You are on page 1of 580

00034704197

derleyen: CEMÂLNUR SARGUT

!^S
^<t

'«a-co^

isiO
NEFES
Digitized by the Internet Archive
in 2009 with funding from
University of North Carolina at Chapel Hill

http://www.archive.org/details/eyinsan_OOsarg
EY insan

EY insan
Yayn evi:

Nefes Yaynlar

ISBN:
978-605-0013-03-0

3. basm
Kitap yayn no: 1
Kur'an- Kerîm Çalmalar 1

Mays, 2009
stanbul

Editör:Nazl Kayahan - Nee Ta


Kapak tasarm: Hümanur Bal
Mizanpaj: Burhan Maden
Kapak & ç bask: Pasifik Ofset.
Cilt: Pasifik Ofset

Nefes Yaynlar;
Badat Cad. Güzel Sokak Bilkan Apt.
A Blok no: 11/2
Selâmiçeme, stanbul
Tel: (216) 359 1020- 359 1021
Faks: (216) 359 4092
EY insan

EY insan

Cemâlnur Sargut

ÜNIVERSITY LBRARY
UNivnasiTY of north c:arolina
ATUIAPELHLL

1o/M(ü^
EY insan
5

çindekiler

YASIN suresi 21

l.ÂYET 23
"Yâ-Sîn"

2. ÂYET 45
Hikmet dolu Kur'an hakk için,
" Ve'l-Kur'âni'l-hakîm

3. ÂYET 60
Sen üphesiz peygamberlerdensin
"înneke le mine'l-mürselîn"

ÂYET
4. 64
Doru yol üzerindesin.
''Ala sratn müstakim"

5. ÂYET 72
(Bu Kur'an) üstün ve çok merhametli AUah tarafndan indirilmitir,
"
"Tenzile 'l-Azîzi 'r-Rahîm

6. ÂYET 78
Atalar uyarlmam, bu yüzden kendileri de gaflet içinde kalm
bir toplumu uyarman için indirilmitir

"Li tünzira kavmen mâ ünzira âhâühüm fehüm âflûn"

7. ÂYET 78
Andolsun ki onlarn çou gafletlerinin cezasm hak etmilerdir.
Çünkü onlar iman etmiyorlar
"Lekad hakkal kavlü ala ekserihim fehüm lâ yü'minûn"

8. ÂYET 88
Biz,onlarn boyunlarna halkalar geçirdik. O halkalar çenelere kadar
dayanmaktadr. Bu caizden kafalar yukar kalkktr.
Innâ ce'alnâfî a'nâkhim alâlenfe hiye ile'l-ezkâni fe hüm mukmehûn"
"

9. ÂYET 74
Önlerinden bir set ve arkalarndan bir set çektik de onlar kapattk,
aruk göremezler
'%^e ce'alnâ min beyni ey dibim seciden ve min halfhim
"
edden Je a§eynâhüm fe hüm lâjühsrûn

10. ÂYET 84
Onlar uyarsan da uyarmasan da onlar için birdir, inanmazlar.

"Ve sevâün aleyhim e en^ertehüm em km tün^irhüm lâjü'minûn"

11. ÂYET 89
Sen ancak zikre (Kur'an'a) uyan ve görmeden Rahmân'dan korkan
kimseyi uyarabüirsin. te böylesini, bir mafiret ve güzel bir
mükâfatia müjdele.
'Innemâ tün^rü menittebea^^kre ve hafyerrahmâne
bi'l-aybifebe§§irhü bimairetin ve ecrin kerim"

12. ÂYET 104


üphesiz ölüleri ancak biz diriltiriz. Onlarn yaptklar her ii,

braktklar her izi yazarz. Biz, her eyi apaçk bir kitapta
(levh-i mahfut^da) sayp yazmzdr.
"Innâ nahnü nuhyil mevta ve nektübü mâ kaddemû
ve âsârehüm ve külle §ey'in ahsajnâhüjî imâmn mübîn

13. ÂYET 112


Onlara, u ehir halkn misal getir: Hani onlara elçiler gelmiti.
"
"l^'adrib lehiim meselen eshâbe'l-karyeti i^ câehe'l-mürselün

14. ÂYET 112


te o zaman biz, onlara iki elçi göndermitik. Onlar yalanladlar.
Bunun üzerine üçüncü bir elçi gönderdik. Onlar: Biz size gönderilmi
Allah elçileriyiz! dediler.

'7^ erselnâ ileyhimüsneynifeke^ebûhii mâfe'a:^^â bisâlisinfe

kâlû innâ Heyküm mürselûn"

15. ÂYET 119


Elçilere dediler ki: Siz de ancak bizim gibi birer insansmz.
Rahman, herhangi bir ey indirmedi. Siz ancak yalan söylüyorsunuz.
'%.âlû mâ entüm illâ be^enm mislünâ ve mâ en^ele 'r-Kahmânü
min §ey'in in entüm illâ tekt^bûn"

16. ÂYET 130


(Elçiler) dediler ki: Rabbimiz biliyor; biz gerçekten size
gönderilmi elçileriz.
"
"Kâlû rabbünâyâ 'lemü innâ Hey küm le murseltîn
EY insan

17. ÂYET 130


"Bizim vazifemiz, açk bir ekilde Allah'n buyruklarn size

tebli etmekten baka bir ey deildir" dediler.


"
"l^e mâ aleynâ ille 'l-belât 'l-mübin

18. ÂYET 136


(Bunm ülgerine onlar) Dorusu siz bize uursuz geldiniz.

Eer bu iten vazgeçmezseniz, andolsun sizi talarz.


Ve bizden size mutlaka fena bir kötülük dokunur, dediler.
'%âlû innâ tetayyemâ hi küm le in km tentehû lenercümennekiim
"
ve leyemessenneküm minnâ a^âhiin elim

19. ÂYET 137


Elçiler öyle cevap verdi: Sizin uursuzluunuz sizinle beraberdir.

Size nasihat ediliyorsa bu uursuzluk mudur? Bilakis, siz ar giden


bir milletsiniz.

"'KmIû tâimkum meaküm ein ^ükkirtüm bel entüm kavmün musrifün"

20. ÂYET 141

Derken ehrin öbür ucundan bir adam koarak geldi.

"Ey kavmim! dedi, bu elçilere u}Tanuz.

'Ve câe min aksa'l-medîneti raculünjes'â kâhyâ


"
kavmi't-tebiu 'l-miirselîn

21. ÂYET 146


"Sizden herhangi bir ücret istemeyen bu kimselere tâbi olun,
çünkü onlar hidayete ermi kimselerdir
"
"îttebiû men lâ yes 'elüküm ecran ve hüm miibtedûn

22. ÂYET 151


"Bana ne olmu ki, beni yaratana ibadet etmeyecekmiim!
Halbuki, hepiniz O'na döndürüleceksiniz."
"T > mâliye lâ abüdülle-::^fetarenî ve ileyhi türceûn"

23. ÂYET 154


"O'ndan baka tanrlar m edineyim? O çok esirgeyici Allah,

eer bana bir zarar dilerse onlarn (putlarn) efaati bana hiçbir
fayda vermez, beni kurtaramazlar."
'E etteh^ min dûnihî âliheten in yüridni'r-Rûhmânü bidurrin
lâ tuni annî jefâatühüm ^ey 'en ve lâ yünk^n "
"

24. ÂYET 155


"te o zaman ben apaçk bir sapkln içine gömülmü olurum."
"
'Innî iten lefî dalâlin mühîn

25. ÂYET- 162


"üphesiz ben, Rabbinize inandm, beni dinleyin."
"
'Intî âmentü hirahhiküm fesme 'ûn

26. ÂYET 165


Ona: Cennete gir" denilince. "Keke, dedi, kavmim bilseydi!".

'%île'dhuli'l-cennete kale yâ leyte kavmîya'lemûn.

27 ÂYET 168
"Rabbimin beni baladn ve beni ikrama mazhar
."
olanlardan kldn. .

"
"B/ mâ gafera lî rabbî ve cealenî mine 'l-mükramîn

28. ÂYET 172


Biz ondan sonra, onun miüeüni helak etmek için üzerlerine
gökten herhangi bir ordu indirmedik ve indirecek de deildik.
*T^? mâ en^lnâ alâ kavmihî min ba'dihi min cündin
"
mine 's-semâi ve mâ künnâ mün:^lîn

29. ÂYET 172


O (Onlan helak eden) korkunç sesten baka bir ey deildi.
Birdenbire sönüverdiler.
'n kânetillâ sayhaten vâhidetenfe i^â hüm hâmidûn"

30. ÂYET 173


Ne yazk u kullara! Onlara bir peygamber gelmeyegörsün, ille de
onunla alay etmeye kaUarlar.
'Yâ hasreten ale'l-'ibâdi maje'tîhim min rasûlin illâ
"
kânû bihîyesteh^^m

31. ÂYET 182


Mürikler görmüyorlar m
ki, onlardan önce nice kavimler

helak ettik. Onlar tekrar dönüp de bunlara gelmezler


"Elemyerav kem ehleknâ kablehüm min 'el-kurûni
"
ennehüm ilahim lâ yerciûn

32. ÂYET 187


Elbette onlarn hepsi (kyamet gününde) karmzda hazr bulunacaklar.
"
"]/e in küllün lemmâ cemîün ledeynâ muhdarûn
EY insan

33. Ayet 192


(Bu husustu) ölü toprak onlar için mühim bir delildir. Biz ona
yamurla hayat verdik ve ondan dane çkardk. te onlar bundan yerler.
'Ve âyetün khümül-ardu'l-meytetü ahyeynâhâ ve ahracnâ
"
ninhâ habben fe mirhü ye 'külün

34. ÂYET 200


Biz, yer}aizünde nice nice hurma bahçeleri, üzüm balar yarattk
ve oralarda birçok pnarlar fkrttk.
'Ve ce'alnâjîha cennâtin min nahîlin ve a'nâbin ve
"
feccemâfhâ mine '/- 'uyun

35. ÂYET 211


Ta onlarn meyvelerinden ve elleriyle bunlardan imal
ki,

ettiklerinden yesinler. Hâla ükretmeyecekler mi?


"
"LJye 'külü min semerihî ve mâ 'amilethü eydîhim ejelâje§kürün

36. ÂYET 217


Yerin bitirdiklerinden, insanlann kendilerinden ve henüz mahiyetini bilmedikleri
eylerden bütün çiftleri yaratan Allah' tebih ve takdis
ederim. ''^Sübhân elle^ haluka'l-e:^me küllehâ min mâ tünbitü'l-ardu
"
ve min enfüsihim ve min mâ lâja 'lemûn

37. ÂYET 235


Gece de onlar için bir ibret alâmetidir. Biz ondan gündüzü syrp
çekeriz de onlar karanlklara gömülürler
'Ve âyetün lehümü'l-leylü neslahu minhü'n-nehârefe i^hüm
"
mu^limün

38. ÂYET 250


Güne, kendisi için belirlenen yerde akar (döner). te bu, aziz ve
alîm olan Allah'n takdiridir
'Ve'§-§emsü fecri li müstekarrin lehâ ^âlike takdîrü'l-'a^^'l-'alîm"

39. ÂYET 258


Ay için de birtakm menziller (yörüngeler) tayin ettik.

Nihayet o, eri hurma dab gibi (hilâl) olur da geri döner.


'Ve'l-kamera kaddemâhü menâ^le hattâ âde ke'l-'urcüni'l-kadîm"

40. ÂYET 269


Ne güne aya yetiebilir, ne de gece gündüzü geçebiHr. Her biri bir yörüngede
yüzerler
'
jL? '-emsüyenba lehâ entüdrike 'l-kamera ve le 'l-leylü

sâbiku'n-nehân ve küllün fifelekin yesbehün"


41. ÂYET 273
Onlar için bir âyet de: Zürriyederini (nesiller, soylar)

"fülki'l-mehûn'da" (dolu gemi) tamarmzdr


"Ve âyettin lehüm ennâ hamelnâ ^ürrijetehüm f'l-fülki'l-me§hûn"

42. Ayet 278


Ve kendilerine o misilden binecekleri eyler yaratmamzdr
"
'Ve halaknâ lehüm min mislihî mâyerkehûn

43. ÂYET 285


Dilersek onlar garkederiz (batma); o vakit onlara ne feryatç
(yardm isteyen) vardr, ne de onlar kurtarlrlar.
'Ve in ne§e' nunkhüm felâ sariha lehüm ve lâ hümjünka^ün"

44. ÂYET 293


Ancak bizden bir rahmet, bir zamana kadar yaatmak için baka.
"
"illâ rahmeten minnâ ve metâan ilâhîn

45. ÂYET 297


Onlara: "Önünüzdekilerden, arkamzdakilerden korunun.
Rahmete âyân olasnz." denildiinde,
"T ^e i^â kile lehümut-tekû mâ beyne eydîküm ve mâ halfeküm
le'alleküm türhamûn"

46. ÂYET 304


Kendilerine rablarmn âyederinden herhangi bir âyet de gelse
mudaka yüz çevirirler.
"Ve mâ te'tîhim min âyetin min âyâti rabbihim illâ kânû anhâ mu'ndîn"

47. ÂYET 309


Onlara: "Allah'n size merzuk (rr^klanm^) kld eylerden hayra sarfedin."
denildiinde, küfredenler inananlara: "Biz o kiiye yedirmeyiz, ona
Allah dilese yiyeceini verirdi, siz açk bir dalâl içinde deil de nesiniz?" derler.

'Ve i^â kîle lehüm enfikû minmâ ra^akakümü'llâhu halellerine keferû


Hileline âmenû enut'imu men levye§âullâhü at'amehu in entüm illâ Jî dalâlin mübin"

48. ÂYET 314


Siz doru iseniz bu tehdit ne zaman (Ne ^aman bu vaad,

doru iseni-:(j derler.

'Veyekülûne meta hâ^e'l-va'dü in küntüm sâdikn"

49. ÂYET 317


Baka deil, bir tek sayhaya (yüksek sesle barma, haykrma)
bakyorlar, onlar çekiip dururken yakalayverir
"Mâjen^urûne illâ say ha ten vâhideten te'hu^ühüm ve hüm yahssmûn"
"

EY insan

50. Ayet 320


o zaman bir tavsiyeye muktedir olamazlar. Ailelerine de
dönecek deillerdir.
"Felâjestetî'ûne tavsjeten ve lâ ilâ ehlihim yerci'ûn"

51. ÂYET 321


Sûr'a üfürülmütür, bir de ne baksnlar kabirlerinden Rablerine
doru akn ediyorlar
'T 'i? nüfha ft's-sürife i^hüm mine'l-ecdâsi ilâ rahhihim jensilûn"

52. ÂYET 337


Eyvah! Bizi uyuduumuz yerden kim kaldrd? Bu Rahmâmn
vaadettii gönderilen ResûUer ite doru imi, derler.

"kâlüjâ veylenâ men be'asenâ min merkadinâ hâ^ mâ


vâ'ade'r-rahmânü ve sadeka'l-mürselün"

53. ÂYET 337


Baka deil, bir tek sayha olmu ve onlarn hepsi derhal ihzâren
huzurumuza getiriüvermitir
"
'7« kânet illâ sayhaten vâhidetenfe iî^âhüm cemVun ledeynâ muhdarûn

54. ÂYET 341


Artk bugün hiç kimseye zerrece zulmedilmez. Ancak yaptklarnzn
cezasn çekeceksiniz.
"Fe'lyevme lâ tu-:^emü nefsun ^ey'en ve lâ tüct(evne illâ mâ küntüm ta'melûn"

55. ÂYET 346


Cennet ehH bugün UGL (meguliyet) içinde zevk etmektedirler
'T.nne ashâbe 'l-cenneti'lyevmeft §uulin fâkihûn

56. ÂYET 347


Kendileri ve zevceleri erikeler üzerine kurulmulardr.
"Hüm ve e^acühüm fî :^lâlin ale'l-erâiki müttekiûn"

57. ÂYET 347


Orada onlara bir meyve var, hem onlara orada ne iddia (ar^u) ederlerse var.
"l^hüm fîhâ fâkihetün ve lehüm mâ yeddeûn "

58. ÂYET 361


Rahim Rabdan bir kelâm, bir selâm.
"Selâmün kavlen min Kabbi'r-Kahîm"

59. ÂYET 370


Ey günahkârlar! Bugün siz ayrün (veya, ey mücrimleri
Haydi bugün bu nimetli tablodan ayrln)
"
"I ^e 'mtâ^ü 'lyevme eyyühe 'l-mücrimûn
60. ÂYET 377
Ey Ademoullar! and vermedim mi? "eytana kulluk
Size
etmeyin o size apaçk bir düman." diye. "E km a'hed ileyküm
yâ henî âdeme en lâ ta'büdu^-^eytâne innehû leküm adüvvün mübîn"

61. ÂYET 378


Ve bana kulluk edin, doru yol budur diye.

'Ve eni 'büdûn hâf^â sratm müstakim"

62. ÂYET 411


Gerçek bu iken Celâüm hakk için o, içinizden bir çok cibilliyederi

batan çkard O vakit sizin aklnz yok mu idi?


"1^1? lekad edalle minkiim cibillen kesîra, efe lem tekûnû ta'klün"

63. ÂYET 418


Vaad olunup durduunuz ite o cehennem,
"
'Triâf^h cehennemü 'l-letî küntüm tüadûn

64. ÂYET 418


(Dünyada) Küfrettiiniz için bugün yaslann ona bakahm.
"
'T.slevhe 'l-yevme himâ küntüm tekfurun

65. ÂYET 443


Bugün azlarn mühürleriz de bize elleri söyler, ayaklar
ahidük eder. Neler kesbettiklerini (ka^nmak, elde etmek)
'Eljevme nahtimü alâ efvâhihim ve tükellimünâ eydihim ve te^hedü ercülühüm bi mâ kânû
"
jeksibûn

66. ÂYET 450


Dileseydik gözlerini üzerinden silme kör yapardk da yollara
dökülürlerdi. Fakat nerden görecekler?
"Velev ne^âü letamesnâ alâ a'yünihim fe'stebeku's-srâta fe ennâyübsrûn"

67. ÂYET 454


Yine dileseydik onlar olduklar yerde meshediverirdik de,
ne ileri gidebilirler ne de geri dönebilirlerdi.
"Velev neâü lemesahnâhüm alâ mekânetihîm femestetau mudyyen ve lâyerciûn"

68. ÂYET 460


Her kimin ömrünü uzatyorsak hilkatte onu tersine çeviriyoruz.
Hâlâ akUar ermiyor mu?
"Ve men nu'ammirhu nünekkishüf'l-halk efe lâya'klûn"
EY insan

69. AYET 467


Biz O'na iir öretmedik; O'na yaramazda. O, sâde bir zikir ve
parlak bir Kur'ân'dr.
"T/i? mâ allemnâhü'^-p'ra ve mâjenbagî khü in hiive illâ f^knn
"
ve Kur'ânün miihîn

70. Ayet 474


Hayat kabiliyeti olaru uyandrmak ve kâfirlere de o söz, hak olmak için.

"IJyün^ra men kâne hayyen veyahkka'l-kavlü ale'l-kâfrin"

71. ÂYET 480


Ellerimizin ileyip yaptklarndan bir takm en'am (yumuak hayvan)
yaratmz onlar için. Onlara mâlik bulunuyorlar, görmediler mi?
'E ve lemyerav ennâ halâknâ lehüm min mâ amilet eydînâ en'âmen
"
fehiim lehâ mâlikün

72. Ayet- 480


Ve onlar kendilerine zebûn etmiiz de, hem onlardan binitleri var,

hem onlardan yiyorlar


"]/e î^^llelnâhâ lehüm feminhâ rakûhühüm ve minhâye'külün"

73. Ayet 48i


Onlarda daha nice faydah içecekler vardr. ükretmezler mi?
'T ^e lehüm fi hâ menâfin ve meâribü efelâ ye§kürûn"

74. Ayet 489


Onlar Allah'tan baka mâbudlar edindiler,gûyâ yardm olunacaklar.
'T 'e't-teha-:^'t min düni'l-lâhi âliheten leallehümyünsarûn"

75. Ayet 490


I<j bunlar, onlara yardma gücü yetmez. Bunlar kendileri için
hazrlanm avenelerdir (askerlerdir).

'Myesteti'ûne nasrahüm vehüm lehüm cündün muhdarûn"

76- 494
O halde onlarn lâf seni mahzun etmesin; biz onlarn içlerini de
dlarn da (açk gi:(li heryanlanm biliri;^.
biHriz
"Felâyah^nke kavlühüm innâ na'lemü mâyüsirrûne ve mâ yu'linün"

77. Ayet 498


Görmedin mi? O insan bir nutfeden (sperm'den) yarattk; imdi
o açktan aça bir muhâsm kesildi.
"£ ve lemyera 'l-insânü ennâ halâknâhü min nutfetinje i^â hüve
"
hasîmün mübîn
78. ÂYET 498
O kendi yaratlm unutarak bize bir mesel (örnek) getirdi:
"Bu un ufak oknu kemikleri kim dirütir?" dedi
'T-^? darabe lenâ meselen ve nesije halkahû kale menyuhyi'l-'
"
^âme vehiye ramim

79. ÂYET 499


De ki: Onlar ilk defa inâ eden diriltir ve O her yarat
(Halk etmeyi) büir. 'Tsjiljuhyihe'l-le^i en§eehâ evvele merratin ve

hüve hikülli halkn alim"

80. ÂYET 506


O ki size yeü aaçtan ate çkarandr. imdi siz hep onu
tututuruyorsunuz 506
"Elle:(i ce'ale leküm mine'^-^eceri'l-ahdari nârenfe i^â en tüm
"
minhü tûkidûn

81. ÂYET 513


Gökleri ve yerleri yaratan, onlar gibisini (onlarn aynm) yaratmaya
muktedir deü midir? Elbette O HaUâkü'l-Alîm'dir (mudak yaratc
her eyi bilendir.)
'E ve lejse 'l-le:^ hakka 's-semâvâti ve 7- 'arda hikâdirin alâ en

yahluka mislehüm belâ ve Hüve'l-Hallâku'l-'Alim"

82. ÂYET 516


O'nun emri bir eyi dilerse (irade ederse) ona sâde "Ol" demektir.
O, oluverir.
"Innemâ emrühû i^â erâde ^ey'en enyekûle lehû kün feyekûn"

83. ÂYET 528


Öyle! O her eyi melekûtu (kudreti) yedinde (tasarruf ve emrinde) olan Sübhan'dr.
Hep döndürülüp O'na götürüleceksiniz.
"
'
Tesübhâne 'l-le^i biyedihi melekûtu külli §ey 'in ve ileyhi türceûn

ndeks 541
EY insan

Ey kardelerim, Allah'n ahlakyla ahlâklamni2. Bu, Hz.


Peygamberin sünnetine sarlmak ve O'nun ahlakyla ahlâklanmak
demektir. O'nun ahlâk Kur'ân'dr. Kur'ân içinde hiçbir bâtl
bulunmayan, ezelî ve ebedî olan Allah'n kelâmdr. Kur'ân'n
yazlmas ve cem ii, Hz. Peygamberin
ashab tarafndan
salanmtr. Cenâb- Allah'n "Onu biz indirdik ve yine biz
Kur'ân,
koruyacaz" âyetinde buyurduu gibi, her türlü tahrif, bozulma ve
'

deitirilmeden uzaktr.

Ahmed er-Rifâî, Sohbet Meclisleri, çev. Dr. Ali Can Tatd, stanbul: Erkam
Yayn, 1996, s. 7.
EY insan

Sevgili Dostlar,

Be senedir bize lütuf olan Yâ-Sin sûresini Peygamberin seksiz


üphesiz vârisi olan kâmil insanlarn tefsirleri ve Kur'ân- Kerîm'i

anlamak için ömürlerini adam iUm adamlarnn yorumlarndan


tefekkür etmeye çahyoruz.

Gönlümüzde ve aklmzda inanlmaz ufuklar açan ve çalan gurubu


bu kesif âlemden lâtîf âleme çekip, gaybdan huzurun dikkatine
ileten bu gayret, haddimiz olmadan çalmamz sizlerle paylamaya
sevk etti.

Hz. Mevlânâ'nn buyurduu veçhile, Kur'ân- Azîmü'-ân, 'gelin gibi

olup §âyet nefsimizden jü-:^ görümlüü verirsek bi^e peçesini açar' ümidiyle
çahük. Örendiklerimizi ayn zamanda hâl etmeye çabaladmz bu
zevkli senelerde hayatmzn en diri zamann yaadmz
söylemek
isterim. An'dan ibaret olan, "Kun feyekûn" olan Zaman kavram
sadece Kur'ân'n zevki ile idrak edilebilir oldu.

Yüce Allah Zât'na srat olan tevhid anlayn devre devre de olsa
yaamr hâle geçirdi. Binlerce ükürler olsun.

Diliyoruz bu çalma okuyanlar Kur'ân'n engin derinliine ve


ki,

zevkine yönelterek okuduumuz âyetlerin tefekkürünü yapmaya


tevik eder. Zîrâ iman ve idrak ediyoruz ki Kur'ân- Kerîm'in her
bir kelimesi bir mucize olup, insan maneviyatn derin ufuklarna
çekebilecek güçtedir. Çakrken bir çok âyete insân- kâmillerin her
kefi ve yorumunun uyduunu gördük. Bunun nedeni âyederin
Allah'n sonsuzluunu idrak ettirircesine hudutsuz mânâlar ihtiva

etmesidir.

Velhasl umre seyahatimizin son gününde ak kblesine secde


ilk

ederken okunan Yâ-Sin sûresi ile "Ey nsanr hitabm du^nap,


inaallah beerlikten insan olma seviyesine çkmaya çalan bizler,
hazrl sürecinde mest olduumuz bu çahmay dikkatlerinize
sunuyoruz.

Hata ve yanllar dâima nefsimizdendir. Allah cümlemizin


yardmcs olsun. Amin.

Cemâlnur Sargut
EY insan
5

Yaync Önsözü

Mefes nedir, diye sorarsanz, Allah'n yücelii nedeniyle,


söndürmek
kötülüklerini için kalp ateine musallat ettii bir nurdur.
Hakk'n vücutta ortaya çk Allah'n nefesiyle ve üflemesiyle
gerçeklemitir.

Dolaysyla, yaynevimize Nefes adm vermemizin sebebi öncelikle


Kur'ân- Kerîm'le ve inallah basmay düündüümüz eserlerle

çkmasm salamaktr.
içimizdeki hakikatin ortaya

Hedefimiz, insann gönlüne ileyen ve oradaki güzellikleri ortaya


çkarabilen eserleri okuyuculara Bunun için
kazandrabilmektir.
kurulmu olan "A/ie/e^ Yaynlan tüm Komisyoni'* dünyamn her
yerinden çeitli profesörlerin bir araya gelmesiyle olumutur.

Kur'ân- Kerîm'le balamak her iin hakikatinin ve özünün bu Ana


Kitap'ta ve Allah'n sözlerinde ortaya çktm
önce kendimize,
sonra bütün dünyâya tamtmaktr.

Yasin Sûresi üzerine yaplm olan bu çalma, Kur'ân'n kalbi olan


ve "Ey nsan" mânâsna gelen Yasin'in hakikatinin Kâmil
nsanlarn yorumlaryla okumamz ve tefekkür edebilmemizi
salamaktadr.

Gayret bizden himmet Allah'tandr. Allah baladmz ileri


bitirmeyi nasîb etsin.

Nefes Yaynclk
EY insan
7

YA-SIN SURES
Yâ-Sîn Sûresi Mekke döneminde inmitir. Bu sûreye; Azîme,
Mumme, Müdâfia-i Kâdiye, Kalb-i Kur'ân da denilmitir.

Alûsî nakleder: "Ebû Nasr Seczî, bâne'de "hasen" diyerek Hz.


Âie'den öyle rivayet etmitir: Hz. Aie demitir ki, Resulullah
öyle buyurdu: 'Kur'ân'da bir sûre vardr, Allah katnda Azîme
(büyük ve fevkalâde, çok mühim) diye amlr. Sahibi de Allah katnda
"erif (erefli kimse) diye amlr, sahibi kyamet günü Rebia ve
Mudar'dan daha çoklar hakknda efaat eder. O, Yâ-Sîn Süresidir.'

Said b. Mansur ile Beyhakî de Hassan b. Atyye'den rivayet etmitir


ki, Resulullah öyle buyurmutur: "Yâ-Sîn Sûresi'ne Tevrat'ta
Mumme denilir. Sahibine dünya ve âhiret hayrn genelletirir ve
onun dünya ve âhiret skntlarna kar koyar, dünya ve âhiret
korkularn yok eder. Buna Müdâ£ia-i Kâdiye de denir. Sahibinden

her türlü kötülüü men eder ve her hayrb ihtiyac karlar"

Tirmizî, Kuteybe ve Süfyan b. Veki' yollarndan Katâde hadisiyle


Enes'ten Hz. Peygamber (s.a.s.) buyurdu ki: "Her eyin bir kalbi

vardr. Kur'ân'n kalbi de Yâ-Sîn'dir"^

Sûre-i Yâ-Sîn levh-i mahfuz mertebesine gidilmeye iarettir. Çünkü


Yâ-Sîn, levh-i mahfuza mukabildir (karphktr). Buna binâen
(dayanarak) Kalb-i Kur'ân denilmitir.

Ya Rab! Nefsimin ve eytamn errinden kaçp sana iltica (snan)


eden kulum. Onlarn fenalndan feryad edip sana dehalet
(merhametine snmak) ediyorum. Hakikatte iltica (snlacak) edecek
hiçbir yer yoktur.

2 Elmall M. Hamdi Yazr, Hak Dini Kur'ân Dili, stanbul: Feza Gazetecilik,
1992, c. 6, s. 394-395.
Ya Rabbi! Senin nâmnla ie balyorum. Bütün esmâ-i ilâhîyyesiyle
(ilâhî isimleriyle) Habîb'ine tecelli eden (beliren) ve onu bütün kullarna
resul olarak gönderip herkes için srât- müstakimi (doru jol) açm
olan Allah'm! Senin isminle balyorum.

emseddin Yeil, Füyü^ât, stanbul: Yeil Yaynlar, 1984, c. 6, s. 227-229.


EY insan

-1-
"Yâ-Sîn"

Sûrenin ilk âyeti olan bu harfler için âlimler:

a) Sûrenin ismidir.
b) Yemindir.

c) Allah Teâlâ'nn açt bir söz anahtardr.


d) Ey, insan! demektir (Ikrime vastasyla Ibn-i Abbas'tan rivayet

e) Hakâyk Tefsiri sahibi Sülemi, Vâstî'den ve Cafer b.

Muhammed'den: Yâ-Sîn'in yâ sejyid (ey efendi) demek olduunu


anlatmtr.
f) Hz. Peygamber'in bir ismidir, gibi yorumlar yapmlardr.

Nakka, Hz. Peygamber'den: "Benim Kur'ân'da yedi ismim vardr:


Muhammed, Ahmed, Tâ-Hâ, Yâ-Sîn, Müddessir, Müzemmil,
Abdullah" diye rivayet etmitir."*

Yâ-Sîn, Efendimizin Sidre-i müntehâdan (Hz. Muhammed


(s.a.sjm miraç gecesinde Cebrail ile birlikte yükseldii yedinci kat
semâda bir makam, tasavvufta ise Cenâb- Hakkk' tanmada beer
aklnn ve aklla kazamlan bilginin son duradr^) ötedeki ismidir.
Sidre'nin bu yan da Muhammed Mustafa (s.a.s.Jâdt

*
Elmall M. Hamdi Yazr, Hak Dini Kuran Dili, stanbul: Feza Gazetecilik,
1992,c. 6, s. 398.
5 lhan Ayverdi, K/ibbea/ü Lugad: Misalli Büyük Türkçe Sözlük, stanbul:
Kubbealt Yaynevi, 2005, c.3.
^ Halûk Nurbaki, Yâ-Sîn Süresi Yorumu, stanbul: Damla Yajanevi, 1999, s. 8.
10

Sîn, Allah'n srrna delâlet (yol göstermek) etmektedir. Bilesin ki

Srrullah'tan ibaret olan insandan murad (maksat) iki cihan serveri

Hz. Muhammed Mustafa (s.a.s.J^vc. Yâ-Sîn: Ey insan (Ya insani)

demektir ki muhatab Resûl-i Kibriya'dr. Yani; "Yâ insan! Aym


zati ve'1-Kur'âni'l-hâkim" Meali: "Ey benim Zât'mla zât olan insan

Kur'ân- Kerîm'de seninle ayniyet (aym) arz eder" anlamnadr.

Hz. Ali (kerremallahi veçhe) de kendisine kar mzraklarna Kur'ân-


Kerîm'i takan hasm askerlerine "Ene'l-Kur'ânu'n-nâtk" "Nâtk
Kur'ân (konujan Kuran) benim" buyurmulardr

Muhammed kelimesinin yazb ezelden (ha§langçtan) ebede


(sonsu^:^uk) kâinat sayfalar üzerine uzatlm ve yaylmür.
"Muhammed"in bandaki "mim" harfi yazlnn uzunluuyla
birlikte melekût âlemine baldr. Sureti de mülk âlemi üzerine

indirilmitir. Mim harfinin uzunluu âlemleri bütünüyle


kuatmür. Âlemlerin ortaya çk srasnda a'yân- sabitesini âmil
(kaplaya) bulunmaktadr. "Muhammed" ismindeki "mim"in ötresi
(Arap ve Osmanb alfabesinde üstüne konduu sessiz harfi "o",
"ö", "u" veya "ü" sesiyle beraber okutan iaret, hareke), O'nun
nübüvvet-i uzmâ (çok yüce nebi) ve risâlet-i kübrâ (en büyük resul)

makamlanndaki yükselilerine, kuds (kutsallk) makamndaki en


\aice erefe \öikseliine iaret etmektedir. Öyle )aice bir eref ki,

onun nihâî (son) smrn, ulu'1-azm peygamberlerin (azim sahipleri,


karla üklar büyük zorluklara ramen peygamberlik görevlerini
üstün bir azim ve kararllkla eksiksiz olarak yapm bulunan
Hz Nûh, Hz. brahim, Hz. Mûsâ, Hz. Isâ, Hz.
peygamberler;
Muhammed (s.a.s.)) dndaki sddk (Sâdk) ve mukarreblerin
(Allah'a çokyakn olan melekler) idrakleri bile kavrayamaz.

"Muhammed"in "H" harfine gelince, Resulullah'n manevî


deerinin ve durumunun yücelii sebebiyle sahip olduu
makamlarn en üst smrn gösterir. Onun mânevi derecesi; korkuyla

süslenmi sevgi karm bir makam ile mânevi yükseli arasndadr.


Onun korkudan kaynaklanan sevgisinin asl menei (kayna), Sidre-i

Abdü'l-kerîm b. brahim el-Cîli, Besmele'nin erhi, çev. Se)^id Hüseyin Fevzî


Paa, stanbul: Kitsan Yaynlar, s. 59.
EY insan
11

müntehâda Cenâb- Hakk ile konuurken duyduu hayede (yücelik

karcsnda duyulan gönül titremesi) kullua yöneliidir.

"H"nin fethas (Arap ve Osmanl alfabesinde üstüne konduu sessi^ harfi

"a" veya "e" sesiyle okutan ibaret, hareke), kurb kâflleriyle (yaknla
ulaanlarn kefil olmalaryla) birlikte tlsml Tûr-i Sina'dan ezelden
ebede tan gösterir. Bu manevî tan, kendisinden önce ve
sonra, oradan oraya daimîdir. Bunun ne olduunu tam manâsyla

anlamak gerçek idraktir.

Ortadaki "mim"e gelince, Hz. Peygamber'i anlama noktasnda


kiinin ona bahedilen (lütfedilen) nimetleri idrak etmesi ve onun
mevcudatn olduunu bilmesidir. Çünkü o, ilim
idrakinin ötesinde

meclisindeki âlem-i emir hükmünün gizlilikten açkla kavumas


suretiyle zahir (aça çkmtr) olmutur. Hem de bu ortaya çk

ümmilik (okumaya^a bilmeme) tarîkiyledir (yoluyladr).

"Mm"in eddesi (Arapça'da iki kere okunmas gereken bir harfin ü^^enne

konan ibaret), Hz. Peygambere iki tane ümmilik unvan vermektedir.


Bunlardan birincisi onun okuma yazma bilmemesine ait ümmîlik,
ikincisi de ümmetinin kendisine mensubiyetini gösteren bir

ümmîliktir.

Sondaki "dal" harfine gelince, kâinatn dönüü devam ettikçe,

yeryüzünün, ona ve onun yolunda bulunanlara tahsis edilmesi


anlamndaki devlet-i ebediyyesidir (sonsu^ iktidar). O, yeryüzü
kendisine verilenlerin en hayrlsdr.

"Muhammed"in "d"sinin sakin oluu ve hareke kabul etmemesi,


onun sultanlk makamndaki istikrarna (tutarl olucuna), ebedî saadet
burçlarndaki dönüüne ve bir nimetten dierine bir delilden
öbürüne yükseliine Hüküm ve hikmetin tamam ona
iarettir.

mahsustur. O da, Muhammed (s.a.s.fâ^t. O Ceberut âleminin


^
basamaklardr. Kyamete kadar emir ve nehiy (yasak) sahibidir.

Ahmed er-Rifâî, Sohbet Meclisleri, çev. Dr. Ali Can Tatl, stanbul: Erkam
Yayn, 1996, s. 61-63.
12

• Muhammed'in zahiri ve manevî büyüklüünün snn yoktur


Frithjof Schuon, ondaki iki yönü göstermek için dünyevî ve semavî
isimlerini, Muhammed ve Ahmed'i kullanarak bir modelde
göstermitir:

Muhammed; hamd edilen, zahiri tecellî, son iki tulann gümüüdür,


Kur'ân'n mânâs üzerine iner. Ahmed; methedilen; bâtnî tecellî,

son iki tulann altmdr, mîrâc idrak eden Hz. Muhammed


^
(s.û.s./'m bâtndr.

Muhammed, Kur'ân'n ilk vahyinin indii leyle-i Kadir'le (Kadir

Gecesi) ilikilidir. Allah'n Celâl yönünün teceUîsidir {görünme, belirme)

ve Peygamber'in bir abd, "kul" rolünü temsil eder; etkin

peygamberdir, resuldür.

Ahmed: Mîrâc gecesiyle ilikilidir; burada ona habib, "sevgili,


dost"un açklamas verilmitir ve bu nedenle Allah'n Cemâl yönünü
temsil eder; ümmî'dir, baka bir ifadeyle vahyin ahcsdr.

Kadir Gecesi, Ramazan'n son üçte birinde olduu bildirilen bir

gecedir. Ramazan' sabr, zorluk ve gece gibi düünürsek Kadir'in

yani Allah'n mânâsnn tecellîsi olan Kur'ân'n insan tarafndan


idraki ancak bu zorlua katlanana inmektedir.

Burada akla u hadis gelir: "Cenâb- Hakkk her gecenin son üçte

birinde dünya semâsna nazil olarak (inerek) bir ey isteyen yok mu?
der."

Skntmn en zor zamannda (son üçte birinde) kul eer hamd eden
mü'minse Allah'la irtibat kurar ve kul "an" zuhuruna mazhar olur.

te bu hal Muhammedi zuhurdur. Mîrâc ise peygamberin kendi


hakikati ile yükseldii mânâdr. Bu da Ahmed'in zuhurudur.

Peygamberimizin, "Ben ahlâk binasnn son tulasym" sözü Muhiddin


Arabi'nin F/Vj-///unda "son iki tulasym"sözüdür. Bu ikitula tek tulay
temsil etmektedir. Alün tula, Hâtemü'l-Evliyâ, gümü tula da Hâtemü'l-
Enbiyâ olmas üe alâkaldr. Yani, altn tula, velî makamn, bâtnn-içini,
gümü tula da nebi makamn, zahirini ve anlatr. dm
Annemarie Schimmel, Tannmn Yeryii-:^ndeki iaretleri, çev. Ekrem Demirli,
stanbul: Kabalc Yaynevi, 2004, s. 245.
EY insan
13

Mim harfi Muhammed'de ve Ahmed'de ortaktr. O halde


Ahmed'deki mim kalkarsa ahad tecellî eder (akseder), ite Hz.
Peygamber'in kulluundaki Rab tecellîsi budur.

O halde Muhammed vahye mahzardr. Ahmed ise peygamberdeki


hakikatin, Zât tecellinin ad olduundan cemâldir, aktr ve miracn
mânâsdr.

O Hazret ki misâl (örnek) olmakta mahluklardan (^aradlm^-lardan)


ayrlp tenzih (suç ve eksiklerden uî^ak) makamna yükselmitir. Maârif-
i Rabbânîyenin menbadr (eitimin kayna). lâhi esrarn (srlarn)
efkatidir. steklilerin gayesinin nihayetidir. Hak yolunda yürüyüp de
hayretier içinde kalanlarn delilidir. O, Muhammed'dir, vasf ve
zatyla Mahmud'dur. GeUp geçenlerle gelecek olanlarn Ahmed'idir.
Ahmed, resulullah saUallahu aleyhi ve sellemin kadim kutuptaki
ism-i erifleridir (jerefli isim). Onun için Hazret-i Mûsâ (a. s.)
"Allah'm, beni Ahmed'in ümmetinden yap" dedi ve sâ (a.s.) tebir
edip (müjdeleyip) "Ey Israiloullanl Ben si^e Allah 'in elçisiyim, benden önce

gelen Tevrat' domlaya ve benden sonra gelecek Ahmed adnda bir

peygamberi de müjdekyici olarak geldim" (Saff, 6) buyurdu.

Ahmed ziyade (favaca) hamîd (hamdeden) ve ziyade mahmud (hamd


olunmu, sena edilmi) mânâlarna gelir. Ve baz büyükler
buyurmulardr ki, tekerrür-i hamdi hasebiyle (hamdin tekrar sebebiyle)

Muhammed ve hamd bayrana hâmil olmak cihetiyle Ahmed


'^
tesmiye olunmutur (isimlendirilmipir).

• Hz. Ahmed de Cenâb- Hakk'tan, kendisine nusret (yardm)., ve


kuvvet talep etti. Bunun üzerine Cenâb- Hakk kendisine dedi ki
"Ya Ahmed, yeryüzünde olan kuvvet ve kudretin ne itibar olur?

Felek üzere olan semâdaki aya bak ve onun alnm yar Ya habibim!
Yeryüzünde olan halkn sana itaat etmesi güç bir ey deildir. Ben
sana feleklerde (yörünge ve kader) ve semâlarda olan eyay itaat

ettirdim. Yani kudretin elinde sana; melei, felei, a)i ve günei âciz
ve itaatkâr kldm. Sen bu dönü üzere devreden ay gör ve istersen

smail Hakk Bursevi, Mesnevi erhi, s. 434.


14

onu ikiye ayr ki, sana bu derece kudret ve kuvvet ihsan eyleyip,
nusret (yardm) vermiim."

te o hazret hakîkaten bir iareti ile ay iki parçaya ayrd O hazretin


hüküm ve ayn vücûdunda bu suretle zahir oldu ki; o devre;
tesiri

Devr-i Ahmedî demek bu sebepten münasip (uygun) oldu. Bu


^^
devirde, zat ve sfatn tecellî günei zahir oldu.

Peygamber zatyla kendine balananlarn maddesi (nefsi)

ile manasm (ruhu ve srr) ayrd. Böylece Rab ve kulluk


ayrld. Kiinin kendisinde "nefsini bilen Rabbini
bilir" mânâsn görebilmesini salad. Peygamberimiz Hz.
Muhammed(s.a.s) '
'in Kur 'an 'daki isimleri unlardr:

• Müddesir:

Kelimenin asb mütedessir olup örtüye bürünen demektir.

krime'nin açklamasna göre "Peygamberlie ve nefsi olgunluklara


bürünen "demektir. Kendisine verilmi olan hakikati halkn bak ve
görüünden gizlemeye çahan Muhammed..^"*

• Tâ-Hâ:

Tâ harfi Tâhir (temi^, he Hadi (hidâyet eden, doru yolu gösteren) ismine
iarettir.

• Müzzemmil:

Ash mütezemmildir, örtünen demektir. Kendisi örtünmü veya


bakas tarafndan örtülmü olabilir.

Bir de yük yüklemek mânâsna gelen zeml'den türetilerek ")aikü


yüklenen" mânâsna geldii söylenmitir. Müzzemmil Sûresi 5.

1^ Ken'an Rifâî, Mesnevi Hatralar, Kâzm Büyükaksoy (haz.), stanbul: inklâp


Kitapevi, 1968, s. 191.
'^ Elmall M. Hamdi Yazr, Halç, Dini Kur'ân Dili, stanbul: Feza Gazetecilik,
1992,c. 8, s. 416.
EY insan
15

âyetinde de "i3/^ senin ü^rine ar hr sö^ hrakaca^ buyurul-


maktadr

AbduUah:

Allah'n kulu. Abd; ibadet masdanndan yaplmtr. Ubudiyet,


kulluk mânâlarna geHr

Mutiak kul, yaratklardan herhangi birisine kar efendilik

özelliinin bulunmad kuldur. Bu kii, kendisini âlemdeki her eye


muhtaç görür. Aleme muhtaçl ise âlemin bir isim perdesinin
ardndan Hakk'n ayns olmas yönündendir

Mahmud:

Hamdolunmu, sena edilmi, övülmü.

Makâm- Mahmud:
Hz. Muhammed (s.a.s.Jm en büyük efaat makam, cennet.

Hangi mânây alrsak alalm, gerçek insana dikkat çekiliyor.

Yâ vâki (koruyan) ismine. Sin selâm ismine iarettir. Yani, seni


ezelden eksik ve noksanlardan sâüm (selâmette) kldm için seni

ne'e ve adet perdelerinden (insanlara ait adetlere taklp kalmaktan)


korudum. O yüzden Vâki ismine sahipsin. Senin ftratn (yaradln)
selâmdr (sin), mânân ise selâmete eritirendir. Varbktan doan
kemâlin, bütün yaratlmlar kaplar ve bütün hikmederi ihdva eden
Kur'ân'n mânâsdr. Hakim olan Kur'ân, Ya ve Sin ile tarîk-i tevhid
(birlik yolu) üzerindesin. Senin ftratn, senin zuhurunun (ortaya

çkn) tamamlam bütün gönüllere selâmet verdi. Allah'n bütün

^^ Elmahl M. Hamdi Yazr, Hak Dini Foir'ân Dili, stanbul: Feza Gazetecilik,
1992, c. 8, s. 392-393.
'5 Elmahb M. Hamdi Yazr, Hak Dini Kur'ân Dili, stanbul: Feza Gazetecilik,
1992, c. l,s. 102.
^^ Suad El- Hakîm, bnü'l-Arabî Sözlüü, çev. Ekrem Demirli, stanbul: Kabalc
Yaynevi, 2005, s. 481.
16

mânâs Hz. Peygamberle vukua geldi (â§ikâr oldu) Senin istidadnn


^''

kemâli (olgunlamas) Kur'ân da gizlidir. Kur'ân da açklanmtr

• Allah sana yardm etsin, bilmelisin ki: Allah kendi nezdinde bilinen
sürenin belirlenmesi için felein hareketinin varl vesilesiyle
ruhlar bedenleri idare edici olarak zamanla snrlanm halde
yaratt. Felein hareketiyle zaman ilk yaratldnda, Allah yöneten
ilk ruh olarak Hz. Muhammed (s.a.s.Jn ruhunu yaratt. Sonra
ruhlar feleklerin hareketieri vesilesiyle (ondan) meydana çkmtr.
Böylece Hz. Peygamber'in ruhu ehadet âleminde bulunmadan
gayb âleminde var oldu. Allah ona peygamberliini bildirmi,
Âdem, Hz. Peygamber'in buyurduu gibi henüz 'su ve toprak
arasnda iken' onu müjdelemitir. Zaman, Hz. Muhammed (s.a.s.)

hakknda bedenin var oluu ve ruhun onunla irtibat kurmasna el-

Bâtn ismiyle ulamtr. (Bedeni var olup ruh ona bititiinde) Bu


esnada zamann hükmü, akta ez-Zâhir ismine geçti. Böylece Hz.
Muhammed (s.a.s.) cisim ve ruh olarak zatyla ortaya çkt.
Balangçta peygamberler vastasyla ortaya çkan bütün eriatiarda
hüküm Bâtni olarak ona ait iken artk zahirde de hüküm kendisine
ait oldu. Böylelikle, arî tek ve O da eriatn sahibi olsa bile, iki

ismin hükmü arasndaki farkll açklamak için el-Bâtn isminin


ortaya koyduu bütün eriatiar ez-Zâhir isminin hükmüyle
geçersiz kld.

Hz. Peygamber, 'ben peygamber iken' demi, 'ben insan iken' veya
'mevcut iken' dememitir. Peygamberlik ancak Allah katndan tespit

edilmi eriat vastasyla gerçekleebilir. Böylece Hz. Peygamber,


kitabmzn baka bölümlerinde koyduumuz gibi bu
ortaya
dünyada vekilleri mesabesindeki peygamberlerin varhndan önce
peygamber idi.

O zamamn döngüsü, Hz. Peygamber'in devrinin el-Bâtn


halde
ismiyle bitip baka bir devrin ez-Zâhir ismiyle balam olmasndan
ibarettir. Bu meyanda Hz. Peygamber öyle buyurur: "Zaman

^^ Kemâlüddin Abdürrezzak Kââniyyüs Semerkandî, Te'vilât- Kâ^âmjje, çev. Ali


Rza Doksanyedi, M. Vehbi Gülolu (haz.), Ankara: Kadolu Matbaas, 1988,
c. 3, s. 10.
EY insan
17

Allah'n yaratt günkü haline döndü" Bunun anlam udur:


Hüküm, ilk bâtn (gi^i, iç yü^ olarak kendisine ait olduu
devirde
gibi bu devirde hüküm zahirî olarak ona, yani Hz. Muhammed

(s.a.s.J^ aittir. Halbuki ilk devrinde hüküm zahirde Hz. brahim'in,

Hz. Musa'nn, Hz. isa'nn ve bütün dier nebi ve elçilerin erîatleri

gibi erîatin nispet edildii kimselere aitti

Peygamberler içinde zamandan dört yasak ay vardr:Bunlar Hud,


Salih, uayb ve Muhammed'dir. Bu Peygamberlerin zamandan
benzerleri Zülkade Zilhicce Muharrem ve Recep aylardr.Araplar
aylarda kaydrma yaptklar için, haram ay helal ay helal , ise haram
haline geldi. Hz. Peygamber gelmi ve zaman Allah'n kendisiyle
yaratklarnda hüküm verdii ashna döndürmütür.BöyleUkle haram
aylar, Allah'n onlar yaratt tarzda belirlenmi, bu nedenle
Hz.Peygamber zahir dilde öyle demitir: Kukusuz zaman AUah'n
yaratt günkü haline döndü.

te zamann dönmesi AUah Hz. Muhammed (s.a.s.J


böyledir.
beden ve ruh olarak ez-'Zâhir ismiyle izhar etmi (açû vurma,
belirtme), önceki eriatndan Allah'n geçersiz klmak istediini
geçersiz küm, brakmak istediklerini brakmtr. Bu durum, esasla
ilgili deil, özellikle hükümlere aittir.

Kukusuz dünyada Hz. Peygamberin ilimdeki efendilii sabit


olduu gibi "Mûsâ yaasayd, bana uymaktan baka yapacak bir ey
bulamazd" diyerek hükümdeki efendilii de sabittir. Hz.
Peygamber Hz. isa'nn inmesi ve Müslümanlar içinde Kur'ân ile
hüküm veriinde de ayn eyi açklar. Böylelikle dünyada her yön ve
anlam ile Hz. Peygamberin efendilii geçerli olmumr. Sonra, Allah
efaat (birinin batlanmasn dileme) kapsn açmasyla kyamet
gününde Hz. Peygamberin dier insanlar üzerindeki efendiliini de
tesbit etmitir. Kyamet günü efaat, sadece Hz. Peygambere ait

olacaktr. Allah, onun efaati vesilesiyle melek, resul, nebi ve


mü'min gibi efaat hakk olan herkese efaat izni verecektir.'^

Muhyiddîn bnü'l-Arabî, Fütuhât- Mekkiye, çev. Ekrem Demirli, stanbul:


Utera Yaynclk, 2006, c. 1, s. 416-418.
ULÛHYYET MERTEBES
J
Refîu d-derecâd
(en yüksek derece)

<$,

^.
.v\^
<^. o gerçek
mevcudu tebih ederim ki. "\^ jf
"''â'/;^ ^^ varlk itibariyle Ondan baka ilâh
c. yoktur, Ezelden ebede O, Her an baka bir
ce^'
i»^ ,^3ti-
,-j3^
andadr. Zira sfatlar ve anlar itibariyle Onun i<r.
>\«'

^er
balangc ve sonu yoktur -De ki; Rabb'mn kelimelerini
vew,OV
-'-^âhir
c yazmak için deniz murekkeb olsa.ftûbb'mm kelimeleri
tükenmeden deniz tükenir. Takviye çm bir mislini de getrsek zzv-ra
(yme Rabb'mn kelimeleri tükenmez) O'nu esbh ederim ki altnda uapeiM
^
[El-Hakîm ve üstünde hava olmyon Amada yen ve göü yaratmazdan önce var
^1 Cism-i
kül d, imdi de yine o zoman olduu gibidir. Eyay yaratmas, kendisinin
eyada gzlenmesdir Eyay yok etmesi de kendisinin görünmesidir. peusQ
r^-> Vujn/\j-j^\
Varln. Akl- Kufden balyarak bu âlemler ve suretler

El-Muhît
^ '
geçitlerinden geçerektekrar Akl- Külle kavumas için geçen
zoman, fiiller tevhidinin banda yetmi sekiz bin senedir,

sonunda da yirmsekiz bin senedirbomda yrmidort bin


^<i^'
sene,ortasnda oniki.„sonunda do dokuz, .senedir, Sahv ve "1^1^-1
mahv'de ise hiç berzah yoktur. Bu söylediim ey Kull
,.^e>.v.W' ...^^
manann cüzleri suretlerinde sereyan ve Hakkn
hüyviyyetinin isimlerinde ve sfatlarnda <fc,

X^ .^^v^
gdrulmesidir <V 'y^J
Ö^^ ^cs
.^
%,
^'v.

^O)
E
<D

r 'O

ekil 1: Niyazi-i Msri, îrf'an Sofralar, çeviren Süleyman Ate, Yeni Ufuklar
Neriyat, stanbul, s. 62

Tasavvufa göre insan:

Azametin (büyüklük, ululuk) mezâhdri (f^uhur jeri); mecmûa-i


mükevvenat (yaratlmlarn toplam) olduu halde, kibriyâmn mazhar;
yalnz insandr. nsan, yalnz arz küresinde yaayan beer mânâsna
gelmeyip sonsuzluk âleminde hangi merkez ve kürede olursa olsun
eyann hakikatini idrake ve Cenâb- Bârî (her §eyi takdir ettii §ekle
uygun olarak yaratp varla çkaranfyi tevhide muktedir bir vicdana
mâlik olan (elinde bulunduran) dr. '

Kur'ân- Mübîn'de (iyi, kötü, doru, yanlp ayrt eden) beer üç snfa
taksim edilmitir.
EY insan
19

a. Insan- Esrâr- hakikate {insann hakikatinin esran) vâkf olanlar

b. Adem-i Esrâr- esmaya (Adem'in isimlerinin esran) vâkf olanlar

c. Hayvan- Nâtk (konudan hayvan)

insanlar, meleklerin bile kskandklar bir ahsen-i takvim (en güt^el

kvamda) üzere, yani Allah tarafndan en güzel ölçülerle, en üstün


bir ekil ve tertip içinde ilâhî bir sîret (hâl, tavr) üzere
yaratlmlardr"'^ "Biz insan en güzel biçimde (ahsen-i takvim)

yaratük." (Tin, 4)

Irade-i lâhiyye, âlemin ya da içinde Hakk'n kendisini görecei


Varlk için bir aynann zuhurunu gerektirince, bu durum, görme
anlamnn tam olarak gerçekleebilmesi için aynann cilâlanmasn
gerektirmitir. Böylece Adem (insan), bu cilann kendisi olmutur,
çünkü Âdem olmasa idi, varlk aynas karanlk ve kör kalr, ilâhî

kemâl görülmek ve bilinmek için yüzeyine yansmazd. Yaratln


gayesi, belirttiimiz gibi Allah'n bilinmesi, onun eser ve
kemâllerinin idrak Aynann cilâlanmas varln ve
edilmesidir.

srlarnn akl ve kalb nuru üe kef olunmasdr. Bu da ancak insan


için mümkündür Buna göre Allah karsnda insan, göz için göz

bebei; varlk karsnda ise, varln atan kalbi ve hakîkatierini idrâk


eden akl mesabesindedir. Bunun için "insan" olarak
isimlendirilmitir. Hak, onun ile yarattklarna bakar ve onlara
rahmet eder.

Allah, âlemi bilinmek için yaratmtr ve sadece insan ona lâyk ve


kâmil bilgi ile Allah' bilebilir.

Böylece insan, ezeli hadîs (meydana gelen, çkan) insandr. Ebedî olan
ne'e-i daimdir (sürekli huî(urdur). Cami' (toplayan, içine alan) olan fasl
(ayran) kelimedir. Binâenaleyh âlem onun varhyla tamamlanmtr.
Böyle olunca insan, âlemdeki yüzükte yüzüün "fass" gibidir. Fass,

padiahn hazinelerini mühürledii mühür ve alâmettir.

^^ emseddin Yeil, Kitahut-Tasavvuf; Mesneviden Hikmetler, stanbul: Yaylack


Matbaas, 1986, s. 91-92.
20
Ken'an Rifâî, erhli Mesnevî-i erife istanbul: Kubbealü Neriyat, 2000, s. 81.
20

insanda iki yön bulunmaktadr: Birincisi, hadis yöndür; bu, insann


unsurî, bedeni suret ile ilikili olan yönüdür. Dieri ise ebedî ve ezeli
yöndür; bu da, insann ilâhî mertebeyle ilikili yönüdür.
Binâenaleyh, insan, Hak ve halktr, kadim (hajlangtc olmayan) ve
hadistir, ebedî ve fâni gibi zt sfadarn sahibidir. Kukusuz insan,

hatta var olan her ey, kendisinde iki yön bulunmasndan dolay, bu
zt ifadan kapsar. Bu iki yön, "lâhutîlik" (ilâhî) ve "nâsutîlik"
(dünyaya, insanla mensup)xs.

nsann fasl (ayna) ve cami bir kelime olmasmn sebebi, onun


Allah ve âlem arasnda ayrc bir snr olarak durmasdr. Çünkü
insan, Allah'n sureti; âlem, bu suretin kendisinde yansd ayna;

Allah da, insann sureti olduu zattr. Bu yüzden insan berzahtr


(orta yerdir). nsamn "cami bir kelime" olmasnn sebebi ise,
tecellîgâhlar (akis yeri) olmas anlamnda bütün ilâhî isimleri

kendisinde toplamasdr.

Bu insan, âlemde bulunduu müddetçe, âlem korunmaya devam


eder. Insan- Kâmil varbm koruyucusu ve devamllnn da
sebebidir. Alemin yaratlmasmn maksad olan insan âlemden
gittiinde, âlemin de ortadan kalkmas, yani kevnî (olu^a ait)

suretierin bozulup, zât- ilâhîyyeden ibaret olan asllarna dönmeleri


gerekir. Hakk'n varlk suretierinde zuhurunun illeti ortadan
kalktnda, bu suretierin toplamndan ibaret olan âlem de ortadan
kalkar. Zat- ilâhîy}^e de, hiçbir eyde zuhur etmeksizin ve hiç
kimseye de bilinmeden tek bana bakî kalr"

nsan göklere yükselmek için yere gönderilmi bir Tanr parçasdr.


nsan lâhî nurun yeryüzündeki tecellî ve zuhurudur"

nsanda bizzat 7\llah'n tecellî etmesiyledir ki yeryüzü, mânâ


bakmndan gökten aydnlk oldu."

nsan, Allah'tan kopan ilâhî cevherin ini kavsini tamamladktan ve


bu kavsi tamamlamak için ate, hava, su, toprak, nebat, hayvan

2^ Ebu'1-Alâ Afifi, Fususu'l- Hikem Okumalar için Anahtar, s. 78-82.


22
Ken'an Rifâî, erhli Mesnevî-i erif, stanbul: Kubbealü Neriyati, 2000, s. 82.
23
Ken'an Rifâî, erhli Mesnevî-i erif, stanbul: Kubbealo Neriyat, 2000, s. 421.
EY insan
21

merhalelerini geçtikten sonra, yükseli kavsine ilk adm att


noktada vücut bulur. nsan, ilâhî cevherin ite bu noktadaki
görünüüdür.

Bu noktaya vardktan sonra, insamn aslna dönebilmesi, yani Allah'a


ulamas iki ekilde olur. Eer ömür akn tamamlayarak, ölümle
fâm' olursa ömrünün bu ekilde akndan fazla bir ey kazanm

büyük bir yol katetmi olmaz. Kendisinin, bu âlemde ne olduunu


bilmedii için, onun öteki âlemdeki hali yine bir bilgisizliktir

Fakat insan, bu dünyada bir üstün insana rastiar, yani bir müridin
uyandr ile kendi cevherinin farkna varrsa, içinde duyduu derin
özleyiin kime ve nereye olduunu anlam olur. Allah' önce d
âlemde, sonra içinde bulur. Tanr varlnn insan içinde hissedilir
hale gelmesine "tecem"denir. Tecellîye eren insan, kâinata Allah'n

görüüyle bakan ve bakt her yerde yine Allah' görme srrna eren
insan demektir^'^

Tanr'nn asl evi insan vicdan, insan kalbidir ^^ ^ö^^/â'^y.

insan, hilkat abidesi, hilkat (yaratlma, jaradk^) aheseridir. Onda u


âlemde ne varsa hepsi mevcuttur. nsan kitâb- mübindir (iyiyi,

kötüyü, hayn, jerri bildiren) ki


bütün esrar onda gizlenmitir. Allah'n
emanetini yalnz gönül kavrad; o içine sdrd. cemâdâta Ak
(cansi'i cisimler) arz edildi, lâkin insan hariç hiç bir mevcut ona
tahammül edemedi"^

Ey gönül! Madem ki sen bu beden ikliminin sultansn. Gönül


padiahsn. Devletinin kadrini bil! Yurdunda Süleyman gibi âdil ve
hakîm ol! insan vücûdunun ilâhî görünüün bir remzi (ibareti) ve
Allah'n tecellîgâh olduunu bilirsin. Böyle bir vücûda sahip ve
hâkim olmamn kadrini de bilmen gerek. Sahip olduun devleti
adalede idare edici sultanlardan ol. Eer böyle yapmaz da elindeki
ilâhî yüzüü (Süleymamn mührü) eytana kapürr, bu Azîz tlsm

"*
Ken'an Rifâî, erhli Mesnevî-i erif, stanbul: Kubbealti Neriyaü, 2000, s. 3-4.
25 Ken'an Rifâî, erhli Mesnevî-i erif stanbul: Kubbealü Neriyaü, 2000, s. 67.
-^ Mekûre Sargut, Arifler bahçesinden, stanbul: Özal Matbaas, 1 993, s. 38.
22

nefse esir edersen bütün saltanatn, bütün bahtn ve ikbalin yok


olur.

O zaman ey nefis eytanna ve bu eytann vaad ettii bazlara,

saadetierin ve nimetlerin en büyüünü kaptranlar! Sizin iiniz

kyamete kadar yüreinizi eyvahlarn hançeriyle delik deik etmektir.

Buna delil istersen Sûre-i Yâ-Sîn'i oku. Orada yanl yol tutanlarn

hüsranlarn ve eyvahlarn aikâr bulacaksn.

Ve sen, bundan daha yanl bir yol tutup, ben esasen doru
yoldaym, küfürde ve inkârda deilim der, küfürde ve inkârda
olduun halde hilelerinle kendi kendini aldatmaya kalkarsan,

onlardan daha da zavall olursun.

Çünkü senin Hak ve iyilik yolunda kullanmadn terazi, nasl olsa


bir gün her hâlini tartacaktr^''

Ölümünden evvel feryad et, bana topraklar saç. Ölümünden


sonraysa alama, dayan.

eytan yolunu vurmadan, Yâ-Sîn okumak gerek.

Kötü ve rüsvay eytan, ömrünü zâyettikten (yitirmek) sonra "Eûzü"


çekmek, "Fatiha" okumak beyhudedir (gere ksi^ fay das^r):

Hazarât- Hams
1. Lâhût Alemi {Mutlak Gayb Alemi): La taayyün (meydana

çkmama) mertebesidir. Bu sonsuz Ehadiyyet makam olduu için

anlalamaz ve alglanamaz.

2. Ceberut Âlemi (Güç Alemi): Taayyün-i evvel (birinci belirginlik

mertebesi), Hakîkat-i Muhammediye mertebesidir. Bu âlem ilâhî

düzene girerek, onu yaayarak ve paylaarak anlalabilen kutsal bir

âlemdir. Ebû Talip Mekkî, ceberut âlemine sonsuzluk âlemi

2^ Ken'an Rifâî, erhli Mesnevî-i erif, stanbul: Kubbealu Neriyaü, 2000, s. 526.
28 Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Mesnevi, çev. Veled zbudak, Abdülbaki Gölpnarl
(haz.), stanbul: Milli Eitim Basmevi, 1991, c. 6, beyit 538,540,552.
EY insan
23

demektedir. Cürcânî'ye göre ise, bu âlem Allah'n isim ve sfatlarnn


âlemidir. Gazzaü'ye göre, ceberut âlemi, mülk âlemi ile melekût
âlemi arasnda bir yerde orta âlemdir.

3. Melekût Âlemi (Hükümranhk-Bamszhk Âlemi): Âlem-i


misal, âlem-i ervah (ruhlar âlemi) ve taa}^ain-i sân (ikinci belirginlik)

mertebesidir. Ibnü'l-Arabî, melekût âlemini gayb âlemi olarak

tanmlar. F. Schuon'a göre, âlem-i ceberut, makrokozmik olarak


semâdr. Mikrokozmik olarak da yaratlan ve insana ait olan akldr.

Melekût âlemi ise, cismânî âleme dorudan doruya egemen olan

âlemdir. Azîzüddin Nesefî'ye göre ise, mülkün hissî, melekûtun aklî,

ceberûtun ise hakikî bir mertebesi bulunmaktadr. Bir baka deyile


his kiiyi mülk âlemine, akl melekût âlemine, ak ise ceberut
âlemine ulatrr. Ceberut âlemi mahiyetler âlemidir. Mülk ve
melekût, ceberûtun sfadarmn mazhardr. Ceberutta örtülü ve özlü

olan her ey mülk ve melekûtta zahir olarak mufassallamtr


(ayrntl hale getirmitir). Mülk zdar âlemi, melekût uyumlu
mertebeler âlemi, ceberut ise vahdet âlemidir. Mülk melekûtun,
melekût da ceberûtun alâmet ve aynasdr. Abdülkadir Geylânî'nin
Risale-i Gavsiyye'sinde''' u ifadeler yer almaktadr: Nasut alemiyle
melekût âlemi arasndaki her safha eriat, melekût ile ceberut
arasndaki her safha tarikat, ceberut alemiyle lâhut âlemi arasndaki
her safha ise hakikattir. Sevgi ve ruhsal melekelerle alglanabilen,
görülmeyen, ruhanî ve melekî âlemdir.

4. Nâsût Âlemi (ehâdet-Mülk Alemi): Madde âlemi olan bu


âlem, fiziksel duyularla alglanan bir âlemdir.

5. nsan- Kâmü: Bu âlem daha önceki bütün mertebeleri

kendisinde toplayan âlemdir.

Hazret kelimesi sözlükte yaknda ve yamnda olmak; önünde


bulunmak; huzuruna varmak ve çkmak gibi anlamlara gelir. bnü'l-

-^ Gavs, ricâlul-gaybdan hr ki§i olup î^rluk annda kendisine snlan velîdir.


24

Arabî Hazret kavramn, "varln genel mertebeleri ve âlemdeki


bütün tecellileriyle birlikte ilâhî ve kevnî (varlk, vücûd) hakikat"
anlamnda kullanmtr.

Alemin oluumunu sudur (vuku, ^uhur) ve tecellî teorisine göre

açklayan sûfîlere göre varlklar Allah'tan zuhur etmek suretiyle


derece derece ondan uzaklaarak ve aaya inerek meydana gelir.

Bu durum "tenezzülât" terimiyle ifade edilir. Allah'a ulamak


isteyen bir sâHk (kendi hakikatine yönelen), ayn yoldan bu tenezzülât
teker teker aarak yukarya doru çkmak zorundadr. Bu çka ise

"hazarât" (hacetler) denir. Bir sâHk bu hazretlerden ne kadarm


katederse mânevi derecesi o kadar yükselir ve kudsiyet kazanr

Tevhid

Tevhid^° Allah'n birliine îmân etmektir. Cüneyd-i Badâdî'ye


tevhid nedir? diye sorulduunda öyle cevap vermitir: "Tevhid,
mahlûkatn hareket ve sükununu, Allah'n fiH olarak bilmendir"
Sûfîler tevhide akl yolu ile deil, ancak tecrübe, his ve ilham yolu ile

yaayarak ulalabileceini ifade ederler.

1. Kusûdî Tevhid (Müridin tevhidi, sâliki faaliyete sevk eden samimi


irade, halis niyet, aî^m) (Vahdet-i Kusûd): Kulun iradesini Allah'n
iradesine balamas, her eyde onun iradesini görmesidir. Dier bir

ifade ile, Hakk'n irade ve istei ile kulun irade ettii ve istedii eyin
bir ve aym olmasdr. Burada kul kendi iradesini, Hakk'n iradesine

uygun bir hale getirerek bu sonuca ulamtr. Bu makam, "la

maksûde ve lâ matlûbe ve lâ murâde iUâUah" (Allah'tan ha§ka

maksat, talep edilen ve muratyoktur) formülüyle ifade edilmektedir.

2. uhûdî Tevhid (Sülûkunun ortasnda olanlarn tevhidi) (vahdet-i


uhud): Kulun psikolojik bir hal olarak âlemde mevcut olan her
eyi AUah'n tecellîleri olarak görmesi, ondan bakasn görmemesi

'^^
Ken'an Er-Rifâî'ye göre tevhid, Hakka ortak koymamaktr. Ajnca O, 'Yüksek ve

olgun kimselerin tevhidi, kâinatta Allah'tan ha§ka bir §ey görmemek, muamelesinijalm^
onunla yapmaktr. " der. (Derleyenin notu)
EY insan
25

halidir. Bu hal "sekr (manevî sarholuk), gaybet (halkn halinden ve

evladan haberi olmama) ve galebe (4stün gelmef gibi isimler verilen

vecd ve istirak (vecde dalma hâli) halinde kendini gösterir. Bu hal

geçtikten sonra Hak ile halk ayr görür. O hal içinde söylediklerine

de tövbe eder. Her iki tevhid çeidinde de Allah-âlem ikilii

mevcuttur.

3. Vücûdî Tevhid (Kâmilin tevhidi) (Vahdet-i Vücûd): rade ve


müahedede olduu gibi, varhkbakmndan da birliin kabul
edildii bu safhada Allah'n dnda hiçbir varbn hakikî vücûdunun
bulunmad esas benimsenmitir. Tevhidin bu en yüksek
mertebesinde olan seçkin kul, Allah'n önünde bir hayaldir. Allah ile

kendisi arasnda üçüncü bir ey yoktur. Allah'a yaklamann


hakikatine, O'nun gerçek vahdaniyetine erien zat, Allah

kendisinden ne isterse ancak onu yapar.

Vahdet-i uhudda sâlikin her eyi bir görmesi geçicidir, birlik bilgide
deildir. Vahdet-i vücûdda ise, birlik bilgidedir. Yani sâlik gerçek
varln bir tane olduunu bunun da Hakk'n varlndan ibaret

bulunduunu, Hak ve onun tecellilerinden baka hiçbir eyin hakîkî


varb olmadm bilir. Vahdet-i uhud "lâ mehûde illallah"

(Allah'tan bajka §ahid olunan yoktur), vahdet-i vücûd ise, "lâ mevcûde
illallah" (Allah'tan bajka mevcutyoktur) eklinde özedenebilir.

Vahdet-i vücûdu kâü olanlara göre, vücûdî tevhid, uhûdî tevhid

mertebesinden daha üst seviyede Allah'a yaknbk kesbetme


neticesinde kulda hasl olan bir haldir ki, bu mertebede kul Allah'n

dnda her eyi, hatta kendisini dahi yok bilir.


Yldzl bir gecede milyonlarca parlak yldzn titrek nuru hassas
yürekleri ihtizaza (hafif titreme) getirdii bir srada, güne erguvan
örtüsünü üzerinden atarak uyku hanesinden çknca, yldz kümeleri
nasl yok obna vadisine doru koarsa; bir zaman önce var gibi
görülen eya kafileleri de, hakîkî günein gönül ufkundan
domasyla yokluk sahrasna doru gidie hazr olup firar ederler.
26

te bunun gibi kendini Hakk'm muhabbeti ve müahedesinde


kaybetmi arif için de Hakk'tan baka her ey yok olur.

Vahdet-i Vücûdcu sûfîler ve bilhassa bnü'l-Arabî'ye göre, vücûd


birdir ve o da Hakk'n vücûdudur. Eyann baka varh yoktur.

Eya kendisine zahir olan suretlerden ibarettir. Allah eyann


kendisi deildir. Ancak vücûd itibariyle mevcudatn ve zuhurda her
eyin ayn'dr. Allah Allah'tr ve eya eyadr. Zat- mutiak kendisini
eya ve âlem suretinde zahire vurmutur. Eya ve mükevvenât
(yaradlm peylerin tamam) Allah'n zahiri, Allah da eya ve
mükevvenâtn batm ve ruhu mesabesinde olup, onun varh
haricinde hiçbir varhk tasavvur olunamaz.

O halde vücûd iki nev'idir (çeittir): Birisi vücûd-i hakîkî, dieri

vücûd-i izafîdir. Vücûd-i hakikî bilcümle kayt ve izafederden


münezzeh (hiçbir jeye ihtiyac olmamak) olup, Hakk'n künhüdür (esas,

ö^ kök). Vücûd-i hakîkîyi idrak mümkün deildir. Vücûd-i izafî ise,

vücûd-i hakîkînin esmas (isimleri) ve sfat hasebiyle belirlenme ve


kayt altna alnmadan ibarettir. te idrak olunan vücûd budur.
Alemin ve âlemdeki eyamn vücûdu gibi. Vücûd, insamn tecrübî
idrak boyumndan tecrübe ötesi idrak boyutuna geçtiinde
sezinledii \'ûcutmr.

Vahdet-i vücutta tasavvur, irade ve varhk bakmndan birlik kabul

edilmitir. Allah'n her sfati bir varhkta tecellî eder. Tek ve mudak
varhk olan Allah, bütün mevcutlarn asbdr O'nun her bir sfatimn
meydana çkmasyla eya ve hadiselerden biri de meydana çkm
olur. Vahdet-i vücûd anlaynda âlemin mahiyeti Allah'n
mahiyetine dahil edilmez. Aksine âlemin varh Allah'n varhna
dayandrlr. Alem, Allah'n bir ihsan olarak varhk sahibidir.

Vücut mertebelerinin tecellileri bir çok deiik kategoride


incelense de be veya yedi olarak kabul edilmesi genel
kanaattir.
EY insan
27

Bu yedi mertebe öyle belirtilmitir:

Alem açsndan bakldnda, "ilâhî ilke" perdelerin arkasnda


gizlidir. Bu perdelerin ilki maddedir. Madde, bu görünmeyen ilâhî

âlemin dta duran tabakas, örtüsü veya kabuu olarak


gözükmektedir.

1. Lâ taayyün (ahadiyyet) mertebesi: Vücûd bu mertebede sfat


ve vasf bandan ve bütün kaydardan münezzehtir. Bu mertebeye
ahadiyyet mertebesi ismi verilmitir. Bu mertebe Allah'n künhü
(ö^) ve hakikatidir. Bunun üstünde bir mertebe yoktur. Hadis-i
erifte Ebû Rezin el-Ukayli, "Allah âlemi yaratmadan önce
neredeydi?" diye sorduunda Hz. Peygamber "Altnda ve üstünde
hava bulunmayan bir amâ'da (hiç bir §ejin yaratlmad, varlk sahasna

çkmad âlem) idi"cevabn vermitir.


2. Taayyün-i evvel mertebesi: Bu mertebe zat- üâhinin (Allah'n
Zât) varbk sahasna ini yönünde ilk harekete geçiini ifade eder.
Allah bu mertebede zatn, sfatiarn, isimlerini ve bütün mevcudat
birbirinden ayrmakszn icmali (toplu) olarak bilir. Burada oluun ilk

balangc söz konusudur. Bu mertebeye vahdet, Hakîkat-i


Muhammediye, mutlak ilim gibi isimler verilmitir. Taayyün-i
evvel denilen bu mertebede "Allah" mefhumu bütün ilâhî sfat ve
isimleri toplayan bir ism-i cami olarak kabul edilmitir ki, buna
uluhiyet mertebesi de denilmektedir

3. Taayyün-i sânî mertebesi: Bu mertebede ilim suretieri

birbirlerinden ayr olduklarndan bunlara vâhidiyyet, a'yân-


sabite ve hakîkat-i insaniyye denir. lk taayyün mertebesi bu
mertebenin bâüm, bu mertebe ise onun zahiridir. Bütün üâhî isim
ve sfatlarn birbirinden ayrlm olduu bu mertebeye rububiyyet
mertebesi de denilmitir. Bu mertebede taayyün eden (meydana
çkma, aikâr olma) her bir ilmî suret hariçte zahir olan eyadan her
birinin hakikati ve onu terbiye eden rabb-i hassdr (ismidir). Allah'n
her bir ismi için bir abd vardr ve o isim, o abdin rabb-i hassdr.
Abd de o ismin mazhardr (göründüü yerdir). Sûfiler a'yân- sabiteyi,
mümkinâtn (olabilen peylerin) ilâhî ilimde sabit olan hakîkatieridir,
diye tanmlyorlar ve bu hakîkatier varlk kokusunu koklamamlardr,
28

diyorlar. Sûfîler, a'yân- sabitenin ilâhî ilimde varlm "feyz-i

akdes"olarak kabul ederken, a'yann suretieri olan mümkin


varlklarn dta zuhuru da "feyz-i mukaddes" sonucudur diyorlar.

Feyz-i akdes demek, eya ile eyadaki istidadarn önce ilâhî ilimde,

ikinci olarak da beHrme amnda, varln, daha dorusu sübutunu


(sabit olmasn) gerekdren zata ait hissi tecellî demektir. Feyz-i
mukaddes de, a'yândaki istidada (kabiliyetle), dta ne gibi eylerin
zuhuru icap ederse, onlarn zuhurunu gerektiren isimlerin tecellîsi

demekdr. u halde, feyz-i akdes, a'yân- sabite ile, onlardaki aslî

istidatlarn ilâhî ilimde sübutuna (sabit olma, meydana çkma), feyz-i


mukaddes de, a'yân- sabitenin gerekleri ve bal unsurlar ile dta
zuhuruna verilen isimdir. Dier bir ifade ile a'yân- sabite, ilâhî

isimler ve sfatlarn suretleri olmas bakmndan üâhî


hakikatlerdir.

4. Ervah âlemi mertebesi: Vücûd birinci ve ikinci taayyün


mertebelerinden sonra ilmî sureder sebebiyle, ruhlar mertebesine
tenezzül eder (iner). Bu mertebede ilmî surederden her biri birer

basit cevher olarak zahir olur (ortaya çkar). Bu basit cevherlerden

her birinin ekU, rengi olmadzaman ve yerle de muttasf


gibi,

deildir. Zira zaman ve mekân cisimde meydana geHr. Bunlar ise


cisim deildir. Bu âlemi duyu organlarmzla idrakimiz ve iaretimiz
imkânszdr. Bu mertebede her bir ruh kendisini, kendi mislini ve
kendi balangc olan Hakk' idrak eder. Kur'ân- Kerîm'de geçen
elest bezminde buna iaret vardr Bu âleme âlem-i ruh, miftâh-

vücûd (vücûdun anahtar) ve âlem-i emr gibi isimler de verilmektedir.

5. Misal âlemi mertebesi: Bu mertebe, zatn hariçte bir takm eldl


ve suretierde zuhurudur. Misal âlemi denmesinin sebebi, ruh
âleminden meydana gelen her ferdin cisimler âleminde kazanaca
ekle benzeyen bir suretin bu âlemde meydana gelmesidir. Cinler de
bu âlemdendir. Misal âlemi unsurlar d bir âlemdir ki, mânâlar
orada kendilerine has maddelerle temsil edilir ve eyler yeryüzünde
vücûd bulmadan önce orada gerçekleirler. Ayet-i kerîmede öyle
buyurulmaktadr: "B/'i^ o Meryem V ruhumu:^ göndermitik de o kendisine

yaratlr tam bir be^er gibi görünmütü" (Meryem, 18). Misâl âleminin
hayal gücüyle münasebeti çok yerinde ve kuvvetlidir. Çünkü hayal
EY insan
29

varbn esas, ruhu ve hayatdr.Onda bulunan zat ise, mabudun


(ilahn) zuhurunun kemâlidir. Allah'a olan inancmzn ona ait isim

ve sfatlardan ibaret olduu görülmektedir. Allah hakkndaki


düüncelerimiz, hayal âlemine aittir. Hayal bütün âlemlerin asldr.
Çünkü, kendisini hayalen bildiimiz Allah bütün kâinatn asldr.
duyularmz tarafndan fark edilecek hale
Misal ve hayal, varbklarn
gelmeden önceki tasarlanm durumlarn ifade etmektedir. Alem-i
berzah (orta âlem), arz- hakikat (hakikatin ortaya çkiji) ve âlem-i
melekût (meleklerin âlemi) bu âleme verilen dier isimlerdir.

6. ahadet âlemi mertebesi: Bu mertebe zatn hariçte görülen


cisimler suretinde tecellîsidir. Bu suretler misâl âleminin aksine
olarak bölünme, parçalanma, yanma ve yaralanmaya müsaittirler.
ahadet âlemi (ahitlik âlemi, madde âlemi) denmesinin sebebi
müahedeye müsait olmas ve be duyunun hepsiyle hissedilmesi

sebebiyledir. Misâl alemindeki bir sureti el üe tutup bakalarna da


göstermek mümkün olmad halde, ahadet âlemindekileri el ile

tutmak ve göstermek mümkündür. Ibnü'l-Arabî mülk kavramm,


zuhur etmi varlklar âlemi ve âlem-i ahadet; melekût kavramm ise,

gayb âlemi olarak tammlar. Kur'ân- Kerîm'de öyle geçmektedir:


"B/^ ibrahim 'e kesin ilme erenlerden olmas için göklerin ve yerin melekûtunu

gösterdik. " (En'am, 75) Mülk ve melekût aym varln d, içi; kahb,
özü anlamndadr. Mülk kâinatn zahiri, melekût ise bâtndr.
Kur'ân- Kerîm'de 'Trier §ejin melekûtunu elinde bulunduran Allah 'in ^an
ne yücedir" (Yâ-Sîn, 83) buyurularak her eyin bir melekûtunun
bulunduu açkça belirtiliyor. ncil'de ise öyle denilmektedir:
"nsan eer yeniden domazsa, göklerin melekûtuna giremez."
nsann maddesi, cismi onun mülkünü, iç kuvvetieri ve mânâs ise
onun melekûtunu oluturur. Melekût âlemini görebümek için kalb
gözüne yani basirete (se:(ij, önden görüj) sahip olmak lâzmdr.
Ehlullah (Allah velileri) iki doumdan bahseder, birinci doumla
insan mülk âlemine girer. Melekût âlemine girebilmek için ikinci kez
domak gerekir. Suver-i âlem (^ekil âlemi), âlem-i kevn ü fesad (olu
ve yok olu âlemi) ve âlem-i ecsam (cisimler âlemi) bu âleme verilen

dier isimlerdir.
30

7. Mertebe-i camia (Mertebe-i insan): Buraya kadar sralanan


bütün mertebeleri kendisinde toplayan mertebedir. Bu mertebe
âlem-i insandr. nsan gerek nûrânî, gerekse maddî bütün
mertebeleri kendinde toplamaktadr. Ancak burada kasdedilen
sûfîlerin anlad mânâda nsan- Kâmil'dir. Nasü ki ism-i âzam
Allah'n bütün isimlerini kendinde toplamsa, nsan- Kâmil de
bütün âlemleri kendinde toplamtr. nsan- Kâmil ile, Allah'n isim
ve ifadan kamilen zuhur etmi ve ilâhî irade tahakkuk etmitir.
Kâinat, Allah'n isim ve sfatlarnn yekûnu (toplam) olduu gibi,

insan da kâinatn bir örnei olarak Allah'n isim ve sfatiarmn


yekûnudur. Bu yüzden Peygamberimiz "Allah Ademi kendi
suretinde yaratt." buyurmutur. nsanda bütün ilâhî isimler zuhur
edeceinden o, hilâfete lâyk görülmütür.

nsan, Allah'n ilminde varoluu noktasndan ezelî varlktr Buna


taayyün-i sânî veya hakîkat-i insaniye diyoruz. Bir de varlk âleminde
görünüü vardr bunu da son mertebe olan mertebe-i insaniyet
ki,

olarak vasflandryoruz. nsan zuhurda son fakat mertebede en


yüce olan varlktr. Yani insan gaye varhk olarak ezelî ilimde her
eyden önce vard. Ancak gaye varlk olduu için, zuhur edii en
son olmutur. nsan ezelî bir öz tamaktadr. Onun sonlu olan
taraf da bu öze hamalhk eden tarafdr. Varln tekâmül (gelinme,

olgunlama) ederek insana ulat söylenirken bu hamal varh


kasdedüir.

Varhn Allah'a dönük yüzü emir alemiyle belirir. Bu âlemin ük


basama kalptir. Aklla uraanlar kalp tarafndan fark edilen emir
âlemleriyle ilgili gerçekleri fark edemez, hatta kavrayamazlar. Bütün
gerçek ve hakikat görünmeyendedir.

Vahdet-i Vücûd, yaanan bir haldir. Fikir halinde anlatlmaz. O


ancak,akn inam ahp götürdüü dünyalarda kefolunan bir srdr.
Akln üphesi var, akn üphesi yoktur

Sûfîlerin ulatklar vahdet-i vücûd inanc, laf kalabal veya fantezi

kabilinden olmayp önemli bir temele dayanmaktadr. Bu da varh


tamamen Allah'a tahsis etmek suretiyle, mecazî varlklara ancak lâyk
EY insan
31

olduklar kadar deer verip, bütün mevcudiyetiyle tek gerçek varla


yönelerek, kâmil mânâda bir kulluu gerçekletirmek gayesidir.

Sûfîlern "varoluun boyutlarm" izah ederken vermi olduklar


bilgiler, yapm olduklar ibadetierin neticesinde kendilerine ihsan
edilen mevhibî bilgi (ihsan, baij) ve iç tecrübeleri neticesinde kefen
görüp müahede etmek suretiyle ulaarak bizlere sunduklar tecrübî
bilgilerdir^^

-2-
Hikmet dolu Kur' an hakk için,
" Ve'l-Kur'ânn-haldnf'

*
Hikmetli Kuran 'a andolsun ki, (Rlmalb Hamdi Ya^r)
Hikmet dolu Kur'an hakk için (Diyanet)

Hakim: Hikmetli, hikmet söyleyen, hikmet sahibi yahut çok hakim


ve muhkem (salam) mânâlarna gelir^"

AUah, anlamay öretendir. Cenâb- Peygamber, hüküm ve hikmeti


öretendir. Peygamberimiz ayrca idrak yollarn bildiinden halk
irâdyla (dou yola klavuî^uk etme), ttla kesbetmeye (kendine mahsus
hirnurile Kur'ân'n mânâsn örenmeye) sevk eder.'^^ Hikmetten maksat
hakikattir. Vehim ve hayal, hikmet ve hakikatin önüne perde olur.^'*

"Tasavvuf, ilmî ve Akademik Jira^hrma Dergisi, 2003, sy.


Isa ÇeUk, 10.
Elmali M. Hamdi Yazr, Hak Dini Kuran Dili, stanbul: Feza Gazetecilik,
1992, c. 6, s. 399.
Ahmed er-Rifâî, Marifet Yolu, Prof. Dr. H. Kâmil Ylmaz (haz.), stanbul:
ErkamYaynclk, 1995, s. 167.
Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealü Neriyaü, 2000, s. 623.
32

Kuf'ân Allah'n zaünn tecellîsi olduu için, Zat'n ümi hikmettir.


Vehim ve hayal gözle görülenler üzerine tefekkürdür. Hikmet
gönül gözü ile ehadet edilen eyin getirdii hakikî îmândr.

Güzel bir anlay ve salkl tefekkür, bütün hal ve hareketierde

bilinçli olarak, ihlasla Allah'a yönelmek hikmetin domasna vesile

oW^
Hikmet, eyann hakikatlerini bilmek ve bu hakikatlerin gerekleri
ile amel etmektir. Sûfîler, "Size, aranzdan bir resul gönderdik.

Âyetierimizi size okur ve sizi tezkiye eder (temi':^ hale getirir), size

kitab ve hikmeti öretir." (Bakara, 151) âyetine dayanarak,

"hikmet" ile "kitap" arasnda bir mukayese yapmlardr. Onlar,


burada kitap ile kasdolunan eyin, dinî eriat ve hükümlerine ait

öretileri ya da genellikle "zahir ilim" diye isimlendirdikleri ey;

"hikmet" ile kasdolunann ise, Hz. Peygamber'in sahip olduu ve


kendisinden sonra da varislerinin tevarüs ettikleri (kendisine miras

kalma) "batnî öretiler" olduunu ileri sürerler. Buna da "ilm-i

bâün" ismini vermilerdir. Onlara göre ilm-i bâtn, sûfî yolun


bilgisi ve sûfîlere açlan eyann hakikatleri ve gaybn anlamlarndan
baka bir ey deildir.

bnü'l-Arabî'ye göre hikmet, bütün peygamberlerin ve velilerin


"Hakîkat-i Muhammediye"den tevarüs ettikleri (kendisine miras

kalma) bâtinî miras, ya da Hz. Peygamber'in "mikât"inden alm


olduklar ilimdir.

aret etmi olduumuz hikmetin özelliklerinden birisi, onun


akllara deil, kalplere inmesidir. Sûfîlere göre kalp, kef ve ilham
mahalli, marifet (varlklarn hakikatini ve ilâhî srlan bilme) arac, gaybn
36
;//' olann) anlamlarmn üzerine yansm olduu bir aynadr.
Semâdan yere inen hikmet, kalbinde u dört haslet bulunan kiilerde
yerlemez.

35
Ken'an Rifâî, erhli Mesnevî-i erif, stanbul: Kubbealu Neriyaü, 2000, s. 21.
36 Ebu'1-Alâ Afifi, Fusüsu'l-Hikem Okumalar çin Anahtar, çev. EkremDemirli,
stanbul: z Yaynclk, s. 69-71.
EY insan
33

1. Dünyaya meyledip, yarn endiesi tayanlar.


2. Devlet adamlarn sevip onlara yaknlama arzusu içinde olanlar,

3. Dünya ehlini beenip onlara gbta edenler,

4. hvana (candan dostlara) hased edenler.

Akl sahibi adamn kalbindeki sekiz bahçeden sekizincisi hikmettir


ki kavilde (sö^de), fiilde, talepte dürüst olmaktr. Yani Allah'
söylemek, Allah için ilemek, murad Allah'tan gayr olmamaktr^^

Âlem-i ekber (en büyük âlem), yani koskoca âlemden murad akldr.
O da, sendedir. Sende dürülü olan âlemden küçük gördüün
cismin zahir olmaktadr. Senin cismin büyük bir âlemi ihata
edebilmek erefine lâyk bulunmasayd, ona mahal ve mevki
olmazd. Öyleyse sen artk böyle büyük bir âlemi; heykel-i

cismâniyeti ihata edebilecek yüksek bir himmet sahibi olmaya çal


çünkü sende dürülü olan bu âlem-i ekber, ualar her makama
yükselebileceki Bârikalar her bir hazarata varabilecek kabiliyettedir.
Allah Teala'nn bütün muamelat, âlem-i ekber olan akl iledir.

Verdiini ona göre, men' ve kat'ettiini ona göre, firkat, vuslat,

cem, vaz' ve ref ne varsa hep ona göre tatbik eder. Kâinatn
medâr- icras da akl iledir. Hazret-i Adem'in büyük
maddelerinden saylan ve yaratlanlarn ilki olan hep akldr.
Nitekim Cenab- Peygamber (s.a.s.) bu gerçei öyle haber
vermektedir: "Allah'n ilk yaratt ey akldr."^^

Hikmet, sözde, fiilde, talebde isabet etmek demektir Bu ne ile olur


dersen, Hak'la söylemek, Hak'la görmek her ne yaparsan Hak için

yapmak ve Hak'tan baka bir istei olmamakla olur.'*'^

Hikmet, kulun Hak'la söylemesi, Hak için ilemesi ve matlubu


(talebi) Hak olmasdr, sözlerinin Hak kelâm, yani Hakk'n sevdii
kelâm (sö^^ söyleyij) ve iledii, Hakk'n sevdii ameller ve talebi de

Ahmed er-Rifâî, Sohbet Meclisleri, çev. Dr. Ali Can Tatl, stanbul: Erkam

Yayn, 1996, s. 89.


Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealt Neriyat, 2000, s. 451.
Ahmed Er-Rifâî, El-Burhânü'l-Müeyjed, stanbul: Erkam Yaynlar, 1995, s. 93.
Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealü Neriyat, 2000, s. 449
34

ne dünya ne âhiret olup, matlubu ancak Cenâb- Hakk olmasdr.


Ne söylerse, ne ilerse, ne isterse onun altnda gizH olarak Hakk'n
rzâsn gözetmek suretiyle ilemesi, söylemesi ve ancak onun
cemâlini taleb eylemesi demektir. te hikmetin ba Allah
korkusudur, demek budur

• Bu dünya ibrede nazar edenler için hikmet ve mânâsn idrâk


edenler için selâmet evidir'*'^

• Her hadisenin dili, insana bir hikmet söyler"^^

• Her eyde bir hikmet gizli olduunu bilmek, arif kii kârdr."^

• Tesadüf, hayatn gizli hikmetieridir ki, fiillerimizin ve


hareketierimizin ceza veya mükâfat, bu hikmetierde sakldr"^^

• Din ise, hikmet, insaniyet ve ahlâktr'*''

• Göz deitirmekten maksat, sâükin dervd olmazdan evvelki

gözüdür ki, müride intisap ettikten sonra erbain denilen krk gün
zarfnda sâlikin riyâzâta girmesi ve bundan sonra kalbine ihsan
olunan hikmet nûriyle gözünün görmesidir.Elbet bu göz ile evvelki
gözün arasnda büyük fark vardr. te bu göze, basiret gözü derler.
Resûlullah Efendimiz buyururlar ki: Bir kimse krk gün ihlâs eylese,

o kimsenin dilinden hikmet eserleri zuhur eder. te Hsânndan


hikmet cereyan eden bu kimsenin übhesiz gözünden de ibret nuru
zuhur eder.'*'^

• "Rzk iki türlüdür; Maddî, mânevi. Maddî rzk, servet ve her türlü

varhklar, mânevi rzk ise, ilim, irfan ve hikmettir.'*^

• Ehlullâha, ihvana itibarla da vehmin gider, hikmetin artar"*^

41
Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealü Neriyaü, 2000, s. 453.
42
Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealü Neriyat, 2000, s. 435.
43
Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealü Neriyaü, 2000, s. 407.
44
Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealü Neriyaü, 2000, s. 525.
45
Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealü Neriyaü, 2000, s. 479.
46
Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealü Neriyaü, 2000, s. 486.
47
Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealü Neriyaü, 2000, s. 545.
48
Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealü Neriyaü, 2000, s. 591-592.
49
Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealü Neriyaü, 2000, s. 646.
EY insan
35

lim sahibi ile hikmet sahibi arasnda fark konuulurken:

-"Mûsâ, koca bir peygamber iken Hzr (a.s.)^ muhtaç oldu. Fakat

Hzr ona muhtaç deildi. Hakim, âlime muhtaç deildir; fakat âlim

hakime muhtaçtr. Hzr, Musa'ya aklmn ermedii nice hikmetier


söyledi

Resulullah Efendimiz: "Ehli olmayana hikmeti ve ilmi vermeyin.


Eer verirseniz hikmete zulmetmi olursunuz. Ehlinden dahî men
ederseniz, o hikmetin ehline, layna zulmetmi olursunuz"
buyuruyor

Resulullah Efendimiz: "Hikmet, mü'minin kaybdr" buyurur:


Onun için, ezelde Allah'n cemâline mazhar olmu olanlar hikmet
sahibi olurlar ve bu kimseler dünyaya geldikleri zaman dünyamn
icaplaryla kararak o hikmeti unutur gibi olurlarsa da, bir mürid
ile karlanca onu hatrlayarak uyanrlar. Hangi mezheb, hangi
dinden olurlarsa olsun, hikmete mazhar olan onu bulur. Fakat
bulmayan da, sarkl hoca veya eyh, ne olursa olsun bulamaz

Ey karde! Allah'n hikmeti senin ruhuna, iz'âmna (anlayna) akp


durmaktadr. Ancak sana akan bu hikmet Tanr abdallarnn yani
Kâmil insanlarn varl nurundan, onlarn yataklarndan akar

nsan Elest âleminden buraya gelmekle o hikmet Yûsuf unu


kaybetti ve dünyaya onu aramaya geldi. Sen de ezelde kaybettiin
Yûsuf u, gayret eder bulursan Ken'an'a (manevî âleme) erersin

Olsa istîdâd- arif kabil-i idrak-i vahy


Emr-i Hak îsâline her ^rredir bir Cebrail

Ken'an Rifâî, Sohbetler, istanbul: Kubbealt Neriyat, 2000, s. 460.


Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealt Neriyat, 2000, s. 473.
Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealü Neriyat, 2000, s. 412.
Ken'an Rifâî, erhli Mesnevt-i erif, stanbul: Kubbealt Neriyat, 2000, s. 477.
5'*
Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealü Neriyaü, 2000, s. 643.
^^ Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealt Neriyat, 2000, s. 31.
36

Cillî'ye göre sfatlarn anas olan Kur' an:

"Ümmü'l-Kitab'n künhü (ö-:(ü), ilâhî zatta sfatlarn meydana geldii


bir noktadr.

O, hokkadaki mürekkep gibidir. Harfler o mürekkepten tertibat


hükmüyle (tertip srasna göre) meydana çkar.

Noktasz harfler, zat ile kadîme taalluk edenlerdir (e^^elî olanla

balant kuranlardr).

Noktah olan harfler hadislerden ibarettir. Hadisler de o noktalar


üzerine arz (hâsl) olur.

Harfler ne zaman terekküp eder (meydana gelir) ise, kelimeler hâsl

olur. te o kelimeler mahlûkatn (yaradlm^lann) ayndr"

Ümmü'l-Kitab; zâtn özünün mahiyetinden ibarettir. Zatn künhünün


mahiyeti (içerii), eyann mahalli ve varln meydana geldii yerdir.
Varhk o mahiyette fiilen mevcuttur. Hurma aacnn hurma
çekirdeinde oluu gibi.

Kitab; kendisinde yokluk düünülmeyen mutiak varhk demektir.

Kitab: Sûrelerden, âyetlerden, kelimelerden ve harflerden meydana


gelir.

Sûreler, kemâle ait tecellilerden ibaret olan zâti sûreder demektir.

Her sûrede, o sûreyi dier sûrelerden ayracak ve belli edecek hususî


mânâlarn bulunmas arttr. Kemâle ait her ilâhî suret için zati e'n
ffiil ve tasarruf) lâzmdr ve o suret de o zati e'ni ile bakalarndan
ayrür

Ayetler, cem'in hakikatlerinden ibarettir. Her âyet de hususî mânâs


itibar ile ilâhî cem'e delâlet (delillik) eder. O ilâhî cem de, okunan o
âyetierin mânâsndan anlahr.

Her cem ise, bir Cemâl ismi ile Celâl isminin bulunmasn gerektirir.

O cem'deki ilâhî tecellî, o isim cihetiyle (yani naf^r- itibara alnarak)

meydana gelir.
EY insan
37

Âyet çeitli kelimelerden meydana gelmi tek ibaredir. Cem'i ise,

Hakk'a ait ilâhî vâhid ayn ile çeitli eyay müahededir.

(ilâhî) kelimeler, aynî mahluklarn hakikatlerinden ibarettir. Yani,


müahede âleminde meydana çkan mahlûkat demektir.

Harflere gelince; bunlar, noktal ve noktasz olmak üzere iki

ksmdr:

Noktab harfler, ilâhî ilimdeki "A'yân- sâbite"'den ibarettir.

Noktasz harfler, iki nevidir: Birinci nev'ine baka harfler taallûk

ettii (ilijik) halde kendileri baka harflere taalluk etmezler.

Yani, kendilerine üst taraftan harfler bitiir, fakat, kendileri baka


harflere bitimezler.

Bunlar da be tanedir:

1. EHf, 2. Dal, 3. Ra, 4. Vav, 5. Lâm-Elifdir. Bunlar, kemâl


icablarna iarettir.

Kemâl icablar da be tanedir:

1. Zat, 2. Hayat, 3. lim, 4. Kudret, 5. rade'dir. Bu be taneden


dördünün zat olmadan varlna imkân olmad gibi, bu dört
olmadan da zatn kemâline imkân ve ihtimal yoktur.

ikinci nevi harfler ise, bunlara baka harfler taallûk ettii gibi
kendileri de baka harflere taallûk ederler. Yani iki taraftan da
bitiebilir. Bunlar da dokuz tanedir:

1. Ha, 2. Sin, 3. Sad, 4. Ti, 5. Ayn, 6. Kaf, 7. Lâm, 8. Mim, 9. He'dir.


Bu dokuz tane ile olan iaret de Insan- Kâmil'edir. Çünkü nsan-
Kâmil ilâhî be hazreti ihtiva ettii gibi varha ait dört eyden ibaret
olan (dört unsur) ile olanlardan meydana gelenleri de ihtiva eder.

Yani; Kâmil vasfnda, ilâhî olan be vasf ile, halka ait dört vasfn
beynini birletirmitir. Insan- Kâmil harflerinin noktasz olmasndaki
sebeb: Cenâb- Hakkk'n O'nu kendi suretinde yaratmasdr. Fakat,
ilâhî mutlak hakikatler, insana ait mukayyet (kaytl) hakikatlerden
'

38

ayrlmtr. Çünkü insan, kendini var eden bir mucide istinat etmitir
(dayanmtr). O mucid de her ne kadar kendisi ise de insann hükmü,
bakasna istinad etmektedir. te bundan dolay, noktasz (insana
ait) harfler de hem baka harflere müteallik, hem de baka harfler o
(insana ait) harflere mütealliktir.

Bütün harfler eliften, elif de noktadan ne'et etmitir.

Vâcibü'l-Vücûd'un (Zât kendi kendisiyle var olan, bankasna muhtaç


olmayan), 7.-âXi ile kâim ve bütün varlklarn ona muhtaç olduu halde
onun varbkta bakasna muhtaç olmamasndan dolay, ilâhî kitapta

bu mânâya iaret için konulan harfler noktasz harflerden olmutur.


Çünkü, halen yazld ekilde; "Elif, Dal, Ra, Vav, Lâm-Elif
harflerine dier harfler taalluka muhtaç olduu halde bu harfler

dier harflere taalluk ve bitime ihtiyacnda deillerdir.

Harfler, kelimeler deildir. Çünkü "A'yân- Sabite" "Kün"


kelimesinin ihatas alüna girmemitir.

"A'yân- Sabite", ancak ayni icad zamannda YJn kelimesinin ihatas


(kapsam) alüna girer. Fakat onun yüce ahikasnda (doruunda) ve
ilmi taayyününde (meydana gelmesinde) tekvin (yaradl) ismi "A'yân-
Sabite" üzerine dahil olmaz. Bu mânâya göre a'yân- sabite Hak'tr,
halk deildir.

Çünkü, halk, YJin kelimesinin alüna giren eyden ibarettir. A'yân-


sabite ise, ilâhî ilimde bu vasf ile hadis (sonradan meydana gelen)

deildir. Bilakis, iltihak (katlmak) hükmüyle, hâdise dahil edilmitir.


Bunun sebebi ise: A'yân- sâbite'nin kendi zatiarnda, hadis

varlklarn kadime olan ihtiyacdr. Harfler denen a'yân- mevcude


(var olan aynlar), ilmî âlemde ilâhi âleme; ilâhi âlemde de Hakk'a
dahildir. Bu itibarla a'yân- sabite kadimdir.

Cillî'ye göre tevhîd olan Kur' an:

Kur'ân' halâveti (le^^eti) ile, srf senadan (övme) ibaret olan letafeti

(inceliiyle) ile okumak, Kur'ân'n hilyesidir (süsüdür). Ancak, zât


bakmndan Kur'ân için ne külliyet (bütünlük), ne de ba'zyyet
EY insan
39

(cüîiiyjet, parça olu§} vardr. Kur'ân'n zâtnd. ait lezzeti, (manevî) zevk
yönündendir; maddî bir ey'i tatmak mânâsma deildir. O lezzeti

anlayabilmek Kur'ân'dr. te bütün tilâvet o lezzettir. Kur'ân,


bütün sfadarm kendisinde yok olduu zattan ibaret olan ahadiyetle

isimlenen tecelli demektir. Cenâb- Hakkk'm, bu mânâda olan


Kur'ân' peygamberi Hz. Muhammed (s.a.s.) üzerine indirmesiyle
onun varlklarda müahedesi ahadiy}^et olmutur. Bu in^hn mânâs;
Ulvi yücelmi "Ahadiyyet"e ait hakîkatier, bütün kemâliyle
Muhammed (s.a.s.J'm maddî vücûdunda zahir olmutur, demektir.
"Ahadiyyet"e ait hakîkatierde inme ve yükselme muhal olduu
halde, (o ulvi hakikatte) Muhammed (s.a.s.Jç: nüzul (inme) hâsl
olmutur.

Hz. Muhammed (s.a.s.) 'in cesedi bütün ilâhî hakikatler ile

tahakkuk edince, cesedi ile Vâhid isminin tecellîgâh


olmutur Peygamber efendimizin içi ahadiyet d ise

vahdaniyetti. Hakikati bir vücûda girdii için adna nüzul

dendi, içi Allah 'in 'istedim ki bilineyim ' dedii veya


yalnz 'ben vardm, benimle hiçbir ey yoktu dedii '

yaratl- evvel, Hakîkat-i Muhammediye 'dir, yani zattr.


D ise isim ve sfatlarn nar gibi tekte toplanmas yani
vahdaniyettir. Bu tecellî onun yaratlmlardaki isim ve
sfatlara hürmetini salar çünkü onlarn her biri kendinde
vardr. Ama kendindeki bütünlük ve birlik ben seni en
güzel ahlâk üzere yarattm, sözünün izhardr.

YT.. Muhammed (s.a.s.), hem vücûdu ile ilâhî hakîkatierin tecellî

mahalli, hem de hüviyeti ile ahadiyetin mücellâs (cilâs) olmutur.


Ayrca, zât ile de üâhî zâtn aymdr. te bu nükteden dolaydr ki,

Hz. Muhammed (s.a.s.): "Kur'ân, benim üzerime tek cümle olarak


(birden) indirildi" buyurmutur. Bu hadis ile Hz. Peygamber,
kendisinin yukarda geçen hakikate mazhariyetinin cismânî, külli,

zâti mazhariyet olduunu bildirmektedir. Kur'ân- Kerîm tâbiri ile

de bu tek cümleye mazhariyetine iaret edilmitir. Bu ihsan ise ilâhî

tam bir kerem ve lutuftur. Zira, Cenâb- Hakk, hiçbir ey'i


kendisinde ahkoymayarak bütün kerâmetierini zâti üâhî keremi
40

olarak Hz. Muhammed (s.a.s.) üzerine tarmtr. Fakat, Kur'ân-


Hakîm yine ilâhî hakikatlerin nüzulü (inme) demek ise de, bunda,
üâhi hikmetin icabna göre kulun, zatnda derece derece ilâhî

hakîkatier ile mazhariyete (aaa çkm) yükselmesi arttr. Zîrâ, zatta


hakikate mazhar olmak hususunda üâhi hikmetin iktizas (gereklilik)

böyledir. Yani hakikate ermenin yava yava olmas Baka gerekir.

ekilde o feyze (Allah'n sayesinde insann kalbinde mânânn aça


çkmas) varmaya imkân yoktur. Çünkü, bir insamn yaradlmn
balangcndaki cesedinde üâhî hakikaderin hepsinin bir defada
meydana gelmesi mümkün deildir.

Ancak u var ki; ftratnda (yaradl) ulûhiyyet tecelli ve esas üzerine


yaraülan kimse, hakikaderin ilâhi tertip ve nizam icabna göre tedricî
bir ekilde kefolunmas suretiyle yükselmeye balar. Bu hakikate
Cenâb- Hakk, Kur'ân- Kerîm'de: "B/^ Kur'ân' ksmlara ayrdk"
(Isra, 106) âyeti ile iaret buyurmutur. Bu derece derece ilerleme ve
yükselme hükmü kat'i)yen kesilmez ve böylece kul terakkide

(gelime); Cenâb- Hakk'da tecellide devam eder. Zîrâ, sonsuz olan

bir e}i bir kerede ihata etmek mümkün olmayan bir eydir. Zira

bilindii gibi, Cenâb- Hakk; kendisinde sonsuzdur.

"Kur'ân bana tek cümle olarak indirildi" hadis-i erifinin mânâ ve


faydasmn ne olduu sorulacak olursa; buna iki ekilde cevap
veririz:

Birinci cevap ekli, hüküm bakmndandr. Zira Cenâb- Hakk,


kâmil bir kula zat üe tecellî edenin sonsuz bir zat olduuna ve
onun, asbndaki ulvî azamet (büyüklük, ululuk) kudretinden
ayrlmadan indiine hükmeder.

ikinci cevap ekli, beerî bakyyelerin ve yaradlna ait ekillerin


tamamen yok olmasm ihata bakmndandr. Zira ilâhî hakîkatier
eserleri üe cesedin bütün uzuvlarnda zahir olunca yaradba ait

ekiUerin yok olmas zarurî (t^orunlu) hale gelir.

Bu duruma göre, hadisteki "Tek cümle" kayd "Bana" kaydna


baldr. Bu ekle göre, ikinci eklin mânâs, üâhî hakîkatierin
EY insan
41

meydana gelmesi ile yaradla ait bütün noksanlarn yok olmas


demektir. Bunu te'yid (onaylajc) edici olarak bir baka hadis-i

nebevide: '%ur'ân bir defada dünya semâsna indirildi. Sonra Cenâh-


Hakk onu parça parça âyet halinde hana indirdi" buyurulmutur. ite, bu
ikinci hadis-i erif, birinci hadis-i erifin mânâs saybr.

Bu izaha göre Kur'ân'n bir defada dünya semasna inzali (ini^i), zata

ait hakikate mazhariyyet iaretidir. Parça parça âyetlerin inmesi de,


kulun zatta tedrici olarak (derece derece) yükselmesi ile beraber isim ve
sfadarn eserlerinin zuhuruna iarettir.

"üphesi^ Kûbbin kemâliyle yaratandr ve iyi bilendir." (Hicr, 86) âyet-i

kerîmesindeki Kur'ân'dan maksat, zâti azamet ve nüzul itibar


olmadan zatn bütünlüünden ibarettir. Yani; mertebeler, sfaüar,
en'ler ve itibarlarn ihtiva eden mutiak hüviyetten ibaret olarak
mutlak zâti ahadiyyettir.

Zikredilen mutlak ahadiyyet de, kemâllerin bütünü ile birlikte srf


zat ile tâbir edilmitir.

te bundan dolaydr ki, Kur'ân bu azamet sebebiyle "el-Aî^m"


(Hicr, 87) tâbirine yakn olmu (onunla beraber ^kredilmi^tir)

"A.ndolsun ki, biî^ sana tekrarlanan yedi âyeti (Fâtiha'y) ve yüce Kur an '
verdik" (Hicr, 87). Ayetteki "Seb'-i Mesânl" ise, cesede ait vücutta
"Zâti yedi sfatn" gerçeklemesi ile kulda meydana gelen feyzden
ibarettir demektir.

"Rabmân Kur'ân' öretti" (Rahman, 1-2) âyet-i kerîmesi de;

Rahmân'n kula tecellîsi bulduu Rahmânî


sebebiyle kulun kendinde
lezzete iarettir. O lezzeti de zat bilmek kazandrr; ve o zaman kul

sfatiarn hakikatieri ile tahakkuk etmi (onlarn hakikatlerine ma^har


olmuj) olur. Ayrca o zaman kula; Kur'ân' ancak Rahman öretir.
Bütün isim ve sfatiardan ibaret bulunan Rahmân'n tecellîsi
olmadan zata ulamann imkân yoktur. Zira, Cenâb- Hakk ancak
isim ve sfatiar yoluyla bilinebilir.
42

Cillî'ye göre fark anlatan Kur'ân için unlar söylenebilir:

'''Allah'n ^att Kur'ân, sfatlan Furkan'dr.

Cem 'in fark tahkiktir.


Farkn cem'i ise vicdandr.
Sfatlardaki tefrika (ayrlma) ve ihtilaf (aykrlk, uymay^) iki cem'

(bütün)dir.

Tevhidin ahadiy etinde de ^atn hükmü Furkan 'dr.


Zira, vasf ilâhî ':^ttan ayrlmayan bir "e'n"dir... (fiildir)"

Furkan, muhtelif nev'ilenmeyle (çeitlenme) birlikte isim ve sfatlarn


hakikatinden ibarettir. Yani, o nev'ilenmeler dolaysyla her sfat ve
isim dier sfat ve isimlerden ayrldndan, Hakk'n kendinde;
"Esmâ-i Hüsnâ" ve "Ulvî Sfadar" yönünden farkn meydana
gelmesi demektir. Çünkü, "Rahim" ismi "edid" (jiddet) isminden
bakadr, "Mün'im" (nimet veren) ismi "Müntakim" (intikam alan)

isminden baka olduu gibi. "Rzâ" sfat da "gazab" sfatindan


bakadr. "Rahmetim gazabm geçti" hadis-i kudsîsinde buna iaret
vardr. Geçen, geçilenden daha üstündür.

Mertebeye ait olan isimlerde de böyledir. Meselâ; "Rahmâniyyet"


mertebesi, "Rubûbi^yet" mertebesinden daha üstündür.

"Ulûhi^yet" mertebesi de dierlerinin hepsinden daha ulvîdir

te, bu ekilde isimlerin bazlar bazlarndan ayrlk göstererek


aralarnda fark meydana gelmitir.

"A'lâ" (yüksek) olan ilâhî isim, mertebesi kendinden sonraki isimden


daha faziletlidir.

Bu duruma göre; "Allah" ismi "Rahman" isminden; "Rahman"


ismi, "Rab" isminden; "Rab" ismi de "Melik" isminden daha
faziletlidir. Dier isim ve sfadar da böyledir. sim ve sfadardaki
efdaliyyet (daha üstün olma keyfiyeti), onlarn ayannda sabittir Yoksa,
onlara ait eyde noksan, mahut mefduliyyet
hiç bir (daha a^ üstünlük)

itibar vardr, demek deildir.

Bu husus, efdaliyyette, isim ve sfatiarn a'yâmnn gerektirdii dier


isim ve sfatlar üzerine hâkim durumdadr. Bu incelik sebebiyledir ki,
EY insan
43

hadis-i erifte: "Affnla ce^ndan, nf(anla gazabndan sana snrm. Yine,

senden sana snrm (Allabm) sana hakkyla senay yapamam"


buyurulmutur. Bu hadisten anlald gibi, zatn kendisinde fark
mevcuttur Af fiili, ceza fiilinden daha üstündür. Bundan dolay
Resulullah cezadan afva snmtr. Yine, gazabndan da rzaya
snmtr. Yine hadiste Resulullah; Allah'n zâtndan zâtna
snmtr. Bu durumda; fiillerde, sfatlarda "fark"n varl zahir
olduu (ortaya çkt) gibi Hakk'n zatnn vâhidiyyetinde de fark
meydana gelmitir. Her ne kadar zatn vâhidiyyetinde fark olmamas
gerekirse de,muhal (mümkün olmayan) ve vâcib (yaplmas gerekli) gibi
iki zdd birletirmesi onun uûnunun (tasarruf ve fiilinin)
garâbetindendir (gariplik, tuhaflk) 7Ât2i, aklda her muhal (gerçekletmesi
olanaksiî^ olann ibare (cümle) ve nakilde cevaz (if^n) mevcuttur.

Sen, Allah'ta muhal olan ve tâbirde (ifade) caiz (i^n) olmayan her
eyi zatta varl itibariyle gerekli hükümlerden olarak müahede
edersin (gö^le görme).

Bu incelikten dolaydr ki, mâm Ebû Said el-Harrâz (ks)\ "Ben,


Allah' iki zddn arasn cem etmesiyle bildim" demitir.

Zannetme ki, Allah yalnz zahiri (dij), bâtn (iç), evveli (ilk), âhiri

(son) ihtiva edicidir. Bilâkis Allah, bunlar ihtiva ettii gibi Hakk da,
halk da, tefaddulu (üstünlüü) de, tefaddulsuzluu de, muhali de,
vacibi de, yoku da, var da mahdudu (snrl) da ve daha bunlardan
baka ne kadar noksan ztiar mevcut ise sonsuza kadar hepsini
ihtiva (kapsar) eder. Cenâb- Hakk bunlar zat-i e'ni (i^) ile cem
edicidir. Hüviyyeti de bundan ibarettir^^

• Hz. Mevlânâ'ya göre Kur'ân'n en iyi tefsiri (yorum) yine Kur'ân'n


kendisi ve ona âk olan gerçek Müslümanlar'dr^''
• Kur'ân'n mânâsn sen yine Kur'ân'dan sor veya O'na âk olandan
sual et.

^'^
Abdü'l-kerîm b. brahim el-Cîli, nsan- Kâmil, çev. Seyyid Hüseyin Fevzî Paa,
stanbul: Kitsan Yaynlan, s. 345-362.
^^ Hüseyin GüUüce, Kur'ân Tefsiri Açsndan Mesnevi, stanbul: Ötüken Neriyat,
1999, s. 111.
44

K O, Kur'ân'a candan kurban olmu, ruhu Kur'ân'n kendisi


olmutur.

Gülde ya tamamen mahvolsa, ister onu gül, ister ya diye kokla.


Saman ve arpayla beslenen kurban olur, Hak nuruyla beslenen
Kur'ân olur^^

Kur'ân' çok tefsir etmilerdir. Ancak az kimse Kur'ân'n gayesini


tefsir edebilmitir. "îmân edenler"i herkes kendi îmân ile tefsir

etmitir. Halbuki Cenâb- Mustafa'mn îmân ve onun garaz (gaye)

gizlidir. "yi amel (ij) edenleri" herkes kendi ameliyle tefsir etmitir.
Peygamber'in amelini tefsir hani?^^

Muhammed'in kalbi, kâtiplerin, tahtaya yazdklar gibi Allah'n içine


Kur'ân' yazd bir kitaptr. Görülen eylere göre yaz yazmak ilme
ve yazlacak levhaya baldr. Kur'ân ise Cebrâü vastasyla
Muhammed'in kalbine yazldndan Cebrail kalem hükmündedir.
Yazdan ey ise kadimdir; çünkü kelâm- ezelidir. Yazan (Cebrail) ve
yazlan (Muhammed) aleyhisselam'n ikisi de kalem ve levha gibi
mahluktur (yaratlm). Bunlar mahluk olmakla beraber yazlan ey
Kur'ân kadimdir (bajlangm olmayan), çünkü kelâm- ezelîdir

(balangc olmayan söf^^^

Bu hafz Kur'ân' doru okuyor. Evet! Kur'ân'n sûredni (harflerim)


doru okuyor. Fakat mânâsndan haberi yok. Esasen onun gerçek
mânâs kendisine anlatlm olsa, kabul etmez ve yine körü körüne
okur. Bunun benzeri: Meselâ bir adamn elinde kunduz olsa, ona

elindekinden daha iyi bir kunduz getirdikleri zaman almak


istemezse, kunduzu tanmad anlalr. Biri bunun kunduz
olduunu ona söylemi, o da bunu taklid ile eline almtr.
Meselâ, cevizlerle oynayan çocuklara ceviz içi veya ceviz ya

Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Mesnevi, çev. Veled zbudak, Abdülbaki Gölpnarl


(haz.), stanbul: Milli Eitim Basmevi, 1991, c. 5, be>it. 3128-3130.
59
Hüseyin Güllüce, Kur'ân Tefsiri Apsndan Mesnei'i, stanbul: Ötüken Neriyat,
1999, s. 112.
Ahmed' er-Rifâî, Marifet Yolu, Doç. Dr. H. Kâmil Ylmaz (haz.), stanbul:
Erkam Yaynclk, 1995, s. 169.
EY insan
45

verdiiniz zaman almazlar. Çünkü onlara göre ceviz, elinize

aldnz zaman hr hr ses çkarr, halbuki bunlarn ne sesi, ne de


hrts vardr Tanr'nn hazineleri ve ilimleri çoktur. Hafz Kur'ân'
bilerek okuyorsa Tanr'mn dier kitabn Kur'ân'n niçin kabul

etmiyor? Kur'ân okuyan birine anlattm ki: Kur'ân, de ki: "Tanrmn


sözleri için deniz mürekkep olsa, bir misli de ona ilâve edilse, sözler

bitmeden denizler tükenirdi" buyuruyor. Kur'ân elli dirhem (gümüj


para) mürekkeple yazlabilir. Bu Tanr'mn ilminden bir iaret, bir
parçadr ve onun bütün bilgisi bundan ibaret deildir. Bir attar

(gü^el kokular vs. satan) bir kât parçasna ilâç sarsa, sen: "Bütün
dükkân bunun içinde" der misin? Bu aptallk olur. Nihayet Mûsâ,

Isâ ve daha bakalar zamamnda da Kur'ân vard; Hak kelâm


mevcuttu. Fakat Arapça deildi. te bunu anlatyordum. Baktm o
hafza tesir etmiyor, ben de yakasm braktm. Rivayet etmilerdir
ki: Peygamber zamamnda ashâbdan her kim, yarm veya bir sûre

örense, ona büyük adam derler ve bir yahut yarm sûreyi biliyor,

diye parmakla gösterirlerdi. Çünkü onlar Kur'ân' adeta yerlerdi

(iyice hazmederlerdi). Bir veya yarm batman ekmek yemek


hakîkaten güç bir itir. Fakat azlarna abp, çineyip çineyip
atarlarsa, bu ekilde yüzbin merkep yükü ekmek yenebilir.

Peygamber: "Ne kadar Kur'ân okuyan vardr ki Kur'ân ona lanet


eder" buyurmam mdr? te bu, Kur'ân' okuduu halde,

mânâsm bilmeyen kimse hakknda söylenmitir. Fakat böyle olmas


da yine iyidir^^

Hz. Mevlânâ misâl, mecaz ve hakikatin arasm ayrp, misâlden


neyin anlatlmak istenildiini anlamamz ister*""

Kur'ân büyük peygamberlerin hallerini bildirir. Kiiye onlarn


halleriyle hallenmenin yollarn gösterir. Peygamberler ilâhî hakikat
denizinin srlarm bilenlerdir. Peygamberlerin en büyüünün getirdii

'''
Mevlânâ Celâleddin Rûmi, Fîhi Mâ Fîh, çev. Meliha Ülker Anbarcolu,
stanbul: MilH Eitim Basmevi, 1985 s. 128-129.
''-
Hüseyin Güllüce, Kur'ân Tefsiri Açsndan Mesnevi, stanbul: Ötüken Neriyat,
1999,'s. 101.
46

Kur'ân ise gök kubbenin ardndaki bütün srlar aydnla


^'^
kavuturan kitaptr.

Halil brahim (a.s.) "Ben gurûb (yldran, ay ve günei, ale'l-umûm fâm

ve ^âîl olan) eyleri sevmem" derken, Rabbu'l-âlemîn olan Allah


Tealâ fâni olan 'duhâ vaktine' nasl kasem etmek ister? Halilullah

(a.s.), 'Lâ uhibbu'l-âfîlîn' (Qen ^âil olanlar sevmem) demiken, Cenâb-


'^'^

Hakk kasemiyle nasl fâni bir eyi murâd eder?

^^
Muhammed (s.a.s.Jç., Kur'ân ruh olarak inzal buyurulmutur.

-3-
Sen üphesiz peygamberlerdensin.
"tnneke le mine'l-mürselîn"
*
Sen hiç §üphesi\ risâlet görevi ile gönderilen peygamberlerdensin. (Elmalk
Hamdi Ya^r)
Sen üphesi^peygamberlerdensin. (Diyanet)

Resul: Kendine vahy olunan ve ald vahyi bakasna da tebli


(eritirmek, ulatrmak) etmekle de yükümlü bulunan kimsedir.

Risâlet: Kulla sair halk arasnda kalan yüze verilen isimdir. Allah,
siyaha kzla, uzaa ve yakna ancak Muhammed'i Resul olarak

yaratt ki O, sair mahlûkata da resul olarak gönderildi. te âlemlere

rahmet olmas da bu hikmete dayanr. Her Resul, eriat

peygamberidir. Her eriat nebisi, velayet peygamberidir (Hak olan


kulun halkayönelmesidir)

^^ Ken'an Rifâî, erhli Mesnevî-i erif, stanbul: Kubbealü Neriyao, 2000, s. 214.
''*
Hüseyin Güllüce, Kur'ân Tefsiri Açsndan Mesnevi, stanbul: Ötüken Neriyat,
1999, s. 95.
''5
Ahmed er-Rifâî, Marifet Yolu, Doç. Dr. H. Kâmil Ylmaz (haz.), stanbul:
ErkamYaynclk, 1995, s. 163.
^^ Elmall M. Hamdi Yazr, Hak Dini Kur'ân Dili, stanbul: Feza Gazetecilik,
1992, c. 5, s. 496.
EY insan
47

Velayet: Rabb ile kulu arasnda has bir yüze verilen isimdir.

Velayet nübüvveti: Veli kulda, Hak'la halk aras müterek yüze


verilen isimdir. çi Allah'a d halka dönüktür.

eriat nübüvveti: Hiç bir kimseye ihtiyac olmadan, nefsi ile yapt
ibadederde, bir isdklâle sahip olma yüzüne verilen isimdir*"^

• Veli, Allah'n kitab ve Resulullah'n sünnetiyle amel eden kemâl,


hikmet ve kerem sahibi akll kiidir. Velayetin en üstün mertebesi,
Hz. Peygamber'in (s.a.s.) yaptklarm yapmak, söylediklerini

nakletmek ve onun halleriyle hallenmektir''^

Hz. Muhammed (s.a.s.ft ilka olunan da ilmi ezeli kaynakl olup


Cebrail (a.s./in tâlimi (öretim) ve teblii ile meydana gelmitir.

Cebrail'in tâlimi, tâlim-i ilâhî demektir. Peygamberimizin tâlimi de


Hz. Cibril'in tâlimi demek olduundan aym zamanda tâlim-i ilâhi

demektir. Meleklere Cenab- Hak bilâ vâsta tâlim buyurduundan


melekler, peygamberler ile Allah arasnda vâsta olmaktadr.
Peygamberler ise bizimle melekler arasnda vastadr.
Peygamberimiz Kur'ân' bizzat ilka eden (telkin etme, ilham etme)

deü, ancak onu telakki (alma, kabullenme) mahallidir. Cenâb-


Hakkk'n ilka buyurduu kelimât- telakkiye memurdur^^

Nebiler davetçi ve öncüdürler Veliler, güzel bir tarzda onlara tâbi


olurlar Tâbi olamn metbu (kendisine tabi olunan) olandan,
me'mümün (imama uyan) imamdan efdal olmas imkânszdr
'

O, Allah'n keskin klc, Hakk'n hakikatierini dile getiren

tercüman, yegâne hüküm koyucu olan Allah'n sevgilisidir. Öyle

Abdü'l-kerîm b. brahim el-Cîlî, Insan- ¥iâmii, çev. Seyyid Hüseyin Fevzî Paa,
stanbul: Kitsan Yaynlar, c. 2, s. 414.
Ahmed er-Rifâî, Sohbet Meclisleri, çev. Dr. Ali Can Tatl, stanbul: Erkam
Yayn, 1996,8. 64-65.
Ahmed er-Rifâî, Marifet Yolu, Doç. Dr. H. Kamu Ylmaz (haz.), stanbul:
Erkam Yaynclk, 1995, s. 168-169.
Hucvirî, Kefu'l-mahcûb Hakikat Bilgisi, Süleyman Uluda (haz.), stanbul:
Dergah Yaynlar, 1996, s. 357.
48

bir efendidir ki, Allah Tealâ, köleye ve hür insana, siyah ve beyaza,
Arap ve Acem'e, hatta cinlere göndermi olduu risâlet yükünü Hz.
Peygamber'e yüklemitir. Bu yükü O, sert ve kat bir toplum içinde,
üstelik hiç bir yardmcs olmadan ve tek bana yüklenmitir Hz.
Peygamber, öncelikle kalplerdeki taknlklar ortadan kaldrp îmân
ve emniyeti telkin (aplamak) etti Sonra hakikat yoluna ulatiracak
prensipleri ortaya koydu ve bunlarn kalplerde iyice yerlemesini
salad

Resulullah hem nebîlik hem velilik rütbelerini kendinde

birletirmi ve o ölçüde Allah 'ta fani olmu ulular ulusu

bir insandr ki elinden, dilinden, gözünden sâdr (çkan)


olan her hal ve hareket hakikatte Hakk 'in halleri ve

hareketleri saylr

Veli, kendini Hak'la Hak ederek duyu düünü ve davrannda


Allah'la birleip her türlü ikilikten kurmlan kimsedir.

Velî herkes tarafndan bilinmeyebilir. Nebi ise halk Hak tarafna


çarp yol göstererek, küfür ve isyandan geri çekmekle vazifelenmi
kâmil insandr^^

Nebi velayetini halka açma ve onlar uyarma emri almür.

Resul, ümmetini Hakk'a ulatrmak için elçi olmutur. Kalpleri


küfür (hakikatten örtülü olmak) ve cehil karanlnda kalan kullar,

tevhid ve îmân nuruna ve Allah sevgisi zevkine ve ayrhklardan ve


cüz'î isimlerin kaydndan kurtararak, bütün isim ve sfadarn sahibi
olan Hakk'n zâtna davet ve irada (doru jolu gösterme, uyarma) ve

hak ile bâtl ayrmaya elçi khnmtr^^

^' Ahmed er-Rifâî, Sohbet Meclisleri, çev. Dr. Ali Can Tatl, stanbul: Erkam
Yayn, 1996, s. 65.
^2 Ken'an Rifâî,erhli Mesnevî-i erif, stanbul: Kubbealü Neriyaû, 2000, s. 48.
^3 Ken'an Rifâî, Mesnevi Hatralar, Kâzm Bü)'ükaksoy (haz.), stanbul: nklâp

Kitapevi, 1968, s. 159-160.


EY insan
49

Bütün bunlar eriat getirerek yapar. Peygamberliin bâtn velayettir

Peygamberlik özel, velilik geneldir. Peygamberlik nitelii bulunan


zatta velilik de bulunur. Peygamber halka yöneliktir, velilik ise

yaratcya. Peygamberlik haber vermek, velilik ise yaknlk anlamna


geHr''

Peygamberimizin sfat abdiyet (kulluk) idi. Rububiyet sfat abdiyete


muin (yardmc) olunca nam baki (daimi, kalc)^ hükmü de ebedi
oldu "üphe yok ki Allah seni insanlardan koruyacaktr." ilahi

fermam tecelli etti. Birçok meliklerin, sülalelerinin ve soylarnn yok


olup gitüini, saltanadarmn el deitirdiini ve fakat teb'alarmn ise

devam ettiini görüyorsunuz. Rububiyet sfat onlarn meükJik


"^^

sfatn söküp abyor ve onlarda yok olup gidiyorlar.

Abdiyet yani gerçek kulluk öyle bir sfattr ki onun hakk,


efendisinden baka hereyden kesilmektir Abdiyyet küU (bütün) ve
cüz'î (parça) az ve çok her eyi terketmektir Abdiyyet, Ademiyetin
tynetinde (yapsnda) bulunan haddi korumaktr. Kul, hürriyet

mertebesine ulamadkça abd-i kâmil olamaz. Gerçek hürriyet ise

mâsivamn esaretinden tamamen kurtulmaktr."^

Peygamberlik bütün âlemleri içinde toplayan büyük bir âlemdir.


Peygamberler gerçekte Allah'n yeryüzündeki halîfeleri olup yüce
himmet (gayret), semavî (Allah'tan olan, semâ ile ilgili) kalb ve esrâr-
ilâhî sahibidirler. Mâsivâdan büsbütün syrlmlardr. Halk Hakk'a
sevkeden babulardr onlar.''^

• Biri geldi ve Hz. Mustafa (s.a.s.)'ya: "Seni seviyorum" dedi.

Peygamber: "Aldm bana topla! Ne söylediini biliyor musun?"


deyince, o yine: "Seni seviyorum" diye tekrarlad. Mustafa: "Akln
bana al, ne söylediini biliyor musun?" dedi ve o "Seni seviyorum"

^^ Azîz Nesefî, Hakikatlerin Ö^ü, çev. M. Murat Tamer, stanbul: nsan


Yaynlar, 1997, s. 55
^5 Ahmed er-Rifâî, Marifet Yolu, Doç. Dr. H. Kâmü Ydmaz (haz.), stanbul:
Erkam Yaynclk, 1995, s. 89.
''^
Ahmed er-Rifâî, Marifet Yolu, Doç. Dr. H. Kâmil Ylmaz (haz.), stanbul:
Erkam Yaynclk, 1995, s. 80.
^^
Ahmed er-Rifâî, Marifet Yolu, Doç. Dr. H. Kâmil Ylmaz (haz.), stanbul:
ErkamYaynclk, 1995, s. 141.
50

karbn verdi. Bunun üzerine Mustafa: "Öyleyse bunda sebat


(kararl) et ki imdi seni kendi elimle öldürteceim. Vay haline!"
buyurdu.

Mustafa (s.a.s.) zamannda bir adam: "Ben senin dinini istemiyorum.


Bu dini geri al. Senin dinine girdiimden beri bir gün rahat
etmedim. Malm, karm elimden gitti. Çocuum öldü. Sayg
gösterenim kalmad. Kuvvetim ve ehvetim tükendi" dedi.

Peygamber de buyurdu "Hâa! Bizim dinimiz nereye giderse


ki:

gitsin, gittii yerdeki adam kökünden söküp atmadkça, evini


barkn ykp yerini süpürmedikçe geri gelmez. "Ona ancak temi^

olanlar dokunabilir" (Vaka Sûresi, 79). O öyle bir sevgilidir ki sende

kendine olan sevgiden kl kadar bir ey kalsa sana yüzünü


göstermez ve kendi vuslatna (kavurma) yol vermez. Dostun sana
yüz göstermesi için kendinden ve dünyadan usanp bkmal ve kendi
kendinin düman olmalsn. te bizim dinimiz de yerletii bir
gönülden, onu Hakk'a ulatrmadkça ve kendine yaramyan
eylerden ayrmadkça el çekmez"

-4-
Doru yol üzerindesin.
"A/a sratn müstakînf*
*
Doruyol üzerindesin. (Rlmahl Hamdi Ya^r)
Dorujol üî^erindesin. (Diyanet)

Yâ (vâki) (koruyan, saklayan), Sîn (Selâm) ismine iarettir. Seni

ezelden eksik ve noksanlardan salim (eksiksi^ emin, tam) kldm


için, insanlara ait âdetiere taklp kalmandan Vâki ismi ile koruma
altna aldm. Senin ftratn (tabiat, miz^aç), mânân selâmete

^^ Mevlânâ Celâleddin Rûmî, ¥îhi Mâ Fîh, çev. Meliha Ülker Anbarcolu,


stanbul: Milli Eitim Basmevi, 1985, s. 179-180.
EY insan
51

eritirendir (Sm), Allah'n mânâsnn zuhurudur. Varlktan doan


kemâlin bütün yaratlmlar kaplar ve bütün hikmetleri ihtiva eden
Kur'ân'n mânâsdr.

Hakim olan Kur'ân, Yâ ve Sin sebebiyle tarîk-i tevhid (birlik yolu)

üzerindesin. Allah'n bütün mânâs Hz. Peygamberle vukua (meydana

çkma) gelmitir. Senin zuhurunun tamamlan bütün gönüllere


selâmet vermitir. Senin istidadnn (bir jeyin kabulüne, katlanlmasna
olan tabiî meyil, kabiliyet) kemâli Kur'ân da gizlidir ve orada
açklanmtr.

Allah Aziz ve Rahim olduu için senin cem halinde olan mânân
fark edilmek üzere tafsilatl (ayrntl) ekilde Kur'ân da tenzil (nü^l,

indirme) etmitir. Bu jniizden Kur'ân hakimdir, hikmetlerin


bütünüdür

Srât- müstakim; Hakk'm zatyla zatna tecellîsinden ibaret olan


Ahad'e ait müahedenin yoludur.^'"

Herey, insan- kâmilin kalbine girebilmek için yol arar ve o srât-


müstakimden aslna ulamak için hasret çeker^' En kestirme yol;
Allah Rabbimdir, deyip durmak ve her eyi Allah'tan bilip her yerde

Hakk' görmektir^^

Srat, bir takm noktalarn birlemesinden doan hattr. Doru bir

çizgidir. Ancak bu doruluk geometrik bir çizgi demek deildir.

Her olayda en dorunun tesbit edildii noktalar birletirerek elde


ettiimiz bir dorudur
• Bir gün Enes; Yâ Resulallah! Biz senin getirdiin Kur'ân'a îmân
ettik, sana îmân ettik. Sen de Allah'tan korkuvor musun? dedi.

Kemâlüddin Abdürrezzâk Kâânî Semerkandî, Te'viiât-Kâjâniyye, çev. Ali Rza


Doksanyedi, M. Vehbi Gülolu (haz.), Ankara: Kadolu Matbaas, 1988, c. 3,

s. 10.
Abdü'l-kerîm b. ibrahim nsan- Kâmil^ çev. Se^yid Hüseyin Fevzi Paa,
el-Cîlî,

stanbul: IsJtsan Yaynlar, 425


c. 1, s.

Ken'an Rifâi, Sohbetler, stanbul: Kubbealt Neriyat, 2000, s. 183.


Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealti Neriyaü, 2000, s. 617.
^^ Haluk Nurbaki, Yâ-Sîn Sûresi Yorum», stanbul: Damla Yaynevi, 1999, s. 12.
52

Resulullah Efendimiz; Evet ben de korkarm! Bu}nardular. Enes;


Niçin yâ Resulallah? diye sordu. "Çünkü kalbler, Allah'n iki kudret
parma arasndadr. Onlar istedii gibi evirir, çevirir ve istediini
srât- müstakime (doru yol) hidâyet eder de onun için."

buyurdular.

te bu sebeple Efendimiz daima: Yâ Kûbhi, kalbimi srât-


müstakimin üzere tesbit et (sabit kl)! Ve yine: Ey kalpleri ve gözleri
istedii cihete döndüren AUah'm, kalbimi srât- müstakim üzere
karar kldr, tesbit et! buyururlard^"^

En ksa, en kestirme yol bir kâmilin kalbini intihab (seçme) etmektir.

Çünkü her ey kâmilin kalbinden Allah'a varr. Her ey, her ey


Hakk'a vuslat onunla, onun kalbine girmekle bulur. Nebat da,

ha}^an da, insan da hep aym yoldan Hakk'a kavuur^^

Bilcümle (isimlerin hepsi) isimler, bilcümle merbûblar (kullar), ancak


bütün isim ve ifadan kendinde toplam olan Allah isminde, bu bir
tek merkezde toplanr. Her mahlûkun, her zerrenin Rabb'na
müncezip (çekilmesi, ceî^b olmas) olmas, onun srât- müstakimidir.
Fakat endoru srat, en doru yol ibdina's-srâta'l-müstakîm'âioki
mazhar- Muhammedi (Muhammedi î^uhur) olan srât- müstakim,
^^
yani tevhiddir.

Hidâyet nurunu bulan, tabiat ve beeriyet kirlerinden kalbini

temizleyen ayar (yabanclar, Allah 'tan bajka) ve mâsivâ (dünya ilgileri)

tozundan kurtulan kimseye isükamet sahibi denir^^

"Ku§kusu^ Allah kendi yolunda, kurcunla kaynam binalar gibi, saf


balayarak savaanlar sever" (Saf, 4) yani o saflar arasnda hiç bir
gedik açlmaz, çünkü saflar arasnda açlacak bir gedik eytanlara
yol açmak demek olur, oysa ki yol tektir; o da AUah'n yoludur.

Kim AUah'n bu görünen (î^âhiri) yolunda bu ekilde saf balayarak


çalmazsa, çarpmazsa, Allah ehli olamaz. Ayn ekilde, cemaat

^'*
Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealü Neriyaü, 2000, s. 66.
^^
Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealü Neriyat, 2000, s. 116.
86
Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealt: Neriyat, 2000, s. 122-123.
8''
Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealt Neriyaü, 2000, s. 582.
EY insan
53

halinde toplu namaz klanlarn saflar da (ancak bitiik olmas ve

insanlann birbirine sk skya yaplmalar kokuluyla), Allah yolunda

balanm bir saftr. te, ancak o zaman, gerçek anlamda Allah'n


yolu açkça gözükmü olur. Kim bu ekilde yapmazsa ve saflarda
boluklar brakrsa, Allah'n yolunu kesmek için uram ve de
Allah yolunun gerçek varln ortadan kaldrm ve onu kesintiye
uratm olur. Dolaysyla Allah, kullarndan belirtildii ekilde
davranmalarn istemektedir. Bunu da, onlar yaratanlar, yapanlar
zümresine katmak için ister. Bu balamda Allah öyle buyuruyor:
'Yaratanlarn en gü^^li olan Allah ne yücedir" (Mü'minûn, 14) Allah'n
yolu ancak bu ekilde olur, tpk noktalardan meydana gelen bir
çizgi gibi. Öyle ki o noktalar arasnda o çizgiyi kesintili hale

getirecek hiçbir boluk yoktur. te o zaman çizginin ekli tam


olarak gözükür. Namazda tutulan saf da böyledir. Orada Allah'n
yolunun gözükmesi için, cemaat halinde namaz klanlarn birbirine
sk skya tutunmas, tek bir çizgi haline gelmesi gerekir. Hiç
kukusuz böyle bir durum çokluk olmasn gerektirir. Bu da Cenâb-
Allah'ta, mübarek ve yüce "esmâ-i-hüsnâ'snn, güzel isimlerinin

birbirine sk skya tutunmas demektir. simlerin bu ekilde sürekli

birbirine tutunmasndan yaratma yolu zuhur eder. Böylece Hay (diri)

sfat. Alîm sfatyla içice bulunur. kisi arasnda baka isim için yer
kalmaz, arada bir boluk olmaz. Alîm sfatmn yannda Mürîd, onun
yannda Kail (söyleyen), onun yannda Kadir, onun yannda Hakem,

onun yannda Mukît (besleyen), onun yamnda Muksit (adaletle datan),


onun yamnda Müdebbir (yöneten), onun yamnda Mufassl (ayran),

onun yamnda Rezzâk (n^k veren), onun yamnda Muhyi (Dirilten)

sfat vardr. Bu ekilde sfadarn yanyana diziliiyle oluan "y^^^tma


yolu"nun vücûda gelmesi için, ilâhî isimlerin saf balamas böylece
olur. Bir kez bu Yol ortaya çknca, bu isimlerin yanyana dizilmesine
ilâve edilecek baka bir eye gerek kalmaz. Böylece yaratma ii bu
ilâhî isimlerle, daha dorusu o isimlerin yanyana dizilip varolmasyla
belirlenmi olur. Yaratmamn gerçeklemesi için, onlarn durumu
budur. lâhî isimler yaratma iinde devamb olarak devrededirler;
dolaysyla ancak bu ekilde kavranlabilirler.
54

Tarikatte bu i bu süreç, "Allah'n isimleriyle ahlâklarma" diye


adlandrlr. Öyle ki bu ilâhî isimler kulda zuhur eder, aikâr olur,
tpk o isimlerin sürekli yanyana gelmesiyle Doru Yol'un ortaya
çkmasnda da zuhur edileri gibi Eer onlarn arasna yaratlta bir
boluk girse, Allah'n Yolu kaybolur.

Tek bana ele alndnda insan da, kendisini hareket ettiren her
eyde bir saf oluturur. Dolaysyla bütün hareketlerini Allah için

yapar; hareketierinde Allah'tan bakasna yer vermez, böylece hiç

kimse onu bu hareketinden vazgeçiremez, onu yolundan geri


çeviremez. Bu nedenle, dümanlarn gözü daima onun üstüne
çevrilir. Sürekli onun hareketlerini ve fiillerini, yapt her eyi
gözetierler. Böylece girebilecekleri bir boluk bulmay umarlar.

Yaplan her fiil, her eylem bir "hat"tr, çünkü o fiil, o eylem ilâhî

övülmü sfatlarn ve pek çok fiillerin bir toplamdr.


isimlerin,

Dolaysyla i younlar, büyür ve âlemde karmak (mürekkep)


sûretier gözükür. ki çizgi bir }nüzey oluturur, iki }Kizey de bir cisim
oluturur. Her cisim de, bir zattan ve yedi sfattan meydana gelen
mükemmel bir sureti temsil etmek için sekiz öeden ibarettir.

Kim bu süreklilik içinde kendi "safm, kendi çizgisini oluturursa,


yaratanlar arasna girecektir.

Srat, "yol" demektir Kaf, vav ve mim iki köktür: Birincisi "insan

topluluu" anlamna gelirken ikincisi "azim" ve "dikilmek"


anlamna gelir. Birinci anlam, "kavim"dir ki, insan topluluu
anlammda kullanhr. Dieri ise "ayaa kalkt" anlamndaki kâme
fiilidir. Kavme, "bir kez dikilmek" demektir. "Bir eyi dorultmm
ve kaldrdm" anlamndaki "ka\'vemtü e-ey'e" de buradan gelir.

Srat, Kur'ân- Kerîm'de "yol" anlamnda geçmitir ve anlamm da


nitelendii sfattan alr: "Onlan seçtik ve kendilerini Strât- müstakime
ulatrdk" (En'âm, 87) "Allah'tan baka taptklarna gelince, onlan

Cehennemyoluna (srat- cahim) götürün " (Saffât, 23)

Muhyiddîn bnü'l-Arabî, îlâM A^k, çev. Mahmut Kank, stanbul: nsan


Yaynlan, 1998, s. 107-109.
EY insan
55

Srat nitelenmeden belirli olarak da geçmitir, bu durumda Srât-


müstakime iaret eder: "Ahirete inanmayanlar ise yoldan sapmaktadrlar"
(Mü'minûn, 74)

Srât- müstakim kldan ince, klçtan keskin darack yol demektir.


Bu yol. Kyamet Günü Har ile Cennet arasnda Cehennemin
üzerine uzatbr. Mü'min önündeki nur vastasyla bu köprüyü geçer:

'TDileseydik, onlarn gömerini karartrdk dayola dökülürlerdi" (Yâ-Sin, 66)

Srât- müstakim, "yol" demektir. Söz konusu yol, ilâhi mertebeye


göre sfatlara nispet edilir; insana göre ise mânevi, sulukla (Hakka
giden yol) ilgili ve dinamik bir yoldur. "Hiçbir canl yoktur ki, Kabbin
onu perçeminden tutmuj olmasn. Kûbbim ku§kusu^ ki Srât- müstakim

umredir" (Hûd, 56) '"Bana tâbi ol, seni dü^ün biryola ulatraym (srâtan

seviyyen). " (Meryem, 76)

Üzerinden geçtiin ve Cennete ulancaya kadar Hakk'n ayaklarn


sabitletirdii srat, srâtu'l-Hüdâ'dr. Sen onu dünya hayatnda
zahirî (d^) ve bâtn (iç) sâlih (iyi uygun i§ler) amellerinden kendin ina
etmisindir. Söz konusu srat, bu dünya hayatnda manevî olarak
bulunur; sureti müahede edilmez (görülme:^).Kyamet gününde ise
Cehennem üzerine ba Har (toplanma), sonu ise Cennetin kapsna
uzanacak ekilde duyulur bir köprü olarak uzatlr. Sen de, onu
gördüünde onun kendi eserin ve ürünün olduunu anlarsn. Ayrca
anlarsn ki: O köprü, dünya hayatnda senin tabiat cehenneminin
üzerine uzatlm bir köprüydü

Metinden u ortaya çkar: insanlar maherde toplanacaklardr ve


kendilerini Cennetten Cehennem ayracaktr. Cehennemi geçmek
için mutlaka bir köprü gerekir. te bu köprü, insanlarn dünya
hayatndaki amelleridir. Buna göre insanlarn hayrl amelleri çok
olduunda, köprü geniler ve üzerinden geçmek kolay ve rahat olur.

Srât- müstakim Ibnü'l-Arabî'ye göre Allah'n yolu anlamndaki


Srâtullah, baka bir ifadeyle "Allah'a ulatran yol"demektir. Birlii
esas alan bir teoride Allah'a nispet edilmekle srat kelimesinin
yitirdii temel özellikler bellidir. Buna göre bütün yollar veya
sratiar, kendisinde yürüyen için dosdorudur ve bütün yollar.
56

Allah'a ulatirr. Bu nedenle de yollar yaratklarn saysnca artar.


Srâtullah dosdoru yol anlamndaki Srât- müstakimdir. Bu, bütün
ilerin üzerinde yürüdüü ve saidiyle (iyi ve gü^lyaratlr, üstün ahlâk
sebebiyle Hak katnda makbul olan) akîsiyle (her türlü kötülüü
imleyebilecek yaratlta olan, kötü huylu Hak katnda makbul olmayan

kimse) kullar Allah'a ulatran genel yoldur; çünkü o çelien ve


çelimeyen bütün ilâhî isimleri kendinde toplayan Allah ismine
nispet edilmitir.

Srâtullah, bütün ilerin üzerinde yürüyüp hepsini Allah'a ulatran


yoldur. Bu yüzden üâhi eriat ve akl tarafndan konulmu bütün
hükümler buna girer. Bu yol, Allah'a ulatrr ve akiyi ve saidi içerir.

te bu srat, Ehlullah'n hakknda "Allah'a giden yol yaratklarnn

nefesleri adedincedir" dedikleri yoldur. Çünkü Allah, çelien ve

çelimeyen bütün isimleri kendinde toplar

Srâtu'r-Rab, Allah'n yolu, fakat isimleri yönünden Allah'n yolu


demektir. Srâtu'r-Rab, teklifin nda onu müstakim hale getirmek

için merbubunu (kul, köle) talep eder.

Senin Rabbinin yoluna geHnce, Allah ona "Allah kime hidâyet etmek
isterse, gönlünü Islama açar, her kimi de sapkla brakmak isterse, onun
kalbini daraltr, öyle skpnr ki, sanrsn öfkesinden göe çkacak " (En'âm,
125) âyetinde iaret etmitir. Bunun anlam, onun adeta kendi
tabiatndan çkmas demektir ki, bir ey hakikatinin dna çkamaz.
Bu srat, Srâtu'r-Rab diye isimlendirilmitir. Bunun nedeni merbub
gerektirmesi ve onu düzgün hale getirmesidir. O yolun dna çkan,
sapm ve istikametten ayrlmtr. Srâtu'r-Rab, teklife baldr.
Teklif kalktnda ise onun gerçek varl kalmaz. Bu nedenle bu
var rahmete olacaktr.

Srâtu'1-azîz, Srâtu'l-izzet, Srâtu't-tenzih; zzet (yüce, kymetli) yolu

"I^et sahibi ve övülenin yoluna" (ibrahim, 1) âyetinde iaret edilen


yoldur. Ona, zevk yoluyla ancak nefsini bir veya bütün yönlerden
Rab ve Efendi olmaktan uzaklatran kimse ulaabilir. Bu kii, isim

perdesi ardndan Hakk'n ayn olmas yönünden izzet sahibidir. Bu da,

hiçbir yaratn kendisini bilme imkân bulunmayan el-Azîz'in


EY insan
57

yoludur. Çünkü o, Allah'n yaratklarna indii Allah yoludur. Bu


yolda Allah her nerede olursak olalm bizimle beraberdir. Bu yol,
ini yoludur, hiç bir yaratlm ona yükselemez. Bir yaratlm ona
ulaabilseydi, o zaman Azz olmazd. Hak bize kendimiz ile inmitir,
dolaysyla özellik O'na deil, bize aittir. O halde bizler, bu yolun ta

kendisiyiz. nsan- Kâmil, izzet sahibinin yolu olduuna göre, Hak


özellikle ona iner. Gerçekte arif, ancak Allah'ta sülük eder. u halde
Allah onun srat, bu da onun eriatdr. Ben o yola bahym, O da
bize baldr: O benim yolum, ben de O'nun yoluyum. Allah,
Srâtu'1-Azîz (A^':^erin yolu) üzerindedir; çünkü o yaratandr,
dolaysyla hiç bir mahluk (yaratlm) ona ulaamaz

Yaratan kelimesi ile izzet sahibinin yolunun herhangi bir

yaratlmn ulamasmn mümkün olmad bir yol olduu anlaür.


Bu yol, yaratmadr. Dolaysyla yaratlmlar zuhur ve tecellîsinde
Hakk'n yoludur. nsan en yetkin mazhar (en yetkili ^uhur yeri) ve
tecellîgâh (görünen yer), âlemin var edilmesinin maksad olduuna
göre, o Srâtu'l-Azîz'dir. Srât- hass veya Srât- Muhammed, bütün
eriatlar toplayan Muhammed'in (s.a.s.) eriat, o da Kur'ân-
Kerîm'dir.

Srât- hass, peygamberin yoludur ve sadece kendisine tahsis

edilmitir. Bu yol; Kur'ân- Kerîm, Allah'n sapasalam ipi, kuatc


eriatdr. 'Ijte hu benim dosdoru yolumdur, artk ona tâbi olun, si^ onun
yolundan saptrp, parçalayacak ba§ka yollara uymayn " (En'am, 1 53)
Burada kasdedilen. Peygambere izafe edilen yol demektir.

^^ Suad El- Hakîm, Ibnul-Arabî Sölpüü, çev. Ekrem Demirli, stanbul: Kabalc
Yaynevi, 2005, s. 563-566.
58

-5-
(Bu Kur'an) üstün ve çok merhametli
Allah tarafndan indirilmitir,
"Tenzile '1-Azîzi'r-Rahîtn "
*
Çok güçlü ve çok merhametli olan Allah 'm indirdii ile,

(Elmalk Hamdi Ya^r)


(Bu Kuran) üstün ve çok merhametli Allah tarafndan indirilmitir.
(Diyanet)

• Ayette geçen tenezzül kelimesi, aynada tecellî etme (aksetme).,

varlkta sereyan ve yaklma, tesir (etki), tasarruf vb tebih (hen^tme),

temsil mânâsna gelmektedir.

Hakk'n gerçek bir varl vardr, bu varlk zatnda ona aittir. Hakk'n,
bir de, izafî (hal bulunduu ey ile deien) varl vardr, bu da
mümkünlerin a'yamndaki varldr. Hakk'a nispede bu varlk, dier
varlklara yaydan ve Allah'n Zahir ismiyle onlara varhklarn veren
gölge gibidir. Âlem, zahiri açsndan, bir gölgedir; onun batn ve
kendisini ayakta tutan cevheri ise, ulvî (^üce) ve süflî (aa) ksmlar
ile varlk suretlerinin kendisinde açld "Nefes-i Rahmânî"dir.
Fakat halk, yani zahir âlem, sürekli bir deime ve bakalama
içindedir, ya da, yeni bir yaratlma içerisindedir. Hak ise, ezelden
beri olduu hal üzeredir. bnü'l-Arabî âlemin yaratlmasndan
yoktan yaratma}! ya da belirli bir zamanda âlemi var etmeyi
kasdetmez. Ona göre yaratma, yok olmayan sürekli ilâhî tecellîdir.

Hak, sa}asz suretlerde zuhur etmektedir. Bu zuhur çokluuna


ramen asla tekrar etmez. Çünkü zat- ilâhîye'nin varhn
sûretierinden her birisine nispeti^ dier sûredere olan nispetinden
^"
bakadr.

"^ Ebu'1-Alâ Afifi, Fusüsu'l-Hikem Okumalar çin Anahtar, çev. EkremDemirli,


stanbul: z Yaynclk, s. 50.
EY insan
59

• "Bi;(jüce harfler idik. Yani bii^ biledik. Birbirim!(den kopup ayrldk. Sonra

tekrar birlejtik. imdi de kemâ kân, bi\ ^l^^'

Düen kar,yamur, dolu veya çay, dere, nehir hep der^^aya karr.
Amma bazen de karamaz. Der}^aya varmadan buhar olur, sonra
tekrar damlalaarak yamur olup düer. Yani nüzul (ini^) kavsinden
(yay) sonra uruc (çk§) kavsini tamamlamaya muvaffak olamaz. Eer
deryaya kavuursa o zaman ne çayb kahr, ne derelii, ne de
buzluu...

"Muhammed, A^i^ ismiyle Rasûl'dür; Rahmet çekmeni^ O'na ar gelir. S\e


çok düjkündür; mü'minlere Raufdur, Rahimdir" (Tevbe, 128) Çünkü;
Hazret-i Peygamberin rahmetine ceza kederi karmamtr...
Bundan dolay da âlemlere rahmet olmutur'^^

Ayette geçen aziz kelimesi, dengi ve benzeri bulunmayacak


derecede deerli ve erefli olmak, güçlü ve yenilmez olmak; güç,
iddet, üstünlük mânâlarna gelen izz veya izzet kökünden sfat
olup, deerli, erefli ve daima üstün gelen demektir. Zayf ve
güçsüz mânâsndaki zelilin kart olan Aziz, Allah'n kudret ve
kuvvetinin kadîm olduunu ve yaratklardaki gibi deiiklie
uramadm ifade eder. Sevgisi de en yüce olan. Ancak ilâhî

saltanatn doyumsuz güzelliine ait bu yüce sevgide, balhn da


en büyüü mevcuttur.

Tanr'nn birtakm kuUar vardr ki onlar azizdir, sevgilidir ve


sevilirler. Yüce Tanr onlara taliptir. Âklarn bütün vazifesini onlar
için yerine getirir. Âkn: "inallah eriiriz!" dedii gibi, Yüce Tanr
da: "O garip (A^î<^ isterse!" der.^^

Ayette geçen rahim kelimesi, sfatmn iaret etdi merhamet


varlklar arasnda ayrm yapan bir merhamettir. Yani burada Cenab-
1 Hak kendisine inananlara gösterecei daha özel dairedeki rahmet ve

Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealti Neriyaü, 2000, s. 31.


Abdü'l-kerîm b. ibrahim el-Cîlî, man- Kâmil, çev. Seyyid Hüseyin Fevzi Paa,
stanbul: Kitsan Yaynlar, c. 1, s. 421.
Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Fîhi Mâ Fih, çev. Meliha Ülker Anbarcolu,
stanbul: Milli Eitim Basmevi, 1985, s. 157.
60

merhameti ifadeye koymutur. Bu da bir yaradl düzenidir.

Kendisine inanan ve böylece hayr ve güzellii izleyenlere özel bir


rahmet tavr göstermek hayrla errin farklarm göstermek
olacandan âlemleri eitip gelitiren bir kudretten mudaka
beklenir. Aksi takdirde oluta hayrla errin, kla karanln Musa
ile Firavun'un bir fark olmamak gerekirdi ki böyle bir ey varlk ve
^'^
hayat srrna ve tekâmül gerçeidir.

Rahim, Rahman'dan daha hususi. Rahman da Rahim'den daha


umumidir. Her eyi kaplayan ve içine alan rahmet, Rahman isminin
feyzidir. Müttakilere ve zekat verenlere mahsus olan rahmet, Rahim
isminin feyzindendir.

Hasl Rahman nerede olursa olsun, nasl bulunursa bulunsun ve


içine ceza karsn karmasn, her çeit merhamete amildir. Fakat
Rahim ismi böyle deildir. Zira o, yalmz içine ceza karmayan
rahmete mahsusdur. Bundan dolaydr ki Rahim isminin ahirette
meydana gelmesi daha kuvvetlidir. Çünkü cennet nimetlerine ceza
kederinin karmasna imkan yoktur. te bu feyiz srf Rahim
isminin tecellisidir.

Hz. Peygamber: "Ümmetimin ifas üç eyden birindedir. Ya


Kur'an'n bir ayetinde, yahut bal yalamakta, yahut atete
dalamaktadr. Fakat, ümmetimin atete dalanmasm arzu etmem."
manasnda olan hadis-i erifte atele dalanmay arzulamad için
Cenab- Hak ona: "(Muhammed), -A^^ ismiyle Rasül'dür, Rahmet
çekmeni^ O'na ar gelir. Si^e çok düjkündür; mü'minlere Rujdur,
'^^
Rahimdir. " (Tevbe, 128) ayetinde 'Rahim' adm vermitir.
Rahim, ntikam almadan, azarlamadan, ayplamadan, tevbenin
eklini de kendi öretip sonra da affeden demektir.

94
Yaar Nuri Öztürk, Kur'an'n Temel Kavramlar, istanbul: Yeni Bo)at, 1994, s.

417
^^ Abdü'l-kerîm b. brahim el-Cîlî, nsan- Kâmil, çev. Seyyid Hüseyin Fevzî Paa,
stanbul: Kitsan Yaynlar, c. 1, s.420-421.
EY insan
61

Azîzü'r-Rahîm birlikte zikredilince mânâ daha netleir. O sevgiliyi

îmân evkiyle seven, O'nun saltanatna büyük bir hürmetle snana,


Allah'n sonsuz sevgi ve merhametinin tecellîsi zuhur eder

Skntlar güzel karlamak Rahîm isminin tecellîsidir.

Celâlin içinde cemâli görebilmek, hatta Celâlin Celâl gibi

gelmemesi Rahîm isminin tecellîsinden


kaynaklanmaktadr. Özel korunma altnda olunca
olaylarn çirkinlii kiiye gözükmez

Tâ-Hâ
Ey Muhammedi Kur'ân / sana skntya düvesin diye indirmedik.

Ancak A.llah 'tan korkan kimse için bir öüt olarak,


Yeri ve gökleri yaratann katndan yavaj yava§ bir indirilirle (onu)

indirdik.

O Kahmân Arj'a hakim oldu (Tâ-hâ, 1-5)

Senin gaybnda (vücûdunda gayb meknun (sakl, gi^li,


olan, gizlenen)

örtülü) olan Kur'ân'n furkan olmasn ve kalbinin mazhar üzerine

zuhurunu senin zahir olarak men etmemen için benliinin ve neen


sfatnn üzerine galip olan ve kuvvetiyle onlar kahr eyleyen ve
cümle sfatlarnn kemâlinin tecellîsiyle Kur'ân' senin üzerine izhar
(aça vurma) ile Rahîm olan Zat'tan tenzildir (iniktir) (A-:^i^ü'r-Rûhîm

sim) Hakîkat-i Muhammediye, Allah'n insanda tecellî etmesi


hakikatidir.^^

• Rahman, genel kapsaml anlam olan özel bir isim, Rahîm ise özel

anlamh genel/cinsöyle ki Rahman, tüm herkesi


isimdir.

rzklandran demektir. Rahîm ise, sadece mü'minleri, iç


dünyalarnda huzurlu ve baarl bir hayata erdirendir. Rahman,
iyiliklerle rahata erdiren; Rahîm ise nurlarla aydnlatp huzura erdiren
demektir. Rahman sfat, tecellîlerinin açlmasyla; Rahîm sfat
teveccühlerinin (yönelme, nasib ve müyesser olma) lutfedilmesiyle

^'^
Halûk Nurbaki, Yâ-Sîn Sûresi Yorumu, stanbul: Damla Ya^nnevi, 1999, s. 12.
^^ Kemâlüddin Abdürrezzâk Kâânîyyüs Semerkandî, Te'vilât-Kâ^âniyje, çev. Ali
Rza Doksanyedi, M. Vehbi Gülolu (haz.), Ankara: Kadolu Matbaas, 1988,
c. 3, s. 10.
62

kendini gösterir. Rahman, îmâna götüren eyle; Rahim, irfana (ilâh

hir feyi\ olarak kâinatn srlarn bilme kudreti) ulatran eyle tecellî

eder. Rahman, irfandan bahedilen eyle; Rahîm, gufrandan


(baijlama, affetme) bahedilen eyle görünür. Rahman, gufrandan
bahedilen Rahîm rdvândan (ra^ olma, honutluk)
eyle;
bahedilenle Rahman, gizlenen eyle; Rahîm, ru'yetin
tecellî eder.

(görme) gösterilmesiyle tecelli eder. Rahman, O'nun her eyden

syrlp kendisine yönelen kasd ehlini muamelatta baarya


erdirmesiyle; Rahîm, vecd ehlini vuslat (kavurma) yolunda hakikate
erdirmesiyle kendini gösterir. Rahman, Allah'n kullarnn yararna
olan eyleri, en güzel bir ekilde yapmas ve onlar kollamas;
Rahîm ise, onlara zarar veren eyleri onlardan savp onlara özen
göstermesiyle kendini gösterir^^

Meleklere Allah bilâ-vasta tâlim buyurduundan melekler,

peygamberler ile Allah arasnda vasta olmaktadr. Peygamberler ise


bizimle melekler arasnda vastadr Peygamberimiz Kur'ân' bizzat
üka eden deil, ancak O'nu telakki mahallidir. Cenâb- Hakkk'n
ilka buyurduu kelimât telakkiye memurdur. Peygamber bi'1-vasta

hidâyet rehberidir, te'vil yoluyla deil

Hz. Peygamber, güvenilir, salam, doru sözlü ve "nun, kalem ve

yanklarna andolsun" (Kalem,!) âyetinin srlarmn kendisine


bahsedildii bir Habib-i Ekremdir. Onun rahmet eli,

Âdemoullarnn her ferdine hemen uzanveren yüce bir eldir.

Güzel ahlâk ve yüce davramlar bütün resullerde vardr. Fakat


hepsinde mevcut olan güzel ahlâk ve davranlardan hiç biri yoktur
ki Hz. Peygamberin }öice ahlâk, o güzel ahlâk ve davrana sertâc
(bajtaa) olmasn. Onun kemâlât ve üstünlüü saylamayacak ve ifade
edilemeyecek kadar çoktur

^^ Ali Akpnar, I^ari Tefsir ve Ku^eyrî'nin Besmele Tefsiri, s. 79


^^ Ahmed er-Rifâî, Marifet Yolu, Doç. Dr. H. Kâmil Ylmaz (haz.), stanbul:
Erkam Yaynclk, 1995, s. 167-169.
100 Ahmed er-Rifâî, Sohbet Meclisleri, çev. Dr. Ali Can Tad, stanbul: Erkam
Yayn, 1996, s. 39.
EY insan
63

Nurunu, vahyini ve kudretini Allah'tan alan Hz. Muhammed


(s.a.s./in fikir danmak için kimseye minneti yoktu. Buna ramen
Âl-i mran sûresi 159. âyette öyle buyuruluyordu: "Allah'n
rahmetinden dolay, ey Muhammed, sen onlara kar yumuak
davrandn. Eer kaba ve kat kalbli olsaydn, üphesiz etrafndan
dabr, giderlerdi. Onlar affet, mafiret dile, onlara dan, fakat

karar verdiin an, yine Allah'a güven. Hakikat budur ki Allah,

kendisine güvenenleri sever."

insanlarn bütün suçlar, bütün ayplar büyükleri tarafndan


yüzlerine vurulsayd, hayat daha mükül olurdu. O, tarikat aslan
elbette düünce ve duygularn biUr. Fakat srlarn sana
senin
söylemek öyle dursun, bu ayp düünceler bir güzel tebessümle
örtülsün, günahkâr derisinden syrlsn ve yok olsun diye yüzüne
"^'
güler, bilmezlikten, duymazlktan gelmeyi doru bulur

Mîrâc gecesinde Hz. Muhammed (s.a.s.) ümmetine Allah'tan


rahmet ve mafiret (batlanma) diledii zaman ulu Allah, "Her
dilein kabulümdür" buyurdu "Senin ümmetin daima üç bölük
olacaktr isyan edenler, itaat edenler ve çölde susuz kalmlar ne
türlü su dilerse, Allah'larna kar öylesine özleyi duyanlar. Ben,
rahmetimi ve mafiretimi, senin âsî kullarna göndereceim. taat
edenlere cennetierimi vereceim. Benim sonsuz güzelliimi
görmek saadetini ise, o susamlara sunacam" buyurdu.

"Musa'nn ve isa'nn kavimleri kendi istidatlar ölçüsünde ne


diledilerse onu gördüler. Ama senin ümmetin, benim maneviyat
âlemimi, benim ruhlara bahettiim ilâhî kudreti, bir tek söyleyile
bana varma yolunu isteyenlerdir. Onlara diledikleri yolda doru
gitsinler diye veUlerimi örnek göstereceim"'""

'•^^
Ken'an Rifâî, erhli Mesnevî-i erif, istanbul: Kubbealü Neriyaü, 2000, s. 442.
'''^
Ken'an Rifâî, erhli Mesnevî-i erif stanbul: Kubbealü Neriyaü, 2000, s. 552.
64

-6-
Atalar uyarlmam, bu yüzden kendileri de gaflet
içinde kalm bir toplumu uyarman için
indirilmitir.
"Li tünzira. kavmen mâ ünzira âbâühüm fehüm
âfilûn"
*
'Pahalan korkutulmam§I sakndnlmam^ ve kendileri de gafil olan hir kavmi
korkutup sakndrman için.

(Elmalk Hamdi Ya^r)

A.talan uyarlmam^, buyü:(den kendileri de gaflet içinde kalm bir toplumu


uyarman için indirilmitir. (Diyanet)

-7-
Andolsun ki onlarn çou gafletlerinin cezasn hak
etmilerdir. Çünkü onlar iman etmiyorlar.
"Lekad bakkal kavlü ala eksedhitn fehüm lâ
yü'minûn"
*
Andolsun ki onlarn çounun üî^erine a^ap söî^ü hak olmujtur. Onlar îmâna
gelmeler (Elmalk Hamdi Ya^r)

Andolsun ki onlarn çou gafletlerinin ce^^asn hak etmilerdir. Çünkü onlar

iman etmiyorlar. (Diyanet)


EY insan
65

• Ayette ad geçen "inzar" kelimesinin mânâs; bir gerçein kalbe


"^
intikal ettirilmesi srrdr

stidatlarnn tamamlanmasnda babalarnn ulamad bir dereceye


ulaan bir kavmi azap ve ceza ile uyarman için indirilmitir ki

babalar uyarlmadüar. Onlar geçen ümmetlerden hiç birisinin

istidadarnn ulaamad bir hadde vararak kendilerine verilmi


olan isddatlardan gafildirler.

Kaza-y sabkta çoklar üzerine ekya olmalaryla hüküm sabit

olmutur (Fehüm lâ yuminûn) Ekya olmalar hakknda hüküm ve


kaza olunanlar, îmân etmezler. Zira senin ortaya çkman zamannda
isüdatiar kuvvetli olduu zaman hayrda said olanlar kuvvetli olduu
gibi serde akî olanlar da kuvvetli olur

"Kim Allah', meleklerini, kitaplarm, peygamberlerini ve âhiret


gününü inkâr ederse, üphesiz derin bir sapkla dümütür. te
Allah'n lânededii, sar kld ve gözlerini kör etüi bunlardr.
Bunlar Kur'ân' düünmezler mi? Yoksa kalpleri kilidi midir? (Nisa,
136; Muhammed, 23-24)

Ayette ad geçen "gaflet" kelimesinin manas; sar, dilsiz ve kör


oldular da gerçei bilemediler. Kur'ân'n hakikatini anlamayan
O'nun hikmetlerini nasl düünebilsin? Kur'ân'n nüzulünü nasl
kavrasn? Kur'ân' indireni nasl tefekkür edebilsin? Kur'ân'n
indirildii ahs nasl anlayabilsin?

Asü iler ezelde kararlam olan levh-i mahfuz hükümleridir "akî


akidir anasmn karnnda, said saiddir anasmn karnnda" te bu
deimez kader hükmüdür.

Ekya olmalar hakknda hüküm ve kaza olunanlar, îmân etmezler.


Peygamber Efendimizin zuhuru ile, hakikatinin aikâr olmas ile

said ve akilerin zuhuru iddedeniyor.

^^^ Haluk Nurbaki, Yâ-Sîn Sûresi Yorumu, stanbul, Damla Yaynevi, s. 14


"^*
Kemâlüddin Abdürrezzâk Kâânîy\'üs Semerkandî, Te'vilât--KA^âniyje, çev. Ali
Rza Doksanyedi, M. Vehbi Gülolu (haz.), Ankara: Kadolu Matbaas, 1988,
c. 3, s. 11.
66

Güne gül'e vursa kokusu aikâr olur, çöplüe vursa pis koku aikâr
olur.

Allah yarattklarna ancak istidatlarnn gerektirdiini, arzuladn


verir. Kaderinde hangi ismin zuhuru ona uymusa onu takdir eder.

nsan menisinde insan cisim ve ruhu, insan istidad ve davranlar


yazlm olup, insan kendi cisim ve ruhunun var olmasnda
mecburdur. Kendi istidadnn var olmasnda da mecburdur. Ancak
davranlarnda özgürdür

Firavun Musa'ya sordu: "Rabk'n kimdir ya Mûsâ? Müsâ cevap verdi:

Biî(im Rabbimiîi öyle bir Allah'tr ki her jeje kendi hilkatinin icâbn verdi,

sonra o i§in yaplmas ona Srât- müstakim oldu ve o iji yapmak için o

kimseyi bu jeye smarlad, hidâyet eyledi"

Her ey bir isme mazhar oldu, demek, o ismin mazhar olduu


vazifesini yerine getirmesi demektir

Kip kendi canna uyan hareketi yapar. Bu demektir ki, her insann levh-i

mahfuza yapl bir ad vardr. Her aln yaksnn, daha eî^^elde ya^lm§
bulunduu bu mânevi levhada neya:^lm§ ise, hakikatte o tecelli eder. Kiinin

bu levhadaki ad iyi bir ad ise, dünyada bu adn icab olan hareketi yapar.

Bu isim orada kötü bir isim olarak ya^lmijsa kiinin dünyadaki hareketlen

de kötü olur.

Hulasa bu isim kahrdan ve cemâlden neye delalet ediyorsa sahibinin de dönüp

dolap karar klacayer orasdr.

Araplar Hz. Muhammed (s.a.s.Jl tasdik ederken getirdii mesaj


kabul etmiyor, Yahudiler ise mesaj kabul ediyor, ancak yanl adam
olduunu düünüyorlard

'05 Azîzüddin Nesefî, Tasavvufta nsan Meselesi, çev. Mehmet Kanar, stanbul,
Dergâh Yaynlar, 1990, s. 98
'"<>
Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealo Neriyat, 2000, s. 136
'O''
Martin Lings, H^. Muhammed'in Hayat, stanbul: nsan Yaynlar, 1990, s. 85.
EY insan
67

• Ayette ad geçen "Hak" kelimesinin mânâs; bir eyi


salamlatrmak ve o eyin salkl oluu anlamna gelir. Hak bâtln
zdddr.
Hak Allah'tr. Bunun kant "Allah hn Hak, onlarn taptklarnn ise bâtl
olmasdr" (Hacc, 62)

• Hak peygamberlerin getirdii eriat veya hüküm demektir. Bu


eriat veya hüküm insanlara kendisiyle ve birbirleriyle ilikilerinde
canl bir yöntem sunar.

Seni müjdeci ve korkutucu olarak bak ile gönderdik (Bakara, 119) Hakk /
^°^
batlla kanftrmaynifi (Bakara, 42)

• Ibnü'l-Arabî'de Hak her türlü özellik ve ilikiden so^at zat


açsndan deil, âlemin ilah oluu açsndan Allah'tr. Hak bütün
eyamn suretlerinde tecelli eder. Çünkü eya Hak ile zuhur etmitir
(ortaya çkmtr). Bu nedenle arif bilir ki: Gördüü her ey Hak'tr

Hak eyamn formlarnda tecellî ve yaratklarn zatlarnda müahede


(Allah âlemini görme) edilirken Allah'tr. Hak bâtln zddna
(yokluk— kötülük) varlk ve iyiliktir.

Allah âlemi kötülükten ibaret yokluktan srf iyilik olsun diye


çkartmtr. Hakk'n bundan murad ise sadece varlktr. Çünkü
dünya diyarnn bir yüzü mevcut olmas itibariyle Hakk'a bakar;
içindeki eylerin yok olmas ve kendisinden ayrlmas itibariyle dier
yüzü Hakk'n dndaki eye bakar.

Kesinlikle bâtl yoktur. Varlk bütünüyle Hak'tr. Bâtl yokluu gösterir.

(Mevaki, 79)

Bâtl yokluktur, onun varhkta bir gerçeklii yoktur. Varb olsayd, o


da hak (gerçek) olurdu

Varlk hakikati özünde tek, iki veçhesi itibariyle ise çift yönlüdür.
Söz konusu iki veçhe Hak ve halk, Rab-kul, bir-çok, kadim-hâdis

'"*^
Suad El-Hakîm, thnü'l-Arahî Söküü, çev. Ekrem Demirli, stanbul: Kabalc
Yaynevi, 2005, s. 219
^0^ Suad El-Hakîm, thnü'l-Arabî Söküü, çev. Ekrem Demirli, stanbul: Kabalc
Yaynevi, 2005, s. 219
68

gibi bnü'l-Arabî'nin skça tekrarlad çift terimlerle anlatlan

veçheleridir. Burada Hak hakikatin bütün kadimlik özelliklerini

kendinde toplayan veçhesiyken, halk hakikatin dier veçhesidir (yüî<^

ve sonradan olmuluk özelliklerini kendinde toplar. Halk gerçekte


Hakk'n bir mazhar ve tecellîgâhdr {olu§ yeri). O halde Hak varln
asl ve hakikatidir,

Hak âlemi yönlendirir, âlem de Hakk'. Hakk'n öyle söylediini


görmez misin: "Bana dua ettiinde dua edenin duasn kabul ederim"
(Bakara, 2: 1 86) Duaya karük vermek yönlendirme deil midir?

Bütün olu beden ve ruhtur, varhn yaps bu ikisiyle ayakta durur.

Hak karsnda âlem ruh karsndaki beden gibidir

Tanr'mn hüviyeti kulun iitmesi, görmesi ve bütün kuvvetleridir.

Kul ise kendi kuvvetieriyle vardr. O halde kul Hak sayesinde

vardr. Kulun d yaratlmlmn sureti, içi ve hakikati ise Hakk'n


hüviyetidir

Âlem çok olsa bile tek bir hakikate döner:

Varlktaki her ey hak; görülen her ey halktr

Hak yaratlm her eyde zuhur eder ve gözükür. O halde Hak her
anlayta bilinen ve her

anlaytan gizli kalandr. Bunun biricik istisnas "Âlem Hakk'n


sureti ve hüviyetidir" diyen

kimsenin anlaydr: u halde Hak Zâhir'dir. Ayn zamanda Hak


zuhur eden her eyin

ruhudur, bu durumda Hak Bâtn'dr

Hak adalet ve insaf anlamna gelir. Bunlar ise, insan- kâmilin


özeUiidir. nsan- kâmil her hak sahibine hakkm verir; Allah da her
eye yaratbm vermitir (Tâ-Hâ, 50) Hakk'a özgü olan i yaratma
(halk), insan- kâmilin âlemden ayrld yönü ise hak'ür. Bu sayede
EY insan
69

insan- kâmil var olan her eyin neyi hak etdini büir ve ona hakkn
verir. te bu özellik insaf diye isimlendirilir.
Hak, doasnn karlnda insann takip edecei bir yöntem olarak
farz klnm eriat anlamndadr.
Hak dünyaya, tabiat ise âhirete aittir. Çünkü tabiat her eyi mubah
sayar, hak ise yasaklar

Hak mutlak doru demektir:

Gybet, hak deildir, ama dorudur. Gybet (bir kimsenin duyaca


t(aman üf^ülecei bir feji arkasndan söyleme)^ kovuculuk vb. eyler
dorudur, ama hak deillerdir; çünkü hak zorunlu olandr. Doru
ise, olduu hal üzere bildirilen eydir. Bu bazen gerekli olabüir ve

bu durumda hak olur; bazen ise gerekli olmaz, bu durumda hak


deil, ama dorudur

• 'T) e ki: ^abalann:^ oullarn^ karde^lerini;^^ e^krini^ akrabaniî(^ elde

ettiinizi mallar, durgun gitmesinden korktuunu^ ticaret, hojunuî^a giden

evler si^ce A.llah'tan, Peygamberinden ve A.llah yolunda savamaktan daha


sevgili ise, Allah 'in buyruu gelene kadar bekleyin ' Allah fâsk (günahkâr)
milleti doruyola eri^time-:^' (Tevbe, 24)

Böyle olan bir kimsenin, imtihan günü, içinde olan ey, dna çkar.
Allah Teâlâ buyurdu: 'T^nsanlar içinde Allah 'a biryar kenanndaymij gibi
kulluk eden vardr. Ona bir iyilik gelirse yatdr, ba§na bir belâ gelirse yü^

üstü döner. Dünyay da âhireti de kaybeder, ipe apaçk kayp budur" (Hac,

11) Fakat asil olan kimse sapmaz. Adem'in sevgiliye muhabbeti aslî

idi. blis'in ibadeti ise taabbüdî (î^oraki, gösterij için) idi. imtihan
zamannda her ikisinin de içinde olan meydana çkt. Çünkü Adem
iki yüz sene alad, sevgilisi tevbesini kabul edinceye kadar kalbinin
strab dinmedi. Ama blis kovulur kovulmaz derhal Âdem
oullarn önlerinden, arkalarndan, yanlarndan yörelerinden.

'"^ Suad El-Hakîm, Ibnü'l-Arabî Söküü, çev. Ekrem Demirli, stanbul: Kabalc
Yaynevi, 2005, s. 220-221.
70

salarndan sollarndan girip saptrmaa raz oldu. Kovulduktan


sonra hiçbir zaman alamad. te, bu onun önceki ibadetinin

altnda neyin gizli olduunu gösteriyor. Adem'in de sevgilisi

kendisini balayp kendisinden raz oluncaya kadar durmadan


alamas, sevgilisine nasl kalpten bal bulunduunu gösterir.

Adem'in benzeri Allah'n u sözünde de geçmektedir: "Bütün

genijliine ramen, yer onlara dar gelerek nefisleri kendilerini sktrp,


A.llah 'tan baka snacak kimse olmadm anlayan, savatan geri kalm üç
kiinin tevbesini de kabul etti. Allah, tevbe ettikleri için onlarn tevbesini

kabul etmitir. Çünkü, O, Tevbeleri kabul eden, merhametli olandr"

(Tevbe, 118) blis 'in benzeri de u âyette var. "Allah'n Resulü'nün

hilâfna, geri kalanlar, oturup kalmalarna sevindiler. Allah yolunda

mallaryla ve canlaryla cihad holarna gitmedi" "Scakta savaa çkmayn"


dediler. De ki "Cehennem atei daha scaktr" keke bilselerdi" (Tevbe, 81)

te bu iki frkann hali her zaman böyledir. Hatta mürîdlerden


birinden eyhin hatr incinse o mürîdlerden öyleleri vardr ki

"Geniliine ramen Arz onlara dar gelir" Ta eyh kendisinden raz


oluncaya kadar stirab dinmez. Öyleleri de vardr ki nefis

mücâhedesinden geri durmakla sevinir" Mücâhede yolu güçtür,


Allah Erhamü'r-Râhimîn'dir." diyerek bakalarn da çalmayp
oturmaa tevik eder. Hattâ kasden âklarn kalplerini suluktan

soutmaya çalr ki onlar da kendileri gibi olsunlar. Birincinin

eyhine hizmeti, Adem'in sevgideki hali gibidir kincinin hizmeti de


blis'in zoraki yapt ibadette ve Allah'n teklifi karsndaki hali

gibidir. Kyamete kadar her ümmette onun dengi mevcuttur. Bina


temelsiz durmaz. Temeli salam yap ki bina salam olsun. Beyit:

"Ok öldürmediyse ilâç kolaydr.

Yayn inhinas (bükülme, yay eklini alma) erilik deil, rüku dur"

1" Niyâzî Msrî, rfan Sofralar, çev. Süleyman Ate, stanbul: Yeni Ufuklar
Neriyaü, s. 107-109.
EY insan
71

Bu hafzlar nasl olup da ariflerin ahvalini anlamyorlar, buna


ayorum" Yemin edip duran düjkün" (Kalem, 68: 10) diye erhettii
gibi, koucu bilhassa kendisidir: "Falann sözüne bakma, o her ne
derse seninle yine öyledir, böyledir" der. Kusurlar aratrc
koguculukla sö^ge^dirici, iyilii önleyici, saldrgan günaha dadanm§tr (Nisa,
4: 11, 12) Hele Kur'ân ne garip, kskanç bir sihirbazdr. nsan
kendisine öyle balar ki hasmn kulana anlayaca ekilde, açktan
aça fsldar. Fakat hasmn ondan (O mânâdan) ve tadndan haberi
olmaz, yahut da bu tad gerisin geriye alr, çalar. Tann onlarn yüreine
mühür vurdu (Bakara, 2: 7) buyurulduu gibi ne kadar ho iitiyor,

hatmediyor ve anlamyor! Ondan söz ediyor, fakat yine kavramyor:


Tanr Latiftir, kahr ve anahtar da latiftir. Ama O'nun açma (fetih)
anahtar o kadar latif, o kadar latiftir ki anlatlamaz. Eer benim
parçalarm bütünden çözülecek, açlacak olursa, bu O'nun sonsuz
lutfundan ve açclndan, esiz fatihliindendir. Ölüm ve hastal
sakn benim için suçlandrmaynz. Çünkü o, arada iin gerçeini
örtmek için bulunuyor. Beni asl öldüren onun benzeri olmayan
lutfudur. Bu çekilen bçak veya klç, yabanclarn gözlerini, bu
uursuz gözlerin katlin hakikatini görmemeleri bakmndan,
"
uzaklatrmak ve kapatmak içindir

Hristiyan cerrah öyle anlatt: eyh Sadreddin'in ashabndan bir


topluluk bize geldiler, yanmzda içtiler ve bana: "Isa sizin

zannettiiniz gibi Allah mdr?" dediler. Ben


Tanr'mn de: "Biz bir
var olduunu bunu bilhassa
biliyoruz. Fakat dinimizi korumak için

gizliyor ve inkâr ediyoruz" dedim Mevlânâ bunu iitince,


"Tanr'mn dümam yalan söylüyor, hââ! Bu olamaz. Bu eytann
arabndan sarho olup yolunu arm
ve Tanr'mn kapsndan
kovulmu olan bir düüün sözüdür. Yahudilerin oyun, düzen ve
hilelerinden bucak bucak kaçm, boyu iki arndan daha ksa, zayf
bir adam nasl olur da bu yedi kat göün koruyucusu olur? Hem
öyle ki bu göklerden her birinin kahnl, gidilecek olsa, be yüz yl
sürer ve bir gökle dier göün arasndaki uzunluk be yüz yl var.
Her birinin kalnl be yüz yl ve birinden ötekine olan be misli

"- Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Fîhi Mâ Fîh, çev. Meliha Ülker Anbarcolu,
stanbul: Milli Eitim Basmevi, 1990, s. 213-214.
72

denizlerin tasarrufu onun elindedir. Bu zayf adam nasl bunlarn


idare edicisi olur ve bunu senin akln nasl alr? Bundan baka
isa'dan önce yerin ve göün yaratcs kimdi? Tanr zâlimlerin
dediklerinden münezzehtir," Sonra Hristiyan'n: "isa'nn toprak
olan ksm topraa, pak olan ksm ise pâk olana gitti" dediini
söylediler. Mevlânâ buna cevap olarak dedi ki: "Eer isa'nn ruhu
Tanr ise, o halde ruhu nereye gitmi olabilir? Ruh ancak ashna,
yaratanna gider. Eer Isâ ise, o halde onun gidecei
asl ve Yaratan
yer neresidir?" Hristiyan yine: "Biz bu inanc babamzdan bulduk
ve onu kendimize din edindik" dedi. Ben de ona karlk olarak
dedim ki: "Eer babandan sana, kalp para ve bozuk altn kalm
olsa, sen onu ayar tam baka maddelerden saf ve temiz bir altnla

deitirmez misin, yoksa bu kalp altn üstün mü tutarsn?


Babandan sana çolak bir el miras kalsa ve sen bu çolak eli
düzeltecek bir ilâç ve doktor bulsan, bunu kabul etmez misin? Bu
çolak el bana babamdan böyle kald. Ben bunu bozmak,
deitirmek istemem mi dersin? Sen babann, yaayp öldüü bir
yer ve yurtta büjKiyüp yetisen, orann suyu tuzlu olsa, sonra
bundan baka suyu tatl, topra verimli, ahalisi shhatte bir yer ve
yurt bulsan, sen o fena yerden buraya nakletmek, daima onun tath
suyunu içmek ve bütün hastalklardan kurtulmak istemez misin?
Yoksa biz bu yer ve yurdu, bu hastahk yapan tuzlu suyu ile bulduk.
Burada kalacaz deyip oraya yapr kalr msn? Kat'iyyen bunu
akl ve duygu sahibi bir kimse söylemez. Tanr sana babann
aklndan baka görüünden baka bir görü ve iyiyi kötüyü
bir akl,

a5^rdetme kuvvetinden baka bir kuvvet vermitir. Sen bunlar ilet,


yoklua sürükleyen deil, doru yola götüren bir akla uy...

Yora'n babas eskici idi. Sonra sultana intisap etti. Sultan ona,
padiahlara hizmet edep ve erkânn, silah kullanmay öretti.
Yüksek mertebelere çkard. O: "Biz babamzdan eskici olarak
dünyaya geldik, eskici olarak kalmak isteriz. Bu mertebeleri
istemeyiz. Sen bize çarda bir dükkân aç. Orada eskicilikle

uraahm" demedi. Meselâ köpek o kadar aahk olduu halde, av


avlanmak sanatm öreniyor. Sultann avcs oluyor; anasndan,
babasndan örendii, gördüü, samanhklarda, ykk yerlerde
yatmay ve le yemeye kar olan hrsn unutuyor. Sultamn alaymn
arkasndan gidiyor. Av arkasndan kouyor. Doan da böyledir.
Sultan ona terbiye verdikten sonra o: "Biz babamzdan dalarn izbe
EY insan
73

yerlerinde oturmay ve le yemeyi örendik. Artk sultann


davulunun sesine ve avna rabet etmeyiz" demiyor. Hayvan, akl ile

babasndan anasndan varis olduu eyden daha güzelini bulduu


ona sarbyor. Böyle olunca artk akl ve temyiz (iyiyi kötüyü
vakitte
ayrt etmek) ile bütün yaratklara üstün olan insann, bu hususta
ha)^andan daha aa olmas pek kötü Bundan Tanr'ya
bir eydir.
snrz. Evet dorudur. Eer derlerse ki: isa'nn Tanr's onu i'zâz
etti (sayg gösterme, ikramda bulunma), kendisine yaknlatrd. Kim ona

hizmet ederse Tanr'ya hizmet, kim ona itaat ederse Tanr'ya itaat
etmi saylr. Eer Tanr isa'dan daha üstün bir peygamber gönderdi
ise, Isâ vastasyla gösterdiini, bununla fazlasyla göstermitir. Bu,
peygambere uymak, Tanr'ya uymaktr. Onun kendisine uymak
deil. Ona yaplan ibadet Tanr'ya ibadettir. Onu sevmek Tanr'y
sevmektir. Tanr'nn gayrsndan olan sevgi yine Tanr içindir. Bu
böyle senin Tanr'na kadar gider. Her eyin sonu O'na varr' ^^

Akln hassas, iin sonunu görmektir. Akibeti görmeyen akl


nefistir. Nefse malup olan akl, nefis haline gelmiür""^

ilâhî ilham ve Rabbani yardm sadece nefse yönelik olur''^

Kul ilâhî haberlere muhtaçtr, çünkü kul Rabbine müstehak ve


lâyk olan eyleri ve kulluunun gerektirdii eyleri ancak
Rabbndan gelen haberlerle örenebilir. te insan, Rabbinin
emirlerini ve yasaklarm örenince, Allah'n hakkm ifâ edince ve
kulluk görevini yerine getirince, kendi nefsini tamm olur. Kendini
bir tanyan kimse, Rabbini de böylece tamm olur. Rabbini tamyan
"^
kimse ise, Rabbinin emrettii ekilde de Rabbine kulluk yapar'

Mevlânâ Celâleddin Rûmî, ¥îhi Mâ Fih, çev. Meliha Ülker Anbarcolu,


stanbul: MilHEitim Basmevi, 1990, s. 193-197.
Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Mesnevi, çev. Veled zbudak, Abdülbaki Gölpnarl
(haz.), stanbul: MilH Eitim Basmevi, 1991, c. 2, s. 118, beyit. 1548-1549

Muhyiddîn bnü'l-Arabî, Risaleler, çev. Vahdettin nce, stanbul: Kitsan


Yaynlar, c. 3, s. 292.
Muhyiddîn bnü'l-Arabî, Marifet ve Hikmet, çev. Mahmut Kank, stanbul: z
Yaynclk, 1995, s. 131.
74

-8-
BZ, onlarn boyunlarna halkalar geçirdik. O
halkalar çenelere kadar dayanmaktadr. Bu yüzden
kafalar yukar kalkktr. "
tnnâ ce'alnâ fî a'nâkhim alâlen fe hiye ile'l-ezkâni
fe hüm mukmehûn"
*
Çünkü biti onlarn boyunlarna kelepçeler geçirmi§it^ O kelepçeler çenelerine
dayanmtr da burunlarjukan kalkk, gömeri a§ag somurtmaktadrlar.
(Elmalk Hamd Yattr)

Bit^f onlarn boyunlarna halkalar geçirdik. O halkalar çenelere kadar


dayanmaktadr. Büyüden kafalaryukan kalkktr.
(Diyanet)

-9-
Önlerinden bir arkalarndan bir set çektik de onlar
set ve
kapattk, artk göremezler
''Ve ce'alnâ tnin beyni eydîhim edden ve min halfihim
edden fe aeynâhüm fe hüm lâyübsrûn"
*
Hem önlerinden bir sed, arkalarndan bir sed çekmip^ kendilerini
sarm^î^dr. Baksalar da görmet^ler (Elmalk Hamdi Yattr)

Önlerinden bir set ve arkalarndan bir set çektik de onlan kapattk, artk

göremet(ler. (Diyanet)
EY insan
75

Biz onlarn boyunlarna beden tabiatnn kaydlarn ve süflî ilere

muhabbet zincirlerini koymuuzdur. Zincirler onlarn çenelerine


kadardr.

Hz. Pir, "herkesin ve hereyin sizden üstün olduunu düünmeden


uyumayn" diyor. Kabul etmek, seni vücut evinde tasarrufa götürür.
Boyun eme, fena (yokluk) için rükû ve secdeye meyil ve bundan
dolay da teessür (kederli olarak hislenme), üzüntü kalmamtr. Allah
korkusu yoktur.

Kemâlât ancak yoklukla, hiçlikle, zilletle (a^a, hakir olma) hâsl olur.
Onlar meyletmedikleri balarn emedikleri
ve için kemâlât-
insâniyyeyi kabul etmekten men olunmulardr

Ve biz onlarn önlerinden cihet-i ilâhîyeden (ilâhî yönden) nefsin


zuhuru hicabndan (örtü) ve kalbi istilâ eden, ele geçiren sfatlardan
hasl olmu bir sed klmzdr ki, o sed aydnhk ve kl cemâlin
görünme zamannda Hakk'n yüzüne hasret olmalar için yukarya

nazardan onlar men eder.

Ve arkalarndan yani beden cihetinden de yasak ve emirlere göre


hareket etmelerine mâni, bedene ait tabiat lezzetlerinin

perdelemesinden hâsü olmu bir sed klmzdr ki, bu sed de onlar


Celâli sfatn ve hayrn kabulü için hazrlayan sâHh amelden men
eder. Bu sebepten onlar için iüm ve amel tariki kapanmtr. Onlar
arm bir halde ebeden (sonsM':(a kadar) pudar ile kalmlardr.
Madde ile perdelenmeleri, cisim elbisesinde boulmalar sebebiyle
biz onlar perdelere bürüdük.

Bütün cihetlerden perdelerin kesâfednden ve onlarn sarp


kuatmasndan hiçbir ey göremezler, göremedikleri ve müteessir

''^ Kemâlüddin Abdürrezzâk Kâânîyyüs Semerkandî, Te'vilât-tKâ^âniyje, çev. Ali

Rza Doksanyedi, M. Vehbi Gülolu (haz.), Ankara: Kadolu Matbaas, 1988,


c. 3, s. 11.
76

(kederli, hüzünlü) olmadklar vakit de korkutmak veya korkutmamak


"^
müsavidir (ejit).

Cenâb- Hakk; "Biz onlarn boyunlarna birer ip baladk. O ipi

onlarn ahlâkndan, huylarndan meydana getirdik" diye buyurdu.

Hiç bir pis, kötü yahut temiz, iyi kii yoktur ki, yapt ilerin
yazld defter boynunda aslmam olsun.

Ey ehvet peinde koan kii, senin kötü ilere olan dükünlüün,


hrsn atee benzer. Simsiyah olan kömür ate rengine girince
güzelleir, yani kötü ilerin sana kötü görünmez.

Kömürün karard atete gizlenir, ate sönünce karanlk meydana


çkar.

Hrs ve ehvet, yaptn kötü ii süslemi,


senin sana ho
göstermiti. Hrs gitti, yaptn i kapkara meydana çkü"^

Allah, namus, ar ve hayay yüz batman arhnda bir demir ba,


bir demir buka (halka) haHne koymutur. Nice kiiler bu
görünmez baa balamp kalmlardr.

Kibir ile kâfirlik (Allah' inkâr eden), Hakk yolunu öyle bir

balamtr ki, kibirli olan, kâfir olan açkça âh bile edemez.

Cenâb- Hakk bu\ardu ki: "Biz onlarn bo}anlarna, çenelerine


kadar varan demir çenberler geçirdik. Bu yüzden onlar, balarn
kaldrmaya zorlanmlardr." bu zincirler, bizzat insamn
kendindendir, kendi içindendir. Hariçten vurulmu deildir.

"Onlarn önlerine, ardlarna engeller koyduk, gözlerini perdeledik"

diye bu}iardu. Bu hale düen, önündeki, ardndaki engeli göremez.

"^ Kemâlüddin Abdürrezzâk Kâânî Semerkandi, Te'vilât-Kââniyye, çev. Ali Rza


Doksanyedi, M. Vehbi Gülolu (haz.), Ankara: Kadolu Matbaas, 1988, c. 3,

s. 11.
^^^ efik Can, Konularna göre açklamal Mesnevi Tercümesi, istanbul: Ötüken
Neriyat, 1997, c. 3-4, beyit. 1120-1126
EY insan
77

O, öne dikilen engel, ovann rengindedir, görülmez ve bu engele


urayan, bu engelin kaza ve kader engeli olduunu bilemez.

Senin bu dünyada karna çkan, seni etkisi altnda brakan fâni

sevgilin, gerçek ve asl sevgilinin yüzünü göstermee engel


olmaktadr. Sahte mürid de, senin gerçek müridinin sözünü
dinlemene mân olmaktadr.
Nice kâfirler var ki, din sevdasna dümülerdir. Gerçek dini

bulacak gibi olmulardr. Fakat ar, namus, kibir, u ve bu onlara ba


olmutur.

Bu gizli bir badr ama, demirden de beter ve kuvvetlidir. Demir


ba ancak balta krar.
Demir ba, demir zinciri krmak, ondan kurtulmak mümkündür.
Fakat gaybn (görünmeyen) balad gizli baa, kimsecikler çare
bulamaz'^"

Bir insan istedii kadar kendi kendine tövbe etsin, eer dtan
gururda ve Firavun gibi inatta devam ederse bu tövbenin faydas
olmaz. Bu hal olsa olsa bir iç aknl bir kendini aldatmadr. Zira
kibir ve gurur insann yolunu öylesine balar ki kâfir, gönlünde
nura doru bir âh ve bir inleyi bulsa bile bunu darya vuramaz.

Ve Cenâb- Hakk, Kur'ân- Kerîm'in Yâ-Sîn sûresinde böyleleri


için: "Biz onlarn boyunlarna çenelerine kadar varan demir
çemberler geçirmiizdir. Bunun için balar (daima) yukarya kalkk
durur." buyurur. Ancak sen, yanlp da biz kâfirlerin boynunda
böyle demir perdeler görmüyoruz, diye itiraza kalkma! Bu demirler
kâfir boyunlarna dtan vurulmu deildir.

Yine aym sûrede Allah, "Onlarn önlerine ve arkalarna set

çekmiizdir. Gözlerini de perdelediimizden artk göremezler"


buyurur Onlann göremedii ilâh birlik ve güzelliktir, Hak nurudur.

'-" efik Can,, Konularna göre açklamal Mesnevi Tercümesi, stanbul: Ötüken
Neriyat, 1997, c. 1-2, s. 209-210.
78

Böylelerinin yollarna dikilen engeller, sahralar kadar genitir. Onlar


bu genilii servet, bolluk ve ferahlk zannederler. Böyle mevki,
ikbal, servet ve ehvet sahralarnn aslnda aümas imkânsz birer

çelik duvar olduunu ve bütün bu engellerin bir kader ve kaza icab


olarak kurulduunu fark edemezler.

Birer tuzak mânâsndaki bu nefse ait engelleri ve arzalar insandaki


beden gözü göremez. Bunlar o tehlikeli sederdir ki farkna varmak
için Hak velilerine ba vurup, görünür görünmez bütün Allah yolu
setlerini onlardan örenmek yoluna gitmedikçe, kii yeryüzündeki
hayatm bouna yaam olur.
Sen nefsinin sevgilisi olan güzele vuruldukça ve vurulu kaldkça,
mânevi sevgilinin nurunu göremezsin. Dünya lezzetleri ve dünya
nimetleri zevkine dalp, nefsine ait rehberin sesine kulak ve gönül
verdikçe, sana Hakk'a varma yollarm gösteren gerçek müridin
sesini duyamazsn.

Öyle kâfirler vardr ki bir îmân hasretiyle yanp tutuurlar Fakat


kendilerinde inatç bir ar ve namus vehim ettikleri için kibirleri ve
buna benzer duygular, bir manevî yolda yürümelerine engel olur.

Dünya balar, karlarna almaz duvarlar gibi dikilir.

Gerçi bu balar görünmez. Fakat salamhkta demirden beterdirler.


Çünkü bir törpü, bir balta veya herhangi bir vasta demir balar
sökebilir. Fakat bu görünmeyen balar kim nasl koparabilir?

nam eer ar sokarsa, vücut, bütün imkânlaryla faaliyete geçerek

bu sokmadan doan acy, zehri ve kötülüü gidermee çalr. Ar


ve i dardan konulacak merhemlerle söndürülür. Fakat senin
vücûdunu sokan ar dardan gelmez içinde, bünyende hasü olursa,

onu yok etmeye, bedeninde açti gizli yaray gidermeye kudretin


yetmez. çinde sz üstüne sz duyarsn, fakat ne derdini ne devâsm
bilirsin.

çim öyle istiyor ki bu noktay daha açklayaym. Bu hakikati daha


aydnlataym. Fakat bundan endie duyuyorum. Sözlerim sizi
ümitsizlie düürmesin istiyorum.
EY insan
79

Fakat Allah varken me'yus (ümidi kesmek) olunmaz. Her feryada, her
imdat isteyene mutlaka yetien Allah'n Rahman ve Rahim
olduunu bil ve ondan onun dileine uygun her eyi istemekten
kaçnma. O öyle bir yaratcdr ki eer isterse seni bir anda
zulmetten nura, küfürden îmâna, yeisten huzura ve en büyük ümide
ulatrr.

Ey karde sen sakn kendini görenlerden olma. Kendini görmek


sendeki kesret ve ikilik tozunu ayaklandrmasn. Ey karde! Allah'n
hikmeti senin ruhuna ve iz'anna akp durmaktadr. Ancak sana
akan bu hikmet Tanr abdallarnn yani Kâmil insanlarn varl
nurundan, onlarn yataklarndan akar. Hak erenleri kendi
maddiliklerini yok ederek ilâhi âleme yaklam; \'ücut karanlndan
kurtularak vahdet nuruna ulam nurlardr.
Sen kendinde, onlardan aksetmi
çktn
bir

sanarak yanlma! Gerçi gönül evinde bir


k görürsen bu n
aydnlk bulmann
senden

hazzn tadyorsun. Fakat bu aydnln etrafna k saçan bir komu


evinden tatn unutma!
Bu ktan senin evine de bir ziya vurursa ükret! Fakat bununla
marur olma. Çünkü saptma ve inkârn ilk basama gurur ve
kibirdir.

Çok yazk o insana ki ilâhî bir lutfa mazhar olarak, kendisine


akseden bir Hak nurunu bir nebî veya velî aydnln, kendi içinden
douyor sanp da marur olur; benlik davasna kalkar, ya vahiy
katibi Abdullah karanla saplanr, nitekim bu hal nice
gibi tekrar

ümmetleri bir peygambere ümmet olmak saadetinden


uzaklatrmtr.

Asl irfan odur ki insanolu ölmeden evvel kendi nefsinden ölmenin


yollarn bulmal, böylece de o hesap gününe Tanr'ya varm olarak
domal.

kyamet alametlerini de, ölmeden ç.yyc\ ölmeyi


Felsefeciye sorarsan:
de kabul etmez. Talarn aaçlarn dile geleceine inanmaz. Sen ona
bam, hiç
git, bir gün konumayacan sandn o talara vur ki akln
bana gelsin, de! Ona de ki: Sularn, topran, güllerin, ve otlarn
dilinden ancak gönül ehli olanlar anlar. Onlar, cemadarla, nebatiarn,
kularn ve bütün hayvanlarn neler söyleyip Allah' nasl andklarn
yllar yl, kendilerini yok etmenin neesiyle yükselip bütün
hakikatleri idrak edecek zaman görürler.
dereceye ulatklar
Nebilerle velîlerin gördüklerini ve duyduklarn bakalarnn görüp
duymamas, onlarn hâlâ vücut içinde, nefsin ve maddenin emrinde
kör ve sar olmalarndandr.

Hazret-i Muhammed'in, henüz minber yaplmadan evvel,

hutbelerini okurken, mübarek vücûdunu yaslad hurma aac neler

duymu, ne yüce ürperiler içinde kalm ve bu arada nasl derin


derin inlemidr, felsefeci bunu anlar m? O elbette nebilerle velîlerin

yakndan görüp bildikleri srlarn ve mânâlarn hakikatinden


habersizdir. Habersiz olduu için de kendi aklnca bu srlar ve bu
mânâlar çözmeye çalr.

Felsefeci der ki: insanlar ak duygular içinde bir takm vehimler ve


hayaller yaratrlar. Beerî akn klar, halk muhayyilesinde (hayal
kurma yetisi) böyle duygularn, düüncelerin ve inanlarn domasn
hazrlar. Kurdarm, kularn, talarn ve aaçlarn duyup düünen,
inanp dile gelen varlklar olabileceini sanmak, ite bu aldamlarn
bu hayallerin neticesidir.

Hz. Ali'nin bir gün Hz. Muhammed (s.a.s./e: "Ya Resulullah,

Mekke'den sahraya çktm zaman tek bir ta ve aaç görmedim ki


bana selâm vermesin" deyiindeki gerçei felsefeci elbette

anlayamaz. Esasen kafasndaki îmandan uzak hallerin, fesatiarn ve


küfürlerin akisleri onu böyle üphelere ve zanlara düürmektedir.
Kendisi nasü bir eyler görüyor, gözlerinin önüne bir eyler getiriyor
ve bütün bunlarn kuruntudan ibaret olduu neticesine varyorsa

velîlerle nebilerin de böyle fesatç hayaller içinde kaldklarm samr.

Felsefeci cinleri, devleri, eytan inkâr eder. Bunlarn hepsi


vehimlerin yaratt hayallerdir zanneder ve böyle zannettii anda
bilemez ki kendisi, inkâr ettii eytamn elindedir. Onun oyunca,
onun maskaras olmutur.
EY insan
81

Eer sen, ey felsefeci! eytan göremiyorsan bir aynaya bak, kendini


gör. Alnndaki morartya dikkat et. Bu morluk ban tatan taa

vuranlarn gece gündüz sefahat ve çlgnlklar peinde koanlarn


yüzünde olur.

Bak ve yüzünde olsun bu renkleri gör ve madem ki felsefecisin, yani


düünebiliyorsun, hiç olmazsa bunun srrn ve sebebini düün.

Kalplerinde böyle bir karanlk ve üphe olan kimseler kendilerini


gizleseler ve görünüte müslüman olsalar da ruhlarnda inkârn
felsefesi çöreklenmitir.

Ey mü'minler! Felsefecilerin, yollarn arm olanlarna


benzemekten çekinin! Çünkü felsefeci damar hemen her insanda
vardr. Hemen her insann bir ek ve üphe içinde kald anlar olur.
Sizin de içinizde henüz bilmediiniz nice ve sonsuz âlemler vardr.

Eer velîlerle nebilerin yollarn brakp, felsefe ubelerine dalar, her


biri ötekinin zddn söyleyen felsefecilerin yollarna saparsanz,
saptnz yolun neticesinde yalnz hüsranla karlarsnz

Her kimin ki kalbinde tam bir îman yerine bir üphe ve delalete
inam vardr, onun kalbi kyamet gününde hazan yapra gibi
titreyici olur.

Sen kendini adam sandn ve "üstün insanln vasf, görünmeyen


yani senin görmediin her eyi inkâr etmektir" zannettiin için
devlere, eytanlara ve cinlere gülersin. Halbuki kendi bilemediini

ve kendi göremediini aslnda da yok sanmak cehalet ve dalaletin


açk ifadesidir.

Fakat bir gün can dediin ruh, giydii postun içini dna çeviriverir,
seni ters yüz ederse, bir taraftan görmediin hakikatler güne gibi
gözlerini kamatrr, öte yandan senin içindeki görünmeyen
iblislikler ayn güne na serilirse, o zaman bak ve gör ki sen de
dahil, dünyada kendilerini iyi sanm nice din ehlinden ne feryatlar
duyolur. Kendilerini iyi sananlarn iç yüzlerinin berbatln görüp
bümekten doacak bu feryatlar elbette yürekler acsdr.
82

Fakat Hz. Muhammed (s.a.s./'m buyurduklar gibi: "Her kul, ne


halde öldü ise, ölürken kendisinde hangi sfat galipse, tekrar dirildii
zaman ayn sfatla dirilecektir"

Dünya dükkânnda bütün yaldzl eya, göze altn gibi görünmenin


evki içinde neeli ve handandr. Bunlarn satclar ise, her gelene,
bakr altn diye göstermenin cesareti içindedir. Bunun sebebi o
dükkânda bir mihenk ta olmay, daha dorusu, mihenk tann
gözlere görünmez bir yerde, gizli oluudur

nsanlarn davranlar ve inanlar da böyle ya bakrdan ya altndan


olur. Bu îman ve davran altnlarnn kalpm halisten ayrt edecek

ruh ve irfan mihengi (ö'/çü) bir perde arkasnda örtülü ve vazife


görmez halde olursa insanlar kendi bakrlarn altn sanacak kadar
aldanabilirler.

Her ne kadar gece karanlnda ve aym dükkânda halis altnla yan


yana duran ve onun kadar parldayan kalp altmn cakas büyükse de
altnn halisi bundan ahnmaz. Onun ancak gece karanlnda
gösterdii böbürlenie güler ve vakur bir sabrla gündüzü bekler ve
yamndaki sahte madene kendi hal diliyle unlar söyler: "Ey zavall

O zaman senin nasl


yalanc! kpkzl olduunu ve benim altn
sarhm kendin göreceksin"
Bilmez misin ki Allah'n lânededii eytana, yüzbinlerce yl melekler
secde etmid. Ateten yaratlm olmann verdii gurur içinde eytan
çalar boyunca ilâhî âlemdeki meleklerin hocas ve onlarn emîri
olmutu

Fakat aym gurur, naz ve kibirlilik içinde bir gün topraktan yaratlan
Adem'le müsabakaya girdi. Allah'a "Ben ondan üstünüm" demek
cesaretinde bulundu.

Sonra bizzat meleklerin önünde Hz. Adem'le giritii imtihan


kaybedince üzerine güne ve güne scakh vuran kirli ve pis
EY insan
83

eylerin bütün kokularn darya vermeleri gibi onun da içindeki


'""'
kirler ortaya çkt.

Rivayet olunduuna göre Cenâb- Hakk Mûsâ (a.s.)'ya: "Ey Mûsâ!


Benim hazinelerimde olmayan eylerle bana gelip yaknlk
istemelisin!" bujorduunda Mûsâ (a.s.): "Ya Rabbi, Sen âlemlerin
Rabbisin, hazinenden ne noksan olabilir ki?" dedi. Cenâb- Hakk
u karl verdi: "Ey Mûsâ unu iyi bilmelisin ki benim
hazinelerim Kibriya, zzet ve Celâl ile doludur. Bana zül (hor,
hakir), inkisar (krlma) ve yoklukla gel! Zira ben, benim için

kalplerini inkisara uratm kiilerle beraberim. Ey Mûsâ bundan


"
daha büyük bir ey ile bana yaklalamaz"

Ebû Cehil'in eski lâkab Ebu'l-Hakem'dir. "Hikmet sahibi,

muhterem" demektir. Allah' bilmedii için Ebû Cehil'dir.

Efendimize "Emin" lâkabn takan kiidir. Efendimiz delikanlyken


"Muhammed, emindir" diyor, o takyor, lakab. Adam tammay da
biliyor ama inad var ve kalbi mühürlü, gururu mani ve Bedir'de

Müslüman köle, boazm kesmek için üzerine çöktüü zaman "Sen


çok \öiksekte durmuyor musun?" diyor, ite öyle bir gurur illetine
'"
mübtelâ Ebû Cehil.

Adem Aleyhisselam babanla m öünüyorsun? Çocuklarnn çou


kâfirdiler. Onun gibi bir çok peygamberlerin çocuklar ve
zürriyetleri (nesi/, soy) de öyle olmutur... Yoksa ilminle mi iftihar

ediyorsun? blis bilindii gibi bir çok meseleleri çözümlemi ve


mevcudat sahifelerini tam tekmil (bitirme, tamamlama) okumutur...
Yoksa mal ile mi öünüyorsun? Karun'u düün. O mal belâs ile

helak olmutur... Firavun'un saltanat ve hâkimiyeti, Hakk'n


"
gazabndan, kendisini kurtarabildi mi?

'-'
Kenan Rifâî, erhli Mesnev-i enJ\ stanbul: Kubbealü Ner3'aa, 2000, s. 476-
482.
Ahmed Er-Rifâî, Vaazlar, Naim Erdoan (haz.), stanbul: Pamuk Yaynlar, s.

76.
'-^ Ömer Turul Inançer, Sohbetler, stanbul: Kekül Yaynlar, 2005, s. 15.
Ahmed er-Rifâî, Vaa^lar, Naim Erdoan (haz.), stanbul: Pamuk Yaynlar, s.

94.
84

• Sizleri kötü vasflardan sakndrrm, sakn onlarla muttasf


(vasflanm) olmaynz. Çünkü o vasflar, öldürücü bir zehirdir.

Hased, bankasna peri/en nimetlerin elinden gitmesini istemektir.

Kibir, kendisini bankasndan üstün göm/ektir.


Yalan, doru olmayan beyanlarda bulunmak; faydas^ olan çirkin sö^er

söylemektir.

Gybet, insanlarn ayplarn arkalarndan açklamak,


Hrs, dünyadan doymamak,
Gat^ab, intikam almak için kann beyne hücum etmesidir.

Riya, kendi gü^el hallerini, baçkalannn görmesinden memnun olmak ve srf


bunun için gösterite bulunmak...
^"^^^
Zulüm, nefsin istediiniyapmak...

-10-
Onlar uyarsan da uyarmasan da onlar için birdir,
inanmazlar.
"Ve sevâün aleyhim e enzertehüm em lem
tünzirhüm lâ yü'minûn"

On lan korkutsan da korkutmasan da onlara göre birdir, inanmalar


(Elmalk Hamdi Ya^r)

Onlan uyarsan da uyarmasan da onlar için birdir, ianamaî^lar. (Diyanet)

'-^ Ahmed er-Rifâî, Vaa^^/ar, Naim Erdoan (haz.), stanbul: Pamuk Yaynlar, s.

99.
EY insan
85

Bü)Kik Mevlânâ; "Asl iler ezelde kararlam olan levh-i mahfuz


(kader levhi, takdir) hükümleridir. Bu dünyada meydana gelen her

ey, ezel pazarbnn icaplardr ve's-selâm"buyuruyor.

"aki (bedbaht, ebedi kurtulutan mahrum olan) akidir anasnn


karnnda, said (ebedi kurtulup ve saadete ermij olan) saiddir anasnn
karnnda" buyuran Peygamber Efendimizin açklad gibi; ekya
daha anasnn karnnda iken ekyadr. Evliya da ana karnnda
evliyadr. te bu deimez kader hükmüne giriyor. Kur'ân da "Sen
onlara bir §ey yapamadn; çünkü onlar mühürlüdür" (Bakara, 6-7)

bu}arulduu gibi, bir kimsenin gönül gözünün açk veya örtülü


olduu mes'elesinin ezelî bir davaya dayand aikârdr.

Ezelde Cenâb- Hakk ruhlara hitaben sordu: "Ben sizin Rabbiniz


deil miyim?" Ruhlar da "Rvet, Kabbimi^sin!" (A'râf, 172) cevabn
verince, dildeki davaya elde delil gerek hesabna göre, dâvalarn
isbat etmek için ite bu âleme gönderildiler.

Asbnda sözünün eri olup olmadklarn göstermeye gelenlerin

mahiyeti, Allah indinde belli idi. Fakat bize bizi öretmek ve


kendimizi bildirmek, insanlk damgasna bu âlemde hak kazanmak
üzere u fâni diyara gelmi bulunuyoruz.
Bizim insan veya eytan oluumuz ezel nasibimizdir. Bir kimsenin

benlik davas ile bir domuz gibi haram yiyici, yani bakasnn
hakkna tecavüz edici olmas ve nefsini üstün klmak için bir dier
nefsi ylan ve akrep gibi sokarak, incitip küçük düürmek sevdasna
kaplmas, nefs eytanmn: "Ben ondan hayrhym" ezel sözünü bu
âlemde tekrar etmesinden ibarettir'"''

Ezelde akî olan kimseler çürük tohum gibidir ya toprakta

iken boulur veyahut sakat olarak doup geliir ve

kemâlini bulamaz. Ne söylesen onlar kandramaz, îmâna


getiremezsin.

'2<^
Mekûre Sargut, Gönülden Gönüle, stanbul: Kubbealt Neriyat, 1994, s. 120.
86

Nefsine uyan kii, ehevî arzularna, hevâ ve heveslerine esir olup


onlarn emirlerine boyun emitir. Allah böylelerinin kalbine faydal
eylerin domasn artk haram klmtr. Böyleleri, Allah'n kelâmn
dillerinden düürmeseler bile, ondan hiç bir haz alamazlar. Çünkü
Allah Teâlâ; "Yeryü'^^ünde haks^jere büyüklük taslayanlan âyetlerimden

jü^ çevirteceim" {A'mi, 146) buyurmaktadr^"^

nsan mârifet-i ilâhîyeden, meleklere, kitaplara, peygamberlere ve

âhiret gününe îmândan alakoyan, eytan ve nefsidir.

"Kjm Allah', meleklerini, kitaplarm, peygamberlerini, ve âhiret gününü


inkâr ederse, §üphesi\ derin bir sapknla dü§mü^tür. Ijte Allah'n
lanetledii, sar kld ve götlerini kör ettii bunlardr. Bunlar Kurân'
düünmediler mi? Yoksa kalpleri kilitli midir? (Nisa 1 36, Muhammed 23-

24)

Sar, dilsiz ve kör oldular da gerçei bilemediler. Kur'ân'm


hakikatini anlamayan O'nun hikmetlerini nasl düünebilsin?
Kur'ân'n nüzulünü (ini^) nasl kavrasn? Kur'ân' indireni nasl
tefekkür edebilsin? Kur'ân'n indirildii ahs nasl anlayabilsin?'"^

Her taraf cehalet tufan sarm, palavraclk, yalanclk alm,


yürümü... Yalan haberler, uydurulmu hikâyeler anlatlyor...

Herkes böyle bir yol seçmi, alm bam gidiyor, kime küselim?
insanlar idare etmeye çabyoruz, gene de yaranamyoruz, çünkü
onlar bizim gösterdiimiz güzel davrama kar gaflete dalp
kibirleniyor.

Anlald; bunlara kar Hicr sûresinin: "Emrolunduunu haykr,


müriklerden yüz çevir" âyetini uygulamaktan baka elimizden ne
geHr ki?""^

'•^'^
Ahmed Er-Rifâî, Sohbet Meclisleri, çev. Dr. AU Can Tad, stanbul: Erkam
Yayn, 1996, s. 87.
^28 Ahmed Er-Rifâî, Marifet Yolu, Doç. Dr. H. Kâmil Ylmaz (haz.), stanbul:
Erkam Yaynclk, 1995, s. 165.
'2^ Ahmed Er-Rifâî, Vaa^^lar, Naim Erdoan (haz.), stanbul: Pamuk Yaynlar, s.

67.
EY insan
87

O akiler hakknda: "Sen ne söylesen onlan kandramaz îmâna


getiremef^sin" (Yasin, 11), saidler hakknda da: "Onlar Allah'tan korkar

ve inanrlar" (Yasin, 10) yollu tebirde (müjde) bulunulmutur.

Hiçbir anadan doma kör veya kambur, hekimi çarp: Gözümü aç

veya kamburumu düzelt! der mi? Dese bile, hekim tedavide âciz

olduunu söyler. Çünkü hekim, geçici hastahklarn tedavisine

memurdur. te birinci âyet, ezelde kör, kambur, topal olan akiler


hakkndadr ki peygamberler ve müridler (irjâd eden, doru yolu
gösteren klavu^ bunlara kar hiçbir ey yapamazlar, ikinci ise, geçici

hastabklara uram olanlar içindir ki, ite irat (doru yolu gösterme, )
^^'^
ve vaaz ve nasihat bunlaradr.

• Ebû Cehil bir gün Hazret-i Muhammed'i, aklnca sîgâya çekmek


istedi. Eline bir kaç küçük ta ald. Peygamber'in huzuruna gelerek:
"Sen mademki Allah'n Resulüyüm, diyorsun, u halde her eyi
bilmen gerektir, ey Muhammed, bil bakalm, avucumun içinde ne
var, haydi, çabuk söyle" dedi.

"Eer gerçekten ResuluUah'san, eer sahiden gök perdenin


ardndaki srlar biliyorsan, bu kadar yakmndaki eyleri hemen
bilmen lâzm gelir. Haydi söyle!"diye srar etti.

Muhammed, Ebû Cehil'e dedi ki: "Avucunun içinde ne


Hazret-i

olduunu ben mi söyleyeyim? Yoksa, benim Allah'n Resulü


olduumu, dile gelerek ve ehâdet ederek, senin avucundak
nesneler mi söylesin?"

Ebû Cehil; "Bu ikincisi mümkün deildir. Sen sadece kendin bil",

bana yetiir diyecek oldu fakat Hz. Muhammed (s.a.s.), "Hayr"


dedi." büyük AUah, senin avucundakileri dile getirmekten çok daha
kudretlidir. O isterse bütün canszlar canlanp, bütün cemadat
(cans^ varlklar) insan gibi konuabilir. Esasen onlar Allah'n varl
ve birlii etrafnda nice srlar söyleyen hatta onun akyla devrâna

Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealü Neriyat, 2000, s. 494.


girip oynayan canllardr Fakat siz elbette onlarn dilinden ve onlarn
semâmdan anlayamazsnz"

Hz. Muhammed (s.a.s.) böyle söylerken Ebû Cehil'in avucunun


içindeki talar, bir bir dile geldiler. Her biri nice güzel konuan
insanlardan daha fasih (gü-:el konulma) ve daha tesirli bir söyleyile:

"Ehedü en lâ ilahe ülallah ve ehedü enne Muhammeden


ResuluUah" diye KeHme-i ehâdet getirdiler.

Ebû Cehil, ta parçalarnn dile geldiini duyunca korktu, öfkelendi


ve onlar yere atarak:

"Yalan! Yalan!"diye haykrd, "Bu mucize deil, sihirbazhktr ve


yeryüzünde seninle baa çkabilecek hiçbir sihirbaz olamaz, sen
sihirbazlarn basn!"
Böyle söyledii için de kâfirlerin en mel'unu (lânetli) oldu Yüce
Allah'n rahmetinden ebediyen uzaklamak gibi cezalarn en elimine
çarpld.

eytan nasl Hz. Adem'e bakt zaman, karsnda topraktan


yaratlm bir insan görecei yerde, insan heyetinde bir toprak yn
görebildi ve Adem'i toprak gibi gördüü için de ona secde etmedi,
bu yüzden Allah'a isyan etti ve yerlerden ve göklerden kovuldu ise
tpk bunun gibi Ebû Cehil de toprak görücü eytan gibi Hz.
Muhammed (s.a.s.JA^ ilâhi tecellîyi (akis) göremedi. Gözleri kaln
bir perde ile gaflet, hiddet ve küfür perdesiyle kapabyd ve öyle
kald.''^

i3>
Ken'an Rifâî, erhli Mesnevî-i eriJ] istanbul: Kubbealt Neriyaü, 2000, s. 312-
313.
"

EY insan
89

-11-
Sen ancak zikre (Kur'an 'a) uyan ve görmeden
Rahmân'dan korkan kimseyi uyarabilirsin.
îte böylesini, bir mafiret ve güzel bir
mükâfada müjdele.
'T.nnemâ tün^rü menittehea^kre ve ha§iyerrahmâne bi'l-aybi
Jehe§§irhü himairetin ve ecrin kerîm

*
Sen ancak Kur ân a tabi olan pe görünmedii halde Rûbmân olan A.llah'tan

korkan kimseyi sakndrrsn. Ijte onu bir batlanma ve çok erefli bir

mükâfat ile müjdele. (Elmalk Hamdi Ya^r)

Sen ancak f^kre (Kjdr'an'a) uyan ve görmeyen Kahmân'dan korkan kimseyi


uyarabilirsin. I^te böylesini, bir marifet ve gü^:^l bir mükâfatla müjdele.
(Diyanet)

• Korkutmak ancak istidad (kabiliyet) kl ve saf olan zikre uyan


kimsede tesirli olabilir ve o kimse korkutma ile hüzünlenip
kederlenir ve istidadnda olan asli marifeti (kalbi bilgi) ve ftrî

(yaradla ait) tevhidi sebebiyle hidâyeti kabul eder ve nasihat alr.

Ve tecelliden gaybubeti (kaybolma) ile beraber azametinin (büyüklük)


tasavvuru ile Rahmân'dan hayet eyler ve kendisinden gâib olan
huzura getirmek ve nuruyla ziyâland eyi görmek için sülük (doru
yola girmek) ile Rahmana tabî (uymak) olur. te o kimseyi ef al (fil),

sfat, zat hicaplar günahlarnn setri (örtülmek) mafireti azîmesi


(kafi olarak günahlarnn batlanmas) ile ve Hakk'n ePal, sfat ve zat
cennetieri ecri kerîmi (Allah 'in cömerttliine yara§r bir mükafat) ile

müjdele'^"

'^- Kemâlüddin Abdürrezzâk Kâânî\'}ais Semerkandî, Te'vilât-Kâ^âniyye, çev. Ali


Rza Doksanyedi, M. Vehbi Gülolu (haz.), Ankara: Kadolu Matbaas, 1988,
c. 3, s. 12.
90

• Mûsâ Kâzm'n olu Hz. Rzâ öyle buyurmular: "insanlar Ehl-i


Zikr'e muhtaçtr. Zikr Resûlullah (s.a.s./dt. Ehl-i Zikir ise biziz"

Ca'fer Sâdk Hz. leri de öyle buyurmulardr: "Kur'ân- Kerîm'de


zikrin iki mânâs vardr. Biri Kur'ân, biri de Kur'ân- Nâtk (konudan

KMr'ân) olan Hz. Muhammed (s. a. s.) ve Ehl-i Beyti. Nâs, her ikisinin
hukukundan sorumludur"

Hazret-i Ali, Peygamber (j-.i^.j./e sordu: Ya Resulallah! Allah'a

giden yollarn en ksasn, insanlar için en kolay ve Hakk nezdinde


en makbul olanm bana öretir misin?

Cenâb- Peygamber (s.a.s.) buyurdu: Benim ve benden önceki

peygamberlerin tebli (bildirmek) ettii en efdal î:(ikir 'T^ ilahe illallah"

kelime-i tevhididir. ayed yedi kat semâ ile yedi kat yer bir kefeye, ]^â ilahe

illallah kelime-i tevhidi dier kefeye konulacak olsa, kelime-i tevhid ar


basard Resûlullah (s.a.s.) bunlara ilâveten öyle buyurdu: Yeryüzünde
Allah Allah diyen bulunduu sürece kyamet kopma^.

Cenâb- Hakk, Hazret-i Musa'ya: Firavun'a git.. Çünkü isyan etti,

diyor Mûsâ da Cenâb- Hakk'a: Ya Rabbi, öyle ise sadrm (göüs) erh
et! (erh'ten maksat, :(ilmeti kaldnp nur getirmektir) ve i§imi kolayladr,

lisanmda olan kekelii refet (kaldrmak, hükümsü-:^ brakmak), tâ ki beni


iyi anlasnlar, sönümü iyi iitsinler ve bana, ehlimden olan kardeim Hârûn 'u
veqir eyle ve onu iimde bana ortak kl, tâ ki seni çokça tebih ve zikredelim

Cenâb- Hakk da buyuruyor ki: istediini verdim ya Mûsâ! (Tâ-hâ, 24-


36)

Bu âyet-i kerîmenin bâtn (iç) mânâs: Nefsime mücâhedeyi


emrediyorsun. Öyle ise sadrm erh et, akl bana vezir eyle ve maa
akl (dünya akl) hususunda ileyen lisamm, ki keke ve pepe saylr,
onu benden kaldr ve akl, bu hususta bana vezir eyle ki seni lây
veçhile zikr ve tebih edeyim ya Rabbi! demektir

'^-^
Süleyman brahim, Meveddef P/nrian, stanbul: Yeil Yaynlar, 2000 s. 35.
'^"^
Ahmed' er-Rifâî,Marijet Yolu, Doç. Dr. H. Kâmil Ylmaz (haz.), stanbul:
Erkam Yaynclk, 1995, s. 62.
'^5 Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealü Neriyat, 2000, s. 577.
EY insan
91

• bnü'l- Arabi'ye göre zikir müahede (^ahit olma) ve kefi salayan


huzurdur. Zikir Kur'ân- Kerîm 'dir.

Zikir, zdd gaflet olan huzurdur. Allah kendisini zikredenle birlikte

oturur. Oturan ise zikredende görülür. Zikreden kendisiyle birlikte


oturan Hakk' görmezse, gerçek zâkir deildir. Çünkü Allah'
zikretmek kulun her yönüne yaylr, fakat insamn sadece diliyle

yapt zikirden böyle bir sonuç çkmaz.

Kalp Allah' zikretmekle heyecan buldu ve mutlu oldu. Hidâyet


aydnh kula parldad ve k saçt. Allah hikmetinin nurlarndan ve
mârifederinden kulunun kalbinde bir kandil yakt. Böylece rahmet
kaplar açld. Yaratklar üzerine; onlar kilitU de deildi

Zikir, Kur'ân- Kerîm'dir. O zikrin en bü^Kiüdür "B/;^ ku^kusu^


':^kn indirdik " (Hicr, 9) burada zikir Kur'ân- Kerîm demektir

Ona göre her ey Hakk zikreder, çünkü varlktaki her ey vastasyla


Hakk'a ulaabiliriz. Her varhk kendisinde tecellî eden Hakk'a
ulatran bir tecellîgâhtr (ortaya çkma, aksetme yeri). O halde Hakk'm
varla yerletirdii her ey, zâkirdir.

Hz. Aie Hz. Peygamber'in her annda Allah' zikrettiini aktarr.


Bununla birlikte o, küçüklerle, yallarla har neir olurdu. Bütün
bunlar âlemde Allah' zikretmektir; çünkü her ey Allah' zikreder.
Bu yüzden herhangi bir eyin Allah' zikretmediini gören, gerçekte
o eyi görmemitir. Çünkü Allah her eyi varba zikredici olarak

yerletirmitir

Her eydeki gerçek fail ve etkin Hak'tr. Halk her durumda


müteessir (etkilenme) ve edilgendir. O halde zikir, bir mahalde -ki

mahal kuldur- Hakk'a ait bir fiildir. Kulun yapaca, mahalli


hazrlayabilmek için, her türlü etkiden tam anlamvla
so\atlanmasyla snrldr. O halde Hak, zikreden anlamnda zâkir,
^'^^
kul ise zikredilen anlamnda mezkûrdur.

^^'^
Suad El- Haldm, Ibii'l-Arûbî Sö-:(lüü, çev. Ekrem Demirli, stanbul: Kabalc
Ya>nevi, 2005, s. 727-728.
92

• Zikrullah'a devam edenler, Allah ile hotur. Allah ile ho olan,


O'na kavumutur. Zikrin kalbe yerlemesi sohbetin bereketiyle
mümkün olur. Çünkü kii dostunun yolundadr. Bize gelmenizi
tavsiye ederim. Bizim sohbetimiz denenmi bir tiryak, bir ilâçtr.
Bizden uzaklamak ise öldürücü bir zehirdir. Ey bizden uzak olan
zavall!Zanneder misin ki, ilmin sana kâfidir de bizden
uzaklarsn? Amelsiz ilmin ne faydas vardr? Ihlassz amelin ne
faydas olabilir? hlas (kahks-:^ samimiyet) bile tehlikeli yolun
kenarndadr. Seni ihlastan sonra amele sevk edecek, riya

(ikiyüzlülük) hastahm tedavi edecek ve sana emin yolu gösterecek


kimdir bilir misin? Alîm ve Habir (haberdar) olan Cenâb- Mevlâ:
bilmiyorsam^ ehl-i ^kirden sorunu-:^ (Nahl, 43) buyuruyor. Sen kendini
ehl-i zikirden mi samrsn? Eer onlardan olsaydn, onlardan uzak
kalmazdn. ayet ehl-i zikirden olaydn tefekkür me}^esinden
mahrum olmazdn. lmin sana perde, amelin engel olmutur.
Nitekim Aleyhi's-salatü ve's-selâm Efendimiz: Fayda vermeyen

ilimden sana snrm


bu\armutur. Ey bizden kaçmaya çalan!
Kapmza iyi eiimizden ayrlma. Çünkü bizim eiimizde
sarl,

geçirdiin her an ve attn her adm, mânevi bir derece ve ilâhî


yaknla vesiledir. Bizim Hakk Teâlâ Hazrederi ile inâbetimiz
(günahlardan ve her §eyden yü":^ çevirip Hakk'a dönmek) sahihtir (hakîkî).

Allah Teâlâ: ^ana yönelen kimsenin yoluna uy! (Lokman, 15)

bu}Tiruyor

Zikr, anma anlamna kullanlr. Ancak Allah' an zikirdir. Zikir üç


tarzda olur: Lisânen an; meselâ Allah'n Hay ya da Rahman
esmasn belli bir sayda tekrar etmek. Gönülden her an ilâhî

hikmeti seyretmek, sezmek. Fiilen zikretmek, Kur'ân'a uymak;


âyet-i kerîmede "zikredenler" denmeyip de "zikre uyanlar" diye
emrolunduuna göre, kast fiilen zikirdir. Kur'ân'n emrettii
ekilde ibadet etmek, haramdan saknmak, merhametli olmak,
sabretmek, hep bu âyetin kastettii uygulamal zikirlerdir. Kur'ân'
izlemek ve ona uymak zikir olduuna göre zikrin, önemli bir tanm
^^
da: Ahlâk- Muhammedi'ye uymaktr'

137 Ahmed er-Rifâî, Marifet Yolu, Doç. Dr. H. Kâmil Ylmaz (haz.), stanbul:
ErkamYayncbk, 1995, s. 46.
'3^ Halûk Nurbâki, Yâ-Sîn Sûresi Yorumu, stanbul: Damla Yaynevi, 1999, s. 18.
EY insan
93

unu biliniz ki, zikredilen AUah tek, fakat zikirler muhteliftir

(çeptli). Zikredenlerin kalp dereceleri de farkl farkldr. Zikrin asl

Cenâb- Hakkk'n emirlerine uymaktr. Çünkü Hz. Peygamber


"Kim Allah'a itaat ederse namaz, orucu ve Kur'ân tilaveti (Kur'ân'

usulüne göre okuma) az da olsa, O'nu zikretmi olur" buyurmutur^ ^^

Zâkir, zikrin dndaki eylere yönelmekten saknandr. Allah'


zikretmesi sebebiyle bakasn hiç arzulamaz.

Zâkire gereken, AUah' âdet ve gaflet üzere deil de, tazim (sayg
göstermek) ve hürmetin en son ekliyle zikretmesidir. Zâkir, AUah'
hürmet ve tazim üzere zikretmeyi terketmesi sebebiyle Allah'tan
perdelenir.

Hiç bir mü'min yoktur ki, onun kalbinin üstünde bir eytan
bulunup, o Allah' zikrettiinde eytan geri durmasn ve O kimse
Allah' unuttuunda eytan ona vesvese vermesin.

Bilmi ol ki gerçek ünsiyet, Allah' anmak ve O'nun zikriyle megul


olmaktan dolay bakasn unutmak ve Allah'n dndaki eyleri
zikretmekten uzaklamaktr''^"

Zikir iki ekilde olur. Birinden havf (korku) ve hayet, dierinden


evk ve muhabbet meydana gelir. Havf ve hayeti meydana getiren

zikir, AUah' nefsiyle zikreden ve AUah'n onu zikretmesini,

kendisinin AUah' zikretmesine sebep kabul eden, bir de kendisinin


AUah' zikretmesiyle, AUah'n da onu ziltredeceini bUmeyen
kimsenin zikridir.

Dier zikir ise, kendisi henüz ortada yokken ezelde AUah'n onu
zikrettiini ve ölünceye kadar da zikredeceini idrak eden kimsenin
zikridir. Dolaysyla bu kimse, AUah'n kendisini zikretmesinin ezeU
ve ebedî olduunu; kendisinin O'nu zikretmesinin ise, ehvedere

''*''
Ahmed er-Rifâî, Sohbet Meclisleri, çev. Dr. Ali Can Tatb, stanbul: Erkam
Yayn, 1996, s. 96.
'+*^
Ahmed er-Rifâî, Sohbet Meclisleri, çev. Dr. Ali Can Tad, stanbul: Erkam
Yayn, 1996, s. 131-133.
94

bulanm ve gaflet içinde olduunu bilir. Allah'n kendisini

zikrettiini görerek O'nu zikredenle, Allah'n fazl (fa^let, erdem, lütuf)

ve ihsann (lütuf, iyilik) görerek O'nu zikreden kimse arasnda ne


kadar fark vardr. Kulun Allah' zikretmesi, Allah'n kulunu
zikretmesine göre yamurlarn altnda kalan toz gibidir.^'*'

Ahiret tercih edildii zaman, dünya âhiret içinde kaybolur. Allah'


zikretmek ön plâna çktnda ise, hem dünya hem de âhiret bu
zikrin içerisinde fena bulup kaybolur Gerçek mânâda zikredilmeye
balanldnda, "kul" da "zikir" de yok olur. Ortada sadece
sfadaryla Cenâb- Hakk kalr'
"^"^

Zikrin âdab (edebi), tam bir azimet (sebat, kararllk), kemâl-i hudû
(alçak gönüllülüün kemâli) ve tevâzû ile dünya ve mâsivâ balarndan
syrlmak, salam bir ihlas ve kulluk uuruna vâkf olmak suretiyle
ism-i Celâl zrhna bürünmektir''^^

Beni evkle, muhabbetle ^kredin ki; ben de siî^ ar^unu^a kavuturmakla,

yaknlk vermekle anaym...

Beni yüceliimle, üstünlüümle ^kredin ki; si^ karplks^ ihsanlar verip

mükâfatla anaym...

Beni tevbe ile ^kredin ki; si:^ günah ba§lamakla anaym...

Beni dilekle ^kredini^ ki, ben de dileini^yerine getirmekle anaym...

Beni, yaptn-:^ hatalara pimanlk duyarak ^kredini:^ ki; si^ keremle

anaym...

Beni, ö^r dileyerek ^kredin ki; sit^i mafiretle, yani: Balamakla anaym...

^"^^
Ahmed er-Rifâî, Sohbet Meclisleri, çev. Dr. Ali Can Tatl, stanbul: Erkam
Yayn, 1996, s. 134.
^^- Ahmed er-Rifâî, Sohbet Meclisleri, çev. Dr. Ali Can Tatl, stanbul: Erkam
Yayn, 1996, s. 91-92.
-*^ Ahmed er-Rifâî, Marifet Yolu, Doç. Dr. H. Kâmil Ylmaz (laz.), stanbul:
ErkamYayncbk, 1995, s. 68.
EY insan
95

Beni, tam bir irade ile ^kredinizi ki; si^^e faydal olan §eyle sif^i anaym...

Beni, kötülükleri brakmak sureti ile ^kredin ki; si-:^ Ja-:^a Ja^a iyilikler

ederek anaym...

Beni, iblasla (gönülden gelen dostluk, samimiyet) ^kredin ki; sif(i

kötülüklerden kurtarmak sureti ile anaym...

Beni, kalblerini^e ^kredini^ ki; si:^ skntl hallerden çkarmakla anaym...

Beni, muhtaç hallerimi^ anlatarak ^kredin ki; siî^e güç vermekle anaym...

Beni, öf^ür dileyerek, günahlarmn batlanmasn isteyerek :qkredin ki; si^


rahmetle ve mairetle anaym...

Beni, îmânla :^kredini^ ki; sit^e cennetler vererek anaym..

Beni, slâmyoluna girerek •:^ kredin ki; si-:^ ikramla anaym...

Beni, kalble ^kredin ki; si^ mânâ perdelerini açarak anaym...

Beni, fâni (geçici) halini-:^ bilerek ^kredin ki; si-:^ devaml bir ^kirle

anaym...

Beni, yalvararak candan ann ki; si:(i fa^^letli klmak suretiyle anaym...

Beni, ^elil (aalanan) halini-:^ anlatarak ann ki; si^ hatalar batlamak
suretiyle anaym...

Beni, yaptklarn!^ itiraf ederek annz ki; ilenen günahlar silerek siî^

anaym...

Beni, gönül safâsi ile f^kredin ki, si-:^ hâlis iyilikle anaym...

Beni, sadakatle î^kredin ki; si-:^ nfk ile, yumuaklkla anaym...

Beni saflkla ^^ikredin ki; s!^ af ile anaym...


96

Beni ta^m (yüceltme) ederek, ^kredin ki; si^ keremli klmak irreti ile

anaym...

Beni, tekbir getirerek ^^kredin ki; si^ sair adl cehennemden kurtarmak sureti

ile anaym...

Beni, cefây terk etmek sureti ile ^kredin ki; si^ verilen söî^e vefa ile anaym...

Beni, hatay terk etmek sureti ile ^kredin ki; si^ çeitli ihsanlar ile anaym...

Beni, hi:(mette çaba göstermek sureti ile :qkredin ki; ben de si^ nimetin

tamamn vermek sureti ile anaym...

Si^ ne olduunu^ düünerek beni ^^kredin ki; ben de kendi varlmla si-:^

^^
anaym...

Zikrin be ana özellii vardr, bu be özellik de insann Cenâb-


Allah'n yanndaki deerini arttrr. Bunlar:

Zikirde Allah (ccjm. rzâs vardr.

Zikirde eytandan korunma vardr.

Zikir kalbi yumuatr.

ibadete olan ak artrr.


Mü'mini ma'siyetten (isyan, günah) ahkoyar^"^^

Hiçbir kul yoktur ki, Allah' hakkyla zikretsin de zikri esnasnda


Allah'n dndakileri unutmu olmasn. Allah ona, her eyin bedeli
olur Çou kere arif, Allah' zikretmek ister de, onun srrnda ta'zim

'"^^
Abdülkadir Geylânî, Gunyetii't-Tâlihîn, çev. Abdülkadir Akçiçek, stanbul,
Salam Yaynevi, 1991, s. 714-716.
i'*5
Es Se)7d eyh Muhammed Ebu-1 Hüdâ Es Sayyâdî Er Er-Rifâî El Halebî,
Tarikat-t Er-Rifâijje ve Er-RJfâf Yolunun Esastan, çev. Mahmud Nedim Aksoy,
stanbul: Sultan Yaynevi, s. 54.
EY insan
97

ve heybet dalgalar dalgalanr. Böylece Allah, onun lisanna vekîl


olur^^^

Ibn Abbâs (ra) öyle buyurmutur: "Her mü'minin kalbinde bir

eytan bulunur. Fakat mü'min, zikr-i ilâhi ile megul olunca eytan
kuçulur

Zikredenler ise Hak nezdinde zikrolunanlardr''^*^

Allah bu}naruyor ki: "Beni kendi içinde zikredeni ben de kendi


nefsimde zikrederim. Beni bir topluluk içinde zikredeni, ben de bir

topluluk içinde zikrederim. Kendiliinden beni zikredeni de


kendiliimden zikreder, ona göre ecir veririm."

Zikr-i ilâhiye devam ediniz. Çünkü zikir, vuslat- ilâhi için mknats,
kurb-i ilâhi için salam bir iptir. Zikrullah'a devam edenler Allah ile

hotur. Allah ile ho olan, O'na kavumutur. Zikrin kalbe


yerlemesi sohbetin bereketiyle mümkün olur.

Hak dostlar (ra.) demilerdir ki: "Allah' zikreden kimse Hakk


katndan bir nur üzeredir. Kalbi itminana ermi, dümandan
selâmete ulamtr. Zikir, ruhun gdas ve Hakk'n senasna ermi,
mânevi arâbdr. Hakk'n zikriyle meguliyet kadar kymetli bir
''^^
zevk ve lezzet de olamaz

Dünya bir perdedir ve dünyann halleri bu perde vastasyla gizlidir.


Tanr sevap, hil'at ve cenneti gayba îmân olan, her türlü ibadeti
yapan, Tanr'ya ve onun ilerine görmeden inanan kuluna verir. Zira
Tanr perdesiz olarak göründüü zaman, kimsenin ibadetinin
karb yoktur. Ve onun tövbesi de makbul olmaz. Kyamet
gününde Tanr perdesiz olarak görünür. O gün gizli srlar aydnlamr

^^'^
Ahmed Er-Rifâî, Sohbet Meclisleri, çev. Dr. Ali Can Tatl, stanbul: Erkam
Yayn, 1996, s. 132.
Ahmed Er-Rifâî, Marifet Yolu, Doç. Dr. H. Kâmil Ylmaz (haz.), stanbul:
Erkam Yayncbk, 1995, s. 51.
'^ Ahmed Er-Rifâî, Mö/t/'^/ Yolu, Doç. Dr. H. Kâmil Ylmaz (haz.), stanbul:
Erkam Yaynchk, 1995, s. 67.
'•»''
Ahmed Er-Rifâî, Marifet Yolu, Doç. Dr. H. Kâmil Ylmaz (laz.), stanbul:
Erkam Yaynchk, 1995, s. 46-51.
98

(Tank, y\yet 9) Bu zamanda tövbe etme, alama ve inlemenin


faydas olmaz. Tanr dünyada ileri bir perde arkasnda yapyor ve
kullarna da yine perde altnda dostluk ve yardm gösteriyor Eer
perdesiz yaparsa kyamet kopar. Kyamet, dünyamn fena
bulmasndan sonra kopacaktr. Bu dünyada kyamet muhaldir
(mümkün olmayan). Nitekim kullarna sebepler perdesi altnda,
kullarnn gözleri sebeplere çevrilsin ve Tanr'dan gâfl (hahersi^ olma)

olsunlar, diye yardm eder. Meselâ biri, Tanr'ya güvenerek kendini


minareden aaya atsa parça parça, zerre zerre olur. Aym güvenle
bçak veya klçla karnm veya boazn kesse derhal ölür veya yok
olur. Eer o kimse Tanr'nm yardmm ve adyla söylediimiz bu
eyleri yapar ve helak olmazsa Tanr'y perdesiz olarak görmü
demektir. Kendini bu âlemde açk olarak göstermek, Tanr'nn âdeti

deildir. O zaman. Onlar gayba inanrlar (Bakara, âyet 2), sözü doru
olmaz. Uyank, tedbirli bir kul, sebepler perdesinden Tanr'y görür
ve kendi selâmetini sebeplerden deil, Tanr'dan bilir. Zira gördüler

ve baz baz insanlar da özbeöz denediler ki sebeplerin faydas


yoktur. Eer shhat, selâmet ve dileklerin yerine gelmesi
sebeplerden olsa idi, asla tehâlüf (birbirine ':^t olma, birbirine uymama)
etmezdi. Ve isteklerin olmas sebeplerden hiç bir zaman ayrlmazd.
Bunun için o mü'min ve akll kula Tanr istemedikçe ve sebepler
perdesinden yardm etmedikçe, hiç bir maksadn hâsl ve müyesser
(kolaylkla ortaya çkan) olmayaca muhakkak görünür. Mü'minler
sebepleri bahane ve bir örtü olarak bilirler. Saadet ve ekâveti
(bedbahtlk, ebedî kurtulutan mahrum olma), Tanr'dan görürler.

Peygamberlerin kâfirlerden kaçmalar da ite bu yüzdendir.

Cennet imân ve itaat edenler içindir. Çünkü bunlar gayb perdesinde


itaat eder ve Tanr'dan korkarlar, bütün sebepleri O'ndan bilirler.

O'ndan baka bu her eyi yapan ve hükmünü yürüteni bilmezler.

Sebeplerin yüzü örtülü olmasndan dolay, bu cihanda yollarn


kaybetmezler ve Tanr'ya olan inançlarndan vazgeçmezler. Tanr bu
inançlar ve doruluklar karlnda ve imdiki lezzetieri,

güzellikleri, gelecekteki lezzetler için terkettiklerinden dolay,


cenneti onlar için meydana getirdi ve kar koyanlar, inkâr edenler.
EY insan
99

sebepleri kendi Tanr'lar bilen, ona koan ve snan, dünya


^^

lezzederini tercih edenler için de cehennemi yaratt

man gaybadr (gö^e görülmeyen mânevi alem)

man, kalbde du}alan hayet duygusudur; onda sevgiyle kark


bir ürperme hazz vardr.

man, Rahman esmasnn gönülde yaratt zorunlu bir atetir.


Kalbi temiz olan, evrenlerin yücesi Efendimizin inzar demek
olan bu cereyanla hemen hayat bulur; îman eder.

Gönüllerde Azîzü'r-Rahîm'in hikmeti olan Kur'ân, hayet


uyandrmyorsa o kalb hastadr. Gururla sakattr; hayat bulmaz,

Cenâb- Hakkk'n maher gününe kadar kendi gayb âleminde


kalmay tercih edii sebepsiz deildir.

Cenâb- Hakk, gayb perdesi arkasnda kahp kullarnn ümit ve


emeller peinde olmalarn ve bir ümit ile kendisine ibadet
eylemelerini ister. Kulun ümidi ya âhirettir, ya dünya. Her iki taleb
sahipleri için de niyaz (dua) kaplar açktr. Âhireti yani manevî
lezzet ve bazlar isteyenlerin, bu talebleri ve dünya zevk ve
arzularnn peinde koanlarn ümit ve emelleri Cenâb- Hakk'la
aralarnda bir ba demektir. Her kul bir ümit ve endie ile bilerek,

bilmeyerek Allah'a bahdr.

Ümit ve endie gayb âleminin perdeleridir. O perdenin arkasnda


ister korku ile, ister ümit ile Allah'tan merhamet dileyenler, bir gün
bu perde yrtlnca o âlemin bütün saltanatyla meydana çktm
görürler.

Perde yrtlnca herey aikâr olacandan ne korku, ne ümit kalr. O


anda insan ya iyi niyetli davramlarmn ve Allah'a varma dileklerinin

kabul olduunu görür, Allah'n cennet sözüyle vaad ettii mükâfata

'''"
Sultan Veled, Maarif, çev. Meliha Anbarcolu, Konya: Altunar Ofset, 2002,
s. 79-80.
'-'''
Halûk Nurbâki,, Yâ-Sîn Sûresi Yorumu, stanbul: Damla Yaynevi, 1999, s. 21.
100

ular yahut korktuuna urar. Bu böyle olmayp da her kul

maherdeki encamm (gelecek i§in sonu) dünyada bilecek olsa, dünya


ehli ve akiler (bedbaht, ebedi kurtulutan mahrum olan) yese (üzüntü)

düüp, mü'minler saadet içinde kalrd. Fakat ilâhî hikmet hükmünü


bulmazd. Çünkü Allah yalmz mü'minin deil, akinin hatta kâfirin

de kendisinden bir ümidi olsun ister. Ve kim bilir, belki bir gün,

henüz vücut ve dünya âleminde, nefsinin esiri olarak )Kirüyenlerden

biri bir an için gafletten uyamr da Allah'ndan yardm ve iyilik

dilerse, üphen olmasn ki Allah, onu affedecek ve iyi kullar arasna

almakta bir an tereddüt etmeyecek kadar büyüktür.

Vehim ve endie, aramlamn gizli kald; görünmedii, ne ve nasl


olduu bilinemedii zaman inam sarar. Aranlan meydana çknca
vehimler ve endieler geçer, ruh hakîkade kar karya kalr.
Hakikat tecelli edince Allah'n cemâlini görmee talib olan ruh,
emeline kavumu olur. Nefislerine boyun eip dalâlete (sapknlk
etme, doru yoldan ayrlma) düenler ise, vehim ve zanlarmn cezasm
çekerler.

nsan, gökten rahmet ve yerden yeillik bekledii gaybn bir gün bu


dileklerini yerine getireceine inand ölçüde Allah'a yakndr.

man, hakikatler gizli iken, görünmüyorken; düünce ve sezgi


idrak,

yoluyla erildii zaman güzeldir. Cenâb- Hakkk'm bu fâni (geçici)


dünyamn gayba açlan penceresini kapamasndaki hikmet budur.

Allah insanlarn hayr için, insanlarn hakikati bizzat bulabilir bir


insanlk seviyesine ulamalar için, nihayet kullarn, böyle bir

insanlk seviyesine ulam görebilmenin saadeti için böyle


yapmtr.

Allah'a ibadet ve inan da hudut erlerinin sadakati gibi, ancak ölüm


gününden önce makbuldür.

Ölüm günü Allah' yakndan görüp, onun )aiceliini maherde


kavrayacak imanszlarn o andaki imam elbette Allah katnda
makbul olmayacaktr.
EY insan
101

T^llah, kendisi gaybda iken onu görmeden seven ve bulanlardan


holanr^^"

Tanr'nn yeryüzünde de, yüce gökte de insan ruhundan daha gizli

bir eyi yoktur

Hak, kum, ya§; her jeyi bildirdi de ruhu "O benim ilimdendir" diye

mühürledi, gi^edi

Yüce kijinin gö^ü, o ruhu gördü mü artk ona hiç bir ^ey gi^li kalmaî^

Ancak, geceleyin gö^ü padiah tanyann o gü^el duygusu i^e yarar.

O marifetlerin hepsi, yolda görünen adamn yolunu sajirtan gülyabânidir Ölüm


günü onlarn hiç birinden fayda yok. Yalmî^geceleyin padiahn yüî^ünü gören
gö^ bakkal

Padijah hüküm gününde yaln^ geceleyin yükünü gören, kendini tanyan

adamdan haya eder (utanr)

Allah'tan korkmak bir fazilettir. Allah korkusu duyanlara bizzat


Cenâb- Hakk gönül huzuru verir. Onlar, korkmayn, mahzun
olmayn müjdesiyle ferahlandrr. Allah korkusu duymayan
manszlara ise acr, kullarnn büyük hakikati bümelerini arzular.

Gerçek bir Allah korkusu hakikatte büyük bir Allah sevgisidir. Bu


korku, inanm insanlarn gönüllerinde o kadar çok sevilen Allah'
kendisine lâyk bir sevgi ile sevememek, onun sonsuz büyüklüünü
yakndan bilip, ona yakr kul olamamak endiesi manasnadr
Cenâb- Hakk, gönlünde böyle bir endie yananlara elbette Rahim
ve efik olacaktr. Elbette onlarn gönüllerine bir emin olma hazz
^^
duyuracaktr^

'^- Ken'an Rifâî, erhli Mesnevî-i erif, stanbul: Kubbealt Neriyat, 2000, s. 532-
535.
^^^ Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Mesnevi, çev. Veled zbudak, Abdülbaki Gölpnarl
(haz.), stanbul: MilH Eitim Basmevi, 1991, c. 6, beyit. 2877-2879, 2912-
2915
'^*
Ken'an Rifâî, erhli Mesnevî-i erifi stanbul: Kubbealü Neriyat, 2000,
, s. 196.
102

• Cenab- Hak herkese o istidat tohumunu ihsan etmitir. Herkes


slâm olarak doar. Sonra onu anas babas Nâsrâni, Mecûsi u
veya bu yapar

Demek ki herkeste o doutan gelen istidat mevcuttur. Fakat araya


giren çeitli sebepler onu asli vatanna, cananna kavumaktan
ahkoyar. Yoksa ziraate elverili her tohum, mutlak nev ü nema
bulur, büyür, boy atar. Ve bir arzaya da uramazsa kemâle erer. Bu
söylediimiz ezelde yani ümmü'l-kitapta sait olan kimseler
hakkndadr. Yâ-sîn suresi 11. âyette: "Onlar Allah'tan korkar ve
inanrlar" yollu tebirde bulunulmutur.'^^

• Havfin yani korkunun üç türlü mânâs vardr: Biri korku, biri

hayet, biri de heybettir.

Bizim bildiimiz korku îmâmn artndandr. Hayet, amelin


artndandr. Heybet ise marifetin artndandr.

Her türlü cezadan korkmak, nefis makamdr. Allah'n cüve ve


oyunlarndan korkmak, kalp ve huzur makamdr.

Fakat sr ve uhut (jahit olma, görme) makamnn korkusunda, heybet


ve azamet vardr ki bu görgü makamdr. Resulullah Efendimizin:
Allah' herkesten t^yade ben bilir, herkesten ^ade de ben korkarm,
buyurduklar gibi, Allah'tan korkan Allah' bilenlerdir, dendii gibi'^^

te korku, ilim nisbetinde artar, Allah' bildikçe ziyâdeleir.'^^

Er-Rahmân, hikmetin gerektirdii tarzda a'yânn (hakikatler)

kabiliyetlerine göre varl ve sûri kemâli her eye veren demektir.


Er-Rahmân muhtaç olanlara özgüdür. Mübalaa kahbndaki bir

isim ile isimlendirilmitir, bunun nedeni eserlerinin umumilii, bu

'55 Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealt Neriyaü, 2000, s. 494.


'^^^
Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealû Neriyaü, 2000, s. 319.
157 Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealû Neriyaü, 2000, s. 48.
EY insan
103

eserlerin sirayetinin yaygnl ve de tasarruflarnn alannn


geniliidir.'^*^

Gece vakti olup karanlk gelse ve her dost ancak kendi dostu ile

tenha kalsa benim sevgililerim benim için kyamda (ayakta durma)

durup, bo)Tanlarn büküp bana tazarru ile (kendini alçaltarak

yalvarma) münâcaat (Allah'a yalvarma) ederler ve muhabbetimden


baka benden birey talep etmeyip rzâ yolunda giderler. Ben de
onlara kemâl-i muhabbetimden üç ey ihsan ederim: Birincisi bir

nurdur ki kalbine ilkâ ederim eer onlar daima söyleseler onunla


benden haber verirler, ikincisi: Ben onlara zat ve sfatmla teveccüh
ederim ve nice devletlere nail ederim, teveccüh (yaknlk duymak)
eylediim dostuma neler ihsan ederim. Üçüncüsü de bir ikramdr ki

onu ancak ben bilirim, bir de o kulum bilir, arzda ve semâda olan
eya ikrama nisbetle azdr, az bir eydir

Yâ Davut benim muhabbetime meyi eden evliya kullarma haber


ver ki; Onlarla meyammzda olan hicaplar ben ref ettim. Onlar
basiretieriyle (kalp gö^) görürler, onun için onlar halkdan mahcup
(hicapl, perdeli) olsalar onlara zarar vermez ve benim tarafmdan
onlara lütuf ve inbisat (ferahlk) eritii halde halkdan gelen hased ve
''''^
gazap onlara tesir etmez ve asla keder vermez

Rabbini ^^kret, kendini unuttuun vakit... (Kehf, 24) Yani Allah' öyle
zikreyle ki Allah'tan baka bir ey kalmasn ve kendi nefsin de
kalmasn. Çünkü hakikî zikrin mânâs, zikreden, zikredilen ve
zikrin bir olmasdr. te bu türlü zikirde bulunamn kalbinde ikilik

ve o kimsede benlik kalmaz. O kimsenin kalbine hakikî sevgili

nazar eder ve kendi cemâlini o kimsenin kalbinde görür. O zaman


öyle hitap eder ki: Bu gönülde, bu mülkün içinde vardan bakas
yokmr^^'^

'5^ Sadreddin Konevî, Esmâ-i Hüsnâ erhi, çev. Ekrem Demirli, stanbul: z
Yaynclk, 2004, s. 39.
'^^
Hadis-i erifler, Ken'an Rifai'nin notlarndan.
1''"
Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealü Neriyaü, 2000, s. 317.
104

Cenâb- Hakk esma-i ilâhisini (ilâhî isimler) Adem'e tâlim


belletme) buyurdu, sonra kendi ismini sordu: Âdem: Unutmruldum,
bilmiyorum Rabbim!" deyince Cenâb- Hakk: "O halde seni yer
üzerine "Nâib-i Hak kldm" (Allah'n elçisi) diye ferman eyledi. Bir
insan Hakk'n ismini and vakit, kendisini unutursa, o ii bizatihi
^'^
Hak yapar.

-12-
üphesizancak biz diriltiriz. Onlarn
ölüleri
yaptklar her ii, braktklar her izi yazarz. Biz, her
eyi apaçk bir kitapta (levh-i mahfazada)
sayp yazmzdr.
'l.nnâ nahnü nuhyil mevlâ ve nektühü mâ kaddemû ve âsârehüm
ve külle §ey'in ahsaynâhü fî imâmin mübm"
*
Gerçekten ölüleri hi^ diriltirim onlarn öncedenyapp gönderdiklerini ve

braktklar eserleriniya^^anî^. Zaten bi^ her §eyi açk bir kütükte, "Imâm-
mübîn "de sayp tesbit etmijit^dir

(Elmalk Hamdi Ya^r)

üphesi^ ölüleri ancak bi^ diriltiri-:^. Onlarn yaptklar her ip, braktklar
her i^ya^an^ Bi^l her ^eji apaçk bir kitapta (levh-i mahfuzda) sayp
ja^mijiîidr. (Diyanet)

(Açklamalar bölümündeki meal: Gerçekten bi\ bi:^î(. Ölüleri diriltiriî^ ve

önceden gönderdikleri peyleri ve eserleriniyaf^anî^^ adlarna, hesaplarna

geçiriri!^ Ve ^aten herzeyi önce açk bir kütükte, bir ana kitapta (levh-i

mahfaî^da) sayp ya^p^dr.)

'•^^
emsettin Yeü, eyh-i Ekber Muhyiddin—i Arabi Hakikati Nasl Anlatyor,
stanbul: Yaylack Matbaaclk, 1997, s. 42.
EY insan
105

Zât- ehadiyet (^tn teklii), mertebe-i vâhidiyete (birlik mertebesi)

domasa, ilâhî mertebeler vücut bulmaz. te Kur'ân da "yarattm",


"kldm" gibi ifadeler zât- ehadiyete delalet eder. Cem sîgas ise,

zât- vâhidiyete nazrdr ki o mânâda zat, ifada beraberdir


"Yarattik", "kldk" gibi...

Bu mânâya göre zat'm çokluu lâzm gelmez. Ancak sfatlarn


çokluu lâzm gelir ki bu sfadarn çokluu da zat'n tekliini

nefyetmez (sürme, sürgün etme).

bnü'l- Arabi vâhid (bu vâhid (bir), ahadiyetin (bir)'igibi deildir. Ahâdiyet
sonsu-:^ tekliktir, l'^âhid ise çokun birlie ulamasdr; insanda tecellî eden

^Hakk', dolaysyla birlii anlatr) lafzm zamamn teki olan Kutb'a


iaret için kullanmtr.

i3/r, "Her nerede olursamî^ O si^nle beraberdir" (Hadid, 4) âyetinde


belirtildii gibi bütün

saylara eUk eder. Yani sizin Bir'in dnda belirli bir varlnz
yoktur. Saylarn varhklar Bir vastasyla ortaya çkar. Bir, hangi

sayyla çarplrsa çarplsn, o say ne artar ne de katlamr. Çünkü onu


çarpan bir, çokluun birliinde onu çarpm, bu nedenle çoklukta
birart ortaya çkmamtir. Bir, ne kendiliinden, ne de çarpld
eyde artmaya konu olmaz. Bir, herhangi bir eye yerlemekten veya
bir eyin ona yerlemesinden pek )^cedir. Bir, hakikatleri

bulunduklar hal üzere bakalaürmadan brakr. Çünkü hakikatler


deiseydi, Bir de deiirdi. Hakikatlerin deimesi mümkün
deildir Elif bütün harflerin mahreçlerine (çklacak yer) yaylr. Bu,
Bir'in say mertebelerine yayldr^''^

Kâmil insan ksaltlm bir kitapür ve ümmü'l-kitab'n seçkin bir


nüshasdr (yazl bir eyden bir örnek) "Teklik Mertebesi", zorunlu
olan bütün fiilî isimleri içinde toplayan, bütün Rabbani sfatlar
kendinde barndran bir mertebedir. te insan melekût âleminin

"^- smail Hakk Bursevî, Ken-^-i Mahf-Gi^li Ha^ne, çev. Abdülkâdir Akçiçek,
stanbul: Bahar Yaynlar, 2000, s. 30.
'^'-^
Suad El- Hakîm, Ibnü'1-A.raM Sözlüü, çev. Ekrem Demirli, stanbul: Kabalc
Yaynevi, 2005, s. 650-651.
106

acaibliklerini olduu kadar, ceberut âleminin mana ve hakikatlerini

de içeren bir nüshadr. O, ilâh güzellikleri, alacak sanatlar içeren


bir kitap; rûhâni ve cismânî, semavî ve arz, dünyevî ve uhrevî
(âhirede ilgili) âlemlerin özetini kuatan alacak bir ehirdir.
Böylece, yani kâmil insan ilâhî mertebeyi kapsayan muhtasar
(ksaltlm) bir kitap olduundan "Allah Teâlâ Adem'i Rahman
sureti üzerine yaratt." (Hadis) "Allah Teâlâ Adem'i kendi sureti
üzerine yaratt." (Hadis) Allah'n suretinden maksat onun isim ve
sfatlardr. sim ve sfatlara suret denmesinin nedeni insann
suretle zahir olmas gibi, Cenâb- Hakkk'n da isim ve sfatlarla
zahir olmasndandr''^"^

bnü'l Arabi'nin imâm- mübîn hakkndaki baz güçlüklerifadeleri

arz eder O, imâm- mübîn'in levh-i mahfuz olduu konusunda

tefsirlerle hemfikirdir Bununla birlikte bazen onun lk Akl veya

Yüce Kalem olduunu açkça dile getirir.

Allah öyle buyurmutur: "Onlarn ellerindekini ihata etmi^ ve her §eyi

say olarak saymtr" (Cin, 28) Kitapta ise '%üçük hüyük her ne varsa
onlan saymtr" demitir (Kehf, 49) Buras divan sahibi kâtibin

makamdr ve o ilâhî mertebenin kâtibidir. Bu kâdp mâm-


mübindir. Allah öyle buyurmutur: 'îi^r §eyi mâm- mübîn 'de saydk "
(Yâ-Sîn, 12) mâmn mâm ise Kitaptr. O da silmeyi ve brakmay
içeren Levh-i Mahfuz'dur. Bu yüzden her ey ondadr (Futûhât, IV:
83)'''

Allah Hayy'dr (diri), Alim'dir (bilen), Kâdir'dir (her jeye gücü yeten),
Mürîd'dir {irade eden), Semî"dir (iiten), Basîr'dir (gören),

Mütekellim'dir fjö^ söyleyen).

nsan; dahi ayndr. O da: Hayy'dr, Alim'dir, Kâdir'dir, Mürîd'dir,


Semî"dir, Basîr'dir, Mütekellim'dir.

nsan; Zât'a bal hakîkatieri ile Hakk'n mukabilidir (karalk).

smail Rusûhi Ankaravî, Nak^ el-Füsus erhi, lhan Kutluer (haz.), stanbul:
Ribat Yaynlar, s. 15-16.
'^5 Suad El- Hakim, bnii'l-Arabî Söküü, çev. Ekrem Demirli, stanbul: Kabalc
Yaynevi, 2005, s. 353-354
EY insan
ÎÖ7

Insan-1 kâmil, Zât'a bal isimleri ve ilâhî sfatlar hak emitir.

Insan- kâmil'in Hakk'a kar misâli aynadr ki; bir ahs aynaya
bakt zaman, onda ancak kendi suretini görür, yoksa, kendi
suretini görmesi mümkün olmaz. Allah, insan- kâmili kendi zatna
vacip (sorunlu) kld ki isimleri ve ifadan ancak onda görüle...

Bütün bu anlatlanlar u âyet-i kerîmenin mânâsdr:


"Gerçekten bi-:^ emaneti yere, göklere ve dalara an^ ettik; onu tanmaktan
çekindiler Ondan korktular Ve onu 'nsan" yüklendi. Zira o faalim ve câhil

/«'/(Ahzab sûresi, 72)'^^

Bu âyet-i kerîmede, Cenâb- Hakkk'n zahir (açk, belli) ve bâtn


(gi^li, iç yü^ tasarrufunun insanlardan zuhur ettiini ve insanlarda
bir ey olmayp, srf Cenâb- Hakk'n tasarrufuna
âlet olduklarn ve

insan,kendinden zuhur eden bu tasarrufun, Hakk'n olduunu


bilmedii için zâlim ve cahil olduunu söylemiük.

B/^ kulumuza ^ah damarndan daha yakn-:^ âyet-i kerîmesinin bâtnî


tefsirinde (açklama), biz 'in mânâsnn cümle mevcudat (yaratlmlar)
demek olduunu söylemek isteriz. Yani, biz'im fiillerimiz, isim, sfat
ve zatmz, bu gördüün mevcudattan zuhur ediyor. Onun için "Biz
sana" yani sen ferde, cümle eyadan zuhur eden tecellîlerimiz ile
'^^
yaknz, demektir.

insann gökte veya cennette veya cehennemde deil de


yer)aizünde haHfe olmasmn nedeni udur: Yeryüzü toplama
mahalli olduu gibi karm ve birbirine girme yeridir. Yer^^zü,
birbirine u^namlu ve uyumsuz zt ve farkl varbk türlerini kendinde
toplayan bir yerdir. Baka bir ifadeyle yeryüzü, rahmet ve öfke
âlemi, kahr ve balama, horluk ve izzet âlemi, yoksulluk ve
zenginlik âlemi, Hak ve yaratlm, yaratma ve emir âlemi, cin ve
eytanlar gibi âlemleri kendisinde toplayan bir yerdir. Öyleyse
yer^âizü toplayc bir âlem ve bütün isimleri, her eyi kuatan bir

^'
Abdü'I-kerîm b. brahim el-Cîlî, nsan-/ Kâmil, çev. Sevyid Hüseyin Fevzi Paa,
stanbul: fâtsan Yaynlar, c. 2, s. 259.
16
Ken'an Rfâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealt Neriyat, 2000, s. 329.
108

yerdir. Halîfe, halîfe olduu kimsenîn suretiyle ortaya çkmaldr.


Bu nedenle Hz. Peygamber öyle demitir: "Allah Adem'i suretine
göre yaratt" Allah Âdem'i yaratrken iki elini (Celâl ve Cemâl
sfatlann) birden kullanmtr. Bunun hedefi, yaratkn düünmesi
sayesinde, güç sahibi olmasm salamaktr. Sonra insan, isimlerin

bilgisini kendi hakikati vastasyla elde etmitir. Böylece yer}öizünde


halifelik hakk sadece onun için ortaya çkmtr. O halde insan-
kâmil, âlemde Hakk'n halîfesi, yaratklar içinde Hakk'n vekilidir.
nsan- kâmil, hakknda hüküm verilen eyin hakikatinin yeteneine
göre ilâhî isimlerin hükümlerini âlemde uygular. Böylece insan-
kâmil, âlemde farkl suretlerde görülür.

nsan- kâmil, bazen güçlü bir hükümdar sûretindedir. Bazen


rahmet suretinde, bazen iddet ve güç suretinde, bazen intikam ve
zorlama, bazen örtme suretinde, bazen lumf, bazen sevinç, bazen
aknlk suretinde görünür ve bazen de güler yüzlü bir ekilde
ortaya çkar. Kastedilen, bütün ilâhî isimleri toplayan ve kuatan
mertebedir. Nitekim insan- kâmil aym zamanda bütün varlklarn
hakîkatierini kendinde toplar. Bu bakmdan, onlarn
var olu
ilkelerini ve (varla) geli yollarn, hareketierini ve durularm,

nefeslerini ve onlara ait olan ve onlardan ortaya çkan her eyi bilir.

Söz konusu eyler, insan- kâmil olduu gibi aym zamanda insan-
kâmil de onlardr. nsan- kâmil aym zamanda bütün ilâhî isimleri
kendinde toplar. Bu bakmdan insan- kâmil onlar üzerinde hüküm
ve tasarruf sahibidir; varbklar da insan- kâmil'e bo}Tan eer ve onun
bulunduu yöne yönelirler.

Isâ (a.s.) Allah'n onu isimlendirdii gibi bir "Ruh" olduundan ve


Allah onu sabit bir insan suretinde var ettiinden îsâ (a.s.) sadece
bir üfleyile ölü^oi diriltiyordu. Sonra Allah Teâlâ onu Ruhu'l-
Kuds'le teyid etmi, desteklemitir: Dolaysyla o, varlklarn kir ve
pisliklerinden arnm, tertemiz bir Ruh'la teyid edilmi olan bir
Ruh'tur. Bütün bunlardaki asl temel, "Ezelî Diri"dir ki bu da

^''^
Muhyiddin Arabi, Allah Kimleri Sever?, çev: Ekrem Demirli, smabul: Hayy
Kitap, s. 19-20
EY insan
109

Ebedî Hayat'la özdetir. ki taraf, yani Ezel ve Ebedi, âlemin


vücuduyla ve sonradan var oluuyla Diri olan Tanr ayrmtr

Levh-i Muallak (deinebilir kader) insanlk edebini tahsil için bize

verilmi cüz'i iradeyi lehimizde veya aleyhimizde kullanarak, bizzat


çizdiimiz kader çizgimizdir. Cenâb- Hakk bu levhada,
verilecekleri arta balam olduu cihetle iyilie iyilikle mukabele
ederek belây def eder.

Ezelde Cenâb- Hakk ruhlara hitaben sordu "Ben sizin Rabbiniz


deil miyim?" Ruhlar da "Evet, Rabbimizsin"cevabn verince
(Araf, 172) dildeki davaya elde delil gerek hesabna göre davalarn
isbat etmek için bu âleme gönderildiler. Böylece dünya da kazanç
veya kayp dura oldu.

Bizim eytan veya insan, aki veya said oluumuz ezel nasibimizdir.
Ancak u var ki, bir prlantay prlanta olarak meydana koyan, onu
temizleyip yontan elin mahareti olduu gibi, cevheri temiz ve
kabiliyeti üstün bir kiinin de cemiyetin hizmetine yarar hale gelmesi
için bir rehber insann eline dümesi icap eder'^°

Gayb âleminin bahar, kudrede esen bahar rüzgârlarn bizim


âlemimize yollar. Dünyamzda ermi insan gönülleri mânevi
âlemden gelen bu bahar kokusunu duyarlar. Buna mukabil insan
nefsinin dünya yüzünde malup olduu her kötülük, her kibir, her
hased, her hrs, her ehvet, ruha gayb âleminden kopan bir

sonbahar frtnas gibi derin hasar, büyük azap ve ölüm verir.

Gönül gözü açk olanlar için bu âlemdeki doumlar, ölümler,


varlklar, yokluklar hep birden kyametten Bu düünü
bizi

gibi,
uyandrmaldr.
yapraklarndan
I
soyunmu
görünmez olan günein
ve iskelet
bir örnektir.

tekrar

olmu aaçlarn
domas
yeniden
yapraklara, çiçeklere bürünmesi gibi, asrlar ve asrlar boyunca


169 A A
Muhyiddîn Ibnü'l-Arabî, Marifet ve Hikmet, çev. Mahmut Kank, istanbul: iz
Yaynclk, 1995, s. 201.
'"''^
Mekûre Sargut, Gönülden Göniile, stanbul: Kubbealt Neriyat, 1994, s. 122.
110

ölmü insanlarn hepsini diriltecek olan kyamet gününün gelmesi


de Kur'ân- Kerîm de haber verilmi bir hakikattir'^'

Ahlâk güzelliinde aranan ey niyet ve amel dürüsdüüdür. Çünkü


âzâmn gördüü amellerin ve fiillerin elbet bir haddi ve nedcesi

vardr. Sevaplarn da yine bir haddi ve hududu vardr. Fakat niyete

hudut yoktur. Onun için Resulullah Efendimiz: "Amel, niyet içinde


gizlidir" buyurmutur ve yine "insanlar niyetleri üzre
harolacaklardr. (yeniden dirilme)''' ve "Cenâb- Hakk sizin

amellerinize bakmaz, niyetinize ve kalbinize bakar" demilerdir

Asl maksat, sâlih amel denen kalp amel ve niyetindedir

Allah sevgisi sadece mânâdan ibaret olsa namaz klmak ve oruç


tutmak gibi, ibadete cismin de kart hareketier yaplamazd.
Birbirlerini sevenlerin yekdierlerine verdikleri hediyeler sadece
sevgi ve sayglar deildir. Bu sevgi ve alâka, insanlar birbirlerine

maddî hediyeler vermeye de sevkeder.

ki gönül arasndaki ak bu yolda olunca, en büyük sevgiliye


gönülden \nargun kulun, Allah'na bir takm ekle ait hediyeler

vermesinden daha tabii ne vardr? Allah'n dünyaya sald türlü

maddelerden güzel sanat eserleri yapmak, camiler, minareler,

mihraplar sralamak, evler kurmak, tezhipler yapp, güzel yazlar


yazmak; yollar, köprüler yapp Tanr kullarna kolaybklar

hazrlamak, nasl Allah'a maddelerden hediyeler vermekse, tpk


bunlar gibi insan vücûdunu namaza, oruca, hacca, zekâta

sevkederek ibadete ekil çizgileri ilemek de birer gönül hediyesidir.

Yeter ki Allah sevgisine yakr, tam bir sevgi ve ihlas (samimiyet,

ballk) bir gönülde temel edinmi olsun. Gönülde sakl muhabbet,


d âlemde ekillere hürünsün, sevgiyi isbat eden harekeder ve
eserler haline girsin.

1^' Ken'an Rifâî, erhli Mesnevî-i erif, stanbul: Kubbealü Neriyati, 2000, s. 292-
293.
^^2 Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealü Neriyaü, 2000, s. 424.
i'^^
Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealü Neriyaü, 2000, s. 98.
EY insan
111

ekil mânâya ahittir ama dünyada ekle ait ibadetin de hâlisi ve

kalp vardr. Gösteri için dindar görünmek suretiyle yaplan maddî,


manevî menfaat avclklar için yaplan hareketler, görünüte ibadet,
iyilik, vergi ve ba ekillerinde de olsa, aslnda yalanc ahitlerden
farkszdr.

Onlarn ne ellerindeki tebih Hakk'n ismini sayar, ne srtlarndaki


abâ (dervilerin ydigi kaba kumatan u:^n hol elbise)^ gerçek dervi
abâsdr. Böylelerinin davranlarndaki yapmack, erbabmn (ehil)

gözünden elbet kaçmaz.

Hak sevgisi ve ibadetin tek gdas gönül safbdr, Allah'a gönülden

balanm olmaktr.
^^'^

Gerçi ibadetteki d hareketler birbirinin aymdr. Dtan bakanlar


hakîkî müslümanlarla ibadeti taklid edenleri ayn yerde ayn safta

yanyana görürler. Hakikatte ise onlar birbirlerinden mesafeler boyu


uzaktadrlar.

Namaza namaz için gelenle taklit için gelenden yalnz birincisi

Allah'n huzurundadr.

Neticede her kii kendi amna uyan hareketi yapar. Bu demektir ki,

her insann levh-i mahfuzda yazl bir ad vardr Her ahn yazsmn,
daha ezelde yazüm bulunduu bu mânevi levhada ne yazlm ise,

hakikatte o tecellî eder. Kiinin bu levhadaki ad iyi bîr ad ise,

dünyada bu adn icab olan hareketi yapar. Bu isim orada kötü bir

isim olarak yazlmsa kiinin dünyadaki hareketleri de kötü olur.

Hulasa bu isim kahrdan ve cemâlden neye delâlet ediyorsa


sahibinin de dönüp dolap karar klaca yer orasdr. Bunun içindir
ki Hz. Ali "Herkes sonundan korkar, ben ise evvelimden korkarm"
buyurmutur'''^

^'''*
Ken'an Rifâî, erhli Mesnevî-i erif, stanbul: Kubbealti Neriyat, 2000, s. 382-
383.
''^^
Ken'an Rifâî, erhli Mesnevî-i erif, stanbul: Kubbealu Neriyaü, 2000, s. 49.
112

-13-
Onlara, u ehir halkn misal getir: Hani onlara
elçiler gelmiti.
'^V'adrib lehüm meselen eshâbe'l-karyeti iz câehe'l-
mürselûn"
*
Sen onlara o §ehir halkn örnek ver. Hani oraja peygamberler gelmiti.

(Elmalk Hamdi Yattr)

Onlara, §u ehir halkn misal getir: Hani onlara elçiler gelmiti. (Diyanet)

-14-
te o zaman biz, onlara iki elçi göndermitik.
Onlar yalanladlar. Bunun üzerine üçüncü bir elçi
gönderdik. Onlar: Biz size gönderilmi
Allah elçileriyiz! dediler.
*'tz erselnâ ileyhimüsneyni fekezzebûhü mâ

fe'azzeznâ bisâlisin fe kâlû innâ ileyküm mürselûn"


*
Hani bi^ onlara iki elçi göndermitik, fakat onlar ikisini deyalanlamlard.
Bi^ de (onlan) bir üçüncüsü ile destekledik Onlara: "üphesi^ ki bi^ si^e
gönderilmi elçileri;"dediler (Elmall Hamdi Ya^r)

ite o ^man bi^ onlara iki elçi göndermitik. Onlanyalanladlar. Bunun


üî^erine üçüncü bir elçi gönderdik. Onlar: Biî^ si^e gönderilmi Allah

elçilieriyi^ Dediler. (Diyanet)


EY insan
113

Hazret-i Isâ, Antakya ahalisini dine davet etmek üzere iki resul

gönderdi. Bu resuller, yolda Habîb-i Neccâr isminde birisine

tesadüf ettiler ve "Biz resulüz" dediler. O: "Risâletiniz ne ile

sabit?" deyince, resuller: "Biz körleri, uyuzlar, miskinleri iyi

ederiz," dediler. Habîb-i Neccâr: Benim miskin illetine (hastalk)

miibtelâ (tutulmu) bir çocuum var, iyi edinip diyerek çocuu getirdi.

Onlar da iyi ettiler. Habîb-i Neccâr bunun üzerine îmân etti. Sonra
Antakya'ya geldiler. Fakat bo}aan emedikleri için hükümdar
bunlar zindana attrd.

Hazret-i Isâ bunlarn arkasndan emun'u gönderdi. emun, evvelâ


kendini onlardan gibi gösterdi, ibadethanelerine gidip putlara tapt
ve bu arada da hastalar iyi etmeye balad. Nihayet hükümdar,
emun'u kendine vezir seçti ve: "te sen de hastalar iyi ediyorsun.
Halbuki baka dinde buraya iki kii gelmiti, onlar da ayn davada
idiler" dedi. emun, onlar hükümdarn huzuruna çarmalarn rica

etti. Resulleri getirdiler. emun onlara: "Siz, körleri iyi eder


misiniz?" diye sordu. "Evet" diye cevap verdiler. emun: "Ben de
iyi ederim" dedi ve daha bir çok sualler sorarak hepsine müsbet
{olu?nlu) cevap ald. Nihayet: "Ölüleri diriltir misiniz?" diye sordu.
Yine: "Evet" diye cevap alnca emun: "Aman hükümdarm, bunda
bir i var!" dedi ve hükümdar, yedi gün evvel ölen akrabasndan
birisinin getirilmesini emretti. Ölüyü getirdiler, resûUer bunu diriltti

ve âhirette ne gördüünü sordular Ölü, yedi gün pek çok azap


çektiini, nihayet yedinci gün, "Göe bak!" dediklerini ve baknca
da buiki resulü gördüünü söyledi. O zaman emun hükümdara:

"Aman hükümdarm, bari biz de putlarmza söyleyelim de onlar da


ölüleri diriltsinler!" deyince hükümdar: "Sen bizim putlarmzn
görüp iitmediklerini bilmiyor musun?" dedi. emun: "Öyle ise ben
bunlara îmân ediyorum" dedi. Bunun üzerine hükümdar da îmân
etti.

Bu srada Habîb-i Neccâr geldi; "Ey kavim, bu resûUere tâbi olun!"

dedi. Fakat ahali bunu iitince galeyan etti. Habîb-i Neccâr'


öldürmek için üstüne hücum ettiler. Habîb-i Neccâr, kendisine
114

hazrlanan cennetleri gördü ve: "Ya Rabbi, onlar da bu nimetieri

görseler ve îmân etseler..." diye kendisine olan iyilii, kendisine


''^

fenalk edenlere temenni etti^

Tefsirlerin verdii bilgilere göre, Antakya halk, elçilerin Antakya'da


bulunduu günlerde oraya hiç yamur yamamas veya balarna
gelen dier felâketlerin, onlarn yüzünden geldiini kabul etmi, bu
yüzden de elçileri uursuz saymlar ve bu iten vazgeçmemeleri
durumunda elçileri recmedip {ta§lamak), öldürecekleri tehdidinde
bulunmulardr. Hz Mevlânâ, Antakya halknn bana gelen maddî
zararlar yüzünden, elçileri uursuz saymalarndan bahseden âyeti,

onlarn böyle demelerinin, elçilerin beraberlerinde getirdikleri

kutsal mesajn manevî ve güzel kokusunun tesiriyle çarpbp


kendilerini kaybetmeleri yüzünden olduunu belirtmektedir.

"Kâfirler, peygamberlere gelen vahyin güzel kokusuyla çarpldlar ve

kendilerini kaybettiler de 'tetayyamâ hiküm (si':^ hi-:(e ugursu^uk


getirdim^' 6iyç: feryad ettiler"

Bu âyette Karye Ashâb'nn, beden kasabas, üç resulün de ruh, kalp

ve akl ile tevil olmas mümkündür. Evvelâ onlara iki resul

gönderdi. Nur ve zulmette (karanlk) karye ehliyle resuller arasnda


münasebet (ilgi, ba) yoktu. Ehl-i karye bu iki resule muhalefet

etmeleri dolaysyla istek ve hareketlerinde nefse uygun gelen ve


nefsi ve kavmini, kalp ile ruhun davet ettiine davet eden ve
onlarda müyessir (kolaylkla meydana getiren) olan akl resulü ile

(Akl- Hvvel; ilâhî ilimdir, ahadiyettir, güne§e ben^r. Akl- küllün ben'^ri

ise, suyun içine dü§en güneyin nurudur. Akl- maaj ise sudan akseden
aydnlkt?''^ V^ahdet makam ve ulûhiyet mertebesi gif^li bir hainedir.

Herkesin kalbine ve ^hnine gelen fikri, aklî ve hissi n akj ve suretler, hep o

ha:^nenin parltlar ve akisleridir, ipe bu parltlar, haî^inenin altnlar


mesabesinde olan ilâhî sfatlann parlak akisleri eseridir. Ama bu panlt ve

''^^
Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealü Neriyaû, 2000, s. 78.
'^^ Hüseyin Güllüce, Kjr'ân Tefsiri Açsndan Mesnevi, stanbul: Ötüken Neriyat,
1999,5.209-210.
Abdü'l-kerîm b. brahim el-CÎU, nsun- Kâmil, çev. Seyyid Hüse3dn Fevzî Paa,
stanbul: Ivitsan Yaynlar, c. 2, s. 97.
EY insan
115

akisler herkese istidadna göre §k verirf'^ kuv\"etlendirildi ve


doruland. Ehl-i karyenin resulleri kötü görmeleri, onlar lezzet ve
huzurdan men ve riyazatla {dünya k-:^tlerinden saknmak)
mücadeleye meylettirdikleri içindir

Bedene yönelik arzu, iç güdülerle dolu olmalar resûUere ta atmalardr.

Resulleri yalanlamalar ise ha^^anî ehvet ve isteklerinin vücutlarm


istilâ etmesi ve üstün gelmesidir.

Medeniyet arsasndan yani kasabann en uzak köesinden gelen


adam da. Akl mn delalet ve nazar ile tevhid dinini ortaya koyan
önceki sevgilinin, resulünün tasdikine davet eden bedenin en yüce
ve }nLksek mevkiine sahip olan a§k'\r}^^^

• Her insan, sûretâ (görünüte) cirmi (cisim) küçük de olsa, mânâda


büyüktür. Yedi gök ve yedi arz ve bunlar içinde bulunan eyler.
Ar, Kürsî, Levh, Kalem, Cennet, Cehennem günde bir kaç defa o
vücut ehrine bir yandan girer, döner dolar, öbür yandan çkar.
Ama bunu insanlardan pek az hissedebilir. nsan tpk bü}Tak bir
ehir gibidir, Ortasmda büyük bir sultamn omrduu büyük bir taht
vardr. Bu tahta oturan sultan, Tanr'nn hükmüdür. Ruh onun
mülkü, kalb hazinesi, akl ölçücüleri-tartclar, fehim (anlay§, idrak)

ölçei ve terazisidir. Bu ehrin dört kaps vardr. Göz, kulak, dil ve


el. Bütün mahlûkat bir taraftan girer, öbür taraftan çkar. ehre
girenler, akln önünden geçmeden çkamazlar. Fehim (kavrayij),

bunlarn kymetçe, ölçü ve tartca iyisini kötüsünü seçer,

beendiini alkor, beenmediini salverir. Bu kafilelerden kimi


göz kapsndan girer, el kapsndan çkar. Yani görülerek girer, fiil,
amel ve sanat olarak çkar. Kimi kulak kapsndan girer, dil
kapsndan çkar. Yani iitilmek suretiyle girer, söz halinde çkar.
Akl da önünden geçenlerin resimlerini çeker, hayale verir. Hayal,
akl defterlerinin sahibidir. Akl da çektii resimlerden
beendiklerini ahkor, beenmediklerini sahverir.

' '''
Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealü Neriyaü, 2000, s. 265.
'^'^'
Kemâlüddin Abdürrezzâk KâânÎ3^Ki's-Semerkandî, Te'vilât--Kâjânijje, çev.
Ali Rza Doksanyedi, M. Vehbi Gülolu (haz.), Ankara: Kadolu Matbaas,
1988, c. 3, s. 12-13.
116

Bunu bildinse, bil ki: Görme ve iitme yoluyla kafilelerin vücut


ehrine girilerinde mü'minle (îmân etmi§) münafk (iki yü^üy içi

baka dî§î baka) arasnda bir fark yoktur. Fakat gelen sermayeyi

alp fiilde ve sözde kullanma bakmndan ikisi arasnda çok farklar

vardr. Mü'min, kulak ve göz yoluyla gelenlerden Allah indinde


hayrh olanlarn abr, iyi yapar, iyi konuur. Bir iyüii bin, hatta

daha çok yapar. O mü'min, "Her baakta jü"^ tane bulunan jedi baak
bitiren bir bahçe gibidir. Allah, dilediine kat kat verir. " (Bakara, 261)

Münafk ise kulak ve göz yoluyla gelen kafilelerden Allah indinde


erli olanlarn alr, er (kötülük) yapar, er konuur. Hatta o,
mü'minin aksine, bir erri bin ve daha fazla yapar. O, birçok dallar

veren, her dalnda birçok dikenler bulunan kötü bir tane gibidir.

Mü'min, îmâmna kuvvet veren, ilmini ve irfamm artran amellerini


halis yapan, ahlâkn düzeltenlerden bakasna rabet etmez.
Münafk da nifakm (arabot^uculuk) kuvvetiendiren, eytanln
artran, kalb cemiyetini (bütünlüünü) datan, vesvesesini

toplayandan bakasna kuvvet vermez. tibar (ehemmiyet) ru'yete


(görmeye) deü, gördüünü alp onunla amel etmeyedir, iitmeye

deü, ahlâka ve konumaya itibar olunur. Güzeli iitmeye itibar


yoktur; itibar, onu kabul etmeye, güzel meyvesinin zuhurunadr
(ortaya çkma). yi olana bakmak mühim deü, fakat o iyi eyin, senin
amellerini hayra çevirmesi mühimdir.

nsan, önünden her ey geçen bir ayna gibidir. Baz aynada eyann
doru, güzel görünür, bazlarnda da eri bürü görünür.
suretleri

Meselâ dev aynasnda her ey, dev gibi görünür. Yahut insanlar
Cenâb- Hakkk'n buyurduu üzere iyi veya çorak yere benzerler;
"Gü^l toprak, bitkisini Rabbinin ikiyle verir. Kötü olan da ancak kavruk
bitki çkarr. " (A'raf, 58)

yi toprak, kötü tohumu slah (iyiletirme) eder. ki üç devrede onu iyi

yapar. Kötü toprak da iki üç devrede ijd tohumu bozar. Gerçek söz

dinlemede insan kalbi de böyledir. Nitekim Yüce Allah


buyurmutur: "Allah onlarda bir hayr görseydi, elbette onlara iittirirdi.

Onlara iittirirse bile elbette yü\ çevirir, geri dönerler" (Enfal, 23)
EY insan
117

Ama bunlarn hepsinde hüküm, yine Hak Teâlâ'mn


hükmüdür'nsanlann hepsi mevlâ sayhr, çünkü onlar, Allah'n
kazasna göre bir fiil icra ediyorlar (yapma, yerine getirme)^

Eflâtun ruhta üç kuvvet tanyor: Biri bata olan nous yahut akl;
ikincisi kalpte olan ecaat thymoeides; üçüncüsü karnda olan
ehvet, epithymetikon'dur.

Eflâtun ruhu bir kouya benzetiyor ki, arabacs akl iki attan biri

ecaat, öteki de ehvet.

ecaat fevkalâde asil ve güzel bir hayvan. Öteki ise hain ve daima
yoldan çkmaya müheyya (meyli olan) bir varlk, ite akl bu arabay
sürdükçe kounun intizamn (yol, usul) muhafaza ediyor.

Yine Eflâtun diyor ki: insanlarda isteyerek kötülük ve fenâhk


yoktur. Ne kadar fena da olsa faziletin ashna babdr. Eer hayr
misali bir kimsenin karsna çkacak olsa, onun mukavemet krc
akna dayanamaz. Çünkü o, o kadar güzeldir. Binaenaleyh fazilet

hayr bilmek ve Allah'a benzemek olduu için ahenk ve intizam


dairesinde hayat demektir.

te bu fazilet dört kuvvete ayrhr. Biri, akhn faziletidir ki ihtiyattr,

ikincisi kalbin faziletidir ki ecaattir. Üçüncüsü ehvetin faziletidir

ki itidaldir. Bu üçün doduu bir fazilet de vardr ki adalettir.


Binaenaleyh kendisiyle ve hemcinsiyle, bütün âlemle uygun ve
^^'^
ahenkli bir hayat yaayan kimseye âdil insan denir

insanda üç kuvvet mevcuttur. Biri tabiattir ki ondan ehvet hasl


olur. Biri nefistir ki ondan arzu, biri de kalptir ki ondan da ak
^^"^
zuhur eder.

ncil'den: Bahtiyardr o kimseler ki ara bulucudurlar. Bunlar Allah'


^'^
göreceklerdir^

'^' Niyâzî-yi Msrî, irfan Sofralar, çev. Süleyman Ate, stanbul: Yeni Ufuklar
Neriyaü, s. 77-78.
^^2 Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealt Neriyaü, 2000, s. 365.
'^3
Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealü Neriyaü, 2000, s. 582.
118

"ki elimle yarattm eye secde etmekten seni alkoyan nedir?"


(Sâd, 75)

Üçler:

Hak Naibi (vekili)

Hz. Peygamber'in vekili (î^hir ilimler) (görünen, açk)

Hz. Ali Efendimizin vekili (hâhn ilimler) (sr ve hakikatle ilgili ilimlerf^''

Kutuptan kudretli ve kuvvetli yoktur. Ubudiyet (kulluk) sfat


bakmndan ise kutuptan daha âciz ve daha zayf yoktur.
Nübü\^xtin bâtndr, peygamberliin iç \^züdür. Onun zahirine

nübm^-^et, batmna velayet derler.

Kutbun Allah indinde ismi Abdullah'tr, âlem merkezinde bütün


ulvî ve süflî ileri yürütür. Ayn zamanda Abdülcami'dir, bu ismi
bütün ilâhî isimleri kapsadna iaretür.

Kutuplar Hz. drs'in naipleridir (vekil)'^'' Kutup âlemin kalbidir ki,

en \aiksek ve en alçaa kadar herkese ve her eye hayatn ruhunu


'''
verir.

mâm- Yemîn'in (sadaki ve-:^r) ismi "Abdürrab"tr, melekût


âleminin muhafazasna bakar.

mâm- Yesâr'n (soldaki) ismi "Abdülmelik" olup mülk âleminin


'^^
ileriyle görevlidir^

'*''*
Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealü Neriyati, 2000, s. 265.
'^5 Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealü Neriyat, 2000, s. 555.
^^^ Mûsâ eyh Tahir Tokad, smail Hakk
b. Bursevî, Hac Bekta- Veli,

Muhammed Nurü'l-Arabî, Gajb Bahçelerinden Seslenirler, Yayna hazrlayan


Tahir Hafzaliolu, stanbul: nsan Yaynlar, 2003, s. 103
'^^ Mûsâ eyh Tahir Tokad, smail Hakk
b. Burse\â, Hac Bekta- Veli,

Muhammed Nurü'l-Arabî, Gajb Bahçelerinden Seslenirler, Yayna hazrlayan


Tahir HafzaHolu, stanbul: nsan Yaynlar, 2003, s. 106
'^^ Mûsâ eyh Tahir Tokad, smail Hakk
b. Bursevî, Hac Bekta- Veli,

Muhammed Nurü'l-Arabî, Gajb Bahçelerinden Seslenirler, Yayna hazrlayan


Tahir Hafzaliolu, stanbul: nsan Yaynlar, 2003, s. 110.
EY insan
119

-15-
Elçilere dediler ki: Siz de ancak bizim gibi birer
insansnz. Rahman, herhangi bir ey indirmedi. Siz
ancak yalan söylüyorsunuz.
*^Kâlû mâ en tüm illâ beerun mislünâ ve mâ enzele'r-
Rahmânü min ey'in in entüm illâ tekzibûn"
*
Onlar da: "Si'^ biî^m gibi insandan ha§ka bir §ey deilsiniz hem 'Rahman

olan Allah, hiç bir §ey indirmedi. Si^ sadeceyalan söylüyorsunu^^ dediler

(Elmahl Hamdi Ya^r)

Elçilere dedeiler ki: Si^e ancak biî^m gibi birer insansm^ Rahman,
herhangi bir §ej indirmedi. Si^ ancak yalan söylüyorsunuz (Diyanet)

Allah onu (Adem'i) iki eliyle yarattnda mertebesine (derece, rütbe)

yarar ekilde kendisine izafe edilmi iki eliyle temas ettii için onu
beer diye isimlendirmitir.

Beerin deerini "iki elimle yarattma secde etmekten seni ne


alkoymutur" âyetinin anlamn bilen takdir edebilir

Beer (diye isimlendirilmenin nedeni) yaratlna iki elin temas


etmesidir.^^^

insanlar peygamberlii ve velilii olduundan baka türlü

zannederler. Nitekim öyle diyorlard: "O da bi^im gibi yiyor, içiyor,

sokaklarda gediyor, o da bi^im gibi bir insandr" Kitab- Kerîm'in ifade

ettii gibi peygamberler onlarn istedikleri her mucizeyi ve harikay


yapamazlar, insanlar zannediyorlard ki peygamber, yememeli,

'^^ Suad Hakim, bnul-Arahî Söküü,


el- çev. Ekrem Demirli, stanbul: Kabalc
Yaynevi, 2005, s. 118.
120

içmemeli, sokaklarda gezmemeli ve kendileri gibi bir beer


olmamab ve her istedikleri mucizeyi getirebilmelidir. Onun kendi
zanlar gibi olmadm görünce "Peygamberler öyle öyle olur.

Halbuki bu öyle deildir" derler. Onu inkâr ederler. Bilmezler ki

geçmi peygamberler de böyle idi. Bunu inkâr edenler o geçmi


peygamberlerin zamamnda olsalard bu fasit (kötü, basit) zanlaryla,

onlarn zamanlarndaki insanlar gibi onlar da inkâr ederlerdi. Sonra


gelenler, her kâmilin zamam geçip gidince nakslar (eksik), onlarn,
kendi tasarladklar fakat aslnda muhal (mümkün olmayan) olan
kemâlleri haiz bulunduklarm zannederler ve onlara bu sfadarla
inamrlar ve bu sebepten imdikileri de inkâr ederler.

Arkadah gerektiren ey aym cinsten olmak ve tabii münasebettir,

Tab'nda peygamberlerin ve meleklerin tabiatnda bulunan


kemâllerden bir parça mevcut olan kimse, onlar görüp iittii
zaman hemen onlara meyleder (eilme). Onlarn bilfiil mevcut
kemâlleri, kendisindeki bilkuvve (düzünce halinde) kemâli çeker.

Bunun kemâlinin onlara kaplmas âk ve mauk (sevilen) misâli

gibidir. Mayasna bu kemâlden katlmam kimse, onlar gördüü


zaman yarasa güneten nasl kaçarsa o ekilde onlardan kaçar.

Kuyuda geçen bir temsil var: Kuyuya aülm olan Yûsuf (a. s.) ancak
kuyuya kova salamn ipine yaparak çkt. mdi peygamberler ve
veliler, Allah'tan gelip Allah'a giden kervanlar ve kafilelerdir.

Kendisinde Rabbani bilgüer ve bilkuvve ilâhi insanlk kemâlleri


bulunan Yûsuf da tabiat zindamnda hapsedilmitir. Dünya âhiret

konaklarndan bir konaktr. Kova, insanlara inen Allah kitabdr.


Kervanclarn (yani peygamberlerin) kovay sarktmalar, insanlar

Allah'n kitabna davet etmeleridir. Ona yapmak, o kitab getiren


kimseye inamp onu kabul etmektir. Ama kuyuda olan; kurbaa,
çyan, akrep, yüan ve daha kuyuda yaayan dier haerelerden biri

ise o, sarktlan ipe aslmaz, ona yapp kuyudan çkmak istemezse


kim ne yapsn? Çünkü insanlardan bazlarmn ruhlar güzel, yüksek

mereblidir (yaradl, huy). Alçak kimselerle ünsiyet etmez. Yüksek


EY insan
121

vatanna gitmesine araclk yapacak sâdk bir arkada arar.

Bazlarnn ruhlar da habistir (kötü), alçak merebHdir. Ancak kendi


merebinde olanlarla ünsiyet (arkadalk) eder. Tabiat âleminde
vatan tutar. Alem-i A'lâya (yüksek âlem) çkan sefer ehlini ve
seyyahlar sevmez. Hiç davet kabul etmez. Yüce AUah buyurmutur:
"B/i^ insan en gü^l bir biçimde yarattk. Sonra onu aalarn aasna
çevirdik. " Yaln^ inanp iyi i§leryapanlar han'ç"(Tm, 4-6)

Hazret-i Muhammed, ki peygamberlerin en ulusu idi, nice zaman,

ilâhî kaynaktan insanbk âlemine dinin emirlerini, iyilik, güzellik ve

ebedîlik yolunda insann yapmas gereken vazifeleri tad.


Vazifesini o ruhbüyüklüü ile yapt ki bir gün henüz hayatta olduu
halde bir vücut deilmi de bir ruhtan ibaretmi gibi, bir Burak
tarafndan tanarak, Hakk'n huzuruna yükseldi.

Yllarca Hak tarafndan kendisine ferman (emir) gönderildi. Sonunda


kendisi de ferman söyleyici oldu.

Tanr elçiliini yalmz bir kavme deil, bütün ins ü cine peygamber
olmak gibi hudutsuz bir genilik içinde yapt.

Peygamber oluncaya kadar, kendisine k tutan yldzmn yolunda


idi. O vakte kadar kendi ahn yazsna göre yaad, fakat elçilik

vazifesi gelince ve peygamber olup halkla hak olunca, artk yalmz


kendi yldzmn ve kendi kaderinin deil, bütün yldzlarn hâkimi ve
emîri oldu. Çünkü artk o, kudretini tabiattan; yiyecek ve
içeceklerden deil, dorudan doruya, Allah'tan alyordu^ ^^

Tanr'y tammak ve bilmek onun srlarm bilmekten daha kolaydr.


Bunun gibi eer bir kimseyi görmek, tammak istersen pek az bir

gayrede buna muvaffak (ba^anl) olursun; fakat ne kadar gayret


etsen o kimsenin gönlünde bulunan gizli srlar bilemez ve
anlyamazsn.

190 Niyâzî-yi Msrî, irfan Sofralar, çev. Süleyman Ate, stanbul: Yeni Ufuklar
Neriyaü, s. 72-74.
'*''
Ken'an Rifâî, erhli Mesnevî-i erif, stanbul: Kubbealt Neriyaü, 2000, s. 148.
122

O halde bir insan göründüü gibi bilmek onun gizli srlarn


bilmekten daha çok kolaydr. Bir kimse, bir bilgini kendisinden izin
alarak ziyaret etmek istese biraz gayret sarfetmekle bu istei yerine

gelir. Fakat bu kimse, eer o bilginin bu bilgisini örenmek isterse,

onun bilgi hazinesinden bir parça sermayenin eline geçmesi için


senelerce zahmet çekmee katlanabilen bir cam olmas ve pek çok
güçlükler çekebilmesi lâzmdr.

Herhangi bir ehirde yüz binlerce halk Tanr'ya tapar ve ihtiyaçlarm


Tanr'dan ister. Her eyi yapabilenin, herkesin yiyeceini verenin,

herkesi terbiye edenin, herkese yol gösterenin, bütün günahlar


balayamn ayn zamanda her yeli yok ediverenin Tanr olduunu
Can ve gönülden, bahlkla ona uyar ve ibadet ederler.
bilirler.

Umumiyetie hepsi böyledir. Tanr'y tamma ve bilme nisbetinde


(ölçüsünde), bazsnn ameli ku\'vetli, bazsmn az, bazsmn çok olur.

Fakat, bu yüz binlerce insan arasndan pek az, caizlerini bir eyhe ve
doru bir veliye yöneltmilerdir. Bunlardan da ancak bir veya iki

kii, o veliyi iyice tamyabilmitir. Bundan da anlalyor ki Tanr'ya


tapmak ve onu tanmak umûmîdir. Herkesin bunda bir yeri ve bir
yolu vardr. Hatta kâfirler bile Tanr'ya taparlar.

Bütün varlklar ve sonradan meydana getirilen eyler insanlarn


Tanr'ya tapmalarna engel olan birer perde ve o srrn bulunduu
yere girmelerine mâni olan birer kapcdrlar. Tatl yemekler, ipekli

elbiseler, Çin ve Hatâ güzelleri de, insanlar ibadetten alkoyarlar.


Taliplerin ve yolcularn yollarm keserler. Yalmz bu insanlardan
bazs gece gündüz inlemek, zikretmek ve lahavle çekmekle bu yol
kesenlerin elinden kurtulurlar. bâdet yüklerini Tanr'mn rzâ ve
kabul menziline eritirirler. Fakat kimsenin onlarla temas etmemesi,
onlar tammamas, onlara yol bulmamas için, kendi evliyasna
bizzat Tanr bekçüik eder ve onlar korur

nam ibadetten alkoyan eytanlar, periler gibi yaratklar lahavle ve


zikirle kovmak mümkündür. Tanr olursa, O'nu hangi
Fakat, engel
zikir Bu bakmdan evliyay bulmak ve
ve lahavle uzaklatrabilir?
onlar tammak, Tanr'y tammaktan daha güçtür Tanr'mn velisini
tamyan bir insan, elbette Tanr'y tanr ve bilir Bunun aksi
EY insan
123

mkânszdr. Yani Tanr'y tanmakla, evliyay tanmak lâzm gelmez.


Bir çok insanlar vardr ki Tanr'y tandklar ve ona kuUuk ettikleri
halde Tanr'nn velisini tanmyor ve bilmiyorlar. Hatta bu veliyi
gördükleri zaman ona dümanbk gösteriyor ve onu inkâr
ediyorlar

• Gerçi insan kendindeki nefis yükünü atar ve sâde ruh olup kalrsa,
derecesi meleklerin de üstüne çkabilir. Ancak kendini Allah'a
vakfedip, dünya kirlerinden kurtulabilenlerin says, bunu
yapmayan ve yapamayanlara nispede her zaman azdr.
Yapabilenlerin de pek çou, kendi beerîMkten syrllarm
kalabahktan gizH tutarlar. lâhî ak herkesçe bilinmez ve her cahile
söylenmez. Büyük srlar onlara kar nâmahrem (mahrem olmayan)
^^
olanlardan saklamak gerekir'

O gafiller jekle aldandlar da, peygamberlerle eitlik davasna kalkktlar.


Velileri de kendileri gibi sandlar.

'T-pe, bi^ de insani':^ onlar da insan. Bi; de yemee içmee ve uyumaya


mecburu^ onlar da" dediler.

Körlükleri yü^nden, aralarnda uçsu!^^ bucaks^ bir fark olduunu


bilemediler.

Her iki çeit an bir yerden gdalandklan halde, birinde ine bulunur,
dierinde bal vardr.

iki tür kam da bir dereden su içtikleri halde, birinin içi bombotur, dieri
ekerle doludur.

Böylece yüî^binlerce birbirine benler eyler bulunur ki, aralarnda yetmi yllk

fark vardr.

Bu yer, yedii posa olarak kendinden ayrlr. Öbürü yer, yedikleri bütün ilâh
nur olur.

Baka birisi yer, yedii eyler, cimrilik, çekememe^ik huylarn meydana


getirir.

'^2 Sultan Veled, Maarif, çev. Meliha Anbarcolu, Konya: Altunar Ofset, 2002,
s. 6-8.
^^^ Ken'an Rifâî, erhli Mesnevî-i erif, stanbul: Kubbealt Neriyaü, 2000, s. 502.
124

Bajka birisijer, yediklerinden Hakk'n, hakikatin nuru husule gelir.

imanl kiffeyi^i, ekime müsaid, tertemi\ bir tarlaya bem^er.

Imans^ kiji ise çorak, hiç bir §ey bitirmeyen kötü bir arat^dir. manl, melek
gibi masumdur.

194
Imansiî^ ise çeytan ve canavar misâlidir

Emmâre: Beenilmeyen kötü hal ve hareket galiptir. Amelleri,

ileri hep yasaklanm eylerdir. Haram helâl bilmez ama haram


olduunu büe büe yapar "Allah, Gaffar ve Rahîm'dir" der. "Daha
gencim, daha vaktim var, önümde de yaanmas gereken uzun bir

ömür var. Yalandm zaman tövbe ederim" der. "Piman


olmadan, tövbe etmeden bile gitsem, Allah'n amna azab etmek
yakmaz" der. "Hazret-i Hakk'n kulu olduumuza göre azab
etmesi münasib, uygun deüdir." der Krk ylda bir sadaka verse

veya bir iyilik yapsa sanki cennete girdiini zanneder, müjdelenmi


kii olduunu düünür. "Yolda kalanlardan olmadm, Allah'ma
kavutum" der Allah'n lutfundan emin olduu için kendince bir
avunma ve teselli bulur.

Rububiyyet; mevcudat isteyen Esmâ'y gerekürici mertebenin addr


Rububiyyetin içine; Alim, Semi', Basîr, Kayyum, Mürîd, Melik ve
buna benzeyen esma da dahildir. Çünkü bütün bu isim ve sfadar

aid olacak, taalluk edecek varbk ister.

Rab isminin altnda bulunan isimler, "Allah" ve halk arasnda


müterek olan isimler ile, tesir hususiyyeti bakmndan halka mahsus

olan isimlerdir. Hakka mahsus olan ve halka da veçhesi (yü':()

bulunan müterek isimler. Alîm ismi gibidir.

Alîm ismi nefse ait bir isimdir. Bu sebeple nefsini bilen halk biHr.

Nefsini iiten bakasm iitir.

'^"*
efik Can, Konularna göre açklamal Mesnevi Tercümesi, stanbul: Ötüken
Neriyat, 1997, c. 1-2, s. 30.
EY insan
125

Allah ile halk arasnda müterek olan isimlerden kasdmz; o


isimlerin iki yüzünün bulunmas ve bir yüzünün Cenâb- lâhî'ye
mahsus, dier yüzünün ise varbklara mahsus olmasdr. Fiile ait

isimler MeHk isminin altnda mevcuttur. Zira memleketi olmayan


melik olamaz. Halka mahsus olan isimler, fiile ait isimler ile Kadir
ismi gibidir.

Meselâ, sen fiile ait isimlerden "halk"a: "Allah varlklar yaratt."


diyebilirsin. Fakat; "Kendini yaratt" diyemezsin. "Varlklara rzk
verdi" dersin. Ama "Kendisine rzk verdi" diyemezsin. Rab ismi
müterek isimlerin iki yüzü ile halka mahsus olan isimlerin dahil
olduu mertebenin ismidir

Rahman bütün üâhî, ulvî vasflar ihtiva eden (kapsayan) bir

mertebenin addr. lâhî zat ister o vasflar ile münferid (yalm^ olan)

olsun: Azîm ile Ferd gibi, ister Hâhk ve Rezzâk gibi mahluklara
mahsus olsun, müsavidir (ejit).

Allah, ulvîHkleri (yüce) ve süflîlikleri (alçak) ile birlikte varhklarn


hakîkatierini ihtiva eden zâti bir mertebenin ismidir. Bu bakmdan
Rahman ismi Allah isminin ihatas (kapsama) altna girmiitir. Rab
ismi ise; Rahman isminin ihatas altnda bulunmaktadr.

Rububij^et Rahmân'n ardr. Yani Rahmân'n zahir (ortaya o,

çkma) olduu ve kendisinden varhklara nazr bulunduu bir


'^^
mazhardr (göründüüyer)

Peygamberlere inanmamakta direnmelerinin üç nedeni vardr:

Kskançlk.
Hesap verme korkusu.
Gurur^^^

Rahman isimdir ve zata aittir. Rahman cem makamdr ve o


bilgisizlik makamdr. Allah yolunda ulaabilinecek en deerli

'^^ Abdü'l-kerîm b. brahim el-Cîli, nsan- Kâmil, çev. Sey)dd Hüseyin Fevzî Paa,
stanbul: Kitsan Yaynlar, c. 1, s. 153-155.
^''^
Haluk Nurbaki, Yâ-Sin Sûresi Yorumu, stanbul: Damla Yaynevi, 1999, s. 30.
126

makam, O'nu bilememek ve bilememeyi bilmek makamdr. Çünkü


bu kulluun hakikatidir

• Rabb kabul etmek: Söylediklerine biat (kabul ve tasdik) etmek, onun


ahlâkn yaamaya çalmaktr. Rahmân'n yaratt düzen Rab ismi
ile korunuyor.

Hz. Muhammed (s.a.s.J kabul etmeden önce Medine'nin ismi


Yesrib idi. Rab ismini kabul edince "medeniyet"anlamna gelen
Medine ismini ald.

Varidat sahibi öyle diyor:

"Her peygamber veya velinin zamamnda buz (kin, nefret) ve


dümanlkla karlamas ve kendisine ancak pek az kimsenin
inanmas, fakat öldükten sonra bunlarn isimlerinin mehur olup
ilelebed yaamas ve insanlarn çounun inamp onlar
sevmelerindeki sebep nedir?

Ben derim ki: Evvela peygamber veya velinin hayatnda,


kskananlar çoktur. Etrafta çevrede halk ondan kaçracak, onlarn
gönüllerini bulandracak, inançlarm sarsacak sözler söyleyip

gezerler. Ama peygamberler veya veliler ölünce hased (kskançlk) de


ölür, srf menkbeleri kalr. Bundan dolay insanlarn çou onlara

inamr ve onlar sevmeye balar.

kinci olarak: nsanlarn arasnda kalmak, görümek, bir arada


yaamak lâubalilik meydana getirir. Bu da sevgiyi, peygamber veya
velinin özel bir yeri bulunduuna olan inanc azaltr.

Üçüncü olarak: Peygamber veya velinin hakikati, ancak tedricen

(yavajjavaj) ortaya çkar

Çocukken, çocuk gibi söylerdim, çocuk gibi anlardm, çocuk gibi

düünürdüm; adam olunca, çocuk eylerini braktm. Çünkü imdi

^^^ Muhyiddîn bnü'l-Arabî, Fütuhâf- Mekkiye, çev. Ekrem Demirli, stanbul:


Litera Yayncbk, 2006, c. 2, s. 304.
'^^ Niyazî-i Muhammed Msrî, tfan Sofralar, çev. Prof. Dr. Süleyman Ate,
stanbul: Yeni Ufuklar Neriyat, s. 71-72.
EY insan
127

ayna ile muammal (jifreli, srl) surette görüyoruz, fakat o zaman


yüz yüze göreceiz; imdi cüz'î biliyorum, fakat o zaman bilindiim
^^'^
gibi bileceim.

Allah enbiyây vasta kld ki, insanlarn sadrlarnda (yürek)

gizlenmi olan hasedler meydana çksn. Zira Allah'a hased


edilmez.

Beer, hased ehli, Peygamberin suretine bakar: "O da benim gibi


beer" der, hasedin zdrabndan cayr cayr yanar. Fakat
peygamberin büyüklüünü Sübhân'n te'yidi ve Hakkn delilleriyle

görenler "Onun surette beere benzerlii vardr. Fakat risâlet (elçilik,

peygamberlik) ve Hakk'a olan veçhesi (yü-^^ü) itibariyle insana


benzerlii yoktur" derler ve huzura ererler.

Kimin ki huja kötüdür, Hz. insana haseddedir. Hasedin dourduu


inkâr ve muhalefetten bir türlü kurtulamayp, nar ehli olmutur.

Huyu güzel olan ise Hz. insana dümanhktan kurtulmu ve ebedi


saadete kavumutur'^^'^

Tanr, mihnet (dert, sknt) ve straplarla hasedler meydana çksn


diye Peygamberleri vasta etti.

Çünkü Tann 'dan kimse arlanma-:^ Tannja kimse hased etme^

Fakat halk peygamberi de kendisi gibi bir adam sanr, o yünden ona hased
eder.

Fakat peygamberin büyüklüü tahakkuk (gerçeklii anlalma) etti mi, artk


ona kimse hased etme^ ona herkes uyar.

u halde her devirde peygamber yerine bir veli vardr. Bu snama kyamete
kadar dâimîdif^''

'^^ Kutsal Kitap, Eski ve Yeni Ahit, 1. Korintoslulara , bap. 13.


200
emseddin Yeil, stanbul: Yaylack
Yatahü't-Tasavvuf- Mesneviden Hikmetler,
Matbaas, 1986, s. 291.
201
Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Mesnevi, çev. Veled zbudak, Abdülbaki Gölpnarl
(haz.), stanbul: Millî Eiüm Basmevi, 1991, c. 2, beyit. 811-815
128

Zaten o velî ve nebi nedir ki? Eer iyinin ve kötünün yannda ^hir olmasalar

hu aalk kiilerin onlara §u hasedi neden?


Onlar yakîn ilmini hilmiyorlarsa onlara kar hu hu^ (dümanlk), hu

hilekârlk, hu kin nef^^

nsandaki eytan harekete geçirip nefsi eri yola sapüran o menfur


(nefret edilen) haseddir. eytan'n Adem'e secde etmeyii onu
kskanmasndandr. Bu sebeple Hak kaündan ve nur âleminden
kovuldu. Sen de kendinden üstün olanlara, hele üstün insanlara
hased gözüyle bakma.

Gözlerine âlemleri simsiyah gösterecek olan o hasut (hased dolu)

baklardr. Hasedden kurtulduun ve hased eytannn tuzana


dümediin takdirde bü}Kik nuru göreceksin.

Vücûdu içinde akl, idrak ve duygular barnan bir }ava gibi

düüneceksin. Bunlarn her biri, araya giren hased yüzünden hem


vazifelerini, hem selâmetlerini arr. Bu caizden de ak yüzlerini

kara ederler. Gönül, hele gönlü temiz olanlara duyulan hasedle

kararr. Allah nasl peygamberlerinin ve evliyasnn gönüllerini


hasedden tertemiz ettiyse, kendi ak yolunda olan bütün kullarnn
kalplerini de ilim ve irfan yoluyla pak edicidir"

Öütçüler, pis kiiyi, ona hir kap açlmas, iyilemesi için amherle, gülsuyuyla

tedavi etmek isterleri

Fakat ey inanlr itimat edilir kiiler, pislere temi^ eyler layk deildir ki

Onlar vahyin gülsel kokusuyla, erilmiler, saptmlardr da "Si^ hi^e

uursuî^sunut^ hi-:^ si^n yü^^ünü^den kötülüe uradk" diye feryada

balamlardr.

202
Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Mesnevi, çev. Veled zbudak, Abdülbaki Gölpnarl
(haz.), stanbul: Milli Eitim Basmevi, 1991, c. 2, be>at. 3101-3103

203
Ken'an Rifâî, erhli Mesnevî-i erif, stanbul: Kubbealü Neriyati, 2000, s. 66-

67.
EY insan
129

"Bu sö\ bi':e '^hmet veriyor, bu sözden hastalanyorum si^n vaa^^tm^ iyi

deil, bi^e iyi gelmiyor.

'Eeryine susma-:^ da nasihata ba^larsanif^ derhal si-:^' taklar, si^ öldürürü^

Bi^ oyunla, abes ve saçma peylerle semirmi^i^ öüde hiç ah^mamp^

Bi^m gdam:(^ yalandr, aslsz laftr, saçma sapan sökerdir, si^n


bildirdiinizi ^^y^^^) midemi:^ bozmuyor.

Si^ bu söylerle hastalm^ yüt^erce defa arttryor... Akla ilaç olarak afyon

veriyorsunuz^. " demi^lerdir.~^'^

inanmayanlar, kâinat ibret gözüyle göremeyen; yaratlmlarn


yükselen sesini gönül kulayla duyamayan, onlardaki hal dilini

anlayamayan ve yine onlardan yükselen ilâhi rayihadan koku


alamayan talihsizlerdir. Bunlar gül kokusundan tiksindii, onun ne
rengine, ne râyihasna (koku) tahammül edemedii için bir yerde

gül kokusu duydu mu; tersine dönüp baylan câl adl böcee
benzerler"^^

204
Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Mesnevi, çev. Veled zbudak, Abdülbaki Gölpnarb
(haz.), stanbul: Milli Eitim Basmevi, 1991,c. 4, beyit. 281-288
205
Ken'an Rifâî, erhli Mesnevî-i erif, stanbul: Kubbealt Neriyat, 2000, s. 289-
290.
130

-16-
Rabbimiz biliyor; biz gerçekten
(Elçiler) dediler ki:
size gönderilmi elçileriz.
^'Kâlû rabbünâ yâ'lemü innâ ileyküm le murselûn"

*
Peygamberler dediler ki: "Rûbbimiîi biliyor ki bi^gerçekten si^^e gönderilmi

elçileri^ " (Elmalk Hamdi Ya^r)

(Elçiler) dediler ki: Rabbimi^ biliyor; biî^gerçekten si^ gönderilmi elçileri^

(Diyanet)

-17-
"Bizim vazifemiz, açk bir ekilde Allah'n
buyruklarn size tebli etmekten baka bir ey
deildir" dediler.
'"Ve mâ aleynâ ille'l-belâu'l-mübîn"
*
"Bifie düen de apaçk teblidir" (Elmalk Hamdi Yaî^r)

"Bitkim m^emi^ açk bir ekilde Allah 'in buyruklarn si^e tebli etmekten

baka bir ey deildir" dediler. (Diyanet)

O'nun peygamberi, O'dur. Yani kendisi. O'nun risâleti O'dur. Yani


elçisi O'dur. Yani kendisi. Keza kelâm da O'dur. Yani kendisi. O,

kendisinden, kendisiyle, kendisine bir elçi gönderdi. Ne sebep, ne

vasta, bunlar yok. Çkar bunlar akbndan. Elçi)i gönderen, elçinin


getirdikleri, elçinin kendisi ve elçinin geldii kimse hepsi ayn
varlktr; tek eydir. Aralarnda hiç bir deiiklik, fark ve ayrlk
yoktur. Fakat unu da unutma ki: Sen, ne bir fânisin; ne de bir

mevcut... Sen O'sun; O da sen. Sen ne zaman kendini ne bir


'

EY insan
131

varba sahip, ne de bir fena haline varacak biri bildin, ite o zaman
Yüce Allah' gerçekten anladn saylr"'^

Dünyaya gönül verenler Mevlâ akndan habersizdirler. Ashnda her


cüz (parça), küllün (bütünün) bir parças olduundan, külle doru bir

yöneli ve çekili halindedir. Bu }'üzden cüz 'ün cüz'ü yakalamasyla


elden kaçrmas bir olur. Ancak ona meyli olduu, ona gönül
verdii için de ondan mahrum kalmamn zdrabn duyar. Dünya
cüzlerine ve onlardan doan fâni lezzetlere meyil ve muhabbet
duyanlarn hüsran bundandr.

Sen asl ko^op, Allah'n güzel adlar ve bu adlarla ifade bulan }öice
zat yerine tezahürlere (ortaya çkma) balamrsan ya yolunu uzatm
yahut arr olursun.
Cüz'ün külle bahl yani cüz'ün kül oluu her noktadan tam olsayd,
Rabbin, dünyaya peygamberler göndermesine lüzum kalmazd.
Peygamberler, cüzleri, onlarn külle balanmalar lazm gelen her
noktadan külle balamakla vazifelidirler. Meselâ hangi hadiseler
Rahmani, hangileri eytanîdir? Hangi balar insan Allah'a ulatrr;
hangileri gaflette ve yolda brakr? Ayrca evliya olanlar kimlerdir ve

onlar bu cüzleri nasl ve ne yolla irâd (doruyolu gösterme) ederler?

Demek ki mesele; cüz'ün külle her noktadan, ama her noktadan


bal olduunu idrak edecek mertebeye çkma davasdr.

Kullar Hakk'a ulatrmakla vazifeli olan peygamberler ne i görür?


Kimi tutar ve kime ulatrr?

Peygamberlerin vazifesi Allah'la bir vücut olmular deü,


olmamlar uyandrmaktr. Gönül ehillerini deil, bu gece
karanlnda ayaklar kayp düen ve yoldan ayrlanlar tekrar o ulu
yola getirmekle vazifelidirler"*^^

2"^ Muhyiddîn bnü'l-Arabî, Mir'atü'l rfan- rfan Aynas, çev. Abdülkâdir Akçiçek,
stanbul: Bahar Yaynlar, 2000, s. 22-27.
2"^ Ken'an Rifâî, erhli Mesnevî-i erif stanbul: Kubbealt Neriyat, 2000, s. 411-
412.
132

Mürid, Cenâb- Hakkk'm memurudur. Amma onu herkes böyle


göremez. Yahut da kendi idrakine, anlayna göre görür."' Ancak
Allah tarafndan memur olarak irat (don jola yöneltme) ile
vazifelendirilmi mürid ve mürebbîlerdir ki (terbiye eden), eriat
kapsndan ayrlmadan, sâHki (bir yola giren) hakikate ve kemâle

ulatrrlar"'^*'''

Ey karde!

Nasihatimi dinlemi olsaydn, bana tâbi olurdun "steseydin beni


kendine tâbi klardn" deme! Çünkü benim vazifem sadece
nasihattir. Sana düen ise, her hal-ü kârda dinlemek ve tâbi

olmaktr. Allah'a itaate devam et! O'nun kazasna rzâ göster.

Zikrullah'a ünsiyet (yaknlk) peyda et ki, Allah'n seçkin kullarndan


olasn. Mârifetullah'a (Allah' bilme) eren kii, kaderin kederinden
kurtulur. Çünkü gerçek arif, mahlûkattan tecerrüd (soyunma) ile

Hakk'a hicret edendir (göçmey

Hz Mûsâ Firavunu tekrar tekrar dine davet eyledi ve çok çaht ise

de îmâna gelmediini görünce Cenâb- Hakkk'a niyaz eyledi ve


dedi ki: "Ya Rabbi, bunlar dine gelmezler ve doru olmaya gayret

etmezler. Sen bunlar ekavet (bedbahtlk) mührüyle damgalamsn,


bunlarn îmana gelmeyeceini bilirsin çünkü kullarnn hali senin

malûmundur ama hikmetin nedir ki, beni davete gönderiyorsun?


Cenâb- Hakk öyle bu^nardu: "Ya Mûsâ, sen Nuh'a ittiba (tabi ol)
et, sen davete memursun, ilerisine nazar etme. O kimseler eytana
tâbi olur, onlar enbiyâ ve evliyadan ba çekerler hakikatte onlarn

elinde bir ey yoktur, çünkü bu hal onlarn ezelleriyle alâkahdr.

Ezelde yollar dalalet üzere çizilmitir."

Göz kör olduktan sonra hakikati göremez. Resûlullah Kur'ân gibi


bir delil getirdii ve bunca mucize gösterdii halde niçin herkes

2U8 Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealû Neriyaü, 2000, s. 551.


209 stanbul: Kubbealû Neriyaü, 2000,
Ken'an Rifâî, Sohbetler, s. 361.
210 Ahmed er-Rifâî, Marifet Yolu, Doç. Dr. H. Kâmil Ylmaz (haz.), stanbul:
ErkamYaynclk, 1995, s. 44.
2" Ken'an Rifâî, Mesnevi Hatralar, Kâzm Bü}aikaksoy (haz.), stanbul: nklâp
Kitapevi, 1968, s. 66-67.
i^:y insan
"
Î33

risâletini tasdik etmedi? Aslnda pak cemâli en büyük mucize idi.

Ebû Bekir, îman için baka mucize istedi mi?"'"

Hz. Peygamber'in Veda Hutbesi:

Bismillâhirrahmânirrahîm

Ey insanlar!

Sözümü iyi dinleyiniz! Bilmiyorum, belki bu seneden sonra sizinle

burada buluamayacam.

insanlar!

Bugünleriniz nasl mukaddes bir gün ise, bu aylarnz nasl


mukaddes bir ay ise, bu ehriniz (Mekke) nasl mübarek bir ehir ise,

canlarnz, mallanmz, namuslarnz da öyle mukaddestir, her türlü

tecavüzden korunmutur.

Ashabm!

Muhakkak Rabbinize kavuacaksnz. O da sizi yaptiklarnzdan


dolay sorguya çekecektir. Sakn benden sonra eski sapklklara
dönmeyiniz ve birbirinizin boynunu vurmaynz! Bu vasiyetimi
burada bulunanlar bulunmayanlara ulatrsn. Olabilir ki burada
bulunan kimse bunlar daha iyi anlayan birisine ulaürm olur.

Ashabm!

Kimin yannda bir emanet varsa, onu hemen sahibine versin. Biliniz

ki faizin her çeidi kaldrlmtr. Ailah böyle hükmetmitir. lk


kaldrdm faiz de Abdülmuttalib'in olu Abbas'n faizidir. Lâkin
ana paranz size aittir.

Ashabm!

Dikkat ediniz, cahiliyeden kalma bütün âdetler kaldrlmtir,


ayamn altndadr. Cahiüye devrinde güdülen kan davalar da
kaldrlmtr. Kaldrdm ilk kan davas Abdülmuttalib'in torunu
Rebia'mn kan davasdr.

-'- Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealü Neriyaü, 2000, s. 544.


134

Ey insanlar!

Muhakkak ki eytan, u topranzda, kendisine tapnlmasndan


tamamen ümidini kesmitir. Fakat siz bunun dnda ufak tefek
ilerinizde ona uyarsanz, bu da onu memnun edecektir.

Dininizi korumak için bunlardan da saknmz.

Ey insanlar!

Kadnlarn haklarn gözetmenizi ve bu hususta Allah'tan

korkmanz tavsiye ederim. Siz kadnlar AUah'n emâneti olarak


aldnz ve onlarn namusunu kendinize Allah'n emriyle helâl

kldnz. Sizin kadnlar üzerinde hakknz, kadnlarn da sizin

üzerinizde haklar vardr. Sizin kadnlar üzerindeki hakkmz, onlarn


aile namusu ve erefinizi kimseye çinetmemeleridir. Kadnlarn da
sizin üzerinizdeki haklar, meru (kanuna uygun) örf ve âdete göre
yiyecek ve giyeceklerini temin etmenizdir.

Ey mü'minler!

Size iki emânet brakyorum, onlara sarlp uydukça yolunuzu hiç


armazsnz. O emânetler Allah'n kitab Kur'ân- Kerîm ve O'nun
peygamberinin sünnetidir.

Mü'minler!

Sözümü iyi dinleyiniz ve iyi belleyiniz! Müslüman, Müslüman'n


kardeidir ve böylece bütün Müslümanlar kardetirler. Gönül
holuu ile kendisi vermedikçe, bakasnn hakkna el uzatmak helâl

deildir.

Ashabm!

Nefsinize de zulmetmeyin. Nefsinizin de üzerinizde hakk vardr.

Ey insanlar!

Rabbiniz birdir. Babanz da birdir.. Hepiniz Adem'in çocuklarsnz,


Adem ise topraktandr.
EY insan
135

Arap'n Arap olmayana, Arap olmayann Arap üzerine üstünlüü


olmad gibi, krmz tenlinin siyah üzerine, siyahn da krmz tenli

üzerinde bir üstünlüü yoktur.

Üstünlük ancak takvada {A.llah korkusuyla dinin yasak ettiklerinden


kaçnma), Allah'tan korkmaktadr. Allah indinde en kymetli olamnz,
O'ndan en çok korkanmzdr.

Azas kesik siyahi bir köle banza âmir olarak tayin edilse, sizi

Allah'n kitab ile idare ederse, onu dinleyiniz ve itaat ediniz.

Suçlu kendi suçundan bakas üe suçlanamaz. Baba olun suçu


üzerine, oul da babann suçu üzerine suçlanamaz.

Dikkat ediniz!

u dört eyi kesinlikle yapmayacaksmz:

Allah'a hiçbir eyi ortak komayacaksnz.


Allah'n haram ve dokunulmaz kld cam haksz yere
öldürmeyeceksiniz.

Zina etmeyeceksiniz.

Hrszhk yapmayacaksmz.
insanlar!

Yarn beni sizden soracaklar, ne diyeceksiniz?

Sahabe-i kiram birden öyle dediler:

"Allah'n elçiliini ifâ (i§ haline koyma) ettiniz, vazifenizi hakkyla


yerine getirdiniz, bize vasiyet ve nasihatte bulundunuz, diye ehâdet
ederiz!"

Bunun üzerine Resûl-i Ekrem Efendimiz (s.a.s.) ehâdet parman


kaldrd, sonra da cemaatin üzerine çevirip indirdi ve öyle bu5mrdu:

ahid ol ya Rab!
ahid ol ya Rab!

ahid ol ya Rab!''^

2^^ Sahih hadis kitaplarndan, Arafat ve Mînâ'daki hutbeler esas ahnarak


derlenmitir.
136

-18-
(Bunun üzerine onlar:) Dorusu siz bize uursuz
geldiniz. Eer bu iten vazgeçmezseniz, andolsun
talarz. Ve bizden size mutlaka fena bir
sizi
kötülük dokunur, dediler.
"Kâlû innâ tetayyernâ bi küm le in lem tentetû
lenercümenneldjm ve leyemessenneliüm minnâ
sizâbün elim"

*
Onlar dediler ki: "Herhalde bi^ siî^n yü^ünü^den ugursu^ua uradk Eer
bu ipen vaf^eçmet^senif^ andolsun ki, si;^ hiç tnmadan tajlan^ ve mutlaka
bi^en si^e pek aakh bir a^ap dokunur" (Elmalk Hamdi Yaf^r)

(Bunun ü^rine onlar:) Dorusu si^ bie uursu^geldini:(. Eer bu i§tgen


va^eçme-:(seniî^ andolsun si^ tajlanî^. ]/e binden si^e mutlaka fena bir

kötülük dokunur" dediler. (Diyanet)


RY insan
137

-19-
Elçiler öyle cevap verdi: Sizin uursuzluunuz
sizinle beraberdir. Size nasihat ediliyorsa bu
uursuzluk mudur? Bilakis, siz ar giden bir
milletsiniz.
^^Kâlû tâirukum meaküm ein zükkirtüm bel entüm
ka vm ün m usdfûn "
*
Peygamberlerde föyle cevap verdiler: "Si^n uursuî(luunut(^ beraberiniî(dedir.

Sif^e öüt verildi diye mi (uursu^ua uradm^? Dorusu si^ israf âdet

edinmij bir kavimsini^.

(Elmalk Hamdi Ya^r)

Elçiler jöyle cevap verdi: Si^n uursuzluunu^ si^jnle beraberdir. Si^e

nasihat ediliyorsa bu ursu^luk mudur'^ Bilakis, sif^a^tn giden bir milletsini':^

(Diyanet)

nsann nefsinde öyle bir ey vardr ki, hayvanlarda ve yrtclarda


yoktur, dedikleri, insann onlardan daha kötü olduundan deildir.

Belki u yüzdendir: insanda bulunan o kötü huy, nefis ve


uursuzluklar, onda olan gizli bir cevher yüzünden bulunmaktadr.
Fakat bu huylar, uursuzluklar ve kötülükler o cevherin perdesi
olmutur. Cevher ne kadar daha iyi, daha güzel daha büyük ve
erefli olursa, onun perdesi de öyle olur. u halde uursuzluk,
kötülük ve kötü huylar, o cevherin perdesinin vastas idi ve bu
perdenin kalkmas mümkün deildir. Ancak pek çok mücahede ile

kabil (mümkün) olur. Mücahidler de türlü türlü olurlar. Mücahidlerin


en büyüü yüzlerini Tanr'ya yöneltmi olan, bu âlemden yüz
çevirmi bulunan yaranla kaynamaktr. Mücahede, iyi ve doru bir

dosda beraber oturmaktan daha güç deildir Çünkü onlar görmek,


o nefsin erimesi ve yok olmasdr. te bundan dolay, eer ylan krk
yl insan görmezse ejderha olur, derler. Yani, bu, erimesini,
kötülüünü ve uursuzluunu giderecek kimseler görmediindendir.
138

Her nereye büyük bir kilit asarlarsa bu, orada nefis ve kymetli bir
ey bulunduuna delâlet eder. Ve ite nerede perde bü)Kik olursa
oradaki cevher daha iyidir. Meselâ ylan definenin üzerinde bulunur.
"'"^
Fakat sen onun çirkinliine bakma, definedeki nefis eylere bak.

Ey güvenilir kipleri Pis peylerle, temi^ peyler u^a^ma^ Pislere, temi-:^ peyler

lâyk deildir.

Kâfirler, peygamberlere gelen vahiylerin gü^l kokusu ile çarpldlar.

Kendilerini kaybettiler de; "Si^n jü^ünü:(den uursuî^lua uradk" diye

barmaya baladlar.

Diyorlard ki: "Si^n bu sö':(lerini^ bi^e ^hmet vermede, b!^ hasta


etmektedir. Siî^n öütleriniî^ iyiyeyormuyoru:(.

Eer susmad da, açkça öüde balarsanz hemen si^ ta^lan^

B!^ asl olmayan saçma peylerle semirmij kipleri^ Kendimi:^ öüt dinlemeye

altrmamz
Bi^im gdamz yollandr, lâfir. Olmayacak peylerdir. Si^n haber verdiini^
§eyler midemi^ bo^yor.

Siz ^^K}^ hastalmz yü'^ kat daha artrmadasnz Siz ckla ilâç olarak

afyon veriyorsunuz^'"

Ömür suyunu cilâl sözlerin kumluunda ziyan etmek istemiyorsan

sözün cilâlsm deil, Hakk' ve hakîkaü söyleyene kulak tut!

Fakat, bir söz ki bir kelime halinde iken bile bir ilim ve irfan

kaynadr; bir söz ki, söz ipliine ilim ve irfan incileri dizilerek

söylenmitir, o sözü iste; öyle sözlerin kumlukta kaynayan ve etrafa

bereket saçan sular gibi faydab ve aziz olduunu bilip, ilim ve irfan
daarcn öyle sözlerle zengin et"^^

Mevlânâ Celâleddin Rûmî, ¥îhi Mâ


^'"^
Fih, çev. Meliha Ülker Anbarcolu,
stanbul: MiUi Eitim Basmevi, 1990, s. 355-356.
2'5 efik Can, Konulanna göre açklamal Mesnevi Tercümesi, stanbul: Ötüken
Neriyat, 1997, c. 3-4, s. 400.
216 Ken'an Rifâî, erhli Mesnevî-i erif, stanbul: Kubbealü Neriyati, 2000, s. 146.
EY insan
139

Uurluluk güzel ahlâkür. Uursuzluk kötü ahlâktan ibarettir

(Hadîs-i erîf)

Her eyin tövbesi vardr. Yalnz kötü ahlâk olann tövbesi yoktur
Zira o hiç bir günahtan tövbe etmez ki daha fenasn ilemesin.
(Hadîs-i erif)''"

Nemi Sûresi 34 âyette "Mülûk yani hükümdarlar bir ehre dahil


olduu vakit, o ehrin erafn (ileri gelenler) zelil (aalanan) ve
hakir (deersiz) klar" bu}^ruluyor.

te ak sultan da kalp memleketine dahil olduu vakit, o


memleketin ileri gelenlerinden olan benlik, gurur, öünme, kibir ve
ehvet gibi nefsin büyüklerini ya öldürür veya kendine bo}^n
edirir. Yani kalp evinde hükmünü \airutenleri, Resulullah
Efendimizin putiar krd gibi krar" '^

Herkes hayat binasmn mimardr. nsanlarn bulduklar ferah,


keder, cennet, cehennem, iyilik ve fenalk da, hayatlar binasm iyi

veya fena kurmu olmalarndandr. Erdiimiz neticenin mesuliyeti


bakalarnn deil, kendimizindir"

nsanlk demek akl demektir. Fakat yemek, içmek, giymek ve


yürümeye eren maa akl deil, insanlm, dünyaya geliinin ve
gidiinin mânâsm bulan akl demektir. Hani Sokrat'n bir sözü
vardr. Etrafndakilere sorar: "Âkil bir ruh mu, yoksa aklsz bir ruh
mu istersiniz?" Âkil bir ruh isteriz, derler. Tekrar sorar: "O halde
niçin aramyorsunuz?" "O bizde var, ona mâlikiz de ondan..."
derler. Bu cevap ise Sokrat' u serzenie götürür: "Peki öyleyse
aranzda bu kemekeler, bu çekimeler, didimeler nedir?"

Öyle ya, u dünyamn haline bakn! Yllar yk verilen emeklerden


sonra yetien bir inam bir saniyede yok edecek çareleri gelitiren

akl! nsaniyet bu mu? Deil yirminci asr, krknc asr da olsa, yine

2'"^
Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealü Neriyati, 2000, s. 392.
•^'^
Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealü Neriyaü, 2000, s. 511.
2'^ Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealü Neriyaü, 2000, s. 426.
140

bu, hatta daha vahice bir tekâmül {olgunla§ma)\ Dünyay harâbîyete


götüren medeniyet!"

• Dünyaya ar dükünlük ve çlgnca zevkler ki, neticesi aclk ve


nedamettir, akl banda olan kimseler, gözlerinin önünde cereyan
etmi tecrübelerden ibret alarak onlara kaplmak gafletinde

bulunmazlar^^^

israf bir nimetin deerlendirilemeyip boa harcanmasdr, yalnz


nefsine, onun arzularna uyarak ilâhî nimeti telef etmektir ve
haramdr. öyle ki:

Salmz bir nimettir. Onu abdest alarak, ibadet ederek, kötü


eylerden abkoyarak; yani israf etmeyerek deerlendirebiliriz.

Zaman bir nimettir, onu çlgn arzular urunda boa


harcarsamz sonra baarszhnzn uursuzluunu; gerçekleri

size anlatan dinde mi göreceksiniz?

Burada önemü bir hitap da dini afyon sayanlaradr. Onlar tüm


millî gelirlerini silâh üreterek israf eder, sonra çkmaza girerler

ve suçu toplumun din kavramna yüklemeye çakrlar.

Ahlâk- Muhammedi, nefsin çlgn arzularna israf


çirkin ve

yasak ederek; millî geliri azamîye çkarr. ÖzeUikle günümüzde


ekonomik çkmazn, dolaysyla toplumdaki uursuz felâkederin
""
en mühim nedeni israftr.

Balar ve harcaylar yerinde sarf olunduu zaman makbuldür.


Ar ve yersiz cömertlik, müsriflik olur. AUah'n nimederini yine

Hakk'n emrettii yerlere ve emredilen ölçüde harcayacaksn.


Mademki her nimet ve her servet AUah vergisidir ve Allah'ndr,
onu sarf edeceimiz yeri bilmemiz gerekir. Lâyk olmayan
kimselere ve yerlere yaplan masraf hebadr. O kadar ki yalmz
serveti ve nimeti deil, ilimle irfam da lâyk olanlara vereceksin.

220
Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealü Neriyaü, 2000, s. 410.
221
Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealü Neriyaü, 2000, s. 444.
222
Haluk Nurbaki, Yâ-Sîn Sûresi Yorumu, stanbul: Damla Yaynevi, 1999, s. 35.
EY insan
141

Hakk'n emrini Hakk'a ulamlardan ören. Harcayacaksan onlarn


yolunda ve onlarn dileine göre harca. Onlara sorup, gösterdikleri
yollara sarf ederek onlarn gönlünü kazan. Zira her gönül Hak
emrini bilmez ve anlamaz"^

-20-
Derken ehrin öbür ucundan bir adam koarak geldi.
"Ey kavmim! dedi, bu elçilere uyunuz.
'^Ve câe min aksa '1-medîneti raculün yes 'â kale yâ
ka vtni't-tebiu '1-mürselîn "
*
O srada cehrin ta ucundan bir adam kokarak geldi ve: "Ey kavmimi Uyun o

elçilere" (Elmahl Hamdi Ya^r)

Derken cehrin öbür ucundan bir adam kojarak geldi. "Ey kavmimi Dedi, bu
elçilere uyunut^!" (Diyanet)

"Medine'nin aksâsndan" demek, o memleket idarecilerinin en ileri

gelenlerinden bir zat mânâsm da andrr. Elçilere suikast edilmek


üzere bulunduunu haber alp bu zat geldi, kouyordu. Yani
koarak geldi, îman edenlere örnek olmak, irâd etmek için

gayretiyle çalyordu."""*

Allah yolu çok korkulu, kapal ve karla örtülü idi. lk önce camm
tehlikeye sokup atm süren ve yolu yarp geçen o oldu: Herkesin bu
yolda gidebilmesi, onun yol göstermesi ve inayeti (lütuf, ihsan)

sayesinde olur. Yolu ilk defa o bulduu ve her yere; bu tarafa


gitmeyiniz; eer o tarafa gidecek olursamz ölürsünüz. Ad ve Semûd

223 Ken'an Rifâî, erhli Mesnevî-i erif, stanbul: Kubbealü Neriyaü, 2000, s. 323.
^^•^
Elmall M. Hamdi Yazr, Hak Dini Kur'ân Dili, stanbul: Feza Gazetecilik,
1992, c. 6
142

kavmi gibi yok olursunuz. Yok eer bu tarafa gidecek olursanz,

mü'minler gibi kurtulursunuz, diye alâmeder koyduu için, Onda ne

kadar apaçk ibaretlerle (Ali mran, 97) buyrulduu gibi, bütün Kur'ân
bunun beyânndadr. Yani, yollara iaretler diktik, biri bu
kazklardan herhangi birini kesmek isterse, hepsi birden: "Bizim
yolumuzu ykyorsun, yokluumuza çalyorsun; yoksa sen yol
kesici misin?" diye onu öldürmek isterler; ite bunun için önderin
Hz.Muhammed (s.a.s.) olduunu bil. Her ey, ilk önce Hz.
Muhammed (s.a.sjt gelmeden, bize erimez"^^^
Ruh vücutta Allah'n elçisidir, vekilidir. Emreden ruh, icra eden
meleklerdir""

nsann vücûdunda ruh ki Hakk'n naibi, kalp ki Resûl'ün


vekilidir"''

Kalp cisim memleketinin ahdr.. Kalpten zuhur eden amel de


elbet aha yakr. aha yakacak amel de ahane gerek"

Sen reddedilen veya davet edilenlerden miyim diye tereddütteysen,


kendi içine eil, kendi ruhunu dinle. Eer kalbinde velilere kar
derin bir sevgi ve meyil varsa bahtna nasibine sevin""

Allah dostiar. Peygamberlerin bedelleridir. Peygamberlerden sonra


onlarn yerine kaim (yerine geçen) olan kiilerdir. Öyleyse, onlarn size

söylediklerini kabul ediniz. Emirlerini yerine getiriniz. Zira hiç

üphe yok ki O'nlar, size ancak Allah'n ve Resulünün emirleri ile

emrederler, nehiyleri ile nehyederler (yasak etme). O'nlar, Allah'n

konuturmasyla konuurlar. Allah'tan verileni alrlar.

Kendiliklerinden tek bir harekette bile bulunmazlar. Allah'n


dininde, hevâî (nefsine dünkün) hareketieri ile O'na ortak olmazlar.
Gerek sözlerinde ve gerekse fiil ve hareketierinde, Resûlullah'a

^"^
Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Fîhi Mâ Fîh, çev. Meliha Ülker Anbarcolu,
stanbul: Milli Eitim Basmevi, 1985, s. 342-343.
226 Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealt Neriyaü, 2000, s. 470.
227
Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealü Neriyaü, 2000, s. 419.
228 Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealü Neriyaü, 2000, s. 644.
229 Ken'an Rifâî, erhli Mesnevi-i erif, stanbul: Kubbealü Neriyaü, 2000, s. 361.
"

EY insan
143

(s.a.s.) tâbi olurlar. Çünkü Azz (i^tli, sevgli) ve Celîl (ulu) olan

Allah'n bu husustaki kavline kulak vermilerdir. an ^'üce olan

Allah bu\Tirur ki: "Peygamber siî^e ne emrettiyse ona sanln; si^ neyiyasak

ettiyse ondan da saknn. " (Har, 7)""^

eyh Mansûr-i Rabbani buyurdu ki: Allah Teâlâ'ya snmak, ona


itimad etmen zihninde ondan gayr varlklardan temizlenmendir
Sûfiler topluluu bizi irâd ettiler, bize yolu gösterdiler. Kur'ân ve

sünnetierdeki inci hazinelerini kapatan perdeyi bizlere araladlar.

Allah ve Resulü ile olan terbiyenin hikmetini bizlere örettiler.

Onlar, öyle bir topluluktur ki yanlarnda oturanlar .aztmaz. Allah'a


îmân eden. Peygamberinin yüceliini idrak eden kii, onlar sevsin,

onlara tâbi olsun...

Mürid-i kâmil; ilâhi cezbeye erierek eriat kanunu ve tarikat


üslubu üzere mürid-i kâmil huzurunda sülük etmi olan ve gayb
âlemini bandan sonuna kadar gören kimsedir. Resûl-i Ekrem'in
(s.a.s.) pâk ruhuna mazhar düüp onun manevî varisi olandr.
Fenâfillah denizinde varln tamamen yok eden ve vahdet
denizinde renksiz olandr. O hakîkî beka hil'atini (beenilen kimseye

giydirilen kaftan) giyerek Hak'la baki olmu, sonra kemâl


mertebelerini tamamlamak ve talipleri Hak yoluna irâd etmek için

balad yere geri dönmütür"^"^


Hz. Pir bu}aruyor ki: "Her Müslümann kalbinde bir ilâhî vaiz

vardr, insann kendi kendisine nasihati olmazsa, edilecek vaaz ve


nasihatten istifade edilemez."

Kalbin, ne yolda ve ne halde olduunu sana, hariçtekilerden daha


doru söyler nsan, fetvay kalbindeki müftüden alacak olursa

-^° Hac Ahmed Kayhan, Abdülkadir-i Geylânî, Ankara: Özben Matbaaclk, 1998,
s. 94-95.
2^^ Ahmed er-Rifâî, Kurtana Öütler, stanbul: Bedir Yaynlar, s. 80.
2^2 Mûsâ eyh Tahir Tokadî, smail Hakk
b. Bursevî, Hac Bekta- Veli,
Muhammed Nûru'l-Arabî, Gayb Bahçelerinden Sesleniler, Yayna Hazrlayan:
Tahir Hafzaüolu, stanbul: nsan Yaynlar, 2003, s. 41.
144

yanlmam olur. Bu müftü: Nefsinin arzusuna u^nayorsun, gittikçe


alçahyorsun! Yahut: "Hakk'a teveccüh (yönelme) ediyorsun, kalbin

Hakk'n nuruyla doluyor, terakkidesin (ilerkmefr derse, senin için bu


fetva gerçekten tesirlidir. Fakat bu fetva tesir etmeyecek olursa,
hariçteki nasihatçilerin sözü hiç tesir etmez.

te gönlündeki bu müftü, bir ilâhî vaizdir. Hariçteki vaizler ve


nasihatçüar sana ancak hayr ve er yollarn iaret ederek, kötü ve
erli ilerden saknp hayr tercih etmeni tavsiye ederler. Halbuki
senin bunlardan hangisine teveccüh ve iltifat ettiini, iyilik veya

kötülük yollarndan hangisinden holandn bilmezler"^^


Bizim nefsimiz cehennemin cüz'üdür. Binaenaleyh cehennemin
yedi kaps olduu gibi nefsin de yedi sfat vardr. Bunlar; kibir,

hrs, hiddet, ehvet, hased, kin, garazdr. Eer Cenâb- Hakkk'n


tevfik (Cenâh- Hakk 'm kuluna doru jola sevkolunmas için yardm
etmesi) ve hidâyet (Hakk ' hak, hâth da hatl olarak görüp doru yola
girmek) nuru bir kalbi münevver (akl, ilim ve ibadetle nurlanmij) eyler

ve Rahmânî cezbe atei, nefse galip gelirse o kimse felah (selamet,

saadet) bulur"^

Yüksek bilgiler kitaplarda bulunmaz. nsann onlar kendi kalbi


hazinesinden pek ince bir tefekkürle (derin düünmek) çkarmas ve
mukaddes atei kendi zâti menbanda (kaynak) aramas lazmdr.
Bunun mektebi yoktur; bu iHm insana Hak tarafndan ihsan
(baijlama) olunur.

Gayesi Allah' bilmek olan gönül ilminin ilk neticesi nefsin slahdr.
Nefsin slah nasl olur, nasl elde edilir?

nsanlarda ehvet, hrs, benlik, kibir, garez, gazap, hased ve emsali


kötü ahlâklar bulundukça, insamn nefsini slah eylemesi ve vücûdu
memleketini refah ve adalede idare edip kullanmas imkân dahilinde
deildir.

233 Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealti Neriyaü, 2000, s.243.


23'*
Ken'an Rifâî, Mesnevi Hatralar, Kâzm Büjoikaksoy (haz.), stanbul: nklâp
Kitapevi, 1968, s. 259.
EY insan
145

Amma unu da bilmeli ki bu söylediklerimden kurtulmak kolay i


deildir. Bunlardan birini ortadan kaldrmak, Himalaya dan
yerinden oynatmak gibidir.

Her ilmin ve san'atn ayr ayr hocas olduu gibi bu ruh ilminin de
hocas vardr. Her ilim ve san'at talibi kendi bildiklerini unump,
onun gösterip örettiklerine gözünü kulan açar ve üstadnn
ilmine itiraz etmez ve teslim olursa, hocasmn bilgisini kazanabilir"^^

Mevlâna Hazretleri: Âferinler, tahsinler olsun o mutlak hakime ki

can ikiye ayrd bu^oarur.

Bu canlardan biri Hayvani ruh dieri ise izafî (göreceli) veya sultanî ya
da ilâhî ruh denen iyiyi kötüden ayran ruhtur."^*^ Hâsl kelâm
Nuh'un gemisinden maksad, kâmil insamn nehf ettii bu cezbe, bu
izafî ruhtur. O hasl olmadktan (meydana çkma) sonra insamn cüz'î
akl ile ruh deryasna ve hakîkat âlemine sefer etmesine imkân
yoktur"^^

235 Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealü Neriyaü, 2000, s. 447-448.


2^*^
Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealü Neriyaü, 2000, s. 257.
2^'^
Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealü Neriyaü, 2000, s. 144.
146

-21-
"Sizden herhangi bir ücret istemeyen bu kimselere
tâbi olun, çünkü onlar hidayete ermi kimselerdir.
"tttebiû men lâ yes'elüküm ecran ve hüm
mühtedûn''
*
"Uy^n sif^den hiçbir ücret istemeyen o î^atlara ki, onlar hidâyete erkliklerdir"

(Elmûhl Hamdi Yûi^r)

"Simden herhangi bir ü^^eret istemeyen bu kimselere tâbi olun, çünklü onlar

hidayete ermij kimselerdir. " (Diyanet)

H2. Pîr, Peygamber Efendimizin mübarek lisan- eriflerinden


ki: "Benim halk Cenâb- Hakkk'a davetimin
buyururlar ücreti,

Hakk'm dîdârdr (güf^el yüî^ çehre), cemâlidir. Gerçi Ebû Bekir-i

Sddk, benim uruma krk bin altn balad hatta avret (insann

gösterilmesi aypjeri) için bir ey kalmadndan üç gün evinden kap


dar çkamad. Fakat bu para benim dava ücretim deildir, çünkü
benim ücretimi Cenâb- Hakk vermitir. Benim ücretim yârin
didârdr. Binaenaleyh hrs ve tamahtan kurtulmayan, dîdâr- ilâhî

müahedesine nail olamaz. Kim ki Cenâb- Hakk'n davet ve


ziyafetinden nasipsizdir, o kimse padiah da olsa yine dilenci
sirettir (bir kimsenin içi, hali, tutmu olduu yol)., yani hrs ve tamahtan
(aç gö:(liilük, doymadk), fakru ihtiyaçtan kurtulamaz"

Hakk'n halîfesi olan peygamberler, Allah'tan haber getirerek sana


doru ve yanl gösteriyor. Bu haber verilerden, halkn
teveccühünü (sevgi, alaka) kazanmak veya herhangi bir menfaat gibi

düünce aramak abestir.

-^^ Ken'an Rifâî, Mesnevi Hatralar, Kâzm Bü^'ükaksoy (haz.), stanbul: nklâp
Kitapevi, 1968, s. 167.
EY insan
147

O peygamberlerin varisleri de kâmil insanlardr ki vekil asln eidir


'^

srr onlarda câridir."

• Bu nebi: "Bana bir ey veriniz, ihtiyacm var; ya kendi cübbeni, ya

elbiseni veya malm ver" diyor. O elbiseyi, cübbeyi ne yapsn?


Senin elbiseni, güne scaklnn sana ermesi için istiyor.
Kur'ân'da: "Si^AUah'a gönül bolluuyla bir borç verini-:^' (Müzzemmil,
20) buyurulduu gibi, senin yükünü hafifletmeyi arzu ediyor.
Sadece mal ve cübbe istemiyor, çünkü sana bunlardan baka, daha
birçok eyler vermitir; meselâ ilim, fikir ve görü gibi.

Bununla demek ister ki: Görünüü, akln, fikrini bana sarfet! Sen
bu mal, zenginlii, benim vermi olduum bu âletlerle elde etmedin
mi sanki? Böylece o, hem kularndan, hem de tuzandan sadaka
istiyor.

Günein önünde soyunabilirsen, daha iyi; çünkü o güne insan


karartmaz, hatta beyazlatr; hiç olmazsa elbiseni hafiflet de onun
zevkini duyasn. Bir müddetten beri ekiye altn, bari tatly da
J • 24ü
deneyver

Sddklar, yaptklar güzel amellere karlk gönüllerinde ücret ve


sevab arzusu bulunmadndan ötürü, Allah onlar ivaz (karglk) ve
sevab beklentisinden beri klmtr.
Binaenaleyh sddklar daima kendilerinin kul olduklarm müahede
ederler. Kulluk ise, kendilerinden aça çkan fiilleri kendi güç ve
kuvvetleriyle olmadn kabul etmekle onlarn katnda gerçekleir.
Bu sebepten ötürü; yapm olduklar güzel amellere karbk ücret ve
sevab istemezler.

Yapan da, veren de Hak olduuna göre Hakk taleb etmekten daha
güzel bir mükâfat olabilir mi?

Sddklar, kendilerini hakikaten "Abd" (kul) mecazen ise "Mâlik"


(mülk sahibi) görürler. Yani, dünyada icra ettikleri her eyin bir

emânet olduunu ve kendilerini de emanetçi kabul ederler.

2^^ Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealü Neriyaü, 2000, s. 528.


^'^o
Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Fîhi Mâ Fîh, çev. Meliha Ülker Anbarcolu,
stanbul: Müü Eitim Basmevi, 1990, s. 346.
148

"A.llah ve Resullerine îmân edenler i§te onlar sddklardr" (Hadid, 1 9)

Allah onlarn amellerine karlk bir "ivaz" zikr etmemitir. Zira


yaptklar amellerde kendi güç ve kuvvetleriyle olmadn müahede
ettikleri için, gönüllerinde o amellere karlk ücret bulunmak
endiesi asla mevcud deildir.

Sddklar, yaptklar eyde "biz bunu yaptk" iddiasnda


bulunmaktan beridirler. Onlar, bütün hareket ve durgunluklarnn
~
Hakk'n kudretiyle olutuunu müahede ederler.

Hâdî: Bu kavram hidâyet kökünden türemi olup, sözlükte "yol


göstermek, irâd etmek ve rehberlik etmek" anlamlarna
gelmektedir. AUah'n yüce isimlerinden birisi olan Hâdî, "kuUarna
kendisini tanma yollarm gösterip, onlara uluhiyyet ve
rububiyyetini tasdik ettiren; insanlara kurtulu yolunu gösteren; her
mahluku, varhn sürdürebilme yolunda gereken eyleri yapmaya
sevk eden" eklinde açklanmaktadr.

Rab el-sfehânî, hidâyet kavramnn Kur'ân'da dört farkh anlama


geldiini belirtir ve onlar öyle açklar:

Bütün mükellef (sorumlu) varhklara kapasite ve istidatlarna

(yetenek) uygun biçimde akl, anlay ve zarurî (mecburi) bilgilerin


ihsan edilmesi. Hidâyetin bu türüne, mükellef varlklarn
dndaki bütün mahlûkata ihsan edilen, varlklarm devam
ettirmeyi salayan bütün vesileleri de eklemek gerekir. Kur'ân bu
tür hidâyete u âyetleriyle iaret etmektedir: "Yaratp düzene
koyan, takdir edip yol gösteren, (topraktan) yeil otu çkarp sonra
da onu kapkara bir sel artna çeviren yüce Rabbinin adn
tebih (ve takdis) et." "O da: 'Bizim Rabbimiz, her eye hilkatini

(dourtan gelen özellik, yaradl) veren, sonra da doru yolu


gösterendir.' dedi"

2-*'
Muhyiddîn bnü'I-Arabî, Yldf:(lann Mevkî, çev. Abdullah Tâhâ Feraizolu,
stanbul: Kitsan Yaym, 1999, s. 88-89.
EY insan
149

Allah'n insanlar peygamberleri araclyla çard hidâyet:


"Onlar emrimiz uyarnca doru yolu gösteren önderler yaptik ve
kendilerine hayrl iler yapmay, namaz klmay, zekat vermeyi

vahyettik. Onlar, daima bize ibadet eden kimselerdi"

Peygamberler araclyla "gösterilen doru yolu" kabul edenlere


nasib olan tevfk (doru jola sevkolunmaya yardm) hidâyeti:
"insanlar bir tek ümmet idi. Sonra Allah, müjdeleyici ve uyarc
olarak peygamberleri gönderdi. nsanlar arasnda, anlamazba
dütükleri hususlarda hüküm vermeleri için, onlarla beraber hak
yolu gösteren kitaplar da gönderdi. Ancak kendilerine kitap
verilenler, apaçk deliller geldikten sonra, aralarndaki
kskançlktan ötürü dinde anlamazla dütüler. Bunun üzerine
Allah îman edenlere, üzerinde ihtilafa (anla§ma^k) dütükleri
gerçei izniyle gösterdi. Allah dilediini doru yola iletir"

Cennettekilerin âhirette "hidâyetiyle bizi bu nimedere


kavuturan Allah'a hamdolsun" eklinde dile getirecekleri
hidâyet: ""(Cennette) onlar altiarndan rmaklar akarken,
kalplerinde kinden ne varsa hepsini çkarp atarz. Ve onlar derler
ki: 'Hidâyetiyle bizi (bu nimete) kavuturan Allah'a hamdolsun!
Allah bizi doru yola iletmeseydi kendiliimizden doru yolu
bulacak deildik. Hakîkaten Rabbimizin elçileri gerçei
getirmiler.' Onlara: te size cennet; yapm olduunuz iyi

amellere karlk ona vâris khndmz diye seslenilir"^^"

Hâdî, srât- müstakime ulatrandr.

Iztrari seyirde meselaHadi isminin tesiriyle nefsinin icaplar üzere


ölüm gelecek ve kendini kendinden alacak olursa hakikati göremez.
Yalnz burada hayr ve serden ne ilediyse onu bulur, ona kavuur,
asbna Aslna vusule kabiliyet mertebesi olan insan
bulamaz.
vücudunu giymiken burada bu insanla yakmayan nefsani
mtumundan dolay, zürari mevt (mecburi ölüm) gelip te ölünce aslna
kavuamaz.

242 Yrd. Doç. Dr. Niyazi Beki, Ahdülkadir Geylânî ve Esmâ-i Hüsnâ Kasidesi,
stanbul: Sultan Yaynevi, 2001, s. 222
150

Arayan Mevlâsm da belâsn da bulur. Cenâb- Hakk arayc kuluna


mürid suretiyle tecellî ederek onu madde, nebat ve hayvan
mertebesinden geçirir. çini artp, temizler. Bu suretle de dünyada
iken asb ile âinâbk eder. Bulacan bulur, göreceini görür, yani

ihtiyar (kendi istei) ile ölecek, nefsinin esaretinden kurtulup Hakk'n


esrar mahremi, yâri olur ve dorudan doruya asln bulur.""^^

lim lâ ilahe illallah'tr. Amel, ise adalet ve istikamettir. Allah'tan


gayr hidâyet edici yoktur.""^

Hz. Muhammed (s. a. s.) bir hidâyet nurudur""^^

Hidâyet nurunu bulan, tabiat ve beeriyet kirlerinden kalbini


temizleyen, ayar (Allah'tan gayn her jej) ve mâsivâ (dünya ilgilen)

tozundan kurtulan kimseye istikamet sahibi denir""^''

Cenâb- Hakk bir kuluna hidâyet murad ettii, yani bir kulunu
ilmen bilmek derecesinden ayn'el yani görerek bilmek derecesine
yükseltmek istedii vakit o kulun kalbinde hidâyet nuru tecellî eder.

te o vakit bu kulun ruhu îsâ olur Gökten îsâ indi. Mehdi tamam
etti zuhur (ortaya çkma)... denmesinin sebebi budur.

Bu hidâyet bu Rahman cezbesi geldii zaman, ruh da, ruh-i izafî

olup ne kadar yaramaz ahlâk varsa; ki bunlar deccâldir, katieder.


Bunlar ölüp gidince de:

Gitti kesret, geldi vahdet oldu halvet dost ile

Hep Hak oldu cümle âlem §ehr ü bâ^âr kalmad

247
Srr zuhur eder. Böylece de ruh nefis, nefis de ruh olmu olur.

-^'^
Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealü Neriyaü, 2000, s. 308.
244 Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealt Neriyaü, 2000, s. 538-539.
245 Yaar Nuri Öztürk, YMr'ân- Kerim Ansiklopedisi, stanbul: Hürriyet Matbacik,
1990, s. 134.
246
Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealü Neriyaü, 2000, s. 581-582.
247
Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealü Neriyaü, 2000, s. 328.
EY insan
151

-22-
"Bana ne olmu ki, beni yaratana ibadet
etmeyecekmiim! Halbuki, hepiniz
O'na döndürüleceksiniz."
^^Ve mâliye lâ a'büdüllezî fetarenî ve ileyhi türceûn''
*
"Bana ne oluyor da kulluk etmeyecekmiim beniyaratana? Hep döndürülüp
O'na götürüleceksiniz^' (Elmahl Hamdi Ya^r)

"Bana ne olmu§ ki, heniyaratana ibadet etmeyecekmijim! Halbuki, hepini-:(^

O 'na döndüreleceksini^ " (Diyanet)

Ey kavmim resullere tabî olunuz, sizden ecir istemeyen ve


hidâyet bulmu olan kimselere tabî olunuz. Ben neden beni yaratan
Zât'a ibadet etmeyeyim ve siz hepiniz o Zât'a rücû edersiniz (geri

dönmef^^

Abdullah: vMlah'm kullar içinde kendisinden daha yüksek makam


sahibi ve daha erefli kimsenin olmad kul.
Hakk'n ondaki tecellîleri tecellîlerin en Kâmili, en geneli, en yetkini
ve en kymetlisidir. Bu kiinin kefinden daha yetkin bir keif
olmad gibi, tecellîsinden üstün bir tecellî de yoktur; Hakk'n
hiçbir ismi veya sfat veya herhangi bir bilinme tarz yoktur ki, onu
Abdullah diye isimlendirdii kula açmam olsun"
Mutlak kul: Kendisinde hiçbir yarata kar rablk iddias
bulunmayan kul. Bu durumda kii mudak kuldur.

-***
Kemâlüddin Abdürrezzâk Kâânî)')'üs Semerkandî, Te'vilât-Kââniyje, çev. Ali
Rza Doksanyedi, M. Vehbi Gülolu (haz.), Ankara: Kadolu Matbaas, 1988,
c. 3, s. 12
-•^^
Abdürrezzâk Kââni, Tasavvuf S ördüü, çev. Dr. Ekrem Demirli, Istanbuh z
Yaynclk, 2004, s. 366.
152

Nefsini kendisinde Rabbani bir özeliin bulunmasndan koruyan


mutlak kuldur,

Mutiak kul, yaratklardan herhangi birisine kar efendilik özeliinin


bulunmad kuldur. Bu kii, kendisini âlemdeki her eye muhtaç
Aleme muhtaçl ise âlemin
görür. bir isim perdesinin ardndan
Hakk'n ayns olmas yönündendir

Abdiyyet yani gerçek kulluk öyle bir sfattr ki, onun hakk,
efendisinden baka hereyden kesilmektir. Abdiyyet külü veya cüz'î,
az ve çok hereyi terketmektir. Abdiyyet, meziyyet talebinde
bulunmamaktr. Abdiyyet, kulun nefsinde kardelerine kar bir
üstünlük ve farkllk görmemesidir. Abdiyyet, Âdemiyyetin
yapsnda bulunan haddi korumaktr. Abdiyyet, ilâhî takdiratn taht-
mecrasnda huzu (alçak gönüllülük) ve hayettir. Kul, hürriyet
mertebesine ulamadkça, abd-i kâmil (kâmil kul) olamaz. Gerçek
hürriyet ise mâsivânn (dünya ilgilen) esaretinden tamamen
kurmlmakür."^^

Kulluun gayesi, Allah'a teslim olup ilerini ona smarlamaktr.


Fakat bu da yakînsiz yani gerçek bügiyi elde etmeden olamaz

Kap dndan gelenlerin sultan sarayna mutlaka kapdan girmeleri


gereklidir. Ama Padiahn baz has kullar da vardr ki, onlar zaten

hep içerdedirler. Bu çetin bir konudur. Burada büyük tehlike


vardr. Hazret-i Muhammed (s.a.s.) zaten has kullardandr. Kulluk
vazifesini tamamiyle yerine getiriyordu. Hazret-i Peygamber
tam kuvvet ve kudret kazand zaman bile
kullukta ondan kulluk
mânâs asla eksilmez ve daima daha güçlü olurdu. Kulluun yüksek
mevkiini tadard. O kapda olduu vakit kendini içerde görür,
içerde iken de kendini yine içerde bulurdu

brahim Edhem Hazretieri adamcazn birine: "Ehlullahtan bir


veli olmak ister misin?" diye sormu ve "sterim!" cevabn alm.
"Öyle ise," buyurmu, "Dünyadan da âhiretten de arzu ve rabetini

250
Suad El- Hakîm, Îbnü'l-Arab Sözlüü, çev. Ekrem Demirli, stanbul: Kabalc
Yaynevi, 2005, s. 481.
251
Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealü Neriyaü, 2000, s. 385.
^^~
ems-i Tebrizîj Makalat, çev. Nuri Gençosman, stanbul: Hürriyet Ya)inlan,
1975,c. l,s. 237.
EY insan
153

kes. Çünkü dünya ve âhiret arzusunda bulunmak, Hak'tan ba


çekmektir. Kendini muhabbet için hazrla. Yani kalbindeki her
muhabbeti Allah'n muhabbeti için boalt. Yalnz Allah'n
muhabbet ve ak için yer brak ve Hakk'a teveccüh et ki hakîkî
kble budur. Kulluk, ancak Allah'n cemâli içindir"'

• Resûlullah Efendimiz öyle buyurur: "Allah, akl kendisine kuUuk


hususunda kullanmak için vermi. Yoksa rububiyet srlarn idrak
etmek için deil..."

Onun için, akln varsa, benim hiç bir eye ihtiyacm yok demeyip,
kendini dünya kirlerinden artmaya ve ruhundan cehil ve gafleti
silip, onun aslî temizlii ile meydana çkarmaya bak!"^^'^

• Cenâb- Hakkk'n isimleri ve sfatlar her yerde ve her eyde


mevcuttur. Fakat Zât' ancak ârifm kalbindedir.Onun için
Resûlullah Efendimiz: "Beni gören Allah' görür. Kim Allah'n
veUsine ihanet ederse Allah'a ihanet eder" buyurmutur. Onun için
kulluk, Allah'a kulluktur. Onun için bir Kâmil velinin tard ettiini
(u^kla^trma) hiç bir yer kabul etmiyor zira onlar "Seninle ahd edenler

ey Habibim benimle ahd (sö^ etmilerdir" (Fetih, 10) srrna mazhar


olmu kimselerdir"^^

Er-Rab ism-i celîli insan Allah'a azad kabul etmeyen bir kul yapar,
insanlar geçmite kula kul, nefse kul, ilahlara kul olmulardr. Er-
Rab ism-i erifi insanlar ancak Allah'a azad kabul etmez kul eyler.
Bu Rab kelimesiyle insan hakikî kulluunu duyar. Zaman-
cahiliyette zengine kul olanlar, güzellie kul olanlar, Rablarm
unutanlar, Rab kelimesiyle ancak Allah'a kul olduklarm itiraf

ederler"^''

Geri dönmek o harekettir ki insan çkt yere geri döner. Rücûun


burada aslna dönmekten baka mânâs yoktur. Ölüm ilâhî birlikten

kopan ve yllar yl gurbette kalan bizler için asl vatana avdettir


(dönü§).

-5' Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealti Neriyat, 2000, s. 346.


254
Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealti Neriyati, 2000, s. 474.
255
Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealti Neriyati, 2000, s. 405.
25''
M. Kemal Pilavolu, Muhiddin-i Arabi, Ankara: Pilavolu Kitabevi ve
Yaynlar, s. 170-171.
"

154

Ölüm, kulun Allah'a gidiidir diye mesut oluyorum. Bir netice deil,
bir balangçtr, bir ölüm deil ölümsüzlüktür diye iman
ediyorum.-^

• Zaman ve mekânlarnn birbirine mütenasip (uygun) olan tayinine,


hareket ve sükûnetine, ayrl ve toplanna ve bunlara benzer
bütün ilerine "Er-Rab" ism-i erifi istidat halkeder.

"
'Ona götürüleceksiniz

-23-
"O'ndan baka tanrlar m edineyim? O çok
esirgeyici Allah, eer bana bir zarar dilerse onlarn
(putlarn) efaati bana hiçbir fayda vermez, beni
kurtaramazlar.
ettehzü min dûnihî âliheten in yüddnPr-
^'E
Rahmânü bidurrin lâ tuni annî efâatühüm ey'en
ve lâ yünkzûn ''

*
'H^f hen O 'ndan ha§ka ilahlar edinir miyim? Eer O Rahman, hana bir
î^arar dileyecek olsa, onlarn efaati bendenyana hiçbir §eye yarama^ ve onlar

beni kurtaramazlar"

(Elmahh Hamdi Ya^r)

"O'ndan bajka tanrlar m edineyim? O çok esirgeyici Allah, eer bana bir

^rar dilerse onlarn (putlarn) efaati bana hiçbirfay da verme^ beni

kurtarmazlar. " (Diyanet)

257 Ken'an Rifâî, erhli Mesnevî-i erif, stanbul: Kubbealt Neriyat, 2000, s. 582-
583.
EY insan
155

-24-
"te o zaman ben apaçk bir sapkln içine
gömülmü olurum."
"tnnîizen lefî dalâlin mübîn*'
*
"
üphesi-:^ ki ben, o t^aman apaçk bir sapklk içinde olurum
(Elmall Hamdi Ya':^r)

"l§te o ^aman ben apaçk bir sapkln içine gömülmü olurum. " (Diyanet)

Sen seni ne sanrsn


Fâniye dayanrsn

Ho bir gün uyanrsn


Tevhide gel tevhide"

insanlar üç ksmdr:

1-Bu âleme niçin geldiini bilmeyenler; yeme içme, uyuma ve


sevimeyi kendine put edinmitir. Hayvan sfatiaryla

sfatlanmlardr.

2-Maksadn kemâl kazanmak olduunu bilmi ancak nefsini

sevmek, evlat, mal ve mevki denen dört puta meyletmilerdir.


Maksada ulaamamlardr.

3-Nefis putunu krp kâmil insan olmulardr.^^^

Hazret-i Ali: "nsanlarn dünya safalarna (•:ievk) ar hrs vardr.


~
Halbuki dünyann safas kederle karktr" der.

2^^ Kutbu'l-ârifin Seyyid Azîz Mahmud Hüdâyî (k. s): Hayat, Menâkb ve Eserleri
/Kemaleddin enocak. — stanbul: slâm Neriyat Evi, 1970.
259 Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealû Neriyat, 2000, s. 436.
2^" Ken'an Rifâî, erhli Mesnevî-i erif, stanbul: Kubbealt Neriyaû, 2000, s. 132.
156

Geçici varbklann bir taraftan yaratlp öbür taraftan bozulduu ve


çürüdüü bu âleme, âlem-i kevn (varlk, kâinat, mevcudiyet) ü fesad
(bo:(uk, kanfklk) diyeceksin. Bu kevn ve fesad alemindeki göz ve
gönül çelici hayallere vurulup da her eyi onlardan ibaret sanrsan,
onlarn hakikatini görebilmek yolunda bo yere gecikmi olursun.
Marifet bir cihanda sultan olmak deildir, marifet iki cihann
padiahyla padiah olmaktr"

Havada uçan kuun yerdeki gölgesini yakalamaya koan budalay


düün. Gücünü, kuvvetini tüketip bo yere nefes nefese kalr.

Zavall! Yukarda bir ku olduunu bilmez. Akl da etmez. Onun


yerdeki gölgesini kovalar.

Kafasz avc kuun yerde koan gölgesine ok atar. Tîrkeinde (ok

kab) kaç ok varsa bu bo yolda tüketir, fakat kaçan gölgeyi


vuramaz. Niceleri, ömür torbalarndaki altn deerinde zaman
oklarn böyle bo yere tükettiler. Dünya gafletine dalm ahmak
kimse bilmez ki peinden kotuu gölge Hakk'n esma ve
sfatiarnn aksidir. Böyle olunca asb koyup hayalin peinde komak,
ömrü ziyan edip, eli bo, kalbi karanlk kalmaktr.

nsan bu gibi aldamlardan ve aldatc hayaller peinde komaktan


yine Hüdâ erenleri kurtarr. Hakikatte Hüdâ erenleri de Tanr'nn
yeryüzündeki akisleri, gölgeleridir. Eer tutacaksan onlarn
eteinden tut ki seni akl alc hayaller uruna ömür tüketmekten
korusunlar. Düün ki senin ruhun yine senin vücûduna bürünüp
yine senin kalbnda insan olmak için ne maceralar geçirdi:

Yüce semâlardan dütü. Mânâ ve misâl âlemlerini geçti. Hava oldu,

ate oldu, su oldu, toprak oldu, nebat ve hayvan oldu. Sana öyle

ulati. Murad sende kalmak deildir. Belki sende sensiz kalmak ve


tekrar semâya dönüp o ilâhî varba karmaktr.

brahim Peygamber'in "^en ufûl edenleri sevmem" (Enam, 15-19)


deyiindeki ufûl etmek, ayn, yldzlarn, günein bat gibi, sönüp
kaybolmak, görünmez olmaktr.

Ken'an Rifâî, erhli Mesnevi-i erif, stanbul: Kubbealu Neriyaû, 2000, s. 78


EY insan
157

çinden gelen bir brahim Peygamber Allah' aramaya


duygu ile

yöneldii bir gece Müteri yldzn görmü "te benim


Allah'm!"demiti. Fakat bu yldz batp görünmez olduu zaman
yanldn anlad" Ben ufûl edenleri sevmem" dedi. Ertesi akam
ayn doduunu gördü ve ay batana kadar, onu Allah' sand.
Arkasndan doan günei görünce artk üphesi kalmad. Bütün
öteki gördüklerinden daha büyük, daha göz kamatrc olan güne
Allah'n kendisiydi.

brahim, yerigöü, yldzlar ve günei yaratan Allah', güne de


ötekiler gibi batt zaman anlad.

Felekteki güne de anlayana Hakk' tantr amma sen ems-i Tebrîzî


gibi bir güne bulursan gerçekleri daha yakndan örenirsin. Onun

emirlerine, onun uyarlarna smsk balan. Eer seni Hak visaline

(sevgiliye kavurma) götürücü ems-i Tebrîzî'yi bulamazsan, onu,


Hakk'm ziyas Hüsâmeddin'den sorup ören.

Ancak hasettten sakn! nsandaki eytan harekete geçirip, nefsi eri


yola saptan, o menfur eytann
hasettir (çekememeî(lik, kskançlk).

Adem'e secde etmeyii onu kskanmasndand. Bu sebeple Hak


katndan ve nur âleminden kovuldu. Sen de kendinden üstün
olanlara, hele üstün insanlara haset gözüyle bakma. Gözlerine
âlemleri simsiyah gösterecek olan o hasut baklardr. Hasetten
kurtulduun veya haset eytanmn tuzana dümediin takdirde
büyük nuru göreceksin.

Gönül, gönlü temiz olanlara duyulan hasede kararr. Nitekim Hz.


Mevlânâ; "Benden ibret abmz" diyor, "Ben ki ems-i Tebrîzî'yi

tanmadan evvel nice eyler bildiimi sanrdm. Gözüm ve gönlüm


ilim nuruyla klyd. Fakat onu tandm ve en küçük bir haset
duymakszn onun irfanna, onun fazlna kul köle olduum zaman
irfanm yüzlerce misli ziyâde oldu. Gönlüm en büyük bilginin
""

nuruyla doldu.""

Ken'an Rifâî, erhli Mesnevi-i erif, stanbul: Kubbealt Neriyaü, 2000, s. 65-67
158

Derviliin kanaat (yetinme, ksmetinden favasna gö^ dikmeme) ve


faziletinden kaçp dünya zevklerine ve ihtiraslarna komak için

sana, hatta Süleyman'n da yardm olsa netice ayndr. Sen,


kendinden, kendi benliinden kaçmak, hatta daha vahimi (kötü)

Allah'tan kaçmak gibi yollarn en çkmaznda dalâletlerin [yoldan

çkma, îmândan ayrlma, A^llah'a isyankar olma) en vahiminde sin.

Sen kendini Azrail'in baknda Hindistan'a kaçan adamla mukayese


(kar§la§trma) et! Düün ki aslnda o adam sensin"''^

• Dünya, türlü türlü nimetlerle dolu bir badr. Fare ile ^lan ve
bunlar gibi olanlarn, bunlarn tabiatnda bulunanlarn ksmeti ise

yine topraktr. Yani bunlar manevî sofradan nasiplerini alamazlar.

ster k olsun, ister yaz; onlarn yiyecekleri topraktan gelen


gdalardr. Fakat sen ey insan, kâinatn emirisin. En üstün bir
varlksn. Öyle olduu halde neden ylan gibi topraktan gelen
gdalar yiyorsun da, rûhânî gda olan gök sofrasm aramyorsun?

Tahtamn içinde küçük kurt, tahtay yer de; "Kimin böyle lezzetli

helvas var?" diye mrldamr.

Pislik böcei de, pislikler içinde iken, dünyada ondan baka gda
264
aramaz

Dünyamn en büyük en muhteem zevki, bedenin süfli ksmlaryla


alâkal zevklerdir. nsanlar bu nevî iptilâlar (alkanlk) için canlarm
dahi verirler. Beeriyetin bundan aikâr aczi ve esareti olur mu?
nsanlk zevkibu mudur? Bir de, mânevi, rûhânî zevklerin
azametini düünün. Gerçek zevk aczdir, hayrettir, mânâdr.

Yamldn cihetie kendi kendini baladn. Bundan böyle görülen


cisimlerde yüksek ve zaid bir vücûd varl ispat edilmi olduundan
bundan böyle inkârn mümkün olmaz. Hakikati gördükten sonra
gönül gözün (kalp gö^ü) körleir ve benlie kaplarak inkâra düer,
yüz çevirme, büyüklenmede hevâna (heves) uyarak srar ile zarara

26^ Ken'an Rifâî, erhli Mesnevî-i erif, stanbul: Kubbealt Neriyaû, 2000, s. 132.
2'"'*
efik Can, Konularna göre açklamal Mesnevi Tercümesi, stanbul: Ötüken
Neriyat, 1997, c. 5-6, s. 39.
EY insan
159

urayacak olursan artk mazeret hakkn kaybetmi olursun. Senin


senedin inzar (uyarma) ve korkutmalarla kesilmitir. Cehennemlik
olmandan korkulur. Bununla beraber ruhun nuru, cismin
zahirinden (görünenden) çekilip \aikseldii, ruhun tedbir ve idaresine
ölüm mâni olduu zaman, yalanlaya geldiin eyin tevili (açklamas)
sana gelecek ve gerçek sana aikâr (açk) olacaktr. Gafilleri taklid ve
cahillere itüban (tâbi olmann) sana yaramadn ve teslim
edemediin gerçei müahede (görme, kesifle seyretme) ettiin zaman
öyle dersin: '^Rûbbimiî^in peygamberleri ^üphesit bit^e gerçei getirmiti"
(A'râf, 53) Nitekim Hakk Tealâ senden ve senin gibilerden öyle
haber veriyor: "Kitabn haber verdii sonuçtan baka bir ey mi
bekliyorlar? Sonuç gelip çatt gün, önceleri onu unutmu olanlar,

'Rabbimi^n peygamberleri ^üphesi\ bi^^e gerçei getirmiti. imdi bi^e efaat

edecek var m ki efaat (bir suçun batlanmas için vasta olmak) etsin?
Yahut geri çevrilsek de iflediklerimif^n ba§ka türlüsünü ijlesek. ' derler"

(A'râf, 53) Ne yazk ki ancak uykudan uyandn zaman gerçein


farkna varacaksn

Senin hüsrana uram olmandan ne kadar korkarm. Ne yazk ki,

ancak uykudan uyandn zaman gerçein farkna varacaksn.^^^

• eytan, Cenâb- Hakkk'a: Ya Rabbi, beni dalâlete memur ettin.

Ama söyle, kullarn ne ile aldataym? Bana âlet ver, âcizim! deyince

Cenâb- Hakk: Sana içkiyi verdim, buyurdu. eytan: Ya Rabbi,


bundan zevk almayanlar da bulunur, diye itiraz edince: O halde
sana para, debdebe ve dârât (heybet, akamet) verdim! Karl geldi.
eytan yine kabul etmeyip: Bunlar üe de kanmayan olur, deyince

bu defa kendisine kadn verildi ve eytan da sevinçten yerinde


duramaz oldu.

Tabii ki kadndan maksad kadnln hayvâniyet cephesidir ve eytan


dalâlete sürüklemek istedii kimseleri kadn yolu üe alaa edebilir.
Ne acz içinde adamlarz. Nasl da gaflete batmz. ^^^

2*^5
Ahmed Er-Rifâî, Marifet Yolu, Doç. Dr. H. Kâmil Ylmaz (haz.), stanbul:
ErkamYaynclk, 1995, s. 174-175.
266 Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealü Neriyaü, 2000, s. 268.
160

Bir gün Resulullah Efendimiz eytanla karlar: Nereye


gidiyorsun? diye sorar, nsanlar yoldan çkarmaya, der. O zaman
Resulullah Efendimiz: "Ben güzel ahlâk bildirmek üzere
gönderildim. Fakat hidâyetten bende bir ey yok. eytan da günah
iletici olarak gönderildi. Fakat onda da dalâletten bir ey yok."

buyurur"

Kaza, levh-i mahfuzda (deijme^ ilâhî takdirlerin ja^h olduu levha)

küUÎ olarak özetlenmi genel hükümdür.

Kader ise bu hükmün insann istidad ve yapsna göre varlk


bulmasdr. Varbk bulmamn neticesi o kazann zuhurudur.

Mah yarattklarna ancak istidatiarmn gerektirdiini, arzuladm


verir. Kaderinde hangi ismin zuhuru ona uymusa onu takdir eder.

Niye Allah Celâl olduunu bile bile onu cezalandrmyor dersek,

Hakim ve Alîm ona istidat ve kabiliyetinin gerektirdii dnda


hükmetmez. Bu konu a'yân- sabite konusudur. Zât'a ilikindir ve
Zât'ta deime ve bakalama olmaz.
Bir kimse Allah'n ilmini sorgulayp, "Senin bana örettiklerin
benim kapasitemi aü" derse Allah ona "Ben seni ancak naslsan
öyle bildim, durumun deise de yeni durumunu
bilirim. Beni

suçlama hakkna sahip deilsin" der. Allah onlara zulmetmiyor,


onlar kendilerine zulmediyorlar. O halde kazann kaderde uygulamp
tekrar zuhura gelmesi insamn kendindeki ilmi anlamas ile

mümkündür. Yahut bu ilmin (srât- midstakîm) anlalmas içindir"

Âdem kabahati nefsinde gördü: "Ya Rabbi nefsime zulmettim" dedi.

Cenâb- Hakk: Ya Adem, bu hal benim kaza ve kaderim icab


olduunu bildiin halde niçin kendini suçlu tutuyorsun? buyurunca:
Biliyorum Ya Rabbi... Fakat sendendir demeye edebim brakmad,
diye cevap verdi. te Adem'in bu kendisini hor ve hakir edip, aczini

bilmesi, onu tekrar kendine, âlâ (yüce) mevkiine yükseltti.

267
Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealü Neriyaü, 2000, s. 303.
268 smail Rusûhî Ankaravî, Nak§ et-¥üsus ertoi, lhan Kutluer (haz.), stanbul:
Ribat Yaynlar Ankaravî, s. 102.
EY insan
161

eytana gelince, Cenâb- Hakkk'a: Bana dalâleti sen verdin! demek


suretiyle Hakk'n dergâhndan kovuldu"*^^
Bil ki kimsede bir ey yoktur. Sana bir zarar gelecek olsa onu kimse
çevirmeye muktedir deildir. Bir hayr da gelecek olsa, onu da
kimsenin tebdil (degipirme) etmeye kudreti yoktur. Bunun için

kimseye beddua etme. Her eyi Hak'dan bü. Her ne ey ki vâki olur
Allah'n emri üedir. Çünkü hüküm onundur: Jilhükmü lillâhi'l-

aliyyi'l-kebfr. Semâvât ve arzn anahtarlar onun kudreti elindedir.

Kulluun gayesi, Allah'a teslim olup ilerini O'na smarlamaktr. Ah


fakat bu da yakînsiz yani gerçek bügiyi elde etmeden olamaz"^°
Cüzlere âk olanlardr ki bakalarna kul ve maskara olurlar.

Hadiselerin dalgalar arasna düen kimse, yüzmeyi bilene deü de


boulmakta olana mtunur, ondan medet umarsa sonu elbette

boulmak olur.

Medet umduu kendisini koruyacak ve kurtaracak kudrette deildir


ki daha zayfna faydas dokunsun.

Tutunacaksan bir kâmil velinin eteini tut! Seveceksen üâhî


saltanatn özenerek yaratt sana Allah' bulduracak bir güzeli sev ki

bütün bunlardan bir faydan olsun"'^'

Onlar ki sadece taklit yollarna saparak gönül gözlerini her hakikate


kapamlard. Nefislerinin elinden kurtularak hür olacaklar yerde
har, yani eek olmulard. Allah onlar irâd için; nurlandrmak için

peygamberler gönderdi. Tâ ki Cennet'e lâyk ruhlarla.

Cehennemlikler beUi olsun ve Cehennem'e yönelenler. Cennet


yolunu görsünler diye...

Fakat heyhat, bu ikisi arasnda öyle bir perde vardr ki,

gözlere görünmedii halde biri ac öteki tatl, iki deryay dahi

26^ Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealü Neriyaü, 2000, s. 321.


^^o
Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealü Neriyat, 2000, s. 385.
2^1 Ken'an Rifâî, erhli Mesnevî-i erif, stanbul: Kubbealü Neriyaü, 2000, s. 411.
162

birbirine kartrmayan berzahlar gibi, münkirlerle (inkâr edenler)

Allah'n saf kuUarm birbirinden ayr tutmaktadr"^^

• Müslümanlarn ve mü'minlerin hidâyeti de, Yüce Allah'a kar


küfre girenlerin dalâleti de tümden yüce Allah'n fiili ve sanat ile

olmaktadr. Kendi mülkünde O'nun orta yoktur.^^^

-25-
"üphesiz ben, Rabbinize inandm, beni dinleyin."
'^tnnî âmentü birabbiküm fesme^ûn"

*
"üphesv:^ ki ben, Rabbimî^e îmân getirdim, gelin dinleyin beni" (Elmalk

Hamdi Ya^r)

"üphesi:^^ ben, Kabbiniî^e inandm, beni dinleyin. " (Diyanet)

Rab: "Bir eyi slah etmek" ve "onun banda durmak"


anlamnda Rab, Melik, Halik ve Sâhib'dir. Rab bir eyi slah
edendir. Allah Rabdr; çünkü yaratklarnn ilerini slah eder.

Herkesin sahip olduu isim onun mürebbîsi, âmiridir. Ama a'yân-

sabiteden daha yukarlara çkarsak vahdet zuhur eder"^"^

Firavun Musa'ya sordu: "Rabbin kimdir ya Mûsâ? Mûsâ cevap


verdi: Bizim Rabbimiz öyle bir Allah'tr ki her eye kendi hilkatinin

(yaradl)icabm verdi, sonra o iin yaplmas ona srât- müstakim


oldu ve o ii yapmak için o kimseyi bu eye smarlad, hidâyet
eyledi (Tâ-Hâ, 49-50)

2^2 Ken'an Rifâî, erhli Mesnev-i erif, stanbul: Kubbealt Neriyaü, 2000, s. 371.
2''^
Abdülkadir Geylârû, Gmjetü't-Tâlibin, çev. Abdülkâdir Akçiçek, stanbul,
Salam Yaynevi, 1991, s. 201
'^'
Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealü Neriyaü, 2000, s. 183.
EY insan
163

Her ey bir isme mazhar oldu, demek, o ismin mazhar olduu


vazifesini yerine getirmesi demektir. u halde herkesin kendi
vazifesini yaptn bildikten sonra ortada dava kahr m? Bu takdirde
kimi a\plar, kimi çekip çekitirirsin?"^^

urada otururken sokaktan geçenlere bakyorum: Asker, sivil, polis,

odac, çöpçü, türlü kyafette insanlar geçiyor. Bunlara: Efendiler


nereye gidiyorsunuz? diye sorsanz, hepsi de bal olduu
merkezleri ve gidecekleri yerleri söylerler. Meselâ ben muallimim,
maarife tâbiyim. Doktor shhiyyeye, mühendis nâfaya ve ilh... fakat

bu merkezlerin hepsini birden cem eden, hepsine birden


hükmeden bir ana merkez, bir hükümet var. ite, asl merkeze tâbi
olan bu merkezlerden birini, faraza belediyeyi ele alahm: bu
dairenin en küçük memurundan, çöpçü, onba, kâtip,
muhasebeciden ta belediye reisine kadar hepsi de kendi vazifelerini
icap ve mes'uliyetleri hududu içinde meguldürler. Gerçi hepsi de

ayn merkezin hizmetindedirler. Fakat aralarnda derece farklar


vardr. Faraza belediye reisinin belediye merkezine olan yaknl ile
çöpçününki bir midir? te bu tab0}a âyân- sabiteye

benzetebiliriz."'^''

"O kimseler ki "Kahhim Allah 'Ur. ' dediler ve istikamet ettiler, onlar için

korku ve keder yoktur." (Ahkaf, 13) âyet-i kerîmesinde buyurulduu


gibi madem ki Allah'tan gayr fail yoktur diyoruz, u halde yapan
da yaptran da O 'dur. "

Ruhlar "Ben sizin Rabbiniz deil miyim? "hitabnda belî (evet)

dediler. Orada tamyanlar burada da tamdlar. Orada hakikat


zahirdir, gizli bir ey yoktur. Belî.. diyecekleri tabiî idi. Asü maksat,
o beliyi burada itiraf edebilmektir. Elest günü her ruh kendi
istidadna göre belî diyebilmitir.^^*

^''^
Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealü Neriyaü, 2000, s. 136
2^6
Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealü Neriyaü, 2000, s. 183
2"^^
Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealü Neriyaü, 2000, s. 302
2"^^
Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealü Neriyaü, 2000, s. 541.
164

Bir kimsenin dünyada maruz kald sitem ve cefâlar ho


karlamas Elest'te verdii ahde belî demesidir. nsann her nefesi
bir Ele s t muamelesidir.

Allah: Bunlar sana veren ben deil miyim? dedii zaman, ite o
ahde sâdk kalmasdr"^^^

Ezelde ruhlara; Ben senin Rabbin deil miyim? dendii vakit: Evet,

sen benim Rabbimsin! cevâbn verdikleri için, onlara; u halde


gidin, bu dâvay dünya mahkemesinde ilim ve amel âhitieriyle
isbat edin denilmi.

lim, sahibini bilmek ve bulmak demektir. Yoksa maksat, zahir ilmi


yâni kyl ü kal deildir.

Amel ise, onu gerek bedenen gerek kalben ilemeye çahmak, fiil ve
hareketierini ona uydurmaya gayret eylemektir.

te bu iki ahidi müridinin önüne getirip, mukaveleyi burada


tasdik ettirirsen ne mudu sana! O zaman âhirete gittiin vakit de ra-

hat ede.rsin!'"'°

• Kâmil insan, âleme nisbede Rab'dir. Yani, anlam yönünden ve


rûhâniyet itibariyle kâinattaki her eye oranla Rabb ve Mâlik'tir.

Çünkü Allah O'nu halîfe kld. Böylece kâmil insan halkn istediini
bâtn yönüyle Allah'tan ahp cismânî yönüyle onlara ulatrr.
Dolaysyla bu iki yönü kendinde topladndan hilafet insana lâyk
görüldü. Bunun için Allah Teâlâ onlar vastasyla ilâhî marifete ve
yüce srlara erimeye güç yetirsinler diye yarattklaryla kendi
arasnda nebi ve velîleri tayin etti^*^'

• Dünyay, yldzlar döndüren, geceyi gündüze katan, denizlerde


gemileri yürüten, havada uçaklar uçuran, deniz altnda envai türlü

2'''
Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealü Neriyaü, 2000, s. 478.
280
Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealt Neriyaü, 2000, s. 297.
281
smâü Rusûhî Ankaravî, Nak el-Füsus erhi, lhan Kutluer (haz.), stanbul:
Ribat Yaynlar, s. 18-20.
EY insan
165

mahlûkat idare, ayrma ve toplama ile onlara âletler baheden


Rab'dir^^'

Marifet, Cenâb- Hakkk'n rubûbiyeüni yani Rab oluunu kemâUyle


idrak eylemek ve kulluun anna lâyk olan ameller ve vasflar ile

de nefsini tanmak ve hiçbir eyin Allah'n emrinden hariç


olmadn rzk da Cenâb- Hakk'm verdiini bilmektir. te ancak
"
bu kimse irfan ve zikir sahibidir.

-26-
Ona: Cennete gir" denilince.
"Keke, dedi, kavmim bilseydi!".
''Kîle'dhuU'l-cennete kale yâ leyte kâvmî ya'lemûn. '
*
(Sonra ona) "haydi gir cennete!" O da dedi ki: Ne olurdu kavmim
denildi.

bilseydi!" (Elmalk Ham di Ya^r)

Gir cennete! Denildi. Ke§ke, dedi. (Diyanet)

Habîb-i Neccâr'a vâki olan vahdet (birlik) tecellisidir. Yani


ne kimse senden incinsin, ne sen kimseden incin. Kendinde
"^^
olmasm istediin bir iyilii bakalar için de iste.

Habib-i Neccar, kendisini öldürmek istiyenlere kar: Ne olurdu


kavmim Rabbimin beni baladn ve beni ikram edilenlerden
kldn bilselerdi diye duâ etmiti.
ite siz de herkes için Eer
böyle demelisiniz: bu kimse, yapt e-
yin fenalk olduunu bilse bunu yapar myd?

2^2 M. Kemâl Pilavolu, Büyük I ^elî Muhjiddîn-i Arabî Hacetleri, s. 171.


283 Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealti Neriyaü, 2000, s. 377.
^S'*
Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealû Neriyaü, 2000, s. 78.
166

Bu adamn u sözü hakikatten uzak olmakla beraber, dalâletin de bu


âlemde bir yeri olduu için hakir görülemez.

nsann vücûdunda faydasz, fena ve lüzumsuz bir ey yoksa, dünyâda


da her olann bir sebebi vardr. Ama ka, göz, az, burun gibi ulvî

uzuvlarn yannda barsak vesaire gibi süfl uzuvlar da olduu gibi, bu


neviden kimselerin de vücutlar faydadan hâli deildir. Onun için

onlar ho görmeli ve kendilerine merhametle nazar etmelidir.^^^

Zat cennetine dahil etmekle emrolunan bu zattr. Yani


makammdan ve kavmim ne olsa ki
halimden perdeli olan
Rabbimin beni baladm, sfatn görünen pudarm yonttuumu
ve onlara yaptm bu hizmedmin günahlarn örttüünü bilse. Ve
birlik huzuruna yaknlmdan dolay Rabbimin beni ikram
olunmulardan kldn bilseler dedi Hadîs-i Nebevide "Her eyin
bir kalbi vardr. Kur'ân'n kalbi de Yâ-Sîn'dir" buyurulmutur.

Yâ-Sîn'in, Kur'ân'n kalbi olmas, ümit edilir ki, Yâ-Sin sahibi


denmekle mehur olan Habib, gönderiliinden alt yüz sene evvel
Hazret-i Nebî'ye îman ve nübüvvet srrm idrak ettiinden ileri

gelmitir. Keza Nebi (û.s.) "Allah'a göz açp kapayncaya kadar bir

zaman bile küfretmeyen ümmetlerin sabklar (önceki) üç kiidir. Biri


bn Ebî TaUp, biri Yâ-Sîn sahibi ve biri de âli firavunun
"^''
mü'minidir." bu^ormulardr.
"
"üphe yok ki O, (asl) hayatn tâ kendisidir (bunu) hilmi§ olsalard. . .

(Ankebut, 64) âyetinde "bunu bilselerdi" eklinde "bilgi" art


konmu. Eer bilselerdi, âhiret kendi haklarnda da hayat }avas
olurdu. Fakat bilgisiz olular kendilerini perdeleyip mahrum
brakm, onlar suretlerin karanlklarna sokmu, üç buudla (boyut)
çevrilmi cisim hapishanesinde onlar haps etmitir ki yine o
hapishaneye sokulacaklar ve orada ikence göreceklerdir"

285 Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealû Neriyaü, 2000, s. 371-372.


28'^
Kemâlüddin Abdürrezzâk Kâânîyyü's-Semerkandî, Te'vi/ât- Kâ^ânijye, çev.
Ali Rza Doksanyedi, M. Vehbi Gülolu (haz.), Ankara: Kadolu Matbaas,
1988,c. 3, s. 13
287 Ahmed Er- Rifâî, El-Burhânü'l-MHejyed, stanbul: Erkam Yaynlar, 1995, s.

223.
EY insan
167

ilim ilim bilmektir

ilim kendin bilmektir

Sen kendini bilmelin


Ya nice okumaktir
Okumaktan murat ne
Kiji Hakk V bilmektir

Çün okudun bilmef^sin

Ha bir kuru emektir


Okudum bildim deme

Çok kldm deme


taat

Eer Hak bilmedi isen


ylbesjere yermektir

Dört kitabn mânâs


bellidir bir elifte

Sen elifi bilmelin


Bu nice okumaktr
Yirmi doku-:^ hece

Okursun uçtan uca


Sen elif dersin hoca

Mânâs ne demektir

Yûnus Emre der hoca


Gerekse bin var hacca
Hepisinden iyice
f^^
Birgönüle girmekti

.289
Bilmenin âlâ derecesi hiçbir ey bilmediini bilmektir"

Allah'n hükmünü bilmeyen kimse, Allah'a tam anlamyla kul


olamaz, Allah'a tam ibadet edemez. Hiç kukusuz Allah, cahil bir
kimseyi kendisine velî ittihaz {kabul etmek) etmez. te bütün
bunlar, mârifet'in bablar (bölüm) ve fasllardr. nsan bu bilgileri
tam anlamyla örenip kendine mal edebilirse, o zaman "Arif

olarak isimlendirilir. Arifin Allah'la dâimi bir ünsiyeti vardr. Kalbi


Hak Teâlâ için bir aynadr. Halim selimdir. Dünya ve âhiretten

Mehmet Açkgöz, Yunus Divan, Önsöz Basm ve Yaym, s. 429


289
Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealü Neriyat, 2000, s. 92.
168

uzak durur. Dehet ve hayret sahibidir. lerini, amellerini

Allah'tan alr ve onlar almak için Allah'a ba vurur. Belki karn


açtr, bedeni çplaktr, fakat hiçbir eye teessüf etmez (tasa duymak),
çünkü gözü Allah'tan bakasn görmez"^"

-27-
"Rabbimin beni baladn
ve beni ikrama
mazhar olanlardan kldn..."
"Bi mâ gafera. lî rabbî ve cealenî mine'l-mükramîn"
*
"Kahhimin beni batladm ve beni kendilerine ikram edilen kullarndan
kldn" (E im alili Hamdi Ya;(ir)

Rabbimin beni ba^ldm ve beni ikarama ma^ar olanlardan kljdn


kavmim bilseydi! (Diyanet)

Kendi vücûdun kitabn oku, kalbinde gizli olan, Hakk'n emânetini


bul. nsan bir kitab- mübîndir (doruyu yanlktan ayran, açklayan,
apaçk) ki, dünya ve âhiret ona sm tr. u halde eline külüngü al,

fena ahlâklarm kazmaya bala. Her tabakada bir yeni ilerleme

görülür. Evvelâ toprak, sonra kil, bakarsn sonra da su çkverir. te


kendi kitabm okumaktan maksat marifettir. Yani nefsini

bilmektir''^

Gönüllerini Allah akyla cilâlayanlar, her an oraya bir baka


güzelliin vurduunu görürler; her an Allah'n saysz
güzelliklerinden birinin ahidi olurlar. Çünkü onlar Allah'

bilenlerdir. Dünya ilimlerinin kabuundaki naklar brakm,

290 Muhyiddîn bnü'l-Arabî, Marifet ve Hikmet, çev. Mahmut Kank, stanbul: z


Yaynclk, 1995, s. 153-155.
291
Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbeait Neriyat, 2000, s. 622.
EY insan
169

ayne'l-yakîn (Hakk' görerek bilme) bayran }öiceltmilerdir ki bu


yücelmenin sonu Hakke'l-yakîn (Hak 'la Hak olma) mertebesine erip
ilâhî güzellii görebilmektir.

Hac Bayram Veli'nin:

Bayram ö^^ünü bildi

Bileni anda buldu


Bulan ol kendi oldu
Sen seni bil sen seni

Msralaryla söyledii bilmek, bulmak, olmak kafiyeleriyle


""

vecizeletirdii gerçek de budur"

• Resulullah Efendimiz, Rabbndan hikâye yollu öyle anlatyor:


"Allah Teâlâ, öyle buyurdu: 'Beni bilen taleb eder. Beni taleb eden
bulur. Beni bulan sever. Beni seveni öldürürüm. Bir kimseyi
öldürürsem diyeti bana düer. Bir kimsenin diyeti Bana düünce,
onun diyeti, bizzat Ben olurum.'"

Marifet talebi gerektirir. Taleb ise bulmay îcâb ettirir. Bulmak da,

sevgiyi gerektirir, sevgi de ölümü, ibu ölüm fena halidir. Ölüm ise

diyeti îcâb ettirir. Öldürülenin diyeti, ancak öldürendir." Bir kimse,


Allah'a ve Resûl'üne doru yola çkar da, sonra ölürse, onun ecri

(mükafat, bedel) Allah'a kabr." Yani: Zât' ile ona beka verir"^"^

• Marifet sahibi kimselerin kalpleri, Allah'n yeryüzündeki


hazineleridir. Allah Teâlâ o kalbe, srrnn emânetlerini, hikmetinin
letâfetierini (güzellik), muhabbetinin hakîkatierini, ilminin nurlarn,
Allah'n izni olmakszn ne mukarreb (yakla§m§, dost) melein ne
mürsel (resul) nebinin ne de Allah'n dnda hiçbir kimsenin muttali

(hilen) olmad marifetlerinin âyetierini yerletirmitir"^"^

-^2 Ken'an erhli Mesnevi-i erif, stanbul: Kubbealt Neriyaü, 2000,


Rifâî, s. 513.
293 Sadreddin Konevî, Krk Hadis, stanbul: Bahar Yaynlan, 2000, s. 97-98.
29''
Ahmed er-Rifâî, Sohbet Meclisleri, çev. Dr. Ali Can Tad, stanbul: Erkam
Yayn, 1996, s. 147.
170

Eflâtun: "Bilmek demek, eski eyleri hatrlamak demektir." diyor"^^^

lmin en üstünü, örenmek isteyen kimseyi Allah'a yaklatran


iHmdir. Bu üim de çok çeitlidir. Sâük için en iyisi, en faydal
olanndan, yolunda kendisine azk olacak kadar almaktr. Bunu
okuyarak, dinleyerek örenir. Bundan sonra sâlih amel ile, nefis ve
hevâ mücahedesiyle en \öiksek gayeye yönelmelidir ki, bu veraset
(miras) ümidir. Çünkü Peygamber (a.s.)\ "Bir kimse büdii ile amel
ederse Allah onu bilmediinin ilmine vâris (mirasç) klar." Ve "Kim
krk sabah halisane (samimi) ibadet ederse kalbinden diline hikmet
pnarlar fkrr" buyurmulardr. Bu ilim peygamberlerin ve
velîlerin ümidir. Çünkü nebiler ve velîler okuyup örenme ilmiyle

deil, veraset ümiyle yani amel ve mücâhede (nefsle mücadele)

neticesinde elde edilen ilimle Peygamberlie veya velilie

ermilerdir. Bu ilim, kulun kalbine Allah korkusunu sokar. Kul, bu


ilim sayesinde Allah'n nuruyla iitir, görür, konuur ve }öirür. Allah
Teâlâ öyle buyurmutur: "Kulum bana nafilelerle yaklar o kadar
ki onu severim. Ben onu seversem, onun kula, gözü... olurum"

Zahir ilim güzeldir, amellerin tohumudur. Ama zahir ümin güzellii,


Adem'in ümi olan üm-i esma ile olur ki bu, bâtn ilmidir. Çünkü tek

bana zahir üim, sahibini melek de olsa kaü kalpli, kaba küar.

Fakat bâtn ümine geünce bu üim, sahibini haüm-selim,


müsamahakâr (hogörülü), usanç verici deü cana yakn, mütevazi
296
yapar

Gaffar, Cenâb- Hakkk'n isimlerinden biridir. Eer insanlar günah


ilememek yaratüm
üzere olsalard Gaffar yani affedici, gufran
sahibi oluculuunun mânâs ortaya çkmazd. Kul kusursuz olmaz.
Kuldan hatâ, AUah'tan atâ^^^

Cenâb- Hakk bir kimseye lütuf, inayet, rahmet ve merhamet


buyurursa, o kimsenin gözüne göz ya, kalbine feryad u figan.

-^5 Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealû Neriyaü, 2000, s. 569.


296 Niyâzî-yi Msrî, rfan Sofralar, çev. Süleyman Ate, stanbul: Yeni Ufuklar
Neriyaü, s. 117-119.
297
Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealû Neriyat, 2000, s. 602.
EY insan
171

niyaz ve yalvar koyar ve o kimse de Allah'a gözyalaryla fer}^ad u


figan eder. Bu takdirde bilmelidir ki o kimse ile Allah'n lütuf ve
inayeti arasnda bir al-veri vardr. Demek oluyor ki göz ya, Hak
indinde makbul imi. Ama biz bu gözyam nerden bulalm,
derseniz, onu, alayanlarn yani fakir, yetim ve mazlumlarn
(haksiî^a uram) hallerine merhamet ve efkat etmek ve bütün
yaratlmlara ho muamele etmekle bulursunuz. Allah'n rahmet ve
mafiretine kavumak, bîçârelere, gariplere ve dermandan dümü
'^*
âcizlere acmak ve merhamet etmekle olur.

Allah bu\aruyor ki:

Ey Davud, günahkarlara benim Gafur olduumu söyle. Dorulara


da benim Ga^or olduumu anlat

Ya Davud, korkarak bana gelenlere azab etmem. Beni severek


geleni ayrlk hüznüne sokmam, utanarak bana döneni kyamet günü

utandrmam.

Ey Davud, cennetim rahmetimden ümidi kesik olmayanlaradr.


Yapt hatay benim balamamdan büyük bilenlere darlrm.
Bir kimsenin cezasn derhal vermeyi dilersem önce rahmetimden
ümit kesenleri cezalandrrm. Ama acele etmek benim anma
yakmaz.

ite ben sevdiklerimin kalbini bilirim. Gece olunca onlarn kalbine


tecelli ederim. Onlar benimle konuurlar, huzur içinde kelam
ederler.

Ya Davud, benim bir ksm kullarm vardr ki onlar hayra ehildir.


Benimle can yolda olmak onlara nasib olmutur. Onlara saadetier
"^^
olsun. Onlarn yeri ne kadar güzeldir.

-^^ Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealü Neriyat, 2000, s. 91.


^'''^
Ahmed Er-Rifâî, Onlann Alemi, stanbul: Beyda Yaynevi, 1996, s. 344-345
172

-28-
BZ ondan sonra, onun milletini helak etmek için
üzerlerine gökten herhangi bir ordu indirmedik ve
indirecek de deildik.
'^e mâ enzelnâ âlâ kavmihî min bâ^dihi min cündin
mine's-semâi ve mâ künnâ münzilîn"
*
B/^ arkasndan kavminin ürerine bir ordu indirmedik, indirecek de deildik.

(Elmalh Hamdi Ya^r)

Bif^ ondan sonra, onun milletini helak etmek için tinerlerine gökten herhangi

bir ordu indirmedik ve indirecek de deildik.

(Diyanet)

-29-
O (Onlar helak eden) korkunç sesten baka bir ey
deildi. Birdenbire sönüverdiler.
"tn kânet illâ sayhaten vâhideten fe izâ hüm
hâmidûn"
*
Sadece bir gtirültü oldu, onlar da hemen sönüverdiler.

(Elmalh Hamdi Ya^r)

(Onu helak eden) korkunç sesten ba§ka bir ^ey deildi. Birdenbire

sönüverdiler. (Diyanet)
EY insan
173

-30-
Ne yazk u kullara! Onlara bir peygamber
gelmeyegörsün, ille de onunla alay etmeye
kalkrlar.
'^â hasreten ale'l-'ibâdi ma ye'tîhim min rasûlin illâ
kânû bihî yestehziûn"
*
Yataklar olsun o kullara ki, kendilerine gelen her hir peygamberle mutlaka
alay ediyorlard (Elmahh Hamdi Ya^r)

Nejaî^k §u kullara! Onlara hr peygamber gelemeye görsün, ille de onunla

alay etmeye kalkklard. (Diyanet)

Ruh, Hazret-i Hakk'a gittikten sonra nefs ile sfatn slah


etmesi için semâdan Melâike göndermedik. Onlarn slah (terbiye)

helaklerinde (yok olmak) idi Hak'dan tecellî eden bir tecellî-i

kahriy}^ede (kahr tecellîsi) helak oldular.

Nefislerinin istek ve arzular Ad kavmine Sarsar, Nûh kavmine


tufan, una buna, ferde cemiyete türlü sarsar rüzgâr oldu. O
kavmin, o cemiyetin, o ferdin kendi nefsinin arzu ve istekleri

helakine sebep olarak onlar yakt, ykt.

Onun için zevk ve rahata vâsl olmak isteyen kimsenin nefsinin


itihâ {meyil, hat() ve arzularndan geçmesi lâzmdr. Dünyada vâki
olan cezalar, hapisler, katiller, hep nefsin hevâ ve hevesinin sebep
olduu eylerdir. Bu nefsânl ihtiraslardr ki felâketiere sebep olup
nice kimseleri zindanlara, idamlara götürmütür. Onun için: Bana
benden gelir her ne gelirse... derler, pek doru sözdür. Kabahat
insann kendindedir. Kimsede bir ey yoktur^'^'

^*' emseddin Yeil, Füyûi^ût, stanbul: Yeil Yaynlar, 1984, c. 6, s. 243.


^•" Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealü Neriyat, 2000, s. 265.
174

Dünyada babo bir halde görünmen seni aldatt. Burada her türlü

hükümde haUn serbest. Tüm yorgunluklar bir kenara attn; çalma


yok. yiliin ve ihsann; faziletin ve güzelliin, ashnda senden
bakasnn olan nimetlerin elden gitmesinden emin oldun. Düün
bir kere: Bu nimetler bakalarndan sana geldi. Geçip gidenlerin
kalnts olarak eline geçti. Onlar: Firavun'un, Hâmân'n, Karun'un,
eddâd'n, Ad'n, Kayser'in ve Kisrâ'mn idi. Sana kald. Hatta
onlardan baka geçip giden meliklerin ve ölüp giden ümmederindi.
Dünya onlar bir oyuncak haline getirmiti. Çeitli ümitlerin

aldatmacas içinde aldanp kaldlar. Sonunda Allah'n emri geldi.

Aldanc eytan onlar aldatp kandrd "Allah sizi affeder, siz

istediinizi yapn" deyip onlar aldatt. Ne var ki, aradan geçen


zaman içinde arzu ettikleri ey ile aralarna bir perde gerildi.

Onlarn topladklar eyler hep dalp dalp gitti. Yapmakta


serbest olduklar eylerle de aralar açld. Artk bir ey yapamaz
hale geldiler. Kendileri için hazrladklar o ku tüyü yataklardan
kaydlar. Kuvvetlice yaptklar konaklardan atldlar. Kendileri için
bir zafer saydklar ve onun üstünlük tasladklar eylerden adlar
silinip gitti. Böbürlenerek sahip çküklar mülklerden de oldular.

Sonra, kendilerine birer emânet olarak braklan eyler onlardan


istendi. Belli bir zaman için kendilerine verilen eyler onlardan

istendi. Sadece istenmekle kalnmaz, hesab da sorulacaktr.

Sonunda hiç hesaba katmadklar ey Allah tarafndan kendilerine


gelecektir. Hatta gelmitir.

Yapuklarnn kötülükleri kendilerine anlatilr. Bütün incelikleri ile

yapüklar iler incelemeye tâbi tutulur. Kendileri dünya hayatinda


iken bakalarn nasl hapsettilerse, ondan daha dar bir yere tklrlar.

Kendilerinin sertlik gösterisinden daha iddetli bir sertlikle

karlarlar. Öyle bir cezaya urarlar ki: kendilerinin dünyada iken

verdikleri cezann daha ümûllüsüdür (içine alma, kapsama). Ve, atee


atlp yaklrlar. Bunlarn ellerinde ve ayaklarnda bukalar olacak.

çlerini parçalayan zakkum aacnn yemiinden yiyecekler. Kzgn


sudan içecekler.
EY insan
175

Onlar arasndan; bir cemaat suda bouldu. Bir cemaat yerin dibine
batt. Bir kavim taa tutuldu. Bir bakas da öldürüldü. Bir baka
kavmin suretleri domuz ve maymun suretine döndü. Bir baka
cemaat ise, kalben deitirildi. Kalbleri katlat; ta gibi oldu.
Üzerlerine de küfür basks geçti; irk mührü \Taruldu; açlmaz,
gitmez zulmeder karalar basld. Artk böylesine kalblere ne îmân
gire, ne de Islâm.^°"

Gökten gelsin, yerden yükselsin, insanlarn bana her ne belâ


gelirse bu haddini bilmemekten, Allah'n hududunu tecâvüze
kalkacak kadar beerî tevâzûdan (alçak gönüllük) uzak olmaktandr.

Bir toplulukta îman azalm, maneviyat tükenmi, insanlar

birbirlerini sevmez olmularsa orada bir takm felâketler olmas


tabiîdir. Çünkü bize madde eklinde görünen cisimler âlemi ile

maneviyat âlemleri arasnda derin ballk vardr. O kadar ki madde


âlemi ile maneviyat âlemleri arasna bir takm perdeler girmesi,
güne nn kesilmesi gibi dünyamz karanlkta brakr. Semâmn
rahmeti görünmez olur. Yerde hrs, menfaat, ehvet ve zina çoalr.
Dünyaya bir takm haset, ehvet ve felâket piçleri yayhr. Bu
azgnbklar da gönül mâmûrelerindeki (§ehir, yer) Allah sevgisini,
ükür, kanaat duygusunu, hülâsa inam insan eden bütün fazîlederi
tahrip ederler'^°'^

Hayat, kederleri, elemleri, sürür ve neât (sevinç) ile hep geçmite


kazandan eylerin semeresidir

Sokrat der ki: "nsan kendi felâketini kendi hazrlad gibi, saadetini

de yine kendi hazrlar"

Cenâb- Hakk, Kur'ân- Kerîm'de "Zerre kadar hayr ileyen hayr


bulur, zerre kadar er ileyen er bulur" Ve yine "iyilik yaptmz
vakit kendiniz için yapyorsunuz, kötülük yaptmz vakit yine
kendiniz için yapyorsunuz" buyurur. te bütün bunlar ve buna
benzer nice sözleri insan görüp iitiyor da yine kuru kafalar

^^2 Abdülkadir Geylânî, Gunjetü't-Tâlibm, çev. Abdülkadir Akçiçek, stanbul,


Salam Yaynevi, 1991, c. 1-2, s. 379-381
^^^ Ken'an Rifâî, erhli Mesnevî-i erif, stanbul: Kubbealü Neriyaû, 2000, s. 21.
176

bunlardan ders almyor Geliigüzel, ulu orta yapmadmz


kalmyor. Evet, ama sonu çok ac! Hâsl, unda ve bunda ve
kendimizde gördüümüz vak'alar, felâket veya saadet, hâdiselerin
hükme baland ilâhî mahkemede verilen kararlarn icra ve
infazndan baka bir ey deildir.

O ilâhî mahkemenin verdii hükmü Cenâb- Hakkk'n sevgilileri

yüzü suyu hürmetine bile hayra çevirmesi çok güçtür. Ate dütüü
yeri yakar. tfaiyenin vazifesi, atein genilemesine mâni olmaktr.

Ehlullah'n himmeti de o cürüm (kabahat, kusur) ve isyan atelerinin


yaylp îmâm yakmamas içindir. Yoksa çkan ok tene vurur.

Evliyamn himmeti (yardm), onun cana geçmesine manî olur^°'^

• Resûlullah'n nuru seni nurlar demine görütecek, cezp edecektir.


ayet o nuru hâsl edemedinse (meydana çkartmak), zulmette
kalacak, karnda yalnz cesedini göreceksin ve bir çok seneler o
zulmet (karanlk) altnda inim inim inledikten sonra, dünyada
yaptn iyilik ve ibâdet derecesinde ilerleyeceksin.
Yükseklerden yuvarlanan bir küp, bir top gibi, bir çok belâlar içinde

yuvarlanacak, yuvarlandktan sonra da bir dereceye kadar nur


belirecek, yani seni sevenler görünmeye balayacak.

te o nuru hâsl edemeyenler, zulmette kalacak, kâbus içine dümü


gibi sesleri var çkmayacak; gözleri var görmeyecek; elleri var
tutmayacak^^*^'^

• "Zulmedenleri de o korkunç ses yakalad ve yurtlarnda diz üstü


çökekaldüar." (Hûd, 67)

Enfüsî (iç) mânâda sayha ölüm amdr. Bedenin ruhtan ve nefisten

ayrlmasm temsil etmektedir. Küçük kyamet de denilen ölüm


ânnda her inkarc böyle iddetli bir patlama ile sönüverecektir.
Mânâ âleminde sayha ve sönüverme tanmlar. Rahman cereyannn
kesilmesi olarak tanmlanr. Nefs kendi varbk evham içinde yaarken

^"+ Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealü Neriyaü, 2000, s. 357.


305 Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealü Neriyat, 2000, s. 170-171.
EY insan
177

aniden Rahman cereyan kesilince iddetli bir patiama hissedecek ve


kendinde hiçbir gücün kalmadn fark edecek, sönüverecektir^"^

• Semûd kavmi için yapacak i tükenmiti Derin bir korku içinde ilk

günün alâmetlerini beklediler ve hakîkaten daha o gün birbirlerinin

yüzünü safran gibi gördüler, ikinci günde bu renk kzla çevrildi.


Üçüncü gün, Semûd kavmi halknn }öizleri artk siyaht.
Görünülerinde insan çehresi ve davranlarnda insan edas (tar^
hal) kalmamt. Sonra dize geldiler.

Ve Kur'ân- Kerîm'in A'râf sûresinde (78. âyet) buyurulduu gibi;

Cibrîl-i Emin, Hazret-i Muhammed'e bu mevzuda u âyeti getirdi:

"B// jü^den onlan bir titreme ald ve bulunduklar yerde di;^^ üstü

çöküverdiler"

Nitekim Semûd kavmi için yaplacak ey kalmamt. Allah'n


gazabm (öfke, hiddet) ve onun son tecellisini bekler oldular. Bu ceza
tam zamamnda geldi ve bir zelzele yerin altn üstüne getirdi. Diz
çökmü, siyah }aizlü canllar, bir anda kara topraklara gömüldü.
Parçalanan vücutlarndan veya vücutlarnn her parçasndan türlü
feryatlar duyuldu. Kemikleri inliyor, canlarmn gözleri kara toprak

üzerine jaleler (su damlalar) döküyordu^*^^

te marifet emânetini hâmil olan (tajiyan) sr devesi Allah'n


mukaddes bahçelerinde otiayp orada Hak srlarmn yemilerini
yiyor ve tecellî pnarmn suyunu içiyorken his ve hassalara da gayb
srlarmn sütünü veriyordu. Fakat nefis Semûd'u tabiî kuvvetieri

toplayp erîate kar koyarak tarikata itiraz edip o sr devesini


öldürdü. Bu suretle de kendileri cehil ve gaflette kalarak Salih
Peygamberin dedii gibi sarlk, krmzhk, siyahlk zuhur etti. Yani
zulmet, cehil, gaflet ve insanbktan uzaklamaklk bu kavmi istilâ

etti, böylece de helak olup gittiler^'"^

^•"^
Halûk Nurbaki, Yâ-Sîn Süresi Yorumu, stanbul: Damla Ya}anevi, 1999, s. 44.
^"'^
Ken'an Rifâî, erhli Mesnevî-i erif, stanbul: Kubbealt Neriyat, 2000, s. 369-
370.
^^^ Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealu Neriyaü, 2000, s. 190
178
^

Sözü geçen üç günün birinci gününde Salih Peygamberin


kavminin )Kizleri sapsar, ikinci gününde kpkrmz ve üçüncü
gününde kapkara kesildi. Bu halde üç gün geçince onlarn ölüme
istidadan gerçekleti, fesad'n vücûdu belirdi ve bu belirmeye helak
denildi. u hâle göre o akilerin yüzlerinin sararmas, Allah'n "O
gün }aizler vardr ki parlaktr" âyetinde iaret bu)Tjrduu saidlerin
yüzlerinin parlaklna mukabil dütü. Çünkü parlaklk beUrme
alâmetidir. Nasl ki sarlk birinci günde Salih (û.s.) kavminde akilik
izlerinin belirmesi oldu. Sonra onlarda görülen kzarmaya mukabil
saîdler hakknda Allah "güleç" tâbirini kulland. Çünkü gülme
yüzün kzarmasm gerektiren sebeplerdendir. u halde gülme
saîdler için yanaklarn kzarmasdr. Daha sonra Allah, akilerin
derilerinin kararmasna mukabil said'ler hakknda "sevinçli"

buyurdu. Sevinç ve müjde haberi, saîd'lerin çehrelerinde neenin


tesirinde belirdi. Nasl ki siyahlk da ak'lerin yüzlerinin rengine
tesir etti. Bunun için Allah iki zümre hakknda da müjde haberi
verdi Yani onlarn çehrelerinin rengine tesir eden bir söz söyledi.
Nitekim said'ler hakknda "Rableri onlara Rahmet ve Rdvâm ile

müjde verir" bu\Tardu. akiler hakknda da "Ey sevgili Resulüm,


sen onlar elemli azap ile müjdele." dedi. Bu hâle göre her
zümrenin çehresinde, onlarn nefislerinde bu sözlerle beliren ey
tesirini gösterdi. Böyle olunca onlar üzerinde ancak bâtnlarndaki
kavramlardan nefislerinde yerlemi olan eyin hükmü aikâr
olurdu. Demek ki onlar da istidatlarnn gerektirdii baka halden
baka eye tesir etmedi. u halde her kim bu hikmeti anlar ve bunu
kendi nefsinde tatbik ile tekvin [yaradl) srrn kendinde görürse
bakalaryla ilgilenmekten kendi nefsinde rahat bulur ve nefse gelen
hayr ve errin yine kendinden geldiini bilir. Burada hayrdan
maksadm kulun tabiat ve miz'âcna ve isteine uygun olan eyler,
serden kasdm da onun houna gitmeyen, miz'âcna aykr düen
eydir. te bu görüe eren kimse bütün varlklarn mazeretierini

takdir eder, her ne kadar onlar tarafndan bir özür beyân edilmemi
olsa bile bunu kendisi anlar ve bilir ki nefsinde zuhura gelen her
ey yine kendisinden oldu.^^^

^°^ bni Arabî, Fusûsu'l-Hikem, çev. Nuri Gencosman, stanbul, Krkambar


EY insan
179

• nsan kabre konduu vakit bir sayha duyar Ey gâfl, sen dünyay
terkettin, dünya da seni terketti. Sen dünyay toplamaya çabtn, o
seni toplad.

Kabri vücûda benzetirsek dünyaya kendini kaptran ve arzularna


esir olmakla vaküni kaybeden kimse, vücûdu kabrinde o azaplar
hisseder. Meselâ maieti (geçim) geni iken skntya mâruz (etkisinde)
"*'"
kabr, türlü çile ve darlklara urar

• Hazret-i Nûh, kavmine dedi ki: "Ey iz'anszlar (anlay§s:^ar,

saygszlar), beni içinizden biri gibi bilip hrpalamaya kalkmaynz.


Ben, ben deilim. Ben hayvani ruhtan kurtuldum, sevgili ile diri ve
onunla ebedi (sonsu^ ölümsü-:^ oldum. Onun için de Hak, duyan
kulam, gören gözüm oldu: Gösüme dolan ve oradan boalan
nefes, onun nefesidir. Benim, sizlerin kulaklarnza ulatrmaya
vasta olduum ses, onun sesidir. Görünüte ben de sizler gibi

insan eklinde isem de hakikatte bu ekle bürünüp size, kendine


varacak yolu gösteren ben deilim, O'dur. Buna inanmayan, bu
sözleri ve bu harekederdeki hakikati anlamayanlar, inkarclardr,

kâfirlerdir." bu}ardu.

Size görünen ekil bir tilki veya ko}ajn olabilir. Ancak bu tilkinin

tilki görünüü içinde ve bu koyun postu altnda gizli bir aslan vardr
Ne bu diki nakna ne bu ko}an postuna yiitlik satmak olur,

Huda (Allah) elçileri ve AUah erenleri vücut, ekil ve görünü


bakmndan ufak, zayf ve gösterisiz olabilirler Ancak onlarn
gönülleri aynasnda, varhk ve birHk aslan vardr. Onlar,
gönüllerinde ldayan bu nurla, en heybetli varlklardan
ku\'vetlidirler.

Eer Nuh Peygamberde Hakk'n kudret eU olmasa idi nasü olur da


cihan halkn yeniden kurabilirdi? O beddua edince yeryüzünde ne
kadar imansz varsa ölür, o bir aslan kükreyiiyle cihan ve cihan
halkn birbirine vurur. O sanki bir ate, âlem halk da bir

Isjtapb, s. 147-148
310 Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealt Neriyat, 2000, 191-192.
s.
180

harmandr. Harman, onun örünü yani onda bir bile hakkn


vermeyince O, bu harmann yaklmaktan baka ie yaramayacan
büir ve âleme öyle bir ate salar ki her ey yanp kül olur.

Kâinata gönderilmi her g2 aslann önünde haddini bilmeyenler,


er geç cezaya çarptrlr. Aslan huzurunda yiitlik taslamak ancak

ahmaklara vergidir.

Bununla beraber, keke aslanlar pençesinde parçalanan sade insan

vücûdu olsa. Keke kâfirler ve münafklar (içi ha^ka dip ha^ka olan),

vahi hayvanlar gibi saldrp sadece insan vücûdunu parçalasalar. Ve


kalp, îman ve gönül dalâletle parçalanmasa. Allah'n aslanlar olan
velîler ve nebiler önünde, inkâr, inat ve küfür yollarna sapp,
slâm'dan ve îmandan parçalamp kopmak gibi bir akbet vücut
bulmasa^'^

Niçin bu câhiller Allah'a yakn olan sâlih kimseleri, mekânn her


yerinde ve zamann her çanda dinlemez olurlar?

Bilmet^ler mi ki, A.Uah dostlarnn ruhlarn incitmeye gelme:^ çünkü onlarn


ruhu, Tann ile devaml vuslat halindedir.

Bir hadis-i kudsîde Allah 'Bir velîme kötü muamele eden ki§i hakikatte
hana savaj açm^ demektir" buyurur. Bir hadîs-i erifte ise 'Beni inciten,

Hakk ' incitir. " deniyor.

Hey jütünü ykamam pis herif, nerdesin sen? Kiminle kavgaya giriliyor,

kime hased ediyorsun?

Sen aslann kuyruuyla oynamakta, meleklere saldrmaktasn.

Hayrdan ibaret olana neden kötü söylüyorsun. Kendine gel, o alçalp yücelme

sayma.

Kötü nedir? Aalk ve muhtaç bakr. eyh kimdir? Ucu sonu olmayan

kimya!

^'^ Ken'an Rifâî, erhli Mesnevî-i erif, stanbul: Kubbealü Neriyaü, 2000, s. 456-
457.
312 Ken'an Rifâî, erhli Mesnevî-i erif, stanbul: Kubbealü Neriyaü, 2000, s. 368.
EY insan
181

Bahr kimya jü^nden altn olmak kabiliyetinde deilse kimya, bakr


yü:^nden bakrlamaca!

Kötü nedir? I^i atej gibi serke (dik bal) kii. eyh kimdir? Et^el (balangm
olmayan) denilenin ta kendisi.

Atei dâima su ile korkuturlar. Fakat suyu biç ate ile korkutabilirler mi?

Sen aynyüf^ünde ayp, noksan buluyor, cennette diken topluyorsun.

Ey diken anyan, cennete bile gitsen senden baka bir diken göreme^sin^^^

Dünya bizim için büyük bir htûfîur. Rab tecellîsi dünyada


iken zuhur ediyor. Cemâli görenler ona uyup, bilip, bulup
rengine boyamyorlar. Esas, Habîb-i Neccâr olan akn
insanda nefsânî kuvvetleri yok ederek vücutta ruhunu
hâkim klar. Bunun için de bir öreticiye yani Rabbî
tecellîye ihtiyaç vardr. Rabbe yaplan secde ve kulluk
Rab tecellîsine sebep olur.

313 Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Mesnevi, çev. Veled zbudak, Abdülbaki Gölpnarl
(haz.), stanbul: Milli Eitim Basmevi, 1991, c. 2, beyit. 3340-3348
182

-31-
Mürikler görmüyorlar m onlardan önce nice ki,

kavimler helak ettik. Onlar tekrar dönüp de bunlara


gelmezler.
''Elem yerav kem ehleknâ kablehüm min'el-kurûni
ennehüm ileyhim lâ yerciûn"
*
Görmediler mi ki, kendilerinden önce nice kucaklan helak etmif-:^ Onlar
artk kendilerine dönüp gelmiyorlar
(Elmahh Hamdi Ya^r)

Mürikler görmüyorlar m ki, onlardan önce nice kavimler helak ettik. Onlar
tekrar dönüp de bunlara gelmekler. (Diyanet)

Vücûdunda, penceresi cehenneme açlan insan, penceresi

cennete açlan mü'minin aksinedir. Bu insan, kendi içinde her

zaman korku, gam, kasvet, ölüm, bedbahthk ve karanlklar görür ki

bunlarn hepsi, cehennemin ona görünen eserleridir. Bu hâl onun


için, "te senin lâyn budur; sonunda gidecein yer buras
olacaktr" demektir. O, içindeki bu kasvetten, bu karanlktan ve bu
hüsrandan kaçmak için kendi âleminden çkp dünya âlemine girer.

Gökler, yer, ba, çimenlikler, güzeller, dostlar, mûsikî vesâireye

dalar, içindeki çirkinlii unutmak için, bunlarla kendisini oyalar.

Sonunu göremez. Dünya lezzetlerinden, nimederinden daha çok


faydalanmak için kendisini böyle hayâl ve yabanc eylerle oyalar.
Ayn hâl Firavun'un da bana gelmiti. O da rüyada yükseklerden
ba aa dütüünü sefalete dûçâr olduunu, bir takm kötülüklerle
karlatn görmütü. Uyand zaman kendisini teselli etti." bu
rüyadr, hayâldir! "diye aldrmad. Fakat bunun sonunda tamamen
hakikat olduunu gördü. Musa'nn zuhuru ile taht ve saltanat
elinden gitti. Rüyada gördüü sefalet ve kötü sonuç aynen oldu
EY insan
183

Nil'in karanlklarnda bouldu ve "Her ey asbna döner. Kötü


eyler kötü kimseler içindir" (Nur, 26) hakikati meydana çkt ve
ash olan cehenneme döndü

• Onlara düman olanlar ölümden sonra dirilmeyi ve kyamet


gününü bilselerdi kendilerini keskin klcn üstüne nasü atarlard?

O pr sana gülümser, fakat sen onu öyle görme; onun içinde jü-:(lerce kyamet

var.

Cennet, cehennem hepsi onun cüzleri. Ne düünürsen, o, o düünceden de


üstün.

Ne düünüyorsan yokluk kabul eder, fakat düünceye smayacak jok mu?


Ijte Tann O 'dur.

içinde kim olduunu biliyorsa evin kapsndaki bu küstahlk neden?

Herkesin secdegâh olan velîlerin gönül mescidlerinde Tann vardr.

Tann erinin gönlü derde dümedikçe Tann, hiç bir milleti rüsvây (re:^l)

etmemiçtir'^^

• Peygamberin t^amanndaki kâfirler gibi; hani; O'na düdenle, kötülükle

kasdetmijlerdi.

A.hmed-i Muhtar (H^. Muhammed), onlann düçünceleri jüt^ünden Ebû


Bekir ile maarada gi^enmiçti.

Mesih de çftlann derdinden gin^ice gök kubbeye amijt.

Firavun da Mûsâ'ja kasdetmiçti de Hak 'tan yardm görmemiç suya garkolup


gitmiçti.

^'* Sultan Veled, Maarif, çev. MelihaAnbarcolu, Konya, Konya ve Mülhakaü


Eski Eserleri SevenlerDernei Yaym, 2002 s. 123-124
2'
5 Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Mesnevi, çev. Veled zbudak, Abdülbaki Gölpnarl
(haz.), stanbul: MiUi Eitim Basmevi, 1991, c. 2, beyit. 3104-3108, 3111-

3112
184

Halil'i de Nemrud, ate§e, dumana atmaya kurmutu.

A.ma atej, ona gülle nesrine dönmüü; o dinsiî^ Nemrut da bir sivrisinekle

kahrolup gitmiti.

Hüd'un, cömert Nuh 'un toplumlar da Tann 'dan aî^ap ça gelip çatnca jok
olmulard.

Hepsi de yelle suylayok oldu; çünkü çarplmaya, yere batmaya lâykt onlar.

O eri, o perperijan toplumlarn niyetleri kötüydü.

Oyüt^den de belâ, döndü de onlarn ballarna geldi; çünkü lâyktlar o kahra


o toplumlar.

Ondan dolay da kendi kendilerine klç vurdular, kanlan sel gibi akt.

Yoksa ne diye kendilerini kahredeceklerdi; ne diye kanlan rmak gibi

akacakt?

Kendisini öldüren, öfkelenip kendi boa:qn klçla kesen ahma kim


görmütür?

Ahmak, bankasn yaralyorum sanr; sonunda görür ki kendi cierini

yaralam

• Kâmil insan, cümle isimleri kendinde toplamtr. Herkesin o a'yân- sabitede

(varlklann vücut bulmadan önce Allah'n ilminde sabit belirli olan suretleri)

olan ismi ona rabdr, yani terbiyecidir. O kimse de bu ismin terbiyesi ve

hükmü altndadr. Ifte bu isim ona "Bir kaç gün istediin yerde get^ dola^,

sonunda gelecein yer benimi" der.

Bu dünya hayatndan sonra lî^trari (mecburi) ölüm geldiinde burada iken

asllan ile â§inâlk kuramayp hakikatle bilij tutamayanlar, asln


'^

bulamayanlar orada da bulamaklar

^"^ Sultan Veled, btidâ-name, çev.Abdülbaki Gölpnarb, Konya: Konya ve


Mülhakat Eski Eserleri Sevenler Dernei, 2001, s. 42
^' -"

Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealû Neriyat, 2000, s. 275.


EY insan
185

H^. Nuh; "Ey oul gel! Bahann gemisine hin de, tufan dalgalarndan kurtul,

houlma!" demiti.

Olu Ken 'an; "Hayr!" demimi, "Ben yüzmeyi örendim, senin dininden hajka

bir dine inandm!"

Nidh (a.s.); "Aklm hajina al, yapma!" demijti. " Bu, belâ tufannn
dalgasdr; buna kar^yü^me bilmek hiçbir ijeyarama^

Bugün, Allah'n kahr rü^ân esmektedir. Kahr rü^ân, Hakk dininden

ba§ka dinin inanç mumunu söndürür!"

Ken 'an; 'Hayr!" demijti. 'Ben senin gemine girmem! u yüksek daa
çkarm; o da her sarardan beni korur!"

Nuh; 'Yapma evlâdm!" dedi. 'Bu gamanda o da bir saman çöpüdür.

Allah bugün, dostlarndan bakasna aman verme-:(!" Ken'an;

'Ben ne ^aman senin nasihatini dinledim? Sen, benim, senin dininden

olduumu sanyorsun.

Senin sö^lerin asla bana ho gelmemitir. Ben iki dünyada da senden ayrym.
Ulam!" dedi.

Nuh; "Yapma yavrum; na^^anacak gün deildir. Gerçekten de Allah 'in ne


orta vardr, ne de benleri!

imdiye kadar yapacan yaptn, fakat hu î^aman nâî^k î^amandr. Bu


dergâhta (tekke), yani ilâhi huturda kimin na^ geçer?" dedi.

Allah'n önüne ön yoktur; yani Allah kadîmdir (balangc olmayan), O'ndan


önce hiçbir varlk gelmemitir! Ecelde de domamtr, dourulmamtr. Ebedde
de ne babas, ne olu, ne de amcas vardr!

O dourmam ve domam olan Allah, çocuklarn na^n nasl çeker?


Babalarn niyâ^n (dua) nasl dinler?
186

Ben, anadan domuj deilim ey ihtiyar! Baba da deilim ej genç, sen de pek
salnma!

Ben koca deilim, ehvetim dejok hanm; artk na^^, nat^lanmaj brak!

Burada alçalmaktan, kulluktan, ihtiyaçtan, çâresi^ikten bajka hiç bir jejin

deeriyoktur!

Ken'an; 'Baba!"dedi 'Bu sofileri yllardan beri söylemektesin; jimdi de tekrar

ediyorsun. Sen çok cahilsin, bilgisi^ikte perian olmusun!

Bu sökeri ne ^mandan beri herkese söylüyor ve souk cevaplar iitiyorsun.

Senin bu souk söî^lerin, benim kulama imdiye kadar gimedi; hele §imdi

hiç girme^ Çünkü büyüdüm, bilgi sahibi oldum"

Nüh (a.s.); "Evlâdm!" dedi. 'Bir defa olsun babann öüdünü dinlesen ne

kaybedersin?"

Baba, böylece gü^el, tatl öütler veriyor, baba sevgisi ile diller döküyordu. Olu
da ar, sert, terbiyesine karglk veriyordu.

Ne H^ Nuh Ken'an'a nasihat vermeye doyuyor, ne de o nasihatler, o

terbiyesi^ olunun kulana giriyordu.

Onlar böyle konulurlarken, kocaman bir dalga geldi, Ken an 'in babndan a^t;
onu ald götürdü, bodu.

Nüh (a.s.) dedi ki; "Ey sabr ve hilim (yumuaklk) sahibi A.llahm! Benim

eleim öldü, yükünü de sel götürdü"

Nüh (a.s.) dedi ki; "Allahm! Ehlimin lyâlimin (e§, çocuk) tufandan

kurtulacan bir çok defalar vaadetmijtin!


EY insan
187

Ben de saf bir kikiyim, senin vaadine gönül balamijtm. imdi neden benim

evlâdm sel kapp götürdü?"

Cenâb- Hakk buyurdu ki: "O senin ehlinden (hakikatinden, mânândan),

soyundan deildi! Görmüyor musun, sen îmân nuru ile aksn, bembeyazn; o

küfüryü':(imden mosmor olmutur?"

-32-
Elbette onlarn hepsi (kyamet gününde) karmzda
hazr bulunacaklar.
'*Ve in küllün lemmâ cemîün ledeynâ muhdarûn"

*
Onlarn hepsi toplanp, sadece bi^m hu-:urumuta getirilmilerdir. (Elmalk
Hamdi Ya':^r)

Elbette onlarn (kyamet gününde) karam f^da ha^r bulunacaklar. (Diyanet)

Huzur, kulun kalbine gelen eye dair özel bir dikkat demektir.

Böylece kul o ey ile hazr (onun bilincinde) olur. Bu esnada dikkatin

yöneldii eyin dnda her eyden habersiz kalmak gerekir (gajbet)

(Hut^urgaybet halinin t^dddr.)

nsan hangi nefesinde öleceini bilemez. nsan bir gaflet halinde

ölebilir; bu durumda huzur halinde ölen kimseyle denk deildir.

Evlâdm! itmek ancak huzur, yani kalbin bilinciyle mümkün olabilir

^^^ efik Can, Konularna göre açklamal Mesnevi Tercümesi, stanbul: Ötüken
Neriyat, 1997, c. 3-4, s. 95-96.
Huzur, halktan habersiz kaldnda (gaybet) kalbin Hak ile hazr
olmasdr (Hakk'n farknda olmas, hu^ur bi'l-Hak)

Görüldüü gibi huzur kalpte gerçekleen ve etkisi uzuvlarda


gözüken bir dikkatten ibarettir ve yaratklarda farkl mertebelerde
ortaya çkar: Bu balamda huzur tam olabilecei, eksik veya
kapsaml veya dar olarak ortaya çkabilir.

Hiç kimse Allah' farknda olmadan zikretmemitir. Dolaysyla ya


her eyden yüz çevirmekle tam huzur vardr veya o esnada baka
eylerle ilginin sürmesiyle huzur vardr

Meryem gördüü eyden (Cebrail) kendisini korumas için bütün


gücüyle (cem-i himmet) Allah'a snmtr. Böylece Meryem için

Allah'a dair tam huzur meydana gelmitir.^^^

Huzur hali (el-Muhâdara); Kalbin burhan (delil, isbat) kesinliiyle


huzur bulmasdr. Kâânî'ye göre muhâdara, sahip olduklar
hakîkatierle birlikte ilâhî isimlerin komuluudur^"^

Kyamet üç ksmdr. Biri küçük kyamet; insan öldüü zaman


kyameti kopmu demektir,

ikinci kyamet, sûr üflendii vakitte bütün mevcudatn dalmasdr.

Üçüncü kyamet ise, ikinci defa sur üflendii zaman herkesin kendi
cesedinde ve hesab görülmek üzere maherde dirilip toplanmasdr ki

orada ne olacak ve bulacaksak, bunlar kendi amellerimizin neticesidir^^

Kyamet gününde sûra üfürülecektir. Sûr, içinde mahlûkatn


nefesleri saysnca delikleri olan boynuz eklinde bir mahlûktur.

Sûrun içinde her varln bir delii olduundan, evvelce düüp


ölmemi varbklar onun sesinin tesiriyle gayolur (mest olmak).

^^^ Suad el-Hakîm, Ibnü'l Arabî Sözlüü, çev. Ekrem Demirli, stanbul, Kabala
Yaynevi 2004, s. 305-306
^2° Abdürrezzak Kâânî, Tasavvuf Sözlüü, çev. Dr. Ekrem Demirli, stanbul, z
Yaynclk 2004, s. 496
321 Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealü Neriyat, 2000, s. 194.
EY insan
189

Sûra üfleyen srafil (û.s./dir. Ruh bir safta (taraf, yer), melekler dier
bir safta bulunur. Emr-i ilâhî ve melekler buluttan gölgeler içinde
gelecektir.

Sûra halkn baylp dümesi için üfürüldükten sonra tekrar dirilip

kalkmalar için de üfürülecek ve insanlar bundan sonra Hakk'n


kendilerinden neyi murâd ettiine bakp bekleyeceklerdir^"

Nitekim, kyamet gününde Allah: "Ey kullarm!" diyecektir, "bana


hediye olarak hangi güzel ve iyi davranlarnz getirdiniz?
Ömrünüzü neye ve nereye harcadnz? Size nimetler verdim, ne
yaptnz? Size kuvvetler verdim, nereye sarf ettiniz? Size akl
verdim ne yolda kullandnz?"

Kyamet günü, Hakk'n huzuruna iletilmesi gereken, îman, amel


(dinin emirlerini yerine getirmek için yaplan i§) ve muhabbet (sevgi)

hediyelerinden mahrum, eli bo, imansz bir ruhun urayaca


dehet büyüktür. Her iki dünya için saysz nimet ve devletler
yaratan Allah'n, gerçi kuldan gelecek hediyeye ihtiyac yoktur. Fakat
Allah'mn huzuruna yükselecek bir ruhun ibâdet ve îman
sermâyesine sahip olmaa ihtiyac büyüktür.

Hesap gününde insan olarak yaratlm bulunmann ükrann


(tefekkür) ve karbn ödeyebilmek için, daarc bo olmamak
gerektir. Allah'n huzuruna ilk yaratldmz ekilde çplak ve eli bo
dönmek olmaz. Günün birinde Hakk'n misafiri olacaklarna
inanmayanlar, onun ebed mutfandan ancak ate, kül ve toprak
alabilirler. Uykudan ve oburluktan kaçp bir temiz gönül ve bir
manevî zahire (mahsûl, tahl) biriktirmemi; ibâdetten lezzet almam,
oruç tutmaktaki feragat (fedakarlkla va\ geçmek) ve bekleyiten
nasibedâr olmam kii âhirete neyi armaan eder?^"^

'Yer, dehetle sarsld, yeryü^ arlklarm darya çkard ve insann

"Buna ne oluyor?" dedii ^aman; ite o gün, Kabbinin ona vahiy etmesiyle

^22 Ahmed er-Rifâî, Marifet Yolu, Doç. Dr. H. Kâmil Ylmaz (haz.), stanbul:
Erkam Yaynclk, 1995, s. 176.
^-3 Ken'an Rifâî, erhli Mesnevî-i erif, stanbul: Kubbealt Neriyati, 2000, s. 464.
190

(toprak, insanlara) kendi haberlerini anlatr Kim ^erre kadar iyilik

japmijsa, onu görür; (ve) kim f^erre kadar kötülük yapmsa, onu görür"

(Zilzâl, 1-8) buyurulur.

Toprak, diken, otlar, aaçlar, talar ve yeryüzünde her ey o ilâhî

vahye (Allah'n hitab) tâbi olarak dile gelir, her sözü, her srr, her

haberi derin bir açklkla söyler/^""^

Kyamet günü, her jeyin Hakk 'a ar^ (sunmak) edilecei gündür. O günde,
insanî vakfelerini yapmij olanlar, temi^ ve /ataletli kijiler, kendilerini

göstermek isterler.

O kendini gösterme gününde, kötü i^ler yaparak yüzerini karartm kifiler,


artk kendilerini î^eyemeyecekler ve re^l olacaklardr.

Güne§ gibi parlak yü^ü olmayan ve günahlarla yüzerini karartm kipler

elbette kendi kirliliklerini göstermemek için gecenin karanl ile perdelenmek,

giî:(lenmek isterler.

O günahkârn diken gibi olan vücûdunda bir gül yapra bile yoktur. Bu
sebeple ilkbaharlar, gülyetitirmeyen dikenlerle dolu fidana ve onun gizledii

srlara dümandr.

Fakat baltan aja gül gibi ve süsen çiçei gibi gü^el ve hof olan kip için

bahar, görür ve gösterir iki göldür.

Manâsm vefaydas-:^ olan diken, gül bitirmediinden, gül bahçesinde yan gelip

oturmak için güt^ mevsimini ister.

Gü^ mevsimini ister ki, o mevsim, gülün gü^lliini örtsün, giesin de

kendinin çirkinliini, aybn kimseye göstermesin; böylece sen ne bu gülün

rengini, gü^e iliini görürsün, ne de dikenin çirkinliini

Büyürdendir ki gü^ (sonbahar) mevsimi, diken için bahardr, hayattr; çünkü

o mevsimde, kara ta^layakut bir görünür.

324 Ken'an Rifâî, erhli Mesnevî-i erif, stanbul: Kubbealu Neriyaü, 2000, s. 480.
EY insan
191

A.ma bahçvan, gül müdür, diken midir? Bunu gü^ mevsiminde de bilir ve

görür. Onun görücü cümle âlemin görücünden üstündür

Zâten dünyâ, ondan ibarettir. O, kendinden geçmi, gerçee dalp gitmi§

kiidir. Geri kalanlar, hep ona baldrlar. Gökteki jldiî^^lann hepsi de,

Ay'n cüzüdürler.

Gülsü^^ dikenler gibi bahardan korkmayan gü^l çiçekler, müjde, müjde bahar
geliyor, diye sevinirler.

Çiçek, parlak bir ^rh giyinmi gibi kalp dökülmedikçe, meyveler varlklarm
naslgösterebilirler?

Çiçekler dökülünce, meyveler ba gösterir; beden de krlnca can ba gösterir.


Çiçek ekilden, suretten ibarettir. Meyve de mânâdr. Çiçek bir müjdecidir,

meyve ise Allah 'in nimetidir.

Çiçek dökülünce meyve belirir O dökülüp kaybolunca meyve çoalt^^^

^25 efik Can, Komdanna göre apklamal Mesnevi Tercümesi, stanbul: Ötüken
Neriyat, 1997, c. 1-2, s. 185-186.
192

-33-
(Bu hususta) ölü toprak onlar için mühim bir
delildir. Biz ona yamurla hayat verdik ve ondan
dane çkardk. te onlar bundan yerler.
'^e âyetün lehümü'l-ardu'l-meytetü ahyeynâhâ ve
ahracnâ minhâ habben fe tninhü ye'külûn"
*
Hem bir delildir onlara ölü toprak. Bif^ ona hayat verdik ve ondan taneler
çkardk dayiyip duruyorlar (Elmalk Hamdi Yattr)

(Bu hususta) ölü toprak onlar için mühim bir delildir. Bi^ onayamurla hayat
verdik ve ondan dane çkardk, ipe onlar bundan yerler. (Diyanet)

Hub kelimesindeki Ha ve ba kökü, "sebat ve lüzum" ya da


"tohum ve çekirdek" anlamndadr. Lüzum, "sevmek ve
muhabbet" demektir. Habbe, ölü toprak olan vücûdumuzda,
Allah'n hub (muhabbet) tecellîsidir. Habbe (tohum) kelimesinin
çoulu olan Hab, beerî fiillerden Allah'n irâdesinin zahir

olmasdr.

Canhhk, büyük bir kimya molekülüne yüklenmi matematik bir

programdr. Toprakta önce azot bakterilerini yaratt. Bunlar


kimyasal tabiri (ifade) ile sentez labaratuvarlandr. Yani havadan
azotu alarak, ondan eksi deerli bileikler hazrlar. Bu bakteriler,

azotu hâlâ çözemediimiz bir metodla indirger ve hidrojenle

birleecek nitelie getirir. Bu yüzden suya, yamura ihtiyac vardr.

Ölü topran canlanmasn yamurla müahede etmemizin nedeni


budur. Toprakta ikinci tür bir bakteri grubu da, ald ilâhî program
gerei analiz grubudur. Topraa düen her eyi parçalarna ayrarak
sentezci mikroplara hazrlar. Böylece toprak adetâ uçsuz bucaksz
bir kimya ehrine benzer.
EY insan
193

Bir gram topran su dnda kalan ksmnn büyük çounluu canl


mikroplardr.

Botanik biolojisinde toprak, tümüyle canb bir yap kabul edilir. Yani
toprak: Arzda hayat baladndan beri canl bir varlktr.

Yorumunu yapmaya çaltmz âyet-i kerîme, ikinci ksmnda


hayâtn devamnn prensibini vermektedir. Canlü ilk kez toprakta
hazrlattktan sonra, ondan canl için iskelet yap maddelerini tayan
bitkiler yarattk, buyuruyor.

Bilindii gibi, âyette bahsedilen taneler, bir yandan bitkinin

tohumlardr, bir yandan da komple card hücre maddelerinden


ibarettir. Bu taneler, hayatn tüm temel maddelerini bir bütün
halinde temsil etmektedir.

Böylece bitki hücresiyle hayvan hücresinin yap tamn ayn olduu


vurgulanm olmaktadr. Fark, özellikle kader programlarndadr.

Ayet-i kerîmenin en önemli hikmetierinden biri: Allah'n emriyle


canhlk kazanan topran aym zamanda canblara yataklk
yapmasdr. Özellikle âyetin ikinci ksm bu srr beyân eder.
Döllenmi yumurta, üç yoldan gelimektedir:
Toprak altnda (tüm bitkiler),

Yumurta içinde geHme (hayvanlarn hüyük çounluu),

Ana rahminde.
Ashnda canlmn hayat bulmas aym
bilimsel açdan, üç yoldan da
amac tar. Döllenmi yumurta, yeni canly meydana getirmek için
bir bekleme ve geHme süresine ihtiyaç gösterir. Biyolojik açdan bu

süreç, tohumun, dolaysyla döllenmi yumurtamn üreye üreye yeni


canlnn eklini alma sürecidir. Bu süre içinde tohum korunmaya
muhtaçtr ve çevreden, bugüne kadar çözemediimiz baz kimyasal
maddeleri, elektrik açsndan farkl iyonlar almak zorundadr. Bu
arada programlanm olarak hayata doacaktr.

Cenâb- Hakk bu âyette, topraa bu özellii verdiini


vurgulamaktadr. Topran bu özelliini örnek alrsak, tanelerin
hayat bulmas gösterilmitir.
194

Aslnda topraktaki bu hassa (özellik) maherin de önemli bir

hikmetidir.

Maherde dirilme emri gelince; -ki bu bir matematik programdr-


ite o zaman âyetin srr bir kez daha açlacak, ölenler annda
dirilecektir.

Bu âyet ayn zamanda Hz. Adem'in beden yönünden topraktan


yaratlndaki hikmete de iki noktada iaret saylr. Bilindii gibi Hz.
Adem'in balçk kvamnda topraktan yaratld Kur'ân'm beyândr.

Burada önemli olan Allah'n topraa Hay esmasnn srrndan


vermesidir. Allah, hem topraa hayat ve canllk vermi, hem onu
canlla vasta klmtr. Yani toprak, anne rahmi gibi, döllenmi bir
canly hayata iletir^"*^

"And olsun biz insan, çamurdan, bir sülâleden (süzülüp çkarlm


çamurdan) yarattk. Sonra onu emin ve salam bir karargâhta

(Rahimde) nutfe haline getirdik. Sonra nutfeyi (meni) bir alaka

yarattk, derken o alakay (ba) bir mudga yarattk, derken o


mudgay (et parças) bir takm kemikten yarattk, derken o
kemiklere bir et giydirdik, sonra onu dier bir yaratk olarak
teekkül ettirdik. Yapp yaratanlarn en güzeli olan Allah, pek
yücedir" (Mü'minûn, 12-14)

"Ey insanlar! Eer öldükten sonra dirilmekten jüphede ienip (bilin ki) ne

olduunu^ siî^e açklamak için ^üphesi^ biî^ si^ topraktan, sonra nutfeden,

sonra bir alakadan sonra yaps belirsi^ bir et parçasndan yaratmndr.


Dilediimi^ belli bir süreye kadar Kabimlerde tutan^ Sonra sit^ bir çocuk

olarak çkartn^ sonra si^, olgunluk çana erijmeniîi için brakn^


bununla beraber kimini^ öldürülür, kimini':^ de önceki bilgisinden sonra, hiç

bir jey bilmemek ü-:^re, ömrünün en fena ^manna ulatrlr. Bir de

yetyüt^ünü görürsün ki kupkurudur; fakat bi^ onun ü^rine su indirdiimi':^

flaman, harekete geçer, kabanr ve her gülsel çiftten bitkiler bitirir. " (Hacc, 5)

^2^ Haluk Nurbaki, Kur'ân- Kerim'den Ayetler ve ilmi Gerçekler, Ankara: Diyanet
Vakf Yay., 2001, s. 71-76.
EY insan
195

Tefsirlerde genelde diri ve ölüden birbirlerinin çkarlmas 4 ekilde


açklanmtr ;

Nutfeden insan ve ha}"vanlarn; insan ve kakavanlardan da


nutfenin,

Mü'minden kâfirin; kâfirden mü'minin,


Kuru bir tohumdan yeil bitkilerin, bitkilerden tohumun
"
Yumurtadan ha\^ann; hayvandan }amurtann çkarlmas.

Arz, kendisinden yaratlm bedenimizle üzerinde yaadmz


âlemdir. Oras rzklarn ortaya çkt mekândr. Arz, üzerinde
yaadmz âlem olsa da bnü'l-Arabî o âlemin toprandan
yaratldmz, ondan geldiimizi, ve içinde bulunduumuzu,
dolaysyla da o olduumuzu asla unutmaz Insamn bedeni veya
cisimsel yönü, içinde yaad bir arzdr ve böylece insan bedeni ve
arz (yeryü^ü), tek bir mazmun (mana, kavram) haline geür. Bu
mazmun bnü'l Arabi'nin arz hakknda söyledii rzklarn ortaya

çkt mekân ifadesinden anlalr. Rzklarn ortaya çkt yer,

âlem ve insann bedeninden bakas deildir^"^

Hz. brahim'in babas kâfirdi ve put yapard. Kâfirden mü'min


çkmas, ölüden diri çkarlmasdr. Sebepler bahanedir, ii yapan ve
yaratan Allah'tr. nsanlarn bunu bilmeleri için gam ve kederin
karnndan ne'e ve saadet peyda eder^"^

Ölüden diriyi çekip çkarnca ölen, domjolu bulur.

Ol ki hiç hir §eje ihtiyâc olmayan diri Tann, ölüden diri meydana getirsin.

A.llah, bu ölü bedenden meydana bir diri getirsin.

^2^ Hüseyin Güllüce, Yjir'ân Tefsiri Açsndan Mesnevi, stanbul: Ötüken Neriyat,
1999, s. 255.
^"^ Suad el-Haldm, ibnü'l Arabi Sö-:(lüü, çev. Ekxem Demirli, stanbul, Kabalc
yay. 2005, s. 79
^29 Sultan Veled,, Maarif, çev. Meliha Anbarcolu, Konya: Altunar Ofset, 2002,
s. 203.
"

196

Kîj olursan babann gelijini, gece kesilmen gündü^^n oluunu görürsün.

Dallar ve yapraklar topran hapsinden çknca, balarn diker,

rüzgârn ei ve yolda olur. Su ve toprak içinde mahpus (haps

olunan) bulunan canlar ki cismaniyet ve nefsaniyete bah demektir.

Bu ballktan kurtulduklar zaman gönülleri ad olarak Hakk'n ak


ve muhabbet havas içinde raksa geHp, bedir halindeki ay gibi
noksansz olurlar.""^

l>^efs skidir, ince eyleri bilir. Bilir ama deil mi ki kblesi dünyadr, onu

ölü bil seni

Tann'nn vahiy suyu bu ölüye isabet etti mi ölü topraktan bir diri î^uhûr etti

ihtiyâcn^ bu u^n yoldan gidereme:(siniî(. Bi^ srlarn srrn topraktan


yaratlan kulumu^^a verdik. Hâin degilseni\ onun huturuna gelin. O klavu^
'
senin toprandanyeillikler bitirir

Kalb-i arz, hayetullahtan (Yücelik karsnda duyulan gönül titremesi)

hâsl olan gözya ile gdas olan ibâdet tohumu


sulanr ve ruhun
ekilirse, o kalbden hikmet menba' kaynar, evk ve ak yemii verir,

mükâefât (bir hususu keifyolu ile anlama, bilme)vc müâhedât (keif


yolu ile seyretme) tecellî eder

Ey talip! Lâzmdr ki, dâima tövbe ve zârîde (alayp suçlama) olasn

ve kendini zillet ve meskenette (acî^ni bilme) mtasn. Eer Adem


evlâd isen, edebi muhafaza edip blis, yani eytan gibi serke

(inatç) olmayasn ve derûn- dilden (gönül) ahu nâle (alayp inleme)

klp, gönül ateinden göz yalar dökesin ve derûnî âh ile gökler

gibi gürleyip ve bulutlar gibi alayp beeriyet arzn (vücut topra)

330 Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Mesnevi, çev. Veled zbudak, Abdülbâkî Gölpnarl
(haz.), stanbul: Milli Eitim Basmevi, 1991,c. 5, beyit. 549- 551-552

331
Ken'an Rifâî, erhli Mesnevî-i erif, stanbul: Kubbealü Neriyati, 2000, s. 184 -

185.
332
Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Mesnevi, çev. Veled zbudak, Abdülbâkî Gölpnarl
(haz.), stanbul: Mülî Eitim Basmevi, 1991,c. 4, beyit. 1656-1657

333
Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Mesnevi, çev. Veled zbudak, Abdülbâkî Gölpnarh
(haz.), stanbul: MiUî Eitim Basmevi, 1991,c. 4, beyit. 3329-3330

33'*
emseddin Yeil, Füyû-:ât, stanbul: Yeil Yaynlar, 1984, c. 6, s. 245.
EY insan
197

sulayasn ve bu suretle muhabbet günei kalbinin ban hikmet


yemileri ile süslesin ve istidad (kabiliyet) tarlasna dodukta marifet

gülleri ve hakikat sümbülleri zuhura gelip açlsn ve gönlün bülbülü


âd ü handan (nefeli) olup cemâli yâr gülzârna (^ül bahçesi) kar dem
"^
çekip (nefes alp) ötsün..

Topraktan a§at msn ki? Toprak bile sevgiliyi bulunca bir baharjütünden

jü\ binlerce çiçee kavuktu.

O yaj aaç, sevgiliyle bulujunca ho§ bir hava yükünden bapan ayaa açld,
^''
donand.^

Tann diyor ki: 'Topraa nice tohum ektim, insan da topran bir to^ndan
ibaretti, onu ben yükselttim.

Yine bir hamle et de kendine toprakl sfat edin, alçall Ben de seni bütün

beylere emiryapaym.

Suyukardan aaya akar da sonra aadanyukarya akar.

Buday yukardan ajayayerin


, dibine gider de ondan sonrayerden ba§ çkarp
yükselir.

Her meyvenin tohumu yerden biter de ondan sonrayerden ba§ verir^^^

Sadr- Cihan, bu nefesi kesilmiç âpk, ona ben nefes batlaynca dirilir,

kendine gelir diye â§kn elini tuttu.

'Bu bedeni ölü, bu can uyank âjik, benimle dinliyor. u halde o, benim

canm... banayü^ tutuyor.

Ken'an Rifâî, Mesnevi Hatralar, Kâzm Büyükaksoy (haz.), stanbul: nklâp


Kitapevi, 1968, s. 190.
336 Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Mesnevi, çev. Veled zbudak, Abdülbâkî Gölpnarl
(haz.), stanbuk Millî Eitim Basmevi, 1991, c. 2, beyit. 33-34
^^^ Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Mesnevi, çev. Veled zbudak, Abdülbâkî Gölpnarl
(haz.), stanbul: Millî Eitim Basmevi, 1991, c. 3, beyit. 455-459
.

198

Ben onu hu candan yücelteyim, bu cana muhtaç olmasn. Ona bir can

batlayaym da ihsanm (ba§) onunla görsün!"

A.^k, vuslata çanldm duyunca java§ yava kmldanmaya balar. A.§k


topraktan da aa deil ya. Toprak bile sabah rü^ânnn ivesiyle yeiller

giyinir, yokluktan ban kaldn^^^


Karde, yoklukta varlk nasl olur? Zt, ^ttn içine nasl girer, sr?
"Ölüden diri çkarr" hükmünü bil Yokluk ibâdet edenlerin ümididir.

Yokluk, Tann sanatnn hazinesidir. Ondan an be an ihsanlar gelip

durmadadr.

Tann esiî^ ömeksi-:^ eyleryaratp durmadadr. Esi^ ömeksit^ eyleryaratan

o Zât'tr ki bir asl, bir dayana olmad halde fer'i (parlaklk, k) yaratr,
iî^hâr eder (aça çkartmaf^'^

• Suret (vücut, beden) buysa,o ruh nedir? O, o ruhsa u suret kim?


Her ikisi de O 'dur. Fakat mahsûlün asl tanedir. O saman çöpüferidir.

Ruh bedensifi bir iyapama-:^ Kalbn da ruhsuz^ sour, donar.

Kalbn meydandadr da cann giî(li Alemin sebepleri de u ikisinden

düî^elmitir.^'^'^

Dünyay i^hâr etmekteki hikmet, Tann 'nn ilmindekileri it^hâr etmektir.

^^^ Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Mesnevi, çev. Veled zbudak, Abdülbâkî Gölpnarl
(haz.), stanbul: MilH Eitim Basmevi, 1991, c. 3, beyit. 4677-4679, 4687-
4688
^^"^
Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Mesnevi, çev. Veled zbudak, Abdülbâkî Gölpnarl
(haz.), stanbul: Millî Eitim Basmevi, 1991, c. 5, beyit. 1018-1019, 1024-
1025
^^•^
Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Mesnevi, çev. Veled zbudak, Abdülbâkî Gölpnarl
(haz.), stanbul: Millî Eitim Basmevi, 1991, c. 5, be>it. 3419, 3421, 3423,
3424
EY insan
199

Bu araklar (ibaret) neden doara Suretlerden. Ya bu suretler (aslnn

görüntüsü) neden vücûda gelir? Düüncelerden.

Bu cihan, Akl- Küll'ün bir düüncesinden ibarettir. A.kl, padiaha benler,

suretler de peygamberlere.

Meyveler, gönülde evvelâ vücûda gelir de sonunda fiile çkar.

Gerçi dal, yaprak ve kök evveldir ama onlarn hepsi meyve için vücut bulur}^^

Onun için Peygamber bunu anlatt, dedi ki: Kim kendisini bilirse Tanrsn
bilir.

Bajkayok, bu, bu kadardr deme. Daha arayp isteyesin diye ihsan etmitir.

Bac bostamndaki fidanlarn, mahsulünü bilesin diye sana bir kaç elma

verir.

Budayc alcya bir avuç buday verir ama ambanndakini anlasn diye verir.
42

341
Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Mesnevi, çev. Veled zbudak, Abdülbâld Gölpnarl
(haz.), stanbul: Milli Eitim Basmevi, 1991, c. 2, beyit. 994, 977-978, 971,
973
342
Mevlânâ Celâleddin Rûmi, Mesnevi, çev. Veled zbudak, Abdülbâki Gölpnarl
(haz.), stanbuk MiUî Eitim Basmevi, 1991, c. 5, beyit. 2114, 2116-2118
200

-34-
BZ, yeryüzünde nice nice hurma bahçeleri,
üzüm balar yarattk ve oralarda birçok
pnarlar fkrttk.
^*ye ce^alnâ fîha cennâtin min nahîlin ve â'nâbin ve
feccernâ fîhâ mine 7- 'uyun "
*
B/i^ orada hurmalklardan, üî:(üm balarndan bahçeleryaptk, içlerinde

pnarlardan sularfkrttk (Elmalk Hamdi Yat^r)

Biî^ jeryüî(ünde nice nice hurma bahçeleri, üt^üm balanyarattk ve onlarda

bir çok pnarla fkrttk. (Diyanet)

343
Hurma aac hakikatte bol meyveli slâm aacdr.

Hz. Muhammed (s.a.s.Jç: hurma dal "Beni öylesine yok et ki sende


ve senin Allah'nda fâni, o biricik nur içinde ebedî olaym." Bir
hurma aac bu geçici dünyay istemeyip kâmil insan derecesine
ulamay diledii için Peygamberin efaatine mazhar olabiliyor
Hurma aac sonunda nice Hak yolcusunun varamad bir irfan ve
hakikat rütbesine eriti^"*^

Dert daima insana yol gösterir. Dünyadaki her i için, bir insamn
içinde ona kar bir ak, bir heves, bir dert olmazsa, insan o ii
yapmaz ve o i dertsiz, zahmetsiz olarak ona müyesser olmaz, ister
dünya, ister âhiret, ister ticaret, ister padiahlk, ister ilim, ister

astronomi ve ister daha baka ilerde olsun hepsi için bu böyledir.

Ken'an
^'^^
Rifâî, erhli Mesnevî-i erif, stanbul: Kubbealü Neriyaû, 2000, s. 193.
^^ Ken'an Rifâî, erhli Mesnevî-i erif, stanbul: Kubbealt Neriyat, 2000, s. 307.
^"^5
Ken'an Rifâî, erhli Mesnevî-i erif stanbul: Kubbealt Neriyaû, 2000, s. 310.
EY insan
201

Meselâ Meryem'de doum sancs olmadan o baht aacna gitmedi.

Kur'ân'da; Dourma sancs onu bir hurma aacnn kütüüne


dayanmaya sevk etti (Meryem, 22) buyurulduu gibi onu o dert,

aaca götürdü ve kuru aaç meyva verir bir hale geldi^'*^

Üzüm ve hurma Hayy (daim diri) srrm beyan eder. Tasavvufta

hurma sabr, üzüm ecaati (yiitlik, kahramanl) temsil eder^"*^

• Üzüm, meyve türlerinin en ereflisidir. lk ortaya çkan


filizlerinden, son haline kadar kendisinden faydalanlr. Filizinden
ilk zamanlar incecik yeil iplikler çkar ki ekimtrak lezzetli bir tad
vardr. Ve bundan yemek yapmak da mümkün olur. Sonra koruk
çkar ki, bu da gerek hastalara ve gerek salamlara da ho bir

yiyecektir. Bundan ince zevk, safrallara faydal uruplar da yaphr.


Yemeklere konacak eki de kaynatlr ki, ekili kaynatlmlarn en
lezzetlilerindendir. Tam üzüm olunca da yemilerin en tatbs, en
itahbsdr. Ya üzümü askya asarak bir sene veya daha çok
biriktirip saklamak da mümkün olabilir. Ve bu gerçekten biriktirilip
saklanan yemilerin en tatbsdr. Sonra üzümden yenilecek dört ey
yaplr: Kuru üzüm, pekmez, sirke ve arap. Üzümün en güzel eyi
çekirdeidir. Doktorlar bundan bir takm terkipler (bileimler)

yaparlar ki zayf ve nemli mideler için çok büyük faydalar olur


(Gerçekten ^amanm^ doktorlar da üî(üm çekirdeklerinin çineyip e^erek

yemek artyla faydalarnn çok büyük olduunu beyân etmekte bununla

ittifak (hem fikir) halindedirler) Hâsl üzüm "yemilerin sultam"


denmesine deer bir meyvedir.

Kur'ân'da üzümün zikredildii dier âyetier de unlardr:

^'Çardakl ve çardaks:^ (ü^m) bahçeleri, ürünleri çeçit çejit hurma(lan),

ekin(ler)i, ^tinleri, narlar -birbirine benler ve ben^eme^ biçimde- yaratan

hep O 'dur. Her biri meyve verdii ^aman meyvesinden yiyin, hasat günü
hakkn (sadakasn) verin; fakat israf etmeyin; çünkü O, israf edenleri

sevme!(!" (En'âtn, 141)

^'^^
Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Ffbi Mâ Ffh, çev. Meliha Ülker Târkâhya, stanbul,
Milli Eitim Basmevi, 1985, s. 33
34^ Halûk Nurbaki, Yâ-Sfn Suresi Yonmu, stanbul: Damla Yaynevi, 1999, s. 50-
51.
202

'Tdurma aaçlarnn meyvelerinden ve ü-:(ümlerden de içki ve gü-:(el m^k elde

edersini^' (N ahi, 16/67)

"Yahut senin hurmalardan ve üî^ümlerden oludan bir bahçen olmal.. " (Isrâ,

91)

"Onunla si-:(e ekin, -a^tin, hurma, üî(ümler ve her çe§it meyvelerden

bitirmektedir" (Nahl, 11)

"Onunla si^e, içlerinden sit^n için bir çok meyveler bulunan hurma ve ü^m
bahçeleriyaptk " (Mü'minûn, 1
9)

Üzümün lâtince ad, Vitis Vinifera'dr. Üzüm asmasnn glukozca


zengin olan Kuzey Amerika'nn güneyinde, Güney
meyvesidir
Avrupa'da, spanya'da, Fransa, italya, Türkiye ve Kuzey Afrika
ülkelerinde yetitirilmektedir. Ülkemizde özellikle Ege bölgesinde
yetitirilen üzümler mehurdur.

Üzümün ihtiva ettii en önemli maddesi bol miktardaki glukozudur


Ayrca elma ve Hmon asidi ile tanen, sodyum, potasyum,
magnezyum ve kükürt bulunur. Tbbî faydalar çok kuvvetli bir
gdadr. A^^ca idrar arttrc, yattrc ve müshil etkiler de gösterir.
100 gr. kuru üzüm için bir literatürde kalori: 340, protein 3 gr, ya 1
gr, karbonhidrat 77 gr. olarak belirtilmitir.

Üzüm büyük bir enerji kaynadr. Araba için benzin ne ise insan
hareketinde de enerji odur. Üzüm, kalorisi yüksek olan bir gdadr.
Bu cihede üzüm insana canlhk, zindelik verir. Bedenî ve zihnî gücü
arttrr.

Kan yapar.Vücûdda biriken zararl maddelerin dar atlmasm


salar. Yüksek tansiyonu düürür. IVIide ülseri, gastrit, karacier
hastahklan, dalak hastahklar, romatizma ve mafsal iltihabnda
faydahdr. Kabzl giderir. Kalbi kuvvetlendirir. Kam temizler.

Hamilelerin mide bulantsm önler. Cilt temizliini salar. Nekahat


devresinin kolayca adatlmasna yardmc olur.

Üzümde önemli bir vitamin C vitaminidir. C vitamininin kimyevî


ad askorbik asittir. Skorbüt hastabm da önleyen bu vitamindir. Bu
hastabk di ederinde kanama, iltihap, dilerin dümesi ve
kanamalarla kendini gösterir. Ar ekilleri olmakla beraber hafif
EY insan
203

ekilleri oldukça sk görülür. Hücreleri birbirine balayan yapkan


madde, C yokluunda erimeye yÜ2 tutar. Bu bakmdan C
vitamini
vitamini bir binann yap talar arasna konan harca benzetilmitir.
C vitamini eksikliklerinde eklemlerde küçük kanamalar olur.

Bundan baka ciltte solgunluk, umûmî dermanszlk, sinirlilik


görülür. Üzümün yorgunlua iyi gelmesi, kalorisinin yam sra
içindeki C vitaminindendir. Zindelii veren bir baka madde
üzümün içindeki A vitaminidir. Sinirliliin giderilmesinde C
vitamininin rolü olduu gibi yine üzümün içinde olan Bl ve B6
vitamininin yan sra kalsi^om ve fosforun da mühim yeri vardr.

Üzüm yemekle birinci husus olarak (vitaminler sayesinde) solgunluk


olmayacaktr, ikinci husus, C vitamini sayesinde kanama odaklar
bulunmayacak, üçüncü husus olarak A ve C vitaminleri sayesinde
mikrobik hastalklara ve bunlarn vücutta yapaca menfî (olumsu-:^

görüntülere rastlanmayacaktr.

Üzümde bulunan A vitamini, fotoraf klielerinin developmanna


(gelitirilme) yarayan maddelere benzer Göz erguvan denen ve
retina (göf^ün en iç a tabakas) tabakasnda bulunan maddenin
mütemadiyen (sürekli) yeniden yaplamp yklmasna A vitamini
yardm eder.

A vitamini cildin ve mukoza zarlarnn shhad için lüzumludur. Bu


uzuvlarn mikroplardan korunmas, dolaysyla mikroplarn
yerlemesinden masun kalmas için A vitamini lâzmdr. Bu sebeple
A vitamini hava yoUar ve hava ihtiva eden boluklarn baz
intanlarna (mikroptan gelen bulac hastalk) kar iyi gelir. Zindelik
verme bakmndan A vitamininin göze olan faydasn da
söyleyebiliriz.

Kalsiyum ve fosforun sinir-kas fonksiyon rolü olduu için yukarda


arzedilen zindeliin meydana gelmesinde roUeri vardr.

Üzümde Bl ve B2 vitamini de bulunur. Eksikliinde dilde, dudakta,


az kenarlarnda iltihap, deri ve göz hastalklar olur^"^"
Üzüm henüz korukken (ham, ekfi üî^m) içindeki suda ekilik vardr,

fakat kzarp oldu mu, aym su hem tad, hem lezzet, hem rayiha

^"^^
Prof. Dr. Davud Aydüz, Kur'ân-t Kenm'de Besinler ve ifa, stanbul: Tima, 1997
204

kazanr. Ama ayn üzüm suyu bir küpe konur, önce ra (henü^

mayalanmamtj §arap haline getirilmemi üî^üm suyu) sonra arap olursa


yeniden aclar ve haram olur. Böyle bir haramn helâllemesi için
de sirke olmas lâzmdr.

Demek ki en temiz Tanr nimetieri, onlarla gdalananlarn içlerinin

küpünde saflm ve lezzetini kaybedebilir. Olmam kiilerde lezzet


yerine ehvet ve çlgnlk olan aym üzüm suyu,olmu kiilerde tpk
sirke misâli günâhndan syrlr. O kiinin duyduu Allah ak ve
cezbesi için gda ve kuvvet haline girer. Evvelce madde iken imdi
^'^^
ruh olur, ak olur, îmân olur.

Temi^ sohbetiyle o a^^n, müküller (^or, güç) hal olur. Topraktan üî^üm

bile sohbetle biter.

içi dolu tane kara topraa ular toprakla halvet eder, toprakta sohbet eder.

Kendini toprakta tamamiyle mahveder; nihayet ne san, ne krm rengi kalr,

kokusu da mahvolur.

Tamamyla mahvolur kabf^a (sklma hali) eritikten sonra kol kanat açar,

bast'a (ferahlk, açlma hali) eriir, atm sürmeye balar.

Aslnn önünde varlndan geçince suret ortadan gider, mânâs cilvelenir

Kuyu kaî^an adam gibi sen de adamsan u bedenin kuyusunu ka:^ da suya

ula. Takat duru suyun Rabb 'inden bir ceî^be (coup kendinden geçme) gelirse

kuyu kakmadan da suyerden fknr^^^

iman ne demektir? Kaynaktan su aktmak. Bedenden can gitti mi o cana

"giden-revân" derler.

Can beden bandan çö:(üp kurtararak çayrla, çimenlie salveren hakîm,

349 Ken'an Rifâî, erhli Mesnevî-i eriJ] stanbul: Kubbealü Neriyaû, 2000, s. 377.
35^^
Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Mesnevi, çev. Veled zbudak, Abdülbâkî Gölpnarh
(haz.), stanbul: MiUî Eitim Basmevi, 1991, c. 3 beyit. 2066-2070
351 Mevlânâ Celâleddin Rûmî, a.g.e., c. 5, beyit. 2044-2045.
EY insan
205

Hayatla ruhu ajrdetmek için ona hu iki lakab takt, ^unu fark edenin
f'^^
canna aferin

nsana nurdan bajka bir yiyecek yoktur. O candan bajka bir ^eyle beslenip

yetijme^ insan.

Yemek dediim akldr, ekmek ve kebap deil Oul, cana gda akl nurudur.

Bu ekmein ekmek olu^u o nurun aksiyledir (yansma). Bu cann can olu§u o

cann feyizledir (Allah'n nurunun görünmesi).

Gönülden (külli akln) bilgi rma copu mu ne kokar, ne eskir, ne de

sararr^

Tann eserleri gönüldür, d§andakilerse ancak ve ancak Tann eserlerinin

eserleridir.

Balar bahçeleryedilikler gönüldedir Onlarn letafetinin aksi ju suya, topraa

vurmu^tur.^^"^

Gönül ovasna adm atmak gerek.

Dostlar, gönül eminliktir, hu^^ur yeridir. Orada kaynaklar, gül bahçeleri

içinde gül bahçeleri var.

Yolcu, kalbe yürü, orada seyret, orada ge\ dola§. Aaçlar var orada, akan

sular var orada.

O dallar, meyvalaryapraklarsa anbean "ke§ke kavmimi^ (ayn soydan gelen)

bi^ bilseydi ne olurdu" diyorlard

352 Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Veled zbudak, Abdülbâkî Gölpnarl


Mesnevi, çev.
(haz.), stanbul: MilH Eitim Basmevi, 1991, c. 6, beyit. 2187-2189
353 Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Mesnevi., çev. Veled zbudak, Abdülbâkî Gölpnarh
(haz.), stanbul: Millî Eitim Basmevi, 1991, c. 4, beyit. 1954, 1955, 1958,
1965
^S"*
Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Mesnevi, çev. Veled zbudak, Abdülbâkî Gölpnarh
(haz.), stanbul: Millî Eitim Basmevi, 1991, c. 4, beyit. 1362, 1363, 1365
355 Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Mesnevi, çev. Veled zbudak, Abdülbâkî Gölpnarh
(haz.), stanbuk Millî Eitkn Basmevi, 1991, c. 3, beyit. 514-516
206

Her aaçtan "A. bahtsî^kijikr, hi:^ gelin, hi^" diye ses geliyordu.

Fakat Tanrdan da aaçlara: "Onlarn göî^lerini baladk, onlara snacak


jerjok!" sesi gelmekteydi.

Onlardan birisi 'buyana gelin de bu aaçlardan faydalann" dese,

Hepsi birden: "Bu sarho yoksul, Tann'nn takdiriyle deli olmuj"

diyorlard.

Ey saf adam, bu aaç, ilim sahibindeki ilimdir. Pek yüce, pek büyük ve

etrafa yaylmij bir aaçtr o! Hatta aaç da ne demek her taraf kaplayan
deni^gibi âb- hayattr (dirilik, canllk ebedi hayat suyu).

Ona kâh aaç derler, kâh günej, kâh deni\ adm takarlar, kâh bulut.

Hülâsa o öyle jeydir ki yü:^inlerce eseri vardr. Un aalk hassas sahibine

ebedî bir hayat baijlamasdr.

357
Tektir ama binlerce eseri, nianesi var. O bire says^ adlar gerek

Allah Teâlâ bu}armutur: "Allah'tan korkanlara va'dedilen Cennet

pyledir: Orada temimi su rmaklar, tad bozulmayan süt rmaklar, içenlere

^evk veren ^arap rmaklar, sü^n^e bal rmaklar vardr. Onlara orada her

türlü ürün ve Rablerinden mafiret vardr. Bunlarn durumu, atehte temelli

kalan ve barsaklarn parça parça edecek kaynar su içirilen kimselerin

durumu gibi olur mu?" (Muhammed, 15)

nsanlk âleminde suyun, sütün, arabn ve baln misâli öyledir; bil

ki ilim arayan kimse iUm talebinde suyun denizi aramas gibi


olmahdr. Nasl ki su, gece gündüz durmadan ne da, ne ova, ne ta,

ne orman, ne de güzel ve çirkin arazi demeden hepsini geçip denize

kavuur. te ilim talibinin (isteyen) de hiç durmamas, iüm denizine

356 Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Mesnevi, çev. Veled zbudak, Abdülbâkî Gölpnarh
(haz.), stanbul: Millî Eitim Basmevi, 1991,c. 3, beyit. 2016-2020
^^^ Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Mesnevi, çev. Veled zbudak, Abdülbâkî Gölpnarh
(haz.), stanbul: Millî Eitim Basmevi, 1991, c. 2, beyit. 3668-3669, 3671-
3673
EY insan
207

ulancaya kadar matlûbunu (istenilen, aranlan §ey) bulduu herkesten


—o kimse eref ve izzet sahibi olmasa da- tevazuu (alçak gönüllülük)

esirgememesi lazmdr. lmi de kendi ruhunu ve baka ruhlar


besleyecek faydah bir ilim olmabdr. Nasl ki süt vücudan besler.

lim ve ameliyle bir mürîd-i kâmile komahdr ki arap gibi sakisini

(içecek datan kimse) de, içenini de sarho eden bir marifete (bilgiye)

eriebilsin. Ahlâk da kalblere ifa veren süzme bal gibi olmaldr.


Bir kimse bunlar yani ilmi, ameli, marifeti ve güzel ahlâk kendinde

toplarsa onun meclisi cennet olur.

Bil ki Cennet'te bu dört nehir bulunduu gibi müzekkir (zikrettiren)

ve eyhte de cennettekinin misâli olan bu dört ey bulunmahdr.


Bunlardan biri eksik olursa onun meclisi cennet olmaz. Çünkü
cennet bunlardan yoksun deildir. Aralarnda tam bir münâsebet
olmazsa, onun meclisi insana ho gelmez. Meclisi insanlarn
meyledecei bir meclis olmaz. Yani seyri ve ilim talebi ve iHm ehline
tevazuu tam olmazsa ilmi eksik olur, ona meyledilmez. Meselâ ümi
cem eder (bir araya toplamak) de onunla amel etmezse (yaantsna
uygulama^sa) o ilim kendisine fayda vermemitir. Artik bakasna
yararh olmas beklenemez. Ondan fayda umulmaz ve halk da ona
rabet etmez. Hem âlim, hem de ilmiyle âmil (yapan imleyen) olur da
kâmil (ilim, faslet ve hüner sahibi) ve mükemmil (tamamlayan,

tamamlayc) bir müritten icâzetH bulunmaz, sadece kendi kendine


zâhid (dindar olup irfan olmayan) geçinirse onda da ne kendisine, ne

de bakasna bir lezzet hâsl olmaz. Zîrâ cem'inin çrasnda


muhabbet yandrlmamsa onun etrafnda pervane nasl toplanr?
Kendisini büyük bir nimet olan marifet (varlklarn hakikatini ve ilâhî

srlan tefekkür, ke^if ilham yoluyla kavrama, gerçei bilme), halim


(yumuak) klmam ise onun sözü bal gibi göüslere ifâ vermez.
Halk onunla ünsiyet etmez (yaknlk kurmak). Her cihetten (yönden)

kendisine meyledilmesi için bu dördünü kendinde toplamas


lâzmdr. Tâ ki, her yönden kendisine meyledilsin. Nasl ki cennet
her milletin arzusudur ama ona herkes giremez. Ancak mekârihine
(skntlarna) katiananlar girebilirler. Çünkü cennet mekruhlarla
208

(islâm dininde haram olmad halde hoj görülmeyen veya yaplmas


yasaklanan durum, davranp) çevrilmitir. Bu meziyetier bir insanda

kolay kolay toplanmaz. Ancak çok yorulmak, güçlük çekmek, belâya

katlanmak, erbabna tevâzû göstermek suretiyle elde edilebilir.

Çünkü Cenâb- Hakk öyle buyurmutur: 'Yoksa si^ Allah aranrdan

mücahede edenleri ve sabredenleri bilmedikçe Cennete gireceini^ mi sandm^"


(Âl-imran, 142)

"A.§kn ya^aypnda safa rahatlk nereden olacak?

Çünkü Cennet mekârihle (dertler, skntlar, mekruh olan peyler)

1 • ,- >^ 358
ûef^enmijtr.

Cennette mevcut olan dört rmaktan bal rma iliii olan ile

kimsede ak ve muhabbet olur. Oradaki süt rma iliii ile

bulunan ilim, marifet ve irfana sahip olur, orada arap rma ile

münâsebeti olanlar burada Allah'n emir ve taatiyle megul olur ve

bu emir ve ibâdetleri zevk ve mestlikle yaparlar; orada su rma ile

münâsebeti bulunanlarn da kalb zindelii, sâüh ameller ve iyi


^^'^
ilerle zinde olurlar, kalplerinde bunlar filizlenir.

Yoksullara ihsanda bulundun, ^ekât verdin, elinle bir hayrda bulundun mu,
o âlemde bu hayr aaçlk, çimenlik, çayrlk olur.

Sabr suyun cennetteki nehirler, cennetin süt rma sevgin, arkndr.


ibâdetten ^vk alman bal nehri, Tann askyla §evk duyman, sarho olman

jarap rmadr.

Bu sebepler, o eserlere ben^me^ Fakat Tann nasl oldu da bu sebeplerin

yerine o eserleri getirdi? Kimse bilmet(.

Bu sebepler dünyada nasl senin ihtiyarnla, senin fermannla meydana geldiyse,


o dört rmak da âhirette ^üpheyok senin fermanna tâbi olur.

358 Niyâzî-yi Msrî, tfan Sofralar, çev. Süleyman Ate, stanbul: Yeni Ufuklar
Neriyat, s. 55-56.
^59 Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealt Neriyat, 2000, s. 420.
EY insan
209

O sfat hu âlemde senin emrindeydi. Cennette de o rmaklar senin emrindedir.

Cennetteki aaçlar, senin fermanna tâbidir. Çünkü o aaçlar, senin

sfatlarndan yelerdi, meyve verdi.

• te kalplerin huzuru yaratbn cennet haline getirmektir. Akl


cenneti irfan cennetidir, akl ile idrak ettii her mânânn Allah'a
ulamasdr. Ruhun huzuru bol bol meyve veren cennet bir hayat
oluturmasdr. Esrarn ortaya çk
ehâdet makamna yükseliin
cennetidir. Kalp cennetinde akan nehirler vahdaniyet su}a ile

beslenir ve asla ahsî kederlerle kederlenmez, çünkü yakin nuru


kalbi ihya ettiinden o cahil ve ölü olamaz Kalb cennetinin aaçlar
îmân, çiçekleri vicdan ve yemileri de yaradln nurudur. Akl
cennetinin nehri kudret sütüdür ki Cenâb- Hakk bunu kendi
kudretinin nuruyla zuhura getirmitir. Aaçlar hikmet (yaradhnn
mânâsm idrak), çiçekleri fikret (düünce, idrak), yemileri de fitnat,

zihin açkl ve uyamklktr.


Ruh cennetinin nehri. Celâl denizinden olan Cemâl kefidir yani
yaradln lutfuyla Allah'n güzelliini keifiir. Yani ruh vücut giyip
iVllah'm Cemâl'ini görmek ister. Cenâb- Hakk bu ravzay, cemâli
görmenin lezzeti ve yaradün idrâki ile sular. Bu ravzamn aaçlar
muhabbet, çiçekleri evk (cokunluk), yemileri aktr.

Esrar cennetinin nehri Zât kefidir. Sr ravzasmn müahedesi


Allah'n Zât'm idrak arabyla sular. Aaçlar tevhid (Allah'n birliine
inanmak)^ yemileri ihlas (samimi ballk)., çiçekleri tefi:iddir (her halde
Allah 'a balanp, her peyden kalben alâkann kesilmesidir)

Bunlarn cümlesi yokluk ve hiçlik ehlidir. Bunun için uhud ehli

murakabededir (iç âleme dalp ö^nü, Allah ' düünme). Keif ehli (idrak

edilemeyen hususlar kalp gömüyle gören) makam sahibidir. Sekr (sarholuk)


ve vücut ehli de hal sahibidir. Yokluk ehli (Allah'n varlk ve iradesi

karcsnda kendiniyok bilme) de istikâmet ve kurb (yaknlk) sahibidir.

36ü Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Mesnevi, çev. Veled zbudak, Abdülbâkî Gölpnark
(haz.), stanbul: Milli Eitim Basmevi, 1991, c. 3, beyit. 3460-3464, 3468-
3469
210

Nasl ki temiz bir su, dibindeki talar, tulalar, kiremitler daha baka
eylerle üstündeki her eyi gösterirse, insann ruhu da insann tabiat
ile birlikte yorulmu olan bütün bilgiler ve göze görünmeyen
eyleri gösterir. Böyle altnda ve üstünde olan eyi, ona bir ey ilâve

etmeden ve bir ey öretmeden göstermek, suyun yaratlnda


vardr; fakat o su, eer toprakla veya baka renklerle karrsa, bu
özellik ve bilgileri kaybolur, ayrhr ve unutulur.

Ulu Tanr, velîler (A^llah'a yaknlk mertebesi ka^nm§ kullar) ve


nebiler (peygamber) gönderdi. Bunlar, bü}aik ve temiz sular gibidir.

Tanr'nn bundan maksad, her bulamk ve ufack suyun, arzî (gelip

geçici) olan renginden ve bulanklndan kurtulmas, kurtulduktan


sonra da kendini temiz görünce: "Ben mutlaka önce böyle
temizmiim!"diye hatrlamas, o renklerin ve bulankln arzî
olduunu bilmesi ve bu arzî eylerden, önceki halini aklna
getirmesidir. Kur'ân'da: 'Salamlktan sonra bozarlar. Allah'n
bitimesini emrettii eyi parçalarlar' buyurulmutur. te velîler ve
nebiler onlara eski hallerini hatrlatrlar. Onun cevherine yeni bir ey
katmazlar. imdi o büyük suyu tanyarak: "Ben ondamm, onunum"
diyen her bulank su, ona karmtr. Bu suyu tanmayan,
kendisinden ayr gören ve baka cinsten bilen bu bulank su, denizle

karmamak, denize karm olmaktan uzak bulunmak için, böyle


renklere ve bulamklklara snd."^^^

361 Mevlânâ Celâleddin Rûmî, ¥îhi Mâ Fîh, çev. Meliha Ülker Anbarcolu,
stanbul: Millî Eitim Basmevi, 1990, s. 52.
EY insan
211

-35-
Ta ki, onlarn meyvelerinden ve elleriyle bunlardan
imal ettiklerinden yesinler. Hâla
ükretmeyecekler mi?
''Liye'külû min semerihî ve mâ 'amile thü eydîhim
efelâ y kürün " e
*
(Bunu), Onun ürününden ve kendi elleriyle yaptklarndan yesinler diye
(yaptk). Hâlâ ükretmeyecekler mi?
(Elmalk Hamdi Ya^r)

Ta ki, onlarn meyvelerinden ve elleriyle bunlardan yesinler. Hâla


ükretmeyecekler mi? (Diyanet)

Bu ekim dünyas, mahere ha^rlanmak, âhirette burada ektiini toplamak,

devirmek için yaratlmt?^'^

Mühendise bak, yere tohum eker gibi gönlüne bir evyapma hayâlini kor.

O hayâl darda ':âhir olur, adetâyerden tohum biter gibi.

Gönüldeyer tutan her hayâl, maher gününde bir surete bürünecektir.

Bu hayal burada gibidir, eseri görünür. Fakat bu hayâl, orada suretlere

bürünü?^^

• E-ükr; ükür, övgü: Hakk arayan için namazn artlar


mesabesinde olduunu belirttiimiz ahlâkn ilk ksm.

362 Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Mesnevi, çev. Veled zbudak, Abdülbâkî Gölpnarl
(haz.), stanbul: Millî Eitim Basmevi, 1991, c. 4, beyit. 2989
^^^ Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Veled zbudak, Abdülbâkî Gölpnarl
Mesnevi, çev.
(haz.), stanbul: Millî Eitim Basmevi, 1991, c. 5, beyit. 1790-1793
212

artlarn ilki sabr, sonra ükürdür. Çünkü sabrda, itaatte ve günâh


terkte sebat, ükürde ise nimet verenin nimetlerini itiraf vardr.
ükür nimet vereni övmek demekür. Bu övgüde kii, üzerindeki

nimeti bildiini gösterecek ekilde onu över ve kalbi saygyla dolu

iken nimetierin O'na ait ve kendisince deerli olduklarn itiraf eder.

Bir görüe göre ükür, kiinin Allah'n verdii nimetieri veya


kendisinden uzaklatrd sevimsiz eyleri gerei gibi düünmesi
demektir; vermek veya uzaklatrmak nefis veya bedenle veya dünya
ve âhiretie ilgili olabüirler.

Ebû smail el-Ensârî öyle demitir: "ükür nimetieri bilmenin


addr. Çünkü bu bilgi nimet vereni bilmenin yoludur. Kur'ân'
Kerîm'de slâm'a ve îmana hidâyet 'ükür' diye isimlendirilmitir."

Bu balamda ükre doruluk, tevazu, haya, ahlâk, bakasn tercih,

cömertlik ve fütüvvet de girer. Çünkü bu nitelikler nimeti itiraf

edip, ükrü yapabilmek için zikrettiimiz özelliklerle nitelenmi


seçkinlerin huylardr^^'^

Resulullah Efendimiz (s.a.s.) bir gece yataa yatp yerletikten sonra


bana: "Ey Ebû kz, izin ver de Rabbime ibadet edeyim"
Bekir'in

dedi Ben de, "Senin yannda olmaktan holanrm" dedim ve izin


verdim. ResuluUah kalkt ve bol su üe abdest ald. Sonra namaza
durdu. Gözlerinden gösüne yalar boanacak kadar alad. Sonra
rükûa vard, yine alad. Secdeye vard yine alamaya devam
ediyordu. Bu hâl üzere Bilâl-i Habeî sabah ezann okuyuncaya
kadar namaza devam etti. Ben: "Niye alyorsunuz? Allah Teâlâ
sizin geçmi ve gelecek günahlarnz balamtr" dedim. O
buyurdu ki: ükredici bir kul olmayaym mya A.i§e^
ükür üç türlü olur. Biri kalp ükrü ki, kalbin, nimetin nimeti

vericiden olduunu bilmesidir. Yâni maddî olsun, mânevi olsun,

^^^ Abdürrezzak Kâânî, Tasavvuf Sözlüü, çev. Dr. Ekrem Demirli, stanbul, z
Yaynclk2004, s. 315-316
3<^5
Ahmed er-Rifâî, Marifet Yolu, Doç. Dr. H. Kâmil Ylmaz (haz.), stanbul:
Erkam Yaynclk, 1995, s. 36
EY insan
213

nimetierin Allah'tan olduunu bilmek kalp ükrüdür. Biri de lisan


ükrüdür ki, nimeti vereni lisanla medhetmektir. Üçüncüsü ise âzâ
ileükürdür ki, bu da Allah'a itaat ve ibâdet etmektir. Fakat bu
ükürlerden asl olan, kalp ükrüdür.

ükür üç ksm olduu gibi, ayn zamanda üç derecedir. Birinci


derece, senin için makbul olan, houna giden eylere ükretmektir.
Bu ükürde avam (irfan sahibi olmayanlar) da havas (Allah'n seçkin

kullan) da dâhildir. Meselâ evlât sahibi olmak, ii ilerlemek, maa


artmak gibi, holanlan hâdiselere ükretmektir, ikincisi, sevdiin ve
sevmediin eyleri bir tutarak, Hak'tan her ne gelirse ona raz
olmaktr. Ama bu her kiinin kâr deildir. Üçüncüsü ise, nimeti
veren Allah Zü'1-Celâl (Celâl sahihi A.llahJ Aç. o kadar müstarak (gark
olmuj hatm§) olmak ki, nimeti görmeye bile vakti olmamaktr, ki
ükrün asd mânâs budur"'''^

ükür, çalmaktr. Hakk'm holand her yerde ibretle Allah'n


azametini seyreylemektir ükür ailesinin hizmetinde bulunmaktr.
Kulanla, fena (kötü) ve harama müteallik (ilgili) bir ey
dinlememek; eHnle, Allah'n rzâsnn haricinde bir ey tutmamak;
ayanla, yine o rzânn olmad bir yere teveccüh (dorulma,
yönelme) etmemek; hâsl bütün varlm Hakk'n rzâsnda
kullanmak, ükretmek demektir.

Meselâ bir sarho gördün. Sarho, rezil... Bak u adamn hâline...

Ba da hiç secdeye gelmiyor... deme. Yani ayplama! Ya Rabbi, u


kuluna hidâyet et, beni de bu hâlden muhafaza et... Bilirim, istersen

bir anda beni onun haline, onu da benim halime koyarsn. Ya Rabbi
sana snyorum. Koru beni, buna da hidâyetini ihsan et! diye
Allah'a yalvar.

Böyle yapmaz da o kimseyi ayplarsan, hem onu gybet (insanlarn


ayplarm arkalarndan açklamak) etmi hem de kendini beenerek
eytanlk sfatn giymi olursun. Hulâsa ükür, benlie dümemek,
yani kendini beenmemek, Allah'tan gelen lütuf ve kahr ho
görmek, Allah'n verdii sefay da cefây da tatb karlamaktr'*''^

36^ Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealü Neriyaü, 2000, s. 315-316.


^^'^
Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealü Neriyaü, 2000, s. 398.
214

ükür, nimetleri avlayp balamaktr. Sadâ-y ükrü iittiin vakit,

tezyîd-i ihsana (lutfun artmas) âmâde (ha^r) olursun. ükür nimet


memesini emmektir. Meme ne kadar süt ile dolu olursa olsun,
memeden dar çkmaz; yani onu emmek lazmdr^*^^
ükür nimetin camdr. Nimetse deriye benzer. Çünkü seni sevgiliye

kadar ulatran ükürdür.

Nimete ükretmek nimetten daha hotur. ükreden ki§i, hiç §ükretmeyi

brakr da nimet sevdasna dü§er mi?

Nimet insana gaflet verir. ükürse uyandrr. Padiahn §ükür tu^gyla nimet
avlamaya gör!

ükür nimeti göf(ünü doyurur, seni beyyapa?'^'^

"Andolsun ükrederseniz elbette size (nimetimi) arttrrm"


(ibrahim, 7)

"Bir gün âzelî maarada oturmakta iken: "Ya Rabbi


Hazretleri bir
sana nasl ükredeyim?' demi. Buyurulmu ki: 'Herkesten ziyâde
sana nimet verdiimi bildiin vakit bana ükretmi olursun' 'Aman
Ya Rabbi bu nasl olur? Aikâr ki enbiyâya da, ulemâya (âlim) da,

ümerâya da benden ziyâde nimet vermi bulunuyorsun' Cevap


olarak öyle buyurulur: 'Enbiyâya o nimeti vermeseydim, sen
Hakk'n yolunu nasl bulurdun? Ulemâya o nimeti vermeseydim sen
onlara nasl uyabilirdin? Emirlere o nimeti vermeseydim, malndan,
canndan nasl emin olabilirdin? Binâenaleyh o nimetleri de sana
^^°
verdim demek oluyor."

• Allah Davud'a bir fazl (üstünlük, baij) olarak marifeti (varlklar,


hakikatlerini ve ilâhi srlan tefekkür, kejif ilham yoluyla kavrama, gerçei

bulma) balad "Onun mülkünü iddetlendirdik. Ona hikmet ve


fasl- hitap gücü verdik" (Sâd, 20) âyetinde zikredildii gibi." biz

Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Fhi Mâ Ffh, çev. Meliha Ülker Anbarcolu,


stanbul: Millî Eitim Basmevi, 1990, s. 164-165.
^''^
Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Mesnevi, çev. Veled zbudak, Abdülbâkî Gölpnarh
(haz.), stanbul: Millî Eitim Basmevi, 1991, c. 3, beyit. 2895-2898
3^0 Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealü Neriyaü, 2000, s. 342.
EY insan
215

Süleyman ve Davud'a ilim verdik. Onlar da "Bizi mü'min


kullarnn bir çoundan faziletli klan Allah'a hamdolsun"dediler"
(Nemi, 15) âyetinde ise onlara verilen Allah' bilmenin ilminin bir
fazl (üstünlük, bag§) olduu anlatlmak istenir. Amellerinin
gerektirdii bir karbk olarak deil. Eer bu marifet onlara
ameUerinin bir karl olarak verilmi olsayd ba deil mükâfat
olurdu. Peygamberlerin Allah'a, O'nun isim ve mertebelerine olan
marifeti, Rahmani bir ba ve Allah'n kendilerine özgü kld bir

vergidir. Kazanarak, amelle elde etmenin bunda hiç bir girdisi

yoktur. Nitekim Davud'a Süleyman' balad. Yani Süleyman'n


zuhuru Davud'un kendisinden sâdr olan ameli nedeniyle olmad.
Aksine bu, salt ba ve faziletlendirmeden ibaretti. Bu cümleden
olmak üzere Davud'a verilen kudret eli Allah'n Vehhâb (çok

batlayan, çok veren) isminden dolay olup amel karl olan bir
mükâfat mesabesinde deildir. Böylece Allah'n "Biz Davud'a
tarafmzdan bir fazl verdik" sözü kendisi için baki kalm oldu.
Dikkat edilirse bu âyette "ba" sözü açkça söylenmiyor. O halde
imdi bu vergi, bir karlk ve mükâfat m, yoksa salt ba mdr?
Apaçk ki, eer bir eye karlk olsun diye verilmi olsayd, veren
bir fazl olsun diye vermi saylmazd. Zâten bu anlam âyetteki

"tarafmzdan" sözünden apaçk biçimde çkarlabilir.

Bunun gibi Allah, verdiinin karlm da Dâvûd'dan istemedi. Bu


nimete ükredilmesini istediyse de, Davud'un ailesinden istedi;

Davud'un kendisinden deil. Çünkü selefe (hir mevkide daha önce


bulunan ve yerine geçilen kimse) verilen nimet, halefe (sonradan gelen
birinin yerine geçen kimse) verilmi demektir ve peygambere verilen
nimet aslnda ümmetinedir. Bu nimetin karlnda ükrü Davud'un
ailesinden isteyince bu vergi, Hz. Dâvûd için bir fazl ve ba
niteliinde; ailesi için ise bir mükâfat niteliinde olmutur. Onun
için ailesi üzerine ükür olduundan onlardan ükretmelerini
vâcib
istedi. Ve öyle dedi: "Ey Dâvûd ailesi ükredin. Benim çok
ükreden kullarm azdr" (Sebe, 13)

Bu sözle Allah Tealâ hem bir hîbe (ba§) olan nimeti, hem de
mükâfat olarak verdii nimetine ükretmeyi vâcib (yaplmas gerekli
216

olan) klm oldu. Bu demektir ki ükür karlnda nimetini kat kat


arttracaktr.

Vâcib olmayan nafile ükür Peygamber (s.a.s.J'va "Çok ükreden bir

kul olmayaym m?" hadisinde sözü edilen ükürdür. Bu ükür


Hakk'n isteiyle deil, belki nefsinden bir armaan olsun diye
yapüan ükürdür. Hakknda bir emir olan ükür ise yükümlü klan
ükürdür. Allah Teâlâ bir yerde "Allah'a ükredin" diye emrederken,
dier yerde: "Allah'n nimetine ükredin." diyor. imdi, Allah'tan
dolay akleden için, bu iki âyetteki ükredenler arasndaki fark,

ükredilen eyler arasndaki fark kadardr. Nimetlere ükretmekle


yükümlü olan kul "muhibbîn" yani Allah' sevenler mertebesinde
olup onlarn ükrettikleri ey nimetierdir. Dier taraftan nafile (boj,

faydas^ olarak, vâcib olmasnn ötesinde Allah'a ükredenler ise

"mahbubîn" yani Allah tarafndan sevilenler mertebesinde olup


^^'
ükrettikleri dorudan doruya Hakk'tr.

^^' smail Ankaravi, Nak^el Fusus erhi, haz. lhan Kutluer, stanbul, Ribat
Yaynlar s: 117-120
EY insan
217

-36-
Yerin bitirdiklerinden, insanlarn kendilerinden ve
henüz mahiyetini bilmedikleri eylerden bütün
çiftleri yaratan Allah' tebih ve takdis ederim.

*'^Sübhân ellezî halaka'l-ezvâce küllehâ min mâ


tünbitü'1-ardu ve min enfüsihim ve min mâ lâ
ya'lemûn"
*
Yerin bitkilerinden, kendi nefislerinden ve daha bilemeyecekleri peylerden bütün

çiftleriyaratan A.llah 'in §an neyücedir

(Elmalk Hamdi Ya^r)

Yerin bitirdiklerinden, insanlarn kendilerinden ve henü^ mahiyetini

bilmedikleri peylerden bütün çiftleriyaratan Allah / tebih ve takdis ederim.

(Diyanet)

Sübhan, her türlü noksandan her türlü kusurdan ve bilhassa beerî


vasflardan ârî ve münezzeh olan Allah demektir. Allah'n Sübhan
olduunu biliniz. Ta ki O'nun katnda ve O'nun nazarnda
utanlacak durumlara dümeyesiniz. Sübhan olan Allah sizdeki

bütün srlar ve bütün düünceleri bilir. Beyaz sütün içindeki bir

siyah kl gibi, her karanlk duygu, düünce ve hareket onun malûmu


olur. Çünkü Allah Alîm ve Habîr'dir^^'

O Sübhan 'dr, düünülen her eyden münezzehtir (ten^h edilmi,


uf^ak). Kur'ân'da, Tevrat'ta, ncil'de ve Zebur'da doksan dokuz

ismi vardr. En büyük ismi ise Sübhan'dt. Sübhan dediin zaman


dier isimlerin tümünü söylemi olursun, ama dier isimlerin

tümünü söylesen de, Sübhan demesen hiç bir ey demi olmazsn.

Ken'an Rifâî, erhli Mesnevi-i erif, stanbul: Kubbealü Neriyaü, 2000, s. 458
218

Her ey buna baldr. Bunu telâffuz edince her ey açlr, günahlar


silinir. Bunun misâli udur: htiyar hanmlarn bin taneden oluan
tebihleri vardr. Bu tanelerin biri daha bü^oiktür ve ona müezzin
(imame) derler. Bu krlacak olsa tebihin dier taneleri de krdr
gider. Ayn ekilde Suhhanallah dediinde Hepsini bulmu (ve

söykmij) olursun. u halde çokça Suhhanallah demeye çabalamak

lâzm.

Tüm yaratklar Suhhanallah diyor. Lâkin gaflette olduundan


tebihlerini iitemiyorsun. Binlerce arkda bin türlü nameyle

Sübhan kelimesi terennüm ediliyor ama sen bu nameleri


iitemiyorsun. Yüce Allah buyuruyor: Hiç bir ey yoktur ki, O'nu
hamd ile tebih etmemi olsun. Ama siz tebihlerini
anlamyorsunuz

• Resulullah (s.a.s.) "Kim Allah yolunda bir çift harcarsa cennet


bahçeleri ona sürade yönelir." buyurdu. Denildi ki: Bir çift nedir?

Resulullah buyurdu: "ki at, iki köle, iki devedir. Bu mânâlar Râgb
da zikrettikten sonra "zevce (e§) ve cemisi zevcât (e^kr) bozuk bir

lügattir" der ve ilâve eder: "Her ey, bir cevher, bir araz, bir madde
ve suretten meydana gelmitir. Kendisine terkîb {bir kaç jejden
meydana getirilmi jej) arz olan hiç bir ey yoktur ki, onun yapma bir

ey olduunu ortaya koymasn. Her yaplan eyin de bir Sâni'i

(yapa) vardr. Yalnz Allah tektir. Cihanda bulunan her eyin, bir

zdd, bir benzeri, veya terkibi vardr. Zdd ve benzeri olan da


cevher ve arazdan mürekkebdir. Cevher ve araz da iki etir.

Kur'ân'da zevç kelimesi bütün bu mânâlarda kullanhr. "Ne yücedir


O (Allah) ki topran bitirdiklerinden kendilerinden ve daha bilmedikleri
nice peylerden olan bütün çiftleri yaratmtr" (Yâ-Sîn, 36). Bu âyetlerde

çiftier hem erkek-dii mânâlarna ahnabilecei gibi, hem de nevi',

snf, benzer, zt mânâlarna ahnabilir. Bütün çiftleri yaratt

mefhumu bu âyetlerde daha da genilik kazanmaktadr.

^^^ Muhammed bn Münevver, Tevhidin Srlan, stanbul: Kabalc Yaynevi, 2003,


s. 234.
.

EY insan
219

Bitkilerin çeitleri hakknda pek çok âyet zikredilebilir. "Gökten bir su

indirdik, orada her gü^el çifti bitirdik" (Lokman, 10)... Orada bütün
meyvelerden iki çift yaratt.." (R'ad, 3) "O ki yeri si^e be§ik yapt ve onda

siî^n için yollar açt, gökten bir su indirdi. Onunla her çejit bitkiden çiftler

çkardk" (Tâ-Hâ, 53). Cennette de çift meyveler olduu bildiriliyor:

"ikisinde de her meyveden iki çift var" (Rahman, 52)

"Si;^ bir tek candan yaratt. Sonra ondan ejini meydana getirdi ve si^^n için

davarlardan sekici eç indirdi: (deve, sr, koyun, keçi)... " (Zümer, 6).

Allah insanlar da erkekli diili yaratm, onlar da tenasül (üreme) yolu

ile üremektedirler "\^e sif^ çift çift yarattk" (Nebe, 8) "Ondan (kan
phts) iki eji; erkei ve dijiyi var etti" (Kyamet, 39) "O yaratt iki e§i;

erkei, diiyi... " (Necm, 45). "O'dur ki si-:^ bir tek nefisten yaratt, gönlü

snsn diye ondan e§ini var etti.." (Araf, 189). ite Allah, maddeye,
mühür basar gibi türlü ekiller vermitir^^'*

'Î3/^ her §eyden iki çiftyarattk. Umulur ki, iyice dü^ünürsünü:^' (Zâriyât,

49)

"Allah bütün çiftleri yaratmtr. Si^n için bineceimi^ gemiler ve hayvanlar

var etmiçtir" (Zuhruf, 12)

O e^eli hükme göre kâinatn bütün ^rreleri çift çifttir ve her cü-:^'ü (parça) de

kendi çiftine âpktr.

Alemde her cüî^^ de muhakkak kendi çiftini ister, kehribar nasl saman

çöpünü çekerse, her cüf^ de muhakkak kendi çiftini çeker.

Gökyüzüyere merhaba der, demirle mknats naslsa ben de seninle öyleyim der

Gökyüf^ü, aklen erkektir, yer kadn. Onun verdiini bu besler, yetiçtirir.

Bu birlikte âlem beka bulsun diye Tann erkekle kadna da birbirlerine karc
bir meyil verdi.

^^*
Veü Ulutürk,, Yjir'ân- Kerm'de Yaratma Kavram, stanbul: nsan Yaynlar,
1995, s. 127.
220

Her cüt^'e de dier bir cü^e meyil verdi, ikisinin birletmesinden bir §ey doar,

bir §ej vücut bulur^^^

• Erkekle kadn ve Hak ile insan arasndaki münâsebet cihetinden en

büyük ve en azametii ve mükemmel vasta, sûretts. Çünkü suret tek

olan varl çiftletirdi. Yani Hakk'n vücûdunu ikiletirmeye sebep


oldu. Nasl ki kadn da yaratlyla erkei ikiletirdi ve onu kendine
e kld. u duruma göre Hak, erkek ve kadn olmak üzere bir

üçlük meydana geldi. Bu arada erkek kadnn kendi aslna itiyak


kabilinden olarak o da kendi asb olan Rabbine mütak oldu. u
halde Allah kendi sureti üzere olan kimseyi sevmekle beraber ona

da kadn sevdirdi. O halde erkein muhabbeti hem kendi parças


olan kadna kar hem de kendisini yaratan Hakk'a kar oldu. te
bunun için Hz. Muhammed (s.a.s.) '^ana kadn sevdirildi" hnyutâiU

Mürid müridini irâd etmeye kulandan hâmile brakarak balar.

Eer müridin bu irâd tohumu müridin muhabbet yumurtasyla,


gönül rahminde birleirse ondan veled-i kalb hasl olur. Bu veled-i

kalb doarsa ve erkek olursa bakalarm da irada yetkili olur. Kz


olursa kendine mürid olur. O veled-i kalb ibâdetie beslenmezse

ölür^^^

• Gözümün önünde bir telgraf deil, solgun, zambak yüzlü genç bir

lohusamn, çocuunun ba vard. Halbuki ben bu


üstüne kapanan

ba kaldrp o yeni domu küçük ba görmek istiyordum.


Çocuumu, çocuumun taze yüzünü görmek için yalvardkça,

lohusamn ba büsbütün iiliyor ve kzmn yüzünü büsbütün


kapatyordu. Yaklatm; bu birbirine kaynam iki güzel baa
yaklatm ve tpk genç lohusa gibi ben de küçüün üzerine iildim;

375 Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Mesnevi, çev. Veled zbudak, Abdülbâkî Gölpmarh
(haz.), stanbul: Millî Eirim Basmevi, 1991, c. 3, beyit. 4401-4404, 4415-
4416
3'^*^
bnü'l-Arabî, Fusüsu'l-Hikem, çev. M. Nuri Gencosman, stanbul, Krkambar
Kitaph, s. 327
^^^ Ömer Turul nançer, Sohbetler, stanbul: Kekül Ya\anlar, stanbul 2006, s.

235.
EY insan
221

o kadar ki bam bana dedi. Anlalan, çocuumu


lohusann
görmem için evvelâ bamn, karmn bayla birlemesi lâzmd.

te ancak o birlik amnda çocuumu, büjöik ve esrark âlemlerin bu


küçük yolcusunu görebildim

Yer ve gök de bizim gibi iki çiftten böyle bir tek padiah, Ahmed
dodu diye gülmede, sevinip neelenmekte. Onun nice alacak
çocuklar var fakat Ahmed hepsinden üstün^''^

iki cann hirhiriyk birletmesijü^nden gajbdan bajka bir can gelir eripr.

Her nerde iki kip sevgiyle yahut kinle birlemeler, bir üçüncü can mutlaka

doar.

Fakat o suretler, gajb âleminden doarlar. Oraya varnca onlan gölünle de

görürsün.

O sonuçlar senin birletmelerinden dodu. Kendine gel de her ep hemen sevinme.

]/aktini bekle. O hürriyetlerin sana ulanacandan emin ol

Onlar amelden ve sebeplerden domulardr. Her birinin sö^ü vardr, mekân


vardr^^^

Tann "Biî^yaplan ilere, o ilere uygun karlklar çift ettik " dedi.

Bir kadnn kocasn, yahut bir kocann karsn alp biryere götürsen ei de

koa koa mutlaka onun yanna gelir

hu yaplan ileri de eserleriyle çift yarattk Bir amelde bulundun mu mutlaka

ei de ^uhur eder.^^^

^^^ Sâmiha AyYCtâi]., Ate§ Aaa, stanbul: Kubbealü Neriyat, 2005, s. 61-62.
^^^ Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Mesnevi, çev. Veled zbudak, Abdülbâkî Gölpnarh
(haz.), stanbul: Millî Eitim Basmevi, 1991, c. 4, beyit. 1017-1018
380 Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Mesnevi, çev. Veled zbudak, Abdülbâkî Gölpnarh
(haz.), stanbul: Millî Eitim Basmevi, 1991, c. 5, beyit. 3892, 3894-3898
^^' Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Mesnevi, çev. Veled zbudak, Abdülbâkî Gölpnarh
(haz.), stanbul: Millî Eitim Basmevi, 1991, c. 3, beyit. 2872-2874
222

Tann her cinsi e§yaratt, sonuçlar da topluluktan meydana geldi

Melekle akl aynyaratlta, hikmeti var da iki suret oldu.

Melek ku^ gibi kanatl olmuj, akl kanad brakmij, nura bürünmütür.

Hülâsa ikisinin de mânâs ayn olduundan, ikisinin de hakikati bir

olduundan o iki gü^l, birbirlerine arka olmular, birbirlerine yardma


kesilmilerdir.

Melek Hakk' bulmutur, akl da Her ikisi de Adem'e yardmda bulunmuj,


her ikisi de Adem'e secde etmitir.

Nefisle ^eytansa ecelden bir olduundan Adem'e dümandr, ona haset edip

durur^^^

Zehirler tesirlerini yapp dururlar ama pan^hirler de hemen o tesirleri

gideriverir.

Bir f^rre sola doru uçmaktadr, öbürü saa gidip arayacan aramakta

Akl, nefsi yönlendirerek tekâmülünü (kemâl bulma)

kolaylatrr ve birlikte Allah 'in mânâs içinde ilerlerlerse

böylesine bir akl ve nefsten srr idrak eden bir akl ve

kalb makamna çkm bir nefsin birlemesinden veled-i

kalb (kalbin çocuu) hâsl olur ki insandaki Hak tecellîsi


bu canlanan yeni mânâ ile ortaya çkar.

Görüyorsun ya, bu bir kijide iki i§ de var. Gâh balk oluyor gâh olta!

Yans mu min, yans kâfir. Yans hrs, yans sabr.

Tannn, 'çimimde mü'min de var eski putperest de" dedi.

382 Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Mesnevi, çev. Veled zbudak, Abdülbâkî Gölpnarl
(haz.), stanbul: Millî Eitim Basmevi,
c. 6, beyit. 523
1991,
^^^ Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Veled zbudak, Abdülbâkî Gölpnarl
Mesnevi, çev.
(haz.), stanbul: Millî Eitim Basmevi, 1991, c. 3, beyit. 3193-3197
3^ Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Mesnevi, çev. Veled zbudak, Abdülbâkî Gölpnarl
(haz.), stanbul: Millî Eitim Basmevi, 1991, c. 6, beyit. 35, 37
EY insan
223

Öküî^gihi... Yans kara, yans ay gibi hemheya^^'^

• nsan kendi kiiliinde Rablk (Allah'n öreticilik sfat) ve kulluun


ikisini de tar. Bunun için insandan bakas kendisindeki kuvvetten

dolay Rab'lk iddiasnda bulunmad. Alemdeki yaratklarn hiçbiri

kendisinin Rab olduu, Rabhk sfat tad iddiasnda bulunmad.


Sadece insan kendinde bulunan Rabbani (Kabla ilgili) kuvvet ve
ilâhî kudret (Allah'n e^elî gücü) \öizünden bu dâvaya giriti. Kalb
gözü açlmadan Rabha ilikin bu nitelikleri kendilerinde görenler,

bu özelliklerin ashnda salt anlamda kendilerinden kaynaklandm


sandlar ve bu sanyla "Ben en yüce Rabbim" savnda bulundular.
Firavun ve Nemrut bunlardandr.

Bazlar ise mutiak hakikatin kendilerinde yansd kadaryla Rab'lk


kudretini içlerinde duyarak "Ene'1-Hak" (ben Hakkm) dediler. Ebâ
Yezid ve Hallâc- Mansur "Allah ruhlarn kutsasn" gibileri

böyledir. Ama bu "ben" ile dier "ben"arasnda çok bü}Kik fark

vardr

Alemde insan dnda hiç bir yaratk kendi zâtyla kulluk makamnda
salamca durmad. Yani bu makamda insandan baka hiçbir varhk

salam ve derinlemesine kulluk özellii tamad Bu özellii

yüzünden de söz konusu Rab'lk ku\^etini ve ilâhî özellikleri dier


eylerde görerek bu özelliklerin ashnda o varhn salt kendinden
kaynaklandm sanabilir. Sonunda da ona kuUuk etmeye karar verir.

Putlara tapanlar gibi. Böylece varhklarn en aa seviyesindeki

cansz eylere ve talara kuUuk eder.

Rablk özellikleri tamas itibariyle mertebe bakmndan insandan


daha izzetli khnm bir yaratk olmad gibi kulluk özellikleriyle

de ondan daha zelil (aja) klnm bir yaratk da yoktur. Rab'hk


bütün mertebelerin en yüksei olduu gibi onun kart olan kuUuk

385 Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Mesnevi, çev. Veled zbudak, Abdülbâkî Gölpnarl
(haz.), stanbul: Millî Eitim Basmevi, 1991,c. 2, beyit. 604-607
.

224

da tüm mertebelerin en aasdr. nsan bir yüzünde Rab'lk


özelliklerini, dier yüzünde ise kulluun eksikliklerini gösteren iki

yüzlü bir aynadr^^''

Nefsin bir ucu "ahsen-i takvim"e (en iyi gü^el kvamda) çkar, öbür
ucu "esfel-i sâflîn"e (cehennem, en aa) iner. Bir ucu cennetin

zirveleri, öbür ucu cehennemin veyl dereceleri!

Bu iki zt arasnda gidip gelen bir yaratk insan! Her iki durum da
nefse, insann özbenine bal.

Nefs her türlü kudret ve azametin Halik (yaratc) ve Mâlik'i olan

yüce Allah'n insamn içine kurduu nükleer bir santraldir. Hayra da


kullanlabilir erre de. .

Muallim Naci, Lügât- Naci'sinde diyor ki:

Nefsin kuvvederi kullanlna göre öyle deiir:

Nutk (konumak)

tidali (lml ve olumlu): hikmet


frat (apnlk): cerbeze (taknlk)
Tefriti (tersine arlk): Gabâvet (bönlük, aklsiî^lk)

Gadab (öfke)

tidali: ecaat (cesaret, atlganlk)


frat: tehevvür (öfke patlamas)

Tefriti: cibn, cebânet (ödleklik)

ehvet

tidali: iffet

frat: fücur (sapklk, fuhu)


Tefriti: cümûd (hadmlk, donukluk)

386 ismail Rusûhî Ankaravî, Nak§ el-Füsus erhi, lhan Kutluer (haz.), stanbul:
Ribat Yaynlar, s. 20.
EY insan
225

frat (apnhk) ile tefrit arasnda olan melekeler fazilet, erdem; ifrat ve
tefrite yakn olan melekeler ise rezalet, rezilHk nâmyla anlr. Bir ucu

rezalet, öbür ucu fazilet olan insann, insanlarn, toplumun, büyük

insanlk ailesinin erdeme yönelmesi nefs dediimiz bu nükleer enerji


santrali, herkesin hayr, yarar dorultusunda kullanlmasna baldr.
387

Tann, bir halden bir hâle döndürme esnasnda her §eyi ^ddyla meydana
çkararak seni halden hâle döndürür durur.

Bu suretle de Ashâb- imalden (amel deften soldan verilen cehennemlikler)

olmaktan korkar durur, erler gibi Ashâb- Yemin 'in (amel defteri sadan
verilenler) le^tini umarsn

Bir yandan korkuya, bir yandan ümide düktün mü iki kanadn olur. Bir

kanatl ku§ kafiyen uçama^ âci^^ir?^^

Her ey zdd ile daha iyi bilinir. Çokluk olmasa birliin, çok renk
olmasa renksizliin, kötülük olmasa iyiliin, çirkinlik olmasa
güzelliin ve bilhassa ölümün yani yokluk olmasa varln ne
kymeti, ne hikmeti bilinir. Yine bunun içindir ki yeryüzünde
kâfirler, saptmlar, azmlar, ahlâkszlar ve imanszlar yannda
nebiler, velîler, mü'minler ve saf gönüllü ve yaratana bal sâdk
ruhlu insanlar vardr^*^^

Cenâb- Hakkk'n birbirine zt isimleri vardr. Meselâ Mu'izz (ikram


edici) olduu gibi Müzill (yok eden) de vardr. Hâdî (doru yolu gösteren)
olduu gibi Mudil (doru yoldan saptran) de vardr. Afüv (suç

baçlayan) olduu gibi Müntakim (öç alan) de vardr^'"^

^^^ Mustafa Özdamar, Nijâ^yi Msn\ stanbul: Krk Kandil Yaynlar, 2000, s. 75.
388 Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Mesnevi, çev. Veled zbudak, Abdülbâkî Gölpnarl
(haz.), stanbuk Millî Eitim Basmevi, 1991, c. 2, beyit. 1552-1554.
3^^ Ken'an Rifâî, erhli Mesnevî-i erif, stanbul: Kubbealü Neriyat, 2000, s. 357-
358.
^^•^
Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealü Neriyat, 2000, s. 135.
226

Allah Resulullah Efendimizi iki zt eyden yaratt. Letafetten (ruh)

ve kesafetten (kesiflik; cisim). Ruhtan ve cisimden. Yani O, hem


cismânidir; hem de ruhani Cismâniyetini ve beerî durumunu
insanlarla yapaca mülakat ve sûrederin mukayesesi için yaratt

Beerî maddesi ile onlara kuvvet vere, onlarla beraber ola, onlarn

yardmcs ola, onlara bir numûne-i imtisal (gereini japma örnei) ve


bir gaye ola. bu surede onlara '"Ben de si^n gibi he§erim" diyerek
onlarla ülfet (kaynatma, dostluk) ede. ekillerine büründüünü ifade

ede. Rûhânî bir kuvvet vermesindeki hikmete gelince, bunu ona


nasip eyledi ki; rûhânî âlemdekiler de, onu müahede edip göreler.
Keza yüce melekût alemindekiler de. Böylece ruhanîler için de tam
bir bereket ve tam bir rahmet ola ve onlar da Onun mübarek
cismini müahede edeler^^^

Ben, karacier hastabna ifâ olaym diye, sadece bal deilim,


terkibimde sirke de vardr. Nasl bala sirke kartrlarak,
sirkencübin (hal ile sirkeden yaplan erbet) yaplr; hastaya verilir ve
karacierine ifâ olursa, benim de kara topraktan yaratlm
insanlara yaramam için, sade nur olmam gerekmez. Ben bunun için

karardkla aydmhn imtizacndan (uyulma) oldum.

Çünkü insanha deva olacak kudret böyle bir imtizaçtadr. Madde


kesâfetiyle bir parça olsun karartlmam bir mânâ aydnhna,
insanolunun ne gözü, ne gönlü, ne miz'âc dayanr^^"

• Alemin zerrelerinden her biri ztlarm kendinde tar. Çünkü


AUah'n Cemâl ve Celâl sfatlar vardr. Allah her zerrede teceUî
eder. Her zerrede O'nun bütün sfatlarnn zuhur eseri vardr.

AUah sm-i Celâl'i be harften mütekildir:

Allah'taki birinci harf eUf: içindeki çokluun helak (yok) olduu


Ahâdiyetten ibarettir. Yani kesret (çokluk) için, herhangi bir ekilde

^^^ Muhyiddîn bnü'l-Arabî, eceretü'l-Kevn-Üstün insan, çev. Abdülkâdir Akçiçek,


stanbul: Bahar Yaynlar, 2000, s. 113-114.
^^2 Ken'an Rifâî, erhli Mesnevî-i erif, stanbul: Kubbealü Neriyat, 2000, s. 538.
393 Niyâzî-yi Msrî, irfan Sofralar, çev. Süleyman Ate, stanbul: Yeni Ufuklar
Neriyaü, s. 140.
EY insan
227

bâkîliin kalmamasdr "Onun Zâfndan ha^ka her §ey yoklua


mahkûmdur" (Kasas, 88)

Ahâdiyet nefs için nefsinde nefsiyle olan Zât'n tecellîlerinin


evvelidir. Böyle olduundan dolay lafza-i celâlin (Allah kelimesi)
evvelindeki elif baka harfe bitiik olmayarak tek bana yazlmtr.
simler, sfatlar, fiiller, tesirler ve bütün mahlûklar da onda dahildir.

Allah lafzndan ikinci harf: Birinci lâm'dr. O da celâlden ibarettir.

Çünkü celâl, Zâti tecellîlerin en ulvîsidir (yüce) Ve Zât'ta Cemâl'den


öncedir "Azamet benim gömleim, Kibriya (ululuk) da elbisemdir"
(Hadis). Celâl ifadan iki sfata râci olur. Biri azamet, dieri
kudrettir.

Allah lafznda üçüncü harf: ikinci lâm'dr. O, Hak teâlânn


mazharlarna âmil bulunan (içine alan) mutiak cemâlden ibarettir.
Onun bütün cemâl sfatiar da iki sfata râci (ilgili olan dair) olur. Biri,
ilim. Dieri lutuftur.

Allah lafzndan dördüncü harf: Yazda dümü, fakat telâffuzda


sabit olan Eliftir. Bu, nihayet ve sonu olmayan kemâlleri içinde
toplayan kemâl eliftir. Hatta yazlta dümesi, sonunun olmayna
ve nihayetinin bulunmayna
iarettir. Çünkü yok olan ey'in ne
aym, ne de eseri idrâk olunabilir. Bunun telâffuzda sabit olmas da
Hakk'n Zât' hakknda mevcut olan kemâlin nefsinin varlnn
hakikatine iarettir

Allah lafzndan beinci harf: He'dir. Buradaki he harfi Hakk'n


hüviyetine iaret eder ki ibu Hakk'n hüviyeti de insann ayndr.
Buradaki he insann mânâsn ifade etmektedir. Hüve= O'dan
maksat, noksan ve kemâl sfatiar özünde toplayan, ihtiva eden yüce
güne nuruyla kâinat arznda parlayan insan- kâmil'dir^'^'*

Sübhan olan Allah, benzersizliin srr içinde tektir. Yaratüklar ise


çift; yani zt benzer ikizlerdir.

^^"^
Abdü'l-kerîm b. brahim el-Cîlî, nsan- Kâmil, çev. Seyyid Hüseyin Fevzi Paa,
stanbul: Kitsan Yaynlar, s. 94-103.
228

Ayetin tasnifine (snflandrma) göre bu zt ikizler üç gruptur:

a) Arzn bitirdiklerinden zt ikizler,

b) Nefsin zd ikizlikleri,

c) Bilmediimiz zd ikizlikler.

Çift demek; erkekle dii, eksi ile art gibi birbirinin aym fakat zd
karakterli olan demektir.

Maurice Drac ünlü parite teorisinde der ki:

Evrende bir kuant ipini, maddesel bir parçack tek bana meydana
gelemez; mudaka çifdyle birlikte doar. Bir protonun yaratld
yerde zd ei de (antiproton) beraber yaratlr.

Arzdan çkan çiftier:

Karakter açsndan zd benzer çifder: Metaller ve metal olmayanlar,

Biyolojik açdan zd eler: Bitki ve hayvanlarn dii ve erkek türleri,

Fizik açdan zd eler: Art ve eksi yüklü iyonlar. Dolaysyla


elektriksel yap zdlklar. Manyetik zd eler: Kuzey ve güney diye
tammlanan manyetik etki uçlardr.

Toprakta ölüm ve hayat iç içe deitiren sentez ve analiz olaylar:

Yaratc ve öldürücü (aqvt imleyen bakterilerin) sentezle bitkilere can


vermesi ve çürütücü diye bilinen ve analiz yapan bakterilerin
öldürüp datc etkileri gibi zdlklar.
Nefsin zd ikizliklerine gelince her huy nefste çift yaratlmtr

Bu nefse ait çift özellik iki türlüdür.

Benzer çift: Riyâ-Müdârâ, Gurur- Vakar^ Meskenet-Tevekkül

Zd çift: Korkaklk-Cesâret, Merhamet-Zulüm, Tevâzu-Gurur..."^^^

Ulu Tanr her ikisinin da belli olmas için, insanlkla hayvanh bir

araya getirmitir. Eya zdd ile belli olur. Zdd olmayan bir eyi
tarif etmek imkânszdr. Yüce Tanr'mn zdd olmadndan: Ben

395 Halûk Nurbaki, Yâ-Sîn Sûresi Yorumu, stanbul: Damla Yaynevi, 1999, s. 52-
54.
EY insan
229

gi^i bir hazneydim, bilinmek istedim buyrulduu gibi, bu nurun belli

olmas için, karanlk olarak bu âlemi yaratt. Bunun gibi nebileri ve


velileri de: "Benim sfatlarmla çk, halka görün" diyerek vücûda
getirdi. Onlar Tanr'nn nurunun mazhardrlar (göründüü yer). Dost
dümandan, gözde olan yabanc bulunandan bunlar vastasyla ayrt
edilir. Çünkü o mânânn mânâ olarak zdd yoktur ve ancak suret

yoluyla gösterilebilir. Mesela Adem'in karsnda blis, Musa'nn


yannda Firavun, brahim'in karsnda Nemrut ve Mustafa'nn
mukabilinde {karalnda) Ebû Cehil'in belli olduu gibi ve buna
daha baka sonsuz örnekler verilebilir. halde mânâ itibariyle u
zdd yoksa da velîler vastasyla Tann'ya zt peyda (meydana çkmak)
olur. Meselâ: "Onlar aiî(lanyla Allah'n §m söndürmek isterler. Allah
ise nurunu tamamlayacak Kâfirler kar^ gelse de" (Saf, 8) âyednde
buyurulduu gibi (onlar) ne kadar dümanlk, aksilik ederlerse,

bunlarn ileri de o kadar ilerler ve o kadar çok tannm olurlar^'^''

Bütün gizli kuvvetler ve gizli nimetler ztlaryla


meydana çkar.

Yalnz Allah 'in zdd yoktur. Onun yüce vasflar olan


varlk, güzellik ve iyilik için ztlar vardr. Bunlar yokluk,

çirkinlik ve kötülüktür. zdd mevcut


Fakat bizzat Hakk 'in
deildir.Bu sebeple o, varlkta orta ve Allahlkta zdd
olmayan yüce Tanr dâima gizli kalacaktr.

Suret, münâsebet cihetinden en büyük, en azametli ve


mükemmel vâstadr Çünkü suret tek olan varl çifdetirdi. Yani
Hakk'n vücûdunu ikiletirmeye sebep oldu. Nasl ki kadn da
yaratlyla erkei ikiletirdi ve onu kendine e kld u duruma
göre Hak erkek ve kadn olmak üzere bir üçlük meydana geldi'^'''^

Ulu Tanr iyilii ve kötülüü irâde edicidir. Fakat O, hayrdan baka


bir eye raz olmaz. Çünkü: "Ben gizli bir hazineydim bilinmek
istedim" buyurmutur. Hiç üphe yok ki Tanr emir ve nehiy

Ken'an Rifai, erhli Mesnevî-i erif, stanbul: Kubbealt Neriyaü, 2000, s. 1 56.
^^^ Ibnü'l-Arabî, Fusûsu'l-Hikem, çev. Nuri Gencosman, Krkambar Kitapl, s.

327
230

etmek (yasaklamak) irâdesinde bulunur. Emir ise, memur


emredildii eyi tab'an istemezse doru olmaz. Meselâ: Ey aç, tatl

ve eker ye!"diye emrolunmaz; buna emir denilmez, bu ikram


saylr. Nehiy de insamn holanmad bir ey hakknda olmaz.
Meselâ ta yeme, diken yeme, diye nehyolunmaz. Buna nehy
denilmez. Bir hayrn ilenmesi hakknda emir vermek ve
kötülükten men etmek için, kötülüe meyleden bir nefs bulunmas
lâzmdr. Böyle bir nefsin varlm istemek, kötülüü istemek
demektir. Fakat O, kötülüe raz olmaz; olsayd iyilii emretmezdi.
Meselâ bir öretmen ders okutmak isterse, bu örencinin
bilgisizliini de ister. Çünkü örencinin bilgisizlii olmadan
öretme olamaz. Bir ey istemek onun levazmn da istemektir. Bu
öretmen örencinin bilgisizliini istemez. Böyle olsayd ona
öretmezdi. Doktor tababetini (doktorluk) icra (yapmak) etmek için

herkesin hastalm Çünkü onun doktorluu, halkn hastal


ister.

ile vücut bulabilir. Fakat halkn hastahna da raz olmaz. Eer

bunlara raz olsayd onlar iyi etmezdi. Ekmekçi para kazanmak için
onlarn aç olmasm ister. Fakat onlarn açlna gönlü raz olmaz.
Yoksa ekmek satmazd. Bir padiahn emirleri, padiahlarmn
dümanlar ve muhalifleri olmasm isterler. Bunlar olmazsa, onlarn
mertlikleri ve sultana olan sevgileri görünmezdi. Sultamn bir

ihtiyac olmasa bunlar bana toplamazd Fakat bunlar muhalefete


raz olmazlar, öyle olsayd dümanlarla savamazlard. insan da
bunun gibidir. Kendi nefsinde kötülük faktörlerinin bulunmasn
Tanr ister. Çünkü o insan ükür, taat (ibadet) ve ittikâ edeni
(Allah'tan korkan) sever. Bu ise insan nefsinde bu faktörlerin var

olmasyla mümkün olur. Bir eyi istemek, onun levazmm (onunla

birlikte olan peyleri de) istemek demektir. Fakat o buna raz olmaz

"Evdeki kadn onu kendine çard, kaplan skca kapad ve "Gelsene"

dedi. Yûsuf: "Günah imlemekten Allah'a snrm, dorusu kocan benim


efendim dir; bana iyi bakt. Hakszlk yapanlar (^limler) felah bulma^'

(Yûsuf, 23)

'^^
Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Fhi Mâ Fîh, çev. Meliha Ülker Anbarcolu,
stanbul: Millî Eitim Basmevi, 1990, s. 273-274.
EY insan
231

"And olsun ki, kadn Yûsufa arzulu idi. Rabbinden bir ibaret olmasa

Yûsufda onu isteyecekti. I^te ondan kötülüü ve a§ml engelledik. O biî^m

çok içten kullanm^dandtr" (Yûsuf, 24)

Kanadn yolma, onun sevgisini gönlünden sök çkar. Çünkü savamak için

dümann bulunmas arttr.

Düman olmadkça sava§ imkân yoktur. ehvetin olmat^sa, ondan kaçnma


emrine uyman mümkün deildir.

Meylin (eilim) olmama sabnn mânâs yok. Düman yoksa ordu sahibi

olmana ne hacet?

Kendine gel de kendini hadm etme, papa^ olma. Çünkü çekinmek ve temi^

durmak, ehvetin ^dddr.

Hevâ ve heves olmadkça hevâ ve hevesten çekinin denmesi mümkün deildir.

Ölülere gâi^ilik talanmakla! Yine böyle o padiah "Sabredin!" buyurdu. Bir


istek olmal ki ondanyü^ çeviresin.

ehvet olmasa ondan kaçnmaya imkân olabilir mi?

Sabretme eî^âsna uramadkça karalnda bir hayr ve mükâfat elde

edemedin.

Snamada §art ihtiyar sahibi olmaktr. Kudret elde olmadkça da ihtiyar

olama^.

ihtiyarna sahib olmak "Saknn " emrine uyan ve kendisine sahib olan adam
için iyidir.

Sabr sahibi, kendi kanadn yok far^eder, bu suretle kanad da onu kötü
düçüncelere sevk etme^

Allah o, mücâhede (nefsini yenmeye çalnma) ile bu eyleri nefsinden


yok edebilir. Bundan da anlald ki insan bir yönden kötülüü bir

yönden de iyüii istemektedir. Fakat buna kar koyan: "nsan

^^^ Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Mesnevi, çev.Veled zbudak, Abdülbâkî Gölpnarb


(haz.), stanbul: Millî Eiüm Basmevi, 1991, c. 5, be\at. 574-577, 581, 583,
584, 625, 649, 652
232

hiçbir ekilde kötülüü istemez" der. Bu ise imkânszdr. Bir eyi


istemek fakat onun levazmn (lâ:^m olan peyler) istememek olamaz.
Tabiaten kötülüe meyletmekle, hayrdan nefret eden serke (inatç)

bir nefis de emir ve nehyin levâzmndandr (onunla beraber olan

jejler). Bütün dünyada bulunan kötülükler bu nefsin levazmndan


olur. Bu kötülükleri ve bu nefsi irade etmeyen, nefsin gerei olan
emir ve nehyi de istemez. Eer insan iyilik ve kötülüe raz olsayd,
onlar emir ve nehyetmezdi. Hulâsa kötülük bakas için istenir.

Eer insan her iyüii isteyicidir denilirse, kötülükleri defetmek de


bir iyüik saylr. Kötülüü defetmek isterse, bunu yapmak ancak
kötülüün varl üe olur. Yahut îman isteyenlerden biri der ki:

imân ancak küfürden sonra mümkün olabilir. Bunun için küfür


îmâmn levâzmndandr. Dorudan doruya kötülüü istemek
çirkindir, fakat hayr için istenirse çirkin olamaz. Tanr sizin için

ksas'da (bir suç inleyenin ayn ekilde ce^^alandnlmas) hayr vardr,


buyuruyor. Hiç üphe yok ki ksas bir kötülüktür. Tanr'mn
binâsm ykmaktr. Fakat bu pek ufak bir kötülüktür. Halk katüden
kurtarmak külli bir hayrdr. Cüz'î bir kötülüü, küllî bir iyüik için

istemek çirkin deildir. Meselâ Tanr'mn cüz'î irâdesini terk etmek


ve küllî kötülüe rzâ göstermek çirkindir. Anne çocuunun
azarlanmasm istemez. Çünkü o cüz'î kötülüe bakar. Fakat baba
azarlanmasn ister; bu babamn küllî kötülüe bakt içindir. Tanr
çok balaycdr ve azab iddetlidir. O, günahlarn vücûdu ile
balayc olabilir. Bir eyi irâde, onun levazmn da irâde etmek
demektir. Meselâ bize ba, bar ve slah emrediyor. Dümanlk
olmadan böyle bir emrin faydas olamaz. Sadr- slâm diyor ki: "Bu
tpk Sadr- slâm'n söyledii gibidir. O: 'Tanr: Tann yolunda
safedini^ buyuruyor.' diyor. O bununla bize mal kazanmay
emrediyor. Çünkü mal kazanmak, mal ile olur. Bu kazanmak için
emir saylr. Bir kimse dierine: 'Kalk namaz kl.' derse, o bununla
abdest almas, su bulmas ve namazn levazmndan olan eyleri
tedârik etmesi için emir vermi demektir"'^*'*^

Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Fîhi Mâ Ffb, çev. Meliha Ülker Anbarcolu,


stanbul: MiUî Eitim Basmevi, 1990, s. 265-266
EY insan
233

Bir polis evvelce hrszlk, yankesicilikve ekyalk yapm olsa,

sonradan poUslie girmesiyle onun evvelki hali, hilekârh,


hrszha adalet ve ihsana çevrilir ve Müslümanlar bunun
idaresinden daha fazla güven ve refaha kavuurlar. Çünkü bu,
hrszlarn hilelerini, entrikalarn, yaradb ve huylarn daha iyi

bilir. Onlar kolayhkla ele geçirir. Terbiye etmek ve sindirmek


hususunda güçlük çekmez. Bir eyh de böyledir. Eer evvelce fsk
u (ahlâks^k) fücur (ahlâka aykn) ve sefahat (^vk, elence)

âlemlerini görmü geçirmi, ondan sonra tövbe ederek eyh


olmusa, halk, onun eyhliinden daha çok faydalanr"**^'^

• Bir vakit olur ki kul üphesiz Rab olur. Baka bir vakitte iftirasz

kulluk derekesine (a^a derece, ajat seviye) iner Kul; kulluk


derekesine inerse Hak ile geniler. Rab olursa yaay daralr. Kul
oluundan dolay nefsinin aymn görür, dilekleri üphesiz Hak'tan
geniler. Rab oluundan dolay da Mülk ve Melekût âlemlerindeki
bütün mahlûklarn kendisinden bir ey istediklerini görür. Halbuki
onlarn dileklerini yerine getirmekten zâtyla âcizdir. Bundan dolay
baz arifler bu yüzden alarlar.

O halde sen Rabb'm kulu ol, O'nun kulunun Rabb' olmaya bakma;
sonra bu ilgi sebebiyle atee ve erimeye mahkûm olursun"**^'"

• Hak bir gönül verdi bana

Ha demeden hayran olur


Bir dem gelir §âdân olur

Bir dem gelir ryân olur


Bir dem sanrsn k^gibi

ol î^emheri olmu§ gibi


Bir dem bekâretten doar

Hö/ ba ile bostan olur

•^'^"
Sultan Veled, Maarif, çev. Meliha Anbarcolu, Konya: Altunar Ofset, 2002,
s. 147.
^^- Muhyiddîn bnü'l-Arabî, Fsûsul-hikem, çev. M. Nuri Gençosman, stanbul:
stanbul Kitapevi, 1981, s. 57
234

Bir dem gelir söylejemeî^^

Bir söî<4 §erh eyleyeme^

Bir dem dilinden dürr döker

Dertlilere derman olur

Bir dem dev olurjâ peri

Viraneler oluryeri

Bir dem uçar Belks ile

Sultân- ins ü can olur

Bir dem çkar Arj ü^ere

Bir dem iner tahte 's-serâ

Bir dem sansn katredir

Bir dem ta§ar umman olur

Bir dem vanr mescitlere

A.ndajü\ süreryerlere

Bir dem vanr deyre girer

incil okur ruhban olur

Bir dem döner Cebrail'e

Rahmet saçar her mahfile

Bir dem gelir gümrâh olur

Miskin Yunus hayran olur

^03 Mehmet Açkgöz, Yunus Divan, Önsöz Basm ve Yaym, s. 449


[: Y insan
235

-37-
Gece de onlar için bir ibret alâmetidir. Biz ondan
gündüzü syrp çekeriz de onlar karanlklara
gömülürler.
^^Ve âyetün lehümü'l-leylü neslahu minhü'n-nehâre
fe izâhüm muzlimûn"
*
Gece de onlara bir delildir. B/^ ondan gündü':(ü soyar çkannî^^ bir de

bakarlar ki karanla dalmlar (Elmahl Hamdi Yaî^r)

Gece de onlar için bir ibret alâmetidir. B!^ ondan gündü:(ü syrp çekeri:^ de

onlar karanlklara gömülürler. (Diyanet)

"Göklerin ve yerin yaratlnda, gece ile gündüzün birbiri

ardnca geHp gidiinde selim akl sahipleri için gerçekten açk,


ibretli deliller vardr." (Âl-i mran, 190)

Hakikatte gündü^ velîlerin simdir; Gündü^ onlarn aylarna nisbetle

gölgelere ben^r

'%^e'l-lejl" (gece) den maksat Peygamberin ayp örtücülüü, topraa mensub


olan cismidir

Gece de böylece gündüzle sarma dola olmutur. Geceyle


gündüz, görünüte birbirine aykrdr ama hakikatte birdir.

Geceyle gündü^ görünüte birbirine •:^ttr, dümandr fakat her ikisi de bir

hakikatin etrafnda dönmekte a kurmaktadrlar.


Ijini gücünü ba§anp tamamlamak için her biri, can cier gibi öbürünü ister.

^^^ Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Mesnevi, çev. Veled zbudak, Abdülbâkî Gölpnarb
(haz.), stanbul: Millî Eitim Basmevi, 1991, c. 2, beyit 293, 299
236

Çünkü gece olmaynca insann geliri, kuvveti olna-:^^ bu gelir olmaynca da


'
gündü-:^ neyi harceder?*^

Beden ve ruh anlamnda gece ve gündüz (leyi ve nebâr):

Bu yaratln gecesi, doal cismi; gündüzü ise ona üflenen ruhtur.

Mûsâ bana kef, açklama ve gece ile gündüzü deitirmenin


bilgisini vermitir. Bu bilgi bende meydana gelince, gece gitmi ve

bütün günde gündüz kalmtr. Artk güne benim için ne doar ne


de batar. Bu keif, \llah tarafndan âhirette bedbahlkta panm
olmayaca hakkndaki bir bildirmesiydi.

Duyu-akl, sûret-ruh, gayb-ehâdet anlamnda gece ve


gündüz:

Nûh, akl ve rûhâniyetieri —bunlar görünmezdir- yönünden kavmini


"gece vakti" (Sure 71: 5) suret ve du\alarnn d yönünden ise

"gündüz vakti" (Sure 7: 15) davet etmitir. Nûh davetinde bu ikisini

birletirmemitir. Halbuki Muhammed (a.s.) kavmini gece ve


gündüz davet etmemitir, hatta gündüz içinde gecede ve gece içinde
^**^
gündüzde davet etmitir

"Benim üç gözlüüm var. Biri yakn gösterir, ötekini uzak için


kullanyorum, üçüncüsü ile de hem yakn, hem uza görüyorum.
Yani bunda iki görüe de elverili camlar mevcut. Eer yakn
gözlüü ile uzaa bakacak olsam bama dönme veriyor, keza uzak
gözlüü ile de yakn bir eye baksam ayn hal vâki oluyor
(gerçeklemiyor), fakat üçüncü böyle deil. Bundan u neticemi

çkarmak mümkün: Demek oluyor ekli,ki: Yalmz dünyan,


madden görmek isteyenler için âhireti, mânân, ruhu görmek
mümkün olmuyor, yalnz âhireti görmek isteyenler için ise dünyay
görmek mümkün olmuyor. Halbuki insann gözünde öyle bir

4U5
Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Mesrei, çev. Veled zbudak, Abdülbâkî Gölpnarl
(haz.), stanbul: Milli Eitim Basme\i, 1991, c. 3, bent. 4417-4420
^^ Suad El- Hakîm, bnii'i-Arabî Söküü, çev. Ekrem Demirli, stanbul: Kabalc
Yannevi, 2005, s.207-208.
EY insan
237

gÖ2ük olmaldr ki dünyay, yani zahirî ekli görmesi mânây


görmesine ve mânây görmesi de ekli görmesine mâni olmasn"'*"''

Gece bakan kiiye kendisini verir. Gece idrak eder, idraki ise
salamaz. Çünkü o görünmezlik ve karanlktr Görünmezlik ve
karanlk alglar, algy salamaz

(}ece bat demektir, bu durumda, u ekli alr: Ya gecenin batyla


zdd ortaya çkar; veya gecenin bat, karanla bakmakszn,
bilinmezlik anlamn korur. Birinci yorum:

Ardndan aralarnda (birinci asr ve ikinci asr) kesinti dönemleri


gelmi, hâdiseler gerçeklemi, hevesler azm, kan dökülmü,
ehirlerde kargaalar çkm, bozgunculuk çoalm, zulümler
artm, adalet gündüzü gecesine dönerek, zulüm ile yer
deitirmitir.

ikinci yorum:

Aydnlk bir nur, gecenin karanlndan nefret eder, hatta o,

nefretin kendisidir, bununla birlikte gece, gece olarak kalr.

Gecenin varlnn art, karanln var olmas deildir. Gecenin


anlam, mahallî günein ndan baka bir k veya karanlk
kaplam olsa da olmasa da, dou vaktine kadar günein batm
olmasdr. Böylece gecenin mâhiyeti (iç yü^ü) üzerinde bir karklk
ortaya çkmtr. Allah 'TDindii vakit geceye yemin olsun" (Kur'an,93:2)
buyurur. Gecenin mâhiyeti karanlk olsayd, ADah onu "dindii
vakit" diye nitelemezdi. Kukusuz bir karanlk olmakszn, gece
olabilir

Ibnü'l-Arabî'de iki ifade skça geçer: insann gecesi ve bu gecenin


son üçte biri veya kalan üçte birlik ksm veya gecenin son üçte
birlik bölümü: Bu gecenin mâhiyeti nedir? Ibnü'l-Arabî'ye göre
insann yaps bütünüyle gecedir. Bu balamda bnü'l-Arabî onu üçe
taksim etmitir: Birinci üçte birlik bölüm, topraktan olan heykel,
yani ceset; ikincisi, hayvan ruh, yani nefstir; son üçte birlik bölüm
ise üflenen ruh, yani ruhtur.

*'^ Sâmiha A}'vcrd, Nezihe Araz, Safiye Erol ve Sofi Huri, Kenan Kifâî ve 20.
Asnn lnda Müslümanlk, stanbul: HülbeYaynevi, 1983, s. 179.
238

nsann yapsnn tamam gecedir. Bu yapnn son üçte birinde en


büyük ödülü vermek için ilâhî tecelli gelir. Son üçte birlik bölüm,
ona üflenmi ruhtan ibarettir; üflenmi ruh, sebat, derinlik ve kalan

üçte bir üzerinde üstünlük sahibidir Birinci üçte bir, topraktan


gelen bedenidir; ikinci üçte bir, hay\^ânî ruh; üçüncü üçte bir

sayesinde ise "insan"olmutur

nsan gecesinin son üçte birinde Hak iner ve tövbekar, dua eden
"
ve balanmak dileyen kullarna ihsanlarm datr.

Resulullah Efendimizin:

"Cenâb- Hakkk her gecenin son üçte birinde dünya semâsna nâî^l olarak
'Bir jej isteyen jok muV der" Hadîs-i erifi, Cenâb- Hakk'n bütün
varhk zerrelerinde zuhuruna iaret etmektedirBu hadisteki leyi: gece
ile maksad; halky}^et zulmetidir. Dünya semâsndan maksad, halkn
varlnn zahiridir. Son üçte birden maksad da; halkn varlmn
hakikatidir.

Çünkü varhktan olan herey (her varhk) üç ksma ayrür:


Bir ksm zahirdir. Bu ksmna mülk ad verilir.
Bir ksm da bâtndr. Bu ksma da melekût ad verilir.
Üçüncü ksm mülk ve melekût ksmlarna ayrlmaktan
münezzehtir (u^k). lâhî Ceberût'a aittir...

te hadis-i erîfie iaret lisamyla (son üçte bir) ad verüen bu ksm.


lâhi Ceberût'a ait ksmdr. Ceberûti ksm, ksmlara ayrlmaktan
münezzehtir, denmesinin nedeni ise udur: Bir eyin ksmlara
ayrlmay kabul edilecek olursa onun için suretinden ibaret olan
bâtmn anlalmas zarurî olduu
zahirinin, nefsinden ibaret olan

gibionun kâim olmasna sebeb olacak bir hakikatin varlkta


bulunmas da zarurîdir.

Hakk'n nüzulü (inij) demek; Hakk'n halka ait tebihin (benzetme)


kendisinde, tenzih (Allah'n eksik ve noksandan u-:^k olu^u) ile zuhuru
demektir...

^^ Suad El-Hakîm, bnü'l-Arabî Söt^lüü, çev. Ekrem Demirli, stanbul: Kabala


Yaynevi, 2005, s. 208-209.
EY insan
239

Son üçte bir'den maksad; kula tecellî eden ilâhî sfattan ibarettir.
Zât'n hakikatinin zuhuru da, ancak tecelli eden o sfatn
sonlarndadr. Yani Zât'n zuhuru, tecellî eden sfatlarn
sonlarndadr. Halbuki sfadara ait hiçbir ey için de son yoktur.
Zikredilen son, Zât'n hükümlerindendir. Bu duruma göre; Zât'n
zuhuru sfatiarn gecesine ait (son üçte birde) zahir olur demekdr.

Hadîs-i erifteki "Dünya semâsna" tâbiri, Hakk'n halk ilâhî isimler

ile bilmeye sebep (vasta) olan sfadarna nüzulü demektir. Zîrâ; Zat
ve sfatlara nisbetie ilâhî isimler dünya demektir. Çünkü; Cenâb-
Hakkk'n ulvî ifadan olduu gibi halkn da ona kar ubûdiy\^eti

(kulluu) vardr. Ubûdi}yet, ulviyyetin tam zdd olan "Denâet"den


(alçaklk) meydana gelmi (Dünja)dr. lâhî isimler ise; halkn
ubûdiyyetinin kâim olmasna sebeb olan Dünya semâsdr.Cenâb-
Hakk, kullarna onlarn bildii sfatlarda zahir olur. Bu zuhur da; o
sfatlarn zuhurunun bitmesi zamannda meydana gelir. Yani; ilâhî

ibadetler, zikredilen sfatlarn zuhurunun kemâlinden önce sfatlarla

beraberdir. Yoksa Allah ile beraber deillerdir. lâhî sfatiar zuhurda


bitmeye (sona ermeye) balaynca, ilâhî ibadeder sfatlar ile deil. Zat
ile beraber olur. Bu hadîs-i erifin sr yoluyla baka bir iareti daha
vardr. O iaret de; evliyâ'mn kâmil olanlar hakknda meydana gelir.
öyle ki: Leyi: Gece'den maksat ilâhî Zât'tr. Son üçte bir'den
maksad; Zât'a nisbetie caiz olan mârifet'in kemâlidir. Çünkü
Hakk'n marifeti iki ekilde olur: Birincisi, kemâlini idrâke caiz olan

marifettir. Dieri de caiz olmayan marifettir. te son üçte bir'den


maksad bu Hakka nisbetie caiz olan marifetin kemâlidir. Zîrâ
velînin Cenâb- Hakk' bilmesi marifeti üç ekildedir:

Birinci marifet; "Nefsini bilen Kabbini bilir" hadisinin mânâsna


iarettir.

kinci marifet; Ulûhiyyeti marifetidir. Bu da Cenâb- Hakkk'n


Zât'n sfatlarn Cemâl yönü ile bilmektir. Bu ikinci; nefsin marifeti
ile kaytl olan Rabbn marifetinden sonra meydana gelir.

Üçüncü marifet: bu, ilâhî bir zevktir ki; kulun varlna sirayet eder,

kul da o mârifetie Rabb hakknda gaybdan ehâdete (müahedeye)


240

mazhar olur. Yani vücûdunda Rububiyyet eserleri meydana gelir.

Bu derecede kulun eli için kudret, dili için tekvin (yaratma)^ ^Y^ Ç^
adm, gözü için; kendinden hiç bir ey gizli kalmayacak ekilde
inkiâf (açlma), kula için de, varlktaki her konuann sözünü
dinleme kudreti meydana gelir. Bu mânâya Hz. Peygamber: '^en
onun iiten kula ve gören gö^ü olurum" hadis-i kudsîsi ile iaret
buyurmutur. Yine bu derecede Hak zahir, kul ise bâtndr.
Hadisteki Rabbn nüzulünden maksad: Rububiyyetin îcablarndan
olan eserlerinin ve ilâhi sfadarmn zuhurudur. Dünya semâsndan
da murad: Velinin cisminin zahiridir. Son üçte bir'den maksad:

Kulun vücûduna âir olan ilâhî zevkin mârifetidir.'^'^^

Bir gece mânâda gördümjatm§m

Birfrâ^- 'âlde (yüksek yatak) üryân- ten (çplak ten)

Sevdiim sinemde (göüs) etmekte semâ


Nâ^ ü istina (yalvarma, ibtiyaçs^lk) ile o nur beden
Ben diyor mir'ât- cânân (sevgilimin aynas) olmuum
A.§k- mâjuk nur-i Sühhan (ten^h edilen Allah 'in nuru) olmuum
Ha^ru nejr u (toplanp dalmak) hûr u glmân da benim
Sadr (göüs) - ajka kalb-i sû^ân (yanan kalp) olmujum^^^

Zulmet (karanlk) nefsi gecesi de onlar için bir âyettir. Biz, telvinde

(renk verme, boyama) ondan nehâr (gündü^ ve ruh güneinin nurunu


selh ederiz, soyarz. O vakit onlar birdenbire zulmette kalrlar.'*^'
Gaflet içinde bulunan âlimler, dünyay gönüllerinin kblesi haline
getirmiler, eriatn kolay tarafm tercih etmiler, sultanlara

tapnmay ellerine geçirmiler, padiahlarn çevrelerini tavaf yeri

edinmiler, halkn itibarn kazanm olmay mihraplar durumuna


sokmular, zekâlarmn hilelerine kanmlar, kalplerini sözlerindeki

"^•^'^
Abdü'l-kerîm b. brahim el-Cîlî, Insan- Kâmil, çev. Sey^id Hüseyin Fevzî Paa,
stanbul: Kitsan Yaynlar, s. 409-413.
•^"^
Ken'an Rifâî, llâhiyat- Ken'an, Yusuf Ömürlü ve Dinçer Dalklç (haz.),

stanbul: Kubbealt Neriyat, 1988, s. 98.


""' Kemâlüddin Abdürrezzâk Kââniyyüs Semerkandî, Te'vilât-tKâ^âniyye, çev. Ali

Rza Doksanyedi, M. Vehbi Gülolu (haz.), Ankara: Kadolu Matbaas, 1988,


c. 3, s. 13.
EY insan
241

rikkat (pe /af^ gü^llik) ile megul etmiler, aratrc âlimler ve

üstadlar hakknda kötüleyici dülerini salvermiler ve din


büyüklerini, söyledikleri fazladan lâflarla kahretme ii ile megul
olmulardr. ki cihan terazilerinin kefelerine koysalar, yine zahir

olmazlar, doymazlar. Bundan dolay kini ve hasedi mezhepleri


(tutulanyol) haline getirmilerdir"*'^

Cümle âlem gaflet meydamnda karar klm, âfetle dolu zanlara


itimat etmitir. Amellerinin hakikatle kabul edilmi, sözlerinin ise

mükâefelerin srlar olduu kanaatndadrlar. eyh bu sözü ile,

tabiatn vehmine ve nefsin bönlüüne iaret etmitir. Zîrâ bir


kimse, Câhil de olsa, cehlinde (Kâmil olduuna) itikat eder. Bilhassa
mutasavvflar için bu böyledir. Sûfîlerin âlimleri, Allah'n
yarattklarnn en aziz ve en deerlileri olduklar gibi, câhilleri de
Allah'n yaratm olduu varhklarn en zelilleridir. Zîrâ sûfîlerin
âlimleri için hayâl olmayp hakikat olan eyler, cahilleri için hakikat
olmayp meydamnda dolar, ama velayet sahasnda
hayâldir. Gaflet

olduklarm hayâl Zanna itimat eder ama bunun yakîn


ederler.

olduunu vehmederler. ekle göre hareket eder, bunun gerçek


olduunu hayâl ederler. Hevâ (nefsin ^rarb ve günah olan aralan) ve
hevese (nefsani emeller) dayanarak konuur, lâkin bunun mükâefe
(kepfyoluyla anlama, bilme) olduunu vehmederler (î^annetme). Zîrâ,
Hakk'n Celâlini ya da Cemâl'ini görmedikçe; zan, insan olunun
kafasndan çkmaz (Hakk temâjâ edilince î^an yok olup gider). Zira
O'nun Cemâl'ini izhâr etmesinde, her eyi O olarak görürler,
böylece zardan fâni olur. Celâlini kefetmesinde, kendilerini
görmezler böylece zanlar ba kaldramaz, dalp gider. Allah en iyi

büendir'^'

Allah, gece ve gündüzden ibaret olan bu zamam bir gün yapt. u


halde zaman gündür ve gece ve gündüz zamanda mevcuttur Allah
o ikisinikendilerinde meydana getirdii eylerin baba ve annesi

"^^^
Hucvirî, K.e^u'1-mahcûb Hakikat Bilgisi, Süleyman Uluda (haz.), stanbul:
Dergâh Yaynlar, s. 97.
^^^ Hucvirî, Ke^u'l-mahcûh Hakikat Bilgisi, Süleyman Uluda (haz.), stanbul:
Dergâh Yaynlar, s. 251.
.

242

yapmtr. Nitekim Allah öyle buyurur: "Gece gündüzü örter." Bu


ifadei Âdem için buyurduu "Âdem Havva'y kucakladnda,
Havva hamile kald" ifadesine benzer. O halde, gece gündüzü
örtündüünde, gece baba, gündüz anadr. Allah'n gündüzde
meydana getirdii her ey, kadmn dourduu çocuk
mesabesindedir. Gündüz geceyi örttüünde, gündüz baba, gece ise

annedir. Böylece Allah'n gecede meydana getirdii iler, annenin


dourduu çocuklar mesabesindedir.

Allah öyle buyurur: "Geceyi gündüze katar, gündüzü geceye."


Böylece gece ve gündüz arasndaki evlilik ilikisini daha fazla

açklamtr. "Onlar Ondan gündüzü çkarrz."


için bir deHl gecedir.

âyeti ile de, gecenin gündüzün annesi olduunu ve çocuun


annesinden domasn ya da ylamn derisinden syrlmas gibi

kendisinden çktnda gündüzün geceden meydana geldiini


açklamtr. Böylece gündüz gecenin içerdii baka bir âlemde
dodu. "O her gün bir iptedir" (Rahman, 29) Baba ise zikrettiimiz
gündür. O halde bu gece ve gündüz bir açdan baba bir açdan
annedir. Allah'n unsurlar âleminde onlarn etkisiyle meydana
getirdii türeyenler ise gece ve gündüzün oullar diye adlandrlr

• Ne mutlu o kijiye ki gençlik çam ganimet bilir de borcunu öder.


Kudretli olduu günlerde shhatli, güçlü, kuvvetli bulunduu t^amanlarda bu ii
baarr.

Ne mutlu o kiiye ki ihtiyarlk günleri gelip çatmadan, boynunu liften yaplm


iple balamadan. .

Toprak çoraklap akmadan kaymadan iini baarmtr. Çünkü çorak


yerden nebatat aslayetime!^

ihtiyarn gücü, kuvveti kesilir. ehvet suyu akmat(^ olur. Kendisinden kendi de

faydalanamam bakalarna da faydas dokunma^

Kalar eyer kuskunu gibi aa düer, gö^üyaanr, görme\ olur.

'*'•*
Muhyiddîn bnü'i-Arabî, FütuhâN Mekkiye, çev. Ekrem Demirli, istanbul:
Litera Yaynclk, 2006, c. 1, s. 407.
EY insan
243

Yü^ü burudur, kertenkele srtna döner. Sö-:^ söyleyemem tad alma^ olur.

Dikleri bir §ey kesme^ bir hâle gelir.

Gün geçip gitmi, ak^am ça gelmi çatm§, le§ gibi beden topallamakta, yolsa

u^un.

Ij görülecek yer ykk, if ipen geçmi§.

Kötü huylarnn kökleri kuvvetlenmi, onu kökünden söküp çkarma kuvveti

de af(almij.

Sen yann bu iji görürüm diyorsun ama §unu bil ki gün geçtikçe o dikenler

daha ^adeyeeriyor, dikeni sökecek de ihtiyarlayp âci\ bir hâle geliyor.

O daha ^âde gençlejijor, sen de daha ja':(la ihtiyarlyorsun. Çabuk ol,

^mann geçirmef '

• Yolcu kendine gel, kendine... vakit geçti ömür günef kuyuya doruldu.

Bu iki güncei^^de olsun, kuvvetin varken kocaln Hakyoluna sarfet.

"Elinde kalan §u kadarck tohumu ek de bu iki anlk müddetten uî^un bir

ömür bitsin.

Bu aydn çerâ (fitil) sönmeden kendine gel de fitilini düf^elt, yan tazele.

Ekin flaman tamamen geçmesin agâh (uyank) ol! Yann yaparm deme. Nice

yarnlar geçtt^^

• Söyle bakalm senin neyin var? Ne elde ettin? Deni^ dibinden ne inciler

getirdin?

^'^^
Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Mesnevi, çev. Veled zbudak, Abdülbâkî Gölpnarl
(haz.), stanbul: Millî Eitim Basmevi, 1991, c. 2, beyit. 1215-1216, 1220-
1226, 1235-1236, 1239
"^"^
Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Mesnevi, çev. Veled zbudak, Abdülbâkî Gölpnarh
(haz.), stanbul: Millî Eitim Basmevi, 1991, c. 2, beyit. 1215-1216, 1220-
1226, 1235-1236, 1239
244

Ölüm günü hu duygun kalma^ Can nurun var m ki gönlüneyâr olsun?


Medarda bu göt^e toprak dolar. Me^an aydnlatacak nurun var m'?

Bu hayvan can kalmayncayerine koymak için hâki bir cana sahip misin?^^^

Âk, âkl annda sultandr. Fakat bunun asl ol, akn kendisi ol

ki o sultanlk bakî kalsn.

Âktaki yanmaklk kendisine verilmi olan akn tecellîyât icâbdr.


Yani senin maln deil, verenin mahdr. Halbuki ben istiyorum ki

senin olsun, yani sen ak olasn. Gün olup o tecellî ulesi üstünden
kaldrldkta, akn hâli senin hâlin olsun.
Ak hil'ati (kaftan) muvakkat (geçici) bir imtiyazdr (ayrcalk) ve senin
içinde yanp nefsânî ve hayvânî vasflarn yok etmen için verilir.

Zaman tamam olunca tabiî ki alnr.

Ak ihsan (lütuf) olunan kimselere onun kadrini bilmemek ayptr,


hatta yazktr.

Bu ihsandan maksat ne idi? Mauktan baka bir ey görmemek,


zaman geHp o hil'at kalkt vakit de hep ayn eyi görmek yani her
fiili her hareketi Allah'tan bilmekti.

Ak hâHnin cünûnu {seyri sulukta cokunluk safhas) ve zevki üzerinde

iken ne para, ne mevki, hattâ ne evlât gözünde oluyor. Kibirlerden,


kinlerden, yalanlardan, hilelerden eser kalmyor. te o hil'at alnd
vakit de böyle olman lâzm geHr. O zaman niçin deiiyor, beeriyet
haliyle babaa braklnca ayn hâli muhafaza edemiyorsun? Halbuki
akn verdii irfan {ilâhi feyt^ ile srlan bilme) sende görülmek
418
stemyor

417 Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Mesnevi, çev. Veled zbudak, Abdülbâkî Gölpnarl
(haz.), stanbul: Millî Eitim Basmevi, 1991, c. 2, beyit. 939-941, 943
41» Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealû Neriyaü, 2000, s. 155-156.
EY insan
245

• Mümkün nevi (çejit) hakikatler, gece karanlnda sakl duran eya


gibidir. Onlar aça çkaran nasl günein nuru ise, zulmet-i

'ademde Çokluktaki karanlk) olan mâhiyet ve hakikatleri izhâr

gösterme) eden de tecellî nurudur.

Bu aça çkarma ve izhâra ramen, eya ve hakîkaderi, hâlâ örtülü

ve gizlidirler.

Bu mânâya iaret olarak Kur'ân- Kerîm'de: "Gündüzü kendisinden


soyup aldgm\gece, onlara hir âyettir... " buyuruluyor.

Demek oluyor ki gündüz hâlâ gecedir. Onun üzerinden gece


soyulup ahnnca asi olan gece perdesiz olarak meydana çkar. Tpk
koyun etinin, derisi soyulduktan sonra meydana çkt gibi. Bu
sûrede gündüzün nuru aslna rücû (geri dönme) eder. Ki o, günein
bir parçasdr

te böylece, gündüzün nuru, eyay zulmetten kurtard halde, yine

hakikatte gizlidir. Tpk bunun gibi, zihninde tasavvur etdin eyi

aça çkaran dilindir; ya da kalemin. Hal böyle iken, yine o tasavvur

edilen ey, zihninde sakhdr. lâhî tecellîyi (Allah'n kudret ve sim eserinin

kimilerde ve e^ada görünmesi) bundan idrâk (akl erdirme) eyle.

Sen kendine asla varhk verme. Çünkü senin zuhurun Hakk'n nuru
iledir. Yoksa sen, yine evvelki madumsun yani yoksun.

Ashna kendi arzunla dön. Ve fâniyi (ölümlü) bakîde (ölümsüî^ yok et.

Aksi halde, mecburen dönersin. Sonra zahmet de çekersin.

Hâsl, insann bu nurla nurlanmas lâzmdr ki bir daha zulmed


olmasn. Ve o nur'a —Nur'un 'alâ nur, nurlarn nuru- derler. Çünkü
dier nurlar onun gölgesidir. Ve Hakk'n zatnda, domak ve
"^^^
batmak gibi eyler tasavvur (hayâl) edilemez.

^^''
smail Hakk Bursevî, Ken;^-i Mahfi-Gi^^i Ha^ne, çev. Abdülkâdir Akçiçek,
stanbul: Bahar Yaynlan, 2000, s. 180-181.
246

Gece karanlnda varlklarn ne renkte, ne ekilde olduklar nasl

görülemezse Hakk'n nuru tecellî etmedikçe, gönüldeki manevî

varlklar da renksiz ve gizli kalmaya mahkûmdur.

O kadar ki insanda göz nuru hakikatte kalbin nurudur. Çünkü


gözde nur, hakikatte gönüldeki nurdan meydana gelir.

Yüce Tanr dertleri, kederleri büe o hikmetle meydana koymutur ki

gönül, bu aclar tadp, hazzn ve evkin nurunu görsün.

nsan, hastalk olmazsa saln; açlk olmazsa tokluun; zahmet


olmazsa rahatn; kötülük olmazsa iyiliin; çirkinlik olmazsa
güzelliin; nihayet yokluk olmazsa varbn kymetini bilmeyecektir.

Allah'n gizliliindeki sonsuzluk onu bize tecellî ettiren vasflarmn


kemâlindedir. Çünkü sonsuz gizliliine mukabil, bu yaratlmlar
âleminde, gören göz ve seven gönül için her renk, her k ve her
ekil, ilâhî varln uçsuz bucaksz bir aynadaki tecellîsinden baka
bir ey deüdir.

Mademki biz nuru, aydnbn zdd olan karanlkla biliyoruz. Bu o


demektir ki her ey kendi zddyla malum olur. Fakat zddn zdd
âyân etmesi bu yaratlmlar âlemi Hakk'n varl için bu
içindir.

yüzden bir zt düünülemez. Çünkü vücutta Hakk'n nuruna zt


yoktur. eriki (ortak) ve benzeri olmayan Allah' tezatiar ile bilmek
bunun için mümkün deildir"^^"

nsanlar arasnda öyle insan vardr ki Allah onun üim, îmân ve


yakînini artrarak cehalet gecesinin âyetini yok eder, ömrünü nur
üzerinde geçirip bitirir. Öyle insan da var ki Allah onun, ömrünün
sonuna doru günden güne günahlar zulmetiyle kalbinin

kararmasndan meydana gelen gecesinin geceye mahsus aydnlatc


âyetini yok eder de o kimse ömrünü böyle karanlk içerisinde

geçirir. Bundan Allah'a snrz. Öyle insan da vardr ki isyan

zulmeti ile kalbi kararm olup, Allah, kalbini külliyen (bütün)

^^20
Ken'an Rifâî, erhli Mesnevî-i erif, stanbul: Kubbealu Neriyat, 2000, s. 1 56-
157.
EY insan
247

mühürleyecek iken, sonra günahtan tevbe ile îmânnn, amelinin ve

ihlâsmn nuru doar; o nur ve yakn, Allah'n diledii kadar artar, o


insan karanlktan kurtarr'*^^

Gaflet ehli için en büyük ve en zelîl (hor hakir) edici günah, kendi
kusurlarn bilmemeleridir. Dünyada iken ayp ve kusurlarn
bilmeyenler, bunu âhirette de bilmezler, burada cahil olan orada da
cahil olur. Zira Hakk Teâlâ: "Bu dünyada kör olan âhirette de kör
olur." (Isrâ, 72) buyurmutur.

Hakikatte, Hakk Teâlâ bir kimsenin kalbini ehveti irâde etmekten


temizlemezse, onun anlalmas mükil (güç) yönlerinden bataki
gözünü muhafaza etmez. Kendi iradesini, bir kimsenin kalbinde var
klmazsa, onun basiretini (seî^j) mâsivâdan (dünya ilgileri) korumaz'^^'^

Si^yer altndaki madeni altn haline getiren hirjld^, güne§e tapyorsunuz^.

Oyld^yaratanayü\ tutun!
Deeriyüce olan cann-:^ hor hakir ederek gökteki güneye tapyorsunuz^

Günej, Tann emriyle hiz^m a^pmiî(dr, çileri pifrir. Artk ona Tann dersen

aptallktr hu. (Ona Tann demek §irk olur)

Günej tutulunca ne yaparsn? Ondaki karalty nasl giderirsin?

Nihayet, yine (ac\ içinde) Tann kapsna yüz^ urup Ya Kabbi o karalty
gider, yine ona nurunu ver demez^ misin?

Gece yans seni öldürmeye kalk§salar alayp yalvaracan, yahut aman


dileyeceim günej nerede?

Hâdiselerin çou da hep geceleyin olur. Halbuki geceleyin taptn tann oysa

ortadayoktur.

Niyâzî-yi Msrî, irfan Sofralar, çev. Süleyman Ate, stanbul: Yeni Ufuklar
Neriyat, s. 24-25.
'*22
Hucvirî, Ke{fu'l-mahcüb Hakikat Bilgisi, Süleyman Uluda (haz.), stanbul:
Dergah Yaynlar, s. 259-260.
248

Tann'ja gönül doruluuyla eilirsen yldiî(lardan kurtulur, Tannya mahrem


olursun

Mahrem oldun mu sana aiî^ açar, srlan söylerim. Bu suretle gece yans bir

güne^ görürsün sen.

Onun tem!^ ruhtan ha§ka dousu yok. Domasnda da geceyle gündüî^farh


olamaf^

Gündü^ onun doduu flamana derler. Geceleyin dodu, parlad m ortada gece

kalmaf^

Bu görünen günej, o güneyin önünde adetâ güneye kar§ :^rre nasl görünürse

öyle görünür.

Alemi aydnlatan, parlatan bu güneyin gö^ü, o güneji görünce kamapr, ^a§mr

kalr.

Arpn nuruna, arjin o sonsu\ ve hadsiî^ ijina karp bu güneji bir t^erre gibi

görürsün.

Gö\e Tann'dan bir kuvvet gelince î^âhiri güneji hor ve yoksul görür, baya
bulursun.

Tann öyle bir kimyagerdir ki onun bir tesiriyle duman yldu^ haline gelmitir.

Öyle görünmedik bir iksiri vardr ki karanl günej haline getirmitir.

Bir acaip sanatkârdr kibir sanatyla ^hale bu kadar hassa vermitir.

Artk sen öbür canyld^lanm da buna kyas et

• Güne§i brak da f^erre ol Mumluk dâvasna kalklma pervane oL

Bu suretle dirilik sultanln bulur, kullukta giî(li olan padiahl bulursun

^'^^
Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Mesnevi, çev. Veled zbudak, Abdülbâkî Gölpnarl
(haz.), stanbul: Millî Eitim Basmevi, 1991, c. 4, beyit. 576-594
EY insan
249

Alemde tersine çaklm nallar görür, esirlere padiah ad verildiini duyarsn.

Boa^na ipler taklm, kendisi daraaamn tac olmutur da kalabalk bir


^'^
halk güruhu (topluluk), ona i§te padiah derler

• Mile et de en aja bir kul ol En a§a bir kul ol, aalkla yürü de efendi

kesil!

Pervane gibi ate^e atl, o ateji kesene doldurup a^n büî^me, her§eyden kurtul!

Gücü kuvveti brak alamaya girij. A yoksul alaya aanrf^^


• Ad, san için cilvelenip durann gayreti, sonucundan ve faydasndan habersi^

bir halde halk, hayrla, jerle avlamaktr.

Doduun günden beri i^in bu. Sevgi tumayla adam avlar durursun.

Bu avlamaktan, bu kalabalktan, bu ballk sevdasndan el çek. Hiç bunlarla

bir jey ördün, buyütüden bir §ey elde ettin mi?

Ömrünün çou geçti gün ak§ama yaklajt. Sen hâlâ adam avlamaya
koyulmusun.

Gece gelir çatar tutmanda bir av bile yok Tu't^ak, sana bir baj arsndan, bir

badan ba^ka bir §ey deil

u halde sen kendini avladn demektir. Çünkü sen hapse düktün, maksada
erinemedin, mahrum kaldn.

Hiç âlemde bi^m gibi kendi kendini avlayan bir ahmak daha var m?

^24 Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Mesnevi, çev. Veled zbudak, Abdülbâkî Gölpnarl
(haz.), stanbul: Milli Eitim Basmevi, 1991,c. 5, bept. 412-416
425 Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Mesnevi, çev. Veled zbudak, Abdülbâkî Gölpnarl
(haz.), stanbul: Millî Eitim Basmevi, 1991,c. 5, beyit. 471, 473-474
250

A.vlamaya deen §ey ancak a§ktr. Fakat o da öyle herkesin tu':^na dü^er mi

hiç'?

Meer ki sen gelesin de ona av olasn. Meer ki sen tuî^at hrakasn da onun
tumana gidip düjesin

-38-
Güne, kendisi için belirlenen yerde akar (döner).
te bu, azîz ve alîm olan Allah'n takdiridir.
*'Ve'-emsü tecrî U müstekarrin lehâ zâlike
takdîrü 7- 'azîzi'l- 'alîm "

*
Günej de bir delildir ki kendiyolunda akp gidiyor Ijte bu çok güçlü ve her

jeyi bilen A.llah'n takdiridir (Elmahl Hamdi Ya':(ir)

Günej, kendisi için belirlenen yerde akar (döner). çte bu, a^if^ ve alîm olan

Allah hn takdiridir. (Diyanet)

'V^e bu, Allah'a göre t^or bir çey deildir" (Fâtr, 17)

Güne saatte 700000 km'den daha büyük bir hzla Solar Apex ad
verilen bir yörünge boyunca Vega Yldz'na doru hareket

etmektedir. Dünya'nn hem kendi ekseni etrafnda, hem Güne'in


etrafnda dönerken, ayn zamanda Güne sistemiyle beraber hareket

ettii de unutulmamaldr

'^-^
Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Mesnevi, çev. Veled zbudak, Abdülbâkî Gölpnarl
(haz.), stanbul: Millî Eitim Basmevi, 1991, c. 5, bept. 395-396, 400-402,
405-407, 409-410
EY insan
251

Güne her sabah domakta, her akam batmaktadr. Fakat tüm bu


doular ve batlar her seferinde Evren'in ayr bir noktasnda
gerçeklemektedir. Dünya, Evren'de hiç bir zaman ayn noktadan

bir daha geçmeden hareket eden bir Güne'in etrafnda yolculuk


"
yapmaktadr

• Dördüncü Semâ: Buras övülmeye çok lâyk bir cevherdir, çiçek


rengidir, nurlu günein semasdr Buras feleklerin kutbudur Allah

Teâlâ bu semây kalbe bal nurdan yaratt. Orada günei, mevcûd


için kalb menzilesinde (derece, mertebe, rütbe) yaratt. Mevcudun îman

onunladr. Mevcudun güzellii ondandr. Yldzlar, nurlarn ondan


alrlar. Mertebelerde, nurlar onunla yükselir. Allah Teâlâ, güne

itibar edilen bu yldz, kalbe benzetilen bu felekte, ulûhiyetin

mazhar kld. Pâk, nezih, mukaddes olan çeitli vasflarna


tecellîgâh eyledi. Güne, anâsra (elementler, ate^-hava-su-toprak) bal
âir mahlûkat için bir asldr. Aynen, Allah ism-i celâli, sair yüce
makamlar için bir asi olduu gibi. drîs (as.) kalbi hakikati bildii

için, bu nefs makamna koyulmutur. Rabbiye (terbiye eden)

mertebesi ile de bakalarndan ayrlmtr.

Yüce Hakk Teâlâ bu semây, nurlarn galip yeri ve srlarn madeni


küd. srafil isimli anl melek, bu semâdaki meleklerin hâkimidir. Ki
o, üstünlük sahibi günein rûhâniyetidir. Düük bir eyin vücutta

yükselmesi, kabzn ve bastn bir hâdise olmas, ancak bu melein


tasarrufu ile olur ki, Hakk Teâlâ onu, bu felein kayna eylemitir.
Heybet yönüyle de; meleklerin en azametlisidir. Vüs'at (genilik,
bolluk, güç) itibariyle en büyüüdür. Himmet yönüyle en güçlüsüdür.

Sidre-i müntehâ'dan, yerin nirengi noktasna (dier noktalarla olan

mesafeleri ölçülmü jer) kadar hepsi ona verilmitir yani tümünde


tasarruf eyler. Öyle tasarruf eyler ki; düüünde ve erifinde (erefli),

tümden o tasarruf eder. Minberi kürsî'nin yanndadr. Günee bal


bu felein dahi ashdr. Âlemi; semâlardr, yerdir. Akl ve his yolu
onlarda bilinen ne varsa hepsidir. Allah Teâlâ günee nisbet edilen
felekin (semâ) çevresini; 17.029 sene, altm günlük mesafeli yol

"^^ Kur'ân Aratrmalar Grubu, Kur'ân Hiç Tükenmeyen Mud^e, stanbul: stanbul
Yaynevi, 2002, s. 84.
252

eylemitir. Bu mesafeyi yirmi dört mutedil saatte alr. Büyük


felekiyse, 365 ve dörtte bir gün ve üç dakika da alr. Buras o
makamdr ki Idrîs (a.s.) oradadr. Buras; Muhammed (s.a.s.)

makamlarndan bir makamdr. Görmez misin ki; Mîrâc gecesinde


dördüncü semâya ulat zaman, onu da brakt; daha ötelere
yükseldi. Peygamber (s.a.s.) Efendimizin, drîs'e nisbet edilen bu
makama ulamas, merbûbiyet (kulluk) mertebesi ile, bu yüce
makamda tahkike {hakikat) erdiinin ahididir. Temkin ehli

peygamberlerin çou, bu yerli felekin dairesine dâhildir. Meselâ: Isâ,

Süleyman, Dâvûd, Idrîs, Cercis ve daha bir çok himmeti bol nebiler
bunlarn hepsi bu izhâr menzile konmulardr, bu yüce makamn
sâkinidirler"^^^

Ruh günei de kendine has bir istikrarda cereyan eder ki ruh


seyrinin nihâyetinde müstekarri Hakk makamdr. u keyfiyet
hereyi Hazret-i Ahâdiyetine vâsl olmaktan menedici, kahr ve ifna
()iok etme) ile her eye galip olan (El-Alm) her eyi seyredicinin
haddi kemâlini ve seyrinin nihayetini bilici olan Zât'n takdiridir"*^'

• Alîm: Malumatn cümlesini bilen manasnadr. Alim, (alm, âlim,

allâm) eklinde tecellî eder. Ulemâ da üç ksmdr. Birincisi alimdir

ki, ilmi zatîdir, ikincisi âlimdir ki, ilmi mevhîbîdir (ihsan olunmu).,
üçüncüsü ilm-i mükteseptir (ka^^amlmij).

lm-i zatî ile âUm olan ancak Allah'tr. lmi vehbî (Allah vergisi),

Cenâb- Hakkk'n tâHm ettii ilimdir. (H^r (a.s.) 'm ilmi gibi). lm-i
mükteseb de, insanlarn çalma ve gayretieriyle meakkatie (^orluk)

tahsil ettikleri ilimdir.

Cenâb- Hakk mevcuda tecellî ederse ona bilmedii ilmi öretir.


Bundandr ki ehluUahm biri dierinden efdal (üstün) oluyor. Baz
ehlullaha ilmi zâti cihetinden tecellî eder. Bazlarna esma-i
ilâhîyenin (ilâhi isimler) hakikatine vâkf olmakla tecellî eder.
Bazlarnn sfât- manevîsinde binlerce ilme vukufla (bilme, örenme)
tecellî eder"

'*28
Abdü'l-kerîm b. brahim el-Cîlî, însan- Kâmil, çev. Se}yid Hüseyin Fevzî Paa,
stanbul: Kitsan Yaynlar, c. 2, s. 332.
Kemâlüddin Abdürrezzâk Kâânîyyüs Semerkandî, Te'vilât-Kâ^âniyje, çev. Ali

Rza Doksanyedi, M. Vehbi Gülolu (haz.), Ankara: Kadolu Matbaas, 1988,


c. 3, s. 13.
EY insan
253

El-Alim: Hakk'n ulûhiyetini ve Zât'n müahede ettirdii kimse;


bu kiide hâl zuhur etmez, onun hâli bilgidir^^^'

Tenvir (aydnlatma): nsanlar ilimle dier mahlûkat arasnda


temayüz (üstün olma) etmilerdir. lim ulviyata (manevî yükseklikler)
taalluk (iliki) ederse ulvî, süfliyâta (dünya baya
ile ilgili i^ler) taalluk
ederse süflidir. Ehlullahm ilimleri kefidir. Bir kimsede, zemin ve
zamana göre ve maksadara göre muhtelif nur ile tecellîyat zuhur
ederse, o kimse ilme vâkf olur.

Alem-i ehâdete (ahitlik) ait ilimler nur-u basarla (göm/e) zuhur eder.
Alem-i melekûta ait ilimler de basiret nuru ile zuhur eder. Hiç bir
zaman nur-u basar, nur-u basîredn ilmini bilmez.

Alem-i ceberûta ait ilimler kendine has bir nur ile zuhur eder.
Medrese ilmi okumakla, kavâidle (gramer), rivayet ve kraade zuhur
ederken, irfan ehlinin ilmi nur-u uhûd ile zuhur eder. Bu ilim bir
nevî vehbî ilimdir ki, "ilm-i ledün" dahî denir. Bu ilim huzurla hâsl
olduundan dolay buna "Huzur ilmi"de denir.

Medrese çahma, kraat (okuma) ve rivâyede (hikâye


ilmi edilen sö^
husul (çkma) bulduundan buna da "ilm-i husûsî" denir.

Ehlullah (velî, evliyâfm ilmi, ilm-i huzûrîdir.Cenâb- Hakk bu


derecede bir velîye bilmediini öretir ki, bu ilim kerâmâtn (mucibe)

en yücesidir. Bu her nimeti iktisap ettii (kapand) hakikat ilminde


bulmakla dierleri arasnda efdal olur. Bundan dolay Muhiddin
Arabi'ye de ilmi dolaysyla son verilmitir."*^'

A2îz: Koruduunu esirgeyen. Allah Aziz (i^^etli, sevgili) ismini


kullarndan birine verdii vakit, Hak, Muizz yani Azîz klc ismiyle
adlanan kimse de Azîz adyla anlr. u
hâle göre, Müntakim:
intikam abc ve Muazzib: azap verici isimlerinin intikam ve azaptan
kast ettii eyden koruduu kimseyi esirgemi olur. 432

•^0 Abdürrezzak Kââni, Tasavvuf Sö-/üü, çev. Ekrem Demirli, z Yayncbk


stanbul, 2004 s. 363
^3' M. Kemâl Pilavolu, Büyük Velî Muhyiddîn-i Arabi Hasretleri, s. 176.
Muhyiddîn bnü'l- Arabi, Fusûsu'l-hikem, çev. M. Nuri Gençosman, stanbul:
stanbul Kitapevi, 1981, s. 134.
254

Müstekarr:

Güne kendisi için takdir ve tahsis edilmi ve istikrar sebebiyle,


yani sabit bir karar, düzenli bir kanun ile cereyan eder. Hesapsz,
babo, kör bir tesadüfle deil.

Bir istikrar için, yani kendi âleminde bir karar ve ölçü meydana
getirmek hikmet ve gayesiyle yahut sonunda bir sükûnete erip
durmak için cereyan eden,

sm-i zaman olduuna göre kendine mahsus bir istikrar zaman


için, yani duraca vakte, belirli bir zamana kadar cereyan eden.

smi mekan olduuna göre, kendine özgü bir istikrar yerine


mahsus, yani yerinde sabit olarak cereyan eder, kendi ekseninde
döner yahut kendisinin karargâh olan âlemin menfaatleri için

cereyan eder. Bu mânâda vatana hizmet için bir tevik de vardr:


Kendisi için bir istikrar noktasna doru gitmektedir"^^^^

• Hiç bir ressam var mdr ki yapt resmi hiç bir menfaat ümidi gözetmeden

yaln^ resimyapmak için yapsn!

Hiç bir testici yoktur ki içine su konmasn düünmeden testisini srf testi

yapmak için yapsn!

Hiç bir hattatyoktur ki ö^ene bebene yand ya^ yalniî(ja^sn, yadsnn


güzelliini göstermek için yadsn da okunmak için yakmasn!

Görünen suret, gayb (görünmeyen) alemindeki surete delâlet eder, o da bajka


birgayb suretinden vücut bulmutur

• Müstekarr kelimesi karargâh mânâsna ism-i mekân olmakla


birlikte mihveri etrafndaki hareketi de murat olunmutur. Bu

"^^^
Elmalb M. Hamdi Yazr, Hak Dini Kuran Di/i, stanbul: Feza Gazetecilik,
1992, c. 6, s. 416.
^^"^
Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Mesnevi, çev. Veled zbudak, Abdülbâkî Gölpnarl
(haz.), stanbul: Millî Eitim Basmevi, 1991, c. 4, beyit. 2881, 2884, 2886,
2887
EY insan
255

suretle günein hareketinin asln ilk defa meydana koyan Kur'ân-


Azîmü'-ân olmutur."^^^

Allah ar yaratt ve oray kullarnn kalbine bir yönelme yeri haline


getirdi ve oray bir mahal eyledi ki: Eller oraya doru uzanr ama
oras ne Zât'na bir mahaldir ne de sfatna bir cinas (ben^i). Belki
de "Rahman istiva etti" âyeti kerîmesine baklarak bir hüküm
verilebilir ama dikkat gerek. Rahman Allah Teâlâ'nn bir ismidir.

stiva ise onun naati ve sfatdr. Halbuki onun naati ve sfat Zât'
ile kâimdir. Ar 'a gelince; O'nun yaratt mahlûk eylerden biridir.

O'na bitimi deildir. Hatta demesi bile yoktur. O'na yüklenmi


olamaz kald ki böyle bir eye ihtiyac da yoktur.

Kalp de Ar menzilesindedir. Onun ar semâdadr ki yeri bellidir.


Ama öbürü yeryüzünde bir mesken haline getirilmitir Kalplerin
ar semâdaki arlardan çok daha faziletlidir. Çünkü semâdaki ar
bir eyi içine alamaz. Her hangi bir eyin hâmili de deildir. Kald ki

bir idrake de sahip deildir. Ama bu kalp olan ar, öyle bir eydir ki

her zaman Hak ona nazar eder. Onda tecellisini gösterir. Ona
semâdan keremini indirir. u hadîs-i kudsi, bu mânây pek güzel dile

getirir. "Beni semâlarm almad, ke^ yerim de. A.ma mü'min kulumun
^^^
kalbi beni ald"

Nasl güne doduu zaman artk ayn görünmez veya aydnlk


vermez olursa, hakikat günei doup da gönül Allah akyla
aydnlanrsa akl denen kamer (aj) de artk görünmez olur. Göz o
zamana kadar akd vastasyla idrâke çalt eyay görmez olur.

Görse bile bu eya artk geceleri uyumak için dinlenen masallar gibi
insana rehavet verir gittikçe arlaan ve kapanan göz kapaklar
ardnda varlklar gölgeleir, silinir ve kaybolur.

Garip, hakikatte, Allah varhndan kopup, ondan uzak düen


kimsedir. Vatanlarndan ayr düüp yabanc illerde bedbaht dolaan

M. Kemâl Pilavolu, Büyük l^eli Muhyiddîn-i Arabi Ha^^etleri, s. 61.


436 Muhyiddîn Ibnü'l-Arabî, eceretü'l Kevn-Üstün insan, çev. Abdülkâdir Akçiçek,
stanbul: Bahar Yaynlar, 2000, s. 66-67.
256

garipler gibi, yegâne hakîki vatan olan Allah diyarndan ayr dümü
ruhlar da bu gariplii az veya çok hissederler.

Güne de böyle bir gariptir. Uçsuz bucaksz fezada dolar gezer.


Baki olan ve gurubu olmayan tek güne ise can güneidir. Can
günei Hakk'n sfatlardr; onun tecellisidir; Hakk'n kendisinde
tecelli ettii "ermi insan" dr.

Güne her ne kadar görünüte benzersiz gibiyse de, nakkalar onun


resmini yapmaya muvaffak olmulardr. Fakat can güneinin resmi
yaplamaz. Aslnda o kâinata doduu halde belki de göz kamatrc
aydnlndan, onu görmek, onu çizmek mümkün deildir. Can
günei, Allah'tr, onun tecellisidir, hakîkat- Muhammediyye denilen
sr veya hakikat odur.'^^^

Hakîkat-i Muhammediye ezelden ebede bir mânâ güneidir ki,

Adem peygamberin vücûdu dousundan doup sonunda


Peygamber Efendimizin latîf vücûdunda kemâl buldu ve her yeri

kuatan makama geldi. Ondan sonra her velînin vücûdundan


dodu ve o velî de kendi asrnda Hz. Peygamber'in vârisi oldu. Bir

arif o asrda tam vâris mertebesinde olan kâmili görse, derhal bilir

ki, bu güne ve bu mânâ ve bu hasiyet hemen ayn mânâdr, ayn


hasiyettir (keyfiyet). Lâkin bir baka örtü ile cilve klm ve baka bir

vücuttan görünmütür.

Peygamberin
aksettiren ve gruba
(demet) halinde
vârisi

dek n
olan kâmil insan ite bu ruh güneinin nurunu

dünyaya Hakîkat-i
derece derece yayan bir nur huzmesi
Muhammedi ile görünmektedir.

Etrafndaki gezegenler ile güne manzumesi (diî<im) can âleminin


sembolü deil mi? Gerçekten gönlü diri olan kimsenin can semâs
muhabbede aydnlamnca orada nice dünyalarn seyrettikleri hayretie
görünür. Çünkü Allah'n isim ve sfatlar ile Zât'na mazhar olan
erin (er ki§i), Hak mülkü ile mülk sahibi olduu kolayca anlalr"^^^

4^^ Ken'an Rifâî, erhli Mesnevî-i erif, stanbul: Kubbealû Neriyaü, 2000, s. 28-
29.
•^^s
Mekûre Sargut, Gönülden Göniile, stanbul: Kubbealt Neriyat, 1994, s. 164.
EY insan
257

• Ulvî âlemin zahirdeki misâli, semâ âlemidir. Allah, oraya bir güne
yerletirmitir ki onunla, yer ehlini aydnla kavuturur.

Tpk semâya koyduu güne gibi, bu cesede de ruh koydu ki bu


cesed onunla yolunu bulsun. Ölüm sonunda kaybolup gidecek olsa,
cesed tümden karanla gömülür"^^^

Bu nebi: "Banaey veriniz, ihtiyâcm var; ya kendi cübbeni, ya


bir

elbiseni veya mahn ver." diyor. O elbiseyi, cübbeyi ne yapsn?

Senin elbiseni, güne scaklnn sana erimesi için istiyor. Kur'ân


da: Siz Allah'a gönül holuu ile bir borç veriniz" bu}Tarulduu
gibi, senin yükünü hafifletmeyi arzu ediyor. Sadece mal ve cübbe
istemiyor, çünkü sana bunlardan baka daha bir çok eyler
vermitir; meselâ ilim, fikir ve görü gibi.

Bununla demek Görüünü, akln, fikrini bana sarf et! Sen


ister ki:

bu mal, zenginlii, benim vermi olduum bu âletierle elde etmedin


mi sanki? Böylece o, hem kularndan hem de mzandan sadaka
istiyor.

Günein önünde soyunabilirsen, daha iyi; çünkü o güne insan


karartmaz, hatta beyazlatr; hiç olmazsa elbiseni hafiflet de onun
zevkini duyasn. Bir müddetten beri ekiye akstn, bari tatby da
1 •
440
deneyver.

"Gök, yer ve onlarn arasndakileri bo yere yaratmadk" (Sâd, 27)

*^^Muhyiddîn bnü'l-Arabî, eceretü'l Kevn-Üstün nsan, çev. Abdülkâdir Akçiçek,


stanbul: Bahar Yaynlan, 2000, s. 66.
^^ Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Fîhi Mâ Ffh, çev. Meliha Ülker Anbarcolu,
stanbul: Millî Eitim Basmevi, 1990, s. 334.
258

-39-
Ay için de birtakm menziller (yörüngeler) tayin
ettik. Nihayet o, eri hurma dal gibi (hilâl) olur da
geri döner.
'^Ve'l-kamera kaddernâhü menâzile hattâ âde
ke V- 'urcûni'l-kadîm "
*
Ay'a gelince, ona men-^ller tayin ettik. 'Nihayet o eski hurma salkmnn çöpü
gibi (yay haline) dönmütür (Elmalk Hamdi Ya^r)

Ay için de birtakm mem^ller (yörüngeler) tayin ettik. Nihayet o, eri hurma


dal gibi (hilâl) olur da geri döner. (Diyanet)

Ve kalb kamerinin (ay) seyrinde mahalli seyrini, havf (korku), recâ


(ümit)., sabr, ükür, tevekkül (Allah'a güvenmek)., rzâ vesâir makamat
Ta ki sr ve ruh makamnda fenas
gibi menzillerini takdir eyledik.

(yokluu) zamannda kurumu ve yay gibi erilmi eski bir hurma


salkmnn çöpü gibi avdet (dönüj) eyledi. Kalb kameri (ay), ruhta
fenâsmn tamamndan evvel ruh tarafna gelen yüzünün ziyâland
(pk) ve srra dahil olmasmn kurbu (yaknlk) ve nûriyetinden dolay
nefis ve kuvvetierinin hicab (örtü) sebebiyle urcûn (kurumuj hurma

dal) kadîm gibi olmutur. Kalb kamerinin bedir olmas, ancak sr


makamnn karsnda, sâdr (kalp, göüs) mevziinde olur

Ay, güne gibi istikrarl bir ekilde akp gitmez. Ona bir takm
konaklar ve her konaklamaya göre bir ölçü tayin etmiizdir.

Gezegendir, her gün bir konak yerine gelir, her konaa göre bir
ekilde görünür. Araplara göre ayn konaklar:

Kemâlüddin Abdürrezzâk Kâânîyyüs Semerkandî, Te'vüât-Kâânijye, çev. Ali


Rza Doksanyedi, M. Vehbi Gülolu (haz.), Ankara: Kadolu Matbaas, 1988,
c. 3, s. 13.
EY insan
259

ertan, Butayn, Süre\yâ, Debrân, Hek'a, Hen'a, Zira', Nesre, Tarf


Cebhe, Zübre, Sarfe, Avva, Simâk, Gafir, Zübânâ, Iklîl, Kalb, evle,
Neâim, Belde, Sa'dü'z-Zâbih, Sa'dü'1-Bülâ, Sâ'dü's-Süud, Sa'dü'l-

Ahbiye, Fer'u'd-Delvil, Muahhar, Reâ...

Bunlardan her gece bir konaa konar da gelecee kadar nuru arta
arta sonra da eksile eksile son konakta - ki kavuumdan öncedir-
i)ice incelir, kavislenir. Nihayet dönüp eski urcûn gibi olana kadar.

Urcûn: Özellikle hurma salkmnn dip çöpü ki eskisi yani geçen


seneninki daha ince, daha eri, daha renkli olur. Bu benzetme, çok
artc bir güzelliktedir. Zannedildii gibi hilâlin ilk ve son eklini
göstermekle kalmyor, ay 'in o konaklarda giderken dünya etrafndan
bir ayda kat ettii yörüngenin bir hattm da göstermi oluyor'^'^'^

• Söz konusu olan ay ve dier hareketli yldzlardr. Onlar, bu


menzillerde hareket eder ve varlklar meydana getirmek için

konaklarlar. Bu seyir esnasnda ise, unsurlar âleminde oluan fuller

meydana gelir. Çünkü bu gezegen yldzlar, dört doada snrldr


ve çarplmlardr. Dört doann çarpld menziller ise, yedidir.

Böylece çarpmdam yirmi sekiz menzilleri meydana çkar." bu Azz


ve her eyi bilenin takdiridir. Nitekim Allah öyle buyurur: "Hepsi
'^^^
bir felekde yüzer"

• Ay, Dünya etrafnda kvrlan, sarlan bir yörüngede hareket eder.


Dünya'nn güne etrafndaki dolam gerçekleirken Ay da
Dünya'nn etrafnda bazen önünde, bazen arkasnda olmak üzere
sarmal bir yol izler Böylece Ay, Dünya'nn yörüngesi boyunca
kvrm kvrm dönerek yol alan bir yörüngeye sahip olur. Tpk
kvrlan ve bükülen bir dal gibi.

•^'^^
Elmall M. Hamdi Yazr, Hak Dini Kur'ân Dili, stanbul: Feza Gazetecilik,
1992, c. 8, s. 417.
•*'*^
Muhyiddîn Ibnü'l-Arabî, Fütuhât- Mekkiye, çev. Ekrem Demirli, stanbul:
Litera Yaynclk, 2006, c. 2, s. 413.
.

260

Ay, bir uyduya göre oldukça büyük hacmi ve ayarlanm uzaklyla


Dünya'mzn dönme merkezini sabitletirmektedir. Bu da
gezegenimizin yaam için elverili iklim koullarn milyarlarca yldr
korumasn salamaktadr. Baz Ay'n çekim gücü
bilim adamlar,
sayesinde Dünya'nn merkez çekirdeinin sv konumunu
koruduunu söylemektedir. Bu da gezegenimizin manyetik alanm
güvence altna almaktadr. Ay okyanuslar kendine doru çekerek,
Dünya'nn dönü hzm yavalatm ve bugünkü ekline getirmitir.

Allah, Evren'de kulland matematie "kader" kelimesiyle dikkat

çekmitir. "Kader" kelimesi Arapçada ölçüyü, ölçü konulmasm,


yani matematiksel düzenlemeyi ifade eder. Ay'n Dünya'ya
uzaklndan, küdesinden, dönü hzna. Dünya ile karlkl
çekimlerinden, Güne'e kar konumu ve çekimlerine kadar her ey
matematiksel olarak ince bir ekilde hesaplanmtr'*^'^

• Allah'n "Ay için menziller tayin ettik" diye isimlendirdii menziller

yirmi sekiz menzildir. Bir baka ifâdeyle ay, seyrinde her gece

sonuncuya varncaya kadar, bir menzilde konaklar, sonra yeni bir


dönüe balar "Örenmeniz ayn ve günein menzillerde
için" yani

hareket etmesiyle senelerin saym ve hesabm örenmeniz için.


Allah her eyi bizim için ayrntlandrmtr Sonra bu menzillere bu
melekleri yerletirmitir. Onlar, uzak felekteki valilerin (on iki hurcun
yönetici melekleri) terifatçlardr

^^ Kur'ân Aratrmalar Gurubu, Kur'ân Hiç Tükenmeyen Mud-:e, stanbul:


stanbul Yaynevi, 2002, s. 88-91
'^^ Muhyiddîn bnü'l-Arabî, Fütuhât- Mekkiye, çev. Ekrem Demirli, stanbul:
Litera Ya>anclk, 2006, c. 2, s. 394.
EY insan
261

• Allah Teâlâ Kamer'i (ay) Hayy (diri) isminin mazhar kld. Sonra,
onun felekini (semâ) burçlar semâsnda devreye koydu varln
ki

hayat oradadr. Ayn ekilde mevhumun (hayâl) ve mehudun (gö^le


görünen) medar (yörüngesi) da odur.

Sonra, kamere bab yldz, yerin idaresine vazifeli kld. Aynen ruhu
cesedin idarecisi kld gibi... ayet Yüce Hakk Teâlâ, dünya
semâsn ruhun hakikatinden yaratmam olsayd; hikmet,
yeryüzünde hiç bir canlnn varbn gerektirmezdi... Oras cemâdât
(canstî(lar) mahalli olurdu. Ve bu iler bittikten sonra da; Allah,
Adem'i, bu dünya semâsna yerletirdi. Çünkü Adem, dünyaya bal
âlemin ruhudur ki Hakk'n âleme nazar Adem'ledir, keza âleme
rahmeti de... Daha sonra da yaratt o mevcudata, Adem'in
hayatna bab olarak hayat verdi... nsan nevi orada hayat yaad
sürece âlem devam eder. Oradan intikal edip gidince, âlem de helak
olur... Her eyi birbirine karr... Aynen Ruh'un ayrlmas sonunda
cesedin harap olduu ve her eyinin birbirine kart gibi.."^"*^

Tadm yükü nereye koyacam bibrim. Bana o yükü nebilerin

en büyüü yükledi. Yüküm hidâyet nuru ve hilâfet emanetidir. Bu


iki büyük kymeti ancak kendim gibi ilâhi nura tam bir ayna
olabilecek br veHye brakabibrim. Hulâsa, ben, gökteki ay gibiyim,
yol göstericim de günetir'*'^''

• O vebler ki nurlarm Hak'tan abrlar. lâhî srlar onlarn gönlüne göz


ve gönül kamatran nurlar habnde dolar. Ve tpk gökteki ay gibi
susar, erdikleri hikmetieri hâl dibyle söylemeyi tercih ederler.

Halbuki ay, gurbette yol kaybedenlere k saçt kadar, söz de


söyleyip yol gösterse, yollarm armlar için bu ne büyük nimet
olurdu. u demek ki vebler, söyleseler, srlar ve hakikatleri haber
verseler, dünyada yolunu kaybedenler elbet azabrd.

Kur'an- Kerîm'in Ahzâb sûresinde Hazreti Muhammed'e kar


gelen türlü hiziplerden, kâfirlerden ve münafklardan bahsolunur:

'^^ Abdü'l-kerîm b. brahim el-Cîlî, Iman- Kâmil, çev. Seyyid Hüseyin Fevzî Paa,
stanbul: Kitsan Yaynlar, c. 2, s. 317-318.
^^'^
Ken'an Rifâî, erhli Mesnevi-i erif, stanbul: Kubbealu Neriyat, 2000, s. 564-
565.
262

"Ey Peygamber! Allah'tan sakn! nkarclara ve iki yüzlülere uyma!

Sana Rabbinden vahiy olunana uy! Ey Peygamber, biz seni (insanlar

üstüne) ahit, müjdeci ve uyandrc gönderdik. Seni Allah'n izniyle


(yine Allah'a) çaran ve (insanlar) nurlandran bir k gönderdik"
buyurulur.

Ey Allah'n rahmet kaps! Açk dur! Sen eriat yolunda ilim ehline

yol gösterirsin. Tarikat râhnda irfan ehline rehber olursun. Senin

nurun v^Uah'n birlii âlemine açlm bir penceredir. Sen vâsta


olmaz; yardm etmez; nurunu gizlersen, bizim ruhlarmza
maneviyat âleminden ne bir kap, ne bir manzara ne de bir pencere
açlabiür^'

Ruh- ilâhî ay, ten gecesinden baka yerde ldamaz ve bu beden


âleminden gayr yerde kimse onunla ainalk edemez. Eer onunla
âinâhk etmek istersen, bu imkân ten gecesinin halvetinde
bulabilirsin Âb- hayat öyle bir sudur ki onu içen ölmez denir.

Madem ki âb- hayat bulunduu vakit insan için bir ebedi hayat

vardr, ite o ebedi hayat ölüm demektir. Nefsinden ölenin ebedi


hayata kavumas tabiidir. O âb- hayat ise, bu ten zulmetinde

bulunur. Ten, yani cisim topraktan meydana gelmi olmas


sebebiyle kesafet ve zulmet demektir. Fakat ruh nurdur. Hakk'n
emrinden, ruhundandr. O ruh ile alâka kurmak istersen, onu bu
ten zulmetinde bulursun. Bu ten zulmetinin halveti de kalbdir.
Onun için kalb, Hakk'n halvetgâhdr.

eyh Evhâdeddin Hazretieri'nin "Ay leende görüyorum" demesi


üzerine ems-i Tebrîzî Hazretleri "Eer boynunda çban
olmasayd, bam kaldrr semâda görürdün" buyurmulardr.
eyh Evhâdeddin'in "A}T leende görüyorum demesinden maksat;
Hakk' güzellerde görüyorum"demektir. Hz. ems'in ay semâda
görürdün, buyurmalarndan maksat da, sâde suret güzellerinde deil,
her yerde görürdün demektir. Güzel sevilir, çünkü ondan Hakk'n

•^^ Ken'an Rifâî, erhli Mesnevî-i erif, stanbul: Kubbealü Neriyaü, 2000, s. 555-
566.
^9 Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealü Neriyaü, 2000, s. 651-652.
EY insan
263

nuru zuhur etmidr. Fakat bir güzelden bu tecellîyi seyrettiin gibi,


meselâ bir devenin gözünde de ayn tecellîyi görmen icap eder."^^^

• Allah, doruyu da eriyi de senin istidat (kabiliyet) ve talebine göre


verir.

Zahirde (görünüp) insanlarm kalplerinde olan zihnî tasavvurlarn, fikrî

naklarn, aklî nurlarn ve ruhî prltlarn hepsi o vahdet (birlik)

hazinesinin veyahut ehlullahn (velî) bâtnndan doup tecellî eden


^'^^
hakikat aymn, herkesin istidadna göre akseden nurlardr.

• Bil ki ayn Güne'e doru bir yüzü vardr. Bu yüz daima tamdr.
Ne artar, ne eksilir. Bir de halka doru olan bir yüzü vardr ki Ay
bu yüzünü, devri dolaysyla insanlara eksik gösterir. Ama bu
yüzünün eksik görünmesi, Güne'i takib eden yüzünün tamlna
zarar vermez. O halde senin de Hakk'a doru olan Hak nazargâh
(baklan yer) olan kalb yüzün, imânla, yakinle ve O'na güzel zan
beslemekle tam olsun. Halkn bakt taraf olan d }Kizünün
eksiklii, gizli (iç) yüzünün tamhna zarar vermez. Buna da u
hikâye uygun düer: Ömer ile Ali (Allah her ikisinden de râ^ olsun)
Yemen tarafnda Üveysü'l-Karanî'yi bulup kendisine Resûl-i
Ekrem'in (s.a.s.) vasiyet ettii hrkasm teslim ettikleri zaman ona:

-Bize öüt ver, dediler.

-Rabbinizi biliyor musunuz? Dedi.


-Evet,

-O halde O'nu bildikten sonra O'ndan bakasm bilmemek size

zarar vermez.

-Daha da söyle.

-Rabbiniz size öretti mi?

-Evet.

-O halde bakas öretmese de size zarar vermez.

50 Ken'an Rifâî, Sohbetler , stanbul: Kubbealü Neriyaü, 2000, s. 242.


451 Ken'an Rifâî, Sohbet/er, stanbul: Kubbealü Neriyat, 2000, s. 285-286.
264

Aya bak da nefsini halka kar iyi zan beslemee yöneltmekle ondan
ibret al. Yani ne zaman ki birisinin zahirinde bir ayp ve noksann
görürsen, kendi kendine: "Belki Allah ile muamelesi tamdr, ayb
bana göredir" de.

Hikâye olunur ki: Hasan- Basrî (Allah ondan ra^ olsun) bir gün
Badat'ta Dicle Nehri kenarnda siyah bir adama rasdad. Bu adam,
yannda bulunan kadnla arap içiyordu. Hatrna geldi ki: "Bu
siyahi, arap içmeseydi, benden efdal idi. "Hasan-i Basrî'nin âdeti,

nefsini her eyden aa görmek idi. Bir de bakt ki iki adam


Dicle'de bouluyor. Hemen o siyah adam su üzerinde yürüyüp o
adamlar kurtard. Hasan Basrî'ye dönüp öyle dedi: "Ya Hasan,
Allah indinde sen efdalsen, sen de benim gibi suda yürü ve
boulanlardan birini kurtar" ve ilâve etti: "Bu yanmda bulunan
kadn anamdr. içtiimiz zemzem suyudur. Biz burada, senin basîr
(kalp gölünün açk) olup olmadn anlamak için böyle oturduk"
Hasan onun ayaklarna dütü: "Onlar boulmaktan, beni de
mü'mine kötü zan beslemekten kurtardn" dedi. O zat Hasan'a
öyle dua etti: "Ya Rabbi, Hasan' içinde bulunduu hâlden kurtar.

Zira Hasan senin katnda benden yüz derece daha efdaldir."

nsanlarn çou halkn bakt yüzlerinin bir Bedir (Dolunay)

olmasm isterler de kalp yüzlerine aldrmazlar. Bundan dolay


bazüarnda kefere (kâfir) gibi Muhak (ay sonu ayn görünmemesi),
bazlarnda fâsklar (fesatç) gibi hilaf (ters)^ bazlarnda sâlih mü'min
gibi Bedir vardr'*^"

• Gayb âleminin srlarn idrak edenlerin gözleri vahdetteki güzellii


görür. Fakat bu devlet her kula müyesser olmaz.

Yâ Ali, üç kimse düün. Biri gökyüzündeki ay olduu gibi berrak

görür, ikincisi deil ay görmek dünya dahi ona karanhklar içindedir


Zira gözünde iUet ve afet vardr. Onun içinde görmek nasibinden

452 Niyâzî-yi Msrî, rfan Sofralar, çev. Süleyman Ate, stanbul: Yeni Ufuklar
Neriyati, s. 69-71.
EY insan
265

mahrumdur. Üçüncüsüne gelince, öyle keskin bir nazar vardr ki üç


ay da bir arada görebilme kudretine sahiptir.

Görünüte bu üçünün de gözleri açktr. Kulaklar iitir. Ey Ali,


bunlarn srlar sana malum avama ise meçhuldür. Her ne kadar bu
üç bölük insandan her biri kendi inançlarna göre AUah yolunda
iseler de, sana yaknlklar nedir? Hakk'a dönüleri nasl olur? Ey Ali,

Allah sana ledün (Allah tarafndan ihsan olunan ilim) ilminin srrm
vermi, her çeit kulunun zahir ve bâtn hallerini göstermitir. Senin
için kulun da gizlisi ve srr yoktur. Ey Ali, o halde bu üç bölüü de
bilirsin. Onlar ne yolda, hangi konaktadrlar?

Hazret-i Ali'deki maneviyatn ayaklarna kapanan adam bu Hak yolu


derecelerini görüyor, fakat srrm bilmiyordu. Hakikatte bu üç
zümreden dünyay siyah görenler Allah yolunun fark veya tefrika

(aymm) mertebesinde olanlardr. Onlarn idrâki yalmz kendilerini


bilir. Gökte ancak bir ay ldyor görenler cem mertebesindedirler.

Ve uurlarnda Allah'tan baka hiç bir ey yoktur.

Nihayet gökte üç ay görenler cem'ü'1-cem denilen mevkîdedir ki

bunlar Allah' üç halde birden görme srrna erenlerdir. Hakk'n üç


hâU: Zât, HâUk ve Mahlûk'tur'^'

Cesetteki akl da semâdaki aya benzer. Bazen artar, bazen de


eksilir. O, önceleri küçücüktür Ki onun ad hilâldir Ki bu, çocuun
çocukluk amndaki akl gibidir. Sonra artar. Ayn tamam olup bedir
(dolunay) halini ald gecelerdeki gibi.'^^'*

Resuller arasnda nur ciheüyle (yön, taraf) fark yoktur. Aya bakarsak,
yeni doan ay Âdem, biraz daha yükselince Nuh, brahim, Mûsâ,
Isâ, nihayet bedir haH, zuhûr-u Muhammed gibidir. Bunlarn nur
ciheüyle, yani ay olmalar itibariyle asllar hep birdir. Aralarnda

'*53
Ken'an Rifâî, erhli Mesnevî-i erif, stanbul: Kubbealü Neriyaü, 2000, s. 554.
'^5'*
Muhyiddîn bnü'l-Arabî, eceretü'l Kevn-Üstün nsan, çev. Abdülkâdir Akçiçek,
stanbul: Bahar Yaynlar, 2000, s. 67.
"

266

fark yoktur. Lâkin ayn henüz doarken nerettii (yayd) hafif ve

zayf k ile bedir halindeki avk (pmas) bir midir?'^^^

Hilâlle dolunay birdir. kilikten, noksandan uî^aktr onlar

Hilâl hakikatte noksan kabul etme^. Görünüteki noksan, yava§ yava§


dolunay haline gelmek kemâl bulmaktr

Türlü melekler vardr. Kimi hilâl gibi ince, kimi üç günlük ay gibi
belirli, kimi dolunay gibi nurunun son çizgisindedir. Birbirinden
daha olgun, birbirinden daha aydnhk olarak, bu melekler ilâhi nura
ahitlik ederler. Yeryüzündeki insanlarn, akl, fikir, anlay, güzellik
ve olgunluk dereceleri gibi yeryüzünün melekleri ve yeryüzünün
velîleri ile nebileri de öyle derece derecedir^^^

Resuller arif velîlerden olmalar bakmndan deil ancak Resul


olmalar yönünden, ümmetlerinin bulunduu hâl ve mertebede
bulunurlar. Bu itibarla peygamberlerde peygamberliklerine ait

ilimden ancak ümmetlerinin eksiksiz arüksz muhtaç olduklar


kadar bir hisse vardr. Ümmetler ise bir ksm ötekilerden üstün
olmak üzere deiik seviyededir. Peygamberler de ümmetierinin

seviyesine göre risâlet üminde bazs bazsndan üstün olur. Bu


derece fark Allah'n 'T>u resullerden bahsim batks ü':^rine üstün

kldk. " âyeti üe sabittir. Yine resuller, ilim ve hükümden kendi


nefsleriyle ilgüi olan eylerde de istidatlarna göre farkldrlar. Yine
Allah'n "Muhakkak biti ba^ nebileri ba:^s üî^erine üstün kldk.
mealindeki âyetiyle belirttii farktr"^^^

Yolcu birinci konaktan çkmadan ikinci konaa ulaamaz. Bütün


konaklardan geçmeyince de ühûd kâbesine giremez

'ss
Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealü Neriyaü, 2000, s. 10-11.
^^^ Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Mesnevi, çev. Veled zbudak, Abdülbald Gölpnarl
(haz.), stanbul: Milli Eitim Basmevi, 1991, c. 6, beyit. 1208-1209.
^^'^
Ken'an Rifâî, erhli Mesnevî-i erif, stanbul: Kubbealü Neriyaü, 2000, s. 536.
"^^ Muhyiddîn bnü'l-Arabî, Fusûsu'l-hikem, çev. M. Nuri Gençosman, stanbul:
stanbul Kitapevi, 1981, s. 114.
459 Niyâzî-yi Msrî, rfan Sofralar, çev. Süleyman Ate, stanbul: Yeni Ufuklar
Neriyaü, s. 30.
EY insan
267

Resulullah Efendimizin cismânî (bedenle ilgili) zuhurunun (meydana


çkma) zaman yaklanca varlk dal düzgün bir ekilde bitmeye
balad. "E^mrolundugun gibi dosdoru yürü.." (Hûd, 112) emri
gereince, Resulullah Efendimizin sfat istikâmet (doruluk, her ijte

itidal üî^ere bulunmak) üzere oldu. Makam ise Dârü'l-Mukâme denen


kulluk cenneti oldu.

Vaktaki, tam isdkâmeti buldu; dünya ile ukbâdan (âhiret) geçd,


kendisine tevdi (emanet etme) edilen vazife yapbp tamam oldu. O
zaman da bir güzel makamdan baka bir güzel makama geçti. Bu
durakta karar klnca esas ikâmetgâhna geçti. Bu makamlarn ilki,
dünyada olmaktadr ki buna: "Vücüd makam" denir. Bu makama 'Ey
örtülere bürünmü, kalk in^r (uyarma) makamna geç" (Müddessir, 2)
âyed ile iaret edilir.

Makâm- Mahmud (hamdolunmuj) tâbiri kullanhr. Buna "Umulur ki


böylece, Kabbin seni Makâm- Mahmud'a erdire" (Isrâ, 79) âyeti iaret

eder. Makâm- Mahmud suret âlemine has bir makamdr ki o,

dünyada bir mülktür. Ki halk onu görür ve mübarek varlyla


itminan (emin olma) eder. Bu makam icabdr ki O'nun risâlet, (elçilik)

nübüvvet (peygamberlik) bereketine nail olur. "Seni ancak âlemlere

rahmet olarak gönderdik" (Enbiyâ, 107) âyeti Makâm- Mahmud'u


anlatmak için nazil olmutur. ResuluUah bu makamda "Ey Resul,

sana in^l olunan tebli (eriçtirmek) et" (Mâide, 67) emrindeki minbere
oturtulmutur.

ibu makamda O, halkn vâki dâvetine icabet edendir (râ-:^ olmak,


uyma). Nasihat iinde onlarn hatibidir (j-öi^ söyleyen). Herhangi bir

mânevi sarsntda onlarn tabibidir. Muhabbet iinde ise onlarn


nasibidir. Buraya kadar anlatlan Makâm- Mahmud'un birinci
ksmdr ki, dünya ehline mahsustur. Makâm- Mahmud'un ikinci
ksmna gelince, âhirette kurulacaktr. Ki o, mele-i a'lâ'nn nasibidir.

Onlar, bu makamn bereketinden birçok nâiHyetiere (murada erme)


ererler ve onun cemâlini orada müahede eder ve kelâmn duyarlar
"Rub'un ve meleklerin kâim (ayakta duran, varlk bulan) olduu gün"
(Nebe, 38) âyeti, onlarn bu makam önünde durularru anlatr. Bu
268

makamda hatip ayaa kalkar. Melekler de sa tarafta el balar


dururlar. Bu makamda hadp, bizzat Resulullah Efendimizdir.
Hutbesinin aç konumasn ümmetine efaat için yapar ve
"Ümmetim, ümmetim.." der. Buna cevap olarak: "Rahmetim,
rahmetim..." müjdesi Makâm- Mahmud'un üçüncü ekline
gelir.

gelince, bunu da "uhud makam" olarak ele alabiliriz. Ebediyet,


dâimiyet makamdr. Ki bu da cennette olacaktr. Ve cennet ehli

ondan nasiplerini alacaklardr. Onu müahede (gö-:^e görmek) ederek,


huriler ondan nasiplerini alacaklardr. Cennetin kökleri, o makamn
kuruluu ile eref kazanr. Sonra cennetin nuru artar. Perdeler
aralanr. Serler (kötülükler) zail (yok olma) olur. Onun kudümünden
(ayak hasma) oraya sürür (sevinç) gelir. Bu makam u âyetten
anlyoruz. "O :(at ki, bi^ fa^h (faslet) icah darü'l-mukâmeye (kulluk

cenneti) koydu.. " (Fâtr, 35) Dördüncü makama gelince uhûd (^ahit

olma) makam mâbud olan Allah Teâlây "rü'yet" makamdr. Yani;


görmek. Yüce, a'lâ olan Rabbi, mahbûbu (sevgili) görmek. Ki buras
"Kabe Kavseyn" yakn" (Necm, 9)
'iki yayn birleimi... hattâ daha

âyeti ile sabit olan makamdr. Bu yaknlk, görme, müahede ve

ulviyet ancak Resulullah Efendimize tahsis olunmutur. Bu


makamda yabancya hiç nasip yoktur.'^^'^

Göüslerindeki aldatma, tecavüz, kin, hased, kibir, kendini


beenme, iittirme, riya gibi kötü duygular kalblerinden çkaran,

sfadar tevhidine de çeitli güç riyazetierle nefs-i emarenin


arzusunu öldürmek, nefsin dediini yapmamak, alkanlk haline
getirdii eyleri terk etmek gibi eyleri yapmay emrederek davet
eder. Bu surede nefis itmi'nane ular Nefis itminana kavutuu
takdirde güzel huylardan ibaret bulunan sfatiarn selâmet evine
Kötü ahlâk zindamnda, kalblere sçrayan kötülük ateinden
girer.

kurtulmu olur. Ve bu kötü huylarn azabndan daima rahat


içerisinde olur."^*"^

460 Muh)iddîn bnü'l-Arabî, eceretü'l Kevn-Üstün nsan, çev. Abdülkâdir Akçiçek,


stanbul: Bahar Yaynlar, 2000, s. 103-116.
Niyâzî-yi Msrî, irfan Sofralar, çev. Süleyman Ate, stanbul: Yeni Ufuklar
Neriyat, s. 31.
EY insan
269

-40-
Ne güne aya yetiebilir, ne de gece gündüzü
geçebilir. Her biri bir yörüngede yüzerler.
"Le'-emsü yenbâî lehâ entüdrike'l-kamera ve
le'1-leylü sâbiku'n-nehâri ve küllün fî felekin
yesbehûn"
*
Ne güneyin aya çatmasjara§r, ne de gece gündü':^ geçebilir; onlarn her biri

kendiyörüngesindeyüzerler (Elmall Hamdi Ya^r)

Ne günej ayayetirebilir, ne de gece gündü^^ü geçebilir. Her biri biryörüngede

yüî^erler. (Diyanet)

"Geceyi, gündüî^ü, Güneri ve Ay' yaratan O 'dur. Her biri bir yörüngede

yü^üp giderler" (Enhiyz, 33)

Seyrinde ay idrâk ederek iki âlemin hallerini içine alan ve ahlâk ve


vasflar ile kemâlâtn tecellîsinin ortaya çknn onun olmas ruhun
güneine lâyk ve müyesser (kolaylkla olan) olmad. Aj^n da günei
idrâki ile, gece gündüze önüne geçici deildir. Ve nefsin karanl
kalp nuru gündüzünü deitiremez. Zira kalp ay ruh makamna
yükselince ruh, hazret-i vahdete ular. Binâenaleyh ay, günee
yetiemez. Bu takdirde nefis de kalp makamnda nurlanm olup
onun da karard kalmaz. Bunun için nefsin karanl kalbin
nurunun önüne geçemez. Belki nefsin karanl yok olur. Kalp ve
kalbin nuru ruh makamnda olduu için karanl nefsin devamll
takdirinde de o karardk kalp nurunun önüne geçemez '"Ve küllün fî

felekin yesbehün" Günele aydan her biri bir yörüngede (medarda) ve


balangç ve sonu da belirlenmi olan yerde seyrederek belirlenen
hudutlarm aamazlar. Tâ ki Allah Teâlâ beyinlerini bir hudutta
toplayncaya kadar. Ve güne sebebiyle ay perdeleyinceye (Ay
270

tutulmas) ve günei batdan dodurmak kyamet kopuncaya kadar


böylece seyrederler'*''^

Se-ba-ha: Kendi 02 hareketiyle yer deitirmek. Allah buyurdu:


"Herkesin birjönü vardr" (Bakara, 148)

Tebih: Sübhan'n anlmas anlamnda zikir demektir. Ancak bu


yörüngedeki devaml devir hareketine tebih denir.

Yeshehûn (çoul olarak) devamb devir hareketinde bir mahrekte


(yörünge) ayn hareketi tekrar etmektedirler. Dier mânâda, vMlah'
anyorlar, tebih ediyorlar demektir. Aslnda evrendeki her varlk
için iki mânâ da geçerlidir.

Atomlarn etrafnda elektronlar devaml bir mahrek (yörünge)

hareketi yapar. Aym zamanda çekirdee kar titreerek manyetik


ipin yapar. Bu hareket, tam bir "yesbehûn" hareketidir. Çekirdek
atomun kblesidir. Elektron hem jirospik hareketiyle, hem manyetik
ipin (uydu) haliyle kuUuunu göstermektedir. Tüm gezegenler,
güne sistemleri ve nihayet galaksiler de ayn tarz hareketin
temsilcisidir. Bir varhk, belli bir mekânda kalabilmek için bu
jiroskobin dönme hareketine; yani "yesbehûn" faaliyetine mahkûm
ve mecburdur"**"^

"Güne§ aya yetijme^ gece de gündüî^ü geçmeî^ Her birisi bir felekte yü^r"
(Yasin, 40) Yani dairesel bir eyde dönerler'^'''*

Zahir de Allah, Bâün da Allah... Evvel de Allah, Ahir de Allah...

Âyet-i kerîmede: 'Hiç bir §ey yoktur ki Cenâb- Hakkk ' tebih ve tahmit

etmesin" (Isrâ, 44) buyuruluyor.

u masay cansz zannediyoruz. Fakat hayr. Bunun içi hayat dolu.


Günein etrafndaki yldzlar gibi, bu zerreler de merkezlerinin

'*''-
Kemâlüddin Abdürrezzâk Kâânîyyüs Semerkandî, Te'vilât-Kâfâniyye, çev. Ali

Rza Doksanyedi, M. Vehbi Gülolu (haz.), Ankara: Kadolu Matbaas, 1988,


c. 3, s. 13
'^'^^
Halûk Nurbaki, Yâ-Sîn Sûresi Yorumu, stanbul: Damla Yaynevi, 1999, s. 60.
4<^-*
Muhyiddîn bnü'l-Arabî, Fütuhât-t Mekkiye, çev. Ekrem Demirli, stanbul:
Litera Yayncbk, 2006, c. 1, s. 408.
EY insan
271

etrafnda harekettedir. Harekette olan ey ise hayattadr. Hayat da

Hak'la kâimdir. Hayatta olan eyden üphesiz Hak zuhur eder

Ümmetlerden her birinin, fertlerden her ferdin, uzuvlardan her

uzvun, nefis ve ruh kuvvetlerinden her birinin bir yönü, bir


maksad ve belirli bir kblesi vardr. Bu kble ve yön, Allah'n
isimlerinden bir isimdir O Görünüte insan
kii ona yönelir.
yönelmektedir ama hakikatte yöneldii maksadn cezbesi (çekim)
kendini çekmektedir. Amel insan Allah'a çeker. Artk anla,
insanlardan hiç biri kblesinden, maksadndan sapmaz.

eriatta bulunan her ilim ve amel hakikatte de bulunur. Fakat yine


de aralarnda Allah'n hikmeti ve kudreti icab bir berzah (iki jey

arasm ayran ve birlejtiren bat) vardr. Bu engel sebebiyle biri dierini


geçemez. Bu mâni iki taraf adamlarmn vehimleridir (^üphe).

Ashnda bu iki ilim, aslnda tek ilimdir ama iki üim itibar (gerçek

olmayp var sayma) edilir Bu itibardan dolay iki taraf erbabnn (ehil)

arasnda dâimi ihtilâf (ayrlk) vardr. Yol fark vardr.

ki taraf ehlinden gizli kalan bir hikmet gereince biri, dierinin


hükmünü kaldramaz. Bunun içindir ki tamamen birbirine geçip

karmazlar. Tam kemâle erenler müstesna (hâriç)

Ey bir babadan anneye ve bir anne karnndan dünyaya gelip, bu


âlemde ya ne'eden ne'eye, ya kederden kedere, ya da ne'eden
kedere geçen kii! Sen kâinatta bir zerresin. Büyük külle tâbi bir
parçacksn. imdi senin gibi nice hiçten varlklar hep bu kanuna
tâbidir. Böyle halden hale geçmi, bu kanuna tâbi olmu cüz'ülerin

(parça) hepsi bir araya gelince büyük küllü tekil eder.

Bir bütün ki, cüz'ülerinin her biri hâlden hâle geçiyor. Bu demektir
ki, böyle hâlden hâle geçen ve en son hâle geçmek için yürüyen.

465
Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealt Neriyat, 2000, s. 351.
466
Niyâzî-yi Msrî, irfan Sofralar, çev. Süleyman Ate, stanbul: Yeni Ufuklar
Neriyat, s. 35-36.
467
Niyâzî-yi Msrî, irfan Sofralar, çev. Süleyman Ate, stanbul: Yeni Ufuklar
Neriyat, s. 19.
272

yalnz cüz'üler deildir, onlarn hep birlikte meydana getirdikleri

bütün de ayn kanuna tâbidir.

nsann en küçük bir uzvunda bir yara olsa bundan bütün vücut ac
duyar. Küçük bir dert bütün vücûdu hummalar içinde yakar.

Bunun zdd olarak vücut umûmî bir ztrapta ise insann her uzvu,
her hücresi bu derdi benimser, onun tesiri altnda sar, solgun ve
keyifsiz olur.

Ate, hava, su ve toprak gibi birbirine zt unsurlardan meydana


gelen bu dünyann bütünü de öyledir. Madem ki bu dünya, birbirine

böylesine yan bakan dört unsurdan mürekkeptir (terkib edilmi§,

biledik), elbette bu zt dünyasmn bütününde


varlklar de
parçalarnda olduu gibi bozulmalar ve deimeler olacaktr"^*^^

Bütün zahir sebepler bâtn sebeplerin emri altnda olduu için, eer
AUah isterse her kuvvet kendi tabiat gereince tesirli olur. Allah
isternedii zaman ise tabiat yakmak olan ate bile bu tesirini

kaybeder. Vaktiyle içine ancak mancnkla atld ate yn


ibrahim için gül bahçesi olmutu. O günden bu güne hiç bir ate,

brahim yaratlh olan hiç bir insan için yakc olmamtr. Bu bir

srdr ve bu sr, Allah'la bili tutmamlarca bilinmez'^^'^

Allah'n eyadaki ve onlara dair hükmünün kendilerine bah


olmasna kader srr denir. Kaza, bilinenlerin bulunduklar hâl
üzere kendilerinden verdikleri bilgiye göre Allah'n eyadaki
hükmü; kader ise bir ekleme yapmakszn, bulunduklar hâle göre
eyay planlamaktr. Binâenaleyh kaza eyada ancak eya vastasyla
hüküm vermitir." Gö':^ ve kula olan kimse için" (Kaf, 37) ve '%esin
hüccet Allah'a aittir" (Enam, 149) âyederine binaen kader srr budur.
Buna göre gerçekten hüküm, sorulan eyin hakikatine bahdr; o
eyin zât neyi gerektiriyorsa hüküm ona göre verilir. Hükme konu
olan ey, hükmü verenin kendisine dair verdii hükmü belirler.

Allah öyle buyurmutur: "B/'i^ onu ancak belirli bir miktar ile indiriri^'
(Hicr, 21) Bu miktar yaratklarn talep ettikleri haklardr, çünkü

'^^'^
Ken'an Rifâî, erhli Mesnevi-i erif, stanbul: Kubbealü Neriyat, 2000, s. 178
'^^ Ken'an Rifâî, erhli Mesnevi-i erif, stanbul: Kubbealü Neriyat, 2000, s. 117
EY insan
273

Allah her eye yaratln vermi ve dilediini belirli bir ölçüye göre
indirmitir. Hakk'n diledii, bildii ve hakknda hükmü verdiidir.

Hakk'n bildii bilinenin kendisine verdii eydir'*^"

Hz. Ömer ResuluUah Efendimize öyle sormutur: "Bizim bir ey


yaptmz görüyorsun. O ey yazlp bitmi midir? Yoksa yeniden
yaratlp balanan bir i midir?" Resulullah Efendimiz öyle
buyurdu: "O i olup bitmitir." Hz Ömer tekrar sordu: "O halde
bu duruma güvenmeyelim mi? Resulullah Efendimiz öyle
buyurdu: "Ey Hattab olu, amel etmeye bak. Herkes yaratld iin
yolunu bulur. Bir kimse saadet ehH ise saadet ehü amelini iler. Bir
kimse ekavet ehli ise... O kimse de ekavet ehli amelini iler""^^'

-41-
Onlar için bir âyet de: Zürriyetlerini (nesiller,
soylar) "fülki'l-mehûn'da" (dolu gemi)
tamamzdr.
'^e âyetün lehüm ennâ hamelnâ zürriyetehüm
f'1-fülkin-mehûn "

Onlar için bir delil de bi^m, onlarn neslini dolu bir gemide ta^mam^r.
(Elmahh Hamdi Ya^tr)

Onlarn hürriyetlerini dopdolu bir gemide tapmam':^ da onlar için büyük bir

ibrettir. (Diyanet)

^''^
Abdürrezzak Kâânî, Tasavvuf Sö'^lüü, çev. Ekrem Demirli, z Yaynclk,
stanbul 2004, s. 296-297.
'*^'
Abdülkâdir Geylânî, Gunyetü't-Tâlibin, çev: Abdülkadir Akçiçek, stanbul:
Salam Yaynevi, 1991, s. 207.
274

Burada dolu gemi, hâmile kadnlarn rahimlerinden mecazdr, açk


bir istiaredir, (bir kelimenin mânâsn ha§ka bir kelitne hakknda
kullanma) Babann sulbünden (sülâle, ^rriyet) bir tufan ile atlan
nesiller, analarn rahimlerinde Hz. Nuh'un gemisi gibi bir kurtulu
gemisi bulur.

Ve bizim onlarn zürriyetlerini Nuh'un dolu gemisinde


yüklendiimiz de onlar için bir âyettir. Bu âyette esrâr- belâgatten

(gü'^^l söî^ söylemenin sim) bir sr vardr ki, o da gemide olan


babalarn zikretmeyip belki sefînedekilerin (gemi) sulblerinden (döl)

olan zürriyetlerini zikretmesidir. Buna binâen o vakit zürriyetlerin

mevcut olmalar zarurî olmu olur."*"^^

Zürriyetin "Fülki'l-mehûn"da tanmas iki önemli bilimsel

gerçee k tutar:

Zürriyet, bir mânâda genetik kartlar demektir. Bu durumda


gerçekten genetik kartlar, meni svs içinde akl almaz bir sefere
çkarak görevini tamamlar. Çok hücrelilerde, bir hücrenin kendi

bana hareketi söz konusu olmaz. Kan hücreleri bile kann aknts
içinde yer deitirmektedir. Ancak meni hücreleri böyle özel bir

sv içinde bamsz bir hareket kabiliyeti tar ki, bu sefer, 20


metreye yakn bir yolculuktur. Bu sefer, meni hücresi
büyüklüünün iki milyon katdr; yani bir insann 20 bin
kilometrelik seferi gibidir.

Dii hücrenin maceras ise daha Dii hücre karn


ilginçtir:

boluuna belirli belirsiz bir sv içinde düer. Daha sonra rahmin


uzants gibi iki boru (Fallop borusu) ucunda elektrik süpürgesi gibi

vantuz yaparak onu yine hafif bir sv içinde kanala abr. te


zürriyetimiz, genetik kartlarmz böyle sv içinde akl almaz bir seyr-
ü seferdir (hareket, yolculuk).

Elmalh M. Hamdi Yazr, Hak Dini Kuran Di/i, stanbul: Feza Gazetecilik,
1992, c. 6, s. 418.
Kemâlüddin Abdürrezzâk Kâânî Semerkandî, Te'vilât- Kâfâniyje, çev. Ali
Rza Doksanyedi, M. Vehbi Gülolu (haz.), Ankara: Kadolu Matbaas, 1988,
c. 3, Yâ-Sîn Sûresi, s. 14.
EY insan
275

• "Fulki'l-mehun" ikinci bir yorum


için tarz da bebein anne
karnnda sv içinde büyüme mâcerâsdr.

a) Bu sistem, çocuun 40 haftalk anne rahmindeki hayatna uygun


bir biçimde beslenme salar. Embriyonun hangi gününde hangi
besin lazmsa bu sistemden o liste bebee aktarlr. Yani her an yeni
bir kimyasal bu "fulki'l-mehun"da hazrlamr. O maddeler kandan

süzülerek bebee aktarlr. Bu akl almaz kompüter, ne zaman içinde


en ufak bir kimya, ya da biyoloji hatas yapsa ömür boyu ârzab
kalmamza neden olur. Bu sistem, annenin ald gdaya göre deil,
bebee lâzm olanna göre ayarh olduundan, en güzel biçimde yeni
nesli gelitirir.

b) Bu sistemin ikinci önemli görevi, bebei anneden gelecek bütün


kimyasal ve biyolojik tehlikelerden korumaktr. Akl almaz bir baraj

sistemiyle anne karnndaki tüm zararl mikrop ve kimyasal


Bu "fulki'l-mehun'un üçüncü görevi hormon imâl
maddeleri süzer.
etmektir. Bebein 280 günlük anne rahmi hayatnn her safhasnda
bebee yapm ve geliim için tüm hormonlar bu sistem hazrlar. Bu
sistemin hormonlar o kadar etkilidir ki, özellikle büyüme ve cinsel
hormonlarn tümü ticarette bu sistemden; yani plasenta ve
suyundan imâl edilmektedir.'*'^'*

Nuh'un gemisinden maksat, kâmil insamn nefh ettii bu cezbe, bu


O hâsü olmadktan sonra, insann kendi cüz'î akb ile
izafî ruhtur.

ruh deryasna ve hakikat âlemine sefer klmasna imkân yoktur. Bu


yolda emniyet ve aman, yâni kurtulu, o ak ve cezbe gemisine
snmaktan ibarettir."*^^
Bu dünya tufan içinde yüzücülüüne güvenmeyip Nuh'un
gemisine cann atana ne mutiu!'*^^

Resulullah Efendimiz, "eriat gemi, tarikat deni^ hakikat de o

deni^eki inciler gibidir. " buyururlar. erîatsiz tarikat, tarikatsiz eriat


erbab gafildirler.'*^''

^^"^
Halûk Nurbaki, Yâ-Sîn Sûresi Yorumu^ stanbul: Damla Yaynevi, 1999, s. 64-
66.
^^^ Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealü Neriyat, 2000, s. 144.
^•^
Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealü Neriyat, 2000, s. 304.
276

• Nûh tufannda zürriyetlerini yani usul (kökler) ve fürûunu (dal,

budak), çoluk çocuklarn dolmu gemiye bindirmemiz, su üzerinde


barndrmamz, nesillerinin bekasm (devam) irâde etmemiz, terbiye
ve tedbir etmemiz büyük kudretimizi, azamet-i sübhânîmizi
(Allah'a ait ululuk) onlara beyân eden açk âyetlerimizden,
burhanlarmzdandr (kesin delil).

Nazm- kerîmden bu mânâ tahsü olunduu gibi, felek-i mebun


(doldurulmu, dolu felek): Mahall-i tekvin (^aradl^ yeri), bulunan anne
rahmine iarettir. Evet, anne, mahall-i tekvindir mükevvine (Yarata,
Halik) kurbiyyeti vardr. Onun için insan öldükten sonra annesine
izafe edilir (iki jej arasndaki ba) de talkn anne ismi üzerine yaplr
ki bundan murad merhamet-i ilâhiyyenin tenezzülünü niyazdr.
Çocuun annesinden olan hissesi mahall-i sadrndan (gönül bölgesi),

babasndan olan hissesi ise mahall-i zahrndandr (srt bölgesi).

Mahall-i sadr, mahall-i merhamettir (merhamet jeri). te anne


rahmine cevher-i insanîyi (insann ö-^ü) hâmil (yüklü, tanyan) klarak
orada tekevvün (var olma, meydana gelme) ettiriimiz, hayat veriimiz
kudret-i sübhânimize (Allah 'in kudreti) açk bir burhandr (kesin delil).

Avam (cahil halk): Bahr- dünyada (dünya deni^). Havas: Bahr-


hakikattedir (hakikat deni^). Likâullaha (Allah'n Cemâli) nâü (ele

geçirme) olmak için necat (kurtulup) sefinesine bindirilenleri üphe ve


hevâ ü heves (^vk ve ehvet) dalgalarnda garketmeden sâhil-i

ahadiyyete (teklik) ahmz ne büyük bir âyettir,'*^^


'Andolsun bi^ insan, çamurdan bir öteden yarattk. Sonra onu emin ve
salam bir karargâhta nutfe (meni) haline getirdik. Sonra nutfeyi alaka (kan
phts) yaptk. Pekinden alakay, bir parçack et haline soktuk; bu bir

parçaak eti kemiklere çevirdik; bu kemikleri etle kapladk. Sonra onu ba§ka
bir yaratlrla insan haline getirdik. imdi bak da Allah 'in ne mükemmel
yaratan olduunu bir dü§ün. " (Mü'minûn, 12-14)

"^^^
Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealü Neriyaü, 2000, s. 605.
* ''^
emseddin Yeil, Füyü^ât, stanbul: Yeil Yaynlar, 1 984, c. 6
EY insan
277

"Ey insanlar! Bi^ si^ hakir (degersi^ bir sudan yaratmadk m'? l§te o suyu,

belli bir î^amana kadar salam bir yere yerletirdik. B!^ bunu böyle takdir

edip kararlatrdk. Ne ü^el takdir ederimi Bi^!" (Mmselât, 20-23)

"Ey insanlar! Eeryeniden dirilmekten üphede iseni^^ unu bilin ki, bi^ s\i

topraktan, sonra nutfeden, sonra alakadan, sonra uî^uvlan belirsi^ sonra

belirlenmi canl et parçasndan yarattk ki, böylece sit^e kudretimi^

gösterelim. Bi^ dilediimi^, belirlenmi bir süreye kadar Rahimlerde

bekletiri^ sonra da sis^i bir bebek olarak dan çkannî^... " (Hacc, 5)

Eyyiit lâf brak gayri. imdiyütülerce ümit var, hemen adm atagör!

Göf^ünü bir yumdun mu bakarsn ki gemide oturmusun, uyuyorsun. Öyle

olduu haldeyol almadasn.

"Ümmetim, Nuh'un gemisine benn^er... O gemiye giren kurtuldu, girmeyen

bouldu gitti. " hadisinin tefsiri:

Peygamber 'Ben, ^amâne tufanna gemi gibiyim;

Bi^ ve A-shâbm (Peygamberimi^ görmek ve sohbetine ermek erefinde

olanlar), Nuh 'un gemisine ben^eri^ Kim bu gemiye el atar, bu gemiye girerse

kurtulur. " buyurdu.

eyhle beraber olunca kötülüklerden uî^aksn. Gece gündü^ gitmektesin;

gemidesin.

Canlar balayan cana snmsn. Gemiye girmi, uyuyorsun; öyle olduu


hâldeyol almaktasn.

Ayan gemiye çek de can sevgilisine giden can gibi oturduun yerde yürüye
"^^^
dur.

479 Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Mesnevi, çev. Veled zbudak, Abdülbâkî Gölpnarb
(haz.), stanbul: Millî Eitim Basmevi, 1991, c. 4, beyit. 536-541, 557.
278

^^^
Her velîyi Nuh ve kaptan bil, hu halkn sohbetini de tufan say.

• Geminin yürümesi faydal i görmesi için elbette suya yâni den2e


ihtiyaç vardr. Deniz suyu geminin dnda kaldkça ona faydah
olur, yol olur. Fakat ayn su içine dolduu zaman gemiyi batrr.
Sk sk az kapanm testi, suyun üstünde yüzer. Bir kimsenin de
gönlüne dünya suyu girmez ve bu gönül AUah akyla dolu olursa
yelken açm gemiler gibi, ummana akar."^^^

• Bir ruh ki maksad kemâle ermek iken, zarf olarak kendisine


verilmi cismin hrs ve arzularna kaplarak dünyaya gelmekten
maksût (kasd olunan) olan hakikati unutup süfliyete (dünya ile ilgili

baya ijler) dalarsa, sefîl (alçak) olmas tabiîdir. Ama aslî vazifesini

bilip o yolda gayret sarfeden ruh, cismi de kendi gibi

ulvîletirdiinden, bu takdirde cisim ruh, ruh da cisim olur.'**^"

-42-
Ve kendilerine o misilden binecekleri eyler
yaratmamzdr.
^'Ve halaknâlehüm min mislihî mâ yerkebûn
>f

*
Yine kendileri için onun gibi binecek peyleryaratmamdr.

(Elmalk Hamdi Ya^r)

Onlar için, bunun gibi binecekleri ba^ka peylerdeyarattk.

(Diyanet)

480 Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Mesnevi, çev. Veled zbudak, Abdülbâkî Gölpnarl
(haz.), stanbul: Milli Eitim Basmevi, 1991, c. 6, beyit. 2225
^^^ Ken'an Rifâî, erhli Mesnev-i erif, stanbul: Kubbealü Neriyat, 2000, s. 134.
482 Ken'an Rifâî, Sohbeder, stanbul, Kubbealü Neriyaü, 2000, s. 612
EY insan
279

Ve onlar için de Nuh'un gemisi mislinden binecekleri gemiyi halk


"^^^
eyledik ki o da sefine-i (gemi) Muhammediye'dir.

• Dünya ile cenkleme (mücadele) bouna bir savatr. Dünya halknn


bu çeit kavgalar yine mahalle çocuklarnn savalarna veya sava
oyunlarna benzer. Tahta kbçlarla, aaçtan adar üstünde harp
oyunu oynayan çocuklar bouna kan ter içinde kabrlar. Bindikleri

at da sürükler, üstelik kendilerini at üstünde gidiyor sanmann


gafleti (nefsin ar^lanna uyarak A-llah'n emirlerini unutmak) içinde
koarlar. Yükleri srtiarnda olduu halde onlar atiarmn tadn
sanrlar.

imdi, ey ömrünce çocuk kalan! Gözleri dünya gösterileriyle


büyülenen! Biraz bekle. Allah'n adandrd süvariler göreceksin.

Onlar, adarn dört nala koturarak, dokuz kat göklerden


geçeceklerdir.

O gün, dünya kirlerinden arnm ruhlar, tpk melekler gibi, "Elli

bin yl boyunca sürecek semâ mesafelerini bir günde alacaklar"


(Meâric, 4) Hak katna o gün yükselecekler. Ancak Hakk'n
melekleri bile ona yaklamada bir dereceden, Sidre'den öteye
geçemedikleri halde Hz. Muhammed (s.a.s.J'va bu dereceyi amas
gibi, ruhlarn mirac (ruhun yükselimi) da öylece daha ötelere olacak.
Allah velîlerinin bu yükselileri, semâ kadarnda derin titreyiler

uyandracak.

Ancak, ey bunlar düünmeyen, sizler, aaçtan ata binmi ve dizgin


tutuyorum diye kendi eteini tutmu çocuklar gibisiniz. Küçük
aklnz bir etek ucu; vehimlerle hayalleriniz birer tahta at gibidir.

Bir gün, dünya hayaü bitip de gözler gerçee açlnca kendi


ayaklarmz küheylân (gö:(ü sürmeli cins arap at) samp, nasl kendi
vücut atmzdan baka bir eye binmediimizi hayret ve dehede
göreceksiniz. Anlayacaksnz ki vehimleriniz, bâtl düünceleriniz,

Kemâlüddin Abdürrezzâk Kâânî Semerkandî, Te'vilât-t Ka^âmjye, çev. Ali


Rza Doksanyedi, M. Vehbi Gülolu (haz.), Ankara: Kadolu Matbaas, 1988,
c. 3, s. 14.
280

yanl duygu ve idrâkiniz, yine hep o aaçtan adar gibi, sizi ömür
boyu, nasl bir çocukluk yaptnza inandracak bir açklkla
karnza gelecek.

Neden o gönül ehilleri, o Hak yolcular bu dünyadan, bu dünya


lezzetierinin üzerinden kanadanm gibi geçerler? Çünkü onlarn
vücutiarn, kendi ayaklar deil, hakikat ilmi tar. Onlar ilimlerinin
küheylân üzerinde uçanlardr. Vücut ve nefis sahipleri ise, ilim

sandklar yüklerin altnda ezilenlerdir.

Ancak ilâhî bilginin yükünü çekmeyi biHr, onu tamamn kymetini


anlarsan, o zaman AUah sana bilmediin ilmi öredr. 'T<jm bildii ile

amel ederse Allah Teâlâ ona himediini de öretir. " (Hadîs-i erif) Bu öyle
bir kalp huzurudur ki senin üzerinden bütün ilimlerin yükünü ahr,

ömrünün bütün kötülükleri, çevrenin bütün çirkinlikleri iyiye ve


güzele çevrilir, kurtulmulardan olur, hakikate ularsn. Bu irfann
rahvan (rehâvetli, sarsmadan yürüyen at) atna bindiin gün, srtndan
mâsivâ (dünya ilgileri) yüklerinin ahndm ve uçacak kadar ruhtan ve
nurdan ibaret kaldm görürsün.'*^'*
Bineklerde görülen alâmetier (iaret) birer âyettir. Bu da
mezheplerdeki (bir dinin ubelerinden biri) ayrlklardan ileri gelir.

O bineklerin süvarilerinden bazlar o alâmedere hakkyla


tutunurlar, bazlar da çöllerde yol abrlar. Bunlardan yerinde
tutunanlar basiret (kalp gö^ ile hakikati görme) ve uhut (ahit olma,

Hakk' Hak ile görme) ehli kimselerdir. Çöllere düenler ise

hakikatten uzaklamlardr.'^^^

Bu iki yol arkada; Mecnûn ve deve birbirinin yolunu vurmaktadr. Onun


için, bedenden inmeyen ve onu yâni "ten devesi"ni terk etmeyen "ruh", yolunu

arr!

'^'*
Ken'an Rifâî, erhli Mesnevî-i erif, stanbul: Kubbealü Neriyaü, 2000, s. 505-
507.
485 Muhyiddîn bnü'l-Arabî, Fusûsu'l-hikem, çev. M. Nuri Gençosman, stanbul:
stanbul Kitapevi, 1981, s. 91.
EY insan
281

Senin ruhun, "arf'n yani Hakk'n ayrl ile yoksullua dü§müf, bedenin

dikenlereyani nefsân duygulara kapldndan bir dii deveye dönmütür!

Ruhun yücelere yükselmek için kanat çrpmada; bedense, pençeleri ile yere

sarlmakta, ondan ayrlmak istememektedir!

Ey doduu yeri ölürcesine seven, oraya yapp kalan deve (yani beden)! Sen

benimle bulundukça, ruhum gerçek sevgiliden, l^eyladan u^k kalyor!

Mûsâ kavminin yllarca Tih çölünde kald gibi, benim de seninle, bu hallerde

ömrüm geldi geçti.

Ey beden! Bu yol, Hakk a kavumaya, iki adm kadar yaknd. Fakat sen

araya girdin, beni arttn. Ben senin hile oltana takldm kaldm da, bu

yünden altmyldr sevgiliye kavuamadm!

Yol yaknd ama ben pek geç kaldm. Ey beden devesi; senin srtnda

dolamaktan usandm, bktm!

Sonunda Mecnûn (yani dertli ruh) ayrlk ateinde o kadar çok yand ki,

dayanamyorum diye kendini beden devesinin srtndan frlatt att.

O geni çöl Mecnun 'a dar geldii için bunald da, kendini talk bir yerde

deveden aa att.

Yiit Mecnûn kendini öyle h^a ve sertlikle tala att ki, bedeni adetâ etildi.

Kendini aa öyle bir atla att ki, A-llah 'in kabas ile aya da krld.

Ayan balad ve; "Top olurum da, onun çevgeni önündeyuvarlanr giderim.
"

dedi.

te bu yü^^dendir ki, söyleri yerinde ve gü^l olan hekim, korkarak beden

devesinden inemedi

Mevlâ'nn ak nasl olur da Eeylann akndan a^ olur; O'nun çevgeni

önünde top olup yuvarlanmak elbette iyidir!

Ey Hakk yolcusu! Sen top ol da, O'nun çevgeninin önünde sdk ile, candan

ballkla, vurula vurula, yuvarlanayuvarlana git!


282

Bu yolculuk Hakk sevgisinin çekip ile olur. O yolculuk ise, bi^m deve

srtnda gidicimizden ibarettir!

Bu çept bir yolculuk, bambaka bir yolculuktur; her kula nasip olma^ Bu
yolculuk; cinlerin çalnmalar ile de olma^ insanlarn çalnmalar ile de elde

edileme^

Bif^'m elimi^^de olmayan bu çekili§, herkesin çekijine ben^eme^ A.slnda bu


çekilip ve bu çekip A.hmed'in üstünlüü, O'nun çekicidir; O'nun lutfu ve

ihsândrf^''

'Ben Tann'nn indinde gecelerim. O beni yedirir ve içirir." buyurulduu


veçhile, senin için yemek yemek ve uyumak besininden baka bir

besin daha vardr. Sen bu dünyada o besini unutmu, bununla


megulsün. Gece gündüz vücûdunu maddi besinle besliyorsun.
Olsa olsa, bu vücut senin atndr ve bu dünya o atn ahrdr. Atn
yemi, binicinin yiyecei olamaz. Onun kendine göre uykusu,

yiyecei ve nimetleri vardr. Fakat, hayvanlk duygusu seni yenmi


olduundan ve atlarn ahrnda adarn ba ucunda kalm
bulunduundan, beka âleminin emirleri ve ahlarnn srasnda yerin

yoktur. Kalbin burada, fakat vücûdun seni yenmi olduu için


onun hükmü altna girmi ve onun esiri olarak kalmsn. Tpk

unun gibi: Mecnûn Leylâ'mn iline gitmek istediinde, ald banda


olduu müddetçe devesini o tarafa doru sürüyor, fakat Leylâ'nn

hayâline dalnca, kendini ve deveyi unutuyor. O srada deve,


köydeki yavrusunu hatrlayp gerisin geri gitmeye balad. Köye
ulat zaman Mecnûn da kendine geldi. ki günlük yolu geri

gitmilerdi. Böylece 3 ay yolda kald. Nihayet: "Bu deve benim


bamn belâs!" dedi ve feryâd ederek deveden adayp yola

dütü.'^^^

486 Mevlânâ, Mesnevi Tercümesi, tercüme: efik Can, stanbul: Ötüken Neriyat,
1999,c. 3-4, s. 497-498
"»^^
Mevlânâ, ¥ihi Mâ Fih, çev. Meliha Ülker Târkâhya, stanbul, Millî Eitim
Basmevi, 1985, s. 26-27
"

EY insan
283

Ruh, bir ilâhî nurdur ki ne bedene dâhildir ne de hâriçtir, ne biti-

iktir ne de ayrdr. Yalnz insan vücûdunda, biyolojik bir terkipten

(kan§m) husule gelmi bir canlhk vardr ki buna hayvani ruh


derler. te bu, ilâhî ruhun binei ve zarfdr. Hayvani ruh, bedenin
her köesinde sereyan (yaylma) eder.

Hakk'n iine ve cilvesine baknz ki ilâhî ruh, hayvani ruha âk


olduu için onu kendine binek ittihaz (kabul etti) etti. te o ilâhî ruh,

ne kadar güzellikler, ilim ve kemal varsa hep bu ruh vâstasyle


bedenden izhar etti."^^*^

(Manevî binekler insan mîrâca ta§r, maddî binekler ise esfel-i saflîne

(aalarn aas) iletir.) Resulullah Efendimizin ilk binei Burak idi.

Onu, Beyt-i Makdis'e (Mescid-i Aksa) kadar götürdü. kinci binekle

dünya semâsna kadar gitti. Bunun ad Üçüncü binek


IVIîrâc idi.

Meleklerin Kanad idi. Bununla ikinci semâya kadar gitti. Bundan


sonra da semâ yollar hep meleklerin kanadan üzerinde devam etti.

Taa yedinci semâya varana kadar. Yedinci semâdan sonra


dördüncü binein vazifesi balad. Ki bu da Cebrail (vahij melei) idi.

Onun kanatiaryla uçtu. Taa sidre-i müntehâya (beerî ilmin son


haddi) kadar onunla gitti. te burada Cebrail'in vazifesi bitmiti.
Olduu yerde kald. "Ya Resulullah, u anda buradan bir karnca
boyu öteye adm atsam derhal yanarm." dedi.

Cibril (Cebrail) yavaça ayrld; çkt oradan. Ve o anda ResuluDah


Efendimize yetmi bin hicap açld ki onlarn hepsi nurdand.
Bundan sonra beinci binek geldi. Bu, Refrefâi (Peygamberin sidre-i

müntehâdan sonra ü^rinde yükseldiiyayg). Ve yeil nurdand. Baüy ve


doujm dolduracak büyüklükteydi. Onunla Ar'a kadar gitti. efkat
refrefi ile Ar'a çkan Peygamber Efendimize melekût (gayb âlemi)

âlemi ve srlar aikâr oldu. Peygamber Efendimiz Ar'a emaneten


yan gözle bile bakmad. Onun yoluyla vahyolup gelen satrlarn bir
harfini bile okumad. Çünkü O: "Onun göî<^ü kaymad, §a§mad.
(Kur'ân 53:17) Emr-i ilâhîsine tabî idi.te bundan sonra Resulullah
Efendimize altnc binek takdim edildi. Ad Te'yid (dorulama) idi.

Kendisine bir nida (çarma) geldi: "te Sen, ite Rabb'in." Ama bu

Ken'an Rifâî, Sohbeder, stanbul, Kubbealü Neriyat, 2000, s. 277.


284

nidann sahibi görünmüyordu. Tahiyyat (Ettahiyyatü duas) bittikten

sonra melekler ehâdet ettiler. "Yakla Ya Muhammed!" hitab


geldi. "Sonra yaklat... tutundu." Vaktaki bu yaknlk iki yayn
birbirine intibak (uygun olmak, muvaffakat) gibi oldu, zaman ve
mekân kalmad. "Admn at yâ Muhammed!" nidas geldi.

Resulullah Efendimiz u niyazda bulundu: 'Y'a Rabbi, mekân ki

ortadan kalkt. Yer mefhumu (kavram) ki, silindi. Ayam nereye


basaym?"

Bunun üzerine u hitab ald: "Bir ayam dier ayamn üzerine


koy." Sonra u nida geldi: "Bak ya Muhammed!" Bakt zaman,
pek parlayan bir nur gördü. "Bu bir nur deildir. Firdevs (altna
cennet bahçesi) cennetidir. Ve sen yükseldikçe ayaklanmn altnda
kalacaktr. Ayaklanmn altnda kalan da sana fedadr." dendi.

Bu arada öyle bir nida geldi: "Yâ Muhammed, ayak bastn yer
mebde-i halkn (yaradlm§ halkn) vehminin bittii yerdi." Yani
bundan ötesini, onlar artk hayal dahi edemezler.

Daha sonra u hitap geldi: "Ya Muhammed, sen zamamn ve yerin


bulunduu yerde gezdiin zaman, Cibril delilin (klavu!^ tank)
olmutu, Burak ise binein. Ama, mekân ki ortadan silindi; yer ve
mesafeler ki ortadan kalkt; iki yayn misâli gibi kald... te bu anda
deUlin benim. Sana kapy açyorum, perdeyi senin için kaldryorum.
Çünkü sen, daha gayb âleminde iken beni gerçek bir îmanla birledin
ve tevhîd ettin. imdi de birle... Yani müahede ve âyân (âpkâr,
kerkesin bilebilecei ve görebilecei) âleminde yine tevhidime er. Biz seni
bir âhid, bir müjdeci ve bir korkumcu olarak yolladk."

Böylece Hakk' görecek ehâdet edecekti. âhid odur ki,

kendisinden ancak gördüü sorulur. Gayba, bilinmeyene ahitlik


olmaz. Cennet ve cehennem gösterildi. En sonunda yüce yükseli
vâki (gerçek) oldu ve Resulullah Efendimiz o yüce Hazret'e vard. Ve
ifahen görütü, konutu. Kuluna vahyedeceini vahyetti. (Necm, 10)

Ama onlar sr oldu, Allah ve Resulü arasnda!"*^^

'*^^
Muh\iddîn bnü'l-Arabî, eceretü'l Kevn-Üstün nsan, çev. Abdülkâdir Akçiçek,
stanbul: Bahar Yaynlan, 2000, s. 136.
EY insan
285

Bedeni ruha mat^har eden, gemiyi Nüh 'a Burak yapan.

Her veliyi Nüh ve kaptan bil, bu halkn sohbetini de tufan say.

Akln hududunu amak Cebrail'in durduu noktadan (sidre-i

müntehadan) öteye geçmektir.

Akün hududunu aacak noktaya varld akl, gönülle Cebrail gibim


konuur ve: "Ey can sultam!" der, "Sen de beni bu yerde terk et!
Benim hududum burasdr. Sen ise imdi ak refrefine bin! Ey ulu
süvari atn, Tann'ya ulama yollarmn yücelerine sür!"

Olacaksan, ayan ibâdet yolunda yoran gibi ol, ki sana Hakk'n


yollad Burak erisin; bu îman ve maneviyat burana binip gönül
âlemlerinde seyreylemen hakikat olsun.

-43-
Dilersek onlar garkederiz (batma)', o vakit onlara ne
feryatç (yardm isteyen) vardr, ne de onlar
kurtarlrlar.
'^e in ne§e' nurilâüm felâ sarîta lehüm ve lâ
lüm yünliazûn ''
*
E.ger dilesek onlan bogan^ da ne o nesiller için birferyatç, birferyad eden

bulunur, ne de onlar kurtarlr.

(Elmalk Hamdi Ya^r)

Dilesek onlan suda boan^ O ^aman ne onlarn imdadna ko§an olur, ne de

onlar kurtarlrlar. (Diyanet)

"^^0
Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Mesnevi, çev. Veled zbudak, Abdülbâkî Gölpnarh
(haz.), stanbul: Milli Eiüm Basmevi, 1991, c. 6, beyit. 2208,2225
'*^'
Ken'an Rifâî, erhli Mesnevt-i erif, stanbul: Kubbealü Neriyaü, 2000, s. 146-
147.
286

Kaza ve kaderden kurtulmak dalar kökünden kopartrcasna


için

hile ve tedbîr arayan kimseler de aln yazlarna boyun emek

zorunda kalmlardr. Bu aln yazs karsnda insann çahmas bir


vehimden ileri geçememitir. Neticede Tanrnn dilei neyse yine o
vâki olmutu.

Kyamet günü, aldandm anlama günüdür, dehet günüdür,


mazeret beyan için izin verilmeyecei ve hiç kimsenin
konuamayaca felâket günüdür, feryâd ü figân günüdür,
çocuklarn dehetten ihtiyarlaaca gündür, sarsnt günüdür,
musibet günüdür, dalarn yerlerinden sökülecei gündür. O öyle

bir gündür ki, kimse kimseye sahip olamaz. Emir ve hüküm o gün
yakuz Allah'ndr.
f^
(nfitâr, 19

Biliniz ki Allah Teâlâ her gün farkl bir durumdadr: Deitirir,


Bazlarn a'lâ-y
tebdil eder, indirir, kaldrr. illiyyine (cennette en

yüksek derece, Cenâh- Hakkk'n indinde en iyiler ve kâmillerin derecesi)

çkarr, bazlarm da esfel-i sâflîne batrr. lliyyine çkanlarn


korkusu esfel-i sâflîne dümektir. Ümitieri de o yüce makam
koruyup orada kalmaktr. Esfel-i sâflîne (sefillerin sefilleri, cehennemin

en a^a tahakasndakiler) düenlerin korkusu da orada ebedî


kalmaktr. Ümitleri de illiyyin makamna çkmaktr.
Efendiler!

Hak Teâlâ'nn kullar olan Evliya'dan istimdad ederseniz, yani


yardm isterseniz, sakn görülecek yardm onlarn verdiine
inanmaymz! Çünkü böyle bir itikad irke girer. Ne var ki, evliyalar
Cenâb- Hakkk'n muhabbetine mazhar olduklarndan, istenilecek
herey, onlarn yüzü suyu hürmetine, Cenâb- Hakk'dan istenir.
Çünkü verecek olan O'dur bakas deil...

492 erhli Mesnevî-i erif, stanbul: Kubbealt Neriyaü, 2000, 130.


Ken'an Rifâî, s.

493
Ahmed er Er-Rifâî, Marifet Yolu, haz. Prof. Dr. Kamil Ylmaz, stanbul,
Erkam Yaynlan, 1995, s. 102
494
Abdülkâdir Geylâni, Tasavvuf Yolu, çev. Doç. Dr. Abdülvehhab Öztürk,
stanbul: Sultan Ya}anevi, 2002, s. 59
EY insan
287

Hadîs-i erifte: "Nice to:^u toprakl kaplardan kovulan pejmürde insanlar


vardr ki, duâlan kabul edilir. Ettikleri jeminlerde Allah onlan muvaffak
klar. " te Allah bunlar sevdii için dilediklerini, onlarn yüzü suyu
hürmetine kabul eder.

Bütün bunlara ramen, onlarn Hakk'n izniyle baz tasarruflarda

bulunmalar mümkündür. Yaradbta baz tasarruflarda yine Allah'n


iznine bal olmak suretiyle bulunabilirler, (Kün fe yekûn) srrna
mazhar olarak (Kjin) derlerse izn-i ilâhîyle olur.

Görmüyor musun, Isâ (a.s.) Allah'n izniyle çamurdan ku yaratt,

ölüleri diriltti. Peygamber Efendimiz için hurma kütükleri bile

aladlar, ayrlna dayanamayarak... Cansz maddelerden bir çoklar


ona selâm verdi. Cenâb- Hakk, bir çok Peygamberlerde ayr ayr
icra ettii mucizeleri, peygamberimizde toplu hâlde birletirdi, yani

Peygamber . (s. a.s.) birçok Peygamberlerin gösterdii mucizeleri


göstermilerdir. Onun mucizesinin srlar, ümmetinin evliyalarnda
bile câri oldu. Bunlar evliya hakknda gelip geçici birer keramet
olmakla beraber, peygamberler hakknda sürekli mucizelerdir!

Olum! "Ya Rabbi! Senin merhametinle tevessül (hir §eyi vesile kabul
etme) ederim." dediin zaman, sanki eyh Mansur kulunun
vilâyetiyle senden sual ederim demisin! Dier evliyâ-i kiram da
böyledir. Çünkü vilâyet bir ihtisastr, AUah onu dilediine verir...

Öyleyse merhamet edicinin (Allah'n) kudretini merhamet edilene


(kula) vermek ve isnat etmekten sakn! Çünkü fiil, kuvvet ve kudret
yalnz Allah'a mahsustur. Vesile ise, O'nun velî kuluna özgü kld
rahmettir. Binâenaleyh gerektii zamanlarda, has kullarna ihsan
ettii rahmet ve muhabbetiyle O'na yaklamaya çal! Her fiilde

O'nu birle! O'nun vahdaniyet-i ilâhîyesini terennüm et! Aksi halde


gayret-i sübhâniyesinden korkulmahdr."*^^

Dünyada durumumuz büindii gibi pek yüz güldürücü deildir.


Sonumuz ölüp mezara girmekten ibaret olacaktr. Dünyada beka

^"^"^
Ahmed Rifâî, Vaa-:(lar., sad. H. Naim Erdoan, stanbul, Pamuk Yaynlar, s.

124-126
288

olsa binalar yklmaz! Öyleyse Mevlâ'ya yönelmek, Allah'tan baka


eylerden vazgeçmek gerekmektedir."^^*^

Tanr adam yani Tanr ile kendinden geçmi olan, her ne yaparsa

revadr (lâyk, uygun). Tanr için yaplan ilerde hatâ yoktur. O halde
O ne yaparsa dorudur.
Ulu Tanr isterse yaatr, isterse öldürür. Adilleri öldürüyor,
zâlimleri ihtiyarlayncaya kadar yaatyor.

Kâfirlerin memleketlerinde rahathk ve emniyet peyda ediyor;

Müslüman memleketierinde huzursuzluk, tehlike ve ktlk çkaryor.


Kâfirleri Müslümanlara galip ediyor; Müslümanlar, taat ehlini ve
sâlihleri de onlara esir ediyor. Haramiler ve hrszlar denizden gemi
ile selâmetten geçiriyor, muttakîleri ve Tanr'ya tapanlar batryor.
Zenginler, padiahlar, sahip olduklar mahn ve servetin

çokluundan dolay, bütün insanlar kendi iyâlleri yapm


besliyorlar. Tanr'dan binlerce niyaz ile bir erkek çocuk istiyorlar ve
bunun için bir çok kadn alyorlar, gene de istedikleri olmuyor.
Halbuki hayattan bezmi ve kendisini beslemekten âciz olan bir
fakire, kz veya olan bir yerine on be çocuk veriyor. Eer
Tanr'mn yapt bu ileri insanlar yapm olsayd, onu yakalar ve

parça parça ederlerdi. Nitekim Peygamberleri haksz yere


öldürdüler. (Al-ilmrân, 108)

Bunun gibi bütün iler Tanr'dan olur. Her kim bunlar ayrr ve
bunlara itiraz ederse kâfir olur."^"^^

Peygamberlere ve erenlere nefis ve beden ehli dümandr; çünkü onlar,

peygamberlerin, erenlerin cinsinden deildir; "iki :^t birle§me^'.

Peygamber'in ^mamndaki kâfirler gibi hani; O'na düî^enle, kötülükle

kasdetmijlerdi.

'^'^^
Ahmed Rifâî, Vaazlar, sad. H. Naim Erdoan, stanbul, Pamuk Yaynlar, s.

127
"^^^
Sultan Veled, Maarif, çev. Meliha Anbarcolu, Konya: Konya ve Mülhakati
Eski Eserleri Sevenler Dernei yayn, 2002, s. 47
EY insan
289

A.hmed-i Muhtar, onlarn düünceleri jü^nden Ebü Bekir ile maarada


gizlenmiti.

Mesih de çftlarn derdinden gibice gökkubbeye amt.

Firavun da Musaya kasdetmi§ti de Hak 'tan yardm görmemi suya garkolup


gitmiti.

Halil'i de Nemrud, atee dumana atmay kurmutu.

A.ma ate, ona gülle nesrine dönmütü; o dinsi^ Nemrut da bir sivrisinekle

kahrolup gitmiti.

Hûd'un, cömert Nuh'un toplumlar da, Tann'dan aî^ap ça gelip çatnca yok
olmulard.

Hepsi deyelle, suylayok oldu; çünkü çarplmaya, yere batmaya lâykt onlar.

O eri, o per- perian toplumlarn niyetleri kötüydü.

O yünden de belâ, döndü de onlarn balarna geldi; çünkü lâyktlar o kahra


o toplumlar.

Ondan dolay da kendi kendilerine klç vurdular, kanlan sel gibi akt.

Yoksa ne diye kendilerini kahredeceklerdi; ne diye kanlan rmak gibi

akacaktk

Kendisini öldüren, öfkelenip kendi boaî^n klçla kesen ahma kim


görmütür?

Ahmak, bakasn yaralyorum sanr; sonunda görür ki kendi cierini


^^^
yaralam

Toprak, su, ate ve hava bana ve sana göre cansz ve ölü görünür.
Fakat onlarn yalnz Hakk'n emrini duyan bir kula vardr. Tpk
bunun gibi ate, Hakk'n emrinde ve dâima tetiktedir. Hani Hak

"^^^
Sultan Veled, btidâ-nâme, çev. Abdülbâkî Gölpnarl, Konya: Konya ve
Mülhakat Eski Eserleri Sevenler Dernei yayn, 2001, s. 42
290

âklar nasl, ilâhî güzellik ne zaman görünecek? diye özleyerek,

durmakszn sevgilinin kapsn beklerse tpk bunun gibi ate de ne


zaman "yak!" emrini verecek diye Hakk'n irâdesini bekler. Bunun
için her ate herkesi yakmaz, fakat bir kere de yakt m, yaktn
kül etmeden brakmaz. Demiri taa çarpnca ate çktm bilirsin.

Dikkat et ki nefis tam yine nefsin demirine çarpmayasn. Çünkü


bu ikisinin çarpmasndan nice kadnla erkein birlemesinden
doan âsî çocuklar gibi, küfür, fitne ve fesat kvlcmlar çkp
ortab atee verir. Kald ki ta ve demir, böyle atelerin

domasnda ancak, görünen sebeplerdir. Sen onlara bakma her


lutfun ve her errin domasnda yegâne sebep yaratc olan Allah'
düün. Bütün zahir sebepler, bâtn sebeplerin emrinde olduu için,

eer Allah isterse her kuvvet kendi tabiat gereince tesirli olur.

Allah istemedii zaman ise tabiat yakmak olan ate bile bu tesirini

kaybeder.'^'

Tannm beni rahmet (merhamet) deni^ne daldrr, bakalm ne hünerle

doldurup geri gönderecek ?

Birisini ululuk nuruyla doldurur, öbürünü vehimlerle, hayallerle...

Kendimde bir rej, bir tedbir olsayd her yaptm, her giripiim is kendi

hükmümce olurdu.

Bu ifleri balayp fö^mek elimde deil, deil de yine de bu ululanmam, bu


^°°
kendimi beenmem nedir?

Ken 'an (Ht(. Nuh 'un olu) gibi hani. O da Nuh 'tan arland da koca dan
tepesine çkmaya kalkkt. Yortulmak için daa ne kadar kojtu trmandysa
kurtulutan o kadar u^klap.^^^

"^^9
Ken'an Rifâî, erhli Mesnevî-i erif., stanbul: Kubbealü Neriyaü, 2000, s. 117.
500 Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Mesnevi, çev. Veled zbudak, Abdülbâkî Gölpnarl
(haz.), stanbul: Milli Eitim Basmevi, 1991, c. 6, beyit 2322-2324, 2327.
5^^'
Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Mesnevi, çev. Veled zbudak, Abdülbâkî Gölpnarb
(haz.), stanbul: Millî Eitim Basmevi, 1991, c. 6, beyit. 2359-2360.
EY insan
291

Rj-h denitkrinde öyle kuvvetli dalgalar olur ki Nuh tufanndan yüklerce defa
daha üstündür.

Fakat Ken 'an 'in göî^ünde kl bitmitir de o jü^en Nüh 'u da brakmtr,
gemiyi de. Daa trmanmaya kalkijmpr.
Fakat derhal yanm bir dalga, da da aalklarn ta dibine atmktr,

Ken 'an ' da.

Baklarm Alah ak ile aydnlatmaktan uykuda kalm nice insan,

yannda, önünde dolat, elini eline dedirdii halde Tanr


erenlerini (velî) görmekten uzak ve âcizdir. Niceleri bu yüzden
onlarn hakîkî sevgiliyle olan yaknlklarn bilmez, sohbetierinden
ve musahabelerinden (sohbet, konuma) buna dâir bir koku
''*^'^
almazlar.

• Cenâb- Hakk, blise "Kendi elimle yarattm insana secde


etmekten seni alkoyan nedir?" diye sorduu zaman eytan dedi ki:

"Elbette ate topraktan üstündür. Ben ateten yaratldm. Adem ise

topraktan halk edildii için, atele topra kyas ederek o neticeye


vardm ki ben Adem'den üstünüm ve siyah bir topraa secde
edemem. Çünki asü olan nurdur. Fer' olan yâni asla nispetle ikinci

derecede olan karanlktr. Toprak karanhk olduuna göre nasl olur


da nur, karanla tâbi tutulur" demiti.

Cenâb- Hakkk'n buna kar buyruu öyle oldu ki: "Soya sopa
baklmaz, fazîledn (erdem) mihrab ilâhî emrin men ettiklerinden

kaçnanlar ve Allah'a tam bir gönül hulûsiyle (saflk) ibâdette


bulunanlardr."

Eer böyle manevî yüceliler yalmz soy sopla olsayd Nûh


Peygamber'in olu Ken'an inkarclardan olup yolunu armazd.
Yine bunlar bir nesep (nesil, soy) meselesi olup kalsayd, âsîler âsîsi

502 Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Mesnevi, çev. Veled zbudak, Abdülbâkî Gölpnarl
(haz.), stanbul: Millî Eitim Basmevi, 1991,c. 6, beyit. 2084-2086
^•^^
Ken'an Rifâî, erhli Mesnevî-i erif, stanbul: Kubbealt Neriyaü, 2000, s. 62.
292

Ebû Cehil'in olu, tam manâsyla inanm bir Müslüman


olamazd.^^"^

Neye beyhude (bokuna) emekler, neye bu say (çaba) ü emel

Gelir elbet bapna her ne ise hükm-i e:^l

Geçemedi mürg-i saadet (saadet ku§u) ele dünyada muhal

Çalprsn gece gündü^tutulur mu bu hayâl


Dedi "Li râhate Ji'd- dünyâ" (dünyada rahat yoktur) Habb-i Müteâl

(Allah 'in sevgilisi)

Buna karp ne gülünç, ne abes olma\ m makâl (sö^


Geçiyor cümle gelenle, yine bir bir gidiyor

Kimi devrân (dünya) bu cihetten (yön) aceb âî^âd (öî^ür brakma) ediyor

Deme geldim geleli çekmedeyim ben elemi

Gele bir gün ki tahassürle (hasret çekme) ararsn bu demi (an, ^aman)

Neler oldu, nat^ar et geçmie, bak sen rusüle

Ya Habib'ine (sevgilisine) Huda'nn (Allah'n) neler etti halele (yüf^üî^ler)

Düün evlâd- Kesül'e neler oldu ne hele


Aman Allah neyaman vak 'a-i dil-sû^ (gönülyakan hadise), ne çile

Nice mâsûm o gün al kanlara gark olmu idi


Bir içim su!, diyerek âhyanarak gitmi idi

Bakver onlara bir nefsine gör kymetini

Düün hem onlara nisbet ne imi himmetini (gayret)


Senin âh, of dediin çektiin âlâm ü cefâ (elemler)

Ufack katre (damla) deil mi buna kar acaba?


Idegör nefsine Ken'ân esefügamm ü keder (acma, keder)

Buna dünyâ dediler, böyle gelir böyle gider^^^

50-*
Ken'an Rifâî, erhli Mesnevî-i erif, stanbul: Kubbealt Neriyaü, 2000, s. 499-
500.
5'^-^
Ken'an Rifâî, llâhiyat- Ken'an, Yusuf Ömürlü ve Dinçer Dalklç (haz.),

stanbul: Kubbealt Neriyat, 1988, s. 10.


EY insan
293

-44-
Ancak bizden zamana kadar
bir rahmet, bir
yaatmak için baka.
''tllâ rahmeten minnâ ve metâan ilâhîn^'

*
A.ncak tarafm:(dan bir rahmet ve bir •:(cmana kadaryaatmak baka.
(Elmalk Hamd Ya^r)

A.ncak bi^m tarafmzdan bir rahmet ve belli bir flamana kadar dünyadan
faydalandrmam müstesnadr. (Diyanet)

Ancak biz merhametimizle bir zamana kadar yaatmak için

garketmedik (batrmadk), necat (kurtulu) verdik, kurtardk ki o vakti


frsat bilip ganimet saysnlar hilkatierindeki (yaradl) gaye olan
marifetin zevkini alsnlar, tevhid ü imam (tevhid ve îman) tadsnlar da

bu âlemde kemâle erip o âlemde visale (kavuma) ersinler diye. Ve


rahmetimizle tecellî ederek taraf- Sübhânîmizden (Allah'n Sübhân
ismi tarafndan) onlara bu hakîkatieri anlatc ve ta'lim (öretme) edilmi
Beirler (müjde getiren), Nezirler (korkutan)., Nebiler (peygamber).

Resuller (elçi) gönderdik.^°''

Cenâb- Hakk gayb perdesi arkasnda kalp kullarmn ümit ve


emeller peinde olmalarn ve bir ümit ile kendisine ibâdet
etmelerini ister. Ahiretin mânevi haz ve lezzetierini isteyenlerin ve
dünya zevk ve arzularmn peinde koanlarn ümit ve emelleri
Cenâb- Hakk'la aralarnda bir ba demektir.
Allah yalmz mü'minin (îman etmi) deil, akinin (e^lî kurtulutan
mahrum olan) hatta kâfirin de kendisinden bir ümîdi olsun ister. Ve
kimbilir, belki bir gün, henüz vücut ve dünya âleminde, nefsinin
esiri olarak uçuruma yürüyenlerden biri bir an için bile gafletten

uyamr da Allah'tan yardm ve iyilik dilerse, üphen olmasn ki Allah,

^*"^
emseddin Yeil, Füjû^^ât, stanbul: Yeü Yaynlar, 1984, c. 6, s. 251.
294

onu affedecek ve iyi kullar arasna almakta bir an bile tereddüt


etmeyecek kadar büyüktür.

nsan, gökten rahmet ve yerden yeillik bekledii gaybm bir gün bu


dileklerini yerine getireceine inand ölçüde AUah'a yakndr.^'^'^
Allah'a varma yolunda ruhun nefis ve vücut balarndan
kurtulabilmesi için ancak ezel (öncesi olmayan) ve ebed (sonu olmayan)

yolda olan Hak dosdarndan manevî yardm ve efaat istemesi


gerekir.

Atein brahim'i yakmay, tufann Nuh'a zarar vermeyii,


dalardan inen korkunç kayalarn yalnz Yahya'ya demeyii bir

tesadüf deildir. Bu âfetlerden kurtulanlar, esasen âfederin en


büyüü olan kendi nefislerinden kurtulmann srrna ermi olan
ruhlardr.

Demek ki sen dünya kirlerinden kurtulup Allah'n lutfuna sndn


zaman sen âfetlere deil, âfeder sana boyun eecekür.^°^

Fermannda "Sen olmasaydn gökleri yaratmadm" hadisi ya'^^h olan Zât,

öyle bir Zât'tr ki herkes, onun nimetlerine, onun n^k taksimine muhtaçtr.

Klklar da onun makini yemektedirler. Meyvalar da onun yamuruna karji


dudaklar kupkuru bir haldedir.

Senin gibi bir kötü, o makbul ruha e§ olmuj, Nuh'un nikâhndaki kâfir gibi
adetâ.

^uyurda mensup olmasaydn pmdi seni paramparça ederdim.

O Nûh 'u da senden halâs ederdim (kurtarrdm). Ben de ksasa urar §eyhin
yolunda ölmek erefiyleyücelirdim.

Fakat gamann padiahlar padiahnn evinde bu çejit küstahlkta


bulunamam.

5"''
Ken'an Rifâî, erhli Mesnevî-i erif, stanbul: Kubbealü Neriyaü, 2000, s. 532-
533.
5°^ Ken'an Rifâî, erhli Mesnevî-i erif, stanbul: Kubbealü Neriyaü, 2000, s. 260.
EY insan
295

Yürü, duâ et ki hu yurdun köpeisin. Yoksa §imdi yapacam yapardm


509
sana.

Peygamber Aleyhissalâtü vesselam buyurmutur: "Bana salât

getirini^ çünkü hana salât-ü selâm getirmek si^n için f^ekâttr (temizleyici)

Bana Allah 'tan vesile isteyini^ dediler ki: 'Vesile, Cennette en yüksek
derecedir. Bu dereceye ancak hir adam nail olahilecektir. istiyorum ki o adam
hen olaym. " bu hadiste una iaret vardr: Nasl ki âlim, örenci
olmadan öretmen olamazsa baba da ancak çocuk ile baba olursa,

mürid de ancak mürîd ile mürid olursa Resulullah (s.a.s.) da ancak


ona tevessül (hir §eyi vesile kahul etme) edenlere vesile olur. insanlar
O'nun eriatna ittibâ (ilenden yürümek) edip O'nun ahlakyla
huylanmak suretiyle O'na tevessül etmi olurlar. eriatna girmeyen
kimse hakknda Resûl-i Ekrem vesile olmaz. Peygamber
Aleyhisselâmn "Allah'tan benim için vesile isteyiniz" sözü
kendisine itaade emirdir. Ta ki o zât- Risâlet penâh'n (H^
Muhammed) o adam hakknda vesîlelii tahakkuk etsin. Yüce
Allah'n 'T)orusu Allah ve melekleri peygamhere salât ederler. Ey iman
edenler O'na salât ve selâm edinip" (Ahzab, 56) sözü de böyledir.
Dediler ki Allah'n salâtndan maksat rahmettir. Melâikenin salât
istifardr (tövhe). Mü'minlerin salât duadr. Duadan maksat da
O'na vesile istemektir. Ayette duâ mutlaktr. Hadis onu
kaytiamtr. O'na vesile istemekten maksat da ümmetinin
çoalmasna duâ etmek, Hak kelimesinin ilâsna (yüceltme) ve ehl-i

îmann salâh- hâlinin artmasna ve nefsinin slâhna duâ etmektir.

Tâ ki Resûl-i Ekrem'in vesîlelii bütün halka âmil (içine alan) olsun


ve kendisine de hesapsz ecir (manevî karglk, sevap) hâsl olsun.
Çünkü O, buyurmutur: "B/r kimse iyi hir âdet koyarsa onun için

sünnetin (âdetin) ecri (karglk, mükâfat) ve onu inleyenlerin ecrinden de hir

§ey eksilme^ " bundan anlald ki Allah'n rahmeti Hz. Peygambere


hem vastasz, hem de vâsta ile (vesile ile) iner. Vastasz nazil olan

^^^ Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Mesnevi, çev. Veled zbudak, Abdülbâkî Gölpnarb
(haz.), stanbul: Milli Eitim Basmevi, 1991, c. 6, beyit. 2103, 2107, 2110,
2114.
296

(inen) ey nasl külliyen (bütünüyle) nazil oluyor idiyse vâsta ile nazil

olann da icmâlen (özetleyerek) inmesini istedi ki icmal tafsile (bir §eyi

bütün ayrntlar ile açklama) mutabk (uygun) olsun. Artk sen anla,^^^

Kurdun devri (jimdi), Yûsuf kuyunun dibinde. Kptîlerin nöbeti. Firavun

pâdiâh jimdi. Bu suretle de herkese lüî^ümlu, lüt^ümsu^ gülüp duran ve

kimseden esirgenmeyen n:^ktan §u köpekler de bir kaç gün nt^klansmlar

hisselerini alsnlar bakalm.

"Gelin " buyruu verilinceye kadar aslanlar orman içinde beklemedeler.

Bu emir geldi mi o aslanlaryayldklar yerden çkarlar. Tann hicapsi^ olarak

yaylacaklar, geçinecekleri yeri gösterir.

• Bütün kaplar yüzüne kapand zaman, sen yine de, Fettâh olan
Allah'tan bir kapmn açlmasm bekle. Esasen, kullar her ne zaman
bir yolu kapadklarnda Allah onu mudaka açar. Bunu
rubûbiyeünin bir icâb olarak münferiden yapar. Ulûhiyetinin izzeti

olarak yapar. Allah'n rubûbiyetinde tek, ulûhiyetinde de izzet


sahibi oluu, kullarn kapad bir yolu açmay gerektirir. "Öyle ise,

O 'nun rahmetinden ümidini kesme. Yardmndan yeise dü§me. Sana A.llah 'a
yönelmek gerek. Hakîkî bir dost, velî, sahip olarak Allah kâfidir. " (Nîsa,
'''
45)

Niyâzî-yi Msrî, irfan Sofralar, çev. Süleyman Ate, stanbul: Yeni Ufuldar
Neriyaü, s.110-111.
5" Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Mesnevi, çev. Veled zbudak, Abdülbâkî Gölpnarl
(haz.), stanbul: Millî Eitim Basmevi, 1991,c. 6, beyit. 1871-1874

^'2 Ahmed er Er-Rifâî, Hak Yolcusunun Düsturlar, çev. Yaman Ankan, stanbul:
Erkam Yaynlar, 1985, s. 96
EY insan
297

-45-
Onlara: "Önünüzdekilerden, arkanzdakilerden
kofunun, Rahmete âyân olasnz." denildiinde,
^*Ve izâ kîle lehümü't-tekû mâ beyne eydîküm ve mâ
halfeküm le^allekümt türhamûn"
*
Durum böyle iken onlara: "Onünü^ekinden de arkam^dakinden de korkun
ki si^ rahmet edilsin. " denildii î^aman,

(Elmalk Hamdi Ya^r)

Onlarayapmakta olduunu^ ve yapp arkada braktn:^ idlerde Allah 'tan


korkun; umulur ki siî^e merhamet olunur denildiinde (aldrmaklar). (Diyanet)

Bursevî Tefsiri: Uyar yoluyla "Onlara" Mekke'li inkarclara:


"Geçmiinizden ve geleceinizden saknn!" yani peygamberlerini
yalanc sayan geçmi ümmedere inen azaptan korkun; îman
etmemeniz hâlinde benzer azabn banza gelmesinden ve helak
edilmenizden sonra âhirettte sizin için hazrlanan azaptan saknn.

Ya da mânâ öyledir: "Önünüzde bulunan âhiretteki durumlardan


korkun, ona göre amel edin; geride brakmakta olduunuz
dünyadan da saknn ve ona aldanmayn." böylece Allah Teâlâ
inkarclar iki eyle korkutmu; bunlardan biri geçmi ümmetlerin
bana gelen felâketler; ikincisi ise âhiret azabdr.

"Belki acnrsnz." acnmanz umarak böyle yapnz, ya da açmasnz


da bu kötü durumdan kurtulasnz diye böyle yapnz, ki kurtulu,
ancak Allah'n rahmeti sayesinde mümkündür- "dendii zaman..."
öütten yüz çevirirler, daha fazla büyüklük taslarlar ve inat ederler.
Ardndan gelen âyet-i kerîme de bu durumu vurgulamaktadr.^'^

5'^ smail Hakk Bursevî, Kühu'l-Beyân Tefsiri, stanbul: Damla Yaynevi, 2004, c.

7, s. 65-66.
298

• Kââni Tefsiri: Sizden evvel geçen atalarnza da "Önünüzdeki


en bü)aik kyamet ve arkanzdaki en küçük kyamet hallerinden
saknnz ki, belki o suretle merhamet olunursunuz." denildii vakit

onlar da sizin gibi Hak'tan ve Hakk' kabulden yüz çevirdiler.

Birincisi Fenâfllah ile Hak cihetinden, ikincisi de bedenî hayattan

uzak durma ve kurtulu ile nefis cihetinden hâsl olduundan (mâ


beyne eydîküm) en büyük kyamet (ve mâ halfeküm) en küçük kyamet
ile te'vîl olunmutur. Bu âyetlerde zikrolunan iki sesleniin/

sayhann birincisi, balangcn vukuu ve kuvvetlerin cümlesinin


birdenbire mahalli kararlarndan inziâc (yerinden kopma, sökülme)

sebebiyle ilk üfürmeden uyan hâsl etmektir, ikincisi de sayhann


vukuu ve kuvvetlerin birdenbire uyan ve mahallerinden yayl
ile ikinci üfürmeden uyan hâsl etmektir. Cesetler de kabirleri olan
bedenlerdir.^

Saknma korkunun sonucudur. Bir eyden saknp tedbirini alan

kimsenin aleyhine olarak o eyden bir zarar gelmez. Kiinin bana


gelen felâketlerin çou emin olduu taraftan gelir. Genellikle

kendisi açsndan emin olduu taraftan felâkete urar. O halde akl

sahibi bir kimse, emin klnd taraftan baka bir taraftan emin
olmamaldr. Çünkü Allah'n, önünden ve arkasndan bâtl

bulamayan sözü dorudur ve Allah doruyu söyler. Dolaysyla bu


bir sakndrmadr. Kader de yaver giderse alnan tedbîr faydal olur.

Çünkü "çok saknma kaderden kurtaramaz" denilmitir. Ama bu


saknmann da kaderin bir parças olmas baka. Bu takdirde tedbîr

ve saknma insan felâketten kurtarr.

Saknmann en son noktas saknmaktan saknma içindedir, onun


dayanak edinilmesidir. Allah'n bize yönelik rahmetinin bir

göstergesi bizi kendisinden sakndrmasdr. Saknmann bundan


daha aç ve vurgulusu da olmaz. Ulu Allah öyle buyuruyor:

Kemâlüddin Abdürrezzâk Kâânî Semerkandî, Te'vilât- Kâfâmjje, çev. Ali


Rza Doksanyedi, M. Vehbi Gülolu (haz.), Ankara: Kadolu Matbaas, 1988,
c. 3, s. 14.
EY insan
299

"Allah, kendisine kar§ si^ sakndrr. Allah kullarna karji çok

efkatlidir" (Âl-i mrân, 30) Bizi kendisinden sakndrm olmas


efkatinin bir ifadesidir.

Saknma yolculuu kiiyi maddî olandan mâkul olana, nimetten

azaba, gizlilikten açkla, ölümden olula kâim ve âleme ilikin

bilgimizin neticesi olan hayâta çkarr. Bu da insanî varoluu bilmeyi


dourur, cisimüi itibariyle insamn nereden sudur ettiini (sâdr olma,
meydana çkma, olma) öretir. Geriye dönük veya ufka doru olmayan
dorusal hareketi Eer bu ikisini de bilirse kukusuz tâbiiyet
bildirir.

itibariyle olur. Ayrca bakasna kar artm ve inceliini gerektiren

her makam da bilir. Gördüü ve kendisine gelen her eyde bir


basirete sahip olur.

Eer Allah olmasayd makam bilinmezdi. Arka ve ön de olmazd.


Çünkü biz Allah ile var olduk. Ona çarldk ve O'na
döndürüldük. "Dikkat edin bütün i§ler sonunda Allah'a döner. " (uarâ,

53) Allah beni korku makamna yerletirince, gölgeme bakmaktan


korkar oldum, onun beni Allah'tan alkoyan bir perde olmasndan
endie ediyorum. Gölge için geçerli olan bu durum her ey için de
geçerlidir. Çünkü insan mutiulukla müjdelense bile dünya güven

yurdu deildir.

RahmetüM-Vücûbiyye: Takva ve iyilik sahiplerine özgü rahmet.

AUah, yapmak zorunda olduu için deil, keremi ve ihsâmyla onlara


merhamet edeceini üzerine vacip klmtr, ^^enim rahmetim herzeyi

kuatmtr." (A'râf, 156) âyeti de geni- itminan (emin olma, iç hu^ru)


rahmetine iarettir. "Ben onu takva (insann kendisini Allah'tan

u^kla§tran eylerden u^ak durmas) sahiplerine yazacam." âyeti vacip

^'^ Muh^addîn bnü'l-Arabî, Risaleler, çev. Vahdettin nce, stanbul: Kitsan


Yaynlar, c. 3, s. 315-317.
Muhyiddîn bnü'l-Arabî Risaleler, çev. Vahdettin nce, stanbul: Kitsan
Yaynlar, c. 3, s. 313.
300

rahmete; ''Benim rahmetim ihsan sahiplerine yakndr." (Araf, 56) âyeti

de, bu rahmete iaret eder.^^^

Dalâlet sahrasnda kahp inad edenlere: "Kulluk gerdanln


atma}an, zirve-i tevhide giden selâmet caddesinden çkmaza
sapmayn, önlerinizde ve arkalarnzda bulunan âfetlerden hazer
edin (saknma, çekinme)., Hakk' sayn da merhamet olunasmz." diye
resullerimiz lisanyla söylenildii zaman, onlar istihza (biriyle ince ince

alay etme) ederek yüz çevirdiler.^^^

içinle cem tarafnda, dnla fark tarafnda olmaksn. Vahdet üe


kesretten, kesret üe vahdetten perdelenmemeli, kullukla marifet

arasn bulmaksn ki tehlikelerden kurtulasn.

Sûfîler dilindeki cem' (Hakk halks^ temâ§â etme), tefrika (fark) ve


cem'u'l-cem'in (sâlikin ne kendini ne halk görmesi, yalnza hakikat
sultann görmesi) mânâs udur: Tefrika (ayrlk, halk ve Hakk'
birbirinden ayrt eder durumda olma), sana nisbet edilendir: Cem',
senden soyulup alnandr. Bu, u demekdr: Yani kulun, kulluk
vazifelerine, beeriyet icaplarna göre yapt ameller tefrikadr. Hak
tarafndan ona gelen mânâlar, lutûf ve ihsan ise cem'dir. Her ikisi de
kula lâzmdr. Çünkü tefrikas olmayan kimsenin kulluu olmaz.
Kulun "Ancak sana ibadet ederiz." sözü, kulluu göstermek
sûredyle tefrikay isbattr. "Ancak senden yardm dileriz." sözü de
cem'i istemedir. Tefrika, irâdenin balangc, cem' sonudur. Cem'ü'l-
cem' daha tam ve daha yüksek bir makamdr. Cem', eyay Allah ile
beraber görmek, kuvvet ve kudretin Allah'a aid olduunu bilmektir.
Cem'u'1-cem' ise tamamen helak olmak ve Allah'tan baka her
eyden fena bulmaktr ki bu, ahâdiyyet mertebesidir. Çalp
mücâdele etmelisin. Nerede ve ne zaman olursa olsun, yemede,
içmede, konumada, susmada, gidip gelmede, hareket ve sükûnda
her an O'ndan bo kalmamalsn. Bunun için: "Sufi ibnu'1-vakt
(vaktin olu) olmal" denilmi. Yan vaktini kaybetmemeli, geçene
üzülerek, gelecei düünerek imdiki vaktini zâyî etmemelisin.

5^^ Kemâlüddin Abdürrezzâk Kâânî Semerkandî, Te'ilât- KJâniyye, çev. Ali


Rza Doksanyedi, M. Vehbi Gülolu (haz.), Ankara: Kadolu Matbaas, 1988,
c. 3, s. 264.
5^^ emseddin Yeil, Füjû^ât, stanbul: Yeil Yaynlar, 1984, c. 6, s. 251.
EY insan
301

Çünkü gelecei düünmek ihtirastr. Vaktini o vakitte kendine


gerekli olan teveccühte (dorulma, yönelme), kalbi tasfiyede (saflatrma,
^^'^
temizleme) ve tefekkürde (derin düünme) geçirmelisin.

nsan, durmakszn, geçmi günlerinin hatâlarn düünür, eski

günahlarnn yükü altnda ezildiini hissederse, bu; onun henüz


vücuttan kurmlmam olduu mânâsndadr.
Maziye yanp yaklmak, yahut gelecein maddî, manevî hesaplarn
düünmek, kendini Allah'a götüren yolda vakit kaybetmektir.
Vahdet yolunun yolcular, kendilerini seksiz üphesiz Allah'a adam
olanlardr. Böyleleri hattâ tövbe etmekten bile tövbe edecek kadar
mazi ve gelecek hesaplarnn üstüne yükselmilerdir.

Bunun içindir ki Hz. Ömer, ihtiyar çalgcya bir öüt vermek


lüzumunu hissetti. Ona "Senin bu alaylarn hâlâ dünya ve vücut
kayglarna uyank olduunu ve hâlâ dünya bazlarndan, onun
muhasebe ve endielerinden kurtulamadn gösterir. Vücuttan fânî

olmann ve nefisten kurtulmann iarederi bunlar deildir. Fânilik o

rütbedir ki o rütbeye erenlerde artk geçmi, gelecek, korku ve yeis


(iddetli H':^ntü) yoktur." dedi ve sözlerine öyle devam etti: "Senin
yürüdüün yol, fânilie ulamamn amaz yolu deildir. Bu yolda
dünya ve vücut cazibelerinden hatta günah kaydndan bile

kurtulmak gerekir. Efendimizin buyurduklar gibi, "Vücut öyle bir


günahtr ki hiç bir günah onunla ölçülmez.' Ksaca, geçmii
hatrlamakta ayklk hâli vardr. Mazi ve istikbâl, kulu Allah'tan
ayran bir perdedir. Gerçekten ermilerin ise, umurunda geçmi yok,
gelecek yok, yalnz Allah vardr.

Maziyi de istikbâli de atee ver, kül olsunlar. Geçmi diye, gelecek

diye kam gibi boum boum olmakta ne fayda var? Kald ki

kamtan yaplan ney 'in eer boumlar tkalysa, o artk dudan


srda olamaz. Üfleyileri ses veremez. Bu boumlar, kam içinde
perdelerdir. Eer insan vücûdunu da bir ney tasavvur edersen, onun
içindeki perdeler de geçmi, gelecek endieleri, zaman ve mekân

5'^ Niyâzî-yi Msrî, rfan Sofralan, çev. Süleyman Ate, stanbul: Yeni Ufuklar
Neriyaû, s. \ll-\Tb.
302

balan, ksaca dünya heves ve alâkalardr. Vücut böyle kam gibi

perdeli kaldkça ruh bu perdelerden kurtulup ilâhî srlara

kanatianacak yolu bulamaz.

Sen durmakszn kendi vücûdunu düünür, adetâ kendi vücûdunun


etrafnda tavaf edip durursan, nasl Hakk'n tavafnda olursun?
Allah' arama yolunda gayret eden kii, bu maksattan baka her
eyini ve bilhassa kendi kendini terk edecektir. nsanlk rütbesini
kazanm bir ruh için Allah'ta fâni olmann tek art budur.

nsan, nefis kaytlarna bal kaldkça; durmakszn kendi varlm,


kendi ilerini, bazlarm hatta sevaplarm ve günahlarm düünüp,
benlik ve ikilikten kurtulmazsa, bu tpk Kabe'yi tavaf ederken
Allah'n evi çevresinde deil de, kendi evi etrafnda dolayormu
gibi hep evinin eksiklerini düünen insana benzer.

Kabe'yi tavaf edenler, kendi elbiselerinden soyunup, ihrama


bürünürler. Tpk bunun gibi âklarn da ilâhî güzelliin ve ilâhî

varln etrafndaki tavâflarmn makbul olabilmesi için vücut ve


nefis elbiselerinden soyunup Allah'ta fânilik ihramm giyinmeleri

lâzmdr."''^

Kalb, muhabbet-i ehevât- dünyevîyyeden (dünya ehvetlerine

muhabbet) fari (va^eçtigi) olduu vakit, billur gibi olup, önünü


arkasm görür.^'^^

• Kalb salâh bulursa mehbît-i vahy (vahyin indiiyer) ve esrar ve envar


(pklar) ve melâike olur. Fâsid (bo:(uk) olursa, mehbît-i zulm (^ulüm
yeri) ve eyâtin (eytanlar) olur. Kalb salâh bulursa, arkanda ve
önünde olan sana haber verir ve mühim olan eyleri ta'lîm ederek

seni ikâz eder; ve eer fâsid olursa, sana bâtl eyler söyler ve rüd
ve saadetini izâle eder.^"^"

5-" Ken'an Rifâî, erhliMesnevî-i erif, stanbul: Kubbealü Neriyat, 2000, s. 319.
^-' Ken'an Rifâî'nin Ahmet er-Rifâî hakkndaki notlarndan, s. 58
522 Ken'an Rifâî'nin Ahmet er-Rifâî hakkndaki nodarndan, s. 51
"

EY insan
303

Cehennem ehli dört ksma ayrlr. Bunlardan bir grup Firavun gibi
rab olduunu iddia edip Allah'n Rabln reddederek Allah'a kar
büyüklenenlerdir. Firavun öyle demiti: "Ej topluluk! Benden ba^ka

bir ilâhmn olduunu bilmiyorum." Bir keresinde ise, öyle demiti:


"Ben siî^n en büyük rabbini^m.'''' Burada, gökte kendisinden baka
ilâh olmadn kasteder. Nemrut ve dierleri de böyledir.

ikinci grup, Allah'a ortak koan kimselerdir. Onlar, Allah ile birlikte

baka ilâhlar da kabul eder ve öyle derler: "-B/^ onlara, sadece bi^i

A.llah'a jaklaptrsnlar diye ibadet ediyoruî^" Bir keresinde ise öyle


demilerdir: "(Peygamber) ilâhlar tek bir ilâh yapyor. Bu tuhaf bir i§tir.

Üçüncü grup ise, ateistlerdir. Onlar, ilâh bütünüyle reddedenlerdir.


Böylece onlar, âlem için veya âlemden bir ilâhn varln kabul etmez.

Dördüncü grup münafklardr (ikiyüzlü, içi bajka dip bajka). Onlar,


üzerlerindeki bask nedeniyle Müslüman olduklarm gösteren söz
konusu üç gruptan biridir. Bu bask nedeniyle, canlar, mallar ve

nesilleri hakknda korku duyarlar. Onlar içlerinden ise bu üç


gruptan birinin inancna sahiptir.

Bu dört snf, cehennemlik olan ve oradan çkmayacak olan cin ve

insan topluluklardr. Bunlarn saysmn dört olmasmn nedeni,


âyette blis 'in önümüzden, ardmzdan, samzdan ve solumuzdan
bize geleceini bildirmesidir. blis, ortak koana önünden gelir.

Ateiste ardndan, kibirliye sandan, iki yüzlüye ise solundan gelir.

Sol, münafk bu gruplarn en zayfdr.


en zayf yöndür. Çünkü
Kibirliye ise sandan yeridir. Çünkü kibirli,
gelir. Sa, gücün
kendisinde bulduu gücü nedeniyle büyüklenir. Mürike ise
önünden gelir. Çünkü ön, görü yönüdür. Böylece gören kimse
Allah'n varhm kabul eder ve O'nu inkâr edemez. blis ise, onun
Allah'a ortak komasm salar. Ateiste ise arkasndan gelir. Çünkü
arka, bakma yönü deildir. Ona öyle der: ''Hiç bir jey yoktur.'' Baka
bir ifâdeyle ilâh diye bir ey yoktur.^^^

52^ Muhyiddîn bnü'l-Arabî, Fütuhât- Mekkiye, çev. Ekrem Demirli, stanbul:


Litera Yaynclk, 2006, c. 2, s. 4U-4\3.
304

-46-
Kendilerine rablannn âyetlerinden herhangi bir âyet
de gelse mutlaka yüz çevirirler.

*^e mâ te'tîhim tnin âyetin min âyâd rabbihitn illâ


kânû anhâ muindin''
*
Ve kendilerine Rablerinin âyetlerinden herhangi bir âyet geldii t^aman

mutlaka ondan jüî^ çevirirler. (Elmalk Hamdi Ya^r)

Onlara Rablerinin ayetlerinden bir ayet gelmejedursun, ille de ondanjüî^

çevirmilerdir. (Diyanet)

Kendilerine hikmet ve adaletimizi beyân, kudret ve azametimizi

ilân eden Rablerinin âyetierinden bir âyet nazil olsun da onlar tekzib
(yalanlama) ve istihza (ince ince alay etme) ile yüz çevirmesinler oknaz.
^"^"^
Onlara hangi âyetimiz nazil olmusa mutlaka yüz çevirmilerdir.

Söz söylemek tasdik edilmek içindir. Tanr'ya irk koan can,

doruya inanmaz! Felein abes eylerine bölünmü olan can, altm


sevda ortasnda müterek bir hâle gelmitir. Artk böyle kiiye bir

ey söylenemez, ona kar susmak daha iyidir. Çünkü ahmaklara


verilecek cevap, sükûttur.^"^

itikatl bir müslümana: Allah böyle buyuruyor, ResuluUah öyle


buyuruyor, diyecek olsan, derhal tasdik eder. Halbuki zanlarna
göre kendilerinin bilgili, âlim ve hakikatlere âinâ olduklarn

^^* emseddin Yeil, Füyü^ât, stanbul: Yeü Yaynlar, 1984, c. 6, s. 251.


Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Veled l2budak, Abdülbâkî
Mesnevi, çev. (

(haz.), stanbul: Millî Eitim Basmevi, 1991, c. 4, beyit. 3295-3297


EY insan
305

farzeden ve hayal peinde koan kimselere âyet ve hadis ile kar


1 526
çkamazsn.

Isâ {a.s.J^\ bilmez misin? Yahudiler önce Isâ muhakkak Mûsâ'mn


erîatina bir ey ilâve etmez zannettikleri için O'na îmân ettiler

ancak Isâ (a.s.), resul olmak sfatyla Mûsâ'mn eriatna baz


hükümler ilâve etmek ve yahut baz hükümleri deitirmek yoluna
gidince buna tahammül edemediler. Çünkü onlarn itikadlarna
aykr geldi. in iç yüzünü bilmediler. Bu yüzden Isâ'mn katlini

istediler.

Hz. Muhammed {s.a.s.JdiÇ.n önce gelen nebilerin getirdii erîatten


bugün devam eden hükümler vardr. Biz o hükümleri yerinde
tutmakla peygamberimizden önce gelen Resullerin erîatierine deil
ancak onlarn Peygamberimiz tarafndan kabul edilmi olmas
bakmndan yine Peygamberimizin erîatine uymu olduk.^^^

Senden itikadn sorulduunda, seni O'nun azabndan kim korur,


O'nun ateinin alevinden seni kim kurtarr? Çünkü sen, bu
itikadnla melekût-i ilâhîyi ibtâl (Jesh etme) ve inkâr ile kudret-i
ilâhiye acz isnâd ettin. Hikmet-i ilâhîyi bilemeyerek âyât-
Rabbâniyeyi (Rabb'in âyetleri) düünmedin. Hattâ onlarla istihzaya

(ince alay) yeltendin. Gayb'a inanmadn gibi ilminin ihata

edemedii (kapsamak) eyi yalanlamaya kalktn. Eyamn


hakikatlerine naks (eksik) ilmin ve çarpk düüncelerinle vâkf
olmaya çaltn.

"Onlar, ilmini kavrayamadklar ve henüî^ yorumu da kendilerine

bildirilmemi olan jeyi yalanladlar. Onlardan öncekiler de böylece

yalanlamlard. " (Yûnus, 39)

Senin gözlerin ecsâm (beden, cisim) ile perdeli ve ecsâmn


yaratcsndan gaflettesin. Nitekim cisimleri görünce bunda zâid
(sonradan eklenen, artk) bir vücûd bulunduunu inkâra kalkanlar da
vardr. Böyleleri, cisimlerin O'nun varlyla zahir olduu renk ve

^26 Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul, Kubbealû Neriyaü, 2000, s. 522.


^^''
Muhyiddîn bnü'l-Arabî, Fusüsu'l-hikem, çev. M. Nuri Gençosman, stanbul:
istanbul Kitapevi, 1981, s. 154-155.
306

ekillerin o sayede ortaya çkt görülmeyen gerçek vücûdu, inkâr


ederler. Çünkü varln sebebi olan "Nûr"un ilminden habersiz
bulunuyorlar. Cisimler arasnda görünmeyiinin iddet-i
zuhurundan, bakanlarn gözlerinden nurunun ziyâdelii sebebiyle
gizlendiini kavrayamyorlar.

Onlar, izhâr (ortaya çkarma) eden Nur (^k) ile ortaya çkan cisim
arasndaki fark, nur göz önünden zail (kalc olmayan) olup zulmet
(karanlk) çöktükten, ekil ve renkler görünmez olduktan sonra
görmüyorlar m? Bunu görebilseler inkârlar mümkün olmad gibi
^"^
tekzibleri (yalanlama) de mümkün olmaz.

Eer kitap sahibi, bütün kitaplara inanan biriyse ebediyen sapmaz.


Ama baz kitaplara inanan, bazsn da inkâr eden biriyse, o, gerçek
kâfirdir."''"^

Eer cannn aklnn tereddütte kalmamasn istiyorsan, bu cehalet


ve gaflet pamuunu can kulana tkama. Tâ ki Hakk'n
muammalarn (sr) anlayasn, gizli ve aikâr srlarn kavrayasm! O
zaman senin can kulan vahiy mahalli olur. Vahiy nedir? Be
duygunun eriemeyecei söz!^^"

Afâktaki (insann kendi nefsi dndaki göî^le görülen varlk âlemi) âyetler
ve eserler, insann içinde olanlar bilmek ve göstermek içindir.

Alemde Cenâb- Hakkk'n ne kadar tecellî etmi âyet ve eseri varsa


^^^
bunlarn cümlesi insann nefsinde toplanmtr. Görünen ne
varsa, hepsi âyeder aynasdr. Cümlesine her dem saffet (saflk) ve
ihlas üe bakmak yani Hak nazaryla bakmak gerekir,

Cenâb- Hakkk'tan yüz çevirip O'ndan bakasyla megul olan


mâsivâya (dünya ilgileri) yönelmi olur. Zulmâtn (karanlk) bazs
bazsndan daha baskndr. Mâsivâya yönelenin yüzü, Hakk'tan

^2« Ahmed er-Rifâî, Marifet Yolu, Doç. Dr. H. Kâmil Ylmaz (haz.), stanbul:
ErkamYaynchk, 1995, s. 171-172.
^^
Muhyiddîn bnü'l-Arabî, Risaleler, çev. Vahdettin nce, stanbul: Kitsan
Yaynlar, c. 1, s. 45.
550 Ken'an Rifâî, erhli Mesnevî-i erif, stanbul: Kubbealü Neriyati, 2000, s. 198.
531 stanbul, Kubbealü Neriyat, 2000,
Ken'an Rifâî, Sohbetler, s. 82.
532 Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul, Kubbealü Neriyaü, 2000, s. 651.
EY insan
307

dönmü ve }nLz çevirdii kadar çarplmtr. Eer }aiz çevirmesi göz


açp kapayncaj^a kadarsa gözü ala olur. Daha fazla olacak olursa
a olur. Eer bir ildfat eklinde olursa çenesi çarplmcasna olur.
ayet yüz çevirip geri dönmesi daha fazla olursa arkaya doru
koarcasna çehresi döner ve amel defteri arkasndan verilenlerden
olur. Bunlar Allah' unutanlardr. Allah da onlar unutur ve onlara
kendilerini unutturur.

Hz. Musa'nn zamamnda adam Hz. Musa'ya gelerek demi ki:


bir

"Ya Mûsâ, senin söylediklerini yapmazsak cezalandrlacamz


söylüyorsun. Ben senin söylediin hiç bir eyi yapmyorum, buna
ramen gün günden mabm mülküm artyor, evlâtiarm sabkl,
ehirde îdbâr edilen ve sözü geçen bir kiiyim. Söyle Allah'na bu
duruma ne diyecek?"

Hz. Mûsâ bu cümleleri Allah'a söylemee teeddüb (edebini ve

terbiyesini taknma) etmi. Allah Hz. Musa'ya hitap ederek: "Ya Mûsâ!
Söyle o kuluma, Ben AUah Azimüân, onun azndan adm anma
salâhiyetini aldm. Bundan büyük ceza olur mu?" demi.

Evler çok görünseler de aslnda iki ev vardr: Biri bilgi evidir, yani

nefistir. Biri de sr evidir. Bu ikisinden yoksun olan ev haraptr.

nsan Hakk'a mensup zikri yani Kur'ân' kullanmak zorundadr.


Kur'ân' hangi dille okuduuna bak. Çünkü huzur ve sekine (karar)
Kur'ân'la iner, ama dillere göre.

nsamn ruhuna bakmas gerekir; beden ehrine nasl yöneldi?


Hakk'n beden ehrine yerletirdii hikmet ve güzel tertip gibi
olgulara yardmc olmak üzere nasü girdiini gözlemlesin. Çünkü
insan en güzel yaratüa sahiptir. Bu olguya bakmaya baladn
zaman, iyice derinle, insann içine girmediin tek bir zaviyesini,

bilmediin tek bir gizliliini brakma. Çünkü insan Hakk'n


hazinesidir. Sen büyük bir üim üzerinde duruyorsun: 'nsanlara
ufuklarda ve kendi nefislerinde âyetlerimi^ gösterecei^ ki onun gerçek olduu,
308

onlara iyice belli olsun" (Fussilet, 53) '%endi nefslennii^de de öyle.

Görmüyor muunu^?" ÇL2iriy2it, 21)

Kendini bilen Rabbini bilir. Kendini en iyi büen Rabbini en iyi

bilendir.

Mahn karakteri harekettir, tedavülde olmaktr. Buna kant m


istiyorsun? O zaman kulam kilitH sanda yaklatr; maln sandn
içinde hareket ettiini duyacaksn. Eer sand açmaya gücün
yetiyorsa, krma. Çünkü her hangi bir mah biriktirip saklama gerei
duyabilirsin. Kilit senin dilindir; anla.

Cimrüik eden ancak kendi nefsinden cimriHk eder. Nitekim öyle


buyurulmutur: "Eer O 'ndan yü^ çevirirsem^ yerinip sif^den bajka bir
'^
toplum getirir, ancak onlar si^n gibi de o//^ö^/<^r. " (Muhammed, 38)

5^3 Muhyiddin bnü'I-Arabî, Rjsûkkr, çev. Vahdettin nce, stanbul: Kitsan


Yaynlar, c.2, s. 236-238
EY insan
309

-47-
Onlara: "Allah'n size merzuk (rzklanm)
kld eylerden hayra sarfedin." denildiinde,
küfredenler inananlara: "Biz o kiiye yedirmeyiz, ona
Allah dilese yiyeceini verirdi, siz açk bir
dalâl içinde deil de nesiniz?" derler.

lehüm enfîkû minmâ razakakümü'llâhu


''Ve izâ kîle
kâlellezîne keferû Hllezîne âmenû enutHmu men lev
yeâullâhü at'amehu in entüm illâ fî dalâlin mübin"
*
Onlara: "Allah 'm sit^e nt^k olarak verdii peylerden hayra harcayn. " dendii
raman, o kâfirler, mü'minler için: "Allah'n dileyince doyurabilecei kimseyi

bifi mi doyuraca":^ Sif^ apaçk bir sapklk içinde deil de nesini:^" dediler.

(Elmalk Hamdi Ya^r)

Allah 'in si^e nf^k olarak verdiklerinden hayra satfediniî(j denildiinde,

kâfirler müminlere dediler ki: Allah'n diledii takdirde doyuraca kimseleri


bi^ mi doyuraca:^? Si^gerçekten apaçak bir sapklk içindesini:^ (Diyanet)

Âyât- ilâhîyyeyi (Allah'n âyetlerini) tekzîb (yalanlama) eden onlara:


"Allah'n size merzûk kld eylerden infâk edin, hayra sarfedin,
nimet-i ilâhîyeyi yerli yerinde kullann" (dümüü kaldrn), iane
(cardm) edin de âlem-i âhiretiniz için kendinize hayrl bir makam
hazrlayn) denildii zaman o kâfirler Müslümanlarla alay ederek
öyle dediler: "Sizin inandnz, îman ettiiniz Allah fakir edecek de

biz bakacaz öyle mi? O'nun yedirecei kimselere biz mi yedirelim?


Allah dileseydi onu it'âm (^emek yedirme) ederdi. Siz Allah'n
meiyyetine (istek) ve irâdesine muhalefette bulunuyorsunuz,
310

binâenaleyh siz apaçk bir dalâl (sapknlk) içinde deil de


nesiniz?"'''

htiyacndan fazla mah olann, er'î ölçü dâhilinde, sâlih olan


fukaraya vermesi vaciptir. Böylece de zenginlerin zekât fukaraya
ihsan etmek, mallarndan vermek, fakirlerin zekât da, zenginlere
olan ümit ve itimatiarn kalplerinden silmek, yani verecek diye
beklememektir. Âklarn zekât, cânân urunda canm harcamak,
ruhlarm Allah muhabbetine bezletmek, vermek, hep vermektir.
Ariflerin zekât ise, kendi hallerinden ve ilimlerinden, irfanlarndan
ehil olana, isteyene, talep edene vermek, muhabbet etmek, âklar
kendi hallerinden nafakalandrmaktr. lmin zekât, talibine

(isteklisine, talep edene) tâlim etmektir (öretmektir). Evlâdn zekât


yetime ihsan, evin zekân misafiri arlamak ve itibar etmek,
sohbetin zekâü, dedikodudan kaçmak; kuvvetlinin zekât zayflara
yardm, nefsin zekât, kötü ahlâklardan kurtulmaktr. Cenâb- Hakk
da: "Zekât veren felah (kurtulup) /?/////r. " (Mü'minûn, 1-4), buyurur.

Mevlânâ Hazretleri buyurur ki: "Cömertlerin lây para ve mal


vermektir. Âklarn ise can vermektir." Hâsl lâzm olan, kendisine

en makbul olan nesneyi ilmi, mah, yahut vücûdu Allah yolunda


^'^
bezletmek, harcamaktr.

Her iin yapcs Allah'tr. Ancak yine Allah bize yaptmz ve


yapamadmz hareketlerin iyi ve kötü olularm ayrt etme
kudretini vermitir. Bizim Cenâb- Hakkk'a yalvararak, bazen
utancmzdan renkten renge girerek; Allah'm! Bize doru yolu sen
göster! diyebilmemiz ve bizi Yaratandan iyiyi, doruyu ve güzeli

istememiz bu hakikatin büyük delilidir.

Çünkü elimizde hiç bir kudret ve ihtiyar bulunmasayd, bize fiillerin

ve hareketierin en iyisini nasip etmesi için Allah'a nasl yalvarr,


hattâ bunu nasl akla getirebilirdik?

534 emseddin Yeil, Füjû^ât, stanbul: Yeil Yaynlar, 1984, 252.


c. 6, s.
535
Ken'an Rifâî, Sohbetler, istanbul: Kubbealt Neriyaü, 2000, s. 472-473.
EY insan
311

Tpk bizim gibi canl olan hayvanlar, yaptklar hareketlerden dolay


ne Hak'tan, ne de halktan utanmay akl etmediklerine, bunu
bilmediklerine göre, bize verilen ve "cüz'î ihtiyar" dediimiz iyiyi,

kötüden ayrt etme kudretinden nasl gâfl olabiliriz.

Kuldaki ihtiyar tamamiyle yok farz ederek insan cansz cisim


sanmak, ilâhî cebir kudretini yanh anlamak, o kadar ki, bizzat

anlay kötüye kullanmaktr.

nsan, kendisine yine Hak'tan gelen böyle bir kudretin arifi

olabildii ölçüde insandr.

Sen önce AUah'n bü}aiklük ve kudret derecesini bileceksin. Sonra


onun, insan derecesine ulatrmakla, sana verdii kymetin kadrini
anlayacaksn.

Sen Hakk'n irâdesi hapsinde esir deilsin. Hür kimseler gibi bir
gönül ve vicdan rahatnda bulunman için sana verilmi ilâhi

hürriyetin farknda olmahsm.^^''

Cebir (cü^'î iradeyi reddetmek), yol kesiciler arasnda uykuya dalp


çalmay, savamay terk ederek nefse uymak, onun sesine boyun
emektir. Fakat bu ayn zamanda henüz kanad çkmam ku
yavrusunun uçmaya kalkmas gibi mutlaka ac bir düüle son
bulur.

Unutma ki ba, içinde akl bulunduu ve bu akl kullanabildii


ölçüde batr. Akln kullanamayacak durumlara düen bir ban ise

kuyruktan ne fark kalr?

Kendini Allah'a ükürle vazifeli bil. Sonra çab, çabala ve tevekkül


(sebebe bavurup iji Allah 'a brakmak) et. Bu takdirde senin Allah gibi
bir koruyucun ve balaycn olacam unutma!^"'''
• Hakikat nazaryla nereye baksan, ancak birlikten baka bir ey
göremezsin. Bütün kesret (çokluk) âlemi, vazifesini yerine getirmek

^^•^
Ken'an Rifâî, erhli Mesnev-i erif, istanbul: Kubbealü Neriyati, 2000, s. 92-94.
^^^ Ken'an Rifâî, erhli Mesnevî-i erif, stanbul: Kubbealü NeriyaO, 2000, 129.
s.
312

için yaratlm birer âletten ibarettir. Kudret, kuvvet, fiil, havi


(kuvvet, kudret)^ her ey Allah'tandr. LA havle ve lâ kuvvete illâ billahi'l-

aliyji'l-aî^m.

Yalni2 burada, itidalli bir cebir anlayndan ayrlmamaya


çalmaldr. Srf cebrîlie gidersek âlemin intizâm bozulur ve bu
türlü düünen kimse dalâlete düüp yolunu arr.

Adamn biri geliigüzel bir bahçeye girmi ve bir hurma aacna


çkarak hurma yemee balam. i farkeden bahçe sahibi, aacn
altna gelerek, orada ne yaptn sormu. Adam ise gayet rahat:
"Allah'n bahçesinden, Allah'n hurma aacndan, AUah'n
hurmasm yiyorum!" cevabm verince, bu defa bahçe sahibi: "Afiyet

olsun, ye kardeim..." diyerek bir ip kamç ile bir alarak gelmi ve


adam aaca balayarak dömeye balam. Cam yanan adam bu
defa feryâd edip, hiddetle haykrmaya balaynca, bahçe sahibi:
"Allah'n ipi ile seni baladm. 'Vur!' dedii kamç ile de nerene rast
gelirse indiriyorum ite..." diye cevap vermi.

Ehl-i sünnet ve'1-cemaat anlayna göre itidal (orta) üzere olan


cebirde cüz'î irâde vardr ki dünyamn nizâm, ite bu gayret ve
tevekkül (iji Allah'a brakp kadere râ^ olma) arasndaki ince balanty
muhafaza eden anlay noktasm hayata tatbik edebilmekle mümkün
olur."«

• ükür nimet memesini emmektir. Meme ne kadar süt ile dolu


olursa olsun, memeden dar çkmaz; yani onu emmek lâzmdr.
• ResuluUah Efendimiz öyle buyurdular: "A.qyanlara, Kûhmân olan

Allah merhamet eder. Yeryüünde olanlara acymiî^. Bu sayede gökyü-:i/nde

olanlar da sit^e Bu hadis-i erif bize yeryüzündekilere acmay


acrlar. "

emrediyor. Çünkü Hakk'n rahmeti, kullara o yoldan gelir.


Gökyüzündekilerin eflcat duygular, kuUara o yoldan ular. Semâ,
ilâhî rahmetin nüzul (inme) yeridir. Ve Rahman olan Allah'n feyz
(Allah tarafndan kula lütfedilen) ve bereket menbâdr (kaynak).

538 Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealü Neriyaü, 2000, s. 479.


Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Fîhi Mâ Fîh,
Ffh, çev.
c Meliha Ülker Anbarcolu,
stanbul: Millî Eitim Basmevi, 1990, s. 164.
"

EY insan
313

Meleklerin duradr. O melekler, Allah'la kullar arasndaki srlar


tarlar. Hak Teâlâ onlar öyle klmtr. lerini onlarn vastasyla
görür. Rzk meleinin derûnuna (iç, gönül) Hakk'n rahmeti
konursa, kullara nasipleri bolca gelir. Hatâ ve sevaplar yazan
melein gönlüne, Hakk'n rahmeti konursa, kulun günah unutulur,
sevab yazlr. Her zaman insanla gezen melein gönlüne rahmet
srr verilirse; kula yardm çok olur. efkate gelir; kulu bütün
kötülüklerden esirger. rfan sahiplerinin, kalplerinin özledii
Rableridir. Bu sebeple onlar Allah'n rahmetine bir tecellî yeridir.

Kullar arasnda onlar böyledir. Allah Sübhan'dr ve merhameti


herkesten çoktur. Kullarna acr ve onlara rahmetini yadrr.
Olum, kullara acma mertebesine geldiin gün; Allah'n rahmetine
erdiin gündür. Marifet ehlinin meclisine girdiin an; kurtulua
erdiini bilesin. Hikmet sahibi zâtlara bir ey sorduun zaman:
Sorunun cevabn tam alacana da inan.^'^"

"Ey Irak halk! Allah'a yemin ederim ki bu gaflet, hepinizi umumî


olarak kaplamtr. Dikkat edin, uyank olun. Ey avam ve havas,
birbirinizi uyarn ve uyank olmaya davet edin. Efendiler! Bu kadar
lüks, konfor, arhk ve israf yeter. Yeter bu uyku. Yazklar olsun
bize. Zîrâ bu salnm sr ve gizlilik perdesinin arkasnda nelerin
"^"^'
olacandan, bizi nelerin beklediinden habersiziz.

nsan Allah'a yaklatran, Allah'n mahlûklarna efkattir, insanlara

hayr öreten kimselere AUah ve melâikesi, yerde ve gökte olanlar,

hücresinde karncalar, denizde bahklar cümlesi salât eder ve ha^r


duâ eder. Çünkü hadîs-i erifte: "Bütüf? mahlûklar Allah'n lyâli

(ailesi), çoluk çocuudur. Allah indinde hayrl kul, ailesine faydal olandr.

buyuruluyor.^'*"

Sadaka mutlaka kesesinden fedâkârhk yapmakla olmaz. AUah


namna yaplan her iyilik bir sadaka demektir. Diü ile hayr yapmak.

^""^
Ahmer'er Er-Rifâî, Onlann Alemi, çev. Abdülkâdir Akçiçek, stanbuk Bahar
Yaynlar, 1996, s. 166.
^•*'
Ahmed er-Rifâî, Sohbet Meclisleri, çev. Dr. AH Can Tad, stanbul: Erkam
Yayn, 1996, s. 186.
-'*-
Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealt Neriyat, 2000, s. 312.
314

nsanlar hayra tevik etmek de sadakadr. Keza bedeni üe


bakalarna hizmet ve yardm da sadakadr.^"^^

-48-
SZ doru iseniz bu tehdit ne zaman (Ne zaman bu
vaadf doru iseniz) derler.
'^e yek:ûlûne meta hâze'1-va 'dü in liüntüm sâdildn"
*
Yine onlar: 'Tier dom söylüyorsam:^^ hu (kyamet) vaadi ne !^aman?"
diyorlar. (Elmahh Ham di Ya^r)

Onlar: Her gerçekten doru söylüyorsam^ bu tehdit ne flaman

gerçekleecektir? Derler. (Diyanet)

Ve istihza (ince alay) ve tehekküm (ciddî görünüp alay etme) yolu üe:
"Hem sizin söylediiniz yevm-i mev'ûd (vaad olunmu gün), o dîvân-
mücâzât (ceî^â, karglk meclisi) doru ise ölülerin dirümesi, ihzar

(hutura getirme) keyfiyyeti ne zaman olacak?" diyorlard.^

Maher, mahkeme-i kübrâ, (büyük mahkeme) âhiret, mânâ âlemi


dediiniz eyler nerede? Bütün dinlerde ahlâk ve vicdan ilkeleri

kaçnümaz kulluk görevi olarak bildirilmitir. Uymayanlara kar da


âhirette hesap verme gerçei üâhî kaide olarak açklanmtr.
nsanlarn çounluu bu disiplinli ahlâk ilkelerinden kaçnm ve
Allah varbm görmezHkten gelmek istemilerdir. Peygamberlerden
Resullerden ve bu yolda gerçei topluma anlatmak isteyenlerden
dâima mucize istemiler; kyamet olaynn delilini göstermesinde
srar etmilerdir. Yine dinler tarihi boyunca Peygamberler çok net,

açk mucizeler gösterdiinde de isyan ve inkâra devam etmilerdir.

""^^
Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealti Neriyaü, 2000, s. 596.
544 emseddin Yeil, Füyû^ât, stanbul: Yeil Yaynlar, 1984, c. 6, s. 252.
EY insan
315

Meselâ Hz. Musa'nn asasn pek açk bir ekilde gören Yahudiler
sonradan Sâmiriyye'nin buzasna tapmtr. Hz. Isâ ölü çocuu
diriltmi, fakat bunu görenler O'nun idam kararna imza
koymutur (Koma jürisinden Marcus). Kyamete ait delil isteme ise
büsbütün abestir. Kyamet ancak saati gelince tezahür eder.
Mânâdan bir delil istemeye gelince: Mânâ gönülle sezilip farkedilen
bir sistemdir. Kalbi katlam merhametsiz kiilere bu filmi

seyrettirmek mümkün deildir.^'*^

Mübtedî (yeni balayan) halinde iken Mûsâ (a.s.Jmn bütün himmeti


(istek, gayret) ve arzusu rü'yet (Allah' görmekf ttn ibaret idi. Onun
için de himmetini dile getirmiti. Hakk Teâlâ onun
Nitekim
"Göster bana kendini, göreyim söyler. Bu ibare,
seni!" dediini
maksûdu (maksat) elde edememekten ve bulamamaktan zuhur etmi
bir hezeyandr. Peygamberimiz ise müntehi (en son) ve temkin
(istikamet ü-:(ere karar klma ve iyice jerlejme makam) sahibi idi. ahs
himmet makamna ulanca, himmeti fâni oldu ve: "Senin
övgülerini sayamyorum" demiti. (H^. Mûsâ, Allah'tan rü'eti isterken,

H^. Peygamber Allah ' medh ü senadan (övme) âci^ olduundan bahsetmiti.
Çünkü o telvin (talep ve istikâmet yolunu arattrma makam), bu temkin
makamnda idi.f^^

Senin \nLcûdun bir çuvala benzer; fakat senin dna benzeyen,


çuval deil, onun içinde bulunan budaydr. O buday, un
olmadkça kendisinden beklenen fayda hâsl olmamtr ve yine bu
un da hamur haline gelmedikçe, bir ie yaramaz. Ekmek de
yenmedikçe, akln ve camn kuvveti olamaz. Akl ve can da ekmein
vücutta mahvolmas gibi, Hak'ta mahvolmadkça, tehlikeden
kurtulamaz. Görülüyor ki "uruç" (yükselme) böyle hâlden hâle
deimekle oluyor. Nutfe, alaka olur, bundan sonra bir ekil
kazanyor, bu ekil de ruh kabul ediyor. Periler içinde bu böyle
olur. Bitki ve hayvan da, her ey hâlden hâle intikal eder. Birinci

hâlde ölür, ikinci hâl ile hayat gösterir. Her ey böyledir ve bu

'^^^
Halûk Nurbaki, Yâ-Sîn Sûresi Yorumu, stanbul: Damla Yaynevi, 1999, s. 71-72.
^'^^
Hucvirî, Ke^fu'l-mahcüb Hakikat Bilgisi, Süleyman Uluda (haz.), stanbul:
Dergâh Yaynlar, s. 272-273.
316

tarzdadr. Ölüm olmadan, yaamak olmaz; sende aa bir ey


ölmekle, mudaka ondan daha yüksek bir ey peyda olur. Meselâ
çocukluk ölür, onun yerine gençlik, bilgisizlik ölür, bilgi peyda olur.

Tane yerde aaç çkar. Yaamak ölmekte, varlk


mahvolur,
yokluktadr. Bu kanun her eye âmil ve hâkimdir. "Ölmeden evvel
ölmek nasl olur?" diye itiraz eden eee bak! O, bizzat ayn
hâldedir. Gece, gündüz ayn eyle uratn ve ayn hâlde
bulunduun hâlde, bir bakas sana bundan bahsettii zaman, bu
sana imkânsz görünürse, bu hareketin küfür deil de nedir?
Meselâ, Srat köprüsü hakknda, kldan incedir ve herkes üzerinden
geçer, denildii zamanda imkânsz görülür; halbuki sen ondan,

daha ince olan bir köprü üzerinden geçiyorsun ki bu, senin


düüncendir. Cennet için de: "Ne yerdedir, ne göktedir; madem ki

yerde, gökte deildir, o halde nerededir?" diyorsun. Vücûdunda


kati bir holuk ve nâholuk duyduun hâlde yerini tâyin

edemiyorsun; bunlarn vücûdunda olduunu biliyorsun fakat, yerini


tâyin etmekten âcizsin. Cehennem ve cennet de aynen böyledir.

Yerini görememekle beraber, bunlar vardr. Ahmak, gece gündüz


bir hâlde bulunduu ve bundan kendisine bahsedildii zaman,
bunlar, imkânsz gören kimsedir. te bu bakmdan böyle bir
^"^^
insan, aynen bir eektir ve ne olduunu da bilmez.

Ayandan sonra beyân istemek hüsrandr, denilir. Ulu Tanr,


güneten daha aikâr, daha zahir ve daha çok peydadr. Günein
mevcudiyeti üzerine kim delil ve ahit isterse o, ziyana gark

olmutur (batmpr) ve anadan doma kördür. Onun derdine,

hastalna hiçbir çâre ve ilâç yoktur. O kimse hayvan- mutiaktr,


belki hayvandan hatta cemâdâttan (cans^ar) bile daha aadr.
Çünkü cemâdât olan toprak, ne için yaratümsa, onu yerine getirir.

Yer kendisinden bitki yetimesi için yaratlmtr. Ona ne ekersen


ve ne emânet edersen, onu besler ve çoaltr. Bir taneyi on, belki
yüz tane olarak sana geri verir. Eer arpa ekersen arpa, buday
ekersen buday, meyve ekersen meyve ve üzüm dikersen üzüm

^'^^
Sultan Veled, Maarif, çev. Meliha Anbarcolu, Konya: Altunar Ofset, 2002,
s. 202.
EY insan
317

verir. Bunun gibi hayvan da yük ve insanlar tamas, onlar


maksatlarna eritirmesi ve ehirden ehire götürmesi için
548
yaratmtr.

-49-
Baka deil, bir tek sayhaya (yüksek sesle barma,
haykrma) bakyorlar, onlar çekiip dururken
yakalayverir.
"Mâ yenzurûne illâ sayhaten vâhideten te'huzühüm
ve hüm yahssmûn"

*
Onlar sadece bir tek çla bakyorlar, bir çlk ki onlar çekijip dururken

kendileriniyakalayverir. (Elmall Hamdi Ya^r)

Onlar, birbirleriyle çekilip dururken kendilerini ans:^n yakalayacak korkunç

bir sesi bekliyorlar. (Diyanet)

Zavalllar! Kudretin yourduu u tecellîden ibret almayan bîçâreler!


Allah'n her an idam ve îcad kudretini göremeyen körler! Bunlarn
bekledikleri (bir kumanda!) Baka deil bir sayhaya bakyorlar, (birinci

nejhay bekliyorlar). O öyle bir sayhadr ki onlar birbirleriyle

urarlarken, akidler, muameleler tanzim edilirken o sayhann


deheti kendilerini kaplar, yakalayverir.^"*^

Ey insanolu, yaadn müddetçe en çok yok olmaktan korkar ve


bu korkuyla tir tir titrersin. Fakat unu da bil ki AUah'tan adem
(yokluk) bile korkmaktadr.

5'*^
Sultan Veled, Maarif, çev. Meliha Anbarcolu, Konya: Altunar Ofset, 2002,
s. 39.
^'*^
emseddin Yeil, Füyû^ât, stanbul: Yeü Yaynlar, 1984, c. 6, s. 252.
318

Senin dünya mevkilerine, dünya makam ve servederine sarlman


neden? Mal, mülk gibi salam sandm eylere tutunman niçin?
Ayn yok olmak korkusundan deil mi? Nasl olsa bir gün gelip

terkedecein dünyaya bu ölçüde sarlman farkna varamadn bir

can çekimedir.

Bütün insanlar hiç görünmeden saran bu can çekimeden


kurtulanlar yalnz Allah âklardr. Onlar dünyaya tutunmadklar ve
yalmz Allah'ta fâni olmak istedikleri için, bütün varlklarndan seve
seve vazgeçerler.

Allah akndan gayr her ey, iki dünyann nimederi dahî olsa, can
çekimekten baka bir ey deildir.

Nâzik vücutiarn, bir gün barna çekecek topraa korkulu gözlerle

bakanlar, hakikatte görme kabiliyetinden mahrum âmâlardr. Onlar


görebilseler, ruhun ezelinden bu yana, itiyakn çektii, ebedî hayat
suyu olan Allah sevgisini görürler.

Gece gibi karanlk topraa gaflet tohumlar ekmekle vakit öldüren


kii! Ban bo ilerinden ve gaflet uykusundan kaldrmaya gücün
yetmiyorsa, bu topraa fazla eilmendendir.^^^*^

Salih Peygamber, Semûd kavmine demiti ki: "içinizin hasedine

uydunuz, masum bir deve)a öldürdünüz. Allah bunu sizden

soracak ve üç gün sonra sizi büyük cezaya çarpacaktr, ilk gün,


ceza alâmetieri belirecek ve hepinizin yüzlerinizin rengi

deiecektir. Birbirinizin yüzlerini baka renklerde göreceksiniz.


Yüzleriniz önce safran gibi sar, ikinci gün erguvan gibi kzl,
üçüncü gün abanoz gibi siyah olacaktr.

Semûd kavmi için yapacak i arük tükenmiti. Derin bir korku


içinde ilk günün alâmetierini beklediler ve hakîkaten daha o gün
birbirlerinin yüzünü safran gibi gördüler.

kinci günde de bu renk kzla çevrildi.

550 Ken'an Rifâî, erhli Mesnevî-i erif, stanbul: Kubbealu Neriyaû, 2000, s. 544.
"

EY insan
319

Üçüncü gün, Semûd kavmi halknn yüzleri artk siyaht.

Görünülerinde insan çehresi ve davranlarnda insan edas


kalmamt. Sonra dize geldiler.

Ve Kur'ân- Kerîm'in A'râf sûresinde (78. âyet) buyrulduu gibi:

Cibrîl-i Emin, Hz. Muhammed (s.a.s.Jçi bu mevzuda u âyeti

gedrdi: '^u jü<^en onlar bir titreme ald ve bulunduklar jerde di^ üstü
çöküverdiler.

Nitekim Semûd kavmi için yaplacak ey kalmamt. Allah'n


gazabn ve onun son tecellîsini bekler oldular. Bu ceza tam
zamannda geldi ve bir zelzele yerin altn üstüne getirdi. Diz
^^'
çökmü, siyah yüzlü canllar, bir anda kara topraklara gömüldü.

Büyük frtna olacakt. Allah'n emriyle esen rüzgâr, Tanr yolundan


sapm, yolunu aztm olan Ad kavmini helak etmek için harekete

geçmiti. Hûd Peygamber, ayn kavmin içinde kendisine inanan ve


gösterdii Hak dinine imân edenleri bir araya toplad. Onlarn
bulunduu yerin etrafna âsâsyla bir çizgi çizdi. Korkunç rüzgâr,

bu çizginin dnda kimi bulsa parçalyor fakat çizginin içinde kalan

toprakta bir bâd- sabâ gibi serin ve yumuak esiyordu.

Gerçek Tanr insanlar da, çevreleri Hûd'un hududuyla emniyete


abnm inanmlar gibi, ihtiras kurtlarnn ve nefis frtnalarnn
zararlarndan emniyette olurlar. Onlar, dünya kirlerinden ve dünya
ihtiraslarndan uzak kaldkça içlerindeki insanlk cevherini ne bir

kurt pençesi alabilir ne de bir kasrga savurabilir.

Hatta onlara ecel rüzgâr bile, Yûsuf Peygamber'in Yakub'a ulaan


kokusu gibi bir baka hayat verir.

Hak sevgililerinin ehvet atei dahi brahim'i yakmayan ate gibi

kavurmaz. Fakat ayn ehvet, kâfirleri yerin dibine sokmakta kurt

pençesine ve korkunç rüzgâra vermekte tereddüt etmez.

Ken'an Rifâî, .erhli Mesnev-i er{f\ stanbul: Kubbealt Neriyat, 2000, s. 369-370.
320

Ayn denizin, Mûsâ Peygamberin kavmine yol verdii hâlde


Firavun'u askeriyle birlikte helak etmesi de bundandr.

Karun'u taht ve hazinesiyle birlikte yerin dibine sokan ferman


düün! Su ve toprak, isa'nn nefesi deince nasl cennet kuu olup
uçmaa kanatlandysa topraktan ve sudan yaratlan insan vücûdu da,
Hakk'n sevgisi, ak ve hakikat bilgisi nefesiyle maddeden kurtulup
Tanr'ya kanadanc olur.^^^

-50-
O zaman bir tavsiyeye muktedir olamazlar.
Ailelerine de dönecek deillerdir.
"Felâ yestetî'ûne tavsiye ten ve lâ ilâ ehlihim
yerci'ûn"
*
O 'Iraman bir tavsiyede bulunamazlar. Ailelerine de dönemezler. (Elmalk
Hamdi Ya^r)

Ijte o anda onlar ne bir vasiyette bulunabilirler, ne de ailelerine dönebilirler.

(Diyanet)

552 Ken'an Rifâî, erhli Mesnevî-i erif, stanbul: Kubbealü Neriyat, 2000, s. 119-
120.
EY insan
321

-51-
Sûr'a üfürülmütür, bir de ne baksnlar
kabirlerinden Rablerine doru akn ediyorlar.
^^e nünha û's-sûd fe izâhüm mine'l-ecdâsi ilâ
rabbihitn yensilûn "

*
Sür'a üfürülmütür, bir de ne baksnlar kabirlerinden Rablerine doru akn
ediyorlar. (Rlmall Hamdi Ya^r)

'Nihayet Sûr'a üfürülecek. Bir de bakarsn ki onlar kabirlerinden kalkp

kokarak Rablerine giderler. (Diyanet)

"Birbirlerine gösterilirler (fakat herkes kendi derdindedir). Günahkâr kimse

ister ki, o günün a^bndan (kurtulup için), oullarn, karsn, kardeini,

kendisini koruyup barndran tüm ailesini ve yeryü^ünde kim varsa hepsini

fidye olarak versin de, tek kendini kurtarsn. Fakat ne mümkün! Bilinmeli

ki, o (cehennem) alevlenen bir atehtir." (bAcânc, 11-16)

Kyam; oturmann 2idd, kalkmak. Kyamet günü dirili günü


demektir, insanlar o günde el-Hayy ve el-Kayyûm'un (Hayat sahibi ve

her §eyi ayakta tutan Tann) önünde ayaa kalkarlar.

Ibnü'l-Arabî kulun iki kyametini ayrt eder: Küçük kyamet ve


büyük kyamet. Büyük kyamet, bütün insanlarn yeniden
dirilecekleri genel kyamettir. O en büyük toplanma günüdür.
Küçük kyamet iki eye denilir: birincisi insann ölümü, çünkü insan
öldüünde kabir hayatnda özel kyameti gerçeklemi demektir,
ikincisi ise sâHklerin müahedelerinde gördüklerinde ve âhiret

hayatmn örneini veren kyamettir.


322

Büyük kyamet, Büyük Toplanma:

Allah âlemde iki kyamet yaratmtr: küçük kyamet ve büyük


kyamet. Küçük kyamet, misâl âleminde bir bedende kulun dünya
hayatndan Berzâh'a indkâlidir. Büyük kyamet ise insanlarn

toplanacaklar Dirili ve büyük toplanma kyametidir. Buras


herhangi bir tartma olmakszn, amellerin kula sunulaca gündür.

Küçük kyamet. Kulun ölümü ve âhiret hayatnn örnei:

'Yakîn gelinceye kadar Kabbine ibadet et" (15:99). Yakîn'in gelmesi bu

eyleri müahede etmekle gerçekleir. O da küçük kyamet


^""^
demektir.

üalîl Peygamber, vefat edince ruhu, Tann kapsna vard. Ulu Tann, ona

sordu:

"Ey bütün halktan devletli, daha baht yaver kip, dünyada en güç neyi

gördün?"

Halil dedi ki: "Olumu kesmek güçtü; babam cehennemde görmek güçtü;

A.te§e atlmam, belâlara düzerek ömür sürmem,

Pek güçtü, pek müküldü ama can vermeye karp bunlar bir hiçten ibareti"

Ulu Tann ona öyle hitap etti: "Can vermek sana bir a^ap geldiyse de

Can verip öldükten sonra da ölçüye gelme^ bir hayli güçlükler var.

¥j§ o güçlüklere düerse can vermek, ona bir huî(ur bir istirahat gelir!"

Madem ki böyle bir mükül ie düüp kalmsn; neden geceyi gündü:(ii gafletle

geçirirsin?

553 Suad el Hakîm, hnii'l Arabî Sö:^ügü, çev: Ekrem Demirli, stanbul: Kabala
Yaynevi, 2005, s. 434-435
" "

EY insan
323

Bu mükül i§in çâresini hul,jol çok ucundur; önce kendine bir konak ha^rlal

Dünyay brak da ölüm ha^rhgna girij; yol ölüm ürerine kurulmutur, yol

a^ tedârikine bak!
Uî^un ömür, en iyi bir peyken onu en beter bir §ey olan dünyaya sarfetme,

dünya ile oyuna dalma!

Ey dünya altnnn bir arpa kadarna bile can satan, Yûsufu da böyle ucu-:(^

sattlar.

Sen, Yûsufu böyle ucu^ satn aldn, onu canla ba^la seçtin, kabullendin.

Can Yûsufunu sultan eden kip, onu, cann bile verir de satn alr!

Can Yûsufu pek aî(i\dir olum. Yûsuftan daha iyi ne var ki?

Yûsufun kadrini kör anlayama^ heyecanl gönülden ba§ka bir gönül, yanp
eriyeme^f^^

Kur'ân- Kerîm'in Müddessir Süresindeki 48-51 ve 54. âyetleri

hatrla: "A.rtk onlara efaatçilerin (Peygamberlerin ve Allah 'in i-:^n verecei

kimselerin kullarn suçlarn batlamas için Cenâb- Hakk katnda


araclk etmeleri) efaatleri fayda verme^ Öyle iken bunlara ne oluyor ki

öütten yü!^ çeviriyorlar. Aslandan ürkerek kaçan yabanî ejee benî^orlar.

"üphesi-:^ ki bu Kur'ân bir öüttür.

Demek oluyor ki insanlarn hizmetinde çalt müddetçe eekleri


öldürmek günah olur. Fakat bir canl hem eek olur hem de
vahileirse onun kam artk mubahtr (yaplmasnda saknca olmayan).

Kendisini vahilemekten, yabanîlemekten kurtaracak bir akk, bir


bilgisi ve iz'âm (anlayp, kavrayp) olmad için, ilk anda böyle bir

^^'*
Feridüddin Attar, Mantku't-Tayr, çev. Yaar Keçeci, stanbul: Krkambar
Yaynlar, 1998, s. 211-212
324

eein ne suçu var, diye düünebilirsin? Fakat Allah, iz'an


harekette

vermedii eein katlini günah klmam bilâkis mubah klmtr.

u halde ey yüce sevgili! Ey dost! Kendisine akl ve iz'an verilmi bir

insan, tpk yaban eei gibi vahîleir ve nebilerle velîlerin ilâhî

rüzgârdan bir nefes gibi esen mukaddes sözlerinin yabancs ve


yabanîsi kalrsa, Allah, böyle insanlar niçin, nasl affeder?^^^

Dünya hayat, insan âhiret hayatndan alkor. Hakîkî hayata

hazrlanmaktan yüz çevirenlerin dünya hayatndan ayrldktan sonra


nadim (piman olmak) olduklar ve cehennem azabna müstehak
(hak etmij) bulunduklar da malumdur. Kendisine yaplan öütieri

hatrlar, ama nafile... Keke bu hayatm için önceden bir ey


yapsaymm, der. O gün, hiç kimse Allah'n azâb ettii gibi azâb

(irkence, keder) edemez. Hiç kimse O'nun vurduu ba gibisini

balayamaz. Âhiretin hayat yurdu olduunu bilseydi, ebedî hayat


^^^
yurduna sahip bulunacakt.

Baz kimse vardr ki, akbetini (sonuç), sonunu düünür. Bazs da


vardr ki yalnz günlük zevkine ve nefsinin arzularna taklp kalr.

te görmek de derece derecedir. Bir ksm, fena bir eyi


kokusundan anlar ve hemen o eyden vaz geçer. Biri, dileri arasna

alnca farkedip brakr... bir dieri, çiner, fakat yutmadan anlayp


tükürür. Bir ksm ise yutar ve yutunca da o fenalk, içinde türlü
türlü zarar ziyam meydana getirir. Ancak tamah (doymaî^hk, aç

gö'i^lülük) ettii o eyin mâhiyetini (asl) bundan sonra anlayp


nedamet (pi§man olma) ederek tövbekar olur. Bir baka ksm ise,

kabirde, yani kabir azab geldii vakitte anlar.

555 erhli Mesnevî-i erif, stanbul: Kubbealû Neriyaü, 2000,


Ken'an Rifâî, s. 486.
556
Ahmed er-Rifâî, Marifet Yolu, Doç. Dr. H. Kâmil Ylmaz (haz.), stanbul:
ErkamYaynclk, 1995, s. 164.
EY insan
325

nsan kabre konduu vakit bir sayha duyar: "Ey gafil, sen dünyay

terkettin, dünya da seni terk etti. Sen dünyay toplamaya çaltn, o


seni toplad,"^"

Genç ve güzel bir kz, evinin penceresinden, erimi kurun


rengindeki akam sislerine bakarak söylendi: "Güzelim, gencim
ama neye yarar, bir dilenci kadar fakirim."

Kzn dünyadan istedii pek çok ey vard. O, küçük bir çocuk


olduu zamanlarda bile varlk, zînet (süs) ve debdebe (ihtidam)

hülyalarnn gerdûnesine (araba) binerek uzak diyarlara süzülüp


giderdi. Zaman geçtikçe bu hasret, bu için için yalvar o kadar
dayamlmaz oldu ki, nihayet günün birinde dünya, kendisinden
sadaka isteyen bu saltanat dilencisinin avucuna beklediinden de
fazla bahi koydu. Böylece de kz, kavuuverdii bir ihtiam tufan
ortasnda, yürüyüp giden yllarn akm duymadan zamanlar gelip

geçti-

Sanki o bir isteyici idi de dünya deil miydi? Bu duyulmadan kayp


giden senelerden sonra, imdi de dünya bir dilenci, hem de
istediini almadan çekilmeyen zorba, insafsz bir dilenci kesilerek
karsna dikilmi, bir vakitler cömertlik, ikram, alâka ve muhabbet
gösterdii bu âinâsndan (tamdk), evvelâ gençliini sonra da
güzelliini ahp götürmütü.

Belki bu bir ödeme saydrd. Fakat isteyen, durmadan isteyen bu


merhametsiz dilenci doymuyor, boyuna bekliyor, hiç bir sefer eU

bo dönmeden hep alyor, abyordu.


Artk bir acuze olan ihtiyar kadn, günlerden bir gün gene erimi
kurun rengindeki akam sislerini seyrediyordu. Arzularna
doymam, ihtirasmn yahm (alev) sönmemi, dünyamn bitmez
tükenmez zevklerinden yorgun dümü bu malûp ba, gene hülya
göklerinin bir yldzndan ötekine atlyordu. Fakat merhametsiz
dünya, bu sefer onu tam yere vurmaya kararlam olacakt ki, en son
isteini almak için karsma, bir baka âlemin dâvetçisini gönderdi.

557 Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealü Neriyaü, 2000, s. 191-192.


326

Ertesi gün ihtiyar kadnn odasna onu gene köesinde


girenler,

buldular. Lâkin bu sefer, dünyann delik kekülüne (eskiden dervilerin


kulland, Hindistan cevi-:^ kabuundan veya ahano^an yaplm dilenci

çana) cann koymutu. Artk o, yatmaz ihtiraslarndan eser


kalmam zavall bir ölü idi.^^^

Onlar için kyamet günü tutulacaktr. Onlar için hesaba çekilecek

ve kabrinde azab görecektir.

O zaman vücuttaki enerji kaybolmu olacaktr. Çare yllar kesilecek.


Duygular eriyecek. Aile fertieri ve komular onu terk edeceklerdir.
Onun biriktirdii mallara da dosdar ve dümanlar konacaktr.
Kadn, erkek, çoluk çocuk o mallara üüecektir. Geriye brakt
hiçbir ey, onun için kul haklarndan kurtarc olmayacaktr. Meer
ki: Dünyada iken, hakk olanlara hakkn vermi ola... Verecek bir

eyi yok ise hak sahiplerinden helâllik almal, tevbeye gelmeli ve


"^^'^
ettiklerine piman olmaldr.

PCyâmet üç ksmdr. Biri küçük kyamet. Hadîs-i erifte


buyrulduu üzere, insan öldüü vakit kyameti kopmu demektir,
ikinci kyamet, sûr üflendii vakitte bütün mevcudatn
dalmasdr. Üçüncü kyamet ise, ikinci defa sûr üflendii zaman
herkesin kendi cesedinde ve hesab görülmek üzere maherde
(âhirette insanlarn tekrar dirilip toplanacaklar jer) dirilip toplanmasdr
ki, orada ne bulacaksak, bunlar kendi amellerimizin neticesidir.^'^'^

Ey yâr (sevgili), bedenden ruh ayrldnda, hangi sfatla sfatianr?

Kimi domuz suretiyle ve kimi köpek, kimi maymun, kimi yrtc


canavarlar suretiyle sfatiamr. Bazlarnn balar ayaklarnn alünda
olur. Bazlar söz söyleyemez ve hareket edemezler. Buna uygun
Hadis ve Kur'ân- Azîm âyetieri çoktur. Nitekim Furkan sûresi, 44.

âyet: "Hayvan gibi, ondan da beter!"

Ey yâr, o sfatlar kendi özünde bulmaya gayret et, ölmeden o


sfatiar kendinden def etmenin çaresini bul.

55^ Sâmiha Ayverdi, Yusufçuk, stanbul: Kubbealt Neriyaü, 1997, s. 69-70.


^^^ Abdülkadir Ge3'lânî, Gutjyetü't-Tâ/ibh,Huzur Ya\an Datm, s. 986.
560 Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealt Neriyaü, 2000, s. 194.
"

EY insan
327

Ve kendini bilmenin gayet gerekli art serencâm (bir olayn iyi veya

kötü sonucu, akbeti) neye eriti onu bilmektir. Kendi hâlinin fazlas,

eksii ve evki ve duygusuzluu ve yerinde kalmas ve ilerlemesi


nedir, bunlardan haberli olmalsn. Nefsinin hayvanl ve yrtcl
ve eytanl ve meleklii sfatlar sende vardr, onlar bulasn.
Hangisinin galip olduunu bilesin, gidermeye çabasn.

Ey yâr, sâHk kendi nefsini bilmek durumuna erince, u^Timakla


uyanklk ortasnda rüya vâki olur. Ve rüya insamn
kerâmetlerindendir, dahi peygamberlik cüz'ündendir. Nitekim
buyurdu: "Salih rüya peygamberliin krk alt parçasndan bir parçadr.

(Hadis)

Eer hrs sfat galip ise, fareler ve kurbaalar suretini görür. Eer
cimrilik sfat galip ise köpekler ve keçiler suretini görür. Eer kini
galip ise ylan suretini görür. Eer ehvet sfat galip ise eek suretini

görür. Eer yavuzluu (sert, çetin) sfat galip ise tilki suretini görür.

Ey yâr, eer bunlarn hepsini saymaya kalkarsak söz uzar. Hangi


sfat sende gaHp ise kyamet gününde o sfatla ayn olursun. O sfatla

maher meydamnda ortaya çkarsn.

Salih sâlihle, kötü kötüyle, tayyip tayyiple (temi^ iyi) ve habis (kötü,

fesat) habis ile harolur. Sen hangisine lâyksan, senin hakkn odur.^^^

Öteki dünyada herkesin sevap, günah defteri dalr. Bazsmn sa


eline, bazsmn da sol eline gelir. Ve yine: "Öteki dünyada melekler,
ar, ate ve cennet vardr. Bir mizan (terâ^)^ hesap ve kitap
bulunur", derler. Fakat buna bir misâl vermedikçe, onun bu
dünyada her ne kadar benzeri yoksa da, belli olmaz. O ancak
O'nun bu âlemde benzeri unun gibidir: Meselâ
misâlle belli olur.
Pâdiâh, kad, terzi, ayakkabc ve daha bakalar gibi, bütün
insanlar gece uyurlar. Bunlar uyuyunca bütün düünceleri uçar ve
hiç kimsede bir düünce kalmaz. Fakat srafil'in nefesi gibi olan
sabahn aydnl üfleyip, onlarn cisimlerindeki bütün zerreleri

^^^ Mûsâ b. eyh Tahir Tokad, smail Hakk Bursevî, Hac Bektâ- Velî,
Muhammed Nûru'l-Arabî, Gayb Bahçelerinden Seslenirler, Ya}ana Hazrlayan:
Tahir Hafzaüolu, stanbul: nsan Yaynlar, 2003, s. 251.
328

dirilttii zaman, her birinin düüncesi uçuan nâmeler gibi, herkese


doru gelir ve hiç yanllk olmaz. Terzinin düüncesi terziye
doru, fakîhinki (fkh âlimi) fakîhe doru, demircininki demirciye
doru, zâlimin düüncesi zâlime, âdilin düüncesi âdile doru gelir.
Hiç bir kimse gece terzi olarak uyuyup sabahleyin ayakkabc olarak
kalkar m? Çünkü onun ii gücü ne ise yine onunla megul olur ve
o dünyada da böyle olacam bilmelisin. Bu imkânsz deildir; hatta
bu dünyada da hakikat olmutur. O halde eer bir kimse bu misâle
hizmet eder ve ipin ucuna varrsa, o dünyamn bütün ahvâlini
(durum, hal) görür, müâhade eder, kokusunu alr ve bu ona
kefedilmi olur. te o 7.2iTi\2in hepsinin Tanr'mn kudretine
sdm bil.^^^

Kyamet gününde sûra üfürülecekür. Sûr, içinde mahlûkatn


nefesleri saj^snca delikleri olan boynuz eklinde bir mahlûktur.

Sûrun içinde her varbn bir delii olduundan, evvelce düüp


ölmemi varlklar onun sesinin tesiriyle gayolur (evkten kendinden

geçme).

Sûra üfleyen srafil (a.sjâiit. Ruh bir safta, melekler dier bir safta

bulunur. Emr-i ilâhî ve melekler buluttan gölgeler içinde gelecektir.


Bunlarn hepsi sana münkeif (aça çkmij) olacak, ama, ölüm
sarholuu gelmeden bu gibi bilgilerin senin gibilerine açklanarak
anlatlmas caiz deildir. Fakat, ölüm geldiinde, sana: "te
kendisinden firar (kaçma) ettiin hakîkat budur" denilecek) tevil (bir
sö^ bajka bir mânâ ile yorumlama) de zahir bulunacaktr. Çünkü bu
tevil ve keif sana vaad olunmutur. Sekerât- mevtten (ölmek ü^ere
iken gelen baygnlk, dalgnlk) öncesinin senin gibisine münkeif
(ke^olunmu§, açk) olmas caiz olmadndan tarafsz durmak
istediin budur, denilecektir.

Sûr'a halkn baylp dümesi için üfürüldükten sonra tekrar dirilip

kalkmalar için de üfürülecek ve insanlar bundan sonra Hakk'n


kendilerinden neyi murad ettiine bakp bekleyeceklerdir.

te o gün hereyin cem' olduu mahlûkatn organlarmn topland


ve Allah'n kendilerini va'd-i ilâhîsi (ilâhî sö^ gerei yeniden

5^2 Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Fîhi Mâ Fîh, çev. Meliha Ülker Anbarcolu,
stanbul: Millî Eitim Basmevi, 1990, s. 256-257.
EY insan
329

yarataca gündür, nsanlarn hepsi, benî-beer'in babas Âdem


(a.s./m suret ve eklinde harolunur (yemden dirilme). Yâni evlâdlar,
babalarnn ve analarnn yannda cem'olunur.

O gün melekler ve ruh, saf tekil edeceklerdir. Dumansz ateten


yaratlan cinler bir saf, cinlerin ve meleklerin dnda kalan eytanlar
da bir saf olacak ve onlarn önünde Adem'in zdd ve IbHsi olan en
büyük eytan Azâzîl bulunacaktr. Azâzîl, eytanlar içinde, insanlar

içinde Adem (a.s.) makamndadr. insanolunun babas Adem (a. s.),

erkek veya kz bir evlâd sahibi olunca Azâzîl de ona arkada olmak
üzere bir evlât yetitirmitir. Bu yüzden eytanlarn says Adem
evlâdnn says kadardr. Doumlar ise kullarn amellerini yazan
meleklerin saysncadr. Kullarn amellerini yazan melekler biri

sada, dieri solda olmak üzere ikidir. Bundan sonras, derin bir
mes'ele olup sana yorumu gösterilecei gün göreceksin. Yazklar
olsun o güne kadar gaflette (Haktan hahersi^ik) kalana. Ne mutlu
ölümden evvel intibah (uyanma) edip aylanlara!

Asl intibah, nefsin suret ve madde ile uramay brakarak Allah


Teâlâ'ya yönelmesi, Hü tarafna teveccüh (yönelmek) etmesidir, O'na
yönelen herkes O'nun Zât'na yönelmi olur. "Allah'n rzâsn
dileyenler için bu daha hayrhdr. te onlar felaha (kurtulup, selâmet)
erenlerdir." Evlâd için çahmak mûcib-i felah (selâmet, kurtulup sebebi)

deildir.

Kim de Allah'a yönelirse Allah ona nefsinden yüz çevirttirir.

Nefsinden yüz çeviren ise ölümün mânâsn anlar. Bilir ki, ölüm,
hislerle anlalan cisim ve suret dünyasna iltifat ve rabeti terk etmek,
âlem-i Melekût'a bakmak ve Allah yoluna girmektir. Allah'n katna
varacan bilerek ahdine vefa göstermek, O'nun rubûbiyetini kabul,
hukuk- ilâhîyi yerine getirmektir. Ki o da, ahlâk- mezmûmeden
(beenilmeyen ahlâk) syrüp güzel ahlâkla bezenmektir. nsan bu
sfatlarla muttasf (vasflanan) olduu zaman hitâb- ilâhîye mazhar
olur. O Rabbndan, Rabbi de ondan raz olarak huzûr- ilâhîye varr.
"Ey mutmain olan nefs! Sen O'ndan, O senden raz olarak Rabbine
dön!"
330

Kim bu dünyada Allah'a inâbe (her türlü günahtan kaçnacana A.llah,

Kesülü ve eyhine sö^ vererek balanma) ederse, onun âhirete dönüü de


rzâya uygun bir dönütür, kerih ve istenmeyen bir dönü deüdir.

te böylece ölüm iki nevidir.


Tabiî ölüm: Ruhun cesedi sevmesinden dolay istemeyerek de olsa
ruhun cesedden sökülüp çkarlmasdr. üphesiz çengellerle çekilip

insan cesedinden ruhun alâkasmn kesilmesi demektir. te bu mevt-


i tabiîdir (tabiî ölüm).

trâdî ölüm: Ruhun cesede olan bam terk etmesi ve cesede aid
sevgiden uzaklaarak AUah rzâsnda ve âhiret amelleri peinde
müstarak (kendini bilmeyecek derecede co^ku ve vecd içinde olan) olmasdr
ki, bu iradî bir ölümdür. Bu ölümle ölenler ebediyen ölmezler artk.

Çünkü ölümün korku ve acs, insann mâsivâdan (dünya) sevdii peyler

kadardr. Azab da, nefsin ehevâta (a§n istekler) olan ba kadardr.


Galip olan lezzetlerin peinde komak, dünyevî isteklerini

gerçekletirmeye çahmak gibi emeller artükça elemler de artar.

Bunlar zâü (sona eren) oldukça emeller de ortadan kalkar. Elem


olmayan yerde korku da bulunmaz. Korkunun olmad yerde ise

emniyet vardr. Emniyetin bulunduu yerde ise sevinç ve müjde


vardr. Sevinç ve müjdeye nâü olan kul, Rabbine kavumay arzu
eder. "Allah'n velîleri için hiç bir korku yoktur, onlar mahzun da
olmazlar."

Yiirn Allah 'a kavurmay severse Allah da ona kavurmay ar^u eder Böyleleri
önlerine neyin çkacam imdiden görenlerdir. Böyle bir

müahedeye (ahit olma, görme) mazhar olan ehid hükmündedir.


ehid ise ölü deildir. Nefsin arzu ve bazlarm öldürmek üzere nefs
üe cihad (Hak yolunda yaplan sava) edip ehid olmak, AUah indinde
rütbe bakmndan kâfirlerle khçla mukatele sonucu ehid olmaktan
daha yüksektir. Nitekim Küçük cihaddan büyük cihada döndük, (Hadis)

buyurulmumr. Nefisle cihad tehlikelidir. Çünkü salim bir niyete

sahip olabilenler pek azdr. Zanda kabp, gerçek manevî ehadete


erebileceini kestiremez. Bu mertebeye cihad- nefsî (nefis cihad) ile
EY insan
331

vâsl olununca ayne'l-yakîn (kalbin müjâhede yoluyla hakikati görmesi)


varlm olur.

radî ölüm, sevab; tabiî ölüm îse cezay; sevab ve ikâb (a^p, e^yet)
gerektirir. Her kim, iradî olarak mevte eriecek olursa tabiî ölümden
önce intibaha (uyanma) gelir, intibaha gelen de yorumsuz olarak
gerçei görür, erbâb- basiretten (kalp göî^ü ile hakikati görenler) olur.
563

Bir gün srafil sûrunu üfleyecek ve onun ilâhî sazndan yükselen


ses bütün ölmüler tarafindan duyulacaktr. Asrlarca ve asrlarca
evvel çürümü vücutlar, bu sesle ürpererek onun evkiyle (heves)

canlanacaktr. srafil'in üfieyecei sûr, böylece sazlarn en dirilteni,

hakîkî hayat vereni olacaktr. Fakat böyle cana can katan nameler
söylemekte srafil yalnz deildir. Peygamberlerle velîlerin sözleri
de böyledir. Bu sözleri ve bu sözlerin mânâsn iyice anla.

Peygamberler; sözlerini duyanlar, anlayanlar ve inananlar ve o


evke gelenler için, ebedî hayat verenlerdir. Ancak onlara
sözlerle

ve Tanr velîlerine inananlarla, onlarn sözleri ve söyleyileriyle


kanatiananlardr ki ebedî hayata ulaacak ve asl öldükten hele
nefislerinden öldükten sonra dirileceklerdir.

Peygamber gönüllerinden kopan bu sesler, ister Davud'un sesi gibi

asrlarca uzaktan duyulsun; ster sa'nn nefesi gibi en taze ölülere

can versin; aslnda maddî olmaktan çok mânevi namelerdir.

Ancak gönül kulaklar bu nameleri duymaya elverili olanlardr ki,

o bahâ biçilmez sesi duyup o ebedî hayata ulaacaklardr. Bu


nameler, zahir kulaktan ziyâde gönül ve vicdan kulana ses

götüren terennümlerdir (anlatma). Aslnda cihan hep bu ilâhîlerle,

israfil sûru, îsâ nefesi ve Davud'un sesi gibi cana can katan böyle
seslerle batan baa doludur.

Evliya gönüllerinden taan nameler ise, gönül kulaklar sar


olmayanlara derin bir tesirle seslenir. Onlara "Ey yokluun

'^^'^
Ahmed er-Rifâî, Marifet Yolu, Doç. Dr. H. Kâmü Ylmaz (haz.), stanbul:
ErkamYavnclk, 1995, s. 176-180.
332

yeryüzündeki temsilcileri! Ey sonunda hiçlie karacak zerreler!


Kendinize gelin! der ve devam eder." durmakszn "Lâ" demeyin.
Eer söyleyecekseniz, Lâ ilahe illâ... deyin, Lâ ilahe illallah deyin!"

Bu tek ve mutlak olan Allah'tan baka Allah yoktur, demektir. Bunu


söyleyin! Bunu diyebilmek için içinizde Allah'tan gayr olanlara
eüen hevesleri (istek) giderin! Çünkü Allah'tan gayr (ha§ka) olanlara
duyulan her heves, inam o ölçüde Allah'tan uzak tutar.

Ey bir taraftan yaratlan, yaatlan ve öte yandan çürütülüp yok


edilenlerin âleminde yaayanlar! Eer velilerin gönüllerinden
yükselen sesi duymuyor, eer çevrenizde üâhî varhm türlü

tecellilerini görmüyorsamz, bilin ki sizin vücûdunuzda ebedi ve baki


olan hakîkî can yoktur. O ruh sizinle birlikte domamtr. Yahut
cammzn kula açlmam, gönlünüzün gözleri görmez kalmtr.
Hakikatte o evliyâmn gönüllerindeki mukaddes (kutsal) namelerden
herhangi biri dünya âleminde bir duyulacak olsa deil yalnz canllar,
yüzyllardan beri ölmü ve toprak altna gömülmü olanlarn ruhlar
bile kabirlerinden balarm kaldrrlard.

Can kulam sana mânâ nameler söyleyene tut! Sana


lisamyla böyle

o güzel sesi duyuracaktr, dünyamn her yerinde ve her zaman vardr.


Lâkin çok kere, o ledün (ilâhî srlara ait ilim, gayb ilmi) mûsikîsini söz

ve mânâ haline ko}ap sana söylemeye izinli deildirler.

Gönül kulam yaklatrrsan, onlarn derûnundaki (iç, gönül) sesi


duyarsn. Çünkü Allah velîleri, yaadklar zamamn ve çevrenin
srafil'idir. O kadar ki nice ölü ruhlar, vücut kabrinde ve ten kafesi
içinde gömülmü yatyorlarken velîlerin sedâsm duyunca ölüm
uykusundan uyamr, canlamr, kefenlerini yrtar ve ayaa kalkarlar.

Duyduklar sesi kendilerinden geçerek dinler, bu üâhî mûsikînin


kendilerini semâlara doru kanatlandrdm hissederler ve derler ki:

"Velîlerin sedalar, dier yaratlmlarn seslerinden bambaka bir

mûsikîdir. Bu sesler, Allah'n sadâsna iarettir. Bunlar Hakk'n


sesleridir. Biz ki vücut mezarnda ve yokluk kabristamnda
gömülmü, ziyan olmu ruhlardk. te Hakk'n velîleri vastasyla
EY insan
333

bize Hakk'n sesleri geldi. Ruhlarmzn kula bu sadây duyduu


içindir ki dirildik, kalktk ve onunla hayat bulduk."

Hazret-i Muhammed buyurmutur ki, dostlarm, vücûdunu^ baharn


serinliine açk tutun. (Bahar havasndan geni ölçüde faydalann).
Çünkü bahar, aaçlara hangi tesiri yaparsa, si^n vücûdunu^ da ayn tesiri

yapar, si^e hayat ve canllk verir.

Buna mukabil sonbaharn rutubetinden ve souundan saknm Çünkü


onun da tesiri, aaçlarda görülen gibidir. Halânn (sonbahar) bahçelere,

asmalara neleryaptna bakn^ ve öyle olmaktan kurtulmak için, kendini^


dikkat edinil^

Bu hadis, ona dtan bakanlar için sadece bir hayat ve tabiat


hadisesini haber verir görünür. Hakikatte onun bir iç mânâs vardr
ve asl bilinmesi gereken mânâ odur.

Ksaca bu güzel sözdeki sonbahar nefistir, nefsin hevesleri ve


ihtiraslardr. Bahar ise akl ve ruhu temsil eder. Ruhun ebedîliini
ve Allah yolunda her an yeni ve ölümsüz bir hayat bulunuunu
anlatr.

Düünülmelidir ki çok cüz'î de olsa insanda bir akl vardr. Bu akl,


vücûdun yaama ihtiyaçlarn temin ve tedârike çabr. Fakat bu
aklla yaratl bir balangç ve bir son içinde nizâma koyan büyük
srlar bilinmez, perdeler ötesindeki büyük ve ebedî gerçeklere
varmaya bu akl yetmez.

Burada kiiye düen vazife, cihan içinde bir ermi insan aramak ve
onda kemâl bulmu akln icaplarna göre hareket etmektir. Erenlerin
külli akllar, sendeki cüz'î akl oldurur. Onu kemâle ulatrr. Onu
ba bo brakmaz. Ziyan olmamasn salar. Bu, onun vazifesidir.

nsan balamak ve ruhu Allah'a ulatrmak


gönüllerini Allah'a
mânâsndaki bu büyük vazifeyi ermi insan akllar elbette sonsuz
bir evk ve istekle yapar.

Hurmamn suyu nasl arap haline girer ve akl kendinden geçirirse


cüz'î akl sahibi insanlar da külli akü sahiplerinin kadehsiz ve
dudaksz sunduklar ilâhî ak arabn öyle içer ve öylece
nefislerinden geçerler.

^^^ Ken'an Rifâî, erhli Mesnevî-i erif, stanbul: Kubbealt Neriyaü, 2000, s. 272.
8

334

Demek ki Allah velîlerinin temiz nefesleri tpk bahar rüzgârlar gibi


cana can katar, bahar rüzgârlarmn susuz ve yapraksz aaçlara su ve
yaprak kazandrmas gibi ruha ferahhk ve güzellik verir. u kadar ki:

Hak erenlerinin üslûbu da tpk bahar gibidir. Rüzgârlar bazen sert

esen, sular bazen seller halinde coan ve taan bahar gibi onlar da
bazen celallenirler.

Kâh yumuak ve okayc, kâh sert ve dallar krc davranlarla sana


ebedîliin ufuklarn gösterirler.

Buna katlanacaksn. Dünya güllerinin yanndaki dikenlere katlanan


insan, ebedîüin (sonsu^uk) gül bahçelerine elbette dikenden çitler

aarak girer.

Hazân (sonbahar) olmayan bir baharn nasl kadri bilinmezse


ermilerin, insan vücudundaki nefis yapraklarn soldurup döken
sertlikleri de olmazsa, o kimseye sonsuzluun bahar ülkeleri kapal
kabr.

Bu sebeple müridine gösterecein itaat, doruluk ve her türlü

üpheden uzak teslimiyettir ki seni özlediin hedefe ulatrr.


Can bahçelerinde esen rüzgârda Isâ'mn nefesinden tesirler vardr.
Gönül iri irfan ve rûhâniyet cevherleriyle doludur. Bu âhâne
incüeri gönül hazinende cann gibi sakla. Çünkü gönlünden eksilen

her inci oradan bir evk alp gider. Böyle incüerini kaybeden
gönülleri ancak derin bir keder sarar."^^'^

Hakikati bulmam iken, kendini erbâb- vuslattan (Allah'a

kavu§mu§) zannedip firkatte (ayrlk) kalan ve âHm kyas edip,

cehilde kalan bana küsmesin; zira alan ald, satan satt, mevsim de
geçti*'

Alâmet-i kyamet (kyamet ijareti) ak \Kizlünün, kara yüzlüden fark


olmasdr. Binâenaleyh onun güne yüzünün vücuduyla, kara yüzlü
ve ak yüzlü zahir olduundan. Peygamberin vücûdu kyamettir; ve

565 Ken'an Rifâî, erhli Mesnev-i erif, stanbul: Kubbealü Neriyaü, 2000, s. 295-
296.
^^^ Ken'an Rifâî, Ahmed er-Kifâî hakkndaki notlarndan, s. 11
EY insan
335

o aklk ve karalk enbiyâ ile mü'minîn-i hakîkî^^e nazarndadr. Evet,


vücûd- Peygamber, kyamettir; zira yarn kyamette her ne olacak
ise, onlar bugün cümlesini pein olarak görürler. Onlar perde-i
gafleti (kalbin Haktan gafil olmasnn perdesi) yrtm olduklarndan/lâ-
cerem (pphesi^ nazarlarndan bir ey mestur (kapal, gi^li) deildir.

mdi o umumî olan kyamete, onun için kyamet derler ki,

kâfirlerin penâh (snacak yer) ve makam olan dünya kalmaynca,


üphesiz onlarn gaflet perdeleri yrtlm olur ve kendilerinin kara
yüzlülüklerini aynen görürler. Kyamet ve Hudâvend-i Huda'nn
(hidâyete erdiren efendi) acâibât gâib (kayp, gi^i) deildirler; göz

önündedir ve ah damardan daha yakndr. Onun müahedesine


mâni olan ancak perde-i gaflettir (kalbin Hakk'n ^krinden mahrum
kalmas). Her kim perde-i gafletin hâricine çkarsa onun kyameti
pein oldu. (Yani "Kim ölürse onun kyameti kopar. ') Her kim sfât-
beeriyyetten ve nefs-i kâfirin (kâfr, örtülü nefis) tabiatndan öldü ve
yok oldu ise, onun kyameti koptu ve zahir oldu. imdi kyamet
perde-i gafletten ve kendiliinden hârice çkmaktr ve âfitâb-
cemâl-i bâ-kemâli (Zât'n günete de tecellî eden gü^lliini görmek)

müahede etmektir. Binâenaleyh Nebî'nin vücûdu kyamettir. Her


kim onun vücuduyla beraber kyamete muntazr ola (bekleyen) ve

kyameti onun gayri bile, o kimse ahveldir (ters gören, yanlij gören).,

adr; biri iki görür; vahdetten uzaktr, biganedir (kaytsiî^ ilgisi':^.

O kyamet dahî ancak bu cemâl ve suret ve rûenâlk (ayan,

meydanda) olacaktr; bunun gayri olmayacaktr. Evvel ve âhir bir

olur. Her bir suretten ancak o bir sr zahir olup yüz gösterir; ve
akbet (son) mahremi (gi':^i) kendine çekip, bigâneyi ihraç eder. Hak
kyamete "Gün" lakabm verdi. Zîrâ krmz ve sar olan cemâli
gösterir. Binâenaleyh "gün"ün hakikati evliyann srrdr. Gün
onlarn günelerinin muvacehesinde (yü^e§me) gölgeler gibidir. Nâ-
mahrem, mahremden ve kalb nakidden ve tortu saft:an ayrlmak
için âlemin vücûdu cui (co^ma) içindedir; ve sr gözüyle baktn
vakit, her birisi kendi asbna mülhak (katlmak) olmak için kâffe-i
âlemin (âlemin cümlesi) bu gûi (çalnma, uranma) ve cui (cokunluk)
^''^
içinde olduunu görürsün.

Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Fhi Mâ Fh, çev. Ahmet Avni Konuk, haz. Selçuk
336

Ey benim en ulu Peygamberim, onun mumu, kasrgama kar§ nedir?

Derhal korkunç sür sesiyle kalk da binlerce ölü topraktan çksn!

Sen vaktin israfil'isin; doruca kalk da kyametten önce bir kyamet kopar!

Kim, hani nerde kyamet? Derse a gü^lim, kendini göster, i^te kyamet benim de!
568

Selâmet her dü (iki) âlemdeyak§ma\ dervi§e gaflet

Rj^lây Ha^ret-i y4llah


Kelâm- kalbi :^krullah

Vefa ister isen ahde


sadâkat, doruluk kân
Ijin tut hasbetenlillah (Allah nt^âs için)

Onun maksûdu (maksat) bir Allah

Bu dervilik ne hoyol bak


Huda 'dan gayn görme^ hiç
ii Allah ve illallah

görür heryerde nûrullah

Ten ü can (vücûdu ve can) gerek atmak


Onun yok meyli dünyaya

Yok olmak fî-sebîlillah (Allah nî^âs için karlk beklemeden)

Ümidi arzusu Allah

Vücûdunda emânettir
Ara bul sende srrullab
Soyun varndan ey Ken 'an
Görürsün var olan Allah

Eraydn, stanbul: z Yaynclk, 2002, s. 227-228.


568
Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Mesnevi, çev. Veled zbudak, Abdülbâkî Gölpnarh
(haz.), stanbul: Millî Eitim Basmevi, 1991, c. 4, beyit. 1477-1480
569
Ken'an Rifâî, lâhiyat- Ken'an, Yusuf Ömürlü ve Dinçer Dalklç (haz.),
stanbul: Kubbealü Neriyat, 1988, s. 28.
EY insan
337

-52-
Eyvah! B2 uyuduumuz yerden kim kaldrd?
Bu Rahmann vaadettii gönderilen Resuller ite
doru imi, derler.
*'kâlû yâ veylenâ men be'asenâ min merkadinâ hazâ
mâ vâ'ade'r-rahmânü ve sadeka'l-mürselûn"

Onlar: "Eyvah bajimiî^a gelenlere! Medarmzdan hi^ kim kaldrd? O


Rahman 'in vaad buyurduu ijte hu imi§. Gönderilen peygamberler de doru
söylemiler. " derler. (Elmalk Hamdi Ya^r)

(ipe o flaman: ) Eyvah, eyvah! Biî^i kabrimi^en kim kaldrd? Bu,


Rahman 'in vaat ettiidir. Peygamberler gerçekten doru söylemiler! Derler.

(Diyanet)

-53-
Baka deil, bir tek sayha olmu ve onlarn hepsi
derhal ihzâren huzurumuza getirilivermitir.
"in kânet illâ sayhaten vâhideten fe izâhüm cemPun
ledeynâ muhdarûn"
*
Ba^ka deil, sadece bir tek çlk olmq, derhal hepsi toplanmç hu-^urumu-:^
getirilmilerdir (Elmalk Hamdi Ya;^r)

Olan müthi bir sesten ibarettir. Bunun ü^rine onlarn hepsi hemen
huî^urumu^da ha^r bulunurlar. (Diyanet)
338

"Bir kimse ^maninin imamm tanmadan ölürse onun ölümü câhiliyje

ölümüdür. " (Hadîs-i erîf)^^°

• Düünecek ve u hakikate uyanacaksn ki, baklarn Allah ak ile

aydnlatmaktan uykuda kalm nice insan, yannda, önünde dolat,


elini eline dedirdii halde Tanr erenlerini görmekten uzak ve
âcizdir.

Niceleri, bu }aizden onlarn hakîki sevgiliyle olan yaknhklarn


bilmez, sohbetlerinden ve musahabelerinden (sohbet) buna dâir bir

koku almazlar.

Ashâb- Kehf (yedi uyurlar) gibi, yokluk maaralarnda gizlenmi olan


Allah insanlarnn bu varhklarndan haberli olabilmek için gözün
gaflet perdesini yrtp ilâhî nura uyanmas ve kulan bize gayb
âleminden uzanan o ilâhî sesi duymas lâzmdr. Yûnus Emre'nin:

Hak cihan e doludur, kimseler Hakk ' bilme^

Kendinden istesene ol senden ayn olma':^^

Dedii gibi, cihan Hak'la ve Hakk'n velîleriyle doludur. Fakat o


iz'an ve idrâk sahipleri nerededir ki basiret gözleriyle onlar görmee
muktedir olsunlar. Çünkü onlar gizli ruhlar gibi görünmezler.

Sen, onlar görmee lâ}ik bir göz edin. ilâhî nur onu gerçekten
sevenlerin ve onun tarafndan sevilenlerin gönlünde nasl ldyor,
bunu gör!^^^

• rfan güneinin, Allah bilgisi nurunun aydnlnda görünmez olan


"
kimselerin duygular ve akllar, 'Ve i^âhüm cemî'un ledeynâ muhdarûn
âyet-i kerîmesi gereince en çarlla; ebediyet
küçük bir

denizlerine dalar ve kendi varhklarndan kaybolur. Bu bir cezbe


(çekim) ve evk, bir \öicuttan geçi halidir. Hüdâ (Allah) tarafndan

çarh derecesine göre, Hakk'n varh nurunda mahv (kulun beceri

5^*^
Mûsâ b. eyh Tahir Tokad, smâü Hakk Bursevî, Hac Bektâ- Velî,

Muhammed Nûru'l-Arabî, Gayb Bahçelerinden Sesleniler, Yayna hazrlayan:


Tâhir Hafzaliolu, stanbul: nsan Yaynlar, 2003, s. 108.
5"^'
Ken'an Rifâî, erhli Mesnevî-i erif, stanbul: Kubbealü Neriyaü, 2000, s. 62.
EY insan
339

gaflardan kurtulup Allah'n külli irâdesine teslim olmas) ve kaybolan

kimselerin üzerinden o cezbe ve evk hâli çekilince, tekrar \öicut

kayd balar. Bu, güne gidince yldzlarn görünmesine benzer.


Duygu ve düünce yldzlar, beerîliin karanlk gecesinde yeniden
parldar ve insanda dünya yükleriyle dünya külfederi yeniden
balar.

Böylece Allah'n cezbettii âk ruhlar, tabur tabur, uura (idrak)

dönerler. Ruhlarnn kulanda irfan küpeleri belirir, türlü ilimleri,

türlü hakîkaderi bilerek uyanrlar.

Kyamet gününde bütün çürümü deriler ve kemikler, dört nala


giden atllar nasl toz koparrlarsa, öyle yerlerinden kalkacak,

hesaplarn vermeye koacaktr.

Dünyada Allah akyla yamp bir cezbeyle kendinden geçen Hak


ermilerinin hâU de tpk böyledir. Ölmü, çürümü, toz haUne
gelmi ve görünmez olmularken AUah'n onlar dünyaya iadesiyle,

\'ücut ve hayat bulurlar.

Bir farkla ki kyamet gününde ister Müslüman ister kâfir, ruhlarn


hepsi bir vücûda bürünecektir,^''^

Eer sen gaflede perdeli, madde karanlna gömülmü, mâsivâ


ka\darna balanm, babalarm taklid ile nûr-i yakîne (yakin nuru)
ermeyen muallimlerin (öretmen) sözlerine tâbi olmu isen kât ve
tahtadan baka bir levha, kamtan baka bir kalem, et ve sinirden
baka el, cisim ve maddeden baka kâtib (ya':(iya^n
ibaret olandan
kiji)tanmazsn. Öyleyse bizim iaret ettiklerimizden bir ey
anlamaya tamah etme (aç gö-:^iilük etme, çok isteme}. Çünkü sen bu
iin ehli deilsin. Madde karanhnda kalanlardansn. Böyleleri
cisim ve ona bal maddî eyadan bakasm tammaz. Uzunluk,
yükseklik ve genilik olarak bilinen üç buudlu (boyut) maddenin
gölgesi alündadrlar. Bu yüzden mâlûmâtimz da hislerinizle

duyduklarmzdan ibarettir. Kemiyet (nicelik) ve miktar olmayan,


ölçülemeyen, görülemeyen ve taksim edilemeyen eyleri inkâra
kalkrsmz. Bunlar âlem-i vasi denilen âleme dâhil varbklarn

^''-
Ken'an Rifâî, erhli Mesnevt-i erif, stanbul: Kubbealü Neriyaü, 2000, s. 542-
543.
340

özellikleri olup cisimler onlara göre gölge hükmündedir. O öyle bir


erefli âlemdir ki, emir ve kader ondan iner.

Ey suret ve zahir ile marur olan kii! Sen Allah'tan gafilsin, uyan!

Senin teveccüh edip kendilerine doru yöneldiin zahir ehli,

müebbihe (bentten) ve mücessime (Allah' cismi olan bir varlk gibi


tasavvur eden) bile Allah'n azabndan lütuf ve ihsanna snrlar.^''^

Çok zayf, clz, ufak-tefek bir adam vard. Herkesin gözünde, hakir
(deersi^ bir serçe gibi görünürdü. O kadar hakir ve çirkindi ki,

onu görmeden evvel kendi hallerinden


hakir ve çirkin yüzlüler bile
ikâyet ettikleri halde onu bu kadar hakir görünce, Tanr'ya
ükrederlerdi. Buna ramen adamcaz ulu orta konuur, büyük
büyük sözler söylerdi. Pâdiâhn dîvânnda memurdu,
mütemadiyen vezirin canm skar, o da bunlar hazmederdi.
Sonunda bir gün, vezirin kafas kzp: "Ey dîvân ehli! Ben bu falan
kimseyi yerden kaldrdm, besledim, yetitirdim. Bizim soframz,
ekmeimiz ve nimetierimizle bu adam olup, buraya kadar geldi.
Sonunda böyle bana kötü eyler söylüyor." diye bard. Çirkin
adam vezirin yüzüne athp: "Ey dîvân ehli ve devletin büyük
adamlar, erkân! Evet, doru söylüyor; onun ve ceddinin (soyunun)
nimeti ve ekmei ile beslenip büyüdüüm için böyle hakir ve
gülünç oldum. Eer baka bir kimsenin ekmei ve nimeti ile

büyütülüp beslenseydim, yüzüm, boyum ve deerim bundan daha


iyi olurdu. O beni topraktan tump kaldrd. "Biz, size yakn bir
azab ihtar ediyoruz. O gün her insan elinin ne yaptm görecek ve
inanmayan: 'Keke toprak olsaydm!' diyecek." (Nebe, 40)
buyurulduu gibi, keke baka bir kimse beni topraktan kaldrm
olsayd! Belki o zaman böyle gülünç olamazdm." dedi.

Allah adam tarafndan yetitirilen bir müridin ruhu tertemiz olup,


müzevvir (söf^ tajiyan) ve iki yüzlü bir kimse tarafndan yetitirilip,
tahsil ettirilen adam ite, o clz adam gibi hakir, âciz ve kederli olur;
tereddütier içinde kahr, duygular noksandr ve iyi çahmaz.^^"^

5'^^
Ahmed er-Rifâî, Marifet Yolu, Doç. Dr. H. Kâmil Ylmaz (haz.), stanbul:
ErkamYaynclk, 1995, s. 171.
^'"^
Mevlânâ Celâleddin Rûmi, Fîhi Mâ Fîh, çev. Meliha Ülker Anbarcolu,
stanbul: MiUi Eitim Basmevi, 1990, s. 50-51.
EY insan
341

-54-
Artk bugün hiç kimseye zerrece zulmedilmez.
Ancak yaptklarnzn cezasn çekeceksiniz.
^'Fe'l-yevme lâ tuzletnü nefsun eyden ve lâ tüczevne
illâ mâ küntüm ta 'melun "

*
Artk bugün hiç kimseye t^erre kadar ^Imedilme^ Ancak japtklanm^n
cefâsn çekeceksini^. (Elmahh Hamdi Ya^r)

O gün hiçbir kimse en ufak bir haks^ga urama^ Si^ orada ancak
japtracaklannif^n karglm alrsnv:^ (Diyanet)

"Kabbinin makamndan korkan ve nefsini kötü aralardan u^klapran


için ise jüphesi^ cennetyegâne barnaktr. " (Nâzi'ât, 40-41)

Zulüm, bir eyi, mahallinden baka ve ona uygun olmayan bir yere
^^^
koymak.

Zulüm nefsin isteklerine râm (bojun een) olmaktr.^^^

Nefsine zulmetmek demek, ona her istediini vermektir. Adalet ise

nefsin arzularma kar koymaktr. Eer kendinde bir mevcudiyet


görüyorsan zâlimsin. Zulüm, bir eyi kendi mevziine koymamakür.
Hakk'n bunca lütuf ve ihsanlarm biliyorsan o vakit âdilsin.^^^

"Ben A^mü'j-ân onlara ^Imetmedim, velâkin onlar kendilerine

zulmettiler" (Hûd, 101), "Senin Rabbin hiç kimseye zulmetmez." gibi


âyet ve hadislerin delâletleri zulüm ve isyamn abde (kul) isnâd

5
'5 Hucvirî, Kefu'l-mahcûb Hakikat Bilgisi, Süleyman Uluda (haz.), stanbul:
Dergâh Yaynlar, s. 537.
"'^ Ahmed er-Rifâî, Marifet Yolu, Doç. Dr. H. Kâmil Ylmaz (haz.), stanbul:
Erkam Yaynclk, 1995, s. 95.
5^^ Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealti Neriyat, 2000, s. 213
342

olunmasn e'ar eder (en gü^eI ekilde söyler). Hatta eytan "Fe bimâ
aveytenî" kelamnda (ivây) Hüdâ-i Müteâl'e isnadnda kâzib (yalan

söyleyen) ve Hz. Adem "Zalemnâ enfüsenâ" "Ya Rabbi biz

nefsimize zulmettik!" kelâmnda zulmü kendi nefsine isnadnda


sâdk olduu için eytan kovuldu, tardedildi, Hz. Adem ise makbul
oldu. Hayr ve er Allah'tandr demek, yaratmak ve hükmetmek
Allah'tandr ama kesb (çahpp, ka^nma) ve irade kuldandr diye
îtikad etmek lâzmdr. Eer böyle olmazsa irâde-i cüz 'iyeyi inkâr ve
cebriye mezhebini (cü':^ iradeyi reddeden meî^hep) ihtiyar etmek lâzm
^''^
gelir. Tedbirde kusur edip takdire bahane bulmak aptallktr.

nsan, brakt ameller ve eserler bahçelerinde dolar. Fakat o


gezilen bahçelerin cennet bahçesi olma}ip gayya (içinden çklamayan
belâl durum) da olmas ihtimali vardr. Eer braktklar iyi eserler
ise ruh da alâkadar olmakla zevklenir. Ama kötü eserler ise bu defa
elem duyar muzdarib olur (lî^drap duymakf"^

Dünya, Allah'n bir imtihan mahallidir. Bir irfan mektebidir.


Buradan kalb-i selim diplomasim alanlar üphesiz, dünyada da
âhirette de bahtiyardrlar. Alamayanlar ise yüzleri yerde, mahcup
(utanm) ve küçülmü olurlar. Dünya âhiretin tarlasdr. Burada ne
ekersek, orada onu biçeceiz.^

Herkes kendi hayat binasmn mimardr. Faraza sen yaptn bir

yapy, fena malzeme kullanarak, çürük ve hesapsz yaparsan,


yaptn bina yklr, neticede seni mes'ûl ederler. nsanlarn
bulduklar ferah, keder, cennet, cehennem, iyilik ve fenalk da hayat
binasm iyi veya fena kurmu olduklarndandr. Erdiimiz neticenin
mesuliyeti bakalarmn deil, kendimizindir.

Eer vücûdumuz binasm çürük ahlâklar ve kötülüklerle


biz

yaparsak, günün birinde kendi kendine çöküverir. Nihayet Cenâb-


Hakkk'n huzuruna çkarüp: Ben sana bu vücûdu emanet

5^^ Azîz bin Muhammed Nesefî, Zübdetü'l Hakaik, haz: M. Tark Yüksel,
stanbul: Asya yay. 2003, s. 128-129
^''9
Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealü Neriyaû, 2000, s. 349.
5^° Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealü Neriyaû, 2000, s. 521.
EY insan
343

vermitim. Onu niçin çürük ve kötü malzeme ile bina ettin? diye
muhakeme edilir ve neticede de mahkûm oluruz."*^'

Düüncelerini an ve eref elde etmek için yersiz ve abes eylere


baladm. Bunlar, deniz kenannda bulunan kumlarm üzerine,

dalgalarm baka kumlar getirmesi ve onlann üstüne de dier bir

kum tabakasmn geHp birer birer hepsinin kaybolmas gibidir ki,

her gelen dierini kapatr ve siler.

an ve eref peinde koar, düünceni varlm bo olan kymetlere


sarfedersin de, kum tabakalar üstüne gelen dier kum tabakalar
gibi, hadiseler dalgalar da senin o an ve erefinin üstüne bir örtü,
bir karardk perdesi çeker.

u halde emeklerine yazk deil mi? Kuvvetini, kudretini


harcayacaksan bari hakikat yolunda harca... Sana verilmi olan
hakikat araycl vazifesi urunda gayretini kullan.

Bir eyi mevziine yani hakikî yerine koymamak zulümdür.


Sonradan: Ya Rabbi biz nefsimize zulmettik. Verdiin ihsanlarn
kadrini bilemedik. Bunlar yerinde kullanmak lâzmken bo ve abes
yerlere harcadk. Gülâbdâmn (gül suyu kab) içine gül suyu koymak
lâzm gelirken sirke koyarsan, gülabdana da gül suyuna da
zulmetmi olmaz msn?

Gülabdann içine sirke koyduun zaman, ho karlanmyorsun da


ya münasebetsiz hallerin için Allah tarafndan nasl tekdir

(cezalandrma) olmazsn? Hak'la ahdini yerine getirmez, akln fikrini

lüzumsuz eylere sarfedersin de sitem görmez olur musun? Sonra


da: Ben affet... diye rica ediyorsun. Ben sana bu akl verdim. Onu
niçin ziyan ettin?Sen kendini affetmeli ve yaptn münasebetsizlie
rücû (geri dönmek) etmemelisin. Hem de sana evvelce ihtarlarda
bulunduum halde, yine gülabdana sirke koydun. u halde kendi
düen alamaz. ..^^"

5^' Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealû Neriyaü, 2000, s. 426.


5^2 Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealû Neriyaü, 2000, 456-457.
s.
344

• Ruhum bir kalbn esiri olmadan evvel, elimi bir el tuttu ve bana
güneleri, semâvâtn (gökjü^) acâibini gezdirip seyrettirdi. Nihayet
bir âleme getirerek: "te olacan yer. Buras dünyadr."
misafir

dedi. akn akn etrafima baknrken de devam etti: "Burada


herkes kendi istidadna göre bir tohum eker ve mahsul devirir.
Para, kadn, evlât, mevki, rütbe, an ve eref, insanlarn en çok ekip
biçtikleri tohumlardr. Sen de keyfine göre bu dünyaya bir çekirdek
ekip mahsul topla!"

Böylece, kimsenin kimseyi görmeden çahp didindii bu patrtl


âleme ben de katldm. Ben de onlar gibi ekip biçmee baladm.
Ama bütün tarlalar benim olsa, tohumlarn, sabanlarn tek sahibi
sâde ben olsam gene de geldiim âlemlerin zevkine takl kalan
gönlüm, bir türlü ektii tohumun çenisiyle (lef^^et) nafakalanmaya
raz olmayacakt. Ezel gününün saltanatn görmü göz, safâsn
tatm dudak burada, kendi düzdüü puta nasü tapabilirdi?

syan ettim. Belimden tohum torbam, elimden sabanm attm ve


hemen gidip kendi varlm tohumunu bu tarlamn bir köesine
gömdüm.

Arkamdan baryorlard "Vah zavaU, kendini ziyan etti..."

Halbuki zamamn sâdk duda onlar yalanlad. imdi dallarndan


ak me}^eleri topladklar u fidan, bir zamanlar vecd (hayranlkla
kendinden geçme) ve tevâzû (alçak gönüllülük) ile yere gömdüüm o
^^^
tohumun tâ kendisidir.

• Cenâb- Hakk Zümer sûresi 71-72. âyetlerde "Herkes jann buradaki

ameliyle ce^lanacaktr. Allah 'in emirleriyolunda gitmeyenler cehenneme sevk

olunacaklar ve orada cehennem ^ebâmleri: "Sit^e Cenâb- Hakk 'in emirlerini

söyleyen ve si^ maher günü ile tehdit eden resuller gelmedi mi? Niçin onlan
dinleyip yolunuî^u düî^eltmediniî^^ de dünyann yalanc ve geçici olan evklerine

dalp Allah'n:^ unuttunu^? imdi cehenneme girini^ ve orada dâim

583 Sâmiha Ayverdi, Yusufçuk, stanbul: Kubbealü Neriyaü, 1997, s. 41-42.


EY insan
345

kalnp Bu cehennem kibirliler için ne çirkin bir yerdir, diyeceklerdir."

Kabrin hakikati insann kendi vücûdudur. Cehennemlik olanlarn


maddî hayadan her ne kadar refah ve ihtiam içinde olsa da, kalpleri

sknt ve darlk ile kederlidir ve öldükleri vakit ise, kendi kyametleri

kopuncaya kadar hep bu hâl üzere kahrlar.^^^

Biri: "Kad zzeddin sana selâm gönderiyor ve her zaman sizin


iyiliinizi, hayrnz söylüyor, sizi övüyor." dedi. Mevlânâ buyurdu

ki: "Her kim bizi hayrla yâd (hatrlama, anma) ediyorsa onun da
dünyada, yâd hayrb olsun! Eer bir kimse baka biri hakknda iyi

eyler söylerse o hayr, iyilik kendisinin olur ve gerçekte kendisini


övmütür. Bunun benzeri öyledir: Meselâ, bir kimse kendi evinin
etrafna güller, fesleenler dikse, her baknda gül ve fesleen
görür ve kendisini her zaman cennetteymi gibi hisseder.

nsanlarn iyiliini söylemeye ahm ve onlarn bayryla megul


olan kimse, onun sevgilisi olur ve onu hatrlaynca sevdiini yâd
etmi olur. Bu gül ve güllüktür, ruh ve rahattr. Birinin kötülüünü
söyleyince, o kimse gözünde sevimsizleir. Onu hatrlayp da,
hayâli gözünün önüne gelince sanki, ylan yahut akrep veyahut çer

çöp görmü gibi olur. Bunun için, madem ki gece gündüz gül ve
güllük ve rem balar görebileceksin, o hâlde niçin dikenlerin ve
ylanlarn bulunduu bir yerde dolayorsun? Bütün insanlar sev ki,

dâima çiçekler ve gül bahçeleri içinde bulunasn. Eer hepsini


düman bilirsen, dümanlarn hayâli gözünün önüne gelir ve sanki,
gece gündüz dikenlikler ve ylanlar arasnda geziyormu gibi

olursun. u hâlde herkesi seven ve her eyi ho gören evliya bunu


bakalar için deil, Allah saklasn! Gözlerine çirkin, sevimsiz ve
irenç bir hayâl görünmesin diye yaparlar. Madem ki bu dünyada
yaplanlar tahayyül (hay3al etmek) ve yâd (hatrlama, anma) etmek
mutlaka zarurîdir ve bundan kaçnlmaz, o hâlde irenç, çirkin
hayallerin yollarn kartrmamas, bozmamas için insanlar
anarken hepsinin ho ve iyi olmasna çah. Binâenaleyh halk

5^'*
Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealü Neriyaü, 2000, s. 455.
5^5 Ken'an stanbul: Kubbealü Nerij^ati, 2000,
Rifâî, Sohbetler, s. 420.
346

hakknda yaptn her ey ve onlar ister iyilikle, ister kötülükle


olsun anman tamamyla sana ait olur.

Bu bakmdan, Allah bu}aruyor ki: 'Kim iyi bir i yaparsa kendi


nefsine ve kim kötü bir i ilerse kendisine yapar.' Ve Onun için

'Her kim bir zerre arlnca iyilik ederse onu görecek ve her kim
"'^^''
de zerre kadar kötülük ilerse onu görecek.

Cennet ü (ve)düî(ah (cehennem), gamm (keder) ü sürür (sevinç), t^ulmet

(karanlk) ile nur.

Yaptklarnn gölgesi, hâriçte mi sandn'^


Bilgin sana kymet, talebin neyse osun sen,

insanl sâdeyiyip içmekte mi sandn^


Hâlin ne ise müjteri sen oldun o hâle.

Noksan meer adl-i ilâhîde (ilâhî adalet) mi sandn f^"^

-55-
Cennet ehli bugün UGL (meguliyet) içinde
zevk etmektedirler.
'^tnne ashâbe'l-cennetPl-yevme fî uulin fâkihûn"

*
Gerçekten cennetlik olanlar bugün bir meguliyet içinde î^vk etmektedirler.

(Elmalk Hamdi Ya^r)

O gün cennetlikler, gerçekten nimetler içinde safa sürerler.

(Diyanet)

586 Mevlânâ Celâleddin Rûmî, ¥îhi Mâ Fth, çev. MeUha Ülker Anbarcolu,
stanbul: MilH Eitin Basmevi, 1990, s. 306-307.
5^''
Ken'an Rifâî, lâhiyat- Ken'an, Yusuf Ömürlü ve Dinçer Dalklç (haz.),
stanbul: Kubbealü Neriyaü, 1988, s. 14.
EY insan
347

-56-
Kendileri ve zevceleri erikeler üzerine
kurulmulardr.
*'Hüm ve ezvacühüm fî zlâlin ale'l-erâiki
müttekiûn''
*
Ken dileri ve ekleri gölgelerde koltuklar üî^rine kurulmulardr. (Elmalk
Hamdi Yattr)

Onlar ve e§leri gölgeler altnda tahtlara kurulurlar. (Diyanet)

-57-
Orada onlara bir meyve var, hem onlara orada ne
iddia (arzu) ederlerse var.
^'Lehlim fîhâ fâkihetün ve lehüm mâ yeddeûn"
*
Onlara orada bir meyve vardr, isteyecekleri her jey onlarndr. (Elmalk
Hamdi Yaî^r)

Orada onlar için her çe§it meyve vardr. Bütün arzulanyerine getirilir.
(Diyanet)

'Dünyada öyle bir cennet vardr ki, ona giren, âhiret cennetine itiyak

(ö^em) duyma^' buyuruluyor. "Bu cennet nedir ya Bjesulullah?" diye

soruldukta, "Mârifetullahtr. . .
" diye buyurdular.

Demek oluyor ki dünya cennetine girmi olan arifler ve derviler,


mukabele günü bir yerde toplanp, Hakk'n zikri ve fikri bahçelerinde,
canlarm rûhâniyet gülleri ve ahâdiyet srlar sümbülleri ile
348

gdâlandrrlar. Resulullah Efendimiz: Zikir meclisleri, cennet

bahçeleridir, diye buyururlar.

te mukabelede bulunan bu sâlikler, dünya cenneti mesabesinde


olan kâmil insann vücûdu aac gölgesinde toplamp, onun vücûdu
aacndan sükilen irfan ve holuk meyvelerini toplarlar. Efendimiz

buyuruyor ki: "Cennet aaçlarndan bir aaç bulduunu-:^ vakitte gölgesinde

oturunu^ ve yeminlerinden jiyinij^!" Dünyada bu nasl kâbü olur ya

Resulullah dediklerinde, "Bir ilim sahibi bulduunu^ î^aman cennet aaa


buldunu^ demektir. " cevabm vermilerdir.^^^

Cennem'1-ef âl: Fiiller ve ameller cenneti. yi iler yapanlara ödül


olarak verilecek olan ve nefis yiyecekler, ho içecekler ve çekici

cinsel zevkler içeren sûrî (formel) cennet ki buna "nefs cenneti" ad


verilir.

Cennetu's-sfât: Sfatlar cenneti. lâhî isim ve sfatlarn tecellîlerinden

meydana gelen mânevi cennet ki buna "gönül cenneti" de denir.

Cennetu'z-Zât: Zât cenneti: Esiz ilâhî güzellikleri temââ (seyir)

cenneti ki buna rûhan cenneti de denir.^^^

Allah teâlâ, Sûret-i Muhammediyeye "Mennân" ismi üe tecellî

eylemitir ki, bu tecellî sonunda cennet çeitierini yaratmtr.

Daha sonra, o cennetiere "Lâtif ismi üe tecellî eyleyince, orasm


katnda eref bulmaya, ikram bulmaya lâyk olan herkese mahal kld.

Bil ki! Cennetier genellikle sekiz tabakadr ki; onlarn her


tabakasnda çok cennetier bulunmaktadr. Ve her cennetin de nice
dereceleri vardr ki, haddi hesab bilinmez.

imdi aada bu cennet tabakalar hakknda srasyla açklamada


bulunahm:

588 Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealti Neriyat, 2000, s. 578-579


589
Süleyman Uluda, Tasavvuf Terimleri Sözlüü, stanbul: Marifet yay. 1991, s. 114
"

EY insan
349

Birinci Tabaka: Cennette bu tabaka "Selâm Cenfieti" ismim almtr.


Ayrca "Mücâzât (karglk) Cenneti" bu tabaka için söylenir. Yüce

Hakk bu cennetin kapsn sâlih amellerden yaratt. Ve o cennette,

orann ehline "Hasîb" ismi ile tecellî eyledi. Ki böylece oras srf
hayrl amellerin karl oldu. Resulullah Efendimiz bu mânâda
buyurmutur ki: "H/f kimse, ameli ile Cennete gireme^ " bu ekilde
mevhibeler cennetini murad etmitir. Mücâzât cenneti murad
edilmemitir. Nitekim bu cennet ehli için Allah teâlâ öyle
buyurmutur: "insan için, jalm^ çalnmasnn kargl vardr. Çalnmann
kargl yaknda görülecektir. Sonra tam tamna mükâfat verilecektir.

(Necm, 39-41)

Hülâsa: bu cennete, ancak sâlih amellerle girilir; baka yolu yoktur


ki, bir ahsn sâlih ameli yoksa buraya girii de yoktur. Ayrca bu
cennete "Yüsrâ" ismi de söylenir. Yüce Hakk Kur'ân- Kerm'de bu
mânâ ile ilgili olarak buyurmutur ki: "Bir kimse sadakasn verir,

kendini korursa, aynca Hüsnâ'j dorularsa, Yüsrâ j ona müyesser ederi^.

(Leyi, 5-7)

Ahvâli anlatld gibi olan yani cennet ehli olan ahsn, anlan
cennete girmesi pek az sâlih amele bahdr ki, Allah'n kolaybk
nasib ettii herkese nasib olur.

kinci Tabaka: Bu cennete "Huld Cenneti" veya "Mekâsib


(kaî^anç) Cenneti" denir. Eer Mücâzât cenneti üe Mekâsib cenneti
arasndaki fark sual edersen öyle deriz:

Mücâzât cenneti ameller miktar kadar olur, yani amellere karlk


ihsan edilir. Mekâsib cenneti srf kazançtr. Zrâ o, akidelerin,

Allah'a kar beslenen güzel zanlarn bir sonucudur. Bu bedenle


yaplan amellere karlk verüen hiç bir mükâfat orada yokmr. Allah
teâlâ bu cennet ehline "Bedî" ismi ile tecelli eder ki bu tecellî

sonunda güzel akîde sahiplerine tasavvur olunamayacak haller

zuhur eder.

Hepsi orada üâhî bedâat (bedîîlik, gü^llik, yenilik) olarak meydana


gelir. Mekâsib cennetinin kaps; iükadlar, Allah'a z^Ltûât ve ümidden
"

350

yaratlmtr. Mekâsib cennetine anlatlan huylardan birine sahip


olanlardan bakas giremez. Yani, bir ahsta bu huylardan bir huy
bulunmazsa bu cennete giremez. Bunu bil!

Bu cennetinadna Mekâsib cenneti dendi. Yani, Kazanç cenneti.


Zîrâ bunun zdd: Yutulmaktr, hüsrandr ki, bu hüsransa; Allah'a
kar beslenen düük vasfl zanmn sonucudur.

Bu mânâda Allah teâlâ öyle bu)'irdu: "7//^ bu si^n ^nmm^r ki,

Rabbinif^e karp öyle ^an besledim^ O ^an si^ dünürdü. Dolays ile

hüsranda kalanlardan oldunu^ " (Fussilet, 23)

Hâsl kötü zan sahipleri bir hasâret ve bir ziyan hasretinde yanarlar.
Cenâb- Hakkk'a kar iyi zan sahiplerinin ise Mekâsib cenneti
mekânlardr.

Üçüncü Tabaka: Bu cennetin ad; "Mevâhib Cenneti"dir. Bu


cennet kat yukarda anlatüan cennet kadarndan daha yüksektir.
Zîrâ, AUah teâlâmn hibelerine bir nihayet... son bulunmamaktadr.
Hattâ bu cennet ehline Yüce Hakk öylesine hibe eder ki, ne ameli
vardr, ne de akidesi... Yani bu cennet ehline Yüce Hakk'm yapt
hibe; amelleri, itikad ve daha baka iyilikleri olana yapt hibeden
daha fazla olur.

Ben bu cennette, her miUete mensup kavimler ve Ademolu


cinsinden baz tayfalar da gördüm. Hatta, itikad ehü ile güzel
ameller ileyen ahslar da kendilerine Allah teâlâdan bir hibe varsa
buraya girebilir ki anlan ahslar bu cennete girecei zaman onlara;
"Vehhâb" ismi ile tecellî eder. Baka türlü de olmaz çünkü, ancak
buraya AUah teâlâmn ihsam, hibesi ile girilebilir. Resulullah
Efendimiz bu cennet için öyle buyurmutur: "Oraja hiç kimse ameli
ile gireme^"

Sordular: "Sen de mi giremezsinja B>£sulullah?"

öyle buyurdu; "Evet ben de. Ancâki A.llah Teâlâ beni rahmetine

daldrmpr.
EY insan
351

Bu tabaka, cennetin en çok olduu yerdir. Hatta en geniidir. Ve


buras: "Rahmetim her eyi kuatmtr." (A'râf, 156) âyeti ile
beliren mânânn srrdr.

Aklî, vehmi imkân cihetinden; hakîkatierin verdii yol odur ki,

buraya girmeyen hiç bir insan nev'i kalmayacak! Lâkin nasibi varsa,
Yüce Hakk'n takdir ettii günlerin birinde, bu cennete girer ki,

vehmi imkân cihetinden gelen hakikatlerin gösterdii yol budur.

Bizim müâhedemizse bundan bakadr.

öyle müahede ettik; her milletten ve her rktan bir taife bu


cennette vard. O milletierin yardan fazlas orada yoktu, yani hepsi
orada bulunmuyordu; sadece her milletten bir frka vard o kadar.

'Haliyle Mücâzât cenneti böyle deildir. Oras iyi ameller ileyen


kimselere mahsustur ki, o cennete yalnz ehli olanlar girer.

Sebebini sual edersen deriz ki kâr, mükâfat olmaya daha yakndr ki

kâr olmas için de bir sermâye bulunmas lazmdr.

ikinci tabakada geçen Mekâsib cenneti ehlinin semayesi; îtikadlar


ile Allah'a güzel zardandr.

Lâkin bu cennete gelince Mevâhib cenneti demek istiyorum,


cennetin bu tabakas, cennetierin tümünden genitir. Hattâ buras,
kendi fevkinde bulunan cennetierin de tümünden daha genitir.
Kur'ân- Kerîm'de bu cennetin ad Me'vâ dr. Zîrâ rahmet her eyin
yuvasdr. Allah teâlâ öyle buyurdu: "îman edip yarar i tutanlara
gelince. Bunlara: Me'vâ cenneti vardr. Bu onlarn yaptklar amelin
karl nüzul diye verilir." (Secde, 19)

Ayet-i kerîmede geçen nüzul kelimesi, ihsan, ikram mânâsna gelir

ki, ayrca dikkat edilirse, burada "nüzul" buyuruldu; ceza


buyurulmad. Yani amellerine karhk buyurulmad.

Daha fazla erh edersek mânâ u olur: Onlar Mevâhib cennetine


koyacaktr, Mücâzât ve Mekâsib cennetine deil. Zîrâ Mevâhib
cenneti Yüce Hakk'tan gelen bir ikramdr.
352

Hâsl cömertlik ve hibe, iyi amel ileyenlere mahsus deildir. Bu


mânâj iyi idrâk eyle!

Dördüncü Tabaka: Bu adna "stihkak Cenneti", "Naîm


cennetin
Cenneti", "Ftrat Cenneti" denilir. Bu cennet, bundan önce erh
edilen cennetlerin en yükseidir. Buras; ne mücâzâttr, ne mevhibe,
belki bir kavme mahsustur.

Bu cennetin sakinleri öyle bir kavimdir ki, Allah teâlâ onlan o


haklara göre yaratmtr ve bunlarn bir ksm aslî bir istihkak yolu

ile bu cennete gireceklerdir. Ayrca bunlar öyle kimselerdir ki, dünya


memleketinden ayrlrken, ruhlar aslî ftrat (yaradl, natura) üzerine

kalmtr.

Bunlardan bazlarysa, dünya ömrünü asl ftrat ekil deitirmeden


geçirir ki, bunlarn ekserisi behlül meczuplar, mecnunlar ve
çocuklardr.

Bu cennet ehlinin bazlar da sâlih amel, mücâhede, riyâz, Allah


teâlâya kar kuUuk cihetinden doru ve özenli muamele yolundan
nefis tezkiyesi yaparlar böyle olunca onlarn ruhlar beeriyet
çukurundan çkar ve aslî ftrata rücû eder (geri döner).

Yüce Hakk beer için olan aslî ftrat hakknda öyle buyurdu: "B/^

inam en gü^l kvamda yarattk. " (Tîn, 4)

Bu duruma düenler ise u âyetle tezkiye olmu kimselerdir: "Onlar


ki îmân edip amel-i sâlih imlediler, bunlara minnetsi^ ecir vardr. " (Tîn, 6)

te yukarda belirtilen kavimler stihkak cennetine girerler. Daha


açk mânâsm söylersek öyle dememiz îcâb eder: Bu cennet onlarn
hakkdr ki, minnetie verüen bir hibe deüdir ve de yaplan amel
veyabaka bir eye karlk mükâfat yolu bir mücâzât da deildir.

Tezkiye yolu ile, aslî ftrat bulan zümre "Ebrâr" ad ile anld.

"Ebrâr Naîm'dedir." (nfitâr, 13) Ebrâr adyla anlann Naîm'de


olmas u srra dayamr: Yüce Hakk bu cennet ehline Hak ismi ile

tecellî eyledi. Hal böyle olunca, oraya hak kazananlardan bakasm


EY insan
353

koymaktan imtina etti. Asalet yolu ve Allah'n yaratti ftrat bunu


gerektiriyor. Ad anlan cennete girenlerin bir ksm daha dünya
hayatiarndan ayrbr ayrlmaz hemen oraya girer. Bazlar da
cehennemde biraz azap gördükten sonra bu cennete girer. Yani,
cehennemde kötülükleri yanar; aslî yaratlna döner. Bundan sonra
cennete girmeye hak kazamr. Burada unu unutma! Mutiak önce
cehenneme girer.

Zikri geçen cennetierin aksine; Naîm cennetinin tavam Ar'tr. Zîrâ


onlarn üstte olam alttakinin tavamdr.

imdi srasyla cennetlerin tavanlar için unu erh etmemiz


gerekiyor ki bunlar öyledir:

Selâm cennetinin tavan; Huld cennetidir.

Huld cennetinin tavam Me'vâ cennetidir.

Me'vâ cennetinin tavam; stihkak cennetidir.

Ayrca bu cennete, Ftrat ve Naîm cenneti ismi de verilir, ki bu


cennetin Ar'tan baka tavam yoktur.

Beinci Tabaka: Bu cennetin adna "Firdevs cenneti", "Maârif


cenneti" denilir. Bu cennetin tabam tahayyül edilemeyecek derecede
genitir. Beer orada yükseldikçe, tavamn daraldm müahede

eder. Hatta o cennetin en üst tavam, ine deliinden daha dardr.

Orada aaç, rmak, kök, huri, gözde bulunmaz. Ancak oradan


aalarna baktklar zaman, altta kalan cennetieri görürler, vildâm,
hurileri ve kökleri bulurlar.

Lâkin Maârif cenneti böyle eylerin yeri deildir. Orada böyle eyler
onun yukarsnda da bulunmaz. Bu
hatta cennet arn kapsndadr.
Tavam ar kapsmn tavamdr.

Bu cennet ehli dâima müahede içindedirler ki bunlar; ehitierdir.

Yani, ilâhî güzelliin, ilâhî Cemâl'in ehidleridir.


354

Bunlar nefislerden fena bulma klc ile Allah sevgisi üe ölmeden


önce ölmülerdir. Halleri böyle olunca da yalnz sevgüilerini

müahede ederler. Ondan bu cennetin ad Vesüe olmutur. Bu


cennet ehli dier cennederin ehlinden (sakinlerinden) daha azdr.
Zîrâ, cennet tabakalarnn dereceleri yükseldikçe ehli olanlarn
miktar azahr.

Altnc Tabaka: Bu cennetin adna "Fazilet cenneti" denir. Bu


cennetin ehli sddk kimselerdir.

Yüce Hak onlar anlatrken: '^Kudretine nihayet olmayan bir Aîelik'in


katnda. " (Kamer, 55) âyet-i kerîme üe övdü. Buras isimlerin
cennetidir.

Bu cennet tabakas ar dereceleri üzerine yaygndr. Bu cennet


tabakasndan her zümre, Ar'm bir derecesi üzerine kurulmutur ki

burann ehli maârif cenneti ehlinden (sakinlerinden) miktar


bakmndan daha az saydadr.

Yedinci Tabaka: Bu cennetin adna "Derece-i Râfia cenneti",


"Yüksek Derece cenneti" denilir.

sim yönüyle Sfatlar cenneti, resim yönüyle Zât cenneti saylr.

Bu cennetin taban, arn içindedir ki burann ehline lâhi


hakikatierle tahakkuk edenler denir ki, burann sakinleri daha önce
erh edilen (açk anlatma) cennet ehillerinin saysndan daha azdr.

Bu cennetin ehli Mukarrebûn ve lâhî hilâfete ehü kimselerdir.

Ayrca bunlar, ilâhî hakîkade, azim sahibi, temkin ehli kimselerdir.

Bu makamda, yani burada brahim'i (a.s.) gördüm. Bu mahallin


sanda ayakta durmu, ortasna bakyordu. Sol canibinde ise
evliyadan ve peygamberlerden bir zümreyi gördüm, onlar da
gözlerini bu cennetin ortasna dikmi bakyorlard.

Resulullah Efendimizi de gördüm. Bu mahallin tam ortasnda idi ve


gözlerini ara kaldrmt. Bu hali üe Efendimiz (s.a.s.) kendisine
Ailah teâlâmn vaad ettii Makâm- Mahmûd'u taleb ediyordu.
"

EY insan
355

Sekizinci Tabaka: Bu cennetin adna "Makâm- Mahmûd cenneti"


denüir. Buras Zât cennetidir. Ki bu cennetin taban Ar'n
tavandr. Ve buraya kimsenin yolu yoktur. Sfat cennetleri ehlinden
her biri buraya varmak diler. Sanr ki, baka eyle deü, yalnz isimle

oraya baldr. Hatta herkes oradan hak taleb eder. Lâkin oras,
sadece Resulullah Efendimize mahsustur.

Bu hal u hadîs-i erîfden açkça anlalr: "Aiakdm- Mahmûd cennette


en âlâ mekândr. Orasjaln-:^ bir kii içindir Umanm ki, O da ben olaym.
Allah Teâlâ O'na salât ve selâm eylesin.

Sonra, oray, Allah Teâlâ'nn kendisine vaâd ettiini haber verdi ki

biz Efendimizin sözüne seksiz üphesiz gönülden inanr ve tasdik

eyleriz.

Zîrâ, Yüce Hakk (c.c) Efendimiz (s.a.s.) hakknda buyurmutur ki:

"Kendi hevâsndan konuma;^. Zira o; ancak kendisine gelen bir vahiyden

baka deildir." (Necm, 3-4) mealine gelen âyet-i kerîmede bu, en


güzel olarak açklanmtr.^^*^'

"Allah'n nurdan ve karanlktan yetmi bin perdesi vardr. Eer bu perdeleri


açarsa, mahlûkattan gö^eriyle O'nu idrâk edenlerin yü-:^erinin derisini

jö/fe^r." (Hadis)'''

Ibnü'l-Arabî cenneti, sözlük, yani "örtmek" anlamnda ele abr.

Buna göre cennet her nefes yenilenen örtülü nimet demektir.


Cennet ate veya Cehennemin (Hakk'n büyüklüünden meydana
gelmi ga^b mahalli) kart olarak lütuf, Hakk'a yaknlk,
cömertlikten meydana gelmi iyilik diyardr.

Cennet lâtiflii ve rûhânîlii nedeniyle gizlenmek anlamna gelir.

Cennette hiç bir gözün görmedii ve hiç bir kulan iitmedii ve


hiç bir insann kalbine gelmeyen eyler vardr. Cennetin cennet diye

^^° Abdü'l-Kerîm Cîlî, nsân- Kâmil, ter. Se)yid Hüseyin Fevzi Paa, stanbul:
Kitsan yaynlar, c. 2, s. 185-197
^ '
591 A A
Muhyiddîn Ibnü'l-Arabî, Risaleler, çev. Vahdettin ince, istanbul: Kitsan
Yaynlar, c. 1, s. 117.
356

isimlendirilmesinin yegâne sebebi belirttiimiz bu durumdur; çünkü


o cennet kelimesiyle ifade edilmi olan "örtünmek" demektir.

Nefs (ra^ olmu§ nefs) Hakk'n cennetine, yani örtüsü ve perdesi altna
girer.

Nefse göre geçici ve yeni bir eyle lezzedenmek süreklilii olan


eyden daha üstündür. Cennet nimederinin her an yenilenmesinin
bir srr budur.

Cennet yaknlk diyar, Hakk' görme yeridir. Oras arzular ve genel

lezzeder yeridir.

Lütuf ve ihsan diyar cennettir.

Cennet güzellik, ünsiyet (arkadalk) ve Hakk'n (kullarna) indii

yerdir.

Ahirette iki menzil vardr: Cennet ve cehennem. Dünyada iki

menzil vardr: azap ve nimet veya üzüntü ve lezzet.

Ate azametten. Cennet cömertlikten meydana gelmitir.

Cennet örtmektir; bu nedenle örtme özelliine sahip her ey


cennettir. nsan belirli bir ilâhî ismin tecellîgâh olmas yönünden
Hakk' örter. Böylece o kendisinde tecelli eden isim yönünden
Hakk'n cenneti, baka bir ifadeyle Rabbinin cennetidir. Cennet
Peygamberin mertebesidir.

"Cennetime gir" Ben (Hak) onunla örtünürüm. Benim (Hak)


cennetim senden (insan) baka bir ey deildir, çünkü sen kendi
zâtnla Beni örtmektesin.

Ben senin vastan ile bilinirim, sen de Benim vastamla bilinirsin. O


halde seni bilen. Beni bilmitir. Ben bilinmezsem, sen de
bilinmezsin. O'nun cennetine girdiinde ise (Rahbimn cenneti) nefsine
girdin demektir. Böylece kendi nefsini bilirsin.^^^

^^2 Suad El-Hakîm, hnul-Arahî Söküü, çev. Ekrem Demirli, stanbul: Kabala
Yaynevi, 2005, s. 135-136.
EY insan
357

• Cenâb- Hakk diyor ki: "Ey nefs-i mutmainnel Bana, benim has cennetime

benden râ^ olduun hâlde ve ben de senden rd^ olduum hâlde gel!" (Fecr,

27-28)

Kulun Allah'tan raz olmas ne demektir? Allah'tan her ne gelirse

ona raz olmak demektir. Yani gerek Celâl (akamet, hiddet) ve gerek
cemâl her ne gelirse iyi karlayp rzâ göstermek demektir. te o
vakit Allah da kulundan raz olup cemâli cennetine davet ediyor.

Eer benden daima iltifat ve holuk görerek bu yüzden muhabbet


etsen ve sana bu iltifat göstermediim zaman ise benden kaçsan, o
vakit muhabbetin bana deil, o iltifata olmu olur ve beni sevmiyor,

ilüfadarm seviyorsun demektir.

Cemâl ehlinin ise istedii yalnz cemâldir. Yoksa o, iltifat ve zevk u


safa ile oyalanp tatmin olmaz, illâ cemâli arar.

Halbuki cennet ehlinin istedii huriler, glmanlar (âhirette hikmet gören


delikanllar), nehirler, kökler ve emsali nimetierdir. Cenâb- Hakk
bunlar isteyenleri de mahrum etmez, istediklerini ihsan eyler.^^^

ugl: Uraacak, megul olacak ey.

"Meyve" denmesi srf zevkten çok, çalmamn meyvesine iaret


eder. "Erikeler" haclede yani gelin odasnda döenen süslü

koltuktur.^''

Allah'n emirlerini memurlarndan dinleyip, Hakk'n raz olduu


yolda giderek Allah'a bal olanlara Cenâb- Hakkk'n hazinedarlar
'^o§ geldini^ Allah'n selâm ü^rini^ olsun, buyurun. Cennetlere girin ve

orada dâim olarak kaln" (Zümer S. 73) diyeceklerdir.^^^

Çünkü yüce Allah, selâm menzilinde onlara tecelli etme erefini


bahsetmitir. Kusurlu hallerinde zâtlar izzetle vasfedilmitir. Bu

593 Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealü Neriyat, 2000, s. 57-58.


59"^
Elmall M. Hamdi Yazr, Hak Dini Kur'ât Dili, stanbul: Feza Gazetecilik,
1992, c. 6, s. 421.
595 Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealü Neriyat, 2000, s. 455.
358

yüzden onlar "otalar içinde sahiplerine tahsis edilmi


hûriler"dirler. Rablerinden gelen apaçk bir delil üzeredirler,

kendilerinden bir ahit de peinden bu delili pekitirmitir. Böylece

onlar iki güzelliin, yani îmân ve slâm'n gereklerini yerine

getirmenin balarna \aiceltmis, onlar ilâhî km^etle


desteklemitir.^^^

Bir hadîs-i erifte Hz. Peygamber demitir ki: Cennet ehli nimetier

içinde zevklenirken kendilerine bir nur parlar, balarm kaldrr


bakarlar ki fevklerinden (üst,yukan) Rab kendilerini eref-i didâryla

(yü^ müerref (gü^lligin §erefyk ereflendirilmi) klm. "Esselâmu


aleyküm yâ cennet ehli" bu\aruyor. te "selamûn kavlen min
Rabbi'r-Rahîm" kavl-i ilâhîsi (ilâhî sö-:^ budur. Bunun üzerine

onlara nazar bu\arur, onlar da O'na nazar ederler ve nazar ettikleri

müddetçe dier nimetierden hiç bir eye iltifat etmezler, tâ

perdelenme bu^^ruluncaya kadar ki o vakitte üzerlerinde ve


diyarlarnda nur ve bereketi bakî kalr.

Cennet ahâlisi bu günde tecellîyat nurlarndan ve sfat

müahedesinden meguliyettedirler. Kendileri ve muhabbette


kendilerine uygun olan nefisleri lezzetier içindedirler.

Sfat nurlarndan gölgelerde makamlar ve dereceler üzerine

dayamcdrlar.

Onlar için idrâk nurlarndan ile akhn anlayabilecei ve keif


snfndan yemiler vardr. Onlar için aradklar müahedeler vardr

ki, o da (selâmun kavlen min Rabbi'r-Rahm)

Kemâlâtn feyzi ve kemâlâda, arzulanan devâmn sebep oluuyla,


suret noksanhklarndan uzaklatrlmalar dolaysyla arzulanan ile

^^^ Vahdettin nce, stanbul: Kitsan


Muh>iddîn bnü'l-Arabî, Risaleler, çev.

Yaynlar, c. 1, s. 157.
59' Emir Sultan, Yâ-Sîn-i erifin Meal Tefsiri-Esrar ve Havass, çev. ve erh Melih
Yulu stanbul: Çelik Yaynevi, s. 364.
EY insan
359

rahmeyleyen rahmet sahibi Rab'dan sÖ2ü olarak sâdr olan (çkan)


selâmdr.'''

"Si^ tek bir nefisten yaratan, ondan e§ini var eden Kabhini^. " (Nisa,
. .
1)

âyet-i kerîmesi insanolunun anne ve baba olarak asl- küllisinin

(bütünün asl) Adem ve Havva olduunu; "O ikisinde pek çok


erkekler ve kadnlar meydana getiren..." eklindeki devam da
evlâdarnn kendilerinin parçalar olduunu ifâde buyurmaktadr.'^'

Akl erkekse, nefis diidir. Bu ikisi insamn vücûdu evinde, gece


gündüz savata, çekimede; niçin ve neden diye birbirlerine mükül
sorular sormadadr. Bununla beraber, kiinin iyi ile kötüyü ayrt
etmesi için bunlar bilmesi akl da nefsi de bütün bu srlar ve
hikmetleriyle kavramas lâzmdr.^*^*^

Huri diye anlatlan güzellikler, bir anlamda da, tekâmül


etmi nefislerimiz, glmanlar akl- külle raptolmu
akllarmz, kökler ise huri ve glmanla bezenmi
vücutlarmzdr. ite kâmil olduumuz zaman cennet biziz.

Zira; kâmil, dâima Allah ' seyreden ve kendi hiçliini


bilendir.

Cennet iki ksmdr. Biri bu dünyada, dieri öteki dünyadaki.


Ölmeden evvel ölmek bahdyârlna eren kimsenin vücûdu kabri,

cennet bahçelerinden biri olmu olur. Bu mertebede kul marifet


cennetine girer. Ve uhut gözüyle Hakk' görür.^°^

Bilmi ol ki Allah'n, kalpleri Rablerinin muhabbetiyle dolu kullar


vardr. Onlar, sevgililerine olan itiyaklar (öî^km) sebebiyle ölümü
beklerler. Bu dünyada uzun süre kalmay kerih (irenç) görürler. Bu
dünyadan ayrlmadkça onlara rahat ve huzur yoktur. Onlar, bu
dünyada uzun süre kalmalarna üzülürler, kederlenirler. Onlarn bu

5^^ Kemâlüddin Abdürrezzâk Kâânî Semerkandi, Te'vilât- Kâ^ânijye, çev. Ali


Rza Doksanyedi, M. Vehbi Gülolu (haz.), Ankara: Kadolu Matbaas, 1988,
c. 3, s. 15.
5^5 Ahmed er-Rifâî, Marifet Yolu, Doç. Dr. H. Kâmil Ylmaz (haz.), stanbul:
ErkamYaynclk, 1995, s. 177.
^^'^
Ken'an Rifâî, erhli Mesnevî-i erif, stanbul: Kubbealt Neriyati, 2000, s. 381.
'''^"
Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealü Neriyaü, 2000, s. 578.
360

dünyadan ayrlmaya olan istekleri, susuz birisinin suya olan


isteinden daha iddetlidir. Ecelleri yaklatnda, onlara, ölüm
meleinin (Aî^rail) yannda tahiyyat ve selâm eden Allah'n
gönderdii 70.000 melek geUr. Buna Kur'ân- Kerîm'de öyle iaret
edilmitir: "(Onlar), meleklerin: Selâm si^n ü^rini^ olsun. Yapm
olduunu^ (iyi) ijlere karlk cennete girin, diyerek iyilikle canlanm aldklar
kimselerdir. " (Nahl, 32)

Mü'minlerin emîri Hz. Ali'nin önünden bir cenaze geçmiti. Hz.


Ali: "stirahate kavutu veya kendisinden kurtulundu" dedi. Bunun
üzerine ona: "stirahate kavuan kimdir?" diye soruldu. Hz. AJ:
"Mü'min kiidir. Çünkü o, dünyann skntlarndan ve ehl-i
dünyamn eziyetinden kurmlup sonra da Allah'n rahmetine ulaarak
istirahate kavuur. Kendisinden kurtulunacak kimse ise fâcir

(günahkâr) kimsedir. Öldüü zaman kuUar ve beldeler ondan


kurtulup istirahate kavuurlar." dedi.

"Bi^yeri bir döek ve dalan da katklar yapmadk m?" (Nebe, 6-7)


eyh Ebû Cafer âyetleri öyle açklad: Alemin döei ve
(sarslmasna engel olan dalan) kazklar mü'minlerdir. Mü'minlerin
döei ve (sarslmalanm engelleyen) kazklar ariflerdir. Ariflerin

döekleri ve (sarslmalanm engelleyen) kazklar Nebilerdir. Nebilerin


döekleri ve (sarslmalanm engelleyen) kazklar Resullerdir.

"^02
Ahmed er-Rifâî, Sohbet Meclisleri, çev. Dr. Ali Can Tatl, stanbul: Erkam
Yayn, 1996, s. 169-170.
•^03
Muhyiddin bnü'l-Arabî, ^hu'l Kuds, ter. Vahdettin nce, stanbul: Kitsan
yaynlar, s. 112
EY insan
361

-58-
Rahîm Rabdan bir kelâm, bir selâm.
"Selâmün kavlen tnin RabbPr-Rahîm"
*
(Onlara) Kahîm olan Rab'den bir selâm söf^ vardr.

(Elmahh Hamd Yat^r)

Onlara merhametli Kabb'in söyledii selam vardr. (Diyanet)

Rahîm, Rahmet ve merhameti smrsz olan. Dünya hayatm


buyruklarma uygun biçimde yaayanlara, ölüm sonrasmda özel
rahmeder sunan demekür^^"*

intikam almadan, ambarlamadan, ayplamadan, tevbenin peklini de öretip

sonra da affeden.

Rahîm, esirgeyip, balayan; kendisinden istenildiinde veren,

istenmediinde öfkelenendir.

"Muhammed, yi^z ismiyle Resul'dür; î^ahmet çekmeni^ O'na ar gelir. Si^e

çok dükündür; müzminlere Raufdur (merhametli), Rjhîm'dir (muhafaza

eden) (Tevbe, 128) Çünkü Hz. Peygamberin rahmetine ceza kederi

karmamtr. Bundan dolay da âlemlere rahmet olmutur.

• Rahmân'n rahmetine ceza ve azab karm olabüir. Meselâ lezzet


ve kokusu kötü olan üâc içmek gibi. Çünkü bunda hastaya rahmet

mevcut olduu gibi yaradla uygun olmayan ey de mevcutmr.


Fakat Rahîm'in delâlet ettii rahmete hiç bir ey karmaz. O srf
nimettir. Bu nimet de ancak kârdl ve tam saadet sahiplerinde

bulunur. Rahîm Rahmana nisbetie insamn vücut yapsndaki göz

^^^^
Yaar Nuri Öztürk, Kuran-t Kerim Meali, çev., stanbul: Hürriyet Ofset
Matbaaclk, 1994, S.582.
^^^ Abdü'l-kerim b. ibrahim el-Cîlî, Insan- Kâmil, çev. Sejyid Hüseyin Fevzi Paa,
stanbul: Kitsan Yaynlan, s. 421.
362

gibidir. Yani, Rahim daha Az2, daha sân yüksek ve daha husûsi
bir duruma sahiptir. Yine, Rahmân'm bütün merhametlere mutiak
ümulü vardr. Bundan dolaydr ki. Rahimdeki rahmet, tam
manâsyla ancak âhirette meydana gelir, denilmitir.

Hz. Muhammed (s.a.s.), mezarlktan dönüp de Hz. Âie'nin yamna


geldii zaman Hz. Âie Resulullah' görünce hayretler içinde kald.
Kotu, onun yanna geldi, eliyle üzerini yoklad, yine hayretle
yüzüne bakt, sakalm, sarm, yakasm gösünü elleriyle okad.

Hz. Muhammed (s.a.s.) sordu: "Ya Âie, üzerimde böyle hararede


aradn nedir? Neyi merak ediyorsun?" Hz. Aie cevap verdi: "Ya
Muhammed! Bugün gök}öizünü iri bulutlar kaplad ve yamur yad.
Elbiselerini onun için yokluyorum, fakat ne garip ey ki sen

slanmamsn." Hz. Muhammed (s.a.s.) yine sordu: "Ya Âie,


semâda bulut ve yerde yamur gördüün zaman senin banda nasl
bir örtü vard? Âie: "Senin ridâm ba örtüsü yapmtm." dedi. O

zaman Resulullah buyurdu ki: "Ey temiz gönüllü Âie! Senin


gördüün rahmet, dünya göklerinin yamuru deil, gayp âleminin
rahmetidir. Allah sana (senin temi^ hak§lanna ükret, mesrur ol, hamd ü
senalar eyle ki) kendi öz rahmetini göstermi." Öyledir, nice gözler
vardr ki bulunduklar ve yaadklar dünyaya yaan rahmeti görmez.
Nice temiz ve ilâhî kla aydnlanm baklar da vardr ki Allah
akyla yanm susuz barlar için esrar âlemlerinde yaan yamuru
görür.'^^'

Ahad (teklik) kemâldir ve Ahmed henüz kemâl makamnda


deildir. O mim (m harfi) kalknca tamamen kemâl (olgunluk)

bulur.^"^

te Hazret-i Peygamberin kulluundaki Rabb tecellîsi budur.

^^^ Abdü'l-kerîm b. brahim el-Cîlî, nsan- Kâmil, çev. Seyyid Hüseyin Fevzi Paa,
stanbul: Kitsan Yaynlar, s. 151-152
60^ Ken'an Rifâî, erhli Mesnevî-i erif, stanbul: Kubbealt Neriyat, 2000, s. 290-
291.
608 Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Fihi Mâ Fih, çev. Meliha Ülker Anbarcolu,
stanbul: Müli Eitim Basmevi, 1985, s. 333.
EY insan
363

Mürid-i kâmil demek, kemâlini bulmu, Hak'la Hak olmu, kendi


ortadan kalkp Hakk'n elçisi olmu kimseye derler ki bu rütbe
ancakdorudan doruya Cenâb- Mevlâ tarafndan ihsan olunur.
Hakk'n elçisi olan kimse, elbet Hakîkat-i Muhammediye denizini
gösterir ve gösterdii kimselere de: "Git, oraya dal!" der.

Allah'n elçisi: "B^« de becerim ama hana vahyoluyor." (Kehf, 110)


srryla beerden ayrhr. Müridin de bir beer taraf vardr.
nsanlarn içine karr, herkesin yaptklarn yapar, yer, içer, gezer,

yürür. Fakat kâmil insan, Hakikat-i Muhammediye güneinin


nuruna aynadr ve Allah'n Zât ve sfatna mazhardr. Ulvî ve süfli

cümle mükevvenâtn büyük istei, kâmil insamn kalbinde bulunan


Hakîkat-i Muhammedi'dir.

Kâmil insan surette küçük bir âlem ise de, mânâda her ey
kendisinde toplanm olan muazzam ve büyük bir âlemdir. mdi
kâmil insanla al veri, Allah'la al veri etmek gibidir. te Cenâb-
Hakk bu kâmil insan hakknda Kur'ân- Kerîm'de: "Denizler
mürekkep olsa kâmil erin evsâfm yazmakla bitiremez" buyurur.
Yine: "Bir o kadar deni^ getirsek, onlar dahi kurur ve yine yalaktan âdî^

/fetf//r. "(Kehf, 109) der.'°'

Mürîd-i Ekber: Resûl-i Ekrem bak nasl nerettii hakikatin


nuruyla, Hakk'n ziyâsyla, nev-i beerin gecesini gündüze, km
bahara çevirerek âlemde yapt inklâp ile âlemin eklini
deitirerek nûrânî bir ekle sokmutur. Evet o zât'n nûrânî
güzelliiyle kâinata baklmazsa kâinat bir mâtem-i umûmi içinde
görünecektir. Bütün mevcudat birbirine kar ecnebi ve düman
durumunda bulunacakt Cemâdât birer cenaze suretini

gösterecekti. Hayvan ve insanlar yetimler gibi zeval ve firakn


korkusundan vaveylalara düeceklerdi ve kâinata harekâtiyle
tenevvüüyle (çeitlenmesi) ve tagayyürâtiyle (renklenmesi) nükûüyle
(nak§lanyla) tesadüfe baü bir oyuncak nazaryla baklacakt.
Bilhassa insanlar hayvanlardan daha aa, zelü ve hakir olacaklard.
te o zât'n telkin ettii îman nazaryla kâinata baklmad takdirde

Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealti Neriyaü, 2000, s. 518


364

kâinat öyle korkunç zülumatl bir ekilde görünecekti. Fakat o


mürid-i kâmilin gözüyle ve îman gözlüüyle baklrsa her taraf
nurlu, ziyadar, canl, hayad sevimli sevgili bir vaziyette arz- dîdâr

edecektir.''"

• Kalb-i selim, ilim ve amelle hâsl olur. Bu ilim de tevhid ilmidir:

Allahümme yessir knâ ilme lâ ilahe illallah yani, Allah'm bana bu lâ

ilahe illallah ilmini müyesser kl, demek ve bu ilme sahip olmay


istemektir.

Tevhid ilmi de, her yaplan eyi Allah'tan bilmek, her gördüün
eyde Hakk'n tecellîsini görmek, u öyle oldu, bu böyle oldu diye
Allah'n iine karmamak, bir musibete urarsan kendi hatandan
bilmek, bir lutfa mazhar olursan, ben bu lutfa lâyk deilim ama
Allah'mn bir ihsam diye kabul etmek lâzmdr. Hâsü, bir bilmek,

bir sevmek, bir görmek gerekir.

¥âil ile mevcudu hemen bil ki Huda 'dr

Inkân belâdr

Kimseyi incitmeyecek, kimseden incinmeyeceksin. Sana bir fenalk

yapsalar ho göreceksin. Yalan söylemeyeceksin.


Sonra amel geHr. Yani hâlinde, kavlinde, sözünde istikamet ve
adaletten ayrlmamak, Hakk'a kar kendi vücûdunun bir hiç

olduunu görüp bilmektir.

Adalet, Hakk'n rzasn elde etmeye çalmaktir. te böyle hareket


edip Allah Rabbimdir diye istikamet edenler için havf ve hüzün yani
korku ve endie yoktur. O vakit bunlara kalb-i selim pasapormnu
verirler. Fakat sen bu pasaportu kendi gücünle almak istersen ite o
çok zor, belki de imkânszdr. Resulullah Efendimiz bile: Mürebbî
(terbiye edici) olmasayd Rabbimi bilemedim buyuruyor. Imâm- A. 'f^âm da
H^. Ali Efendimi^n evlâtlarndan imâm Cafer'e mürit olduktan sonra:

(Son) iki sene olmasayd Nüman helak olurdu demek suretiyle o sultana

mülâki (kavujmak) olujuna ükreder.

^'*'
Abdullah Yein, Yeni Lügat, stanbul, Hizmet Vakf Yay. 2004, s. 493
EY INS7\N
365

Onun için müridin rzâsn kazanmak suretiyle bu kalb-i selim


pasaportunu elde etmeye çalmal. Müridin rzâs da onun
boyasna boyanmak, yolunda gitmek, görmek ve bilmekle elde
^''
ediUr.

Aleme gelen ve gelecek olan her peygamber, her velî, yüce Hak'tan
bir nefhadr. Birisi bir nefhadan maksadna ermez de o nefha, yitip

giderse, ümidini kesmemesi, baka bir nefhay aramas gerektir;

çünkü âlem durdukça onlarn mübarek vücutiar da vardr. Nitekim


Peygamber, "Gerçekten de ^manm^n günlerinde, Rabbiniî^n nefhalan

vardr; onlan kollayn" buyurmutur. Yüce Hak baz velîleri gizler;

bütün âlem gerçeklii, ak, dini, tam inanc onun yüzünden artrr,
hepsi de onunla durur, halleri onun hürmetine artar ama onu
görüp bilmezler ki teekkür etsinler, evlerini, barklarn, varlarn,
yoklarn ona feda etsinler. Ama o, onlarn, kendi yüzünden diri

olduklarn, ite-güçte bulunduklarn bilir ve görür. Hani aaçlarn,


bitkilerin bahar yüzünden büyüyüp boy atü halde bahar
bilmemesi Alem halk da ondan faydalanr, ama bilmez; o
gibi.

bilir. Üç yanda, iki yanda, bir yanda olancklarn, kendilerini

yetitireni bilmedikleri gibi, ama o, onlarn kendi olancklar

olduunu büir.

Peygamberin, din pâdiahlarmn ulusunun ne dediini duymadn


m?
Hakk'n buyurduu, her zaman nefhalan vardr, soluktan solua
halka esip gelir.

Hepiniz de Tanr'nn nefhalarn candan- gönülden, temiz gönülle


kabul edin.

Böylece karanlk, tümden aydnlansn; dikenliiniz güllük gülistanlk


olsun.

Bir nefha geldi geçti ama siz gaflettesiniz; o, kimi dilediyse

olgunlatird.

O nefha geçip gitti, gizlendi; hepiniz de cansz gönülsüz kaldnz.


Arlk, bilgi, görü balamak için tekrar yeni bir nefha geldi.

Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealü Neriyaü, 2000, s. 215.


366

Çal da bundan mahrum kalma; yoksa bu kân yitirir ziyana girersin.

Çünkü bu nefha da gelip geçti mi, bil ki muradna eremezsin artk.

Nefhay (nefes) bir ganimet bilmeye, ondan faydalanmaya iyice çal


da sevgiliden dileini elde et.

Allah'n lutfuyla bizim bu nefhadan armaanmz var; inkâr edenlere


de feryad etmek dütü.

krar ettik de armaana kavutuk; inkâr tozundan pasndan arndk.

Nefha üstüne nefha gelmede, bize can balanmada; cihansz


yüzlerce cihan ihsan edilmede.

Deil mi ki toprak dünyasndan sçrajnp kurtulduk; dünyada artk


iimiz i.

Kendimize de, dünyaya da srtmz döndük; yüzümüzü can âlemine


çevirdik.

Perdesiz olarak gönül yüzünü gördük, dosttan srlar iittik.

Hakk'n elinde bakî arâb içtik; kendimizden, varbmzdan öldük,


onunla diriyiz.

O sâkî'nin lutfuyla daima bakîyiz; Hak arâb ruhu bakî klar.


Ebedîlik saraynda arap, meze, mum, güzel ve can, önümüzde
bizim.

Bundan böyle yolumuz, yordammz zevk ve sefa, ak keskin,

bineimiz çevik
Deil mi ki iki âlemde de sâkî o; âklardansn gözünü aç da.

Sarholar gör; defle, neyle ban, bahçenin her yanna nasl


dalmlar.
Hepsine de can arab sunulmakta; aalk kiiye de, yüceye de,
gence de, ihtiyara da verilmede.

Hepsi de o arapla ho, kendinden habersiz; hepsinin de o bakla


gönlü neeli, diri.

Terü taze dallar, baharn, meyvalardan çok gonceler verir ya, tpk
onun gibi.

Bil ki o tomurcuklar, o gonceler, aacn meyva vermesi içindir;

meyva verdi mi hepsi de dökülür.


EY insan
367

Yel estikçe her yana, gümüler, altnlar gibi dökülüp saçlr, savrulur
durur.

Dal me}^alarla yüklüdür ama haberi yoktur; lâyk olduu


balardan bihaberdir.

Gül, dikenin arkasndan çkar, tek binici gibi dallarn üstünde


kendini gösterir.

Ama güzellii kimdendir, o kadar güzel kokusu niçindir, haberi bile


yoktur.

Bunun gibi bitkilerin de hayvanlarn da kendilerinden haberleri


yoktur hani.

Artk zamanmzda da halka bir ba bir veliden verilirse.

Ama halkn onun bandan haberi olmazsa, gizli, açk ondan


ihsana nail olduklar halde onu bilmezlerse buna alr m?
O velî, her selâma kar kadeh sunmakta, her sözün sonunda dilek
vermede.

Artk yamur yerine altn yamada; mâden geldi artk dükkâna bo


verin.

Hepiniz de zenginlesin onun definesinden; hepiniz de büyüyün,


yücelin onun mevkiiyle, yüceliiyle.

Hepiniz de onun yüzünden eker oldunuz, ükredin; onun arabyla


boyuna sarho olun.
Size karüksz altn vermede, talar inci haline getirip durmada.

Sizden yükü, mihneti, zahmeti kaldrd; lütfedip cömertlik bayram


yüceltti.

Dert, keder size ak efsununu (büyü, sihir) okudu da tümden yok


oldu; kalmad.
Herkesin bedeninde can gibi gizlidir o; damarlarmzda, iliklerinizde

kan gibi akp duruyor


Görünüte onu bilmesen de bunu bil ki boyuna onun yüzünde
tertemizsin sen.

Çocuk köle sahibini tammaz ama a bilen kii.

Sahibi bilir ki o, kendi kölesidir; balk gibi oltasnda o.


368

Çocuklar da her solukta babalarnn yüzlerine hayran hayran


bakarlar ama,

Hepsine de esenlik, yaay ondan gelmekle beraber onun kim


olduunu bilecek kadar bilgüeri yoktur.

te gerçekeyh de zamannda böyledir; herkese ihsan da ondan


eriir, yardm da ondan.
Herkese güç, kuvvet de ondan gelir; rzk da; herkes, baln denizde
yaad gibi onun sayesinde yaar onunla diridir.
Onun Tanr gölgesi olduunu bümeselerde iki âlem ondan feyz alr.

Gök de onun hükmündedir yer de; küfür ordusu da onun


buyruuna tâbidir, din ordusu da.

Ne dilerse hemencecik olur; hâli kötü olan onun yüzünden iyi hâl

elde eder.

Bu eekler onu bilmeseler ne gam; zâti ona ne eit vardr, ne benzer.

ki âlemde ne varsa ona yakndr; varhk da ondan biridir, mekân da.

Hükmüyle cehennem cennet olur; mihnet tümden rahat kesüir.

Yoklua o varhk balar; yücelik de ondan belirir, aalk da.


nsan Tanr katnda bakan bir gözdeki bebek gibidir. Ve görmek
sfat ile tâbir edilmi olan mahlûk odur. te bundan dolay ona
insan denildi. Çünkü Tanr, mahlûklarna insan üe nazar kld ve
onlara rahmet eyledi. u halde O ezelî olan insan (pekliyle) hadis,

zuhur ve ne'eti bakmndan ebedî ve dâimidir. O, iki ciheti

birletiren ayrc bir varbktr. Yani ezelî ve ebedî yönlerini onun


vücûdu birletirmitir. Âlem onun vücuduyla tamam oldu. Bu
itibarla O, âleme nazaran yüzüün ta gibidir. O, Pâdiâhn

hazineleri üzerine vurduu mührün nakna mahal oldu. Bundan


dolay ona halîfe ad verildi. Mühür hazineleri koruduu gibi, Tanr
mahlûklarm da o Halîfe korur. Padiahn mührü o hazineler
üzerinde bulundukça onlar açmaya kimse cesaret edemez. Ancak
onun izniyle açlr. u halde Tanr, âlemi korumak hususunda

•^'2
Sultan Veled, îbtidâ-nâme, çev. Abdülbâkî Gölpnarl, Konya: Konya ve
Mülhakat Eski Eserleri Sevenler Dernei, 2001, s. 320-323
EY insan
369

Adem'i kendine halîfe kld. Bu hâle göre içinde insân- kâmil var
^^^
oldukça âlem, dâima korunmu olacaktr.

• Bütün yaratklar arasnda "Selâm" isminin kudsiyetine (kutsallk)

sadece nefsini ehvetlerden salim (u^k) klan, kalbini üphelerden


arndran kimseler ulaabilir. u halde selâmet (emniyet), Hak'tan
Hakk'adr.

Ehl-iHakk'n selâmeti, kuku kirlerinden ve gizli ya da açk irk


karanlndan temizlenmeleridir.

Bu ismin hakîkatieriyle vasflanan kimsenin alâmeti, vakur, arbal,


mütevaz, inatçlarn skntlarna kar sabrl olmaktr. Onlar, gafil

insanlarla tartmazlar, cahillerle mücadele etmezler; onlar, Hakk'n


bu özellie sahip insanlar niteledii gibi olurlar.

Bu makam sahibi "selâm" ifadesine bir ey eklemek isteseydi bile,

buna gücü yetmezdi. Bunun nedeni iradesinin olmay ve Hakk'n


kendisini korumasdr, çünkü Hak, bu kiinin iitmesi, görmesi ve
de bütün azalar olmutur.''^'*

Selâm vermek hususunda hiç kimse Tann'nm Elçisinden evvel gelememitir.

(Hadis). Peygamberden (s.a.s.) önce hiç kimse asla selâm


vermemitir. Çünkü o, fevkalâde alçak gönüllü olduundan, dâima
evvel davranp selâm verirdi.''^^

Ulu Tanr: "Ey Peygamber sana selâm olsun!" bu\ardu. Bu


demektir ki: Sana ve senin cinsinden olan herkese selâm olsun.
Eer Ulu Tanr'nn maksad bu olmasayd, Mustafa kar koymaz
ve: "Selâm bizim üzerimize ve birçok sâlih kullar üzerine olsun"
demezdi. Çünkü selâm ona has olsayd. Peygamber o sâHh
kullarna izafe etmezdi. Bununla demek istedi ki: O senin bana

<^'^
Muhyiddin Arabî, Füsûs ül- Hikem, Çev. Nuri Gencosman, stanbul: stanbul
Kitabevi Yaynlar, 1981, s. 4-5
•^"^
Sadreddin Konevî, Esmâ-i Hüsnâ erhi, çev. Ekrem Demirli, stanbul: z
Yaynclk, 2004, s. 46-47.
615 Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Fhi Mâ Ffh, çev. MeHha Ülker Anbarcolu,
stanbul: Millî Eitim Basmevi, 1985, s. 164.
"

370

verdiin selâm, benim üzerime ve benim cinsimden olan sâlih

kullar üzerine olsun! Meselâ Mustafa abdest alrken: '"Nama^ sahih

deildir, ancak bu ahdestk sahihtir. " buyurdu. Bundan maksat


muayyen (belli, belirli) deildir. Bu muayyen bir abdest olsayd, hiç

kimsenin namaz doru olmazd. Çünkü burada yalnz Mustafa'nn


abdestinin ve namazn shhati bahis konusudur. O hâlde maksat

her kimin abdesti bu cinsten deilse, onun namaz doru olmaz,


demektir. Meselâ: Bu tpk nar çiçei gibidir, derler. Bunun ne

mânâs var? Yani bu gül-nar (nar çiçei) ite budur, demek midir?

Hayr, belki bu gül-nar cinsindendir, demektir.

Allah âkna bü}^k sevgiliden nâmeler gelir. Saysz evk halleri,

saysz cezbeler gelir. Öyle ki, ya Rabbi, sana, senin aknla


yalvaranlara, sen karbk olarak, saylamayacak kadar çok, (Efendim!)
dersin, (Burdajtm!) dersin. (Söyle! Her dileini kabul ettim!) müjdesini

verirsin.*^^^

-59-
Ey günahkârlar! Bugün siz ayrln (veya, ey
mücrimler! Haydi bugün bu nimetli tablodan
ayrln)
''Ve'mtâzü'l-yevme eyyühe'l-mücrimûn

*
Ej günahkârlar! Bugün j/^ bir tarafa ayrln.

(Elmalk Hamdi Yaf^r)

''Ayrln bir tarafa bugün, ey günahkârlar!" (Diyanet)

^'^ Mevlâna Celâleddin Rûmî, ¥îhi Mâ Fîh, çev. Meliha Ülker Anbarcolu,
stanbul: Millî Eitim Basmevi, 1985, s. 287
''^''
Ken'an Rifâî, erhli Mesnevî-i erif stanbul: Kubbealu Neriyat, 2000, s. 221.
EY insan
371

Burada günahkârlar derken cehennemi îmâr eden ve oradan


çkamayacak kimseleri kasdeder. Onlar efâatçlarm efâatyla ve
birleyenlerde ilâhî inayetin (baij, ihsan) öne geçmesiyle
cehennemden çkanlardan ayrhr.^^*^

Adalet terazisi ve fazilet mihengi (ölçü) hakîkî inci ile boncuun,


nakit para ile kalp parann, alün ile bakrn, karga ile ahinin bir

olmasn ve bir srada birbirleriyle karm bulunmalarn doru


görmedi.

Tanr Firavun'un sihirbazlarn dier sihirbazlardan ve Sptîleri

Kptîler'den (Mmr'n eski halk) ayrmas için, Musa'y meydana


çkard. Ahir zaman Peygamberi olan Muhammed ile de böyle
olmutur. Mustafa'nn {Selâm onun ü^rine olsun) zuhurundan evvel
Ebû Cehil ve Sddk derece itibariyle birdiler. Belki Ebû Cehil'in ismi

Ebu'l-Hakem (Hikmet bahas) idi. Küfür ve inkâr \aizünden ismi Ebû


Cehil oldu. Bu, âlemin çöküp yklmasna kadar böylece devam eder.

Peygamberlerle ayn nefese, aym zaman ve ayn nura sahip


bulunduklarndan, onlarn varisleri olan evliya da, peygamberler gibi

halk Tanr'ya davet ederler. Asl Tanr'ya bal olan ve ondan nur
alan ve muhakkik (hakikat ehli) olan her kimse yine ona meyleder ve
bu daveti kabul eder. Aym zamanda o kimsenin can, evHyâmn
nefesiyle ondan, yeni bir aaç gibi kök tutar. Bu bahardan her an bir
tazelik ve bir dirilik meydana getirir ve meyve verir. Surete tapan ve
mukallit (taklit eden) olan kimselerin günden güne daha souk, daha
cansz ve yüzleri daha çok kara olur. Muhakkiklerde ilerleme ve
kabullenme ne nisbette artarsa, mukallitierde de inkâr o nisbette
"^'^
artar ve kymetten düerler.

Dünya gecedir, âhiretse gündüz; dünya ehli geceye mazhardr


evHyâ gündüze mazhar. Gündüz, kimi mazhardan kimi de
mazharsz görünen bir eydir. Yüce Allah kyamete "Din günü"

Muhyiddîn bnü'l-Arabî, Fiituhât- Mekkiye, çev. Ekrem Demirli, stanbul:


Litera Yaynclk, 2006, c. 2, s. 402.
'"'^
Sultan Veled, Maârif, çev. Meliha Anbarcolu, Konya: Konya ve Mülhakaû
Eski Eserleri Sevenler Dernei yaynlar, 2002, s. 1 8.
372

dedi. Demek ki âhiret, gündüzdür; çünkü aydn günde iyi ve kötü


belirir, cehennemlik, cennedikten ayrlr. Peygamberlerle erenler de
gündüze mazhardrlar, gündüz hükmündedirler. Onlarn vücuduyla
mü'min kâfirden, münkir, ikrar edenden ayrd edilir. Adem'in
vücuduyla blis, meleklerden ayrld. Bunun gibi Musa'nn
vücuduyla Firavun ve ona uyanlar, ibrahim'in vücuduyla Nemrud
ve taraftarlar, Mustafa'mn \'ücûduyla Ebû Cehil, Ebû Leheb ve
onlarn cinsinden olanlar a}ird edildiler. Dünya ve dünya ehli

gecedir; gece uyku getirir. Bu sebeple de halk gaflet uykusuna batp


gitmitir; çünkü dünya gecesindedir, '^"*'
elbette uykular da ar
"
olacaktr.

Hz. Mevlânâ bu mânây nazma alarak Hak ehlinin birliini

erhetmitir.

B/r ay parças gibi gelen krm^^ elbiseli, bu sene de bu pas renkli hrka
o

içinde geldi. O sene de yamada gördüüm o Türk, bu sene A.rap gibi gelen bu

ayn kimsedir. Her ne kadar kadeh dei^mipe de §arap ayn araptr. Bak
jarapçmn bajina gelen ne kadar hoj! Elbisesi deimise deyâr aynyârdr. O
elbiseyi deitirip, tekrar baka ekilde geldi.
Adem'in d görünüüne bakarak o nuru görmeyenler, ona ibadet
etmekten çekindiler. Tanr, Adem'i imtihan maksadyla yaratt.
Bazlarmn bmoiklüü ve kendini onunla bir tutmak istemesi,
kibri,

ona ibadet etmesine, onun önünde eilmesine mâni oldu. Fakat,


kuvvetli bir asüdan gelen ve o aslî cevher kendisinde çok olan baz
kimseler, bu kibir ve benlik örtüsünü \irtar atarlar, ite o zaman, o
aslî nuru, bu varhk perdesi olmadan görürler ve secdeye gelirler.

Kendilerinde aslî cevher az ve za}if olan kimselerin bu perdeci


yrtmaa km^^etieri yoktur. Bunlar örtüye yenilmilerdir. Yenilgiye
urayana ise yokluk hükmünü verdiler. Saf bir gümüte azck bakr
olmasna ramen onu, yine gümü sayarlar. Çünkü bakr
yenilmitir.''"

^20 Sultan Veled, btidâ-nâme, Abdülbâkî Gölpnarb, Konya: Konya ve


çev.
Mülhakat Eski Eserleri SevenlerDernei yannlar, 2001, s. 235
^-^ Sultan Veled, Maarif, çev. Meliha Anbarcolu, Konya: Konya ve Mülhakaü
Eski Eserleri Sevenler Dernei 3-aynlar, 2002, s. 149.
''--
Sultan Veled, Maarif, çev. Meliha Anbarcolu, Konya: Konya ve Mülhakat
Eski Eserleri Sevenler Dernei yaynlar, 2002, s. 18-19.
EY insan
373

• Bu ekim dünyas, mahere hatrlanmak, âhirette burada ektiini toplamak,

devirmek için yaratlmtr.

Suyla topraktan mânâ î^uhur etsin diye cana ait adlar, harf ve nefes nikahyla

(peçe)yüîilerini örttüler.

Saf ruhun harflerden kurtulmas için pek çok belâlar çekmesi, pek anlayl
olmas lâî^mdr.

Müsâ (a. s.) dedi ki:

"Ey soru, hesap gününün sahibi Tann, yapp düf^dün, neden yine bo^ar,

ykarsn?

Cana canlar katan erler, dipleryaratrsn sonra bunlar, ykar, mahvedersin;


neden?"

Tann dedi ki: Bu suali inkâr yüklünden, yahut gafletle ve nefsine uyarak

sormuyorsun, biliyorum.

Yoksa ho§ görme^ if^KPP ^d^^> ^^ soruyükünden seni incitirim.

Fakat bi^m illerimizdeki hikmetleri, varlk srlarn arattryorsun.

Bunu bilip sonra da halka bildirmek ve her ham kimiyi bu suretle

olgunlatrmak istiyorsun.

Sen bunu biliyorsun ama halka da bildirmek için sormaktasn.

Tann buyurdu ki:

"Ey akl sahibi Müsâ, madem ki sordun, gel de cevabm duy!

Ey Müsâ, yere bir tohum ek de bunun smn anla!"


Müsâ, tohum ekti, ekin bitti, kemâle gelip baakland, gürelce düzünce yetiti.

Ora alp biçmeye balad. Gaybdan (görünmeyen âlem) kulana bir ses geldi:

"Neden ekiyor besliyorsun da kemâle gelince kesiyor, biçiyorsun?"

Müsâ dedi ki: 'Yarabbi, burada tane de var, saman da... Onun için

kesiyomm.

Çünkü tanenin saman ambanna konmas lâyk deil..

Saman da buday ambanna konursayattk olur!


""

374

Bu ikisini karktrmak hikmete uygun olama^. Mutlaka elerken ayrt etmek

lâ^m.

Tann dedi ki: "Bu bilgiyi sen kimden aldn da bir harman meydana

getiriyorsun?"

Miisâ, "Tannm, bana bu temyi^ (ayrd etme kabiliyeti) sen verdin. " dedi.

Tann dedi ki:

"Öyleyse Bende nasl olur da temyiî(^ olma^

Halk arasnda temi':^ ruhlar da var, topraklara bulanm kara ruhlar da.

Bu sedeflerin hepsi bir deil Birisinde inci var, öbüründe boncuk!

Budaylar samandan ayrmak nasl lâ^msa bu iyiyi de kötüden ayrmak


vacip.

Bu âlem halk, hikmet hat^neleri gizili kalmasn, meydana çksn diye

yaratlmtr.

'Ben bir hat^ineydim." dedi Tann, hem de gizili... bunu duy da cevherini

kaybetme, meydana çkar!

Ayran içinde ya naslgi^liyse, doruluk cevherindeyalan dagi:^idir.

Oyalann, §ufânî tendir. Dorun da Tann'ya mensup can.

Yllardr §u ten ayran meydandadr da can ya, onda fâni ve deersi\ bir hâle

gelmitir.

Nihayet Tann, bir elçi kulunu ayranyaya koyup döven birisini gönderir de

Bende bir ben gi^i olduunu bileyim diye sfatla, hünerle o yay döver.
Yahut da î^âtndan adetâ bir cü^ olan bir kulunun söf^ünü iî^hâr eder de o sö-:^

vahiy arayan kijinin kulana girer.

Mu minin kula vahyimi-:^ (Allah tarafndan bildirilen sö^ kavrar, beller.

Öyle kulak, insan Hakk 'a davet edenin ekidir, arkadadr.

Alemden iki ^t ses gelmektedir. Bakalm sen hangisine istidatlsn'^

623 Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Mesnevi, çev. Veled zbudak, Abdülbâkî Gölpnarl
(haz.), stanbul: Millî Eitim Basmevi, 1991, c. 4, beyit. 2989, 2972, 2985,
3001-3007,3015-3036.
EY insan
375

Bir tanesi, iyi kiplere hayattr. Öbürü kötü kimilere hile!

Bir ses, ey gü:(el ve hana dünkün olan kiji, ben diken çiçeiyim, çiçek dökülür,

ben kalrm; diken dalndan ibaretim ben, der.

Çiçei, ey gül satan, gel buyana der. Dikenin sesiyse bi^m yanm^ gelmeye
kalklma der.

Bu seslerden birini kabul ettin mi öbürünü duymadn bile... Çünkü seven

kip, sevgiliye ay kn olan kiplerin söylerine sar olur.


iki çuvaldan birine girdin mi öbürüne ^/ olur, artk ona lâyk olmaksn!

Gönül evini hangi ses boj bulursa o gelir, tutar. A.rtk sahibine ondan bankas
ya eri görünür, yahut acayip!

A.lemde her §ey, bir jeyi çekmektedir. Küfür, kâfiri, doruluk, doru yola
götüreni!

Kehribar da vardr mknats da. . . Sen demir de olsan, saman çöpü de olsan

elbet bir tu-^a düzersin.

Demirsen seni bir mknats kapar. Yok, saman çöpüysen kehribara tutulur

ona gidersin.

iyi kiplerle dost olmayan, elbette kötülerin yannda yer alr, onlara komu
olur.

Mûsâ, Kptye göre pek kötüdür ama Hâmân da Israiloullanna göre

talanm melunun biridir.

Hâmân in can Kptîyi çeker. Musa'nn can da Israiloullann diler.

Karanlk yü^nden birisini tanyamadn m, kendisine kimi imam edinmi,


^^"^
kime uymu bak, ne olduunu anlarsn.

^2'*
Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Mesnevi^ çev. Veled zbudak, Abdülbâkî Gölpnarl
(haz.), stanbul: Milli Eitim Basmevi, 1991, c. 4, beyit. 1622-1626, 1629,
1631, 1633-1638, 1640
376

Mustafa'nn meperet (konulup akl danmak) ettii t^ât, Tann Sddkyd.

Ebû Cehil'e fikir veren Ebü Leheb'di.


Cinsiyet onu öyle bir çekti ki o nasihatler, kulana bile giremedi.

Herjej kendi cinsinden olana jü:(lerce kanatla uçar, gider... ona ulama
hayaliyle balarnyrtpyürürf^^

Gerçi akî (yol kesici, kötü huylu kimse), daha annesinin karnnda
iken akidir. akilii önce belli olmayan bu ruhun cisme geçtikten
sonra gösterdii iaretler erbabnca bilinir. Çünkü beden bir

bakma her ruhun içinde gelitii anne rahmidir. Beden ister beyaz
olsun ister siyah, ölüm günü meydana çkacak her hal, ruhlara ten

denilen rahimde arz (gelir) olur. Yani ruh vücûda nüfuz etmekle o
vücûda, kendi istidâdmn eklini verir; o vücûdun ruhu olur. Bir

bakma ise ruh bir kaza ve kader hükmüne boyun eer. Daha ezel
meclisinden bu âleme, ayph bir ruh olarak seyreder. Lâkin onun
ayb bir vücut perdesi altnda gizlendiinden ayb görmeyen
gözlere ayan (açkça görünmek) olmaz.

Ve bir ömür bo}na beden; can denilen çocua hâmile olur. Bir ömür
boyu onu vücut rahminde tar, besler ve ölüm, ruhun bir baka
âleme domas hadisesinin sanclardr.

Azrail ki vehim (§üphe, kuruntu) kudreti denilen bir özge {kendine öf^el)

nurdan yaratlmtr. Her ruhu, kendi miz'âc gereince kabzeder (ele

geçirmek).

Ruh cesede girdii vakitte ruhlar alemindeki makamndan ayrlmaz.


Merkezinden ayrlmayan bir ua (k) gibi vücûda balamr.
gizli

Esasen ruh ceset kahb bu ile ba


Allah'n raz olduu ahlâk
kazanmak, yaradln mânâsna ermek için kurmumr. Ya bu ahlâk
kazamr onunla yükseHr, yahut da hayvani ahlâk iktisap (katlanmak)
eder, bu ahlâkla tabiat zindamnda kalr, ulvi (^üce) âlemlere
ulaamaz.

Azrail, böyle ruhlara kendi güzel çehresiyle deil, korkunç bir yüzle

yaklar. Onlar korkudan titretir ve öyle kabzeder. Kimi ruha da

''25
Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Mesnevi, çev. Veled zbudak, Abdülbâkî Gölpnarl
(haz.), stanbul: Millî Eitim Basmevi, 1991,c. 4, be\it. 2654-2656
EY insan
377

safî varlyla görünür ve ruh o anda derin bir akla kendini almak
isteyene balanr, bedeninden çkarak böyle bir akla sevdiinin
kollarna athr.

Bir ruh ervah âlemine domak için bedenden ayrkrken ak


yüzlülerle kara yüzlüler arasnda bir çekime olur. akî, kötü huylu,
kinci ve hasedçiler, hülâsa (özetle) karanlk ruhlar temsil edenler: Bu
gelen ruh bizdendir diye heveslenirler. Yüksek huylu, nurlu ve
beyaz ruhlar ise, isterler ki, bu gelen ruh kendileri gibi iyilerden

olsun. Ve bir bedenden ayrlan ruh, nihayet âhiret âlemine dounca,


siyah ve beyaz ruhlar arasnda ihtilâf (arlanmadk) kalmaz. Ruh, ak
mdr, kara mdr, o anda bütün ervah âlemine aikâr olur.

Ruh eer karanla, ehvete, hayvani tabiata balandysa onu kara


yüzlüler ahr, etrafn azap melekleri sarar ve mensup olduu zulmet
âlemine götürürler.

Eer nura mensup, iyi ve güzel ruhlardansa, onu da Allah'n rahmet


ve müjde melekleri alp lâyk olduu makama götürürler.'^"'^

-60-
Ey Ademoullar! Size and vermedim mi? "eytana
kulluk etmeyin o size apaçk bir düman." diye.
''E lem a'hed ileyküm yâ benî âdeme en lâ ta'büdü'-
eytâne innehû leküm adüvvün mübîn"
*
Ey Ademoullar! eytana tapmayn, o si^ apaçk bir dümandr demedim
mi? (Elmalk Hamdi Yattr)

'Ey A-dem oullan! Si^e eytana tapmayn, çünkü o si^n apaçk bir
dü§mann^r" demedim mi? (Diyanet)

^26 Ken'an Rifâî, erhli Mesnevî-i erif, stanbul: Kubbealti Neriyat, 2000, s. 516-
517.
378

-61-
Ve bana kulluk edin, doru yol budur diye.
^^Ve eni 'büdûnî hazâ srâtun müstakîm^'
*
"Ve hana kulluk edin, dorujol budur. " diye si^e and vermedim mi?
(buyurulacak) (Elmahh Hamdi Ya^r)

'V^e bana kulluk edinip doruyol budur" demedim mi? (Diyanet)

"Çünkü eytan, si^^n dümamnt^dr, sif^ de onu dü§man sayn. O, kendi


taraftarlarm ancak ate§ ehlinden olmaya çarr. " (Fatr, 6)

Ateten yaratlm olan eytanlar, topraktan yaratldklar halde


kendilerinden üstün tutulan insana dümandr. Çünkü insann
hamurunda yalnz toprak deil su da vardr. Ate ne ölçüde suyun
düman ise, eytan da toprakla sudan yaratlm insanlarn, o ölçüde
dümandr. Çünkü eytan atein, insan suyun çocuudur. Suyun
"
atee kar bü}aik üstünlüü, onu söndürmesidir.

Allah'n nuru olarak ruhlar ve kâinat aydnlatan Hak kelâmna


kar kendi yaratln, Hz. Adem'in yaratl ile mukayese ederek
kyas yolunu ileriye süren ilk mahlûk eytan'd.

Bunun sebebi eytann Hz. Adem'e secde etmekten kaçnmasyd.


Halbuki bütün meleklere ve eytana Adem'e secde etmeleri emrini
veren AUah't.

Cenâb- Hakk, blis'e "Kendi yarattm insana secde etmekten seni

alkoyan nedir?" diye sorduu zaman eytan dedi ki: "Elbette ate

topraktan üstündür. Ben ateten yaratldm! Adem ise topraktan


halk edildii için, atele topra kyas ederek o neticeye vardm ki

ben Âdem'e secde edemem. Çünkü asl olan nurdur. Fer' (bir asln

627
Ken'an Rifâî, erhli Mesnevî-i erif, stanbul: Kubbealü Neriyaü, 2000, s. 544.
EY insan
379

neticesi, ikinci derecede ehemmiyeti olan jej) olan yani asla nisbetle ikinci
derecede olan karanlktr. Toprak karanlk olduuna göre nasl olur

da nur, karanla tâbi olur?" demiti.

Cenâb- Hakkk'n buna kar buyruu öyle oldu: "Soya sopa


baklmaz, faziletin (erdem) mihrab (öt^el makam); ilâhî emrin men
ettiklerinden kaçnanlar ve Allah'tan tam bir gönül bulusuyla
ibadette bulunanlardr."

Esasen eytanla Âdem gerçekten kyas edilecek olsa, eytann


yaratld ateteki nura nisbetle Adem'in cevherini tekil eden nur,

gece karsnda güne gibi üstün ve aydnlktr. Çünkü Adem'in


topraktan yurulan vücûduna nefh edilen (üflenen) ruh, ilâhî nurun
bir parçasdr.*""*^

• eytan'n yüzbînlerce yl, Allah'a ibadet ettiini bilirsiniz. Sonunda


hased ve ihtirasla düünüp aklm kullanmad ve dalâletlerin
(sapknlk) en büyüüne yuvarland için doru yolu terk etti.
eytan kibri ve gururu yüzünden Tanr'mn en bü}^k nimetinden
mahrum kald ve ulu Tanr, kendi yüce âleminin ilmini Adem'in ve
Âdemoullarmn kalbine sundu.

Bunun içindir ki maddî bilgilerle yetinip size nebilerin ve velîlerin

getirdii hakikat bilgisini, örenmekten gâfl (uyank


Allah ilmini
olmayan) kalan, az bir kayla bah olduu için annesinin sütünü
ememeyen buzaya benzemektir.

Dünya ve âhiret mevzularnda kendi akllarnca davramp velîlerle

nebilerin srlarndan habersiz kalan kimselerindir ki ne can dimalar


ne de gönül dudaklar ilâhî bilginin ve Allah aknn lezzetiyle

slanr.

^28 Ken'an Rifâî, erhli Mesnevi-i erif, stanbul: Kubbealü Neriyaü, 2000, s. 499.
380

Ancak gönüllerinin yüzünü ermi insanlara çevirebilenlerdir ki bu


maddî âlemin zevklerinden yükselip gönül bazlarnn srlarna
ererler.^^'

Tanr'nn halîfesinin vücûdu ile yanl, haktan; eri, dorudan; kötü


iyiden; yaknlar, uzak olanlardan; tortu, saftan; kalp (sahte), nakitten;

yar ayardan (gajn, ha§ka, yabanc) ayrld. Bundan evvel, bedir gibi
olan eyhin yokluu sebebiyle hâsl olan bir gece karanl içinde
her ey, birbirinin ayn görünüyordu ve güzel ile çirkin beraberdi.
Bir bedir gibi olan eyhin vücûdu ile bütün gizU ve örtülü olan
'

eyler zahir (açk) oldu.

Akn kudret ve yüceliini idrâk edemeyenler ona düman kesilir.

Cüz'î akl sahipleri bazen srlara sahip olduklarm sanarak, bu hâle

gücenirler. Bizim aklmzda hiç iz'an (anlayp, kavrayp) yok mu? diye
sual açarlar. Onlara demek lâzmdr ki cüz'î akl gerçi zekîdir,
bilicidir. Fakat yok olmamtr. Kald ki melek bile yok olmadkça
eytandan farksz olur. Ateten yaratlan eytan nasl topraktan
yaratlan insandan üstün olduunu iddia ederek Adem'e secde
etmedi; benHk davas güttü ve bunun için Allah'n yerinden
göünden kovulduysa, tpk bunun gibi, nurdan yaratlm olan
melek bile ben nurdan yaratldm iddiasyla secde etmeseydi eytan
olurdu.

Her kimin ki kalbinde tam bir îman yerine bir üphe ve bir dalâlete
inam vardr, onun kalbi kyamet gününde hazan yapra gibi

titreyici olur.

Sen kendini adam sandn ve "üstün insanln vasf, görünmeyen


(yani senin göremediin) her eyi inkâr etmektir" zannettiin için
devlere, eytanlara, cinlere gülersin. Halbuki kendi bilemediini ve

kendi göremediini asbnda da yok sanmak cehalet ve dalâletin en


açk ifadesidir.

^29 Ken'an Rifâî, erhli Mesnevi-i erif, stanbul: Kubbealo Neriyaü, 2000, s. 139.
^^° Sultan Veled, Maarif, çev. Meliha Anbarcolu, Konya: Altunar Ofset, 2002,
s. 34.
''31
Ken'an Rifâî, erhli Mesnevî-i erif, stanbul: Kubbealt Neriyat, 2000, s. 283.
EY insan
381

Felsefeci cinleri, devleri, eytanlar inkâr eder. Bunlarn hepsi


vehimlerin yaratt hayallerdir zanneder ve böyle zannettii anda,
kendisi inkâr ettii eytann elindedir. Onun oyunca, onun
maskaras olmutur.

Ey mü'minler, felsefeci damar hemen her insann içinde vardr.


Hemen her insann bir ek ve üphe içinde kald anlar olur. Eer
velîlerin, nebilerin yollarn brakr, felsefe ubelerine dalar, her biri

bir ötekinin zddn söyleyen felsefecilerin yollarna saparsamz,


saptnz yolun neticesinde yalnz hüsranla karlarsnz.''^"

Ona kulluk etmek, sultanlktan iyidir. Çünkü "Ben ondan hayrlym" sö^^ü
eytan söndür.

A-dem'in kulluguyla, blis'in kibrine bak da aradaki fark gör. A-dem'in

kulluunu seç.

Benlik tarafna gidersen çabucak âsî olur, aî^ar, yolunu kaybedersin. Yürü,
gönüle git Çünkü sen gönlün cüt^'üsün; kendine gel, sen âdil pâdiâhn
kulusunf^^

Allah'n gönüllerde görünü ve tecellîsi, Cennet'e girmenin art,


önce Hakk'n has kullarnn yani bir Kâmil insann gönlüne
nsan bu
girmektir. suretle nefse bab varln, Hakk'a bal
yoklua ulatrr. Bu suretle olgunlar ve özledii cennet hayatn
daha bu dünyada iken görmeye ve tatmaya koyulur.

Dünya halk Bâûr olu Bel'am adl kimseyi taparcasna sevmekte


idi. Ondan baka kimseye secde edemeyecek kadar, onun manevî

üstünlüüne inanmlard. Gerçekten Bel'am'n nefesi hastalara ifâ


verir, onlar iyi ederdi.

''^-
Ken'an Rifâî, erhli Mesnevî-i erif, stanbul: Kubbealü Neriyat, 2000, s. 481.
633 Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Mesnevi, çev. Veled zbudak, Abdülbâkî Gölpnarl
(haz.), stanbul: Millî Eitim Basmevi, 1991, c. 4, beyit. 3342, 3343, 3347,

3341.
^^•*
Ken'an Rifâî, erhli Mesnevî-i erif, stanbul: Kubbealt Neriyat, 2000, s. 388.
'

382

Kendisinde mânevi bir kudret ve üstünlüün olduuna, zamanla


Bel'am da inanmaya balamt. O kadar ki Hz. Mûsâ ile yarmaya,
onunla pençelemeye kalkt.

Dünyada böyle yüzbinlerce eytan ve yüzbinlerce Bel'am vardr.


Onlar da kendilerini medhedenlere, kendilerinde manevî
üstünlükler olduunu söyleyip önlerinde secdeye gelenlere kaplm
böylece kibirlenmi, kendi yalanlarna kendileri inanr hâllere

dümülerdir. Bu yüzden Allah indinde mel'un olmu, Allah


katndan kovulmulardr.

Cenâb- Hakk eytanla Bel'am' onun için mehur etmitir ki bunlar,

yaptklar hatâlar ve dütükleri dalâletierle bakalarna örnek


olsunlar, onlarn hâllerinden baka kuUar ders alsn diye.

Sen AUah indinde makbul ve nazla büyütülmü olabilirsin. Fakat


yine Allah'tan korkmaya, seni o kadar çok sevene kar haddini
amamaya mecbursun. Böyle yapmaz da Allah indinde senden
makbul olanla pençeleme yoluna saparsan, Allah da seni tpk IbHs
gibi, Bel'am gibi kendi nurundan uzaklatrr.

Hasedden sakn! nsandaki eytam harekete geçirip, nefsi eri yola


saptran, o menfur haseddir. eytan'n Adem'e secde etmeyii onu
kskanmasmdand. Bu sebeple Hak katndan ve nur âleminden
kovuldu. Sen de kendinden üstün olanlara, hele üstün insanlara
hased gözüyle bakma. Gözlerine âlemleri simsiyah gösterecek olan
o hased dolu baklardr. Hasedden kurtulduun veya hased
eytannn tuzana dümediin takdirde bü}aik nuru göreceksin.

insandaki büyük illet, kendini mükemmel sanma dalâleddir. Ruh


hastalklarnn en zararls budur. lâhî kudrete yabanc kabp, kendi
kudreti vehmiyle kibirlenmek, gururlanmaktir.

eytann büyük illeti kendini Adem'den daha yüksekte görmesiydi.


Bu yüzden Adem'e secde etmekten saknd. lâhî emre kar geldi ve
eytan adyla lanetlendi. Kendini herkesten ve hereyden üstün

''^5
Ken'an Rifâî, erhli Mesnevî-i erif, stanbul: Kubbealü Neriyati, 2000, s. 484.
^^^ Ken'an Rifâî, erhli Mesnevi-i erif, stanbul: Kubbealt Neriyati, 2000, s. 66.
EY insan
383

görme tezâhüründeki (görünme) bu eytan ruhu çok hem de pek çok


kimselerde vardr. Sen öyle düüncelerden ve öyle kimselerden
sakn.

O kimseler bazen aldatc bir tevazu içinde, kendilerini boynu


bükük ve balar secdede gösterirler, ibâdeti srf âdet haline getirir,

saf, temiz ve inanm kimselerden olduklarn gösteren


davranlarda bulunurlar. Kendilerini bir müride teslim etmemi bu
kimselerin tevâzuunu sen kibirlenme bü!

Eer bir ermi insan, bir pir, bir mürid gelir de ak, muhabbet ve
hidâyet (doru jol) merhemini senin o azm, aztm yarann üzerine
sürerse Allah' duymann, Allah'a âk
olmann cokunluu seni
kendi nefsinden ve nefsinin yaralarndan kurtarr, için bümediin ve
o hale gelmeden hazzndaki sonsuzluu bilemeyecein Hak nuruyla
dolar. Hem dünya hem de âhiret tasalarndan kendini âzâde
bulursun.

Bazen öyle olur ki merhem yaraya konunca, hasta ufunet (sknt


veren arlk) bitti sanr, kendini bir anda iyi olmu görmenin
gafletine kaplr. Halbuki bu, sadece yaraya bir k vurmasdr. yi
olmak tamamiyle Allah'n istedii gibi bir ruh olmak için tedaviye
devam lâzmdr. Müridinden ayrlma! Onun sana gösterecei yol,

sadece yolun ba deüdir. Bu yolda sonuna kadar yürümek


gerekir."'

• Zan ve üphe içinde olanlar gerçei anlayamazlar, inanmak için elle

tutulacak delil ararlar. Gönül gözüyle görülebilen delilleri ve gönül


kulayla duyulabüen sesleri göremez, duyamazlar.

Hain eytan, onlarn }aireine kendi hararetieriyle eriyemeyecek,


buzdan bir üphe koyar. Bu üphe onlarn bütün vicdanlarn ve
iz'anlarn dondurur. Gözleri, ekilleri görürse de mânâlar göremez
olur. Böylelikle içlerindeki eytan, bunlar mukadder bir uçuruma
tepe taklak yuvarlar.

^^^ Ken'an Rifâî, erhli Mesnevf-i erif, stanbul: Kubbealt Neriyat, 2000, s. 469.
384

^^^
Zaten Allah' bilmeyenler O'nu göremedikleri için bilmezler.

• bn Abbas Hz'nden naklen Muaz b. Cebel rivayet ediyor: "Bir gün


Resulullah ile beraberdik. Ensârdan birinin evinde toplanmtk.
Tam bir cemaat olmutuk. Sohbete dalmtk. Bu arada dardan
bir ses geldi: 'Ev sahibi, içeridekiler, eve girmem için bana izin

verir misiniz? Benim sizden bir dileim var. Görülecek bir iim
var.'

Bunun üzerine, herkes Resulullah Efendimizin yüzüne bakmaya


balad. Orada ve her zaman büyük oydu... zin ondan çkacakt.
Resulullah (s.a.s.) Efendimiz, duruma vâkf oldu ve 'Bu seslenen
kimdir, bilir misiniz?' bu}ardu. Biz hep birden öyle dedik: 'En iyi

bilen Allah ve Resulüdür.' Bunun üzerine Resulullah Efendimiz: 'O,


lâin (lanetlenmi) blistir.' bmorunca; hemen Hz. Ömer 'Ya
Resulullah, bana izin veriniz onu öldüreyim.' dedi. Resulullah
Efendimiz bu izni vermedi; öyle buyurdu 'Dur ya Ömer, bilmiyor
musun ki; ona belli bir vakte kadar mühlet verilmitir... Öldürmeyi
brak.' Sonra öyle buyurdu 'Kapy açn gelsin, o, buraya gelmek
için emir almtr. Diyeceklerini anlamaya çahnz. Bize
anlatacaklarn iyi dinleyiniz.'

Bundan sonrasm ondan dinleyelim; yani Râvî'den. öyle anlatt:

Kapy ona açtlar. çeri girdi ve bize göründü. Bir de baktk ki ekli
u: Bir ihtiyar, a. Aym zamanda köse. Çenesinde alt veya yedi

kadar kl sallanyor. At kl gibi. Gözleri yukar doru açlm.


Kafas, büyük bir fil kafas gibi. Dudaklar da, bir manda dudana
benziyordu.

Sonra öyle bir selâm verdi 'Selâm sana ya Muhammed; selâm size
ey cemaat-i Müslimîn (Müslüman topluluu). Onun bu selâmna

Resulullah (s.a.s.) Efendimiz u mukabelede bulundu 'Selâm


Allah'ndr yâ lâin.' Sonra ona öyle buyurdu: 'Bir i için geldiini

duydum; nedir o i?'

^^^ Ken'an Rifâî, erhli Mesnevî-i erif, stanbul: Kubbealû Neriyaü, 2000, s. 308-
309.
EY insan
385

eytan öyle anlatt: 'Benim buraya geliim, kendi arzumla olmad.


Mecburen geldim.' Resulullah Efendimiz sordu: 'Nedir o
mecburiyet?' eytan anlatt: 'zzet sahibi Rabbn katndan bana bir

melek geldi ve dedi ki:

'Allah Teâlâ sana emir veriyor: 'Muhammed'e gideceksin. Ama


düük ve zelil bir hâlde. Tevâzû ile. Ona gideceksin ve
Ademoullarm nasl kandrdn anlatacaksn. Onlar nasd
aldattn bir bir ona söyleyeceksin. Sonra o; sana ne sorarsa
dorusunu söyleyeceksin.' Sonra Allah Teâlâ buyurdu ki:

'Söylediklerine bir yalan katarsan, doruyu söylemezsen, seni kül


ederim; rüzgâr savurur, dümanlarn önünde seni rüsvây (re^l etmek)

ederim."

te böyle; ya Muhammed, o emir üzerine sana geldim. Arzu ettiini


bana sor. ayet bana sorduklarna doru cevap vermezsem;
dümanlarm benimle elenecek. u muhakkak ki, dümanlarmn
elencesi olmaktan daha zor bir ey yoktur.'

Bundan sonra Resulullah (s.a.s.) Efendimiz öyle sordu: 'Madem ki

sözlerinde doru olacaksn. O halde bana anlat: Halk arasnda en


çok sevmediin kimdir?'

eytan u cevab verdi: 'Sensin, ya Muhammed. Allah'n yarattklar


arasnda senden daha çok sevmediim kimse yoktur. Sonra senin
gibi kim olabilir ki?'

Resulullah Efendimiz sordu: 'Benden sonra, en çok kimlere


buuzlusun (dümanlk) ve sevmezsin?'

eytan anlatt: 'Muttaki (takva sahihi) bir gence ki varhn Allah


yoluna vermitir.'

Bundan sonra sual cevap aadaki gibi devam etti:

Resulullah (s.a.s.) Efendimiz sordu; eytan anlatt. 'Sonra kimi


sevmezsin?' 'Kendisini sabrb büdiim, üpheli ilerden saknan
âlimi.' 'Sonra?' 'Temizlik iinde ykad yerleri üç defa ykamaya
devam eden kimseyi.' 'Sonra?' 'Sabrh olan bir fakiri ki; ihtiyacn hiç
386

kimseye anlatmaz. Halinden ikâyet etmez.' 'Peki bu fakirin sabrl


olduunu nereden büirsin?' ^a Muhammed, ihtiyacn kendi gibi

birine açmaz. Her kim ihtiyacn kendi gibi birine üç gün üst üste
onu sabredenlerden yazmaz. Sabrl kimselerin ii
anlatrsa, Allah

buna benzemez. Hâsl onun sabrm; halinden, tavrndan ve ikâyet


etmeyiinden anlarm.' 'Sonra kim?' 'ükreden zengin.' 'Peki ama o
zenginin ükreden olduunu nasl anlarsn?' 'Onu görürsem ki,

aldm helâl yoldan alyor ve mahalline harcyor. Bilirim ki: O


ükreden bir zengindir.'

Resulullah (s.û.s.) Efendimiz bu defa mevzuu deitirdi ve ona baka


bir sual sordu:

ümmetim namaza kalknca, senin hâlin nice olur?' 'Ya


'Peki,

Muhammed, beni bir stma tutar. Titrerim.' 'Neden böyle olursun?'


'Çünkü bir kul, Allah için secde edince bir derece \aikselir.' 'Peki

oruç mttuklar zaman nasl olursun?' 'O zaman da balamrm. Taa,


onlar iftar edinceye kadar.' 'Peki, ya hac yaptklar zaman nasl
olursun?' 'O zaman da çldrrm.'

'Peki ya Kur'ân okuduklar zaman nasl olursun?' 'O zaman da


eririm. Tpk ateten eriyen bir kurun gibi eririm.' 'Peki ya sadaka

verdikleri zaman hâlin nasl olur?'

'Ha ite... o zaman hâlim pek yaman olur. Sanki sadaka veren, bir
testere abr eline ve beni ikiye böler.'

Resulullah (s.a.s.) Efendimiz sebebini sordu:

'Neden öyle testere ile ikiye biçilirsin, ya Ebâ Mürre?' 'Çünkü


sadakada dört güzellik vardr:

Allah Teâlâ, sadaka verenin malna bereket ihsan eder.

O, sadaka veren kimseyi halkna sevdirir.

Allah Teâlâ, onun verdii sadakay, cehennemle arasnda bir

perde yapar.

Allah Teâlâ, belân, skntivi ve ahlar ondan defeder.


EY insan
387

Bundan sonra Resulullah (s.a.s.) Efendimiz Ashab hakknda ona


baz sorular sordu:

'Ebû Bekir için ne dersin?' 'O bana câhiliyet devrinde bile itaat

etmedi... slâm'a girdikten sonra nasl itaat eder?' 'Peki ya Ömer b.


Hattab için ne dersin?' 'Allah'a yemin ederim ki; her gördüüm
yerde ondan kaçtm.' 'Peki Osman b. Affan için ne dersin?' 'Ondan
utanrm, hem de çok... Nasl ki, Rahmân'm melekleri de ondan
utamrlar.' 'Peki, Ali b. Ebî Tâlib için ne dersin?' 'Ah, onun elinden
bir kurtulsam... O, kendi bana kalsa; ben de kendi bama kalsam...
O, beni braksa, ben de onu braksam... Ben onu brakrm; ama o
beni brakmaz.'

'Ümmetime saadet ihsan eden; seni de taa belli bir vakte kadar akî
(e^lî kurtulutan mahrum olan) klan Allah'a hamd olsun.'

Resulullah (s.a.s.) Efendimizin o cümlesini duyan lâin blis öyle dedi:

'Heyhat, heyhat! Ümmetin saadeti nerede? Ben o belli vakte kadar


diri kaldkça, sen ümmetin için nasl ferah duyarsn? Ben onlarn
kan mecralarna girerim. Ederine karrm. Ama onlar, benim bu
halimi göremez ve bilemezler. Beni yaratan ve baas (dirili) gününe
kadar bana mühlet (süre) veren Allah'a yemin ederim ki; Onlarn
tümünü azdrrm. Câhillerini ve âlimlerini, ümmîlerini ve
okumularm... Fâcirlerini (günahkâr) ve âbidlerini (ibâdet edenlerini)...

Hâsb, bunlarn hiçbiri elimden kurmlamaz. Fakat Allah'n hâüs


kullarm. Evet, bunlar azdramam.'

Bunun üzerine Resulullah Efendimiz sordu:

'Sana göre ihlas (katks^ samimiyet, içi dip bir olan) sahibi olan muhlis
(samimi) kullar kimlerdir?' 'Bilmez misin ya Muhammed, bir kimse ki

dirhemini ve dinarn sever... O Allah için bir ihlasa sahip deildir.


Bir kimseyi görürsem ki dirhemini ve dinarn sevmez; övülmekten
ve medhedilmekten holanmaz... bilirim ki o ihlas sahibidir. Hemen
onu brakr kaçarm. Bir kul, mal ile övülmeyi sevdii süre, kalbi de
dünya arzularna bal kald müddet, o size vasfn yaptm
kimseler arasnda bana en çok itaat edendir. Bilmez misin ki mal
388

sevgisi büyük günahlarn en büyüüdür ve yine ba olma sevdas


günahlarn en büyüüdür. Benim yetmi bin tane çocuum vardr
ve bunlarn her birini bir baka yere tayin etmiimdir. Sonra o her
çocuumla birlikte yine yetmi bin tane eytan vardr. Onlarn bir

ksmm ulemâya (âlimler) gönderdim. Bir ksmm gençlere, bir


ksmm da meâyihe (eyhler) yolladm. Bir ksmm da ihtiyar
kadnlara musallat ettim. Gençlere gelince; aramzda hiç bir

anlamazhk yoktur, gayet iyi geçiniriz. Çocuklara gelince, onlarla da


bizimkiler istedikleri gibi birlikte oynarlar. Bizimkilerin bir ksmm
da âbidlerin (ibadet eden) ve zâhidlerin (ibadet ve taatte apn olan) bana
dert ettim. Onlar, bunlarn yamna girer; hâlden hâle sokarlar. Bir
tepeden öbürüne,,, hep dolatrp dururlar. Öyle bir hâl alrlar ki;

balarlar sebeplerden her hangi birine sövmeye,., te böylece


onlardan ihlas ahrm. Onlar bu halleri ile yaptklar ibâdeti ihlassz
yaparlar ama farknda bile olmazlar.

Rahip Bersîsa tam yetmi yl ihlas ile Allah'a ibâdet etti. Bu


ibâdetleri sonunda ona öyle bir hâl ihsan edilmiti ki her dua ettii
hasta duas bereketi ile ifâ-yâb (ffâ bulan) oluyordu. Onun peine
takldm, hiç brakmadm. Zina etti. Katil oldu. Sonunda da küfre
girdi.

Bu o kimsedir ki; Allah Teâlâ Aziz (yüce, if^tli) kitabnda onu öyle
anlatr:

"eytann hâli gibidir ki; o insana: 'Kâfir ol!' dedi. ]/aktâ ki o kâfir oldu; bu
defa ona föyle dedi: T^en senden ufam... Ben âlemlerin Kabbi olan A.llab'tan
korkarm. " (Har 1
6)

IbHs, bundan sonra, baz kötü huylar üzerinde durdu. Ve onlardan


nasl istifâde ettiini anlatt.

Yalan: "Yalan bendendir ve ilk yalan söyleyen benim. Her kim yalan
söylerse o benim dostumdur. Her kim yalan yere yemin ederse o da
benim sevgüimdir. Bilmez misin ya Muhammed ben Adem'e ve
Havva'ya yalan yere Allah adna and içtim, "Muhakkak ben s^e
EY insan
389

nasihat ediyorum. " (A'raf 1 6) dedim. Bunu yaparm; çünkü yalan yere

yemin gönlümün elencesidir.

Gybet-Kouculuk: Onlar da benim meyvelerim ve enliimdir.

Nikâh üzerine yemin etmek: Her kim talak (boyanmak) üzerine

yemin ederse günahkâr olacandan endie edilir. sterse bir defa


olsun. sterse doru bir ey üzerine olsun. Her kim talâk azna
alrsa tâ hakikat belli oluncaya kadar kars ona haram olur. Onlarn
bu hâlleri ile kyamete kadar meydana getirecekleri çocuklar, hep
zina çocuu olur. Aza alnan o talak kelimesi yüzünden hepsi
cehenneme girer.

Namaz: "Ya Muhammed, namaz an be an tehir edene gelince... O


her ne zaman ki namaza kalkmak ister; tutarm. Ona vesvese (üphe,
tereddüt, kuruntu) veririm. Derim ki: 'Henüz vakit var. Sen de
megulsün. Hele imdi iine bak. Sonra klarsn.' Böylece o, vaktinin

dnda namazn klar ve bu sebepten onun kld namaz yüzüne


atilr.

ayet o kimse beni malup ederse bu sefer de onun hesabn


namazda görmeye bakarm. O namazn içinde ikensaa bak, sola
bak derim; o da bakar. O ki böyle yapt yüzünü okar alnndan
öperim. Bundan sonra ona: 'Sen ebedî yaramaz bir i yaptn.' derim
ve böylece onun huzurunu bozarm. Sen de bilirsin ki ya
Muhammed, her kim namazda, saa sola çokça bakarsa, Allah onun
namazn kabul etmez. Yüzüne atar.

Bunda da ona malup olursam. Yalnz bana namaz kld zaman


yanna giderim. Ve ona çabuk çabuk kumam emrederim. O da
balar, namazm çabuk çabuk klmaya. Tpk horozun, gagas üe
yerden bireyler toplad gibi...

Bu ii ona yaptrmakta da, baar kazanamazsam; bu sefer cemaatle

namaz klarken onun yanna varrm. Orada onun bana bir gem
takarm, bam imamdan evvel secdeden ve rükûdan kaldrrm.
mamdan evvel de secde ve rükû yaptrrm. te o böyle yapt için
kyamet günü Allah onun ban eek bana çevirir.
390

O kimse, bunda da yenerse bu defa ona namazda parmaklarn


çdatmasn emrederim. Böylece o beni tebih (Hakk' tem^h etme)

edenlerden olur. Ama bu ii ona namaz içinde yaptrmaya muvaffak


olursam.

Bunda da ona malup olursam bu sefer ona tekrar girerim ve

namaz içinde iken burnuna üflerim. Ben üfleyince o esnemeye


balar. ayet bu esneme esnasnda eHni azna kapamazsa onun
içine küçük bir eytan girer, dünya hrsn ve dünyevî balarm
çoaltr. te bundan sonra o kimse hep bize itaat eder.

Dediklerimizi yapar.

ilikinlere, çaresizlere ve zavalllara giderim. Namaz brakmalarm


emrederim. Ve onlara derim ki: 'Namaz sizlere göre deü... O,
Allah'n afiyet ihsan ettii ve boUuk verdii kimseler içindir.' Sonra
da hastalara giderim: 'Namaz klmay brak.' derim. Çünkü Ailah
Teâlâ: '"Hastalara ^orluk yok..." (Nur, 61) bu}Tardu. yi olduun
zaman çokça klarsn. Ve böylece o namazn brakr. Hattâ küfre de
gidebilir. hastahnda namazm
ayet o, terk ederek giderse Allah'n

huzuruna çkarken, AUah' öfkeli bulur.'

Resulullah (s. a. s.) Efendimiz blis'e ksa ksa baz sorular sordu. O
da cevap verdi:

"Ya lâin, senin oturma arkadan kimdir?"Fâiz yiyen.' 'Dostun kim?'


'Zina eden.' 'Yatak arkadan kim?' 'Sarho' 'Misafirin kim?' 'Hrsz.'
'Elçin kim?' 'Sihirbazlar.' 'Gözün nuru nedir?' 'Kar boamak.'
'Sevgilin kim?' 'Cuma namazm brakanlar.' '\"a lâin, senin kalbini ne
krar?' 'AUah yolunda cihada (sava§) koan adarn kinemesi.' 'Peki
senin cismini ne eritir?' 'Tevbe edenlerin tevbesi.' 'Cierini ne
parçalar, ne çürütür?' 'Gece ve gündüz Allah'a yaplan bol bol
istifar (af dilemek). ' 'Peki yüzünü ne burumrur?' 'GizU sadaka.'

'Gözlerini kör eden nedir?' 'Çokça künan cemaade namaz.' 'Sana


göre insanlarn en saadetHsi kimdir?' 'Namazlarm bilerek kasden
brakanlar.' 'Sana göre insanlarn en akisi kimdir?' 'Cimriler.' 'Seni
iinden ne ahkoyar?' 'Ulemâ mecHsleri.' 'Yemeini nasl yersin?' 'Sol

elimle ve parmaklarmn ucu ile.' 'Sam yeU estii zaman ve ortal


EY insan
391

scak bast zaman çocuklarn nerde gölgelendirirsin?' 'nsanlarn


trnaklar arasnda.' 'Rabbndan neler taleb ettin?"On ey taleb
ettim:

Allah'tan diledim ki beni Âdemoullarmn malna ve


evlâdna ortak ede... Bu ortaklk talebimi yerine getirdi ki bu:

"Onlara ortak ol... Mallarna ve çocuklarna. Onlara vaad et.

Halbuki jeytan onlara en çok gurur vaad eder..." (17/64) âyet-i


celilesi ile sabittir. Her besmelesiz kesilen etten yerim, faiz
karan yemekten de
ve haram yerim. eytandan Allah'a
snlmayan mahn da ortaym. Cinsi münasebet annda;
Allah'a eytandan snmayan kimse ile birlikte hamm ile

birleirim. Ve o birlemeden hâsl olan çocuk, bize itaat

eder. Sözümüzü dinler. Her kim ha\^ana binerken helâl


yola gitmeyi deil de; aksini isteyerek binerse, ben de onunla
beraber binerim. Yol arkada ve binek arkada olurum. Bu
da âyet-i kerîme ile sabittir. Allah bana u emri verdi: "Onlar
ünlerine süvarilerinle, piyadelerinleyaygara çkart... " (17/64)

Allah'tan diledim ki bana bir ev vere... Bu dileim üzerine


hamamlar bana ev olarak verdi.

Bana bir mescid vermesini istedim, pazar yerlerini bana


mescid yapt.

Benim için bir okuma kitab vermesini istedim, iirleri bana


okuma kitab yapt.
stedim ki benim için bir ezan vere. Çalg âletlerini verdi.

Diledim ki; bana bir yatak arkada vere... Sarholar verdi.

Diledim ki bana yardmclar vere... Bunun için de kadercileri


verdi.

stedim ki; bana kardeler vere. Mallarm bo yere israf


edenleri verdi. Bir de mâsiyet yoluna para harcayanlar.
Bunlar da u âyet-i kerîme ile sabittir: "O kimseler ki mallarm
bojjere harcarlar. Onlar eytann kardeleri olmulardr... " (17/27)
392

Ya Muhammed, Allah'tan diledim ki Âdemoullanm ben


göreyim; ama onlar beni görmesinler. Bu dileimi de yerine
getirdi.

Diledim Âdemoullarnn kan mecralarn bana yol yapa...


ki

Bu da oldu. Böylece ben onlarn arasnda akp giderim,


gezerim, hem nasl istersem...

unu da ekleyeyim ki benimle beraber olanlar seninle beraber


olanlardan çoktur. te böylece ÂdemouUannn ekserisi benimle
beraber olurlar.

Benim bir olum vardr, ad Ateme'dir. Bir kul yats namazn


klmadan uyursa, gider onun kulana bevleder (ijer). Eer böyle
olmasayd imkân yok insanlar namazlarn edâ etmeden
uyuyamazlard.

Benim bir olum daha vardr ki ad Mütekâzî'dir. Bunun vazifesi de


yaplan gizli amelleri yaymaya çalmaktr. Meselâ bir kul gizli bir

taat ilerse ve bu yaptn da gizlemeye çabrsa, Mütekâzî onu


dürter. En sonunda o gizli amelin yaylmasna ve aça çkarmaya
muvaffak olur. Böylece de Allah o amel sahibinin yüz sevabmn
doksan dokuzunu imha eder, biri kalr. Çünkü bir kulun yapt gizli
bir amel için tam yüz sevap verilir.

Sonra bir olum daha vardr ki ad Kühayl'dr. Bunun ii de


insanlarn gözlerini sürmelemektir. Bilhassa ulemâ (âlimler)

meclislerinde ve hatib hutbe okurken. Bu sürme onlarn gözlerine


çekildi mi uyuklamaya balarlar. Ulemâmn sözlerini iitemezler,
böylece hiç sevap alamazlar.'

Bundan sonra blis öyle devam etti:

'Hangi kadn olursa olsun, onun kalkt yere eytan oturur. Sonra

her kadnn kucanda mutlaka bir eytan durur ve onu bakanlara


güzel gösterir. Sonra o kadna baz emirler verir. Meselâ: 'Elini
kolunu dar çkart, göster.' der. O da bu emri tutar. Elini kolunu
açar, gösterir. Bundan sonra o kadnn haya perdesini trnaklar üe
yrtar.'
1':y

insan

blis bundan sonra Peygamber Efendimize kendi durumunu


anlatmaya balad:

'Ya Muhammed, bir kimseyi dalâlete (sapknlk) sürüklemek için


elimde bir imkân yoktur. Ben ancak vesvese veririm ve bir eyi
güzel gösteririm, o kadar. Eer dalâlete düürmek elimde olsayd,
yeryüzünde "Allah'tan ba§ka ilâh yoktur ve Muhammed Allah'n
Resulüdür" diyen herkesi, oruç tutan ve namaz klan hiç

brakmazdm. Hepsini dalâlete düürürdüm. Nasl ki senin elinde


de hidâyet nev'inden bir ey yoktur. Sen ancak Allah'n Resulüsün

ve teblie memursun. ayet hidâyet elinde olsayd, yeryüzünde tek


kâfir brakmazdn. Sen Allah'n halk üzerinde bir hüccetsin, ben de
kendisi için ezelde ekavet yazlan kimselere bir sebebim.

Saîd (âhiretini ha^rlam§ e^elî kurtulura ermi) olan kimse ana karmnda
saîddir. aki (e':^l kurtulutan mahrum olan) olan da yine ana karmnda
akidir. Saadet ehli klan da Allah, ekavet ehli klan da Allah.'

Bundan sonra Resulullah Efendimiz u iki âyet-i kerîmeyi okudu:

'
'bunlar, tâ sonuna kadar böyle deiik ekilde devam edecek... Ancak Rabbin
esirgedikleri hariç... " (Hûd, 118-119) 'Allah 'in emri behemehal (ister isteme^)
'"
yerini bulan bir kaderdir... (Ahzâb, 38)

Bundan sonra Resulullah (s.a.s.) Efendimiz blis'e öyle buyurdu:

"Ya Ebâ Mürre, acaba senin tevbe etmen ve Allah'a dönmen


mümkün deil mi? Cennete girmene kefil olurum, söz veririm!'

'Ya Resulullah, i verilen hükme göre oldu... Karar yazan kalem de


kurudu. Kyamete kadar olacak iler olacaktr.

Seni peygamberlerin efendisi klan, cennet ehlinin hatibi eyleyen ve


seni halk içinden seçen ve halk arasnda bir gözde yapan, beni de
akilerin efendisi klan ve cehennem ehlinin hatibi eyleyen Allah'tr
ve O bütün noksan sfatlardan münezzehtir."""^^

^^^ Muhyiddîn bnü'l-Arabî, eceretü'l Kevn-ÜsfütJ nsan, çev. Abdülkâdir Akçiçek,


stanbul: Bahar Yaynlan, 2000, s. 157-184.
394

Allah Teâlâ, Muhammedi nefsi Zât'ndan yaratt. Yüce Hakk'm


Zât' ise iki zdd da camidir (toplanmak). "Âlûn" adyla anlan
melekleri; Cemâl, Nur, Hüdâ sfatlar yönünden Muhammed'in
nefsinden yaratmtr. büs ve tebeasnysa (halk); Yüce Hakk;
Celâl, Zulmet (karanlk) ve Dalâl (dalalete götüren) sfatlar yönünden,

öbürlerini olduu gibi bunlar da Muhammed (s. a.s. fin nefsinden

yaratmtr.

blis'in daha evvel olan ismi "Azâzîl" idi. Halk yaratlmadan; nice
nice bin sene Allah Teâlâya ibâdet etd. Hereyden münezzeh olan

Yüce Hak bir gün ona öyle dedi "Ya Azâzîl, benden bakasna
ibâdet etmeyesin!" ve Hakk'a malum olan bir vakit sonra; Allah

Teâlâ Âdem (a.s.f' yaratnca; ona secde etmeleri için, meleklere

emretti.

Bu durum blis'i tevie (karktrma) düürdü. Sand ki: Adem'e (a.s.)

secde ederse, Allah'n gayrna ibâdet etmi olacak. Ne var ki;


Allah'n emri ile secde edenin, Allah'a secde etmi olacan
bilemedi. Secdeden imtina (kaçnmak) etmesi ite bu sebebe

dayanyordu. Ona blis adnn verilmesi de bu nükteden (ince mânâ)

dolaydr.

Yüce Hak blis'e sordu: '.ki elimle yaptm §ey için secde etmene ne engel

oldu? Kibirlendin mi? Yoksa Alûn'dan (yücelerden) m oldun?" (Sâd, 75)


"Alûn" ad ile amlan melekler, ilâhî nurdan yaratlmlardr. Nûn,
isimli vb. melekler gibi. Kalan melekler; anâsrdan (unsur)

yaratlmlardr ve bunlara: Âdem (a.s.) için secde emri verilmitir.

Yüce Hakk'n bu sorusuna blis u cevab verdi: "Ben ondan hayrlym.

Beni atehten yarattn; onu da çamurdan. " (Sâd, 76) blis'in verdii cevap

una delâlet (delil) ediyor ki: blis, huzurda konuma edeplerini en iyi

bilendi ve de suali idrâk eylemekte cevabn vermekte halkn ârif idi.

Zira yüce Hakk Teâlâ ona mâni (engel) sebebi sormad. Eer böyle

sorsayd onun ekli öyle olurdu: "ki elimle yaratüm ey için secde

etmeye ne sebeple imtina (kaçnmak) ettin?" Ki böyle sormad.


EY insan
395

Ancak men'in (yasak) mahiyetini sordu. blis ise iin srr üzerine
kelâm etti: "hen, ondan hayrlym. " (Sâd, 76)

Bu sözün daha açk mânâs udur: "Atein hakikati ki, tabii

zulmettir (karanlk) ve sen beni ondan yarattn... Bu, çamurun


hakikatinden hayrhdr. Onu, bundan yarattn. Bu sebeple iin
iktizas (gerei) benim ona secde etmememdir..."

Ate hakiki veçhesinde (cihet, suret) ulviyeti [yücelik) iktizâ eder.


Toprak hakîki veçhesinde (yü^ süfliyeti (aalk) iktizâ eder. Bir
mumu abp, ba aa
ediin zaman, alevi dönmez; )ikar aa
çkar... Ama toprak böyle deildir. Bir avuç toprak abp yukar attn
zaman, serî bir ekilde aa düer. I<i, iktizâ ettii hakikader
sebebiyle böyle olur. te erh (açklama) olunan sebepten blis:
"Ben ondan hayrhym. Beni ateten yaratün; onu da çamurdan."
(Sâd, 76) diyerek kelâm eyledi ve bu kelâmna daha baka kelâm
eklemedi. Sebebine gelince çok iyi biliyordu ki Allah Teâlâ srrna
muttalîdir (bilmek). Yine çok iyi biliyordu ki makam kabz (tutukluk,
sâlikin gönlünün hesaba çekilmesi ve skpnlmas) makamdr, bast
(açlma) makam deildir.

Eer bast makam olsayd, o sözünden sonra öyle derdi: "Senden


bakasna ibâdet etmemek emrine îtimâd ettim!" Ancak bakt ki

mahal (yer) itap (aî^arlama) mahallidir. Dolays ile edeb tavrm


taknd. Ve yine anlad ki i kendisi için esasta tevie (kanpklk)
büründü.

Zira Hak Teâlâ ona: 'blis" (Sâd, 75) diye seslendi. Bu kelime ise

iltibas kelimesi kökünden gelmi bir kelimedir. Halbuki daha önce


bu çarlmad. Arük tahakkuk (gerçeklemen) eden durum u
isimle hiç

oldu: , snrn amtr. Bu yüzden de müteessir (ütülmek)


kendi
olmad ve de; dediine piman olmad; tevbe etmedi; balanma
talebinde bulunmad. Çok iyi idrâk etmiti ki Allah Teâlâ ancak

^^^ iltibas: ki veya daha ziyâde eyin; biri dieri sanlacak ekilde birbirine
benzemesi, manasnadr.
"

396

dilediini yapar. Allah'n dilediiyse hakîkaderin iktizâ (lâ^m gelme,


gerekme) ettii eydir.

Bundan sonra Allah Teâlâ onu, yaknhk huzurundan, tabiat uzakl


çukuruna tard etti ve öyle buyurdu: "Çk oradan, sen Raâm'sin!"
(Sâd, 77) Daha açk anlamda yüce Hakk buyurdu ki; "Yüce
huzurdan ayrl, süfli merkeze in!" Zira recm bir eyin ulviyetten

süfliyete atlmasdr.

Sonra Yüce Hak buyurdu ki: "Kyamete kadar lanetim ürerine olsun.

(Sâd, 78) Lanet, Korkutma, ürkütme Bunun daha açk âletidir.

mânâs udur: "Lanetim yalnz sanadr; bakasna deil!" "Kyamete


kadar. ." buyurulmas da kyamet günü geçtikten sonra, blis'e lanet
.

yoktur. Çünkü "Kyamet günü" denilen Din Günü tabiî zulmetin


hükmü kalkar!

Bu mânâya göre blis, üâhî huzurdan ancak kyamet gününden önce


kovulur ve tard edilir çünkü, onun asli durumu bunu gerekli hale

getirir. Onun aslmn iktizâs ise, tabiî engellerdir ki; Ruhun üâhî
hakikatlerle tahakkukuna engel olur. Ama bundan sonra tabiî

durumlar kemâlât cümlesinden saylr. Artk ona lanet yoktur, srf


yaknlk vardr! Ve o zaman blis, önce olduu gibi, Allah katnda
bulunan ilâhî yaknla döner. Bu ise cehennemin zevalinden (yok

olma) sonra olur. Çünkü Allah Teâlâ'nn yaratt her ey elbette

önceden bulunduu hâle dönecektir. Her ey ashna rücû (aslna


dönmek) eder.

blis lanete uradktan sonra çok sevindi, aka gelip cotu, hatta
nefsi üe âlemi doldurdu.

blis'in bu halini görünce öyle söylediler: "Nedir bu halin? Sen


huzurdan kovuldun!" Bu soruya öyle cevap verdi: "Bu benim için

bir hil'attir (kaftan), bir rütbedir. Habib (o sevgili) beni ferdletirdi.


Onu ne yakn bir melee giydirdi, ne de mürsel (irsal olunmu,
gönderilmi) bir peygambere."

Bundan sonra, Allah Teâlâ'nn haber erdii gibi; Hakk'a u niday


yapt: "Kahhim, haas (dirili) gününe kadar bana mühlet ver. " (Sâd, 79)
EY insan
397

Çok iyi biliyordu ki, kendi menei (kaynak) olan tabiî zulmet, AUah
Teâlâ o zulmet ehlini baas edinceye kadar vücûdda bakî kabr...

Bundan sonra tabiî zulmetten halas (kurtulmak) bulur; Rububiyet


nurlarna kavuurlar...

AUah Teâlâ, büs'in isteine te'kid (kuvvetlendirerek) ile cevap verdi:


"Sen, malum vakte kadar mühlet verilenlerdensin. " (Sâd, 80-81)

Malum vakit: Varhk emrinin, Mâbûd (ibadet edilen) olan yüce


sultann huzuruna çkdr.
Ve yemin etti: 'T.îi^etin hakk için, (yemin ederim ki) onlarn hepsini

ayracam. " (Sâd, 82)

Çünkü bHs biliyordu ki her ey tabiatn hükmü altndadr. Ve yine

biliyordu ki zulmâniyet iktizâlar (karanln gerei olarak) nurlara

huzurlara varmay engeller. Devam etti: "Ancak, muhlas kullarn


hariç." (Sâd, 83) Onlar, tabiatlarn verdii zulmeti atmtr; ibâdete
manî kesafeti (younluk, bulanklk) silmilerdir. Yani Âdemlik
vücûdunda ilâhî kanunu ikâme (yerine koyma) etmi, tabiat

zulmederinden halâs olmulardr (kurtulmular). Temiz ameller


ileyerek, mücâhede (uranma, nefsi yenmek için çalnma), n^2i7.2X (dünya

nimetlerinden uî^ak durmak), muhalefet vb. ileri yaparak, halâs

bulurlar.

Iblis'in konumasna karük Yüce Hakk u cevab verdi: "Gerçekten

cehennemi seninle, sana uyanlarla ve insanlarla tüm dolduracam. " (Sâd, 84-

85) bHs hakîkatierin iktizâ ettii men (yasak) cihetinden kelâm


edince; üâhî hikmet olarak, blis'in kelâm yönünden konutu.
Vâstas üe insanlara blis'in satat tabiî zulmet; blis'in

azdracana yemin ettii insanlarn özüdür ki onlar cehenneme


çekendir, belki de atein dahi ayndr! Zulmete iten tabiat o atetir
ki: Allah Teâlâ onu müfsidlerin (fesat çkaran) kalbine yerletirdi. Bu
durumda o tabu zulmete kim girerse; blis'e ancak tâbi olur ve atee
girmi olur.
398

blis'in Zuhur Yerleri, Çeitleri, Halk Kandrmak çin


Kulland Aletler, Yollar: 'Viyâdekrinle, süvarilerinle onlara yaygara

yap. Mallarna, çocuklarna ortak ol. Onlara vaad et. eytan onlara

aldattan ba^ka bir vaad etme^ " (Isrâ, 64)

blis'in beerin vücûdunda 99 zuhur (göriinme) yeri vardr. Ki bu,


Allah'n güzel isimleri adedi kadardr. Onun 7 ana zuhur yeri vardr.

Nasl ki Allah'n Zât ifadan da yedidir. Onlar da bu güzel isimlerin


anasdr. Bu alacak bir itir! Allah'n ifadan adedine benzemesi
blis'in Allah'n Zât'ndan gelen bu mevcud Nefs'ten îcad edilmi
olmasdr.

Birinci Zuhur Yeri: Dünya ve dünya üzerinde kurulanlardr ki

bunlar yldz ve dier eyler, gezegenler ve daha bakalar, iblis'in


bir yerdeki zuhuru dier yerdeki zuhuruna engel olmaz. blis'in her
taifeye ayr ayr zuhuru vardr ve herhangi bir taifeye zuhurunda
belli bir ekil üzerinde kalmaz, çeit çeit ekillere bürünür. Mazhar
olduu kimseye bütün yollar tkayp, tüm kaplar kapayncaya
kadar girmedik klk brakmaz. O kadar ki artk ona bir dönü yolu
brakmaz.

irk ehline zuhuru dünya ve onun üzerine kurulan eylerledir ki

bunlar: Anâsr (unsurlar), eflâk (felekler), boluklar ve iklimlerdir.

Kâfirlere (inanmayanlar) ve müriklere (ortak kokanlar) bu zuhur


yerlerinde gözükür. Önce onlarn aklm, dünyamn süsüne ve
zînetine takar, kalblerini de kör eder. Bundan sonra onlar yldzlarn

srlarna (fala) daldrr. Anâsrn asl maddesine çeker. Bu zümreye


öyle vesvese verir: "Varlkta faal olan bunlardr!"

Dolays ile onlar eflâke (felek) ibâdet etmeye balarlar. Bunun sebebi
ise, yldzlarn düzenli ahkâmm (hüküm) görmeleri, günein bu

varhk cisimlerini hararetiyle terbiyesini müahede (gö^^le görmek)


edileridir. Sonra da yamurun bulutlardan düüüne, onun
}öicelerden geldiine, hedefini amadna bakarlar. Tam bir hesap
üzere indiini görürler. Bunlar gördükten sonra artk }ildzlarn
rubûbiyeti babnda hatrlarna hiç bir üphe gelmez.
EY insan
399

Artk onlar hayvan gibidirler. Yalnz yemek ve içmek için

kouurlar. Ve bütün bunlarn sonunda ne kyamete inanr ne de


baka bir eye. Böyle bir imanlar olmad için birbirlerini

öldürürler. Birbirlerinin mallarn arrlar. Artk onlar tabiat


ummannda (deni-:^ boulmulardr. Sonuna kadar oradan
kurtulamazlar.

Bundan sonra anâsr ehline maddecilere gelir. Bunlara da öyle der:


"Cismi görmüyor musunuz? Onun terkibi (hilepm, Ö!^ cevherdir!"
Cevher ise: Scak, souk, ya ve kurudan meydana gelmitir. te
bunlar ilâhtr! Varln terkibi bunlara göre devam eder. Bu âlemde
faal olan bunlardr.

Atee tapanlara da aym ekilde urar. Bunlara da der ki: "Bu varlk,
zulmet ve taksim edümitir. Zulmet ilâhtr; ad da
nur aras
Ehrimen'dir. Nur da ilâhtr; bunun ad da Yezdan'dr. Ate ise;
nurun asldr." Bundan sonra onlar da atee tapmaya balarlar.

ikinci Zuhur Yeri: Buras tabii eyler, ehvetler, maddî lezzederdir.


Buradaki zuhur ekli avam Müslümanlar'adr. Onlar, önce ehvete
dair ilerin sevgisi ile azdrr. Hayvani lezzetlere dâir olan rabed
önce verir. Bütün bunlar zulmânî tabiatn iktizâlarna göre olur. Bu
ilerle onlarn gözlerini kör eder, kalb duygularn baürr. Onlara
dünya iinde zuhur eder. Der ki: "Bütün bu talep olunan eyler,
yalmz dünya ile mümkündür!"

Bundan sonra dünya sevgisine abanrlar. Bütün gayeleri dünya talebi


olur. Onlara bu kadarm yaptktan sonra artk brakr. Onlar perian

etmek için baka yol aramaya, fâsid etmek için baka ilâca ihtiyaç
yokmr. Böylece onlar blis 'in tebâs (halk) olurlar. Hiç bir emrine
âsî gelmezler. Çünkü cehâletie dünya sevgisi bir araya gelmitir. Bu
lâhza da onlara ayet: "Kâfir olunuz!" dese, hiç düünmeden kâfir
olurlar. Bundan sonra onlarn kalbine vesvese ekli ile girer.

Özellikle Allah Teâlâ'mn büdirdii gayba dair ilerde. Bundan sonra


onlar ühâda (atei^) düürür, ii tamamlanm olur!

Üçüncü Zuhur Yeri: Yaplan iyi amellerde sâlih kimselere


görünür. Onlara iledikleri ameli güzel gösterir. Kendilerine
kendilerini beendirir. Bu hâlde hiç bir âlimin öüdünü kabul
400

etmezler. Iblis'in katnda bu hâle geldikten sonra onlara öyle der:

"Artk yeter. Bakalar bu ibadetinizin binde birini yapsa kurtulur."

Bunun üzerine amellerini azaltrlar. stirahat yolunu tutarlar.

Kendilerini büyütür, insanlar hafife alrlar. Alimlerin sözlerine

kulak vermezler. Onlarda bulunan kötü huy, bakalarna kar kötü


zan ile, anlatlan huylar da onlara mal ettikten sonra, gybet
(insanlann ajplanm arkalarndan açklamak) yoluna koyulurlar. Artk
pepee onlar mâsiyete (isyan) sürükler.

Bunlar yaptrrken onlara öyle der: "stediinizi yapn, Allah


Gafûr'dur, Rahîm'dir! Allah saç aarmlara azap etmekten yana
haya sahibidir. Allah Kerîm'dir. Hââ ki Kerîm olan alacan taleb

ede! te o zaman onlara belâ hulul (gelip çatma) eder. te bu gibi

hâllerden Allah'a snmak gerekir.


Dördüncü Zuhur Yeri: Amellerini ifsâd için, müahede ehli

kimselere çkar; niyederini bozar. Niyetlerde ve hayrh amel


ilerinde çokça görünür. Musallat (sataan) olduu ahslar; Allah'n
rzâsn kazanmak için bir amel iler. Hemen onun üzerine bir

eytan musallat olarak onun hatrna unlar sokar:

"Amellerini daha da güzelletir, nsanlar seni göreceklerdir. Belki de


bu amelde sana uyacaklardr." Bu kelâmlar onlar riyaya (iki

jüîllülük) ve halk görsün diye amel ilemeye sevk eder.

Halkn övgüsüyle kiinin kibirlenmesini baaramazsa u yollan

dener: Hayr yolundan o ahsa musallat olur. Meselâ Kur'ân


okuyorsa; yanna giderek öyle der: "Allah'n beytine gidip hacc
yapsan nasl olur? Hac yolunda istediin gibi Kur'ân okursun. Hac
ii ile Kur'ân okumay bir arada yaparsn." diyerek onu Kur'ân'dan
uzaklatrr.

O kii Hac yoluna çknca da ona öyle musallat olur: "Herkes gibi

ol! u anda sen misafirsin. Sana Kur'ân okumak lâzm deildir." ve


artk eytana uymaya balayan o ahs Kur'ân okumaysn
uursuzluu ile farz namazlar da brakr. Hatta belki kiinin hac

farizasn (far^ olunan) hakkyla yerine getirmesine bile engel olur.


EY insan
401

Bu engelleme yoUanndan birisi olarak o ahs mukaddes (kutsal)

beldelerdeki yemek ihtiyacn giderme talebi ile haccn bütün


vecîbelerinden (görev) onu ald olur ki bu ahval (hal) o ahs
cimrilie ve benzeri huylara çeker. Kötü huylu olur. Kiinin gönlü
darahr, yapt ibâdederden zevk alamaz olur.

Eer yeterince o ahs yoldan çkaramadysa iledii ameH


braktrmak için daha hayrb bir ameli ilemek için o ahs
kandrmaya çakr tâ ki bu ameH de braktrmaya muvaffak (ha§an)

olana kadar mücadeleye devam eder.

Beinci Zuhur Yeri: eytann bu zuhur yeri ilimdir. Buradaki ii


âlimlerledir. eytan "Vallahi, bana göre bin âlimi aldatmak, îman

kavi bir ümmîyi aldatmaktan daha kolaydr." dedi. Zira bUs cahili
aldatma babnda (konu) armtr. IbHs âlimle konuur ve de
delilini âlimin bildii eyle o âUme getirerek musallat olur ve
söylediinin hak olduunu o âUme anlatr. Böylece bu yolu tutmas
IbHs 'e kuvvet kazandrr.

Meselâ âHme iHm yolundan girer ve bir müddet sonra o âHmin


ehvet mahaUine geçer der ki: "u hatunla Dâvûd mezhebine göre
nikahlan!" Halbuki o âHm Hanefî veya afiî mezhebine mensuptur.
O vakit öyle der: "VeHsinin izni olmadan onu nikâhna al!" Bu ii
âHme iletince hâHyle nikâhland hanm mihr (kadna verilen nikâh
bedeli), giyim ve iaesini (beslenme) temin için nafaka ister. Bunlar için

âHme u telkinde bulunur: "u zamanda yaparm diye söz ver, ayet
yapamazsan bir mahzuru yoktur!" Çünkü bir erkee kadmn raz
etmesi için yemin etmek caizdir. sterse yalan yere yemin olsun.

Bu vaad edilen süre uzar ve verilen söz yerine getirilemeyince öyle


der: "Onun karn olduunu inkâr et! Zaten yaplan akid fâsiddir

(bot^mak), senin mezhebinde caiz deildir. Karn olmad için

nafaka vermek zorunda deildin." Böylece o âHm artk bHs'in has


bir müridi olur. Bu yolda ondan kurtulacak olan pek azdr. Tekten
de tektir. Baz fertierdir.
402

Altnc Zuhur Yeri: Adet olan ilerde ve rahat talebi ilerinde


zuhur eder. Bu zuhur etme iini sâdk müritlere yapar. O mürîdlere
musallat olunca onlar âdet olan yollardan ahr ve rahat talebi

yolunda tabiat zulmetine çeker. Böylece onlarn talebdeki kuvvetli


himmetierini, ibadete kar rabetlerini söker ahr. Ve mürîdler bu
hallerini yitirince nefsleri ile babaa kahrlar. Bundan sonra
bakalarna yaptn o mürîdlere de yapar. Bilhassa o mürîdlerin
içerisinde irâdesi daha za}if olanlar daha çabuk Iblis'in oyununa
düerler. Zira mürîdler için rahat talebi, ablm eylere dayanmak
kadar korkunç olan baka hiçbir ey yoktur!

Yedinci Zuhur Yeri: bUs'in bu zuhur yeri ilâhî marifet


duygulardr. Bu zuhur yerinde sddklara, evliyaya ve ariflere
musallat olur. Ve bunlardan ancak Yüce Hakk'n koruduu
kurtulur. Lâkin mukarrebûn (Allah'a yakn olanlar) zümresine
varacak bir yolu yoktur. Dierlerine u yoldan bir giri yapar der ki:

"Bu varbm tüm hakikati Allah deil midir? Siz de bu varhk


cümlesinden deil misiniz? O halde Hak sizin hakîkatinizdir. Iblis'in

bu sözüne onlar: "Evet doru!" diyerek tasdik ederler. Bunun


üzerine söze öyle devam eder: "O halde u mukallid (taklitçi)

kimselerin yapt amellerle, kendinizi yormanza sebep nedir?"


Onlar bu sözün etkisinde kahnca onlar saHh amelleri brakrlar,
onlarn amelleri brakmasmn akabinde öyle der: "imdi istediinizi
yapn! Zira Allah sizin hakîkaünizdir. Siz O'sunuz. O ise,

yaptndan sorulmaz.

Arûk Iblis'in bu kelâmlarnn etkisinde kalan bu zümre zina eder,


çalar, arab içerler. Ve benzeri ileri ilemeye balarlar. IbHs onlar o
hâle getirir ki nihayet bu zümreye mensub olanlar slâm bandan
koparr, îmandan soyar, zndkla (Tanrya ve âhirete inanmayan) atar.
Bunlardan bazlar ittihad (birlik) yolunu tutar yani Hakla birlik

kurduunu söyler. Bazlar da Ferd makamna ulatm iddia eder.

Bu gibilere yaptklar kötülükler sorulduunda ve ksas (ödeme) taleb

edildiinde eytan u telkini yapar: "nkâr ediniz! Onu nefsinize mal


etmeyiniz! Zîrâ siz hiç bir ey yapmadnz. Hakikatte fail (ip yapan)

ancak Allah'tr. Sizin siz olmanz insanlarn idkad (inandklar)


EY insan
403

ettikleri biçimde deildir. Baka bir eydir. Böylece onlar yemin


ederler. Hiç bir ey yapmadklarn anlatrlar.

IbHs bu zatiardan bazlarna öyle der: "Ben sana haramlar mubah


kldm! stediini yap veya öyle öyle yap! u haramlar ile! Çünkü
sen Zât'sn sana günah yoktur." Ama Allah ile kuUar arasnda özel
ileri vardr, srlar vardr ki Iblis'in zuhurundan çok çok üstündür.
Yüce Hak'tan vecd halleri için, alâmetler vardr ki, ehH katnda
inkâra yer yoktur. Iblis'in tevii (karmakanpk etme) bu babda (konu)
bir bilgisi olmayana göredir. in ashn kavramayan içindir.
Aksi hâlde bu gibi eyler, iin aslna vâkf olan irfan sahipleri için hiç

bir ekilde gizli olamaz. eyh Abdülkadir Geylânî hazretieri bir


çölde idi. Kendisine öyle dendi: "Ey Abdülkadir, ben AUah'm!
Haramlar sana mubah kldm. stediini yap!" Geylânî Hazretleri
öyle der: "Yalan söyledin, sen eytansn." Kendisine onun eytan
olduunu nasl anladn diye sorulunca; "Allah Teâlâ kötülükle
emretmez. Bu lâin (lânetli) bana öyle söyleyince bildim ki, o
eytandr. Beni azdrmak istiyor."'''^'

eytan Cenâb- Hakkk'a diyor ki: lâhî, senin bana verdiin dâllin
(sapkn) nâm ku\^eti hakk için; seni arzu edip senin yolunda giden
mü'min kullarn üzerinde otururum. Onlara yalan doru, günah
sevap, inkâr ikrar, küfrü îmân, acy tatl, zehiri tiryak (panzehir)

gösterir bu suretle senin taat ve ibadetin yolundan onlar


ahkoyarm. Ben nasl kapndan tard (kovulmak) olup ve dal (yoldan
sapan) sfatyla kovulmu olduysam onlar da senden mahrum ve
cemâlinden mahzun eylerim. Hicran ateleri içinde canlarn
yakarm, ilâhî! ben onlara nefis ve ehvetieri cihetinden görünür,
îman ve ibâdetlerine güvendirir, senin mekrinden (hile) emin
ederim. Ve tulü (u^un) ömür cihetinden onlara tafsilâtta bulunur;
taat ve ibadetiere daha çok vaktiniz var, elbet bir gün tövbekar
oluruz dedirtir, tövbe ve nedametten onlar ahkoyarm ve
okuduklar ve bildikleri ilimleri ziynetlendirir (süs, gösteri), kendi
bilgilerine güvendiririm. Bu suretle ilim ve fazilet sahibi kutbu

^^^
Abdü'l-kerim b. brahim ei-Cîlî, nsan-? Kâmil, çev. Se^yid Hüseyin Fevzî Paa,
stanbul: Isitsan Yaynlar, s. 207-230.
404

cihan zannettirip insan- kâmilden ba çevirtirim ve sana vâsl


olmaktan mahrum brakrm ve bunlar dünya lezzetlerine çeker,
nefislerinin bin türlü arzularn uyandrr, isyan ve hatalar
ilettiririm. Riya ve yalanlarla ilerinde muameleler yaptrr, haram
iletir, hak yediririm. Ve kldklar zaman namaz ve verdikleri
sadaka ve ettikleri hayrat ve hasenâdarn; beni âbid ve muhsin yani
ihsan edici bilsinler ve âdil ve fâdl (faî<^ktli, erdemli) fukaraperver
tansnlar, diye yaptrr, bu suretle amellerini fâsid eder senden
uzaklatrrm. lâhî! Ben onlarn kalblerine iftira telkin ederim. Bu
sûrede Ashâb- kirama ve senin sevgililerine suizan (kötü ^^an)
ettirip, iftiralar eyler ve aleyhlerinde söylettiririm. Hasedi
ziynetiendirir; kibir ile süslerim, bu sûrede benim, Hz. Adem'le
aramzdaki maceray onlara da yaptrrm. Tacirin gözüne tamah
(açgö'^ülük) olur girerim. Bu sûrede terazisinde ve verdii sözlerde
hileler yaptrr bir çok kimselerin iflâs etmelerine sebep olurum. Bir
çoklarn insan- kâmil'e kar tazimde kusur ettirip, hallerine

itirazlar eyletir, Hakk'n huzurundan uzak eylerim. Dünya ve


âhirette, kalplerini hasret ateleriyle doldurturum. lâhî! kullarna,
bu kadar nimet ve refah verdiin hakk için sana hamd edici

olmaktan, onlar men ederim daha nice hatr ve hayâle gelmez


cihetlerden onlarn kalplerini perian eylerim. Bunun üzerine
Cenâb- Hakk öyle buyurdu: Ben de seni ve senin ifaline
(aldatma) kaplan nâdân (haddini bilme^ ve gafillerin cümlesini
cehenneme atar, mahrumiyet ateleriyle yakarm.

eytann en büyük kabahati; Hz. Adem'i Hak'tan gayr görmesi


oldu. Ve Hakk'n ak muhabbetini, nefsânî muhabbete kyas
etmesi ve yalnz bende olsun, benim olsun diye istemesi oldu. Bu
ince bir noktadr.

O canann âklar ise derler ki, "Keke benim sevdiimi bütün


cihan sevse, sözümüz hep kssa-y cânân olsa." Bu sûrede cümle
âlem halkn, o canann akna davet ederler. Çünkü onlarn
maksatiar yalnz kendileri sevilsin ve sevsin deildir. Onlar: Ben bu

Ken'an Rifâî, Mesnevi Hahralan, Kâzm Büjoikaksoy (haz.), stanbul: nklâp


Kitapevi, 1968, s. 119.
EY insan
405

ak ile melûf (ah^mij, huy edinmi§) oldum, hemen siz de, cümleniz de
gelip; varn o canana kavuun, âk olun, derler.
eytan kalplerin mihengidir (ölçü); ezelde aki kimdir? Saîd kimdir?
Arslan kimdir? Köpek kimdir? Onlar birbirinden ayrmaya o âlet
edilmitir. O aki ve fask olanlar ifal edip (aldatp) dalâlete

sevkeder, ama ezelde saîd olanlar ifal edip dalâlete kudreti


yoktur.'^'

eytan diyor ki: ben iyiyi nasü kötü ederim? Bil ki ben yalnz onlar
er ve fesada davet ediciyim ve dalâlete tevik ediciyim, lâkin
dalâlet halkedici deilim, er ve fesâd icadna kaadir deilim, çünkü
ben iyiye de kötüye de aynaym, benim elimde dalâletten bir ey
yoktur. Çünkü sait, anasnn karnnda ezelde sait olmutur. O
kimse (Ümmül-kitapta) sait saadetiyle mübeer olmutur. akî ise
akavetie kara yüzlü gelmitir. Ben bu dünya banda bir bahçvan
gibiyim, ne vakit ki kurumu ve hayrsz aaçlar gibi olan imansz
zalimlerin vücûdunu dalâlet kbc ile keserim, iman ve irfan
sahiplerine ise gücüm yetmez, ancak onlara muin ve zahir olurum.
Onlar ki varbklarn ve benliklerini (Resûlullah'n) ak muhabbeti
deryasnda eritmedikçe (Hüdây — Zülcelâlin) akn cezbedici
olamazlar. Ben ne yapaym? Eer böyle yapabilseydiler, elbet
onlara da kendi zatiarnda olan holuklarda bir miktar verirlerdi...

eytan diyor ki: Ben kalp (sahte) akçeye (para) mihengim (ölçü).

Ezelde ekya ve günahkâr takdir olunanlar yoldan çkarr; iyilere

ise yol gösteririm.Kestiim ya dallar deil, kuru budaklardr. Ben


baz hayvann önüne et, bazsmn önüne ot koyarm. Tâ ki hangi
cinsten olduu meydana çksn. Eer kemie giderse, bilirim ki,
köpek tabiatldr. Ota giderse bilirim ki âhû (ceylân) huyludur. Ben
asbnda ot yiyeni et yiyici edemem. Ben, Huda deilim. Ben, rûhânî
zevkle gdalanmakta olan insann önünden bu gday çekip nefsânî
bir lokma sürsem de, yaradlnda buna meyil yoksa onu zorla

^^'^
Ken'an Rifâî, Mesnevi Hatralar, Kâzm Büyükaksoy (haz.), stanbul: nklâp
Kitapevi, 1968, s. 122.
^"^ Ken'an Rifâî, Mesnevi Hatralar, Kâzm Büyükaksoy (haz.), stanbul: nklâp
Kitapevi, 1968, s. 124.
^^"^
Ken'an Rifâî, Mesnevi Hatralar, Kâzm Büyükaksoy (haz.), stanbul: nklâp
Kitapevi, 1968, s. 126.
406

yediremem. Elimde, aldatmak ve yoldan çkarmaktan bir ey


yoktur.

aynacm. Eer bir zenci, \Kizünün


Belki ben, iyiye de kötüye de
siyahndan gama düüp aynay krsa bu krlan ayna ona der ki:
Günah bende mi? Sen bu suçu, benim yüzümü cilalayan ve pastan
si)irana sor. Ben ancak güzeli güzel, çirkini çirkin göstermek
yolunda gammazm. Hepsi o bu dünya satrancnda yüz
kadar. Gerçi
binlerce insan yere sermiimdir; fakat onlar, suçu bende deil,
kendilerinde arasnlar. Ben ahidim. ahide doru sözünden dolab
zindan ve hapis olur mu?

Allah'a ibâdet, Hakk'n âk olmak bu geçici dünya için deildir ki


onu soyla sopla alâkal bulmakta hakb olasn. Allah sevgisi ancak
ezel meclisinde ruhlarn onunla bir arada olduklar anda edindikleri
bir fazilettir. Ancak bu, miras olabilir.
peygamberlerin
Peygamberleri anlayanlar, onlardaki ruh üstünlüünü ve onlarn
insanlara getirdikleri mânevi deerleri idrâk edenlerdir ki dünyâda
yaadklar müddetçe, yüce bir ruhu besleyecek manevî gday alp,
ebedî âleme yönelme ve hazrlanma idrâkine sahip olurlar.

Allah sevgisi, sadece bir düünce olsa namaz klmak, oruç tutmak
gibi, ibâdet ve cismin de kart hareketler yaplamazd.

Birbirlerini sevenlerin yekdierlerine verdikleri hediyeler, sadece


sevgi ve sayg deildir. Bu sevgi ve alâka, insanlar birbirlerine
maddî hediyeler vermeye de sevkeder. Tpk bunun gibi insan
vücûdunu namaza, oruca, hacca, zekâta sevkederek ibâdete ekil
çizgileri ilemek de birer gönül hediyesidir.

ekil mânâya ahittir. Ancak bu ahidin de dorucusu ve yalancs


vardr. u demek ki dünyada ekle ait ibâdetin de hâlisi ve kalp
vardr. Gösteri için, dindar görünmek suretiyle maddî, manevî
menfaat avchklar yaplan hareketier, görünüte ibâdet, vergi ve
için

ba ekillerinde de olsa ashnda yalanc âhitierden farkszdr.

^'*'^
Sâmiha Ay\rerdi, Yolcu Nereye Gidiyorsun?, stanbul: Kubbealü Neriyaü, 1997,
s. 153-154.
ö'*^
Ken'an Rifâî, erhli Mesnevî-i erif, stanbul: Kubbealü Neriyaü, 2000, s. 499-
500.
^'^^
Ken'an Rifâî, erhli Mesnevî-i erif, stanbul: Kubbealü Neriyaü, 2000, s. 382.
EY INS7\N
407

Nice insanlar vardr ki ibâdet vazifelerini Allah'tan karlk


bekleyerek yaparlar. Bundan mükâfat görmeyi beklerler, ibâdet

ederlerse Allah nazarnda makbul olacaklarna ve Cenâb-


Hakkk'n, bu ibâdeti kendilerine ödeyeceine inanrlar.

Hakikatte böyle ibâdederin arkasndan türlü günah ilemekten


çekinmezler. Yaptklar ibâdetin, kldklar namazn geçmi ve
gelecek günahlarna bedel olaca zannndadrlar. Böyle hakikatte
ibadetin günahtan fark yoktur. Bu bir gizli günahtr ki ibâdete hile
katanlar tarafndan ilenir.

Sadece içki yüzünden doan sarholuktan deil, takm


bir

gafletlerin, maddî ve manevî ehvetlerin sarhou olduunuz


zamanlarda dahi namaz klamazsmz. Bu, kimin huzurunda
olduunuzu bilememekten doan en büyük günah olur. Allah'n
huzuruna ancak saf ve gönül dolusu bir Allah ak ile çklr. Onun
huzuruna hatta büsbütün vücutsuz, sâde ruhtan ibaret bir saflk ve
temizlikle çkabilenlerdir ki hakîkî bir ibâdet hâlindedirler.^'^^

ibâdet yalnz Allah'a ve ihsan yalmz ehline olur. Yaptmz ie bir

parçack bile ahsî menfaat duygusu ve zevki karnca sevap


olmaktan çkar.

Zekât verir, mal daiürken, ellerini Allah'a deil de size açanlar


kayrmayn. Servetlerinizi, etrafmz alan riya ehline vermeyin. Onlar
size sevap yerine günah ileten, saflktan, temizlikten mahrum
kimselerdir.'''

• Kimi insan sabr ve ükür Bunun sebebi kâhillik,


bilmez.
kocamlktr. Allah'a ükretmez, Hakk'n emirlerine ve emrettii
ibâdete sabr ve tahammülü yoktur. Kocam ruh, bütün
miskinlerde olduu gibi buna da bir sebep bulur. Der ki: Eer
Allah benim ibâdet etmemi isteseydi, bana ibâdet için evk ve arzu
verir, yol gösterirdi. Böyle söyleyerek; ruhunun deil, nefsinin
emirlerine uyar. Allah yolundan deil, dünya yolundan gider.

^^ Ken'an Rifâî, erhli Mesnev-i erif, stanbul: Kubbealü Neriyaü, 2000, s. 496-
497
^5*^
Ken'an Rifâî, erhli Mesnevî-i erif, stanbul: Kubbealü Neriyaü, 2000, s. 548.
Böyleleri tam bir cebir içinde, ayaklar cebir zinciriyle bal
iradesizlerdir: Tâat yolunda itaatsizlik gösteren ve kendini ibâdete

kudretsiz ve hasta sanan, miskinlii yüzünden mevhum bir hastalk

bahanesi içinde nefsine uyan kimse birgün gerçekten hasta olur. Ya


ölür, yahut bir yaama yorgunluu, bezginlii ve bkknl içinde

vehimlerinin mezarna gömülür.

Kendini Allah'n emirleri yolunda hasta sananlarn ve yine bir Allah

emri olan çalmaktan kaçanlarn, kendilerine verüen kudreti fenaya


kullanmalardr ki bir gün onlar gerçekten kudretsiz brakr.

Hazreti Muhammed'in "cakadan hastalk, hastaln gerçeini getirir ve

insan bir mum gibi söndürür" buyurmas bundandr.

Cebir kelimesinin lûgattaki bir mânâs da krk yahut çkk kemii


sarp sarmalayp yerine getirmektir. Krlm kemii balamak,
kopmu damara yaptrmak, cebirdir.

Cebir, slahtr, tamir etmektir.

Mademki sen ibâdet ve tâat yolunda yorulmadn, bu yolda ayan


krmadn, imdi ne diye ayan sarglara koyarsn? Kendi
imkânlarmn, çeviklik, salamlk nimetlerinden kaçp ayam cebrin

sarglaryle balarsn. taat etmez ve ben âcizim, hastaym diye canJ

iken ölmülük yollarnda kahrsn?

Olacaksan, ayan ibâdet yolunda yoran gibi ol, ki sana Hakk'n


yollad Burak (H^. Peygamberi miraca çkaran binek) erisin, bu îman
ve maneviyat burana binip gönül âlemlerinde seyr eylemen
hakikat olsun.^^^

Abdullah bnu Mes'ud fr.<^./un öyle dedii rivayet edilmitir:

"Resulûllah bir çizgi çizdi ve bize: 'Bu, Allah'n yoludur.' dedi.

Sonra sanda solunda bir takm çizgiler çizdi ve dedi ki; 'Bunlar da

yoUardr. Bu yollarn her birinde bir eytan oturmu kendisine

^51 Ken'an Rifâî, erhli Mesmvî-i erif, stanbul: Kubbealü Neriyaü, 2000, s. 147.
EY INS7\N
409

davet eder." ve okudu: Ijte benim doru yolum budur, ona tabî olun.

Muhakkak si-:qn sajini^ (yani amelini^ çeitlidir. Kimini^ ilim ve amel ile
say eder, Cennet'e gider. Kimini^ cehalet ve nefis arzusuyla ^ulmete kojar da

Cehennemce gider. Herkesin uyduu bir ciheti vardr. Hayr ijlerine ko§unu^
'"
Nerede olursam^ Allah hepinit^ toplu olarak bir araya getirecektir.

(Bakara, 148)

Bil ki insanlarn sa'yinin çeidi oluu, insanlarn dört tavr (merhale)d2i

bulunularndan dolaydr. Bu dört tavr (merhale) ile hayvanlar


âlemini, yrtclar âlemini, eytanlar âlemini ve melekler âlemini ifâde
etmek istiyorum. Her âlemin mâhiyeti, insan öteki âlemin aksi yöne
iter. Doumdan hemen sonra insamn ilk âlemi balar ki ha}^anlar
âlemidir. Bu âlem onu yemee, içmee, helâl ya da haram
birlemeye sevkeder. nsan orada sebat eder, îmana ve amele
dönmezse dünya sevgisi ona galebe (üstün gelmek) çalar, dünyadan
her istediini de pek tabii elde edemez, neticede yrtclar âlemine
girer. Kibir, kin, hased, intikam, mukadderse (kaderde var ise) katil ile

vasflanr ve o insann sîreti yrtc hajrvanlara döner. Eer bundan


da imana ve amele dönmezse mevki hrs galebe eder, muradna
ancak hilelerle eriir ve sonunda devler ve eytanlar âlemine girer.

Hîle, hud'a (aldatma), yalan, gybet (bir kijinin fena hâllerini gyabnda
söyleme), kouculuk ve iftira ile blis gibi halk arasna fitneler

düürmek gibi huylarla vasflanr. Orada kalrsa esfel-i safilîn

(aalarn a§asn)At kalm ve insanlarn en sapkn olmu olur.

Ama saadete ulap da melekler âlemine dönerse ki bu âlem zikir,

tebih, tehlil (la ilahe illallah) ve istifar (tövbe) âlemidir; bütün


insanlar ile iyi geçinir ve güzel ahlâkl olur ki güzel ahlâk insann
kemâUdir. Bununla ötekilerden (meleklerden) üstün olur. Çünkü böyle
insanlar oraya hayvanlar, yrtclar, dev ve eytan âlemlerinden ilim

ve amel ile yükselmilerdir. Mücadele ederek oraya geçmilerdir."

"Güî^l sö^ O 'na çkar, sâlih amel O 'nayükselir. " (Fâtr, 10)^'''

<'52
]Sliyâzî-}d Msrî, irfan Sofra/an, çev. Süleyman Ate, stanbul: Yeni Ufuklar
Neriyaü, s. 49.
410

Ulu Tann, Mûsaya gi^^ice dedi ki: Iblis'ten gi-:^i bir jey ören!

Mûsâyolda Ihlis'i görünce Iblis'ten gi^li bir §ey bir ni§âne örenmek istedi.

iblis dedi ki: Dâima ju sö-:(ü hatrnda tut; ben ben deme de benim gibi olma!

Sende bir kl ucu kadar bile varlk, benlik olursa kâfirsin; sende kulluk

yoktur!

Yolun sonu muradsv:^ktadr; erin jöhreti, adnn kötüye çkmasndadr!

Çünkü bu yolda murada erdin ni derhal o anda sende yüzerce varlk, benlik

baj gösterirf'^^

Bir ku hüdhüde "blis beni aldatiyor tam huzura erdim mi hemen


yolumu vuruyor. Ona gücüm-kuvvetim yetimiyor; onun
hilesinden gönlüm kabard; perian bir hâle geldim. Ne yapa\am da
ondan kurtulaym, mânâ arabyla gerçek yaaya ereyim?" dedi.

Hüdhüd u cevab verdi: "Bu köpek nefis, senin önünde oldukça


merak etme; büs senden fer\^ad ederek kaçar!"

bUs'in ivesi (naî^ edâ), senin Iblisliindendir. Sendeki istekler,

birer-birer senin iblisindir. Adamakll bir istee yaptn m içinde


yüzlerce iblis doar. u dünya külhan (ate^ yaklan yer) yok mu?
Batan baa eytann mahdr, mülküdür. Onun ülkesine, makna
""
mülküne pek el uzatma da seninle hiç kimsenin ii olmasn!

'^^^
Ferideddin-i Attar, Mantk Al-Tayr, çev. Yaar Keçeci, Isjrk Ambar Yaynlar,
1998, s. 256.
"^^•^
Ferideddin-i Attar, çev. Abdülbâkî Gölpnarl, Milli Eitim Bakanl, 1990, c.

l,s. 11.
EY insan
411

-62-
Gerçek bu iken Celâlim hakk için o, içinizden bir
çok cibilliyetleri batan çkard. O vakit s2n aklnz
yok mu idi?
'^Ve lekâd edalle minküm cibillen kesîra, e fe lem
tekûn û ta 'klûn "
*
Böyle iken o simden bir çok nesilleri yoldan çkard. Ya o t^aman düünmüyor
mujdunu^? (Elmalk Hamdi Yaf^r)

eytan simden pek çok milleti kandrp saptrd. Hâla akl erdiremiyor
muunu^ (Diyanet)

Celâlimiz bizim nikabmzdr (örtü), onu kefetmedikçe hiç bir göz


didârmzn (gü^ljü^ nurlarn görmeye lâyk olmaz, buyruluyor.

Celâlden maksat nedir? Seni cemâle kavuturacak olan nurdur.


Kudret, heybet, kahr ve azamet-i kibriyâdr,*^^^

Celâl, Hakk'n kahr, bütün ekillerin, varlklarn ve vücûdun


manen eriyip, Allah'n tecellî ve zuhuru yani kendi yüce varhnn
bekas (kalc olma) demektir.''^''

Adamn biri bir ormanda dolarken, birden imekler çakmaya,


yamurlar, dolular yamaya balyor. Can kaygsna düen adam da
korku ve dehede kendini bir maarann içine atyor ve hava
sükûnet bulup, frtnalar, imekler geçinceye kadar bir kaç saat
maarann içinde bekliyor.

''^^
Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealü Neriyaü, 2000, s. 111.
656 Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealü Neriyaü, 2000, s. 9.
412

Fakat tam ortaln yattn farkettii srada, ayaklarnn altnda


kaygan bir cismin de mevcudiyetini farkederek dikkat ediyor ve bir
ylann üstüne basmakta olduunu dehetie görüyor. Adam biraz

daha kendine gelip etrafna baknnca, maarann arslanlar,

kaplanlar, kuzular, geyikler gibi birbirinin düman olan hayvanlar

ile dolu olduunu görerek korkudan titremeye bahyor.

Halbuki ayn adam, can korkusuyla birkaç saat evvel maaradan


içeri dald zaman kahr ve Celâl'in tesiriyle bunlarn birini

görmedii gibi, yek dierinin (bir dieri) zdd ve düman olan o

hayvanlarn da birbirlerine satamak hatrlarna gelmiyordu.

Çünkü varlk, ayrlk ve gayrdk ortadan kalkm, hepsi tek can

haline gelmi, vahdet zuhur etmiti. Yani srf Hak korkusu zahir

olmu, her birini, Allah'n kahr istilâ etmiti. Onun için zddiyet ve
dümanhk, ancak yaratln icaplarna avdet (dönmek) edildii zaman
meydana çkar ve dünyamn hükmü kendini gösterir.^^^

Cenâb- Hakkk'n bütün ve mutlak olan varl da türlü cüz'üler

halinde tecellî eder. Meselâ, Hakk'n Celâl suretinde zuhuru, ilâhî

kudret ve azametin tecellîsi demektir, Hakk'n Celâl'inde onun


Kahhâr (kahreden) olan kudreti belli olur.*"^^

Eer Allah, postu ters çevirecek olursa, yani merhametini


gösterecek yerde gazabn ve Celâl'ini göstermee kalkarsa; bir

kimsenin dalâletini görür ve ona kahrnn kudretini bildirmek

lüzumunu duyarsa o kimse zahirde koyu bir îman ve ibadet halinde


bile olsa, Allah'n kudreti onun o sarslmaz îman dan kökünden
söküp altn üstüne getirir. eytan gibi göklere çkam yerin yedi kat

dibine yollar. Bir anda yüzlerce Adem'in îman perdesini parçalar ve


yüzlerce eytan yeni müslüman olmularn îman ve temizlik

derecesine ulatrr.''^^

657 Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealt Neriyaü, 2000, s. 33.


<558
Ken'an Rifâî, erhli Mesnevî-i erif, stanbul: Kubbealü Neriyat, 2000, s. 425.
659 Ken'an Rifâî, erhli Mesnevî-i erif stanbul: Kubbealü Neriyat, 2000, s. 579.
EY insan
413

Ftratnzda hidâyet ve rüd (rejit olma) olduu halde o büyük

düman benim Celâlime kar içinizden bir çounuzun cibilletini

bozdu, yoldan çkard, nice cemâatin ahlâkn bozdu. eytan


denilen bu aikâr dümana kar teabbüd (ibâdet etmek) ederken

sizin aklnz yok mu idi? Günün birinde bu hâlin banza


geleceini düünmediniz mi?'''''^

eytan ister ki insanlar kandrsn, onlar derin ve karanlk kuyulara

düürsün. Bunun için seni günaha davet eder. Günah vazgeçilmez


bir tat gibi gösterir. Sen de bu lezzete kanar, rüzgâr gibi, günahlara
koarsn.^'^^

Vücut, ruh için bir kafestir. Bu kafese bir deil, bir sürü kular

girip çkar. Giren kular, nefsâni kuvveder, cismânî hevesler ve


eytân endielerdir. Çkanlarsa, kiiye dalkavukluk edenler,

menfaati icâb inam pohpohlayanlardr.

Vücûda böylece girip çkanlarn her biri bir türlü söyler. Kimi, senin
asü dostun benim, der. Kimi, hayr sana ancak ben yolda ve yâr
olurum, diye seslenir. Kimi, sen güzelsin, sen cömertsin, iyi ve çok
balayc olan sensin diye pohpohlar. Kimisi, iki âlem senin için

yaratld, bizler ancak senin kapnda kullarz, diye yaltaklanr.

Ten kafesinin meftunu (â§k), vurgunu olan, aklsz ve toy ruh


bunlara kanar. Kendini bir ey hatta her ey zanneder.

Zavall bilmez ki içinde daha nice böyle eytanlar vardr; eytan


kendi vücûduna daha böyle nice kundaklar koymutur.'''^^

Akl, Allah' bulan zekâ kudretidir. Eer O'nu bulamyorsa akldan


söz edilemez. Ya da akl, eytana tâbi görünüyorsa bir an devreden
çkmtr. Çünkü âyet "aldmz yok mu idi?" emriyle eytana tâbi

olduumuz zaman akk devreden çkardmz bildiriyor.

^^° emseddin Yeil, Füjûfiâf, stanbul: Yeil Yaynlar, 1984, c. 6, s. 259.


^^^ Ken'an Rifâî, erh/i Mesnevt-i erif, stanbul: Kubbealt Neriyat, 2000, 568.
s.

^^- Ken'an Rifâî, erhli Mesnevi-i erif, stanbul: Kubbealt Neriyat, 2000, s. 263.
414

Nefs, eytanla ibirlii yapt zaman önce akl devreden çkarr,


onun yerine mantk aldatmas îcâd eder. Ve birçok
geçici bir

cibilliyetler bu yoldan batan çkarlmtr. Cibilliyet (yarath§tan olan,

huy) karakter demektir. Eer fizik ve matematik dayanaklar salam

bir zekâya sahipseniz Allah' akledersiniz. Bu aklnz devreden

çkmadkça karakteriniz bozulmaz.

Allah Âdem'e bu }aizden özel olarak abl verdi. Ancak buradaki


incelik, aklszlar batan çkar, aklllar eytandan etkilenmez demek
deildir. Mânâ geneldir. Hatta özellikle akl sahiplerine hitap

etmektedir.'''

Eyyiit, akl, ehvetin î^ddtdr. ehveti dokuyan akla ahi deme.

ehvete malup olana vehim de... Vehim hâlis akllar altnnn kalpdr.

Vehimle akl mihenk olmadkça meydana çkmaî^ Her ikisini de hemen

mihenge vur.

Bu mehenk de Kuran 'dr, peygamberlerin hâlidir.

Akll kii, dinin hikmetini anlayandr. Hz. Ali öyle demi:


"Dinden nasibi olmayan her akl, akl deildir. Akldan hissesiz her

din de din deildir." Bu din, tebli edeni tarafndan, kendileriyle

amel etmemiz, mecbur tutulan bir ksm hükümlerle gelmitir.


Bunun neticesi, ya cennet veya cehennemdir. Akl, emr edilenleri

yapmaa, nehy (yasak) edilenlerden de kaçnmaa ahtrldnda,


cennet ve cehennemin srrn tamam ile kuatan bir idrâka ular.

yi talihli ve insan olan ki§i bilir ki; î^eki olmak, akll geçinmek iblis 'tendir.

Ajk ve kulluk da Adem'dendir.

eytan gibi ^kî olanlar, denire yü^nler gibidir. Koca bir demî^de yü^en
kimsenin kurtulmas nâdirdir. Nihayet batar, boulur; yani aklna güvenip
eriat (din hükümleri) gemisine binmey enler, sonunda helak olurlar.

^^^ Halûk Nurbaki, Yâ-Sîn Süresi Yorumu, stanbul: Damla Ya\ane\'i, 1999, s. 83.
664 Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Mesnevi, çev. Veled zbudak, Abdülbâkî Gölpnarh
(haz.), stanbul: Millî Eidm Basmevi, 1991, c. 4, beyit. 2301-2304
<5^5
Ahmed er-Rifâî, El-Burhânü'l-Müeyjed, Bedir Yaynlar, s. 94-95.
EY insan
415

Sen jü:(meyi brak, kendim beenmekten va^eç, kini terketl Yülüün su

dere, rmak deildir; denit<^dir! Bu deni^ aslnda kat^â ve kader deni^dirl

Hem de öyle bir deniî^ ki; snrs^ pek derin; kys, dibi, snacak yeri yokl
Bu deniri öyle büyük bir deni^ ki; yedi deni^ bile bir saman çöpü gibi kapar,
mahvederi

ilâhî a§k, seçkin müminler için bir gemi gibidir. Bu gemiye binenler; âfete,

felâkete pek uramadlar; çou ^man da kurtulura ererler.

Ey Hakk yolcusu! Sen; akl, :(ekây sat da hayranl satn ali Çünkü ^ekf

olmak, akll olmak; birfikiryürütmekten, bir ^nna kaplmaktan ibarettir!

Halbuki hayranlk; Hakk 'in güzelliini, kudretini, san 'atn görmek, jajinp

kalmaktrl

Akl, H^. Mustafa huî(urunda kurban et ve "Allahm bana yeter!" de!

Nuh 'un îmân etmeyen olu Kenan gibi îman gemisine binmekten kaçnma!

Onun akll ve ^kî olan nefsi; "Daa çkar kurtulursun; su, oralara kadar

çkama^!" diye onu kandrmt da,

O da 'Salam, yüksek bir dan üstüne çkar kurtulurum; ne diye Nuh 'un
minnetini çekeyim!" demijti.

Ey Kenan gibi olan sapk; nur gibi olan kâmil insann minnetinden nasl

kaçar kurtulursun! Allah bile ondan râs(i olmadadr; onun minnetini

çekmektedir!

Nasl olur da biî^m canm^ O 'nun minnetini çekmedi? Allah bile o kâmil

insann çükrünü ve minnetini makbul saymtr!

Ey hasedle (kskançlk) dolu olan, ey böbürlenip duran kiçi! Sen, kâmil


insan ne bilirsin^ Allah; onun kulluunu, gayretini kabul etmij, ondan râ^

olmutur.
416

Kejke Ken'an jü^me örenmemij olsayd da, Nuh'un minnetine katlansajd,

gemiye girmeyi düjünseydi!

Ke^ke o, küçük çocuklar gibi bilgisini olsayd da, onlarn analarnn eteklerine

sarldklar gibi Kenan da babasnn lütuf ve keremine snsayd!

Yahut da, kitaplardan öretilen örenilen, ruhla ve gönülle ilgili olmayan

"nakli bilgi" ile bilgin olmu§ ve onunla gurura kaplm olmasayd da, bir

velîden vahiy bilgisi kapsayd!

Böyle bir nur varken sen, eline bir kitap alp onunla mejgul olursan, ilhama

erinmi olan ruhun seni a^rlarl

Zamann kutbu olan "Kâmil insan"n söylerine karp "naklî bilgi"yi, su

varken teyemmüm (susu^ abdest almak) etmek gibi bili

Hakk yolunda yürürken akl, ^ekdy bir tarafa at da, kendini abdal (dervi)

yap ve bir kâmil insana uy; onun i^ndeyürü! KMrtulu§u ancak bu abdallkla

bulabilirsin!

Babacm; insanlarn manevî padiah olan Peygamber Efendimizi buyüî^den;

"Cennetliklerin çou abdal kimilerdir!" diye buyurdu.

Akl ve ^ekâ sana bir kibir ve gurur verir. Abdal ol da, gönlün düz^elsin,

huî^ura ersin!

Abda Ilk dediim, halka iki kat maskara olan kipnin ahmakl deildir. Bu
abdallk; 'Trlü"ya karji, yani O'na Allah'a karp hayran olmak, O'na kar§

hayrete düzmek ve abdallajmaktr!

H^. Yûsufun güt^elliini görünce hayran olan ve §a§knlktan ellerini kesen

Msrl kadnlar bu abdalla dürmülerdi.

Akl, dostun aknda kurban et! Çünkü bütün akllar dostun bulunduu

taraftadr! Çünkü ruhlarn da, akllarn da çk yeri Hakk'tr! Bu sebeple

akl, Hakk 'in aknda kurban et!


EY insan
417

A.ktlb olanlar, akllarn dostun bulunduu yere, ötelere göndermilerdir! hu


dünyada kalan akl ise, sevgiden haberi olmayan, sevmeyen, sevilmeyen, ahmak
olan akldr!

Allah'n büyüklüü san'at, güî^ellii ve yaratma gücü ile hayrete düjer de,

aknlkla akln bandan giderse, o ':(aman, saçnn her teli bir ba§ olur, bir

akl kesilir!

Ötelerde, sevgilinin yannda beyin, düjünce î^ahmeti çekme^ Ötelerde bulunan

mânâ ovalan, bahçeleri de hep beyinler bitirir, aklfikir üretir!

Bu fâni dünya ovalarn brakr da, ötelerdeki ovalara varrsan, nükteler

iitirsin! O baa girersen, ak fidannn hakikat suyuna kanar, boy atar,

geliirsin!

Hakk'n yolunda, an erefi brak, yol göstericin, yani müridin

kmldamaynca sen de kmldama; tamamyla ona uy!

Bir kimse bu yolda bas^ kmldanrsa, o kuyruk olur! Yani müridsi:^

hareket ederse, hiç olur! Onun kmldan akrebin kmldanna ben^er.


O akrep; eri bürü gider, geceleri de görmet^ çirkindir! ii gücü de temiî^

kiileri sokmak ve dalamaktr.

O akrebin ban e^ onun içindeki istekler hep budur! Huyu dâima insan

sokmaktr!

Bu sebeple bu iin hayrls, onun bann erimesidir! Çünkü onun canm


krnts, o uursu^ bedeninden kurtulmu olur.

Delinin elinde bulunan silâh al da, adalet ve ban seven insanlar senden râî^

olsunlar!

Delinin elinden silâhn almazsan, hiç olmaca onun elini bala; yoksa, o

silâhl deliden yüzerce ^arar gelirt'^^

^^^ efik Can, Konulanna göre açklamal Mesnevi Tercümesi, stanbul: Ötüken
Neriyat, 1997, c. 3-4, s. 483-485.
418

Kâfirler cehenneme düünce yanarak figâna (alamak) balayacaklar

ve akl ona diyecek ki: Kuzum size nezir yani peygamber gelmedi
mi? O kâfirlerin can diyecek ki; Evet, bize nezir geldi ve bize yol
gösterdi, fakat biz onu tekzib ettik (inkâr etmek) ve ona, biz sana

îmân etmeyiz, dedik ve büyük bir dalâlette kaldk. te nefis ehli

ehvetin dilencisi ve tutkunu olduu cihetten akl sahibi olmayp


vehim sahibidirler. Firavun vehim ehli, Hz. Mûsâ akl ehlidir.'''^'

-63-
Vaad olunup durduunuz ite o cehennem,
'^Hâzihî cehentetnü'1-letî küntüm tûadûn"

*
Ijte vaad edilen cehennemdir. (Elmalk Hamdi Yat^r)

Ijte, bu sit^e vaat edilen cehennemdir. (Diyanet)

-64-
(Dünyada) Küfrettiiniz için bugün yaslann
ona bakalm.
"Islevhe'l-yevme bimâ küntüm tekfurun''

*
Bugün yaslann ona bakalm inkâr ettiini^ için.
(Blmall Hamdi Ya^r)

Inkânn^ sebebiyle bugün oraya gidin! (Diyanet)

667
Ken'an Rifâî, Mesnevi Hatralar, Kâzm Büyükaksoy (haz.), stanbul: nklâp
Kitapevi, 1968, s. 17.
EY insan
419

Ey sahte benliine güvenip, Hak ve hakikate cephe abp eylenenler!


te dünyada va'dolunup durduunuz, kitabullahn (Kur'ân) ve
enbiyânn size beyân ettii o Cehennem ki budur. Allah' inkâr,
kitab, enbiyây tekzîb (yalanlama) ederek küfrederdiniz. Binâenaleyh
o küfrünüz sebebiyle bugün ona yaslann bakabm. Gireceksiniz!
Buraya girmeniz ancak imtihan âleminde sizden sâdr olan (çkan)
fiillerinizin neticesidir/''''^

Cehennem, "derin kuyu" demektir. Dibi derin olduu için bu ad


almtr. Cehennem Kur'ân'da âhiretteki azap diyar anlamna yer
ahr. bnü'l-Arabi'ye göre bu isimlendirmenin sebebi cehennemin
görüntüsünün çirkinliidir.

lâh olduunu ilân edeni "Cehennemle cezalandrrz." Yani onu


kendi asbna döndürürüz. O da uzaklktr. Bir eyin dibi uzak
olduunda derin kuyu anlamnda hi'ru cühnâm denilir. Böyle bir
iddiada bulunan kimsenin cezas cehennemdir, yani diliyle söyledii
eyden gerçekte uzaklatrlmasdr. Bu da en hayrh cezadr.

Cehennem ad, onun scaldk ve soukluundan gelir. Ayrca


cehâme nedeniyle cehennem diye isimlendirilmitir; çünkü
cehennemin görüntüsü çirkindir. Cehâme yamurunu brakm bulut
demektir. Yamur ise Allah'n rahmetidir. Buna göre AUah buluttan
yamurunu giderdiinde, ona cehâm ismi verilmitir; çünkü rahmet,
ki yamurdur, ondan ayrlmtr. Allah da rahmetini cehennemden
uzaklatrm, böylece cehennem kötü görünümlü ve duyumlu
olmutur. Cehennem diye isimlendirilmesinin baka bir nedeni de
dibinin derinliidir. Bir kuyunun dibi çok derin ise ona rukyetü
cühnâm (dipsizi kuyu) denilir.^''^

O kimse ki kötülük ileyicidir; elbet kötülük cihetine meyil edici,

yani kötülük dileyicidir. Çünkü onun ektii tohum yetiip, gelimi


bir dikendir. te o kimseler ki, dünyada iken diken tohumu
ekmitir, o kimseyi sen gülistanda arama! Çünkü ona lâzm olan yer

^^^ emseddin Yeil, Füyü^ât, stanbul: Yeil Yaynlar, 1984, c. 6, s. 260.


^•^^
Suad el-Hakîm, Ibnü'l Arabî Söf^lüü, çev. Ekrem Demirli, stanbul: Kabala
Yaynevi, 2005, s. 130
420

dikenliktir, cehennemdir. Çünkü o ahmak, yâri buldu ve ona refik


(arkadaj) oldu ama ondan istifâde edemeyip ruhunu takviye etmedi
ve nefsi tarafna yüz döndürdü ve böyle bir saadete nail olmu iken
bilmedi, ondan ruhunu, hayatn, necatn (kurtulup) istemedi! Nefsi
yoluna gidip cann atete brakt.''^^

• Bunu bilelim ki: Cennet, cehennem, küfür ve îmân, günah ve sevap


cümlesi kuUarn isteine göre verilir, herkes cehenneme kendi
odununu ve ateini kendi götürür. te kula lâyk olan Allah'a
ibadet edip, ona hiç bir eyde erik (ortak) komamak ve ondan
gayrsna gönül vermemektir, Allah'a lâyk olan da: bunu yapabilen
kuluna azâb etmemektir. Peygamber Efendimiz buyuruyorlar ki:

"Benim eriatm H^ 'Nuh'un gemisi gibidir ki, ona binen kurtulur,

binmeyen ise gark (boulmak) ve helak olur!"^^

Resulullah Efendimize sordular: "Dünja nedir?" "Bir rujadr. " diye cevap

verdi. Tekrar sordular "Ahiret nedir?" "Ahirette cennet ve cehennem vardr


ki cennet dünyay satan kimseler içindir, cehennem ise dünyay satn alanlar
içindir. " buyurdular!'^"

Ey zâlim, Allah'n tuzan, cehennemini kendinden uzak


zannetme, eer Allah isterse, sana bu dünyada iken o cehennem
azaplarnbirer birer tattrr; bir ba ars verir ne yapacam arr

bam duvarlara vurursun, bir kulak ars verir, armn iddetinden


ve zdrabndan; aman bu cehennem azab imi diye feryâd eder
çrpmr durursun. Ama bu dünyada çektiin bu azaplar; âhiret

azaplarmn çok küçük bir numûnesidir. Hem bu azap ölüm ile son
bulur, ama âhiret azab; kâfirlere dâim ve bakidir. Mü'minlerin ise

azab günahlar miktar olur.^^^

•^^•^
Ken'an Rifâî, Mesnevi Hatrdan, Kâzm Büyükaksoy (haz.), stanbul: nklâp
Kitapevi, 1968, s. 6.
^'''^
Ken'an Rifâî, Mesnevi Hatralar, Kâzm Büjoikaksoy (haz.), stanbul: nklâp
Kitapevi, 1968, s. 270.
^^2 Ken'an Rifâî, Mesnevi Hatralar, Kâzm Büyükaksoy (haz.), stanbul: nklâp
Kitapevi, 1968, s. 157.
^'''^
Ken'an Rifâî, Mesnevi Hatralar, Kâzm Büyükaksoy (haz.), stanbul: nklâp
Kitapevi, 1968, s. 62.
EY insan
421

Firkat-i hicran (aynhk aas) cehennem ateinden çok daha yakcdr.


Hattâ dünyada iken bir kimsenin gönlüne öyle bir ate düse, bir
eyle elenemez ve bir yerde ferahlanamaz, ate içinde yanar, hattâ

bu ateten kurtulmak için intihara bile kalkar. te bu hâl firkat

ateinden bir eserdir.

Hakk'n iine karmayan, ikilikten çekinen ve küfürden kurmlan


kimseler firkat (aynhk) hicran ateine dümezler.''^'^

Gazap atei cehennem ateinden bir kvlcmdr ki gazap sahibi


kimsenin cisim ve canm yakarak onun derinliklerine ular ve
cehennemin derinliklerinde, cehennem ateinde dâim klar, ite
Rabbin inayeti (lütuf, iyilik), Sübhân'n (her ^ey ve herkesten tenî^h edilen

Allah) hidâyeti (doru yol) yardmm alamayan, nefsin ehveti ve


tabiat zevkinin esiri olan bu kimseler öyle karanlk ve derin bir

kuyuya düerler ki, o kuyu dibinin sonu yokmr. in garibi odur ki,
o sonsuz ve dibi görünmeyen kuyu onun günahlarmn eseridir. Bu
gibi kimseler dünyada iken türlü türlü ehvet lezzetierine günahlar
ve dünyaya ar muhabbet ile nefislerini ba edirip, isyanda azp o
kuyu bu sûrede kendilerine hazrland ve cehennem de onlara
gayya kuyusu (cehennemdeki kuyu, helâli yer) oldu. Bu gayya kuyusu
yanardalarn ate püsküren ve lâvlar aktan nehirleri gibidir. Ve o
kimselerin günahlar ve isyanlar, günah ilemek için ince ince,

derin derin düünerek sarf ettikleri zamanlar da o kuyunun ateinin


iddeti ve sonsuz derinlii oldu.

Ama hilim (yumuaklk) suyu ile gâzab (öfke) ateini söndüren


kiilerde hm (k^nlk, öfke) ve gazabn tesiri kalmadndan onun
yerine Hakk'n rahmet (merhamet) suyu dolar. Ve bu rahmet suyu, o
kimselerin cismini yani vücûdunu cennet bahçesi eder.''''^

Cehennem atei o eydir ki: Bir kimsenin bu dünya meydamnda


yani bu tabiat âleminde, zahiren ve bâtnen yalanc dünya süslerine

^'^^
Ken'an Rifâî, Mesnevi Hahralan, Kâzm Büyükaksoy (haz.), stanbul: nklâp
Kitapevi, 1968, s. 103.
•^^^
Ken'an Rifâî, Mesnevi Hatralar, Kâzm Bü}âikaksoy (haz.), stanbul: Inküâp
Kitapevi, 1968, s. 68.
422

ve dünya zevklerine ve cismânî lezzetlere olan ar meylinden


ibarettir.'''

• Dokuz says bu üç harfin "Kün"ün üç harfinin hakikati içinde

zuhur edince, saylabilenler arasnda, bunlardan dokuz felek zuhur


etmitir. Bu dokuz felein tümünün hareketieriyle ve onlarn
yldzlarnn seyriyle de dünya ve dünyadakiler var olmulardr.
Ayn ekilde, bu dünya ve dünyadakiler onlarn hareketieriyle

tahrip olacaklardr. Bu dokuz felek arasndan en yüksek felein


hareketiyle, içindekilerle birlikte cennet var olmutur. Bu en yüksek
felein hareketi esnasnda. Cennette bulunan eylerin hepsi
meydana gelir, ikinci felein hareketiyle de, ki bu felek en yüksek
felekten sonra gelir, içindekilerle birlikte Cehennem var olmutur.
Ayrca, Kyamet; mezardan kalk, dirili; har (toplanma) neir
(dalmak), maher (kyamet günü) meydannda toplanma ve dalma
meydana gelmitir.

Bu zikrettiimiz nedenlerden ötürü, dünya karmtr, yani


nimetlerle azaplar, azaplar da nimetierle karm vaziyettedir. Yine
bu zikrettiimiz nedenlerden ötürü, Cennet bütünüyle nimettir,

Cehennem ise bütünüyle azaptr. Bu karm bu dünyadan öte


dünyaya intikal eden (geçen) varlklar için son bulacaktr, çünkü âhiret
hayat dünya hayatnda olduu gibi karm kabul etmez. te,
dünya ile âhiret hayat arasndaki en önemli fark budur. Ancak
Cehennem hayat, yani Cehennemlik olanlarn hayat, lâhi Gazap
onlarda son bulunca, snr ve süre de Allah'n gazabm geçen
AUah'n rahmetine ulanca. Rahmet hükmü onlar için yeniden
dönecektir; sureti yine aym suret olarak kalacaktr, deimeyecektir.
Eer o rahmetin sureti deimi olsayd, onlar azaba dûçâr olurlard.
Böylece, Allah'n izniyle ve tevliyesiyle (yardmyla), onlar üzerinde
önce, en yüksek felei izleyen ikinci felein hareketi, onlarda zuhur
eden azap nedeniyle, azab kabul eden her mahalde onlar aleyhinde
hüküm verir. Biz burada "azab kabul eden her mahalde" dedik;

^"^^
Ken'an Rifâî, Mesnevi Hatralar, Kâzm Büyükaksoy (haz.), stanbul: nklâp
Kitapevi, 1968, s. 33.
EY insan
423

bunun nedeni cehennemde azab kabul etmeyen kimselerin (örnein


cehennemin bekçileri gibi) bulunmu olmasdr.

Cehennem müddetini doldurunca, ki bu müddet 45.000 senedir,


cehennem bu müddet zarfnda cehennemliklere gerçek bir azap
olur, öyle ki: cehennem ehli önce cehennemde devaml ve
kesintisiz bir azaba çarptrhr ve bu azap 23.000 sene devam eder.
Sonra, Rahman onlarn üzerine bir uyku gönderir; bu uyku içinde
onlar bütün hislerini yitirirler. Bu hususu 7\llah Teâlâ öyle beyân
etmektedir: "^u muhakkak ki, kim Kûbbine günahkâr olarak varrsa,
Cehennem srf onun içindir. O kimse orada ne ölür ne dirilir" (Td-Hd 74,

A'ld 12) Ayn ekilde cehenneme gidecek olan cehennem ehli

hakknda Hz. Peygamber (a.s.) de öyle buyurmaktadr: ''Onlar orada


bu hadis, onlarn bütün hislerini yitirdikleri
ne ölürler ne de dirilirleri

vakitierdeki durumlarn anlatmak istiyor. Bu durum, korkunun


iddetinden ve ar acnn kuvvetinden dolay baylan bu dünyada
azap ve ikence gören insanlarn durumuna benzemektedir.
Cehennem ehli böylece bu uyku halinde 19.000 sene kalrlar.

Sonra, onlar bu baygnlk hâllerinden uyanrlar ve "Allah onlarn


derilerini baka derilerle deitirir." (Nisa, 56) ve o vaziyette 15.000
sene azap görürler. Sonra tekrar baygnhk hâHne geçirilirler. Bu
hâlde onlar 1 1 .000 sene kalrlar. Sonra tekrar o baygnlk hâllerinden
uyanrlar. "Onlarn derileri piip acy duymaz hâle geldikçe, yeniden
acy duysunlar diye Allah onlarn derilerini baka derilerle

deitirir." (Nisa, 56) Bu vaziyette 7.000 sene o çok elemli, çok ac


veren azab tadarlar. Sonra tekrar 3.000 yl boyunca baygnlk
hâlinde kahrlar. Sonunda uyanrlar. Bu kez AJlah onlara bir lezzet,

sevinç, nee ve rahatlk ihsan eder. Tpk yorulup da uyuyan ve


dinlenmi olarak uyanan bir insann durumu gibi. te bu durum
"Allah'n rahmetinin garbn geçtiinden" ve "Rahmetinin her ^eyi

kapladndan" (Araf, 156) dolay böyledir. Dolaysyla o esnada,


Allah'n rahmeti onlar için, Allah'n "El- Vâsi'", yani "Rahmet ve
ilim bakmndan her eyi kuatan..." (Mü'min, 7) anlamna gelen
isminden türemi bir hüküm, bir karar olmaktadr. O zaman o
varhklar artik bir ac, bir elem, bir azap duymazlar. Artk bu durum
424

onlar için böyle devam eder; onlar da bu durumdan, bir ganimet


gibi holanrlar ve "Biz unutulduk, öyleyse bizlerin durumunun
hatrlanmasndan korkmumuz için baka bir ey istemiyoruz.
Oysaki Allah 'Oraya inin, aaya! ve Bana konumayn!'
(Mü'minûn, 108) demiti." derler. Artk orada seslerini çkarmazlar,
sükût ederler. Tekrar kendilerine yeniden azabn gelmesi korkusu
dnda, onlar üzerinde bir korku kalmaz.

Onlar üzerinde ebedî olarak devam edecek olan azap, bu kadaryla


korkudur. Bu azap, ruhî bir azaptr, hissi deil. Hatta baz vakitlerde

bunu da unuttuklar olur. Onlarn mutluluklar, hissi azaptan


kurtulup rahata ermi olmalardr. Bu da, Allah'n "her eyi kuatan
bir rahmet sahibi" olmas nedeniyle onlarn kalplerine koyduu
eyle olur. Nitekim Allah Teâlâ bununla ilgili olarak öyle
buyurmaktadr: "Siz nasd unutmusamz. Biz de bugün sizi öyle

unutuyoruz." (Ahkâf, 34). te bu hakikatten dolay onlar artk


aclar ve elemleri hissetmedikleri zaman "Biz unutulduk!" derler.

Aym ekilde Allah Teâlâ'nn u sözü de bununla ilgilidir: "Onlar


Allah' unuttular, Allah da onlan unuttu." (Tövbe, 68). 'Ayn §ekilde
bugün de sen unutuluyorsun." (Tâ-Hâ, 126) yani "Cehennem içine terk
ediliyorsun." çünkü "unutma" (nisyân) terk etmedir.

Cehennem ehlinin sahip olduu mutluluk pay, azabn vâkî


olmamasdr. Ceza paylar ise, azabn bizzat vâkî olmasdr, çünkü
cehennem ehli için, Allah'tan gelen haberler yoluyla hiç bir teminat
yoktur. Bununla birlikte onlar, kimi vakitte azabn vuku bulmas
korkusuna kar korunurlar. Dolaysyla bazen, o korkudan 10.000
sene korunurlar. Bazen 2.000 sene korunurlar. Bazen de 6.000 sene
korunurlar. Ve o kadar zaman geçmedikçe, bu zikredilen miktardan
çkmazlar. O kadar zamann kendileri için geçmesi gerekir, Allah

"Rahman" isminden onlara bir nimet vermek, ihsanda bulunmak


istedii zaman, onlar o anda kendilerinin içinde bulunduklar
duruma ve içinde bulunduklar azaptan çklarna, kurtulularna
bakarlar. Dolaysyla bu bak miktar kadar nimete kavuurlar. Bu
bak bazen onlar için 1,000 sene veya 9.000 sene devam eder;

bazen de 5.000 sene devam eder. Bu süre daha fazla veya daha az
EY insan
425

da olabilir. te, cehennem ehlinin cehennemdeki durumlar hep bu


ekilde devam eder gider, çünkü onlar arük oranm sâkinleridir.'^^^

Firdevs Cenneti, âlimlerin sohbetidir. Onlarn meyvalar, sizin


gönlünüzde uyanan mânâlardr. Cahim Cehennemi, Allah'n
insann içinden kanaati alp, hrs yerletirmesidir.^'^^

'
Muhammedi nurdur ki; Allah cenneti ve cehennemi ondan
Sûret-i

yaratmtir. Öyle bir makamdr ki; azap ve nimet tad onda


bulunur. Allah, Muhammedi suretleri; "Bedi" (e^i ve benleri olmayan,
mükemmel bir jeji kadeden), "Kadir" (tükenmedi ^^dret sahibi olan) ismi
nurundan yaratt. "Mennân" (çok ihsan eden, veren) ve "Kahir"
(kahreden, î^orlayan) ismi ile de, ona bakt ve sonra; "Lâtif (yumujak,
ho§, gü^el, nâ^k), "Gâfr" (mafiret eden, affeden) ismi ile ona tecellî etti
ve bu tecellî amnda; Sûret-i Muhammediye o tecellî icâb iki ksma,
ikiye ayrlr gibi bir hâl ald, ikiye bölündü.

Yüce Hakk cenneti saa düen yarsndan yaratt ki buras nimet


sahiplerine mekân oldu. Cehennemi de sola düen yarsndan yaratt
ki buras dalâlet (sapknlk) ehli olan akilere mekân oldu.

Saa düen yars yani; cennetieri yaratt ksm ki; buras


"Mennân" tâbiri ile baklan ksmdr. O "Lâtif (yumuak, nâ^k)
tecellînin srrdr. Bütün kerîmlerin (her jejin iyisi) mahalli orasdr.

Sola düen yars yani; cehennemleri yani; atei yaratti ksmdr ki;
"Kahir" (kahreden ismi ile ona baklmtr. "Gâfr" (mafiret eden,
affeden) ismi tecellîsinin srrn saklar.

"Cebbar, ayam cehennemin ürerine koyunca cehennem föyle der: 'Yetti,


jetti!" Bundan sonra cehennemde crcr otu biter " (Hadis) Allah cehennem
ehli için; azab yaratnca onlar için yaratt azaba dayanacak gücü de
yaratt. ayet bu azaba dayanacak gücü onlar için yaratmasayd onlar
helak olurlar. Yani yok olurlard ki bu takdirde azaptan da

677 Muhyiddîn bnü'l-Arabî, Marifet ve Hikmet, çev. Mahmut Kank, stanbul- z


Yaynclk, 1995, s. 221-224.
678
Ken'an-er Rifâî'nin notlarndan, Mekûre Sargut arivi.
426

kurtulurlard "Onlann derileri yanp, pitikçe; a^h tadp durmalar için

onlarn derilerini yeniden degi§tiriri^ " (Nisa, 56) Cehenneme aülm


olanlara azaba dayanma ve azab anlama kuvveti verilir, daha sonra
azap gelir ve azap olunurlar.

Ayn ey cennet ehli için de geçerlidir; zîrâ onlar da nimet gelmeden


nimetin müjdesini alrlar.

Cehennem ehlinden; onlar için yaraülm azaba dayanma kuvvesi


onlara edilmi olan azabn ii nihayet olunca yani bir baka azap

gelince kendilerine verilmi olan önceki azablara dayanma kuvvesi


onlardan ayrhp gitmez. Zira o; ihsan eliyle kendilerine verilen bir

hibedir (baij) ve Allah hibesinden dönmez.

Azab; Cenâb- Hakkk'n "Kahir" (kahreden) eliyle gelmitir ki; onu


deitirmesi, yerine yenisini getirmesi hakkdr.

Cebbar (Allah'n, istediini yapan ismi) olan Allah kademini (ayak)

atee basana kadar cehennem ehli her azapta yeni bir kuvve
kazamrlar. Hak ifadan bir kimsede bir kere zahir oldu mu arûk ona
ekavet (kötülük) gelmez.

Allah kademini atee basti m ate zelil (alçak) olur, boyun eer;
"Yetti, yetti!" der. Bu hâl aça çknca cehennem ehli olandan azap
gider. Ate vücûdda aslî bir varlk olmaynca; iin sonunda zail

(tükenmek) olup gider... yani "Rahmetim gazabm (hiddet) geçti."

kelâmnn mânâs zuhur eder. Asi olan Allah'n Rahmetidir.

''Rahmetim herzeyi kuatmtr " (A'râf, 1 56)

Allah eyay Zât'ndan Rahmet olarak yaratmür. Gazab ise varhn


sonuna kadar gidemez çünkü Zât'a bab bir sfat deildir.

"Gazap" adaleti îcâb ettiren bir sfatür. Adalet ise iki i arasnda
verilen bir hükümden ibarettir. "Âdil" ismi Hakk'n sfaümn
ismidir, "Rahman" ise Zât ismidir. Gaffar ismi Allah'n rahmetinin
îcâb ettirdii nimete ait zuhur yerlerinin ilkidir.
EY insan
427

Gâfîr, mafiret eden, affeden. Gaffar, kullarnn günahlarn


affeden. Gafur, sürekli affeden.

Kahir ismi; cezaya ait zuhur yerlerinin ilkidir ki; adaletin icâbdr,
bunda iki sfat bulunur. Kahir (kahreden, ^(orlajan), Kahhâr (^âdesijk
kahreden, yok edici, batma) sfatlar geldi ama Kahur sfat gelmedi.
Bunun mânâs rahmetin gazab geçmi olmasndandr.

Ate melekleri gidince nimet melekleri gelir.Ve böylece o atee


muhal olan yerde crcr (kerevi-:^ otu biter. Crcr om yeildir,

cennette renklerin en güzeli de yeildir. Yani ate yeüe dönüyor,


cehennem cennete çevriliyor. Bu mânâya en güzel delil Hz.
brahim'in kssasdr. "Ey ate! brahim'e serin ve selâmet ol!"
(Enbiyâ, 69) Bu emirden sonra orada reyhanlar yeerdi, bahçeler
oldu. Cebbar (kuvvet ve kudret sahibi) olan Allah kademini bastktan
sonra cehennem ehlinin azab rahata çevrildi. Bulunduklar mekân
deimedi, ate gitti.

Bir ahs, Hakk'n cezbesine (çekim) kaplr; mücâhede ve riyâzatla


nefsini tezkiye (temi^ çkarma) yoluna giderse bu kii için cehennem
atei cennet nimetine çevrüir. Nefsânî tabiat yok olur çünkü ilâhî

nur onu kusurlardan temizler.

Mücâhede (cehd etme) ve riyâzâtlar (nefsi krma) ve nefse muhalefet


(nefsin isteini vermemek) gibi meakkatli (^^örj iler, cehennem ehlinin

kyamet günü urayaca iddet ve azap yerine geçer. "Sizden


herkes, cehenneme urayacaktr. Bu durum Rabbin için kesinlemi
bir hükümdür." (Meryem, 71) Dünyada iken mücâhede ve riyâzâda

urad skntlar, âhirette olacak baka bir azaba karlktr. Nefis


temizleninceye kadar bu zorluklar devam eder.^'''^

Mü'minler maherde (kyamette toplanma yeri) derler ki: "Ey melekler,

cehennem müterek birjol deil miydi?

Mü'min de oraya urayacakt, kâfir de. Fakat bi^ bu jolda ne duman


gördük, ne ate§.

^'^'^
Abdü'l-kerîm b. bralim el-Cîlî, nsan- Kâmil, çev. Se)yid Hüseyin Fevzî
Paa, stanbul: vitsan Yaynlar, s. 159-169.
428

Ijte buras cennet, emniyetyurdu. Peki, o aalk urak nerde?

Melekler derler ki: 'Tdani geçerken filân yerde gördüümü^ o yemyeil bahçe

vardiya.

Cehennem, o iddetli at^ab yurdu, ite orasyd. Fakat si^e balk, bahçelik,

yeillik biryer oldu.

i'/^ bu cehennem huylu, kötü suratl, ate merebli (huy) nefsi

Çalp çabalayp tertemi^ bir hâle getirdim^ Tann için atei söndürdünüz

ûlelenip duran ehvet ateini takva yeillii, hidâyet nuru hâline soktunu^

Hrs ateini^ hilim (yumuaklk), bilgisi^ik karanl ilim oldu;

Hrs ateini attniî^- o ate diken gibiydi, gül bahçesine döndü.

Madem ki s!^ kendini^deki bütün ateleri biî^m için söndürdünüz^ bu suretle

de î^ehir, bal hâline geldi.

Madem ki atee mensup olan nefsi bir bahçe yapp oraya vefa tohumlan

ektini:^

Oradaki ^kir ve tebih bülbülleri, yeillikte, rmak kysnda güî^l bir tarzda
ötümeye koyuldular.

Tann'ya çarana icabet ettiniî^ nefis cehennemine su serptini^..

Bi^m cehennemimi:^ de siz^eyeillik, gül bahçesi, aaçlk haline geldi.

Cehennem "derin kuyu" demektir. Dibi derin olduu için

cehennem bu ad almtr. Cehennem Kur'an'da âhiretteki azap

diyar anlamnda yer alr.

"Cehennemde kâfirler için bir yer yok mudur?"

680 Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Mesnevi, çev. Veled zbudak, Abdülbâkî Gölpnarl
(haz.), stanbul: MiJU Eitim Basmevi, 1991, c. 2, be\dt. 2554-22568.
EY insan
429

"Onlar cehennem diyarna çarlrlar"

Cehennem insann haj^ânî nefsiyle girdii atein yedi kapsndan


birisidir. bnü'l-Arabî onu bazen Cennetin kariü olarak ate
anlamnda kullamr.

Atein yedi kapsmn isimlerine gelince: Bunlar Cehennem kaps,


cahim kaps, sair kaps, sakar kaps, lezzah kaps, hutâme kaps,
siccin kaps. Bir de kapal kap vardr ki, o da açlmayan sekizinci

kapdr. Bu perdedir.

Cennet kendisini öldürene yasaklanmtr. Bununla birlikte intihar

eden Cehenneme de hayvani nefsiyle Çünkü Cehennem nefs-i


girer.

natka için bir yer deildir. Nefs-i natka Cehenneme gözükmü


olsayd hiç kukusuz alevini söndürürdü.

Ahirette iki menzil vardr: Cennet ve Cehennem. Dünyada da iki

menzil vardr: Azap ve nimet.

Insamn Cehennemi onun doasdr. Fakat bnü'l-Arabî burada onu


bir form ve benzetme olarak kullanmtr. Doamz (Cehennem)
üzerindeki eriat köprüsünde yürüyüümüzü betimlemek için

Cehennem, üzerindeki köprüsüyle âhiretin yapm benzetme olarak


kullanmtr.

Üzerinde yürüyüp Cennete ulatrncaya kadar vMlah'n ayaklarm


sabit kld köprü hidâyet köprüsüdür. Sen onu dünya hayatnda
yararh iç ve d amellerinden kendin için inâ etmisindir. Söz
konusu köprü bu hayatta manen bulunur ve duyusal bir sureti

yoktur. Böylece o köprü ahirette Cehennemin üzerinde somut


olarak senin adna Köprünün bir aya vakfede öteki aya
uzatlr.
Cennetin kaps üzerindedir. Köprüyü gördüünde onun kendi
yaptn bir ey ve eser olduunu anlarsn. Büirsin ki, o dünyada
tabiat Cehennemin üzerinde uzatlm bir köprüydü.

Insamn kendi doasmn Cehenneminden kurmluu eriatdr.


"

430

Gerçekteolduu gibi bana kul olmayan kimse kendi tabiatimn —


Cehennem demektir- kulu ve onun saltanat altnda hor ve zelil
olacakür.''^

"Stma, her mü 'minin cehennemden hacdr.

Nefisle mücâhede büyük cihaddr, küfür ehli ile harb ise küçük cihaddr.

Allah atei "Kahhâr" isminden yaratt ve onu "Celâl" isminin


zuhur yeri kld. Ayrca ona yedi tecellî eyledi. Cehennemin yedi,

cennetin sekiz kaps vardr. nsan duyular sekiz adettir. Yani insan
idrâki sekiz ksmdr. Bunlar be duyu ile, hayal, vehim Qüphe,

tereddüt, jersi^ korku) ve akldr. nsan ne idrak eder ne anlarsa bu

be kapdan anlar. Akl bu yedisiyle birlikte olmaz ve bu yedisi


akln ferman olmadan çahp tabiatn fermamna uyarsa,

Cehennemin kaps olurlar. Akl ortaya çkp da bu yedisine hâkim


olursa ve yedisi de akln emri ile çahrsa sekizi birden cennetin

kaps olurlar. O halde tüm insanlar önce cehennemden


geçeceklerdir. Sonra cennete varacaklardr.

Aptallarn cehennem ve cenneti muhalif ve muvafk, akUlarnki


ihtiyaç ve terk, âklarnki ise hicap ve keiftir.

yi ahlâk son derece ferah ve ho bir cennettir. Kötü ahlâk ise gayet
dar ve naho bir cehennemdir. lim ve marifet lezzeti karsnda iyi

ahlâk lezzeti damla ve deniz gibidir. drak lezzeti gayet ho bir

lezzettir. Öyleki bedenî ehvetier (ha^ ve cismânî lezzetier idrâk


lezzetine ulaamaz.

nsan ne kadar bilgili olursa, edeb, hürmet ve izzete (kudret sahibi)

aykr olmamas için hiç bir ey söyleyip yapmamas gerekir ve

^'^^
Suad El-Hakîm, hnii'l-Arabî Sö^lüü, çev. Ekrem DemirU, stanbul: Kabalc
Yaynevi, 2005, s. 130-131.
68:
Abdü'l-kerîm b. brahim el-Cîlî, nsan- Kâmil, çev. Seyyid Hüseyin Fevzi Paa,
stanbul: Kitsan Yaynlar, s. 169.
EY insan
431

muhafazal olmas lâzmdr. çini muhafaza etmesi gerekir. nsan ne


kadar yakn olursa muhafazas da o kadar fazla olmaldr.''^"'

• Cehennemler:

Birinci Tecellî: Müntakim (intikam aha)

Bu cehennemin kapsn mâsiyet (isyan), cürüm (suç) gibi

zulmederden yaratt. Yalan, riya, livâta (homoseksüellik), arap içmek,


farz emirleri terk etmek, Allah'n haram hükmünde olan ileri
mubah görmek gibi günahlar sayabiliriz. "Günahkârlar o günün
adabndan kurtulmak için; oullarm fidye vermeyi hile ister. Hjini, kardeini,

kendisini kucaklayp barndran ailesini ve yeryüzündeki insanlarn tümünü

fidye verip kendisini kurtarmay ister. Hayr, hayr! O alevlenen bir atehtir.

Yakar-kavurur deriyi kavurur, koparp götürür kolu baca. Çarr, srtm


dönüp u^akla^an." (Meâric, 11-18) Cehennemin bu tabakasnda
bulunanlarn azab zordur fakat bütün iddetine ramen en hafif
azab buradadr.

kinci Tecellî: Cahîm

Allah buraya "Âdil" ismi ile tecellî eder. Bu cehennemin kaps


fücurdan (i^ret, sefhlik, ahlâka aykn dumm) yaratlmtr ki bunlar;
zulüm, bâtl (hurafe) talep, taassup, taknlk, azgnlktr. Buras
haksz olarak Allah'n kullarna saldran, ba kaldran, yalan yere
yemin eden, mallarn alan, kanlarn aktan, söven, gybet eden (bir

kikinin fena hallerini gyabnda söyleme)^ halkn namusuna dil uzatan


kimselerin mahaUidir. nsanlara zulm ettikleri için üzerlerinde kul
hakk olanlardr.

Üçüncü Tecellî: edîd

Bu cehennemin kaps unlardan yaratlmtr: cimrilik ve mal


biriktirmek, kin, hased, ehvet, dünya sevgisi gibi

'^'^^
Azizüddin Nesefî, Insan- Kâmil, çev.Mehmet Kanar, stanbul: Dergâh
Yaynlar, 1990, s. 130,1 33.
432

Dördüncü Tecellî: Hâviye

Allah bu cehenneme "Gazab" (öfke) ismi ile tecellî eder. Burann


kapsn; nifak, riya, yalanc iddia vb. eylerden yaratmtr ki; anlan
huylardan kimde varsa varsa buras o huylara sahib olanlarn
meskenidir. Yani buras münafklarn (iki jü^lü, içi ha^ka d§ ba^ka)

meskenidir. "Münafklar cehennemin en alt çukurundadr. " (Nisa, 145)

Beinci Tecellî: Sakar

Allah "Müzill" (î^elil edici) ismi ile tecellî eder. Kaps kibirdir.

Firavun-merep insanlar yani haksz yere üstün görünüp zulüm


yolunu tutanlar zillete düürür. Her kim Allah'n sfadarndan veya
isimlerinden birine iddia yollu hak etmedii halde sahip çkarsa
Allah iddia ettii ismin zdd ile ona azab eder. "Sonra döndü kibre

kapld.'" (Müddessir, 23) '"Bu, ancak be^er (insan) sözüdür. ' dedi. Onu
Sakara sokacam. " (Müddessir, 25-26)

Altnc Tecellî: Saîr

Allah buraya "Zü'1-bat" (^or ve iddetle yakalayan) ismi ile tecellî eder.

Bu cehennemin kaps eytanlktan yaratlmtr ki bu bir atetir.

Tabiat kvlcm ile nefs dumanndan meydana gelir. Bu ateten


fitneler olur, gazab meydana gelir, ehvet çkar. Mekr (hile ile
aldatma) ve gerçek inançtan dönme, cayma hasl olur. "B/r de orada

eytanlara at§ taneleriyaptk ve onlara saîr a^b ha^rladk^ (Mülk, 5)

Yedinci Tecellî: Cehennem

Allah bu cehenneme "Zû kâbin Elim" ismi ile tecellî eder. Hudut
koyanlarn cehennemidir. Dünya hikmet yeridir, âhiret kudret
yeridir. Akl hikmet balar ile bahdr. Kef ise kudrete bahdr.

Anlatlam ancak kef sahibi olan anlar. Bu tabakamn kaps küfür ve


irkten yaratlmtr.

Cehennem ehli olan günahkârlar cehennem tabakalarnda o


tabakaya ait olan çukurlardan her birisine ayr ayr girip dalmadkça
o cehennem tabakasndan çkamazlar.
EY insan
433

Cebbâr'n cehenneme kademini basmas herkes için ayr ayr olur.

Hakk'n cehennem ehline eyledii ilerin hepsi iddet mânâs tar.


Mâlikiçin cehennem tabakalarnn tümünde saltanat vardr. Bu

nedenledir ki cehennemin hazinedar, saklaycs ve koruyucusu


olmutur. Azap melekleri ise iddet sahibinin inceliklerinden

meydana gelmilerdir.

Cehennem ehli, cehennemin bir alt tabakasndan onun gayr bir

tabakaya naklolunur ki; azab hafiflesin diye üst tabakaya çkarlr.


Azab iddetiensin diye de üst tabakada bulunan alt tabakaya
indirilir. Yani onlarn azablarmn artmas veya azalmas. Yüce
Hakk'n diledii kadardr. O'nun takdîr-i ilâhîsine bahdr.

"içinizden sadece ^Imedenlere çatmakla kalmayacak hir fitneden korkun f


(Enfâl, 25)

Cehenneme: 'Doydun mu?" diye sorulduu ^aman: Hel min meî^d (Kaf,
?>0)yani 'Daha var m?" diye cevap verecek.

Nefsin de cehennemle tam bir münâsebeti vardr. Onun için de


doyuramazsn. Verdikçe ister, "Daha olsun!" der, kanmaz.

Cehennem ehli için orada bir lezzet vardr. Nice insanlar vardr ki

muharebe ve vurumaktan lezzet duyar. Halbuki bu iten elem


duyduklarn da bilen kimselerdi. Lâkin, onlarn öze yerleen
Rubûbiyeti (Rablk, öreticilik) onlar bu ie dalmaya dayandrr ve
lezzet duyarlar.

Cehennem ehlinin bu lezzetin dnda duyaca bir baka lezzet

daha vardr ki uyuzdan duyulan lezzete benzer. Uyuz olan kimse


uyuzluundan dolay derisinin yüzüleceini bildii halde yine de

kanr ve bu kanmadan zarar görse de kamrken lezzet ahr... ki

bu kimse ayn anda hem lezzet hem de azab içerisindedir.

Cehennem ehli için bir baka lezzet de kendisini aklh, bilgili sanan

asl cahil olan birinin kendisinden daha cahil gördüü baka bir
ahs sözde kendince bir meselede hatal çkarmas âmnda meydana
çkar...
434

Nefsinin riyasetine (bakanlk, reislik) taklr; aklnn, fikrinin

hükmünce yürür ve nefsinin hâli ile lezzet bulur. Câhilin


durumundan nefret ettii için, kendi zor durumundan lezzet ahr
kahr.

"Cehennem ehli cennet ehline föyle seslenir: ^i^e, sudan, veya Allah 'in sif^e

nasib ettii riî^ktan yollayn. ' Cennettekiler §öyle derler: Allah ikisini de

haram kld. '" (A'râf, 50)


kâfirlere

Cehennem ehlinin bir ksm çektikleri azabdan lezzet duyarlar.


Bazlar ise yalnz azab çeker, lezzet duymaz; çektikleri azabdan çok
nefret ettikleri vâkîdir.

Cehennem ehlinin bazlarmn azaba atlmasna sebeb dünya


hayatiarnda çok lüzumsuz yere kullandklar akllardr. Bir ksmn
azaba iten ise cahillikleridir. Bazlarn da bâtl itikatiar (inanç) azaba
sokmutur. Bazlar da yaptklar ameller neticesinde azaba
uramlardr. Bir ksm da vardr ki kendilerinde olmayan eyle halk
tarafndan övüldükleri için azaba girmilerdir. Bazlarmn azaba
uramasna ise; onda olan kabahat, iyilik cinsi eyleri söylemeleri,
yahut onda olmayan kötülükleri anlatmalardr. Cehennem ehlinden
öyle kimseler vardr ki bunlar Allah katnda cennet ehlinin pek
çounu fazilet itibar ile geçerler.

Herkes hayat binasnn mimardr. Faraza sen, yaptn bir yapn,


fena malzeme kullamr, çürük ve hesapsz yaparsan, yaptn bina
yklr^ neticede seni mesul ederler. nsanlarn bulduklar; ferah,

keder, cennet, cehennem, iyilik ve fenalk da, hayadan binâsm iyi

veya fena kurmu olduklarndandr. Erdiimiz neticenin mesuliyeti


bakalarnn deil, kendimizindir.

Eer vücûdumuz binasn çürük ahlâklar ve kötülükler ile


biz
yaparsak, günün birinde kendi kendine çöküverir. Nihayet Cenâb-
Hakkk'n huzuruna çkarlp: "Ben sana bu vücûdu emânet
vermitim. Onu niçin çürük ve kötü malzeme ile bina ettin?" diye
muhakeme edilir ve neticede de mahkûm oluruz.

^'^^
Abdü'l-kerim b. brahim el-Cîli, însan- Kâmil, çev. Se}Td Hüseyin Fevzî Paa,
stanbul: Kitsan Yaynlar, s. 169-185.
^^^ Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealü Neriyat, 2000, s. 426.
EY insan
435

• 'Trierkes jann buradaki ameliyle ce^âlanacaktr. A.llah'n emirleri yolunda

gitmeyenler cehenneme sevkolunacaklardr ve orada cehennem ^ebâmleri

(melek): 'Siî^e Cenâh- Hakkk'm emirlerini söyleyen ve si^ maher günü ile

tehdit eden resuller gelmedi mi? Niçin on lan dinleyip yolunuru dü^eltmedini^
de dünyann yalanc ve geçici olan ^evklerine dalp Allah 'n^ unuttunu^?
imdi cehenneme girini^ ve orada dâim kaln:^ Bu cehennem, kibirliler için

ne çirkin bir yerdir. '


diyeceklerdir. " (Zümer, 71-72)

Allah'n emirlerini memuriarndan dinleyip, Hakk'n raz olduu


yolda giderek Allah'a bal olan ikinci ksma ise Cenâb- Hakkk'n
hazinedarlar: "Hoçgeldini':^ A.llahhn selâm ü^rini^ olsun, buyurun...

Cennetlere girin ve orada dâim olarak kaln. " (Zümer, 73) diyecekler.^^*^

insan kendi vücûdunun mimardr. Elemler, kederler, sürurlar,


ferahlar, aydnlklar, karanlklar, cennetier, cehennemler,
yükseliler, alçallar hep kendi amellerimizin aksidir, gölgesidir.

Hiç sebepsiz bir ey olmaz vesselam. Ne yapyorsak, ne buluyorsak


bunlar hep kendi arayp bulduumuz eylerdir. Binâenaleyh arayan

Mevlâsm da bulur, belâsm da.''^^

Suret-i Rahman üzere yaratlm olan insan için cehennem atei


mutasavver (tasavvur edilmiç) deildir. Ancak, cehennemi, yani gaflet

ve hicrâm (ayrlk) hamurunda tayan beer, bu nefsâni perdeleri


yrtmam ve nefsâni sfatiardan temizlenmemi ise, ona
cehennemde yanmaklk vardr. Zîrâ sûret-i Rahman hayvani hicap
ile kapayp, kendinde galip olan sfata bürülü olduundan, tilki,

kurt, srdan, horoz, domuz her ne surette ise, sûret-i Rahmân'dan


mahrum olarak, bu ha}^ânî sfat ile yanacaktr.''^^

isa'nn eçeinden çeker esirgenme^ ama eçek, yaratlç bakmndan otu

beenir.

^^'^
Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealü Neriyaü, 2000, s. 455.
^^'^
Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealt Neriyaü, 2000, s. 438.
^^^ Sâmiha Ayverdi'nin notlarndan alnmtir.
436

eker ejei ne§elendirseydi önüne kantarla feker dökülürdü.

Bâye2Îd-i Bistâmî: Eer Cenâb- Hakk beni cehenneme de koyacak


olsa, cennette zevk sürenler gibi burada da ayn surette holuk
içinde olurum. Bana lâzm olan yârimin benimle olmasdr,
buyurur.

Ak mauktan baka bir ey iitmedii ve görmedii için, onun


gördüü mihnet (f^ahmet) ve belâ da ayn safadr. Çünkü cânân
vermitir. Yârin bolamas da tekdir (aharlama) etmesi de birdir.''^^

Türlü câhilce sözler ile herkesi dinden îmandan uzaklatryorlar.


Din ise, hikmet (kâinattaki ve yaradl§taki ilâhî gaye), insaniyet ve
ahlâktr. Bizim vazifemiz ise herkesi Allah'a yaklatrmaktr,
uzaklatrmak deil. Herkesi cehenneme tk tk... Peki cennete kim
kabyor? Neden gireyim cehenneme?

¥mI yâ ibâdiye'l-leî^ne esrafû (Zümer, 53) âyetini bunlar hiç

okumuyorlar m? 'TDe ki: Ey nefislerine karp a§n giden kullarm.

Allah'n rahmetinden ümit kesmeyin" (Zümer, 53) Bir kimseye bir eyi
sevdirmek için o eyin korkulu olduunu mu söylemek lâzmdr?
Yoksa güzelliklerini mi tantmak icab eder? Bir çok uydurma ve
yaktrma hikâye ve hükümleri slâmiyete yüklemeye urayorlar
ve bu suretle herkesi dehete salp korkutuyorlar.*"^^

Cenâb- Hakkk "Rahmetim ga^abm örtmütür. " buyuruyor. Çünkü


Hakk'n gazab içinde de ayn rahmet vardr. Hiç bir ey yoktur ki
onu ilâhî rahmet kaplamam olsun.

"Küçük Cihattan Büyük Cihâda Avdet (Geri Dönmek)


Ettik." Hadîsinin Tefsiri Beyanndadr:

Tanr cehennemi, nefis suretinde ve nefsi cehennem vasfnda


yaratmtr. Cehennemin her kaps nefisteki yedi sfattan biridir.

^^^ Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Mesnevi, çev. Veled zbudak, Abdülbâkî Gölpnarü
(haz.), stanbul: Milli Eitim Basmevi, 1991, c. 6, be}it. 161-162.
^''0
Ken'an Rifâi, Sohbetler, stanbul: Kubbealû Neriyaü, 2000, s. 552.
^^1 Ken'an Rifâi, Sohbetler, stanbul: Kubbealt Neriyaü, 2000, s. 486.
'^92
Ken'an Rifâi, Sohbetler, stanbul: Kubbealt Neriyat, 2000, s. 487.
EY insan
437

Bunlar kibir, hrs, ehvet, hased (kskançlk), gazap, hasislik (cimrilik)

ve kin kaplardr.

nsan bu cehennemden bir parçadr. Parçalar, dâima


nefsi ite
bütünün yolunda olurlar. Bizim cehennem tabiatl olarak daha çok

cehennemin yolundan zevk almamz da bundandr.

Ksaca cehennem denilen ve inam her türlü insanlktan uzak tutup


gerçekten cehennemlik eden bu âleme biz, kin yolundan, ehvet
kapsndan, ikbal (refah) hrsndan, öhret hastahndan, hased,
gazap, kibir kaplarndan girmekteyiz.

Nefsimizin bir cehennem parças olduunu bilir ve onu cehennem


huylarndan kurtarmaya çalrsak, bunun sonunda selâmet vardr.
Aksini yapar, nefsimizi cehennem yolunda komrursak bundan
kurtulu olmaz.

Nefis ejderini ancak Hakk'n aya öldürür. Nefis yaym ancak


Hakk'n eli çekebilir. Bu yaya konan ok doru oksa hedefine varr.
Tanr yaynda sen, ok gibi doru olmaya bak! Eer sen eilmemi ve
yanlmam bir oksan, sana kâmil müridin terbiyesi ve himmeti
(mânevi yardm) faydah olur. Eer sen doruluk kabul etmez bir
oksan mürid seni ne yapsn?

Nefsimalup etmek, gazada dümam yenmekten güçtür. Nefsi


malup etmek, Kaf Da'ndan, ine ile kaya koparmak kadar
müküldür. Nefse galip ve bu zorlu ülkeye hâkim olmak ancak
Hakk'n yardmyla ve Hak velîlerinin gösterdikleri yoldan
yürümekle mümkündür. Nefsi yenmek kat silâh, uzun mzrak
istemez. Nefsi yenmek insan gönlünü üâh ak nuruyla aydnlatmak,
bu kla doldurmak sayesinde mümkündür.
Aym mevzuda Hz. Ali'nin söyledii: "Nefsin bir tek vasfm terk
etmek, hakikatte Hayber Kalesi'ni fethetmekten müküldür."
sözünü hatrla!

Savalarda düman saflarm darmadan eden mühim


aslan deildir.
Hakikî aslan odur ki kendi nefsiyle yapt savamay kazamr.
Muharebede kendi nefsini malup eder; onu yok eder.'''^^

^^^ Ken'an Rifâî, erhli Mesnevî-i erif, stanbul: Kubbealt Neriyat, 2000, s. 190-
191.
438

• Cehennem nedir, bilir misin?

Cehennem nefstir. Azaptr. Keder ve gamdr.

Ya Rabbi beni cehenneme atma... diye duâ edeceine, cehennemi,


benim içimden söküp at, diye duâ eyle!

• Tann kudretim bilip tanyan, cennetle cehennem nerde ki diye sorma^

Tann nereyi isterse orasn cehennem yapar. Gökyü^nün yücelerini ku§a ökse
ve tutmak haline getirir.

Diklerine bir an verir ki bu an cehennem, ejderha dersin.

Diklerinin dibinden §eker bitirir... bu suretle kaderin hükmünü anlar, bilirsin.

u hâlde dilerinle suçsu-:^an srma, çekinemeyecegin, kurtulamayacan silleyi

dü§ün.

Tann Nil'i Kptîlere (Msr halk) kan haline getirdi. IsrailouHarn da

belâdan korudu.

• nsan nefsini sol yollara çekmek, sürüklemek ve yakmak


hevesindeki ate, ehvet ateidir. Dünya heveslerine kar du^olan
derin balbn, aldamn ateidir. Her çeit günaha kar insan
nefsinde uyanan hevesin, geçici arzunun ad olan ehvetten sakn...

Çünkü seni yaratan inkârdan balayarak, bakalarmn hakkm


almak, mevki ve servete sarlmak, ksaca bütün maddelere ve
maddî menfaate kar doymak bilmez bir açlk hissiyle yanmak hep
ayn ehvetin türlü tezahürleridir.

ehvet ve ihtiras ateinde cehennemin tabiat hâkimdir. Böyle atee


suyun faydas olmaz. Aksine su dedikçe iddeti artar. Böyle ateleri

su ile deil nurla söndürmelidir. Zira nârn, yani atein de nuru

'^''•*
Sâmiha A^^verdi, Dik Gelen Taf, stanbul: Kubbealt Neriyaü, 1999, s. 129.
^^5 Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Veled zbudak, Abdülbâkî Gölpnarl
Mesnevi, çev.
(haz.), stanbul: Milb' Eitim Basme\d, 1991, c. 4, bevnt. 2811-2812, 2814-
2816.
EY insan
439

vardr ama, ilâhi nur, eytani nâr söndürür. Ruhu, Allah'n nuruna

ve tecellisine ayna olmu insan için artk ate korkusu yoktur.*^^^

En büyük azab, en büyük cehennem Allah'tan gaflettir. te


müridlere ta'n (ayplama) ve tenî (çirkin nallarla bakma) edenlere
AUah bu azab verir.^''^

Dünya da buna benler, adetâ uyuyan kikinin gördüü hayallerdir. Uyuyan


sanr ki bu hayaller hakikattir ve sürüp gidecek.

Fakat ansif^n ecel sabah geldi mi ^an ve hile karanlndan kurtulur.

Yerini, yurdunu görünce gamlanp tasalandna gülmeye bajlar.

Uykuda gördüün iyi ve kötü jeyler birer birer maher gününde ^hûr eder.

Bu âlem uykusunda neleryaptysan uyannca hepsini apaçk görürsün de

A.nlarsn ki rüyada bu kötü i§leri yaptn ama onlar gelip geçmedi; hepsinin bir

tabiri var!

Ey Yûsuflann derisini yrtan, bu derin uykudan uyannca kurt olarak

hasredilirsin. Huy lann birer birer kurt olur da hamlkla uî^uvlanm paralar

senin. Öldüm, kurtulurum artk deme ha!

Onlarn alnlklar seni jajirtt ama onlar ahirette de hasret arabn


içecekler. Bu suretle adaletimi^ dçanya ayak basar, kendini gösterir de

kyamette her kötü içe, tam lâyk olan bir cet(â verir.

Apaçk göremedikleri pâdiçah, dâima gi^i olarak onlarla beraberdir.

^^^
• Hani akl gibi... sen onu göremezsin ama o seninle beraberdir.

^""^
Ken'an Rifâî, erhli Mesneri-i erif, stanbul: Kubbealü Neriyati, 2000, s. 545.
^^"^
Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealü Neriyaü, 2000, s. 543.
^'^^
Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Mesnevi, çev. Veled zbudak, Abdülbâkî Gölpnarh
(haz.), stanbul: Millî Eitim Basmevi, 1991, c. 4, beyit. 3654-3659, 3662,
3663, 3675-3678
440

Tann'mn âhirette cehennemi, dünyada ^ndam yaratmaktan maksad


kendilerini büyük görenlerin ister isteme^ Tann'ya kulluk etmeleridir.

A.lçaklar cefâya, derde düktüler mi arnrlar, temizlenirler. ]/efa gördüler mi de

cefakâr olurlar. u hâlde onlarn ibâdet edecekleri mescit cehennemdir, yabana

kuun ayan balyan tu^ktr.

Zindan da hrsif^n, alçak kiinin ibâdetyeridir. Orada dâima Hakk ' anar

durur.

Madem ki insann yaratlmasndan maksat Tanrya ibâdet etmesidir, §u

halde ibâdetten ba§ çeken, ibâdeteyanamayan kiinin ibâdetyeri cehennemdir.

nsan her iiyapabilir, fakatyaratlmasndaki maksat ibâdettir.

Kerem sahibine ikramda bulundun mu bu ikram, ona ibâdet yeridir, ikrama

uradkça ükreder. Alça da aalattn, alçaa da kötülük ettin mi onu

ibâdete sevk edersin.

Vur alçaklarn bana ki yere ba koysunlar. Ver kerem sahiplerine ki

ihsanna (iyilik) ma^har oldukça ükretsinler.

Hülâsa Tann iki mescit yaratmtr. Cehennem onlarn mescidi, cennet

bunlarn!

Mûsâ, o iç ans kavim, balarn esin diye Kudüs'te alçack bir kap
yaptrd. Çünkü onlar cebbar, ba dik kiilerdi. Onlara hu küçücük, bu

alçaak kap, niyat^ kapsdr, cehennemdir.

Ate, Tann kahrdr.

Bil ki ey ak fnd, dostun aktr. Cann iç haline getirmek ister de derini

yrtar, döker.

<^99
Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Mesnevi, çev. Veled zbudak, Abdülbâkî Gölpnarl
(haz.), stanbul: Millî Eitim Basmevi, 1991, c. 3, beyit. 2983-2987, 2993-
2997
EY insan
441

Sevgilisi deri olan kijinin derisini Tann, her an degipirir durur.

Mânân, için, ate§e hâkimdir. Fakat kabuklarn, ate§e ancak odun olabilir,

insann sim, ate§ten üstündür. Hiç cehennemin Mâlik 'i atepe helak olur mu?
u hâlde sen bedenini çoaltma, mânânn faikla olmasna bak ki Mâlik gibi

atejten üstün olasn. Halbuki sen, deri üstüne deriye bürünüyor, derilere

bürünmü bir kurda dönüyorsun.

Ateinyiyecei ancak deridir. Tann kahn kibrin derisiniyrtar, yü^r.

Bu kibirlenme, derinin bir neticesidir. Kibirin mevkii, mal, o sevgiliden, o

deriden meydana gelir.

Bu kibirlenme nedir? içten haberdâr olmamak, içi görmek, bütün bedeni hor

hakir etmek, âk olmaktr. Fakat içi görmeyen, deriyle kanâat eder.

Kâfirler, gömerini iin içine atmadlar da o yünden deriyi iç sandlar.

Bu yolda klavu^ iblis'tir. Çünkü mevki tutmana ilk avlanan odur.

(Biri): "Tatarlar da kyamete inanyorlar ve: "Elbette bir sorgu sual

günü olacak!" diyorlar, dedi. (Mevlânâ) buyurdu ki: "Yalan


söylüyorlar; kendilerini Müslümanlarla bir göstermek istiyorlar.

demek istiyorlar. Deveye


'Yani, biz de biliyoruz ve inanyoruz.'

'Nereden geliyorsun?' diye sormular, 'Hamamdan geliyorum.'


karln vermi. 'Ökçenden beUi!' demiler. Bunun için eer onlar
kyamet gününe inanyorlarsa bunun delili hani? Bu günahlar, bu
zulümler ve kötülükler, üstüste birikmi karlar gibi, kat kat
ylmtr. Günein karlar ve buzlar erittii gibi, günahlar
brakp Hakk'a dönme (inâbet) ve pimanlk duyma günei,
Tanr'nn korkusu ortaya çkp o dünyamn ahvâli gerçekletii
zaman, bu isyan karlarnn hepsi erir. Eer bir kar veya buz, bu
ekilde bulunurken: 'Ben günei gördüm, Temmuz günei üzerime

700 Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Mesnevi, çev. Veled zbudak, Abdülbâkî Gölpnarl
(haz.), stanbul: Millî Eitim Basmevi, 1991, c. 5, be>'it. 1933-1934, 1936-
1941, 1943, 1949-1950
442

klarn sald.' der ve hâlâ kar, buz halinde olursa akll bir insan
buna inanr m? Temmuz günei parksn da kar ve buzu yerinde
braksn! Bu imkânsz bir eydir. Her ne kadar ulu Tanr, iyi ve
kötü cüzlerin cezas kyamette verilecektir, diye va'detse de biz
onun örneklerini bu dünyada, her an, her lâhza görmekteyiz.
Meselâ bir insann )airei ferahlasa bu onun, birinam sevindirmi
olmasmn karldr. Bunun gibi üzülürse bu da bakasm üzmü
olmasndandr. tedünyamn armaanlar, ceza gününün
bunlar o
örnekleridir. Maksat, insanlarn bu pek az eylerle çounu

anlamalardr. Meselâ bir buday ambarnn ne ve nasl olduunu


göstermek için, oradan bir a\aç buday alp göstermeleri gibi... O
kadar büyük ve azametli olmasna ramen Mustafa (s.a.s./nn bir
gece eli ard. Ona: 'Bu Abbas'n elinin arsndan ileri geliyor.'
diye vahiy geldi. Çünkü Mustafa Abbas' esir alm ve bütün
esirlerle beraber onun elini de balamt. Tanr'mn emri ile böyle

olduu halde, yine de Muhammed bunun cezâsm çekti. Sende


meydana gelen bu darlk, üzüntü ve hastabklarn hepsi, imdi
aklnda kalmamsa da, yaptn kötülüklerin ve ilemi olduun
günahlarn tesirindendir. Çok fena iler yaptin; fakat ya bo
bulunduundan veya bilgisizliinden bunun kötü olduunu
bilmiyorsun, yahut da dinsiz bir arkada sana bunu önemsiz gibi

göstermitir. Hatta sen bunun günah olduunun farknda bile

deilsin.imdi bunlarn karlnda bak bakahm, ne kadar skntn


var, ne kadar ferahhk duyacaksn? Sknt, mudaka bir günâhn

cezas, ferahlk ise ibâdetin karldr. Bunun için Mustafa (s.a.s.)


parmamdaki yüzüü çevirdiinde: 'Seni bo yere vakit geçirmek
ve oynamak için yaratmadk!' diye azarlanmt. Si-:^ bo^ yere

yarattm^ m sandm^ âyetinde bu\arulduu gibi, sen de gücünü


Tanr'ya ibâdet etmek ve doru i ilemekle mi, yoksa günaha

girmekle mi? geçirdiini kyasla."

701 Mevlânâ Celâleddin Rûmî, ¥îhi Mâ Fîh, çev. Meliha Ülker Anbarcolu,
stanbul: Millî Eitim Basmevi, 1990, s. 102-104
EY insan
443

-65-
Bugün azlarn mühürleriz de bize elleri söyler,

ayaklar ahidlik eder. Neler kesbettiklerini


(kazanmak, elde etmek).
^'Elyevme nahümü alâ efvâhihim ve tükellimünâ
eydihim ve tehedü ercülühüm bi mâ kânû
yeksihûn''
*
^u gün biîi onlann allarn mühürleri^ de ka^ndklann bi^e
neler elleri

söyler, ayaklan da ahitlik eder. (Elmall Hamdi Ya^r)

O gün onlann ag^ann mühürleri^ yaptklanm hi^ elleri anlatr, ayaklan


da ahitlik eder. (Diyanet)

Cenâb- Hakk: "O günde biî^ onlann a^ann mühürleri^ " buyuruyor.
te bu hakikate kar bigâne (kayts^ iljgisi^ yabanc) ve idraksiz
zümre, maher gününü beklemeden gözleri kör olmu, azlar
mühürlenmi kimselerdir ki Hakk'n rzasn göremezler, azlarna
gem vurulmutur, mânâ ekerini yiyemezler. Eek ekerden anlar
m? Önüne bin kantar da koysan dönüp bakmaz bile. Fakat bir
parça saman verecek olsan, itiha ile sarlr.

te o kimseler de mânâ ekerini yiyemez, fakat dedikodu ve


mâlâyânî {bo§ ijler) için hemen azlarn açar ve itiha ile dinleyip

söylemeye balarlar.^°^

O azamet-i Sübhânî'nin (Allah'n her türlü noksandan müne'^^h olan


ismi) karsnda i'tizâr ederek (inkârdan selâmet umarak): "Ya Rabbi!
Biz sana irk (ortak) komadk, senin kitabm, peygamberlerini

tekzip (yalanlama) etmedik." diye yalvarmaya balarlar. Bugün


azlarm mühürleriz, yalan ekilde konumay men ederiz. Az
sustururuz da irtikâb (kötü bir // imleme) ettikleri fenalklar ve

^02 Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealû Neriyaü, 2000, s. 426-427.


444

2ulümleri, o kötü kazançlarm elleri söylemeye balar ve ayaklar


ehâdet eder.

Ey tâlib!

te Cenâb- Hakk dili konuturduu gibi bütün a'zâ-i cevârihi de


konuturur, irtikâb (kötü ka^nç) olunan meâsimi (günahlar, isyanlar)

cayr cayr söylettirir. Onun için perde-i gaflet açlmadan Hak'tan


gayrya iltifat etme. Neticesi hüsran olur. Her an Hak ile ol, nereye

gidersen Hak ile git, nerede oturursan Hak ile otur. En güvendiin,
en kuvvetli dostun O olsun.
Allah'n varln tanyamyorum, diyorsun. Neyi tanyamyorsun?
O varba u vücûdun ahit deil mi? Cenâb- Hakk: O günde biz
onlarn azlarn mühürleriz, elleri ayaklar onlar hakknda ehâdet
eder, buyuruyor.

Hak 'tan ajân bir nesnejok

Göî^ü^ere pinhân imi§

O varlk her zerrede, her eyde apaçk görünmektedir. Lâkin o


kimseler gözleri kör olduundan bu hakikati göremezler.

Tann: "Ben dija bakmam, içe bakarm. " dedi.

A.:^nla hamdediyorsun ama için bunu reddetmede. Dilindeki hamd ya


eytanlktr, ya efsun (sihir).

Senin perian hâlin, yalanna ahadet etmede.

Nerde methettiin emrin §ükür ve hamd nianeleri (ibaret)? Onlarn, ju

§erefsit(^ banda ayanda görünmesi gerekirdi.

Dilin padiah medhetmekte amayedi â-:^n da ikâyet edip durmakta.

''03
emseddin Yeil, Yüyû^ât, stanbul: Yeil Yaynlar, 1984, c. 6, s. 260.
704 Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealt Neriyaü, 2000, s. 330-331.
EY insan
445

A ek§i suratl, temi^ik nianesi nerde? Senden eri lâflarn kokusu gelmekte,
sus, iyi ipn jütülerce alâmeti görünür.

Tann tarlasna temi^ tohumlar ekilsin de sonra mahsul vermesin... imkân


yokl

Hamdediyorsun ama hani hamd edenlerin nianesi? Bu nianeler ne içinde var;

ne dijinda!

A^rifn Tann'ja hamdetmesi dorudur çünkü o hamdin ahidi eldir, ayaktr.

Srtndaki takva (Allah'tan korkup dince yasaklanan peylerden kaçnma)


atlasyla ülfet (yaknlk) nuru hamdetmesinin nijânesidir.

Halbuki senin nefesinden kötü smn kokusu gelmede. Uy lâfa^n, derdin

bapndan,yüünden parlayp görünmede.

Alem meydannda kokudan anlayan maharet sahipleri var. Öyle ataklk edip

pek hay huy etmeye kalklma!

Miskten bahsetme. Aandan soan kokusu gelmede, srrn aça vurmada!

Görenlerin ortasnda hileye kalklma. Mihenk (ölçü, ayar) ortadayken lâfa

girijme ey kalp!

Utan; geveî^elik etme! Can çekijme.. Cismi gökten, srlarn anlayan nice
705
casus var.

Maher günü her gi^i §ey meydana çkar. Her suç, kendiliinden insan re^l

Hile, ayak dile gelir, Tann huturunda onun kötülüüne çehâdet eder.

El ben böyle çaldm der, dudak ben föyle sordum der.

705 Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Mesnevi, çev. Veled zbudak, Abdülbâkî Gölpnarl
(haz.), stanbul: Millî Eitim Basmevi, 1991, c. 4, beyit. 1738, 1737, 1743,
1745, 1746, 1756, 1759, 1763, 1764, 1766, 1773, 1775, 1782, 1793
446

Ayak, ben ehvete koftum, ferç (dirilik organ) ben ^nâ ettim diye tanklk
venr.

Gö\ der ki: Ben harama baktm. Kulak der ki: Ben kötü sö\ i/ittim.

Derken söyleri, baltan a§ayalan olur, âf^âsyalann meydana çkarr.

u hâlde öyle hareket et ki o hareketin, dilsi:^ dudaks^ tankln, ahadet


ederim demenin ta kendisi olsun.

Bütün beden, her u:(uvfaydada ^(ararda ahadet ederim desin ey oulf^^

Eer bir kimsenin kalbinde huu yani Allah korkusu varsa azasnda
da olur. Meselâ rüzgâr göz ile görülmez, onun mevcudiyeti
yapraklarn hareketinden ve tozlarn kalkmasndan anlalr. te
insanlarn kalplerinin hareketi de ceset âzâlarmn hareketiyle
anlalr. Nasl ki rüzgârn kuzeyden mi güneyden mi estii,

yapraklarn sa ve sol tarafa olan meyil ve hareketlerinden


anlalyorsa bu vücuttaki azalarn hareked de kalbin hâlini böylece

haber verir. O kimsenin meyli dünya tarafna m yoksa âhiret


yoluna mdr haberini verir. '^°^

lâhi gerçeklere felsefe yoluyla varmak isteyenlerin inkâra


sapmaylar iman ehlinin korkusundandr. Çünkü iman onlarn
safsatalarn malup eder.

Onlarn vücutiarnda sâdece hayvani can var gibidir. Bu can (yürü!)

derse yürürler, (dur!) derse dururlar. Ayn can onlarn bir et parças
olan dillerine türlü küfürler söyletir. Fakat yine ayn can, bir gün
böyle vücutlar brakp gidince ne elleri tutar, ne ayaklar yürür, ne
dilleri konuur.

706 Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Mesnevi, çev. Veled zbudak, Abdülbâkî Gölpnarb
(haz.), stanbul: Millî Eitim Basmevi, 1991, c. 5, beyit. 2211-2216, 2218-
2219.
Ken'an Rifâî, Mesnevi Hatralar, Kâzm Büyükaksoy (haz.), stanbul: nklâp
Kitapevi, 1968, s. 108.
HY insan
447

lâhi candan mahrum olduklar veya böyle bir cann kadrini

bilmedikleri için onlar artk aaçlar kadar bile söyleyemez; dallar

kadar bile Allah'n adn tebih edemez olurlar.

Onlar hayatta iken canszlarn nutka gelebileceine inanmaz, bunu


inkâr ederler. Halbuki bizzat kendi eUeri ve ayaklar kendi

yalanlarn meydana koyar. Derler ki ey aklsz; biz cansz varlklar

olduumuz halde ilâhî kudret bize hareket ve marifet vermitir. Bize

dier bütün canllarn yapamayaca hünerleri yaptrmtr. Senin


az ve dilin de cansz bir cisimken Allah ona kelâmlarn her
türlüsünü söyletmedi mi? Öyleyse be hey iz'ansz (anlay^s^ akilsizi

Hüdâ istedii zaman bir hurma aacna bir hasret, bir hicran ve bir

sevda kasidesi söylettii gibi senin el ve ayaklarn da maherde


neden söyletmesin?^*^^

Daviid dedi ki: Dostlar, gayri ogi-:li §eyin meydana akmas flamam geldi.

Tanrnn hilmi bunu §imdiye kadar örttü, fakat hu kaltaban, buna hiç

ükretmedi.

Günâhnn perdesini kendi kaldryor, yoksa Tann suçunu örtüyordu.

Kâfir olsun, fâsk (kötülük eden, A.llah 'in emirlerini tanmayan) olsun herkes

kendi perdesini kendiyrtar.

Zulüm can srlan arasnda gi^i kalr, fakat onu halkn önüne koyan
^âlimdir.

Hele bakn, benim boynu^anm var, ju âlemde cehennem öküflünü bir görün

diye kendisini kendisi gösterir!

Elin, ayan, içinde sakladn eye bu alemde de ahadet eder.

'"^^
Ken'an Rifâî, erhli Mesnevî-i erif, stanbul: Kubbealü Neriyaû, 2000, s. 311.
448

tikat ettiin (gönülden tasdik ederek inanma) peyleri söyle, gizeme diye

gönlündeki §ey bajina dikilir.

Hele hî<^dtn, söylenmeye ha§lad} î^amanyok mu... gi^ediin peyleri kldan

kla meydana çkarr.

Zulümle, cefâ hu âlemde onun babna dikiliyor, bu ij için tayin edilmi bir

memur kesiliyor da hadi, ey el ey ayak, yaptklarn söyle, beni meydana çkar

diyorya...

içinde gi':^lediin ^ey, srrnn gemini (idaresini) ele alyor, hele k^p cotuun
î^aman onu istedii gibi sürüp götürüyorya...

Demek ki gizledii eyi ta ovalara çkarsn da bayrak gibi diksin, elâleme

göstersin diye Tann, gülmeden, kötülükte bulunan kikinin bacna bu memuru

dikiyor.

^unu yapan Tann, maher gününde de srrn meydana çkarmak için bajka

memurlaryaratmaya Kâdir'dir.

Zâten, ey julümde, kinde elden ele geçmij, herkesçe ne olduu bilinmiç,

anlanmij adam, senin için dpn meydanda, elinin ayann §ehâdetine ne

ihtiyaç var'?

Nefsinden, her an beni görün, ben cehennemliim diye yüt^lerce kvlcm


sçramada.

Ben atehin cü^yüm, ipe aslma gidiyorum. Nur deilim ki Tanrya gideyim
demekte.

Bu ^âlim, bir gün bile Tanr'yajüt^ tutup alamad, inlemedi.

Af^ndan bir kerecik olsun akla, dertle 'Ya Rabbi" söî^ü çkmad.

Nefis, Tann velîsine yaklarsa diliyü^ arn ksalr.

Onunyü^ dili vardr. Her dilinde deyüt^ lugât, hilesi, riyas anlatlamaz kil
EY insan
449

Bütün ehri kandrd, yaln^ pâdiâh kandramad. O her eyi hilen

pâdiâhn yolunu vuramad.

Kyamette insann eli, aya ve dier eyleri gibi bütün organlar,


birer birer konuurlar. Felsefeciler bunu yorup derler ki: El nasl
konuabilir? Yalnz elde bir alâmet, bir iaret hâsl olur ve bu
konuma söz yerine geçer. Meselâ bir yara veya çban çknca el:

"Scaklk veren bir ey yedim de böyle oldum." diye hâl diliyle

haber verir, konuur. Yahut el siyahlanr veya yaralanrsa: "Bana


bçak dedi; kendimi kara tencereye sürdüm" diye konuur, haber
verir. te elin veya dier organlarn konumas bu tarzda olmah.
Sünnîler: "Hââ, kat'ijyen! Bu görünen el mahsus ve ayak, dil gibi
söz söyler ve kyamet gününde, insan: "Ben çalmamtm." diye
inkâr edince, eli açk bir dille: "Evet, sen çaldn, ben de aldm." der.
O eline, ayana bakp: "Sen konumazdn, imdi nasl oldu da
konuuyorsun?" diye sorar. O da der ki: Her eyi söyleten Allah bi^ de
söyletti (Fussilet, 21) Beni, her eyi dile getiren konuturdu. O kapy
ve duvar, ta ve kesei, topra da söyletir. Herkese konuma
kuvveti balayan Yaratan beni de konuturdu. Senin dilini nasl
söyletti? Senin dilin bir et parçasdr, benim elim de öyle. Bir et

parçasndan ibaret olan dilin söz söylemesi sana göre akla uygun
geliyor ve her zaman gördüün için imkânsz görünmüyor; yoksa dil

Tanr'nn yannda bahanedir. Ona: "Konu!" diye emretüi için

konumutur. Bunun gibi her neye emretse, o ey de konuur.

Kyamet gününde âsî olan insann eli: "Sen benimle arap kadehini

tutmadn m
ve arap testisini çekmedin mi? Senin olmayan mala el
uzatmadn m, senin helâlin olmayan nâmahrem'in (yabana) elini
tutmadn m
ve ona hainlik (güveni kötüye kullanan) etmedin mi,
mazluma vurmadn m, yetime tokat atmadn m? Günahsza khç
çekmedin mi?" diye o âsîye âhidük eder. Dil der ki: "Benimle
böyle konumadn m? Bu kadar Müslümanlarn aleyhinde

709 Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Mesnevi, çev. Veled zbudak, Abdülbâkî Gölpnarl
(haz.), stanbul: MÜH Eitim Basmevi, 1991, c. 3, beyit 1442, 2447, 2452-
2462, 2464-2465, 2468, 2550-2551 2553.. ,

^'" Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Fîhi Mâ Ffb, çev. Meliha Ülker Tarkâhya, stanbul:
MÜH Eitim Basmevi, 1985, s. 168-169.
450

söylemedin mi? Müslümanlm ve dinin yolunu kesen dünyada bu


kadar eri söz söylemedin mi?" Ayak da ahitlik eder ve der ki:

"Benimle meyhaneye gitmedin mi? Ve yaplmas caiz (uygun)

olmayan ilere ve yolsuzlua doru komadn m?" Nitekim sudan,


topraktan, ateten, elden ayaktan ve batan ibaret olan bu avazlarn
(ses, seda) cinsleri, burada birlemenin, çokluun bir olmu
olduklar, sonunda ona malum olur. Dost, birbiriyle anlam
görünen parçalar, ylan gibi olurlar; hatta onu incitmekte rekabet
ederler.

-66-
Dileseydik gözlerini üzerinden silme kör yapardk da
yollara dökülürlerdi. Fakat nerden görecekler?
" Velev neâü letamesnâ alâ ayünihim fe'stebeku's-
srâta fe ennâ yübsrûn''
*
Hem dileseydik gökleri ü^rinden silme kör ediverirdik deyola dökülürlerdi.

Fakat nereden görecekler? (Elmahl Hamdi Ya^r)

Dilesek onlarn götlerini büsbütün kör ederdik. O t^aman doruyolu bulmaya


ko§u§urlar, ama nasl göreceklerdi? (Diyanet)

Eer dileseydik kâfirlerin gözlerini siler, kör ediverirdik. Yola


gelmekte yar ederlerdi. Çünkü her küfredenin gözü kör edilivermi
olsayd, bu bir sndrma olurdu, hepsi îmâna geHrdi. Fakat o
kâfirler nereden görecekler, kalp gözleri kör yani ilâhî delilleri

göremeyen o basiretsiz kâfirler, bunu böyle yapabileceimizi idrâk

etmezler.

^" Sultan Veled, Maarif, çev. Meliha Anbarcolu, Konya: Altunar Ofset, 2002,
s. 98.
''^2
Elmalb M. Hamdi Yazr, Hak Dini Kur'ân Dili, stanbul: Feza Gazetecilik,
1992, c. 6, s. 422.
EY insan
451

Onlar, beeriyet ve tabiat kesafeti (younluk, hulamkhk, karanlk)


içinde dünya ilerinden ba kaldramayan ve ruhlar, mânâ âlemine
açlm pencerelerden mahrum olanlardr. Hak, hakikat ve mânâ
âlemlerine davet edip ferahlatmak isteyenlerin nasihat ve
çarlarna aldrmaz, onlarn mûsikîsine kulak tkar ve nuruna göz
yumarlar.

Onlar Kur'ân- Kerîm'in A'râf Sûresinde tarif edilenlerdir. Ulu


Allah bu sûrenin 179. âyetinde bu^naruyor ki: "5/i^ nice cinlerle nice

insanlar Cehennem için yarattk. Onlarn kalpleri vardr, anlamaklar; gökleri

vardr, görmeler; kulaklar vardr, ijitmeî(ler; onlar dört ayakl hayvanlar gibi
hatta onlardan daha saptmalardr. Onlar gerçekten gaflette olanlardr.""

Öyledir, nice gözler vardr ki bulunduklar ve yaadklar dünyaya


yaan rahmeti görmez.

Can gözüne nefis lokmalarmn dikenleri batanlar, görme


kabiliyetinden ve göz nurundan mahrum olanlardr. Böyleler!
Allah'n marifet güllüklerini nasl görür, bu bahçelerde nasl
dolaabiHrler?'^'

Zan ve üphe içinde olanlar gerçei anlayamazlar. Onlara mânevi


terbiye ve hakikatleri görecek göz verilmemitir, inanmak için elle

tutulacak deUl ararlar. Gönül gözüyle görülebilen sesleri göremez,


duyamazlar.

Gönül gözleri görmeyenlerdir ki istidlal yolunu körün denei gibi

kullanmak zorunda kalrlar. Bu denek onlarn talara çarpp


yuvarlanmalarm önlese de bu gidi elbette önünü gören insamn
yürüyüündeki emniyet, doruluk ve hedef aydnhyla ölçülebilir

bir gidi deildir.

Körleri bilirsin. Ne topra ekebilir, ne mahsûlü biçebilir, ne de


harman yapp hasat alabilirler.Onlarn ne dünyay imâr etmeleri, ne
miUetierini bir ticaret ve iktisat anlay içinde kalkndrmalar
mümkündür.

^^^ Ken'an Rifâî, erhli Mesnevî-i erif, istanbul: Kubbealt Neriyat, 2000, s. 290.
^'"*
Ken'an Rifâî, erhli Mesnevî-i erif, stanbul: Kubbealü Neriyaû, 2000, s. 282.
^

452

Anlyorsun ki burada körler derken gönül gözleri kapal olanlar


söylüyorum. Onlar Hakk' görebilmek için istidlal (delil ile anlama)
yoluna saparak, maddî delil arayanlardr.

Ve körler, önlerini gözleriyle deil denekleriyle görerek aramzda


bedbaht bir halde dolalaryla bizler için ilâhî bir hikmete misâldirler.

Aynadaki hayalinin gözbebeinde tekrar kendini gören insan gibi

ilâhî varhm gözbebei mânâsnda ve o kymette yaratlan kâmil


insanlardr ki gözleri gördüü halde bir âmâlar kervamndan fark
olmayan insan küdelerine Allah'a giden yolu gösterirler.^^

Sen o azizleri ve velîleri beer gibi gördükçe bil ki, sana Iblis'ten
miras kalan gözlerle bakyorsun.^^^

Taklit sahipleri hakikat gözüyle göremediklerinden, cüz 'i bir vehim


ile tasdik ve itikatlarna halel gelip cemad ve nebatn tebihlerinin
hakikat olduklarna inanmaz, üpheye düerler ve âyet-i kerîme ve
hadîs-i erifleri kendi eksik akllaryla tevile (sö^^e ayn mânâ verme)
çahp, yakn yolu brakarak üphe ve zan yoluna sapp gayyaya
(cehennem kuyusu) düerler. Bu kimseler kör dil olanlardr. Bunlarn
gönül gözü kördür. Ve âsâ ile yürüyebilirler, fakat bu kimselerin
âsâs Hak yolunda zan ve üpheden ibaret olduu ve ona itimat

edip dayandklar için; dalâlet (sapknlk) ve riya (ikiyüklülük) talar


üzerine ba aa düerler, amma bir rûen-dil (aydn gönül) olan

insan- kâmile dayamrsa onun görücü gözü; o kör-dil (gönül göt^ü


kapal) olan kimseye göz mesabesinde olur. Eer âhiretin tarlas

olan dünyada aydnhk can gözü olan enbiyâ ve onun vârisleri olan

evHyâ yani, insân- kâmiller olmayayd, yalmz zahirde kalp,

bâtndan haberi olmayan câhil ve kör-dil olanlar; dalâlet (yanlij) ve


küfür gayyasnda kahp, nefis eytanlar elinde helak olurlard. Ve
bâtnlarm mâmur edip âhiret ticareti etmeye kaadir (iktidar sahibi)

olamazlard. Âhiret ticaret ve saadeti o kimsenin nasibidir ki:

'^^5
Ken'an Rifâî, erhli Mesnev-i erif, stanbul: Kubbealt Neriyat, 2000, s. 308-
309.
'^^^
Ken'an Rifâî, erhli Mesnev-i erif, stanbul: Kubbealt Neriyati, 2000, s. 586.
EY insan
453

Enbiyâ ve evliyaya itikad (balanmak) edip îman eder ve nasihatim


tutar. Amma akl ve vehime itimad edip zan ve kyaslar ile

kendilerini zamann sahibi sanan kör-düler ömürlerini hüsranla


geçirip nefsinin tabiat kuyusunda helak olurlar. Ve öldükten sonra
da kendilerini hasret ve firkat atei içinde bulurlar, ki en büjöik
azab: Bu firkat (aynhk) ve hicran ateidir. te Cenâb- Hakk bu
kör-dil olan gözsüzlere rahmet ve merhamet edip istidlal âsâs
verdi. Fakat '' kulküllü min indallah" (De ki her §ey Allah katndandr)

mucibince bî-zevâl (}'ok olmayan) olan o pâdiâh bu âsây, cenk ve


kavga için vermedi. Belki o âsây veren kerîmi bulmak ve görmek
için verdi. Kibir, isyan ve inadmzla evliya ve esfiyâya ve insân-
kâmillere ezâ ve cefâ etmek için vermedi. Bunu da bilelim ki

evliyaya ezâ ve cefâ Peygambere ve Allah'a ezâ ve cefâ gibidir.

Kör-dil olanlar, Hakîkat-i Muhammediye vârisi olan insân- kâmile


uyup, Hakk'n vuslatm istesinler ki âkbetierini saadet ve hayra
^^
çevirebilsinler.^

Hain eytan, onlarn yüreine kendi hararetieriyle eriyemiyecek


buzdan bir üphe koyar. Bu üphe onlarn vicdanlarm ve
iz'anlarm dondurur. Gözleri, ekilleri görürse de mânâlar göremez
olur. Böylelikle içlerindeki eytan, bunlar mukadder bir uçuruma
tepe taklak yuvarlar.

Böylelerinin ayaklar tahtadan olur. Aaç ayakl insanlar yerdeki


talarn, topran nabzm duyamaz olurlar. Kendi duygu ve hararet
âlemlerinden de bu talara, bu topraklara bir scaklk ve bir idrak
cereyam geçmez. Hülâsa cereyan geçirmeyici bir madde, ruhla vücut
arasndaki, hatta kâinat ve ruhla Allah arasndaki yollar keser, inam
vahim (çok tehlikeli) bir idraksizlie sürükler.'''^

''''^
Ken'an Rifâî, Mesnevi Hatralar, Kâzm Büyükaksoy (haz.), stanbul: nklâp
Kitapevi, 1968, s. 225-226.
'^'^
Ken'an Rifâî, erhli Mesnev-i erif, stanbul: Kubbealü Neriyati, 2000, s. 308.
454

-67-
Yine dileseydik onlar olduklar yerde
meshediverirdik de, ne ileri gidebilirler ne de geri
dönebilirlerdi.
^'Velev neâü lemesahnâhüm alâ mekânetihîm
femestetâ'u tnudyyen ve lâ yerciûn"
*
Yine dileseydik olduklaryerde klklarm deitirirdik de ne ileri

gidebilirlerdi, ne de geri dönebilirlerdi. (Elmalk Hamdi Yattr)

Eer dilesek olduklaryerde onlarn ekillerini deitirirdik de ne ileriye

gitmeye güçleriyeterdi ne de geri gelmeye! (Diyanet)

Mesh etmek: Suç ileyenler inana göre, hayvan ekline dönerek


çarplrlarm. Israiloullarmn bir ksm maymun ve domuz
olmular. Muhammed ümmetinde mesh denen bu çarplma
yokmu, fakat bunun yerine Müslümanlarn gönülleri insan gönlü
halinden çkarm.'''^

Mesh: eklini deitirerek çirkin bir hâle gedrme. Nûh tufan,


ruhsal tufanlardan bir örnek idi. Hasif ve Mesih de, ruhlar âleminin
hasf ve mesh'inden misâldi. Çünkü yüz bin edebsiz küstah,
Hakk'n emrine kar koydular. bâdette, taatte tembellik
gösterdiler. Bu sebepten onlarn ruhlarn mesh ettiler. Fakat bu
meshi herkes göremez. Görüleri dar ve surete bakanlar için de
sûrî (surete ait, ekille ilgili) meshi peyda ettiler. yi veya kötü olarak
suret bulmu her ne varsa hepsi bu mânâ yüzündendir. Mânâ ise

âlem-i gaybdadr. Hattâ ehl-i surete ondan bir parçack eriir.

Aaçlar, bahçeler, akar sular, mânevi cennetten bir parçadr.


Çocuklardan ve kadnlardan ibaret güzel yüzlü varlklarn hepsi o
meleklerden birer parçadr. "Dünyann ^vki a^dr" dedi. (Nîsâ, 79).

'^'^
Ferîdeddîn-i Attar, lâhinâme, çev. Abdülbâkî Gölpnarl, stanbul: Millî Eitim
Basmevi, 1985
EY insan
455

O, sonsuz âlemlerden ve zengin hazinelerden surete âinâ olanlara


az bir parça gönderdim. Çünkü onlarn hepsi surete smazd.
Denizi testiye sdrmak mümkün olamayaca gibi.
Yine biz dileseydik onlar rütbe-i insâniyyeden soyarak sîrette (iç

jü!() makâm- hayvâniyyede (hayvan makam) bulunduklar gibi,

sûrederini de deitirir cemâdâta (cans^ indiriverirdik. Yani


istediimiz ekilde meshederdik de ne ileriye, geriye ne dönmeye ve
geçmeye tâkaderi olurdu. Ve bu ifadan izâle edip tekrar

sûretierine girmeye de güçleri yetmez idi. Biz bunlarn hepsini


yapardk fakat asl cezalarn âhirete braktmz için dilemedik,

rahmetimiz sebkettiinden (ileri geçmek) mühlet verdik, uyanrlar,

akllarn balarna ahrlar, kendilerine verdiimiz niyabetin (nâiblik,

vekâlet) kymetini bilirler dedik.^^^

Cenâb- Hakkk'n haram ettii bir eye el uzatacak olursan, bu hata


kalpte bir siyah nokta olur ve gitgide yaylarak kalp simsiyah
kesilir.'''

Resulullah Efendimiz Nebe Sûresi, 18. ayeti tefsir buyurduklar


srada: "Yarn âhirette herkes bu dünyada neyin malûbu (yenilmij)

ise ve en fazla ne ile megul oluyorsa, yani o kimseye hangi huyu


galip ise, âhirette de o huyunun câb ne ise onunla har olacaktr"
buyurmulardr.'"^

Beerin hepsine âdem denir. Amma hepsi insan deil, bir ksm
hayvân- nâtk yani konuan hayvandr. nsan, insanhn yani
hakikati bulana derler. O insan suretinde olanlarn iç yüzlerini

açacak olsan, kimi domuz, kimi kurt, kimi maymun sûretindedir.

nsanln bulamayan kimseler, hayvandan da aadrlar. "

''-^
Sultan Veled, Maarif, çev. MeUha Anbarcolu, Konya: Altunan Ofset, 2002,
s. 65.
^^^ emseddin Yeil, Füyüî(ât, stanbul: Yeil Yaynlar, 1984, c. 6, s. 261.
^22 Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealü Neriyaü, 2000, s. 589.
"^23
Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealü Neriyaü, 2000, s. 569.
"^24
Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealü Neriyaü, 2000, s. 587.
456

Ruh cehennemde insan suretinde yanmaz. Çünkü Cenâb- Hakk


kendi âyetierini kendi suretini yakmaz, nsan, Rahman sureti üzre
halkolunmutur. Fâtihâ'nn yedi âyeti insann vechinde,
yüzündedir. Ancak insan, dünyada hangi hayvan sfatnda öldüyse,
cehennemde de o surette yanacaktr. Meselâ haram yiyici ve
ehvetperest (nefsine ve arzularna düjkün olan) ise domuz; müstehzi
(alaya) ve taklitçi ise maymun suretinde harolup cehennemde de
öyle ceza görecek, yanacaktr/"^

• Kavmi tarafndan ruhu incitilen Salih Peygamber, Semûd kavmine


demiti ki; "içinizin hasedine uydunuz, masum bir deveyi
öldürdünüz. Allah bunu sizden soracak ve üç gün sonra sizi büyük
bir cezaya çarpacaktr. lk gün ceza alâmetieri belirecek ve
hepinizin yüzlerinin renkleri deiecektir. Birbirinizin yüzlerini

baka renklerde göreceksiniz. Yüzleriniz önce safran gibi sar


(nefsânî hâl), ikinci gün erguvan gibi kzü (§ehvet), üçüncü gün abanoz
gibi siyah (imha, yokluk) olacaktr."

Semûd kavmi için yapacak i tükenmiti. Derin bir korku içinde ilk

günün alâmetini beklediler. Hakîkaten daha o gün birbirlerinin


yüzünü safran gibi gördüler. kinci günde renk kzüa çevrildi.

Üçüncü gün, Semûd kavmi halknn yüzleri artk siyaht.


Görünülerinde insan çehresi ve davranlarnda insan edas
kalmamt Sonra dize geldiler.

gazabn ve onun son tecellîsini bekler


Allah'n oldular. Bu ceza tam
zamannda geldi ve bir zelzele yerin altn üstüne getirdi. Diz
çökmü siyah yüzlü canllar bir anda kara topraklara gömüldü.
Çirkin yüzleri, çirkin davramlar, kara ve karanlk gönülleri, zehir
saçan dilleri, köpek dileri ve akrep yuvas baklar ve azlarn Rab
Azîz topraklaryla örttü, bütün kirlerini, bütün çirkinlik ve
kötülüklerini topraktan perdelerle saklad.

lâhî kader kaza haline gelince, bunun önüne artk hiç bir kuvvet
geçemez. Allah'a yaknl aikâr bir kimseyi tâ gönülden incitmi
olmak, tekrar onun gönlünü almak için ba vurulan çâreleri bazen

''25
Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealü Neriyat, 2000, s. 237.
EY insan
457

tesirsiz klar. Marifet böyle gönülleri incitmemekte ve sonunda


çaresiz kalmamaktadr. Sonunda srf korku ile yaplacak tövbe, kâr
etmez, ihlas gerektir.

Ey, ancak belâ zuhura geldiinde korkup ve ancak o zaman Allah'n


gazabndaki kudreti görüp diz çöken, ancak böyle hâllerde Allah'a
yalvarp ona snan kii!
Sen öyle zamanda dizlerini yere koy ki i iten geçmi olmasn! Sana
öüt veren, yol gösteren Hak velilerini zamamnda gör; onlarn güzel
sesini zamamnda duy ki korku ve kaza âm geldiinde dizlerin kat
taa çarpmasnJ"^

Sözü geçen üç günün birinci gününde Salih Peygamber'in


kavminin yüzleri sapsar, ikinci gününde kpkrmz ve üçüncü
gününde kapkara kesildi. Bu hâlde üç gün geçince onlarn ölüme
istidatlar gerçekleti, fesadn vücûdu belirdi ve bu belirmeye helak
denildi. u hâle göre o akî'lerin yüzlerinin sararmas, Allah'n "O
gün yüzler vardr ki parlaktr." âyetinde iaret buyurduu saîdlerin

yüzlerinin parlaklna mukabil dütü. Çünkü parlaklk, belirme

alâmetidir. Nasl ki sarlk birinci günde Salih (a.s.) kavminde akilik


izlerinin belirmesi oldu. Sonra onlarda beliren kzarmaya mukabil
saîdler hakknda Allah "güleç" tâbirini kulland. Çünkü gülme
yüzün kzarmasm gerektiren sebeplerdendir. u halde gülme,
saîdler için yanaklarn kzarmasdr. Daha sonra Allah, akilerin
derilerinin kzarmasna mukabil saîdler hakknda "sevinçli"

buyurdu. Sevinç ve müjde haberi, Said'lerin çehrelerinde neenin


tesirinde belirdi. Nasl ki siyahhk da akilerin yüzlerinin rengine
tesir etti. Bunun için Allah iki zümre hakknda da müjde haberi
verdi. Yani onlarn çehrelerinin rengine tesir eden bir söz söyledi.

Nitekim saîdler hakknda "Rab'lar onlara Rahmet ve Rdvan' ile

müjde verir" buyurdu. akî'ler hakknda da "Ey sevgili Resulüm,


sen onlar elemli azap ile müjdele" dedi. Bu hâle göre her zümrenin
çehresinde, onlarn nefislerinde bu sözlerle beliren ey tesirini

''26
Ken'an Rifâî, erhli Mesnevî-i erif, stanbul: Kubbealü Neriyat, 2000, s. 369-
370.
458

gösterdi. Böyle olunca onlar üzerinde ancak bâtnlarndaki


kavramlardan nefislerinde yerlemi olan eyin hükmü aikâr
olurdu. Demek ki onlarda istidatianmn gerektirdii hâlden baka
bir ey tesir etmedi. Tekvin (yaratma, var etme) de kendilerinden
oldu. Öyle ise insan için yeter deUl sabit oldu. u halde her kim bu
hikmeti anlar ve bunu kendi nefsinde tatbik ile tekvin srrm
kendinde görürse bakalaryla ilgilenmekten nefsinde rahat bulur
ve nefse gelen ha}ir ve errin }ine kendinden geldiini biHr. Burada
hayrdan maksadm kulun tabiat ve miz 'acna ve isteine uygun
olan eyler, serden kasdm da onun houna gitmeyen miz'âcna
aykr düen reydir. te bu görüe eren kimse bütün varlklarn
mazerederini takdir eder, her ne kadar onlar tarafndan bir özür
beyân edilmemi olsa bile bunu kendisi anlar ve bilir ki nefsinde
zuhura gelen her ey yine kendisinden oldu.^^^

Köle "Bu iyi kötü dünyas, gayh âlemi hâline gelsin, iyilik ve fenalk apaçk
bilinmesin diye akl, onlan gizlemitir.

Çünkü fikrin ekil ve suretleri meydana çksayd kâfir ve müzmin, yalmî^

Tann'y ^kreder, baka bir sö:^ söyleyeme^^di.

Eer iyilik ve kötülükten meydana gelen suretler gi^li olmayp da meydanda

bulunsayd küfür ve îmân apaçk meydana çkar, alndayaf^lrd.

O takdirde nasl olurdu da bu âlemde put kalr, puta tapan bulunurdu'^ Nasl
olurdu da kimsenin kimseyle alay etmeye mecali (derman) kalrd?

O vakit bu dünyam-:^ kyamet (gürültü) kesilirdi. Kyamette kim suç


ileyebiliri dedi.

Ölüm günü bu duygun kalma^ Can nurun var m ki gönlüneyâr olsun?

Meî^arda bugöt^ toprak dolar. Me^an aydnlatacak nurun var m?


Bu elin, ayan gidince cannn uçmas için kolun, kanadn var mf

"^2"
bnü'l-Arabî, Fusûsu'l-hikem, çev. Nuri Gencosman, stanbul, Krkambar
Kitapb, s. 147-148
"^28
Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Mesnevi, çev. Veled zbudak, Abdülbâkî Gölpnarh
(haz.), stanbul: Millî Eitim Basmevi, 1991, c. 2, beyit. 984-988, 940, 941,
942.
EY insan
459

• Allah'm! u görünen vücûdumuz, senin gibi görünmeyen asl


varlmza varmaktan bizi alkoymak gayretindedir. Bizim vücut

elbisemiz, mânevi urbamz {elbise) yok edip bizi senin hil'atinden

çplak brakmak istiyor.

Ayamz iyiye ve doruya gitmek isterken buna kendi eHmiz engel


olursa, bize en bü}öik kötülüü bizzat kendi nefsimiz yaparsa, senin
kurtarc yardmn olmazsa bu dalâlet devinden canmz nasl
kurtarabiliriz?

Eer kendine varacak yolu kaparsan, can ile cânân arasndaki ikilik

duvarn kaldrmazsan, senden ayr düen ruha doru yolu


göstermez, onu bir müride teslim etmezsen, bu hâl artk hicran

deil ölümdür.

Hiç bir ey yokken, bütün mevcudat yaratan sensin. Yarattklarn


da yakp yok etmeye Kadirsin. Kuma yrtmak dikmeyi bilenin,

bozmak ancak daha mükemmelini yapabilenin hakkdr.

Her hazan mevsiminde bahçeyi kzl renklerle yakar, sarartr,

soldurursun. Sonra günü gelince, soldurduun cihan bir renk ve


ahenk saltanat içinde brakrsn. ^

Biz bir nefse esir edilmileriz. Yalnz kendi nefsini düünen ve


kendi burnundan ötesini göremeyen bizleri sen, o güzel sesinle
yanna çarmazsan hepimiz kzl eytanlar gibi yerin dibinde
kalacaz.

Lutfun bizi körlükten, ruhumuzu perde arkalarn görememek


talihsizliinden kurtard. Yeryüzünde eytanlar olduunu senin
açtn gözlerle gördük. Bizi eytanlardan kurtaran yine senin
lutfundur.

Bir ruh ki seni bilmek ve sana gelmek için bir vücûda bürünmütür,
onun yegâne yol göstericisi sensin. Çünkü "Ey kuUarm, yalnz
460

benim gösterdiim yoldan baka yolda gidenleriniz hep


dalâlettesiniz; doru yolu benden isteyiniz, ben vereyim." diyensin.

Çünkü senin peygamberin bize böyle söyledi. te senden yol


istiyoruz. Asâ ve yardm istiyoruz. Bizi âsâsz, yardmsz ve gözsüz
brakr msn?''"^

-68-
Her kimin ömrünü uzatyorsak hilkatte onu
tersine çeviriyoruz. Hâlâ akllan ermiyor mu?
^*ye men nu'ammirhu nünekkishü fî'1-halk e fe lâ
ya^klûn"
*
Bununla beraber kimin ömrünü uî(atyorsak, jaratthjta onu tersine

çepiriyoru;^ Hâlâ akllanmayacaklar m?


(Elmalk Hamdi Ya^r)

Kime U'^n ömür verirsek biî^ onun gelinmesini tersine çeviriri^ Hiç
dü§ünmüyorla m? (Diyanet)
Bununla beraber her kime ki uzun ömür veriyorsak, gençlik
çanda ömrünü almayp ömrünü uzatyorsak hilkatte onu tersine
çeviriyoruz, za'f veriyoruz, ihtiyarlatyoruz, belini büküp tepetaklak

khyoruz, nihayet toprak yapyoruz. Bunlar yapan Allah,

meshetmeye, tatmîs etmeye Kadir deil mi? Niye âsâr-


kudretimizi (kudret eserlerimi:^ düünmüyorlar? Hâlâ
akllanmayacaklar m? te bunlar size gönderen muhbir-i sâdka
(H^. Muhammed) gönderilen Kitab iir deildir. Zikr içündür. Zikr
ise gafletin zddna derler. Hm ve hikmetle yakînen Allah'n
vahdaniyetini, kudretini, mülkünde, melekûtunda eriksiz, nazirsiz
(ejsi^ bem^ersi^ müstakil tasarrufunu duymaya derler. Hâlâ bu

^29 579-581.
Ken'an Rifâî, erhli Mesnerî-i erif, stanbul: Kubbealü Neriyaü, 2000, s.
"

EY insan
461

hakikatleri düünmeyecek misiniz? Bu hakikatleri iir gibi

dinliyorsunuz.

"Seksen yamdan sonra oyun olur mu, derler. Ben de sekseninden


evvel oyun olur mu derim."
Hak Teâlâ, fazbndan (fat^kt, erdem, lütuf) pirlere, sbyânn (çocuk)

haberdâr olmad arzu ve meyli ihsan eylemitir. Zira meyil ve arzu,


o fazl sebebiyle tazelik getirir. Ve sçratr ve güldürür ve mel'abe
(ojun, oyuncak) arzusunu verir. Nitekim sbyan nasl ki cihâm yeni
görüp melûl (ü-:^ün, kederli) olmam ise, bu pir (ihtiyar) dahi cihan
nev (ta^e) görür ve böylece o yeni âlemin mel'abesini arzu eder ve
eti ve kam çoalr.

"Her bir ak kl, zahir oldukça, lehvden (oyun, elence, fay das^i^) ibaret

bir merkeb, koar bir hâlde olursa, ihtiyarhn /kâr azîm (büyük,

ulu) bir ey olur. Yani, ihtiyarlk tezâyüd ettikçe (artma, çoalma)^ la'b

ve lehv (faydas^ i§) ile meguliyet artar ise, o ihtiyarlk mükil bir hâl

olur."

mdi ihtiyarhn celâleti (büyüklük, ululuk)^ celâlet-i Hak'dan efzûn


(fa^a, çok) olur. Zira celâlet-i Hakk'n bahân zuhura gelir ve
ihtiyarhk sonbahar, ona gâlib bulunur; ve sonbahara mensub olan
tab' (mejreb, huy, tabiat) kendisini brakmaz. mdi fazl- Hak
baharmn za'fdr (^yftr) ki, her bir diin dökülmesi ile bahar-
Hakk'n handesi (Hakk'n baharnn gülümsemesi) eksilir; ve her bir
kln aarmasyla fazl- Hakk'n holuu gâib olur (kaybolur); ve
sonbahara mensub olan her bir girye-i bârân (gö^a^ndan yamur) ile
bâ- hakâyik (hakikat ba) mükedder olur (kederlenir).
Adem güzellik timsâliydi, melek ona secde etmipi. Fakat A.dem, bu
güt^ellikten düzünce dedi ki: '"Eyvah, varlktan sonra yoklua düpüm.
"
Tann dedi ki: "Cürmün (kabahat, kusur) ^u; fazlayajadn.

''^o
emsettin Yeil, Füjû^âl, stanbul: Yaykck Matbaas, 1998, c. 6, s. 261
731 Mevlânâ Celâleddin Rûmi, Fîhi Mâ Fîh, çev. Ahmed Avni Konuk, Dr. Selçuk
Eraydn (haz.), stanbul: z Yaynclk, 2002, s. 123
"

462

Cebrail, onu perçeminden (saç) tutup güt^eller güreli bölüünden ve ju cennetten

çk dedi

A.dem '^yücelikten sonra bu aalk nedir?" dedi. Cebrail dedi ki: "O lütuftu,

bu da kahr (helak etme).

Adem, "Ey Cebrail" dedi, "Canla, gönülle secde etmitin. imdi nasl beni

cennetlerden sürüyorsun?"

Gü;i mevsiminde aaçlarn yapraklan nasl dökülürse benden de bir snama


yüklünden ugüî^elim elbiseler uçmakta.

Parlts aya bentkenyü^ ihtiyarlkta kertenkele srtna döner.

Panl panl parlayan o saç, o ba, ihtiyarlk çanda berbat bir hâle gelir,

tepedeki saçlar dökülür, insan kele ben^er.

O na^ ve edalarla salnan ve miî^rak gibi dümdüt^ olan boy, kocalkta

bükülür, yay gibi iki kat olur.

Mle rengindeki yü^ safrana benî^er. Aslan gibi kuvvetliyken gücü, kuvveti

kesilir. Kanlar gibi takatsiî^ bir hale gelir. Gürete hileyle bir pehlivan alp

yere ykarken imdi yol yürütmek üî(ere onu koltuklarlar, onun koluna

girerler.

Bu, ancak gam alâmetidir, pörsüme (sarkmak) niânesidir. Bunlann her biri

ölüm elçisidir.

Fakat bir adamn hekimi Tann nuru olursa ona kocalktan, hararetten bir

noksan gelme!(.

Onun geveklii, sarhoun geveklii gibidir. O geveklikte bile güçlü

kuvvetlidir. Rüstem bile ona hased eder. Ölürse kemikleri ^evke gark olur,

^rre ^rre bütün varl evk na dalar.

Fakat nuru olmayan kii, meyvas^ badr. Güt(^ onu alt üst eder.
EY insan
463

Gülü kalmat^ kara kara dikenleri kalr. Saman yn gibi sararr,

mahsulsü^ bir hale gelir.

Tannm, o ba ne kusurda bulundu da o güî^elim elbiselerden ayrld?

Kendisini gördü. Kendini görmek, öldürücü bir ehirdir ey snanan kiji,

kendine gel!

Ajkndan âlemin inledii gü-:(eli, ne suçu var ki herkes, kendinden u-:(aklapnr?

Suçu ///; Süsü, püsü eretidir. Öyle olduu hâlde bu elbiseler benimdir diye

dâvaya kalkpr.

Onu alalm dayakînen bilsin, harman bitimdir, güzellerse tanesini toplar.

Bilsin ki o süs, püs eretidir. O, varlk güneyinin bir pdr.

O gü^llik, o kudret, fat^ilet ve hüner, güllük güne§indendir, bu tarafa gelip

vurmupur.

Nuru, cams^görmeyi âdet edin de cam krlnca kör kaimayasn.

Örenilmi, bellenmi bilye kân (inanm§) olmuj, gölünü bankasnn


nuruyla aydnlatmsn.

O da, o ^ ireti (geçici olarak) aldn bilesin diye senden mumunu kapverir.

Fakat sen ükreder, çalp çabalarsan gamyeme. Sana bunun gibiyü^ercesini


verir.

ükür etmeyenden güzellik de kaybolur, hüner ve sanat da. Artk bir daha

ondan bir eser bile göreme^^^

• iblis de "Beni kyamet gününe kadar yaat. " dedi. Keke "Kabbimi':^ tövbe

ettik. " deseydi.

732 Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Mesnevi, çev. Veled zbudak, Abdülbâkî Gölpnarh
(haz.), stanbul: Millî Eitim Basmevi, 1991, c. 5, beyit. 962-985.
464

Tövbesiî^ ömür, ha§tanhaja can çekilmedir. Ha^r olan, kaçnlmayan ölüm,

Tann 'dan gafil olmaktr.

Hak 'la olunca ömür de, ölüm de ikisi de hotur. Fakat Tanrs^ âb- hayat

bile atetir.

Öyle bir tapdan dâima ömür istemesi de lanet tesiriyledir.

Tann'dan ondan bakasn istemek, görünüte istenilen eyin artmasn

istemektir, ama hakikatte onun tamamiyle eksilmesini dilemektir.

Bana daha fa^la ömür ver de daha gerisin geriye gideyim; mühletini u^t da

daha aa bir hâk geleyim demektir.

Nihayet o, lanete niane olur. Tânet isteyense kötü bir kiidir.

Bana dahafa^a ömür ver ki pislik yiyeyim, dâima bana bunu ver ki benim

yaradlm kötüdür demektir.

• Var 'Yaattkça kuvvetlerini a^altm':^' âyetini oku da gönül iste, kemie

gönül verme.

Çünkü o gönül güt^ellii, baki güzelliktir. O güzellik devleti, âb- hayata

sakidir.

ster bu cihann ak olsun, ister o cihann ak. . . Hakîkî maukta (âk


olunan kimse) suret yoktur. Hakikatte surete âksan sevgili ölünce onu niye

terkediyorsun?

Suretiyineyerinde, bu terkedi neden? Ak, iyice ara, maukun kim?

Ey kendi aklna âk olan ve kendisini surete tapanlardan üstün gören!

733 Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Mesnevi, çev. Veled zbudak, Abdülbâkî Gölpnarl
(haz.), stanbul: Millî Eitim Basmevi, 1991, c. 5, beyit. I(i9-ll?>, 715-716,
778
EY insan
465

insanlardaki güllük, altn jald^dr. Öyle olmasayd nasl olurdu da sevgilin

kart bir e§ek haline gelirdi?,

Melek gibiyken eytan'a döndü ya... Elbette, çünkü o güllük ona ariyetti

734
(geçici).

Her kime ceza vermede uzun müddet vermisek, akbeti daha elim,

vahim oluyor.

Tefekkür (derin düünme, fkretme), Efendimizin, ük amelidir.

Nitekim bütün farzlardan önce O'nun ibâdeti, Allah'm mahlûkatn


ve nimederini düünmekten ibaretti. Hatta bu durum, er'î emirler
ve ibâdetler nazil (inmek) olana kadar devam etmidr. Öyleyse siz

de Allah'n nimetlerini tefekküre iyi sarln ve tefekkürü ibret (ders)

vesilesi yapn. Çünkü ibretten yoksun bir tefekkür, ham hayal ve


vesveseden ibaretür. ibrete vesile olan tefekkür, bir öüt ve
hikmettir. Amellerinizi tefekkürden sonra salam bir esas üzerine

bina ediniz. Salih amelden sonra da ahlâknz güzel bir yolla


salamlatrmz.

Hak Teâlâ Hazretieri öyle buyuruyor: "Kime uzun ömür


veriyorsak onun yaratln ba aa tersine çeviriyoruz." Kuvvetini

azaltyoruz. Halkn kusurlarn Hakk'n tamir edeceini umarak


görmemeye çahmak suretiyle, gönlünüzü Hakk'n vuslat ipine iyice

düümleyiniz.

Gözlerinizin ve baknzn nihâî (son) snr halk görmekten ibaret


olmasn. nsanlarn içindeki idareci, orta hallilerin ve aa tabakada
bulunanlarn hepsi acz, fakr ve zavallbkta eittir. Gözlerin üzerinde
bulunan perdeler vastasyla Allah, mahlûkat farkb ekillerde
göstermektedir. Hükm-i kaza böylece icra (yerine getirmek)

olunmaktadr. Akll kii bu incelii kavrayp perdeden de


perdelenenden de geçerek kendisine asla uyku ve dalgnlk gelmeyen

^^* Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Mesnevi, çev. Veled zbudak, Abdülbâkî Gölpnarl
(haz.), stanbul: Millî Eitim Basmevi, 1991, c. 2, beyit. 715-716, 703-705,
710,712-713
^^^ Halûk Nurbaki, Yâ-Sîn Sûresi Yorumu, stanbul: Damla Yaynevi, 1999, s. 89.
466

Mukîm (gaflet halinden beri olma) ve Kadîm (e^elî, evveli olmayan) olan

Allah'a balanandr. ''Yaratmak ve emr u idare O'na mahsustur." {K^kî^


54)'''

Hangi gü^el jej vardr ki çirkin olmad, hangi tavan vardr ki yerlere
serilmedi?

Ancak Aî^î^lerin göüslerinden ta§an seslerdir ki israfil'in sûru gibi, diriltici

ve ebedîdir.

Tefekkür, kendî yokluunu ve her yerde îlâhî saltanat görerek o

azametin sonsuzluunu ve hîkmetîni düünmektir.

Tefekkür, Hakk'n azametinden ve bunca hikmet ve ibretten ders


alp, uyanarak gözünü açmak vaktin geçtiini böylece de hâlinin
neye varacan düünmektir.

Tefekkür, insanlarn her eyi kendilerinin yaptn zannederek ve


kendilerine bir kuvvet ve varlk vererek, gerek bugünkü hâllerinde

gerek yarnki hâllerinde ne kadar gülünç bir mevkie dütüklerini


düünmektir.

Tefekkür, Allah'tan gayr fail olmadn, buyruun, O'nun buyruu


olduunu, kudret ve ku\n^etin hep O'nun olduunu düünmektir.

Hâsb, kendinin yok ve âciz olduunu, ancak Allah'n vâr olduunu


düünmektir.^'^

Sadî der ki: Lokman Hekim'e, hikmeti nereden örendin? diye


sormular. Âmâdan! demi. Nasl olur? dedikleri zaman ise: Önüne
gelen çukurlara, talara, engellere çarpmamak için âsâsyla etrafm
yoklar ve tehlikelerden kurtulur, demi.

insanlar da gelecei bilmedikleri için tefekkür (düünce) âsâsyla

yapacaklar ve yapmakta olduklar ileri tefti etmeleri lâzmdr.

''"'''
Ahmed er-Rifâî, Marifet Yolu, Doç. Dr. H. Kâmil Ylmaz (haz.), stanbul:
Erkam Yaynclk, 1995, s. 58-59
^^^
Ken'an Rifâî, erhli Mesnevî-i erif stanbul: Kubbealt Neriyati, 2000, s. 298.
'^^'^
Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealt Neriyaü, 2000, s. 399.
EY insan
467

Resululllah Efendimiz de: "Tefekkür gibi ibâdet ohta:^ " buyurmuyor


mu? Pascal da öyle diyor: "Insanm insanl tefekkür iledir ve
ahlâkn esâs da tefekkürdür." Yine Efendimiz: "B/r saatlik tefekkür,
'^^
bir senelik ibâdetten efdaldir. " (daha faziletli) buyuruyor.

-69-
BZ O'na iir öretmedik; O'na yaramazda.
O, sâde bir zikir ve parlak bir Kur'ân'dr.
*'Ve mâ âllemnâhü'-i'ra ve mâ yenbaî lehû in
hüve illâ zikrun ve Kur'ânün mübîn'^
*
J3/^ O 'na jiir öretmedik; O 'najara^ma^ da. O, sadece bir öüt ve apaçk bir

Kuran 'dm (Elmahh Hamdi Ya^r)

Biîi ona (Peygamber'e) pir öretmedik. Zaten onayara§ma^ da. Onun


söyledikleri, ancak Allah'tan gelmi bir öüt ve apaçk Kur'an'dr. (Diyanet)

iir, özetleme, remiz (ibaret, sembol)., cinas (imah sö^ ve kafiye

yeridir. Baka bir ifâdeyle ona hiç bir eyi mecaz yapmadk ve
kinaye (örtülü) yoluyla öretmedik. Peygambere bir ey söyleyip

baka bir ey kasdetmediimiz gibi ona hitab da özetlemedik.


Onu kendisinden uzaklatrp, bize çekip katmzda bizimle hazr
hâle getirdiimizde, "Örettiimiz ancak hatrlatmadr" Böylece
onun iitmesi ve görmesi olduk. Sonra 'vastasyla bilgisizlik ve
olu karanlklarnda doruyu bulmanz için' onu size geri

gönderdik. Bu kez, size hitap ettii dili olduk. Sonra, onu


gördüünü hatrlatan bir hatrlatc indirdik.

™ Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealü Neriyaü, 2000, s. 480.


468

O halde Kur'ân, peygamber için bir hatrlama ve bizim katmzda


(ilâhî kat) tan olduu eyleri toplamadr. "Mübîndir o" Yani,
Peygamber en münezzeh ve en mukaddes yaknlkta müahede
ettii eyin asln bildii için bu Kur'ân kendisi için "apaçk"ür7'^°

Ibnü'l-Arabî iiri "icmal" (tafsilâtsn toplu hâlde) mânâsnda alr ve


"beyân"n yani "tafsil"in karsna oturtur. Buradan harekede ayn
kökten gelen "uur" kavram da "ilim" kavrammn karsnda yer
abr. Binâenaleyh uur anlam
kelimesinde bir tür kapalhk (ihhâm)
bulunduundan dolay da Allah: "Biz sana iiri öretmedik, bu sana
gerekmez de" (Yâ-Sîn 69) demitir. Çünkü Peygamber açklayc
(mübeyyin) ve açc (mufassal) olarak gönderilmitir. Oysa uur
kökünden gelen iir icmal yeridir, toplu ve öz anlatma, sembollerle

anlatma yeridir. Tafsil yeri yani dilin yüklenebilecei ne varsa


hepsini verme yeri deildir. Bu yüzden iir, beyâmn muhalifidir. Bu
tanmlamadan hareket eden Ibnü'l- Arabi'ye göre iir bu durumda;
sözü ksa tutma (icmal), rumuz kullanma (remî^, bilmece yapma
'^'^^

(lugâ^ ve baka mânâ kasdetme (tevriye) sanat olmu olur.

"Kur'ân'da 'y^tefekkerün', 'y^'kürûn', 'ya'klûn', 'ya'lemûn' gelir.

Tefekkür hayal kuvvetiyle ortaya çkar ki bu beerî bir sfattr. Zira

melekte hayal tabiat yokmr. uur ilimden aadadr. Zira perdenin


arkasndan anlaür. Onun için 'uarâ' denilmitir ki onlar hayalden
ahrlar. Ve Kur'ân'da "Biz ona iir öretmedik" denmitir. Yani
Kur'ân'n iir kabilinden olmas men'edilmitir. Kur'ân kalb
üzerine nazildir, hayal üzerine deil. Onu rûhu'1-emîn resulün
kalbine indirmitir. Bu yüzden 'Kur'ân iir ve resul airdir'

diyenlerin sözü reddedilmitir. iir ilmin hakikatinden deil,


hayaldendir. Eer onlar da ilim olsayd ona da Kur'ân denilirdi. iir
sfât- ilâhîyedir. Hak Âlim'dir, âir deil. Bu yüzden resul dahi âir
olmamak lâzm gelir ki o kalb ehlidir. Kalb ilim yeridir ve Hakk'n
'^'^"

zât hakikatte ilimdir,"

'^^^
Muhyiddîn bnü'l-Arabî, ¥ütuhât- Mekkiye, çev. Ekrem Demirli, stanbul:
Litera Yayncbk, 2006, c. 1, s. 151.
'''^^
Mahmut Erol I<jbç, Sûfî ve iir, stanbul: nsan Yaynlan, s. 52
7^2 smail Hakk Bursevî, Kitâbu'n Netice, c. 1, s. 362-363
EY insan
469

Biz, o Peygamber-i Hak'ka iir öretmedik, hem onun ân-


risâletine (elçilik) de lâyk deildir. Ona iir denmez. (iirde hayal
vardr, onda vahiy vardr). Resûl-i Ekremime âir denilmedii gibi
Kitabma da iir denmez. O Kitab ancak kelâm- münzeldir (gökten
indirilmi sö^. Beerin bütün ihtiyacm cami, saadetini kâfl (kefil)

Allah'n bir nasihatidir. Hak ve hakikate götürür, yaradltaki


gayeyi duyurur, zirve-i tevhide çkacak yolun esasm tâlim eder
(öretir), Kur'ân- Mübîndir (açk, âpkârf^^

Ey inkâr edenler! Siz Hz. Muhammed (s.a.sjt bazen sihirbaz,


bazen kâhin, bazen çlgn ve bazen de âir diyorsunuz. Kur'ân-
Kerîm'e kâh sihir, kâh iir, kâh iftira ve kâh esatir (uydurma hikâye)

dediiniz oluyor. Böylelikle en büyük nebinin gösterdii yoldan


habersiz ve saptmsmz, diye büyük bir hakikat bildiriliyor. Bunun
içindir ki her ruh, içindeki üpheleri yok edip Kur'ân'n âyederini
kâinata ve bütün macerasna hâkim görmelidir. Bunu, böyle
görmek isteyenlerin gönül gözleri Allah tarafndan açlr.
Görmemekte inad ve srar edenlerin ise sonlar elbet uçurumdur.^"^

Bütün sebepler Allah'n elinde kalem gibidir. Kalemi hareket


ettiren, yazy yazan Allah'tr. O istemedikçe kalem hareket etmez.
Kimi kalemde taklp kalr, kimi eli görür ve onu temââ etmenin
^''^
zevkiyle kalemi göremez.

Bir kimse perde arkasndan konutuu zaman, bazlar perdenin


konutuunu zannederler. Onun sadece örtüden ibaret olduunu
Ancak adam perdenin arkasndan çknca onun arada bir
bilmezler.

bahane olduunu anlarlar. Sebeplere taklp kalan avamdr. Tanr


746
velîleri ise sebeplerin arkasndaki asl i yapam .

bilirler

743
emseddin Yeil, Füyü^ât, stanbul: Yeil Yaynlar, 1984, c. 6, s. 262.
^"^4
Ken'an Rifâî, erhli Mesnev-i erif, stanbul: Kubbealu Neriyaü, 2000, s. 425.
Mevlânâ Celâleddin Rûmî, VîhiMâ Fîh, çev. Meliha Ülker Tankahya, stanbul:
Millî Eitim Basmevi, 1985, s. 343.
^46 Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Mâ F% çev. Meliha Ülker Tankahya, stanbul:
Millî Eitim Basmevi, 1985, s. 91.
470

iir söyleyen, sözü vezin, kâfiye ve ekil kabplar içinde söylemenin


srrna eren nice söz sanatkâr âir görülmütür ki söylemek istedii
baka, söyledii baka olmutur.

âir, çok defa ruhuna doan mânây msralara yerletirmek istemi


fakat sözünde ya bu mânâ tam olmam yahut bir baka mânâ yol

almtr. Bu bakmdan, iir, sapana konan ta gibidir. Sen bir

noktaya nian alr, sapam çekersin. Ta gider, bir baka noktay


747
vurur.

Kur'ân'm her kelime, harf ve noktasmn terkibinde (kompozisyon)


bir mucize vardr. Câhiller Kur'ân okuduunda "Allah bu kitapta
Yûsufun kssasn anlatyor." derler. Arifler okuduunda ise,

Allah'n ondaki yüce âyetierini görür ve onun harflerinin diziliinde


aklc müfessirlerin (tefsir eden) anlayamayaca srlar kefederler.
Fakat bu srra vâkf olan arifler de susmay tercih ederler.

Sapklar Kur'ân'da soteden, lâftan bajka hir§ey görmezlerse ^aplma^ ki.

Körün gönlüne, nurlarla dolu güneyin §klan gelme^ dejalmî^ hir hararet gelir.

O kâfirler Tann 'mn kitabm da bu çept knadlar.

Tann da dedi ki: "Eer bu sana kolay görünüyorsa bu çe§it kolay, basit bir

sûre söyleyiver.

Cinlerini':^, insanlarn':^, kudret ve sanat sahibi olanlarn:^ söyleyin de

ehemmiyetsizi (önemsiz^ gördüünüz^ âyetler gibi bir âyet meydana getirsinler!"

Bil ki Kur'ân'm bir zahiri (d§) var, z^âhirin de gizili ve pek kudretli bir de iç

yüz^ü var.

O bâtnn da bir bâtn, onun da üçüncü bâtn (iç) var ki onu akllar

anlayamaz^ hayran kalr.

'''^~'
Ken'an Rifâî, erhli Mesnevî-i erif, stanbul: Kubbealü Neriyaü, 2000, s. 212.
^48 Ahmed er-Rifâî, Sohbet Meclisleri, çev. Dr. Ali Can Tatl, stanbul: Erkam
Yayn, 1996, s. 65.
EY insan
471

Kur'ân'n dördüncü batnysa e^si^ ömeks/^. Tann'dan ha§ka kimse

görmemi§, kimse bilmemijtir.

Oul, sen Kur ân'in d§ jü^ne bakma, eytan da Adem'i topraktan ibaret

gördü, hakikatine eremedi.

Kur'ân'm ^âhiri insana benler. Sureti görünür, meydandadr da can gi^i

Kur'ân'n mânâsn, ancak Kur'ân'dan yahut da hevâ (nefsin yararl ve

günah olan arzulan) ve hevesini (jehvet) ateje vurmuj, Kur'ân'n huî^urunda


alçalmij, kurban olmuj, ruhu Kur'ân kesilmij olan adamdan sor! Bir ya
tamamiyle güle feda olur, gül kesilirse ister onu ya diye kokla ister gül
diyeP'

• Ruhun var oluu, vücûdun var oluundan pek çok evvel


olduuna göre, ruh tûtîsinin (papaan) teraneleri (name) de
vücûdun zuhurundan önce idi. 'E lestü bi Kabbiküm"
buyurulduu andan beridir.

imdi karmzda bütün güzelliiyle, bütün gerçekliiyle O var. O


en sevgili yâr bizimle sözdalk ediyor. Biz onunla konuuyoruz.
O'nunla iir diliyle, kafiyelerin sesiyle konuulur sanyoruz. Sevgili,

bize kafiyeyi brak diyor, benim cennette göstereceimi


vaadettiim güzelliimden bakasn düünme. Ey benim kafiyeleri

kovalayan sevgilim, sakin ol!Benim nazarmda devlet kafiyesi ve


saadet msras sensin. Benim saadetimin ve devletimin ahengi
seninle bütünlenir.

Harf nedir, kafiye ne deerde eydir ki, sen onlarn endiesi


içindesin. Onlar brak, hakikat bunlarn ötesindedir.

Bümez misin ki, ben asbnda harfsiz, sessiz ve kelimesiz söylerim.


Ben esrar söylerim, söyleyiim de böyle esrarl olur. Ey, cihamn ve

749
Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Mesnevi, çev. Veled zbudak, Abdülbâkî Gölpnarh
(haz.), stanbul: Millî Eitim Basmevi, 1991, c. 3, beyit. 4230-4231, 4237,
4242-4248
750
Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Mesnem, çev. Veled zbudak, Abdülbâkî Gölpnarh
(haz.), stanbul: Millî Eitim Basmevi, 1991, c. 5, beyit. 3128-3130
472

yaratln tek srr olan sevgili! Sana Âdem Peygamberden dahi


gizlemi olduum bir srr söyleyeyim.

H alilim brahim'e söylemediim srr, Cebrâîlim'i haberdâr


etmediim hâli Isâ'mn bile kendisinden dem vurmad gerçei
imdi ben sana söyleyeyim.

unu bil ki Cenâb- Hakk, insansz tecellî etmedi. Çünkü tecellîsi

insanla, insamn onun kendi benliinde hissedebilir hale

gelme siyledir. Eer bakmasm, eer görmesini bilirsen bütün


yarattklarma bak, bütün yarattklarmn içinde, yaratksn srr ve
sebebi olan insana bak! Onlarn her birinde benim hâllerimden bir

baka tecellî bulacaksn. Ben bir damlaya, bir denizde olmayan


kudreti; bir zerreye, bir günete görünmeyen kudreti verdim.

Ehli derd olanlar kendileri hakkn vücudunda yok olmu


gördüklerinden ancak onlarn Allah demeleri Hakk zikirdir.

Kendinden zuhur eden kelâm, zikir, fikir vesâirenin Hak'dan


zuhur ettiini ve kendisinin de sâdece bir tercüman olduunu,
dier mahluklardan ve hereyden zuhur eden sesin de Cenâb-
Hakk'tan olduunu ve bunlarn cümlesinin bir tercümandan baka
birey olmadn müahede eden, fiil, sfat ve isim tecellîsine

mazhar (^uhuryeri) olur. Sonra da Zât tecellîsine ular.

te böyle kendini unuttuu yani akh terk ettii vakit Allah'

zikreden, akl perdesini kaldrp aka kavumu olduundan


AUah'n Cemâl'inden baka her ey fânidir srrna erer. Ve bu ak
içinde zikir, zikreden ve zikrolunan kendi olur.

Erenlerin iiri tamamiyle tefsirdir (yorum), Kur'ân'n srlardr;


çünkü onlar, kendi varlklarndan yok olmulardr, Hak'ladr
varlklar; onlarn ileri-güçleri, durular Hak'tandr; nitekim
"nanann kalbi, Rahmân'n kudret parmaklarndan iki parmak

"^51
Ken'an Rifâî, erhli Mesnevî-i erif, stanbul: Kubbealü Neriyaü, 2000, s. 242-
243.
^52
Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealü Neriyaü, 2000, s. 416.
^53 Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealü Neriyaü, 2000, s. 439.
^54
Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealü Neriyaü, 2000, s. 465.
EY insan
473

arasndadr, diledii gibi çevirir" buyurulmutur. Onlar, Tanr'nn


kudret elinde âletdr ancak; akll kii, âletin hareketini, âletten
bilmez. Onlarn iirleri, âirlerin düünceyle hayallerle örüp
söyledikleri, mübalaalarla (abartma) yalan-dolan lâflardan

uydurduklar iirlere benzemez. âirlerin niyetleri, üstünlüklerini


göstermek, kendilerini belirtmek içindir; hani puta tapan gibi Putu
kendisi yontar, sonra da kendisine mâbud (put) eder.

"Yonttuunuza m tapyorsunuz?" buyurulmu-tur ya. Erenlerin


ürleriyse hrs terketmekten, nefsi yok etmekten meydana
gelmitir. Öbür âirler, onlarn iirlerini de kendi iirleri gibi

samrlar. O çeit âir, bümez ki onlarn ileri de, sözleri de


Yaratc'dandr; mahlûkun bir ilgisi yoktur, o ilerle iirlerde. Çünkü
onlarn ürleri kendilerini deil, Tanr'y gösterir. Bu iki çeit iirin
örnei udur: Yel, gül bahçesinden esip gelir, gül kokusu getirir.

Ama külhandan (hamam oca) eser-gelirse kötü bir koku iletir. Yel
birdir ama geçtii yer yüzünden kokusu bakadr. Kimde koku
almak duygusu varsa, ikisinin arasn ayrteder. "inanan zekîdir"
denmitir. Birisi sarmsak çinese, misk (gü^l kokulu madde)
çinedim dese de burunlara sarmsak kokusu gelir; ama aksine,

misk çineyen, sarmsak yedim dese bile karsndaki misk kokusu


duyar.'''

Esas olarak iir dinlemek mubahtr (helâl). Peygamber (a. s.) iir

dinlemitir. Sahabe (Peygambere sahip çkanlar) (r.a.) de hem ür


söylemi hem de dinlemitir. Nebi (Hz. Muhammed) (a.s.) "iirin

ba^ nevileri (çeit) hikmettir. Hikmet, mü'minin yitik maldr, onu nerede

bulursa oradan onu almaya en çok hak sahibi olan odur. " buyurmutur. H^.
Peygamber (a.s.) föyle der: "Arabn söylemi olduu en doru cümle jebid'in §u

beytidir: Allah hariç, her çey bâtldr. Bütün nimetler mutlaka ^âil

olacaktr.^''''

Amr b. erid, babasndan (r.a.) unu rivayet etmitir: "Resulullah

(a.s.) bir iir okumam isteyerek Ümeyye b. Ebî Sait'in iirinden bir
miktar rivayet eder misin, dedi. Bunun üzerine ona yüz beyt ür

''^^
Sultan Veled, Ibtidânâme, çev. Abdülbâkî Gölpnarb, Konya, Konya ve
Mülhakaü Eski Eserleri Sevenler Dernei, 2001, s: 52
"

474

okudum. Her bir beytin sonuna geldiim zaman: Hh, yani imdi
de öbürünü söyle diyordu. Resulullah (s.a.s.): Ümeyye, nerede ise

iirinde Müslüman olacakm, (a^iam kâfir ama jüri Müslüman)


demitir.

iirden sorulunca Resulullah (s.a.s.): "iir bir söî^ür, gü^li güî^el, çirkini
çirkindir. " bu\armulardr.

-70-
Hayat kabiliyetiolan uyandrmak ve kâfirlere de o
söz, hak olmak için.
^'Liyünzira men kâne hayyen ve yahkka'l-kavlü ale'l-
kâfîrîn''

*
(Bu), diri olan uyarmak ve kâfirlere de a^^ap söi^ünün hak olmas içindir.

(Elmall Hamdi Ya-:(ir)

Diri olanlar uyarsn ve kafirler ce^y hak etsinler diye. (Diyanet)

Resulullah (s.a.s.) Efendimiz öyle buyurdular: "Allah' yaratc bilen,

Muhammed'i peygamber olarak kabul eden, din olarak islâm' seçen kimse

îmânn tadn ald.

Bu hadîs-i erifte belirtilen hâl bir zevk iidir; Hakk'a ballktan


doar. Bu ballk da Allah' bilmektir. Bu bilgi ise marifettir.

Bu marifet bir nurdur. AUah, sevdii kulun kalbine koyar. Bundan


daha yüce, bu nurdan daha bü}^k bir ey yoktur. Çünkü marifet

nurdur. Marifetin hakîkî mânâs ise, kalbin yaratc ile hayata


ka\namas demektir.

''^^
Hucvirî, Ke^u'l-mahcûh Hakikat Bilgisi, Süleyman Uluda (haz.), stanbul:
Dergah Yaynlar, s. 550.
EY insan
475

"O kimse, ölü deil miydi'? dirilttik. " (En'âm, 1 22)

"Ona, güf^el bir hayatla can verecei':^ " (Nahl)

"Si^e bayat vermek için davet eden, A.llah 'a ve Kesülüne gidin. " (Enfâl,

Bil ki: Dünyada mevcûd olan her eyin iki ciheti (yönü) vardr.
Bakann kabiliyetine göre bir iyi taraf, bir de kötü taraf vardr.
Allah, insann bir ey yapmasn isterse o eyin iyi tarafn ona
gösterir, o da yapar. Bir eyi yapmamasn isterse, o eyin kötü

tarafn gösterir, o da yapmaz. Bundan dolay Ebû Bekir (r.a.)

Allah'n resulüne: "Dünyada senden güzel kimse yoktur ya


Resulullah!" derken Ebû Cehil: "Dünyada senden kötü kimse
yoktur ya Muhammedi" diyordu.^^^

Kur'ân bir gelin gibidir. Peçeyi açmakla, sana yüzünü göstermez. O


bahsettiin ve sana bir zevk vermeyen, bir ey kefettirmeyen
kimse (jej) senin peçeyi açmam kabul etmedi; seni aldatp, kendisini
sana çirkin gösterdi. Yani, ben o güzel deilim ve o her istedii
yüzü göstermeye kudretlidir. Fakat eer çaraf açmaz da onun
rzâsm istersen ve gidip tarlasna, ekinine su verir, uzaktan
hizmetlerde bulunur, rzâs olan eyde çabrsan, sen onun çarafm
açmadan, o sana yüzünü gösterir.

Tanr ehlini (adam) ara ki has kullarn srasna ve cennete giresin.


Ulu Tanr herkese söz söylemez. Dünya pâdiâhlar her örücü ile

konumazlar. Bir vezir ve bir naip tâyin etmilerdir. Onlar padiaha


yol gösterirler. Ulu Tanr da bir kulu seçmitir. Her kim Tanr'y
ararsa ona gitsin. te bütün nebiler bunun için gelmilerdir.
Onlardan bakas yol göstermez.^^^

^57 emseddin Yeil, Füyü^ât, stanbul: Yeil Yaynlar, 1984, c. 6, s. 264.


758 • A A A
Niyâ2Î-yi Msrî, irfan Sofralar, çev. Süleyman Ate, istanbul: Yeni Ufuklar
Neriyaü, s. 140.
^59 Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Fthi Mâ Fîh, çev. Meliha Ülker Anbarcolu,
stanbul: Mülî Eitim Basmevi, 1985, s. 349
476

çinde bulunduu, doldurduu eyi diri klmas ruhun


özelliklerindendir. Çünkü ruhlar, Rab isminin zuhur ettii yerlerdir.

Hak Teâlâ ruh ile eyay terbiye eder. Hayat, varolu gerei o

eylere gerekli bir sfattr. Ve varolua ilikin tüm sfatiarn asldr.


Onun için Hayy ismi yedi ismin önderi klnmür. Çünkü ilim,

irâde ve dier ilâhî isimlerin varbklar ancak Hayat'tan sonra

tasarlanabilir. Her bir eyin özelliine göre Rabbndan kendisine


tam bir ruhu ve kendisine uygun bir hayat vardr. Böylelikle o
ey de ilim, irâde, kudret ve bunun gibi öncelikle hayatin olmasn
gerektirip de hayata uymu sfatiarla zahir olur. Fakat tabiî ki

miz'âcnn elverdii ölçüde. Meselâ insan gibi miz'âc lmh bir

olgunlua eriyorsa, özelliklerinin tümü ya da bir çou ile, zahir

olma yetisine (meleke) sahiptir. Eer miz'âc lmllktan uzaksa, diri

olu nitelii onda gereklilikleriyle birlikte gizli kalr. Nitekim cansz


denen nesnelerde ve bitkilerde olduu gibi.

Can nedir? hayrdan, perden haberdâr olan, lütuf ve ihsana (baij) sevinen,

^rardan yerinip (ütülmek) alayan jej.

Madem ki cann sim, mâhiyeti (nitelik), insana hayn, jerri haber vermede. u
hâlde hakikatten kimin daha î^âde haberi varsa o, daha canldr.

Ruhun tesiri, bilgi ve anlayijtr. Kimde bu bilgi ve anlayp daha fa^aysa o,

daha ^âde tanrlktr.

Fakat bu tabiat âleminin ötesinde öyle haberler, öyle bilgiler vardr ki bu

canlar, o meydanda cans^ bir hâle gelirler.

Bunlardan haberdâr olmayan can, Tann tapsna ma^har oldu. Canlarn

cânysa Tann'ya ma^ar oldu.

Melekler de tamamyla akldan, candan ibarettiler. Fakat yeni bir can geldi.

Ademyaratld m onun karcsnda beden haline geldiler.

^^°
smail Rusûhî Ankaravî, Nak§ el-Füsus erhi, lhan Kuduer (haz.), stanbul:
Ribat Yaynlar, s. 107.
EY insan
477

Kutluluktan o cam gördüler, ten gibi o ruha hi^etçi kesildiler.

eytana gelince, canla ha§la ondan ha§ çekti, canla birlenmedi, çünkü ölü bir

uzuvdu.

Can olmad için Adem'e feda olmad. Knk bir eldi, cana itaat etmedi.

Fakat o u^uv knldysa cana bir noksan gelmediya. Cann elindedir bu, onu

yineyaratabilir.

S ölüdeki birlik daimayol vurur. Kâfirle mü'minin birlii, ten bakmndandr.

Bedenler, allan kapal testilere benzerler. Her testide ne var? Sen ona bak.

O beden testisi âb- bayatla (gerçek a§k) doludur, bu beden testisi ölüm

tabiriyle.

içindekine bakarsak padiahsn, dpna bakarsanyolunu alttn gitti.

Sö^ bil ki §u bedene ben^r, mânâs da içindeki candr.

Baj gö^ü, dâima bedeni görür, can gö^üyse hünerli can.

Mesnev'nin sö^erindeki suret, surete kaplan aî^dnr, yolunu kaybettirir.

Mânâya bakan kipye ise sö^leryol gösterir, doruyolu buldurur.

Tann da "Bu Kur'ân, gönül yü^nden ballarna doru yolu gösterir,

babalarnn dayolunu a^nr" buyurmutur. (Bakara, 26)

Bir ceylânla bir kurt evlenmiler ve bir çocuklar olmu. Müftüye:


"Bunu kurt mu sayalm, yoksa ceylân m? Onu kurt olarak kabul

etsek, eti haram ve murdar olur, ceylân desek helâl olur. Bunu
hangisinden sayalm ve adn ne koyalm? Tereddütte kaldk" diye
sordular. Maharetli (hünerli) müftü, öyle fetva verdi." bunun

^'''
Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Mesnevi, çev. Veled zbudak, Abdülbâkî Gölpnarl
(haz.), stanbul: Millî Eitim Basmevi, 1991,c. 6, beyit. 148-157
762 Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Mesnevi, çev. Veled zbudak, Abdülbâkî Gölpnarl
(haz.), stanbuk Millî Eitim Basmevi, 1991, c. 6, beyit. 649-656
478

hükmü mutlak deil, mufassaldr Bu yavrunun önüne bir


(tafsilâtl).

demet ot ve biraz kemik koyunuz. Eer kemie meylederse kurttur


ve eti haram olur. Yok eer ota meylederse ceylândr ve onun eti

ceylân eti gibi helâldir." Bunun gibi Ulu Tanr, o dünya)^, dünya ile,

yeri, gök ile kartrd, birletirdi. Biz, bu her ikisinin çocuklaryz.


Eer ilme meyleder ve kuvvetimiz ilim ve hikmet olursa göksel ve
helâl oluruz. Eer yemee, uykuya ve cihamn nimetierine,

giyeceklerine meylederse hayvani ve yere âit oluruz. Makammz


'alâ-y illîyin (en yüksek makam) deil, cehennemin dibi olur.''''^

Resûl-i Zîân Efendimiz: "Allah Teâlâ için nur ile zulmetten (karanlk)

yetmi hin hicah (perde) vardr. " buyurmulardr. Nâib-i Hak, nur ile

zulmetten yetmi bin hicabla muhtecâb (perdeli) olur. Alemin


vücûdu kendi nefsine hicabdr, Hakk' idrâk edemez. te Melek de
âlemden bir cüz olduundan dolay kendi nefsiyle perdelenmi
olup, cem'iyyet-i Adem'i müahede edemediler. Hulâsa (öî^etleyecek

olursak), âlem Hakk' idrâk edemez, Hak kendi nefsini idrâk ettii
gibi... Neden? Alemin kendi nefsi kendi nefsine hicâb

olduundan... Âdem, cem'iyyet-i lâhîyye (ilâhî topluluk) ile müerref


(ereflenmek) olup, yed-eyn-i mübâreketeyn (iki mübarek el) ile

mahlûk olmumr. Hakk'n "Cemâl" ve "Celâl" sfatlar ile tahmîr


(yorulma) edilmitir.

Sûret-i ilâhîyye (Hakk'n sureti) ve sûret-i kevniyyeyi (yaratlan suret,

kâinata ait suret) cem' etmitir. Iblis'e gelince o, âlemden bir cüz'dür;

ite o âlemden cüz olan Iblis'e Cenâb- Hakk: "Benim iki elimle halk

ettiim fey'e secde etmeklikten seni ne ^6'//' 6'///.<^" buyurmutur.

Adem ile blis'in her birinin ne'eti (kaynak) birbirine zttr. Zîrâ

ne'et-i insâniyyede (insann olu§u ile alâkal, insana ait sfatlar) cüz 'i

azam (en büyük ksm): Su ile topraktr. Bunlar kuvva (kuvvet) ve

hassalar (nitelik) itibariyle: Kabul, itaat, inkyâd (boyun eme), îman,

sebat (a^m), vekar (ar bahhk), sekînet (sükunet), huu, hudû

''^^
Sultan Veled, Maarif, çev. Meliha Anbarcolu, Konya: Altunar Ofset, 2002,
s. 104-105.
EY insan
479

(tevaf^u), ubudiyet (kulluk), tezellül (îlikte katlanmak, alçalmak), ilim,

hilm (yumuaklk), lej^n (mülayim) gibi sfatlar dourur.

Ne'et-i Ibüs'e (Iblis'in yaradhji) gelince, onda cüz'-i âzam (en büyük
ksm) atetir, o da: Istilâ (üstün çkma), istikbar (kendini büyük görme),
kibir ve hile, tasallut (musallat olma) ve ceberut (çokfa^la kibir), küfür
ve inkâr, hkd (kin tutma) ve hased gibi sfatlar iktizâ eder (lâ^m
gelme). bHs, ite onun için secde etmemitir, zîrâ secde Arz 'in
sfatdr. Evet, Iblis'in secde ile memur olmas imtihan içindi,

imtihan oldu, ekâveti (bedbahtlk) meydana çkt. Hulâsa, eczâ-i


âlemden (âlemin cü^eri, parçalan) hiç bir cüz için, "Nâib-i Hak"
(Hakk'n peygamberi) olmaklk sahih (gerçek) deüdir. Yalnz Hazret-i
nsan, Hakk'n sureti üe âlemin suretini cami (cem eden, toplayan)

olduundan dolay "Nâib-i Hak" olmak hakk, kendisine Hak


tarafndan verildi. Evet, insân- kâmilin batm, Hakk'n sureti

üzeredir. "Cenâb- Hakk, kulun sem'i (i§itme) ve basar (görme)

olurum, dedi, ayn ve üzn'ü, yani gözü ve kula olurum demedi.


Çünkü AUah Teâlâ Semî' ve Basîr'dir, göz üe kulak ise abd'in (kulun)
cüz-i zahiridir, (görünen parçaf" Bu hadîs-i kudsî üe, sûret-i zahire (d^

yü^ üe sûret-i bâtnamn (iç yü:^ beyni (ara) ne kadar güzel tefrik

(ayrma, ayrdetme) edümitir.^^"^

''^'^
emseddin Yeil, eyh-i Ekber Muhyiddin-i Arabi Hakikati Nasl Anlatyor,
stanbul: Yaylack Matbaaclk, 1997, s. 59-60.
480

-71-
Ellerimizin ileyip yaptklarndan bir takm en'am
(yumuak hayvan) yaratmz onlar için. Onlara
mâlik bulunuyorlar, görmediler mi?
''E ve lem yerav ennâ halâknâ lehüm min mâ amile t
eydînâ en'âmen fehüm lehâ mâlikûn"
*
unu da görmediler mi: Bi^ onlar için kudretimi^n meydana getirdiklerinden
bir takm hayvanlar/ en'âmlaryaratmiji^l da onlara sahip bulunuyorlar.

(Elmalk Hamdi Ya^r)

Görmüyorlar m ki, bi^ kudretimi^n eseri olmak için birçok hayvanyarattk.


Bu sayede onlar bunlara sahip olmulardr.

(Diyanet)

-12-
Ve onlar kendilerine zebûn etmiiz de,
hem onlardan binitleri var, hem onlardan yiyorlar.
"Ve zellelnâhâ lehüm feminhâ rakûbühüm ve
minhâ ye 'külün ''
*
Onlan kendilerinin biletine vermip^ de hem onlardan binekleri var, hem
onlardan yiyip içiyorlar. (Elmalk Hamdi Yaî^r)

Bu hayvanin onlarn emrine verdik. Onlarn bahsim binek olarak


kullanrlar, bahsim besin olarakyerler. (Diyanet)
EY insan
481

-73-
Onlarda daha nice faydal içecekler vardr.
ükretmezler mi?
^^Ve lehüm fîhâ menâûu ve meâribü efelâ yekürûn"

*
Onlarda daha nice menfaatleri ve türlü içecekleri de var. Hâlâ
ükretmeyecekler mi? (Elmalk Hamdi Yaî^r)

Bu hayvanlarda onlar için nice faydalar ve içilecek sütler vardr. Hâla


ükretmediler mi? (Diyanet)

En'am, yumuak, munis hayvan anlamnda tercüme edilmitir.


En'am, kelime mânâs olarak yumuak demektir.

Koyun çounlukla scak iklimde yaamaktadr. Bu yüzden kutupta


yaayan hayvanlara mahsus kU deriye kesinlikle muhtaç deildir.
Nitekim onun kuanda yaayan hayvanlarn tümünde kdl deriler

vardr (inek vs.). Koyun ise, Afrika'da yaasa bile, bu zengin tüyü
tar ve bu yün srf insanlar için bu hayvanlara monte edilmitir.

Yünün taklidini yapmak mümkün olmamtr. Yün lifleri

elektronlar vücuttan da att halde, tüm sentetik kumalar


elektronu toplayp depo etmektedir. Tüm tabiî lifler taklid edildii
halde yün taklid edilemez.

Koyunun eti de kendi ihtiyâcmn ötesinde ya ve protein tar.


Koyunun sütü de ihtiyâcndan fazladr.

Asl koyunun srr bereket hikmetindedir. Ylda bir kez dourur,


durmadan yenir, buna ramen says artar.

Tüm dünya beslenme âlimleri etli beslenmede insanda vahet


eyleminin artün belirtmektedir. Böyle iken bunun istisnas en'am
diye dile getirilen koyun etidir. Koyun etinin vahet eylemini
482

arttrmamasnn hikmetini çözmek mümkün deildir. Zira bu


manevî bir andr ve koyun tasavvufta teslimiyetin temsilcisi olarak
bilinir.

Koyunun derisinden, yününden, kamndan, hormon yapan


bezlerinden, Rahimdeki einden, barsaklarmdan ameliyat iplii

yaplmasma, dksndan gübreye kadar istifâdelerimizi sayn.

Kanser için çok önemli olan B lenfosit ve T lenfosit deneyleri de


koyun kan hücreleriyle yaplmaktadr.

üphesiz en'am smf munis (insandan kaçmayan) canllar nimetinin

banda koyun geldii gibi, at ve ineklerin de bu grupta mütalaas


(tetkik, düjünme) yanl olmaz.

Âyetin "içecekler var" bölümü, açkça süt ve süt ürünlerini

kasdetmektedir. Süt tertibindeki bir gdann emsalsiz terkibini ve

insan salna getirdii nimederin azametini fark etmemek


mümkün deildir.

Günlük gdalarmz içinde süt, yourt, peynir vazgeçilmez bir yer

tutmaktadr. Yaplan incelemeler göstermektedir ki yourt


mikroplar yourdu hazrlarken olay öyle geliir: Önce bakteriler

kendilerinin üremesi için gerekli fosfor bileik ve Riboz ve


aminoasitlerini sütten ilemeye balar. Bu onun doal
fonksiyonudur. Fakat bir süre sonra kendi ihtiyacnn binlerce kat
enzim ve vitamin yapmaya balar. Dorudan doruya karacierin
imâl ettii bir sürü harika kimyasal maddeler imâl eder. Sanki bir
biyoloji fabrikasnn içileri gibi, Allah'n emrinde insanlara paha
biçilmez bir besin hazrlar.

Bu asl faaliyeti kendi ihtiyac için o kadar tezattr ki, bir süre sonra

kendi üremesi durur. Yani yourt bakterisi, kendi neslinin aleyhine


olmasna ramen insanlara hizmete devam eder.

Vücut, nefistir. Nefis ikilik illetinin kayna olan vücuttur.

"^65
Halûk Nurbaki, Yâ-Sîn Sûresi Yommu, stanbul: Damla Yaynevi, 1999, s. 91-

95.
EY insan
483

Bâtn mânâsnda hayvanlar, nefsânî kuvvetlere ve eytanî hatralara

iaret eder. Bineklerde görülen alâmetler birer âyettir. O


bineklerin süvarilerinden bazlar o alâmetierde hakkyla tutunurlar,

bazlar da çöllerde yol alrlar. Yani birksm basiret (kalp göf^ü ile

görme) ve uhud Qahit olma) ehli, bir ksm da kyas (mukayese) ve


istidlal (delil getirme) ehlidir.^''^

Nitekim smail Ankaravî erhinde bu kssann enfusi mânâs u


mealde verilir; denilir ki: "Herkes kendi vücûdu ülkesinin

pâdiâhdr. Süleyman da öyledir. Yani Süleyman, hakikatte ruhu


temsil eder. Ruh, d ve iç kuvvetiere hükmetmek üzere kalp
tahtna geçip oturunca sanki bu maddî ve manevî kuvvetlerin
temsilcileri birer birer karsna dikilir. Ona hizmet arz eder. Her
biri kendi hüner, marifet ve bilgilerini göstermeye çalr."^''^

Süleyman Peygamberin kulara, kurtiara, cinlere, karncalara söz

geçirii onun elindeki mühürle olmutu. Bu mühür aslnda ilim

mührüdür, hakikati bilmenin tlsmdr. nsan, dalara, denizlere ve


semâda uçanlara hâkim klan kudret onun ilminde ve irfânndadr
(ilâhî hirfey^ alarak kâinatn srlarm bilme kudreti). nsan insan yapan
fazilet de ilimdir.^^°

Hakk'n mâsivâs olan eylerin hepsi hayvan hükmündedir. Çünkü


canldr. Kendi nefsiyle hareket eden bir ey de yoktur. Ancak
nefsinden baka bir tesirle hareket eder. u halde hareket eden her
mahlûk doru yol üzerinde olan eyin hüküm ve icâbna uygun
olarak hareket eder. Çünkü srat (yol) üzerinde yürünmekle yol
ismini alr.^^^

766 Ken'an Rifâî, erhli Mesnevî-i erif, istanbul: Kubbealü Neriyaü, 2000, s. 52.
''''^
Ken'an Rifâî, erhli Mesnevî-i erif, stanbul: Kubbealü Neriyaü, 2000, s. 136.
Muhyiddîn bnü'l-Arabî, Fusûsu'l-hikem, çev. M. Nuri Gençosman, stanbul:
stanbul Kitapevi, 1981, s. 91.
^''^
Ken'an Rifâî, erhli Mesnevt-i erif stanbul: Kubbealü Neriyaü, 2000, s. 166.
^^° Ken'an Rifâî, erhli Mesnevî-i erif stanbul: Kubbealü Neriyaü, 2000, s. 141.
'''''^
bnü'l-Arabî, Füsüsu'l-Hikem, çev. Nuri Gençosman, stanbul Kitabevi, s. 128
484

• Hepiniîi çobansnz ve koyunlann^dan mes'ulsünü^ (Hadis)

buyuruluyor. Vücuttaki nefsânî ve tabiî kuvvetler birer koyun

gibidir. Onlara bakamaz ve onlardan lâzm gelen fayday temin


edemezseniz, iyilik ve kötülüünden mes'ulsünüz, demektirJ^"^

• Kemâl Nefis Sayesinde Bulunur.

Neden jekvd (ikâyet) bu nefsinden reva (yaklmak) m bilmemek kymet


Hudd-j Zü'l-Celâl'dendir sana o pek büyük nimet

Refikindir (ej, arkada) sakn hor görme onu ho§ça kullan sen

Bilen nefsin bilir Hakk ', nedir hem le^t-i vahdet (birliin k'^^ti)

Nefis olmat^sa mümkün müyetinmek bâb- maksûda (kastolunan)

Ömür âhir (son) olunca o sana çektirmedi hiç hasret

Bilip kadrin (deer) onu ilm-i edebden biç ayrma sen

ikâyet etmesin senden nasl mümkünse et hi^met.

Fakat bu söylerim terbiyeden sonra olur makbul (kabul olunmuj, ho§

karlanan)

Olur insan, eden slaha nefsin Ken'an'a himmet (yardmf^^

• Sen bir ekle girmezsen, ekilsizlik alemindeki fazileti hicrana

dümesen vuslat alemindeki hazz nasl büir hattâ nasl akl


edebilirdin?

Ey, ruhun bir bedene girmesinde fayda yoktur diyen kimse! Eer
sözün faydas yoksa sus, konuma. Bu mânây anla, itiraz brak ve
ükret.

^''2
Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealû Neriyaü, 2000, s. 607.
'''''^
Ken'an Rifâî, lâhiyat- Ken'an, Yusuf Ömürlü ve Dinçer Dalkhç (haz.),

stanbul: Kubbealû Neriyaü, 1988, s. 68.


EY insan
485

Duygunun, düüncenin ve mânânn bir harfler dizisi içine ksaca bir

kelimeyle girerek gelmesindeki zevki ve fazileti düün. Sonra


bununla ölçülemeyecek kadar büyük bir hâdise olan ruhun bir
vücûda girerek orada zevk, evk, ekil ve mânâ kazanmasndaki
fazilete akl koy! Ruhun her vücutta bir baka tecellî gösteriindeki
sonsuz incelie dikkat et ve artk gerisini sorma! Kendini ükran
secdelerinin zevkine brak,

Allah'a ükret. Sana kendisini bilmek ve sevmek için imkân verdi


diye sevin! ükretmek vicdan sahiplerinin en büyük ibâdetidir.

ükür bir vazife bir vicdan borcudur.

Ey efendi! Bil ki her ruh, hayvanlk mertebesinde iken beeriyetin


malûbudur (yenilmek). Beeriyet de evliya derecesini bulmu
olanlara kar o ölçüde malupdur. insan hayvan üzerine ne kadar
sahip ve amirse (emredici), bir veli de henüz beer derecesinde
bulunan bir ruh üzerinde o ölçüde tasarruf (kullanan) sahibidir.

Bu yüzden Allah velîlerine çok dikkatli bak! Onlarn karsnda


cisim ve ekil olmaktan kurtul, ruh ol! Göreceksin ki onlarn bir

tanesi hakikatte yüz bin ruhun önünde yol göstermektedir. Yine


göreceksin ki bütün ruhlar, zamâmn kutbu olan o aziz ruhun
tasarrufu ve hükmü altndadr.^^^

• nsan, tamâmiyle kendi nefsinden, benliinden uzaklat vakit

onda hâkim olan Hak'tr. ster üç, ister bir saat olsun, ister on
dakika, ister bir dakika olsun, bu hal hâsl (meydana gelmek) oldu mu,
o esnada ondan, Hak tecellî eyler, kâim olur (dâim olmak) ve bütün
âlem ona tâbi olur. Çünkü nefsi aradan çkm, kendilii kalmam,

yalnz Hak kalmtr. Meselâ o srada denizi yürüyerek geçmek


istese geçebilir. Gayb ricalini (gö^e görülmeyen büyük mevkilerde

bulunanlar) görmek istese, hepsi gözüne aikâr (aça çkarmak) olur.


Hâsl bütün âlem kendisine boyun eer. Nasl ki Mecnûnun
bana kular yuva yapar, bütün ormandaki hayvanlar, arslanlar.

'^^"^
Ken'an Rifâî, erhli Mesnevî-i erif, stanbul: Kubbealü Neriyaû, 2000, s. 211.
'^'^^
Ken'an Rifâî, erhli Mesnevî-i erif, stanbul: Kubbealü Neriyaû, 2000, s. 362.
486

kaplanlar etrafna toplanr, onunla ünsiyet (dostluk) eder, arkadalk


ederlerdi. Zîra onda beeriyet kokusu kalmam, varl silinmiti7^^

O münkirler (inkâr eden), mürikler (§irk kokanlar), nimetlerimize


nankörlük edenler unu da görmüyorlar m? Hiç kimsenin sun'u
(tesir) olmakszn mahzâ (^aln^ kudret ü hikmet-i cûdumuzla
(cömertlik) \ylz2X kendi ellerimizin yaptklarndan cins cins, nev nev
(çe§it)y snf smf yumuak (ehil) ha^^anlar yarattk, onlara müsahhar
(boyun emek) kldk. Onlar onlara mâlik oldular, istedikleri gibi

tasarruf ettiler. (Düünmüyorlar m ki kendilerinden çok kuvvetli olan


mahlûkat onlara müsahhar klmasaydk onlara nasl mâlik olabilirlerdi?

Nasl tasarruf edebilirlerdi?) O ha)^anlar onlara zebun (güçsü-:^ ettik,

kemâl-i ku\^et ve kudretleri ile beraber müsahhar kldk. Bir


ksmmn etini yerler, bir ksmna binerler. Bununla beraber bu
ha\^anlardan daha bir çok menfaat görürler. Yünlerinden,
derilerinden istifâde ederler, sütlerinden içeceklerini içerler ve daha
bir çok eyler yaparlar. Bunlarn hepsi insanlar için çalt halde
bu kadar nimetlere kar hâlâ ükretmiyecekler mi?^^'^

Nefs-i natka (konulma suretiyle f^uhur eden kabiliyet) ahlâkm ayrtrp


güzel huylaryla amel etme ve çirkin huylarn bir kenara atmak,
insamn nefs-i nâtkasm eitmesiyle mümkün olur. Çünkü, nefs-i

natka hakikat ilimleriyle eitilip uyandrldnda ereflenir, çirkin

âdedere tenezzül etmez, çirkinliklerle kirlenmeyi kendisine

yaktrmaz. Bu durumda da srasyla kiinin çirkin olan âdederden


kaçnmas kolaylar. Baskn karakteri, güzel ahlâk yelemek,
onunla ahlâklanmak olur. Buraya kadar anlattklarmzdan
anlalyor ki; nefsi terbiye etmenin, çevrenin honut olduu
övgüye deer ahlâklara sahip olmasnn, güzel ahlâk ahkanlk
haline getirmek için ilenmesinin, ahlâkn güzel olamna uymamn,
yerilmi ve çirkin huylardan kaçnmann, ehvet ve gazap güçlerine

boyun edirmenin, onlar ezmenin yolu; Nefs-i Nâtka'y slah edip

"<^ Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbeala Neriyaü, 2000, s. 194-195.


''''''
emseddin Yeil, Füyûtât, stanbul: Yeil Yaynlar, 1984, c. 6, s. 264.
EY insan
487

güçlendirmek, onu faziletlerle, edeple ve güzelliklerle bezemektir.


Siyâsetin arac ve riyazetin binei budur.'^*^

Bir ok kendini uzaa frlatan, gönül de kendisine sr veren o ezel


sevgilisini görmezse, ksaca ilâhi srlar söyleyen ve
anlayann
kendinde olduunu his ve idrak etmezse, bu, bindii ve üzerinde
bulunduu at baka yerlerde arayan gâfl süvariye benzemek olur.

Kii, Hakk'a varma yolunda böyle bir rüzgâr yürü^nilü ata binmi,
ona bindirilmitir. Gaflet, bindii attan haberli olmamakür. Burada
attan murat, Hakk'dan gafil olan kimsenin akl ve ruhudur.
Bir aklla
bir ruha bindirildii halde, akldan da ruhtan da habersiz olmak, bu
aü bo yere koturmak ve koturduu at baka yerlerde, hem de
hiddetle ve gafletle aramaktr; o kadar ki at, altnda olduu halde
onu uraya buraya koturup her yerde "Benim atimi kim çald?"
diye baran ad gibi, insan bu akl ve ruh atindan gafil olabilir.^^^

Serke (inatç, itaatsi^ bir ati riyazet (dünya lezzetlerinden saknma) ye


idmanlarla (altrma) hayvaniyet sfatindan çkarp Ademiyet
sfaüna sokarlar, onu ehlîleürir ve terbiye ederler. Böylece atin
vasflarn deitirirler. Bu terbiyenin neticesinde at, kamçy yerden
ahr ve sahibine verir, aya ile küreyi ve topu yuvarlar ve bunun
gibi daha pek çok iler yapar. Arap olmayan aklsz küçük bir sabiyi
(küçük erkek çocuu) riyazet ve temrinle (altrma) Arapça
konuur
hâle getirirler. Böylece onun tabi konuma tarzm ve dilini
deitirirler. Vahi bir papaam riyâzade o dereceye getiririer ki,

braktiklar zaman gider, çardklarnda gelir. Bal olma meakkati


(zorluk), onun için hür ve sabverilmi olma halinden daha çok arzu
ediHr bir duruma geHr. Babo gezen pis bir köpei mücâhede
(gayret) ile öyle bir dereceye ulatirriar ki, artik o köpein avlad
hayvan helâl hale gelir. Riyazet ve mücâhede görmemi bir köpein

^^« Muhyiddln bnü'l-Arabî, Mekârimu'l Ahlâk, ter. Vahdettin nce, stanbul-


Kitsan Yaynclk, s. 99-100.
^'^ Kenan Rifâî, erhli Mesnevî-i erif, stanbul: Kubbealu Neriyaü,
2000, s. 155.
tuttuu av, insan için helâl olmaz. Bütün zahirî hükümlerin medar
(öî^ü) ve esâs mücâhededir.

• Süt tasavvufta ilim, marifet ve irfana sahip olmak demektir. Süt


nehri srlar ilmidir.

Süt rma ile iliii bulunan kii burada ilim, marifet ve irfana sahip

olur.^^^

Süt rma, hem kendi ruhunu hem de baka ruhlar besleyecek


faydal bir ilmi sembolize eder.

bnü'l-Arabî hayvan ve hayvaniyet mertebesi terimiyle bilinen


ehvet özelliini kastetmez; kelimenin türetildii kaynak olan hayat

özelliine gönderme yapar. bnü'l-Arabî hayvardk mertebesinin ve


onun arü olan ilmin insan mertebesinden daha üstün olduunu
açklar.

drîs mutiak bir hayvan olur. Böylece insan ve cinlerin dndaki her

ey kendisine açlr. Bu durumda kendi hayvaniyetiyle tahakkuk


(gerçeklii anlaplma) etmi olduunu örenir. Bunun iki belirtisi
vardr: Birincisi bu keiftir. Böylece drîs, kabrinde azab göreni veya
nimetieneni görür. Ölüyü diri, susan konuan, ayaktakini yürüyen
olarak görür. kincisi ise susmak anlamndaki haresdr (dilsiî^lik).

Öyle ki, gördüü eyi anlatmaya kalksa, bunu beceremez. te bu


durumda kii hayvaniyet (mutlak edilgenlik mertebesine ular.

Bu makamn (Kutup) sahibinin nikâh. Cennet ehlinin nikâh gibi salt

ehvet amaçhdr ve salt ehevî amaç tayan hayvanlarn nikâhnn


yerini ahr. Kukusuz insanlar bu deerden habersiz kalmlar ve onu
hayvan ehvet saymlar, nefislerini ondan uzak tutmular, yine de
onu en deerli isimle isimlendirmilerdir. Bu deerli isim onlarn

780 Hucvirî, Ke^u'l-Mahcûb Hakikat Bilgisi, Süleyman Uluda (haz.), stanbul:


Dergâh Yaynlan, s. 315.
Suad El-Hakîm, bnü'l-Arabî Sözlüü, çev. Ekrem Demirli, stanbul: Kabalc
''^'

Yaynevi, 2005, s. 578.


782 Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul, Kubbealü Neriyat, 2000, s. 420

^^^
Niyâzî-yi Msrî, rfan Sofralar, çev. Süleyman Ate, stanbul: Yeni Ufuklar
Neriyat, s. 55.
EY insan
489

hayvan, yani hayvann özelliklerinden birisi deyileridir. Hayattan


(hayvan kelimesi hayat kelimesinden türemipir) daha deerli bir ey
olabilir mi? Bu yüzden insanlarn onlar baknda çirkin diye
inandklar ey övgünün kendisidir.

Hayvanlara gelince: Bizim onlardan baz pirlerimiz (ha^ olan kimse)

vardr. timat ettiim eyhlerden birisi adardr, çünkü atn ibâdeti


pek gariptir. Ayrca ahin, köpek, kaplan, kannca vb. hayvanlar da
vardr. Onlarn ibâdetierini kendi yapüklar gibi beceremedim.
Bütün yapabildiim belirli bir vakitte o ibâdeti yerine
getirebilmemdir. Halbuki onlar sürekli bu ibâdeti yerine getirirler.
Bununla birlikte onlar her an benim onlarn efendisi olduuma da
''^^
inamrlar, beni knarlar ve eletirirler.

-74-
Onlar Allah'tan baka mâbudlar edindiler, gûyâ
yardm olunacaklar.
''Ve't-tehazû miti dûnPl-lâhi âliheten leallehüm
yünsarûn"
*
Onlar Allah'tan ba§ka bir takm ilâhlar edindiler, gûyâjardm olunacaklar.

(Elmalk Hamdi Ya^r)

Onlar, yardm göreceklerini umarak Allah'tan baka ilâhlar edindiler.

(Diyanet)

^^^ Suad El-Hakîm, bnul-Arabî Sö;lüü, çev. Ekrem Demirli, stanbul: Kabalc
Yaynevi, 2005, s. 276-277.
490

-75-
K bunlar, onlara yardma gücü yetmez. Bunlar
kendileri için hazrlanm avenelerdir (askerlerdir).
''Lâ yestetVûne nasrahüm vehüm lehürt cündün
muhdarûn"
*
Onlarn, onlarayardma güçlerijetme':^. Kendileri ise onlar için baî^

askerlerdir. (Elmalk Hamdi Ya^r)

Halbuki ilâhlarn onlarayardm etmeye güçleriyetme':^. Aksine kendileri

bunlar için yardma hattr askerlerdir. (Diyanet)

tikat sahiplerinden bir ksm ötekini inkâr ve ona lanet ve küfür

isnat ettiler (yükleme). Halbuki onlar için bir yardmc yoktur.


Çünkü birinin inand ilâh için ötekinin inand ilâh hakknda bir

hüküm mevcut deildir. Her îtikad sahibi kendi îmân ettii ilâh ve

onun hakknda inand eyleri müdâfaa ile ona yardm eder. Onun
inand ilâh ise kendisine yardm etmez. Bu takdirde kendi
inand ilâh inanmad ilâh için bir tesir yapamaz. Bunun aksi de
böyledir. Muhalif îtikadda olana da kendi ilâhndan bir yardm
gelmez. Demek oluyor ki Allah, her itikat sahibinin kendi inand
ilâhyla yardmlamasna müsâade etmedi. Çünkü yardm edilen,

ancak bütün inanlar nefsinde birletiren (yani bütün ilâhî kuvvetleri

bir Allah meflumunda toplayan) arif, yardmc da bütün ilâhî

tecellîlerin toplam olan Allah'tr. u halde Hak, arife göre inkâr


mümkün olmayan bir mâruftur (bilinen). Bu malûm ve mârufun
ehli olan bir kimse dünyada da âhirette de irfan sahibidir. Bundan
dolay Allah "Kalb sahibi olanlar için" buyurdu. Böyle olunca o
kimse kalbin ekilden ekle girmesi sebebiyle Hakk'n da surederde
ekilden ekle girdiini anlar .

''^^
Muhyiddîn bnü'l-Arabî, Fusüsu'l-hikem, çev. M. Nuri Gençosman, stanbul:
stanbul Kitapevi, 1981, s. 100.
EY insan
491

• Aleyhissalâtu ve's-Selâm Efendimiz: "KJçük muharebeden büyük


muharebeye dönüyoru^' buyurmulardr. Bu mücâhedenin kumandam
mürid, en kuvvedi âleti (silâh) de eyhin verdii Tevhid'dir^*^''

• Kurey müriklerine yaratandan suâl eylenince "Allah" derlerdi.


Lâkin "Allah" demelerine ramen putiara ibâdet etmeleri tevhid
ruhuna aykr idi. Dolaysyla rubûbiyeti itiraflar muteber (geçerli)

olmad. Tevhidin iktizâs (lâ^m gelme) ibâdeti Hakk'a tahsis


etmektir. Bu irk taifesinin putiara ibâdet etmelerinden dolay
ibâdetierini Hakk'a tahsis eylemedikleri için Rubûbiyete redleri yani

irk içine düme durumlar vardr. irk rubûbiyeti bilmemekten,


yeterince idrâk edememekten doar.

Perdeli mahcup cahile gelince mertebeleri bilmedii için, ikinci bir

vücut isbat edip mürik olurlar. Halbuki düünseler; vücut birdir;

lâkin çeitli mertebeleri vardr. Çünkü Sultân- Azam Bir'dir. Ama


vekilleri yönünden mertebeleri çoktur. ¥Â bu mânâ, isimlerin
saysna göredir. simlerin çokluu, ismi alamn erefine delâlet
eder.^«^

irk, yani Tanr 'ya ortak komak en büyük zulümdür (bir §eyi yerli

yerine koymama). Burada mazlum (':^dme urayan) olan da ilâhi birlik

makamdr. Çünkü ortak koan kimse bu makam parçalanmak ve


çoalmakla vasfetmi (tarif etmi^) olur. Halbuki o makam esiz bir
varhktr. (Tanrya ortak kojan kimse) ona ancak onun eini ortak
klm olur. Bu ise cehlin (bilmeydik) son mertebesidir. Bu irkin
sebebi, marifeti olduu gibi kavramayan ve tek varlktan beliren
çeitli sûretier karsnda hiç bir ey anlayamayan ahsn aknldr.
Çünkü o bu deiikliklerin tek bir kaynaktan belirdiini bilmez. Bu
makamda gördüü bu sureti öteki makama benzetir. O ilâhi esizlik
makamndan beliren her bir suretin ancak bir parçasn ahr.^^^

786 Niyâzî-yi Msrî, tfan Sofralar, çev. Süleyman Ate, stanbul: Yeni Ufuklar
Neriyat, s. 133.
^^^ smail Hakk Bursevî, Ken-:^-! Mahf-Gi^li Ha-^'ne, çev. Abdülkâdir Akçiçek,
stanbul: Bahar Yaynlar, 2000, s. 62, 64.
^^^ Ibnü'l-Arabî, Fusûsu'l-Hikem, çev. Nuri Gencosman, stanbul Kitabevi, sf: 194
492

Gönül ehli ve cevher sahibi olan biri, bir adam döüp onun
kafasn, azn, burnunu krsa, herkes döülenin mazlum olduunu
söyler. Gerçekte döen mazlumdur. Zâlim, hiçbir hayrh ve faydal
i yapmayan kimsedir. O dayak yiyen ve kafas krlan zâlim, bu
döen hiç üphe yok ki mazlumdur. Çünkü bu cevher sahibidir ve
Tann'da fâni olmutur. Onun yapt her ey Tanr'mn yaptdr.
Tanr'ya zâlim demezler. Meselâ Mustafa (Tann'mn selâm ve salâh

onun ürerine olsun) öldürdü, kan döktü ve yama etti. Bütün bunlara
'^^^
ramen onlar zâlim, o ise mazlumdur.

Hakk'n her mertebede bir tecelli yüzü vardr. Birine îmân,


öbürünü inkâr etmekle, Hak örtülmü olur. Bu da küfür saylr.
Meselâ; Puta ibâdet eder. ibâdetini ona tahsis ettii ve halini ona
balad için bakasm inkâr eder; dolaysyla kefereden (mâns:^
saylr. Ve, bir müslüman Hakk'n zuhur ettii varhklardan birini

inkâr etse, din ona Müslüman demez. Küfr-ü bâtl; mutlak Hakk'
^"^'^
örtmütür; Küfr-ü Hak, kendini Hak'la örtmütür.

Asl olgunluk udur ki, kul (O) dedii zaman; tamamiyle


varlndan soyunup mahva ve fenaya ere. Sonra; bir îtikad (inanp),
7.2in^ kayt tahsisi ile kendini bir eye balamaya. Yönlerden hiç bir

özel yöne dönmeye. te bundan sonradr ki Mutiak lâha, bütün


ilâhlardan yüce olan Rabbe tapm ve ibâdet etmi olur. Aksi halde,
kendi zanmnda hayal etmi olduu mâbûda (ilâh) kul olur." kendi

hevâsm (nefis) ilâh kabul edeni gördün mü?" âyetinin tehdidi altna

girer.^''^

nsan nev'inin cümlesi üç ksmdr:


Birincisi, bu âleme niçin geldiini ve ondan maksadn kemâl
kazanmak olduunu bilmeyip, yeme, içme, uyuma ve sevimeyi
kendine put düzmütür. Bu snf, yüce âlemlerde olan asl

''89
Mevlânâ, ¥îhi Mâ Fih, çev. Meliha Ülker Târkâhya, stanbul, Millî Eitim
Basmevi, 1985, s. 82-83
^^°
Muhyiddîn bnü'l-Arabî, Ö;^//« Ö^//, çev. smail Hakk Bursevî, stanbul:
Rahmet Yaynlan, s. 46.
^ '
Muhyiddîn bnü'l-Arabî, Ö^iin Ö^ü, çev. smail Hakk Bursevî, stanbul:
Rahmet Yaynlar, s. 52.
EY insan
493

makamna dönemez. Çünkü onlar hayvan sfatlaryla

sfatlanmlardr.

ikinci ksm, bu süflî âleme gelmekten maksadn, ancak kemâl


kazanmak olduunu bilmi, lâkin nefsini sevmek, evlât, mal, mevki
gibi dört puta meyletmitir. Bu snftan aslî makamna dönenler
varsa da bunlar yine esirdir ve o dört puta tapmaktadr. Zira nefsini
büip yüce makama vâsü olmamtr. Ve bu dünyâya gelmekteki
maksad yerine getirmemitir.

Üçüncü smf, bu süfli âleme kemâle ermek için geldiini bilmi ve


burada kendisini misafir saymtr Nefis putunu krmakla kemâl
kazanp kâmil insan olmutur.^^"

Nefsinin arzularna hizmet eden, Allah'n men ettiklerinden

kaçmayan kendi nefsine tapyor demektir.^^^

nsan, nefis aslammn ihtiraslar elinde ve onun kudreti karsnda


birsaman çöpü gibi zebun (mahvolmak) olabilir. Görenler, bu âciz
çöpün o aslamn elinden kurtulamayacam endieyle düünürler.
Fakat Allah'n yardm olur ve akl harekete geçerse her ey bir

mucize sür'atiyle deiir. Bu takdirde bir çöp, da gibi bir vücûdu


yok edebilir.

Mûsâ Peygamber, bütün kavmi ve kabilesiyle birlikte Firavun'a ve


Firavun aüesine çok küçük görünmütü. Fakat Mûsâ, âsâsyla
yard deryay çok kolay geçti. Firavun ise ayn yolda bu sefer

suyun kavumasyla boulup helak oldu. Öyledir, bakarsn bir

sivrisinek yarm kanad ile ve hiç acmadan koca bir Nemrut'u yere
vurup beynini yarar. Yûnus Emre'nin:

B/r sinek bir kartal sallad vurduyere

Yalan deil gerçektir ben de gördüm tokunu

^''*
Msrâlarm bir de bu gözle oku!

"^^2
Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul, Kubbealu Neriyaü, 2000, s. 436.
''^^
Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealu Neriyaü, 2000, s. 65.
"

494

-76-
O halde onlarn lâf seni mahzun etmesin; biz
onlarn içlerini de biliriz dlarn da (açk gizli her
yanlarn biliriz).
'^Felâ yahzünke kavlühütn innâ na'lemü mâ
yüsirrûne ve mâ yu'linûn"
*
O hâlde onlarn söyleri seni üt^mesin; hi^ onlarn içlerini de bilirif(^ dlarm da

(Elmalk Hamdi Ya:(ir)

(Kesulüml) O halde onlarn soteleri sakn seni üstesin. Ku^kusu^ hi^ onla

nn giî(lemekte olduklarn da, aça vurduklarn da bilijoru^. (Diyanet)

Ehass- havasn (ariflerin en seçkinleri) hüznü yoktur. Zira hüznü


normal insanlar çekebilir. Halbuki onlar, vecd halindedirler ve

bunlar; "Onlara o gün korku yoktur. Onlar üzülmeyeceklerdir de..."

âyet-i kerîmesinin iaret buyurduu makamdadrlar. Lâkin u kadar


var ki, baz arza ve eksiklikler sebebiyle üzüntü duyarlar. Ve hüznü
bakalar için çekerler. Tpk Resulullahn ümmetine olan hüznü

gibi... Nitekim Allah Teâlâ âyet-i kerîmesinde öyle buyurmutur:

"Ey Muhammedi Demek onlarn sana indirdiimi^ Kur'ân'a inanmayp


davetinden jü^ çevirmelerine ü^lerek, arkalarndan kendini adetâ

mahvedeceksin!" (Kehf, 6)

Resulullah Efendimiz (s.a.s.) öyle buyuruyor: "O gün kyametin


dehetinden herkes, nefsi nefsi diyecek. Ben ise, ümmeti, ümmeti diyeceim.

^^'^
Ken'an Rifâî, erhli Mesnevî-i erif, stanbul: Kubbealt Neriyaü, 2000, s. 163.
'^^5
smail Ankaravî, Minhâcu'l-Fukarâ-Fakirlerin Yolu, nsanYaynlar, s. 236.
EY insan
495

Salih Peygamber, Semûd kavminin ölüleri karsnda düünmeye


devam ediyordu: Allah bana cefâlara kadan ve öüderine devam et

buyurmutu, onlarn ecelleri yaknlamtr. Ben ise Hakk'a


yalvarmtm, Rabbim! Bana çok cefâ ediyorlar, bu yüzden onlara
sevgi du}ap öüt veremez oldum. Sen bilirsin ki nasihat etmek için

sevmek lâzmdr. Allah yine bana demiti ki; sana bir lutufta
bulunacam ve yaralarn onaracam.

Böylelikle Rabb'im benim kalbimi gökler gibi saf kld, içimden


bütün ac hâtralar sildi ve ey Semûd kavmi, ben size yeniden
nasihatierde bulundum; tath sözler söyledim.

Amma sözlerim sizde yine zehir tesiri yapt. Çünkü zehirden


yaratlm varlklara eker bir fayda etmiyordu.

Bugün sizinle birlikte ölen ey benim çektiklerimdir. Fakat ben ite


yine de muzdaribim (ikâyetçi). Yeryüzünde hangi insan zdrabnn
ölümüne göz ya dökmütür? Ey feryâd eden adam, bu toprak
altna girmiler, senin göz yana demez!

Cenâb- Hakk, Kur'ân'da uayb Peygamber'in dilinden hikâye


ederek: "E)/ milletimi A.nd olsun ki ben Kabbimin sökerini si^ bildirdim.
Öüt verdim. (imdi) inkâra bir millet için ne diye üt^iilejim?" buyurur.
(A'râf, 93)

Salih Peygamberin de o anda duygular bunlard. Fakat yine de


peygamber gönlünün hicran dinmiyordu. Gözlerinden yalar
boanyordu. Bu yalara kendisi de hayrette idi. Allah'n cömertlik
deryas tam, mafiret (A.llah'm merhametle kullarm affetmesi) engini
sanki gözlerinde toplanp gözya haline gelmiti.

Kendisine hep bu alayn sebeplerini soruyordu. Ne için

abyordu. Bu ölenlerin çirkin yüzlerine çirkin davramlarna m?


Kara ve karanlk gönüllerine mi? Zehir saçan dillerine, köpek
dilerine, akrep yuvas baklarna ve azlarna m?
Sen ükretmeli deil misin ki Rabbin bütün bu kötülükleri Azz
topraklaryla örttü, bütün kirlerini, bütün çirkinlik ve kötülüklerini
topraktan perdeleriyle saklad.
496

Elleri, ayaklar, gözleri, gönüUeri ve her hâlleri eri ve çirkin böyle

bir kavim için bu hicran neden? Ömürlerince yalnz eytana


uyanlarn arkasndan bu gönülleni nasl bir sr saklyor?

Onlar ki sadece taküd yollarna saparak gönül gözlerini her hakikate


kapamlard. Nefislerinin elinden kurtularak hür olacaklar yerde

har yani eek olmulard. Allah onlar irâd için; nurlandrmak için

peygamberler gönderdi. Tâ ki Cennet'e lâyk olan ruhlarla,

Cehennemlikler beUi olsun ve Cehennem'e yönelenler, Cennet


yolunu görsünler diye...

Fakat heyhat, bu ikisi arasnda öyle bir perde vardr ki, gözlere

görünmedii hâlde biri ac öteki tatl, iki deryay dahi birbirine


kartrmayan berzahlar (perde) gibi, münkirlerle (inkâr eden) Allah'n

saf kullarm birbirinden ayr tutmaktadr.^^''

Allah'n yaratt dier canllar, insanlar için feda ettii, onlarn


yaamas için ötekileri kurban ettii ettirdii meydandadr.

Allah, insanlarn faydas için bunca hayvam kurban etmitir, nice


insan da akl maad (manaya eren akl) sahibi bir nebî veya velî için

yani kâmil insan, bir ermi insan için fedadr.

Ad ve Semûd kavmi gibi geçmi kavimlerin hikâyeleri,

peygamberlerin AUah indinde ne ölçüde nazh ve nâzenîn olduklarm


gösterir. Peygamberlere kar gelenlerin sonlar helak olmaktr.

Sübhan, her türlü noksandan, her türlü kusurdan ve bilhassa beerî


vasflardan ârî (arnm) ve münezzeh (aynimi^ olan) olan Allah,

sizdeki bütün srlar ve bütün düünceleri bilir. Beyaz sütün


içindeki bir siyah kl gibi, her karanhk duygu, düünce ve hareket

onun malûmu olur. Çünkü AUah Alim ve Habîr'dir.

^^'^
Ken'an Rifâî, erhli Mesnevî-i erif, stanbul: Kubbealt Neriyaü, 2000, s. 370-
371.
erhli Mesnevî-i erif, stanbul: Kubbealt Neriyaü, 2000,
'''^'^
Ken'an Rifâî, s. 485.
'^^ 458
Ken'an Rifâî, erhli Mesnevî-i erif, stanbul: Kubbealt Neriyat, 2000, s.
EY insan
497

• Lokman, hikmet ve marifette daha ileri giderek onu yeter dereceye

yükseltmek ve kemâliyle almak için, "Allah Latiftir" dedi. Bu


isimle adlanm ve kendisini bu suretle tarif ve tahdit etmi olan
zâtn her eyde o eyin ayn olmas onun lutûf ve letâfetindendir.

Lokman daha sonra Lâtîf olan Hakk' vasflandrarak "Habîr"


sfatyla övdü, yani ona ihbardan hâsl olan bir ilim isnâd etti. Bu
ilim ise Kur'ân'da "Biz sizi imtihan ederiz, tâ ki içinizde mücâhit
(ceht eden, mücadele eden) ve sabrl olanlar kimdir bilelim" mealindeki
âyette iaret buyrulan ilimdir, zevki bir bilgidir. Bu âyette Allah, ii

hakikat ve mâhiyeti üzere bilmekle beraber kendi nefsini bir ilimden

faydalamr gibi gösterdi. Halbuki ulu Tanr'nn kendi nefsi için

"nass" (insanlar) ile bildirdii bir ilmin inkârna imkân yoktur. u


hâle göre Allah zevki ilim ile mutiak ilim arasn ayrm oldu.

Demek ki, zevki ilim, rûhânî ve cismânî kuvvedere baldr.^^^

• Bir gönül ki, dünya kirlerinden uzak, temiz ve saftr. te ilâhî srlar,
böyle gönüllerin aynasna akseder.

Bizim gönül sermâyemiz Tanr sevgimiz, bizde tecelli eden ilâhi

nur, o pak gönüllü velînin mihengine vurulursa, o mihenk (ölçü, ayar)

ta bir anda yakîni (tam emin olma) üpheden ayrr. Gönlümüzün


hâlis olup olmad, onun gönlü mihenginde aikâr olur. Gönül
altnnn hâlisini (gerçek) de kalpm (sahte) da ancak o srlar aynas
olan mihenk bilir.

Böylece velîler, gönülleri dünya naklar, dünya renkleri ve kirleriyle

dolu olanlar, kalp altn gibi, bütün bozuk taraflaryla tamrlar.

Gönülleri ilâhî nura ayna olabilecek hâlis altn gibi saf olanlarda ise,

o nurun akislerini görmenin derin hazzm tadarlar.^'^^

^^^ Ibnü'l-Arabî, Fusûsu'l-Hikem, çev. Nuri Gencosman, stanbul 191-


Kitabevi, s:

192
^'^"
Ken'an Rifâî, erhli Mesnevf-i erif, stanbul: Kubbealt Neriyat, 2000, s. 458.
498

-77-
Görmedin mi? O insan bir nutfeden (sperm'den)
yarattk; imdi o açktan aça bir muhâsm kesildi.
"jE" ve lemyera'l-insânü ennâ halâknâhü min nutfedn
fe izâ hüve hasîtnün mübîn''
*
insan kendisini bir damla sudan jarattm-:^ görmedi mi de, §imdi apaçk bir

basm kesildi. (Elmalk Hamdi Ya^r)

insan görmedi mi ki, bi':^ onu meniden yarattk. Bir de bakyorsun ki, apaçak
düman kesilmi. (Diyanet)

-78-
O kendi yaratln unutarak bize bir mesel (örnek)
getirdi: "Bu un ufak olmu kemikleri kim diriltir?"

dedi.
''Ve darabe lenâ meselen ve nesiye halkahû kale men
yuhyi^l-'zâme vehiye ramm*'
*
Yarathpn unutarak bi:^ bir de meselfrlatt: '%im diriltecekmi^ o çürümü
kemikleri?" dedi. (Elmalk Hamdi Ya-:(ir)

Kendiyaratlrn unutarak biî^e kar§ misal getirmeye kalkpyor ve: "u


cürümüj kemikleri kim diriltecek?" diyor. (Diyanet)
EY insan
499

-79-
De ki: Onlar ilk defa inâ eden diriltir ve
O her yarat (Halk etmeyi) bilir.
"Kul yuhyîhe'1-lezî eneehâ evvele merratin ve hüve
bikülli halkn alîm
"

*
De ki: "Onlan ilk defa yaratan diriltecek ve o her yaratmay bilir. " (Elmahh
Hamdi Ya':^r)

De ki: Onlan ilk defa yaratm olan diriltecek. Çünkü O, her türlü

yaratmay gayet iyi bilir. (Diyanet)

Hak sürekli yaratandr. Alem ise, sürekH ve özü gerei Allah'a


muhtaçtr.

Yaratlm olan asla yaratamaz.

Yaratma her nefes yenilenir. Yok olma an, benzer suretin var olma
ândr. Bu durum, E'arîlerin (E/ W me^ebine mensub) görüünde
arazlarn (sakatlk) yenilenmesine benzer.

Her vakit sen yeniden yaratlrsn, bu nedenle yok olursun ve


diriltilirsin.

AUah her nefeste tecellî eder ve tecellîsi tekrarlanmaz. Keif ehli

unu müahede (bir eyi gö^e görme, keifle seyretme) eder: Her tecellî

yeni bir yaratmay verir, bir yaratmay götürür. Bir yaratmamn gidii,

tecellîden fâni olmak ve dier tecellînin verdii ey ile bakî


kalmaktr.

nsann yaratl her nefes yenilenir ve o bunun farknda deildir.


Bu durum "bilmediini^ ekilde si^ inâ ederiî^' (56: 61) âyetinde dile

getirilmitir. Burada kastedilen her nefes yaratmadr. Bu yüzden her


500

nefeste Allah'n bizde yeni bir yarat vardr. Bunu bilmeyenler,

yeniden yaratmadan kuku içinde olanlardr. (50: 1


5)

801
Varbklarda her nefes yenilenme, aklla bilinir.

AUah, ibret almamz için topra da, meniyi yani erük suyunu da,

kan phtsn da, bizim gözümüzün önünde bulundurur. Bize


demek ister ki:

"Ey niyeti bottuk kipi imdi bunlardan tiksiniyorsun deil mi? Bir de

bunlara bak da, düün ki, ben seni nereden nereye getirdim?

O samanlarda sen, bunlara âpk gibi idin. O ^manlar bedenindeki maddî

unsurlarn geçirdii deiiklikler srasnda, bugünkü insanln inkâr


ediyordun da,

bir damla phtdan nasl olur da bir insan yaratlr diye üpheye düüyordun.

Benim bu keremim yani seni insanlk mertebesine getiriim, o vakit ki

inkârn gidermek içindi. O vakitler sen henü^toprakta devrediyordun.

Senin yeniden hayata getiriliin, evvelki inkârna kar reddedilemez bir delil

oldu.

Fakat senin inkâr hastaln ilâçtan da kötü oldu.

Topran bu ii yapmasna imkân var m? Erlik suyu hiç dümanlkta


bulunur da inkâra düer mi?

Ey dirilmeye inanmayan kii, sen toprak ve tohum âlemlerinde iken gönlün de

yoktu, ban da yoktu. O yünden düünceyi de inkâr ediyordun, inkâr edii de.

^°' Suad El-Hakîm, Ibnii'l-Arab Sözlüü, çev. Ekrem Demirli, stanbul: Kabalc
Yaynevi, 2005, s. 703-704.
"

EY insan
501

Canstî(lar âleminde iken insan olacan inkâr ediyordun. Cans^ktan


;
kurtulup, insan olunca, ha§n (ölüleri diriltip mabjere çkarma, kyamet),

dirilmeyi inkâra kalkktn.

Senin bu hâlin kapy çalp da içerdeki ev sahibinden; "Ev sahibi evde

jok. "cevabm alan kimiye benden

Kapy çalan, bu "yoktur" sö^nden, ev sahibinin içerde bulunduunu anlar da


elini kapnn halkasndan çekme^.

Senin inkâr edibinden de, §u anlatlr ki, Allah, canszlarda da yüî(lerce

hünerler gösteriyor. Canllaryaratyor.

• Sen bir katre meni iken, Allah bir vücut verdi, shhat verdi, akl,

fikir verdi. Ya sen bunca ihsan olunmu nimetlerin ükrünü nasl


edâ ediyorsun?

Msr Üniversitesi profesörlerinden Tâhâ nâmnda bir kimse vardr.


Bu adam anadan doma gözsüz olduu halde, AUah ona, üniversite
hocabna yükselecek kadar akl, zekâ ve iHm vermi. Sonra da
AUah' inkâr edecek kadar cehalet ve aklszhk vermi. u azamete
bakn.

te, iki gözden mahrum olduu halde Cenâb- Hakk ona ne zekâ ve
ne akl ihsan etmi ki böyle yüksek mevkilere çkabilmitir. Sonra da
bütün bunlara ramen AUah' inkâr edebiliyor.^*^"^

Her eyin evveli sâde ve basittir. Her eyin balangc bir noktadr.
Sonra onu biz çoaltyoruz. Faraza bir harp baland zaman onun
sonunun ne olacan Sahip biliyor. Fakat o neticeye ulamak için

arada ne hâdiseler oluyor, ne kanlar dökülüyor, toplar tüfenkler


iliyor, kyametler kopuyor. Allah indinde bu teferruatn (ayrnt)
kymeti yok ki... Ona biz ehemmiyet veriyoruz.^""*

Gönlünü indten her gam, içtiin arabn tesiriyledir.

^°2 efik Can, Konularna göre açklamal Mesnevi Tercümesi, stanbul: Ötüken
Neriyat, 1997, c. 3-4, s. 447.
^03 Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealû Neriyaü, 2000, s. 331.
^'^•*
Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealû Neriyaü, 2000, s. 427.
502

Fakat nerden bileceksin, o mahmurluk, o ba§ ans, hangi araptan meydana

geldi?

Bu ha§ ansmn, o tanenin meyvasndan olduunu akl, fikri olan anlar.

Dalla meyva, tohuma hen^me:^. Meni, hiç insann bedenine ben^r mi?

Meni, ekmekten meydana gelir, fakat ekmek gibi midir? insan, meniden olur,

fakat hiç meni gibi midir?

îsâ, Cebrail'in ifürmesinden vücut buldu. Fakat suret bakmndan onun gibi

midir? Yahut ona ben^^er mi?

Adem, topraktan yaratlmtr, topraa ben^me^ Hiç bir üf^üm ü^m çotuu
gibi deildir.

Hiç bir asl esere benî^eme^^ u halde Rahmetin ve baj arsnn aslm
bilemedesin.

Har elbette vardr. Cesedlerin hari, ruhlarn cesedlere iadesidir.

Allah'n îmana muvaffak bu}Tirduu mü'minlere göre har budur.


mü'min kullarna dünyaya geliin muhal
Allah (amaç olmak)

olmadn örettii gibi, yeniden yaratlmann da muhal


olmayacan kabul için erh-i sadr ihsan bu^orur. Malûmdur ki,

yeniden yaratmak ilk defa yoktan var etmekten daha kolaydr.


"Onlan ilk defayaratann dirilteceini söyle ey Muhammedi" (Yasin, 79).

Sen bu itikadnla (inanç) ve inkârn ile ilâhî kudrete acz isnâd ettin.

Hikmet-i ilâhîyi bilmeyerek âyât- Rabbânîyyeyi (Rabbin âyetleri)

düünmedin. Hatta onlarla alay etmeye yellendin. Gayba


inanmadn gibi, ilminin ihata (kuatma) edemedii e}i
yalanlamaya çahtn. Eyann hakîkatierine eksik ilmin ve çarpk
düüncelerinle vâkf (sahip) olmaya çaltn.

805 Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Mesnevi, çev. Veled zbudak, Abdülbâkî Gölpnarb
(haz.), stanbul: Millî Eiüm Basmevi, 1991, c. 5, beyit. 3975-3978, 3980,
3982-3983, 3985
806 Ahmed er-Rifâî, Marifet Yolu, Doç. Dr. H. Kâmil Ylmaz (haz.), stanbul:
ErkamYaynchk, 1995, s. 165
EY insan
503

"Onlar, ilmini kavrayamadklar ve henü-:^ yorumu da kendilerine

bildirilmemi olan §eyi yalanladlar. Onlardan öncekiler de böyle

yalanlamlard. " (Yûnus, 39)

Senin gözlerin cisimlerle perdeli ve cisimlerin yaratcsmdan


gaflettesin. Nitekim cisimleri görünce bunda zâid (ilhak ve ilâve

edilmi) bir vücut bulunduunu inkâra kalkanlar da vardr.

Böyleleri, cisimlerin O'nun varlyla zahir olduu renk ve ekillerin

o sayede ortaya çkt, görülmeyen gerçek vücûdu inkâr ederler.

Çünkü varln sebebi olan "Nûr"un ilminden habersiz


bulunuyorlar. Cisimler arasndan görünmeyiinin iddet-i
zuhurundan, bakanlarn gözlerinden nurunun ziyâdelii sebebiyle
^^'^
gizlendiini kavrayamyorlar.

Bilmediin eyleri sana zaman gösterecektir.

Ölüm sana lisân- hâl ile öyle der: "Sen, bundan gafildin, ite senden

kaldrdk, bugün artk görüün keskindir" (Kaf, 22)^*^^


gaflet perdelerini

Kendi yaptm deitirmek ancak Allah'n kudretindedir. Kendi


yaptklarmn tam ztlarm yapma kudreti onun kârdr. Allah'n bir

görünmezlik içinde aikâr ve bir âikârhk içinde gizli olmas da


bundandr. Çünki Allah meydana getirdii bir eyi bozmak,
deitirmek isterse, bunun yine bir baka ilâhî hikmeti var
demektir, irâdesinin bir rüzgâryla kurutup çöle çevirdii âlemi,
aym irâdenin bir baka rüzgâryla uçsuz bucaksz yeillikler ve iri

güllerle süslü bir cennet bahçesi haline koyar.

Allah kahrda ve lûtufta tektir. Bizim uradmz her kahr ve lütuf


onun eseri, aslnda biri ötekinden farksz olan nimetieridir. Kendi
yaptklarmn tam ztlarm yapma kudreti onun kârdr. Allah'n bir

görünmezlik içinde aikâr ve bir âikârhk içinde gizli olmas da


bundandr.

807 Ahmed er-Rifâî, Marifet Yolu, Doç. Dr. H. Kâmil Ylmaz (haz.), stanbul:
Erkam Yaynclk, 1995, s. 172
^•^8
Ahmed er-Rifâî, Marifet Yolu, Doç. Dr. H. Kâmil Ylmaz (haz.), stanbul:
ErkamYayncük, 1995, s. 175
504

Bu hâdiseler ve yaratllar âleminde tek sultan O'dur. Bütün


kt'alarn, bütün memlekederin ve binlerce ehirde milyonlarca
kulun tek sahibi ve hükümdar da O'dur. Çünkü yaratan, yok eden
ve dirilten yalru2 onun kudretinin elidir. Gerçekten, Allah, yaratt
kâinatn çehresine nakedilmi vücut âyederini bir hâlden baka bir
hâle, bir görünüten baka bir görünüe, bir yerden baka bir yere
çevirmek yahut ilk hâllerini tamamiyle yok ederek yerlerine zdarm
veya benzerlerini veya çok daha üstün ve güzel olanlarn getirmekte
sonsuz bir hareket halindedir.

Bu ^-üzden nice yoksulluklar, varlkl olua; nice günahlar, en güzel


sevaplara; nice kâfirlikler, müslümanha; nice ahlâkszlklar ahlâkn

en güzeline çevrilir. Ve Allah eer dilerse bunlar tekrar,

olduklarndan baka veya zt bir hâle koyar. O kadar ki kabirlerinde

uyanlmaz bir uykuya dalm olanlar bile maher gününde bir âb-
hayat (ebedi hayat veren suyu) yudumlam gibi yeniden hayata ve
harekete kyam (ayaa kalkmak) edeceklerdir.

ehitlerin ve bütün Allah yolunda fâni olanlarn vücudar bu


dünyada ölür, ancak bu ölüm deil bir ebedî hayata dirilitir.

nsan bedenleri, ruhlardan, hatta Zât'tan ibaret idi. Sûretierin

birikmesi ile kesifleti ve inip dta bu ahslar meydana getirdi.

Nasl ki meni insandan ayrlrken basittir. Sonra iner, suret toplar,

ahs olur, hawân- nâtik (konuan hayvan) olur. Sonra sûretier


kalknca yine lâüfleir, \öikselir, basit olur. Kendine bak: nefsindeki
mânâlar, soyut ruhundan hâsl olmaktadr. Orada sabittir, hiç

ayrlmaz. Nasl ki meni de belde sabittir. Sen bu mânâlarn


birbirinden ayrldn hissetmezsin. Ta mânâlar gelip kalbe

(haf-:^ya) düünceye, yerleinceye kadar. Kalbe gelince her biri

hayâli bir suret giyinir. te o zaman birbirinden ayrldklarn


hissedersin. Hayâli sûredere büründükleri zaman dier görülen
eyler gibi onlar da görülürler. Sonra bunlar dar çkarsa tam
görünmü olur.

809 Ken'an Rifâî, erhli Mesmvî-i erif, istanbul: Kubbealû Neriyaü, 2000, s. 573-
574.
EY insan
505

Bu iaret edileni bildinse, ilmî sübûtla (sabit ilim), hârici vücut (varlk)
arasndaki fark anlarsn. Hârici suret kalknca mânâlar, hayâli
sûrederine yükselirler. Sonra oradan da ilk tecerrüdüne (soyutluuna)
ve a'yân- sabitesine (ilâhî ilimde edann eî^elden beri sabit suret ve

hakikatleri) çkar, orada kalrlar. Oradan balamlard ve oraya


döndüler. Her ey O'na dönecektir.

Bunu bildinse vücutta, tasarruf edenin, kim olduunu anlarsn.


Bütün fiiller Hakk'ndr. Suretler onun âletleridir: "Attn t^aman sen

atmadn, fakat Allah att. " (Enfal, 1 7) Fakat kulun suretinde Hak'tan
baka bir mutasarrf (tasarruf eden) olmadn kul bilmedii,
unutmu için; kendisinin, bir irâdesi, ihtiyar ve Hak'tan ayr bir

vücûdu olduunu sanr. Meselâ varl Allah'tan olan san'atkâr,


kendine bir varlk tasavvur etse, gaflet halinde kendisini sân (yapc)
samr. Bu kötü tasavvur, gafletinden ileri gelir. Ama kendisini Hak
bilerek fiili ve ihtiyar kendisine isnâd (yaktrma, nisbet etme) etse bu,
kötü deildir. Çünkü o fiil çkmtr. O fiili o surette ve o
suretten
mertebede görünen Hak yapmtr. Artk düün ve anla. Bunun
içindir ki arif: "Yaptm, ettim" sözünde isabet etmi, ama cahil hatâ

etmi olur.

Hakikatte ihtiyar, fiili yapann, fiilini hissetmesidir. Yoksa insan,

istedii zaman bir ii yapar, istedii zaman yapmaz mânâsna


deildir. Çünkü fiiller meiyyet (dileme) üedir. Meiyyet de iç ve d
sebeplerle mertebelerin ve suretlerin gereklerindendir. Bu
sebeplerin birlemesinden zarurî olarak meiyyet doar. Sebepler
mevcud olunca füler zuhur eder. nsan da zanneder ki onu
yapmaa ya da terk etmee kadirdir. Halbuki deildir. Fiil zuhura
gelince fiilin çkt kimse, sadece onu hissetmekten baka bir ey
yapmaz. Hayvandan zt fullerin domas, ona bir irâde ve ihtiyar
bulunduu hissini verdirir. Gerçek bu iittiindir. Bu, irâde-i

cüz'iyyeye aykr deildir. Artk anla. Allah daha iyi bilir.^^°

810 Niyâzî-yi Msrî, irfan Sofralar, çev. Süleyman Ate, stanbul: Yeni Ufuklar
Neriyaü, s. \A1-\AA.
506

Ruh yeniden dirili ve toplanma gününe kadar kendi aslna döner.


Orada ruhtan cisme ak yoluyla bir tecellî gerçekleir. Bu sayede

cismin parçalar kaynar, uzuvlarn bir aradaha doru


hareketlendiren oldukça lâtif bir hayat ile uzuvlar birleir. Beden
bunu ruhun kendisine yönelmesinden kazanmt. Bünye
tamamlamp topraktan olan yaratl gerçekletiinde ise ruh

kendisine 'kuaüc sûrederde' srafil ba vastasyla tecellî eder.

Böylece canhhk, uzuvlarna sirayet eder ve ilk defasnda olduu gibi

düzgün bir ahs olarak ayaa kalkar.

ARah öyle bu\^rur.- "Of?a bir ke^ daha üfler, bir anda ayaa kalkar,

yeryü-:^ Rabbinin nuru ile aydnlanr" (Zümer, 68-69) "Si-:^ yarattm^


gibi tekrar döneceksiniz^' (A'râf, 29) 'T)e ki: onlan ilk olarak Yaratan
811
yaratacaktr" (Yâ-Sîn, 79) "Oya bedbahttr, ya mutlu. . .
" (Hûd, 105).

-80-
O ki size yeil aaçtan ate çkarandr.
imdihep onu tututuruyorsunuz.
siz
"Ellezî celale leküm mine'-ecerPl-ahdâd nâren fe
izâ entüm minhü tûkidûn"

*
Si-:^ oyejil aaçtan bir atejyapan O 'dur. imdi si-:^ ondan

tututurmaktasnz. (Elmalk Hamdi Yaî^r)

Yejil aaçtan sit^n için ate çkaran O 'dun ite si-:^ atei ondan yakyorsunuz

(Diyanet)

811 Muhyiddîn bnü'l-Arabî, Fiitubât- Mekkije, çev. Ekrem Demirli, stanbul:


Litera Yavnclk, 2006, c. 1, s. 147.
EY insan
507

Oksijen, Arzdaki yegâne nesnedir ve yalnz yeil aaçtan çkar.


Asl iin önemli yan, yeil aacn oksijen yapmasyla ölümden
sonraki dirili. Ancak bu açk bilimsel gerçekten yola çklarak,
maherle aacn oksijen yapm arasnda ilgi kurulabilir.

Deil un ufak olmu kemii bir canly yaksan dahi, ben onu her an
diriltiyorum, fakat sen fark etmiyorsun. Bunun srr yeil aaçtan
çkan her gün yaktn oksijen olaynda gizlidir.

Bir canl yaklsa, kül art dnda onun temel yaps, su buhar ile

karbondioksit haline gelir. te bu karm yapraa gelince câmid


(cans^ olan her madde yapraa verdiim Ha\y srryla ekere
iki

dönüerek canlanr. Çünkü karbon art deerli iken, karbondioksitte


canszd. Fakat yaprak onu eksi deerli karbona çevirerek eker
yapar ki, DNA dediimiz molekülün ana yapm tarz bu yoldan
geçer. Bir yerde (je§il aaçta) oksijen çkyorsa, orada canszdan
canlya geçi vardr.*^'"

H-D-R kökü iki anlamda yer almtr: Yeil Renk. Bu anlamda


kelime kuruluk ve ölümün kart olan hayat ifade için

kullanlmtr.

Ayn kökten gelen Hzr insan ismidir. O Allah'n ledünnî ilmi


{Allah'tan vâstas^gelen bilgi, ilham) örettii kulu temsil eder.^^^

Yeil zümrüt, Beyaz nci'den ortaya çkan (Külli) Nefstir.^^"^

Hzr'da ölüyü diriltmenin srlarndan bir takm gariplikler vardr.

Allah'n ona tahsis etmi olduu eylerden birisi, bulunduu yerde


Allah'n bolluk ve bereket yaratmasdr. Nitekim Hz.
Peygamber'in Hzr hakknda böyle söyledii aktarhr. Ona Hzr
admn verilmesinin sebebi sorulduunda, Hz. Peygamber öyle

^'^ Halûk Nurbald, Yâ-Sn Sûresi Yorumu, stanbul: Damla Yaynevi, 1999, s. 103.
^'^ Suad El-Hakîm, Ibnul-Arahî Sözlüü, çev. Ekrem Demirli, stanbul: Kabalc
Yaynevi, 2005, s. 286.
^'^ Suad El-Hakîm, Ibnü'l-Arahî Sö:(lüü, çev. Ekrem Demirli, stanbul: Kabalc
Yaynevi, 2005, s. 706.
508

cevap vermi: "Hangi tan üstünde otursa altnda yeillik

filizlenir."'^'

Mûsâ aaçta atei gördü ve bir ses: Ben senin Rabbinim! dedi.

Allah ate midir? Mûsâ, sfat nurunu gördü, zât göremedi. Nasl ki

sonradan: Yâ Rabbî bana kendini göster! diye münâcatta bu lundu.


O zaman Cenâb- Hakk.- l^n terânîl Beni görememesin... Tur'a hak, tecellî

ânnda o yerinde kalahilirse, sen de beni görürsün, dedi ve Hak tecellî


edince Tur Da parça parça oldu. Harre Mûsâ saika, Mûsâ dütü,
bayld. (A'raf sûresi, 143. âyet).

te Hazret-i Mûsâ o tecellîyi dada büe görmeye tahammül ede-


medi. Buradaki nükteye dikkat edin: Bana kendini göster! demek
ikiliktir yâni talip ve madûbu ayr ayr görmektir. u halde, sen

kendinle oldukça beni görebilmen nasl mümkün olur? Bu vücut


gözüyle Hak görülebilir mi? O ancak kendi nuruyla görülür. Onu
gören yine kendidir.

• Cenâb- Hakk, Mûsâ (a.s.J^. niçin ate suretinde göründü? Çünkü


o anda Mûsâ'mn istedii bu idi. Yani ateti. Zevcesi dourmak
üzere olduundan üümemesi için bir ate aramaya çkmt. Eer
istei suretinde görünmemi olsayd belki oraya gitmeyecekti.

uhûd, yani görmek, mutiak olan istemek, bir surete bir vücûda
bahdr.'^'

Daimî salat (nama^ içinde bulunanlara da, Musa'ya olduu gibi

münâcaat (yalvarma) aac bir ateten fânûs olur ki, bu atee


yaklanca: Sen benim Rabbimsin demek mânâs zuhur eder ve
aaçtan da "Vâdi-yi Mukaddes'tesin, dünya ve âhiret pabuçlarn
çkar." nidasn duyar, olur.

Tecellî nurunun ate eklinde zuhuruna sebep nedir? derseniz,

hariçten öyle görünür. O, nâr deil nurdur. Hz. Musa'ya Cenâb-

^15 Muhyiddîn bnü'l-Arabî, ¥ütuhât- Mekkiye, çev. Ekrem Demirli, stanbul:


Litera Yayncbk, 2006, c. 1, s. 444.
*^^ Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealü Neriyaü, 2000, s. 203.
817 stanbul: Kubbealü Neriyat, 2000,
Ken'an Rifâî, Sohbetler, s. 366.
818 stanbul: Kubbealü Neriyaü, 2000, 405.
Ken'an Rifâî, Sohbetler, s.
EY insan
509

Hakk: "Ayaklarndan pabuçlarm at." (Tâ-Hâ, 12) yani dünyay da


âhireti de at, nâr nur görürsün! buyurmutu.^^

Zahir ehli için ate olan ak, bunlar için nurdur, ibrahim'i atee
attlar. Fakat bu ate ona gülistan oldu. Halbuki ayn nur, bakas
çn atetir.
^ 820

Cenâb- Hakk âhirette kullarna ne suretle tecellî edecek?

"Dünyâda ne ile ve kiminle megul ise ondan tecellî edecek".^"^

Hz. Musa'ya aaçtan tecelli eden AUah insan- kâmilden tecellî

etmez mi? Kâmil insanda: insan, dünya ve âhiret, Muhammed ve


Allah tecellî etmitir.^"

AUah, Hz. Adem'i halkettii vakit ona batan aa nuruyla, Zât'yla


tecellî etti. Âdem, o tecellînin doduu, parlad, esma ve sfât-
ilâhîyenin zuhur ettii yer oldu.

Allah cennette bir aaç zuhur ettirdi, Havva'y Âdem'e zevce olarak
verdi ve ikisine de hitap ederek: Bu
aaca yaklamaynz,
zâlimlerden olursunuz, dedi. Fakat Âdem'le Havva ne yapsnlar ki o
güzel Allah, bu aac, ak aac klmt ve Musa'ya yine bu aaçtan:
Ben senin Rabbinim! hitab zuhur ettii gibi, ondan da ayn hitab
Âdem'le Havva'ya duyurmutur. Böylece onlarda da akl ve fikir

ortadan kalkarak aaca yaklamlardr.^^^

• O, yeryüzüne ehvet atei deil, ak atei getirir. Can nuru ve üâhî


râyiha (koku) salar. Onun tazeliinde, canhlnda mukaddes Tûbâ
aacmn hikmeti vardr ki bu tazelik ve bu canllk dünya hayatna
benzemez.

O ermi insan getirdii kokudan bir tutam almak isteyenleri,

getirdii ebedî hayata uyananlar iri yaprakh Tûbâ aac gibi yeü

^'^ Ken'an Rifâî, Sohbet/er, istanbul: Kubbealü Neriyaü, 2000, s. 567.


820
Ken'an Rifâî, Sohbetler, istanbul: Kubbealt Neriyaü, 2000, s. 221.
^21 Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealt Neriyaü, 2000, s. 620.
822
Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealü Neriyaü, 2000, s. 543.
823
Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealü Neriyaü, 2000, s. 466-467.
510

kanatlarnn altna alr. Beeriyet gafleti ve nefis karanl içindekileri

bu kla uyandrp ebedî âleme giden yolu gösterir.^""^


Hzr, bnü'l Arabi'nin düüncesinin temel bir nitelii olan zt
kavram çiftlerinde simgesel bir anlam tar. Bu balamda bnü'l-
Arabi Hzr' lyas'n kart sayar, birincisi ile bast, ikincisi ile kabz
hâli ifade edilir, ibnü'l- Arabi'nin kart iki isim saymasna yol açan
Hzr ve lyas arasndaki ilikiye k tutabilsek bile, Hzr ve bast
(açlma) ile lyas ve kabz arasndaki iliki hakknda güç belâ bir
tahmin yapabiliriz. Hzr ve Ilyas' bnü'l-Arabî'ye göre tek özellik
birletirir; hayat. Çünkü lyas -ki o drîs'tir- Allah yüksek bir
mertebeye yükseltmitir. O hâlihazrda canldr. Hzr da bu sürekli
hayattan nasiplenir. Öte yandan, sâhibü'z-zamân (î^amamn sahibi)

veya Kutup, sonucunu nefislerinde kabz veya bast hâli olarak


bulduklar, bir takm tecellîlerle sâliklere veya mü'minlere yardm
eder. (bu iki sonuç, iki ismin gereidir: Celâl ve Cemâl). Kutup bu
yardm iki yoldan ulatrr: lyas ve Hzr. Birincisi kabz ikincisi

bast haliyle ilgilidir.^"^

Kab^ yok edip fâni klar, fenaya ulajtmr (celâl). Nebi, §erîat ile

ba§m^ secdeye ulaçtnr. Basf, yeniden diriltip var eder, hü^ü


kaldrr, cemâle ulatrr. Yeile, yani cennete götürür. Yeçil aaçtan
A.llah'n mânâs î(uhür eder. Veli, bu mânâda hit^met verir. Burada
veli, H^r, nebilik makam ise ilyas 'tr (Idrîs)

Allah göklerin ve yerin Nûr'udur! Onun Nûr'u içinde çerâ


bulunan bir kandillik (Mikât) gibidir ki o çerâ billur kandildedir,

bu billur kandil, sanki parlak bir yldzdr; douda ve batda


bitmeyen mübarek bir zeytin aacndan yakbr. Ona ate
dokunmasa da ya hemen k verecek gibidir. O kat kat Nûr'dur.
Allah, Nûr'u ile dilediini hidâyete erdirir. Ve insanlara hidâyeti
sezmeleri için misâller gösterir. Allah her eyi hakk ile bilir. (Nur,
35)

^24 Ken'an Rifâî, erhli Mesnevî-i erif, stanbul: Kubbealu Neriyaü, 2000, s. 280.
^^^ Suad EI-Hakîm, Ibnü'l-Arabî Söküü, çev. Ekrem Demirli, stanbul: Kabalc
Yaynevi, 2005, s. 286-287
EY insan
511

Mânâs udur: O mikât velînin vücûdudur. Zeytin ya, onun


temiz olan gönlüdür ve Allah'n bu gönülle alâkas vardr. Çünkü
Allah: "Ben ki Allah'm göklere ve yere smadm, ancak mü'min
kulumun kalbine sdm" buyurmutur. O kandilin nurunun
aksinden, âlemin vücûdu nurla dolu, canl, zinde ve tazedir. nûr O
hissedilmez, manevîdir. Benzersiz ve keyfyetsizdir. Bu nur nefisler
ve akllardan parlar. Nefisler ve akllardan hayvanâta ve hayvanâttan
nâmiyâttan cemâdât üzerine, bir hayat peyda etmek için geçer.
Bütün bu klar, o nurun eserleri ve akisleridir. Binâenaleyh gerçek
hayata, Mah ile kâim ve Allah'n haHfesi olan bir veH mâliktir.
Gökte ve yer)aizünde bakî olan bütün eyler, onun nurunun aksi
ile diridirler. Hayat, onlara âriyeten verilmitir.

"Bir f^tin aacndan yaklr." (Nur, VeHnin cam, gönlü olan o


35)
kandilin zeytinya, kump olmadan ve kemâle ermeden evvel
parlaktr. Sevgilisine vâsl olunca ve cüz külle balannca, damla
denize dönünce nur üzerinde nur olur. Çünkü, eer o nurun, bir
cüz'ü ve yaktm olmasayd o nura balanamazd. Cüz'lerin hareketi
dâima kendi küllerine dorudur. Nurun üzerine nurdan baka bir
ey gelmez^"^

Hakk Teâlâ Kur'ân- Kerîm'de Nûr Sûresi 35. âyette kendi Zâti
nurundan misâl verip; insamn zâümn nurunu: Mikat, Misbah ve
Zücâce ile tahayyülî bir ekilde nakletmitir. Zâtin o tebihi, insamn
suretinden ibarettir. "Mkat"dan (lâmba konan yer) maksat: nsamn
sadrdr (gösü). "Zücâc''dan maksat, kalbidir. "Misbah"tan maksat
ise, insamn srrdr. Ayette geçen ecere-i mübâreke (mübarek
aaf)den maksat: gayba îmân etinektir. O gayb da Hakk'n halk
suretinde, Hakk olarak zuhurudur. te gayba îmân budur.
Zeytinden maksat, mutiak hakikattir. Çünkü mutiak hakikat ne her
bakmdan tamamyla Hakk, ne de her bakmdan tamamyla halktir,
denebilir. îman aac da "arkiyye" deüdir yani tebihi (benzetme)
nefyedecek (ortadan kaldrma) ekilde mutiak olarak tenzihi (Allah'n,
her türlü eksik ve noksandan u^ak bulunduuna ve insan vasfnda

826 Sultan Veled, Maarif, çev. Meliha Anbarcolu, Konya:


Konya ve Mülhakaü
Eski Eserler Sevenler Dernei Yaynlar, 2002, s. 57- 60
512

olmadna inanmak) îcab ettirmez. Yine o, "Garbiyye"de deildir.


Zîrâ, tenzihi nefy ederek mudak tebihi ihtiva etmez. Tebih
kabuu ile tenzih özü arasndan sklarak elde edilen bir sr ve
hakikattir. Yakîndenzeytinyann ate dokunmasa da
ibaret olan

alevlenmesi ve nûr saçmas mutiaka meydana gelir. Böylece o


zeytinyann kendi nuruyla kendi zulmeti ortadan kalkar. Zîrâ o,
nûr üstüne nurdur. öyle ki: Aikâr nûr ile gözdeki tebih nuruyla,
îmana ait nurdan ibaret olan tenzih nuru ve birbirlerinin fevkindeki

nurun neticesi olan vâhidle ilgili olan nurdur. te Allah Teâlâ bu


ekilde istedii kimseyi nuruna hidâyet eder.

Onlar çevrelerine halkalanan ruhlara öyle seslenirler: Ben, AUah


akyla yanm aydnlanm bir ruhum! Eer aym ak ateiyle
yanmak isteyen kimseler varsa gelsinler, benim kalbimin ocanda,
kendi gönül kavlarm tututurup bu atele uyanmaya, bu atele
yanmaya kosunlar. Unutmasnlar ki kendi gönülleri de aslnda
iyiye, güzele koma istidâdndadr (kabiliyet). Her gönül ate alma
"
kabiliyetinde bir kavdr. Her gönül Allah yolunda bir kanattr.

Ben gizH bir hazineydim istedim ki bilineyim, gereince ak,


Cenâb- Hakkk'n sfatdr.^^^

Kâinat aaa onun akna cotu, tat, oynad Sonra onda bulunanlar
da harekete geçti. Ama hepsi, renkler ve bayramlklar... uçtu... uçtu.

Bütün bunlar onun nurundan bir kvücmd.

^^'^
Abdü'l-kerîm brahim el-Cîlî, nsan- Kâmil, çev. Se}'\'id Hüseyin Fevzi Paa,
stanbul, Kitsan Yaynclk, s. 174-175
^28 Ken'an Rifâî, erhli Mesnevî-i erif, stanbul: Kubbealü Neriyat, 2000, s. 242.
^^^
Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealü Neriyaü, 2000, s. 511.
^^°
Muh}dddîn bnü'l-Arabî, eceretü'l Kevn-Üstün man, çev. Abdülkâdir Akçiçek,
stanbul: Bahar Yaynlar, 2000, s. 11.
EY insan
513

-81-
Gökleri ve yerleri yaratan, onlar gibisini
(onlarn aynn) yaratmaya muktedir deil midir?
Elbette O Hallâkü'l-Alîm'dir
(mutlak yaratc her eyi bilendir.)
"E ve leyse'1-lezî hâleka's-semâvâti ve'l-'arda.
bikâdirin alâ en yahluka. mislehüm belâ ve Hüve'l-
Hallâku'l-'Alîm''

*
Gökleri ve yerleriyaratan, onlar gibisiniyaratmaya Kadir deil midir? Elbette
Kadirdir. Çünkü O her jeyi Yaratan 'dr, her jeyi Bilen 'dir. (Elmalk Hamdi
Ya^r)

Gökleri veyeriyaratan, onlarn benzerleriniyaratmaya kadir deil midir?


Evet! Elbette kadirdir. O, her jeyi hakkyla bilenyaratcdr. (Diyanet)

Hallâk: Yarat sürekli olan yarattklarnda sürekli yeni boyutlar


oluturan. Yaratndaki younluk ve çeitlilii izlemek mümkün
olmayan.*^^^

Arz Hakk'n sfatlarmn karlnda (semâ), yaratlmlarn ifadan,


yüceliin zddna süflilik, düzgün âlemin (semâ) kart olarak
bozulu âlemidir.

Allah öyle buyurmutur: "Allah gökleri, arz ve aralarndaki eyleri


hak ile yaratmtr." Gökler ulvi âlemler, arz süfli âlemlerdir. Gök
slah âlemi, arz bozulu âlemidir. Gök yükseklii, arz ise düüklüü
anlaür.^^^

Yaar Nuri Öztürk, Kuran' Kerîm Meali, stanbul: Hürriyet Matbaaclk, 1994,
s. 580.
^^^ Suad El-Hakîm, thnü'l-Arahî Sö'^üü, çev. Ekrem Demirli, stanbul: Kabala
Yaynevi, 2005, s. 78-79.
514

Halk ^aratma), yokluktan deildir. Yaratma ilmi varlktan d


varla dorudur. bnü'l- Arabi'nin düüncesinde Allah Yaratan'dr
demek, Allah'n a'yân- sabiteyi d-duyulur varla çkartt veya
izhâr ettii anlamna gelir. Bunu sadece Allah yapabilir, hiç bir
yaratlmn irâdesi ayan- sabiteyi izhâr (aça çkartmak) edemez.
Halk belirli bir zamanda gerçeklemi deildir, aksine o, her nefeste
devam eden sürekli bir eylemdir. Hak sürekli ve ebedî Yaratan;
âlem ise sürekli ve ebedî yok olandr.

bnü'l- Arabî halk (etmek) lâfzna dört açdan bakar:

1) Halk=îcat yaratmas. Bu, ilâhî irâdenin ortaya çkartmak istedii


eye ilimesidir.

2) Halk= takdir yaratmas. Bu, mümkünün varhn ortaya


çkartmak için vaktin belirlenmesidir.

3) Halk= yaratma fiili.

4) Halk=isim. Baka bir ifadeyle halk yaratlm olan anlamnda


yaratlamn ismidir ve hakikatin iki veçhesinden (yü":^ birisidir: Hak
ve halk.'''

Mûsâ'mn tabut içinde der}^aya atlmasmn sureti, zahirde ölüm idi.

Halbuki bu, zahirde ve bâtnda onun içinölümden kurmlu oldu.


u hâlde Mûsâ, insanlarn ilim ile cehil ölümünden dirildii gibi
Nasl ki ulu Tanr "O
dirildi. kimse ki ölü idi." Yani cehalet ile

ölmütü "B/^ onu dirilttik. "Yani ilim ile diri kldk 'l^e hi\ ona hir nur
bahsettik ki onunla insanlar arasnda yürür." buyurmutur. O nur ise

hidâyet dr.''"^

Yaratt'dan murat, manevî vücuttan sûrî yani görünen vücûda


zuhur etti, demektir.''^

Cesedin cümlesine fena gelse, ona ne yokluk olur, ne de zeval. Gök


yklsa, yer çökse ona bir hasar gelmez. Canllardan ne kadar ölürse

^^^ Suad El-Hakîm, tbnü'l-Arabî Sö^lüü, çev. Ekrem Demirli, stanbul: Kabalc
Yaynevi, 2005, s. 254.
^^•*
bni Arabî, Fusûsu'l-hikem, çev. Nuri Gencosman, stanbul, Krkambar
Kitapl, s. 297
^35 Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealû Neriyat, 2000, s. 252.
EY insan
515

ölsün, o izafi ruh, ne hâlde ise, o halde dâim ve kaim (ayakta


durmak) olur.^^^'

"O her an yeni bir an alr" Allah'n Zât'na ve sfâüna bir son
olmad gibi, âlemlerin dahi sonu yoktur. Zîrâ âlemler, isim ve
sfadarn zuhur Zuhur eden sonsuz olduuna
yeridir. göre, zuhur
yerlerinin de sonsuz olmas gerekir.^"*'

Hak Teâlâ varb ama haddi zâtnda Hak, varbn yaratt.


yaratt
Her eyin Ondan baka Yaratc yoktur. Kullarn
Hâliki Allah'tr;
îdkâdnda zuhur eden dahi, Hakk'n yaratt eya cümlesindendir
ki onlar dahi Hak yaratmtr. Hak, kulun tasavvuruna (hayal),

îdkâdna ve anlayna göre kalp aynasnda )aiz göstermitir.

Düünen kulunun zannna ve düüncesine göre varln izhâr eder


(açîa çkarma).

Hak, bu âlemi ve Adem'i yaratt ve bunlar kendi varbna ayna


kld. Alem aynasnda aksini, Âdem aynasnda ise aynn görür ve
seyreder.

Zât'n ayna suretinde izhâretti. Cemâlini o aynada zâtna arzetti.

Bu yüzden bakar oldu. Kendi güzelliini görüp aka dütü. Hayran


oldu, niyaza kapld. Dier yüzden mâûk oldu, naz ve iveye girdi.
Kendi hüsnünü yine kendi kendine arzetti ve tecellî etti. Burada
bakan, baklan ve ayna tek eydir.^^^

Bunlarn hepsine ayna insân- kâmildir. lâhî varb kâinat gösteren


aynadr. nsân- kâmil mutiak surette Hakk'n teceUîgâhdr ki O,
hangi yönden kendisine teceUÎ ederse kabullenir. ^^^

Muhyiddîn bnü'l-Arabî, Ö^n Öt^ü, çev. smail Hakk Bursevî, stanbul:


Rabmet Yaynlar, s. 16-17.
83^ Muhyiddîn bnü'l-Arabî, Ö^//« Ö^ü, çev. smail Hakk Bursevî, stanbul:
Rahmet Yaynlar, s. 21.
838
Muhyiddîn bnü'l-Arabî, Ö^üt çev. smail Hakk Bursevî, stanbul:
Ö'iü,
Rahmet Yaynlar, s. 56.
839
Muh)iddîn bnü'l-Arabî, Öî^ün Ö^ü, çev. smaü Hakk Bursevî, stanbul:
Rahmet Yaynlar, s. 30-31.
516

-82-
O'nun emri bir eyi dilerse (irade ederse) ona sâde
"Ol" demektir. O, oluverir.
''Innemâ emrühû izâ erâde ey'en en yekûle lehû
kün feyekûn"
*
O 'nun emri, bir §eyi dileyince ona sâde "Ol" demektir. O da hemen oluverir.
Elmahh Hamdi Yaî^r)

Bir jejjaratmak istedii î^aman Onunyapt "Ol" demekten ibarettir.

Hemen oluverir. (Diyanet)

Bir eyin tekvinine (yaradh§) irâdesinin taalluku (iliii, ilgisi olma)

zamannda Hak Teâlâ'nn emri ancak o eye irâdenin taallukuna

defaten (birden, bir defada) ve mean zaman tahallül etmeyerekten


(araya girme) eyin vücûdunun terettüb (sras gelme, îcâb etme, gerekme)

etmesidir.^"*^

Tekvin Cenâb- Hakkk'n sfatiarndandr, Allah bir eyi murad


edince ona sadece "ol" der, o ey de hemen oluverir. Cenâb- Hakk
Kur'ân- Kerîm'e göre "kün" emri ile yaratr. Bu kelime Allah'n

yaratmasn ifâde eden kelimedir. Allah'n kelimeleri tükenmez (Kehf,

109). Çünkü hallâkiyet Allah'n en bariz (açk) vasfdr (ö^llik).

Bu kelime Kitab- Mukaddes'te de yer ahr. Ancak orada emr-i gâib


eklinde geçmektedir. Tekvin bâb, 1 'den u cümleleri okuyabm: "Ye
Allah dedi, ijik, olsun; ve ijik oldu (..) Ve A.llah dedi, sularn ortasnda

kubbe olsun ve sulan sulardan ayrsn. ]/e Allah dedi, gündüzlü geceden

ayrmak için gökkubbesinde ifk olsun; ve alametler için, ve günler ve seneler

için olsunlar. " Bu kelimenin emir sîgâsyla (emir) olmas, müteâl

^40 Kemalüddin Abdürrezzâk Kâânî Semerkandî, Te'vil'ât- Kâ^âmyye, çev. Ali


Rza Doksanyedi, Vehbi Gülolu ( haz.), Ankara, c. 3, s. 15.
EY insan
517

(yüksek), her eyin üstünde gâlib, her eyin müllcünü tasarrufu elinde
bulunduran, Yaratma da O'nun Yürütme de O'nun, (A'râf, 54) olan
Allah'a ne kadar lâyktr. Çünkü Allah'n er'î emirleri de emr
sîgâsyla varit olduuna göre, Allah'n yaratc aksiyonu ve yürütücü

aksiyonu için bu kelime elbette ki en uygunudur. Hz. isa'ya

Kelîmetullah denilmesi O'nun böyle bir emrinin tecellîsi

olduundandr. Çünkü Allah sebeplere mahkûm deil, Müsebbibu'l-


esbâb'dr (sebep olan). Allah her eyin Yaratcs olduu gibi,

sebeplerin de Yaratcsdr. Diledii zaman onlar tesirsiz klar,

deitirir. Hiç bir ey O'nu takyid (kayt altna almali) edemez, her

ey O'nun külli iradesiyle mukayyed (kaytl) ve O'na münkâddir


(boyun een).

Bu kelime Kur'ân'da mefulsüz, mutiak yaratma anlamyla sekiz


defa geçer. lk defa 41. srada yer alan Yâ-Sîn sûresinde geçer.

'''O'nun if bir ^eyin olmasn istedi mi ona, sadece "ol" demektir, hemen

oluverirP (Yasin, 82). ikinci olarak 44. srada yer alan Meryem
sûresinde geçer: ""Çocuk edinmek Allah'a yakijmaî(. O, (böyle peylerden)

münezzehtir (ayn olmak). Bir ip yapmak istedi mi, ona sadece "Ol!" der, (o

da) olur. (Meryem, 35). Allah'n bir jey vücûda getirecei ^pman onu en

ksa zamanda yaratmasnn, sânndan olduunu ifade eder. Dier âyetler de

yaklajik olarak ayn mânâyadr (Al-i Imrân, 47) (Al-i Imran, 59;
En'am, 73; Bakara, 117; Nahl, 40; Mü'min, 68).'"'

Allah bir eye ne zaman "Ol!" diye emretse o ey kendini vâr


edenin emrine uyarak kendini var klar. Bu yüzden Hakk Tealâ
yaratl "ey"e nisbet etti. Eer o eyin kendisinde yarata hazr
olu olmasayd "Ol!" emrini iitince varha kavumazd. O eyin
kendisinde yerletirilmi ve gizlenmi olarak bulunan bu yaradüa
hazr olma yetenei onda Feyz-i Akdes yani Zât âleminden gelen
tecellîlerden oluur.

^"^^
Veli Ulutürk, Kur'ân- Kerîm'de Yaratma Kavram, stanbul: nsan Yaynlan,
1995, s. 49-51.
518

lâhî feyz iki ksmdr: Biri "Feyz-i Akdes", dieri "Feyz-i


Mukaddes" lki ile ilim mertebesinde tüm hakikatleri ve onlarn aslî

yetenekleri oluur. kincisi ile bu hakîkatierin kendilerini darya


varhk olarak aksetürebümeleri için gerekli olan eylerle birlikte
hârici varhklar oluur.

Bir eyin varbndan önceki yokluk hâllerinde, bütünüyle yok olan


bu eyler nasl oluyor da "ol" emrine uyabilme yeteneini
gösteriyorlar? Varh kendinden baka eye baml olan bir eyin
var oluu nasl mümkün oluyor? Buna öyle cevap verîlîr: Bu
eylerin varh tamamiyle üâhî ilim mertebesindeki ilmî varhk île

ezelî ve ebedî olarak vardrlar. Her ne kadar varhklarnn dlamas


açsndan yok iseler de. Dolaysyla "Ol!" emrine ve "oluveri"e
hazr bir ekilde ilmî olarak vardrlar.^"*"

Allah âlemi nefsinden, irâdesinden ve sözünden yaratt. Eer bu üç


ey -ki bunlar Zât, bir iin olmas için hakkn yöneliinden baka
bir ey olmayan irâde, ve bu yöneliin tahtndakî "Ol!" emridir-
olmasayd hiç bir ey var olmazd. Âlemin bu üç eyden olumas
tevhide aykr deildir. Zât birdir. Çeitlilik gösteren nisbederdir.
Nitekim buyurur: "Biz bir eyin olmasm dilediimizde ona ol deriz

o da oluverir." te eye burada iaret


Allah yukardaki üç
etmektedir. Vâr edilmi her eyde bu üç ey vardr. Tabu kendini
var edendeki üç eyin karl olarak. Bu karhklarn birincisi o
varhm Allah'n ilim mertebesindeki sabit Zât', ikincisi Rabbin
sözünü dinlemek, üçüncüsü de onun emrine uymak.^"^^

u hâle göre Yaratan'n üçlü birlii yaratlamn üçlü birlii üe


karlat. Yaratlan eyin yokluktan vâr olmasnda onun sabit olan
Zât', kendisini îcât edenin Zât'na, bu hitab iitmesi Yaratamn
irâdesine ve Yaratann ona vâr olmas için verdii emre uyarak
varh kabul etmesi de Hakk'n "kün" emrine karük dütüü için
o ey de vâr olmutur. Eer Allah'n "Ol!" emrine kar o eyin

^'^^
smail Rusûhî Ankaravî, Nakf el-Fiisus erhi, lhan Kutluer (haz.), stanbul:
RibatYaynlar, s. 70-71.
^^^ smail Rusûhî Ankaravî, Nakj el-Füsus erhi, lhan Kutluer (haz.), stanbul:
Ribat Yaynlar, s. 88-89.
EY insan
519

kendi nefsinde vâr olmak kuvveti olmasayd yaratlamazd. u


hâlde o ey yok iken yaratl emrini iitince ancak kendi nefsini
yaratt. Bu îzâha göre Hak, isbat etti ki, kendisine düen i, sadece
yarataca eye emir vermektedir. Nasl ki kendisinden korkulan ve
isyan edilmesi mümkün olmayan bir âmir kölesine kalk der, köle de
efendisinin emrine uyarak derhal kalkar. Bu kalknma keyfiyetinde
efendisinin ona emir vermesinden baka bir ey yokmr. Kalkma ise

efendinin fiilinden deil, ancak kulun fülindendir.

Demek yaratln asl teslis (üçleme) üzere yani irâde ve


oluyor ki

emir Hak tarafndan, olu keyfiyeti de mahlûk tarafndan olmak


üzere üç esasa baland.*^"^"^

• Varlklarn hepsi sonu olmayan AUah'n Çünkü onlar


kelimeleridir.
Kün: ol emrinden meydana gelmitir. Kün ise AUah'm kelimesidir.
u hâle göre kendisinde mevcut bulunmas bakmndan keHme
Allah'a nispet olunur mu? Nispet olunsa bile onun iç yüzü
bilinmez. Yahut Hakk'n mahiyeti kün diye bir surete mi indi?
böyle olunca da o surete inerek onda belirmesi dolaysyla o suret
için Kün sözü gerçekleir. Bu hususta ariflerin bir ksm bir taraf
dier bir ksm baka
bir tarafa gider. Bazlar da ite hayrete
da
düer ve te
bu ancak zevk yoluyla anlalabilen bir
bilmez.
meseledir. Nasl ki Bâyezîd-i Bestâmî, öldürdüü karncaya üfledii
anda hayvan dirildi. O bu ite kiminle üflediini bildi ve öyle üfledi.
u halde, O sâ'mn zevk ve müahedesine erimiti. Mânevi olan
dirilmeye gelince, bu da ilim iledir. Bununla beraber hayat; Allah'n
Zât'na, ilmine ve nuruna mensup olan hayattr ki vMlah bu hususta
öyle buyurmutur: "O kimse ölü müdür ki, biz onu diri kldk ve
ona bir nur verdik ki halk arasnda onun yürür." yla
hâlde u
ölü bir kimseyi AUah bilgisi ile husûsî bir meselede ilm-i hayat ile
diri klan her arif onu ilimle diriltmi olur ve ona öyle bir meale
verir ki onunla halk içinde yani surette kendine benziyenler
arasnda yürür.^'*^

^^^ bnü'l-Arabî, Fusûsu'l-hikem, çev. Nuri Gencosman, Krkambar Kitapl, s.

144-145
845 - A *

Muh}iddîn Ibnü'l-Arabî, Fusûsu'l-hikem, çev. M. Nuri Gencosman, istanbul:


stanbul Kitapevi, 1981 s. 126.
520

Ba's, dirili iki türlüdür. Biri zahirî, dieri manevî. Ba'sm lügat

mânâs, yerinden koparmak demektir, Sûrî olan ba'ste, insan tabiî

ölümle öldükten sonra mezara girer ve kabirde nice müddet


medfun olduktan (gömülme/i} sonra cesetier dirilip harolur. Böylece
de kyametin srr ve hakikati o gün zuhura gelir ve hakîkatier,
herkese o gün ayan ve aikâr olur.

Bir de manevî ba's, mânevi dirüi vardr ki, bunda insan ihtiyarî

ölümle ölüp fâni olduktan ve mecazî vücut kaydndan kurtularak


Zat nurlar içinde bir çok müddet medfun (gömülmek) olduktan
sonra Cenâb- Hakk onu: "Benim sfatlarmla ortaya çk, seni gören
beni görür" sözünün gerei olarak, fena mertebesinden bekâbülah
yani yokluktan sonra Hak'la var olmak derecesine, Allah'n
sfadaryla sfadanm olduu halde ba's ve ihrâc eder. Ve o kimse
bu mertebede Hakk'n bekasyla bakî ve Rabbânî hayat ile dirilmi
olarak her ne ilerse hemen Hak'la iler. Bu mertebede o, eyay
Hak'tan baka görmedii gibi, Hakk' da eyadan gayr görmez.
Belki halk Hak'la kâim, ve Hakk' cümle eya ve mahlûkatn
aynasnda zahir ve tecellî etmi görür.

Bir kesret görür ki hakikatte vahdetin ta kendisidir. Bir vahdet görür


ki eyamn kesretinde kendini göstermekte bulunmutur, ite bu
mertebede ona zahir, bâtnn kendisi ve bâtn da zuhuru itibariyle

zahirinaym göründüü gibi, âhir ayn evvel ve evvel ise ayn zahir
görünür. O kimse bu mertebede: Evvel Ahir'dir, Âhir Evvel'dir.
Zahir bâtndr ve bâtn da zahirdir! der.

eyh-i Ekber'in "Sübhâne men ezhara'l-eyâe ve hüve aynühâ" "O


izhâr ettii eyann tâ kendisidir." "Ölüm
kavli ve Hz. Ali'nin
gözümden örtüyü kaldracak olsa, bu dünyada gördüümden fazla
bir ey görmü olmayacam!" demesi de yine ayn mânây dorular.

Hz. Niyazi'nin dedii gibi:

Hak 'tan ayan nesneyok

Gö^ü^ere pinhân (gi^i) imij

Hâsl mahlûkat ve bütün bu yaratl âlemi Hakk'n mutiak


güzelliine perde gibidir. Bu perde açlp Hz. Ebû Bekir'in "Hiç bir
EY insan
521

ey görmedim onda Allah' görmeyeyim." dedii


ki gibi görgü sahibi
olmak, ancak ölmezden evvel ölmekle olur.^'*'^

Mürîd, muradma nefsinden, ve abkanlklarndan çkmaynca ve


cemî-i ehevât-
(nefis mubâhâü (mühah olan) ve onun
dükünlükleri)
gayrm terk etmedikçe vâsl olmaz. Bunlar hâsl olduktan sonra
Cenâb- Hakk müridini kendi vücûdunda ve vücûdunun
avâliminde (dünyalar) tasarruf ettirir; sonra onu kevn-i mudakta
tasarruf etdrir. Bundan sonra bu zâtn emri, Hakk'm emriyle olur
ve bir eye "Kün" dese olur.^^^

Ben kevne ve nasl meydana getirildiine, saklanana ve nasl tedvin


(kitap pekline sokma) edildiine baktm ve bütün kevnin bir aaç

olduunu gördüm. Bu aacn nurunun asl kün tohumundan idi.


Böylece K cevherinden iki farkl anlam ortaya çkmtr. Birisi
"kemâl k'si", "Bugün si^n için dinini^ kemâle erdirdim. " (Mâide, 3),
dieri küfür K'si, "Onlarn bir ksm îman etmij, bir ksm ise kâfir
olmutur." (Bakara, 253). Ardndan N (Nun) cevheri ortaya
çkmtr: belirsizlik N'si ve belirlilik N'si. Tanr onlar yokluktan
irâdesinin hükmüne göre izhâr ettiinde nurundan üzerlerine
saçm, bu nurun isabet ettii, kün tohumundan ortaya çkm olu
aacmn görüntüsüne gözlerini diker. Böylece onun K'sinin
srrnda "Si-:^ en hayrl ümmetsiniz" (Al-i mran, 110) ifâdesinin
timsâli parlar. Nun'un erhinden ise "Allah kimin kalbini slâm'a
açarsa, o Rabbinden bir nur üzerindedir" (Zümer, 22) âyeti anlalr hâle
gelir. Bu nurun skalad kimse ise kün harfiyle anlatlmak istenilen
anlam açklamas istenilir, o da harfin hecelerinde yamlr. Ardndan
kün kelimesinin misâline bakar ve zanneder ki o belirsizlik Nun'u
ile küfür K'sidir. Böylece kâfirlerden olur.
Yaratlm herkesin Kün
kelimesinden pay, hecelerinden bilindii kadardr. Bir kii kemâl
K'sine ve belirlilik N'sine tamklk ederken, birisi de Küfr K'sine ve
belirsizlik N'sine tamklk eder.

846 Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbeala Neriyaü, 2000, s. 248-249.


^'^
Ken'an Rifâî'nin Ahmet er-Rifâî hakkndaki notlarndan, s. 49
522

Kün iki ele iaret eder: söz konusu iki el bnü'l-Arabî'ye göre
etkinlik ve edilgenlik sfatlarn veya zorunluluk ve olabilirlik

mertebelerini ifâde eder.^"*^

Herkesin müahedesi bir bakadr. Yani: KÜN (ol) emrine dair


müahedesi.. Yani Kâf ve ^un müahedesi.. Ona biri bakar;
kemâliyet, tamlk Kafini ve marifet V//;?'unun, nurunu müahede
eder. Bir bakas da küfür K^'ile yabanclk Nun'unu.. Yâni nekri^"^

"Onun emri bir eyi diledii zaman: Ol! (Kün!) demektir. O dem
olur..." Bu incelie yükselten mîrâcn ilk merdiveni: eriat ve de
hakikatin srrdr, ikincisi: Al büyüdür ki hayâl ve tasvir gücüne
yerletirilmitir. Bâtl ve yalan perdesi altnda hakta gizlenmitir.
Hüsran miracdr. eytan sratdr. Hizlan seviyesine kadar götürür.
"Bir serap gibidir ki, susamaktan bunalan onu su sanr. Oraya
vard zaman bir ey bulamaz..." (Nur, 39) Su sand "Nur" ate
olur. Karargâh ölüm saçar. Ancak, bütün bunlara ramen; ayet

küfr'den dönerse; Allah elinden tutar; te'yid ettii latifeye çkarrsa,


bu mânâda makamdan ikinci miraca çkar Allah' yannda bulur.
te o vakit; Hakk'n karargâhm bilir ve sadâkat makamnda; bâtl
yoldan ayrt eden hâli anlar. Hûlâsâ: Bir ahs gidiini; anlatlan yola
uydurursa, ilâhî hükmün emrine girerse, hesabm kendisi
tamamlam olur. Amma, bu durumu ihmal eder de... bu ihmal
karar üzerinde kalr giderse, tabiat elbisesi üzerine ateini
körüklemi olur. Ve de helake doru dolu dizgin gider, gider...

Sonra da; o atein dumam


ruhunun burnuna kadar gider.
âlâ

Dolaysyla da, onu da öldürür ki bundan sonra artk; Hidâyet yolu


bulamaz. Bundan sonra artk; Ümmü'l-Kitâb'n (Kur'ân — Kerîm)
mânâsm anlayamaz. Bundan sonra; bütün telâkkisi (kabul etme)
Cemâl mânâlarndandr. Yahud da kemâl çeidi ilerdendir. Bu
aldklar ile, delâlette zayi olur gider. Bu hal içinde; her ne kadar
muhal olan eyler onda zuhur bulur ise de, yine de Hakk'a dönmesi
imkânszdr. Bunlarn durumu, u âyet-i kerime ile anlatlr: "O

^^^ Suad El-Hakîm, bnü'l-Arabi Sölpüü, çev. Ekrem Demirli, stanbul: Kabak
Yaynevi, 2005, s. 438-439.
849
Muhyiddîn bnü'l- Arabi, eceretü'l Kevn-Üstün insan, çev. Abdülkâdir Akçiçek,
stanbul: Bahar Yaynlar, 2000, s. 19-20.
EY insan
523

kimseler ki; çalnmalar dünya hayatnda iken gitmitir. A-ma onlar, halâ iyi

i^ yaptklarn sanrlar. " (Kehf, 104)^^"

Allah Teâlâ'nn emri; (Kaf ile Nun, Kün) arasndadr. Bazlarnda


Cenâb- Hakk, (Kahmâniyet) sfat ile tecellî eder. Bu öyle olur:

Allah Teâlâ, kulu için Rubûbiyyet arn diktiinde kul, onun


üzerine istilâ eder (yerlefr); ve önüne iktidar kürsüsü konur. O

zaman onun rahmeti varlklara sâri (hulasan) ve âmil (içine alan)


olur. te o zaman o Zât'm kürsüsüne balanr. Sfatiar kyamn

bulur. Yani artk o da KMdsiyjü\-Zât ve kayyûmü's-sfât'tiT^^^

Ruhu'l-Kudüs; "Kiin" (En'am sûresi, 73) emri ümulünün (kapsam)


altna girmekten yana Ayrca asla onun için
münezzehtir...
"Mahlûktur!" da diyemeyiz. Zira o Hakk'n has olan yüzlerinden
bir yüzdür, o yüzle kâimdir.^^"

"A'yân- Sabite", (Kün) kelimesinin ihatas (kuatma) altna


girmemitir.

"A'yân- Sabite", ancak ayni îcad zamannda (Kün) kelimesinin


ihatas altna girer.

Fakat, onun yüce ahikasnda (en yüksek nokta) ve ilm-i taay^öinünde


(meydana gelmesinde) tekvin ismi "A'yân- Sabite" üzerine dâhil olmaz.
Bu mânâya göre a'yân- sabite Hak'tr, halk deildir.

Çünkü halk, (Kün) kelimesinin altna giren eyden ibarettir. A'yân-


sabite ise, ilâhî ilimde bu vasf ile hadis deildir. Bilâkis, iltihak
hükmüyle, hâdise dâhil edilmitir. Bunun sebebi ise a'yân-
sabite 'nin kendi zatiarnda, hadis (meydana gelen) varkklarn kadîme
^^^
olan ihtiyacdr.

^^'^
Abdü'l-kerîm b. brahim el-Cîlî, Insân- Kâmil, çev. Se}yid Hüseyin Fevzî Paa,
stanbul: Kitsan Yaynlar, c. 2, s. 132-134.
^5' Abdü'l-kerîm b. brahim el-Cîlî, Insân- Kâmil, çev. Seyyid Hüseyin Fevzî Paa,
stanbul: Kitsan Yaynlar, c. 2, s. 213.
^52 Abdü'l-kerîm b. brahim el-Cîlî, nsân- Kâmil, çev. Seyyid Hüseyin Fevzî Paa,
stanbul: Kitsan Yaynlar, c. 2, s. 47.
^^^ Abdü'l-kerîm b. brahim el-Cîlî, Insân-t ¥Jmil, çev. Sejyid Hüseyin Fevzî Paa,
stanbul: Kitsan Yaynlar, c. 2, s. 351.
524

Hullet (hakîkî dostluk); kulun yüce Hakk'a dost olup katlmasdr,


bu katlma o kadar iddetlidir ki; cesedinin bütün parçalarnda bu
kaülma ve dostiuk izleri zahir olur. Allah'n "Kün" (Oll) emriyle
eya onun için oluur ve hastalklar, illetleri giderir. Elinden
mucizeler çkar, bolukta ayaklar ile yürür, mesafeler kendisine

ksalr. Neticede tüm heykeliyle, sûrederin her biriyle sûretienir.

Burada anlatlanlar u kudsî hadîsin mânâsdr: "Kulum bana


nafilelerle yaklar. O kadar ki, onu severim. Onu sevdikten sonra,

kula olurum; onunla duyar. Gözü olurum; onunla bakar. Dili


olurum; onunla konuur. Aya olurum; onunla yürür."Ve bu kul
artk Hak hallidir. Yani, yüce Hakk'n nur'lar onun varlna
karmtr. Hâsl O artk Allah için bir dosttur.^^"^

Nasl ki nefes ve harfleri azdan çkarmak suretiyle söz ve kelime


zuhur ediyorsa, bütün bu görünen ve olan eyler de Allah'n
kelimeleridir.

Evliya ulvî, yüksek kelimeler; eya ise süflî, alçak kelimelerdir ve


bunlarn hepsi de bir (kün) emrinden zuhur etmitir. Her ey,
ashnda ne ise, sonunda da odur. Çünkü evvel sondur, son da
^^^
evveldir.

Olan ilerin hiçbiri yoktan zuhura gelmedi. Hepsi bir zâti

inklâptan (deinme, bir hâlden bir hâle geçme) ibarettir. "Yoktan oldu."
demekten kast, zât zâtndan sakl iken, istei ile aça çkt
demektir. Zîrâ ne var yok olabilir; ne de yok var olabilir. Zât
deryasnda meydana gelen inklâp sayesinde âlemler zuhur etti.

Meselâ bir deniz düünelim; birinin dierine aktt ile ikinci;

ondan akanla üçüncü, daha sonras da dördüncü olur; böylece dört

derya zuhur eder. Bu anlatlanlar bir nurdur. Her inklâbnda yeni

bir ekil olur. Arifler katnda öncesi ne idiyse, el'an (jimdi, hâlâ) yine

öyle. Anlatlan âlemlerin cümlesi bir nur denizidir; dâima dalgalamr


ve yeni, yeni tecellîler olur. "O her an bir e'n ('^//dedir." düstûruna
göre, o ilâhî dalga Zât'tan gelir; yine Zât'a gider. "Her ey O'ndan

^-^^
Abdü'l-kerîm b. brahim el-Cîlî, nsân- Kâmil, çev. Se}yid Hüseyin Fevzî Paa,
stanbul: Kitsan Yaynlar, c. 2, s. 458.
855 Ken'an Rifâî, Sohbet/er, stanbul: Kubbealo Neriyaü, 2000, s. 211.
EY insan
525

geldi; yine O'na gider." "lerin hepsi O'na döner." Bu denizin


dalgasna mâsivâ (dünya) denir. Derya: Ezelî ve ebedî dalgalar da
sonradan zuhura gelen hâdiseler sayhr.

Evvel âhir varlk Hakk'ndr. Var görünen mâsivâ ise, mudak olan
varhkta saylr. Bütün mevcut eyler, mudak Zât'tan zuhura gelir. O
varha can olan tecellî bir an kesilse o anda hepsi yoklua gömülür.^^*"

Yüce ve esiz Tanr, sayya smayan güzel isimlerinin a'yân- sabite


alemindeki sûrederini görmeyi, bu görüle kendi srrm kendine
açmay murad etti. Tanr vücut ile vasflanmasndan dolay emri
hasreden toplu varhk âleminde kendi aymm görmeyi diledi.

Böyle olunca her emrin balangc da sonu da ondandr. Bütün


varhk ondan balad gibi ona döner. Emir, âlem denen aynann
cilâlanmasm gerekli kld. Âdem de bu aynamn cilâs ve ruhu
oldu.^^^

Göi^ü kula olmayan yoklara, Allah, efsun (büyü) okuyunca; "Ol!" emrini
verince, yoklar hemen coarlar, var olurlar.

Onun efsûnuy layoklar, hemen ko§a ko§a varlk âlemine gelirler.

Sonra var olana, bir efsun okur; 'Yok ol!" emrini verir, o dayoklua at sürer,

mahvolur gider.

A.llah gülün kulana bir jö^ söyledi, onu güldürdü, âd ta§a bir sö^ söyledi,

onu akik haline getirdi.

Topraktan yaratt bedene bir âyet okudu, beden canland, can kesildi. Güneye
bir §ey dedi, güne panlpanlparlad, nur saçc oldu.

Yine günein kulana korkutucu bir nükte söyler, ona; 'Yutul!" der, günein
yüf^üneyüklerce perde iner, tutulu verir.

^^^ Muhpddîn bnü'l-Arabî, Öî^ün Ö^ü, çev. smail Hakk Bursevî, stanbul:
Rahmet Yaynlar, s. 25.
^57 Muhyiddîn bnü'l-Arabî, Fusüsu'l-hikem, çev. M. Nuri Gençosman, stanbul:
stanbul Kitapevi, 1981, s. 3-4.
"

526

Emirler veren, nükteler söyleyen O a-:^^ varlk, acaba, bulutun kulana ne

söyledi de, bulutun gömülerinden su tulumu gibiya^ aktt?

A.caba, Cenâb- Hakkk, topran kulana ne fsldamtr ki, toprak,

derviler gibi murakabeye (kendi iç âlemine dalma) varm§, susmuj kalmtr?

Tereddüt içinde arp kalan kimsenin kulana da Cenâb- Hakkk, örtülü

bir sö^ bir muamma söylemitir.

O muammay söylemesi ile, o kimseyi, Hakk 'in dediini mi yapaym, yoksa


onun î^ddm m? diye iki üphe arasnda hapsetmitir.
iki taraftan birini tercih etmesi de yine Hakk'tandr. Yani karars^ kii, o

iki iten birini seçer, onuyaparsa, bu seçi kendinden deildir.

"O bir eyi istedii zaman ol der, ve istedii ey oluverir." bütün


fiilleri güzel, hikmetli ve faydaldr. Ama o kullarndan faydab
eylerin neler olduunu gizlemitir. Rzâ ve teslim hâlinde olana
yakan; kaderi hak bilip, emirlerini yerine getirmek, yasaklardan
kaçnarak kulluk yapmak, Rablk davasna kalkmayp, kaderle
uramamak ve savamamak; niye, nasl, ne zaman? gibi sorulardan

uzak durmaktr.

Bu mânâlar bn Abbas fr.^./dan rivayet olunan u hadîs-i erife

dayanmaktadr:

"A.llah Resulü (s.a.s.)'/?/V« terkisindeydim. Bana dönüp buyurdu ki: Allah'n


(hadlerini) koru ki, Allah da seni koruyup göletsin, istediinde, Rabbinden
iste. ihtiyâcn olduunda, Rabbini yardma çar. Kalem, olacak olan hereyi

yaktr. Bütün mahlûkat sana yardm için toplansa, Allah takdir

etmediyse, sana yardm edemezler. Yine hepsi toplanp ^arar vermek isteseler,

Allah takdir etmediyse sana :(arar verememeler. Rûbbine kar doruluk ve

yakîn ile amel etmeye çal. Bunu baaramazdan, sabretmekte büyük bereket
ve hayr vardr. Sabrl ol Basan sabrla elde edilir. Kurtulua belâlarla

ulalr. Zorluklarla birlikte kolaylk da vardr.

Sûre-i A'lâ, ayet 2: "O (Rabbin ki) yaratt, (yaradln birinci safhas).

^5^ efik Can, Konularna göre açklamal Mesnevi Tercümesi, stanbul: Ötüken
Neriyat, 1997, c. 1-2, s. 103.
^5' Abdülkadir Geylânî, Fütûhu'layb, stanbul: Sinan Yaynlar, 1996, s. 121.
EY insan
527

Tesviye etti (yaradh§n ikinci safhas)

Ayet 3: "O (Rabbin ki) programlad, kaderledi (yaradln üçüncü safhas).

T 'e ihda etti (yaradln dördüncü safhas)

lâhî emre gelince, o iki ksmdr. Birincisi vastayla olan emir ki

nebî ve resuller araclyla getirilen ve kendisinde yap, et eklinde


emir kipi bulunan ksmdr. Buna icâbi emir, teklifi emir de denir.
"Namaz kbn, zekât verin" emrindeki gerekir ve yükümlü klmaya
ilikin emir kipi gibi. ikinci ksm emir ise vastaszdr, yani nebiler
araclyla getirilmez. Bu emre icâdî veya iradi emir denir, zira
Allah'n yaratmas ve olmasm istemesine ilikindir. Bu emir ezelde
levh-i kazada olan emir olup "innemâ emruhu izâ erade ey'en en
yekûle lehû kün feyekûn: O'nun emri bir eyi irâde ettiinde ona ol

demesidir, o da oluverir" ayetindeki kûn: ol emri bu mânâya


iarettir. Bu emre aykr davranmak diye birey düünülemez,
çünkü Hakk'n kazas deime kabul etmez. Ama elçiler araclyla
gelen emirlere uymamak diye birey düünülebilir. Eer iradi

emirlere vastasyla getirilen emir uygunluk salamazlarsa ona


aykr davranmak mümkün olur. Yoksa arac ile gelen emir, iradî
emre uygunluk salarsa uymamak diye birey düünülemez bile.
Herkes herey o emre bo}Tan emek zorundadr. Buna dayanarak
unu söyleyebiliriz: Nebiler resuller ve onlarn vârisleri olan âlimler
ilâhî emre uygunluk gösteren emrin tayclardrlar.

Vastasz olan emirle memur olan özellikle ancak "kûn: ol" emrine
uyan "kâin: olan"dr. Mevcut olan yani yaradl süreci tamamlanm
olan deil. câdî emir türüyle kendisine emredilen eyler sadece
âyân- sabite denen nesnelerin sabit gerçeklikleridir. Çünkü onlar

"kâin:olan" dr ve çünkü bu suretler Hakk'n ümidir. Dolaysyla


mevcut olan yani Hakk'n ilminden varbk sahasna çkm olan
eyler bu emirle emredilmilerdir. Ksaca mevcut olan eyler zaten

^'^"
Halûk Nurbaki, Yâ-Sîn Sûresi Yorumu, stanbul: Damla Yaynevi, 1999, s. 105.
528

var klnm icâd edilmi olduklarndan onlar icâdî deü îcâbî ve


teklîfî emirle emredilmilerdir. Allah en iyi büendir.^^^

te âlem seksiz üphesiz, bir sonuçtan ibarettir. Yani Hakk'n


Zât', irâdesi ve ol emrinin sonucudur.

Ba olan beden "Ol!" buyruunun srrm bilemez; Kâf la Nûn'u da


basz beden bilir'^^^

"Ol!" emrinin hülâsas odur, sen ona secde et de kendinden, kendi


özünden Tanr uludur sözünü duy

-83-
Öyle! O her eyi melekûtu (kudreti) ye^dindç:
(tasarruf ve emrinde) olan Sübhan'dr Hep .

döndürülüp O'na götürüleceksiniz.


"Fesübhâne'l-Iezî biyediî melel<:ûtü külli eyHn
ve ileyhi türceûn"

*
O halde her§eyin mülkü ve tasarrufu (hükümranl) elinde bulunan Allah 'in

§âm neyücedir / Süphan'dr. Si^ dejaln^ O'na döndürüleceksiniz (Elmalk


Hamdi Ya^r)

Her jejin mülkü kendi elinde olan A.llah 'in jan ne kadaryücedir! Si^^ de
O 'na döneceksiniz (Diyanet)

^'^
smail Rusûhî Ankaravî, Nak^ el-Füsus erhi, lhan Kutluer (haz.), stanbul:
Ribat Yaynlar, s. lS-16.
^''2
smail Rusûhî Ankaravî, Nak^ el-Füsus erhi, lhan Kutluer (haz.), stanbul:
Ribat Yaynlar, s. 90.
863
Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Dîvân- Kebîr, Abdülbâkî Gölpnarb (haz.), Ankara:
T. C. Kültür Bakanh, 2000, c. 6, beyit. 943.
864 Abdülbâkî Gölpnarb
Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Dîvân- Kebîr, (haz.), Ankara:
T. C. Kültür Bakanh, 2000, c. 2, beyit. 679.
EY insan
529

Her bir eyin melekûtü (kendi mertebesine münâsip ruhu, hakikati) o


eyi idare eden nufu2 ve bunu yapabilecek kuvvet, kudret ve elinde
olan Zât kendisinin ve fiillerinin zaman olmaklnda vücutlar ve

cisimlere benzetilemeyen (tembih edilemeyen) ve âciz olmayan, (ac^den

temi^enmi§) â'l ve mukaddestir. (Ve ilejhi türceiîn) Ve siz O'nda fena


(kulun fiilini görmemesi hâli, yokluk, hiçlik) ve O'na intiha (son) ile ancak
ona rücû edersiniz (dönersiniz). Allah Teâlâ Alîm'dir.^''"^

Melekût (hükümranlk) mülk'ün mübalaa sîgâsdr. Tam bir

hâkimiyede idare srlar demektir.^''''

Melekût âlemi, meleklerin derecesi olarak da anlatlabilir. Misâl


âlemi, hayal âlemi, birincilik, ikinci taayyün, ikinci tecellî, emir

âlemi, sidret'ü'l-müntehâ {tüm sâliklerin seyirlerinin, amellerinin ve

ilimlerinin sona erdii nokta) küçük berzah âlemi de denir.'^''''

Mülk-Melekût ayrm tasavvuftan ayrm


ortaya çkard bir

deildir. Hemen bütün mistik sistemlerde vardr. ncil'de bu ayrm

tam bir ekilde yer ahyor. Hz. Isâ "ikinci defa domayan göklerin
melekûtuna giremez." buyurmutur. Kur'ân da melekût deyimine
açkça yer veriyor. "B/i^ ibrahim'e, kesin ilme erenlerden olmas için

göklerin veyerin melekûtunu gösteriyorduk. " (En'am, 75)

Nedir melekût, nedir mülk? Mülk ve melekût ayn varln d-içi,


kabb-özü. Mülk kâinatn zahiri, melekût batn. Demek oluyor ki
mülkle melekût denince akla ayn varhk gelir. Nitekim Kur'ân "Her
eyin melekûtunu elinde bulunduran Allah'n sân ne yücedir!"
diyerek her eyin bir melekûtü bulunduunu açkça beUrtiyor.
insann da mülk ve melekûtü vardr. O'nun mülkü kalb, cismi,

maddesi; melekûtü ise iç kuvvetleri, mânâsdr.

'^'^^
Kemâlüddin Abdürrezzâk Kâânî Semerkandî, Te'vil'ât- Kâjâniyye, ter. Ali Rza
Doksanyedi, Vehbi Gülolu (haz.), Ankara, c. 3, s. 15.
^''^
Elmall M. Hamdi Yazr, Hak Dini Kur'ân Dili, stanbul: Feza Gazeteciük,
1992, c. 6, s. 426.
^'^^
Mugaddin Ibnü'l-Arabî, Ö^ün Öt^ü, çev. smail Hakk Bursevî, stanbul:
Rahmet Yaynlar, s. 23.
530

Mülk âlemi zahir adm alr, Allah'n Zât'na ait olmayan bilgi
anlamna gelir. Bâün, zahirin aksidir. Allah'a ait gerçek bilgiye iaret
eder. Bu bilgiye ise Hz. Ebû Bekir "Ey Zât'na ait bilginin kemâl
noktas, bilememek olan Allah!" sözüyle iaret etmitir. "Allah
âyetleriyle Zahir, Zât'yla Bâün'dr." "Allah Zâhir'dir: Çünkü eyay
kuatm ve onu idare etmektedir; Bâün'dr: Çünkü kuatlmaktan
münezzehtir." denmitir. Hz. Ali bu gerçee öyle temas ediyor:
"Kullarna, kullar onu görmemek üzere tecellî etti ve nefsini onlara,
kendilerine tecellî etmeden gösterdi."

Demek Hakk'n Zât'na ait bilgi melekût alemiyle ilgilidir.


oluyor ki,

Melekût âlemi du)a organlarmzn fark edebilecei âlem deildir.


Du}Ti organlar ancak mülk âlemini fark edebilir. Melekût âlemini
görebilmek için kalp gözüne, yani basirete sahip olmak lâzmdr. O
âlemi tanmak için ayr bir terbiye ve gayret gerekir. Hz. Isâ ve
ihâbuddin Sühreverdî'nin beyânlarna göre ikinci defa domak
gerekir. Birinci doumla diyor Sühreverdî, insan mülk âlemine girer.

Melekût âlemine girebilmek için ikinci kez domalyz. O halde,

melekût âlemine giri ile sülük yani tasa\^vufi eitim arasndaki ilgi

açktr. Basireti iler hâle getirmek için sulukta )öikselmek, hatta


sülûku tamamlamak gerekebilir. Bunun içindir ki sülûkun sonunda
elde edilen arnma ile melekûta geçi iç içe olaylardr. Muhammed b.

Hasan el-Halvetî öyle diyor: "Kulun kalp gözüyle melekût âlemini


görmeve balamas fenâ'mn ilk mertebesidir. Melekût âlemini geçen
ruh ceberut âlemine intikâl eder ve melekût âlemi onun ehâdet
âlemi haline gelir.

ki defa domayan melekût ve semâvâttan ileri geçemez deniyor.


Birinci dou cümlenin malûmudur. Anadan domak, ikinci dou
ise ihtiyarî ölümdür. Yoksa tabiî ölümle ölen kimse, tabiat

anasndan ikinci defa domu olmaz. Tabiî ölümle ölenler ekseriya


anâsrda kahrlar, ileriye geçemezler. Hadîs-i erifte de 'irâdenle öl,

saadetle hayat bul!" buyuruluyor.

^•^^
Yaar Nuri Öztürk, Kuran ve Sünnete Göre Tasavvuf, stanbul: Yeni Boj'ut,
1998, s. 252.
869 Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealt Neriyat, 2000, s. 39.
^

EY insan
531

Maher günü kâfirler diyecek ki: "Ya Rabbi, sen bizi iki kere

öldürdün. Biri, bizim kalbimizi ölü olarak dünyaya getirdin ve


sonra da ecel gelip bizi tabiî ölümle öldürdü."

Aklar da diyecekler ki: "Ya Rabbi, sen bizi iki kere dirilttin. Biri,

anamzn karnndan ayrldmz vakit, dieri de bizi kendiliimizden


nefsimizden öldürüp seninle dirilttiin vakit."

Hz. isa'nn sözüdür "Kim ki iki defa ölmezse melekût ve semâvât


geçemez." Onun için dervilerin ilâhî kokular ile mest olarak ve
nefislerinin çirkinliklerinden, arbklarndan kurtulmu bulunarak
geçirdikleri hayat, elbette ki huzurlu, rahat ve mesuttur.

• Mükevvenâtta (mevcudat) ne varsa insanda mevcuttur. Dalar,


dereler, kanallar, vadiler, sahralar... Ve sonra ceberut, lâhut ve
melekût da yine insanda mevcuttur.^

• Çokluk âlemi içinde durup kalan kimse âlem ile, ilâhî isimlerle,

âlemin teferruatyla urar. Fakat Tanr Zât'nn esizliine ermi


olan onun sureti yönünden deil ancak âlemlerden ganî olan zât
yönünden Hakk'la birlikte olur. Hakk'n âlemlerden ganî olmas
halinde de onun bu ganîlii kendisine isim ve sfat isnâd
edilmesinden ganî bulunmasnn ayn olur. Çünki O'na ait isimler

kendisine delâlet ettii gibi o isimle adlanm olan baka eylere de


delâlet eder.

hlas sûresinde "Ya Muhammed Sen de ki, Allah esizdir." Yani


aym ve Zât' yönünden benzeri olmayan Tanr'dr. Bizim O'na
dayanmamz cihetinden ise "Allah kendisine muhtaç olduumuz
snamzdr. Kendi hüviyeti ve bizim benliimiz itibariyle

dourmad ve yine böylece domad ve hiç bir ey O'na küfuv


(denk, e§) ve eit olmad" buyurulmutur. te bu Hakk'n
belirlemesidir. u halde kendi Zât'n "Esiz Allah" sözü ile tek
kld. Çokluk ise onun bilinen isim ve sfatiaryla bize göre meydana
Demek ki biz doarz, doururuz, Hakk'a dayanrz; bazmz,
geldi.

bazmza eit oluruz. Halbuki o esiz varhk bu vasflardan

^''o
Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbeala Neriyati, 2000, s. 231.
^''^
Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealt Neriyaü, 2000, s. 471.
"

532

münezzehtir. Hakk' lâykyla anlatmak için Ihlas sûresinde yazl


olan bu sözlerden baka bir sfat yoktur.

Hiç kimse Tanrlk sfatiarn Hakk'n esiz birlii bakmndan


kavrayamaz. Bunun için Allah'n velileri, ahâdiyette (yani isim ve

sfattan ârî olan e^siî(lik alemi) tecellîyi kabul etmedi.

Sen Hak ile Hakk'a nazar ettiin (yani fena mertebesinde Hakk'
müahede ettiin) zaman o kendi nefsine nazar etmi olur. Bu takdirde

o, daima kendi nefsiyle kendi nefsine nazrdr.

Eer ona sen kendi benliinle bakacak olursan yine ahâdiyet


kalmaz. Çünkü sen ona bakarsan sözünde sen ve o varsn, sen
baktn eyin ayn deilsin. u
halde bakanla baklan arasnda bir
ikilik bulunmas lâzm gelmektedir. Böyle olunca da ahâdiyet
ortadan kalkar. Gerçi hak, kendi nefsiyle kendinden baka birey
görmez, bu vasfta bakan da baklan da Hakk olduu bellidir.

• Bütün varlklar bir sülûkun içindedir. Bu sülük, varolu noktasyla


kemâle eri noktas arasnda sürmektedir. Sülük insann tasavvuf
disiplini altnda yürüyüünü ifâde eden bir terim ve bir kurumdur.
Kur'ân hereyin bir sülük içinde bulunduunu açkça söylüyor.

(Nahl, 68-69; Müddessir, 40-62; Cinn, 17) "Rabbin bal ansna...


kolaylklar gösterdiiyollara sülük et diye vahyetti.

nsamn sülûkunda ilk nokta ezel yani mîsak, son nokta Allah'tr. O
halde insann sülûku ölümle bitmez. nsan sonsuz bir sefer

içindedir. Bizim bitiini gördüümüz, sülûkun dünya plânnda


yürüyen ksmdr. Hakikat ehlinin seyr adn verdii sefer dört
türlüdür:

Seyr ilallah (Allah'a doru seyir): Bu tip seyr, kesret perdesinin

birliin yüzünden indirilmesidir. Bu sefer nefse ait menzillerin,

^'- Muh\iddîn bnü'l-Arabî, Fusüs ü-Hikem, çev. M. Nuri Gencosman, stanbul:


stanbul Kitabevi, 1981, s. 77.
^^3 Muhyiddîn bnü'l-Arabî, Fusûs ü-Hikem, çev. M. Nuri Gencosman, stanbul:
stanbul Kitabevi, 1981, s. 59-60.
EY insan
533

yapmack (mecâ^) aklarn giderilmesi ile kalp makamnn sonuna


ulamaktr.

Seyr fîllah (Allah'ta seyr): Perdeyi, bilimsel çokluun yüzünden


indirmektir. Bu seyr, Hakk'n sfadaryla ahlâklanmak suretiyle

Hak'ta en yüksek ufka yükselmektir.

*Aynü'l-cem* makamna çkmak: Bu makama çkan, iç ve d


zdlarn kaytiarndan kurtulur. Bu noktada ikilik bitmi, olgunluk
kemâline varmtr. Kabe Kavseyn'e ular.

Seyr billah anillah (Allah ile Allah'tan seyr): Bu en yüksek


makam olup Hak'tan tekrar halka dönmeyi ifâde eder. Buna
fenâ'dan sonra beka, cem'den sonra fark da denir. Bu makamda
göz; vahdette kesret, kesrette vahdet görür. Bu makam Hak'ta halk,
halkta Hakk' görmektir.^^"*

• Cisim suretinden geç âb- mânâya (mânâ suyu) tâlib ol ki kâm (^vk,
tat) alasn. Testinin naklarn gördün fakat mânâdan gâafilsin.

Eblehliinden (ahmak): "Ten Süleyman'dr, fikir karnca gibidir."

diyorsun.

Niçin 'Vesübhanelle^ hijedihi mekkûtü külli ^ey'in ve ileyhi türce'ûn"

fermannn sadrna (^ürek, göüs) can kulan koymuyorsun?


Mutasarrf- hakikîyi (hakîkî tasarruf sahibi), Hâlik'in irâdesini

görmüyor musun?

Alem senin gözünde mehîb (heybetli), pek azim... Buluttan, semâdan,


gök gürlemesinden, yldrmdan, çarhtan korkudan tir tir titriyorsun.

Bunlarn srf kendilerini fail zannediyorsun. Zahir olan heybetinden


hayet (yücelik karcsnda duyulan gönül titremesi) ediyorsun.

Fikir cihanndan haberin yok, gafilsin, cemât (cans^ cisim) gibi suret

âleminde kalmsn, mânâ âleminden haberin yok. Zira sen, nak ve


suretsin, akldan nasibin yok.

^^* Yaar Nuri Öztürk, Kur'ân ve Sünnete Göre Tasavvuf, stanbul: Yeni Boyut,
1998, s. 88.
534

Kyamet gününde o fîkr ü hayâlin (fikir ve hayal) azamet ve ann


göreceksin. Bir de bakarsn ki bu souk, scak yeryüzü yok olmu.
Hüdâ-i Vâhid (Bir olan Allah), Hay u Vedûd'dan (hiç ölmeyen, diri ve
kullarna olan sevgisi ahit olan Allah) gayr ne âsumâm görürsün, ne de

nücûmu (yldlar). Mevcudattan hiç bir eyi göremezsin.

Sana insan, flaman, kâinat â§k

Birsin, büyüksün gü^el ulu Sühhan

Seni tavsife (vasflandrmak) deil lisan lâyk

Cümle sensin, Zâfn kâmilde pinhân (gi^li)

Bülbül öter, dalar inler, su çalar

Ajk âk giryân (alayan), mazlum alar


hayran,

Güler mauk âk hemyanar, parlar


(sevilen),

Cümlenin hâli senden, ulu Kahmân

Ins ü can (insan ve can) cümle mevcûd bir âlettir

ileyen sensin bunlar bir âyettir

Görünen sfatndan ibarettir

Ayinen (ayna) her ey, inkârayok imkân

Bilen, hem söyleyen, hem ileyen

Sensin elhak cümleden bir görünen

Ken 'an 'dan da dâim Allah var diyen

Sensin Allah, sensin ancak bî-gümân (üphesi^ t^ans^

Yücelik iki türlüdür. Birincisi mekân yükseklii, ikincisi mekânet


yani mertebe ve makam yüksekliidir.

Mekânetteki yücelie gelince, o bizim içindir. Yani Muhammedîler'e


mahsustur. Ulu Tanr "Siz yücesiniz ve Allah bu yücelikte sizinle

beraberdir." buyurdu. Allah bu yücelikte sizinle beraberdir. Halbuki

^''^
emseddin Yeil, Kltabü't-Tasavvuf- Mesneviden Hikmetler, stanbul: Yaylack
Matbaas, 2004, s. 266-269
^'^^
Ken'an Rifâî, lâhiyat- Ken'an, Yusuf Ömürlü ve Dinçer Dalklç (haz.),

stanbul: Kubbealü Neriyat, 1988, s. 62.


EY insan
535

O, mekâna muhtaç olmaktan münezzehtir. Yücedir, fakat

mekânetten münezzeh (ten^h edilmij) deildir.

Amel mekân ister, ilim ise mekânet arar. Böyle olunca Allah bizim
için iki türlü yücelik arasn birletirdi. Bunlardan biri amel ile

mekân yücelii, öteki ise ilim ile mekânet yüceliidir. Daha sonra
irkten korumak için "Sen yüce Tanr'n bu manevî ortaklktan
tebih ve tenzih et" buyurdu. nsann, yani nsan- Kâmilin
varlklarn en yücesi olmas acâip ilerdendir. Halbuki ister

mekânda, isterse mertebeden ibaret olan mekânette yükseklik ancak


ona tabî olarak nisbet olundu.

Mekânca yücelik "Rahman Ar üzerine üstüvâ buyurdu." âyetinde


iaret buyrulduu gibidir. Ar ise mekânlarn en yücesidir.
Ali Allah'n güzel isimlerinden biridir. Kimin üzerine yücelik
etmektedir? Halbuki vücut âleminde ancak O vardr. u hâlde o
kendi Zât' için "Âlî" yani yücedir. Yahut O neden ve kimden
yücedir? Halbuki bu ne ve kim dediimiz ey de ancak O 'dur. u
hâlde Hak izafî bir üstünlük ve yücelik olmakszn "Alî"dir.

Zahir "Ben" dedii vakit bâtn "Hayr" der. Bâtn "Ben" deyince de
Zahir yine "Hayr" der. te her zt böyledir. Halbuki konuan birdir

ve O da dinleyenin ayndr.
Her kim saylar hakknda söylediklerimizi ve onlarn bir taraftan

menfi, bir taraftan müsbet olularndaki tezad anlarsa Hâlik'ten ayr


görülen mahlûku, mahlûka benzemekten münezzeh olan Hakk'n
ayn zamanda benzetilen mahlûk olduunu bilir. Hakikat budur ki

Halik, Mahlûktur ve yine hakikat budur ki Mahlûk, Hâlik'tir.

Bunlarn hepsi tek bir varlktandr. Hayr, belki O tek varlktr. Ve


yine O, çokluk halinde olan varbklardr.

iir:

Halk bu bakma göre Hak'tr, ibret aln; o bakma göre de Halk deildir, iyi

düjünün. Söylediim §eyi anlayann basireti (kalb göt^ü) aldanma^ Onu


ancak görücü salam olanlar bilirler.
536

yiyr, hirkpir; çünkü asl birdir. O çokluktur, fakat birliiyle tecellî edince

çokluundan bir eser brakma^

Nefsinde yüce olan varlk ancak O'dur ki, kendisinde bütün varlk
ve yokluk nisbederini içine alan bir kemâl ola; öyle bir yüce topluluk
kudreti ile ki, hiç bir vasfn onun dnda kalmas mümkün olmaya.
Bu vasflar, ister akl ve eriat bakmndan beenilmi, isterse

zemmedilmi olsun müsavidir. Halbuki bu kemâl ve bilhassa Allah

ad ile anlan Zât'a mahsustur.

Eer biri çkar da, bütün güzel ve çirkin eylere hangi nazarla
bakahm? Pislik ve aeyi (le§) gördüümüz vakit onlara Ulu Tanr m
diyelim? yolunda bir sual soracak olursa biz deriz ki Allah
bunlardan bir ey olmaktan münezzeh ve yücedir. Bizim sözümüz
pislii pislik,aeyi lâe olarak görmeyen kimseyedir. Belki hitabmz
kalp gözü açk olup kör olmayanlaradr.

Fakat bilhassa Allah adyla amlan isimlerden baka olanlar, Allah

için birer tecellî mahallidir, yahut O'ndan bir görünütür. Tecellî


eden suret ile onu aksettiren arasnda fark bulunmak lâzmdr.

Zât- ilâhî, cümle gizlinin gizlisi olduu için, o gayb mertebesinde


iken; asla alâmeti yoktu. öyle misâl verilebilir ki; tebihte (ben^tme)
hatâ yoktur; Yeraltna gömülü tohum gibi... Ki onda henüz bir

nian yoktur. Bu sebepledir ki orada tohum olduunu kimse


bilmez. Ancak, açlp yeryüzüne çknda hâsl olan iki parçadan
biri Zât'a, biri de sata {^hir olan) nian olur. Büyüyüp gelitikçe
aaç suretine girer. Dallara ve yapraklara sahip olur; sonunda
meyve zuhur eder. Ki o tohumun sureti olan çekirdei tar, ite
"Her ey ashna döner!" dediklerinin mânâs budur. Cüneyd-i
Badadîye öyle sordular: "Nihayet nedir?" "Bidayete (balangç)
dönü..." cevabm verdi. Unutmamak ki, nihayetin bidayete
dönüü, kendine has bir ekilde olur. Tohum yeryüzüne çkp
aacn vücûdu zuhur ettikten sonra; dal ve yaprak mertebelerini de
geçtikten sonra, taa meyve suretini alncaya kadar çeitli ekiller

8^^ Muhyiddîn bnü'l-Arabî, Fusüsu'l-hikem, çev. M. Nuri Gençosman, stanbul:


stanbul Kitapevi, 1981, s. 35-42.
EY insan
537

görülür ki, yeraltnda iken bu ekiller, tavrlar ve itibar yoktur, O


meyvenin tohumu, bir bakma evvelkinin ayn, bir bakma da
gayrdr. Aym oluu odur ki: O birinci tohum, aaç ekline
girmitir.Bu durumda bir kimse o tohumu görmek dilese, o aaca
bakar. Ve o aaca bakmak, o tohuma bakmak gibi olur. Çünkü

tohum aaçtan gayr deildir. Gayr oluu odur ki: O tohumun


meyvesi, netice olarak meydana gelmitir. Aaca nisbetle baba ile

oul gibidir. "Çocuk babann srrdr." Yani pederden nutfe zuhur

etti.Ondan çocuk meydana geldi. Bu çocuk, insaniyet haddine


nasl girdiyse, o gömülü tohumdan da aaç zuhur etti ve ondan
meyve hâsl oldu. Meyve dahi, çekirdei itibariyle, ilk tohum
sûretince asl ve parça bir gibi oldu.

te Hak'la âlemin misâli budur. Yani âlem ve Adem, zât-


ahâdiyetin esma ve sfatia tecellisinden vücut buldu. Ne vakit?
Mufassü (tafsil eden) isminden zuhurat tamam olduktan sonra "Ve
O'na döneceksiniz." âyet-i kerîmesi uyarnca icmale (ilemden sonra

toplama) reddolundu. Ve nisbetierden, izâfetierden (ilgi, ba) hâsl


olan arzî eyler zail oldu, kayboldu.

u var ki bu dönü; bazlarna "Fena" yolu ile iradî bir ölümle daha
bu dünya âleminde, bazlarna da mecburî ve tabiî bir ölümle hâsl
oldu. Bu iki ölüme de "Küçük kyamet" derler.

Ve âlemin bütün cüzlerinin yok olmasna da "Büyük Kyamet"


derler. Zira bu kyamet, cümle fâni cüzleri toplar ki onun üstüne
kyamet yoktur. te bu cihetten, büyük kyamete Fenâ-i Ekber
deniyor.

nsan- kâmilde cümle zât ve sfatn hakikati toplanmtr. Ve, âlem


bir aaç, melekler yapraklar, dallar, insan da o aacn meyvesi
gibidir. öyle demek de olur ki, peygamber me^^esi, mevcudatn en
ekmeli Muhammed o meyvenin zübdesi gibidir, öî^ü. te bu mânâya
göre, Sûret-i Muhammediye Sûret-i Hakk'ür. lm-i ilâhîde her ne
var ki, onun esiz bir sureti bu enfüs (nefis) ve âfâktadr (dij). Ve bu
538

esiz güzel suretlerin en nadide ve güzel olan da Sûret-i

Muhammediye'dir.

• nsan Hakk'n ölüm denilen arza ile ykmas


denilen mahlûku,
O'nun koruduu eyi mahvetmesi demek deildir. Ölüm ancak bir
çözülmedir. Ölüm insann mânevi benliini Hakk'n kendisine
çekmesidir. Çünkü her ey Hakk'a döner. Hak, insan kendi
âlemine ald vakit ona göçüp gittii bu unsurlar alemindeki
terkibinden (bir kaç peyden meydana gelen) ayr bir düzen ve terkip

verir. Beka âlemine ait olan ve âlemin unsurlar cinsinden bulunan


bu yeni terkip, itidal (ölçülü olmak) üzere olaca için ebediyen
dalmak ve çözülmek bilmez.
Eer ölen veya öldürülen kimse, her hangisi olursa olsun, öldüü
veya kadolunduu vakit Allah'a kavumasayd Allah hiç kimsenin
ölümüne hükmetmez ve öldürülmesini meru klmazd. Demek ki

bunlarn hepsi onun elindedir. u hâlde ölen kimse için kaybolmak


imkâm yoktur. Böyle olunca Allah, kulunun kendisinden
ayrlmayacan bildii için onun öldürülmesini meru kld ve ona
ölümle hükmetti. Allah "Her ey O'na döner" âyetinde ölenin
kendisine döneceine iaret bu}narmutur ki burada Hak, varlklarn
ayndr. Yani hem kendisinde tassarruf edilen, hem de tasarruf eden
Hak'tir.Çünkü Hak'tan hiç bir ey meydana gelmedi ki kendisinin
ayn olmasn. Belki Hakk'n hüviyeti o eyin ayndr. te onun "Her
ey Allah'a döner." sözünden keif yoluyla anlalan mânâ budur.

• Bütün yollar Allah'ta biter. "Her ey aslna döner." Çünkü


varlklarn a'yân, yani asllarndan her biri ilâhi isimlerden birine

bal Ve o ismin hikmetlerinin gerektirdii ekilde


ve dayahdr.
akmn sürdürür. Ve hepsi O'nun yolu üzerinde ^oirümektedirler.
Dolaysyla son, Allah'n isimlerine dönücüdür. Ve orada kendini
sonuçlandracaktr. Bunun gibi bu isimlerin mazharlarnn da
Allah'a dönmesi kaçnlmazdr. Çünkü Allah yollarn erecei son

8^^ smail Hakk Bursevî, Ken-^-i Mahfî-Gi^^li Ha^ne, çev. Abdülkâdir Akçiçek,
stanbul: Bahar Yaynlar, 2000, s. 43.
^^^ smail Rusûhî Ankaravî, Nak^ e/-Füsus erhi, lhan Kutluer (haz.), stanbul:
Ribat Yaynlar, s. 163.
EY insan
539

amaçtr. Hak Teâlâ bütün yollarn sonucudur. Çünkü bir eyin yol
anlamna gelmesi için onun bir balangc ve sonucunun olmas
gerekir. Dönü, varlacak yer 0'nadr.^^°

Ayn nuru, her iyiye, kötüye vursa hile hiç kirlenir mi?

O yine tamamyla tertemi':^^ olarak aya dönüp gelir, akl ve can nurunun
Tanrya dönüp ulanmas gibi.
l§gyoldaki pisliklere vursa hile ayn nuru dâima temiî^dir.

O yoldaki pisliklerden o bulanklardan nurpislenme^

Güneyin nuru "Geri dön " buyruunu duymu, acele aslna dönmütür.

Ne külahlarda pislenmijtir, ne gül bahçelerinin kokusunu almtr.

Göîi nuru ve nur görmü f(ât, aslna dönmütür; sevdas ovalarda, çöllerde

kaimijtr.^^^

B2e güneten daha güzel görünen ay, zamanla bir veremH gibi
incelip hilâl daha sonra büsbütün hayâl olur. Demek ki kâinatta her
ey zevale yüz tutucu, yoklua boyun eicidir.^^"

Mükevvenât (yaratklarn hepsi), bütün varlklar; insan, hayvan, bitki ve


cans^ sandmiî(^ varlklar, hepsi Hakk 'in kudretli elinde olup, her ey onun
emri ile mânâ âleminden suret âlemine ve suret âleminden mânâ âlemine

döner, giderler.

Hakk 'tan; "ekle bürün!" diye emir gelir. ekle bürünürler, yine Hakk 'in
emri ile ekillerinden kurtulurlar, mücerret (soyulmu, yaln) mânâ olurlar.

u halde; "Halk da onundur, emir de onundur. " âyetinin mânâsn anla!

Halk surettir, ekildir. Can yani ruh da emirdir. Can emre binmitir.

A-slnda binen de pâdiâhn emrindedir, binilen de. Beden kapda beklemekte,


ruh da hu^urdadr. Yani binen ruhtur, binilen de bedendir. Beden ilâhi bir

smail Rusûhî Ankaravî, Nakj el-Füsus erhi, lhan Kutluer (haz.), stanbul:
Ribat Yaynlar, s. 81-82.
Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Mesnevi, çev. Veled zbudak, Abdülbâkî Gölpnarl
(haz.), stanbul: MiUî Eitim Basmevi, 1991, c. 5, beyit. 1258- 1264.
Ken'an Rifâî, erhti Mesnevî-i erif, stanbul: Kubbealu Neriyaü, 2000, s. 177.
540

dergâh olan hu dünyada, hu süfli âlemde; can ise ruh âleminde, hu^ur-

ilâhidedir.

Suyun testiye dolmas istenince, pâdiâh can ordusuna "Binini" emrini verir.

Yani Allah 'in emrinde olan ruhlarn, hulunduklan o ulvî âlemden, hu süfli

âleme (dünyaya) gelmeleri istenince, Cenâh- Hakkk, ruh ordusuna;

"Atlann^a hinin!" emrini verir. Onun koyduu kanun gereince, erkeklerle

kadnlar hirlejirler, çocuklar doar, höylece ruhlar ten atlarna hinerler.

Sonra, Cenâh- Hakkk, ruhlar yücelere çekmek diledi mi "Atlarmdan


inini" emri gelir. Yani ten atlarna hinmi§ olan canlan, süfli âlemden ulvi

âleme (ruh âlemine) davet etmek için Allah tarafndan hu i^e memur olanlar;

"Atlanmadan inin!" emrini verirler. Bu emir gereince ruhlar ister isteme^

heden atlanndan inerler. Hakk'n emri ile ruhlar âlemine vanrlar, orada
^^^
kalrlar.

^^3 efik Can, Konularna göreaçklamal Mesnevi Tercümesi, stanbul: Ötüken


Neriyat, 1997, c. 5-6, s. 343-344
EY insan
541

indeks

Âdem-i Esrâr- esma 19

A âdil

Adil
404
21, 117, 381,
426,431
A'râf, 146 86 Af 43
A'râf, 156 299, 351, 426 AfÜv 225
A'râf, 172 85 Aaç 453
A'râf, 50 434 Aaç ayakl 453
A'râf, 54 466, 517 ahad 13
A'râf, 93 495 Ahadiyyet 39
A'râf, 53 159 Ahiret 94, 420, 452
A'raf, 58 116 Ahkaf, 13 163
Abbas 9, 133, 442, 526 Ahkâf, 34 424
Abd 15,27,147 ahlâk 12, 39, 62, 150, 212, 269, 314,
Abdal 416 329, 409, 430
AbduUah ....9, 15, 79, 118, 148, 151, Ahlâk 92, 110, 140, 487
364, 408 Ahlâk- Muhammedi 140
Abdülkadir Geylânî23, 96, 149, 162, Ahmak 184, 289, 316
175, 326, 526 Ahmed....l, 9, 11, 12, 13, 31, 33, 44,

Abdülmelik 118 46, 47, 48, 49, 62, 83, 84, 86, 90,
Abdülmuttalib 133 92,93,94,97,132,143,159,
Abdürrab 118 166,169,171,183,189,212,
Âb- hayat 262 221,282,286,287,288,289,
Acem 48 296, 306, 313, 324, 331, 334,
Adl41,173, 174, 319, 496 340,341,359,360,362,414,
Ad kavmi 173, 319 461,466,470,502,503
Adalet 364 Ahmed-i Muhtar 183, 289
Adalet 341, 371, 426 ahsen-i takvim 19, 224
Ademl6, 19, 69, 70, 82, 83, 88, 104, Ahzab sûresi, 72 107
108,119,128,134,157,160, Ahzâb, 38 393
170,194,196,222,229,242, Ahzab, 56 295
256,261,265,291,329,342, Akü 33, 115, 156, 199, 209, 222,
359, 369, 372, 377, 378, 379, 251,275,315,359,413,414,
380,381,382,388,394,404, 416, 430, 432
412,414,461,462,471,472, Akl sahibi 33
476,477,478,502,509,515, Akl 415,416
525, 537 Akl- Küll 199
542

alâmet 23, 449 240


Alâmet-i kyamet 334
âlem ....11, 19, 20, 22, 23, 25, 26, 27,
28,29,30,33,58,68,107,118,
121,150,156,179,195,219,
241,261,303,309,329,339,
363, 365, 368, 369, 373, 374,
404,409,413,439,454,478,
485, 514, 525, 528, 530, 531, 537
Âlem. 23, 26, 27, 29, 33, 58, 68, 121,
253, 365, 368, 445, 499, 515, 533
Alem-i A'lâ 121
Alem-i misal 23
Al-i mrân, 108 288
Âl-i mran, 110 521
Âl-i mran, 142 208
Âl-i mran, 190 235
Âl-i mrân, 30 299
Âl-i mrân, 47 517
Ali mran, 97 142
AHm53, 92, 106, 124, 160, 217, 252,
513, 529
Allah ...1, 3, 4, 7, 8, 9, 10, 12, 13, 15,
16,17,19,20,21,23,24,25,26,
27, 29, 30, 31, 32, 33, 34, 35, 39,
40, 42, 43, 44, 46, 47, 48, 49, 51,
52,54,55,56,57,58,59,61,62,
63,65,66,67,68,69,70,71,73,
75, 76, 77, 78, 79, 80, 82, 83, 85,
86,87,88,89,90,91,92,93,94,
96,97,99,100,101,102,103,
104,106,107,108,110,111,
112,116,117,118,119,120,
121, 123, 124, 125, 127, 128,
130, 131, 132, 133, 134, 135,
140, 141, 142, 143, 144, 146,
147, 148, 149, 150, 151, 152,
153, 154, 157, 158, 160, 161,
162, 163, 164, 165, 166, 167,
168, 169, 170, 171, 174, 175,
177, 178, 179, 180, 184, 185,
188, 189, 190, 191, 192, 193,
194,195,200,204,205,206,
208,209,210,212,213,214,
215,216,217,218,219,220,
222, 223, 224, 226, 227, 229,
230, 231, 236, 237, 238, 239,
EY insan
543

Mah Teâlâ... 9, 69, 86, 92, 106, 108, 443,444,446,447,448,451,


143,164,169,170,206,212, 452, 453, 455, 456, 457, 460,
216,251,255,261,268,269, 466, 467, 469, 470, 472, 483,
280, 286, 297, 329, 350, 355, 484, 485, 486, 488, 489, 493,
385, 386, 388, 390, 394, 395, 494,496,497,501,504,506,
396, 397, 399, 403, 423, 424, 507, 508, 509, 510, 512, 514,
478, 479, 494, 512, 523, 529 515,521,524,525,534,539
Allah Teâlâ Adem'i kendi sureti Ana 193
üzerine yaratt 106 Anâsr 398
AUah Teâlâ Adem'i Rahman sureti Ankebut, 64 166
üzerine yaratt 106 Antakya 113, 114
Altn 12, 354, 402, 432 Apaçk 215, 439
Âlûn 394 A'râf sûresi, 143. âyet 508
Âlûsî 7 Araf, 156 423
Amel 110, 150, 164, 271, 535 Araf, 172 109
Amr b. erid 473 Araf, 189 219
an6,9, 11,12, 14, 19,20,21,22, Araf, 56 300
24,31,32,33,34,35,36,38,41, Arap 10, 11, 48, 135, 372, 487
42, 46, 48, 51 52, 58, 59, 60, 63, Araplar 17,66
66, 83, 87, 88 89, 90, 92, 100, Arif. 167
101, 102, 103 107,110,111, Arifin 167, 445
114 ,115,117 118,121, 123, Arka 299
128 129, 131 132, 133, 138,
, Ar 61, 115, 234, 255, 283, 353, 354,
139 140, 141 142, 144, 145,
, 355, 535
146 147, 150 152, 153, 154,
, Arz 70, 195, 479, 513
155 156, 157 158, 159, 160,
, Ashâb 225, 338, 404
161 ,162,163 164, 165, 166, Ashâb-Kehf 338
167 168, 169 170,171, 173,
, Ashâb- kiram 404
175 176, 177 179, 180, 184,
, Ashâb- imal 225
185 186, 188 189, 190, 196,
, Ashâb- Yemîn 225
197 ,198,200 204, 208, 213, Aslan 180, 462
214 ,217,225 226, 229, 230, Ak 198, 244, 436, 464
237 240, 244
, 246, 256, 261, Aikâr 512
262 263, 265
, 266,271, 272, Ak 21, 54, 240, 244, 414, 534
275 276, 278
, 280, 283, 285, Ak cemâdât 21
286 ,290,291 292, 293, 294, Akhil'ati 244
300 302, 305
, 306, 310, 311, ate. 20, 76, 156, 179, 181, 184, 189,
312 ,313,314 317,318, 319, 251,272,289,291,319,327,
320 324, 325
, 326, 333, 334, 355,378,410,421,426,427,
336 338, 339
, 341,342, 343, 428, 429, 438, 439, 506, 508,
345 346, 348
, 356, 357, 359, 509, 510, 512, 522
362 363, 365
, 370, 371, 377, Ate 18, 70, 117, 121, 126, 170, 176,
378 379, 380
, 381,382, 383, 208,221,226,247,264,266,
384 389, 404
, 405, 406, 407, 268,271,272,296,301,356,
408 ,411,412 413,416, 418, 378, 395, 399, 409, 426, 427,
420 421, 422
, 425, 428, 434, 440,475,488,491,505
435 436, 437
, 439,441, 442. Av72
544

Avam 276 Bedî 349, 425


Ay 191, 258, 259, 260, 263, 269 Bedir 83, 143, 264, 414
Ayak 446, 450 BeH 163
Aydnlk 237 Belks 234
Âyet 28, 37, 98, 193, 270, 351 Benük 381
Ayet3 527 berzah 29
Ayn 37 Berzah 322
ayna 20, 116, 127, 261, 406, 439, beer ...9, 18, 28, 119, 120, 127, 329,
497,515,534 352, 363, 432, 435, 452, 485
Azamet 227 Beer 119,127,353
Azap 429, 433 Beeriyet 485, 510
Azâzü 329, 394 Beyhakî 7
Azim 41 Beyt-iMakdis 283
Azîm 125,326 Büâl-i Habeî 212
Azîz 21, 49, 51, 56, 57, 59, 138, 143, Birl4, 23, 24, 30, 34, 45, 51, 53, 54,
155,241,253,259,342,361, 57,59,77,85,104,105,116,
362, 388, 456, 495 122, 123, 147, 154, 158, 160,
Azîz tlsm 21 161, 162, 164, 167, 169, 170,
Azîzüddin Nesefî 23, 66 171, 175, 180, 184, 186, 193,
Azraü 158, 360, 376 194,200,207,212,214,218,
221,222,224,225,228,230,
231,232,233,234,238,240,
B 248, 253, 254, 256, 257, 260,
Baba 135, 186, 242 263,264,270,271,273,278,
Bac bostan 199 279, 284, 292, 295, 298, 303,
Badat 264 316,321,324,327,331,338,
Bahar ..105, 131, 169, 226, 245, 255, 339, 342, 343, 348, 349, 358,
257,265,268,284,313,333, 363, 365, 372, 375, 376, 377,
393,491,512,522,538 380, 384, 387, 391, 392, 395,
Bakara,117 517 404,410,412,417,419,420,
Bakara,119 67 421,427,429,432,434,436,
Bakara, 148 270, 409 449,459,467,469,471,475,
Bakara, 151 32 477,486,487,491,493,497,
Bakara, 2: 7 71 498,499,500,507,511,516,
Bakara, 253 521 517, 518, 520, 521, 522, 534
Bakara, 26 116, 477 Birinci doum 530
Bakara, 6-7 85 Boyun 75
Bakara, âyet 2 98 Boyut 60, 530, 533
Bakr 181 Bu nebî 147, 257
Basîr 106, 124, 479 Buday 197
Bast 510 Burak 121, 283, 284, 285, 408
Bâtl 67,522 Bursevîl05, 118, 143, 245, 297, 327,
Bâün 16, 68, 270, 483, 530, 535 338,468,491,492,515,525,
Bâûr olu Bel'am 381 529, 538
Beden 236, 376, 506, 539 Bülbül 534
beden iklimi 21 Büyoik kyamet 321, 322
bedenî 20, 298, 430 ük Kyamet 537
EY insan
545

382,403,407,412,426,434,
435, 436, 443, 444, 453, 455,
Cafer b. Muhammed 9 456,472,478,479,495,501,
Câhü 241 508,509,512,516,520,521,
Cahiliye 133 523, 526, 540
Cahm 425, 431 Cenâb- Hakk .. 9, 12, 37, 39, 47, 62,

Can 1, 11, 33, 47, 48, 62, 76, 77, 86, 90,93,99,100,106,107,116,
93,94,97,122,124,138,158, 132,144,146,153,159,161,
169,187,191,244,256,282, 165,170,176,225,238,239,
313,322,323,332,334,360, 252,270,286,291,306,310,
411,417,445,451,458,462, 342, 344, 350, 357, 379, 403,
470, 476, 501, 509, 526, 539, 540 407, 412, 426, 434, 435, 436,
Can bahçeleri 334 455, 512, 516, 526, 540
Can çekime 445 Cenâb- Mevlâ 92, 363
Can günei 256 Cennet ....55, 98, 115, 161, 183, 206,
Can kula 332 207,208,284,316,346,348,
Can vermek 322 355,356,358,359,381,409,
Cebbar 425, 426, 427, 433 420, 422, 429, 488, 496
Ceberut âlemi 11, 23 Cercis 252
Ceberut Âlemi 22 cevher.... 28, 137, 218, 276, 372, 492
Cebir 311,408 Cevher 137, 218, 399
Cebrâü 9, 44, 283, 285 CibiUiyet 414
Cehâme 419 Cibrîl-i Emin 177
Cehennem 54, 55, 70, 115, 161, 303, CilH 36,38,42
316,409,419,421,422,423, Cin 106
424, 426, 428, 429, 430, 432, Cin, 28 106
433,434,438,440,451,496 Cinn,17 532
Cehü 83,371 Cinsiyet 376
Celâl 12, 36, 61, 83, 94, 108, 160, cisim 16, 28, 54, 66, 75, 115, 142,
209,213,226,227,357,394, 166,226,262,278,305,306,
411,412,430,478,484,510 311,329,339,421,485,533
Celîl 143 Cüneyd-i Badadî 536
Cem 37, 42, 105, 300 Cüneyd-i Badadî 24
Cemâl 12, 36, 108, 209, 226, 227, Cürcânî 23
239,241,353,357,394,472,
478, 510, 522
Cenâb- Bârî 18
Cenâb- Hak.... 9, 11, 12, 13, 34, 37, Çift 228
39,40,41,43,46,47,62,76,77, Çirkin adam 340
83,85,90,93,94,99,100,101,
104,106,107,109,110,116,
132, 144, 146, 150, 153, 159,
160, 161, 165, 170, 175, 176, Dal 37,38,367
187,193,208,209,225,238, Dalâlet 300
239, 252, 253, 270, 286, 287, Dâvûd 214, 215, 252, 331, 401
291, 293, 306, 310, 323, 342, Dehet 168
344, 350, 357, 363, 378, 379, Demir 77
546

Derece-i Râfa cenneti 354 el-Bâtn 16


Dert 200,367 Elçi 119,141
Derya 525 Elem 182,330
Dicle Nehri 264 Elest 35,163,164
Dü 449 Elest âlemi 35
Din 34, 371, 396, 436 Elest günü 163
Din günü 371 EUf 37, 38, 105, 227
Doru yol 50 EHm 432
Dost 229,450 El-Vâsi 423
Dördüncü Semâ 251 Emin 83, 319
Dünya... 33, 69, 78, 82, 97, 120, 131, En'am, 75 29
156,158,167,168,174,181, En'âm, 122 475
182,238,239,240,250,251, En'âm, 125 56
259, 260, 279, 324, 334, 342, En'am, 141 201
361,371,379,381,398,404, En'am, 153 57
420, 432, 438, 439, 475 En'am, 75 529
Dünya ehü 33 En'âm, 87 54
Dünya hayat 324, 361 Enam, 149 272
Dünya lezzetleri 78, 182 Enam, 75-79 156
Düman 231 Enbiyâ 12, 267, 269, 427, 453
Dümanhk 232 Enbiyâ, 107 267
Enbiyâ, 33 269
Enbiyâ, 69 427
E Enes 7, 51

EbâYezid 223 Enfal, 17 505


Ebedî 19,109 Enfal,23 116
EbîTaüp 166 Enfâl, 24 475
Ebrâr 352 Enfâl,25 433
Ebû Bekir... 133, 146, 183, 212, 289, Enfüsi 176
387, 475, 520, 530 Er-Rab 153, 154
Ebû Cehü.83, 87, 88, 229, 292, 371, Ervah âlemi mertebesi 28
372, 376, 475 Esfel-i sâfîlîn 286
Ebû Leheb 372, 376 Esma 42, 103, 124, 149, 369
Ebû Nasr Seczî 7 Esmâ-i Hüsnâ 42, 103, 149, 369
Ebû Rezin el-Ukayü 27 esrar 21, 302, 362, 471
Efendi 56 Esrar 209, 358
Eflâtun 117, 170 Esrar cenneti 209
Ehadi^yet 22 Eek 443
Ehl-i Beyti 90 E-ükr 211
Ehl-i Zikr 90 Eya 26, 228
Ehrimen 399 Evüyâ 12, 331, 524
Ekmek 315 EzeH 108, 525
£115,33,57,67,69,91,96,105, ez-Zâhir 16, 17

106,152,166,236,238,252,
253,356,414,423,430,445,
F
449, 488, 489, 500, 507, 510,
513, 514, 522 Fâü. .364
EY insan
547

fânî. 20, 21, 46, 77, 85, 95, 100, 131, Gaflar 171
200,241,302,315,318,374, Garip 255
417, 492, 499, 504, 510, 520, 537 Gayb âlemi 109, 264
Fark 193 Gayb âleminin 109, 264
Fâür,17 250 Gayr 537
Fâur,35 268 Ga\Tar 171
Faür, 6 378 Gazab 84, 426, 432
Fatiha 22 Gazap atei 421
Fayda vermeyen ilimden 92 Gece ...103, 171, 235, 237, 239, 242,
Fazilet 354 246,247,249,277,282,316,
Fazilet cenneti 354 318,390
Fecr, 27-28 357 Geçici 156
Fehim 115 Gerçek 49, 77, 94, 101, 116, 152,
Felek 13 158,319,411,505
Felsefeci 80, 381 Gybet 69, 84, 389
Fenâfllah 143, 298 Gybet-Kouculuk 389
Ferd 125,402 GizH 105, 245, 390, 491, 538
Fetih 153 Gök 257, 368, 513, 514
Fetih, 10 153 Gölge 299
Fettâh 296 gönül...ll, 21, 25, 32, 78, 79, 80, 85,
Feyz 28,517,518 95,101,110,111,129,131,141,
feyz-iakdes 28 144, 147, 156, 158, 161, 175,
Feyz-i Akdes 517, 518 180,183,187,189,196,205,
feyz-i mukaddes 28 220, 233, 246, 248, 255, 257,
Feza 357, 450, 529 261,276,278,280,285,291,
Ftrat 352,353 292,311,313,323,331,332,
Ftrat Cenneti 352 334, 348, 366, 379, 380, 383,
Fiil 505 406, 407, 408, 420, 452, 464,
Firavun. 60, 66, 77, 83, 90, 162, 174, 469, 477, 487, 496, 497, 512, 533
182,183,223,229,289,296, Gönül. ..21, 109, 128, 131, 134, 157,
303, 320, 371, 372, 418, 432, 493 205,332,334,375,383,451,
Firdevs 284, 353, 425 492, 497
Firdevs cenneti 353 Gönül gözü 109, 383, 451
Firkat-i hicran 421 Gönül kula 332
Fransa 202 Gönül padiah 21
Frithjof Schuon 12 göz. 19, 34, 101, 115, 116, 156, 157,
Furkan 42,326 158,166,170,196,203,246,
Furkan sûresi, 44 326 255, 256, 261, 306, 307, 335,
Fussilet, 21 449 338,344,361,411,446,451,
Fussüet,23 350 452, 479, 495, 533
Fussilet, 53 308 Göz34, 115, 132, 203, 255, 446, 539
Futûhât, IV: 83 106 göz bebei 19
Gurur 125
Gül 367
Gün 243, 244, 335
Gaffar 124, 170, 426, 427 Günahkâr 321
Gaflet 240, 241, 247, 487 Gündüz 235, 242, 248, 371
548

Güne. ..66, 190, 247, 250, 251, 254, 357, 363, 365, 366, 369, 372,
256, 260, 263, 269, 270 378, 382, 383, 394, 395, 396,
Güney Avrupa 202 402,403,404,412,419,426,
Günü 55, 396 437,444,450,451,452,457,
Güz 190,462 461,464,465,468,469,472,
Güzel ahlâk 62 476, 478, 479, 485, 490, 492,
499,505,508,514,515,516,
519, 520, 523, 524, 529, 532,
533, 535, 537, 538, 539
Gabâvet 224 Hakâyk 9
Hakem 53,83
Hakikat. ..22, 27, 32, 39, 61, 63, 100,
H 256,311,363,453,532,535
Habbe 192 hakikat ilmi 253, 280
Habîb 8, 113, 165, 181,292 hakikaü...l2, 14, 27, 67, 68, 78, 100,
Habîb-i Neccâr 113, 165, 181 101, 108, 126, 132, 138, 179,
Habibim 153 183,222,251,278,280,331,
Habîr 92, 217, 496, 497 335, 395, 402, 422, 444, 455,
Hac, 11 69 483, 520, 529, 537
Hacc, 5 194,277 Hakikat-i Muhammediye 22, 27, 32,
Hac Bayram Veli 169 39,61,256,363,453
Hadi 14 Hakim 15
Hâdî 148, 149, 225 hakim 21, 31, 204
Hadid, 19 148 Hakk...l5, 19, 20, 24, 25, 26, 28, 33,
Hadid,4 105 37,38,42,43,47,48,49,50,51,
hadîs 19, 180, 238, 239, 240, 255, 52, 55, 56, 57, 58, 67, 68, 75, 76,
312,313,355,358,452,474, 78,83,89,90,91,92,97,104,
479, 526 105,106,107,108,111,121,
Hadis-i erif 27 124, 127, 131, 132, 138, 140,
Hafz 45 142,144,146,148,150,151,
Hâin 196 152, 153, 156, 157, 159, 161,
Hak...7, 9, 13, 14, 15, 19, 20, 22, 25, 165,167,168,169,179,180,
31, 33, 35, 38, 40, 44, 45, 46, 47, 185,188,189,190,196,213,
48, 56, 57, 58, 59, 60, 67, 68, 69, 214,216,220,222,227,229,
77,78,79,83,90,91,97,99, 238,239,241,245,246,247,
101,102,104,107,111,117, 251,252,253,256,261,262,
118,121,128,141,143,144, 263,265,273,279,280,281,
146, 147, 150, 153, 157, 159, 282, 284, 285, 287, 289, 298,
161, 167, 169, 171, 173, 177, 300,302,306,307,311,312,
179,183,188,200,213,220, 315,320,328,332,335,338,
222, 223, 227, 229, 233, 238, 341,347,349,350,351,352,
240, 243, 253, 254, 255, 256, 355, 356, 357, 359, 363, 364,
259,261,263,265,271,274, 365,366,369,374,381,390,
279, 280, 286, 289, 293, 294, 394, 396, 397, 402, 404, 406,
295,296,298,300,306,311, 407,408,411,412,415,416,
313,315,319,330,334,335, 417,421,425,426,427,433,
338, 339, 343, 352, 354, 356, 435,436,437,440,441,443,
EY insan
549

452,453,454,461,465,466, 456,480,481,483,485,487,
468, 474, 478, 479, 483, 484, 488,489,493,504,519,539
487, 490, 491, 492, 495, 497, Hayvan 19, 73, 155, 326, 363
505,511,513,515,517,518, Hayvan- Nâük 19
519, 520, 521, 522, 523, 524, Hayvani ruh 283
525, 526, 527, 528, 530, 531, Hazarât 22
532, 533, 535, 537, 538, 539, 540 Hazine 105, 245, 491, 538
HâHk 224, 265, 533, 535 Hazret 13, 23, 33, 59, 80, 87, 90,
Halîl brâhîm 46 113,121,124,152,155,166,
Halîl Peygamber 322 173,177,179,252,265,284,
HalîluUah 46 333, 336, 362, 479, 508
halkür 20,68,511 Hazret-i AH 90, 155, 265
Hallâc- Mansur 223 Hazret-i Hakk 124, 173
HaUâk 513 Hazret-i Muhammed 80, 87, 121,
Hâmân 174,375 152,177,333
haraml7, 85, 86, 124, 135, 204, 208, Hazret-iNebî 166
389,391,404,409,431,434, Hazret-i Nûh 179
455, 456, 477 helal 17
haram aylar 17 Her eyin bir kalbi vardr. Kur'ân'n
Harf 471 kalbi de Yâ-Sîn'dir 7, 166
Hârûn 90 Hesap günü 189
Hasan- Basrî 264 Hevâ 231,241
Hased 84 Hevâ ve heves 231
Hasîb 349 Heybet 102,251
Hassan b. Aty^^e 7 Hristiyan 71
Har 55 Hrs 76,84,428
Har 143, 240, 388, 502 Hrszhk 135
Harl6 388 Hzr 35, 252, 507, 510
Hayet 102 Hicr sûresi 86
Hatâ 122,313 Hicr,21 272
hava 20, 27, 197, 203, 251, 272, 289, Hicr, 86 41
411 Hicr, 87 41
Havas 276 Hicr, 9 91
Havf. 93 Hidâyet 52, 91, 150, 522
Haviye 432 Hidâyet nuru 52, 150
Havva 242, 359, 388, 509 Hikmet ...31, 32, 33, 35, 73, 83, 109,
Hay 534
53, 92, 194, 168, 305, 313, 371, 425, 473, 502
Hayal 29,115 Hüâl 266
Hayat ....37, 109, 175, 271, 321, 474, hilkat abidesi 21
476,511 Himalaya da 145
Hayber Kalesi 437 Himmet 251
Hayr 87, 185, 342, 370, 400, 409, Hindistan 158, 326
431,535 Hizmet 364
hayr 21, 60, 100, 117, 144, 225, 476 Hud 17
hayvan 19,20,52,117,150,156, Hûd Peygamber 319
193,315,316,399,454,455, Hûd,101 341
Hûd, 105 506
550

Hûd,112 267 398,399,400,401,402,403,


Hûd,118-119 393 409,410,414,441,452,463,
Hûd,56 55 478, 479
Hûd, 67 176 bn 9, 97, 166, 218, 384, 526
Huld Cenneti 349 bn Abbâs 97
Hullet 524 bn Abbas Hz 384
Hurma 36, 200, 202 brahim 17, 29, 56, 152, 156, 157,
Hurma aac 36, 200 195,214,229,265,272,294,
Huzur 187, 188, 253, 326 354, 427, 529
Huzur ilmi 253 brahim Edhem Hazrederi 152
Hüdâ erenleri 156 brahim Peygamber 156, 157
Hüküm 11, 17 brahim, 7 214
Hür 311 bret 535
Hüsâmeddin 157 idrak3, 11, 12, 19, 26, 28, 31, 35, 80,
Hüve 227,513 93,100,115,128,131,143,153,
Hz. Aie 91 165,166,209,222,237,264,
Hz. Aie 7, 362 339, 430, 453, 487
Hz. Ali.... 10, 80, 111, 118, 360, 364, drîs 118, 251, 252, 488, 510
414, 437, 520, 530 hlas 92,531
Hz. brahim 10 hsan 485
Hz. Îsâ....l0, 17, 315, 517, 529, 530, ki yay 268
531 krime 9, 14
Hz. Muhammed 9, 10, 12, 14, 15, lâh 419
16,17,39,47,63,66,80,82,87, lâhî ak 123,415
88,90,126,142,150,183,200, lâhi esrar 13
220,279,295,305,319,362, lâhî Gazap 422
460, 469, 473 ilâhî kemâl 19
Hz. MûsâlO, 17, 132, 307, 315, 382, ilim... 3, 11, 27, 32, 34, 75, 102, 128,
418,508,509 138, 144, 145, 147, 157, 164,
Hz. Nûh 10, 185, 186, 274, 290, 420 167,170,200,206,207,208,
Hz. Ömer 273, 301, 384 215, 227, 246, 253, 257, 262,
Hz. Peygamber 1, 7, 9, 11, 13, 16, 265,266,271,280,283,307,
17,27,32,39,47,48,51,60,62, 332, 348, 364, 401, 403, 409,
91,93,108,118,133,240,256, 423, 428, 468, 476, 478, 479,
295,315,358,361,408,423, 483,488,497,501,505,514,
473, 507 518,519,535
lim 35, 37, 150, 164, 167, 207, 253,
430, 460
I
lk Akü 106
Irak, .313 ltibas 395
mâm Cafer 364
i
mâm Ebû Said el-Harrâz 43
mâm- A'zâm 364
bâne 7 mâm- mübîn 104, 106
bUs...69, 70, 83, 196, 229, 303, 372, mâm- Yemîn 118
378, 381, 382, 387, 388, 390, mâm- Yesâr 118
392, 393, 394, 395, 396, 397,
EY insan
551

Isâl3, 45, 63, 71, 73, 108, 113, 150,


252,265,287,305,320,331,
imân 44, 232 334,435,472,502,519
mtihan 69,479 sim 42, 106, 354
nci 507 slâm 95, 102, 155, 175, 180, 200,
ncü 29, 117, 217, 234, 529 208, 212, 232, 358, 387, 402,
nftâr,13 352 474, 521
nftâr, 19 286 slâm aac 200
inkâr..65, 71, 76, 80, 81, 86, 98, 120, smail Ankaravî 483, 494
123,127,162,180,303,305, spanya 202
306, 342, 366, 371, 373, 380, sra,106 40
381,401,418,419,447,449, srâ,44 270
469, 479, 486, 490, 492, 496, srâ,64 398
500,501,503 srâ,72 247
nkâr 402 srâ,79 267
nsan 4, 18, 19, 20, 21, 23, 29, 30, srâ,91 202
35,37,43,47,49,51,54,57,59, sraf. 140
60,66,68,100,106,107,108, srafü 189, 328, 331, 466
114,115,116,118,125,143, srafil ...251, 327, 331, 332, 336, 506
167,168,175,179,187,197, sraüoullar 13
219,223,224,226,227,230, istidat 102, 154, 160, 263
231,238,240,246,252,255, stihkak Cenneti 352
257, 261, 265, 268, 284, 294, syan 63, 344
301,302,307,311,325,327, talya 202
329, 333, 338, 342, 349, 356, yilik 175
361,362,368,381,393,403, izhar 17,61,283
409,427,430,431,434,435, zzet 56,83,385
437, 438, 440, 455, 456, 468,
479, 485, 492, 493, 498, 502,
504, 505, 509, 512, 517, 522,
K
532, 535, 537, 538 Kabrin hakikati 345
nsan- Esrâr- hakikat 19 Kabz 510
nsan- kâmil 68, 107, 108, 537 Kader 160, 260, 298
nsan- Kâmü. 20, 23, 30, 37, 43, 47, Kad zzeddin 345
51,57,59,60,107,114,125, Kadn 326
227,240,252,261,361,362, kadim 13, 20, 67
403, 427, 430, 431, 434, 512, 535 Kadim 466
nsanlk 139, 158, 206, 302 Kadir Gecesi 12
rade 19,25,37 KafDa 437
radî ölüm 330, 331 Kaf, 22 503
rem balar 345 Kaf,30 433
rfanl8, 70, 117, 121, 126, 131, 170, Kaf, 37 272
208, 226, 247, 264, 266, 268, Kâfir 388, 399, 447
271,296,301,313,338,409, Kahhâr 412, 427, 430
475,488,491,505 Kahr rüzgâr 185
rfan günei 338 Kâinat 30,512
Kalb gözü 223
552

Kalb kameri 258 Kyamet günü.. 17, 55, 97, 188, 189,
Kalbi 97, 99, 167, 202, 315 190,286,321,328,339,396,
Kalb-i Kur'ân 7 449, 534
Kalb-i selim 364 Kyamet, 39 219
Kalem 62, 71, 115, 526 Kibir 76, 84, 409, 453
Kalp 91, 142, 209, 255, 269 Kibriya 83, 227
Kalp cenneti 209 Kim Allah'a itaat ederse 93
Kamer, 55 354 Kisrâ 174
Kandil 225 kitâb- mübîn 21
Kap 152 Kitap 108,127
karanlk 19, 76, 81, 103, 114, 156, Kocam ruh 407
176,217,229,237,240,245, koku 66, 129, 291, 338, 473, 509
246,269,291,306,318,339, Korkaklk 228
343, 346, 365, 377, 379, 394, Koyun 481
395,413,421,451,456,478, Köle 458
495, 496 Köpek 405
Karanlk 375 Kör 453
Karun 83 Kör-dil 453
Karye Ashab 114 Kötü 22, 116, 180, 181, 183,243,
Kasas, 88 227 268, 401, 430
Kââni 151,298 Kötü ahlâk 268, 430
Katâde 7 Kötü huylar 243
Kavmi 456 Kötü huylar 243
Kayser 174 Kudret 37, 231, 312, 411
Kayyum 124 Kuds 108,360
Kaza 65 Kudüs 440, 523
Kehf, 104 523 Kul... 49, 68, 73, 131, 152, 170, 233,
Kehf, 109 363,516 436, 499
Kehf,110 363 Kulak 446
Kehf, 24 103 KuUuk 147, 152, 153, 300
Kehf, 49 106 Kur'ân ..1, 3, 7, 9, 10, 12, 14, 15, 17,
Kehf, 6 494 18,28,29,31,32,38,39,40,41,
Kehribar 375 42, 43, 44, 45, 46, 47, 51, 54, 57,
Keüme-i ehâdet 88 61,62,65,71,77,85,86,89,90,
Kemâl 37, 165, 253, 255, 484 91,92,99,105,110,114,132,
Kerem 440 134, 141, 142, 143, 147, 148,
kef 19,32,236,432 150, 166, 175, 177, 194, 195,
Keif ehli 209, 499 201,203,210,212,217,218,
Kevn...226, 255, 257, 265, 268, 284, 219,245,251,254,255,257,
393, 512, 522 259,260,274,283,307,319,
kevnî 20,24 323,326,349,351,357,360,
Klç 468 363,386,400,414,419,450,
K 196 451,467,468,469,470,471,
Kyam 321 472, 475, 477, 494, 495, 497,
Kyamet.... 17, 55, 97, 188, 189, 190, 511,513,516,517,522,529,
219,286,315,321,326,328, 530, 532, 533
335, 339, 396, 422, 449, 534 Kur'ân 53
EY insan
553

17 283
Kur'ân- Kerîm 3, 10, 28, 29, 39, 40,
M
54,57,77,90,91,110,134,150, Maârif cenneti 353
175,177,194,203,219,245, Maârif-i Rabbâniye 13
319,323,351,360,363,451, Madde 23, 27, 75, 226, 339
469,511,516,517 Madde karard 339
Kur'ân- Mübîn 18, 469 Mahmud 13, 15, 96, 155, 267
Kusûdi Tevhid 24 Maher 314, 445, 531
Kutb 105 Mâide,3 521
Kuteybe 7 Mâide, 67 267
kutup 511 Makâm- Mahmud 267
Kutup 118,488,510 MâHk 147, 164, 224, 433, 441
Kuzey Afrika 202 Marifet 156, 165, 169, 313, 457
Kuzey Amerika 202 Mârifetullah 132
Küçük kyamet ....176, 321, 322, 537 Maurice Drac 228
küfür 48, 88, 175, 180, 187, 232, Meâric, 11-16 321
290,316,368,420,430,432, Meâric, 11-18 431
452, 458, 479, 490, 492, 521, 522 Meâric, 4 279
Kün 38, 287, 422, 519, 521, 522, Mecnûn 280, 281, 282, 485
523, 524 Mecûsi 102
Kürsî 115 Medine 126, 141
Mehdi 150
Mekâsib cenneti 349, 350, 351
Mekke 7, 80, 133, 297
Lâ ilahe illaUah 90, 332 Mekr 432
Lâ taayyün 22, 27 Melâike 173
Lâ taayyün (ahadiyyet) mertebesi. 27 Melek 222, 465, 478
lâhutîlik 20 Melekût ...23, 29, 233, 329, 529, 530
Lâm 37,38 Melekût âlemi 23, 29, 529, 530
Lanet 396, 464 Melik 42, 124, 125, 162, 354
Latif 71 Mennân 348, 425
Latîf 497 Mertebe 30
Lâtif 348, 425 Meryem ...28, 55, 188, 201, 427, 517
Levh 106, 109, 115 Mer>'em, 18 28
Levh-i Muallak 109 Meryem, 22 201
Leyi 239,349 Meryem, 35 517
Leyi, 5-7 349 Meryem, 71 427
Lisânen 92 Mer)'em, 76 55
Lokman 92, 219, 466, 497 Mescid-i Aksa 283
Lokman Hekim 466 Mesh 454
Lokman, 10 219 Mesih 183, 454
Lokman, 15 92 Mevâhib Cenneti 350
Lütuf. 356 Mevaki, 79 67
Lügât-Nâci 224 Mevcut 527
Mevlâ 131, 281, 288
Mevlânâ3, 22, 43, 44, 45, 50, 59, 71,
73,85,101,114,127,128,129,
554

138, 142, 14", 15", 181, 183, Muharrem 17


196, 19"^, 198, 199,201,204, Muhn 53
205,206,209,210,211,214, Mukaddes 516, 518
220, 221, 222, 223, 225, 230, Mukim 466
231, 232, 235, 236, 243, 244, Mukit 53
248, 249, 250, 254, 25", 266, Muksit 53
277,278,282,285,290,291, Mûsâ...l3, 17, 35, 45, 63, 66, 83, 90,
295, 296, 304, 310, 312, 328, 118,143,162,182,183,229,
335, 336, 340, 345, 346, 362, 236, 265, 281, 289, 305, 30^,
369,372,374, 3o, 376, 381, 315,320,327,338,371,372,
414, 428, 436, 438, 439, 440, 373,374,375,410,440,493,
441, 442, 445, 446, 449, 458, 508, 509, 514
461,463,464,465,469,471, Mudak kul 15, 151, 152
475, 477, 492, 502, 528, 539 Mü'min, ~ 423
Mevlana Hazrederi 145 Mü'minûn, 108 424
Meylin 231 Muminûn, 12-14 194, 2~6
Mikrokozmik 23 Mü'minûn, 14 53
Mim 10,11,13,37 Mü'minûn, 1-4 310
Mirâc 12, 63, 252, 283 Muminûn, 19 202
Mîrâc gecesi 12, 63, 252 Mü'minûn, ~4 55
Misâl 28, 29, 529 Mücâhede 70, 427
Misbah 511 Müddesir 14
Misk 234 Müddessir 9, 267, 323, 432, 532
Mikât 510 Müddessir Süresindeki 48-51 ve 54.
Muallim Xâci 224 âyet 323
Muaz b. Cebe 384 Müddessir, 2 267, 432
Muazzib 253 Müddessir, 23 432
Mucize 251, 260 Müddessir, 25-26 432
Mudar 7 Müddessir, 40-62 532
Mudü 225 Müdebbir 53
MufassU 53,537 mühür 19, ^1, 219, 483
Muhabbet 267 Mühür 368
Muhammed9, 10, 11, 12, 13, 14, 16, Müke^-^-enât 539
17,39,44,46,57,59,60,61,63, Mülk 23, 29, 233, 432, 529, 530
65, 83, 86, 87, 96, 118, 126, 142, mülk âlemi 10, 23, 29, 118, 530
143,206,218,236,252,261, Mülk, 5 432
265, 284, 308, 32^, 338, 342, Münafk 116
361,362,371,384,385,386, Müntakm 42, 225, 253, 431
387, 388, 389, 392, 393, 394, Mürebbî 364
408, 442, 454, 474, 475, 494, Mürid 53, 106, 124, 521
502, 509, 530, 531, 537 Mürselât, 20-23 277
Muhammed 23-24 86 mürid ....35, 77, 132, 143, 150, 220,
Muhammed b. Hasan el-Halveri 530 29b, 364, 383, 437, 491
Muhammed Mustafa 9 Mürid 132, 143, 220, 363
Muhammed, 15 206 Mürid-i Ekber 363
Muhammed, 38 308 Mürid-i kâmil 143, 363
Muhammediye 279, 425, 537 Müstekarr 254
EY insan
555

Müteri yldz 157 Nemi, 15 215


Mütekellim 106 Nemrud 184,289,372
Müzemmil 9 Nemrut 184, 223, 229, 289, 303, 493
MüziH 225, 432 xNil 183,438
Müzzemmil 14 nimet 42, 140, 189, 207, 212, 214,
Müzzemmil, 20 147 215,261,309,312,355,356,
361,404,424,425,426,427,
484, 486
N Nimet 214
Nahl 92, 202, 360, 475, 517, 532 Nisa 136 86
Nahl, 11 202 Nisa, 1 432
65, 359,
Nahl, 16/67 202 Nisa, 145 432
Nahl, 32 360 Nisa, 45 296
Nahl, 40 517 Nisa, 56 423,426
Nahl, 43 92 Nîsâ, 79 454
Nahl, 68-69 532 Nuh 132, 145, 179, 275
Nâib-i Hak 104, 478, 479 Nûh kavmi 173
Naîm Cenneti 352 Nûh tufanj 276
Nakka 9 Nun 521, 522, 523
Namaz 370, 389, 390 nur 31, 55, 90, 97, 123, 128, 157,
Nâs 90 176,200,226,237,240,245,
Nasihat 267 246,253,256,265,284,291,
nâsutîlik 20 306,338,346,358,371,379,
Nâtk Kur'ân 10 382,399,415,416,427,439,
Nâzi'ât, 40-41 341 478,497,509,511,514,519,
nebat 20, 150, 156 521,524,525,539
Nebe Sûresi, 18 455 Nur 114, 183, 245, 306, 390, 394,
Nebe,38 267 399,448,510,511,522
Nebe, 40 340 Nur 61 390
Nebe, 6-7 360 Nur, 26 183
Nebe, 8 219 Nur, 35 510,511
nebi 17 Nur, 39 522
Nebi 48, 166, 335, 473, 510 Nurunu 63
Necm, 10 284 Nutk 224
Necm, 3-4 355 Nühm-vedn bâtn 118
Necm, 39-41 349
Necm, 45 219
Necm, 9 268
Nefes 58 Ok 70
Nefes-i Rahmani 58 Ol 516, 517, 518, 522, 524, 525, 528
Nefha 366
Nefs....l76, 224, 356, 398, 414, 429,
486
Nefsi 420, 437 Ölmeden e\'\-el ölme 316, 359
Nefs-i natka 429, 486 Ölmeden e\^"el ölmek 316, 359
Nefsine zulmetmek 341 ölüm.... 100, 109, 149, 154, 159, 169,
Nehiv 230 176,182, 184,228,262,323,
556

328,329,330,331,332,360, Rahman, 29 242


361, 376, 420, 462, 464, 477, Rahman, 52 219
504, 514, 522, 538 Rahmani 41, 131, 144, 215
Ölüm ....71, 100, 101, 153, 154, 169, Rahmâniyyet 42
244, 257, 316, 458, 503, 520, 538 rahmet 19, 46, 59, 60, 62, 63, 91,

Ön 5 100, 107, 108, 170, 226, 262,


özleyi 63 267, 287, 290, 293, 294, 297,
299,313,351,359,361,362,
368, 377, 419, 421, 424, 436, 453
P Rahmet 178, 234, 361, 422, 423,
Padiah 101 426,457,492,515,525,529
Para 344 Ramazan 12
Perde 99 Rauf 59,361
Pervane 249 Rebia 7

Peygamberi 2, 14, 16, 17, 31, 33, 39, Recep 17

44, 45, 48, 49, 50, 62, 65, 85, 87, Refref. 283
90, 121, 126, 143, 146, 152, 170, resul 8, 10, 17, 32, 46, 113, 114, 169,

199, 216, 252, 256, 262, 277, 305, 468


283,287,288,291,295,303, Resûl-i Ekrem.... 135, 143, 263, 295,

331,335,365,369,393,416, 363, 469


420, 467, 468, 469, 473, 493, 507 Resûl-i Kibriya 10
Pir 146 ResûUer 265, 266, 293, 337
Pislik böcei 158 Resulullah...7, 10, 35, 43, 47, 48, 52,
80,87,88,90,102,110,139,
160,169,212,218,226,238,
R 267, 268, 273, 275, 283, 284,
R'ad,3 219 295, 304, 312, 347, 348, 349,
Rabl3, 14, 42, 56, 67, 124, 125, 126, 350, 354, 355, 362, 364, 384,
135, 153, 162, 164, 165, 181, 385, 386, 387, 390, 393, 420,
223,233,358,359,361,456, 455, 473, 474, 475, 494
457, 476 ResûluUah 34, 90, 132, 142, 153,

Rabbi....8, 52, 83, 90, 114, 132, 159, 176, 405, 474
160,213,214,247,264,268, Rezzâk 53
284, 287, 329, 342, 343, 358, Rzâ 42, 90, 336, 526

361, 370, 388, 438, 443, 448, 531 Rzk 313


rabb-i hass 27 Rzk 34
Râgb 218 Risale-i Gavsi}ye 23
Rab el-sfehânî
'.

148 Risâlet 46, 295

Rahm...5, 42, 51, 58, 60, 61, 79, 99, Riya 84, 228, 404
101,124,358,361,400 Riyâ-Müdârâ, Gurur- Vakar,
Rahip Bersîsa 388 Meskenet-Tevekkül 228
Rahman 6, 41, 42, 61, 79, 89, 92, 99, Rububi^yet 124, 125, 240

102,119,125,126,150,154, Rubûbiyyet 42, 523

176,219,242,255,312,337, Ruh 72, 108, 115, 142, 173, 189,

361,387,423,424,426,435, 198,209,252,261,262,267,
456, 472, 534, 535 283,291,328,376,377,382,
Rahman, 1-2 41 456, 483, 506
EY insan
557

Ruh cenneti 209 Selâm. ...50, 349, 353, 360, 369, 371,
384, 491
Selâm Cenneti 349
S Selâmet 336
Sabr 208, 231 Semâ 312
Sâd,20 214 Semî 106, 124, 479
Sâd,27 257 Semûd.141, 177, 318, 319, 456, 495,
Sâd, 75 118,394,395 496
Sâd,76 394,395 Semûd kavmi 142, 177, 318, 319,
Sâd, 77 396 456, 495, 496
Sâd, 78 396 Sevgi 23, 249
Sâd, 79 396 Sevgili 3, 471
Sâd, 80-81 397 SewidlO, 43, 47, 51, 59, 60, 96, 107,
Sâd, 82 397 '14, 125, 155, 227,240, 252,
Sâd, 83 397 261,355,361,362,403,427,
Sâd, 84-85 397 430,434,512,523,524
Sadaka 313 Sfat 355,358
Sadî 466 Sfat nurlar 358
Sadr- Cihan 197 Sknti 442
Sadr- slâm 232 Sr ravzas 209
Saf 52, 229, 372, 373 Srat 51,54,55,316
Saf; 4 52 Srat köprüsü 316
Saf, 8 229 Srât- hass 57
Saff,6 13 Srât- Muhammed 57
Sar 86 Srât- müstakim 51, 54, 55, 66
Sahih 135 Srâmllah 55, 56
Said 7,457 SrruUah 10
Said b. Mansur 7 Sidre 9, 10, 251, 279
Saîr 432 Sidre-i müntehâ 9, 11, 251
Saknma 298, 299 Sin 7,10,50,51,166
Saüh 17,465 sîret 19
Sâüh....l77, 178, 318, 327, 456, 457, Sofra ....208, 266, 268, 301, 409, 505
495 Sohbet ..1, 1 1, 33, 47, 48, 62, 86, 93,
SâUh Peygamber. 177, 178, 318, 456, 94,97,169,313,360,470
457, 495 Sokrat 139,175
Sâlik 170 su 16, 20, 29, 54, 63, 68, 123, 156,
Saman 44, 373, 463 168,177,181,193,194,203,
Sâmiriy}^e 315 204,206,208,210,212,219,
Sâni 218 232,251,254,264,272,276,
Sarho 213, 390 278,289,292,334,378,415,
Sarsar 173 416,428,438,475,507,522,
Sebe,13 215 526, 534
Secde 351 Sul96, 197, 320,478, 522
Secde, 19 351 Sûfî 468
Sekerât- mevt 328 sultan 115, 152, 156, 323, 504
Sekr 209 Sûr 321,328
Sûre 7,22,526
558

Sure 7 eyh71, 96, 104, 118, 143, 180, 181,


15 236 241,262,287,327,338,360,
Sure 71 403, 479, 520
5 236 eyh Abdülkadir Geylâni 403
Sûre-i A'lâ, ayet 2 526 eyh Ebû Cafer 360
Suret 435 eyh Evhâdeddin Hazrederi 262
Suret ....198, 229, 348, 425, 478, 537 eyh Mansur 287
Sûret-i Muhammedi 425 eyh Sadreddin 71
Suver-i âlem 29 eytan 22, 82, 85, 88, 93, 97, 109,
Sübhan217, 218, 227, 240, 270, 313, ^124,134,159,174,196,291,
496, 528, 534 329,342,378,380,381,382,
Sübhân 127, 217, 293, 421 383,385,388,390,391,392,
Süfyan b. Veki 7 400, 402, 403, 408, 409, 413, 453
Sülemî 9 eytan 22, 88, 128, 159, 160, 378,
Süleyman 18, 21, 47, 70, 90, 117, 379, 382, 385, 398, 401, 403,
121,126,158,170,208,215, 405,411,412,413,414,465,
226, 241, 247, 252, 264, 266, 471, 522
268,271,296,301,315,341, ifa 203
348, 409, 474, 475, 483, 488, ihâbuddin Sühreverdi 530
491, 505, 533 ür 467, 468, 470, 474, 535
Sülük 532 irk 398,491
sünnet 312 uarâ,53 299
Süt 482,488 uayb 17,495
uayb Peygamber 495
ug '.

357
uhûdî Tevhid 24
ahid 135 uur 468
âhid 284 ükür ..211, 212, 213, 214, 312, 463,
akî 65, 85, 377, 393, 405, 457 485
an 16 üphe 49, 166
âzelî Hazrederi 214
ecaat 117
eddâd 174
edîd 42,431 Taayyün-i evvel mertebesi 27
efk76, 77, 124, 138, 158, 187, 191, Taayyün-i sâni 27
282,417,501,526,540 Taa}'}'ün-i sâni mertebesi 27
ehâdet 23 Tabiat 121,432
ehid 330 Tabu ölüm 330, 530
ehvet 224, 231, 242, 438 Tâ-Hâ...9, 14, 61, 68, 162, 219, 423,
ems-i Tebrizî 157, 262 424, 509
ems-i Tebrîzî Hazrederi 262 Tâ-Hâ 74, A'lâ 12 423
emun 113 Tâ-Hâ, 12 424, 509
eriat 16, 429 Tâ-Hâ, 126 424
eriat 47, 275, 522 Tâ-hâ, 24-36 90
eriat nübüvveti 47 Tâ-Hâ, 49-50 162
erri 21, 116, 476 Tâ-Hâ, 53 219
Tâhir 14, 338
1

EY insan
559

Tahiyyat 284 Tevâzû 385


Tahta 279 Tevbe 59, 60, 361, 390
Tahta klç 279 Tevbe, 118 70
Takva 299 Tevbe, 128 59, 60, 361
Taleb 169 Tevbe, 24 69
Tann...l2, 20, 21, 35, 45, 59, 68, 71, Tevbe, 81 70
73,79,97,98,101,109,110, Tevhid 24, 364, 491
115,121,122,127,137,156, Tevrat 7, 13
180,183,184,195,196,197, Tihçölü 281
198,204,205,206,208,210, Tin, 4 19,121,352
219,221,222,225,228,229, Tn, 6 352
232, 246, 247, 248, 282, 285, Tirmizî 7
288,289,291,296,304,316, Tohum 536
319,320,321,322,328,331, toprak. 16, 20, 72, 88, 116, 156, 168,
338,340,365,368,369,371, 177, 189, 190, 192, 193, 194,
372, 373, 374, 376, 379, 380, 196,244,251,272,316,320,
410,428,436,437,438,440, 332, 340, 366, 378, 395, 458,
441,444,445,447,448,449, 460, 495, 500, 526
458,461,462,464,469,470, Tövbe 424
471,473,475,476,477,478, Tövbe, 68 424
491,492,497,514,521,525, Tövbesiz ömür 464
528, 531, 534, 535, 536, 539 Tûbâ aac 509
Tann adam 288 Tur Da 508
Tanr erenleri 291, 338 Tûr-i Sina 1

Tarikat 96 Türkiye 202


Tarikat 262
Tasavvuf 19, 31, 127, 151, 188, 212,
253, 273, 286, 348, 530, 533, 534
u
Ta 438,470 Ubudiyet 15
Tatb 1, 1 1, 33, 47, 48, 62, 86, 93, 94, Ubudiyet 118
97,122,169,313,360,470 Ulemâ 252, 390
Tecellî 431, 432, 508, 536 Ulvî 42,257,363
tecellîgâh 57, 251 Urcûn 259
Tefekkür 465, 466, 467, 468 Uzun ömür 323
Tefrika 300
Tefsir 62
Tek 26,40,54
ü
Teküf 56 Üme\7e b. Ebî Salt 473
Teklik Mertebesi 105 Ümmetin 387
Tekvin 458, 516 Üzüm 201, 202, 203
Temiz 204, 397
Ten kafesi 413
Tenvir 253
V
terazi 22,327 Vâcib 216
Terbiye etmek 233 Vâdi-yi Mukaddes 508
Tesadüf 34 Vahdet.24, 25, 26, 30, 114, 300, 301
Tebih 270 Vahdet volu 301
560

Vahdet-i Kusûd 24 Yasin, 40 270


Vahdet-i Vücûd 25, 26, 30 Yâ-Sîn, 66 55
Vâhid 39, 105, 534 Yasin, 79 502
Vaka Sûresi, 79 50 Yâ-Sîn, 79 506
Varh 67,518 Yasin, 82 517
Vefa 440 Yâ-Sîn, 83 29
Vehhâb 215, 350 Yemen 263
vehim 78, 80, 100, 376, 414, 418, Yer 189, 221, 284, 316
430, 452 Yesrib 126
Vehim 31, 32, 100, 414 Yeü aaç 506, 510
Velayet 47 Yezdan 399
Velayet nübüvveti 47 Yokluk 198, 209
Veü 47,118,143,219,517 yol8, 10, 21, 22, 48, 50, 51, 52, 54,
Velî 48, 165, 253, 255, 327, 338, 510 55,56,57,86,117,122,141,
Vesüe 287, 354 146,148,200,241,251,259,
Vesile 295 261,262,277,278,280,281,
vicdan 209, 311, 314, 331, 485 301,311,320,323,336,351,
Vücûd 26, 27, 28, 38, 267 376, 378, 383, 392, 399, 405,
Vücûd-i hakîkî 26 407,417,418,421,427,457,
Vücûdî Tevhid 25 459, 460, 462, 470, 475, 477,
Vücuttan fâni olma 301 483,485,510,539
Yora 72
Yûnus ..167, 234, 305, 338, 493, 503
Yûnus Emre 167, 338, 493
Yâ (vâki) 50 Yûnus, 39 305, 503
Ya Mûsâ 132, 307 Yûsuf ....35, 120, 230, 231, 296, 319,
Ya Rab! 7 323,416,439,470
Yâ vâkî 15 Yûsuf Peygamber 319
Yamur 419 Yûsuf, 23 230
Yahudiler 66, 305, 315 Yûsuf, 24 231
Yahya 294 Yüce....3, 59, 88, 101, 106, 116, 121,

Yakub 319 131,156,162,218,228,246,


Yalan 84, 86, 88, 364, 388, 403, 431, 251,261,268,295,349,350,
441,493 351,352,354,355,365,371,
Yaratan...57, 72, 449, 506, 513, 514, 394, 396, 397, 402, 403, 425,
518 433, 525
Yaratlm 499, 521 Yüce Kalem 106
Yâ-Sn 7, 9, 10, 22, 29, 51, 55, 61,

65,77,92,99,106,125,140,
166,177,201,218,228,270,
z
274,275,315,358,414,465, Zahir 16, 58, 68, 170, 270, 520, 530,
468, 482, 506, 507, 517, 527 533, 535
Yâ-Sîn 69 468 Zâlim 492
Yasin, 10 87 Zaman 3, 16, 140, 153, 154, 325
Yasin, 11 87 Zan 383, 451
Yâ-Sîn, 12 106 Zan ve üphe 383, 451
Yâ-Sîn, 36 218 Zâriyât,21 308
EY insan
561

Zâriyât, 49 219 Zikr 90, 92, 97, 460


Zât ....3, 10, 105, 106, 107, 151, 153, Zikreden 91
160,169,198,209,227,239, Zikrullah 92, 97, 132
252, 253, 255, 256, 265, 294, Zilhicce 17
329, 335, 348, 354, 355, 363, Züzâl, 1-8 190
394, 398, 403, 426, 472, 504, Zina 135
509,515,517,518,519,523, Zindan 440
524,525,528,529,530,531, Ziyan 333
534, 535, 536 Zuhruf, 12 219
Zât tecellîsi 472 Zulmet 240, 394, 399
Zât- ehadiyet 105 Zulüm 84, 341, 447
Zatî tecelH 13, 227 Zücâce 511
Zatî yedi sfaü 41 Zülkade 17
Zebur 217 Zümer S. 73 357
Zehir 495 Zümer sûresi 71-72 344
Zekât 310,407 Zümer, 22 521
Zerre 175 Zümer, 53 436
Zeytin ,
511 Zümer, 6 219, 506
zt 20, 98, 107, 218, 224, 225, 226, Zümer, 68-69 506
227, 228, 229, 246, 272, 288, Zümer, 71-72 435
374, 375, 504, 505, 510, 535 Zümer, 73 435
Zikir 90, 91, 92, 93, 96, 97, 348 Zürriyet 273, 274
SBN 978-605-0013-03-0

86050"01 3030'

You might also like