana. Cumartesi
günü Simenon'un bir romanýna baþlamýþ, bulmacalarda Poupette'i yenmiþti.
Masasýnýn üzerinde gazetelerden kestiði bulmacalar yýðýlýyordu. Pazar günü,
boðazýndan bir türlü geçmeyen bir patates ezmesi yemiþti öðle yemeðinde
(gerçekte, onu kýrýp geçiren, hastalýðýn kol atmasýnýn baþlamasýydý);
arkasýndan, uykuya dalmadan, uzun bir karabasana uðramýþtý:
Bir deliðin üzerinde mavi bir çarþafýn içindeymiþim, kýz kardeþin tutuyormuþ
çarþafý yalvarýyormuþum ona: Býrakma beni, deliðe düþmeyeyim... -Tutuyorum,
düþmezsin, diyormuþ Poupette. Geceyi, bir koltukta oturarak geçirmiþti; her
zaman kardeþimin uykusunu kendine tasa edinen annem, ona:
Uyuma, diyormuþ, Býrakma beni, gitmeyeyim. Uyuyakalýrsam
uyandýr beni: Uyurken gitmeme meydan verme, býrakma beni.
Kýz kardeþimin anlattýðýna göre annem bir ara, bitkin, gözlerini
kapamýþ. Elleri çarþaflarý pençeler gibi olmuþ, hece hece
söyleyerek: Yaþamak! Yaþamak! demiþ.
Kendisini bu boðucu kaygýlardan kurtarmak için hekimler
equanil haplarýyla iðneleri yazmýþlar: Annem, doymazcasýna,
isteyip duruyormuþ bunlarý. Bütün gün keyfi pek yerindeydi.
Ýzlenimlerinin tuhaflýðý üzerinde uzun uzun durdu, konuþtu:
Karþýmda beni yoran bir yuvarlak vardý. Kardeþin görmüyordu
onu. Ona, ört þu yuvarlaðý, gözden sakla, diyordum. O ise
yuvarlak falan görmüyordu. Pencerenin söve pervazýna çakýlý
ufak bir inaden yaprakmýþ bu gördüðü; çok þükür, artýk
onarýlmýþ olan istoru biraz indirerek örtmüþlerdi onu.
Chantal'le Catherine geldiler; annem sevinçle bize dedi ki:
Doktor P. pek akýllýca davrandýðýmý söyledi; akýllýca davranmýþým
her þeyde: Ameliyattan sonra, saðlýðým düzelirken
uyluk kemiðim de kaynýyormuþ. O akþam, bir gece öncesi
gözünü hemen hemen kýrpmamýþ olan kýz kardeþimin yerine
annemin baþýnda ben bekleyeyim dedim; ama annem ona
alýþmýþtý; Lionel'e de bakmýþ olduðu için onu benden çok daha
usta, çok daha yetkili belliyordu.
Salý günü iyi geçti. Gecesi gene karabasanlara uðramýþ. Beni
bir kutuya yerleþtiriyorlar, diyormuþ kýz kadeþime. Buradayým
ama kutunun içindeyim. Ben'im bu, ama artýk ben de deðilim.
Adamlar var, kutuyu götürüyorlar! Çýrpýnýyormuþ: Býrakma
beni, götürmesinler! Poupette, uzun süre, elini annemin
alnýnda tutmuþ: Söz veriyorum. Seni kutuya yerleþtirmeyecekler.
Annem bir daha equanil verilmesini istemiþ. Gördüðü
hayallerden, sonunda, kurtulan annem, kýzkardeþime sormuþ
durmuþ: Ama ne demek oluyor bunlar, bu kutu, bu adamlar?
-Ameliyatýndan anýlardý hepsi: Bakýcýlar seni sedyede götürüyorlar.
Onu görüyorsun. Annem uyuyakalmýþ. Ama sabahý, çaresiz kalmýþ hayvanlarýn bütün üzüncü vard
Hemþireler yataðýný düzelttiði, sonra da bir sonda salarak onu
iþettiði zaman caný yandý, inildedi; ölgün bir sesle sordu bana:
Atlatacak mýyým dersin? Payladým onu. Doktor N.'ye çekingen
bir sesle sordu: Benden memnun musunuz? Hekim, söylediðine
pek inanmayan bir halle; Evet diye karþýlýk verdi, ama
annem, denize düþenin yýlana sarýlmasý gibi sýký sýký sarýldý
bu evet'e. Aþýrý yorgunluðunu haklý gösterecek en saðlam
sebepleri uydurup buluyordu hep. Çok su yitirmiþti; yediði
patates ezmesi pek aðýr gelmiþti; o gün, bir gün önceki yara
týmarý dört kez yapýlacak yerde üç kez yapýlmýþ diye sitem
ediyordu hemþirelere: Doktor N. akþam, pek kýzdý, dedi bana.
Onlarý bir güzel haþladý. Görecektin! Üst üste, hoþuna gittiði
belli olarak: Pek kýzdý! dedi. Yüzü güzelliðini yitirmiþti; tikler
oynatýyordu her yanýný; sesinde, yeniden, hýnç, hakkýný arama
beliriyor, sivriliyordu.
O kadar yorgunum ki, diye çekiyordu içini. O gün, öðleden
sonra, Marthe'in genç bir cizvit olan kardeþiyle görüþmeyi kabul
etmiþti. Baþka zaman gelmesini söyleyeyim, istiyor musun?
-Hayýr. Kýz kardeþin sevinecek gelmesine. Ýlahiyat konularý,
açarlar her görüþmelerinde. Ben gözlerimi kapayacaðým,
konuþmam gerekli olmayacak. O gün öðle yemeði yemedi.
Baþý göðsüne eðik, uyuya kaldý: Poupette kapýyý açýp girince,
her þey bitti diye korktu. Charles Cordonnier ancak beþ dakika
kaldý yanýmýzda. Babasýnýn her hafta annemi çaðýrdýðý öðle
yemeklerinden söz açtý. Raspail Bulvarý'ndaki evde bu yakýnlarda bir perþembe
günü sizi yeniden görebileceðimi umarým, dedi. Annem, inanamayan, içi yýkýk
bir halle baktý ona: Gene gelir miyim dersin? Yüzünde böyle bir umutsuzluk
havasýný, o güne dek hiç görmemiþtim: o gün, artýk umulacak
bir þey kalmadýðýný, anlamýþtý. Sonunun öylesine yakýn olduðunu
düþünüyorduk ki, Poupette geldiðinde ben ayrýlmadým. Annem mýrýldandý:
Halim daha kötü demek, ikiniz de burada olduðunuza göre.... -Hep buradayýz
ya! -Ama ikiniz birden kalmazsýnýz. Gene, kýzmýþ gibi yaptým yalandan:
Yüreðinde güç kalmamýþ da ondan buradayýz. Ama kalmam
seni kaygýlandýrmaktan baþka iþe yaramýyorsa, giderim. -Yo,
yo, kal, dedi annem, utanmýþ, sýkýlmýþ gibi.
Haksýz yere sert davranýþým beni çok üzüyordu. Gerçeðin kendisini ezdiði,
birtakým sözler yardýmýyla bu gerçekten kurtulmaya uðraþacaðý
sýrada, onu susmaya mahkum ediyorduk; tasarýlarýný içine
atýp söylememeye, kuþkularýný bastýrmaya zorluyorduk
kendisini; yaþayýþýnda bunca kez duyduðu þeyi yeniden duyuyordu: Hem
suçlu hem anlaþýlmamýþ bir kiþi olduðunu...
Ama bizim de baþka bir þey yapmamýz olanaksýzdý: Umut,
gereksindiði þeylerin baþýnda geliyordu. Annemin yüzü,
Chantal'le Catherine'i o kadar korkuttu ki, annelerine Paris'e
dönmesini öðütlemek üzere Limoges'a telefon ettiler.
Poupette'in ayakta duracak hali yoktu artýk. Karar verdim:
Bu gece, burada, ben kalacaðým. Annem biraz tedirgin göründü:
Bilecek misin? Karabasanlar gelince elini alnýma koymasýný
bilecek misin? -Tabii, anne! Aklýndan bir þeyler geçirdi; gözümün
içine içine baktý: Sen, ürkütüyorsun beni.
Bana, düþünce adamý olarak verdiði deðerden ötürü annem,
her zaman biraz çekinmiþti benden; oysa küçük kýzýna böyle
bir deðer vermekten bile bile sakýnmýþtý. Karþýlýk olarak, pek
erken yaþta, annemin utangaçça davanýþý beni de buz gibi
dondurmuþtu. Ben her þeye açýk, özgür bir çocuktum; sonra
sonra, büyüklere bakmýþ, her birinin özel küçük duvarlarý
arasýna kapanarak yaþadýðýný görmüþtüm; annem arasýra bu
duvarda bir gedik açýyor, sonra hemen kapatýyordu onu.
Kendine önemli bir eda vererek: Kadýncaðýz bana sýrlarýný açtý,
diye fýsýldýyordu. Ya da, dýþarýdan, o duvarlarda bir çatlaklýðýn
farkýna varýlýyordu: Her þeyi gizli tutmaya pek meraklýdýr;
hiçbir þey söylememiþti bana, ama anlaþýldýðýna göre... Ýtiraflarla
dedikodularda, beni iðrendiren bir kaçaklýk, bir gizlilik
vardý; kendi duvarlarýmýn gediksiz olmasýný istedim. Özellikle
anneme bir þey açmamaya, sezdirmemeye özen gösteriyordum,
þaþkýnlýða düþmesinden korkuyordum, bana kýnar gibi bakacaðý
düþüncesi beni yýldýrýyordu. Kýsa zaman sonra annem
bana artýk hiçbir þey sormaz oldu. Ýnansýzlýðým üzerine
yaptýðýmýz kýsa, çekiþmeli konuþma, ikimizin de oldukça büyük
bir çaba göstermemizi gerektirdi. Gözyaþlarý yüreðime dokundu.
Ama, içimde olup bitenleri pek düþünmediðini, kendi
baþarýsýzlýðýna aðlamakta olduðunu çabuk kavradým. Dostluk
yerine yýlgýyý yeð tutmakla beni büsbütün ürkekleþtirdi.
Herkesin, ruhum için dua etmesini isteyecek yerde bana biraz
güven, biraz yakýnlýk göstermiþ olsaydý, anlaþmamýz gene de
mümkün olabilirdi. Bunu yapmasýný önleyen neydi, biliyorum
þimdi. Çok öcü vardý alýnacak, çok yarasý vardý sarýlacak...
Kendini, kolay kolay, baþkasýnýn yerine koyamaz, dünyaya
baþkasýnýn gözüyle bakamazdý. Yaptýðý iþlerde, eylemlerinde,
özveriyle davranýyordu ama heyecanlarý kendi çerçevesinden
çýkmasýna meydan vermiyordu. Hem, kendi gönlünde olup
biteni görmekten kaçýndýðýna göre beni anlamaya çalýþmasý
düþünülebilir miydi? Birliðimizi bozmayacak bir davranýþ türetmeye
gelince, yaþayýþýnda kendisini böyle bir iþe hazýrlayacak bir þey
olmamýþtý; beklenmedik olaylar onu þaþkýnlýktan çýlgýna döndürüyordu,
çünkü ancak hazýr birtakým çerçeveler içerisinde düþünmeye, davranmaya,
duymaya alýþtýrýlmýþtý.
Aramýzdaki susku, büsbütün saydamsýzlaþtý. L'Invitee adlý
kitabýmýn çýkýþýna dek yaþayýþým üzerine hemen hemen hiçbir
þey bilmiyordu. Hiç deðilse, töre konusunda aðýrbaþlý davrandýðýma
inandýrmaya çalýþmýþtý kendini. Herkesin açýkça
yaptýðý dedikodular, annemin bu hayalini yýktý; ama o sýrada
iliþkilerimizde deðiþiklik olmuþtu. Maddi bakýmdan bana
baðlýydý; bana danýþmadan herhangi bir kýlgýn karara varmýyordu;
ailenin ortadireðiydim, oðlu gibiydim bir bakýma.
Öte yandan, tanýnan bir yazardým. Durumun bu özelliði,
yaþayýþýmýn kurallara uymazlýðýný bir kerteye dek hoþ gösteriyordu;
zaten, yaþayýþýmý da, kendince, en yalýn haline
indirgiyordu: Ne olursa olsun, medeni nikahtan dine daha
az aykýrý bir özgür birleþme içindeydim. Kitaplarýmýn içeriði
sýk sýk gücüne gidiyordu ama kazandýklarý baþarý karþýsýnda
da gurur duyuyordu. Ancak, bu baþarýnýn bana kendi gözünde
kazandýrdýðý yetki, onun bu tedirginliðini artýrýyordu. Her türlü
tartýþmadan kaçýnýyordum; ama ne kadar kaçýnsam da -aslýnda,
belki de, kaçýndýðým için- kendisini yargýladýðýmý düþünüyordu.
Poupette'in, küçük'ün, annemle daha özgür, rahat
iliþkileri vardý; annem onu daha az sayardý, o da (annemin
daha az etkisinde kalmýþ olduðu için) onun kadar katýlýk
göstermezdi davranýþlarýnda. Memoires d'une Jeune Fille Rangee
adlý aný kitabým çýktýðý zaman, onu elden geldiðince yatýþtýrma
iþini Poupette üzerine almýþtý. Bense, bir iki sözle özür dileyerek
kendisine bir demet çiçek götürmekle yetindim: Zaten bu,
onu hem þaþýrttý hem de duygulandýrdý.
Günün birinde bana: Analar babalar, çocuklarýný anlamýyorlar, dedi, ama
bu, karþýlýklý oluyor... Bu yanlýþ anlaþýlmalar üzerine konuþtuk
ama genel görünümleri üzerinde durduk ancak. Bir daha da
bu konuya hiç dönmedik. Kapýsýný çalardým. Hafifçe sýzlandýðýný, döþeme
tahtalarý üzerinde terliklerini sürüdüðünü,
sonra, iç çekiþini, iþitirdim; bu kez, konuþabileceðimiz birtakým
konular bulacaðýma, bir anlaþma alaný yaratacaðýma söz verirdim
kendi kendime. Ama daha beþ dakika geçmeden, gene
yenilmiþ olurdum oyunda: Ortaklaþa ilgilerimiz o kadar azdý
ki! Kitaplarýný karýþtýrýrdým: Ayný kitaplarý okumuyorduk.
Onu konuþtururdum, dinlerdim söylediklerini, yorumlardým.
Ama, annem olduðu için, baþka bir aðýz söylese daha az dokunacak
tatsýz cümleleri, bana büsbütün tatsýz geliyordu. Yirmi
yaþýndayken, alýþageldiðim beceriksizliðiyle bir içli dýþlýlýk
havasý yaratmaya kalktýðý zamanlardaki kadar, kasýlýyordum
gene. (Biliyorum, aklýmý beðenmezsin sen. Ama bu canlýlýðýný
da, iste isteme, benden almýþsýn; hoþuma gidiyor, derdi.)
Canlýlýktan yana kendisine çektiðini yürekten söyler, katýlýrdým
bu sözlerine; ama cümlesinin baþlangýcý hýzýmý kesiyordu.
Öylelikle, birbirimizi karþýlýklý olarak kötürümleþtiriyorduk.
Beni tepeden týrnaða süzerek: Sen, ürkütüyorsun beni, dediði
zaman, iþte bütün bunlarý anlatmak istemiþti.
Kýz kardeþimin geceliðini sýrtýma geçirdim, annemin yataðýnýn
yanýndaki sedire uzandýn: Benim de içimde birtakým
kaygýlar vardý. Hava karýrken, annem istoru indirttiði, ortalýðý
yalnýz baþucundaki lamba aydýnlattýðý için, oda iç karartýcý
bir hal alýyordu. Karanlýk, odanýn ölüm üzüncü dolu gizini
daha da koyulaþtýrýyor gibi geliyordu bana. Gerçekte, o gece
de, ondan sonraki üç gece de, kendi evimdekinden daha rahat
uyku uyudum; telefon çalacak diye kaygýlanmýyor, karmakarýþýk
kuruntulara kaptýrmýyordum kendimi: Oradaydým, annemin yanýnda; bir þey de
düþünmüyordum.
Annem o geceler karabasan görmedi. Ýlk gece, sýk sýk uyandý,
su istedi. Ýkinci gece pöç kemiði çok aðrýdý; Bayan Cournot
annemi sað yanýna yatýrdý: Bu kez de kolu hiç rahat vermedi.
Tutup bir lastik simide oturttular; böylelikle aðrýlý yeri rahatlýyordu
ama kaba etlerinin o kadar mavi, o kadar nazik olan
derisinin zedelenmesi tehlikesi çýkýyordu ortaya. Cuma, cumartesi günleri
oldukça iyi uyudu. Daha perþembe gününden,
verilen equanil'le kendine yeniden güven duymaya baþlamýþtý.
Atlatýr mýyým dersin? diye sormuyordu artýk, Düzgülü bir
yaþayýþa yeniden baþlayabilir miyim dersin? diyordu. Çok
þükür! Bugün seni görüyorum! dedi bana, mutlu bir sesle. Dün
görmüyordum!
Ertesi gün, Limoges'dan gelen Jeanne, yüzünü
korktuðundan daha az bozulmuþ buldu. Bir saate yakýn süre
konuþtular. Cumartesi sabahý Chantal'le birlikte gene geldiði
zaman, annem, þakrak bir sesle onlara: Gördünüz ya! Kefeni
yýrttým! dedi. Yüz yaþýma dek yaþarým artýk: Benden kurtulmanýz için
öldürmeniz gerek! Doktor P. iyice þaþýrmýþtý.
Anneniz konusunda, önceden bir þey söylenemez bu durumda!
O kadar canlý bir insan ki! Bu son sözü anneme ilettim: Evet
ya, canlý bir insaným! dedi sevinçle. Biraz þaþmýyor deðildi:
barsaklarý artýk iþlemiyordu, oysa hekimler tasalanýr görünmüyorlardý.
Önemli olan, bir kez iþlemeleri: Böylelikle, iþlemez
hale gelmedikleri tanýtlanmýþ oldu. Doktorlar pek memnunlar.
-Memnunlarsa mesele yok, önemli olan o.
Cumartesi akþamý, uyumadan önce, konuþtuk. Tuhaf, dedi
dalgýn bir sesle Bayan Leblon'u düþündüðüm zamanlar, onu
evimde görüyorum, öyle geliyor gözümün önüne: Bir çeþit
manken gibi; þiþirilmiþ, kolsuz; hani ütücülerdeki gibi... Doktor
P. karnýmýn üzerinde bir kara kaðýt þeridi. Arkasýndan, adamý
karþýmda, etten kemikten bir insan olarak görünce, tuhafýma
gidiyor. Gördün mü, dedim, Bana alýþtýn þimdi: Seni ürkütmüyorum artýk.
-Yok caným.- Seni ürküttüðümü söylemiþtin de... -Öyle mi dedim sana? Ýnsan
tuhaf þeyler söylüyor....
Ben de alýþmýþtým bu yaþayýþa. Akþamýn sekizinde geliyordum hastaneye;
Poupette bana günün haberlerini veriyordu;
Doktor N. uðruyordu sonra. Bayan Cournot geliyor, yarayý
týmar ederken ben de giriþ aralýðýnda kitap okuyordum. Günde
dört kez, odaya üzeri sargýlar, gaz bezleri, bezler, pamuk, yaký,
demir kutular, küçük leðenler, makaslar yüklü tekerlekli bir
masa getiriliyordu; masa odadan çýkarýldýðý sýra gözlerimi
hemen baþka yana çeviriyordum. Bayan Cournot, arkadaþlarýndan bir
hemþirenin de yardýmýyla annemin temizliðini yapýyor, uykuya hazýrlýyordu onu.
Yatýyordum. Bayan Cournot, anneme çeþitli iðneler vurduktan sonra, ben
annemin baþucunda yanan lambanýn ýþýðýnda kitap okurken, bir fincan kahve
içmeye gidiyordu. Dönüyor, biraz ýþýk gelsin diye aralýk býraktýðý
kapýnýn yanýnda oturuyordu; okuyor, örgü örüyordu.
Þilteyi titreþtiren elektrikli aygýtýn hafif uðultusu iþitiliyordu.
Uykuya dalýyordum. Saat yedide uyanýyordum. Yara týmarý
yapýlýrken, yüzümü duvara dönüyor, nezleden burnumun týkalý
olmasýna seviniyordum: Poupette'e kokular pek dokunuyordu;
bense, annemin alnýyla yanaklarýna sýk sýk sürdüðüm kolonyanýn tatlýmsý, iç
baydýrýcý kokusu dýþýnda hemen hemen herhangi bir koku almýyordum: Bu marka
kolonyayý artýk hiç kullanamam.
Bayan Cournot gidiyordu; ben giyinip kahvaltý ediyordum.
Anneme beyazýmtýrak bir ilaç hazýrlýyordum; dediðine göre,
pek tatsýz bir þeymiþ bu; ama sindirimine yardým ediyormuþ.
Sonra, içine bir bisküvit ufaladýðým çayý kaþýk kaþýk içiriyordum
ona. Oda hizmetçisi ortalýðý silip topluyordu. Ben çiçekleri
suluyor, düzeltiyordum. Telefonun zili çalýyordu sýk sýk; giriþ
aralýðýna koþuyordum; kapýlarý ardýmdan kapýyordum ama
annemin beni iþitmeyeceðinden emin deðildim, ondan, sakýntýlý
konuþuyordum. Bayan Raymond, uyluk kemiðinin ne alemde
olduðunu sordu, diye anlattýðým zamanlar gülüyordu: Bir
þeycikler anlamýyorlardýr zavallýlar, olan bitenlerden! Sýk sýk
beni bir hemþirenin çaðýrdýðý da olurdu: Annemin arkadaþlarý,
akrabalar, hatýrýný sormaya geliyorlardý. Genellikle, kendilerini
kabul edecek gücü olmazdý ama kendisini düþünüp merak
etmeleri onu pek sevindiriyordu.
Yarasý týmar edilirken dýþarý çýkýyordum. Sonra öðle yemeðini
yediriyordum: Çiðneyemediði için ancak ezmeler, bulamaçlar, pek ince
kýyýlmýþ etler, kompostolar, kremalar yiyordu; tabaðýndaki yemeði son
lokmasýna dek yemeðe zorluyordu kendini: Beslenmeliyim. Yemekler
arasýnda, bir taze meyva sularý karýþýmýný yudumluyordu:
Vitamin bunlar. Yarýyor bana. Saat ikiye doðru Poupette geliyordu:
Pek iyi oluyor böyle, bu usul, diyordu annem. Bir gün,
yerinerek: Yazýklar olsun! dedi, Ýkiniz de yanýmda bulunun
da, kýrk yýlda bir; ben hasta olayým! Þu iþe bak!
Prag'a gidiþimden öncesine göre daha dingindim. Annemin
canlý bir ceset haline geçiþ süreci kesinlikle tamamlanmýþtý.
Dünya küçülmüþ, odasýnýn boyutlarýna sýðmýþtý: Taksinin
içinde Paris'in sokaklarýndan geçtiðim zamanlar, ancak, ortasýnda
figüranlarýn dolaþtýðý bir tiyatro dekoru görüyordum
artýk. Gerçek yaþayýþým annemin yanýndaki yaþayýþýmdý; bir
tek amacý vardý bu yaþayýþýn: Onu korumak. Geceleri, en ufak
pýtýrtý bana korkunç bir gürültü gibi geliyordu: Bayan Cournot'nun
göz gezdirdiði gazetenin hýþýrtýsý, bir elektrik motorunun hýrýltýsý...
Gündüzün, pabuçlarýmý çýkarýp geziyordum odanýn içinde. Merdivendeki,
tepemizdeki geliþ gidiþler, kulak zarlarýný patlatýyordu insanýn. Saat
onbirle öðle vakti arasýnda, sahanlýktan geçirilen, tokuþ demir tabaklar,
güðümler, mataralar, karavanalarla yüklü, tekerlekli masalarýn
gürültüsü, utanç duyulmasý gereken bir þey gibi geliyordu bana.
Düþüncesiz bir oda hizmetçisi uyuklamakta olan annemden,
ertesi gün ne yemek istediðini kararlaþtýrmasýný (yaðda kýzarmýþ
tavþan eti mi, hanýmefendi, piliç kýzartmasý mý?) rica
ettiði zaman fena öfkeleniyordum. Öðle yemeðine, söz verilen
beyin yerine pek iþtah açýcý olmayan bir kýymalý yemek getirildiði
zaman da kýzýyordum. Annemin cana yakýn bulduklarýný -Bayan Cournot'yu,
Bayan Laurent'ý, Martin'le Parent'ý- ben de cana yakýn buluyordum: Bayan
Gontrand, bana da, pek geveze bir kadýn olarak görünüyordu: Ýzne çýktýðý
öðleden sonrasýný kýzýna pabuç aramakla geçirdiðini anlatýyor
örneðin: Bana ne bundan, deðil mi ama?
Bu kliniði sevmiyordum artýk. Güleç yüzlü, hamarat hemþireler, iþten baþ
alamýyordu; paralarý azdý, kendilerine sertlikle
davranýlýyordu. Bayan Cournot kendi kahvesini kendi getiriyordu:
Buradan ancak sýcak su veriliyordu. Hemþirelerin, uykusuz geçirdikleri bir
geceden sonra üstlerine baþlarýna çekidüzen verecekleri, boyalarýný
tazeleyecekleri ne bir duþ odalarý vardý, ne de bir ayrý ayakyollarý...
Bayan Cournot, allak bullak olmuþ, gözetmenle dalaþlarýný anlatýyordu bize.
Gözetmen, bir
sabah, kahverengi ayakkabý giyiyor diye Bayan Cournot'ya sitem
etmiþ: Ama ökçeleri yok. -Beyaz olmasý gerek ama. Bayan
Cournot, boynu bükük, beli bükük bir hal almýþ. Daha iþinize
baþlamadan, öyle, caný çýkmýþ gibi durmayýn! diye baðýrmýþ
gözetmen. Annem, iki gün sonrasýna dek, durup durup, bu
cümleyi öfkelenerek, hatýrladý, söyledi: Her zaman birilerine
karþý baþka birilerini tutmaktan, yamanlýkla savunmaktan
hoþlanmýþtý. Bir akþam, Bayan Cournot'nun arkadaþý gözyaþlarý
içinde odaya girdi: Hastasý artýk kendisiyle konuþmamaya karar
vermiþti... Bu genç kýzlarýn, mesleklerinden ötürü her an tanýðý
olduklan tragedyalar, kiþisel yaþayýþlarýnýn ufak tefek dramlarýna
bir türlü kanýksatmýyordu kendilerini.
Ýnsan, beyninin sulanmaya baþladýðýný duyar gibi oluyor
burada, diyordu Poupette. Ben, konuþmalarýn saçmalýðýna,
þakalarýn basma kalýplýðýna aldýrýþsýzlýkla katlanýyordum.
Profesör B.'ye ne güzel oyun oynadýn! -Bu kara gözlüðü takýnca
Greta Garbo'a benziyorsun! Ama konuþtuðum dil aðzýmda
çürüyor, soysuzlaþýyordu. Nereye gitsem, sahneye çýkmýþ, oyun
oynuyormuþum gibi geliyordu. Yakýnda yeni bir eve çýkacak
eski bir arkadaþýmla, taþýnmasýndan söz ederken, sesimdeki
canlýlýk bana düzmece gibi geliyordu; bir birahane yönetmenine,
içimden gerçekten öyle geldiði için: Pek iyiydi bu
içtiðim, pek güzeldi bu yediðim, dediðim zaman iyi niyetle
yalan söylüyordum sanki, öyle duyuyordum içimden. Arasýra
da, dünya kýlýk deðiþtiriyor, tanýnmayacak hale girmiþ gibi
oluyordu. Bir otel görüyordum, kýlýk deðiþtirmiþ bir klinik
gibi görünüyordu gözüme; oda hizmetçilerini hemþire sanýyordum;
lokantalardaki kadýn sofracýlarý da... Bunlarýn yaptýðý
da, ekmek yemeðe dayanan bir bakým uygulamaktý bana.
Aklým, giysilerin altýnda gizlenen karmaþýk borular düzenine
saplanmýþ, insanlara yeni bir gözle bakýyordum. Ben bile,
arasýra, bir emme basma tulumbaya bir ceplerle hortumlar
dizgesine dönüyordum.
Poupette sürekli bir sinirlilik içindeydi. Benim kan basýncým
yüksekti, kan baþýma çýkýyordu. Bizi özellikle üzen þey, annemin
can çekiþmeleri, dirilmeleri, bir de kendi çeliþmelerimizdi. Acý ile
ölümün giriþtiði bu yarýþta, ölümün birinci gelmesini candan dilemekteydik.
Bununla birlikte, annem, yüzü cansýz, uyuduðu zamanlar, beyaz hýrkanýn
üzerinde saatin asýlý olduðu siyah kurdelenin belli belirsiz kýmýltýsýný
kaygýlar içinde gözetliyorduk: Sonuncu kasýnmanýn korkusundan
midemiz buruluyordu.
Pazar günü öðle sonrasýnýn ilk saatlerinde yanýndan ayrýldýðým
zaman durumu iyiydi. Pazartesi sabahý arýk yüzü beni korkuttu;
derisiyle kemikleri arasýnda hücrelerini yiyip bitiren gizemli
sürülerin yaptýðý iþ, hemen göze çarpýyordu. Akþamýn onunda
Poupette hemþirenin eline bir kaðýt sokuþturuvermiþ: Ablamý
çaðýrsam mý? Hemþire baþýyla hayýr demiþ: Kalbi dayanýyordu
daha. Ama yeni yeni sýkýntýlar gelecekti baþýmýza. Bayan
Gontrand annemin sað böðrünü gösterdi: Gözeneklerinden
damla damla sular sýzýnýyordu, çarþaflar sýrýlsýklamdý. Sidik
hemen hemen hiç gelmiyordu artýk, etlerini bir ödem þiþiriyordu.
Ellerine bakýyor, sucuk gibi þiþmiþ parmaklarýný þaþkýnlýkla
oynatýyordu: Hareketsiz durmaktan oluyor, dedim ona.
Equanil'le morfin onu yatýþtýrmýþtý; yorgunluðunun farkýna
varýyor ama sabýrla katlanýyordu: Kendimi artýk iyileþmiþ
sandýðým bir gün, kardeþin bana bir þey söyledi; çok da iyi oldu
söylediði; yeniden yorgunluk duyacaðýmý haber vermiþti o
gün. Onun için þimdi bunun normal olduðunu biliyorum.
Bayan de Saint-Ange yanýna girdi, kýsa bir süre görüþtüler;
ona Ha! Þimdi çok iyiyim! dedi. Gülümsedi, diþleri meydana
çýktý: Þimdiden bir iskeletin ölüm sýntýsýydý bu; buna karþýlýk gözleri
biraz hummalý bir aralýkla parlýyordu. Yemeðini yedikten sonra
rahatsýzlandý; hemþireyi çaðýrmak için zili üst
üste çaldým; dilediðim gerçekleþiyordu, can veriyordu, bense
çýlgýna dönmüþtüm. Bir güllaç onu yeniden canlandýrdý.
Akþam, ölmüþtür diye düþünüyordum; bu düþünce içimi
parçalýyordu. Sabahý, Poupette: Belli bir sýnýr içerisinde, daha
iyi olduðu bile söylenebilir, dedi; belim büküldü. Annem o kadar
iyiydi ki, birkaç sayfa Simenon okudu. O günün gecesi çok acý
çekmiþ: Her yaným aðrý içinde! Morfin iðnesi yapmýþlar.
Gündüz, gözlerini açtýðý zaman bakýþý donuktu. Bu kez, artýk
tamam, diye düþündüm. Yeniden uykuya daldý. N.'ye sordum:
Bitti mi her þey? -Yo, hayýr! dedi adam; yarý acýr gibi, yarý
övünçlüydü sesi: Onu iyicene canlandýrdýk, kolay kolay gitmez!
O halde, yarýþý acý mý kazanacaktý? Vurun beni. Tabancamý verin.
Acýyýn bana. Annem: Her yaným aðrý içinde, diyordu. Þiþmiþ
parmaklarýný kaygýyla oynatýyordu. Güvenini yitiriyordu: Bu
doktorlar canýmý sýkmaya baþladý. Bana hep, daha iyisiniz,
diyorlar. Oysa ben daha fena duyuyorum kendimi.
Bu ölümcül kadýna baðlanmýþtým. Alaca karanlýkta onunla
konuþurken eski bir piþmanlýðýmý yatýþtýrýyordum: Yeni yetmeliðim
sýrasýnda kesilen, yeniden baþlamasýna aramýzdaki
ayrýmlarla, benzerliðimizin bir türlü meydan vermediði söyleþiyi
baþtan ele alýyordum: Büsbütün sönmüþ sandýðým eski sevecenlik,
özentisiz sözlerle konuþmaya, özentisiz davranýþlarda
bulunmaya baþlayabildiðimizden beri, dirilmekteydi.
Bakýyordum ona. Orada duruyordu iþte; bilinçliydi ama
yaþadýðý öyküden tamamýyla habersizdi. Derimizin altýnda
neler olup bittiðini bilmemek, düzgülü bir þey Ama annemin,
gövdesinin dýþýndan bile haberi yoktu: Yaralý karnýndan,
akarcasýndan, oradan akýp giden pisliklerden, üst derisinin
mavi renginden, gözeneklerinden sýzan sývýdan bile haberi
yoktu. Handiyse kötürümleþmiþ elleriyle yoklanamýyor, bakýmý
yapýldýðý zamansa, baþý arkaya atýlmýþ oluyordu. Ayna istememiþti
bir daha: Yüzünün, can çekiþen bir insan yüzü olduðunu bilmiyordu.
Çürümekte olan etinden sonsuz uzakta, yatýyor, kulaklarýnda yalanlarýmýzýn
uðultusu, bütün varlýðýyla, tutkulu bir umuda, onmak umuduna sýðýnmýþ,
düþlere dalýyordu. Gereksiz yere canýnýn sýkýlmasýný, üzülmesini istemiyordum.
Bu ilacý artýk almasan da olur. -Yo, alayým, daha
iyidir. O alçý gibi sývýyý yutuveriyordu arkasýndan.
Yemekte güçlük çekiyordu: Zorlama kendini; yeter, yeme artýk. -Öyle
mi dersin? Tabaðý inceliyor, duraksýyordu: Haydi, biraz daha
ver. Sonunda tabaðý el çabukluðuyla ortadan kaldýrýyordum:
Bitti, diyordum kendisine. Ýkindileri bir kase yoðurdu yemeye
kendini zorluyordu. Sýk sýk, meyva suyu istiyordu bizden.
Kollarýný biraz oynatýyor, ellerini kaldýrýyor, birbirine yaklaþtýrýyordu,
aðýr, sakýntýlý bir devimle; benim, bir yandan
býrakmadýðým, bardaðý el yordamýyla buluyor, tutuyordu.
Kendisine iyi gelecek vitaminleri pipetin içinden emiyordu:
Bir gulyabani aðzý, istekle, içine çekip yutuyordu dirimi.
Kuruyup gitmiþ yüzünde gözleri kocamanlaþmýþtý; onlarý
fal taþý gibi açýyor, kýmýltýsýzlaþtýrýyordu; sýnýrsýz bir çaba
göstererek içinde bulunduðu bellirsizlik kuyularýndan kendini
koparýyor, bu kara ýþýk göllerinin yüzüne çýkmaya uðraþýyordu;
bütün varlýðýný veriyordu bu iþe; heyecan verici bir duraðanlýkla
yiyecekmiþ gibi yüzüme bakýyordu: Bakýþ denen þeyi yeni
bulmuþ, yeni türetmiþcesine... Görüyorum seni! Herkesin
de bu bakýþý karanlýklardan yeniden koparmasý, elde etmesi
gerekiyordu. Týrnaklarýný çarþaflara nasýl taktýysa, yitmemek,
yok olamamak için bakýþýný dünyaya öyle takýyor, yeryüzüne
onunla tutunuyordu. Yaþamak. Yaþamak.
O çarþamba akþamý, beni götüren takside, ne de üzgündüm!
Kibar mahalleler içinden geçerek giden bu yolu ezbere biliyordum artýk:
Lancome, Houbigant, Hermes, Lanvin. Çoðu zaman, kýrmýzý ýþýðýn yanmasý
yüzünden Cardinin önünde duruyorduk: Fötr þapkalar, yelekler, boyun
mendilleri, ayakkabýlar, potinler görüyordum; hepsinde alay eder gibi
bir zariflik vardý. Daha ötede, tatlý renkli, tüylü tüylü güzel
sabahlýklar; kýrmýzý ev entarisinin yerine giysin diye bunlardan
birini alýrým ona, diye düþünmüþtüm. Lavantalar, kürkler,
çamaþýrlar, mücevherler: Ölüme yer verilmeyen bir dünyanýn
þatafatlý kibriydi bunlar; ama ölüm, bu dýþ görünüþün, bu
gösteriþin arkasýnda, kliniklerin, hastanelerin, kapalý odalarýn
bozsu gizliliðinde saklanýp bekliyordu. Bense artýk baþka bir
gerçeklik tanýmýyordum.
Perþembe günü, her gün olduðu gibi, annemin yüzü içimi
yýktý: Bir gün öncesinden biraz daha süzgündü, biraz daha
acýlýydý. Ama gözleri görüyordu. Beni tepeden týrnaða süzdü:
Sana bakýyorum. Saçýnýn tümü kestane rengi. -Tabii, biliyorsun
öyle olduðunu. -Hayýr, senin de, kardeþinin de, kocaman,
aðarmýþ bir tutam saçýnýz vardý da... Tutunayým diyeydi o,
düþmeyeyim diye. Parmaklarýný oynattý: Þiþlikleri iniyor, deðil
mi? Uyudu. Gözlerini açýnca: Büyük, beyaz bir kolluk gördüðüm zaman,
uyanacaðýmý anlýyorum, dedi bana, uykuya daldýðým zaman da, iç eteklikleri
arasýnda uyuyorum. Kafasýný bürüyen, hangi anýlardý, hangi görüntülerdi ki
bunlar? Bütün ömrünce dýþ dünyaya dönük olarak yaþamýþtý; onu ansýzýn
kendi içine dalmýþ, yitmiþ görmek içime dokunuyordu. Bu
dünyasýndan uzaklaþtýrýlmasý hiç hoþuma gitmiyordu artýk.
Arkadaþlarýndan biri, Bayan Vauthier, o gün kendisine, biraz
aþýrý bir canlýlýkla bir gündelikçi kadýn öyküsü anlatmýþtý.
Annemin gözleri kapandýðý için Bayan Vauthier'yi hemen
uzaklaþtýrdým. Yanýna döndüðüm zaman, annem: Ýnsan
hastalara kendi baþýndan geçenleri anlatmamalý, hastayý ilgilendirmez
bunlar, dedi.
O geceyi yanýnda geçirdim. Aðrýdan ne kadar korkuyorsa
karabasanlardan da o kadar korkuyordu. Doktor N. geldiði
zaman, annem: Gerektiði kadar iðne yapýn, dedi, iðneyi
saplayan hemþirenin çalýmýný benzetledi. Bak sen! dedi N.,
Adamakýllý morfin düþkünü olup çýkacaksýnýz! Þakacý bir sesle
ekledi: Çok elveýiþli bir fiyata size morfin saðlarým, isterseniz...
Yüzü çatýldý, bana döndü, sert bir sesle: Kendine saygýsý olan
bir hekim, iki konuda, taþ çatlasa, doðru bildiðinden þaþmaz:
Uyuþturucu maddeler, bir; çocuk düþürme, iki.
Cuma günü sýkýntýsýz geçti. Cumartesi günü annem hep
uyudu. Ýyi oldu öyle, dedi Poupette. Dinlenmiþ oldun. Annem
içini çekti: Bugün yaþamamýþým!
Ýnsan yaþamayý bu kadar sevince, ölmek güç iþ doðrusu.
Hekimler o akþam bize: Ýki üç ay dayanabilir, dediler. Öyleyse,
yaþayýþýmýzý yeni bir düzene sokmak, annemi bizsiz birkaç
saat geçirmeye alýþtýrmak gerekti. Kocasý bir gece önce Parise
gelmiþ olduðu için kýz kardeþim annemi bu gece Bayan Cournot
ile tek baþýna býrakmaya karar verdi. Sabaha gelecekti; Marthe,
iki buçuða doðru; ben de, beþte, gelecektik.
Saat beþte kapýyý ittim. Ýstor indirilmiþti, ortalýk hemen
hemen karanlýktý. Marthe, bitkin acýnýlacak halde sað yanýna
yýkýlmýþ annemin elini tutuyordu: Annemin sol kaba etindeki
yatalak yaralarý iyice açýlmýþtý; öyle yatýnca caný daha az acýyordu
ama durumunun rahatsýzlýðý onu bitiriyordu. Saat on
bire dek, Poupette'le Lionel'in gelmesini kaygýlar içinde
beklemiþti; zilin düðmesi, eriþebileceði bir yerde deðildi; ne
yapsa, birini çaðýramazdý. Arkadaþý Bayan Tardieu uðrayýp
hatýrýný sormuþ ama annem, gene de, kýz kardeþime: Beni
canavarlarýn eline býrakýyorsun! demiþ. (Pazar günü çalýþan
hemþirelerden tiknisiyordu.) Sonra da Lionel'e takýlacak kadar
canlýlýðýný toparlayabilmiþ: Kaynananýzdan kurtulacaðýnýzý
ummuþtunuz, deðil mi? Olmayacak iþte, buradayýz daha.
Öðle yemeðinden sonra bir saat yalnýz kalýnca gene kaygýya
kapýlmýþ. Heyecanlý bir sesle: Beni yalnýz býrakmamalýsýnýz,
dedi bana, Pek halsizim daha. Beni canavarlarýn eline býrakmayýn!
-Bir daha býrakmayacaðýz.
Marthe gitti, annem uykuya daldý, yerinden sýçrayarak
uyandý: Sað kaba eti acýyordu. Bayan Gontrand durumunu
deðiþtirdi. Annem yakýnmaya devam etti. Bir daha zile uzanacak
oldum: Nafile. Gene Bayan Gontrand gelecektir. O, bilmiyor
bu iþi. Annemin aðrýlarý hiç de kuruntudan doðma deðildi;
nedenleri örgenseldi, belirliydi. Bununla birlikte, belli bir
eþiðin altýnda kaldýkça, Parent ya da Martin hemþirelerin yaptýklarý,
bu aðrýlarý dindiriyordu; Bayan Gontrand ayný þeyleri yaptýðý
halde aðrýlarý azalmýyordu. Ama gene de uykuya daldý. Altý
buçukta, kývançla haþlama suyu içti, krema yedi. Ansýzýn
baðýrdý sonra, sol kaba eti cayýr cayýr yanýyordu. Þaþýlacak bir
þey deðildi bu. Ýncele incele derisi kalmamýþ gövdesi, gözeneklerinden
sýzýnan sidik asidiyle sýrýlsýklamdý; hemþireler,
ara çarþafýný deðiþtirdikleri zaman parmaklarý yanýyordu.
Ürküye kapýlmýþtým; zili çaldým, çaldým; saniyeler ne kadar
da uzundu! Annemin elini elimde tutuyondum, elimi alnýna
götürüyordum, bir þeyler söylüyordum. Sana iðne yaparlar
þimdi. Artýk canýn yanmaz. Bir dakika. Bir dakikacýk sabret.
Kasýlmýþ, avaz avaz baðýrmamak için kendini güç tutuyor,
inliyordu; Yanýyorum, korkunç bir þey bu, dayanamýyorum.
Dayanamayacaðým. Sonra, handiyse hýçkýrýr gibi, içimi
parçalayan o çocuksu sesiyle: Yarabbim! Nedir bu çektiðim,
dedi. Ne kadar yalnýzdý! Ona dokunuyordum, onunla konuþuyordum
ama acýsýna sokulabilmek olanaksýzdý. Yüreði
çýlgýna dönüyordu, gözleri kayýyordu, -Ölüyor-, diye düþündüm;
Bayýlacaðým, diye mýrýldandý. Neden sonra Bayan
Gontrand bir morfin iðnesi yaptý. Bir þeye yaramadý. Gene zili
çaldým. Yanýnda kimsenin beklemediði, herhangi birini çaðýramayacaðý
o sabah bu aðrý böyle, ansýzýn, baþlayabilirdi,
o zaman ne olurdu, diye düþündüm, aklým baþýmdan gitti:
Bir dakika olsun yanýndan ayrýlmak sözkonusu deðildi artýk.
Bu kez hemþireler anneme equanil verdiler, ara çarþafýný deðiþtirdiler,
yaralarýna, ellerine madensi madensi yansýlar veren
bir melhem sürdüler. Yanma geçti; bir çeyrek saat sürmüþtü
yalnýz: Bitmeyecek ölçüde uzun bir süre... Saatlerce avaz avaz
haykýrdý durdu. -Ne manasýz þey diyordu annem, ne manasýz
þey yarabbim! Evet: Oturup aðlanacak kadar manasýz bir þeydi
bu. Artýk hekimleri de, kardeþimi de, kendimi de anlayamýyordum. Bu
boþu boþuna iþkenceyle geçen anlarý, hiç, ama hiçbir þey haklý gösteremezdi.
Pazartesi sabahý Poupette'le telefonda görüþtük: Ölüm
yakýndý. Ödem daðýlmýyordu, karýn kapanmýyordu. Hekimler,
yatýþtýrýcý ilaçlarla annemi sersemleþtirmekten baþka yapýlacak
bir þey kalmadýðýný söylemiþlerdi hemþirelere.
Saat ikide, 114 sayýlý kapýnýn önünde, kýz kardeþimi kendinden
geçmiþ halde buldum. Bayan Martin'e: Anneme dünkü
gibi acý çektirmeyin, demiþti. Aman Hanýmefendi, yalnýz
yatalak yaralarý için bu kadar iðne yaparsak, büyük aðrýlar
geldiði gün morfin etkisiz kalacaktýr. Sýkýþtýrýlýnca açýklamýþtý:
Genellikle, anneminkine benzer hallerde, hasta ürkünç aðrýlar
çekerek ölürdü. Acýyýn bana. Vurun beni. Doktor P. yalan mý
söylemiþti o halde? Bir tabanca edinmek, annemi vurmak;
onu boðmak... Romantik, saçma, boþ düþünceler... Ama anmemin
saatler saati avaz avaz haykýrdýðýný oturup iþitmek de
aklýmýn alacaðý iþ deðildi. Gidip P. ile görüþelim. Geliyormuþ;
yakaladýk onu: Acý çekmeyeceðine söz vermiþtiniz. -Acý
çekmeyecek. Ne olursa olsun onu yaþatmak, bir hafta boyunca
ona büyük acýlar çektirmek isteniyorsa, yeniden ameliyat
yapýlmasý, kan verilmesi, güçlendirici iðneler vurulmasý gerekeceðini
belirtti. Evet. N. bile, o sabah Poupette'e: Bir umut
kaldýkça yapýlmasý gereken her þeyi yaptýk, demiþti. Þimdiden
sonra ölümünü geciktirmeye kalkmak, sadizm olur. Ancak,
bu çekimseme yetmiyordu bize. P'ye sorduk: Morfin büyük
aðrýlarý önleyebilecek mi? -Gerekli düzeleri vereceðiz ona.
Kesinlikle konuþmuþtu; hali güven veriyordu bize. Yatýþtýk.
Yarasýný yeniden týmar etmek için annemin odasýna girdi:
uyuyor, dedik kendisine. Geldiðimin farkýna bile varmayacak.
Odadan çýktýðý zaman annem hala uyuyordu herhalde. Ancak
o gece çekmiþ olduðu korkularý hatýrlayýnca, Poupette'e:
Gözlerini açýnca kendini bir daha yapayalnýz bulmamalý,
dedim. Kýz kardeþim kapýyý açtý; sonra beti benzi atmýþ, bana
doðru döndü, hýçkýra hýçkýra, kendini oturduðum sýranýn
üzerine attý: Karnýný gördüm! Ona biraz equanil bulmaya
gittim. Doktor P. bir daha yanýmýza geldiðinde, kardeþim ona
da: Karnýný gördüm! Korkunç bir þey! dedi. Yok caným, hep
öyle olur, dedi doktor biraz sýkýlmýþ gibi... Poupette: Diri diri
çürüyor, dedi bana; ben de ona baþka bir þey sormadým. Oturup
konuþtuk. Sonra annemin baþucuna oturdum: Hýrkanýn aklýðý
üzerinde ince siyah kaytanýn solukla birlikte belli belirsiz
kýmýltýsý olmasa annemi ölmüþ bellerdim. Saat altýya doðru
gözlerini açtý: Saat kaç Allahaþkýna? Anlamýyorum. Akþam
mý oldu gene? -Öðleden sonra hep uyudun. Kýrk sekiz saat
uyumuþum demek? -Yok caným! Bir gece öncesinin olaylarýný
hatýrlattým. Camýn arkasýndan uzaklara, karanlýða, neonlu
tabelalara bakýyordu. Ýncinmiþ bir halle, -Anlamýyorum, diye
yineledi.
Hatýrýný sormaya gelenleri, telefon edenleri saydým.
Umurumda deðil, dedi. Kendisini þaþýrtan þeyi evirip çeviriyordu
kafasýnda: Hekimlerin dediðini iþittim; onu sersemleþtirmeli, diyorlardý.
Bu kez dikkatli davranmakta kusur etmiþlerdi iþte. Açýkladým: Dün geceki
gibi boþu boþuna niye acý çeksindi? Yatalak yaralarý kapanýncaya dek onu bol
bol uyutacaklardý. Evet, dedi; sesinde sitem vardý; evet ama,
günlerimi harcýyor, yitiriyorum.
Bugün yaþamamýþým. -Günlerimi harcýyor, yitiriyorum.
Geçen her günün bir deðeri vardý onca; Baþka hiçbir þeyin,
yerini tutamayacaðý bir deðer. Ölecekti de. Bilmiyordu bunu:
Ama ben biliyordum. Onun adýna ben boyun eðemiyordum
bu olacaða.
Biraz haþlama suyu içti, Poupette'i bekledik: Burada yatmak
yoruyor onu, dedi annem. Yok caným, o nasýl söz? Ýçini çekti:
Umurumda deðil. Bir an düþündükten sonra da ekledi: Beni
tasalandýran, hiçbir þeyin umurumda olmamasý. Bir daha
uykuya dalmadan önce, kuþkulu bir halle sordu: Ama insan
böyle sersemleþtirilir mi? Protesto muydu bu? Kendisine güven
vermemi dilediðini sanýyorum daha çok: Uyuþukluðu ilaçla
yaratýlmýþtý, inginlik belirtisi deðildi.
Bayan Cournot içeri girdiði zaman annem gözlerini araladý.
Onlarý yuvalarýnda saða sola kaydýrdý, bakýþýný düzeltip uyum
yaptý, dünyayý yeni tanýmaya baþlayan çocuðunkinden de
dokunaklý bir aðýrbaþlýlýkla hemþireye dikkatle baktý. Siz
kimsiniz ki? -Bayan Cournot bu. -Niye buradasýnýz? Bu saatte?
-Gece oldu, dedim gene. Fal taþý gibi açtýðý gözleriyle Bayan
Cournot'yu sorguya çekiyordu: Peki ama niye? -Biliyorsunuz
ya; geceleri hep yanýnýzda oturup bekliyorum: Annem, birazcýk
kýnar gibi: Ya! dedi. Tuhaf þey! Niye sanki? Gitmeye hazýrlandým.
Gidiyor musun? -Gitmem canýný sýkar mý? Gene ayný karþýlýðý verdi:
Umurumda deðil. Hiçbir þey umurumda deðil.
Hemen kalkýp gitmedim; gündüzcü hemþireler annemin
herhalde sabaha çýkamayacaðýný söylüyorlardý. Nabýz 48'den
100'e atlýyordu. Saat ona doðru duruldu. Poupette yattý; ben
evime döndüm. P'nin bizi aldatmadýðýna emindim þimdi. Annem
bir iki güne dek, çok çekmeden, göçüp gidiverecekti.
Uyandýðýnda aklý baþýndaymýþ. Aðrý duyar duymaz, dindirici
ilaç veriliyordu. Üçte girdim yanýna; uyuyordu, baþucunda
Chantal bekliyordu; biraz sonra: Zavallý Chantal! dedi bana
dönerek, -O kadar çok iþi var, bense vaktini alýyorum. -Ama
o buraya seve seve geliyor. Seni çok sever, bilirsin. Annem
uzun uzun düþündü; þaþýrmýþ, içten üzülmüþ bir halle: Ben
kimsecikleri sevip sevmediðimi bilemiyorum artýk, dedi.
Gururunu hatýrlýyordum: Þen kadýným da onun için seviyorlar
beni. Yavaþ yavaþ, birçok kimseler ona usandýrýcý
gelmeye baþlamýþtý. Þimdi gönlü büsbütün uyuþmuþtu: Yorgunluk,
her þeyini almýþtý elinden. Ne var ki, en sevecen
sözlerinin bir teki bile, bu umursamazlýk bildirisi kadar dokunmamýþtý
bana. Eskiden, kendine belletilmiþ resmi davranýþlar, alýþýlagelmiþ
çalýmlar, gerçek duygularýný örtüyor, kapatýyordu. Bu duygularýn
sýcaklýðýný, yokluklarýnýn kendisinde yarattýðý soðukluða vurarak
ölçüyordum.
Uyuyakaldý; soluðu o kadar belirsizdi ki, düþlere daldým:
Sarsýntýsýzca, bir dursa, bir durabilse... Ama ince siyah kaytan
kalkýyor, iniyordu: Sýçrayýþ, o kadar kolay olmayacaktý. Ýstemiþ
olduðu üzere, kendisine yoðurt yedirmek için onu beþte
uyandýrdým: Kardeþin yememi istiyor: Ýyi gelirmiþ bana. Ýki
üç kaþýk yedi: birtakým yerlerde ölülerin mezarlarýna býrakýlan
yiyecekleri düþünüyordum. Bir gün önce Catherine'in getirmiþ
olduðu gülü koklattým kendisine: Meyrignac'ýn son gülüymüþ.
Dalgýn dalgýn bir göz atmakla yetindi. Gene uykuya daldý; kaba
etinde duyduðu yanma ile uyandý bu uykudan. Morfin iðnesi:
Sonuç alýnmadý. Ýki gün öncesi gibi elini elimde tutuyor,
yüreklendirecek þeyler söylüyordum kendisine: Bir dakika.
Ýðne þimdi etkisini gösterir. Bir dakika sonra tamam. -Çin
iþkencesi bu, dedi. Sesi renksizdi, karþý durmaya bile artýk
gücü yetmiyordu. Gene zili çaldým, üsteledim: Ýkinci iðne
vuruldu.
Parent hemþire yataðý düzeltti, yeniden uykuya dalmýþ
olan, elleri buz gibi annemin durumunu biraz deðiþtirdi. Oda
hizmetçisi; saat altýda getirdiði akþam yemeðini geri çevirdiðim
için homurdandý: Can çekiþmenin, ölümün gündelik olaylardan olduðu
kliniklerin deðiþmek bilmez göreneði! Saat yedi
buçukta annem: Bak, dedi, Þimdi iyi duyuyorum kendimi.
Gerçekten iyi. Uzun zamandýr kendimi bu kadar iyi duymamýþtým.
Jeanne'ýn büyük kýzý geldi, ona biraz haþlama suyu
ile kahveli krema içirip yedirmeme yardým etti. Bunu yapmak
güçtü çünkü öksürüyordu: Solunum darlýðýnýn baþlangýcýydý
bu. Poupette'le Bayan Cournat gitmemi öðütlediler. Bu gece
herhalde bir þey olmayacaktý, burada kalmamsa annemi
kuþkulandýrabilirdi: Onu öptüm; o da, o korkunç gülümseyiþiyle:
Seviniyorum; dedi, Beni o kadar iyi gördüðüne!
Belladenal aldýktan sonra, yanýnda yattým. Uyandým; telefon
çalýyordu: Birkaç dakikasý kaldý artýk. Marcel arabayla seni
almaya geliyor. Marcel-Lionel'in amca oðlu-beni, hýzlý hýzlý,
ýssýz bir Paris'in içinden geçirdi. Champerret kapýsýnýn yakýnlarýnda
ýþýðý kýrmýzý kýrmýzý parlayan bir kahvenin
tezgahýnda birer kahve yuvarladýk. Poupette, kliniðin bahçesinde bizi
karþýladý: Bitti. Yukarý çýktýk. Annemin yerinde
yatakta yatan bu ceset o kadar beklendik, ama o kadar akýl
almaz bir þeydi ki... Eli, alný soðumuþtu. Hala oydu bu, deðiþmeyecek
yokluðuydu, ayný zamanda. Bir gaz bezi çenesini
tutuyor, kýpýrtýsýz yüzünü çerçeveliyordu. Kýz kardeþim Blomet
Sokaðý'ndaki eve gidip giysiler getirmek istiyordu: Neye sanki?
-Töre öyleymiþ. -Biz uymayacaðýz. Anneme, dýþarýda bir yere
yemeðe gidiyormuþ gibi, giysiler, ayakkabýlar giydirmeyi aklým
almýyordu; kendisinin de böyle bir þey dileyeceðini sanmýyordum;
ölüsünün ne olacaðýna ilgi duymadýðýný sýk sýk
söylemiþti.
Bayan Cournot'ya: Uzun geceliklerinden birini
giydirmek yeter, dedim. Masanýn gözünden halkayý alarak:
Ya niþan yüzüðü? diye sordu Poupette. Halkayý parmaðýna
geçirdik. Niye mi? Bu yeryüzünde þu küçük altýn halkaya artýk
hiç yer yoktu da ondan herhalde.
Poupette'in ayakta duracak hali kalmamýþtý. Artýk annem
olmayan o ölüye son bir kez baktýktan sonra, kýz kardeþimi
hýzla aldým, götürdüm. Marcel'le birlikte Döme kahvesinin
barýnda birer bardak bir þeyler içtik. Poupette anlattý:
Saat dokuzda N. odadan çýkmýþ, öfkeli bir halle: Bir dikiþ
daha atmýþ. Kendisi için bunca þey yapýldýktan sonra gene böyle
olsun! Ýnsan inciniyor doðrusu! demiþ. Kýz kardeþim, þaþkýnlýk
içinde, arkasýnda bakakalmýþ. Elleri-buz gibi olduðu halde
annem sýcaktan yakýnýyor, biraz güçlükle solunuyormuþ. Bir
iðne yapmýþlar, uykuya dalmýþ. Poupette soyunmuþ, yatmýþ,
eline bir polis romaný alýp okumaya çalýþmýþ. Geceyarýsýna
doðru annem kýpýrdanmaya baþlamýþ. Poupette'le hemþire
yataðýna yaklaþmýþlar. Gözlerini açmýþ: Ne yapýyorsunuz
burada? Niye kaygýlý gibisiniz? ben çok iyiyim. -Karabasan
görmüþ olacaksýn, ondan yanýna geldik. Çarþaflarýný düzeltirken,
Bayan Cournot ayaklarýna dokunmuþ: Ölümün soðukluðu onlarý
kaplamýþmýþ bile.
Kýz kardeþim, bana haber vermesi gerekip gerekmediðini kestirememiþ.
Bu saatte orada bulunmam, aklý tümüyle baþýnda olan annemi ürkütebilirdi.
Gene yatmýþ. Saat birde annem yeniden kýpýrdanmýþ. Canlý
bir sesle, babamýn söylediði eski bir þarkýnýn sözlerini mýrýldanmýþ:
Gidiyorsun, býrakýyorsun bizleri... Poupette: Ne münasebet! Seni
býrakmýyorum, demiþ; annem de hafif hafif, anlayýþlý bir halle gülümsemiþ.
Soluk almasý gitgide güçleþiyormuþ. Bir iðne daha yapýldýktan sonra, biraz
güç anlaþýlýr bir sesle: Ölümü... sonraya... býrakmalý..., demiþ.
Elimi mi býrakmalý? Annem: Hayýr, demiþ. Ölümü. Ölüm sözcüðünün
üzerine basa basa. Ulamýþ sonra: Ölmek istemiyorum. -Ama
iyileþtin zaten! Daha sonra dalgýnlýk içinde birtakým saçma þeyler
söylemiþ: Kitabýmý ortaya çýkaracak vaktim kalsýn isterdim...
Kimi emzirmek istiyorsa onu emzirsin. Kýz kardeþim
giyinmiþ: Annem bilincini hemen hemen yitirmiþ durumdaymýþ.
Ansýzýn baðýrmýþ: Boðuluyorum. Aðzý açýlmýþ; et
kalmamýþ bu yüzde gözleri kocaman, fýrlak: Bir kasýnmayla
komaya girmiþ. Gidip telefon edin, demiþ Bayan Cournot.
Poupette beni aramýþ, ben karþýlýk vermemiþim. Santralcý kýz
beni uyandýrýncaya dek yarým saat zilimi çalmýþ durmuþ. Bu
ara Poupette, artýk bilinçsiz olan annemin yanýna dönmüþ;
yüreði atýyormuþ, yastýklara yaslý, soluk alýyormuþ; donuk
gözleri artýk hiçbir þey görmüyormuþ. Sonra gitmiþ: Doktorlar
mum gibi tükenip gidecek demiþlerdi: Öyle olmadý, hiç de
öyle olmadý demiþ kardeþim, hýçkýrýklar içinde. Hemþire:
Aman Hanýmefendi, diye karþýlýk vermiþ, -Emin olun pek
zahmetsiz, pek sessiz bir ölüm oldu bu.
:::::::::::::
Ömrü boyunca annem kanserden çok korkmuþtu; klinikte
röntgen filmi çekildiði zaman belki de hala korkuyordu.
Ameliyattan sonra ise bir an bile kanser aklýna gelmedi. Gün
oldu, yaþýna göre pek sert bir sarsýntýya dayanamaz da, ölür
diye korktu. Ama kuþku, aklýnýn köþesinden bile geçmedi:
Karýnzarý yangýsýndan ameliyat edilmiþti, hastalýk aðýrdý ama
onacak cinstendi.
Bizi daha çok þaþýrtan, bir papazýn gelip kendisiyle görüþmesini
hiçbir zaman istemiþ olmamasý; Simone'u bir daha
göremeyeceðim! diye üzüm üzüm üzüldüðü gün bile!
Marthe'ýn getirmiþ olduðu dualar kitabýný, Ýsalý haçý, dua
tesbihini çekmecesinden çýkarmadý. Jeanne, bir sabah, -Bugün
pazar, Françoise teyze; kudas ayinine katýlmak istemez misiniz?
diye sormuþtu. Aman yavrum! Çok yorgunum, dua
edecek halim yok; Tanrý baðýþlar beni! diye karþýlýk vermiþti
annem. Bayan Tardieu, Poupette'in yanýnda, günah çýkaracaðý
papazý görmek isteyip istemediðini daha bir üsteleyerek
sormuþtu; annemin yüzü sertleþmiþti: Çok yorgunum. Konuþmaya son vermek
için de gözlerini yummuþtu. Baþka bir eski arkadaþýnýn hatýr sormaya
geliþinden sonra Jeanne'a demiþti ki, -Þu garip Louise de, amma tuhaf
þeyler soruyor: Kliniðe baðlý bir papaz olup olmadýðýný öðrenmek istedi.
Hani çok umurumdaydý da!..
Bayan de Saint-Ange bizi canýmýzdan bezdiriyordu: Madem
kaygýlarý var, dinin avuncunu istemesi gerekir. -Ama istemiyor.
-Bana da, baþka arkadaþlarýna da söz verdirmiþti, din kurallarýna
uygun biçimde ölmesine yardým edelim diye. -Þu anda,
istediði, iyileþmesine yardým edilmesi. Bizi kýnýyorlardý.
Anneme son dinsel hizmetlerin uygulanmasýný, muhakkak
ki, engelliyor deðildik, ama bunlarý kendisine zorla kabul
ettermiye de kalkmýyorduk. Kendisine uyarmada bulunmamýz
gerekecekti: Kansersin. Öleceksin. Eminim, kendilerini
annemle baþ baþa býraksaydýk, birtakým kaba sofu kadýnlar,
onu da yaparlardý. (Onlarýn yerinde olsaydým, annemin
yüzyýllarca Arafta kalmasýna yol açacak bir baþkaldýrma
günahýna girmesinden korkardým.) Annem bunlarla baþ baþa
kalmayý zaten istemiyordu. Yataðýnýn çevresinde genç gülümseyiþler
görmek dileðindeydi: Benim gibi yaþlý kadýnlarý,
dinlenmeevine çekildiðim zaman bol bol göreceðim nasýl olsa,
diyordu yeðen kýzlarýna.
Jeanne'la, Marthe'la birlikte olduðu
zaman, dindar ama anlayýþlý, yalanlarýmýzý da yerinde bulan
iki üç arkadaþý geldiði zaman, güvenlik içinde duyuyordu
kendini. Öbürlerine güvenmiyor, içlerinden birkaçýnýn sözünü
ettiði zaman sesinde hýnç seziliyordu: Þaþýrtýcý bir içgüdüyle,
hangi kimselerin varlýðýnýn, iç dirliðini bozabileceðini biliyordu
sanki: Þu dernekteki hanýmlarý görmeye gitmeyeceðim bir
daha. Oraya bir daha ayak basmayacaðým.
Bir takým kimseler þöyle düþüneceklerdir: Acýnýn, ölümün
karþýsýnda yenildiðine göre, inaný ancak yüzeydeydi, sözde
kalýyordu. Ben, inan nedir bilmiyorum. Ama din, annemin
yaþayýþýnýn ekseniydi, tözüydü: Çekmecelerinde bulunan
kaðýtlar, bunun böyle olduðunu gerçekledi. Duanýn, mekanik
bir mýrýltýdan baþka bir þey olduðuna inanmasaydý, tesbihini
çekmek, onu, bulmaca çözmekten daha çok yormazdý. Çekimsemesi,
tersine, Tanrýya yakarmayý, dikkati, düþünceyi,
belli bir tin durumunu gerektiren bir iþ diye gördüðüne
inandýrýyor beni. Tanrýya ne söylemesi gerekeceðini biliyordu:
Tanrým, iyileþtir beni; ama sen ne yazmýþsan o olsun: Ölmeyi
kabul ediyorum. Kabul etmiyordu oysa. Yalanýn artýk hükmü
kalmadýðý þu sýrada, içinden gelmeyen herhangi bir söz söylemek
istemiyordu. Bununla birlikte baþkaldýrmak hakkýný
da tanýmýyordu kendine. Susuyordu: Tanrý iyidir.
Bayan Vauthier, ürkmüþ, þaþkýn anlamýyorum, demiþti bana.
Anneniz ki, o kadar inaný saðlam, o kadar dini bütün....
Ölümden öylesine korkuyor ki! Ermiþlerin de, sýrasýnda, çýðlýk
ata ata, çarpýna kasýla öldüklerini bilmiyor muydu? Zaten
annem ne Tanrýdan korkuyordu, ne þeytandan. Yeryüzünden
ayrýlmaktan korkuyordu yalnýz. Ninem, göçtüðünün farkýndaydý.
Sevinmiþ gibi bir halle: Son olarak rafadan yumurtamý yiyeyim, sonra
da gidip Gustave'ý bulayým, demiþti.
Yaþamaya büyük þevkle sarýlmamýþtý hiç; seksen dört yaþýnda,
üzgün üzgün, bitkiler gibi, davranýþsýz, yaþayýp gidiyordu:
Ölmek onu tedirgin etmiyordu. Babamýn gösterdiði yürek
pekliði daha az olmamýþtý: -Annene söyle, papaz getirtmesin.
Oyun oynamak istemiyorum, demiþti bana. Sonra, kýlgýn
birtakým konulardaki isteklerini anlatmýþtý. Ninem cennete
göçmeyi ne kadar dinginlikle kabul etmiþse, babam da, yýkýlmýþ,
hýrçýnlaþmýþ haliyle yokluða göçmeyi o kadar dinginlikle kabul ediyordu.
Annem yaþamayý, benim sevdiðim ölçüde seviyordu; ölüm karþýsýnda da, benim
gibi, baþkaldýrýyordu. O can çekiþedururken, yeni çýkan kitabýmý açýmlayan
birçok mektup almýþtým: Birtakým sofu kimseler, zehir gibi
bir acýma gösterisi içinde, -Ýnanýnýzý yitirmemiþ olsaydýnýz,
ölüm sizi bu kadar korkutmazdý, diye yazýyorlardý. Ýyi dilekli
okurlar, beni sözleriyle yürekleridiriyor, -Yok olmak önemli
deðil: Ardýnýzda yapýtýnýz kalacaktýr, diyorlardý.
Hepsine içimden þu karþýlýðý veriyordum: Aldanýyorsunuz. Din, anneme
ne verebilirdi ki? Ölümümden sonra baþarý kazanmak
umudu bana ne verebilirdi ki? Yaþamaya sýký sýký sarýlmýþsanýz,
sizce ister gökyüzünde, ister yeryüzünde olsun, ölümsüzlük
ölümün acýsýný size unutturamaz, sizi avutamaz.
:::::::::::::
Annemin hekimi, daha ilk belirtilerinden kanseri tanýlamýþ
olsaydý ne olurdu? Iþýnlarla bu kansere karþý savaþýlýr, annem
de iki üç yýl daha yaþardý herhalde. Ama hastalýðýnýn ne olduðunu
bilecek, hiç deðilse, sezecek, ömrünün sonunu boðucu
sýkýntýlar içinde geçirecekti. Bizim yandýðýmýz, hekimin yaptýðý
yanlýþlýðýn, bizi aldatmýþ olmasý; yoksa annemi mutluluða
eriþtirmek baþlýca tasamýz haline gelirdi. Jeanne'la Poupette'in
o yaz karþýlaþtýklarý güçlüklere hiç önem verilmezdi. Ben
annemi daha sýk görür, kendisine yeni yeni eðlenceler yaratmaya çalýþýrdým.
Doktorlarýn kendisini canlandýrmalarýna, ameliyat etmelerine
de yerinmeli mi, yerinmemeli mi? Bir gün bile kaçýrmak,
yitirmek istemeyen annem, böylece otuz gün kazanmýþ oldu; bu otuz gün
kendisine sevinçler de getirdi, kaygýlar, acýlar da.
Zaman zaman karþýsýna dikildiðini sandýðým tehlikeden, o
korkunç acýlarý çekmekten, yakasýný kurtardýðýna göre, onun
adýna bu konuda bir karara varamam. Kýz kardeþim için,
annemi daha ilk gördüðü gün yitirmesi, kendisini pek güç
toparlayabileceði bir sarsýntý olurdu. Ya ben? Annem o gün
ölmüþ olsaydý, arkasýndan gelen dört haftanýn getirdiði imgeleri,
karabasanlarý, üzüntüleri bilmeyecektim. Ancak o gün
ölmesi karþýsýnda nasýl bir sarsýntý geçirirdim, ölçemem,
kestiremem; üzüntüm hiç de ummadýðým bir biçimde patlak
verdi çünkü. Bu erteleniþten kesinlikle þu kazancý saðladýk:
Piþmanlýk acýsý duymaktan kurdulduk; hemen hemen kurtulduk,
hiç deðilse... Sevdiðimiz bir kiþi öldüðü zaman, sað
kalmak suçunun kefaretini yüreðimize iþleyen yeðin bir
piþmanlýkla öderiz.
Ölümü, bu kiþinin ne kadar eþsiz benzersiz
olduðunu açýkça anlatýr bize; varlýðýnýn, bir zamanlar, bütünüyle
var kýldýðý, yokluðunun, kendi bakýmýndan ortadan
kaldýrdýðý dünya kadar uçsuz bucaksýz hale gelir bu ölü; yaþamamýzda
daha çok yer tutmasý, gide gide yaþamamýzýn
tümünü kaplamasý gerekirdi gibi gelir bize. Kendimizi sýyýrýrýz
sonra bu sersemleyiþten: O da, öbürleri arasýnda, öbürleri gibi
bir bireydi, o kadar, diyoruz. Ancak, kimsecikler için elimizden
geleni -hiçbir zaman- yapmadýðýmýzdan, (kendi elimizle
çizdiðimiz, tartýþýlabilecek sýnýrlar içerisinde bile elimizden
geleni yapmadýðýmýzdan,) kendimize, gene de, bol bol sitem
edecek sebepler buluruz. Þu son yýllarda, annemin karþýsýnda,
özellikle savsaklamalardan, yapýlmasý gerekeni geri býrakmaktan,
çekimsemelerden suçluyduk. Kendisine adadýðýmýz
bu günler, gecelerle; orada bulunuþumuzun ona verdiði erinçle;
korkuya, acýya karþý kazanýlan utkularla; bu suçlarýmýzý baðýþlattýk
gibi geldi bize. Direngen uyanýklýðýmýz olmasaydý,
çok daha fazla acý çekerdi annem.
Çünkü, baþka ölümlerle karþýlaþtýrýlýnca, ölümü gerçekten
zahmetsiz, sessiz oldu. Beni canavarlarýn eline býrakmayýn.
Kimseciklere böyle bir çaðrýmda bulunamayacak olanlarý
düþünüyordum: Kendini savunmasýz kalmýþ duymak, yazgýsýz,
tamamýyla, aldýrýþsýz hekimlere aþýrý ölçüde çalýþtýrýlan, yorgun,
bezgin hemþirelerin elinde olmak, ne korkunç þey! Yýlgýya
kapýldýklarý zaman alýnlarýna kimse elini koymayacak; aðrýlarla
kývranmaya baþlar baþlamaz yatýþtýrýcý ilaçlar verilmeyecek;
yokluðun sessizliðini dolduracak yalan dolu gevezelikler
yapýlmayacak. Yirmi dört saat içinde kýrk yýl birden yaþlanmýþ... Bu
cümle de uzun süre aklýmdan çýkmamýþtý. Bugün, hala, korkunç can çekiþmeler
oluyor.
Niye? Sonra þu da var: Koðuþlarda, son saati yaklaþtýðý zaman, ölümcül
hastanýn yataðýný bir paravanayla çevrelerler; ertesi gün boþ duran baþka
yataklarýn çevresinde de bu paravanayý görmüþtür hasta: Ne
olacaðýný bilir. Annemi, kimsenin gözünü dikerek bakamadýðý
bu kara güneþ karþýsýnda, gözleri kamaþmýþ, saatlerce yatar
halde getiriyordum gözümün önüne: Fal taþý gibi açýlmýþ,
bebekleri irileþmiþ gözlerindeki büyük korkuyu imgeliyordum... Annemin
ölümü gerçekten zahmetsiz, sessiz oldu; herkese nasip olmaz böyle ölüm.
:::::::::::::
Poupette o gece bende kaldý. Sabahýn onunda kliniðe gittik
gene: Otellerde olduðu gibi, odanýn öðleden önce boþaltýlmasý
gerekiyordu. Bir kez daha merdivenden çýktýk, iki kapýdan
geçtik: Yatak boþtu. Duvar, pencere, lambalar, eþyalar, her þey
yerli yerindeydi; çarþaf apak, dümdüz duruyordu. Bir þeyin
olacaðýný kestirmek baþka, olduðunu görmek, bilme baþka:
Bu tokmaðýn baþýmýza ineceðini hiç bilmeseydik, ancak bu
kadar sarsýlabilirdik. Gömme dolaptan bavullarý çýkardýk,
kitaplarý, çamaþýrlarý, ufak tefek tuvalet eþyasýný, kaðýtlarý,
içlerine yýðdýk: Yalanlarýn yozlaþtýrdýðý altý haftalýk bir içli
dýþlýlýktan artakalanlar... Kýrmýzý sabahlýðý orada býraktýk.
Bahçeden geçtik: Dibinde bir yerlerde, yeþilliðin içinde gizli,
bir morg vardý; içinde de, çenesi baðlý, annemin cesedi. Hem
kendi istediði için, hem de öyle rast geldiði için, en sert sarsýntýlarý
geçirmiþ olan Poupette o kadar bitkindi ki, cesedi bir
daha görmesini öneremedim.
Kendim de, onu görmek istediðime pek emin deðildim.
Bavullarý, Blomet Sokaðýndaki eve, kapýcýya býraktýk. Cenaze
kaldýrma iþleriyle uðraþan bir yer iliþti gözümüze: Ha buna
kaldýrtmýþýz, ha baþkasýna. Karalar giymiþ iki bay, ne istediðimizi
sordu. Türlü tabut örneklerinin fotoðraflarýný gösterdi
bize: Þu tabut daha güzel. Poupette hýçkýrýkla karýþýk bir gülme
tutturdu: Daha güzel ha! Þu kutu! Bu kutuya konmak istemiyordu!
Annemin iki gün sonra, cuma günü gömüleceði kararlaþtýrýldý. Çiçek
istiyor muyduk? Evet, dedik, niye öyle dediðimizi bilmeden: Ne haç, ne
çelenk; yalnýz koca bir demet çiçek. Tamam: Her þeyi onlar yapacaktý.
Öðleden sonra bavullarý annemin dairesine çýkardýk; Bayan Leblon evin
biçimini deðiþtirmiþti; daha temiz, daha iç açýcýydý þimdi, güç tanýdýk
evi: Daha iyiydi öyle olmasý. Hýrka ile geceliklerin bulunduðu
bavulu bir dolaba týkýþtýrdýk, kitaplarý bir yere sýraladýk, kolonyayý,
þekerleri, tuvalet eþyasýný, döktük, attýk; gerisini de
evime götürdük. Gece uyku tutmadý beni. Yanýndan son ayrýlýþýmda,
-Seviniyorum beni öyle iyi gördüðüne, dediði için, gittiðime yerinmiyordum.
Ama cesedinin yanýnda biraz aþýrý bir evecenlikle çýkýp uzaklaþtýðým için
suçlu buluyordum kendimi.
O da, kýz kardeþim de: Ceset, hiç birþey deðildir artýk,
diyorlardý. Bununla birlikte, annemin etiydi bu, annemin
kemikleriydi, daha bir süre için de, annemin yüzüydü. Babamýn,
benim için artýk bir nesne oluverdiði ana dek, yanýnda
kalmýþtým; var olma halinden hiçliðe geçiþi, aðýr aðýr sindirmiþtim
içime. Oysa, sarýlýp öptükten aþaðý yukarý hemen sonra
yanýndan ayrýldýðým için, morgun soðuðunda yapayalnýz yatan,
hala, annemmiþ gibi geliyordu bana. Tabuda ertesi günü,
öðleden sonra konacaktý: Ben de bulunacak mýydým orada?
Hesabý görmek için saat dörde doðru kliniðe gittim. Anneme
mektuplar, bir kese dolusu da yemiþ ezmesi gelmiþti. Yukarý
çýkýp hemþirelere Allahaýsmarladýk dedim. Martin ile Parent
hemþireleri, o gencecik kýzlarý fýkýrdýyor buldum geçenekte.
Boðazým düðüm düðümdü, iki lafý güç çýkarabildim. 114 sayýlý
odanýn kapýsý önünden geçtim; Ziyaretçi Kabul Edilmez yaftasýný
indirmiþlerdi.
Bahçede bir ara duraksadým: Yüreðim
elvermedi; hem neye yarardý? Gittim. Cardin'in camlýðý ile,
güzel sabahlýklarý gene gördüm. Bir daha, diyordum kendi
kendime, bir daha giriþ aralýðýnda oturmayacak, beyaz almacý
kaldýrmayacak, bu yoldan geçmeyeceðim; annem iyileþmiþ
olsaydý bu alýþkanlýklardan sevine sevine vazgeçerdim; ama
içimde, þimdi, bir özlem kalýyordu, çünkü bu alýþkanlýklarý,
annemi yitirdiðim için yitiriyordum.
Yakýnlarýna birkaç anmalýk daðýtmak istiyorduk. Bitmemiþ
bir örgü, yün yumaklarý ile dolu hasýr iþ torbasýnýn, kurutma
kaðýtlý yazý altlýðýnýn, makasýnýn, yüksüðünün önünde bir þey
geldi, boðazýmýza týkandý. Nesnelerin gücü, bilinen þeydir:
Yaþayýþ bunlarda donuverir, katýlaþýverir; hiç eriþmediði ölçüde
bir gerçeklik niteliði kazanýr. Hepsi masamýn üzerine daðýlmýþ
yatýyordu, öksüz, gereksiz; gözden düþmüþ, atýlmýþ þeyler
olacaklar, ya da baþka bir kimlik edineceklerdi: Françoise
teyzemden kalma bir kutu bu... Saatini Marthe'a verecektik.
Siyah kaytaný çözerken Poupette aðlamaya baþladý. Saçma
bir þey bu; fetiþ meraklýsý deðilim ya, bu kurdeleyi atamýyorum.
-Sakla. Ölümü dirimle bir araya getirmeye, ussal olmayan bir
þey karþýsýnda usçulca davranmaya yeltenmek boþ þey: Varsýn,
herkes, duygularýnýn karýþýklýðý içinde bildiði gibi sýyrýlsýn
iþin içinden.
Son isteklerin hepsini, daha daha, insanýn hiçbir
son isteði olmamasýný, anlýyorum; insan, isterse ölüsünün
kemiklerini baðrýna bastýrsýn, isterse sevdiðinin cesedini
ölülerin ayrýmsýz gömüldüðü çukura býrakýversin. Kýz kardeþim
annemi giydirmekte ya da niþan yüzüðünü saklamakta bekinmiþ olsaydý, kendi
tepkilerim ölçüsünde, bu tepkiyi de doðru bulur, kabul ederdim. Cenaze alayý
konusunda herhangi bir sorunla karþýlaþmamýþtýk. Annemin isteklerini
bildiðimizi sanýyorduk, bu isteklere uymuþtuk.
Zaten, ölüm kadar ürkünç güçlükler dikiliyordu karþýmýza.
Pere-Lachaise mezarlýðýnda, büyük dedemizin kýzkardeþi,
Mignot adýnda bir hanýmýn yüz otuz yýl önce satýn aldýðý bir
yerimiz vardý. Bu kadýn, dedem, karýsý, kardeþi,. Gaston amcam,
babam, hep oraya gömülmüþlerdi. Yer kalmamýþtý artýk. Bu
gibi durumlarda, ölüyü geçici olarak baþka bir mezara gömerler;
kendisinden önce gömülmüþ kimselerin kemikleri bir tek
tabuda yerleþtirildikten sonra aile mezarýna alýrlar. Ancak,
mezarlýk topraðýnýn deðeri pek yüksek olduðu için yönetmenlik, sürekli
olarak verilmiþ yerleri geri almaya çalýþmaktadýr: O yerin sahibinden otuz
yýlda bir, haklarýný kesinlemesini istemektedir. Bu süre geçmiþti. Bu
haklarý yitirebileceðimiz, bize, gerekli süre içerisinde bildirilmemiþti;
dolayýsýyla hakkýmýz elimizden alýnamýyordu: Meðer ki Mignot
ailesinden biri meydana çýka da bu yerde hak ileri süre...
Bir noter, bu konuyu saðlama baðlayýncaya dek annemin cesedi
bir depoda saklanacaktý.
Ertesi günkü törenden fena korkuyorduk. Yatýþtýrýcý ilaçlar
aldýk, saat yediye dek uyuduk, çay içtik, bir þeyler yedik, gene
yatýþtýrýcý haplar aldýk. Sekizden az önce, kara bir yük arabasý
ýssýz sokakta durdu: Gün aðarmadan önce kliniðe gitmiþ, gizli
bir kapýdan çýkanlarý cesedi almýþtý. Sabahýn soðuk sisi içinden
geçerek arabaya bindik, oturduk; Poupette, þoförle Bay Durand'lardan
birinin arasýnda; bense, dipte, maden bir sandýða
benzeyen bir nesnenin yanýnda: Kýz kardeþim, Orada mý? diye
sordu. Evet. Kýsa bir hýçkýrýktan sonra bana döndü, -Beni avutan
tek þey, dedi, -Bunun benim de baþýma gelecek olmasý... Öyle
olmasaydý zaten, büyük haksýzlýk olurdu! Evet. Bizim için
yapýlacak topraða verme töreninin genel provasýna katýlýyorduk
böyle. Ne var ki, iþin kötü yaný þu: Herkesin baþýndan geçmiþ
geçecek bu serüveni, kiþi tek baþýna yaþar. Annemin nekahetten
ayýrt edemediði can çekiþmesi sýrasýnda yanýndan ayrýlmamýþtýk
ya, ondan kesinlikle ayrý bir yerlerde durmuþtuk.
Paris'in içinden geçerken, hiçbir þey düþünmemeye çalýþarak,
sokaklara, adamlara bakýyordum. Mezarlýðýn kapýsýnda bekleyen arabalar
vardý: Aile üyeleri. Ardýmýzdan küçük kiliseye dek geldiler. Herkes
arabasýndan indi. Mortocular tabudu indirirken Poupette'i, yüzü aðlamaktan
kýzarmýþ teyzemin yanýna sürükledim. Alay düzenine girdik; kilise týklým
týklýmdý. Katafalkýn üzerinde çiçek yoktu, cenaze þirketinin adamlarý
arabada unutmuþlardý onlarý: Önemi yoktu bunun.
Ayin kaftanýnýn altýna pantolon giymiþ genç bir papaz, ayini
bitirdi, tuhaf bir üzünç taþýyan kýsa bir konuþma yaptý; Tanrý
çok uzakta, dedi. Ýçinizde inaný en saðlam olanlar için bile,
kimi gün Tanrý o kadar uzaktadýr ki, yokmuþ gibi görünür.
Ýnsan tanrýnýn savsayýcý olduðunu bile söyleyebilir. Ama bize
oðlunu gönderdi o... Kudas ayini için iki dua iskemlesi kondu
ortaya. Hemen hemen herkes ayine katýldý. Papaz biraz daha
konuþtu. Her Françoise de Beauvoir, deyiþinde, ikimizin de
boðazýmýza bir þey gelip týkanýyordu, bu sözler annemi diriltiyor,
-çocukluðundan evliliðine, dulluðuna, tabuduna dek
uzanan- ömrünün toplamýný çýkarýyordu; Françoise de Beauvoir: Bu
silik kadýn, yaþarken adý o kadar seyrek söylenmiþ
olan kadýn, bir önemli kiþi oluveriyordu.
Herkes önümüzden geçip baþsaðlýðý diledi; kadýnlardan
birkaçý aðlýyordu. Mortocular tabudu kiliseden çýkardýklarý
sýrada biz hala el sýkmaktaydýk; bu kez Poupette tabudu gördü,
omuzuma yýkýldý: Onu bu kutuya sokmayacaklarýna söz
vermiþtim! Annemin öbür yakarýþýný, -Býrakma beni, o deliðe
düþmeyeyim deyiþini anýlamak zorunda kalmadý, bereket
versin. Bay Durand'lardan biri, yardýmcýlara, daðýlabileceklerini
bildirdi. Cenaze arabasý tek baþýna yola çýktý, nereye gittiðini
bile bilmiyorum.
Klinikten alýp getirdiðim kurutma kaðýtlý bir altlýkta, ensiz
bir kaðýdýn üzerine annemin, yirmi yaþýndaki kadar dik, kesin
bir yazýyla yazmýþ olduðu iki satýr buldum: Pek yalýn bir törenle
gömülmek isterim. Ne çiçek, ne çelenk. Yalnýz bol bol dua.
Tamamdý iþte! Vasiyetini yerine getirmiþtik; çiçekler unutulmuþ
olduðu için daha bile uymuþtuk ýsmarladýðýna.
:::::::::::::
Annemin ölümü niye beni bu kadar derinden sarstý? Evden
çýktýðým günden bu yana, ancak birkaç kez, gönül atýlýþlarý
uyandýrmýþtý bende. Babamý yitirdiði zaman duyduðu
üzüntünün yeðinliði, özentisizliði, heyecanlandýrmýþtý beni;
bir de, o sýrada, benim için duyduðu kaygý içime dokunmuþtu:
Kendi üzüntüsünü arttýrmamak için gözyaþlarýmý tuttuðumu
düþünerek bana: Sen kendini üzme, sýkma, diyordu. Bir yýl
sonra, annesinin can çekiþmesi, acýsýný tazeleyerek, kocasýnýnkini
anýlatmýþtý: Cenaze günü, sinir bozukluðundan ötürü
yataðýndan çýkamamýþtý: Geceyi yaný baþýnda geçirmiþtim;
içinde doðduðum, babamýn öldüðü bu evlilik döþeðine
duyduðum iðrentiyi unutarak, annemin uyuyuþuna bakmýþtým; elli beþ
yaþýnda, gözleri kapalý, yüzü dinginleþmiþ
haliyle, hala güzeldi, zorlu heyecanlarýnýn iradesinden baskýn
çýkýþýna hayranlýk duyuyordum. Genellikle, onu düþündüðümde,
aldýrýþsýzlýk duyardým içimde.
Bununla birlikte uykularýmda -babamýn ancak pek seyrek, o da, beni
etkilemeyecek biçimde, düþüme girmesine karþýlýk- sýk sýk en önemli yeri
tutardý: Sartre'la karýþýp ayný insan haline gelirdi; birlikte mutlu
olurduk. Sonra da düþüm karabasana dönüþürdü: Niye yeniden
onunla birlikte oturuyordum? Boyunduruðu altýna nasýl
girmiþtim yeniden? Eski iliþkimiz, çifte yüzüyle, hem sevilen
hem tiksinilen bir baðýmlýlýk haliyle, içimde yaþamasýný
sürdürüyordu demek. Annemin geçirdiði kaza, hastalýðý,
ölümü, þimdilerde iliþkilerimizi düzenleyen göreneði altüst
edince, bu eski iliþki bütün gücüyle dirildi. Bu dünyadan göçüp
gidenlerin ardýndan zaman yok olur; ayrýca, yaþým ilerlediði
ölçüde geçmiþim de, bözülüp küçülüyor. On yaþlarýmýn sevgili
anneciðim'i, yeni yetmeliðimi baskýsý altýnda ezen, düþmanca
davranan kadýndan ayýrt edilecek gibi deðil artýk; yaþlý annemin
ardýndan aðladýðým zaman, bunlarýn her ikisine de aðlamýþ
oldum.
Artýk sineye çektiðimi sandýðým baþarýsýzlýðýmýzýn
üzüntüsü yeniden geldi, yüreðime yerleþti. Ayný yýllardan kalma
resimlerimize bakýyorum. Ben on sekiz yaþýndayým, o kýrkýna
merdiven dayamýþ. Bugün, neredeyse, onun anasý, üzgün
bakýþlý bu genç kýzýn da ninesi olabilirdim. Ýkisine de acýyorum;
kendime, o kadar genç olduðum, dünyayý anlamadýðým için;
ona da, geleceði kapanmýþ, hiçbir zaman hiçbir þey anlamamýþ
olduðu için... Ne var ki, hiçbirine herhangi bir öðüt vermeye
kalkýþmazdým. Annemin, -beni mutsuz kýlmasýna kendisini
mahkum eden, ona da bu yüzden acý çektiren, -çocukluk
mutsuzluklarýný yok etmek elimden gelmezdi. Annem, ömrümün birçok yýlýný
aðýladý; ama ben de, -isteyerek olmasa
da, -ona bir o kadarýný ettim. Ruhumun öbür dünyadaki
esenliðini düþünerek kaygýlara kapýlmýþtý. Bu dünyadaysa,
baþarýlarýmdan sevin duyuyor ama çevresindeki insanlarýn
davranýþlarýmý rezalet diye ayýplamasý, kýnamasý, onu fena
halde üzüyordu. Amca çocuklarýmýzdan birinin Simone,
ailesinin yüzkarasý, dediðini iþitmek hoþuna gidecek þey
deðildi.
Hastalýðý sýrasýnda annemde meydana gelen deðiþiklikler,
piþmanlýðýmý büsbütün artýrdý. Daha önce de söyledim: Saðlam,
ateþli bir yaradýlýþý olduðu halde, birçok þeyden el çekmesi
kendisini yolundan sapýtmýþ, tedirgin edici bir kiþi yapmýþtý.
Yataða düþünce, kendi yaþayýþýndan baþka bir þey düþünmemeye
karar vermiþ, gene de, baþkalarý için kaygý duymaktan
geri durmamýþtý: Ýç çatýþmalarýndan bir uyum doðmuþ çýkmýþtý.
Babam, kendi toplumsal kiþiliðine tamamýyla uyuyordu:
Konuþtuðu zaman, ayný seste, hem kendi aðzý söylüyordu,
hem de sýnýfýnýn aðzý... Son sözleri -Sen erkenden hayatýný
kazandýn: Kýzkardeþin bana pahalýya mal oldu -insaný aðlamaktan
vazgeçirecek sözlerdi. Annemse, tinselci bir öðretiye
kulaklarýna dek batmýþtý; ama hayvanlarýnkine benzer bir
tutkuyla yaþamaya sarýlmýþtý; yürek pekliðinin kaynaðý buydu;
gövdesinin aðýrlýðýný duyduðu, kavradýðý zaman da onu hakikate
yaklaþtýran buydu. Ýçinde, candan, çekici ne varsa, örtüp
gizleyen basmakalýplýklardan kendini kurtardý. O zaman,
kýskançlýðýn sýk sýk biçmini bozmuþ olduðu, açaða vurmakta,
anlatmakta bu kadar beceriksizlik gösterdiði bir sevecenliðin
sýcaklýðýný duydum. Kaðýtlarýnýn arasýnda buna tanýklýk edecek
pek dokunaklý belgeler buldum.
Benim günün birinde Tanrý yoluna, inana yeniden döneceðim
inancasýný veren, -birini bir cizvitin yazdýðý, öbürünü bir
arkadaþýnýn yolladýðý- iki mektubu, bir yana ayýrmýþtý.
Chanýson'dan bir parçayý kendi elceðiziyle kopya etmiþti;
parçanýn özü þuydu: -Yirmi yaþlarýndayken bana Nietszche'den,
Gide'den, erkinlikten söz açacak etkili, kandýrýcý bir aðabey karþýma
çýkmýþ olsaydý, baba ocaðýyla iliþkimi keserdim. Bu dosyayý, gazeteden
kesilmiþ bir yazý bütünlüyordu: Jean-Paul Sartre bir ruh kurtardý. Bu
yazýda Remy Roure -aslý faslý olmayan- þu öyküyü anlatýyor: Stalag 12 D'de,
Bariona'nýn oynanmasýndan sonra, tanrý tanýmaz bir hekim dine dönmüþtü...
Annemin bu yazýlardan ne beklediðini çok iyi biliyorum: Benim için
duyduðu kaygýyý daðýtmalarýný, kendisine güven vermelerini bekliyordu; ne
var ki, ruhumun esenliði baþ kaygýsý olmasaydý, bu güveni,
bu avuntuyu da gereksemezdi. Elbette cennete gitmek isterim,
diye yazmýþtý genç bir rahibeye, ama yalnýz gitmek, kýzlarým
yanýmda olmaksýzýn gitmek istemiyorum.
Aþkýn, dostluðun, arkadaþlýðýn, pek seyrek de olsa, ölümün
yalnýzlýðýný yendiði görülür; görünüþe karþýn, annemin elini
elimde tuttuðum zamanlar bile, onunla birlikte deðildim: Yalan
söylüyordum ona. Kendisine hep yalanlar yutturulmuþ olduðu
için, bu en büyük, en son aldatmaca, yutturmaca, bana tiksinç
görünüyordu. Kendisine kýyan yazgýsýnýn yardakçýsý oluyordum. Bununla
birlikte, gövdemin her hücresi, ölümü istemeyiþinde, ölüme karþý
baþkaldýrýþýnda ondan yana çýkýyor, onu destekliyordu: Uðradýðý bozgunun
beni yere vurmasýnýn bir nedeni de bu.
Can verdiði zaman yanýnda bulunmadýðým
halde -buna karþýlýk, can çekiþen bir insanýn son anlarýný, üç
kez, yaný baþýnda durarak gördüðüm, yaþadýðým halde- sýrýtkanlýðý,
alaycýlýðýyla, ölüm danslarýnýn Ölümünü, akþam oturmalarýnda anlatýlan
masallarýn elinde týrpaný kapýyý vuran Ölümünü, baþka bir yerlerden
gelen yabancý, insanlýktan uzak, kýyýcý Ölümü, asýl annemin baþucunda
gördüm: Bu Ölümün yüzü, annemin yüzüydü, kocaman bir bilmezlik gülümseyiþiyle,
diþleri sýrýtan.
Ölecek yaþa geldi artýk. Çok kocamýþ kimselerin üzüncü,
sürgünlüðü... Çoðu, bu yaþýn kendileri için de gelip çattýðýný
düþünmez. Ben de, annemden söz ederken bile, bu beylik
lakýrdýyý ettim. Yetmiþi aþmýþ bir ananýn, bir atanýn, aðanlarýn
arkasýndan içtenlikle aðlanabileceðini aklým kesmiyordu.
Annesini yitirdiði için bitkin, beli bükük, elli yaþýnda bir kadýna
rastladýðým zaman, sinir hastasý bir kiþi diye bakardým ona:
Hepimiz ölümlüyüz çünkü; insan seksen yaþýna gelmiþse,
ölecek yaþa artýk gelmiþ demektir, diyordum.
Öyle deðilmiþ. Ýnsan doðduðu için, yaþamýþ olduðu için,
yaþlandýðý, kocadýðý için ölmüyor. Bir þeylerden ölüyor. Annemin
yaþýnýn gereði, ister istemez yakýnda yok olacaðýný
bilmek, beklenmedik olayýn -sarkom olmasýnýn- ürkünçlüðünü
hiç de azaltmadý. Kanser, atardamar týkanmasý, akciðere kan
akýný... Bir motorun göðün orta yerinde duruvermesi kadar
kaba, beklenmedik þeyler... Annem, yatalak, ölümsek haliyle,
her anýn paha biçilmez deðerini kesinlerken, insana iyimserlik
aþýlýyordu; ama, sonunda bir iþe yaramayan, yaþamaya dört
elle sarýlýþý da, gündelik orta malý yaþayýþýn güven verici
perdesini boydan boya yýrtýyordu. Doðal ölüm diye bir þey
yoktur: Ýnsanýn varlýðý dünyanýn düzenini konuþma, tartýþma
konusu haline getirdiðine göre, onun baþýna gelenlerin de
hiçbiri hiçbir zaman doðal sayýlamaz. Bütün insanlar ölümlüdür:
Ama her insan için, ölümü, bir çaparýzdýr; ölümünün
geleceðini bilse bile, ona boyun eðse bile, insan için, bu ölüm,
olaðana aykýrý bir yamanlýk taþýr.
SON<PIXTEL_MMI_EBOOK_2005>19</PIXTEL_MMI_EBOOK_2005>

You might also like