You are on page 1of 380

00034715121

y '^5;

fif] HA AYVERDI ile -^^'

rra
^FL
elciili/i

CEMALNUR SARGUT
derleyen: SADIK YALSIZUÇANLAR
Digitized by the Internet Archive
in 2009 with funding from
University of North Carolina at Chapel Hill

http://www.archive.org/details/smihaayverdiilOOsarg
Sâmiha Ayverdi ile

SIRRA YOLCULUK

Cemalnur S ar gut

Derleyen:
SADIK YALSIZUÇANLAR

DNIVfiRSlTY IIRRARY
UNlVliRSn Y OK NORIII CAROI.INA
ATCHAPia ML.

it llrs l(*fH
1

Nefes Yaynlan

SâmihaAyverdi ile SIRRA YOLCULUK


Cemâlnur Sargut

Derleyen: Sadk Yals^uçanlar

ISBN: 978-605-5902-06-3

Kitap yayn no: 1

2009, stanbul

Editör: Ne^e Ta^


Kedaksiyon: Cangüf^el Zülfkar
Kapak tasarm: Hümanur Bal
Mizanpaj: Sanem Ömürlü
Kapak & iç bask: Pasifik Ofset.
Cilt: Pasifik Ofset

Nefes Yaynlan;
Badat Cad. Gü^lSk. BilkanApt
A Blok no:1 1/2 Selamiçeme, istanbul
359 1020- 359 1021
Tel: (216)
Fax:(216)359 4092
ÇNDEKLER
TAKDM j

ESERLER vi

Roman: vi

Hil<âye: vi

Mensur iir: vi

Hâtrat: vi

Kültür, medeniyet ve tarih: vii

Biyografi: vii

Otobiyografi: vii

Seyahat: vii

Portre: vii

Deneme: vii

Makale: vii

Mektup: viii

Sadk Yalszuçanlar viii

Üç KADIN BR RESM 1

Çocukluum br Güldü 12

SÂMHA AYVERD, HOCASININ MÂNÂSI ÖNÜNDE YOK OLAN BR NEY GBYD... 22


.

Hey Koca SâmIha, KItaplarinla Dergâhimi YenIden Açtin 50

SÂMHA ANNENN ESERLERNDE YAZDII HER CÜMLE, KENAN RFÂÎ'NN


MÂNÂSINDAN BRER ÖRNEKTR 69
SÂMiHA Ayverd, Hem Çok yi Br Mevlânâ Hem De Çok Iy Br
Îbnü'l-ArabÎYorumcusudur 78

SÂMHA Anne, Ken'an RfâÎÜnverstesnden Doktorali Br


Profesördür 91

Onun çin FâtIh'In stanbul'u FethI, TevhdIn Fethdr 105

DOST'üN NGLZCE'YE ÇEVRLMESYLE BENM TANIDIIM EN AZ BE ALTI


Kii MÜSLÜMAN Oldu 114

Çok KULLANDIIMIZ Ak Keumesn Hiç TANIMADIIMIZI Yusufcuk'tan


ÖRENYORUZ 148

EB- ARUS TÖRENLER, SÂMHA ANNENN GAYRETLERYLE BALAMITIR 160

u DÜNYA Ah u Dünya... ÎlÂ-Yi Keümetullah Aki le Dolup Tamanin,


Onun çn Ölmenn, Ölümsüz Hayatin Ta Kends Olduunu Br Blse,
NeOlurBrBleblse 168

SÂMHA AYVERD'DE DERN BR TÂRH UURU VE SEVGS VARDIR 180

Halk çreBr âyneym. Herkes Bakar Br An Görür, Her Ne Görür


KEND YÜZÜN, Ger YAH, Ger Yaman Görür 206

SÂMHA Anne Hayret nsaniydi 218

Gönül ANNESNN Nur'u 222


Cemalnur Hoca 222
Evlad Acs 227

HAKKINDA YAZILANLAR 229

Yusufçuk : Aynann Öteki Yanma Sçrayan Bir Dü Yazs


Enis Batur 229

Sâmiha Ayverdi'nin stanbul'u


Selim leri 232
Sami ha Ayverdi
Mustafa Özçelik 237

RFÂNÎ GELENEK ÇERSNDE SÂMHA AYVERD


Yusufcuk'ta Geçen Baz Tasavvuf? Mazmun Ve Temalar Üzerine
Sadk Yalszuçanlar 249

ESERLERNDEN Seçmeler 271


Dost 271
Üç Turunçlar 276
Yusufçuk 281
Hanc 295
Bektâ- Velî 307
Semiha Cemâl Hanm 310
Onüçüncü Asr Anadolu'sunda Tasavvuf ve Hazret-i Mevlânâ ..312
Fâtih'in Ve Fethin Gayesi 319
Dede Efendi 327
slâm Birlii 330
slâm Mucizesi 334
Endülüs'te slâm 336
San'at Ve Temââ Hayâtmz 337

DZN 339
. .

Sâmiha Anne

'tiandr bu gönlüm, jâ misafirhane. .

Derd konuklar, derman konuklar, hayâl konuklar, melal


konuklar; mümkün konuklar, muhal konuklar. Hele hasret,
hiç çkma\ ordan, çkma!(^ ordan.

Handr bu gönlüm, ykk dökük. .

Fakir konuklar, ^ngin konuklar, âlim konuklar, câhil

konuklar; gelen konuklar, geçen konuklar. Hele bir hana


"
vardr, hiç çkma^ ordan, çkma^ ordan. . .

Sâmiha Ayverdi, Hanc


.

Sadk Yalszuçanlar

Takdim
Elinizdeki kitap, bir modern zamanlar bilgesinin hayat, irfan

dünyas ve tefekkür yolculuuna ilikin yaplm konumalardan


oluuyor.

Ayn bilgelik yolunun yolcularndan Cemalnur Sargut'la


gerçekletirdiimiz söylei bo}anca, hem bir döneme tanklk etmi
bulunuyoruz hem de bu dönem içinde bilgelik göümüzün parlak
yldzlarndan birinin, Sâmiha Ayverdi'nin o dile gelmez engin
dünyasndan birkaç resmi yanstm oluyoruz.

Sâmiha Ayverdi, müridi ve hocas Kenan Rifâî hazretlerinin irfan,

ahlâk ve edebinden nasiplenmi bahtiyar bir insan. Roman, hikâye,


mensûre, deneme, aratrma-inceleme, günce, hâtra, gezi, mektup
türlerinde eserler vermi bir yazar. Ülkesinin ve dünyann
sorunlarna ilikin düünen ve doru sorular soran, onlara cevap
arayan bir aydn. slâm ahlâkn, verdii o muazzam kavgann
içinden geçerken, sessiz sedasz biçimde yaayan bir dervi.
Türkçe'nin zenginliini modern zamanlarda karlat tehditlere

kar güçlü biçimde ortaya koyan bir edebiyatç. Hz. Meryem'in, Hz.
Râbia'nn, Hz. Fatma'nn izinde, onlarn ahlakyla ahlâklanm bir

stanbul hanmefendisi. Balkanlar, Anadolu mayasyla mayalam


gönül erlerinden Gül Baha'ya yakan bir torun. Cumhuriyet
modernlemesinin önümüze getirdii krizleri isabede belirleyebilen
ve çözümler üretme konusunda tükenmez bir enerjiyle çabalayan
bir dâva insan. Bir tevazu ant. Bir sadelik aheseri. Bir inci. .

Ayverdi'nin bize brakt irfânî mirasn ayrntlarna henüz tam


anlamyla vâkf deiliz. O'nun, çileli, sâde ve nadide yaamn tam
olarak bilmiyoruz.

Bu söyleiyi, O'nun engin dünyasn biraz olsun yeni kuaklara


aktarabilmek için gerçekletirdik.

Cemalnur Sargut, her zamanki inceliiyle kabul ettiler ve Sâmiha


Anne kitab böylece ortaya çkt.
.

Sâmiha AN-verdi üe SIRRA YOLCULUK

Kaynaklardan ve tanklardan örendiimize göre, Sâmiha Ayverdi,


1905 \ilinda stanbul'da Meliha Hanm ve Miralay smail Hakk
Bey'in kz olarak dünyaya gelmitir. Ekrem Hakk adnda bir de
oullar olan aile kzlarna "eli açk, cömert" anlamna gelen ''Sâmiha"

adn verdi. Sâmiha Ayverdi'nin çocukluu klar ehzâdeba


semtindeki evlerinde ve annesinin amcas olan dönemin Maliye
Nazr brahim Efendi'nin konanda, yazlar ise Çambca'daki
köklerinde geçü. Eitimine be yanda iken mahalle mektebine
giderek balad. Daha sonra Süleymâniye nâs Numune Mektebi'ne
devam etti ve 1921 \ilinda mezun oldu. Sonraki eitimi husûsîdir.
yi derecede Franszca bilen ve keman çalabilen Ayverdi'nin bir kz
ve iki torunu vardr.

Sâmiha Ayverdi ilk kitabn 1938 yhnda yazar. Krktan fazla eseri

olan A}^^erdi, roman ve hikâye yazarak balad edebî hayaüna


târihî ve sosyal içerikli biyografi, hâtra, mektup, makale türünde
eserlerle devam eder. Edebiyat aratrmaclarna göre, bir yazarn
eserleri onun hayatnn yansmasdr. Sâmiha Ayverdi'nin de
eserlerinde, kaynam yazarn hayatndan alan üç ana konu vardr:

""Tasavvufa tarih juuru ve medeniyet injâs, htanhuir

Sâmiha Ayverdi, L Merutiyet'ten balayarak Osmanl Devleti'nin

son yllarnda yaam; Balkan Savalar, L Dünya Sava, Kurtulu


Sava, Cumhuriyetin ilân gibi tarihimizin çok önemli olaylarna
genç yalarnda tamklk etmi; tarih ve medeniyet konularm çada
olan Yahya Kemâl Beyatb, Ahmet Hamdi Tanpnar, Nihad Sami
Banarb gibi, o da eserlerinin gündemine tamtr. Türk
edebiyatnda birçok yazarn anlatt stanbul, eserlerinin içinde o
kadar önemli bir yer tutar ki bu, ona "stanbul yazar" olma sfatn
kazandrr. Ancak A^-verdi'nin devrindeki dier yazarlardan ayrlan
çok önemli bir taraf vardr. O da özellikle ilk sekiz kitabmn ana
konusu olan, dier kitaplarnda da dünya görüü ve hayat alglay
olarak ortaya çkan tasavvuf düüncesidir. 1940'larda Edebiyat
Âlemi dergisinde kendisiyle yaplan bir röportajda "imdi neler

okujorsunu^" sorusuna: "Yine Mesnevi... ve Dîvân- Kebîr... ve her


" diye cevap verir. Yani Sâmiha Ayverdi, Mevlânâ'nn eserlerini
fey. .

çok okumu, onu. Hocas Kenan Büyükaksoy'un rehberliinde

Ü
Sadk Yalszuçanlar

anlamaya ve yorumlamaya çabmutr. Bu nedenle de onun için


tasavvuf düüncesi bir hayat tarz olmutur. Hakknda çeitli

doktora ve yüksek lisans tezleri yaplan Sâmiha Ayverdi'nin dili ve


üslûbunun mükemmellii, Türkçe'nin ve stanbul Türkçesi'nin en
güzel örnekleri olduu, edebiyat tarihi açsndan da ortaya
konmutur.

Ak Budur, Batmayan Gün, nsan ve eytan, Son Menzil, Yaayan


Ölü, Yolcu Nereye Gidiyorsun?, Mabette Bir Gece, Mesihpaa
mam, Rahmet Kaps, Ba Bozumu, Hey Gidi Günler Hey, Ah
Tuna Vah Tuna, brahim Efendi Kona,
Küflücedeki Kök,
stanbul Geceleri, Âbide ahsiyetler, Dost, Hanc, Edebî ve Manevî
Dünyas çinde Fâtih, Boaziçi'nde Târih, Türk Târihinde Osmanl
Asrlar, ki Âinâ, Ermeni Meselesi, Misyonerlik Karsnda
Türkiye, Maârif Davamz ve daha pek çok eser. Bazlar ingilizce,
Arapça, Azerî Türkçesine tercüme edilen bu kitaplar yazarn
çounluu üniversite
çevresinde örencilerinden, geni bir dde
olumasm salam, bu gençler zamanla entelektüel bir zümre
haline gelmitir.

Eserleriyle genç kuaklarn yetimesini salad için âir Niyazi


Yldrm Gençosmanolu, yazar u msralarla anlatr:

"Bir anne ki muhterem anneler âleminden


"
Ellijzl nesilleri emî^rdi kaleminden

Ayverdi, kültür hayatmza sadece kitaplaryla deil yaptklaryla da


hizmet etmitir. Mevlânâ ve Yunus Emre gibi evrensel nitelikte iki
insan, genç nesillerin tanmas ve anlamas yolunda ilk admlar atan
kii o olmutur. Konya'da daha sonra çok öhret bulacak olan eb-i
Arus Merasimleri yani Mevlânâ'y Anma Törenleri ilk defa 1954'te
Sâmiha Ayverdi'nin öncülüünde balatlmtr. Yeni Dou
Cemiyeti isimli bir dernein kuruluuna öncülük etmitir. Bu
dernek, âklarna ulaarak derlemeler yapm, kasetier
halk
hazrlatm, böylece Yunus Emre'nin iirleri ve ilâhileri
yaynlanmtr. Ayrca yine bu dernek tarafndan düzenlenen
konferans ve konserlerle Türk edebiyatnn bu bü}aik mutasavvnf-
âiri gençlere tantlmtr.

V
Sâmiha Ayverdi üe SIRRA YOLCULUK*

Onun bir baka yönü duyarlldr.


çevresine olan semtte Yaad
düzensiz îmar faaliyederi aaçlarn
sebebiyle kesilmesini ve
caddenin bir çöle benzemesini kabul edemeyen yazar, Fâtih'te
tfaiye Durandan Edirnekap'ya kadar devam eden Fevzipaa
Caddesindeki ve yine bugün Fâtih' te Koyunbaba Park olarak
bilinen alandaki aaçlar diktirmi, çevresindeki gençlerle ve esnafla
beraber bakmn yaptrmtr.

Bunlarn dnda A\^erdi, Kubbealo Akademisi Kültür ve Sanat


Vakf'nn kurucu üyesidir. stanbul Fetih Cemiyeti, Yahya Kemâl
Enstitüsü, Türk Kadnlar Kültür Dernei gibi sivil toplum
kurulularnn da kuruculuunu yaparak, çalmalarnda aktif rol

üstienmitir.

Kendisine hizmetieri sebebiyle pek çok ödül verilmitir:

1988'de Hey Hey adb hatra kitabna Türkiye Yazarlar


Gidi Günler
Birlii tarafndan 'Yln Dil Ödülü"; 1990 senesinde
verilen

Babakanlk Aile Aratrma Kurumu'nun verdii "Üstün Hi':met


ükran Berat"; 1992 \ihnda Türkiye lim ve Sanat Eserleri Sahipler
Birlii tarafndan verilen "Üstün Hifimet Ö^^/^" bunlardan bazlardr.

Sâmiha Aj'verdi, 1993 yhmn 22 Mart'nda Fâtih'te yaad evinde


vefat etmitir. Kabri Merkez Efendi kabristamndadr. Bütün hayat
bo}anca vatam ve onun deerleri için bir anne fedakârh ile

çabtndan çevresindeki her yatan insan ona "Sâmiha Anne"


demitir ve gerçekten "eli açk, cömert" anlamna gelen adnn
yansmas olan bir hayat yaamtr.

"Ödenme^ borcum var bu âlem halkna: \^erdikçe, daha ver,

daha veri diyorlar.

Sorarsan borcumu bu cihan halkna: Yavuf^u, yahpyi


sevmektir! diyorlar. "1

Sâmiha Ayverdi, Hana, stanbul: Kubbealt Neriyat, 1 988, s. 32.


Eserleri

eserleri

Roman:
Ak Budur (1938)
Batmayan Gün (1 939)

Ate Aac (1941)


Yaayan Ölü (1942)

nsan ve eytan (1 942)

Son Menzü (1943)

Yolcu Nereye Gidiyorsun (1944)

Mesihpaa mam (1948)


Hikâye:

Mâbedde Bir Gece (1940)

Mensur iir:
Yusufçuk (1946)

Hanc (1988)

Düe Gelen Ta (1999)

Hâtrat:
brahim Efendi Kona (1964)
Bir Dünyâdan Bir Dünyâya (1 974)

Hâtiralarla Babaa (1977)

Rahmet Kaps (1985)

Hey Gidi Günler Hey (1988)

Küplücedeki Kök (1989)


Ah Tuna Vah Tuna (1996)

Ne dik Ne Olduk (1985)

VI
Sâmiha Ayverdi üe SIRRA YOLCULUK

Ba Bozumu (1987)
Kâtibe (2002)

EzeH Dostiar (2003)

ki Aina (2003)

Kültür, medeniyet ve tarih:

Boaziçi'nde Tarih (1 966)

Türk Târihinde Osmanl Asrlar (1975)

Türkiye'nin Ermeni Meselesi (1976)

Türk-Rus Münâsebetieri ve Muharebeleri (1 970)

Biyografi:

Ken'an Rifâî ve Yirminci Asrn Inda Müslümanlk (1951)


Edebî ve Mânevi Dünyas içinde Fatih (1953)

Otobiyografi:

Dost (1980)

Seyahat:

Yeryüzünde Birkaç Adm (1984)


Portre:

Âbide ahsiyetier (1976)

Deneme:
stanbul Geceleri (1952)

KöleHkten Efendilie (1978)

Makale:
Millî Kültür Meseleleri ve Maârif Davamz (1976)

Ne dik Ne Olduk (2002)

Rahmet Kaps (1985)

v
Eserleri

Mektup:
Misyonerlik Karsnda Türkiye (1969)

Mektuplardan Gelen Ses (1985)

Sâmiha Ayverdi'nin hayatna ve tefekkür dünyasna ilikin

sorularmz cevaplandrma lütfunda bulunan Cemalnur Sargut


hanmefendiye teekkür ve minnet borçluyuz. Kendisini toplumun
ruhuna hizmete adam bir bilgenin, yeni kuaklarca bihnmesi her
türlü kymetin üstündedir.

Kitaptaki kusurlar bendenize, güzellikler, anlatlan ve anlatan


üzerinden O'na aittir.

Sadk Yalszuçanlar

v
'Dostum, inan hana ki sana içimi göstermek istemiyorum.
Eer bo§ bulunup hâ-:^ hâ^ hu if yapyorsam, gene inan ki,

tek penceresinde ijik olan hir ev gihi, esrar karanlklarnn


ortasndaki bu tek ijik damlas, gönlüm çatsnn ancak bir

köjeciini aydnlatr.

Eer gene bo^ bulunup sana hir selâm, bir sö-:^ armaan
gönderiy orsam, hu selâmn, bu haberin, suya aksini brakm
bir aacn hikâyesinden hiç fark yoktur. Nasl o akiste aaan
her çiî^isi mevcut, fakat ruhu gâipse, benim de sana gösterdiim

lafî^ ve haberde içimin ancak bir gölgesinden, hir resminden


ha^ka hir /ry yoktur.

A.mmâ aac, gölgesini suya sald için nasl ayplamyorsan,


beni de sana ister isteme':^ içimden haberler verdiim için hoç

gör; knama!"

Sâmiha Ayverdi, Yusufçuk


Canm Gürbüz Aabeyim^

Sayenizde cesaret etmi bulunduum bu


eseri hazrlarken hissettiim huzur,
mutluluky zevk, edep ve korkudan dolay
size çok müteekkirim. Bu cevaplardan
yararlananlarn alaca yolun sevab
size aittir.
'

Sâmiha Ayverdi üe SIRRA YOLCULUK

Üç Kadn Bir Resim...

Cemalnur Sargut'un Hatralanndan

Nur, bam MesnevTmn üzerine edi. Gözyalaryla saürlar tekrar


okudu:

"Artk Zeyd'i bulamacsn. Çünkü o, bu dünyâdan firar etmij.

Allah'na vamn^tr O, ruhunun ayana takl dünya arln


firlatmij, vücuttan, cismânî suretten kurtulup ruhanîler âlemine

yükselmitir.

Senin Zeyd'i bulman jöyle dursun, pmdi bic^t Zeyd bile kendi
kendisini bulamayacak bir hal içindedir

Üçlerine gün doan yldi!^ nasl görünme^ olursa, o da ruhunun


yldc^na doan ilâhî günefin nûriyle, öyle görünme-:^ oldu. Bir vücut
içinde, görünme-:(lik derecesine ulafi. Hak ile Hak olmann açk bir

derecesi de budur. Allah nasl görünmeî^se, dünyâda ona varma, onunla


olma, onda olma snnna erenler de, öyle görünmeler. Kendi vücutlarn
bile göremeyecek bir hâle ulanrlar.

Ban kaldrd. Gönlünün anasn düündü...


"Ben geceyim, gün isterim. Ben atefim, kül isterim. Ben jürim
ve:(n isterim.

Ben derdliyim, jifiâm ver. Parça deil tam isterim.

Tükenmiim, çâremi bul Bütünlenmiç can isterim.

Dalmçm, topla beni. Pare pare klma beni... Gövdem bacm


nerde bilmem... Merke^ mihver baj isterim.

3
Ecel yakn, destur gerek... Destur deyip yol isterim."

Hanc kitabnda böyle yazyordu gönül anac ki o, Nur'un, hocas,


üstad, hâmisi, dostu, Efendisi, onu Efendi klan, hereyi... Zira,

Kenan Rifâî, ,
erhli Mesievî-i enf] stanbul: Kubbealt Neriyat, 2000, s. 542.
3 Sâmiha Aj-v'erdi, Hana, stanbul: Kubbealt Neriyâü, 1988, s. 23.
.

Cemâlnur Sargut

Kendisi de hocas Ken'an Rifâî'yi anlatrken bunlar söylemiti.


Nur'la bir olup, ondan kitabn okuyan, mutsuz, mark, terbiyesiz

kz, mutlu, edepli klan gönül anac böyle demiti.


Elli küsur sene geriye döndü...

Üç Orada domutu, hayatnn en önemli


katl evine doru...
hâtralar Gönül anacn ve ruhunu douranlar
oradayd.
hatrlamt. Duâsyla doduu sevgili Nazh annesi, Fâtih'teki evin
ansyla birlikteydi. Nur küçücük kalbin ne büyük sevgiler
tayabileceini düündü. Eh, yere göe smayan Allah- Azîmü'-
ân "mü'minin gönlüne sdm" demiyor mu? Üst kadar ev, alt kat
babasnn muayenehanesi olan yerde Gönül annesinin alt kapya
geldiini hissetmeyebaladnda üç yandayd. Koup kapy açar
ve hiç armazd. imdi hayretteyim, dedii bu hadisenin defalarca
yaandn hatrbyordu.
Neden sadece bu iki kadn hayatnn merkezindeydi? Kimdi bu iki

kadn; o zamanlar hiç düünmedi. Ayrca bir de resim vard.


Görünüte resimdi, ama yayordu. Canhyd ve Nur ona "Amânm"
derken bulmutu kendini. "Amâmm"; mânâsnn aman dileyenin
yardmcs olduunu örendii bu kelime, onun cenneti, idi. sna
Sonradan O'na âmânn, âmândaki yardmcy öreten Gönül
Anacndan o resme öyle seslendiini duyduunda, Nur alad
alad. Hiçbir söz, hiçbir hitap böylesine hakikat olamazd.

'I^nden, göî(ünden, sökünden, öcünden Allah ayrmasn. Ey Hakk '


bildiren, ona götüren, perdeyi kaldrp onu gösteren... Hakk'n var
olduunu, varln Hak olduunu, görünenin gösteren, gösterenin
görülen olduunu bildireni

Bu dünyada, o dünyâda, Allah senden ayrmasn. .


'

Hayatnn bu üç güzelini, onlara olan sevgisinin hakikatini ailesiyle


yaamt. Dünya güzeli, Allah sevgilisi anacn düündü. Üç

Samihâ Ayverdi, Hana, stanbul: Kubbealt Neriyâu, 1988, s. 47.


' '

Sâmiha Aj^erdi üe SIRRA YOLCULUK

kadn, bir resim. O biri üçte seyretmenin ne demek olduunu üç


yanda iatrlad, Nur alyordu.

"Gönlüme: Ala... diyorum, ala... Ama kimseler görmesin. Zîra

gö^a§ çabuk hasede urar.

Ala... ala ki temi^ensin hu yürek... Yoksa, kurumu çemelerin

yala, süprüntülük olur.

Gönül Anac da alamü demek, onu hiç alarken görmemiti.


Belki sadece bir damla, diye düündü. Ya resim, resim ne demiti
alayanlar için:

"Alamakla tayy edersin men^l-i maksûdunu,

Gö^apndan abdest al da göî^le gör mabudunu.

Benliin dâvasn terk eyle, gafletten çekil,

Apk olKen'dn, dilersen görmee maukunu.

Seneler sonra mânâ peinde olan gazeteci arkada ve dostu. Gönül


annesinin kurduu dernekte çabrken, ona sorular sorduunda bu
üç kadn öyle anlatacakti, belki de onlardaki kendisini

hatrlayacakt.

Gönül annesi: yazar, mutasavvf, stanbul harumefendisi, Türkçe'yi


en iyi konuan ve yazan, tarihçi, alperen, mürit, ana, efendi; iki

Kadir aras Kadir'i yaam, örencilerine de Kadir'in mânâsn


öretmi bir sultan. Nur sonra da kâmil insamn yaantsyla Kadir'in
mânâs, içiyle Mirac'n hakikati olduunu örendiinde ve her
sabrettii skntnn sonunda Gönül anneciinin yardmyla âyetierin

mânâsn kendi küçük gönlüyle idrak ettiinde ve onun güzel


gözlerinin arkasnda âmânm bulduunda defalarca hamd etme
zevkini yaayacakt.

Samihâ Ayverdi, Hana, stanbul: Kubbealü Neriyat, 1988, s. 75.


^'
Ken'an Rifâî, lâhiyât- Kenan, Yayna Hazrlayanlar: Yusuf Ömürlü, Dinçer
Dalklç, stanbul, 1988, s. 79.
Cemâlnur Sargut

Çocuunun ölümünü düündü. Âmânnn gülüydü o bebek,


rüyasnda öyle görmütü. O )aizden de "Gülüm" adyla domutu.
Ama Nur ayldnda korkarak karnnda tad, üstüne titredii
bebei yannda bulamamü. Bebek baka bir hastaneye kaldrlmü
ve ne olaca belli deildi. Nur bugüne kadar hiç ac çekmemiim,
diye düünmütü. Hiçbiri ac deilmi. Öyle ya, insanlarn ac ve
sknu zannettikleri eyler, sonradan gülüp geçtiimiz hâtralar

oluverirler.

te hastane odasnda tek bana düünürken girmiti içeriye Gönül


Anac, heybetli ama mütevaz, zarif, edepli ve k. Bunlarn
hiçbirini görmemiti Nur. Sadece "cennet geldi odama" de^rmt.

Gönül Anac her zaman Amânm'n sesiyle hareket ettiinden


Amâmm'n u deyiini yaar gibiydi:

nsanlar hatâlarnda ve sevaplarnda onlarla bir olarak, aclarna ve


i':(draplanna itirak ederek ve beraberce göüs gererek sevini-:^

Doumlaryla çoalp, ölümleriyle eksilecek kadar onlardan olunu-:^

Bir insan olarak hepimi^n vaî^esi becerin yüf(iinü müterek samîmi


ve insanca bir gayeye çevirmektir. Bunun da birçok yollan vardrfakat
en kestirme yol, a§k ve iman yoludur.

A^k ve imann temeli Hak'la halk' birlemek, Hakk' halktan

görmek, halk Hak diye sevmektir.

Nur çocuunu, evini, eini, hepsini unutmutu o anda, cenneti


yayordu. Gönül annesi ismi sevmiti "Gülüm, ne güî^el isim. " Nur
rüyasn anlatt, o bebei âmâm vermiti ona, onun gülüydü.

Sonradan Hz. Muhammed'in akm }öireinde hissettiinde gül


bahçesinin o olduunu, Amânmn da o bahçeyi içimizde oluturan
olduunu anlayacakt.

Gönül Anac çknca. Nur gece skntlarna dönmek


istemediinden Hanc'y eline almt.

"Cennet neresi? dediler. Senin olduun yerdir. . . dedim.


' "

Sâmiha Ayverdi üe SIRRA YOLCULUK

Cehennem neresi? dediler. Senin olmadn yerdir... diyecektim, ama


diyemedim. Senin olmadn yer yok ki... Ah, vallah da yok, billâh
.

da yok Allahm. .

Utanp ban önüne ediini hatrlad.


Düüncelerinden uzaklati, biri üçte seyretmek için üç kadna geri

döndü.

Gönül annesi için dostunun sorusuyla ba baayd yeniden.


"Çocukluum Çerke Habe^, Zenci, Arnavut bir vatanda çevresi

içinde geçti. Çatm^n altnda bu ayn rk ve corafyadan gelmi§

kimselerin hepsini Türk olan anam haham gibi soydajim zannederdim.


Zira büyüklerimizin de onlara karp muamelesinde ayrl îmâ edecek
en küçük bir eser bulunmad"

derken hem soyundaki Türklüün önemini hem de ailesi içinde

tevhid etmenin zevkini yaam bir insan olduunu anlaüyordu


kendi hayatnda.

Nur hayaündaki üç kadnn da tevhidi yaadklarn görmü ve


hayranlkla izlemiti. Belki resim onlara öyle seslendii için;

"heni sevdiini^ iddia ediyorsunuz^ Ama beni sevmek, sevdiim herzeyi


".
sevmek demektir, benimse sevmediim hiçbir ^eyyok

Evet, resim hakikatti. Zira hakikat sevmeyi bilmek deil miydi?


ansbym, diye düündü Nur. Hiçbir sorum cevapsz kalmad. Ama
ne kadar bîçâreyim ki, bu cevaplarn hangisine tam teslim olduumu
hiç bilmiyorum. Halbuki gönül telini titreten sultanlardan biri olan

bn-i Arabi Fususü 'l-Hikem'de, Hz. brahim'in Kabe'de makammn


olmasnn sebebini Allah'a sorgusuz sualsiz teslimiyetine balamyor
mu? O zaman onun gönül üçlüsü de Kabe'de makam sahibi, diye
düündü Nur. Sevinçle "eh, daha ölmedim beni de âdem ederler in^aallah,
dedi. Kulluunu, hiçliini hissetmenin zevkine dalmken karsnda

gazeteci dostu örenmek isteiyle belki de bildiini teyit için

Sâmiha Ayverdi, Hana, stanbul: Kubbeak Neriyâü, 1988, s. 31.


Cemâlnur Sargut

bekliyordu. Bu defa kulluuyla genilemi sanki kabz (sknt, darlk)


halinden basta (genilik, ferahlk) dönmüçesine mutiu. Gönül
Anacna döndü.
Evet, yana kadar olan her eyi hatrbyordu Gönül
birbuçuk
Anac. Üç-dört yandan itibaren babasnn evinde tertipledii
selâmhk sohbederine katlr. Burada o devrin büyük zevatnn
konumalarn dinleyerek büyür. Bu sohbetler onun örenmeye aç

olan tabiatn besler ve kuvvetli hafzasna yerleerek eserlerine


ilerde makeme tekil eder, diye anlatt.

Yine kendi üç yana döndü, "bense hep üç kadn ve bir resmi


hatrlyorum'' ^^ç^ düündü ve ''Gönül annem benim için de örenmi daha
dorusu hatrlam ne mutlu bana" dedi içinden. Bir an Gönül
Anacnn babasyla olan ilikisini düünüp utand. smaü Hakk
Bey kzn martan bir babaym. Benimki de öyleydi. Canm
babam, onun için, on sene sonra gelmi mucize bir evlâttm ben.
Ama Gönül Anac odasna kapanp "Allah'm beni bu pmanklktan
koru" derken, ben bu marmamn zevkiyle kendimi dünyann
merkezi sayyordum, diye düündü Nur. Bu küçük merkez, üç kadn
ve bir resmin önünde, dairedeki bir nokta olmamn zevkini
yaayarak, hiçliini örenmiti. naallah, diye heveslendi.

Sonra öretmenlik yapt dönemleri hatrlad ve ailelerince

martlan çocuklarn AUah tarafndan ne kadar büyük çilelerle

imtihan edileceklerini, bu ebeveynler bilseler, evlâtlarn, Budist


skntya
prensler gibi tahammül edebilecek ekilde terbiye ederlerdi,
düünmekten kendini alamad. Zira üçün üçüncüsü olan
diye evdeki
anac bunu ona öretmeye ve yaatmaya çok çalmt.
Nur, Gönül Anacnn be yanda mahalle mektebine baladm
söyleyerek gazeteci dostuna geri döndü. "Tabii" dedi biraz

böbürlenerek "o bir cevherdi" v^ resim bu konuda öyle demez mi?

"Altn bir mâden deil midir'? Yeraltndan çkt vakitte de bunun


altn olduunda piphe yoktur. Fakat toprakla kanpk bir altndr,

içindeki lü^ûmsut^ maddeleri çkarmak için potaya koyuyor,


Sâmiha Ayverdi üe SIRRA YOLCULUK

ayklyorsun. Ancak bu muameleden sonradr ki darphâneye yollayp


damga vuruyor, sikke haline koyuyorsun.

Kef^d, bir prlanta, yakut, ^ümrüt için de bu budur. Fakat meselâ bir
çakl tam yontsan, potada kaynatsan mücevheryapabilir misina Ne
türlü muameleye mârut^ braksan, tayine tatr. (...)

Görüyorsun ya... Aslnda mücevher olan nesnelerin bile, içlerindeki

temif^lenmesi gereken maddeleri atmak için türlü çilelere tâbi


'*
tutulmalar, (...) lü^ûmsuf(Jaî(lalklardan kurtulmalan içindir.

Çok ükür ki o dost bize bu acnn önemini ve celâlin ikram


olduunu öretti, diye devam etti Nur. Hattâ celâlim cemâlime
giden nurdur, demedi mi?

Nur resmini, Amâmn düündü, yine sorulardan uzaklat,


dörtbuçuk yanda Maltepe'deki yazlk evlerinde gördüü bir rüyada
resim konumutu. Kâzm amcas [Kenan Rifâî'nin olu] onu
elinden tutup resmin önüne götürmütü. Âmân, sevgilisi tam
hissettii gibiydi. Sevgili ona eildi ve elini öptürdü. Nur o andaki
sevincini hissetti; belki de o saniye domuum, diye düündü. Ama
o zamanlar anslydm, sadece yayordum ve yaayarak
öreniyordum, dedi kendi kendine. "Canm Kâf^m amcam!" diye
düündü. Amânnn biricik olu.. Allah velîsi.. Naz ehli.. Yaradann
makbulü olan sevgili... Ei enderi bulunmayan sesiyle, îmân
gönüllere nakeden sultan... Dünyada olduu sürece sevgisini
etrafna saçarken çekindiren; merhametini heybetinde gizleyen dost!

-Bana "seni çok seviyorum, ama mekrimden emîn


olma!" deyii hâlâ kulaklarmda. Babaannesi Hatice Cenan
Sultanla büyürken yaad ba-:^ hâtralar bana
yaî^drmlard. Küçücük kulan gece beraberyatt ninesinin
bana koyduunda, mübarek ban içinden "Lâ ilahe
illallah" sesini duyduunu titreyerek anlatmt.

Sonra tekrar resme döndü.

Ken'an Rifâî, Sohbetler, cilt 2, stanbul: Hülbe Basm ve Yaynevi, 1992, s. 383.

7
.

Cemâlnur Sargut

Âmân, sonradan tek ak olacakt, birçok sevginin tek hakikisi;


çünkü o vard ama yoktu, vefâbyd ve ney gibiydi. "Onda bildiim
Rabbimmi" dedi, ama gazeteci dostuna bunlar söylemedi,
düüncelerinden uzaklap konuya döndü.

Sâmiha anne, çok iyi Franszca biliyordu, diye devam etti. Ama
içinden, her eyi biliyordu, diye düünürken gazeteci edeple

- "evlenip ayrldm bir çocuu olduunu biliyoru^ " dedi.

-'E^'^/" dedi Nur.

Evdeki annesi Gönül anacn "Krk sene ayn mânâ yastna ba§

koyduum, ayn rahmet kapsndan beslendiim, t^enginliim, gönül ejim" âiiyç.

anlatrd. Sonradan bu kap kapanm ama Sâmiha anne ayn kapy


kitaplaryla, yaantsyla, kiisel irâdyla örencilerine açmt.

Gazeteci

-"nasl intisap etmi^?" 6iy t üsteledi.

Nur, Hanci'd^k dizeleri tekrarlad. O, bu kadar biliyordu, bu kadar


her eye yeterdi.

Seni ölü sananlar var.

Ölü mü? Tövbeler tövbesi.

Dirilerden hiç kimse, ju kadna söî^geçiremedi ama, o dik

kafal inadç, bir tek iaretinle elpençe emrindedir, ey toprak

altndayatan, ey ebedî hay olan. .

Biliyordu, çünkü kendisi de dik kafalyd ve kimseye hürmet etmeye


niyeti yoktu; gene hatralarna döndü, gülümsedi. imdi kendini,

önüne gelmi bir örencisi gibi dardan müsamahayla


seyrediyordu. Gönül Anac o hâlini kitabnda öyle tarif etmiti:
israfil sûrunu vakitsizi çalsa, âb- hayat yol bulup yoluma
aksa. . . Ömürler, ömrüme asrlar katsa. . . u ölmü gönül
dirilir mi dersin?

9
Sâmiha Ayverdi, Hanc, istanbul: Kubbealt Neriyat, 1988, s. 24.
Sâmiha Ayverdi üe SIRRA YOLCULUK

Ama dirilmiti ite, dipdiriydi akla ve hiçlikle diriydi.

Tekrar soruya döndü:

- "Hayat Ken 'an Kifât ile tannmasyla ha§lar", dedi.

Daha önceki dönem sanki bu tanma için hazrlk dönemidir.

Gönül Anac ise hocasn öyle anlatmt:


Vatan ve iman klmn iki jüî(ü gibi hirle§tirmi§ bir aile evlâd

olmakla beraber, dünya görücü ve insanlk anlayp yolunda atmaya


çaltm her adm hocam Ken'an Rifâye borçluyum. Bir manevî
murakabe, derûnî muhasebe ve birlik görücünden uzaklatkça, ulvî

duygu ve yapc dü§üncelenni kaybeden cemiyet ve milletlerin, yü:(lerinin

gülmesi için ^ahsî ihtiras ve menfaat jâibesiyle kirlenmemi rehber

otoritelere muhtaç bulunduklarna inanyorum.

Hayatma bir çi^gi çekerek, yekûnunu gö^en geçirdiim t^aman,

kendi kendinin emîri olduu gibi etrafndakileri de hayvani ve nefsânî

hrs ve çirkinliklerden â^d ederek, hürriyete kavuturma cihad içinde

bulunan bir ulunun çömet^ olmaktan ba§ka kânm olmadn


gerçekten görüyorum.

Gazeteci dostu üsteledi:

-Ken'an Rifâî ile tantt devrede çevresinde kimler bulunuyordu? Yol


arkadalar kimlerdi? Onlarn irfânî, insanî nitelikleri nelerdir, nasl

bir atmosferdir o? Nur:

- "Allah Allah, " dedi. "Ben onlarn derinliini idrâk edebilir miyim?"

Sahabe devrinde gibi hissetti kendini. Hz. Hatice görevini yapan bir

ana Cenan Sultan, korumac, akll, mânâ alemiyle madde arasnda


berzah yaayan ve yaatan, öyle ya kâmil insan için berzah
makamdr, deniyormu.

Âmân her zaman müridi olarak onu iaret etmiyor mu? O


Âmânmn Gönül Anac olmad m? diye düündü Nur.


Samihâ Ayverdi, Hana, stanbul: Kubbealt Neriyâü, 1988,s. 25.
.

Cemâlnur Sargut

Heyecanland. 'T5en ne ^man tanpm Cenan Sultan'hi diye düündü.


Önceleri o silik resimde bile biraz çekindii bir evliyayd. Sonralar
Gönül Anac devaml onu anlatmaya baladnda daha
yaknlamt. Sonra Cenan Sultan Nur'a yaklat ve bir anda Nur
onu tanmaya balad. Ama dostuna dönüp konumaya baladnda
böyle bir sultan anlatmakta edep ettiinden sustu.

Sonra en baa döndü. Gazeteci dostuna ilk karlamalarna ve onun


kendini mânevi deryann içine sokan güzel sorularna. .

10
. . . . .. . ...
.. ..... . .. .

Sâmiha Ayverdi üe SIRRA YOLCULUK

Ben çitknhik aac olsam, sen, dallarmda ge^nen bir çocuk. .

Ben çocuk olsam, sen, t^bnimde uçulan bin bir sual. .

Ben gece olsam, sen, karanlklarmyrtan bir günej...

Ben pnar olsam, sen, su arayan biryolcu. .

Ben aaç olsam, sen, ona dolanm bir sarmadk. .

Ben ky olsam, sen, ona çarpan bir dalga. .

Ben dalga olsam, sen, dudak sürdüüm bir ky. .

Ben kaval olsam, sen, onu üfleyen bir çoban. .

Ben ay olsam, sen, onunla haHecen bir sevdâl. .

Benyol olsam, sen, gönlüm gibi, evi köyü kaybetmi biryolcu. .

Bengöt^a olsam, sen, onu silen bir açk. .

Ben türkü olsam, sen, onu çaran bir dudak. .

Ben çarap olsam, sen, içtikçe içen bir sarhoç. .

Ben sarhoç olsam, sen, haçredek içtiim bir çarap. .

Ben rüya olsam, sen, onunla sabahlayan bir çeydâ. .

Ben ateç olsam, sen, onu yelpâ^leyen bir el. .

Ben tlsm olsam, sen, onu saklayan gi^li hafine. .

Ben gö^ olsam, sen de onun bebei. .

Ben kalp olsam, sen de onun hayât. .

Ben nokta olsam, sen, onda gi^lenmiç kâinat. .

Ben kâinat olsam, sen, onun ruhu olan tek nokta. .

Ben asrdan ara geçmiç bir miras olsam, sen, her devirde ona sahip çkan mal
sahibi. .

Ya sen ne olsan, ey vanyoku, olmuçu olaca, âlâ ve esfeli avuçlarnda


gördüüm Kabbim? Bana sorarlarsa sen, aaçtan: "Innî en 'allah!" diyen ses. .

Ben de, korku ve dehçete düçmüç birMûsâ. .

Sâmiha Ayverdi, Dile Gelen Ta

11
Cemâlnur Sargut

Çocukluum bir Güldü...

Efendim bize bu imkân sunduunuz için çok teekkür ederim.


Sâmiha Ayverdi'yi, bir deryay konumaya balyoruz. Sizler, O'nun
ve çok kymetli hocas Kenan Rifâî hazretlerinin bilgelik yolundan
geliyor, o yolda yürüyorsunuz. Bendeniz, henüz çiçei burnunda
bir Türkoloji örencisi iken Sâmiha Ayverdi'nin o muhteem eseri

Yusufcuk'la karlam ve bir anda kendimi bir denizin içinde


bulmu, kaybetmitim. Tabii yllar boyu, O'nun birbirinden deerli,
her biri birer hazine kymetinde eserlerini okumaya çahtm.
Sâmiha hanm yakndan tanyan, yol arkadal yapan bir gönül
ve mânâ insan olan anneniz Mekûre Sargut hanmefendi, bir
beyânnda öyle diyor: " 'Denizler mürekkep, aaçlar kalem olsa
Cenâb- Hakk'n kelimesi olan insân- kâmili tarife kalksalar
(özelliini anlatsalar), denizler kurur, aaçlar krlr. Bir o kadar
getirsen yine kurur ve yine krhr.' te O'nu, âyetin yorumunda
buyrulduu gibi, anlatmaya lisan kâfî gelmez, portresini çizmee
kalknca da kalem âciz kahr. Ne söylesek, ne anlatsak, hakknda
hiçbir ey izah etmi olamayz. Çünkü O ifâdeye smaz."
Gerçekten de bu böyle efendim. Ama biz bir yerden balamak, o
denizin kylarndan içine doru dalmak niyetindeyiz. Dilerseniz,
aile çevresinden balayalm. Sâmiha Ayverdi'nin anne ve babas
kimdir? Soyuna ilikin bilgilerimiz nedir? Kökeni nereye
çkmaktadr? Nerede, ne zaman domutur? Hangi okullarda
örenim görmütür?

Efendim ben de çok teekkür ederim. Sâmiha Ayverdi'ye dair


konumak, kâmil insana, varln gözbebeine dair söylemektir. Bu
imkân bulduum için Rabbime sonsuz ükürler olsun. O'nu
anlatmak, anneciimin beyanyla dile gelmez bir srr, bir hakikati
sktrmaya kalkmaktr. naallah, birlikte, o denizin
söze, kelâma
kysndan derinliklerine doru inmemizi Rabbimiz bize nasib eder.
Kâmiller hakknda konuurken insann kendi dertleri derman bulur.

12
Sâmiha Ayverdi ile SIRRA YOLCULUK'

Sâmiha Ayverdi 1905 Kasm aynn Kadir gecesinde stanbul,


ehzâde-ba'nda dodu. Annesi Meliha hanm, babas Piyade
Kaymakam Yarbay smail Hakk Bey. Baba tarafndan eceresi
Ramazanoullarna kadar dayanyor. Anne tarafndan soyu
Budapete'de medfun olan Bektaî dervii Gül Baha'ya dayanr. Gül
Baba aslen Merzifonlu olup 16. asrda yaam ve Kanuni'nin Budin
fethine idrâk ederek ehit dümütür. Halen türbesi ve tekkesi
müze olarak açk bulunmaktadr. Sâmiha Ayverdi'nin
ziyarete
babas küçük yata yetim kalm bir mübarek insanm.

Görüyoruz ki, Sâmiha Ayverdi


aristokrat bir ailenin çocuudur ve
aristokrasinin getirdii disiplinömrünün her devresinden kolayhkla
anlalabilir. Bence önemli olan nokta bu. Bu devrin aristokrasisi ile
o devrin aristokrasisini kartrmamak lâzm. O devirde aristokrasi
disiplin demekti. Bu devirde maalesef sefalet demek.

Be yanda mahalle mektebine balar. 1921 ylnda Süleymâniye


nâs Numune Mektebini bitirir. Daha sonra tahsiline husûsi olarak
devam eder. Gerek hocalar gerek ailesi ondaki cevherin farkna
vararak ilemek gereini duyarlar. Örenme isteini besleyen zengin
bir kütüphanenin elinin altnda oluu da almaya müsait karakterinin
beslenmesindekimühim âmillerden biridir. Nitekim henüz oniki
yandayken Ksâs- Enbiyâ ve Esâret-i Fünûn ciltieri olmak üzere
babasnn kütüphanesindeki bütün eserleri okur.

Sâmiha annenin hayatnda en etkili olan kiilerden birisi


büyükannesi Halet hanmdr. Halet hamm, içtimâi seviye, görgü,
aristokrasi, hayat üslûbu ve yaay bakmndan kendi büyükannesi

Zekiye hammdan çok ey örenmi. Sâmiha anne, Halet hanmdan


bu mânâlar ve bu terbiyeyi de alarak, oniki yana kadar onun
eitimi altnda yetimitir.

Onalt yandayken bir kaymakamla evlenip be sene süren bu


evlilikten sonra ruhen
fikren ve anlaamad
einden ayrlan
hocamz, ems'ini arayan Mevlânâ özlemiyle Ken'an Rifâî'nin rahle-
i tedrisine girmi; Hz. Pir'in edebiyle, sorgusuz sualsiz hocasnn
köprüsünden Allah'a ulamamn zevkini tatmtr. Ken'an Rifâî

13
Cemâlnur Sargut

hazretleri ahlâk- Muhammedi ile maddî ve mânevi ilimler

arasndaki sratta yetitirdii örencilerinin en deerlisini, bir yandan


ilm-i ledün yoururken dier yandan Franszca,
ile tarih, edebiyat,

mûsikî gibi maddî ilimlerle de donatmtr.

Bir esefinde, 'çocukluk hayatm dadmn söyledii ninnileri

mânâlandrmak endiesiyle balayan bir düünce ve tedkik


atmosferine sarl geçmitir' diyor, o atmosfer dünyâsn nasl
beslemitir?

Evet, bu çok mühim efendim, bu cümlesi, onun ahde vefâsm ne


kadar erken hatrladn, hadiseleri küçücük yata okumaya
baladn ama okuduklarm yorumlayacak hocaya da nasl ihtiyaç
duyduunu anlatyor. Daha sonra Yusufçuk adb eserinin ilk
hikâyesindeki u bölüm onun tefekküründe müride duyduu
ihtiyacn ne güzel anlatr:

Devletlim! Evvelâ kartma §u kâinat kitabn açtn ve:

Okul dedin.

Ben, acemifakat çalkan bir talebe gibi, onu kelime kelime hecelemee

baladm. Dostlanm buna ahittir. Bir kr çiçeinde, bir çi tanesinde,


bir incecik su jinltsnda, î^evkte, tebessümde hep senin parmak ilerini

görerek h^ b^l okuyor ve yanmdakilere söylüyordum.

Fakat bunlara, bu gir:(elliklere doymadan sahifeler karcmda dönüyor,

bütün telâma ramen, Rahmette, meakkatte, göt^anda -:(drapta

gene senin dehana ve hünerine §ahit oluyordum, ipe böylece de gece

demiyor, gündü^l demiyor, önüme ne gelirse okuyor, okuyordum.

Nihayetyorgunluuma acmj miydin, neydi? Karpma gelip bana dedin

ki:

Kainat kitabn okumak u^n sürer; kendi kitabn okul..

Bu, o büyük kitabn hülâsas idi; onda da gü^elliklerden

çirkinliklerden, î^evklerden ve anlardan i^ler, görünümler vard. Belki

14
Sâmiha Ayverdi üe SIRRA YOLCULUK

hakîkaten hu, ötekinden küçüktü; ancak kâinat kitabna smayan


büyüklükler buna smijt.

armtm. Ben bunu, bu karmakark, sökülmet^ eterlenmedi çetin


kitab nasl okurum, diye düünürken, bir kere daha karma geldin
ve:

Kendi kitabn okumak uî(un sürer, beni oku! dedin.

Seni mi, Devletlim'^ Acaba bu cihanda seni okumu kim vardr ki ben
bu bahtiyarlar arasnda saylaym'? Benden bir olmaî^ istemekle,

beyhude didinip tebâh olduumu mu istiyorsun? diye haykrdm...

O raman tekrar yanma geldin. Hayr, hayr., yanma gelmek de ne

demek? Göf^üm oldun, dilim oldun, tenimdeki canm oldun ve bunlar,

benim yerime kendin okudun.

• Çocukluunun bir baka dönemi, sanrm brahim Efendi


Kona'nda yaad selâmlk sohbetlerinde geçiyor?

Evet, zaten kendisi de, brahim Efendi Kona ve imparatorluun


çöküü arasnda çok bü^Kik benzerlik görerek bunu yazya döker.
Adeta târihî büyük olaylar yaarken onu hayada birletirip, onlardan

ders almay daha çocukluunda hal haline geçirmitir.

Sâmiha Ayverdi'nin en belirgin özelliklerinden biri, ender


rastlanacak Allah vergisi bir hafzaya sahip oluudur. Birbuçuk
yana kadar olan bütün hadiseleri hatrlamaktadr. Ne enterasandr
ki, benim de Sâmiha anne ile hâüralarm üç yanda balar.
ilgili

Çocukluumda korku ile ümit arasnda yaama}^ Sâmiha anne ile


olan ilikimde örendim. Gülen mavi gözlerini görene kadar, ya

kzaca bireyler yaptmsa diye düünürdüm. Beni köprü gibi

tad hocas Kenan Rifâî hazrederini ise be yamda Maltepe'deki


evde rüyamda görmütüm.

Sâmiha Ap'erdi, Yusufçuk, stanbul, 1997, s. 3-4.

15
Cemâlnur Sargut

Efendim Ekrem Hakk Ayverdi kimdir? Sâmiha Ayverdi ile Ekrem


Hakk Ayverdi'nin likilerine dâir neler söylersiniz? Birbirlerini
hangi açlardan, nasl beslemilerdir? Ekrem Hakk
Osmanl beyin,
1. mârisi alannda halen alamam olduu
bir yetkinlikte
konusunda ehil kimseler ve uzmanlar hemfikir. Ayrca, Ekrem
Hakk beyin son derece kibar, nazik, zarif, bir Osmanb ve stanbul
beyefendisi, Balkanlardaki Osmanl mirasn çok iyi bilen,
HölderUn'in ifadesiyle, ^yeryüzünde airane oturan' bir insan
olduuna ilikin de çeitli beyânlar okumutum, ne dersiniz?

Ekrem amca benim hatrladm kadaryla ho sohbet, gür sesli,

neeli, biraz kucaklandm biraz da çekindiimi hissettiim bir


beyefendi idi. O son derece güzel evinin lhan abla ile dolduu
günlerde scaklk, samimiyet ve ba koyacak bir ev haline geldiini
hatrlyorum. Her zaman herkese açk olan ve insanlar maddî
mânevi doyurmaktan zevk alan bu ev, zekâtn en güzel
ödeyenlerdendi. Sâmiha annem kardeinden "dâva arkadapm" diye
bahseder. Anneme ise amcam sorduum
Sâmiha annemi ve Ekrem
zaman 'Biz hepimiz ayn yasta bakoyduk. Ayn müridin
mânâsn farkl veçhelerden gösteren insanlardk' diyor.

Kendisi, mimarî yorumu ve eserleriyle slam âlemi için


bilgisi,

bü}aik bir lütuftur. Dâva arkada Ekrem Hakk Ayverdi, mimarbk


sahasnda sanki kzkardeinin maneviyatta mürit olarak yapt
vazifeyi yüklenmitir.

Sâmiha anne, kardeinden dolay Allah'na dâima ükretti. Onun


bugün büe anlalmas zor olan mimarî dehâsn çok takdir ettiini
söylerdi. Bize dâima 'Yaptmî^ i§te en iyi olun. Isterseni^ çöpçülük japm.

I^inif^de en iyi olun" derdi. Ekrem bey hakikaten konusunda gelmi

geçmi en iyi mimarlardan biridir. Önce Fetih Cemiyeti'ni, daha


sonra Kubbealt Vakfn birlikte kurdular. Ekrem amca, Fâtih
Sultan Mehmet'e duyduu o muazzam sevgisi ile stanbul Fetih
Cemiyetini kurdu. Birçok genci mimar olmalar için yönlendirdi ve
Maddî durumu müsait olmayan örencileri her yönden
destekledi.

koruma altna ald. Bugünün profesörler ordusunda Sâmiha


annemin manevî destei ile Ekrem amcann maddî desteini

16
Sâmiha Ayverdi üe SIRRA YOLCULUK

unutmamak gerekir. Evinin kaps dâima açkt. Devrin en büyük


sanat ve ilim adamlarnn arlandn biliyoruz. O babasndan
ald aile geleneini kendi evinde de devam ettirdi. lhan ablamn
paasyd. Sâmiha annemin çok sevgili kardeiydi. Bizim bir tanecik
Ekrem amcamzd. Tabii ihvan içerisinde herkes için farkl bir
önemi vard Ekrem amcann. Biz çok severdik. Benim nianm
onun evinde yaplmtr. Ona çok ey borçlu olduumu her zaman
düünüyorum. Allah ondan raz olsun. Onun gibilerden, Efendisini
böyle tamtanlardan, slâm' böyle yüceltenlerden, dünyaya slâm
mimarîsini tamtan kii olarak Allah ondan raz olsun.

Ömrünü Efendiye hizmetle geçirmi bir insandr. Efendisine çok


bah idi. Efendi için ölçü, insann müridine ballyla
deerlendirilir. Onun bence mimarîdeki dehâs bile efendisine
hizmet etmek içindir, diye düünüyorum.

Kenan Rifâî hazretlerinin Ekrem Hakk beye, mimarhkla ilgili bir

beyânn hatrhyofum...

Evet, bu arzettiim hususla ilgili. Kenan Rifâî ona mesleinin


inceliklerini öyle anlatmtr:

'T)ün Ekrem'e dedim ki: Mimanm, diye niçin böbürleniyorsun? Bi^


de mimân^ Herkes hayat binasnn mimardr. Faraza sen, yaptn
bir yapy, fena maliyeme kullanr, çürük ve hesaps^ yaparsan,
yaptn bina yklr, neticede seni mes'ül ederler, insanlarn

bulduklar, ferah, keder, cennet, cehennem, iyilik ve fenalk da,

hayatlar binasn iyi veya fena kurmu olmalarndandr. Erdiimi^


neticenin meguliyeti bankalarnn deil, kendimi^ndir. Eer bi^ de

vücûdumu^ binasn çürük ahlâklar ve kötülükler ile yaparsak, günün

birinde kendi kendine çöküverir. Nihayet Cenâb- Hakk 'in huturuna


çkarlp: Ben sana bu vücudu emânet vermiim. Onu niçin çürük ve

kötü malime ile bina ettin diye muhakeme edilir ve neticede de


^^
mahkûm oluru^ "

Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul, Kubbealü Neriyâü, 2000, s. 426

17
Cemâlnur Sargut

Geçenlerde Roma'da sabah kahvaltsnda bir Japon mimar hanmla


tantm. Türkiye'ye Ekrem Hakk Ayverdi üzerine çalmaya
geliyordu. Bu da benim için ayr bir iftihar vesilesi oldu. Dilerseniz

O'nu, Sâmiha annenin dilinden de dinleyelim:

"Hadis-i kudside beyân olunduu liflere Cenâb- Hak: 'Ben


sevdiimi öldürürüm; öldürdüümün diyeti de benim!*
buyuruyor. Ijte Ekrem Hakk Ayverdi, Cenâb- Hakk 'in, kendisim

jejtânî ve nefsâni hrs, çirkinlik ve ayplardan öldürüp temizleyerek

ilâhî vasflaryla kendine mal ettii müstesnalardandr. Bu mânevi


müdahale ile kuvvetlenmi bulunan kardeim de, cemiyete, çejitli

/atletlerinin bereketi ile ihlâsn, san'atn, imann, dürüstlüünü,


diergâmln, sonuna kadar cömertçe becetti. Böylece de, bir ihtiraml

âbide olan o derûnî ihlâs ve heyecan, aksiyon plânna tercüme ve nakil

oldu. Öyle ki madde ile mânây yani Türk-lslâm terkibini, Hakk 'in
ahitlii huturunda nikâhlyarak, bu birlenmeden doan me§rû
^ürriyeti, dev eserler halindeki kitaplar Türk kültürüne hediye eyledii

gibi, ihya ettii cami, han, hamam, hayr hasenat olarak da gene
vatanna hediye eyledi. Birer veled-i sahih olan bütün eserleri, Ekrem
Hakk Ayverdi 'nin mânevi hürriyetidir.
Ailede, büyükannem ve annemin dads Cenanyâr Kalfa için tercihli

çocuk, aabeyimdi. Ben ise, annemlebabamn açn alâka ve

sevgilerinin içinde âdeta boulmuçtum. Bunu aabeyim de bilir, fakat


asla kskanmad. Ben de onu büyükannemle dadmzn sevgisi ile baç

baca brakmaktan huysu^anma^m. Meselâ titi-:(^ denecek kadar

tem!<^ olan dad, kimseyi odasna sokmakken, annemle aabeyim için

kaps her ^aman açkt. Biî^ ise, ancak davet edildiimi^ takdirde bu,

adaçay ve limon kokulu odaya girebilirdik.

Aabeyimin muhabbeti, benim için o kadar alçlmç bir hâl idi ki,

deil fiskesini yemek, tek aa söf^ünü dahi duymamak, sanki her


kardeçten beklenen bir alâka mahiyetinde idi. Kendi yaptlaryla
oynad oyunlardan aramzdaki yaç farkna ramen, beni

uq^aklaçtrmaî(j onlara ayak uyduramadm zamanlarda da, asla

abus bir tavr taknmazd.

18
Sâmiha A>'verdi üe SIRRA YOLCULUK

Büyük çocuklann, Anadolu Hisanndaki yahnin bahçesinde


saklanhaç oynadklar bir gün, ben de iki ay kadar evvel ana sütünden
kesilmi olmann acsn unutamamij, iki yapnda bir çocuk olarak,
saklandm kö§ecikte bir ^ej emmek ihtiyacyla, içinde su olan bir

kolonya jilesini a^ma götürüp annemin sütüne hiç benzememesi


yükünden baladmdan, aabeyim:
alamaya 'Sen aramzda
fazlasn, alayacaksan içeri gir!' diyecek yerde, oyunu brakp beni
teselli ederek, susturmaya ura^mp.

Bu da birçok defalar annemden dinlemi olduum bir bajka hatradr.

Küçük Ekrem henü\ dörtyapnda. Yanlk evimizde çokyakn bulunan


mescidin, bir de çok tesirli ve tatl sesli olan bir müe^^ni mevcut.

H':(an ballar ba^lamaî^ o dört yakndaki çocuk, bahçeye frlayarak

mesade daha yakn olan duvar dibine giderek bu yank sesi dinlemei
itiyad haline getirmij bulunuyor.

Günlerden bir gün, gene müe^nin, A.llahüekber demesiyle, çocuk


bahçeye kojuyor. Fakat bu defa eî^an okuyan bir bankas. Hem de
öyle bir bankas ki, çatlak, akortsu^ ve kerih denecek kadar bed bir

sesin sahibi. Çocuk, ef^an bitince gene içeri giriyor ve annesinin yanna
: 'Anne, bu müezzini hapsetmeli!* diyor.

Güf^ellii fark etmekte, seçmekte ve bilhassa gönül vermekte nasl


derûnî bir hazrlkla dünyaya gelmi olmal ki, bunu, ya^ ile

ölçülemeyecek bir hassasiyet patlamas ile âjikâr eyliyebiliyor.

Gene annemden dinlediim bir ba§ka hâtra da §u:

Küçük Ekrem yine ayn yadlarda. Aile ile beraber bir akraba
f<^aretine gidilmipir. Misafir olduklar evde cama yüî(ünü yaptran
çocuk, u^un i^aman kmldamaks^n dçan bakyor: Hareketli ve

hayli de yarama^ hatta asabi yapl olan olunun bu srarl sükûneti


annesine merak olarak: "Olum, böyle nereye bakyorsun?" diye
sorunca çocuk adetâ bekledii bir sualle karlam gibi: "Karki
evin pencerelerine bakyorum. Saça ne kadar yakn, çok
çirkin görünüyor" deme\ mi^

19
. ' '

Cemâlnur Sargut

Yap ne kadar küçük olursa olsun, estetik ölçülerin ve san 'at evkinin
hu çocuk idrakte gelinmek gücünü kollad nasl inkâr olunabilir?

Nitekim mühendis mimar diplomasyla vatan sathna hit^met askyla


atldnda gösterdii titi^ ^evk hele asrlarn harah eyledii tarihi

san 'at bereketlerini büyük bir vukuf ve yürek yan derecesindeki

hassasiyetle tamir ve ihya eyledii eserler. .

Hkrem Hakk Ayverdi'nin büyük talihi, yaradl mayasnda mevcut


bulunan sanat ve ^arafet anlaynn, bir kâmil müride mülâki
olmakla, derûnî kemâl de ka^narak dört bap mâmur hâle gelmi bir

Türk-Islâm temsilcisi olmu§ bulunmasdr.

Hakk, adaleti ve insafla merhameti, insanln ^zaruretlerinden gören

kardepm, hiî^metinde bulunanlarn yaln^ haklarm vermekle kalmat^


srasnda bu insanlar, çoluklan çocuklar ile himayesine alrd.

Maiyetinde çaldan kaç inaat kâtibi patron statüsüne girmi ve kaç


içi de iveren snfna geçmitir.

Kocas ve iki çocuu olan dadm yanmza on


ile sene kadar çalm
iki genç k^a balarn sokacak birer ev yapm olmas, hele olunu
büyüten hanm be odal bir mesken yaptktan sonra evlendirmesi,

Müslüman Türk cemiyetindeki o târihî ve kadim anlayn insan


hakkna kar gösteregeldii anlayn bir tecellisi idi.

13
Sâmiha Ayverdi, Rahmet Kaps, istanbul ,1985, s. 139-142.

20
Sâmiha Ayverdi üe SIRRA YOLCULUK

Bu a^k, beni ve kâinat yaratan a§k... l§te ben ona gizlendim,

ben onun barna kaçtm ve saklandm.

Ey sen, ey benim ve cihann tek van, tek ajk olan sen!

Bak, jü!^üme bak... çalm götlerime bak ve


Göklerime, seni

kendini gör! Senden bajka görülecek jey, senden baka


taplacak vücud, senden baka güzellik, hayat ve kudret
yoktur!

Sâmiha Ayverdi, Mabette Bir Gece

21
Cemâlnur Sargut

Sâmiha Ayverdi, Hocasnn Mânâs Önünde Yok


Olan Bir Ney Gibiydi...

Sâmiha Ayverdi'nin, tarih, edebiyat, felsefe, sosyoloji, eitim ve


nihayet tasavvuf irfanna ilikin hayli zengin okumalar yapt
biliniyor, bu konuda sizin bilgi ve gözlemleriniz nelerdir?

Efendim, Sâmiha anne edebiyat, tarih, mûsikî, mimarî, sosyoloji,


felsefe, eitim ve benzeri alanlara fevkalâde vâkft. Çok yönlü
okumalar yapt kesin. Tecessüsü, merak, ilgileri son derece
zengindi, çeitliydi. Dou ve Bat irfan geleneklerine âinâyd. Bat
modernlemesinin merhalelerini bilirdi. Bizim modernleme
maceramzn ne türden problemler ürettiini çok iyi bilirdi. Tabii
O'nu asl besleyen, müridi ve hocas Kenan Rifâî hazretleri idi.

Tasavvufun, bu yüzylda emzirdii nadir mütefekkirlerimizdendi.


Âcizane bana göre modernleme, Allah'n her an yeni bir e'nle
tecellisinin idrâki demektir. Bu mânâda modernlii halleriyle ve
yaantlaryla insanhk âlemine gösterdiler.

Bugün aziz bedeninin medfun bulunduu Merkez Efendi


kabristanna ismini veren zat kimdir? Sâmiha hanmn Merkez
Efendi'nin irfânî srryla nasl bir ilgisi vardr? Bilgelik yolunun bir
manevî zincir olduu, her bilgenin ayr bir yldz olarak bu zincirin
halkalarn oluturduu biliniyor. Ayverdi, bu irfânî gelenein
neresinde durur?

Benim âcizane fikrime göre, Merkez Muslihiddin Efendi, dünyamn


merkezidir. Bunu kendisine atfedilen u hikâyeye dayanarak
anlatabilirim.Müridi ve kaynpederi olan Sümbül Sinan hazretieri
kendisine bir soru soruyor. Daha dorusu bütün ihvanna bu
soru}Ta soruyor. Dünyada bir gücünüz olsa neyi deitirirdiniz?

Kimi insanlar yalan söyleyenleri yok edeceklerini, kimi insanlar


ahlâkszlar, kimi insanlar eriata uymayanlar, kimi insanlar katil

olanlar ortadan kaldracaklarn söyledikten sonra Muslihiddin


Efendi hazretleri ise dünyadan bir kötü gitse baka bir kötünün
gelmesi için, bir iyi ölse baka bir iyinin domas için dua edeceini

22
Sâmiha Amerdi üe SIRRA YOLCULUK

söylüyor. Bu bak açsnda muazzam bir tevhid anlay vardr.


Çünkü Allah'n yapt her iin doru olduunu ve bir dengenin
kurulmas için dünyada celâl ve cemâlin varolmas gerektiini
anlatr. Adalet dengedir. Darda celâl ve cemâlin olmas
\nLcudumuzda da celâl ve cemâlin bir olup bütünlenmesini
gerektirir. te bu yüzden müridi kendilerine Merkez ismini verir ve
kendisinin dünyamn merkezi olduunu ona bildirir. Pirim
Ahmede'r-Rifâî de "Dünya iki frkaya ajnlsa, yans beni makaslarla

kesse, dorasa dier yans gülsulanyla, f^emt^emlerle jkasa benim için ayn
deerdedir" derken kemâl zincirinde insan- kâmilin merkez noktasna
oturduunu Bu noktann 20. yüzyldaki sahibi Ken'an
anlatr.
Rifâî'dir. Müridim tamamen aym tevhid inancyla yaam, herkese
deer vermi, herkese hürmet etmi, yaradlm yaradandan dolay
sevmitir. Sâmiha A)^erdi ise hocasnn mânâs önünde yok olan bir
ney gibi üfleyenin sesine kendini brakan bir merkez noktasdr.
Ama bu ney yeni bir mûsikî olumrmu, bu ses ile insanlar
bü\ailemi, tenzih ile tebih, korku ile ümit, celâl ile cemâl,
ümmetçilik ve milliyetçilik arasndaki sratn yeni tariflerini devrin
ilmiyle bize açklayarak müritlik vazifesini yerine getirmitir. Bir

insan merkezde olabilir, içinde bu inanca sahip olabilir ama bu


Sâmiha Ap^erdi gibi bir mücadele insan olmasn engellemez hatta
"merkebe olmak, mutasavvf olmak mücadele için arttr" der. Bu yüzden
21. \üzyhn aydnlatcsdr Sâmiha Ayverdi. Devri içinde devrim
yapm mürid-i kâmiller Allah'n her an yeni e'niyle tecellilerini

bilirler ve yaarlar. Onlarn bak açsndan din yeni bir mânâ ile
açlr, ite Sâmiha anne mücadelesini bu yeni bak açsndan
yapmtr. Sâmiha Ayverdi bize hem birlii, tevhidi, her eyi sevmeyi
hem de bakalarmn hatalaryla kendi nefsimizi ortaya koymadan
mücadele etmenin yeni eklini öretmitir.

Kenan Rifâî hazretleriyle ne zaman ve nasl tanmtr? Bu ilk

karlamaya ilikin bilgilerimiz nelerdir?

Sâmiha Amerdi bildiimiz kadaryla müridinin huzuruna, "ben her

§eye yeterim" diye çkmtr. Yani müridiyle karlama esnasnda bir


mürid kabulüne hazr deildi. Days Server Bey vastasyla
müridiyle tamt. Bu tamma hakknda çeitli rivâyetier var, yalmz

23
Cemâlnur Sargut

emin olduumuz ey, Sâmiha Ayverdi'nin kendileri ile tantktan


hemen sonra "Efendm" diye hitap etmeye balamasdr. Daha sonra
da Kenan Rifâî'nin evinde çalanlarn bile önünde diz çökerek, "j-/^

ne mutlu insanlarsmt ki böyle bir sultana hiîimet ediyorsunu^' dediini


biliyoruz. Yani O'nun deiimi sanki bir saniye içinde olmutur.
O'nun hakikatinin beklemi olduu mürid, yani hakikati için

gerekli olan mürid karsna çkm ve pudarm krmtr. Bu hadise


Hz. Ali'nin Peygamber Efendimizin emriyle çkt mübarek
omuzlarnda Kabe'nin putiarn kr gibidir. Ken'an Rifâî de Hz.
Ali mânâsnda hayat veren bir mürid olduundan örencilerinin
kalplerindeki putiar krarak onlarn gönüllerini Kabe gibi

temizlemitir.

Yeeni, mutiaka ki hayattaki en yakn dostu, arkada Semiha Cemal


hamm ile ayn zamanda müritlerine biat etmenin zevkini yaamlar
ve ikisi de nefislerinin arzu ve isteklerini bir anda terk ederek o
akn içine dalmlardr. Semiha Cemal hanm âk, mauk ve ak
birleyerek ak kesilince felsefeyle balad hayat yolculuunu faydal
bir enerjiye, tasavvufî ksack ömrünü muazzam bir
aka çevirerek
serüven haHnde insanlk âlemine sunmutur. Ama yanmak üzere
dünyaya gelmi olan insanlar vazifelerini tamamlayp kül
olduklarnda insan onlarn yaayp yaamadklar hakknda üpheye
düer ve mücerred ruhun nasd olduunu örenir. Sâmiha anne ise
yanp, tütmeden akn hocasnn mânâ kablosundan geçirerek
dünyay aydnlatm bir kâmil öretmen olmutur.

bn-i Arabi konferansnda tantm bir beyefendi, Sâmiha annem


ile tanma hikâyesini bana öyle anlatt:

''Bir gün Sâmiha Ay verdiji Ken'an Rifâî'nin kabrini öperken gördüm


ve çok §aprdm. Kendisini tanmyordum. Sadece Ken'an Rifâî
hacetlerine hayrandm. Sâmiha Ayverdi'nin kitap lan hakknda da
çok bilgim yoktu. Yeni bir ilahiyat örencisi idim. Tabii o devirdeki
bilgilerimle kendisine kabristandan çkarken yanna yanaarak
sordum. Dedim ki, efendim benim bildiime göre me-:(ar öpmek
günahtr. Sit( topraa tapyormu§ gibi bir hûfuy la öpüyordun U':^. Bunun
üî^rine kendileri §öyle cevap verdiler: 'Olum ben bu beyefendiyle

24
Sâmiha Ayverdi üe SIRRA YOLCULUK

tantm hiçbir latamdan laberi olmayan bir


zaman
insandm. Ama
benim nefsimi Rabb'iyle öyle güzel tantrd
ki ve bana öyle bir vicdan alayp beni kendimin efendisi
yapt ki, brak u
anda topran öpmek toprann içine girip
de ayan elini öpsem hakkn ödemem mümkün deil onun
için beni affet.' dedi. Bir hafta sonra bana kitaplanm gönderdi.
"
Onun Sâmiha Ayverdi olduunu böylece örenmi oldum.

O dönemde, yani Kenan Rifâî hazrederiyle tant devrede,


çevresinde kimler bulunuyordu? Yol arkadalar kimlerdi, onlarn
irfânî, insanî nitelikleri nelerdi? Nasl bir atmosferdi o?

Dilerseniz kendi muhteem anlatimndan takip edelim. O güzelim


meclisin seçkin insanlarna srasyla bakabm. lk olarak:

'Vrof. Dr. Server Hilmi Bey: Otu^^bej senelik matier medikal ve tejrih-

f^oloji profesörlüü, doku-:^ senelik Ec^aa Dijçi Mektepleri

Müdürlüü ve altmij üç yllk hayatnn bilhassa mânevi disiplini

kabul ettii anndan sonra, temasa giritii her insana, kendinde olan

gür ve feyizli cevherden bol bol ap verdi, adam yetitirdi. Doktor Server
Hilmi Beyi tanyan binlerce insan arasnda 'Bana iyilii

dokunmad, *
diyenler olabilir; fakat hiç kimse, 'Bana u fenah
dokundu,' diyeme^ Fakat mürebhisinden ald a§k ve iman, bir

transformatör gibi, onun manevî hayatnda lü^mlu deinmeleri

yaparken, ahsiyetinin ^en, hür, mi^ha meyilli ve aslnda sevimli olan


ksmlarn küçük rötularla olduu gibi brakmtr. Meselâ,

müsrifliini cömertlikte karar ettirmi, hoyratln tatl bir muî^plie

çevirtmijtir.

Server Hilmi henü\ Galatasaray talebesi iken, bir gün annesi, Haliç

vapurunda üniformasnn yakasnda Mekteb-i Sultân ya-:^l bir


çocua rastgeliyor ve 'Olum, 55 Server'i tanyor musun?' diyor.
Çocuk, bolalmak için ine deliine bile râ^ olan bir yanklkla: 'Ah

teyze, tanmaz olur muyum? Dayaktan hepimizin cann


çkarr, ' diye cevap veriyor. Yakn akrabas olan Doktor Halit âf^
de onun snf arkadadr. Celimsi^ bir çocuk olduu için iyice e^lir ve

her hafta sonu, aile bu yüi^den mesele halletmeye uradr. Server Hilmi

25
'

Cemâlnur Sargut

tam delikanllk çann kemâlinde olduu me^niyet senesi, son defa

sadrazamn olunu dövdükten sonra diplomasn almtr, ipe bütün bu


jiddet ve hoyratlk te^hürleri gösteren mif^aç, sonralar, tatl ve mutedil

bir miî^ah çenisinde karar bulmu§tur. Öyle ki, herfrsatta herkese ho§

ve keremli muamele eder, latifeyi ise asla elden brakmad.

Meselâ bir gün, yeeninden paltosunu istemi, o da, paltoyu eteinden

yakalayp sallaya sallaya getirince, bu tertipsi^ harekete içerleyerek,

mürebbisine dönüp yan ciddi yan latife: 'Bak u beceriksiz kza...


Paltoyu nasl da ters tutmu. .
.
' demij.

Fakat ondan daha a^ latifeci olmayan mürebbisinden: *Ne ziyan


var... cennette de Tûbâ aac ba aadr!* cevabn alnca,
hrpalamak istedii ki':^n müdâfaa edilmesi karasnda sahte bir

hiddetle: 'Evet, ama Tûbâ aacnn cebinde dökülecek eyler


yok!* diye cevap vermipi.

Insanlann çounun bahts^klan, bahtlanndan habersi\ olmalanndan


ileri gelir. Öyle ki çile ve mihnet dediimi^ nice hayat cilveleri vardr ki,

bunlann safa ve nimet olduunu hemen hiç bilmeyi^ Bu yüî^den de

hilkat kanunlan, bit^i, saadet uuruna erdirebilmek için türlü tecrübe

ve denemelere tâbi tutar. Halbuki ellerine bir ölçü verilmij olanlar,

lî^drabn içindeki le^ti tatm olmak suretiyle hayatla ban^mij,

anlaçp âhenge vararak bahtiyar olmuj ve etrafn da bu bahta itirak


ettirmij kimselerdir ki, ijte Doktor Server Hilmi, bunlardan biridir.

***

Server Beyefendi, Kenan Rifâî hazretlerine bal olan herkesin


gönlünde hocamzn aynadaki tecellisi gibidir. Mürit, irad ederken
Mevlânâ gibi mürid ister. Dost, halil anla}a Server beyefendinin
muazzam idrâkinden ve akl almaz teslimiyetinden aikâr gözükür.
Her ite efendisinin yannda olmu, merebi efendisine hiç uymad
halde teslimiyeti ve tevazuu ile efendisinin gözüne ve gönlüne
girmi bir sultanm.

Kenan Kifât ve 20. Yü^ln Ilnda Müslümanlk., stanbul yayev, 2003, s. 68-70.

26
Sâmiha A^^erdi ile SIRRA YOLCULUK

kinci olarak Doktor Server Hilmi beyefendinin kaynvalidesi


Münire Hanm. O da Kenan Rifâî hazrederinin mânevi taliminde
yllarca kalm bir güzel insan. Yine Sâmiha anneden dinleyelim:

"eyhülvüfierâ Nâmk Pa^a torunu olan Münire hanm, soyunu


sopunu na^r- itibare almayarak bilhassa onu, dâvasnn çatsn
kurduu en mükül imanlarnda hi-:(meti ve dirayeti ile ilk

desteklemi olanlardan biridir. Görgülü olduu kadar î^eki de olan bu


kadn, ileri yana ramen, bir dergâhn idarecilii gibi çok ar olan

fiilî hiî^metinin dnda bilgisi, kuvvetli hafzas, ^arif nükteleri ve

dirâyetiyle de, günün bin bir î^ahmetiyle yorgun dümü mürebbisine ho


dakikalar geçirtmi olan meclisârâ ve hosohbet bir insan olarak
'^^
hayatn tamamlamtr.

'Yalniî^ erkekler arasndan bir Doktor Server Hilmi'nin temsilî

hüviyetini kabul ederken, kadnlardan da, bu harmann en klçksz


olarak, bir Naî^l hanmn varlks^ varln, en saf, en garaî^s^ ve

serdengeçti bir akn örnei olarak ele almak, bir vicdan borcudur.

O Nasl hanm ki Evrenos ailesinin, modem ve medenî •:qhniyetle

yetimi evlâtlarndan biri ve Ken'an Rifâî'nin halifelerinden ve bir

istanbul çelebisi olan Cemâl beyin ^evcesidir.

Na^l hanm, içinde, deil yalnn^ kendisinin, hemen bütün beeriyet


âleminin kirlerini yourup temizleyecek büyük bir ak tar. Onun
içindir ki hesaba kitaba yanamadan, mülâhaza ve tereddüt

geçirmeden, iki dünyay da bir pula satp ölçüsü^ bir ufka atlam
geçmitir.

ilk gençlii bir iir ve güzellik havas içinde geçmi olan bu z^rif ve

kibar kadn, bir ^Ç^manlar istanbul mesirelerinin ve bilhassa Boaziçi


mehtaplarnn sa-^ ve sö^gönüllüsü, tabiat evkinin kanma^ ve doyma^
tenesi olarak kendini o zevkten bu ^evke atarken, hep arad bir ey

15
Ken'an Kifâî ve 20. Yüzyln Ipnda Müslümanlk, stanbul,yayev 2003, s. 74-75.

27
.

Cemâlnur Sargut

vard. Sanki gö^ü hagl bir körebe idi de yakalamak istedii meçhulü el

yordamyla anyor, kolluyor, bulmaya çalnyordu.

Naf^l hanmn o devrin edebiyatna iyi bir örnek olacak yaî^lannn


birinde föyle bir pasaja rastlyoru-:^:

**Ak...bu kelime, ruhumun derinliklerine dalyor, orada


kendimin de varhm hissedemediim mânevi arzulan tenvir
ediyordu. Gönlümde en derin bir nokta botu. Onu ne aaa-
y dârat, ne de bütün ecrânuyla semâvat doldurabiliyordu. O
nokta, mevcudiyetimin en ince zerrâtma kadar sükûnet ve
haz getirecek bir varhk, bir ak bekliyordu. Bütün hislerimi,
düüncelerimi ancak bu akn frças telvin edecekd. Ey
Hâlik-i kâinat! Nerede o ak?"

Na^l hanmn bu devrini, kelimenin tam manâsyla, imlenmemi ham


bir mücevher madenine ben':^tebiliri^ Öyle ki son derece yengin ve

istikbal için vaatlerle dolu kymetli bir maden. Fakat istifade

edilemeyecek derecede çapakl ve tehlikeli denecek kadar mükül bir

kuyu. Buyüt(den de ne kimse o haî^ineye el uzatabiliyor, ne de kendisi

kendini bulup etrafna bir eyler databiliyor. Halbuki onun oldu olas

en belirli vasf cömertliidir. \^ermek, maddî manevî vermek, belki de

bu gökkubbenin altnda ona en î^âde ha-:gefiren bir keyfiyettir.

Vermek istiyor. Fakat hanlarndan külhanlarndan gelen irattan

baka kime neyi verebiliri Fienü^ mânevi altnlar gönlünün


derinliklerinden çkarlp kesilmemi, sikke vurulmamtr ki istedii

gibi saa sola avuç avuç datsn. .

te günün birinde bu madeni, bir potaya atlp temizlenmi ve bütün

ihtiam ve zenginlii ile insanolunun istifadesine ar^dilmi görüyoruz

insanlar sever ve yürei içinde en scak köeleri beerin zdraplanna


açarken, cemiyet de bu fedakâr, vefal ve feragatli insan tâzjm
etmektedir.

Nazl hanmda en dikkate deer taraf, dâima kütleyi ön plana koyup


kendini en geriye atmas, hatta varln çok defa tamamyla
silebilmesidir.

28
.

Sâmiha Ayverdi üe SIRRA YOLCULUK

Fakat mukadderat, kendisine, insanlk aj knn yalnt^ ^drab nasip

olmuj bu müstesna kadna, bir de sepetini kaybettirmek nasibini ilâve

etmek suretiyle onu hiç de alpk olmad maddî çilelerle de

tartaklamtr. Kendisi de bu mukadderat cilvesini §u sö':(lerle karjilar:

*Ya Rabbi, senin hüsnün âka ne füsun okumutur ki rahat


terk edip mihnete, safây koyup cefâya raz oluyor?'

1914 harbinin çetin yllan içinde kocas çalamayacak kadar hastadr.


Yetinmekte olan üç evlâd vardr. Hele ana-baba bergü^ân emlâkine

gö) dikmi§ yakn akrabalaryla uramak hiç de onun kân deildir.

Çejitli sebeplerle çabuk çabuk eriyip giden hanlar ve konaklardan

sonra, kendisine küçük bir irattan bajka bir de diplomas kalyor ki,

ipe bu kât parças nihayet onu bir ilk mektep hocalna götürmütür.
Böylece de Na^l hanm, yirmi seki^ sene etrafn sarm§ küçücük
insanlarla beraber bir tâlim ve tedris çats altnda görüyoru^

Burada, garip olduu kadar dikkate jâyan bir vesikay, onun ahsiyeti
hususlann çocuk psikolojisinin basit, fakat ja^ma^ zaviyesinden
seyredebilmek frsatn verdii için koymak istiyoru^. 1949 klnda,
Na^l hanmla ayn evde otump, bir flamanlar da hocalk etmi§

bulunan yajl bir hanm vefat etmitir. Bu hadiseden birkaç gün sonra,

artk genç bir muharrir olan eski talebelerinden Çetin Oî^knm


ismindeki genç, yanllkla, ölenin, bir vakitler kendisine hocalk eden
Na':(l Hanm olduu haberini alarak 6 Ekim 1949 tarihli Bayram
gazetesinde §öyle birya^ nejretmijtir.

*Nazh Öretmen

Dünyaya insan küçük küçük hçkrldarla geldii halde,


giderken gülerek, ya alayarak gidiyor.

Bir iddiaya göre, insanlar cehenneme gideceklerse, gözleri


açk yüzleri buruk buruk olurmu. Eer cennete
gideceklerse gözleri kapal, yüzleri tatl bir tebessümle
süslenirmi.

Nazh öretmen. .

29
Cemâlnur Sargut

O öldüü gün herhalde yüzü en tath tebessümle


çerçevelenmiti. O ho, o müfik yüzde senelerin
beyaz, o
iyilii, senelerin fazileti yuva kurmutu.
efkati ve senelerin
Beyaz saçlar, beyaz yüzü ve beyaz elleri ile sanki beyazn
fazilet rengi olduunu ispat ediyordu.

Onu çocuk yamda tandm. Yirmi sene önce, anamn


elinden tutup "Gitmeyeceim. Gitmeyeceim. .
.
" diye
tepinmemi bir elma ekeri ile avuttuu çocuk yamda.

Hrka-i erif karsndaki OnDokuzuncu


Camiinin
llkokul'un önündeki ark usulü geni sundurmann
parmakh kenarnda, onu efkat dolu eliyle sar saçlarm
okarken tandm.

Zengin miydi, fakir miydi? Bilmiyorum ama Karun kadar


zengin, bir peygamber kadar cömert gönlü vard. Bayram
sabahlan tepeden trnaa kadar kendi parasyla giydirdii
fakir talebelerinin altn sars veya siyah saçlarn kendi eliyle
taraypokamas, en büyük zevki gibi gelirdi bana. Bayram
sabah arefe gününden giydirdii yirmibe-otuz çocuun
avuçlarna bayram harçlklarn sktrp, ceplerine
yemilerini doldururken dünyann en büyük hazzn
duyuyordu.

Bayramn devam müddetince, yine Hrka-i erifteki evinde,


tencereler sâde çocuklar için kaynar, odalar, sofalar ve
salonlar bir mektep cvltsna bürünürdü.

Galiba zengin çocuklaryla pek alâkalanmazd. Belki de bize


öyle geUyordu. Bin bir ihtimam ile yoksul yavrularn
üstlerine titredi. Onun snfnda bir yeknesaklk hâkimdi.
Bütün çocuklarn yüzlerinde tebessüm, bütün çocuklarn
gözlerinde saadet parlard.

Hiç unutmam, bir kurban bayram günü yine 25-30 çocuk.


Nazl öretmenin sofrasnda misafirdi. Bir gün önce
yanllkla giydirmeyi unuttuu bir çocuk boynu bükük ve

30
'

Sâmiha Ayverdi üe SIRRA YOLCULUK'

nemli gözlerle yemek odasna girince, yal öretmenin


dünya bana ykld. Çocuklar hem ark söylüyor, hem de
kavrulmu kurban etine kak salhyordu. Bir ksm, eti ve
pilav bitirmi, konsolun üzerine sra sra dizili zerde
kâselerine bakyorlard. Nazh öretmen hiçbirine
sezdirmeden sofradan kalkt ve o srada koridorda oynayan
mavi ceketli beyaz pantalonlu küçük bir çocuu kolundan
tutup yan odaya soktu.

Biraz sonra elinde mavi ceket ve beyaz pantolonla, unutulan


çocuun yanma geldi ve kendi eliyle elbiseleri giydirdi.
Içeriki odada don, gömlek kalan küçük arkadamz, Nazh
öretmenin torunu idi. Unutulan çocuun boynu dikilmiti,
nemli gözlerini sevinç parltlar kaplad. Artk Nazh
öretmen de gülüyordu.

Evet, Nazh öretmen zengin miydi, fakir miydi? hâlâ


bilmiyorum. Fakat inandm bir ey var: O, her gün olduu
gibi, bilhassa bayram günleri sevindirdii çocuklarn minnet
duygularna bürünerek imdi mutlaka cennetin en
baköesinde, mânevi zenginliin en yüksek
mertebesindedir.

Gerçi bu makale Na^h hanm hakknda gü^el bir ehâdettir. Fakat


bu büyük kadn kendi için söylenecek en gü^l sö^ü kendi söylemi ve

hayatnn gayesini ju cümlelerle ifade etmitir: *Ben, maksudumun


maksuduna hizmetle mükellefim ve akmdan bu suretle
müstefit olmaktaym!^^

•kifk

• Sanrm isminizin belirlenmesinde de hissesi var...

Evet efendim... Benim yönümden baknca hayatmn en önemli


ahsiyederinden biri olan Nazh annem, ruhumun vücut giymesinin
sebebi. Öyle ya ben hereyi bir sebep üzere halk ettim diyen Allah,

Kenan Rifâî ve 20. Yü^tln Iptnda Müslümanlk, stanbul,yayev 2003, s. 76-83.

31
Cemâlnur Sargut

Nazb anne gibi bir Sultana sebep dememe kzar m? Tam elli alt
sene evvel dokuz senedir evladan olmayan Ken'an Rifâî âkls kar
koca Nazl annenin siz kalm bir ihvana
bir isteiyle karlatlar.
babamn i bulmasn istiyordu Nazl annem. Babam forslu bir
adamd ama yaadm sürece forsunu kullandn görmedim. Nazl
annem ise ondan nefsine ar gelen bir eyi yapmasn bekliyordu.
bulmak için siyâsî gücünü kullanmas gerekiyordu bir de borç içinde
olduu halde iini bir süre brakmas gerekiyordu. Babam mürit
vekilinin emrine boyun eerken "akl kurbân- küm pî§-i Mustafa"
(aklm Mustafa'nn önünde kurban et) diyordu. Ama teslim olan kii
Allah'n yardmndan uzak kalabilir mi ki? Babam da i bulmaya
Ankara'ya gittiinde snf arkada olan ticaret bakan ile karlar.

Bakan bey babama merak etmemesini ayn gün öleye kadar i


meselesini halledeceini söyler. Öleyin müjdeli haberi alan babam
ertesi sabah istanbul'da olduunda Nazl annem haberi örenince
mübarek ellerini açarak Allah'm bu güzel çifte hasarl bir evlât ver,
Annem o ay hamile olduu müjdesini alr
diye dua eder. ve hiç
armaz. Daha sonra Ken'an Rifâî ve Hatice Cenan Sultan
tarafndan üç kere tekrarlanarak rüyada verilen "Cemâl" ismine Nazl
anne "Nur" ekleyerek adm belirler.
Daha sonra hayatmn en önemli güzellerinden biri olacak olan
Nazb annem, sanki sadece doumumu hzlandrmakla kalmam,
kaderimde yazanlar da ortaya çkarmü. Defalarca bana 'sen
öretmen olacaksn!' derken bunun ezelî bir nasip olduunu
hatrlaür. Vefatndan bir hafta önce Adana'ya iki senedir siyâsî
mahkûm olan babam ziyarete giderken kendisine uradmda
dördüncü snf karnemi görmek istediler. Bana döndüler, kz
Semiha Cemal'in Güldemeti adb kitabn uzatülar ve
öretmenbimin özelbini bebrlediler. Vefat etmeden bana, akn
öretmeni olmam gerektiini anlaüyorlard.

Kendisi ile ilgib en önemb hatralarmdan biri ise, alü yamda


zafiyet geçirdiim ve uzun süre }aiksek ate ile yataktan
kalkamadm bir devrenin sonunda ilk doktora gidecek gücü
kendimde bulduumda krmz kadife incilerle ib elbisemle beni
gören doktorum "esmere al bala, geç karcsna ala" derken, kendimi

32
Sâmiha Ayverdi üe SIRRA YOLCULUK

dünyann en yandaki kz olarak gördükten sonra


güzel alt
anneme, beni Nazl anneme götür dediimi hatrlyorum. Beni
büjoik bir evkle karlayan sultanm; "Cemalrmr'cuidm hu gü:^l elbiseni

çkart da tandm hirfakir çocua verelim" derken bana vermeyi daha o


yata örettiini hatrlyorum.

Nazb annem, Ebu Bekir'cesine, ölmeden önce ölme derecesine


ulam ve bu âleme müridine ahitlik etmek için gelmi bir
sultand. Benim mânâ anam, sevgilim, çocukluumun huzur
kaynayd. Nazl anne benim için efendimi ondan tamdm
üçlünün ikincisiydi. Onun efendisinin her hâlini tecellî ettiren

inamlmaz güzel yüzü toplu ve iki kat olmu mübarek vücudu ve


bacandan akan iltihaph irinleri göstermemek için üzerini örttüü
battaniyesi benimle birlikte yaayp ezelden ebede tanacak
hatralarm arasnda. Duasyla doumumun sebebi olan Nazl
annem evlâdn 34 yandaki Allah sevgilisi, âlim, âk kzn sonra
da çok sevgili olunu kaybettiinde Allah'a ükreden "ne §ansly^ ki
Allah ajkyla öldüler" diyen bir sultan. Bütün insanlk âlemine mabm,
mülkünü, ilmini, evlâdarn, evini muhtaçlarla paylamamn zevkini
öreten bir sultan.Hayatnda hereyden vazgeçtii için balayacak
bir devesi bile kalmad için bugün "mülk kimin?" sorusuna dünya
âleminde cevap verip, ezelî ve ebedî hayan kazanm bir sultan.

Ken'an Rifâî'nin etrafndaki insanlar snrb deildir. O, zat irki


yapmayanlardan olduundan âlim, cahil, mümin, münafk, zengin,

fakir her tür insan etrafna toplayanlardandr.

Semiha Cemal hanmefendi kimdir? O'nun manevî ahsiyetinden


ve irfanndan söz eder misiniz?

Efendim benim anlatmm âciz kalyor. zin verirseniz, yine gönül


annem'in kudretli kalemine bavurahm. öyle diyor:

"Semiha Cemal, Ken'an Rfâ'yi /// dünja tarihinde misline a^


rastlanr bir a§k, anlayij ve imanla sevdi. Fakat junu unutmamak
lâ^mdr ki bu sevginin esasn, mayasn Semiha Cemal'in onu görüj ve

anlayp, onun dâvasna itiraki, kendi varln onun varl ile


ayniletirme arzusu tekil ediyordu. Evvelâ unu örenelim: Onu

33
Cemâlnur Sargut

tamymcaya kadar Semiha Cemal kimdi ve ne §erâit içinde

bulunuyordu'? Semiha Cemal Ken'an Kifâi'nin ülfeti halkasna


girmeden evvel kendi kabuunun içine çekilmi, ferdî ve küçük sürurlan
ve elemleri ortasnda mahpus, insan olarak vaf^eli olduu hususlardan
habersi':(j gü^el, marur, kayts^ ve tipik bir aristokrasi çocuu idi.

Hdi^ olduu kabiliyetler usta bir yapcnn eline düjmeseydi emsali gibi
kendi içinde kaybolup gidecekti. Bahtl bir çocuktu kiyolu ehlinin yolu
üstüne düjtü. Ayn mânây içlerinde tanyan ve tpk Mevlânâ ile

Hüsâmeddin Çelebi'de olduu gibi hoca- talebe hüviyetleri ortasnda


biribirini bulan bu iki varln mânâlarm tanyp birbirlerini

sevmelerinden tabiî ne olabilir'? Fakat Ken 'an Rifâî için bu sevgi bir

netice deil, bir balangçt. Zira her peyden evvel yapc bir karakter

tapyan bu mürit, içinde tand cevheri, hayatnn ö^ünü, hikmetini


nakletmeye râ^ olduu bu topra, emânetini kabule müsait bir ':^min

haline getirmeye koyuldu.

Onun naî^annda Semiha Cemal her an temasta olduu insanlk


âleminin iyi bir numunesi idi. Onunla bili^ik olduu nispette bu
numunenin temsil ettii kütle ile de temasn temin ediyordu. Semiha
Cemal'in varl onu insanlk âlemi ile al§ verite tutan bir köprii
mesabesinde idi Bunun için bu varl tanmas iyilik ve fenalk
hudutlarn, kabiliyetlerini, tar^n ve cinsini tayin etmesi, böylece de

eksiklerini tamamlayp gediklerini kapamas lâ^md. Ve gene bunun


için, insanlara karp her î^aman ve her §artta tatbik edegeldii bir tek

çkar yol biliyordu: Mevzuunu sevmek, severek ajkla imlemek ve

gelipirmek. I^e evvelâ onun yanm kalm§ tahsilini tamamlatmakla


balad. Ve dads, lalas, arabas tamam olmadan sokaa çkmak
külfetini ihtiyar etmeye almam olan bu küçük k^ ondan ald
evk ve ilhamla çalmaya koyuldu. Mezuniyet imtihanlarn vermek
için aylarca, haftann her günü çalt, didindi. Ba^^an günün yirmi dört
saatinin on ikisi kyasya Rahmetli bir çalmayla geçiyordu. \ ^a kn lan
odasnn gece yanlarna kadar dinlenmeyen ndan endie ile bahseder
oldular. Fakat Ken 'an Rifâî eline ald mev^uun kabiliyet hudutlann
bildiinden sesini çkarmyordu. Me^niyet imtihanlan biter bitme^
Semiha Cemal Darülfünun'un Felsefe ubesine kaydoldu. Hocas bir

defa te-^âh kurmu ve aradan çekilmiti. Zira artk biliyordu ki o,

34
Sâmiha A^-verd üe SIRRA YOLCULUK

kendi kendine imleyecek bir çark haline gelmitir. Örenme ve öretme,

sevme ve sevilme, faydalanma ve faydalandrma at^mi ve a§k, içinde bir

meale gibi tututurulan genç h;(jayndan çekilen bir ok h^ ile emsali

arasnda dikkati çeken bir muvaffakiyetle herkesi ve hatta ^man


flaman kendini de hayrete düürerek Dârülfünûn'u bitirdi. Ye meftun

olduu fakülteye ruhiyat asistan oldu. Fakat bir müddet sonra daha
genç talebelerle çalmay tercih ederek liselere geçti. 19
26 'dan 19 34 'e
kadar devam eden sekiî^ senelik hocalk hayat içine hakikaten

muvaffakiyetler sdrd. Barnda tutuan irfan mealesini önüne gelen

heryerde ve her frsatta uyandrmaya çalt. 19 36 'da hayata göklerini

kapad î^aman Epiktet, Hayât- Beer yahut Kevs'in Tablosu,


Fedon, Alkibyad, Apoloji, Kriton, Hipyas, Otifon, Mark Orel,

gibi klâsikleri lisanm:(a kendi bana ka^^andmm, aynca, Hayat,

Mihrap gibi mecmualarda munta^aman neriyat yapm ve Ak


Peygamberi, Ak re Güldemeti isimli üç telif eserya:(mt. Küçük
insan hayatnn aayukan on senesi içine sdrlan bu faaliyetin, iyice

düünülecek olursa, gerçek bir muvaffakiyet olduu görülür. Fakat


Semiha Cemal'in elde ettii bundan daha büyük bir muvaffakiyeti
vardr: O da mânasn bulmas, insan olmann omu^anna yükledii
mesuliyetlerin uuruna ermesi ve bilhassa bakalar için yaamak
bahtiyarln elde etmesidir. Kenan Rifâî ona gösterdi ki her birimiî^

varla ait en gü^l eyin asln, cevherini kendi içimi-:^e tayoru^ ve

çou :^aman onun gölgesini, kopyesini hâriçte aramakla vakit

geçiriyorum^. u halde her eyden evvel insann kendi içi ve kendi benlii

ile temasa geçmesi, kendini bulmas lâ^mdr.

Bu ünsiyet ve müareketi temin ederken Ken 'an Rifâ talebesinin vücut

tarlasna yeni tohumlar atmam, ancak uur altnda uyuklayan ve gün


na çkmak için frsat bekleyen tohumlan uyandrarak onlara hayat
ve gelime imkânlar salamtr. Ye bunu yaparken, bir mürebbî, bir

kâif, bir yol gösterici liyâkatiyle hareket ederek, onu dünyann herhangi
bir köesine geliigü^l atlvermi birfâni, bir deersi-:^ varlk olmaktan
kurtarp t^aman içinden akan hayatn manâl, uurlu bir parças haline

getirmiti.

imdi Semiha Cemal insanlarn içinde, onlarla, hayatla ve kendi

kendisi ile giritii mukavelelere sâdk bir talebe, dâvasn

35
Cemâlnur Sargut

paylanabilecei bir dost ve yorgun bapm dinlendirecei bir insand.


Hayatnda Semiha Cemal'e, bu bakmdan ne kadar ehemmiyetli bir
yer verdiini bir mektubundanaldm^ §u ibare ne kadar gü^l
belirtiyor: '...vapur uzaklayordu sana dürbünle bakyordum.
Dedim dünyann zevldni adesesinden seyrettiim
ki
teleskopum görünmez oldun, dürbünle de seçilmez oldun,
hayalin bu cihana smaz oldu. burada §u sual akla gelebilir:
'

Ken'an Rifdi bu alperi^i yapmak için neden bir kadn tercih etti?

Bunun cevab haî^rdr. Çünkü o daha yapt


evvel tecrübelerde görmüj
ve anlamt ki fikir, his ve iman alij vericinde kadn, erkekten daha
müsait bir mutavasst, daha verimli bir ^mindir.

Onlarn hayatlarnda en esasl unsur karlkl ahenk ve anlayij vasf


idi. Birbirlerine kaq benlik hudutlarn kaldrm ve döküldüü kabn
peklini alan mayi gibi birbirlerinde §ekil bulmulard. Bu hakikat
Ken'an Rifâi'ye, 'Dün Beyolu'nda seni gördüm, geçiyordun.
Benim ifademin aksi dedim' sökünü söyletecek kadar onlar için

sarih ve aydnlkt. Hocas ona föyle diyordu: 'Benim bir zevkim


var, bu da sana irfan öretebilmektir. * O î^aman Semiha Cemal
soruyor: 'Buna karlk ben ne yapaym?' Ken'an Rifâi'nin bu
suâle verdii cevap udur: 'Ben senden çok bir ey istemiyorum;
ancak, nefsini atmay ören. Sen bir yudumda
arkaya
doyanlardan olma! Resûlullah "Mâ arefnâke hakka mârifetik"
diyor. Onun için sen de durma ilerle, beni sev, beni sev d

ben de seni seveyim. Yalnz, bu 'teni sev "in mânâsn iyi

anla. Beni sev demek, sevdiklerimi, bütün insanlar, ala,

Allah' sev demektir. '

Ken 'an Rifdi, Semiha Cemal'e hayat ve varlk cevherinin insann kendi
içinde, öt^ünde olduunu öretirken Semiha Cemal'de ona kendim
gösteren, onu kendi varlnn uurunda tutan bir ayna olmu ve
ayaklarn topraa balamt. Bir taraftan hocasnn elinde tuttuu
irfan mealesi altnda feyi^lenirken bir taraftan da ona yoldalk ediyor
ve onu yalnr:^; ürkek, mahzun ve yorgun gördüü her ':^aman, eski

günlerde annesinin yapt gibi, imanl insanlarn kalp hu':^uru ile

sesleniyordu: "Seninle beraberim, sana inanyorum, yalnz


deilsin." Evet! O bu teminata ^aman flaman bir küçük çocuk

36
Sâmiha Ayverd üe SIRRA YOLCULUK

çâresi^igi ile muhtaçt. Semiha Cemal hocasnn yannda, hem idealini


gara^^hir samimiyetle benimseyerek ^yapc kadn" olabilmek, hem
de ona karji yoldalk ve analk duygulanm müjtereken seferber

ederek, yaratmlk kisvesini muhafaza etmek gerektiini hissetmiti.

Bu suretle yolu büyük adamn yoluna düjen her kadnda olduu gibi,

tarih ve insanlk karcsnda Semiha Cemal'in omu^^anna da birçok


vat^eler yükleniyordu. Bir defa Ken 'an Rfd'nin kolay kolay tesir ve

nüfu^ edilemeyen ahsiyeti binasn tavaf edecek, ke^edecekti. Sonra


onu heceleyip örendii kadar kendisine de gösterecekti. Zira Ken'an

Rifâî'nin çetin ve sökülme^ bir kitap olan kendi varln


bankalarndan dinlemeye daima muhtaç olan nev'i jahsna mahsus bir

veçhesi de vardr. Ondan sonra bir adm daha ileri gitmek ve beraberce

okunup anlamaya çalijilan bu kitab âlem halkna okutmak, tefsir ve

tahlilini yapmak icap ediyordu ve herhalde kendisine tevcih edilen asl


va:^e de buydu. Bu bakmdan Semiha Cemal ömrü boyunca hocasnn
en salahiyetli, en aydnlk fakat her ^aman en mütevâî^ müfessiri

olmujtur.

Esasen ona ayak uydurmann, onunla yollara düzmenin büyük güçlüü


buradadr. Fakat bu güçlüü yenebilmenin, insan ölümsüzlüe
götüreceini de biliyordu. O, 'Böyle benim gibi seven bir vücut toprak

olama^ belki de ben vücudumu toprak olmaktan kurtarmak için bu


kadar seviyorum. Ben ölsem bile a§km asrlara intikal edecek kadar

kuvvetlidir. Çünkü ben de onu bankalarndan intikal ettim, bende

balayan bir ^ey deil bu! Ben ona, gelmi§ geçmij bütün insanlarn,
bana miras brakt bir ruh ^^enginlii, bir ruh asaleti ile balym. Bu
emaneti kendi alkmla t^nginle^tirip, besleyip gelecek nesillere

devredeceim" diyeya^or.

Semiha Cemal Hanmefendi, Efendisinin sonsuz akn idrâk edip

yaayabilen, aabeyinin deyimiyle mücerred bir ruhtur. Onlar, bu


âlemde gözükseler de insamn elinden kaçan latif bir tecelli gibi varla

Ken'an Kifâî ve 20. Yü^ltn îpmda Müslümanlk, stanbul: Kubbealt Neriyat,


2003, s. 240-246.

37
Cemâlnur Sargut

yok aras sultanlardr. Bu gibi mucize böylesine bir mânânn,

Efendisinin ilmiyle maddeleip bugün bile misli görülmemi eserler


vermi olmasdr.Lutuflu valide bölümünün sonundan buraya
çektik.

Lütfîye anne de zannediyorum Ayverdi'yi çok etkilemi bir

ahsiyet...

Evet... Sâmiha anneyi etkileyen çok mühim insanlardan birisi de,

belirttiiniz üzere. Efendisinin hamm Lütfye annedir. Lütfye


anneyi
''
'Lütuflu Valide" diye yazm Sâmiha anne. Ve Küplüce'deki
Kök kitabnda öyle anlaüyor:

'pe o erin sunduu Kevser §arah ile dünya kederinden annm§ bu


bahtiyar hekim, vîrân gönlünü mâmur etmi§ rehberinin efne de öyle

hagh ve saygl idi, herkes bu mübarek e§e Lütfye Hanmefendi derken


bu a^-: dostu onu Lütuflu Valide diye çarr, nahif ve nâ^k yapl
kadnn eksik olmayan bedenî dertlerini ihtimam ile takip eder, ilâçlar

ve çâreler bulurdu. (Burada hekim olarak Ziya Cemal Bey '/ anlatyor.)

Lûtuflu Valide öyle bir valide idi ki muamele ettii halkta Hakk'
görür, onun için de gö':(ünün ve gönlünün seçtii, nokta §a§mayan bu

anlayp olurdu. Komularna uzayan eli, penceresine gelen kularla,

yavrulayan kedilere dahî yetiir, böylece onlarn da imdadna koar,


yapabilecei hiçbiryardmdan geri kalmat^d.

Lûtuflu Vâlide'nin balca kalkanc, onun, gerçeklere teslim olmay


bilmesinden kaynaklanmak idi. O, hakikati görerek inanp tanrken
gerçeklere itaat etmesini ve teslim olmasn bilen müstesna yapda bir

kadnd.

Kendisini çekip bu kapya getiren ulu erin anas olmak erefiyle

ereflenmi yücelerin yücesi bir sultan hâtûn da (Hatice Cenan Sultan)


Lûtuflu Valideyi, ecelden ebede sürüp gidecek olan insanlk ve ak
terbiyesi potasnda piirip saf ve arnm kalbna dökerek eine ender

rastlanan bir ekil ve surete sahip klm bulunuyordu. (...)

Lûtuflu l'âlide'nin çok iyi bilerek uyduu bir hayat gerçei de u idi.

nsan oullaryla giritii muamele ve münâsebette ine ucu deer demet(^

38
"

Sâmiha Ayverdi üe SIRRA YOLCULUK

bir balon gibi sönüveren dostluklara itibar etme-:^ dostlarm mevki gibi,
refah, servet gibi, güîiel jü^ gü^l sesten birinin eksilmesiyle bitmeyen

ainalklar arasndan seçmeye meylederdi.

l^ûtujlu V^âlide, âlemlere ana olarak gönderilmi o pnar huylu büyük,


yücelerden yüce hâtûnun yol gösterici muhabbet, efkat ve

mürebbiliinden öylesine bol su içmi ve ona tâbi olmakla elde ettii

ka^^anç yamaya verdii nefsânî varlnn altndan çkan öyle gür bir

pnara ben^^emi bulunuyordu ki, dünyaya pk saçan o rehber ve önden


gida ulunun anasna tabî olmakla dünyâya geli ve gidi macerasnn
^^
srrna erierek benleri a^ bulunan bir müstesna oluvermiti. "

BZ Lütfye annenin Efendimiz tarafndan son derece sevildiini ve


önemsendiini biliyoruz. Kendileri Lütfye anne Çerkez olduu için
alt ay gibi ksa bir zamanda Çerkezce örenerek eine kendi
lisanyla hitap etmenin zevkini yaamlardr. Lütfye annenin en
büyük özellii einin örencileriyle çalmasna müdahale etmemi,
kskanmak bir yana onlarn eitilmesi için eine destek olmutur.

Ak Budur adl Semiha Cemal ve Sâmiha Ayverdi ortak eserinde


Lûtuflu Valide 'den öyle bahsediliyor:

"Süde'nin vücudu, tecessüd etmi feragat ve haynn kendisi idi. Genç k\


ona, minnet ve ükrann fevkinde bir hisle mütehassisti. Meryem için

Sûde, samadanî bir deva idi.

Burada Sûde Lütfye anneyi, Meryem ise Semiha Cemal'i temsil


etmektedir.

Abide ahsiyetler adh eserinde Sâmiha A\^xrdi Lütfye Anneyi


öyle anlatr:

"Mtuflu Valide ne âlimdi, ne âir, ne de mevki ve öhret peinde


koan bir kimse. Ama gerçek hedefin, hak ve hakikat olduunu
biliyordu.

18
Sâmiha A)'\'erdi, Küp/üce'deki Kök, Ankara: Hülbe yaynlan, 1989, s. 113-115.

39
Cemâlnur Sargut

Hamurunda, müshet kadar menfî elemanlara da yer verilmi her insan


gibi, elbette onun da iyiliklerle mücadele için frsat bekleyen kötülük
meyilleri vard. Fakat daha ilk gençliinde verdii mânevi savakla o

bunlar e^i§, tepelemi uuraltn menfî ve ykc duygulardan


ve

temizleyerek engelleri atlamt. Onun için de bu rahata kavumu ve


yapc faaliyetleri için ^aman ka^nm huzurlu kadn, adalet, insaf ve

muhabbet basamaklarn kolaylkla trmanarak sevginin ^rvesine

çkm, hak ve hakikat duranda karar klmt.

Onun için de kimseye kini, dümanl ve kötülüü yoktu. Olamad


da. Saffet, ihlas, vefa ve cömertlik âbidesi olan bu büyük kadn,
insanlar sever, hayvanlar sever, efkat ve dostluunu hiçbir

yaradlmtan esirgemeden be^lederdi. Onun katnda elini öpmeye gelen


birprenses, evine snm biryoksuldan daha üstün muamele görmeî^di.

Souk k günlerinde titreyen elleriyle haydad çay, etrafnda

bulunanlara, adetâ yalvarrcasna ikram eder ama bu ikram halkas


içine, mahallesinin çöpçüsü, sütçüsü, bakkaln çra da girerdi.
Kedilerin cieri, kularn yemi, muhtaçlarn yiyecei, giyecei derken
aylk âidât bir haftada tükenir, ama o ne yapar yapar, bulur

buluturur gene de verir, gene de eli durma:^ ne yü-:^ünden tebessüm, ne


dilinden tatl sö^ eksilir, böylece de ikramnn, ibf(âlinin sonu gelmeydi.

Bir genç k^ olarak gelin geldii çatnn altnda, biri k^ dieri erkek

iki küçük çocuk bulmutu. Bunlar onun üvey evlâtlar idi.

Fakat ondaki nasl bir üvey annelik anlay idi ki, belki de hiçbir
ana, kendi ö^ evlâtlarn bu ölçüde banna basamazd. Nitekim
kendisi de bir kt^ çocuu dünyaya getirince, ha^r bulduu üveyleri öz
evlât tahtnda saltanat sürmekte devam ederken, kendi k^n daima bu
tahtn basamaklarnda brakrd.

Böylece seneler seneleri kovalaya dursun, birdenbire 1914-1918 harbi


patlak verdi ve ksa ^(amanda da, cephe haline gelen memleketin bütün
hudutlarn kan ve ate sard.

Bu bir muharebe deil, acemî ve gâfl bir iktidarn Osmanl


împaratorluu'nayaî^d ölüm ferman idi.

40
Sâmiha A)"vrerdi ile SIRRA YOLCULUK

Taht jehri istanbul'da ise, fiâlim olduklar kadar gaddar ve câhil de


olan idarecilere srtlarm dayam bir "harp zengini" snf türemiti.
ehrin gda ihtiyâc üstünde sö-:^ ve tasarruf sahibi olan da bu harp
^(engini denen karaborsac snft.

Vesikayla verilen ekmek çamurdan farks^ etsi^ seb^si-:^ ekersi^


unsuîi ve hububatsn mutfaklar tamtakrd. Böylece de çocuklar,
gençleri, ihtiyarlan, hasta ve alilleri ile bütün bir ehir aç, sefil ve

periand.

'Bu yllarda genç bir kadn olan l^ûtuflu Valide ise, arada bir komu
folluundan tedârik edebildii tâ^e yumurtalar, eteinin altnda
saklayarak getirir ve kendi k^na göstermeden, bünyece sayfalan üvey
olunayedirirdi.

Onu bu hak ve insaf merke^nde karar ettiren ne idi? Neden kendi


evlâdndan evvel bir emânet çocuu düünüp, her eyin iyisinde,

gütmelinde onu tercih ediyordu. Ediyordu, ^ra Eûtuflu Valide, îman


potasnda kaynayp cürufunu atm, saf ve st^dnlm bir enerji hâline

gelmiti. Bu, içindeyetitii irfan ve hikmetler çatsnn, insanlara hediye

ettii ruh ni^âm, onlan birer yaar prensip haline getiriinin canl

örnei idi.

Kütlelere mânevi dü^en ve asalet veren bu ocak, yllar yl daha nice

koruklar tatlandrp çeni deitirtmi, le^tle beraber devlete de


'^^
erdirmiti...

Ken'an Rifâî bu insanlar anlatrken der ki:

"Hakk arayan ve onu bulma yolunda bir müride ulaan kimselerde

böyle haller olurdu. Onlar, kendi vücutlarnn yâni nefislerinin

ormannda böyle ne heybetli, ne dehetli canavarlar görürler; onlarla

pençelemek, onlanyenip doruyolda yürümek için ne urluklara göüs

gererlerdi. Fakat hiçbir mükül ve hiçbir korku onlan büyük

19
Sâmiha AjYcrâi, Abide ahsiyetler, stanbul: Kubbealt Neriyâü, 1995, stanbul,
S.256-259.

41
"

Cemâlnur Sargut

müritlerinin karasnda olduklar ^amanki gibi sarma onun

karpsnda duyulan duyuramad. Çünkü bu heybet Hak heybetiydi.

Çünkü derviin müritte gördüü, Hak tecellîsinden bajka bir ^ey

deildir. (...) Bu görünüte iddiajok, benlik yok, fakat nur var, teva^
var. Yasaca Allah'tan aksetmi bir büyüklük vard.

• Siz Lütfiye anneyi tanyan enderlerdensiniz...

Evet, ükürler olsun... Parkinsonlu titrek ellerinden aldm saysz


hediyeler hâlâ evimin bir köesinde durmakta. Lütfiye anne Ken'an
Rifâî'ye e olmann zorluunu bu vazifeyi en baarl ekilde
bilerek

yerine getirmi büyük bir insandr. Üvey olu Kâzm amcam onu,
"hakiki annem gibiydi, beni klandan daha çok korur ve kaynrd" diye
anlatrken Efendimiz vefatndan önce ev halkyla vedalarken
yalnz Lütfiye anneyi tekrar tekrar çararak ona olan sayg ve
sevgisini ortaya Mânevi hayatmda beni çok
koymulardr.
destekleyen ve varlyla hayatma nee, huzur ve mutluluk getiren,
kendisinde Efendimin tevazuunu gördüüm güzel aabeyim Orhan
Büyükaksoy (Ken'an Rifâî'nin torunu) Lütfiye anne ile ilgili u
hâtrasn anlatmlard. gün bankaya onun adna yatrdm cüz'î
Bir
bir paraya 75 Lira piyango çkmü. Elimde para konaa gittiimde
kendisini seccadede alarken buldum. Kulaklar duymadndan
benim geldiimi hissetmemiti. Efendisine yalvaryordu. "Efendiciim
sana ne malûm deil ki; çok skntdaym. 75 Ura'ya ihtiyacm var. " Duay
bitirip döndüünde ben gözyalar içinde elimde 75 Lira ile onu

bekliyordum. Allah, sevgilisini seveni korur. Infâkn iki farkl yüzü


olanNazh annem ile Lütfiye annem 'l^m yelid ve lem yüled"

makamnda olmann zevkini bize yaattlar.


Ken'an Rifâî, erhli Mesnevî-i erif, stanbul: Kubbealt Ncriyâü, 2000, s. 194.

42
Sâmiha Ayverdi üe SIRRA YOLCULUK

Safîye Erol ise. . . Sâmiha annenin çok deerli yolda.

Sâmiha annenin kaleminden sevgili dostuna hitab:

'Virdapm Safiye Erol:

Bir kasr çöktü. Çats, der ü dîvân ykld. Amma ha^neler,

viranelerde sakldr. Gerçekten de hu ykntnn altndan, onun define

varl âjikâr oldu.

Safiye Erol, dürüst, ihlâsl, imanl, hamiyetli, liyâkat ve î^ekâs

ölçüsünde safi ve masum insand. Ne ki, mühim olan, onun tek tek
saylan vasfilan deil, bu vasfilann antlamas ile kurulmu ahsiyet
yapsnn, bir aya ^ark'ta, bir aya Garp'ta olmas ve iki fiarkl

medeniyetin, kültür vasatlar üstünde tarafis:^ bir tahlil ve terkibin

muhasebesinden sonra da arkl münevver olarak cemiyetin karcsna


çkmij bulunmasdr

Bir serhatli mhu tanyan bu ate§ gibi Kümeli kadn, orta, lise ve

üniversite yllarn Garp'ta geçirmi olmasna ramen, sâdece metot ve


ciddiyet gibi d§ formasyonunda kendini gösteren Batl ruhu, onun a§k,

hamaset ve iman î^rh ile salama alnm olan içine asla i^leyememi§,

aksine, bu derinden derine yanan ocan yalm, Dou 'dan çatpan hava
ile h^ bularak bir yanarda hâline gelmi idi.

Tabiat kânunudur: Hasret, küçük atehleri söndürür, büyükleri ise

yangna çevirir. Garb'n mürekkebini yalayan, fiakat ark'n


an 'anesine bal kalarak, o târihi miras ile nafakalanan bu asil kadn
da, bir yandan fikir daarcn Gap kültürünün verimleriyle

doldururken, bir yandan da faaliyet hâlindeki tahayyül ve tefekkürü,

alev alevyanan bir ocak hâline gelmitir.

Safiye Erol, henü:^ genç bir talebe iken dahi bu iki medeniyetin
mukayesesini yapacak endaze sahip bulunuyordu.

Aikâr ki Bat, mânevi hürriyetini harcama pahasna, bir maddi


kudret satn almt. öyle ki, Rönesans ile alâkasn kendi üstünden
çekip, kendinden ba§ka her ^eye çevirmi olan Garp medeniyeti,

avucunun içine ald maddenin bir nevi esiri olmu^ bulunuyordu.

43
Cemâlnur Sargut

Makineler insann; insanlar makinenin yerine geçer olalheri,

^kasnn, hüner ve îcatlannn ana dü§en Ademolu için, kendi


yapt hu puta tapmaktan bajka çâre kalmamt. Fakat îman
duygusu kishî deil ftrî idi. Bununla beraber bir acayip felsefe rü^ân
esip onu mevî(îinden koparnca da, bo§ kalan sahalar, türlü sentetik

îmanlarn ve dinlerin istilâsna uramt.

islâm âlemine gelince, ilim ve idarede kurduuyüksek voltajl karakteri

ile imtihanm vermi ve dünyâya parmak srtm olan Müslüman


ark, §imdi hasmlarnn kyasya hücumlar karpsnda sinip, bir

flamanlar ilim ve tefekkür verimleri ile besledii Garb'n gölgesine

snmij bulunuyordu. O ark ki. Bat dünyâs, karanlklar içinde can


alp can verirken, ilimde, felsefede, sanayide, ticâret ve ^râatte câhil ve

âci^ Avrupa'ya bilmediini bildirmi, görmediini göstermi,

anlamadn anlatmt. Gene bir ^manlar, Frans^ italyan, Ingili^

ispanyol. Alman ilim ve din adamlar, hattâ derebeyleri, prensleri,

Müslüman medreselerinde okuyarak memleketlerine ark irfann


tamlar, ite böylece de, Rönesans'n temelleri atlmt.

Ne çâre ki, meyve ve mahsûl vermekten yorgun düen bir toprak gibi,

can çekilip, çoraklaan ark, bir vakitler cömertçe besledii Garb 'in,
sür'atle elde ettii madde üstünlüü karsnda, gürüm yaralanp, eli

böründe kalm bulunuyordu. Amma u da var ki havada uçan, su


altnda ge^n, kt'adan kt'aya ses alp ses veren ve bir solukta ülkeleri

yerle bir eden bu dev medeniyet karsnda gö-:(ü boyanmasna ve

asrlardr etrafnda gelien ihtirasl hücumlara ramen gene de

derinlerinde saklad irfan ve hikmet cevherleriyle öünerek: 'Bunlar


bende oldukça, srtm yere gelmi saylsa da beni alt edenleri, gene alt
ederimi" diye beklemeyi biliyordu.

ite devlet dükünü ark ve bilhassa Müslüman- Türk camias,


yanm bir kâaneden, elinde dört ucu düümlü bir bohça ile kaçan
afetzedeler gibidir. O kadar ki, bu bohça içinde kalm mâî^
krntlarna bile hakaretle yan bakan bir ^hniyet, dil, din, târih,

mefahir ve an 'ane dümanln i güç etmi bir dalâlet vadisinde at

koturmakta bulunuyor.

44
Sâmiha A}'\^erdi üe SIRRA YOLCULUK

Garb'n her hareketini gö^ kapal benimsemek illeti ile çil yavrusu
gibi dalan millî mukavemet, millî ölçü ve millî juürun ipuçlarn
ellerinde tutarak memlekete dönen Safiye Erol'a, Garp'tan getirdii

yüklü ve yengin fikir muhtevasna ramen huzurlu, daha dorusu


kararl denemeî^di. Zîra, kafasnda ve gönlünde tand tefekkür ve
duygu yükünü birbirine lehimleyecek, perçinleyip bütün hâline getirecek
bir manevî düf^eni henü:<^ bulamamçt. Onun için de ark 'in Garb 'a
üstün olan bu irfan ve açk motifini bir müçahhas varlkta görmeye her

flaman hasret çekmiç, Garp 'tan alacan alm§, u^un yllar boyunca
daarcnayükledii bu hazneyi açacak anahtar aramçt.

O, çok iyi biliyordu ki insanlar, içine dütükleri dalâlet ve gaflet

havasndan syrmak, beçeriyete edilecek hiî^metlerin en mukaddesi idi


Fakat maddenin ve maddeciliin anaforuna kaplm kütleleri

daldklar uykudan silkip sarsarak uyandrmak için arnm ve kemâle


ermi disiplinli bir ruh gerekti ite Safiye Erol'un susu^uu buna,

ihtiyâa bu yola idi. Gene biliyordu ki, evvelâ kendi kendisiyle


hesaplap bir anlamaya vardktan ve kemâl ^rvesine ulatktan
sonra, da tap insanlara hikmet etmek mümkün olabilirdi Evet bu
f<^rveye erimek, hayvânî ihtiras ve ^raplan kontrol altna alm,
safvetli ve ihlâsl kiinin kân idi ite o nirengi noktasna hasret çeken
bu deerli kadn, kütleye ne söyleyecekse oradan söylemeli, oradan
seslenmeli idi. Amma maddeci Garp'tan edindii kariyerin, kendisini
bu ^rveye ulatirmayacan o çok iyi biliyordu. Günlerden bir gün,
artk eteine ve ayana dolar olduunu iddetle hissettii mantnn
yükü altnda et^ldii, tefekkür ve tehassüs yollarnn sarpa sard bir

demde yolu Ken 'an Rjfâî gibi bir kurtanamn yoluna düüverdi ve

Safiye Erol denen hu çplak istîdad ve ha^r enerji, derhâl toparlanp


mukadder ölçüyü buldu, e^el künyesinin tâyin ettii kâmil ve nihâî

eklini ald.

Bu elektro-ok hadisesini Ken 'an Rifâî ve Yirminci Asrn Inda


Müslümanlk isimli kitaba ilâve ettii kymetli etüdünde isabetle î^ah
eden Safiye Erol, yadsnn balarnda: 'Ken'an Rifâî'yi hârice
tantmak onun ahsiyetine temel tekil eden
için üç
hususiyetinden bahsetmek lâzm geliyor' diyordu.

45
Cemâlnur Sargut

'O, evvelâ mistik adam=lomo mysticus, sonra lakîtn


adam=lomo sapiens ve en nilayet miirid-i agâh idi.*

dedikten sonra mistisi^min ilmî ve ciddi i^âhm yapar ve sö^ hocasna


getirerek: 'O, balsi geçen mistik tipte bir âk, bir gerçek
filozoftu. O, cemiyetimizin müahhas hayât, müahhas
hakikati gibi idi. Sosyal insicamn ebekesini ne dereceye
kadar tanrd, diye sorulacak olursa, bir dokumacnn kendi
tezgâhmdaki dokumay tand kadar tanrd. O, tabiatn
ancak gerçek âklara ayna olan ifresini okuyarak böyle bir
tabiat zemini üzerinde insann nasl ve ne üslûpla yerlemesi
lâzm geleceini takdir etmi kuruculardand. O, zaman ve
mekâna elverili normlar imâl edenlerdendi. Beer kaderinin
ana rotasn bildii için ferdi mukadderat yollarn da yekten
görürdü' diyen Safiye Erol bu kar§la§ma ve tamama ile t^rap ve

buhranlarnn nasl dalp eridiini, bütün varlnda nasl bir ban§ ve

aff- umûmîfrtnas koptuunu, lâtif ve mü^kal ifadesiyle anlatr.

Gene etüdünün bir yerinde: 'Hakîkî efendi bir merkezdir. Kendi


manzumesi içinde tenasübü arm
bir peyke: '*Yerine!"
diye kumanda ettii zaman, bu, sâdece bir emir deil, ayn
zamanda sarho peykin mevziine dönmek için kendinde
bulamad kuvvettir. *

Ijte a^^:^ Safiye Erol da, hayâtnn son demine kadar: 'O, beni
hayâtnda terk etmedi, irtihâUnden sonra da terk etmedi.
Bunca boa çkm mihr-i vefa vaatlerinin topuna kar bir
kefaret gibi, mecaz olan benliimde gizlenmi hakikat pay
gibi' dedii hocas Ken'an Rfâ] onun vücûdu peykini mev-:qine

döndürecek emri de, kuvveti de verdi ve bu bahâ biçilmet varl,


insanlk âlemine bir âbide gibi ijleyip hediye etti.

Artk Safiye Erol denen ve flaman nehrinin kaynad yerden gelen bu


büyük kadn sustu. Fakat §u gök kubbenin altna brakt uyarc
sesinin ve ^hin mahsûllerinin, bir kymetler buhrannn girdabna
tutulmu§ cemiyete, kyamete dek kulak verecei çok sö^ brakt. Onun
dâima bir sentetik biten tahlilci tefekkürünün altnda yatan gerçek,
Müslüman-Türk camiasnn, kaybedip de, el yordamyla arar olduu,

46
'

Sâmha A>^^erdi üe SIRRA YOLCULUK

çok defa da aramay bir ^ül, bir gerilik sayd bu hakikatler,


memleket münevverinin dikkat ve uyanklkla üstünde durup çökmesi
îcap ettii hayât düümlerdir. Evet, münevver kütle için Safiye Erol'un
hayat görücü ve insanlk anlay, memleketin ölüm kalm dâvasnn tâ
kendisidir. Onun için de Safiye'yi bilmeye, tanmaya ve ne demek
istediini anlamaya mecburu-:^.

Üstelik serhatlerin bu yank yürekli evlâd, halk çok iyi bilen ve

halkn içinden ses veren insand. Selisleri, duyular ile kendine


yarayan ve yaramayan seçmekte dâima isabet eden o halk, millî

vasflarndan soyunmu sahte münevveri asla tutma:(. Zira asrlarn üst


üste yp tabakalatrd ve bir ahsiyet yaps hâline getirdii târihî
deerle silâhl olan büyük kütleler, gü^ rü-:^ârlan gibi göreneini,
geleneini, maksini, mefahirini kavuran yabanc ve yalanc aydna
dâima di bilemitir Onun için de ifahî ve devri kültürilnün kal'as
içinde olan halkn göf^ünde, kendini beenmeyip küçümseyen bu sahte
aydn, îtibâra ve hürmeteayan deildir l^e kendisi gibi edepli, saygl
ve îmanl olmayan, daha dorusu kendinden olmayan bu ukalâ ve
köksü^ münevveri ne sever ne de söküne kulak asar.

Safiye Erol ise, halk tanyan ve memleket realitelerini, yürei kadar


kafasnda duyan gerçek münevverdi. Garp kültürü har neir olmu ile

bulunmas ona, arkl olmann erefini küçümsetmemiti. kbâl der ki:


'islâm âleminin Garb'a yol almasmda yanl bir ey yoktur.
Zîra Avrupa kültürü entelektüel cihetten slâm
sadece
kültürünün en ehemmiyetli saflarmm inkiâf etmi hâlidir.
Tek korkumuz, Garp kültürünün d görünüü ile göz
kamatrp hareketlerimize sekte \'urmas ve bunun neticesi
olarak da o kültürün özüne ulamakta geri kalmamzdr.

Yalnz Müslüman-Türk camiasna deil, bütün bir beeriyete âmil


müterek verimlere gebe olanlarn idrâki, meyveyi douracak çiçein
nebatî uuruna ben^me:^. Onun için de Safiye E^rol gibi bütün ömrünce
atele oynayp elini yakmam, fakat hâmil olduu emânetin uuruna
varm müstesnalarn, u gökkubbe altnda kudretlerinin infilâk edip

47
'

Cemâlnur Sargut

cemiyete hayat ve beka yolunu göstermesi, insanoluna hem Allah 'in


rahmeti hem de tebessüm ve iltifatdr.

^^Sâmiha Ayverdi, Âbide ahsiyetler, stanbul: Kubbealt Neriyat, 1995,


s.193-199.

48
Sâmiha Amerdi üe SIRRA YOLCULUK

Kapm aç, kapm aç... Sana geldim, kapm aç...

Bu dünyâdan o dünyâdan, aldm boyum ölçüsünü...

E^el, ebed arasnda, nice eyyam ge^p to^um...

Samadm dü-âleme, sana geldim, kapn aç...

Yoldapm var, çijt kikiyim, günâh benden hiç ayrlma^.

Tek deilsem n'olur sanki? Yer gök sm o kapya...

Bi;^ de al, kapn aç, kapn aç, kapn aç...

Sâmiha Ayverdi, Hanc

49
.

Cemâlnur Sargut

Hey Koca Sâmiha,


Kitaplarnla Dergâhm Yeniden Açtn. .

Sâmiha Ayverdi'nin Ken'an Rifâî iletanmasndan sonra, mânevi


ve zihnî hayatnda ne türden açlm ve zenginlikler olumaya
balamtr? Bu nasl bir seyir izlemitir?

Efendisi devrin Isrâfli gibi diriltici olan, müridi ise devrin


Mevlânâ's gibi dirilmeye hazr olanlardan olunca kyamet kopar.
O'nun Efendisiyle tanmas kendi hakikatini görmesi için bir
vesiledir. Sâmiha anne maddî ve mânevi açdan Efendisinin
terbiyesi altna girmek üzere hazrdr. Gerçi hazr olduunun da
henüz farknda deildir. Yeeni Semiha Cemal hanmla birlikte

huzura girdiklerinde ikisi de batan aa yok olup yeniden var


olurlar. Bu hal müridin simyac gibi altnn içindeki bakr
eritmesine benzer. Daha sonra Sâmiha anne bu halini Dile Gelen
Ta adb kitabnda "dile getirdiin taj" diye anlatacaktr. Ken'an Rifâî

hazretleri karsnda mânâsna ayna bir hazine bulunduunu fark


edince örencisini maddî-mânevî ilimlerde yetitirmeye balar.
Hocam Sâmiha Ayverdi annemin anlattna göre gece-gündüz
Efendisinin huzurunda tam bir der\d edasyla küçücük bir

taburenin üzerinde devaml not tutarm, Kenan Rifâî hazretieri


yaayan Kur'an olduu için bazen hikâyeleri tekrarlasa da her
birinde yeni bir anlatm ve yeni bir teceUi olduundan Sâmiha anne
bunlar tekrar tekrar yazarlarm. Annem der ki, bazen kâtlar
biterdi, avuçlarnn içine yazard. Bu mürid-mürid ilikisinde çok
önemli bir haldir. Çünkü biz bâz hikâyeler tekrarland zaman
yazmayz, hatta ügilenmez, dinlemekten bile sklrz. Halbuki gerçek
mürid hikâyeyi her anlatnda farkl bir yorum getirdii için mürid
de her söyledii eyi örenmek üzere harekete geçmelidir. bn-i
Arabi der ki; Allah ü Teâlâ Cebrail Hz. Peygamber'in yanndayken
ona bir melek indirdi. Melek Hz. Peygamber'e "Ey Muhammed Allah
seni istersen kul peygamber, istersen sultan peygamber olman arasnda
muhayyer brakt" dedi. (Cebrail Hz. Peygamber'e tevâzû etmesini
iaret etti. Peygamber de kulluu seçti. Bu hadisi nakletmekten

50
Sâmiha A\'verd ile SIRRA YOLCULUK

maksadmz Cebrail alevhisselâmn makamnn öretici-eyhlik, Hz.


Muhammed'in makammn ise örencüik olduunu hatrlatmaktr.
"Sana vahyimi^ tamamlanmadan Kjir'an' okumakta acele etme. Kur'an'
okumak için dilini acele ettirme." (Tâhâ, 114) "Onun toplanmas ve

okunmas Bit^'e aittir. Bi; onu okuduumuza sen onun okunuruna tabî ol"
(Kyamet, 16-17) âyetleri ile 'T>eni Rabbim terbiye etti ve terbiyemi gü^l
yapt" \\2iâAÛ bu konuMJ açklar. Buradan anlalyor ki mürid her eyi
bilse de müridinin önünde susacak ve bildiini ondan örenmeyi
tercih edecektir. Nefsin tekâmülü ^cuttaki Rabbî tecellinin ortaya

çkyla alâkab olduundan, mürit bu yönde örencisini irad eder.


Böylece onu hikmet gdasyla besler ve ak arabyla sular ortaya bir
aheser çkar. te bövle bir eitim görmütür Sâmiha anne.
Sâmiha Ayverdi'yi, Ken'an Rifâî hazretlerinin en çok hangi yönü-
yönleri etkilemi, onun irfan ve tefekkür dünyasna Ken'an Rifâî

hazretleri neler katmtr?

Bence Efendi'nin muazzam ilmi ve akl almaz heybetiyle ayn anda


aikâr gözüken tevazuu Sâmiha anneyi etkilemitir. Kendini
dünvamn merkezi sanan her genç gibi Sâmiha anne gerçek merkezle
karlat zaman onun önünde eilmi ve Hz. ems'in anlatmyla
Hz. Mevlânâ'mn hocas karsnda küçük bir çocuk edebiyle oturuu
gibi Ken'an Rifâi'nin önünde diz çökmütür. Daha sonraki

devrelerde Sâmiha annenin her an yeni bir anla tecelli eden ve yeni
açümlar getiren bir kâmil müritle beraber olmamn farkllm
yaadm düünüyorum ben. Mânevi ilim hiç bitmeyen bir derya
olduu için ilme aç olan bir örenciye her an cevap verebilecek bir

kaynaktr Ken'an Rifâi hazretieri. Bu }aizden de doymayan


örencisini beslemeye devam eder.

Daha sonraki devirlerde Sâmiha anne, tasa\'vufta srât- müstakim


anlayn idrâk eder. Her kâmil mürit gibi Ken'an Rifâî

milliyetçüikle ümmetçilik, eriada tarikat, dünya ile ahiret arasndaki

dengeyi yaayarak ve yaatarak öretir. O devrin isa's, Musa's, Hz.


Muhammed'in mânâs gibidir. Aym zamanda devrin Mevlânâ's,
bn-i Arabi'si, Gazali'si gibidir. Dola}isyla Sâmiha A}^erdi bir çok
âlimden okuyarak örenebileceklerini bir tek âlimin hâli ve üminden

51
Cemâlnur Sargut

Örenmi olur. Onun öretisinden sonra bütün ilimleri incelemek


insana çok büyük bir zevk verir çünkü hocasnn gözlüü gözünde
olduundan hereyin mânâs ona aikâr olur. Dolaysyla Sâmiha
Ayverdi'nin eserlerindeki her mesaj Efendisine aittir. Sâmiha anne
aynen bir ney olmutur. Biz ömrümüz boyunca bunu gördük.
Tamamen Efendisinin sesini vermitir. Bir kalem olmutur
Efendisini yazmtr. O bakmdan Sâmiha Ayverdi'yi Efendi'den
ayr düünmek abestir. Efendimiz devrin eyhülislâmlarnn
eyhiydi. Sâmiha Ayverdi ise devrinin ilim adamlarmn mürididir.
Tarikat âdabnda seromonileri kaldrm, tekkesiz de irad
edilebileceini bunun da ten tekkesinde gönlün ibadetiyle

yaplabileceini öretmitir. Yazd kitaplarla, haliyle, tavryla,


hizmetiyle irad etmitir, insann "lâ ilahe illallah"m mânâsn
yaamadan mutasavvf olmas mümkün deildir, yapt er'î
ibadetler bile eksik kalr. Bu bakmdan hocasnn "Semânn ve ^krin
hakikatine vâsl olan kimseye ten tekke, gönül makam olmutur. " sözünü
yaam ve yaatm ama bütün bunlarn sahibinin efendisi
olduunu bildiinden 'TEJendimsin, cihanda itibanm varsa sendendir;
meyân- âkanda i§tihânm varsa sendendir. " demitir.

Dost kitabnda Efendisini öyle anlatr:

'te 20. asn ereflendiren bir kütle fedaisi, bir rehber Ken 'an Ejfâi'dir.

ilâh irâdenin insanoluna bir armaan olarak göndermi olduu


Ken'an Rifâî'ji anlatmak isteyenin, maraldan ufku göî(leyebildii

kadar seyreden bir nöbetçiden farkyoktur.

Niçin mi?

Kulaçlamakla sonsuzluuna erijilemeyecek bu ihlâs ve samimiyet

âbidesi, insan idrâkinin ^rlukla kavrayaca bir hayr ve sevgi

haznesini, akllan durduracak ölçüde etrafna saçt için, anlatlmas


ve anlaplmas güç belki de muhaldir.

ilmine, fakna, fa^letine ramen bu iddias^ sade, jatafatsz büyük


veli, kendisine iltica edenlerin, maddî manevî yardm bekleyenlerin

ellerini boç çevirmemi, almadan vermij, feragatini, tevâ^uunu, vefasn.

52
Sâmiha Ayverdi üe SIRRA YOLCULUK

sabnm, merhametini, adaletini, eksiksi^ bir insanlk tablosu içinde

toplayarak etrafna sunmutur.

Örettii, talim ve tedris ettii iyilikleri ve güzellikleri nazar ve kati

üniformalar içinde brakmam, onlanyalayarak etrafna göstermitir.

'Hakikatle malup edilmekten üstün bir zevkim yoktur*


demijse, muhatabnn doru bulduu fikrini derhal kabul etmekte bir
an tereddüt etmemitir.

Kef^d: muyum, ben dedikodu ve gybet


*Ben yalan söylüyor
ediyor muyum? Ben kalp kryor muyum? Ben kin tutuyor,
kibr ediyor muyum? Eer bunlar yapyorsam, size de bol bol
izin! Amma beni hocanz bilmiseniz, bende olmayan
sfatlarda konaklamanz, üstünüzdeki mânevi hakkm
reddetmek olmaz m?' demitir.

Evet, hiç bir sö^ ve nasihat, hayatnn hesabn bu derece cesaretle ve

açk alnla veren bir mürebbînin beyân kadar tesirli olama^

ite Ken 'an Rifâ, söylediini ileyen, tâlim ettiini tatbik eden fiilleri ile

fikirlerine ihanet eylemeyen bir kahraman olduu için dâvasnda


muvaffak olmuj ve böylece de etraf, sevgi, iman ve vatan akn aksiyon
haline getirmi seçkin bir kadro ile dolup tamtr.

^ir gün, 'Sizin hakknz nasl ödeyelim?*yollu sorulan bir suale,

tereddütsüz^ u cevab vermitir: 'Yolumdan gelin, hepsi o kadar... *

ite böylece de, yalnz^ sual sahibine deil, bütün yaknlarna, hiç

kimseden ihsan ve atfet beklememi olan bir ulu kiinin prensibini


açklam, karln vermitir. '^^

Derki:

'Irler istidadn bir terbiye edicisi vardr. Eer basiret naz(anniî<^n

kudreti varsa, her eyi Üstadmda görürsünüz^. O, hereyden evvel

Sâmiha Ayverdi, Dost, stanbul: Kubbealü Neriyâü, 2007, s. 13- 14.

53
.

Cemâlnur Sargut

terbiyesine ald kimseyi sirkten ve ben demekten kurtarr. Elverir ki


'^^
bi^de o istîdâd ve hulûs olsun...

***

Tundan tuna gitmeyi, renkten renge girmeyi, senden deil derlerse, ja


ben kimden örendim?

Yetmi iki milletle, yetmi türlü me^eple, it^^t ikilet mihnetle, vahdet

kesret hicretle, hasret hasret hasretle ha§r nejir olmay, senden deil
derlerse, ya ben kimden örendim f'^

***

Devletlim! Bir kul tanyorum ki tepeden trnaa senin eserindir.

Vaktiyle onu bir tohum olarak ele aldn. O^ndin, bettendin,

bostanlarndan bir bostann tam ortasna dikerek, suladn, çapaladn,


kestin, budadn, sürüp gelinmesini gözleyerek bugüne getirdin. ]/e sonra
da meydanc edip ortaya saldn. Amma unutma ki o, bu atld âlemde
devrini ve seyrini yaparken, sen bu meydan terk edemedin. Zrâ
balangçta tek art olarak bunu komu, sen de, o senede parmak
basmtn.

Bilme^ olmaî^sn; ne ki tecâhül edip, o yürei yank meydancy bir de

böyle yaralama. unu da bil ki o, ne bulduysa senden bulurken, ne

çektiyse de, gene senden çekti. Bari bundan sonra insafl ol da rahmeti
elden brakmak

Bi^e desen ki: Ey insanlar, insanlar! Ey sevenler, sevmeyenler! Nedir


bu nifak, bu ni-:(â, bu kargaalk? Seviyorsam;^ neden beni

yoruyorsunuz^? Sevmiyorsanz^^ üstümden neden el etek çekmiyorsunuz^?

Sana, söyle diyorum Devletlim... Sen, her zamanki gibi, gene

hâdiselerin dili ile konuuyor, biz^i onlarn sesiyle îkaz^ ve tenbih

23
Sâmiha A\'\'erdi, Mülakatlar^ stanbul: Kubbealü Neriyat, 2005, s. 251.
24
Sâmiha Ayverdi, Ham, stanbul: Kubbealü Neriyat, 1988, s. 33.
25 ,.
Sâmiha Av'verdi, Dile Gelen Taf, stanbul: Kubbealü Neriyâü, 1999, s. 38.

54
"

Sâmiha A>^erdi üe SIRRA YOLCULUK

ediyorsun. Amma, ne ja:^k ki bu noktada da gene anlamadktan


geliyor, ihtar ve ibaretlerine bir çakl tap gibi basp geçiyomî^. Sen ise o

sonsuîi merhametinle, köpeklen güldürecek hâlimit^e bakp bakp gene


küsmüyor, gene sesiniyükseltmiyorsun Devletlimi"

%%*

O, etrafna bakmyordu beni görmedi. Ben ona bakyordum etrafm


görmedim. O beni görseydi tanr myd acep? A.mmâ bütün cihanda

görüp seyrettiim onu ben nasl tanma-:^^ olurdum?'^

Ona olan akm da öyle dile getirir:


s e aça aamal, ne bîkese, ne yoksula... Kim ki sensi;^ kim ki senden

habersif(j onayanmal, ona alamal...

Dünyâ bunu bilse, buna inansa âh, ne kavga kalr ne de ni^^âF'

• Efendimizin ilminin, irfannn ve aknn varisi olarak yetkin


insandan söz ediyor deil mi?

Evet efendim... Onu anlatmak çok güçtür. Esasen kâmil insanlar,

anlatma smaz. Kur'an da, Kehf Sûresi'nin 109. âyetinin tasavvuf!

tefsirinde bu\Tjruluyor ki: 'Denirler mürekkep olsa, aaçlar kalem olsa

Cenab- Hakk'n kelimesi olan insân- kâmili tarife kalksalar, (özelliini

anlats alar) denii^ler kurur, aaçlar krlr. Bir o kadar getirsen yine kurur
veyine krlr.

Sâmiha A\^erdi, Hocamn mânevi hametini ve azametini tam


manâsyla aksettiren bir ayna olduu için o aynada görülen nak,
insân- kâmil nakdr.

^^
Sâmiha A^-verdi, Dile Gelen Ta^, stanbul: Kubbealt Neriyâü, 1999, s. 83.
^^
Sâmiha A\'\^erdi, Di/e Gelen Ta, stanbul: Kubbealt Neriyân, 1999, s. 159.
^^
Sâmiha Aj-verdi, Dik Gelen laf, stanbul: Kubbeak Neriyat, 1999, s.73.

55
' "

Cemâlnur Sargut

• O'na ilikin bir belgeselde, 'dünyâ hayatnn geçici, fânî, sigara

duman gibi dahp hayâl olan zevklerine asla kymet vermedii,


Hak zenginlii ile dolu yüreinde saltanat- ilâhiyeyi tad ve
onu manevî gdaya çok muhtaç cemiyete alad' belirtiliyordu...
Dorudur efendim... Sâmiha Ayverdi, annem Mekûre Sargut'un
ifadesiyle, bize her zaman unu söyler:

"B/^w soframî^da yiyecek olarak sadece ekmek, ^tin bulunsayine de

bi^ çok :(engini\. . .herkesten daha çok ^enginiî^ Çünkü gönlümüzde


Hak a§k var, servet-i a^kmt^ var. . . ijte hakiki ^enginlik budur...

Sâmiha Ayverdi, ilâhî rahmet olarak yaamaktadr.

"Etrafna dâima iyilik, hayrseverlik, yardmlamay öretir. Umumun


hayrna olan her türlü idleri ylmadan yerine getirmek ve cemiyeti

tekâmüle sevk etmek hususunda hiçbir aksama göstermeden gayret

kucan beline kujanmij olan hâlis bir insandr, insân- kâmildir.

Hocasnn emeklerinin ve nefeslerinin bir tekini dahi ^^/ etmemitir.

Daarcnda bulunan ilim, ifan, edep, hikmet, fey\ ve muhabbeti,

sebil halinde cemiyete datmaktadr.

Etrafm ve elinin dedii her yeri, her eyi ihya etmektedir.

Hocasnn elinde bir kalemdir ki; Hak ve hakikatin müdafii


kesilmitir. Hocasnn elinde bir neydir ki; Hakk'n sesini her yerde
ve her zaman muhteem namelerle duyurmu, kulaklarndaki
beerî patrtl izâle etmitir.

Nefs ham iken hrs doludur. Ancak ruh makamna gelince


hrslarndan arnabilir. Bu olgunlama, hakiki insan bulmadan asla

ele gelmez. nsân- onun önünde yok olmadkça;


kâmili bulup
benliin ban onun önünde vurmadkça insan kabbnda olan
bizlerin, iç yüzümüzden de insan olmamza imkân yoktur, iç

âlemimizdeki hayvanlkla kalmaktan kurtaran kurtarclara muhtacz


biz. te hâlis bir kurtarc olan A)^erdi, gerek târihî bilgisi, gerek

^^ 21-
Mekûre Sargut, "nsân- Kâmil", Kuhhealh Akademi MeoHuas, sa\T 2-3, s.

22.

56
Sâmiha A^'^^erdi üe SIRRA YOLCULUK

tasa\^afi anlay, gerekse ahane sanaü ile cemiyeti dalâletten ve


zulmetten, hidayete ve aydnla çarmaktadr. Onun sesine kulak
vermek bahtllna erenlere ne mutlu... ve o ayna karsnda
kendini süsleyebilenlere ne mutiu...

• Anneniz Mekûre Sargut'un, u ifâdelerinden ne anlyorsunuz,


bunu nasl yorumluyorsunuz?: "1950 yhnda Hocam Ken'an Rifâî
Cemâl'e yürüdüü zaman, eski Erzurum milletvekili Salih Yeil
Bey bana *Kzm senin Sâmiha Ayverdi dediin o büyük kadn ne
:

koca sultanm ki onu bu gece mânâda gördüm; hocasnn manevî


miras ona bu hâdiseye melekler ahit oldular...' dedi.
verildi ve

Ashnda bu gerçee biz de yaayarak ahit oluyorduk. Çünkü


hakikaten, dünyâ ve âhiret yollarn hiç armadan ve birbirinin
hakkna tecâvüz etmeden, ayn paralel çizgide yürüyen ve yürüten

hem de bir nefesini bo geçirmeyen büyük Sâmiha Ayverdi'nin


peini izHyorduk. Hocasna, Pirine, Üstadna tam teslimiyete sahip;

Hak ile Hak olmu âhâne güzellii seyrediyorduk. Sâmiha


bir

Ayverdi, kendi yokluunu o derece arz etmitir ki, onda Hakk'n


tam teceUisi görülüyor. Kendisini ziyarete gelen ve eserlerinin
bayram olan bir zat ona; 'Sizi Mark Orel'e benzettim. u antik

eyayla süslü, saltanath evde, sizi tevazu içinde, yoklukta buldum.


Mark Orel de o muazzam saraynda olduu halde gece post

üstünde yatarm, yatana dahi girmezmi' demiti."

Annem o kadar güzel anlatm ki bu konu}Ti, bunun üzerine bir ey


demek çok zor. Ancak belki u söylenebilir. Sâmiha anne, seksiz

üphesiz, Efendimin mirasçsdr. Çünkü Ken'an Rifâî'nin "Hey koca


Sâmiha, kitaplarnla dergâhm yeniden açtn" derken burada kast ettii
eyin mânâ dergâh olduu. Efendimin her eyden önce mânâ
dergâhna deer verdiinin en güzel delilidir. Sâmiha anne
mânâsn devrinin
Efendisinin artlar ve mesuliyederi içinde

yaam, yaatm, öretmi bir sultandr. Ken'an Rifâî o devirde


yaasalard Sâmiha annem ne yapyorlarsa onu yaparlard. Ben
bundan \^zde yüz eminim. O sanki Hz. Muhammed'in mânâs
içerisinde devrin Fatma's gibiydi. Hz. Fatma'nn o muazzam

edebini üzerinde tard. Onun hiçliini ve tevazuunu görmek çok


kolayd ama aym zamanda hayet ve heybetinden titrememek

57
Cemâlnur Sargut

mümkün deildi. Benim Hz. Fatma anlaymda da aynen böyledir.


O yok ama var. Tpk Sâmiha anne gibi. bn'ül Arabi de
Hz. Fatma'y tarif ederken;

"Allahml
insan peklinde tecelli eden kudsî cevher,

Küllz ruhun sureti,

Akl âleminin biricii,


Nebevi hakikatin parças,

Alevi nurlarn panldamayeri,

¥âtm srlar kaynann öt(ü,


Cehennemden kurtulan ve sevenlerini cehennemden kurtaran,

Yakn aacnn mey vasi.


Kadnlar âleminin sultan,

Kadriyüce, kabri meçhul,

Resuller Sultan 'nn gö\ nuru,

Betül Zehra'ya
'^°
Salât ve selâm et..

demiyor mu?

Sâmiha hanmn çahkanhndan çok söz ediliyor... Dünyây


âhiretin mezra olarak gören bir anlaya, bir ahlâka sahipti, deil
mi?

Evet efendim. . . Esasen dünyâ ve âhireti bir arada götürmek çok az


kiiye nasib olan bir peygamber ahlâkdr. Sâmiha anne yaard,
gezerdi, yurtdna giderdi, görürdü, gördüklerinden ders alrd.
Onlar yaanan her eyden ders ahr ve ders olarak anlatrlard. Çok
k ve çok edebli giyinirdi. Bu hâli de ben acizane Hz. Fatma'ya
benzetiyorum. Çok temizdi. Evinin temizliiyle dahi ilgilenirdi.

Hz. Peygamber gibi. Her zaman prl prl bir stanbul, Osmanh

Yaar Nuri Üztürk, Eh/-i Reyf'in Annesi Ha;^el-i Fatma, stanbul: Yeni Bo^ot
Yaynevi, 1982, s. 182- 183.

58
Sâmiha Ay^erdi üe SIRRA YOLCULUK

hanmefendisi edebi içindeydi. Son derece misafirpen^erdi. kram


etmevi çok severdi. Annemde de olan vericilik ve ikram etmek
allâkmn Sâmiha annemin ve efendimin tavr olduuna çok iman
ediyorum. Daha kapdan misafir girdii anda ne ikram edilecei
sorulurdu. Bunun peygamberle alâkal olduunu daha sonra
örendim. Hediye vermeyi severdi. Dâima yannda bir kutu olur ve
o kutunun içinden aratrp, her ziyaretçiye bir hediye çkarrd. Biz
iki kardein bayram hediyeleri Ramazan'n ilk günü gelirdi. Bizde

ikinci gün kendilerine bayram hediyesi götürürdük. te bunlar tam

"ahlâk- Muhammedf^t. Hiçbir zaman ar bir hâlini görmedik.


Gülümsemesi her zaman mübarek yüzündeydi. Ama ben çok
nadiren rastladm, dilerini gördüüm utangaç gülümseyiini çok
özlediimi düünüyorum. O özel bir haldi ve o hâlini çok az kiiye
gösterirdi. Sâmiha anne çok mütevaziydi. Ne zaman kendisini

methetseniz asla dinlemez hepsinin Efendisine âit olduunu


söylerdi. Genellikle ciddî ve mesafeli idi. Yirmi küsur yalarnda dul

kabp profesörler ordusu yetitirmi bir sultan oluu edebine ve


disiplinine babdr. Etrafndaki mutaassp insanlarn taassubunu

ykm devrin Ali'sidir o.

• 'Çünkü gönlümüzde Hak ak var, servet-i akmz var. . . ite hakîkî


zenginlik budur.. .'daki srrn biraz açar msnz?

Dilerseniz, bir mektubundan bunun cevabn arayabm. öyle diyor:

'Ya t^engin kime denir, ^enginlik nedir? diyecek olursak, ^u gök kubbe
altnn ebedî geçer akçesi olan îmân, ihlâs, insaf, doruluk, cömertlik,

hasbîlik, feragat, fedâkârlk, gü^el ahlâk, vatan ajk, hikmet ve irfan

gibi ulvî vasflan mayalayp etraflarna taranlar yetyü-:(ünün gerçek

enginleridir. Alim hâkime muhtaç olduu halde, hâkimin âlime


ihtiyaç duymayp gibi, kasalar varlkla dolup tabanlar da, bilerek,

bilmeyerek gönül ^^enginlerine keküllerini uratmaktan hâlî


'^^
kalmaklar.

Mabette Bir Gece adl o muhteem eserinde bir beyân var,

hatrbyorum :

smet Binark, Sâmiha Ajverdi'nin Mektuptan, stanbul,yayev 2002, s. 266-267.

59
'

Cemâlnur Sargut

"Bemm, Kref^üs'ün ne hazinelerine ne de ihsanna ihtiyâcm var...

çünkü ondan ^nginim. Asl sen frsat kaçrma da hana, benim


ha^înelerime gel! Kre^üs'ün altnlar topraktan, yerin altndan çkar;

benim varlm ise gönlümden, gönlümün nihayeti bulunmayan


derinliklerinden fkrr. Gel, hana gel ki, sana, hu endaze ve hesaba

gelmeyen servetten saçaym. . . Gönlümdeki î^evk külçelerinden, el

sürülmemi mücevherlerden vereyim...

Benim bolluum, benim ölçüye smayan gönül t^evkim Kre^üs'te ne


Eer fakir olsaydm, elbette senin gibi -z^engin olmann çârelerini
ge':(er?

arapmrdm. Hem halkalarnn ihsan benim boa^mdan gitme^:^ ki.


Bana, bu ihsanlarn dilencisi olmaktan, kendi hünerimin efendisi

olmakyektir. Zengin olmak için tutturduun yol pek yanlç... Zîra ne


kadar varln olsa, tamahdan geçmeyince t^engin saylma-:(sn. unu
iyice bil ki, eer Kre^üs t^engin olsayd, durmadan mal toplamaya,
haznelerinin yekûnunu kabartmaya bakmad.

Sâmiha Ayverdi zenginlik kavramn tipk bn-i Arabi ve Mevlânâ


gibideiik bir lugâda açklayan bir sultand. Çünkü o müridinin
açklamasna yorum geürmid. Sâmiha Ayverdi için el ele Allah'a
bir

yürüyecei dosdarmn olmas yeter derecede büyük bir zevkti.


nsanlarn paras olmayabilirdi. Ama el ele birlikte yürüyecei
dostlar ve meguliyeti vard. Mâlumâlîniz cennetin bir ismi
ugûldür, meguliyettir. Sâmiha anne dâima meguldü ve
cennetteydi. Onun zenginlik anlay mâneviydi maddî deildi.

Kendi ifadesiyle zenginlik, Nazb Hoca gibi etrafna tâlim, tedris

gayreti içinde bulunan medenî bir zenginliin büyüklüü ve ibâdet

ölçüsünde efkat ve dostluk akyla vazifesini iman klf içinde sarp

sarmalam olanlarn yolu'ydu.

• Yâni, Batmayan Güf ûn insan...

Sâmiha annenin eserleri de rahmet srrnn peindedir. Yani kâmil


insan'n... Ashnda bütün eserlerinin merkezinde o vardr.
Batmayan Gün 'de de öyledir. Bakn ne diyor:

^^
Sâmiha Ayverdi, Mabette Bir Gece, stanbul: Kubbealü Neriyat, 1996, s.79-80.

60
'

Sâmiha Aj-verdi üe SIRRA YOLCULUK

"Bir muhasebe ve kontrolle salama alnm hayat, insanlardan yeis ve

ümitsizlii silip, tahammül, hatta ^evk gücü verir. Onun için ne algn

bir ne'e ile sarho§ olmak, ne de herhangi bir musibet dolaysyla

kendini öldürecek kadar kederlenmek bu kimselerden geçmitir.

Hayât, bilerek, severek, onunla iki dost gibi anlatarak yasamaldr.

Ben körü körüne yaamak istemiyorum. Onunla dost olunca cilvelerini

ho§ karlamaktan daha tabiî ne olur'? insan sevdiine darlr m?'

"Scak ve souk, karanlk ve aydnlk, güllük ve çirkinlik, itibar

edicinin îtibânndan dolay iki oldu. Kâinatn bu iki renk olmas, itibar

cihetiyle tezahür etti. Yoksa unu da bilmelidir ki renksiî^lik, rengini,

dâima iki renkten gösterir. Çünkü marifet, iki renkten tezahür eder ve

iyi kötü, birbirinden bu suretle seçilir. Havas^ hayât bir kimse ne

gördü ne de iitti. Sirke balla, tatllk aclkla meydana çkar. Horluk,

eref ve i-:^ti aikâr eder. Noksanlar, kemâl vasfnn göstericisidir.

Hâsl her ey ^dd ile meydana çkar. (...)

Ate, günein ^yasnda gii^li ve ayn kursunda aikâr olunca, günein


ateini ayda nur olarak görürsün. Ket^â, birlik güneinin ateini de

dünya, yâni bu ^uhur âlemi ayna baknca ^â gibi görürsün. Fakat


bunu görebilmek için de kalbini o ^â ile açmak lâî^mdr.

Ne güf(eldir o bakan için ki aktan gelen nurla gene ona bakar ve onu
onunla görür. Gö:(de nur olmaî^sa, göî(ü açk körler gibi o kimse baksa

da görme^ Hâsl o nuru bulan kimse, öyle bir hâle gelir ki hâlini ne
kendi bilir, ne de kimse. . . Onun iki âlemle de bir iliii kalma^ Ak,
uuru da lâuûru da kapar ve o kimse î^evk içine batp gider. Her ne ki
aktan bakadr, ne olursa olsun, servet, öhret, bilgi, hüner, gü-:^llik,

saltanat bunlar görünüte tatl da olsa, hakikatte o, can çekimektedir.

Can çekimek, aka kavuamamaktr.

Sâmiha Ap-erdi, Vtatmayan Gün, stanbul: Kubbcalt Neriyat, 2004, s.84.

Sâmiha Amerdi, Batmayan Gün, stanbul: Kubbealt Neriyâü, 2004, s. 105.

61
' .

Cemâlnur Sargut

"Sokrat: 'Güzel bir besteyi, bu ahengi tekil eden notalara

ayrsak, meselâ dâima (re,re,re) yahut (mi,mi,mi) desek, o


besteden bulduumuz zevld, tek tek notalarda bulabilir

miyiz?* der.

Demek ki ahengi vücûda getiren, ti\ ve pes muhtelif ^t sadâlann

anlatmas imi.

te kâinatn da ihtiam ve saltanatm devam ettiren, î^tlann

hirlemesidir. Binâenaleyh iimi^ gelmeyen görünüler veyaratllar da,


küllün saltanat ve devam için bir î^arûrettir.

Rahmet iki ekilde tecellî eder. Bir tanesi yaradltaki rahmet


ikincisi de tekâmülümüzdeki rahmet. Sâmiha anne gerçekten bu iki

idrâkin temsilcisidir. Çünkü o bizi kendi hakikatimizle ortaya

çkartt. Yâni nefsimizden geçirip mânâmzla Allah'a ulamamz için

bü\öik çaba gösterdi.

O halde Sâmiha anne bizdeki putlar krarak bizi nefsimizden


kurtanp ruhumuzun varln ortaya çkaran bir öretmendir. .

Çok doru... Bu konuda Hz. Ali'nin hikâyesini anlatmak lazm.

Peygamber efendimiz Hz. Ali'yi mübarek omuzlarna çkararak


Kabe'nin putlarn ona krdrtr. Sâmiha anne de Efendisinin
omuzunda bizim pudarmz krd. Put krmak u demekür: nsan
an'ane ve geleneklerden gelen, aile yapsndan gelen, mereplerden
gelen maddî ve mânevi pudarla donanr. Kabe'nin içi bomboken
pudarla dolmu olduu gibi biz de kendi pudarmz oluturduk.
Kurallarmz vard ve bu kurallara uymayan herkese dümandk.
Sâmiha anne bunlarn hepsinin yanb olduunu bize haliyle

gösterdi. Kendileri bizleri sohbetten ziyâde kitaplaryla ve haliyle


irad etd. Bir de çok özel ve özenli uyarlarda bulunurlard, deiik
hâtiralar anlatarak ve kendisinden örnekler vererek bizi

yönlendirirlerdi. Bugün hâlâ kulluk konusunda hatâlarmz varsa


tamamen bizim idraksizliimizdendir. Hayâtmzn en zor

" Sâmiha Ay-verdi, batmayan Gün, stanbul: Kubbealt Neriyat, 2004, S.249-25Ü.

62
Sâmiha A3-\^erd üe SIRRA YOLCULUK

günlerinde dâima yanmzda olan bir müridimiz vard. 1960


Mndaki ihtilâlde babamn hapse götürülmek üzere evden
abnacan düünen Sâmiha anne sabahn saat be buçuunda elinde
bir aylk kiramzla bize terif etmiler ve babam askerler tarafndan

alnana kadar evde beklemiler. Ancak annemin huzurlu olduunu


gördükten ve para durumumuzu ayarladktan sonra evden
ayrlmlar. Fakat ne enteresandr ki asl Yassada'daki
mahkemelerde babamn yamndayd. Sadece babamn deil, merhum
Tevfk leri, Atf Benderliolu gibi birçok örencisinin tüm
mahkemelerinde de yanlarndayd... Babam sapsar bir )Tazle ''ailem

si-:^ emânet" dediinde "asîl sen hana emânetsin evlâdm" derken neleri
}Kiklenmi olduunu Ben çocuumun ölüme
bize öretiyordu.
doru gittii çok zor anlarmda Sâmiha annemin her zaman
yammda olduunu biliyordum. Birçok kiinin iftirasna uradm
zamanlarda o aslanlar gibi beni müdâfaa eden bir sultand.

Yaammzn her devresinde imtihanlarmzda, problemlerimizde,


skntlarmzda, mutluluklarmzda yanmzda ve ahitti. Onun için

o hakikaten bir rahmet der}'âsyd. Bu sâdece benim gibi

çocukluundan itibaren ahp yetitirdii örencisi için deil, en


uzakta hapiste, kenarda, köede kalm bir Türk vatanda ya da
yabanc bir insan için de böyleydi. Meselâ kendi kznn bir sorunu
olduu devrede, hapishaneden kendisiyle görümek isteyen birinin

ihtiyacn ön plâna alm ve evlâdn arka plâna almtr. Ona; ''anam,

ruhumun anas" diyen devrin en bÜ5Öik âlimlerinden Anne Marie


Schimmel'i, Eva de Vitray Meyerovitch'i unutmamak lâzm.
Görüldüü gibi o sâdece slâm âlemine deil Hristiyanken
Müslümanl seçen ya da Hristiyan hattâ Musevî olan birçok kiiye
tesir etmitir.Onun ayrmsz sevgisi bütün insanbk âlemi için

geçerlidir. Onu mücadeleci ve taraftar görenler asla bu konuda


yamlmasnlar, rahmeti her kuatmt.
Hattâ bir yangn
yan
söndürme arabas giderken saatlerce kim olduunu bilmedii
insanlar için duâ ettiini ben gördüm ve yaadm. Bütün ömrünce
mücâdele ettii birinin ölümünü duyduunda da oturup dua ettiini
hatrhyorum. Dolaysyla insann ahsna kar hiçbir problemi
olmadm da ben yaayarak gördüm. Her insandaki Allah'n ismine

63
Cemâlnur Sargut

hürmet ederdi. Ama bu Mûsâ oluuna ve Firavunla mücadelesine


engel deildi.

Bizim, modern zamanlarda bir kabz/daralma hali yaayan düünce


geleneimiz ve yoksullaan irfânî yaammz içinde Sâmiha Ayverdi
nasl bir yer igal eder?

Efendim bu kapsamh suâlin cevabn, istersen2 Efendim Ken'an


Rifâî ile büyük bilge bn Arabi'de arayalm. Efendimin erhli
MesnevVsmdtn öreniyoruz ki,

"A-llah bilgisi nurunun aydnlnda görünme^ olan kimselerin


duygulan ve akllan, Kur'ân- Kerim 'in Yâ-Sîn sûresinde buyurulan
'T^e-i^lâhüm cemî'un ledeynâ muhdarûn " âyet-i kerimesi gereince en

küçük bir çanl§la; ebediyet demlerine dalar ve kendi varlklanndan


kaybolur. Bu bir ce^be, ^evk, bir vücuttan geçi§ hâlidir. Huda
tarafndan çanl derecesine göre, Hakk 'in varl nurunda mahv ve

kaybolan kimsenin ülgerinden o ce^be ve §evk hâli çekilince, tekrar


vücut kayd ballar. Bu, güne§ gidince yld^ann görünmesine ben^r.
Duygu ve düzünce yldran, be§eriliin karanlk gecesinde yeniden

panldar ve insanda dünyayükleriyle dünya külfetleriyeniden ballar.

Böylece Allah'n ce^bettii âjik ruhlan, tabur tabur, pûra dönerler.

Ancak ruhlannn kulanda irfan küpeleri belirir, türlü ilimleri, türlü


"^^
hakikatleri bilerek uyanrlar.

'Bu tpk, bir kâmil müride vamîadan önce gönlü karanlklarla dolu

olan müridin, müridinin irjâdyle aydnlanp güneylerden daha nurlu


bir ruh hâline girmesi gibidir. Çünkü büyük mürit, karanlk srlan
aydnlatandr. Bunun içindir ki nefis, ihtiras ve ayplanyle dünya
kirlerinden kurtulmuj, Allah'la dirilmij bir velîyi tanyp ondan fey^
alan kula ne mutlu!'^^

Kabz ve bast hâli nedir o halde?

Ken'an Rifâî, erhti Mesnevî-i erif, stanbul: Kubbealt Neriyâü, 2000, s.542.
Ken'an Rifâî, erhli Mesnevî-i erif stanbul: Kubbealt Neriyat, 2000, s.214.

64
.

Sâmiha Ayverdi üe SIRRA YOLCULUK

bn Arabi hazretlerinin Tuhfetü*s-Sefer'[nden örendiimize göre;

"Kab^' manevî varidatn kesiliji, bast ise manevî varidatn gelinidir.

Herjejin bir mevsimi, vakti ve raman olduu gibi, bu iki hâlin de

mevsimi vardr. Bunlann mevsimi; Has muhabbet hâlinin

banlamasndan evveldir, sonunda deil Hattâ muhabbet hâlinin


balad sralarda dahi olmat(lar. Genel olarak ele alnan muhabbet
hallerinde deyine kab\ ve bast yoktur. Bir kimse bu durumda ise onun
için ancak; korku ve ümit mânâlarna gelen havf ve recâ vardr. Kab^
halinin varl, nefsin ortaya çkmas ve kulu alt etmesi sonunda

göriilür. Bast halinin ^uhuru ise, kalbin safa bulmas ve her bakmdan
üstünlüü gösterdii gamana rastlar. Bat^ samanlar, bilinmeyen

sebeplerden ötürü, bir varidat olarak insan kabî(^ ve bast hâli sarabilir.

Ne var ki, asl istenen, her ikisinin de olmamasdr. Bir kimse kab^ ve

bast hâlini yok eder her iki halden geçip yükselirse, onun nefsi itminan
'^^
hâlini bulmu saylr.

• Celâl ve Cemâl tecellîsi yâni. .

Evet. . . Ibn Arabi'ye göre,

"Celâl sfatnn tecellîsi bir geldi mi, gayn ^r gider. Zîra o tecellî,

temkin makamdr. Cemâl sfatnn tecellîsi devaml deildir. Zîra


cemâl tecellîsi telvin makamdr, insan bu sfat tecellisinde renkten renge
girer. Halden hâle geçer.

Müahede hali tecellî ile olur. Ama bu o demek deildir ki müahede


tecellîsi^ olma^l. Tecellîsit^ de olur. Tecellî ise müahede ile olur. Ama
bu o demek deildir ki tecellî müjâhedesi^ olma^ Müjâhedesi^ de olur.

Müahede ve tecellîye gelince, her ikisi de ancak mükâ§efe ile olur. Ama
'^^
tek babna mükâfefenin olu^u da mümkündür.

Bana göre o bastt. bn-i Arabi'nin de dedii gibi insann tabiatnn


hâdiseleri cabza götürür çünkü Hzr Ilyas'n da mânâs budur, diyor
Ibn Arabi. lyas peygamber tabiat tabiat hadiselerini dengeleyen bir
sultandr ya da Idris peygamber. Ayn makam temsil ediyorlar. te

bn Arabî, 'luhfetü's Sefere, stanbul: Kitsan yay., 1998, s.110-1 1 1.

bn Arabî, Tuhfetü's Sefere, stanbul: Kitsan yay., 1998, s. 96-97.

65
Cemâlnur Sargut

bu bak açsndan insann tabiat, merebi ve dardaki tabiatnn


etldleri insan üzerinde kabz yaratr ve mürid o kabz bast'a götüren
sultandr. Kabz ve bastin birbiri için deerini bilen kii dâima içinde
Hdrellezi yaar. Çünkü mürid Hzr gibidir ve basttr. Kabz hali
de lyas peygamberin tecellisi gibidir. Dolaysyla Hdrellez'in
içimizde yaanmas, baharn içimizde açmasdr.

Mekûre Sargut'un, onu anlatrken and, 'umûmun hayrna olan


her türlü ileri ylmadan yerine getirmek ve cemiyeti tekâmüle sevk
etmek hususunda hiçbir aksama göstermeden gayret kuan
beline kuanm olan hâlis bir insandr' sözündeki, 'gayret kuan
beline kuanmak' benzetmesini açar msnz, gayret nedir, gayret
kuan kuanmak ne anlama gelir?
Gayret, aslna bakarsamz bir zorlama bir mecburiyet deildir.
Gayret, insann sevdii için yapt çabmalarnn tamamdr. Bunun
bir kuak olarak gösterilmesi zünnarla olan alâkas gibidir.

Biliyorsunuz Hristiyanlar zünnar balarlar. Bu Hristiyanlarn


dinlerine olan balln anlatr. Burada gayret kua, sanki gayret
gösterdii hadiseye bu hadisenin yaraücsndan dolay balanmak
gibi bir üiki anlatr. Sâmiha anne Allah akyla gayret etmitir. O
yüzden O'nun gayred ve yaptklar iler sadece müridlerinin,
etrafndaki örencilerinin hayrna deil dünyann hayrna olan
ilerdir. Bu yüzden birçok dünya liderlerine, siyasetçilere,

Türkiye'deki devlet adamlarna, özellikle eitim ve eitimin önemi


konusunda yüzlerce mektup ve yazlar yazmtr. slâm âleminin
birlemesi için çok büyük çaba göstermi, bölünmelere kar çkm,
Yahudilerin, hiç tasvip etmedii halde hayranhkla izledii birlik, bir

olma çabasn islâm üzerinde uygulanmas için çahmalar yapmtr.


Türk-Islâm sentezi dedii aslnda Türklükle slâm arasnda birleme
deil de ikisi arasndaki srât- müstakimi yaamak açsndan çok
önem kazanan söyleilerde bulunmu, kendi görüünde olan bütün
insanlar bir araya toplam ve ortak mücâdele vermeyi tercih
etmitir. Nefsânî arzularmzdan geçerek baka insanlarla
birleilebileceini telkin etmidr. Onu sadece bir Türk ve slâm
âlimi diye düünmemek gerekir, o bütün dünyânn âlimidir. Çünkü
tevhid anlay içinde hareket etmidr. Türklüün de slâm'la

66
Sâmiha A\'\'erdi üe SIRRA YOLCULUK-

badan çok güzel anlatmtir. Çünkü ona göre slâm' en güzel


yaayan Türk'ün gelenei ve an'anesidir. Türk kendi hakikatini
Türklüünü bildii zaman, slâm olmann zevkini, slâm'
yaamann hakikatine, güzelliine çok kolay adapte olur çünkü
slâm sanki Türkler için gelmi bir dindir. O'nun Türklük anlay
içinde Çerkezler, Kürtier, yani ülkenin smrlar içerisinde yaayan
rklar farkl gibi gözüken bütün insanlar vardr ve hepsini
Bü)âik bir dahi olduu için dünyamn sorunlarna
birlemitir.
devrindençözüm aramür. O, rahmeten li'lâlemindir. 1970'li
yllarn bamda dünyann küresel snmaya, çöl olmaya doru
gidiini anlam ve bu konuda tedbirler almaya
balamtr. Sâmiha
anne parklar oluturdu. Aaçlanmaya önem verdi. Türkiye'nin daha
sonraki problemlerini çok iyi görmü, hepsiyle ilgili araürmalar
yapm ve yaptrmür. Bu problemlerle bugün karlaükça
elimizde hazine deerindeki araürmalar bize rehber oluyor.

67
Cemâlnur Sargut

Hepmif(^ kâinat kitab içinde birjja^iî^ ve

dünyâya, kendi vücûdumu:^^ suâlinin ifâde ettii

mânây çöî^mek için gönderildik...

Sâmiha Ayverdi, Dile Gelen Ta

68
Sâmiha A^-verdi üe SIRRA YOLCULUK

Sâmiha Annenin Eserlerinde Yazd Her Cümle,


Kenan Rifâî'nin Mânâsndan Birer Örnektir...

'Hocasnn elinde bir kalem, dilinde bir neydir' belirlemesine


dönmek istiyorum. Sâmiha Ayverdi'nin bu anlamda hocas ile
üikisindeki sr nedir? 'Allah'n eU, bütün ellerin üzerindedir' haberi

açsndan bakldnda bu tespitten ne anlamak gerekir?

Yolcu Nereye Gidiyorsun adl eserinde öyle der:

"Benim dümenim onun a§kdr; ne tarafa döndürürse o tarafa giderim.

Kâh emîr olur buyruk yürütürüm, kâh esir olur yerlerde sürünürüm.
Ancak her nefeste bu ferman sahibinin mahkûmuyum. '"^

Mâlûmâlîniz ney Mes/^v/'de anlatld gibi kâmil insan temsil eder.


Neyin içi boaltlm, o}Talmu, üzerine delikler açlm ve cayr cayr
yaklm, kendine ait hiçbir sesi, gücü ve kuvveti kalmam. Sanki
Mevlânâ'mn anlatt babn içine batm ar gibi, babn hareketini
veren ya da neyde olduu gibi üfleyenin sesini veren bir istirak
halindedir. Sâmiha anne aynen böyleydi. Ondan Efendisinin sesi

zuhur ediyordu. Bu herkesin anlayabilecei Çünkü o


bir hal deildi.

hal ancak Efendisinde yok olmu, fena f'-eyh makamna ermi

fena fi'-eyhten sonra fena fi'r-resûl ve fena f'Uah makamlarnn


idrâkinde olan bir sultan için geçerlidir. Biz müridleri olarak bunu
yaadk. Ben efendim yaasa böyle hareket eder diye Sâmiha
annenin hareketlerini ölçü olarak alrdm. Sâmiha annem de annem
gibi Efendisiyle uzun süre yaam bir insand. Dolaysyla O'nun
kendisini her zaman arka plana atp Ken'an Rifâî'i anlat, özellikle
tasa\^'ufi konularda O'nun öütleriyle insanlk âlemine seslenii,

tamamen Efendisinin sesini aksettirdiini gösterir. O'nun efendim


dedii Ken'an Rifâî hazretleridir, ney'dir. O Allah'n sesini
aksettiren Hakikat-i Muhammedi'yi tayan bir neydir. Dolaysyla
"Allah'n eli bütün ellerin 4':^erindedir'\r\ mânâs Ken'an Rifâî'de tecellî

Sâmiha A\-\'erdi, Yolcu Nereye Cidiyorsun, stanbul: Kubbealt Neriyat, 1997,


S.173.

69
Cemâlnur Sargut

eden zâtnn zuhuru, Sâmiha annenin, Sâmiha anneden tecellî eden


mânâ ise bütün müridlerinin üzerindedir, sözüyle teyit olur. Bizler

Sâmiha anne vastasyla yaayan zat tecellisini görürüz. Yani O'nun


yaayan Kur'an oluu da Allah'n mânâsn en güzel anlatan bir
delildir. O'nun ilminin sonsuzluu, hiç durmadan öretme
gayretinde oluu, adetâ miraçta ümmetini anan Peygamber tavryla
örencilerine kucak aç kâmil mürit olduunun delilidir.

Efendimiz, kendileri ilim dehâs olmasna ramen akademik kariyer


yapmamlar. Hattâ Medine'de öretmenlik yapmak için

mevkiinden dümeye raz olmular. Kendini hiç anlatmam bir

sultan var karmzda ama Osmanh'nn son devrinde tasavvuf


anlayyla devrim yaratp devre damgasm vuran bir sultandr.
Dolaysyla O'nu anlatmak için de birisi lâzmd. O kalem Sâmiha

anne oldu. Efendim kendi kalemini kendi kullanmad ama Sâmiha


anne vastasyla kendini bütün dünyaya anlatt. Sâmiha annenin
eserlerinde yazd
her cümle Efendi'min mânâsna örnektir. Bu
beni hep hayrete düürür ve kendi yolumu çizite de bana çok
örnek olmutur. Yani önce örencisini düünen ve ömrünü kendini
mehur etmek için deil halka hizmet için geçiren kiilerin mürid-i
kâmil olduunu ben Sâmiha anneden örendim.

nsann, 'kulaklarndaki beerî patrty izale etmesi* ne demektir?


Ayverdi'yi bu açdan nasl deerlendirmek gerekir?

Yine, kendisinden dinleyelim. Yaayan Ölü üen :

"iyice skmam bir çemeden damlaya damlaya hâsl olmu bir su

birikintisi, o çemenin yalanda kirli ve kötü kokulu bir rutubet


brakr. Bunun ya çemenin ap^n skca balamak
çâresi, veya o

birikintiyi iddetli bir günee mâru\ brakp kurutmaktr.

Mademki bi^ insanlar beer î^aaflannn, vücûdumuî^ çemesinden


damlamasna mâni olamyorum u halde o pis kokulu birikintinin

70
Sâmiha Aj'verdi üe SIRRA YOLCULUK

süratle buharlamas için keskin bir günein imdadna boyun ememi


icap etme^miV^^

Biz ne kadar ansl bir grubuz ki, çalmaktan hiç vakit bulamyoruz
mâlâyâniyle uraacak hiç vaktimiz olmuyor diye düünürüm. Ne
doru dürüst televizyon seyredebiliyoruz, ne maddî hayâtn
içerisinde dedikodu dinlemek gibi kötü alkanlmz var. Ne
hastalklarla megul olacak vaktimiz, ne çocuklarmzn maddî
dertleriyle derdenecek zamanmz var. Bizler dünyann en ansl ve
en zengin insanlarnz, derim. Biz bunu Sâmiha anneden örendik.

Sâmiha anne maddî dünyann paürt ksmna kulaklarn örtmütü.


Ve örencilerine de bu haliyle örnek olmutu. Yani o dünyevî
dedikodularn hiçbirini kale almazd. Ne kendisiyle ne müridiyle ne
müridleriyle ilgili aleyhte sözlerin hiçbirine deer vermezdi. O
Hak ve hakikat
hakikatin peindeydi, yalnz için çarpan bir slâm
klcyd. Hakikaten mücâhitd. Mücâhit, Hz. Ali gibi nefsiyle olan
bütün savan bidrmi, Allah'n aslan olmu ve eline ald kbçla
dümanlarmzla mücadele etme hâlini, tavrn,
nefislerimizi keserek

eklini bize öretmi bir sultandr. O bakmdan dünya


dedikodularndan ve dünya hallerinden bihaber ama bu devrin
hakikaderinden haberdar olduunu, çok iyi bildii tarihten ald
dersle devrin hakikaderini yorumladn görüyoruz. Bu hâli de
Efendisinden gelmektedir. Efendimiz gazeteleri okur, okumamz
ister, siyâseti takip ederdi ama kendisi siyasetin içinde olmad.

Bir yol arkada, Ayverdi için, TSJefs ham iken hrs doludur. Ancak
ruh makamna gelince hrslarndan arnabilir. Bu olgunlama,
hakiki insan bulmadan asla ele gelmez. nsân- Kâmil'i bulup
onun önünde yok olmadkça; benliin ban onun önünde
vurmadkça insan kahbnda olan bizlerin, iç yüzümüzden de insan
olmamza imkân yoktur. îç âlemimizdeki hayvanhkla kalmaktan
kurtaran kurtarclara muhtacz biz. îte hâlis bir kurtarcs olan
Ayverdi, gerek târihî bilgisi, gerek tasavvufî anlay, gerekse

41
Sâmiha A)-verdi, Yalayan Ölü, stanbul: Kubbealt Neriyâü, 2005, s. 135.

71
Cemâlnur Sargut

âhâne sanat ile cemiyeti dalâletten ve zulmetten, hidâyete ve


aydnla çarmaktadr' der... Bunu nasl yorumlarsnz?
Sâmiha anne çok kuvvetli bir köprüdür. Hakikat-i Muhammedi ile

yani Ken'an Rifâî'nin manâsyla bizim aramzda köprü kurmutur.


Köprü olmann en güzel yolu kendini hiç etmektir. Hiç olmak için
de önce herey olmak lâzmdr. Herey olu içerisinde her türlü bilgi
vardr. Sâmiha anne her türlü bilgiyi edinmi, her türlü bilgiyi

yorumlam ve bu bilgilerle hiç olmutur. Yani toprak olmak için

özgüven lazmdr. Özgüven Sâmiha annede vard. Çünkü müridi


onu öyle yetitirmiti. Ashnda bütün bunlar dille anlatbyor ama
diUe anlatlmas çok zor eyler. nsan ilk gördüü anda müridini
bilir ve sever. Onun müridi olduunun farkna varr. Farkna
varamasa dahi muazzam bir enerjiyle mürid-i kâmile doru çekilir.
akî de sait de devrin mânâsn anlatan mürid-i kâmile çekilir. akî
eletirmek için, sait sevmek için yanar, onda arad bütün ilimlerin
mânâsn bulur ve kendi ilminin hakikatini onda görür. Bir mürid-i
kâmil benim gibi olanlarn önce aklna hitab eder. Sonra o akbn
önemsizliini öretir. Ve gönlün akhmn, gönül ki Kabe'dir Kabe
biçimindedir diyor Muhiddin-i Arabi, orada zuhur eden akln
hakikatini bize gösterir ve külli akln bizde zuhuru için büyük bir

mücâdele verir. Bütün bunlar yaparken hiçbir ey yapmyormu


gibi gözükür. Biz Sâmiha anneyle bunu yaadk. Herkesi kendi
ilminden avlad. Sanatçy sanattan, fenciyi fenden, Allah akyla
dolu olan gönülden, ibadet edeni ibâdetinden, herkesi kendi
ilminden yakalad. Bu insann kendi bana becerebilecei bir ey
deildir. Bütün bunlar mürid mürid ilikisiyle zuhura gelir. Sâmiha
annem ku dili bilen Süleyman gibiydi; her devrin, her kiinin, her

ismin lisanndan konuurdu. Baz mutasavvflara göre ku


tasavvufta Allah'n isimlerini temsil eder.

Mürid müridinin aynasnda kendini seyreder. Çirkin taraflarn


görür. Onlarla mücâdele edip hocas gibi olma gayreti içine girer.

Yani, insamn sülûka balamasnn sebebidir hocas. Tasavvufta


sülük tövbeyle balar tevhidle biter. Mürid, "nuru'n ala nur"dur.

Nur Sûresi'nin 35. âyetinin açklamasdr.

72
,

Sâmiha Ayverdi üe SIRRA YOLCULUK

Ken'an Rifâî bunu öyle açklar;

"Allahu nuru's-semâvâti ve'I ard.. âyetinde buyurular ^arf, kandil

vücuttur. Ya, ruhtur. Fitil kalptir. avk ise §ark garb olmayan
nurdur. Bir kimsenin kalbinde bu nur uyand m, ona sa ve sol olmaî^
Fakat bunu da deme kimse idrak edip bu mânâya arif olama^ Ne

kadar açk ne kadar berrak olarak anlatsam yine de ifâdesi^ kalr.

Halbuki irfan sahibi bir dervij için bu ve emsali hakikatlerin


'^^
anlajilmaî^ bir tarafyoktur.

Sâmiha annem nurdu. Nur kendi çerâmz yakmak için bir ktr.
Bizdeki nurun ortaya çkmas için karanlk olan vücudumuz içinde o
nurun tecellî etmesi lâzm. Fakat bu tecellî için de gönlümüzü açtk.
Hatalarmz eksiklerimizi gördük. Karsnda talebe olduk. O da
nuruyla tecelli etti, yanllarmz ve hatalarmz daha net gösterdi.
Mücâdele etme yollarn öretti. Mücâdele etme silâh olarak ak
verdi. Dolaysyla da bizi terbiye etti.

Sâmiha Ayverdi'nin yaamn bilenler, Onun, 'dünyâ hayatnn


geçici, fânî, sigara duman gibi dalp hayâl olan zevklerine asla
kymet vermediini' söylerler... Bu ne demektir?

Efendim, Hanc, bunun srlaryla dolup taan bir eserdir. Sâmiha


anne, dünyann hakikatini müridinden öylesine derinden kavramt
ki, bütün eserlerinde bunu srarla ve o güzelim Türkçesiyle anlatp
durdu:

'Handr bu gönlüm, yâ misafirhane..

Derd konuklar, derman konuklar, hayâl konuklar, melal konuklar;


mümkün konuklar, muhal konuklar. Hele hasret, hiç çkma^ ordan,

çkma^ ordan.

Handr bu gönlüm, ykk, dökük..

Ken'an Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealü Neriyâo, 2000, s. 16.

73
Cemâlnut Sargut

Fakir konuklar, ^ngin konuklar, âlim konuklar, câhil konuklar;


gelen konuklar, geçen konuklar. Hele bir Hanc vardr, biç çkma^
ordan, çkma^ ordan.. "*^

'Diyorlar ki: 'Nereye gitsen dünyân da beraber götürüyorsun. Yü^mü


yenimle örtüp gülümsüyorum.

Dünyam m götürüyorum, öyle mi? Nefâhij hatâ! Kimse bilmiyor ki,

varmla youmla sana göç etmiim. Sevincimle, kederimle, geçmiimle,

geleceimle, ümidimle, hayâlimle sana tanmm. Senin dünyâna


göçmüüm. Senden gayn dünyam m var ki onu srtmda tayaym
Allahm!'^'

Ben çok kere Sâmiha anneden ama


"ben bu dünyâda ii bitenim
bitmeyenlere yoldalk etmem murattr" duydum, gördüm ve
hâlini
yaadm. Sâmiha anne sanld dünya içinde var ama yokm. Kâmil
insanlarm misâl âleminde yaad, bu dünyada da gölgelerinin
gözüktüü söylenir. Sâmiha annede biz bunu açk açk gördük.
Dünyâ zevkleriyle alâkab olduu zaman dahi mânâyla ilgiliydi.

Dünyann maddi hay hu\Tinun içine hiç girmedi. O er kiiydi.


Edeple yaam ve edebin öretmenliini yapm bir sultand.
insanlarla bir arada olmay çok severdi. O insanlar için gelmid.
insanlar için yayordu. Gece yars gelip dert yananlar, saaderce
dert anlatann derderini dinlediini ve çözüm yollar anlattn
biliyoruz. Çok hasta olduu zamanlar hâriç hayatnda kimseyi
reddetmedi. Yazmaca dâima tercih etmesine ramen insan
ilikilerine hiçbir zaman smr koymad. Kim ne yazsa cevap verirdi.
Kim hediye gönderse karlnda hediye gönderirdi. namlmaz bir
sultand.

Elinindedii her eyi ve her yeri ihya etmek ne demektir? Ayverdi,


bu anlamda neler yapmtr? rfan, edep, bilgi, sanat ve manevî
çabalar bakmndan nasl bir 'ihya' gerçekletirmitir?

Sâmiha A\^crdi, Hanc, stanbul: Kubbealt Neriyat, 1988, s.7.

Sâmiha A\-\^erdi, Hana, stanbul: Kubbealt Neriyâü, 1988, s.57.

74
Sâmiha Ap^erdi üe SIRRA YOLCULUK

Hepimizin ezeli bir kabiliyeti var ki bu Allah'n bizde isimleriyle

tecellisidir. Müridin vazifesi, bu dünyaya gelip nefis tarafndan


örtülen bu srr ortaya çkarmaktr. Ama hiç kimsenin srr bir
dieriyle ayn deildir. Kapasitesi de ayn deildir. O elinin dedii
herkeste o srr ortaya çkarrd. Srr eer ekâvetse ekâveti saitlikse

saitlii ortaya çkard. Yetitirdii hiçbir kimse dierinin ei deildir.


Onun örencilerinin hiçbiri birçok konuda dierine benzemez. Ama
hizmet konusunda hepsi birbirinin ayndr. Kzabilirler,
sinirlenebilirler ama Efendilerinin ad geçince hepsi alarlar ve
hizmet ederken el ele verip birlik halinde hizmet ederler. Onun
örencileri hem içine kapanktr hem dar dönüktür, O tam srât-
müstakim üzere yaamay bize öretmitir. Onun örencileri hem
srasnda çok kzarlar hem de zor amnda o insanla bir ve
bir insana

beraber Bu onlarn edep anlaymn her yerde ve herkeste


olurlar.

edebi görülerinin en güzel delilidir. Kimi örencisinde dünyann en


güzel hatlar, kimi örencisinde tezhipleri kimi örencisinde
destirleri kimi örencisinde besteleri, kimi örencisinde güfteleri,
kimi örencisinde öretmenlii, kimi örencisinde vericüii, kimi
örencisinde milliyetçüii, kimi örencisinde tarih uuru, kimisinde
de müritlii ile tecelli etmitir. Burada birkaç örnek vermek isterim:

Konya'nn bü}aik sultan Mehmet Emirolu, Allah sevgilisi ei


Hanife hanmla birlikte Sâmiha annenin örnek evlâtiarndandr.
Onu tandm günden itibaren her söyledii söz hayâtmn
gidiatnda rol oynamtr. Ama beni en çok etkileyen Konya'da
Zümrüt apartmanmn çöküüyle kaybettii onbir evlâdnn
arkasndan hiç sarslmay ve "onlarn nerede olduunu bilselerdi kimse
arkalarndan ü;(ülme^di" diyecek kadar ahadet makamnda oluudur.
O Konya'nn tevhid sultanyd. Müridine yakr ekilde yaad ve
vefat etti.

Yusuf Ömürlü'ye gelince, felç oluunu bile güzel karlayan ve


müridinin istedii ekilde yaamak için bu durumunu frsat bilen
bir sevgiliden bahsediyorum. Müridinin tevâzuunu ve ilmini alp
san'atna tam Yusuf Hoca bütün ömrünü tasa\'vaf
bir sultan.

musikisini yaatp öretmeye adad ve insanbk âlemine îmânn,


müride olan balln gücünü gösterdi.

75
Cemâlnur Sargut

Kur'an hocam rahmetli Hayri aabeyime gelince, onu anlatmak çok


zor. Onu tanyan herkes, ilminin büyüklüü, edebinin sonsuzluu,
tevazuunun derinlii konusunda arp kalrd. O müridinin
aynasyd, dostuydu, bizim de mürid anlaymz derinletirdi.

Allah ona konuma kabiliyeti vermi. Hogörüsü ve edebiyle insana


konuurken her cümlesiyle gönüllerimizin içine Allah
tesir ettii gibi

akm nakederdi. Müridi ondaki bütün güzellikleri ortaya


çkarmtr.

Sâmiha anne hepimizin kabiliyetlerini aikâr etti. Hepimiz kendi


çapmzda Allah'n mânâsm idrak etmek zevkini yaadk. Bu
yüzden müridimize balandk. Bazen insanlar birbirinin mürid
anlayna ters düseler de hepsi aym müritte birlenmenin zevkini
yaad. Yetitirdii herkesin mükemmel olduuna iman ediyorum.
Bu u demek deildir: "henim müridim dünyann en büyük mürididir.
Bajkasmn müridinden daha üstündür. " Ben iman ediyorum ki, hakîkî
müridlerde tecelli eden Peygamber'in hakikatidir. Onlar süt veren
anne gibi ilimleriyle müridlerini beslerler. Ne enteresandr ki herkes
kendi müridinin sütünde kendine lâzm olan hakikati bulur. Bu
yüzden Mevlânâ "etrafgülsel dolu ama en gü^li benimki" demiyor mu?
Bizim beslendiimiz süt ise hocamz gibi bizi smrsz hizmete
yönlendirdi.

76
Sâmiha Ayverdi üe SIRRA YOLCULUK

Seferim var, seferim var.... Dtan içe seferim var.

Bir eyyam gidejim, cihandan göçeyim, candan geçeyim... Seferim


var, seferim var...

Yanma yanama, derdime satama; sorma hâlimi, hilen bir


A.llah... Seferim var, seferim var...

Brak gideyim, gideyim, gideyim, kendimi geçeyim; tâ yanna


varnca, kapna ulannca... Seferim var, seferim var...

Dur deme duramat^ oldum; dünyâya sama:^ oldum. Yldiî^


yld^ atlaym, yeri göü abaym, sen önüme düveli, önü ard
olmayan, seferim var, seferim var...

Sâmiha A}^erdi, Hanc

11
Cemâlnur Sargut

Sâmiha Ayverdi, Hem Çok yi Bir Mevlânâ Hem De


Çok yi Bir bnü'l-Arabî Yorumcusudur...

• rfânî gelenein diline baktmzda, orada iki temel nokta


karmza çkyor: Birincisi, hikmet ancak hal ile aktarlabilir.

Hikmetin dilinin sembol ve sükût olduu söylenir. Bu bakmdan


Ayverdi'yi nasl okumak gerekir? kinci nokta, kendisine hikmet
verilen insana, bunu ifâde etme konusunda da yetki verilir ve sr, sr
olmaktan çkar, dile gelir. Ancak yine de bu, belli düzeyde
'srlanm', Harâbî'nin deyiiyle, 'ehline helâl, nâehle haram' bir
bilgidir. Ayverdi'nin onlarca kitap yazdn biHyoruz. Bereketli
ömrünün son yllarnda ar hastahna ramen, son anna dein
yazd/yazdrd biliniyor. Bu anlamda yazmak ve konumak,
Ayverdi ve onu okuyanlar/ dinleyenler için nasl bir zeminde
gelien, olup biten bir çabadr?

"Herkese aklnn yettii yerden konuf hadis-i erifinin yorumcusudur.


O'nun sükûtu bu demektir. Fakat hiç konumamak deil, herkese
aklnn yettii yerden konumak demektir. Dolaysyla Sâmiha anne
inanlmaz bir ak ehliyken, yanp tutuan bir Allah aklsyken sanki
dardan devletin meseleleriyle ilgilenen bir yorumcu olarak da
görülebilir. Dü konusuna çok önem vermi bir edebiyatç, tarihine

çok deer vermi bir tarihçi gibi de görülebilir. Çok iyi bir
mutasavvf, çok edepli Osmard hammefendisi olarak görülebilir.
bir

Anne diye görülebilir, Hocam diye görülebilir. Dolaysyla Sâmiha


annenin sükûtu bu hâllerinin zuhuru içinde ortaya çkmtr. Yâni o
anlad yerden hitab edecei kiiye dier hallerinden sükût etmitir.
Tarihçi olarak görünmesi gereken kiiye mutasavvf olarak sükût
etmi ve o ekilde de herkesi kendi ihtiyâc olduu noktadan
do)armutur. Hz. Mevlânâ'nn Fîhi Mâfh'te anlatt öretmenin
bir ilkokul örencisini önce taltif ederek bir bir harflerini düzelttii
gibi büyük bir O da kendi yapmcasna hatâlarmz
sabrla
Lüzumsuz övgülerle nefsimizi azdrmad.
hatrlatarak bizi eitti.
Yaptmz ilerin AUah'm izni ve gücüyle olduunu, bizim ise arada
sadece âlet olduumuzu sk sk tekrarlad.

78
Sâmha A\'verdi üe SIRRA YOLCULUK

Dolaysyla Sâmiha anne mânây anlatrken semboller kulland.


Kur'an metoduyla hikâyelerle eitd. Çünkü Hz. Mevlânâ'nn
Kur'an tarif ederken söyledii gibi yüzgörümlüü vermeyene
yüzünü açmayan bir sultand. Ancak senden istek görürse

}öizünü açard. Hz. Ken'an Rifâî bu konuda çok bü}aik bir örnektir.
Çünkü mürider önce soru sorarlar ve örencisinin kapasitesine
göre eitirler.

Çok sevdiimiz rahmetli Azize teyze Ken'an Rifâî hazretlerinin ilk

örencilerinden biriydi. Her sene 7 Temmuz'larda Ken'an Rifâî'nin

vefat günlerinde stanbul'a geldiinde Ankara'dan sadece senede bir


gün Sâmiha annemi görme frsat yakalamamn zevkiyle karsna
otururmu. Bir keresinde Sâmiha annem bir saat süresince hiç
konumadan güle güle "A:^^'cigim", buyurmular. Ondan sonra da
"ne kadar gü^l sohbet ettik deil mi?" demiler. Demek ki hakîkî sükût
karsndakinin ihtiyâcna göre cevap vermektir. nsân- kâmil
sembollerle Kur'an'daki gibi kimi örtülü kimi açk Allah'n mânâsn
karsndakine alayan, zerk eden güzel bir sultandr.

Bir gün hocam arabamla ziyaret etmek istedii dostiarna götürmek


lutfolmutu. Henüz yeni hastahktan kalkm, felç geçirmi olduu
için (malum felcin mübareklerin özel hastal olduu söylenir),
çok hareket etmemesi gerektiini biliyordum. Kullandm araba
çok büyük ve yeniydi. O'nun için nasl kullanacam da çok iyi

bilmiyordum. Yava yava gidip sert sürmemeye dikkat ediyordum.


Fahrettin Olguner adb örencisini ziyarete geldik. Evinin önünde
durduk. Fahrettin aabey aaya indi. Hayatm bo^nanca
unutamayacam bir haldi, onbe dakika baktlar. Hiçbir ey
konumadlar. aabey abyordu. Gönüllere hitab ederdi
Fahrettin
Sâmiha anne. Daha sonra birçok zamanlar Sâmiha
Ayrldk.
annemin susuunun benim iddiab konumalarmdan daha tesirli
olduunu hatrlayp susmay tercih ettim. O günün sonunda O'nun
adalet anlayyla ilgili verdii ders beni sarst. Bütün dikkatime
ramen en son gideceimiz yere vardmzda arkamzdan bir araba

Arabamn arkas parçaland. Bize çarpan genç


gelip bize çarpt.

çocuk kamyonetten indi. Ve "abla, ehliyetim yok", dedi. Ben de

79
Cemâlnur Sargut

arabann içinde Sâmiha annem olduu için "çek git gö^üm görmesin
seni", dedim. Kendilerini arabadan indirmek için ön tarafa gittim.

Çok utanarak "efendim) öî(ür dilerim eblijetijokmu^ çocuun", dedim. "Ne


yaptn o ^aman?" ded^er. Ben "uranmamak için, çocuuyolladm efendim",
dedim. Kendileri ise, "bundan sonra yapaca her katmada verecei ^rarda
Allah onun günahna seni de ortak etmesin", buyurdular. Bu hayatm
boyunca aldm çok mühim derslerden biridir. Lüzumsuz
merhamet ve acmamn ileride zarara sebebiyet vereceini ve halka
hizmetin Hakk'a hizmet olduunu, kiinin menfaati için halka
hizmetten vazgeçmemek gerektiini bize o kadar güzel örneklerle
örettiler ki ondan sonra kim hata yapsa onun cezalandrlmas
hususunda gayret göstermem gerektiini de anlam oldum. Cezann
seçimi benim merhametimle alâkal olabilirdi. Ama cezalandrlmas
için gayret göstermem artt. Onun için hayatmda tamdm en âdil
insand.

O, devrinin Ali'siolduu kadar Ömer'iydi. Samed tecellisiydi. O,


"kulhüvallahü ahad"de^ Ebu Bekir'di. Yani ahâdiyeti Efendisinde
seyretmi. Hem "Allahü's-Samed"d&\d Ömer'di. Yani yalnz Allah'tan
korktuu için insana kar korkusuzdu hem "lemyelid velem yuled'deki

Osman'd -dünyada edebin en güzelini Sâmiha annede görürdüm-


asbnda evlâd vard ama yokmu gibiydi o sadece O'nun bu
dünyadaki vazifesiydi. Annesi babas vard ama yokmu gibiydi.

Uzun seneler annesine hürmetle hizmet ettiini büiyorum. Ama o


gözünü Allah 'dan bakasna çevirmedi ailesini Allah için sevmeyi ve
ailesine Allah için hizmet etmeyi bize öretti. O aym zamanda,
"velem yekûn lehu küfüven ehad" de olduu gibi Ali tecellisiydi. Böylece
biz de ahâdiyeti olduu gibi onda seyretdk. Çok ükür Allah'a.

Ayverdi'nin dilini, sembollerini, sözlüünü ve düünce dizgesini


çözebümek, onun derinliklerine, srianna nüfuz edebilmek için

nasl bir ön çaba, bir hazrlk gerekir?

Sâmiha annenin dilini ve sembollerini anlamak için tasavvuf lisamm


iyi bilmek gerekir. Onun tasavvuf konusunda derin bilgisi, bütün
mutasavvflarn sözlüklerine hâkim oluu okurlarn artabilir. Ben
onun hem çok iyi bir Mevlânâ hem de çok iyi bir Ibn Arabi

80
"

Sâmiha Ayverdi üe SIRRA YOLCULUK

yorumcusu olduuna iman ediyorum. Her okuyuumda farkl


mânâlarn ortaya çkü
kitaplar sanki tefekkürü arttrmak için
yazlm sanat aheserleri.

Sâmiha Ayverdi'nin, edebiyatn farkl türlerinde onlarca kymetli


eser verdiini biliyoruz. lk yaymlanan eseri hangisidir, konusu ve
içerii nedir?

Ak Budur Sâmiha annenin ilk evlâddr. Semiha Cemal hanmla


ortak kitabdr. Ve gene Sâmiha ve Semiha ilikisinin iç içe
geçmesiyle zuhur etmi bir kitaptr.

Ak Budur ortaya çk itibariyle çok farld bir eserdir. Eser, Kenan


Rifâi'nin örencilerinden Semiha Cemal hanm tarafndan yazlmaya
balamr. Fakat kendisi çok genç yata Allah akmn cezbesine
tutulup bu âlemden gider olunca, kitab tamamlama görevi Sâmiha
Ayverdi 'ye verilir.

Bu meyânda anlatlan bir hadise vardr. Semiha Cemal hammn


hastah arlaü ve zâten çok zayflam olan vücudunun buna
daha fazla dayanamayaca anlabnca, Sâmiha Ayverdi, Hocas
Kenan Rifâi'ye gelerek, "Efendim, dua huyursani'^ da onun jetine ben
gitsem" âiyç^ niyazda bulunur. Kendileri, bunun sebebini sorduunda,
Semiha Cemal hammn faydab bir vücut olduunu ve yazarh ile
insanha hizmet ettiini söyler. Sonrasnda gelen cevap çok nettir:
"Öyleyse bundan böyle kalemi sana veriri^ senyat^arsn.

Sâmiha Ayverdi bu emir üzerine kalemi eline alarak Ak Budur adl


kitab tamamlar ve neredeyse yarm yüzyl sürecek olan yazarbk
hayat da ite böylece balam olur. Kitap dikkade okunduunda,
belli bir yerden sonra eserin üslûbunun farkllaü görülür. Bu, saf
ve yakc bir akn aklna doru seyreden bir deiimdir.
aktan,
Semiha Cemal hanmn Allah akyla ekillenen ve adetâ yazam ve
okuyan yakp yoklua mülhak eden anlatm, Sâmiha Ayverdi'nin
Hocasndan alm olduu 'Yan, ama tütme!" düstûruyla ileyen
kaleminde daha çok ilâhî akn yapc ve oldurucu çehresini taknr.

81
Cemâlnur Sargut

Roman, M.Ö. Arabistan'n Kuzeyinde yaam olan güçlü ve âaab


Hayre Hükümeti'nin saray ve aristokrat çevresinde geçen bir ak
anlatyor. Bu dönemde Hayreliler, Araplar arasnda çok yaygn olan
putperest sahipler. Hükümdar Menzer'in ba hekimi
inancna
Hamza, hükümdarn katnda önemli bir mevkide bulunan
yine
amcas Zeyyad'n biricik kz Meryem'e âktr. Fakat Meryem ona
istedii cevab vermez. Romanda Hamza beerî akn zirvesini
temsil eder fakat akna karlk beklemek zaafna dümü olmas
onu bu duygunun hakikatine ulamaktan men etmektedir.

Meryem ise yanmak ve yakmak tabiatnda yaratlan ate gibi, bu


dünyaya sevmek ve sevilmek kabiliyetinde gelmi asil ve güzel bir
kzdr. Fakat hayat boyunca camn önüne koymaya deecek bir eik
bulamamann da azab içindedir, içerisinde bulunduu maddî
dünyânn zevkleri onu doyurmak bir yana, gönlünde en ufak bir ilgi
bile uyandrmazlar. Böylesine aka kabiliyetli bir insan olur da,

hilkat eli hiç onu unutur mu? Roman yazan kalem de unutmamtr.

lerleyen bölümlerde, kaderin bir cilvesi ile ülke menfaatlerini


korumak adna, hükümdarn emriyle Hamza ve Meryem sözde bir

evlilik yaparlar. Ba hekim Hamza bu evliliin ilk aylarnda bir

görevleMsr'a gider. Geri dönerken orada tanp kölelikten


kurtard ve dost olduu Ömer'i de beraberinde getirir. Ömer
Hayre'de yaarken bir vesileyle Msrl tüccarlarn eline dümü bir

esirdir. Fakat kendisine yaktrlan bu esir sfatn kabul etmeyecek


kadar da özgür bir ruhtur. Çünkü Ömer'in, kendisini nefsin zaaflar
esaretinden kurtarp, tek Allah'n kulu olma özgürlüüne götüren
bir hocas vardr: Ebu'-ettar aireti reisi Yusuf.

Yusuf, ilâhî nurun o devirde kendisinden göründüü kâmil insandr.


Sözüyle, haliyle, gösterdii maddî ve manevî cömertliklerle yalnz
kendi airetinin deil bütün Arap kabilelerinin gönlünde taht

kurmutur. Kur'ân- Kerîm'in en güzel kssasnda anlatlan Yusuf


peygamber gibi o da ADah'm cemâl tecellîsine mazhar olmu bir

sultandr. Romanda bu ismin kullanlmas tesadüfi deildir.


Kur'an'da Kenan illerinde kaybolan Yusuf Allah'n zâti güzelliini
temsil ettii gibi Ak Budur 'd^k Yusuf da, kalem sahiplerinin, gizli

82
Sâmiha Ayverdi üe SIRRA YOLCULUK y

ve aikâr her an hocalar Ken'an Rifâî'nin varhnda seyrettikleri

Allah tecellîsini sembolize eder.

Ak Budur Semiha Cemal hanmn Ak kitabnn geniletilmi


hâlidir.

"Hz Aye'nin Peygamberin ahlâkn Kur'an ahlakyla anlatmasn


ve Hz. Peygamberin bir hadisinde 'Kâmil insanla Kur'an ikizdir'
buyurmasn bizler ilimle örenmedik, Ayverdi'nin yaantsnda
bizzat gördük. O, mutasavvflarn 'Bütün denizler mürekkep,
aaçlar kalem olsa Allah'n kelimesi olan kâmil insan anlatmaya
gücü yetmez' olarak yorumladklar âyetteki kâmil insandr"
diyorsunuz, bundan ne anlamamz gerekiyor?

Ben Kur'an ' okumadan önce Sâmiha anneyi okudum fakat sonra

Kur'an' okurken çok enteresan bir ey yakaladm. Kur'an' ben


tamyordum. Benim bilmediim bir ey deildi Kur'an. Hiçbir
negatif âyet yoktu orada. Kyamet suresi lütuftu. Celâli ksmlar
cemâldi. Sâmiha anne Kur'an' Furkan olan, farkllklar ve eriat
anlatan mânâsn tevhid ve birlik olarak yani Kur'an olarak izah
eden bir sultand. Yaayan Kur'an' görmütük, kitap halinde
okumak beni artmad. Ey insan kitabnda Yâsîn-i erifi

anlatrken, Sâmiha anneyi tamdm için hiç yabanchk çekmedim.


Sâmiha anne adetâ evimin içinde benimle yayordu. Bu caizden de
Kur'an' birlikte idrâk ettik. Sâmiha anneyi anlatmakta zorlamyorum
çünkü insân- kâmilin anlatlmas zor. lhan Ayverdi'nin çok güzel
bir sözü var. "Bir büyükle ayn evde yaladnm ^aman bir süre sonra onu

çok büyük olarak görmet^sini^. Siî^n gibi yemek yer, içer, tuvalete gider. Ama
Sâmiha Ayverdi ile jajadn-:(^ :^aman her gün büyüklüüne daha çok hayran
olursunut^ " Kimseye yük olmayan, daima yâr olan bâr olmayan bir

sultand. Ama ben paltosunu tutarken bakalar mâni olunca "niye

mâni oluyorsunuz^ onun sevap kanlanmasn niye engelliyorsunuz^" diyerek


iyiliimiz için özel çaba gösterirdi. (Celallendii zaman lütuf diye
karlard örencileri. Bir örencisine kzp çktn duyduumda
örencinin zevkini gördüm. Ne kadar büyük lutûf Hocam beni
seviyor, benimle ilgileniyor. Beni düzeltmeye urayor diye. Tpk
Ken'an Rifâî hazretlerinin Nezihe Araz'a yapt gibi bir yanhn

83
Cemâlnur Sargut

düzeltmek için biraz azarlamlar Nezihe teyze alam, onun


üzerine "alama, ben dayanamam örencilerimin terbiyesi için bile yaptm
uyandan ütülüyorum" diyen bir sultann evlâd Sâmiha anne. O'nun
celâlindeki cemâli biz gördük. Gözleri görmedii zaman —imdi
annemle de ayn eyi yayorum- bizi mavi gözleriyle ykadn
hatrlyorum. Halbuki o gözlerin son be sene iyi görmediini
sonradan örendim, O baklar bizi Kabe'ye kadar ulatrr, sarar,

sarmalar ve Allah'n isimleriyle donatrd. Evinden çktmzda


inanlmaz bir enerjiyle dolardk. Bir keresinde örencilerimi ziyarete
götürdüümde çocuklar gençlerdi ve baz konularda ar
düünceleri vard. Sâmiha annenin yamna geldiklerinde, kendileri
onlarn bütün arlklarm törpüleyecek yorumlarda bulundu.
Çocuklarn üzülüp alnacaklarn düünerek dar çktmda
hayrede gözlerindeki yalar gördüm. Adetâ konutuu eyler ok
gibi kalplerindeki pudar krmt. Espritüeldi. Peygamberle Hz. Ali
arasndaki akalamay dinler gibi onu dinlerdik. Kimseyi küçük
görmez her eyden zevk alrd. nsann fakirine çok deer verirdi.

Herkesin her meselesiyle ilgiliydi. Evlenecek örencilerini


çeyizlerine vanncaya kadar düünüp, onlarla beraber gidip
alverilerini yaptm biliyorum. Çocuklarm evlendirmek için çaba
gösterir, imtihanlar için dua eder. Onlara kalemler datrken akl
verirdi. Allah'n nazblar iki gruba ayrür, bazlar bu âlemde hiç bir

istekleri olmad için duâ etmeye edep ederler ki o bu gruptand.


Bazlar ise Allah dua et emrini verdii için duâ etmeye izinlidirler.

Hiçbir taassubu yoktu. Taassubu kökünden çkarp atmt. Onun


taassup anlay herhangi bir konuda kural koymakt ve "ben bilirim"
iddiasyd. Allah'n emirleri konusunda son derece titizdi. eriatsz
tarikate inanmazd. Efendisinden bu terbiyeyi almt. Aldatld
zaman aldanm gibi davramrd. Kur'an ahlâk budur, diye

düünüyorum.

Bendeniz âciz gönlümle, Kur'an ahlâkmn yani Peygamber ahlâkmn


önce edep olduuna iman ediyorum. Benim hocamda gördüüm ve
kesinlikle çok etkilendiim bir baka hususta onun edebidir. Edep
kelimesi üzerinde durmak istiyorum.

84
Sâmiha Ayverdi üe SIRRA YOLCULUK

Sâmiha Amerdi Allah'la olan irtibatin öylesine bize aksettirdi ki

O'nun halk Hak görerek onlara muamelesinden örnek aldk.


Burada halk Hak görüü, yani yaradlm her varhkta Allah'n
hakkm idrâk edii, sanki Hak'la muamele edermiçesine
yaradlmla konuuu, insamn edebinde en yüksek seviyedir. O
Hakk' korumay çok iyi bilendi. Hakk'n korunmad zaman zulüm
olduunu idrak edendi. Buradan da anladmz gibi herkese
gerektii muameleyi yapan insand. Yani kzmas gerektii zaman
kzarak muamele ederdi çünkü orada kzmamamn zulüm olduunu
biürdi. Ama bu hâH karsndakinin kalbini krmaz bilâkis onu

hatalaryla yüzlemede yüreklendirirdi. Sâmiha Ayverdi'yi anlamaya


çaltmz zaman celâlinde cemâli görmek söz konusudur. Ya da
hocasmn tarifiyle cemâl, celâlin nuruyla gidilen son noktadr. Kz
ve terbiye edi tarz son derece hiUm ve yumuaklk içinde idi
Sâmiha Ayverdi, ara sra sert çklar da yapard ama bu sert çklar
sert çktan zevk aldn bildii kiiye yaplrd. Yâni terbiye

edicilikte çok üstün bir derecedeydi. Bunu yapabümek için ancak


"mür§id kalplerin casusudur'^ kelimesini idrâk etmek lâzmdr. O, kalbe
bakar, okur, neden zevk alacam ne dereceden konuulmas
gerektiini bilir, ona göre cevap verirdi.

ite bu edep ve bu zulüm olmayan sevgi dolu hareketi Hakk' her


zaman doru yere koyusunun bir neticesidir, insanlarla ilikileri çok
güzeldi ama kendi nefsini ne kadar korudu onu bilemeyeceim.
Çünkü hayatnn tamamm insardk için çahmayla geçirdi. Çok
yorucu bir hayat sürdüüne inamyorum. Ama evinin hakkm
verdiine, misafirinin hakkm verdiine, yemek yemenin hakkm
verdiine, dost olmamn, öretmen olmamn hakkm verdiine yani
yaad her meflumda her eyi yerli yerine koyduuna inamyorum.
Alemde Hakk' görürdü. Hak'la muamele ederdi. Hak'la Hakk için
muamele ederdi.

Karmzdaki insann yapt hatâdan dolay ceza göreceini


biliyordu. Ama bu hatâmn kiiyi terbiye etmek olduunu da
için

biliyordu. O halde hatâbnn cezasyla uramad. Çünkü bunu


Allah'a akl öretmek diye deerlendirdi. Öyleyse burada önemli
olan bizim hadiselerden nasl ders alacamz ve nasl tekâmül

85
Cemâlnur Sargut

edeceimizdi. Bu yüzden hayatimzda beddua, çirkin söz, bakas


için çirkin düünceyi toptan yasaklad. Bu Hz.Mevlânâ'nn
Mesnevi 'sinde kirli olan çamarn kuruyken temizlemek kasdyla
suya sokulup, ykanp tekrar kurutulmas hikâyesinde anlatt gibi

farkl muamelelerin terbiyede ve temizlenmede art olduunu


öretti.

Herkese, kim ne seviyorsa oradan yanard. Yediinden, içtiinden


ne zevk alacandan, elencesinden çok ince noktalara kadar
örencilerinin hayatlaryla megul olurdu. Yâni onlara annelik
eitimi, kaynvalidelik eidmi, e olma eitiminden tutun da
müridlik eitimine kadar her konuda hattâ mânevi eitimi de nasl
örenecei konusunda ders verirdi. Çok enteresandr ki bunlar
genelde bir ders havasnda da anlatmazd. Hocasnn çevresindeki
insanlar anlatrken arada o öretmen-örenci ilikisini aksettirirdi.

Bir gün peygamberin karsna çok edepli biri gelmi. Son derece
edep içerisinde oturmu. Herkes arm hiç peygambere bu kadar
güzel muamele eden bir kii görmedik demiler. Daha sonra bu kii
gitmi ve Hz. Peygamber onun Cebrail aleyhisselâm olduunu,
onlara edebi öretmek için geldiini söylemi. Biz aynen bu havay
Sâmiha annenin anlatt Server Beyefendi ile Ken'an'er Rifâî

ilikisinde örendik. Dolaysyla Sâmiha anne gerçekten anlatlmas


çok zor bir insan...

Hocasnn tevhid anlayn Hana adb kitabnda;

"Sen ateperestsin, dediler.

Beli. Semenderlejek-murâdm, dedim.

Sen Mecûsîsin, dediler.

Beli. Gönlümdeki ateje taparm, dedim.

Seninçiin putperesttir diyenler de var, dediler.

inkâra sebep ne? Imâmm sana gönül verip benden kaçal

kâfirim artk, dedim.

Sen Meî(âmir okuyup aglarm§sn, dediler.

86
Sâmiha A>^erdi üe SIRRA YOLCULUK

A.h, aglanm elbet. Davut da bir vakitler benim için gö^ap


dökmütü, dedim.

Duyduk ki hep Müsâ 'dan yana çkarmsn, dediler.

Nasl pkmam? Fir'avn'a kar§ koyarken benimle meveret


etmijti, dedim.

Hilaf deil bu sö^. . . sen Tersâ 'sn dediler.

Bell, beli. Mesîhâ ile iliiim eî^elîdir, dedim.

Seni Müsülman tutanlar da eksik deil. . . dediler.

Hem de ne doru. Muvabhidim ben. Bu cihanda seni


birlemekten gayri ne kânm var Allahm, dedim^^

olduu için O'nu bilen hiç


Kendisini böyle anlatan bir sultan
korkmazd. Meselâ benim Kur'an hocam rahmetli Hayri hoca çok
ho bir cümle sarfetmiti onunla ilgili.... "Sâmiha annenin huturuna
girmek flordur çünkü gönülleri okuduunu biliyoru^ A.ma hayvanlar da çok
sevdiini bildiim için ben rahat giriyorum" derdi. Sâmiha anne o kadar
mütevâzyd ki karsndakinin tevâzû ehli olmas mecburiyetini
doururdu. Her sözünde, her hareketinde, hatta susuunda dahi
öüt vard. Güldüü, konutuu zaman mutlaka alacak bir ders
bulurdu insanlar. Çounlukla, niçin burada bunu söyledi acaba? diye
düündüümüz sözleri aikâr olur, sebepleri sonradan ortaya
çkard.

Çok sevdiim bir örencimin Sâmiha annemin son zamanlarnda


Avusturya'daki tahsilini stanbul'a naklettirmek üzere olduunu
biliyordum. Sâmiha anneye gidip bunu söylediinde "Avusturya'ya
döndüünde annene babana selâm söyle" buyurmular. Çok armt.
'Artk ben istanbul'da tahsilime devam edeceim. Teknik imtihan geçtim.

Yann Almanca imtihanna gireceim. Acaba Sâmiha anne söylediimi


anlamadlar da, bana sanki oraya dönecekmiim gibi bir muamelede mi
bulundular, " dedi. Üç kz Almanca
senedir Avusturya'da okuyan
imtihamndan kald ve bir hafta sonra Avusturya'da tahsiline devam
etmek üzere geri döndü. Sâmiha annemin selâmn da anne ve

Sâmiha Aj'verdi, Hana, stanbul: Kubbealt Neriyat, 1988, s. 10.

87
Cemâlnur Sargut

babasna götürdü. Dolaysyla her sözünde bir ibret vard ve


buradan insân- kâmilin gerçek anlamda gelecek hakknda bilgisi

olduunu, ama hiçbir hadiseyi vukuundan önce anlatmadn, bunu


edebe mugayir gördüünü biliyoruz.

O, gerçek bir naz Çünkü biliyorum ki Allah O'nun


ehliydi.

istediklerini yerine getirirdi ama hayatnda bir kere duâ ettiini

görmedim. Duadan çok sakmr kendisinin duâ ehli olmadm duâ


etmesi gereken evliyalar olduunu vazifeyi onlara tevdi ettiini
söylerdi. O kadar deiik bir ilikisi vard ki Allah'yla... '%ejke

ruhumun kanatlan olsa nama^^m ruhum kha insanlarn beni nama^


klarken görmesinden hile edep ediyorum. Sanki onlara karf bir

gösteri^teymipm gibi geliyor", derdi. Bu kadara kadar kendisini Allah'n


önünde hiçe sayan, Allah'tan korkan âlimlerdendi. Her eyi yerli

yerinde ve vaktinde yapard ama biraz çahmada arya kaçtn


söylemek zorundaym. Yani ar olduunu gördüüm tek ey
çabma Bunun için de birçok evliyâullahn yaad
hayatyd.
hastab, hastalm, o da yaad. Ama hiçbir hastabk O'nu
felç

ykmad. En ar olduu zamanlar bile yazmaya devam etti.

Yeenine yazd mektupta, "Ben gerçekten yorgunum çok fa^la

çalnyorum" dediini biliyoruz. Kendi hayatmda biraz benzemeye


çaltm için bu sözler beni çok rahatlatt. Ancak, o kadar aktif, o
kadar Allah akyla doluydu ki normal bir insann üstünde bir

enerjiye sahipti, O'nu bizim enerjimizle bir tutmak bizim çabma


tarzmzla ölçmek de çok zor. Mevlânâ'mn, "Bi^ evliyaullah pir

yaladk, §uurlu bir jey yapmayp vahyi uygulan^ " dedikleri gibi,

Sâmiha anne de bu konuda kendine emredileni yapt. Yalmz bunu o


kadar doru yapt ki... Ken'an Rifâî'de tecelli eden ahlâk-
Muhammediye'yi onda görmek mümkündür. Sâmiha annemin en
yakn dostu, en yakn arkada belki ruh ei olan Semiha Cemal
hammefendinin Ken'an Rifâî'nin mereplerini anlatt kitaplarna
baktmzda Sâmiha anneyi okumu gibi oluruz.

Son derece aceleciydi. Örendiini hemen öretirdi. Her


konumasndan bir ey örenirdik.Çok konumaz. Telefonu çok az
kullanr. Ancak söylenmesi gereken eyleri söyler ve kapatrd. imdi

88
Sâmiha Ayverdi üe SIRRA YOLCULUK

bizim teknolojiden bu kadar negatif enerji almamzn sebebi de onu


çok kullanmamz, tek dii kalm canavar haline getirmi
olmamzdr, diye düünüyorum. Sohbetieri hiç brakmad. "Benim
va^em jaî^ak ben bu ekilde irad ediyorum. " dedi ve kendi yapmad,
annemin vazifelendirildii sohbete, srf kendisi gitmezse belki
gelmeyen olur diye kaülrd. Evinde gençler için özel günler
programladn hatrlyorum. Geceleri de gençlere birçok ey
öretip öütier verdiini biliyorum. Kapsna gelen hiç kimseyi geri
döndürmediini, hiçbir hediyeyi karlksz brakmadn, bir tek
ufack nota bile cevap verdiini çok iyi biliyorum. Nasl anlathr? Bu
kadar anlattm ama hiçbir ey anlatmamm gibi hissediyorum
kendimi...

89
Cemâlnur Sargut

Ben geceyim, gün isterim. Ben atehim, kül isterim.

Ben §iirim veî^n isterim. Ben derdliyim, jifâm ver.

Parça deil tam isterim. Tükenmiim, çâremi bul Bütünlemi


can isterim.

Dalmm, topla beni, pare pare klma beni... Gövdem ba§m


nerde bilmem...

Merkep mihver ba isterim.

Eceljakn, destur gerek... Destur deyipyol isterim.

Sâmiha A}"verdi, Hanc

90
Sâmiha Ayverdi üe SIRRA YOLCULUK

Sâmiha Anne, Ken'an Rifâî Üniversitesinden


Doktoral Bir Profesördür...

Tanyanlar, Sâmiha Ayverdi'nin öncelikle tevâzuundan söz


ediyorlar, bize bu yönünü anlatr msnz?
Tevâzû kelimesi gerçekten çok yanh yorumlarla anlatlan bir

kelimedir. Ne kadar enteresandr, geçen gün bir dostumla


konuuyordum. Devamb bana hiçHkten bahsederken o kadar çok
"ben" dedi ki... Demek ki hiçlikle "ben'\n hiç badaamayacan
anlamam. Hepimizin yapt gibi... Halbuki Sâmiha anne hiç
"biçim" demezdi. Hiç "benim" de demezdi. Hattâ bir kitabnda ben

kelimesini kullann mânâsn kullanmaym, buyurmular. Sâmiha


anne çok açk ve berrak konuurdu. Yâni her söyledii doru idi.

Öyle iki büklüm fîlan da deildi. namlmaz bir azameti vard. Vakar
ve azameti vard. Ama Sâmiha anne bütün bunlarn içerisinde zerre

kadar kendiyle ilgili bir eyi ne duyar, ne de iitirdi. Ne negatif bir


söz onu volundan alkoyar, ne de pozitif bir söz ona tesir ederdi.

Bir edebiyat ödülü almak için sahneye davet edildiinde sadece, 'l&ir

ku§ bir daa konmu§, bundan ne ku§un ne de dan bir kabana olmu§"
diyerek ödülü kabul etmiti. Tevazûun hakikatini onda görmek
mümkündü. Onlar, ben mütevâzym demek tevâzûsuz-luunda
bulunmazlar.

Hanc adl eserinde tevâzuunu u satrlarnda görmek mümkündür:


"Senin ordun var. Ordunda da akerlerin var. Kimi çavu{, kimi
onbaji, kimijü;(ba{i hattâ pa^a.

Bunlarn hiçbirinde gö^ümyok. Bana: Emirberim. . . de, yeter,


"
ister ban^ayolla, ister savaja. . .

46
Sâmiha Aj-verdi, Hana, stanbul: Kubbealt Neriyat, 1988, s. 48.

91
Cemâlnur Sargut

Yine Hanc'dâ:

Un mü diledim, sevap ??n istedim, fan m bekledim?


Aybm çok... Günâh tepemden afkn. Kulum ben. KmI çulhas
eri gerek.

Dillere düfenim, kemlikte sürçenim, haram sudan içenim.

V^elî deil, deliyim ben. D eFolana ^ncir gerek. Zincir :^ndan,

timar gerek.. ^^

Dile Gelen Ta adl eserinin ilk hikâyesi de onun tevâzuuna örnektir:

Devletlim:

"Bana bir kitap imzala!** dedi.

Güldüm. Onun varlna varlk taslamak, Seyhunlar' Ceyhunlar'


olana bir desti su baiflayan adamn safdilliinden daha edep difi

ilerden deil mi?

A.mmâ, madem ki istemiti; olacakt. Hem ne ^yân da vard? Zâten


insanolu her •:^aman için, misafirlik oynayan, çamurdan ev yapan,
tula krklar içinde yemek piiren bir çocuk ciddiyetiyle hayat
macerasn oynamyor muydu? Madem ki dünyâ duranda bana da,

uykusu^ a^^ksiî^ bir cokunluk içinde, söylemek, yanp yaklmak


pay dümütü, u halde hisseme ayrlm bu ie, bir çocuk ciddiyetiyle

bakp benimser görünmek, bir oyun, bir va^e demekti.

]/e madem ki, dünyâya göî^ümü':(ii açmakla, bir oyuna balam


bulunuyorduk; hayat büküle büküle akan bir dere gibi, ne tarafa
kvnlrsa, o yolu takip etmekten baka çâremi\yoktu. Ademolu'nun
hatâs, oyunu oyun bilmemekten ve ii ciddiye alp, iplerini görmeyen

kuklalar misâli, sevk ve idare ediciye kafa tutmaktan domakta deil


miydi?

47
Sâmiha A^-verdi, Hanc, stanbul: Kubbealt Neriyâu, 1988, s. 41.

92
Sâmiha Ayverdi ile SIRRA YOLCULUK

Devletlim, ar\üsunda srar etmekte olacak ki, bekler tavnm


deitirmemi, düüncelerimi gören gö-:(leriyle hâlâ yü:(üme bakyordu.

Hemen kalemi kâdn üstünde yürüttüm ve "Ta Dile Getiren


Devletlime!" diyeja^p kitab önüne koydum.

Sâmiha anne öpülmeyi sevmezdi. Lâubâlî olmaktan hiç

holanmazlard. Aristokrat bir aileden gelmi olduklar için yaants


çok zarifti. Ama sevmediklerini yapan kiilerle karlaünda her
eyi Allah'tan bildii için sesini çkarmadm da biliyorum. te
tevazuun mânâs bu... Negatife ve pozitife ayn tepkiyi vermek, her
eyi Allah'tan bilmek, kendisini arada görmemek... Bize bunu
öretti. Gerçek anlamda mütevâzîlii bu ekilde yaad ve öretti.

Harakânî hazretlerine, "en güzel dervi kimdir?", diye

sorduklarnda, "dergâhta, kapnn eiinde oturan ve varh ile

yokluu belli olmayan, klavuzunun dikkatini çekmeyen dervi"


olduunu söylüyor. Bu ölçüden neyi anlamak gerekir, bu yerden
bakldnda Sâmiha Ayverdi hakknda neler söylenebilir?
Bence Harakânî hazretieri ii bilen sultan olduu için Sâmiha
annenin en güzel tarifini o yapm. Çünkü Efendimizin devrini
anlatanlar Sâmiha annenin tüm sohbeder boyunca kendilerinin
yakmnda bir tabure üzerinde oturduunu veya yerde oturmaktan
çok zevk aldn anlatrlar. Hattâ Sâmiha anne dostiaryla Çelebi
ailesini ziyaret ettii zaman ki Nezihe Araz da varm, herkes yere

omrmu sadece Nezihe teyze sedirin üzerine oturmu. Çelebi


ailesinin hanmefendisi belden lastikli bir uzun etek getirmi ve
"Ayverdi'nin dostlar hep yerde oturmay severler Si^ herhalde kyafetinizden

ötürü oturamadn\ rahat edin, diye bunu veriyorum." diyerek o etei


Nezihe Araz'a vermi. Kendilerinin huzurunda daha önce de
bahsettiim gibi hiç seslerini çkarmadan, hiç sormadan devaml
yazarlar, not tutarlarm. Sonra Sohbetleri okurken, hanmlarla
yapt birebir sohbetierde kendisinin çok soru sorduunu
görüyoruz. Yani Sâmiha anne gerçekten Efendi'yi anlam bilmi bir

insandr. Ken'an Rifâî hazretieri çok büyük bir sultan ve O'nu da

'*^
Sâmiha A>'\^erdi, Dile Gelen Ta, stanbul: Kubbelat Neriyat, 1999, s.3.

93
Cemâlnur Sargut

anlatmak çok zor. O, hakîkat-i Muhammediye'nin bir tecellîsi fakat

O'nu anlatmaya cesaret edebilecek tek kii Sâmiha Ayverdi. O


Bunu da gece-gündüz yazd notlara borçluyuz. Ben öyle
anlatt.

düünüyorum. Sâmiha anne Ken'an Rifâî Üniversitesinden


doktorab bir profesördür. Ken'an Rifâî bal bana bir

üniversitedir. Semiha Cemal hanmn Latincesinden Franszcasna


kadar her yerde Ken'an Rifâî damgasn görüyoruz. Yani bir insan
felsefe eitimi ama Semiha Cemal hamm felsefeyi aarak
alabilir

mutasavvf olmu, ite onu bu hâle getiren Ken'an Rifâî'dir. Sâmiha


anneyi yapt smrl eitimin içinde fahrî doktora ünvâm alacak
kadar yüksek seviyeye ulatran Ken'an Rifâî Üniversitesidir.

Dola}asyla o da bu üniversiteden çok güzel yararlanm bir

profesördür. Ilm-i ledün profesörüdür.

Bu beni çok etkilemitir çünkü bence Efendimiz, o dehâ sultan,


isteseydi eserler verir, titr sahibi O, insan
olabilirdi. Ama
yetitirmeyi hepsine tercih etmi. Sâmiha anne de O'nu çok iyi
anlam ve O da insan yetitirmeyi farkl bir yönden uygulamtr.
Ben Sâmiha annenin dier yönleriyle megul olmadm. Benim
hayatm O'nun tasavvufi terbiyesi altnda geçti. Onun için siyâsî
yönü nedir, târih bilgisi nedir? Yetkili olmadm için bunlar
ölçecek seviyede deilim ama bildiim bir ey varsa, hiçbir hocadan
örenemeyeceiniz târih bilgisini Sâmiha Ayverdi'den
örenebilirdiniz. Siyâsetinde de ne kadar bitaraf olduunu çok iyi

biliyorum çünkü bütün siyâset adamlaryla temas halindeydi. Ve


icâbnda ilgililere de çok ar mektuplar yazdn biliyorum. Hiçbir
korkusu yoktu. Yani Hz. Mevlânâ'nn bahsettii gibi bir âlimdi ki

siyasetçilerin hepsi O'nun ayana gelirlerdi. Kitaplar birçok âlimin


ve siyasetçinin baucu kitab idi. Ama maalesef ayana geldikleri
kadar sözünü dinlemediler. Yoksa Türkiye çoktan daha mamur bir
hâl alrd.

Kur'an'n emirleri hâricinde i yapmazd. stiare etmeden karar


vermezdi. Birisi siyâsî partiye katlmak istedii zaman benim babam
gibi eski siyasetçileri çarr. Onlarn fikrine danrd. Yani
kendisinin gönül gözü açk olduu halde yalnz gönül gözünün

94
Sâmiha Ayverdi üe SIRRA YOLCULUK

deerlendirmesiyle deil de, istiare ederek önce halkn


deerlendirmesiyle neticeye vanrd.

O'nda tamamen Peygamber ahlâkn görüyoruz. Çünkü âyet-i

kerimeye uymak hepsinden önemlidir, der ve kendi fikrini en sona


saklard.

Bir yaznzda, "Sâmiha Anne cem' makamyd" diyorsunuz? Cem'


makam nedir, bu makamda oturmak ne demektir, Sâmiha

Ayverdi'nin bu makamda olduuna ilikin belirtiler nelerdi, hâli


nasld, ne türden çabalar gösteriyordu?

Cem' mertebesinde karsndaki varlklarn hiçbirisini görmez.


insan,

Hepsinde Hak tecellîsini görür. Her ey Hakk kesilmitir. Hakk


bazen ona güler, bazen kzar, yâni Karagöz perdesinin önünde
gözüken ahslardan bihaber, Karagöz'ü oynatan elin peinde ve
oradaki san'at seyreden bir san'at âkls gibidir. Onun için çirkin,

yard, eksik, hiçbir ey yoktur. Baz mutasavvflar bu makam incire

benzetmiler. Bazlar da nara. Nar, bir sürü tanecik tamasna


ramen tek ve birdir. Çokluu görür. Ama birden ayr olmadm
bilir. Msrî Niyazi der ki; cem', senden so\Talup alnandr. Yâni Hak
tarafindan kiiye gelen mânâ lütuf ve ihsan cem'dir. Fatiha
süresindeki "ancak senden yardm dileri:^' sözü cem'i istemektir. Baka
anlatla cem' eyaca Allah ile beraber görmek, ku\'A^et ve kudretin
Allah'a âit olduunu bilmektir. Bu makâm- cem'de bulunan kii
kelimetullah makamna erer. Hani deminki soruda Hakk'n kelimesi
için denizler mürekkep olsa... demitiniz, ite o kelime, cem'
makam demektir. Cem' makamnn baka bir yorumu Ganî
Muhtefî'ye göre, beka mertebesi oluudur. Beka nefsiylc ölmek
hak'la dirilmek demektir. Allah'a seyir bitmi. Allah'tan Allah'la

seyir balamtr. Hakk'n rengine bürünmütür. Kuldan


Kul
söyleyen Hakk'tr. Halk Hakk'n bâtnnda kaybolmutur. Kabe'nin
içinde her yerin kble oluu gibi, sebepler kalkar. Namaz nasl
mü'minin mirac ise oruçta makâm- cem'in delili, sembolü, dr.
te Sâmiha anne böylesine bir oruç idrâki içindeydi. O Allah'n
himmet ve tasarruf yetisini göstermeme orucunu tutard. Bu
kudret,
makamdaki her kii gibi o da âleme rahmetti. Hazretü'1-cem'

95
. "

Cemâlnur Sargut

makamm da onda idrâk etmek mümkündür. Bu beka makamlarnn


ikincisi olup halk zahir Hakk bâtndr. Konumalar ve yazdklar bu
kadar çok insana tesir etmi bir sultan için ancak u hadis geçerlidir
ki "ben kulumu sevdiim vakitte o kulumun kulatndaki i§itmesi, göt^ündeki

görmesi, dilindeki söylemesi ve elindeki ve ayandaki gücü ben olurum. Kulum


benimle iitir. Benimle görür. Benimle söyler. Benimle tutar. Benimle yürür.
O, ztlklarmz tevhid potasnda eriterek önce bizleri birlie sonra
da çokluklar birlie tekâmül ettirdi.

Diriltebilen makamdr. Dolaysyla sûr'unu üfleyen ite bu


mertebedeki insân- kâmildir. Gerçi o, sûr üflemekle de megul
olmaz. O kapasitede olduu halde, sâdece Sevgili'sinin zevkli
hallerini seyirle meguldür. Rahman nefesi tar ve Meryem
makamnn tecellisidir. Hz. isa'da da cem' makam zuhur ettii için

kelimetullah diye adlandrlmtr.

Bence Sâmiha anne cem' makamndan da ileri gidip cem'ü'l-cem'e


geçmitir. Gene Msrî Niyazi'nin deyimiyle cem'ü'1-cem tamamen
helak olmak ve Allah'tan baka her eyden fena bulmaktr ki bu
ahadiyet mertebesidir.

Sustur beni, kes §u lisân. .

Bir ahenk olaym, cihann sd titreyip olaym... elsiî^ ayaks^


isimsizi sfats^ kayts^ vâdesi^ köpürüp tabaym.

Yetinmiyor bu lisan, smyorum dünyâya. . . Smyorum kendime. Aç


p kaplan, çö^ §u ':^ncirleri... Brak da cihâna çkklar yapaym.
Brak da gönülden hamleler klaym.

Gitmek istiyorum. Ayak demedik, ku§ uçmadk, sel geçmedik, yel


esmedik dünyâlara gitmek istiyorum.

Zâhidâne cünbüjler burda kalsn. ekiller, suretler siklerin olsun.

Brakn gideyim. Meramn kelâmn el pençe durduu, sevdann biricik

ibâdet olduu dünyâlara gideyim. Bir titreyij olaym, bir ahenk olaym.

96
Sâmiha Ayverdi üe SIRRA YOLCULUK

Isimsiîi sfatstî^ renksi^ jekilsi:^ tek soluk olaym. Olaym A.llahml


Senin olaym\

Cem' makamnda Hakk'n Zât'mn, hazretü'l-cem'de Hakk'n


sfadannn ve cem'ü'l-cem'de de Hakk'n fiillerinin elbisesi giyilir.
Bu mertebe makamlarn en yücesi olan kulluk mertebesidir ve
hürriyet makamdr. Peygamberin kulluk srr bu makamda tecellî
eder, Nefsiyle kul olan ruhuyla rab olur. te Sâmiha annenin
kulluu bu makam da idrâk ediindendir. nsann ^cudunda halk
bilku\^edir. Ama bunun bilfiil hâline geçii her nefes diriliimizle
alâkahdr. Akn yolda olduu sulukta her hâlimiz bilkuvvenin
bilfüle geçmesi demektir ki ite insan bunu müridiyle yaar.
Müridinden örenir.

Sâmiha Ayverdi'den söz ederken kullandnz "zulümle urar,


zâlimle asla mücâdele etmezdi" ifâdesi neyi anlatyor?

"Zâlime itira^ etmedi" demek istemedim. Burada zalimle mücâdele


etmezdi, savamazd, diyorum. Söylenmesi gereken sözü söyler,
kendisini çekerdi. Olaylar büyütüp üeri götürmezdi. Zâlime
düman olmazd. Ama zulümle, mektuplaryla, mesajlaryla halk
uyararak yazd kitaplarla urat.
Hristiyanlarn bunu tammas çok zor. Çünkü Hristiyanlarda sâ
cem' makam demektir. Cem'ü'1-cem ve beka deildir. Onlar cem'
makamna gelen insann uramay terk ettiini söylerler. Onlar için

tasavvuf Hint tasavvufu gibidir. Halbuki slâm tasavvufu


mücâdeleyi gerektirir. Tevhidin mânâs yanba kzmadan,
sinirlenmeden, severek mücâdele etmeyi becerebilmektir. Hz.
Mevlânâ'nn da Mecâlis-i Seb 'a 'da devrin yöneticilerine yazd çok
ar mektuplar var. Yine Fîhi Mâfih'tt Pervâne'yi yapt
yanblardan dolay uyardn biliyoruz. Bunun sebebi, onlar dâima
doru olam hatrlatmakla yükümlüdürler. Ama
Hz. Mevlânâ aym
Perv^âne'ye çok methedici yazmtr. Demek ki
mektuplar da
mücadeleci insan, doru gördüünü alklayp yanl gördüünü yere

Sâmiha Ayverdi, Hana, stanbul: Kubbcalt Neriyat, 1988, s. 26.

97
Cemâlnur Sargut

batran, kiiyle uramayan, halle hareketle megul olan insan


demektir.

Hayat çabmak ve mücadele vermek demek. Allah gayreti


emrediyor. Aksi takdirde kaderimiz bu, deyip otururduk. Sâmiha
anne hiçbir zaman ben eyh miyim, mürid miyim diye düünüp
oturmad. "Ben hikmet edenim," dedi. Ve bize de hizmetçi olmay
öretti. te tevhid ehli hizmet için yaar. Misyonerlerle mücâdele
etti. Onun en büyük hizmetierinden biri her çeit dinin taassubuyla
mücadele etmesidir. Bu }Kizden misyonerlerle, masonlarla,
komünisderle, ar olan her akmla mücadele etti. Sâmiha anne
kiiye düman olmazd. Ama o kiideki yanh hareketi düzeltmek
için uyarmas gerekiyorsa uyarrd. Snflarda bâz örenciler vardr,
sert muameleden sert öretmenden anlarlar. Bâz örenciler de
vardr, çok yumuak, sevgi dolu muamele isterler. te insân- kâmil
bunlar kefeder. Her ikisinin de istedii tarz muamele ile onlar
adam eder. Demek ki Sâmiha anne Rifâî'liin avc kolundand. Avc
olmu, ömrü bo^onca insanlar Allah' için avlam bir doan
kuudur. O bakmdan O'nun mânâs Anka gibi olup müridinin
Kaf dandan haber getirmitir. O, Ermenilerle deil Ermeni
hareketiyle Ermeni'nin öldüreniyle, Türk'e zarar vereniyle mücâdele
etti. Hattâ bu konuda bir kitap yazd. Bütün basklarda kitabn
yazar olarak 1973'te Los Angeles'ta Ermeni kurunuyla ehit edilen
konsolos yardmcs Bahadr Demir'in annesi Neide Kerem Demir
gösterilmitir. Daha sonra kendi adyla da baslan bu kitabn
hikâyesini Ergun Göze Sâmiha Ayverdi babkl yazsnda öyle
anlatr:

"Amerika'da Ermeniler ilk Türk diplomatlarna kurcun sktklar


vakit sanrm kur§unu barna jemi^ gibi o sarsld. Bütün
Hanajemifi uyurlarken ve kurcuna ramen uyanmamaja gayret
ederken O junu düünüyordu; buna kar^ ne yapmal, ne yaplabilirdi.
Devlet bir ey yapmyor ya fertler fert olarak ne yapmal idi? Bir gün
beni çard. Ne yapacan bulmu ve epeyce de yol almt. Amerika
efkârna bu ii bir kadnn bir annenin aî^ndan anlatmak gerekti.

Kendisini Bahadr Demir'in annesinin yerine koydu ve bende olumu


öldüren Ermeni gibi intikam duygusu içinde bir insan olsaydm bir

98
"

Sâmiha A)'\'erdi üe SIRRA YOLCULUK

tabanca alr onu da ben gebertirdim. Ve s!^n jürini^de beni serbest

brakrd. Ama ben Türküm ve Müslüman'm. Benim dinimde öç

alma yoktur adalet vardr. Onun için §imdi si^^e bu kirmeni iddiasnn
içyüzünü anlatacam.

Kadn haklaryla kadnn çalmas konusunda da bmak


ilgili,

mücâdele verdi. Kadnn çalmas taraftaryd. Hz. Hatice gibi.


Kadnn slâm içindeki deerini ortaya koymak için de çabalad.
Bütün ömrünü eidm için harcad. Tüm yanl hâdiselerin yalnz
eitimle giderilebileceini anlatt. Meselâ nüfus artnn doum
kontrolleriyle deil de eitimle engellenebileceini anlatt. Bat'ya

gitti slâm' anlatt, islâm' anlatt zaman da çok tesirli oldu.

Böyle bir hanmefendi. Bugün için de, yarn için de, Sâmiha
Aj^erdi, kbyla kyafetiyle, haliyle tavryla, edebiyle, son derece

\öiksek bilgisiyle, Türkçesiyle, slâm adna örnek bir mutasav\af


kadndr.

Sâmiha Ayverdi'nin Türkçe ile aras nasld? Bir 'üslûpçu' olarak


niteliklerinden söz eder misiniz? Türkçeyi nasl kullanrd, nasl bir
'dil hissiyat' içinde yaard, yazar ve konuurdu?

Sâmiha anne Türkçe'nin doru örenilip doru konuulmas


konusunda çok hassast.

Sâmiha annenin dil konusunda çok uurlu bir hassasiyeti vard.


Yaad devirlerin Türkçesinin zenginlii giderek kayboluyordu ve

O bundan oldukça elem duyuyordu. Fakat kendisini gidiata ayak


uydurmaya mecbur hissettii için de, bâz kitaplarn sadeletirmeye
balad. Ömrünün son yllarnda yazd makalelerde daha sâde bir
dil kullanma yoluna gitti. Çünkü san'at san'at için yapmyordu.
Maksad anlalmakt. Fakat unu diyebilirim, o derece yazar ve
san'atkâr olarak domu bu yolda asla bir zorlamas
bir insand ki,

yoktu. çinden geldii gibi yazyordu, içinde vard o mücevher gibi


üslûp, nak gibi ilenmi üslûp. Adetâ bir çalayandan dökülen
sular gibi, Allah onda san'aü ve îmâm birletirmiti. Hakka ibâdeti

Ergun Göze, Sâmiha Ayverdi, Tercüman Gazetesi, 3 Mays 1987

99
Cemâlnur Sargut

birletirmiti. Herhalde bu vasflar hâiz bir edebiyatç kolayna


gelmi deildir.

Sâmiha Ayverdi'nin üslûbu tevhid üslûbudur. Çünkü onun her tür

eserinde, kaleminin dokunduu her varbk ve kelime merkezi bir


gücün sihrine kaplmçasna esas bulunmas gereken mevkie
yerleiverir. Anlatlan ne olursa olsun, cümlede kelimeler ve kelime
gruplar, metninde motifler... herkes ve her ey asl bulunmas
gereken yerdedir. Metninden bir kelime çkarmak mümkün
olmad gibi, metne artk bir tek kelime dahi ilâve edilmeyecek bir
âbide hâline gelmitir. Kâinat idare eden ezelî ve ebedî kanunlar
hükmünü nasl icra ediyorlarsa, Ayverdi'nin eserlerinde de her ey
ve herkes tevhidin emrine verilmitir. Dolaysyla metinlerin

zeminini tekil eden birlik duygusu ve birlik fikri üslûbun babca

rengi, kokusu ve prensibi hâline gelmitir. Buna göre her unsur


mutlak varln bir tecellîsi, her eser bu tecellînin tasvir ve
tahlillerinden ibaret gözükür.^^

Nazik Erik Hoca da Sâmiha annenin dil ve üslûbunu öyle


anlatyor:

"Son asrn yetitirdii ender ahsiyetierden olan Sâmiha


A}^erdi din, tasavvuf, sosyoloji bilgi ve çalmalar yannda
dil-tarih-edebiyat sahasndaki üstünlüü ile de temâyKiz
etmitir. Osmanh Devleti'nin son yllarnda bilinen ve göze
batan yönetici ve asil ailelerine mensup olan merhume
Sâmiha Ayverdi bilinen ve tannan adyla -Sâmiha anne-
mensup olduu aile içinde salam ve köklü bir kültürle

yetimi, yetitii zamann eitim imkânlarndan nemalanm,


sonra da özel olarak örendii bati diliyle baümn kültürüne
edebiyat ve san'atina da âinâ olmutur. Genç yanda san'at

ve edebiyat dünyâsna iir ve romanla girmitir. Dinî,

tasavvufî aheserlerden sonra, târih ve sosyolojiye yönelmi,


ömrünün son ':^manlannda ise hâtralanjla yakn târihe ve eski

istanbul semtleriyle geleneklerine ifk tutmii§tur.

'^'
Halil Açkgöz, "Kubbealü Akademi Mecmuas: Ya-:{i Hayatnn 50. Ylnca
Sâmiha Ayverdr Hatra Says, Ekim 1988 s. 42.

100
Sâmiha A^^^erdi üe SIRRA YOLCULUK

Sâmiha anne Osmanl toplumunda muhalif dönemlerde yer alm


toplumsal bir aile çevresinden gelmitir. Kiiltür bakmndan tabiî olarak

köklü ve î^engindir. Görgülü ve bilgilidir. Bujü-:(den onun ^arif, dolgun

ve î(engin bir konuma stili vardr, istanbul ivesi de denen Osmanl


yönetici :(ümresimn edep, bilgi, f^arafet ve nezâket kurallarn aksettirir.

Tatl, sakin ve incedir. Yaam boyunca muhataplarnn ya-tahsil-


görgü seviyesini gö^ önünde bulunduran Sâmiha anne bu ^arûreti
dâima göfi önünde bulundurmu, muhaja^ etmitir. Konuma
üslûbunu ve düfrenini bocadan mimiklerinin, ses tonunun yardmyla
da karsndakilere duygu ve fikirlerini nakleden Sâmiha anne kymetli
ve kuvvetli bir hatiptir. Zümreler kadar kitlelere de hitab da basan ile

sürdürmütür.

Ya^ diline gelince hassaten ü^rinde durulmaya deer. Yetime artlan


dolaysyla köklü bir çevreden gelmesi ona halk dili deyimleri, terimleri

kadar dinî, tasavvufî kelimelerle tabiî olarak ayn bir t^enginlik

ka-:(andrmtr. Öretimi ve öt^el alâka sahas olan Bat dili bu


^nginlie ekil ve mânâyüklemitir.

Sâmiha annenin kelimeleri köklü ve mânâ ile yüklüdür. Çok sâde ve

akc bir dille yatlm eserlerini dahi bu yüî^den dikkatle okumak —


hatta- tekrarlamak gerekir. Yabanc dili çok iyi bilmesine ramen
yabanc kelime kullanmamay tercih etmi, târihî bir hâtra ve ses
:^nginlii olan kendi kelimelerinden va^^eçmek istememitir. Hayatta

iken kendi elleriyle yeni basksna râ^ olduklan ve ha-:^rladklan

Yolcu Nereye Gidiyorsun? adl romanndan bâ^^ kelimeleri

deitirirken aladklann söylemilerdi.

Sâmiha anne iir, tasavvufi ifadeli roman, sosyolofik aratrma, târihî


sohbetlerden sonra ilmî çalmalar da yapmtr. Son eserleri ise hâtra,
an formundadr. Bu ya;(ilannda çok daha sadeleen Sâmiha annenin
ya^ dili tpk makalelerinde olduu gibi, kulland edebî türün diline
uygundur. Dilin mant içindeki cüi7ileleri konuya uygun olarak uî^un
veya ksadr. Fikri yanklardaki cümleleri H. Ziya Uaklgil'deki
kadar u^un ve kvraktr. Cümlelerin üî^erinde dikkatli davranma

ihtiyac uî^unluundan, yapsndan deil kelimelerin kültür


yükündendir. Gaflete makalesinden alnm bir cümlenin tam

101
Cemâlnur Sargut

anlaplahilmesi için, bir snf tahtasnda dört ayn ders saati boyunca

çalld vâkîdir.
Samiha anne jat^d esere göre üslûp kullanmay iyi seçer. Onun için

herja^da ayn bir üslûp, fakat hepsinden salam cümleler, kuvvetli,

manta dayanan ahenkli, renkli üslûp kullanr. Onun ifâdesindeki


özellik sadece romanti^^m ve realizmin etkisi deildir. Duygu
dünyasndaki ^(enginlik, ifâdeye daha bir canllk katar. Osmanl
A-Sirlannda yer yer görülen tabiat ve mekân tasvirlerinin ^nginlii
kadar harp sahnelerinin canll okuyucuyu olaylarn içindeyaatr.

Seçilen kelimelerin ahengi, mûsikîsi ayn bir güç tapr. Meselâ istanbul
Geceleri 'nin mukaddime sayfalanndaki ifâde üstünlüü Osmanl
istanbul'unun hamet, saltanat ve medeniyetini bütün hareket, ihtiam

ve akametinin mânâ kadar duygulara aksettirir. Meselâ stanbul


Geceleri 'nin Üsküdar bölümünü okuyanlar kendilerini bir

semahanenin dekor ve aksesuanna bakarken, dier yönden u^unlu-


ksal sesi ve duygu nakleden ahengi içinde kendilerini bir ^kir
sahnesiniyaamaktan alamat^lar.

Sâmiha anne metinlerindeki kelimelerde sadece ses ve ahenk deil canl

mânâlarla bir ahsiyeti, bir karakteriyaatmay da baarmtr. Meselâ


Ate Aac adl romannda Cemil Bey 'in yardmcs Salih Efendi ad
ile deil ahsiyeti ile de sâlih bir kiidir.

Yaad dönemde henü-:^ etkisini tamamen kaybetmemi olan

romantizmi iyi tanr. Romanlannda ve son -i^amanlarda kaleme alm


olduu batralan da realisttir. Yeri geldikçe ifâdeye kuvvet ve tahayyüle

imkân vermek için tasvirlere bavurur. Bunlarda hâkim olan unsur


göî^lemdir. Tabiat ve eyaya geni, teferruatl, gerçekçi bir göî<fe bakp,
yapt gerçekçi gözlemlerin ifâdesi kiiyi konuya, konunun ^pman ve
mekânna balar. Kendi içinde yaatr. Bunun en gü-^el örnekleri

Fransz tarihçi Michelet'deki üslûp gibi okuyucuyu daha rahat konuya


balayan Osmanl Asrlar 'ndaki gibi.

brahim Efendi Kona 'ndaki eya ile tasvirler bir Osmanl


konandaki zenginlik kadar imparatorluun medeniyet smrlanmn
Zprafet, incelik ve yüksekliinin de iaretidir. Ayn dikkat ve itinâ

02
Sâmiha Av^erdi ile SIRRA YOLCULUK

ki§i, ahsiyet ve davramlannda da görülür. Meselâ; Râtibe adl


kitabnda bütün canllyla yalayan büyükanne, davranlar, tutumu,
hâli, terbiye metodu hafzlardan kolayca silinmeyecektir.

ilmî çalmalarnda toplumun problemlerine k tutarken ayn kalem


kudretini gösterir. Târih ve toplumdan k tuttuu ahsiyetleri

aydnlatan biyografik makale ve monografik çalmalar Abide


ahsiyetler, Sultan Fatih 'in Mânevi Dünyâs gibi verdii tasvir ve

tahlil gücü ile bir kere daha ölümsüî^lemilerdir. Makale ve bilhassa

konferanslarnda ise sökerine ayn bir mânâ getiren ar bal, hâkim


ses ve edas istanbul Türkçesine son derece sahip olmasndandr.

Ne ja!^k ki günden güne kaybetmekte olduumu^ ana dilin Yahya


Kemâl Beyatl gibi, bu son usta kalemine nesillerin vukufu
eriemeyecektir.

"
Bereket ki; onu tanyan, anlayan, seven ve sevdiren kalemler var.

103
Cemâlnur Sargut

...Ifi tmar olmam kimse ister âlim, ister hâkim, ister

sanatkâr ne kyafette olursa olsun kâmil deildir.

Kâmil insan, kendi kendinin âmiri, iç dü^eninin nâî^mt ve


irâdesinin sahihi olandr.

Sâmiha Ayverdi, Son Menzil

104
Sâmiha Ayverdi üe SIRRA YOLCULUK

Onun çin Fâtih'in stanbul'u Fethi, Tevhidin


Fethidir...

• Sâmiha Ayverdi ile ilgili gözlemlerinizden söz ederken, "darda

bir yapran oynayn âyet-i kerîme ile açklard" diyorsunuz, bu


'ehadiyet' srrna ulamak mdr, bu belirlemenizle, 'balangçta
Allah vard, onunla birlikte bir ey yoktu' haberini nasl
yorumlarsnz? "zinden, gözünden, sözünden, özünden Allah
ayrmasn. Ey Hakk' bildiren, O'na götüren, perdeyi kaldrp O'nu
gösteren! Hakk'n var olduunu, varhn Hakk olduunu,
görünenin gösteren, gösterenin görülen olduunu bildiren! Bu
dünyâda, o dünyâda Allah senden ayrmasn." eklindeki duasn
nasl deerlendirirsiniz?

Yapran oynayndan âyet-i kerîme açkladna ben ahit oldum.


Bunu yapt zaman çok hasta ve yahydlar ve vefatlarndan çok
ksa bir süre önceydi. Ama enerjisi hiç tükenmeden tâ ki son
noktay koyana kadar devaml yazdrdlar ve ondan
belki iki saat
sonra Sâmiha anne yok gibiydi. Bunu yaadm ve gördüm. Evet
doru söylüyorsunuz, bu nedenle O her gördüünde Hakk' bulmu
ve Hakk'la Hak olmutur. Yâni unu söylemek istiyorum. O,
yaradlm her eyin hakikatini biliyordu. Bu hakikati seyreden ayn
zamanda da bu seyre katlan bir yolcuydu. Biz ise Hocamzla birlikte
bu muazzam mânâlar seyre dalarak hayret makamna joikselirdik.

Hakk, Allah'n "istedim ki bilineyim" mânâsnn zuhurudur. Bunun


ötesinde O'nun mutlak varl vardr. Zira sonsuz kelimesi dahi
bn-i Arabi'ye göre bir snrlamadr. te Sâmiha anne, tebihle
tenzih arasnda bu hâli anlatr. Evet tebihtir O'nun bir tek yaprakta

Allah'n seyredii... Ama ayn zamanda o yaprakta Allah'


seyrediinde tenzih de vardr. Çünkü Sâmiha anne, yapran içinde,

makroda, mikroda sonsuzu seyretmenin zevkini yaatr. Yani hem


bütünde hem parçada... Dolaysyla bütün srlar kendisine açlm
bir sultand. Hazret kelimesinin mânâsyd. Çünkü hazret, Allah'n
hazerât- hams'n yani yaradln bütün makamlarn idrâk eden,

105
Cemâlnur Sargut

bütün makamlanndan konuabilen, bütün makamlarnda


yaayabilen gerçek insan demektir. Sâmiha anneyle böyle bir

yaanty çok kolay görebilirsiniz. O caizden tenzihten alp tebihte


kullanr. Tebihi kullanr, tenzihi anlatr.

• Gerçek müridi bulmutu...

Evet o hakiki hocay bulmutu. Bu kadar m güzel anlatlr


hocasnn mânâs? Gördüünüz gibi kendini silmi. 'T.':^nden,

gö-:^nden, öcünden" dedii, yolundan, gözünün önünde olmaktan,


gönül gözünün önünde olmaktan, sözlerinin idrâkinden, özünün
idrâkinden Allah ayrmasn ey Hakk'
Hakk' öreten, bildiren.

Hakk' gösteren ona götüren perdeyi kaldrp O'nu gösteren,


Hakk'n var olduunu, varln Hakk olduunu Hakk'tan baka bir
ey olmadn gösteren,... yâni Allah'n insandaki tecellisini, vahdet-
i vücudu bu kadar güzel anlatmak her kiinin kâr deildir. Herhalde
bn-i Arabi hazretleri ayn dönemde yaam olsalard, "O ne güt^el bir

Sâmiha ki, benim bütün anlatmak istediimi bir cümleye sdrm" derlerdi.
Ben de batan beri, bu kadar derin bir mânây düünemediim
zamanlarda dahi hocam anlatrken sadece bu cümleleri kullanmay
tercih Ben de kendi kapasitem ölçüsünde O'nun
ettim. izinde
bunlar gördüm ve yaadm. Sâmiha anne insan kendine deil,
Allah'a, Hakk'a tad. Allah ondan ayrmasn, âmin.

Kimsin? diye sordular.

Bu dünyâda i§i bitenimi dedim.

Öyle de neden sefere çkmadn? dediler.


l§i bitmemi olanlara yoldalk etmem muraddr, dedim. (...)

Sâmiha annenin Hanc adl eserindeki bu sözlerini u âna da


getirebiliriz. u anda da buradaki seyrüseferde Sâmiha anne hâlâ
bize yol gösteriyor. Onlarn klar hiç batmyor. Batmayan Gün
gibi. ki kitabnn da ismi çok manâl; Batmayan Gün ve Yolcu

Sâmiha Ayverdi, Hana, stanbul: Kubbealt Neriyâü, 1988, s.9.

106
Sâmiha Aj-verdi üe SIRRA YOLCULUK

Nereye Gidiyorsun. Bütün bir ömür kendimize sormamz gereken


soruMi zâten tocam kitaplarmda bize sormu.

Sâmiha Ayverdi için stanbul ne ifâde eder? Neden romanlarnda


hep stanbul merkezdedir? Osmanb-slâm medeniyetinin kalbi
olarak stanbul, Ayverdi'nin irfan dünyasnda nasl bir yer igal
eder?

Tabii ki O, stanbul'da müridim bulmu. stanbul'da ak tanm.


stanbul'da Allah yolunda yaamay örenmi. Ama benim âciz
idrâkime göre stanbul tevhid demektir. Onun için Hz. Fâtih'in
stanbul'u fethi, tevhidin fethidir. Çünkü dünyâda stanbul kadar
kozmopolit belki Kudüs olabilir. Çok farkblklarn bir araya geldii
bir ehirdir. Güller ve dikenler bir arada yaar stanbul'da. Ama gül
bahçesi diye bakanlar dikeni görmez. Dikeni gören bahçenin
gülünden bihaber kabr. Allah'n mânâs gibi, istediine kendini örter
sevdiine kendini açar. stanbul, Kur'an'n mânâs gibi peçeli bir

gelindir. te O'nu ancak akla sevene kendini gösterir. Gerçekten


anlatlmas zor bir ehir. Belki Franszlarn Le Monde gazetesindeki

ifadeleriyle 'stanbul'un dünyadaki yegâne rakibi sudaki aksidir"

gerçekten stanbul'un maddî anlamda bile baka bir rakibi

olmadm gösterir.
Ortasndan Boaz'n ak, yâni su tevazu demektir. Kara içindeki
tevâzuyu anlatr. Yedi tepesinin olmas yedi fena makamn temsil

eder. Dolaysyla stanbul kendi bana tevhid ve fena makamdr


zaten. Her yönüyle stanbul Allah'n mânâsm idrak eder.

Onun için, o dönemde, 'kaybolan veya kaybolmaya mahkûm


bulunan neydi?' sorusunun anlam ne idi? O'nun entelektüel

hayatnn merkezinde bu soru(n) vardr, denilebilir mi?

O, kaybolan medeniyetin maziyle kesilen irtibatn ve Bat


hayranlmn acsn hissediyordu. Bunu, ISe dik Ne Olduk adl
eserinde öyle özetler:

'"Bugünün Türk çocuu hemen hemen geçmiinden habersi^. Onun için

de, mâ-:(sinin ihtiaml varl ile balant kuramyor, oradan kendi

07
Cemâlnur Sargut

yalad •:^r?âta kovasn daldnp o berrak, o teni^ ve o duru sudan


bugüne bir peyler aktaramyor. Susuf^luktan baylsa da, hararetini
teskin edecek bir yudum vereni yok. ayet ben de 1906 yerine 1926'da
domu olsaydm, hatal planlanm bir geçi devresinin çocuu olarak,

hu gadre uram nesillerin evlâtlanndan beter olabilirdim. '

***

"JV(? ya':^k ki Müslüman-Türk de, etini döküp kum iskelet brakt


ark medeniyetinin üstüne geçirdii bir ireti garp kaftan ile dolap
geî^rken, ele güne kar, ne gülünç olduunun farkna varmayacak bir
'*"
dalffnlk içindedir.

***

"Redd-i miras yolu ile mâ-::jlerini silkip, atan la nn birçou da, yabanc

menfaatlerin kürek mahkûmu, ite bütün bu ortada kalmlara,


geçmileri ile nikâh tâî^letip, dün ile bugünü ve belki de yann içine

alacak bir terkibe götürmek, belki tek kurtulu çaresi.

***

• Bu balamda brahim Efendi Kona nasl bir meseleyi önümüze


getirir?

Kitabn sunuunda yer alan,

"Bu kitap ne bir hikâyedir ne masal ne de roman... -^çman, mekân,


vak'alan, ahslan, isimleri hatta vakalarnn seyri, sras ve

detay lan m n doksan ile


yü-::^de otantik yaanm bir devrin gerçek ve

yaanm bir hayat tablosudur'


ifâdesi meselen özeder.

Sâmiha anne kitab u cümlelerle bitirir:

" Sâmiha Amerdi, AV dik AV Olduk. stanbul: Kubbealü Neriyâû, 2007, s. 10.
"^
Sâmiha A\-\-erdi, AV dik AV Olduk, stanbul: Kubbeald Neriyâa, 2007, s. 61.
'''^
Yazann nodanndan.
"*
Sâmiha A\-\erdi, brahim Efendi Kona, stanbul: Kubbealü Neriyâû, 1999, s.7.

108
Sâmiha Ayverdi üe SIRRA YOLCULUK

"Mühim olduu kadar ha:(in de olan, ibrahim h/endi Kona 'nn ölüm
tarihiyle çok büyük bir medeniyetin ölüm tarihinin tesadüf etmi
olmasyd, ibrahim Efendi Konainda ren^yle, ekliyle kokusuyla o
says^ o hesaps\ çiçeklerden bir çiçek açm olan istanbul medeniyeti

de bu arada son nefesini vermi ve tarihin hâf:(asna mâl olmutu, ite


asl ^vâl yani yok olan ve asl yklan sonu gelen buydu. Y'.ger temeller

kaymam, kökleri kurumam olsayd gene ayn topraklarda nice


ibrahim efendi Konaklan yeerir, boy atar, çiçeklenir. Ve içinde doup
büyüdüüm medeniyet dünyâsnn rengini, kokusunu, ihtiamm
'*^
salmakta devam edermi.

Sâmiha anne mazisini ve Bat'nn ahlâk anlayyla


reddeden
kirlenen günümüz toplumlarnn rahatszln hissetmektedir.
Dilini, dinini beenmeyen, küçümseyen, mal, mülk, mevki sahibi

olmay tercih eden yeni toplumlarn acsn içinde hissetmektedir.


Ona göre medeniyet Peygamberin ahlakyla yaamak, halkta Hakk'
görerek onlarla iyi geçinme san'atn örenmektir. Mazinin
birikimiyle Allah'n her an yeni manâsyla tecellîsini idrâk eden ve
buna katlan insan ona göre medenîdir.

Sâmiha Ayverdi'nin bir günlük yaam nasl geçerdi? Nelerle


megul olurdu? Nasl yer içerdi, nasl oturur kalkar, nasl davranr,
insanlara nasl muamele eder, ülkesinin ve dünyânn sorunlarna
kar nasl bir ilgi ve hassasiyet içinde olurdu? Kenan Rifâî

hazretlerinin huzurunda duruu nasld, O'nunla halleri nasld?

Sâmiha anne çok erken uyanrlard. bâdetini yaptktan sonra çabr


ya da misafir arlarlard. C^nun prensibi "bâr olma yâr ö/"du. Çok
zamanlar hastaya, problemli olana ziyarete giderdi. Son derece zarif
döenmi bir evin içinde klâsik ve çok zevkli eyalann arasnda
yaarlard. Eyalar kendisiyle bütünlemi gibiydi. Kedisini çok
severdi. O kedi sanki sahibinin vücudunun bir organ haline
gelmiti. Sabah kahvaltlarnda sahibinin kucanda sehpa gibi hiç
kmldamadan durur, kahvala tepsisi onun üzerine konurdu. Yemek

Sâmiha Ayverdi, brahim Efendi Kona, stanbul: Kubbeala Neriyâa, 1999,


S.430.

109
Cemâlnur Sargut

ayrm yaptklarn hiç görmedim. Ama az yerlerdi. Kimseyi


reddetmezlerdi. Kendine çok az vakit ayrrd.

Pazartesi günleri annemle, lhan ablayla, Türkân Ablayla ve çok


sevdii birkaç kiiyle özel olarak görüürdü. hvâmn para
meselelerini, kimlere yardm yaplacan halleder, çözümler
getirirdi. Böyle paylama günleri vard ve o günleri çok
bir

beklediini, keke her gün Pazartesi olsa dediklerini biliyorum.


Pazartesi Hz. Peygamber'in günü olmas hasebiyle özel bir gündür
ve Sâmiha annede biz bunu çok hissederdik.

Nadiren sigara içtiklerini biliyorum. Ama yakn dostu ve gelini olan


lhan Ayverdi sigaray braknca onun yannda içmemek için bir

daha hiç içmediklerini de biliyorum. Sigaray evde tek bana


içmezlerdi. Yannda birisi içerse, o utanmasn diye içerlerdi. Alt
katnda bir örencisi ailesiyle yayordu. Onlarn kaloriferinde
problem olduunda kendisi de evindeki stmay çahtrmayp onlara
elik etmiti.

Terbiye usûlü çok özeldi. Ekrem Amca Galatasaray'da okuyan


olunun sigara içtiini duyunca çok kzm. Annesiz de olduu için
olunu terbiye etmekte zorlanyor. Ekrem Amca'mn olu babasnn
salondaki sigaralardan alp kaçrarak gizlice içiyor ve bu nedenle de
babasndan çok azar iitiyor. Sâmiha anne çocuun sigaray saklad
dolabn içine: ''Sevgili olum babann sigaralarndan içmemen ve rahats-:^
olmaman için sana bir paket sigara brakyorum. Artk bunu kullanrsn"
yazan bir not brakmlar. O kadar dükün olduu, sevdii, anne
dedii halasnn bu tavr onu o kadar utandrm ki o sigaray
içememi ve sigaray da böylece brakm. Onu anlatmlard çok
etkilenmitim. tinâb, zevkli, çok sevgi dolu bir terbiye usûlü vard.
naallah anneler hep öyle olabilelim.

Sâmiha anne ve çevresindeki büyükler çocua çocuk muamelesi


yapmadlar, istirahatlerini gözönünde tutarlar fakat sanki
karlarnda büyük bir adam varm gibi davranrlard. Bu da vahdet-
i vücudun baka bir tezahürü olsa gerek. Onun için, Ekrem
Amca'mn olu Fazl aabey, Sâmiha anneme, "ö««^" diyormu. Fazl

O
Sâmiha Ayverdi üe SIRRA YOLCULUK

aabey uzun süre de onu anne zannetmi. Ona mektuplar yazdn,


onunla ilgili bütün sorunlaryla özel olarak ilgilendiini,

hastabklarnda kendisini tanp, kendi kzndan daha çok emek


verdiini iyi biliyoruz.

Kendi kz Nadide teyze ikinci plandayd hayatnda. Ama bunu


isteyerek ve severek yapm bir sultan deil. O kadar çok evlâd
vard ki, Nadide teyzenin de kendisini ikinci planda hissetmesi çok
normal. Bütün bü}aik insanlarn evlâtlarnn hissedecei gibi. Öyle
bir sultand. Hayat Ken'an Rifâî'ye odaklanmt. Hocasn
anlatmak için yaad. Hocasndaki hakikat-i Muhammediye'yi
anlatmak için yaad. Önce bizi kendindeki Hocasna, sonra
hocasndaki Peygambere sonra Peygamberdeki Allah'a götürdü. Bu
tekâmül insan için çok önemlidir.

Bir gün Sâmiha anne Hocasnn sohbetinden izin abp çkmlar.


Ekrem Bey de "Randevumuîi ertelendi gir sohbeti dinle", deyince odann
kapsn hafifçe arala\p "girebilir miyim?" diye soruyorlar. Efendim
"i-:^n alp çkmtn bir daha gireme-:^in bu odaya" diyorlar. Yani sözle
oynanmamas gerektiini Efendim öretmiler. Ayrca saate de
riâyet ettiklerinden söz verilen saatte bulunmas gereken yerde
olunmasnn art olduunu anlatmlar.

Çocuklar ve gençlere özellikle çok deer verirlerdi. O \aizden de

kandil geceleri bizler için çocuk elenceleri tertib ederlerdi. Sâmiha


anneanin evinde toplanrdk. Kandilin mânâs anlanbr, namazlar

klnr ve hediyeler danlrd. ftar geceleri ise bir sene boyunca


beklediimiz gecelerdi. Çünkü Sâmiha annenin evinde yaplrd
çocuk iftariar o zaman, darlarda deil. Daha sonra saymz çok
artnca iftarlar bü\aik otellere tand. Çocuklara oyunlar,

Karagöz'ler oynaülr, çeitli hikâyeler anlatlr. Sâmiha anne sorar.


'%aç kii oruçlu?" diye. Orada "ben de" diyebilmek için çok küçük
yatan itibaren oruç tutmaya baladk.

Kandillerin çocuklar için elenceli ve güzel geçmesini ister, srf


mevlüt dinleyerek ve alayarak deil, çocuklar bktrmadan zevk
haline getirmek isterdi. Ülkesinin ve dünyann sorunlarna kar çok

111
"

Cemâlnur Sargut

hassast. Devaml okurdu, bunu da Ken'an Rifâî'den örenmiti.


Efendimiz gazete okumaya çok önem verirlerdi ve daima dünyann
meselelerinden haberdâr olmamz isterlerdi. Sâmiha anne de
böyleydi. Bir yanl tespit eder üzerinde çok aratrrd.

70'1 yllarda bir grup genç terörü, iddeti tevik eden siyâsî dergileri
satmaktadrlar. Sâmiha anne kendilerine yaklar. Paray verir ve
dergileri satn alr. Denizin kenarna gelir. Hepsinin gözü önünde
hepsini 3nrtp denize atar. Üzerine yürüyen genç kz halk tutar. Bu
yüzden kitaplarn okuyan bir zâtn "nerede o di§i aslan" deyiine

amamak gerekir.
Efendimizin en çok takdir ettii örencisiydi Sâmiha Ayverdi. Bir
gün Kendileriyle beraber bir Mevlevi eyhine giderler. Hocas,
Mevlevi eyhine "B/'r ^ey söyleyini'^ jejhim" der. O da, "sit huyrun

efendim" der. Tekrar eder Ken'an Rifâî hazretleri, "hir §ey söyleyiniz

eyhim." Yine edep eder eyh ve "si^ buyurun" der. Onun üzerine
Kenan Rifâi Hazretleri Sâmiha anneme dönerek, "Sen bir ^ey söyle

Sâmiha!" der. Sâmiha annem de Mesnevi'den Farsça olarak u


beyitieri okur:

"Yek demi sohbet be-merdân-t Hüdd


"
Bihter e^ sad sal bûden der tukâ

(Bir dem Hüdâ merdiyle sohbet, yüz sene takvadan hayrhdr.)

te bu cevap hocasn çok memnun eder ve anneme ''H.ey koca


etti ve beni çok memnun
Sâmiha! Mevlevi eyhine MesnevVden hitâb etti,

der.

112
Sâmiha A^^'erdi üe SIRRA YOLCULUK

...insan, ancak hayvanlarn yapamayaca §eyk iftihar etmekte

hakldr. O da bilgi ve arktr. Bu varln evveli de a^k, sonu


"
da arktr.

Sâmiha Ayv^erdi, Ak Budur

113
Cemâlnur Sargut

Dost'un ngilizce'ye Çevrilmesiyle Benim Tandm


En Az Be Alt Kii Müslüman Oldu...
Dost nasl bir eserdir? Bir bilgenin hikmet bahçesinden çiçekler
deviren bir anlat olarak Dost'un sizin dünyanzdaki izdüümü
nasl olmutur? Ondan neler örendiniz?

Dost, sanki Ken'an Rifâî'nin özetidir. Dost kelimesi "arkada"


demek deildir. Sevgilinin ötesinde bir eydir. Dost kelimesinin
içinde "sâdk" y2Lm Hz. Ebû Bekir'in mânâs vardr. Bu mânâ Hz.
ibrahim'de tecellî eden Halil makamnn ifadesidir. Sâdk demek.
Peygamberin merebine sâdk olmak demektir. Sâmiha Ayverdi,
Efendisinin merebine sâdkt. Onun hakikatine ve ahlâkna sâdkt.
Efendisini gören kiiydi. Ayne'l-yakîn mertebesinde bir Ebû Bekir
tavryla Efendisini seyreden kiiydi. Onun için ona baka bir ad
konmas beklenemezdi. Dost kelimesi ebced hesabnda akla ayn
sayya denk geliyor. Dolaysyla 'dost' "<î//^ 'demektir. Dost'u ben bir
gecede okudum. Beklediim bir kitapt ve Sohbetler 'den önce çkt.
Benim için bütün hayatmda örendiklerimin bir özetiydi. Çok ksa
diye üzülmütüm. Keke daha derin anlatan bir kitap yazsa Sâmiha
anne diye düünmütüm. Daha sonra Sohbetlerdi yazd zaman, iyi
ki Dost önce yazlm diye düündüm. Çünkü Sohbetler biz ihvann

arad kitapt. Mesnevi erhinin içindeki derinlii biz Sohbetler' d&


bulduk. Bütün sorularmzn cevabyd Dost, Sohbetlerde hazrlk
kitabyd. Dosfun ngilizceye çevrilmesiyle benim tandm en az 5-
6 kii Müslüman oldu. Gerçekten vurucu bir kitaptr.

Bu kitaptan ne örendiime gelince; hâl etmediimi örendim. Her


eyi bildiimi samyordum ama hiç hâletmemitim. Yani Dost kitab
ilk defa hal etmediimi ve tevâzû sahibi olmadm \aazume vuran
ve henüz bildiklerimi de derinlemesine tefekkür etmediim için

eksikliimi bana anlatan bir kitapt. Bana ayna oldu. Ama bat
insanna da gerçek slâm', tasavvufu öretmesi, tasavvufun
hakikatini göstermesi açsndan çok büyük bir örnek olmutur.

14
Sâmiha A^•\'erdi üe SIRRA YOLCULUK

"Ken'an Rifâî ve Yirminci Asrn IndaMüslümanlk" nasl


dodu? Bu eser irfânî geleneimizin târihi açsndan ne ifâde eder?
Eserin dier yazarlar kimlerdir, Sâmiha hanmla ilikileri nedir?

Bu eserde, Ken'an Rifâî'nin gözlüüyle bakan Sâmiha annemden.


Sofi Hûri'den, gene Ken'an Rifâî'nin gözlüüyle bakan Safiye
Erol'dan, Nazb Sultan ve Semiha Cemal'den Hocalarnn mânâs
anlaülr. Sofi Huri biliyorsunuz papaz kz, Safiye Erol nev-i ahsna
münhasr tasa\^af bilen, maddî ilimlere vâkf, güzel, modern bir
yazar... Sâmiha anne. Efendi... Nazb Sultan Efendi'nin baka bir
veçhesi.... Semiha Cemal baka bir veçhesi, Nezihe Araz da
bambaka veçhesi. Dolaysyla hepsi kendi mânâlarn ve
hakîkaderini anlatmtr.

Ken'an Rifâî hazrederi bu eserin ortaya çkt devre kadar belli bir

grup içerisinde kalm, ancak örencileri tarafndan bilinen bir


sultandr. Ama bu eserin ortaya çkyla Ken'an Rifâî bütün
hakikatiyle zuhur etmidr. Bize Osmanl'mn son devrindeki
tasa\^af anlaymn derinliini öreten Ken'an Rifâî bu kitapla
herkese aikâr olmu. Dolaysyla bir devrin tasa\^^uf anlay da bu
kitapla kalc hâle gelmitir. Sâmiha anne, müridini anlatmann
kendini anlatmak için en doru yol olduunu anlayp ilk bu eser için
harekete geçmitir. KJtabn sonundaki sohbetler adetâ mürit
yanmzdaymcasna bize ahlâk- Muhammedi'yi öreten ve sülûka
yönlendiren bilgilerdir. Ba ksmda Safiye Erol, Sofi Huri gibi
anlalmas daha zor yazarlarn hocalarn anlat ile sondaki
hocann basiün içinde mükemmellii anlatan sohbetleri ztlktaki
birlii yakalamak açsndan çok önemlidir. smiyle bile birçok insana

mânâsn hatrlatan bu kitap sadece 20. v-üzyl deil bütün asrlar


aydnlatmak üzere yazlm bir aheserdir.

Sâmiha anneyle Safiye Erol, birisi müridinin hakikad olmu dieri


de müridindeki hakikate âk olmu iki sultandr. Yani birisi

Efendisi, dieri de onu seyreden iki sevgilinin birbiriyle ilikisi...

Sofi Huri ile mutlaka ki her iki eserde de yani Mesnevi erhfndc de,
20. Yüzyln Inda Müslümanlk ve Ken 'an Rifâî kitabnda da bir

15
Cemâlnur Sargut

araya geldikleri için, mutlaka ayn ak paylaan iki ruh olmular.


Sofi Huri de baka bir veçhe çünkü gerçekten bir papaz kz..
Hristiyanlktan dönmü, Müslüman olmu bir görüle bakyor. Sofi
Hûri'nin kraliçe Julianna'mn önünde okuduu Ken'an Rifâî devrin
en büyük mutasavvfdr yazs, bunun Kraliçe Julianna tarafndan
deerlendirilii çok enteresandr. Julianna'mn ayaa kalkp "Bu
beyefendi önünde si:^ sayg durucuna davet ediyorum" deyii ve herkesi
Efendimizin hâtras önünde sayg duruuna davet edii önemlidir.
Sofi Huri kraliçenin huzurunda hocas Ken'an Rifâî'yi öyle anlatü:

"Zamammî^n en büyük islâm âlimlerinden mutasavvf §eyh Ken'an

'Rifâî hacetlerini si^ tantmaya çalnacam. Onun önderiiini yapt


iman anlayp, günümü^ insanlnn, bulmakta ^(oHuk çektii, ancak
sosyal banpn salayabildii hogörülü ve ahenkli bir ya§am için, bir

çö^m getirmitir. Günümüzde insanlk maddî ve manevî sorunlarla


bunalmaktadr. Daha mutlu ve müreffeh bir hayat sürebilmek için,

çö^^üm aramakta ve olaylar karsnda cesareti krlmakta ümitsizlie

kaplmaktadr. Ben bu ortam ve durum içinde, konumu bir tesadüf

eseri seçmedim.

Ken'an 'Rifâî insan tabiatn çok iyi biliyordu, insanlarn ve cemiyetlerin

birbirleriyle olan ilikilerinin bar ve hogörü içinde, nasl olmas


gerektiini bilen üstün bir yetenek ve kiilie sahipti. Manevî
hayatimi!^ aydnlatacak, ruhumuzu yüceltecek, imanmz
kuvvetlendirecek onun gibi bir öndere günümüzdeki kadar hiç ö^lem

hissedilmemitir. ayet insanlk kurtulua ermek, gerçei bulmak ve

dengeli yaama kavumak istiyorsa bütün fanatik (banaz)


bir

duygulardan arnm, saf ve temi^j sevgi dolu bir imana sahip olmaldr.
Ortak deerlerin olmad sosyal guruplarda, güvensizlii imleyen kriz ve
çökü ergeç ortaya çkacaktr. Hâlbuki insanlar birbirine sevdirecek

ortak deerlerin (sembollerin) olmas birletirici bir rol oynayacaktr

Dolaysyle kaim bir bansn salanmas isteniyorsa, kadn


erkek ve

olarak hep birlikte bizi birbirimize dost ve yakn olmay mümkün

klacak ortak deerleri aramalyz

Ken'an Rifâî hazretlerinin sahip olduu bu deerler, insan cemiyetlerinin

ilerlemesi ve huzur içinde yaamalar gayesine hizpjet (istihdaf)

ediyordu. Bu deerlere bal kalan topluluklar kendi yaam tarzlarn,

116
Sâmiha AN-verdi üe SIRRA YOLCULUK

kurallarm belirler cemiyet hayatnn ilerlemesini, gelinmesi ve

devamlln salarlar. Topluma pk tutan ve sayca çok olan hu

deerler muvacehesinde, hu e§si\ ahsiyetlerin ön gördüü sistem

lalettayin insanlar gihi sradan hir hayat sürmek deil, halkalarnn


örnek olarak alacaklar sevgi dolu en ideal hiryajam tar^ sergilemek
idi. eyh Ken'an Kifâfnin gayesi, günümü^ insann
îfte höylece

karlksn bir sevgi seli içinde birletirmek olmutur.


Siî^e sunmak istediim hu ksa biyografi ile sradan hir yaam
sürmemi olan, insanln geleceini düünenler için örnek alnmas
gereken, bir ahsiyeti tantacam. Böylesine saygdeer hir ahs
tantmak, onun temsil ettii sosyal kütlenin de, bilinmesi anlalmas ve

tannmasnayardm edecektir.

Ken'an Rifâî kimdi? Yapmak istedii ve misyonu ne idi? Neleri

baard? imdi, ksaca hu üç soruyu cevaplamaya çalacam.

lk soruyu cevaplayabilmek için onun ahsiyetinin üç ana özelliini

bilmek gerekir. Hereyden önce büyük bir din âlimi, sonra mükemmel
bir düünür ve sonuç olarakta ruhani bir lider (mürid) ve rehberdi.

Bu üç ö^llik Ken'an Kifâî nin ahsiyetinde birlemi bulunuyordu.


Onu tanmak için ahsiyetinde toplanan hu üç önlüe bakmak gerekir.
Aklyla mistik dünyasnn görülerini ve öretisini de aklyla

birletirmesi sebebiyle karm^a yakiî^ hir din adam olarak deil,

fakat ayn gamanda bir aksiyon adam ve insanlk ampiyonu olarak


çkar.

Bu büyük adamn biyografitsini tantrken sadece hayatnn kronolojik

olaylarn anahatlanyla vermek yeterli olmayacaktr Onun, kiiliini,


gayesini ve gerçek hayat hikâyesini sunmadan önce, kronolojik olaylarn

gerisindeki müsebbihleri ve iç faktörleri bilmek gerekir.

Bu büyük adamn, yapmak istedii, ahlâkîyönü ve yaptklar onun iç

dünyâsndan (manevî yönüyle) alglanabilir. Dolayisiyle Ken'an


Kifâfnin hayatn incelerken, ayrntlara gi:(lenmi temel prensiplerin ip

uçlarm da gö^en kaprmamalyt(.

Bu yenilikçi ve müstesna ahsn hayatna iç ve d dünyâs olarak iki

ayn açdan bakabiliriz

117
Cemâlnur Sargut

Yaantsnn dtan görüntüsü: öhret olmak istemiyordu. Dier


taraftan tarihe geçmij efsânevî bir kahramanda deildi. Hâli vakti iyi
5
durumda olan tannm eski bir aileden geliyordu. Onu 188 'de
Galatasaray Sultânisi'ni bitirirken görüyoru^ Galatasaray Sultanîsi
onun devrinin en ileri eitim kurumlarndan biri idi. Bu kurumda o

devrin önemli dou ve bat dilleri öretiliyordu. Kendisine meslek olarak,

iyi bir gelecek vaadeden ve maddî menfaat salayacak olan im kanlan


teperek, kutsal sayd öretmenlii seçti. Öretmenlie hayatnn son
günlerine kadar devam etti. Yllar sonra onun kutsal sayd bu
meslekten emekli olmay reddettiine jahit oluyoru^ Sadece bir jâir,

müt(isyen ve harika bir sese sahip olmakla kalmyor, bir ya^r


olarakta kendisini kantlyordu. Onbir çalnmasndan yedisi

yaynlanmtr. Mesleryle ilgili olarak birçok arapma ve makaleler


ya^mijtr. Buna ramen kendisinin öhret olmak gibi bir istei yoktu,

aksine gerek san 'at ve düjünce alannda ve gerekse öretim kariyerinde,

yüksek mevkilere gelmekten kaçnd.

Ken'an Rifâî, hayranlk uyandran müstesna (seçkin) kipliini,

çevresindeki insanlardan saklama konusunda kaltmsal bir yetenee

sahipti. Yajad devrin sosyal hayatn düpindüümü^e onun bu


konudaki tercih nedenini kolaylkla bulabiliri'^ Yalad devrin

artlar onu, dünya görücünü, fikirlerini ve felsefî düüncelerini

belirtirken her seviyedeki insana hitap edecek ekilde bu bilgilerin

daî^ajn da iyi ayarlamaya mecbur ediyordu. Aynca gerçeklerin veya

mânâlarnn, benzetme ve te§bih yoluyla örtülü bir tanda söylenmesi

gerekiyordu. Kemeke ve düi^ensi^liin yaland, yaplan her^eyde

yetersi-:^ ve verimsi^iin tolere edilip kabul gördüü o devirde yaratc


f^ekâlar ve düjünen kafalar görü§ ve düüncelerinin yanl anlatlmas
yüî^ünden cezalandrlma endiesi tadyorlard. Gerçek kiiliinin bu
ekilde dij çevreden giî(lenmesi, onun ruhî gelimesini engellememi ve

üstlendii görevi yerine getirmesinde bir mah^r tekil etmemitir.


Onun ruh dünyasn oluturan iki kuvvetli ahsiyet bulunuyordu.

Bunlar annesi ve müridi idi.

Ken'an Rifâî'nin hayatn renklendiren ve ona canllk ka-^andran


dier bir öge de, annesine kar hissettii derûnî bir sevgidir. Annesi

118
Sâmha A)'^^erdi üe SIRRA YOLCULUK

Hatice Cenan Hanm da kendisi gibi bir sevgi oda idi. O da


hayatinda insanlara hep iyiyi gülseli ve doruyu gösterdi.

Annesinin konulmay anlad ilk günden itibaren oluna örettii ve

olunun ruhsal gelinmesini salayan hayat felsefesi: 'tnsanlan


seveceksin, gönlün bitmez tükenmez bir hogörü, balama
ve sevgi iazinesiyle dolu olmaldr. Aynca insanlar sevmenin
yannda bütün yaratlmlar da, içinden gelen, ayn bitmez
tükenmez sevgiyle sevmelisin, tnsanlan sevmenin yannda,
onlarla dost olmal, onlara sempatik ve merhametli
davranmah, kendini onlar yerine koyarak baarlarndan
sevinç duymak ve baarszlklarna da üzülmelisin. Onlarla
kendini o ekilde birletirmelisin ki onlarn doumlarna
sevinmeli ölümlerine de, ac duymaksn. Misyonun, insanl
herkesçe bilinmesi gereken ayn hedefe yönlendirmek
olmaldr. Bunun da en kestirme, en tesirli ve en güzel yolu
sevgi yoludur. nsanlar için duyulan bu snrsz sevgi ile
insanhk bar ve huzura kavuabilir. Ancak bu yolla kemâle
ulahr, bu âlemden ilâhî âleme ulalabilir, en sonunda da
Allah ' bulabilirsin. '

Annesinin direktifleri ve yönlendirmesi sadece teoride kalmyordu. O,


Kenan Kifâî'nin tüm hayâtna ^ekil vermi onun ahsiyetinin

teekkülünde büyük rol oynamtir. Annesi her devirde hasret duyulan


bir evliya idi.

Annesinden sonra, Ken'an Rifâfnin ruh terbiyesinin ve eitiminin


tamamlanmasn, öretmeni ve müridi Filibeli Hthem Efendi
üstlenmitir. Böylece bu genç dervi, Ken'an Kifâî genç yanda mânevi
dereceler katlanm, dier taraftan da sk aralklarla tayin edilerek
okul ve eitim müdürlüklerinde bulunmutur. Bu esnada mistik açdan
'savatan büyük' olarak görülen nefis mücâdelesinden de galip çkm,
genç bir dervi olarak kendi iç dünyasnda da ban ve ahenk dolu bir
hu^ra kavumutur. Onun önce kendisiyle sonrada herkesle ve hereyle

bark olmasn ve yaratlmla olan ilikilerindeki ban ve ahengi

hiçbir kimse bo:(amad. Maârif câmiasndaki öretmenlii ve eiticilii

yannda saf bir sevgi ateiyle dolu olarak, iyi huyun ve ahlâknda en
mükemmel bir örnei ve rehberi idi.

119
Cemâlnur Sargut

Ethem Efendi belki de, onu ir§ad için hususî olarak gönderilmi veya

görevlendirilmi, fakat gerçek kimlii yalnzca Ken'an EJfâf ve annesine

aikâr olan, bir mür^id idi.

Burada birkaç kelime ile mür§id ve müridin ne olduunu açklamak


gerekir. Mürid ve mür§id ilikisinin dou âleminde kökü, çok eskilere

dayanr. Bu ilikinin nasl olduu pek bilinme-:(. Mürid deyince ir§ad

eden hoca, mürid de onun talebesi veya derviidir. Mürid kendisini

hocasna tam anlamyla teslim eder. Bu teslimiyette talebe geçmipe


besledii tüm düzünce ve inançlarn brakmaldr. Mürid daha önce
yalam olduu hayat tardn terkeder, alkanlklarn brakr,
tutkularndan va^eçer. Bu tam anlamyla müridine teslimiyettir, onun
buyruklarna itaat etmek gerekir. Zamanmiî^n sadece kendisini

düünen ferdiyetçi ^hniyeti ile bunu kavramak ^ordur. Çünkü herkes

kendi içinde bams^ bir dünya arzular. Cemiyet içinde müridin


odaklajmij bir ahsiyeti vardr. Onun bütün amelleri çevresindeki
lerle ve kendiyle olan muamele ve ilikisi müride bir örnek teçkil eder.

Mürjid ^(âhirde arzulad ceî^bedici eylerle insanlar


görünen nefsin
kendisine balama'^ Onun seside dardan duyulma^ O hu^uruna

gelenle kalb sesiyle (ruhuyla) konuur. Müridin kendisini ve

Allah'n bulabilmesi ancak onun, müridinin bu sesini ne


derece bir hassasbkJa algladna babdr. Kalp gözünün
açklk derecesine göre, müridiyle rabta kurar. Asbnda
müridin ahsî bir kimlii yoktur, benlii terketmitir. Bütün
güzel ahlâk deerlerini kendinde toplamtr.

Müridi incitmek demek, kendini incitmek demektir. Ona


uymamakla insan kendine zarar verir. Dier bir deyile
Mürid kalbimize ve ruhumuza devamb olarak hükmeden
insan ile özdelemi bir (prensip) kavramdr.

Ken'an Rifâî ile müridi arasndaki iliki de yukarda belirtilen

böyle bir anlay ile i^h edilebilir. Ayn iliki daha sonraki yllarda

kendisi ile müridleri arasnda da vard. Douda bu çeit mürid ile

mürid ilikisinin kökü eskilere dayanr. Büyük mistik âir Mevlânâ


Celâleddin-i Kûm! ve onun müridi ems-i Tebrif^f, ke^â Fatih Sultan
Mehmet ile onun hocas eyh Akemseddin'de de bu tip ilikiyi götürü:^

20
Sâmiha A)^erdi Ue SIRRA YOLCULUK

Mürjid ile mürid kavramlarm açkladktan sonra, 'Ken'an Rifâî

kimdi ve onun yapmali istedii ve misyonu ne idi?' sorusuna

dönelim.

Ballarda onun ahsiyetinin üç ana ö^llignden bahsetmitik; büyük bir


mutasavvf, düünür ve mürebbî. Ken'an Rifâî'nin mistik anlaynn
çarpc özellii, kendisini belli bir metaf^ksel sistemle snrlamam
olmasdr.

O, tasavvufu îmâm- Ga^alfnin yapt gibi sadece ahlâkî prensipler


çerçevesinde alglamampr. Dier taraftan da Mubiddin Arabi gibi
sâdece pantei^min^^ (vabdet-i vücut) limitleri ile kendini snrlamad
gibi, Mevlânâ da görülen büyük bir §evk içinde trans haline gelme ile de

kendini snrlamampr. Öyle istese de olamad, çünkü o devrin,

yirminci yüî^'iln adamyd. Yalad devrin icaplarna göre hareket

etmeyi yeledi. Onun tasavvuf anlayp bu, her üç düünceyi de içine

alyordu.

O bugünün talebelerine düüncelerini föyle açklamaktadr: 'Benim üç


adet gözlüüm var. Bir tanesini yalandald objeleri görmek
için, dierini uzaktakileri görmek için, üçüncüsünü ise hem
yakn hemde uzaktakileri görmek için kullanrm. Üçüncü
gözlüümün camlan hem yakn, hem de uzak cisimler
içindir. ayet yakn mesafe gözlüümü uzaktaki cisimler için

kullanrsam bam döner. Eer uzak mesafe gözlüümü


yakn mesafedeki objeler için takarsam bu defa cisimler net
görünmez. Fakat üçüncü tip gözlük farkldr. Hem yakn
hem de uzak iyi görünür. Neticede sonuca vardm; sadeceu
bu dünyay görmek istiyenler, yani bu dünyada mevcut
eylerin eklini ve cinsini görmek dier dünyay istiyenler,

göremezler. Dier taraftan sadece öbür dünyay görmek


istiyenlerde bu dünyay göremezler. Bundan dolay bir
kimsenin ruh gözünün gözlüü öyle olmahdr ki onun d
dünyaya bakan gözü onun ruh dünyasn görmesine engel

^^
Burada panteizm kelimesi lügatteki manas ile deil vahdet-i vücut anlamnda
kullanlmtr.

121
Cemâlnur Sargut

olmamaldr. Dier taraftan ruh dünyasn gören gözü de bu


dünyadaki objeleri net göstermelidir. '

Ken'an Kifâfnin tasavvuf anlayna göre, insan ruhu manevî


kirlerinden temi^enmi§ olmaldr. Ancak hu durumda insan, dier
yaratlmlarla olan ilikisini, kâinattaki kendi yerini daha iyi idrâk

yü^yü^ gelir. Bu gerçekle olan temas gerçei bilmemi-:^ ve


eder, gerçekle

bulmam yardmc olur. Bu insanla ba^lyan ve insanda tam


anlamyla kemâle eren bir idrâk ve düünceler ^nciri ve bi^tihî
yalanan bir hayat tecrübesidir. Tasavvufun dinle devaml bir arada
olmasnn sebebi, din, tasavvufun i':(ahatna, tercüme ve yardmna
muhtaçtr. Mutasavvf da tasavvuf anlaynn ijinda hayatn, herjey

ve herkesle ahenkli bir denge kurarak, sevginin de kâinatn en lüzumlu


bir realitesi olduunun bilinci içinde, sürdürür.

Ken'an Rifâi tasavvufun tarifini yapmaktan kaçnmijtr. Fakat O,


gerçek bir mutasavvf idi ve gerçek ve mükemmel bir mutasavvf olarak
yajad.

Onun gönlünde kâinat insanla bir mânâ kapanmtr. Mevlânâ'nn


dedii gibi; 'Allah'n evi (Kabe), Allah'n evi olaldan beri Allah
onun içinde yaamyor, fakat benim kalbimin kökünde,
Allah 'dan baka hiçbir ey yaamaz. ' Tasavvuf bu gerçei sadece
idrak etmekle bilinme-:^ bunu hayatmzda, tatbik etmekle, bi^î^at bu
olguyuyalamakla bilinir.

Ken'an Rfâ insanlar, dier varlklar ve bütün yaratlmlar birlik

. içinde bir çokluk, fakat ayn gamanda kayna ayn olan bir bütünün
parçalan olarak görmütür. Birlik içinde tek bir kütle gibidirler. Bu
yaratlmlarn herbiri farkl öî^ellik tamasna ramen, bu bütün
içinde ayn ayn fonksiyonlar vardr, fakat bu bütünü tamamlayan bir

birlik içindedirler. Böylece kâinatn dü^ninin korunmas ve devamnda


herbirinin hayatî önemi vardr. Bütünü tekil eden bütün varlklar ve

yaratlmlar, bu dü^en içinde farkl görevlerinden ve gayelerinden

dolay, evrensel bir senfoni olutururlar. Her bir atom farkl yap, ekil
ve yönlerinden dolay bu deimeyen düz^n içinde yerlerini alrlar ve

evrensel bir senfoni olutururlar. Yaratlan her varln fonksiyonu


gerçekte bu senfoninin gayesidir. Kendisini ve her varl tevhid

M
Sâmiha A\-\^erdi üe SIRRA YOLCULUK

kanununun bir âleti ve mânâs olarak görmütür. Ken'an Rifâf bu

terbid (birlik) prensibine bal kald. Bu prensibi juurlu bir ekilde

kendi yaamna tatbik etti. Böylece yaayarak bu gerçein tahakkuku


için aktif olarak hikmet etmitir.

Simdi onu u konumay yaparken duyuyoru:^ Bir gün talebelerinden


birisi kendisine u soruyu sordu 'Tasavvuf nedir?' Bu soruya verdii
manidar cevap u oldu: 'Kimseyi incitmemeli ve kimse
tarafndan da incinmemektir.* Bu ksa cevap talebeyi ilk anda
memnun etmedi. Fakat müridi bu tanmlamada srar ederek, 'tyice

düün. Yaratc ile yaratklar arasndaki Uildye esas olan


prensip yani bütün felsefe, bu cümlenin mânâsnda gizlidir.
'

dedikten sonra ilâve olarak u açklamay yapt: 'Allah 'm gizli ve

aikâr bir ekilde olmasn istedii bütün iler, iyi ameller,

söz ve mânânn insanda tecellî ettiini biliniz. Böylece,


Allah'n rahmeti, iyilii, merhameti dier taraftanazab ve
gazab insana yine insan vastasyla gelir. Bundan dolay
bütün ilikilerinizde bakalar ile deil, ashnda Allah ile

ilikide bulunuyorsunuz. Bu gerçei bildiinizde kimi


incitebilir ve kimin tarafndan incinebilirsiniz? Biz, Allah'n
gizli ve aikâr olarak yapmak istedii ilere bir vâsta oluruz.
Birçok defa insan Allah'n bu ilerini kendi yapt sanr.
Hâlbuki bu iler bize geçici ve emânet olarak verilmitir.
Bundan dolay peygamberimiz Hz. Muhammed hadis-i
eriflerinde: "Kendini bilen kii, Allah'n da bilir," demi ve
bunu bir prensip olarak öretmitir. '

Ken'an Rifâf, bu dünyadaki bütün ilikilerinin Allah'la olduunu


biliyordu. O hereyi, Allah'n açkça bir tecellîsi ve ^uhûru olarak
gördüü için seviyor ve derin bir sayg duyuyordu. Ürerinde durulacak
olan ana konunun, sevgi olduu inancndayd. Böyle bir anlayla soyut
bir kavram olan Allah sevgisini soyut bir kavram olmaktan çkarm
onu yaratlmlara ve dünyaya tatbik ederek (uygulayarak), görünen
somut bir kavram haline dönütürmütür. Dier bir deyile, aslnda O,
sevgi birliini idrak etmitir. O' na göre yaratan ile yaratlmlar
aynlama-:^ bir bütün (birlik) tekil ederler. Tekrar onu, u ekilde
konuurken buluyoru^ 'Hayatn temelinin Allah inanc

123
Cemâlnur Sargut

(inanma), inanmann temelinin ise güzel ahlâk olduunu iyi

bilmeliyiz. nanmann kemâli (en iyi derecesi) Allah sevgisi,

güzel ahlâkn da kemâli yaratlanlar sevmektir. Bu temelde


herkes tarafndan yaratlmlarn
bilinmesi gereken
yaratandan ayn olmad gerçeidir. Bazlar yaratlmlar
yaratandan ayr görür, yani yaratlmlar yaratann dnda
bir âlem yaratan da içeri bir âlem olarak görür. Dierleri ise
tamamen zt Daha ansh olan üçüncü
bir görü ileri sürerler.
snf ise insanla zaman Allah'la ilikide
konutuklar
olduklarnn uurundadrlar. Ksacas Allah' seven bu snf
insanlar hiçbir zaman korku ve üzüntü tamazlar.
Dolaysyle insanlara kar merhametli, sabrh, affedici olur,
'
onlara sevgi ve muhabbetle davranrlar.

O, bu anlayla, sevgi kavramn tasavvuf felsefesi ile öreticiliinin

temelprensibi olarak ele almtr.

O'nun mutasavvf kiflini genel hatlaryla belirttikten sonra imdi de

Ken'an Rifdi'nin kâmil yönü ürerinde duralm.

insann insan olarak kalabilmesinin gerektirdii artlan salamasnn


yolu ve gerçei idrak etmeye balayabilmesi için, sonsu!^ hayata yani
ruhun ölmediine, ksacas "ahiret günü" gerçeine inanmal, benlik
iddiasnda bulunmamal ve kendisini "tevhid" (birlik)

prensibinden ayn görmemelidir.

Ken'an Rifâî de dounun dier eski çalardaki düünürleri gibi bütün


hayat boyunca bu tevhid ve ebedî hayat (ahiret) fikirlerinin savunucusu
oldu. Fikirlerin sadece teoride kalmayp gerçek hayata da yanstlmas

gereklilii dounun karakteristik ö:(elliklerindendir. Dou, öretilen her

prensibin gerçek hayata tatbikini de görmek ister. Kii bal kald


prensiplere, insanlann kafasnda hiçbir soru brakmadan, yaantsnda
da sadakatla uymaldr. 'Ebedî hayata (ahiret) ve tevhide
inannz' diye söyleyen birisine Dou insan, *Bunu söylüyorsanz
eer, bunun nasl yapldn da gerçek hayatta gösteriniz!'
diyecektir.

Bu çarpc gerçei idrak ettiinden dolay Ken'an Kifâî inand bu iki


prensip ile mükemmel bir uyum içinde yaamtr. Bu ekilde, içinde

24
Sâmiha A\'verdi üe SIRRA YOLCULUK

yaad cemiyetin deeryarglanna baî^ etik I ahlâkî kurallar sokmay


hasard. Bu kurallar içinde sorumluluk duyarak insanlar sevmi ve

korumu, bunu devaml olarak hayatna tatbik etmitir. Bütün bu


deer yarglarn içine sindirerek, ahsiyetinin bir parças haline getiren

Ken'an Kifâî'nin bunlarla dolu ve uyumlu, salkl bir yaam


sürdüünü görüyoru^

Onun akl, merkep iyi ahlâk ve bilgi olan bir nokta etrafnda

dolamaktadr. Buradaki bilgi, bütün bilgilerin temeli olan ve bütün

bilgilerin ondan :(uhur ettii Allah' bilmektir Bu da yukarda


belittiimifi gibi ebedi hayat (âhiret) fikrine dayanmaktadr Halbuki
iyi ahlâk, hayatn temel kurallan ve "birlik" (tevhid) anlayyla uyum
içinde, sosyal bünye için faydal olduu kadar, yapan için de faydal,

vicdanmzda danarak yaptm^^ iyi ilerdir.

Ken'an Rifâî çamiî^n says^problem, sknt ve kriî(lerini düünerek


kendine u soruyu sormaktadr: *Bu dünyann sorunu nedir?'

nsanlk büyük gayret, emek ve ^aman harcayarak inâ ettii kültür

ha^nesiyle dolu gelimi ehirleri ykyor, tahrip ediyor. Bir anda

binlerce evyok oluyor, kuvvetli ^ayf e^p î^ulümyapyor.

Benim düünceme göre bütün bunlarn sebebi, bilgiden mahrum


olmam ve î^vkler peinde komamzdan kaynaklanmaktadr.
nsanlar devaml olarak sonuçta kendilerine mutluluk verecek olan

î^evkler peinde koarlar Bu, bilgiden mahrum bir mutluluk ile

akldan yoksun Bu yü-:(den gerçek mutlulua ve huz^ura


bir bilgidir

kavuamay-:^. Doru düünen akldan mahrum hiçbir bilgi olama^ 1y


ilerin (amellerin) gayesi iyi ahlâkl olmak ve bütün bilgilerin gayesi de

Allah' bilmektir.

yi ahlâk ve iyi amellerden bahsedilince Ken'an Kifâî hakaretlerinin

üçüncü temel karakteristik özelliine bakmam gerekir. Bir mürid


olarak Ken'an BJfâf Hasretleri insann kendisiyle, dier insanlarla ve

Allah'la olan ilikisini yukarda belirtilen bir akl (Allah' bilen bir

akl) temeli ü^rine oturtmak istedi. Bunun öretilmesinde de din ve

inancn öelerini kulland. Ona göre gerçek inanç sahibiyani inanan bir

mümin, kendisine her :(aman güvenilen, toplum için emin bir kiidir.

125
Cemâlnur Sargut

Evrensel insanln smrlanmn bulunmamas ve herhangi bir dînî


ahkâm veya milliyet ile smrlandnlamamas sebebiyle, bir kimsenin

gerçekten güvenebilecei tek §ey, gerçek inanç sahibi ve bu inancnda da

samimî olan bir insandr. Bundan dolay Ken'an Rijâî dini daima
manevî (iç) dünyasnn ve insan huyunun olunmas ve gelinmesinde bir

otorite olarak görmüjtür. O birçoklarn ümitsizlik kuyusunun


derinliklerinde, ba^lanm kararszlk vadisinde yeis içinde, ve

birçoklanm da imann azalmasnayol açan §üphe içinde buldu.

Bir mürjid olarak müridlerine §u nasihati verdi ve yerine getirilmesini

istedi:

'Hepiniz, hereyden önce liendi kendinizle dost olmalsnz.


Kendisiyle bark olan bir insan, dünya ile de barktr. te
gerçek hürriyet budur!'

Bu olguya da insan kendisini bams^ biri olarak deilfakat bütünün


bir parças olarak idrak etmesiyle ulajr. Bu da insann olaylar, kendi

tercihimizin sonucu olarak olmadn, bir kader neticesi olarak

meydana geldiini "olacakt, oldu " kabul etmesini bilmesi demektir.


Yani kadere inanmaktr. O bunu bütünün iyilii için yapacaktr.
Kendi egonuzii (nefis) geri plana çekiniz Bu da nefsi yani egoyu, kabul
gören ortak deeryarglaryla, her an kontrol altnda tutmakla salanr.
Bütünün menfaati için fedâkârlk, nefsimizi köreltmek, zp^lua ve

açla talip olmay gerektirir. O, gerçek hürriyetin nefsin balarndan


kurtulmak olduunu söyler. Hiçbir kimse ben hürüm demekle hür
olamaz Örnein, sigara içme arzusunu dahifrenliyemiyen, bal olduu
alkanlklarndan bile kurtulamayan birisi kendini hür sayamaz
Gerçek hür insan ipahmn, arzu ve içgüdülerinin kölesi deil fakat
onlarn efendisi olandr. Yukardaki prensipten gaflette bulunmayp
"devaml uyank halde" olmak fikri üzerinde de durmak gerekir.

Ken'an Rifâî hazretleri devaml olarak müridlerine, bu fikri


hayatlarna da tatbik etmelerini önermitir. O etrafndakileri her

frsatta uyank olmalar için uyard. l§te bunun küçük bir örnei:

Bir gün müridleriyle otururken masann üstünde duran eski bir gümü§

vazoyu göstererek, *Bu vazo gümüten midir?' diye sordu. Sahibi,

'evet gümütendir' dedi. Ken'an Kifâî'de 'Bu vazoyu cilâlasan

26
'

Sâmiha A\-\^erdi üe SIRRA YOLCULUK

parlayacak ve gümü olduu belli olacaktr*, diyerek yantlad.

Sahibi ise mahcup bir ekilde, 'Bu vazo her an kullanlyor, bu


sebeple parlak tutmak zor oluyor,' dedi. O î^man müridin
dilinden su gü^l söyler dökiiiliverdi; 'Nefsine ve arzularna

malup olan kiilerin kalbi de aslnda, parlak mücevherler


gibidir. Fakat ihmâl onlarn kalbinin bu vazo gibi

kararmasna sebep olur.

Dolaysyle, kararmij ve kat bir kalbe sahip olan ki^i, dier taraftan

Allah'n tecellgâh olan ruha ve peygamberin vekili saylacak bir akla

da sahip bulunduundan, kendi ruhuyla ve aklyla çelikiye düjerek,

daha derinde Allah ve peygamberle savaj içindedir Sava§ içinde olan

böyle bir insann ne durumda bulunduunu tahmin etmek î^or olmasa

gerek. Birisinin vücudunu suyla temi^edii gibi bu gümüj va-:^yu da bir


parça kimyasal madde ile temi^emek mümkündür Fakat kalbin ve

ruhun temizlenmesi ancak onu, bütün kötü düjünce ve amellerden

temi-:(lemekle ve Allah'n varlndan ba§ka hiçbir varlk görmemek ve

bilmemekle mümkündür.

Baka bir yerde de mürid ile müridi arasnda öyle bir diyalog geçti:

Müridi, 'Efendim dünya çok kötü!' dedi. Buna müridi: 'Sen iyi

olmaya bak!' diye cevap verdi. 'Bu kötülüklerin ortasnda iyi

olmann ne faydas olur ki?' diye müridi cevap verince, Ken'an

Kifâi; 'Bakalarnn kötülüklerini düünmekten size ne?


Kendin iyi insan ol! eytan sizin snrlarnz aabildi mi?
Yoksa onun etkisinde kalp, o size de kötülüklerini
siz

bulatrd m? ayet eytan size dokunamadysa onu malûp


olmu kabul ediniz.' Ken'an Rifâi ha-:^-etlerinin prensiplerini ihmâl

etmemek ve unutmamak gerekir Eer unutulursa, bir gün


urayacam:^ musibetlerle onu tekrardan hatrlamak kaçnlmaq^
olacaktr Bu sebeple gerek bu dünyadaki yaantmzda ve gerekse

âhiret hayatmzda temel olmas gereken bu prensiplere sâdk


kalmalyz

Bir kimsenin kendi kendisiyle dost olmasnn mânâs da udur: ayet


bir kimsenin kendi kendisiyle bark olmasn salarsanz onu
insanla kazandrdnz gibi, kendisine de faydal klm olursunuz

nsanlarn dier insanlarla olan ilikilerinde, Ken'an Rifâi bakalar

127
Cemâlnur Sargut

çin iyi temennilerde (hayr temenni etmeyi) bulunmay, samimî ve sâdk


olmay, hiçbir flaman bencil olmamam^ gerektiini vurgular. Onun
kendi ahsiyetinde de bu deerler o kadar belirgin bir ekilde yer etmiti
ki, sadece ona bakmakla insan, ondaki bu deerleri hissederdi.

O, 'çinde Allah'n tecelli ettii bir ruh tayan (Kalbinde


Allah sevgisi olan) herkes ve bizi kaldrmak için yardm elini
uzatan her insann, sadk ve güvenilir bir dost olduunu'
söyler. Bu nedenle, yaratlmlara gösterilen sevgi, sayg ve
sadakat, Allah'a gösterilmi gibidir'. Bir sohbet esnasnda,
müridlerinden birisi 'Bu yaptklarmdan dolay beni herkes
sorumlu tutarsa?' diye sorunca Ken'an R/fd ona u cevab verdi;

'Bizim için herkes yoktur? Biz yaptklarmz Allah için ve


onun rzasn kazanmak için yaparz. Vicdannza dann,
yaptklarnzdan vicdannz rahatsa ve siz sorumlu deilseniz,
bakalarnn ne düündüünden korkmaynz. Vicdannzn
rahat olmas sizin için yeterlidir. '

Hayat boyunca Kenan Rifâî insanlarn devaml birbirleriyle savatn


görerek bu gerçek yHî^ünden çok üî^ülmüjtür. kinci dünya savap
esnasnda bir akjam, çejitli radyo haberlerini duyduktan sonra juna

dikkati çekmij ve çöyle demitir: 'Kur 'an insanlara, insanlar


(insanl) seviniz diyor ve onlara sevgiyle, iyilikle, ve adaletle
muamelede bulunmamz öütlüyor, keza Peygamberlerde
bütün insanln bir büyük aile olduunu onlar krmadan
davrananlarn, onlar incitmeyenlerin ve onlara faydah iler
yapanlarn Allah katnda makbul olduunu duyuruyor. Fakat
maalesef imdi radyoyu açp, herhangi bir istasyonu
dinlediimde, devletlerin dier düman ülkelerine yaptklar
taarruzlarn ve onlara verdirdikleri büyük kayplar, zararlar
ve yakp ykmalarn duyuyorum. Onlar bu arada kendilerinin
hiçbir zayiatlar olmadn, hiç bir zarara uramadklarn
abartarak söylüyorlar. Yirminci yüzylda insanlk adna, ne
kadar üzücü bir Kendi kendime düünürken,
hâdise.
gündüzün elinde bir lâmba tutarak dolaan Diyojen aklma
geldi. Ona niçin bu ekilde yapyorsun dediklerinde, namuslu
bir adam aradn söylemi. Keza Sokra t etrafnda toplanp.

28
Sâmha A\'\^erdi üe SIRRA YOLCULUK

âdil karar verdiklerini söyleyen toplulua hitaben, "Eer dom


ve âdil olduunu-:^ inanyorsam-:^^ aranrdaki hu anlamazlk ve

münakaa neden?" diye sormu. O zamandan bu zamana


büyük devirler geçti. Bu büyük insanlar bu ilerlemi ve
gelimi çada dünyaya gelselerdi, bu konumalar için ne
söyleyeceklerdi veya kaçmak isterlerdi?' m
Merak ediyorum. Bugünün artlarna baktmda insan kendine §u

soruyu sormadan edemiyor. 'Dost diyebileceimiz birisi gerçekten

var mdr? Yoksa eer, dost kimdir?'

Kenan Rifâ, bu soruya ju manidar cevab veriyor, 'Gerçek dost


Allah'tr ve her lam, bu gerçei bilirse Allah'da onun
dostudur. '

Netice olarak insann Allah'la olan ilikisi bu temel gerçek ü^rine

kurulmutur. Ken'an Rifdi öyle der: 'Bütün akllarn üstünde


Allah sevgisi yatar ve Allah sevgisi de ancak her birinin içinde
kendi esmasnn tecellî ettii yarattklarn sevmekle
mümkündür. Bu ' ekilde, bu büyük insan Allah sevgisinin soyut bir

kavramdan, somutlatm ona bir kimlik kaftandm/tr. Bunu da


u ekilde ifâde etmitir; 'Deiik suretlerde görünen her fert
'
bizim insan eklinde bir kardeimizdir.

Bu prensipten hareket ederek, O, korku fikrini, sevgi ve inanca, din

kavramm da affedicilik ile hogörüye dönütürmütür.

Bu esas, bütün dinler tarafndan ü^rinde düünülmesi gereken bir


hususdur. Tefekkür ufkunun geniledii çamiî^n modem dünyasnda,
fanatik duygularla bet^enmi banazl ve domalar insanlara kabul

ettiremeyiz Aynca zp^la ve tehditle de herhangi bir fikri empoze

edemeyiz

Ancak insanlara hepsinin ayn evrende yaratlm olduklarn


hatrlatp, onlann birbirleriyle barmasn salamalyz Bunu da
samimî ve en mütekâmil bir sevgi ahlâk ile baarabiliriz; ^^ f^P^ ^^^
anlayn tahakkuku için Ken'an RJfâ her frsat deerlendirdi ve

taassuba iddetle kar çkt. Bilgi ve ilimle açklanamayan dar


dogmatik inançlara karyd, insanlarn hatâlarn ve kusurlarn eli.

129
Cemâlnur Sargut

dili, gö:(ü ve kalbinden gelen sevgi ve inançla tedavi etmek ve dü^ltmek


için büyük gayret sarfedip çabalard. Bunu yaparken apn sertlie,

kmala, hojgörüsüf^lüe ve saldrgan fanatif^me sebeb olmaktan


kaçnmtr. Onun yaçad devir ve ülke gö^ önüne alndnda taassub
öf^l bir önem tapr. Islâmn, birçok ilerletici reformlar, engellemek için

politik bir âlet olarak kullanld o devirde, Osmanl imparatorluu

da çökmeye ba§lam§ bulunuyordu. Bu §a§knlk ve karkln hüküm


sürdüü o devirde, f^or ve güç artlar içinde, Ken'an Rifâi, kör bir
taassuba bal olan guruplara karp prensiplerini tek bapna savundu.
Islâmî prensiplerin hiçbir ilerleme fikrine veya medeniyetin gelinmesi için

yaplan hiçbir harekete engel olmadn, açk bir ekilde duyurdu,

insanln refahna hiî^met eden her hareketin, islâm'n prensipleriyle

uyum içinde olduunu, ilân etti.

Caminin minberinden cemaate vaa^ veren bir hocann §u söî^lerini sk


sk naklederek, §u ilginç hâdiseyi anlatrd: insanlar cehennem ateçiyle

korkutup, bararak cemaatin kalplerine korku veren bir vai-:^^

'Bilginizi nasl kullandnz? Paranz hayr için harcadnz m?


Allah 'a olan ibâdetinizi yerine getirdiniz mi, oruç tuttunuz
mu? diye, öldükten sonra Allah size birçok sual soracak ve
eer bu sorulara cevap veremezseniz çok ikenceler
göreceksiniz'. V^âif^'n konulmasn dinleyen bir dervij ona /// cevab
verdi 'Hoca, Hoca, Allah u sizin söylediiniz bir sürü soruyu
insana sormaz. O sadece bir soru sorar bu da; "Ben seninleydim,
peki sen kiminleydin?"'

Ken'an Rifâi Halvetleri için her nefeste Allah'la olmak, onunla


yalamak onun tek amac idi. Hayatlarn devaml ibâdetle geçirenlere

karji çok derin saygs olmakla beraber 'Devamh ibâdet etmek


güzel eydir. Fakat bu ibâdet de vücuda bah olarak yaphr.
Gerçek ibâdet kalple yaplandr. Yani her zaman Allah 'a açk
bir kalp tamak*. Dier bir sohbette ise, 'Bir anlk yokluunuzu
yanstmak, benliinizle bütün sene ibâdet etmekten daha
hayrhdr. ' dedi.

30
Sâmha Aj-verdi üe SIRRA YOLCULUK

Gerçekten, Ken'an Ejfûf ve onun iqâd ettii müridleri bütün Islâmî

emirlere harfjjen uydular ve Islâmî kurallarn icaplarn (farzlarn)


'^^
yerim getirdiler.

1950'li yllarda Sâmiha Ayverdi'nin Fâtih'teki evi hangi irfan ve


sanat ehli kiilere ev sahiplii yapm, buradaki irfânî sohbetler ne
türden sonuçlar dourmutur?

âir, tiyatro yazar, felsefeci Necip Fâzl Ksakürek, ressam,


müzisyen, âir Cemil Meriç, mütefekkir, muharrir, slâm âlimi

Mehmet Ali Aynî, Gayret IsJtabevi Sahibi Garbis Fikri, Fransz


Katolik papaz Andre Duchemin, roman yazar Kemâl Alünkaya,
Milletv-ekili Nuri Pazarcba, diplomat milletvekili Sedat Zeki Örs,

âir ve o}an yazar Salih Zeki Aktay...gibi isimlere ev sahiplii


yapm.

Bu evdeki bütün konumalar siyâset camiasndan mmn da


Türkiye'nin her tarafnda Sâmiha annenin tannmasna ve mehur
olmasna sebebiyet vermitir. Sâmiha anne bundan sonra kendini
daha çok hizmete verdii için Kubbealti Akademisi'nde bu insanlar
konuturarak vefa borcu ödemitir. Bu insanlarn hepsi gelip

Kubbealti Akademisi'nde hepimize yani o devrin bütün gençliine


konumalar yaptlar ve bizler de bütün sorularmzn cevaplarn
aldk. Tarih profesörleri, iktisat profesörleri ile münazaralar ve
münakaalar yaptk. Bir devir, Ayverdi Enstitüsü ile aydnland.
Sâmiha anne, üniversitelerin, maalesef o s, kendi ilminin dna
çkartmayan ve tefekkürü zorlatran, hiçbir ekilde tefekküre izin

vermeyen yapsn Av^erdi Enstitüsü ile deldi. Orada, Anadolu'dan


gelmi fakir gençlere çaylar simitier ikram ederek onlarn bir tekke
havas içerisinde eitim görmelerini salad. O tekkenin tek eksii
müritti çünkü kendisi orada deildi.

Sâmiha hanmn fotoraflarna baktmz zaman bazen banda


k bir earp, bazen tül bir örtü, bazen herhangi bir ey olmadn
görüyoruz. Genelde 'tesettür' denilen olguya ilikin Sâmiha

Hollanda Kraliçesi Juüana'nn huzurunda, Sofi Huri'nin sunduu konferans


metni.

131
Cemâlnur Sargut

hanmn düünceleri, yorumu ne idi? rfan ve ak yolunun bu


seçkin yolcusunun, kadnn toplumsal yaamdan soyutlanmamas
konusundaki tutumu nasld? Bu anlamda andmz soruna ilikin
ne düünüyordu?

Kendileri namazda ve camide balarn örterierdi. Kur'ân- Kerim


dinlerken de örterlerdi. Bizim edepli ve düzgün giyinmemizi
isterlerdi. Ulu'I-emre (devrin kanunu) itaatin Allah'a olduunu itaat

söylerlerdi. Kadnn edebiyle er makamna )^kselmesi, ama bu


esnada da toplumdan soyutlanmayp hizmet edenlerden olmas için

mücadele verdiler. 12. asrda yaayan Yüknekli Edip Ahmed'in


Atabetü'l Hakâyk adb eserinde buyurulduu gibi; "bilgili kadn er,

cahil er kadndr" idrâkini yaamtr.

Mektuplarndan bir kaç abnt yaparak bizzat kendi ifâdelerinden


dinleyelim:

"Bugün slâm 'da en mühim mesele giyim-kuam ifi deildir. Allah 'in
emirleri ve nehiyleri, libasa taalluk eden keyfiyetlerle

hudutlandnlama!(. Kavuk, sank, japka, yalvar, hrka ve her çejit

libas, bu dünyada kalacak nesnelerdir Ama biî^mle beraber gidecek

olan öyle kymetler var ki, onun için kalbimiî^n giyimli olmas lâ^m...
O soygun, o çplak olursa, i§te bu mükül. . . Mamafih ruhun giyimli

olmas, yaln^ ekilde kalm bir ibâdet ile de te 'min edileme:^ Kin,

kibir, yalan, riya, hile, kalp krmak, ara bozmak gibi nefsin yedi bal
ejderi içimimde yaar ve ruhumu^^u çrlçplak brakrsa, istediimi:^

kadar carlara, feracelere, çaraflara sarlalm nefâide?'

"Bugün, Yehhâbîlerde tesettür, muhakkak ki î^aman- sâadetten çok

daha mübalâaldr. H^. Ömer f^amannda, halife camide iken bir

kadn kendisine bir sual sorar. Hf^. Ömer de cevap verir; adaleti

kadar, aka götürmedii ile bilinen H^. Ömer'in kadnn bu cesaretli


hareketine klmak hatrna dahi gelme^. 'Ben âlemlere rahmet


smet Binark, Sâmiha Ayverdt'nin Mekttp/an, stanbul: Kubbcalt Neriyâü,
2002, S.53.

132
"

Sâmha A>^erdi üe SIRRA YOLCULUK

için gönderildim* diyen ve hayatn moral cephesi kadar estetik

veçhesine de dikkat eden Rfsülullah'n, kadm umaa klna


sokacan nasl kabul edebiliri^? Elbette Kur'ân- Kerm'de tesettür

âyetleri vardr. Fakat hiçbir din ulemâs bunun hududunu ve peklini

tarif edemedi- Nitekim çejitli Müslüman memleketlerinde tesettür

anlayp ba§ka bankadr. Tesettür, kadnn iffetli, hayâl ve edepli olan

kyafeti ihtiyar etmesidir.

Dier bir yazsnda:

'Yine slâm'da kadn konusunda en çok sö^ü edilen noktalardan biri

de, kadnn ^im ku§am, cemiyet içi davranrlar, örtünmesi süsü


vs. 'dir.

Kîlk kyafet, ^im ku§am, saç, sakal, byk vs. ile ilgili hususlar

menje ' itibariyle dinî deil millidir. Dinî deil, millî kyafet vardr. Bu
sebeple Müslüman milletler arasnda kyafet birlii yoktu ve olmamtr
Hatta bir milletin bütünü içinde bile bu birlik gö^e çarpma!^
Vilâyetler arasnda olduu kadar, ka:(alar ve birbirlerine çok yakn
köyler arasnda dahi kyafet bakmndan büyük ayrlklar gö^ çarpar.

Sadece dinî kisve (üniforma) vardr. Bugün asker, polis, ^bta ve

benleri snflarn kendilerine has üniformalar olduu gibi, din adam,


ilmiye snf, devlet adam ve benî^erlerinin de kendilerine mahsus ö^l
kyafetleri, yani kisveleri vardr.

Kyafetler örf ve âdete bal olduu için jekil ve biçim bakmndan


devaml deiiklie urayagelmi§tir.

slâm, kyafet ü':^rinde deil, kyafetin "ahlâkîlii" ürerinde


durmutur. slâm girdii ülkelerdekiyerli kyafeti deitirmemi. Sadece
—eer varsa— ahlâka ve dinin esaslarna aykn yönlerinde bir rötu
yapmtr. slâm'da giyim-kuam, klk- kyafetle ilgili hususlar,

hadisler tasnif edilirken ahlâk ve âdâb- muaeret bablannda mütâlâa


edilmitir. Hukukî ve itikadî konularda deil

61
ismet Binark, Sârniha Ayverdi'nin Mektuplar, istanbul: Kubbealt Neriyat,
2002, S.55.

133
Cemâlnur Sargut

Her jeyde olduu gibi hu hususta da slâm, hep prensiplerden hareket


etmij ve günü birlik teferruata dalarak kendisini ypratmam, böylece
tazeliini ve hayatiyetini devam ettiregelmi§tir.

H^. Muhammed hhk-kyafette temizlii, inti^^am, üslublu giyinmeyi,

^arâfeti titizlikle tavsiye eder Dank ve pasakl giyinenleri hafifyollu


knar. Herkesin içtimaî seviyesine göre giyinmesi tavsiye edilirken

varlkl insanlarn dilenci kyafetine bürilnmesi ayplanr. 'Allah,

kuluna verdii nimetin eserini onun üzerinde görmekten


holanr' buyuruluyor. islâm kadn için bilhassa evinde, süslü ve

giyimli olmay tavsiye ederken, öbür taraftan da, ba^ alnlklar ar


bir dille knar. Güzellenmek düüncesiyle vücuda yaplan müdahaleleri,
estetik ameliyatn, erkeklerin zaaflarn tahrik edecek davranrlarda
bulunmay tehlikeli hareketlerden sayar.

Bu konu ile ilgili Kur'ân- Kerim âyetlerini tahlil edelim:

*Ey Peygamber! Hanmlarna, kzlarna ve müzminlerin


kadnlarna (bir ihtiyaç için dar çktklar zaman) hârici
elbiselerini üstlerine giymelerini söyle. Onlarn tannmas ve
incitilmemesi için en elverili olan budur, Allah
balayandr, esirgeyendir.* (Ahzab, 59)

Bu âyetin açklamasna göre, Allah'n böyle bir tedbir almay emretmesi


mü'min kadnlarn kyafetleri ile te§his edilmesi suretiyle, ahlâkszlarn
sarkntlklarndan kurtulmalarn temin etmek içindir. Bu duruma
göre burada, tesettürden ^yâde, bir kyafet hususiyeti mevzuu bahs
oluyor demektir. Kö^e ba§, kaldrm kenan mesâisi yapan di§i ile,

ifinden vazifesinden evine dönen aile kadnnn ayn kyafette olmamas,


hürmet telkin eden bir kyafetle dierinden ayrlmas tavsiye ediliyor,

iffetli bir kadnn iffetini nasl koruyacan bilmesi gerekir.

f^ur Suresinin 31. âyetinde '(...) baörtüleri yakalarnn üzerini


kapatacak surette koysunlar (...)' buyuruluyor. Bu âyette 'ba
örtülerinin arkaya deil, ön tarafa, göüs ve gerdan
kapsayacak ekilde sarktlmas' emrediliyor. 'Baörtülerini
üzerlerine alsnlar' veya 'balarn örtsünler' denmiyor. Çünkü
eski imanlardan beri, jark milletlerinin kadnlar ba§lann

134
Sâmha Aj^erdi üe SIRRA YOLCULUK

Örtüyorlard. A.sr- Saadette de kadnlarn baörtüleri vard. Baprtüsü

giyilen kyafetin bir parçasn tenkil ediyordu.

Bu âyetin tefsirini yapan birçok müfessirler, cahiliye devri kadnlarnn


baörtüleri hakknda da bilgileri verirler. ]/erilen bilgiye göre onlar da
ha§lanm örtüyorlard. Fakat yaln^ enselerine balyorlar ve arkalarna
sarktyorlard. On tarafta yakalan çok geni olduu için göüsleri
gerdanlar iyice açkta kalyordu. Hicretin beinci ylnda Müslüman
kadnlarn kyafetleri ürerinde bir deiiklik yaplarak, örtülerinin

arkaya deil açk yerleri örtecek ekilde öne sarktlmas emredildi. Yeri

gelmiken hemen kaydedelim ki, tesettür, baörtüsü birçoklarnn iddia


ettii gibi, Müslüman kadnlarn dierlerinden ayrt eden bir alâmet-i

farika deildir. Çünkü ark memleketlerinde tesettüre riâyet edenler,


sadece Müslüman kadnlar olmayp, dier dinlere mensup kadnlar da
örtülüdürler. Örtünmek onlarn mahallî ve an'anevî kyafetlerinin
üslûbudur. Müslümanlann giyimli olmas baka ey, örtülü ve giyimli

olmann srf Müslümanlara ait bir ö^llik olmas ise tamamen baka
bir eydir.

Allah'a iman, peygambere muhabbeti, namusa dükünlüü ve

prensiplere titiî^ii olan bir kadn, kimseye darlmadan ve her eyden


'*^
önce kendisini düünerek giyiminin tardn kendisi ayarlyacaktr.

Bir mektubunda ise slâm'a ve kadna bakn öyle anlatmaktadr;


'Mektubunuza cevap vermekte geciktiim için ö^ür dilerim, iyi niyet ve

hlâs sahibi olduunu!^ mâlûmumu:(dur. Ancak benim de bütün hüsn-ü


niyetime ramen, vereceim cevabn tatmin edid olup olmayacan
bilemem. Pein olarak unu söyliyeyim ki ne müftüyüm ne de vâi^
Onun için de etrafna: unu yap, bunu yapma demek va^et ve

selâhiy etine sahip deilim.

Sadece, kalemi ile cemiyete hi^et etmeye çalan doru, iyi ve gü^el
bildiklerini çevresine aktarmaya uraan bir garib Müslüman'm.
Allah cümlemif^ haddini bilmeyenlerden etmesin.

62
Sâmiha A^-v-erd'nn yaynlanmam Mcktuplanndan

135
Cemâlnur Sargut

ipe bu anlaytan hareket ederek de 'her koyun kendi bacandan


aslr' fetvasnca kimsenin tutumuna, gidijine ve giyim kuamna
karmamak bilhassa jiânmdr.

Hakkmda kulamza çalnm olan rivayetlerde maalesef, dedikodu

fasilesine girmektedir. Cenab- Hak: 'Kad eûahâl-mümJnün...'


buyurduuna göre, felah bulmak için her eyden evvel dedikodudan râ^
eylemek, ba çevirmek lâî^mdr.

A.ÎI evvel de söylediim gibi, kimsenin örtünmesine boyanmasna


karmam. Hele o Sultan Ahmet hikâyesi, ne ya^k ki hem baya
hem çirkin bir isnaddan ibarettir. Ben bam örtmemekle günah
iliyorsam, bu, Allah'mla benim aramda bir meseledir hesabn verecek

olan bakalar deil benim. Kald ki tesettür olay kafay smsk


sarmak deil, iffet ve edep dahilinde giyinmektir.

Bilindii gibi, Ha^^reti Ömer ^mannda, Halifeden ba^^ müküllerini

çökmesi için mescide bir kadn gelir. Kitab, kadn esmer, uf(un boylu,
kr saçl diye tarif eder. Hûlefâ-i BJidn devrindeki kadnlarn saçlar
görünür günah olmaî^ da bugünkiler gösterince mi günah olur?

Bugün islâm 'in öyle yü^ üstü braklm meseleleri vardr ki asrlardr
bu ana prensipler, kastl veya gâfl ellerde ihmâl edilmek yü-:(ünden

dinin ruhuna onulmas mükülyaralar açm bulunuyor.

Meselâ î^ekât müessesesi hemen hemen unutulmu gibidir, islâm 'in esas
artlanndan biri olan çeitli ahsî içtihadlar ile enine boyuna tefsir ve

kabul edilmek suretiyle adetâ dinî vecibeler arasndan silinmitir. Öyle

ki, kimine göre sadaka vermekle iin içinden çklmaktadr.

Hac da bir baka haî^n man-:^ra an^ eylemektedir. Bulunduu ehir,

kasaba veya köyde, hacca gitmediinden dolay kendisine yan


baktrmamak için, tarlasn davarn satp borç harç, gösteri uruna
Hicabn yolunu tutanlar olduu gibi, varlkllar ve dirlikliler arasnda
da gene ee dosta gösteri yapmak için seki\ on defa Hacca gidenler

vardr. Ama daha da ha^ni hac farikasn ticarete hatta kaçakçla


vesile edenlerin yekûnu da haylice kabarktr.

136
Sâmiha Avverdi üe SIRRA YOLCULUK

Birkaç kere maddî mânevi muayyen artlan haî^ olanlara faradr.


Sonra da farî^-i bacan esas sebeplerinin en mühimi, çeitli islâm
milletleri arasnda, be§eri ve ilâhî bir irtibat ve al§veri§e vesile olacak

umûmî bir müavere î^emini ha^rlamak, bu suretle de islâm âlemine


birlik ve uyanma imkân veyollarn açmaktr.

Makine mühendisi olan dürüst ve ahlâk sahibi bir dostumdan


dinlediim u vaka dindar geçinen bir ksm Müslümanlarn
^hniyetini belirtmesi bakmndan anlatmaya deer ölçüde ha^n hatta

elîm bir çehre ar^ eder.

öyle ki, bahsettiim f^ât, birkaç sene evvel ii icâb Adananda


bulunurken orann ^enginlerinden iki hac efendinin konumalarna
ahid olmu, ikisinin de ticarethaneleri varm, fakat aralanndaki
ticarî rekabet yü^^ünden birbirlerine di bilemekte imiler. Münakaa
srasnda biri dierine: Sana öyle bir oyun oynayacam ki batacak, on

paraya muhtaç kalacaksn. A.ma bu i bana bir hacca


patlayacak. . . demi.

Zihniyetin dehetini düünebiliyor muunu:^ evvelâ kulu mahvet sonra


A.llah'1 aldatmaya ve hac ile günah temizlemeye kalk.

Bu adamlar, kadnlarn tepeden trnaa örtülü getirmelerine ramen


Müslümanlk vasfn hâif^ saylabilirler mi?

Birisini tanrm. Fan^ olan ibadetlerin dnda çok çok oruç tutar,

nama:^ klar, fakat söyledii yalanlarla etrafna o kadar ^an yapar


ki, ii pek ileri götürdüünü anlaynca, gider bir ^aretyerinde kurban
keser ve aklnca günah lanndan temizlenir.

Demek istediim u ki, maalesef bugün islâm dini ayak izlerini


Moskof emperyalit^mi uruna çok sistemli ve müessirfaaliyetleri, taasup

denen iz^an ve idrâkleri körletici cereyan hzlandrp alevlendirmektir.

Taassubun aksülâmeli olarak karmzda, Allah ', peygamberi, bütün


manevî deerleri hattâ topyekûn târihî ve millî kymetlerimiz^ inkâr
eden bir zndklar kütlesi vardr.

137
Cemâlnur Sargut

Ijte kendini münevver sayan hu cemiyetten kopmu bir f^ümreye karp


çkacak bir aydn din adam snf hemen hemen yok gibidir. Ha^n
olduu kadar tehlikeli de olan judur ki, bu bir kalemde ma^siniy
imanm inkâr eden ':(ümreyi ilmî, mantkî ve uurlu bir
tarihini, dinini,

kafayla uyaracak o aydn din adamnn yetinmesine, gene taassuba

gökleri perdelenmi ^mre engel olmaktadr.

...Müslüman iftira etme^ fesad çkarma-:^ yalan söyleme:(^ gayri mefrü


yollardan mal mülk edinme-:^ Bilhassa prki, kul hakkn ibâdet suyu

ile temizlemeye kalkijma^. Bir kimse Savm- Dâvud ile oruç tutsa,

geceleri teheccüde kalksa sabahlara kadar nama-:^ klsa adaletten,

insaftan, doruluktan aynlm§ olduu takdirde, ibâdetleri riya ve

süm 'adan ibaret kalr.

ibâdet, ruhun ^yneti ve ilâhi varln nuruyla aydnlanma yoludur.

A.ma Müslümanln ruhu sadece eklen ibâdet eylemek deil, o

ibâdetten katlanlacak olan ahlâk, gene ahlâk, gene ahlâktr. Ijte

bunun için Kesûlullah üfendimi^ de: 'Ben mekârim-i ahlâk


tamamlamaya gönderildim* buyurmutur.

...Dünyann yans erkek ise yans da kadndr. Fakat iktisadî ve

içtimaî zaruretler artk kadn evinden çkarmtr. Bunun cemiyetler

için iyi veya kötü olmuj olmas, mev^ûumu^un dnda, apayn bir

mes'eledir, istesek de istemesek de bugün kadn ij hayatnn içinde

bulunmakta hemen her meslekte erkekle yan yana çalmaktadr. Ama


ne ya^k ki evi ile içi arasnda hayatn taksim eden bu kadn târihî

faslet ve ahlâkndan çok fire vermiç, millî ve manevî deerlerinden pek


çok kayplara uramtr. Zira manevî bünyesi salama alnmadan
millî ve dinî bir terbiyeye tabî tutulmadan sokaa salverilmi böylece de
aile müessesi temelinden sarslmtr.

imdi asl mühim mes'ele, onun ban örtmeye ^prlamak deil


kaybettii târihî, millî ve dinî deerlerini geri alacak bir vasatn üstüne

götürmektir.

...Eski kadn belki okuyup ya^pta bilmezdi. Buna ramen ona cahil
demek mümkün deildir. Zira asrlan n gerisinden devrald ijâhî
kültürü, onu, her eyden evvel, vazife ve mes'uliyet uûnyla

38
Sâmiha A>-verdi üe SIRRA YOLCULUK

silâhlandrm bulunuyordu. Onun için de kurduu aile, cemiyet

^ncirinin en salam halkasn tekil ettiinden srasna göre sabrl,

metin, ciddi, efkatli ve geleneklerine sâdk idi Kendinde olan bu


harikulade hasletleri de gerek dili gerek yaay ile, henü^^ çocuklar

emeklemekte iken, onlara intikâl ettirirdi, böylece de küçük yata


alanmak suretiyle salama alnan çocuk, hariçten çarpan bütün
mikroplara kar muafiyet kaî(anm olarak manevî bünyesinin
selâmetini korurdu.

bugünün diplomal kadnlarnn pek çou asrlarn arkasndan gelen o

millî ve târihî kymetlere dudak büktükleri, çürüe çkarp


hayatlarndan tardettikleri için, ^samanlarn kumar gibi, sefahat gibi

dardan gelen î^ararl ve tehlikeli î^evklerle doldum/ay medenîlik


alâmeti sayyorlar.

u halde etle trnak misâli, birbirinden aynlmayan iman ve vatan

akna sahip her vatandan bugün en mukaddes vakfesi, taassuba

demir atp kalmak deil, Müslüman Türk kadnna, edep ve iffet

ölçülerinin uuru içinde meguliyetlerine sahip olacak istikameti

göstermektir.

Zamann ak durdurulamadna göre, kadn edep ve iffete aykn


dümeden günün icaplarna ayak uydurmaya sevketmek lât^mdr.

...Yam 20 ile 25 arasnda idi. Bir i için Eminönü'ne gitmitim. Eve


dönünceye kadar ikindi namat^nn geçebileceini düünerek Yeni
Cami'ye girdim ve kadnlar maksuresinde namaza durdum. A^ sonra
arkamda bir ses peydâh oldu. Önce anlamadm. Fakat ses srarla

konumakta devam edince, müe^n, kayyum veya imam efendilerden

birinin hana hitabetmekte bulunduunu fark ettim; hanm hanm ut^un

boylu hanm. . . bira^ saa dön. Tam kbleye durmamsn, diyordu.

A.ma maksurede birkaç hanm daha vard. Herkes gibi benim de


teveccühüm ayn istikamete idi Adamcazn kbleye kar olmadm
kanaatine neden varm olduunu ne o !(aman anlayabildim ne de hâlâ

anlam bulunuyorum.

39
'

Cemâlnur Sargut

Fakat asl mesele hu deil Bir kere 'feeynemâ tüvellû fesemme


vechullah* âyetini hu ^avalh hiç duymamj m idi? Haydi diyelim ki

ijin o ince tarafna akl erdiremiyordu. Fakat hir din adam namaza
olan hir kadna haklmayacan, hir hatalnn hatâsnn halkalarnn
yannda ihtar edilemeyeceini de mi hilmiyordu?

Bilmiyordu. Zira ona dinin yaln^ ekilden ihâret olduu öretilmii.


Si^ artk hu anlayijtaki din adamlarnn tefsir, hüküm ve fetvalarn
da ona göre kyas edin.

^KfZ olum, hakkmda dedikodu edilmekte olduuna ü^^üldüünü^


anlyorum fakat heni rencide etmeyen hu çe§it isnadlar si^ de krmasn.
Zira §una inanyorum ki insanlar ne methedilmekle olduklarndan
fa'i^la hir deere sahip olup hüyürler, ne de ^mmedilmekle Cenah-
Hakkn ihsan etmi hulunduu deeri kayhedip küçülürler. Bu çeit

amiyane mev:(ulara itihar edenler, Allah 'a, kullara ve kendilerineyarar

bir i görmeyi baaramadklar ölçüde dedikodudan iharet olan hu türlü


yavan ve yave mev^u'lar ^vk ve elencelerini tekil eder. Her devirde

eksik olmayan höyle seviyesi':^^ münakaalar maalesef günümü^^de çok


ileri gitmi hulunan taassuh ehlinin gda ve nafakasn tekil

eylemektedir.

Bilvesile selâm ve hayr temenni ederim.

însan ve eyta/fda geçen, "ne tuhaf, bu gökkubbenin altnda


herkes bir eyler duyup bir eyler söylüyor; fakat her duyu, her
söyleyi ve her görü, nihayet, mukabil olduu eyay aksettiren bir

ayna parçacna benziyor. Fakat nerede o kâmil ve mükemmel


duyu ve duyuru ki, içine bütün cihann aksettii muazzam bir
ayna olsun..." ifâdesinden ne anhyorsunuz, burada Sâmiha
Ayverdi'nin îmâ ettii gerçek nedir?

Burada Sâmiha Ayverdi dünyada beer ve insan farkn


anlatmaktadr. Gerçek insan dediimiz mürid-i kâmil bütünden
parçaya gittii için kiideki ADah'a ait tecelliyi görür ve onu

^^
smet Binark, Sâmiha Ayverdi'nin Mektuptan, Kubbealt Neriyaü, stanbul 2002,
s. 224-229

140
Sâmha A^^etdi üe SIRRA YOLCULUK

merepleriyle deerlendirmez. Daha dorusu gerçek insan yani


mürid-i kâmil Msrî Niyazi'nin deyimiyle karsndaki insann
kendine bakan \TJZünün hilâl veya bütün oluundan deil Allah'a
bakan \aizünün tam oluundan etkilenir ve ona göre insan
deerlendirir. Halbuki bizler mereplerimizle nefsimizin kabplar
içerisine takbp kalm bedenimizin ve cüz'î aklmzn esiri

olduumuzdan küllü görmekten çok uzaz. Burada kâmil insann


a}'na oluu ve aynadaki hali de anlatlr. Eer aynada karsndakini

gösterme kabiliyeti yoksa, yani srr yoksa orada bir ey görmek


mümkün olmaz. te bu sr yani berzah kâmil insandr ki, halk
Hakk', Hak halk, bu berzah denen kâmil insan vastasyla seyreder.

nsan ve eytan 'dü beni en çok etkileyen romamn kahramannn


köylü Osman'la olan ilikisidir. Osman'n ak yaayyla kendi ak
yaay arasnda Yunus Emre'nin "Afk dürür insan rüsvâ klar, a§k

düriir insan eydâ klar" beyitinde olduu gibi ztlk var. Kendisi bir
maddi kadnn esiri olmu. Osman ise, Allah' için en sevdiinden
vazgeçebilecek kadar Allah'na âk. Roman nefsin esir olmas ve
esaretten kurtuluunu da anlatyor. Romamn kahramam ise âk
olduu kadn öldüünde ondan kurtulabiliyor. Kendi bana
beceremiyor, o heykeli dikilecek olan ünlü bir adamn süfli bir akla
rezü oluunu anlatyor.

insan ve eytan, Sâmiha A}a^erdi'nin bence en vurucu kitabdr.


Çünkü Sâmiha anneyi tamyanlar O'nun ne derece edepli olduunu,
ne derece güzel insan anlattn ve güzel inam temsü ettiini
bilenler O'nun böyle bir ahlâksz nasl tamdn idrakte
zorlanabilirler ama Sâmiha Ayverdi bütünden bakan ve bütünden
bakt için kiinin sadece bir merebini görmeyip herkesin her
merebini tanyan ve olduu için ahlâksz adam
bilen bir sultan
realist bir ekilde anlatm. Ahlâkszbn da ne kadar izafi olduunu
ve kiinin deerlendirmesine göre idrak edildiini bize hissettirmi
çok bü)aik bir sultandr.

Sâmiha Ayverdi'nin özellikle siyasal-toplumsal sorunlara ilikin


yazlan ve konumalarnda 'celalli' bir dil ve anlatm vardr. Bunu
nasl yorumlamak gerekir?

141
"

Cemâlnur Sargut

Hz. Ken'an Rifâî "Celâlim cemâlime giden nurdur" diyor. Onun celâli

de Allah'n cemâline giden bir nurdu. Celâlsiz cemâl olmayaca için

Sâmiha anne tabularn yklmasnda celâli kullanrlar ve oradan


cemâl olutururlar. O yüzden bu dil çok doru bir dil diye

düünüyorum ben.

Hz. Ali "cem' makamna kadar fark görmek hatadr. Ama cem'den sonra
tefrik etmeyen ^ndktr" buyuruyor. Sâmiha anne ite bu makamn
temsilcisidir. Nefsi için deil umumun menfaati için tefrik etmeyi
seçmi olduundan kulland dil Hak dilidir.

însan ve eytan eseri, bizim irfan tarihimizin son derece ilginç bir
meselesine de kap aralat, denilebilir mi? Bat düünce geleneinde
eytan, varln negatif kutbu olarak ele alnr ve müdahil, özerk bir

ontolojik konum atfedilir. Oysa, bizim irfan geleneimizde, eytan


sadece bir *görevli'dir, müdahil deildir. Bu anlamda, nsan ve
eytan bu düünceye nasl bir katk salamtr?

Aslnda însan ve eytan 'da hiçbir gücün kendi elimizde olmadn


idrak ediyoruz.

'Triakk kulundan intikamn jine abdyla alr

Bilmeyen ilm-i ledûnu onu ahd etti sanr.

Her ijin hâliki O 'dur abd eliyle imlenir,


Sanma ki O 'nsu^ Babriyâ, âlemde bir çöp deprenir.
***
msralarnda olduu gibi eytann elinde bir güç olmadn.
Peygamberin de hadis-i erifte "Ne senin elinde dalaletten bir güç ne

benim elimde hidayetten bir güç var, ikimi-:^ de Allah 'in isteiyle hareket

ederimi" dediini görüyoruz. Romann kahraman bütün ömrünce her


yapt ite muvaffak olup insanlar tarafndan takif edilmi olsa da

bir anda emr-i ilâhiyle Âdem'in yapt hatânn bin beteriyle

gökyüzünden yerin dibine iniyor. Demek ki öyle olmas gerekiyor


çünkü yok olmadan var olunmaz. te bu celâl, adam cemâle
götürecek yegâne lutuftur asbnda. Daha önce halkn alklad
vücudu, maddesi ve mânâs Allah'n istedii gibi olmayp nefsinin

142
Sâmha A^^erdi üe SIRRA YOLCULUK

esiriydi. '"Ben" demekten kurtulmas için ve kendisinde bir varlk


olmadn idrak için eytan Allah'n izniyle onu hataya zorlar, ite
bu bakmdan eytan zarurîdir ki insan kendi çirkinliini onunla

görür.

Sâmiha annem Yolcu Nereye Gidiyorsun adl eserinde eytan öyle


tarif eder:

"Af^^im, pek aikâr ki ^avall §eytan hakkndaki düüncen kinle


dolu. Bîçâreyi yerin dibine batrmsn. Her fenalk, her kötülük onun.

Dünyây alt üst eden o, insanlar çelen akllan yamaya veren o, hep

0...

Müsâade edersen ben de biraî^ bu devlet dükününün müdâfaasn


yapacam. Bildiime göre eytan diyor ki: 'Ben kalp akçeye
tnehengitn. Ezelde ekya ve günahkâr takdir olunanlar
yoldan çkarr; iyilere ise yol gösteririm. Kestiim, ya dallar

deil, kuru budaklardr. Ben bâz hayvann önüne et,


bazsnn önüne ot koyarm. Tâ ki hangi cinsten olduu
meydana çksn... Eer kemie giderse, bilirim ki, köpek
tabiatldr. Ota giderse bilirim ki âhû huyludur. Ben aslnda
ot yiyeni et yiyici edemem. Ben Huda deilim. Ben, rûhânî
zevkle gdalanmakta olan insann önünden bu gday çekip
nefsini bir lokma sürsem de, yaradlnda buna meyil yoksa
onu zorla yediremem; elimde, aldatmak ve yoldan
çkarmaktan bir ey yoktur.

Belki ben, iyiye de kötüye de aynaym. Eer bir zenci,


yüzünün siyahndan gama düüp aynay krsa bu krlan ayna
ona der ki: Günâh bende mi? Sen bu suçu, benim yüzümü
cilalayan ve pastan syrana sor. Ben ancak güzeli güzel,
çirkini çirkin göstermek yolunda gammazm. Hepsi o kadar.
Gerçi bu dünyâ satrancnda yüzbinlerce insan yere
sermiimdir; fakat onlar suçu bende deil, kendilerinde

43
Cemâlnur Sargut

arasnlar. Ben ahidim. ahide doru sözünden dolay zindan


ve hapis olur mu?'"

"Batmayan Gün" neyi/kimi, hangi hakikati anlatma derdindedir?

Batmayan Gün, önce Ken'an Rifâî'yi anlatr. Sâmiha Ayverdi'nin


müridiyle ilikisini ve tasavvufun iç yüzünü ortaya koyar. Bence
Sâmiha Ayverdi'nin en büyük eseridir. Ashnda Batmayan Günüde
çok önemli bir nokta var. Ayn mânây tayan iki sultandan rfan
Paa'yla Kerim beyden bahsediyor. Buradan anlyoruz ki mürid-i
kâmiller arasnda fark yokmr. Ayn mânâ farkl ifâdelerle ve farkl
kiüerle anlatlabilir. Yalnz sen yaayann bul ki örnek alabüesin,
diyor.

Batmayan Gün, kâmil insann hakikaten batmayan bir gün olduunu


ve Peygamberin mânâsn dâima güne gibi aydnlatarak gösterdiini
hiçbir zaman da ölmeyeceini anlatr. Hanc adl eserinde bu mânây
öyle ifâde etmitir:

Seni ölü sananlar var.

Ölü mü? Tövbeler tövbesi.

Dirilerden hiç kimse, §u kadna sö^geçiremedi ama, o dik

kafal inadç, bir tek ibaretinle el pençe emrindedir, ey toprak


'^^
altndayatan, ey ebedî hay olan...

"stanbul Geceleri"nde Sâmiha Ayverdi, modernleme sürecimizin


hangi boyutlarn dile getirir? Bu eserdeki Beyolu-Beyazt
kartl ve özellikle Çnar imgesi çevresinde neler dile gelir?
Beyolu için yapt u nitelemeyi nasl okumak gerekir? :

"stanbul'un karsnda dîvan durduu için öyle bir göz atmaya


deen, fakat efendisinin maln çala çala çift çubuk sahibi olup eski

Sâmiha Ayverdi, Yolcu Nereye Gidiyorsun, stanbul: Kubbealt Neriyat, 1 997, s.

153-154.
Sâmiha Ayverdi, Hana, stanbul: Kubbealt Neriyat, 1988, s. 24.

144
"

Sâmiha Aj'verdi üe SIRRA YOLCULUK

kapsna ihanet eden zorba bir uak, nankör bir kâhya, açkgöz bir

yanama gibi kurnaz Beyolu..."

Çnar imgesi ile Beyazt' Sâmiha Ayverdi öyle anlatr:

'\Jsülsü-:(lük içinde usûlden, te^tlardan yaplm âhenklerden

durmadan örnek Beya^ftn çnan da hu kaideye ^âhâne


veren dünyada,

Aaç, kulana fsldanm i^in usûlü içinde


bir misâl olsa gerektir.

büyümüj, büyümüj, çok ksa kaln dal ile çok uf^amij dal, bir ötekine
dudak büken bir muhalefet ve istihza edas ile usulden aynlm§
olmakta karlkl inat etseler de, bu çatma ve ^ddiyet, o bünyenin

umûmî tenasübüne göre bir âhenge vesile olmutur, böylece de Beya;^t'n

gün görmü ihtiyar çnan, binlerce uî(un ve ksa dalnn


âhenks!(liinden domu ahengi ile itaatli ve sâdk bir nöbetçi gibi

asrlardan beri vaî^e ald noktada bekleyip durur.

...Fakat ihtiyar çnar, insanolunu ^t istikametlere çekip sürükleyen

endie ve fkirlerimiî^de dolamann faydasi!(ln örenmi olacak

kadar tecrübe sahibidir. Bilir ki o endie ve fikirler örenilse de tasarruf


'^^
edilme^ deitirilme:^

Beyolu için de u nitelemeyi kullanr:


'%açak elence âlemleri kurulan gi^i evler misillü, kelbî itihâlann

harman olduu müpte^l, ykm, ikiyüt^lü Beyolu.

Ve öyle devam eder:

'Beyolu nun krk sene evvelki hâlini yat^maya ne diye ö^nmeli^ O,


eskiden de bi^m deildi; imdi de öyle. O, eskiden de havasn alp
suyunu içtii bu topra küçümserdi; imdi de öyle. O, eskiden de
âdetleri, ^vkleri, görüleri, görünüleri, hülâsa bir sra hayat icaplar ile

bi^e ben^me^i; imdi de öyle. O, kapitülasyonlarna, bankerlerine,


masonlarna, levantenlerine, çeitli dillerine, barlarna, meyhanelerine,

umumhanelerine, bir kelime ile gap taklitçiliineyaslanarak istanbul'a

dudak bükerek tepeden bakyordu; imdi de öyle...

66
Sâmiha A\^erdi, sfanbu/ Gece/eri,sta.nhuh Kubbealü Neriyat, 1977, s. 36-37.

145
Cemâlnur Sargut

...Beyolu ^hniyeti, yersi-:^ jurtsuîi istanbullunun =^afindan,


la^knbndan, tereddüt ve iman gevrekliinden istifâde etmesini her

flaman bildi Onu, a^na düjmüj bir av gibi ne öldürdü, ne ondurdu.

Belki öldürmek asl gayesi idi; amma fail olarak görünmek, cibilli

kurnazlnn kân m idi? Ylem yava§ yava§ kan emmekteki ^evki


!(âlim bilme^ de kim bilirdi? Bunu o bildi; fakat Beyolu tokmann
altnda un-ufak olmu§ istanbullunun ruhu bilmedi.

...Ne kültürü, ne sanat, ne hüneri, ne t^evki, ne ananesi, ne de iman


kalmt. Bu ruh çöküntüsünün ortasnda, dütüü adan nasl cann
kurtarabilirdi? ipe kendi kendinden bu derece u^a kaçt srada, bir

medeniyet kblesi olarak Beyolu havasna teveccüh etti. En baya


kölelerine kadar ona benzemek, ona yaranmak, onunla çift olmak için

elinden geleniyapt.

...Hâsl, elenmemi, tartlmam, murakabe ve teftiç edilmemi bir


yabanc cereyannn saçt ate§, kol kol, sel sel her köleye bir kvlcm,
bir kundak soktu. Ne bulduysa, neye dediyse, neyi gö^ne kestirdiyse

yakt, ykt, silip süpürdü. Bir ^manlar Fâtih'in gemileri, srtn


ürperterek geçen Beyolu, kudret ^aman lanmizada yabanclnn
^ararlanm önlemeye tenef^^ül etmediimi^ bu semt, ocakta unutulmu
bir kvlam gibi, gün olup bacay da saçaklan da sard ve akbet bir

cehennem olarak karjimiî(c çkt ise, kabahati atehte deil, onu ihmal
edende aramak, insafn icaplanndan saylma^ m? Zaten insanolu,
musibet ve felâketlerinin mes'uliyeti muhasebesini yaparken, dij

görünümlerin ve hâdiselerin, kendi istidat ve fiillerini sûretlepiren bir

ayna olduunu kabul edebilse, muhakeme ve tedbirde isabeti ne kadar


'^^
ileri götürmü olur...

istanbul'un baz semtleri manevî güzellikleriyle insan sararken baz


semtleri ise Bat'nn aaal heybetinin ne derece geçici olduunu
gösterircesine insann ruhuna tesir etmekten uzaktr. te bu semtler
her devrin ahlâk anlayna kucak açt için sabit kadem olmayan ve
durmadan deien halleriyle insan hrpalarlar. Gülistan stanbul
dikenden ârî olabilir mi?

Sâmiha Ayverdi, sttnbl Geceleri, stanbul: Kubbealt Neriyat, 1977, s. 123-


128.

146
"

Sâmiha Aj-verdi ile SIRRA YOLCULUK

"Uî^un bir arkadaln sona emmi, görünüte ha^n ise de,

gizlilik libâs giymek demek, son bulmak demek deildir,

bahusus, rahmetli, temi^ ve dürüst insand. njaallah makam


âl, dura nur olur. Siî^ gelince, yaln^ kalm saylmaî^n^
Zira Allah'la olanlar için, yalnzlk ve kimsesiî^lik diye bir/ej

yoktur. Dünya halk bi':^mle olmu§, Allah bitimle deilse, ipe

o t<^aman yalm:^^ demektir. Amma Allah bi^mle olur da,

dünya halk biî^den u^ak olursa o î^aman cihan bi-:^m ve


bi-T^mle demektir.

Sâmiha A)^erdi, Azize Anne'ye Mektuplar

147
Cemâlnur Sargut

Çok Kullandmz Ak Kelimesini Hiç


Tanmadmz Yusufcuk'tan Öreniyoruz...
Özellikle Yusufçuk gibi ölümsüz eserlerinde, Sâmiha Ayverdi,
bizim yüzlerce yllk irfânî geleneimizin sembolleri ve imgeleri
içindenkonumakta, bu sembolizmi modem zamanlarda yeniden
üretmekte ve modern insanlann alglarna seslenir biçimde
kurgulamaktadr. Bu balamda neler söylersiniz? Yusufçukta.
Sâmiha Ayverdi, neleri, nasd anlatyor, biz okurlarda neler yapyor
bu anlatlar?

Hakbsnz efendim. Meselâ;

Karpna dua etmek için oturup ellerimi açtm. Ne garip ki, jüf^ünü

göriince bütün isteklerim, sam vurmuj bir aacn yapraklan gibi,

kavrulup döküldü.

bilmem niçin evvelden bu mukadder neticeyi bana haber vermedin?


'Ben duâ mahalli deil, ak ocaym!' dem din f^ e

Derken ibâdetin aka yolculuk olduunu öretiyor.

Küçük k^ Mektebe baladn gün hocan ilk i§ sana harfleri

öretmijti. yiq^ sonra bu örendiin harfleri birbirine çatma temrinleri


yaptn ve böylece kelimeler meydana çkt. Sonra bunlar sraladn ibare

oldu. Böylece de okumay söktün.

Artk büyüdün; mektep bitti. imdi yeni bir dershaneden içeri

giriyorsun. Ben de sana ilk i§, bu kitaps^ kalemsi^ kapanlan ilmin


baj harflerini öreteyim: Gülümseme ve utanma.

pe yavrum, bunlar a§k kitabnn ilk harfleridir. Amma harflerin

kelime, kelimelerin ibare, ibarelerin sahîfeler olmas için, daha


birçoklarn bilmen gerektir. Sana burada onlan teker teker öretmee
kalkarsam dâva u^un düer. Yalmî^^ ^rap denen bir harf vardr ki

Sâmiha Ayverdi, Yusufçuk, stanbul: Kubbealü Neriyâü, 2007, s. 63.

148
Sâmiha A^-verdi üe SIRRA YOLCULUK

bunu hepsinden evvel örenmeye çahf, ^ra onu ihtiva etmeden mânâ
ka^anmt^ hiçbir kelime, hiçbir cümle yoktur.

Eer ^trabajer vermemi bir ibareye rastlarsan, korkma: 'Bunun


ak kitabnda yeri yok' diye haykr^^
Bu hikâyede ise çilenin insan Allah'a ulatran en tesirli kuvvet
olduunu anlatrken, tasavvufun belâ ve sknt annda gönülde
huzur duymaktr tarifini yaanr hale geçirirken gülümseme ve
utanmann insan olmadaki rolünü göstererek insann muamelesinin
dâima Allah'la olduunu bize hatrlatyor.

Ksaca Yusufçuk, onun inanlmaz sembollerle ak ve tasavvufu


yaanr hale geçirdii bir büyük aheserdir. Annem Yusufçuk için
cemâl cennetidir der.

Dünyada cemâl cennetini bulduranlara ükürler olsun.

Sâmiha Ayverdi'nin, "Onu bütün tecessüsüme ramen


göremiyorum; zira insan için görülmesi en mükül olan,
kendisidir" sözünden ne anlyorsunuz? Sizin, "Ey nsan" mz
balamnda bunu nasl deerlendirmek gerekir?

Gerçekten insamn kendi kendini görmesi mümkün deil. Ancak


karmza bir 'TAat^et-i nsan" çkmas lâzm ki kendimizi
görebilelim. Yusufçuksun ilk hikâyesinde insan kendi hikâyesini
okur. Kendini hiç bilemediini en zor çözülmesi gerekenin kendi
olduunu fakat kendi hakknda çok yorum yaptm çünkü insann
en çok bilemedii ey üzerine konutuunu görür. Sonra ancak bir
öretmen vastasyla kendini kefeder. Burada öretmen yani "Ey
insan" hakiki insan demektir. Hakiki insan mürid-i kâmildir,
hakîkat-i Muhammediye'yi tayan kiidir. O bakmdan 'Yasn"
hitab kendi nefsânî arzu ve isteklerinin üzerine çkm ve oradan
müridinin manâsyla, kendi hakikatiyle, Mirac'a çkm kiiye
hitaptr. Bu seviyedeki insan daha bu seviyeye gelmemi insana
kendi hakikatini göstererek faydal olur. Onunla birlikte onun

69
Sâmiha Ayverdi, Yusufçuk, stanbul: Kubbealü Neriyâu, 2007, s. 3L

149
Cemâlnur Sargut

kitabn okur. Böylece ona onu anlatr. Daha dorusu kendi manevî
aynasnda ona çirkinliklerini gösterir. Böyle bir müride intisab eden
örenciler ilk sÖ2 olarak; ''Ben si^e gelmeden önce ne k-adar gii^l bir
insandm §imdi çok çirkin olduumu görüyorum, " derler. Halbuki insanlar
o güne kadar hiç farknda olmadklar yanlbklar ve çirkinlikleri

hocalarnn aynasnda seyrederler. Bu bakmdan insann kendini


okumas için mutlaka böyle bir aynaya ihtiyac vardr.

Mesihpaa tmatn neyi simgeler? Bu roman bize temel olarak neyi


anlatr? Romanda geçen, "Düün ki Garp beikte iken, arkn
sesini dinleye dinleye büyüdü. Eer o mehur Haçh seferleri

yaplmasayd, Garp belki bugün de arkn eteini tutmu,


emekleyen bir çocuk olmaktan kurtulamazd. Demek ki arkn
gerileyii sebeplerini zümre ve ahs menfaatlerinin ihtiraslar gibi
siyâsî ve iktisadî bask ile sosyolojik sebeplerde, bilhassa menfaatle
gözleridönmü gâfîl kütlelerin iine elveriU gelen taassupta
aramahdr. Eer ii daha derin bir bakla mütâlâa edecek olursak
Müslüman tekâmül etmi bir Yahudi ve tekâmül etmi bir
Hristiyandr. nsanlar dinsiz tatmin olamayacaklarna göre, sizin
de dininiz dinsizliktir. Amma unu unutma ki, dinsiz cemiyetler
kurur, yavanlar ve septik temayüllerin bountusu ile içten içe bir
azap, bir huzursuzluk hisseder" bu eletiriyi nasl okumak gerekir?

Roman, temel olarak Tanzimat sonrasnda bir ksm gençlerimizi


etkisine alan mater\^alist-pozitivist düüncenin yansmalar ile akn
erdirici ve oldurucu rolünü anlatr.

Prof. Dr. Mehmet Demirci, Sâmiha Ayverdi'nin bu konudaki


görülerini öyle ifâde etmektedir:

"Tan-:^mat ve slâhat hareketleri hakkndaki görümlerini Türk


Târihinde Osmanl Asrlar adl eserinde "Uçurumun kenarna
gelmi bir devlet için böyle bir hamleye ihtiyaç açktr."
(TTOA, s. 556) diyerek ifâde eden Sâmiha A^yverdi, yenilenmenin,

deinmenin dolaysyla Tan^mât'n lüzumuna inanmaktadr. A.ma


onun hu konuda çok ciddî hassasiyetleri vardr. Onun îtira^an temel
prensiplerle ilgilidir. O, yaplacak düî^enlemeler srasnda, Türk

50
Sâmiha Aj^erdi Ue SIRRA YOLCULUK

milletinin tarihi ve kültürel kimliinin, u-:^n asrlarda olumu


gerçekten güf^el olan millî-mânevî deerlerinin ihmâl edilmesine kardr.

Yenilenme artt, ama arkl hüviyetinden synlarali yapmaya


kalkmalc yanlt, * der. \ ^e ilâve eder. 'Geriliin doru tesbiti

gerekti:Devleti kuruluuna sâdk kalarak slah etmek


lazmd. Softalkla dinsizliin ortasndaki hakîkî
Müslümanlk ruhunu diriltmek icap ederdi. Tehisi doru
koymak lâzmd; ona göre çöküümüzün sebebi îman
ruhunun zayûamasdr. Yükseli hamlemiz de bu kayb geri
almak ve küüeye iade etmek eklinde olmahyd. '"

Sâmiha A}^erdi her zamanki gibi bugünün problemlerini o


günlerden görmü ve softalkla dinsizliin bizi mahvedeceini
söylemitir. Roman hakiki müslüman olamadmz için sahte inci

alp hakikisine sahip olamayan kiiler gibi dinî taassubun ya da ilmî


taassubun esiri olduumuzun üzerinde durur. Yazarn tevhid ehli

oluunun en güzel delili müslümanlkla kemâle ulaan dinler


süsilesini anlatdr. Bunu "Müslüman tekâmül etmi Yahudi ve
Hristiyandr" demekle açklamtr. Kiinin kendinden önceki dinleri
kabul etmemesi üniversiteden önce lise ve orta okulu kabul
etmemek gibidir. Yahudilik ilme'l-yakîn, Hristiyanlk ayne'l-yakîn ise
Müslüman olmak bütün bunlar ap Hakke'l-yakîn mertebesinden
halka hizmet demektir. nsanlarn dinsizim, yani ateistim demesi de
bir dindir çünkü din inançtr yani tek olana giden bir yoldur. Bu
yollarn hepsi de bir vesiledir. Ateizm de burada bir vesiledir.
Çünkü Mevlânâ'ya göre ateizm Allah'n varln ispat eden en güçlü
zddyla aikâr olur. nsanlarn önce
delillerden biridir. Zira bir teori

Allah hakknda fikir yürütüp sonra onun olmadn düünmeleri


bile Allah'n varb için kesin delildir. Sâmiha anne taassuba kar
çkmr. Çünkü taassup Hz. Cîlî'nin dedii gibi cehennemin en son
duradr. Yani insan hangi kuraln içine gömülmüse o, insanda
cehennem yaratr. Bu bak açsndan mutasa\^flar eriat çok farkl
bir anlamda yorumlarlar. eriat kurallarn içine skm kaideler
deü de akn mânâsnda ilerlemek için yol gösterici kaideler olarak

Mehmet Demirci, "Kubbealü Akademi Mecmuas: Mesihpa^a mami\ Sâmiha


A\'\'erdj Hâtra Says, Nisan 2005, Say 2, s. 35.

151
Cemâlnur Sargut

anlatrlar. Dola3nsyla insann tasavvuf inanc olmadan dinin


mânâsn idrak etmesi çok zordur.

• Sâmiha Ayverdi*nin, "haksz olduun bir mes'elede, hakl olduuna


kendini inandrmaya çahma." sözü hangi ahlâkî ilkeye
dayanmaktadr?

Çok Önce hak, hakikat demektir. Hakikat de, bir


güzel bir soru bu.
eyi yerli yerine koymak demektir. Yerli yerine koyamadmz bir
meselede srf "ben" dediimiz için hakl olduumuzu iddia edersek
yanlrz. Zira bu durumda kendi nefsimize varbk vererek yok
olmaya mahkûm bir eyi ebedi varlk gibi gösterme hakszln
yapyoruz. Ayrca Allah herkesin fikrinden tecellî eder. Bu nedenle
de Sâmiha anne, karndakinin fikirlerine hürmet et ve herkesten bir
ey örenmeye çab, ilkesi üzerinde durmumr. Ama bunun
derininde tasavvuf! birmânâ yatar. "Ben siî^in Bubbini-:^ deil miyim?"
sorusunun cevab yatar. Çünkü Allah her hadisede bize öretmenlik
yapacan karmzda her konuamn her hitab edenin Allah'n bir
tecellisi olduunu bize ezel âleminde hatrlatmtr ama biz bu
âlemde unutmuuz. Onun için ben bakasndan iyi bilirim, demek
Allah'n Rabbî tecellîsini reddetmektir.

"Ara! diyorum; fakat sen bu sözleri anlayc msn, yoksa okuyucu


musun? Bahara mensup olan yamurun fîil ve eseri, taze ve ya
olan aacadr; kuruyup odun haline gelmi olana deil. Ne vakit ki
bir insann sözleri de birçok kimselerin vücutlar aac üzre esse,
onu anlayacak ve istifâde edecekler de, ya aaç mesabesinde
olanlardr."

"Batmayan Gün"ün ruhunu özetleyen bu ifâdelerdeki 'taze ve ya


aaç'la, 'odun'dan neyi anlamamz gerekiyor? Bu irfânî

sözlüün /dilin içinden bakarak nasl yorumlayabiliriz?

Taze ve ya aaç, köke merbut aaçtr. Yâni, müridine balanm


ve kökünden beslenen, yararlanan aaçtr. Burada bir hikâye
anlatmak istiyorum. Ken'an Rifâî hazretlerinin kapsna gelen bir

örencisi vesveselerinden dolay utanarak kap tokman vurmaya


edep etmi. Kendileri yoldan geliyorlarm, kap önünde duran

152
Sâmiha A>-\^erdi üe SIRRA YOLCULUK

Örencisinin tereddütünü görünce gülmüler ve demiler ki; '^ak


yavrum, hu kap tokma pasl ama buraya bal. Onun için vurunca ses
getiriyor ama altn olsa ve bal olmasa kapy açtrama-:^ " Ite taze ve ya

aaç kökü vastas ile her an mey\^e vermeye hazrdr. Ayn zamanda
talebe olmay ifade eder. Odun ise artk kökle ilgisini kesmitir. Bu
yüzden de faydal olmasnn tek yolu yanmaktr.

• "Batmayan Gün"deki rfan Paa ve Kerim Bey hangi manevî


yetkinlik düzeylerini ve aamalar sembolize etmektedir?

rfan Paa kitaptr, Kur'ân'dr. Kerim Bey ise canl haliyle

Peygamber'in mânâsdr. Aliye, rfan Bey'de okuduu bilgilerin canl


hâlini Kerim Bey'de seyreder.

Sâmiha A}^erdi, Kur'ân ve Peygamberin mânâs olan bu iki

sultanda bulduu ak öyle özetiemitir:


Hakikatinjü^nü perdeleyen örtüyü kaldrmak, onu görmek için

ancak ve ancak a§k lâzmdr.

Eer birliiyakînen görmek istersen a§k ele getir ki kendi hakikat ve

mânânn feleine ve birlik göklerine ç kasn, bu suretle vücut ve ^aman


kaytlanndan silkinip kendini bulasn!^

O, her düümü çö-:(enin, her mükülü halledenin, her meçhulü


aydnlatann, vücûdun hayâtn idâme eden hava gibi ruhun hayâtn da
temin edenin a§k olduu neticesine varyordu. (...)

A^k... her bajin önünde eildii kble. ..^^

Eer insan hakikat göriicü göt(le bakarsa, arad da kendi, avlad


^^
da gene kendi olduunu görür.

Sâmiha A\^erdi, Batmayan Gün, stanbul: Kubbealü Neriyat, 2001, s. 16.


Sâmiha A^'verdi, Batmayan Gün, stanbul: Kubbealt Neriyâü, 2001, s. 28.
73
Sâmiha Ayverdi, Batmayan Gün, stanbul: Kubbealü Neriyat, 2001, s. 29.

153
Cemâlnur Sargut

Hilkatten maksut insan, insandan maksutta mânâdr. Mânâ da ancak


ruh tasfiyesiyle hâsl olabilir ki bunu ele getirecek aktr.

• Sâmiha Ayverdi'nin o önemli sorusunu bendeniz size sormak


istiyorum : "Geleceini kurarken geçmiin malzemesinden
faydalanmayan milletler için, devam ve beka diye bir ey
düünülemeyeceini, hiç deilse, bundan sonra örensek... Yüklü
bir tarih ve mazi hazinemiz olduu halde neden biz kendimizi
ortaya çkarmyor, neden hâlâ haysiyetli ve erefli bir cemiyet
olarak, yerimizi bulamyoruz?"

Zira biz geçmile ilgimizi kestik. Halbuki geçmiten ders almay


becerebilseydik bugün yaadmz problemlerin birçounu
çözebilecektik. Ayrca bizler mirasyedi olduumuzdan kendi
deerlerimizden de vazgeçtik, içimizde gördüümüz kâmil insan
annemiz babamz gibi addettiimizden sorguladk. Onlarn
eserleriyle dirileceimiz yerde hayadan ile ilgili dedikodular ürettik.
Bu }aizden eksik kalan ruhi gdalarmz yabanc ülkelerin
felsefecileri ve düünürlerinde aramaya kalktk. Aydnlandmz
zannettiimizde münevver olmadmz farkettik. Halbuki hazine
bizdeydi.

• Avni Özgürel'in, O'nunla ilgili u belirlemesini nasl


deerlendirirsiniz : "Sevenleri Sâmiha Ayverdi'yi zaten bilir.

Tanmayanlar için ksaca söyleyeyim ki, 'çada slâm anlay'


derken kastmz ne ise ve 'nasl bir Müslümarük' dediimizde
gönlümüzden geçen neyse onun temsilcisiydi. Entelektüel temele
oturmu, zarafet ve sevgiyle süslenmi, Allah sevgisi eksenli bir
inanç..."

Aslnda bu tarif kâmil insan tarifidir. Onlar, devrin ilmiyle eriat ve


mânây birletirerek yeni söylemler gedrirler. demek buÇada
demekdr. Ça da onlar oluturmulardr. Onlar kendi zamanlarnn
babalardr (ebu-l vakt). "Ne varsa düne dair dünde kald canca^m,
bugün yeni jeyler söylemek lâî^m" <M.y&n Mevlânâ hocasmn Hz. ems'in
"eer yeni söylem getirmiyorsan ve halinle göstermiyorsan âyet ve hadisleri

Sâmiha Aj^erdi, Batmayan Gün, stanbul: Kubbealü Neriyat, 2001, s.51.

154
Sâmiha Ayverdi üe SIRRA YOLCULUK

anlatrken Allah'n dedikodusunu yapyorsun" demesinden etkilenmitir.


Sâmila anne müslümanhn ial ve edep olduunu bize öretirken
basitten örnekler verirdi. Mesela dolmuta birisinin parasn
bozduktan sonra teekkürüne kar "Bi^ Müslüman deil miy!^
va^emi^ herkese yardm etmek deil mi?" diyerek o kiiye gerçek
slâm'n hizmet etmek olduunu örettiini hatrlyoruz. Demek ki
O'nun entelektüellii ilim satmak deildi. O'nun entelektüellii
hakikaten belli bir temel üzerine oturtulmu, nefsinden çok
hakikatiniön plâna çkartan, bu sayede de insanlk âlemine faydal
olan, karsndakine huzur ve mutiuluk veren bir entellektüeldi.
Yolu Allah yoluydu. Allah akyla bunu yapard. Gerçek entelektüel
öretme derdinde olmadan öreten kii demektir. Onun için
Sâmiha anne anlatrken bakalarnn anlayamayaca sözlerle deil
son derece sâde ve basitin içerisinde anlatrd.

Türk düünce hayatnn deerli isimlerinden merhum Cemil Meriç,


"Maaradakiler" adl eserini Sâmiha Ayverdi'ye gönderirken öyle
imzalam: "Sâmiha Ayverdi Hanmefendi'ye, dâva bir, cephe ayr;
küfre, hamâkate, ihanete khç sallarken nâm- bülendiniz dâima bir
vesîle-i tevik oldu. Hürmetlerimle." Bu ifâdeler size Sâmiha
Hanm'n tefekkür dünyamzdaki yerine ilikin neler düündürür?

Görüyorsunuz ya bir felsefeciye dahi vesîle-i tevik olmu. O


düünürlere edebiyatçlara ilham vermi bir sultandr. Çok iyi

hatrlyorum. Mehur
tarihçi Ylmaz Öztuna Sâmiha annemin Türk

Târihinde Osmanl Asrlar adh eserinden ne kadar etkilendiini


anlatmtr. Dolaysyla Sâmiha anne her devirde birçok kiiye örnek
olmu, birçok kiiye de örnek olacaktr.

Ben bir hâtram anlataym. Bir gün okulumuzun müdürü beni


yanna çard. Odasnda bir beyefendi vard. Beni ona takdim
ederken, "Cemalnur Hanm Sâmiha Ayverdi'nin örencisidir. " dedi.

Müdürün bunu bildiinden haberim yoktu. Bizi birbirimize

tantrdktan sonra beyefendinin beni hayrete düürmeyen u


sözleriyle mest oldum; "Bana bir kitaplarm yollamlard. Bir hafta sonra

da kitap hakknda bir sürü soru yolladlar " Sâmiha Ayverdi bilgiyi
veren, bilginin sendeki tefekkürünü sorgulayan ve seni o bilgiyle

155
"

Cemâlnur Sargut

bütünletiren bir sultand. Gördüünüz gibi brakn o edebiyatçy,


felsefeciyi etkilemeyi o ilme çok âinâ olmayan insan dahi basit
sorularla ilmin içine yönlendiren, böylece Allah'la irtibatn salayan
bir sultand. Bir süredir çocuklara kimyann içinden hiçbir hikmet
anlatamadm hissettiimden rahatszdm. Okulda huzursuzca
dolarken çok sevdiim bir arkadam gelerek Sâmiha annenin
kendisini bana yolladn ve u hikâyeyi anlatmasm istediini
söyledi. "Beni hayatmda en çok mü^k öretmenim etkiledi", demi,
Sâmiha annem:

"Zira bir gün ona bir hikmetyaptmda tefekkür etti. Ben ise 'birey
deil' dije cevap verince hayretle gö-î^erini açp senin kadar kültürlü bir

genç k^ bu kadar mânâsiî^ bir kelimeyi kullanaca yerde estaftrullah


deseydi, 'mafiret Allah'tandr, bende ise bir kuvvet yoktur'
demekle etrafn da ika-:^ edecekti. Git Cemâlnur a söyle, hikmet ba^en
bir kelime ile ba^n hâl ve tavrdaki edeple, baî^en güleryü^le aktarlr.

Zira hikmet insann A.llah 'la irtibat kurmasn salar.

Kenan Rifâî hazretlerinin, irfan dünyamz için bir hazine


kymetinde olan Sohbetle/ inde Sâmiha Ayverdi nasl ve hangi
konumda yer ahr? Sohbet, sahih bir iletiim biçimi olarak bizim
geleneimizde nasl bir ilev görmütür, bu sohbetleri Sâmiha
Ayverdi, Hocasndan sonra nasl sürdürmü, bu sohbet halkasnda
kimler yer almtr?

Sohbet, müridin Allah' anlatan kelimelerinin içerisine kendisindeki


hakikat-i Muhammedi'nin enerjisini katarak, bakalarmn gönlüne
Allah akm naketmesidir. Sâmiha Ayverdi, vahyi hisseden, vahyi
idrak eden bir vahiy kâdbi görevi görmütür. Söylendii an anlam,
idrak etmi, yazm ve müridinin ney gibi vücudundan akan
sözlerini kitaplatrm. Bu ekilde de müridi vastasyla kendi
bakn açklam. Kendindeki hakikati göstermi bir sultandr.
Sohbetler kim okursa onun bütün sorularnn cevabdr ama
Sohbetler çok enteresan bir kitaptr. Onu ilk okuduumuzda her
eyi anladmz zannederiz. Ama her okuduumuzda ayn bir mânâ
ifâde eder. Sanki Ken'an Rifâî hazrederinin kendinden önceki bütün
mutasavvflarn bn-i Arabi'nin, Hz. Mevlânâ'nn, Cilî'nin,

156
Sâmiha Ayverdi üe SIRRA YOLCULUK

Ahmede'r-Rifâî'nin, Abdülkâdir Geylânî hazretlerinin bütün


bilgilerini hazmedip onlar günün lisannda anlatmasdr. Sohbetler
Allah'n her an yeni bir anla diriliini idrak gibi her okuyuta bunu
hiç bilmiyorum dedirten çünkü yeni bir bak getiren Kur'an'n
yorumu gibidir. Dolaysyla Sohbetler, Ken'an Rifâî'dir. Onun da en
bü}öik ahidi Sâmiha Ayverdi'dir. ahitten hakikatini anlatdr.
Halka yaplan sohbetler Sâmiha annenin isteiyle Mekûre
ise,

Sargut tarafndan devam ettirilmitir. Sohbet halkasnn en tesirli


dier iki ismi lhan Ayverdi ve Türkân Erkmen'dir. lhan abla bu
halkann denge unsuru iken Türkân abla ise Ken'an Rifâî
hazrederinin, "yükünden Tebâreke Sûresi okunan kifi" olarak tasvir
ettii sevgilidir. Sohbet halkasmn bü\öikleri, talep eden herkese
daarcklarndan datmlar ve susuz gönülleri doyurmulardr.

"Handr bu gönlüm, ya misafirhane... Derd konuklar, derman


konuklar, hayâl konuklar, melal konuklar; mümkün konuklar,

muhal konuklar. Hele hasret, hiç çkmaz


ordan. ordan, çkmaz
Handr bu gönüm ykk dökük... Fakir konuklar, zengin konuklar,
âlim konuklar, câhil konuklar; gelen konuklar, geçen konuklar.
Hele bir hanc vardr hiç çkmaz ordan, çkmaz ordan..." Burada
'han' nedir, hanc kimdir, konuklar kimlerdir?

Han, bizim gölümüzdür. Hanc, mürittir. Konuklar da o gönle


giren ve çkan putlardr. Buradaki fakirden kast sadece maddî fakir
deildir. Mânevi fakir konuklar da urar o hana. Zengin
konuklardan kast sadece maddî zengin deildir. Evliya da gelir
Sâmiha anneyi dinler. Kendi bak açsndan câhil konuklar,

Allah'tan câhil olanlardr, âlim konuklar ise "ilm-i ledün" bilenlerdir.


Dert konuklar, dert yaratan insanlar, derman olanlar, sevdiklerimiz

hayâl olduklar için sevdiimizi zannettiklerimiz, mümkün konuklar

analarmz, babalarmz, muhal konuklar sonradan görüp


tamtmz, sonradan ana baba yerine yükselttiimiz kiilerdir. Ama
bunlarn hepsi zamanla gelir geçer. nsamn müridi, müridindeki
Allah tecellisi ve hakîkat-i Muhammediye orada bakîdir.

Bu iiri ilk okuduum zaman, herkesin yapaca gibi, acaba hangi


konuklar benden geldi geçti, diye kendimi düündüm. Ne kadar çok

157
Cemâlnur Sargut

konuun gelmi geçmi olduunu fark ettim. Ve bu konuklann


bazlarn bir devir merkeze sokmaya çaltm bazlarnn ise hayal
gibi hayatmdan geçip gittiini hissettim. Ama hayatmda hep bir

"K" vard. O, hiç gitmeyecek. O, Batmayan Gün'an "Kasyd.


Sâmiha annem o "K"y gördü. Gerçekten o "K" insan hayatndan
hiç gitmiyor. Keke bir harf kadar basit olsa... Beni "km" yapan
"K"dan bahsediyorum.

58
Sâmha A\^^erdi üe SIRRA YOLCULUK

... Bi-:^m bütün skntm^ muhaja-:^ etmemi gereken târihî

ve millî deerlerimi':^ ^an etmemi':(dir. Bi^ bahâ biçilmedi bir

ha^^neye sahipolduumu-:^ halde onun içinde kapal kahp


açlktan ölen milyarderler gibiyi^..

Sâmiha Ayverdi,

Milli Kültür meseleleri ve Maarif Dâvamz

159
Cemâlnur Sargut

eb-i Arus Törenleri, Sâmiha Annenin Gayretleriyle


Balamtr...

eb-i Arus törenlerinin Sâmiha Hanmn çabalaryla balad


söylenir, doru mu? O'nun Hz. Mevlânâ ile özellikle Mesnevî-i
erîf ve Dîvân- Kebîr'le aras nasld?

Fevkalâde Dorudur, eb-i Arus törenleri, Sâmiha annenin


idi.

gayrederiyle balamür. Bizim Türk Kadnlar Kültür Dernei'nin


Hz. Mevlânâ ile bulumas da dernein kurucusu ve isim annesi
olan muhterem Sâmiha Ayverdi'nin Mevlânâ'ya olan derin sevgi ve
hayranl sayesindedir.

Bu hayranhn kayna ise hocas 20. asrn büyük mutasavvf ve


eitimcisi Ken'an Rifâi'dir."

Sâmiha Ayverdi'nin Mevlânâ ve Mesnevî'si ile tanmasnda ve


derinden bir alâka ile incelemesinde, bu konudaki bütün
çalmalarnda hocasnn büyük tesiri vardr. Öyle ki genç yata
balayan alâka gittikçe derinleerek devam etmi hatta bu büyük
mutasavvf edebiyatçmn yaz hayatna da balangç vesilesi
^^
olmutur.

Hocasnn "O, pir gütmelidir, mûsiki gürelidir, Allah gütmelidir, O güt^eller


gütmelidir''''' diye söze getirdii Mevlânâ hakkndaki düünceleri
Sâmiha Ayverdi tarafndan 1951 'de Ken'an Rifâî'nin vefaündan
sonra, Nezihe Araz, Safîye Erol ve Sofi Huri
ile birlikte yazdklar

Ken'an Rifâî ve 20. Asrn Inda


Müslümanlk adl kitapta
vurgulanmtir. Sâmiha Ayverdi Ken'an Rifâî'yi anlatrken. Onu
tanmak için Mevlânâ'dan örnekler verir ve adetâ bu iki büyük

Aysel Yüksel, "Sâmiha A\^erdi'de Mevlânâ," Manisa Uluslararas Türk ve


Tasavvuf Kültürü ve Mevlânâ Sempozyumu teblii, 29.9.2007.
^'^
Aysel Yüksel, "Sâmiha Ayverdi'de Mevlânâ," Manisa Uluslararas Türk ve
Tasavvuf Kültürü ve Mevlânâ Sempozyumu teblii, 29.9.2007.
''''
Sâmiha Ayvavi^, Abide ahsiyetler, stanbul: Kubbealt Neriyat, 2006, s. 11.

160
Sâmha Ayverdi üe SIRRA YOLCULUK

nsann duygu, düünce ve eitim metodlar gibi birçok noktada


aynîleecek kadar birletiklerini beyân eder/^

Ken'an müridiine Mevlânâ'nn Mesnevi 'sini erh ederek


Rifâî,

balam, bu erhler ise ne yazk ki sadece bir cilt olarak Sâmiha


A\^erdi, Nezihe Araz, Safiye Erol, Sofi Huri ve Nihad Sami
Banarl'nn çabmas ile yaynlanmûr. Bu Mesnevi erhi sadece bir

cildi ihtiva ramen ilâhiyatçlar ve mutasavvflar tarafndan


etmesine
imdiye kadar yaynlanm en önemli dört erh arasnda saylr.

Ayverdi, hemen hemen bütün eserlerinde Hz. Mevlânâ'dan


bölümler alr. Meselâ 1939'da yazd Batmayan Gün adl eserinde
romamn kahramam rfan Paa'nn defterinden MCR rumuzuyla
bölümler aktarr.

Dost kitabnn önsözünü yüce Mevlânâ'nn buyurduu gibi "Günep


de yere indirsenifi ancak anlayan anlar, inanacak olan inanr, vesselam"

diye noktalar.

Ba Bozumu 'nd2i ise "Sö\e Mevlâna ile haklamak istiyorum'^ der. Bu


çkan 40 eseri içinde sâdece bir iki örnektir.

Cumhuriyet'ten sonra Hz. Mevlânâ'y anma törenlerinin balamas


1953 ylna rasdar. 1953 ylmn Arahk aynda A}^erdi Konya'ya
davet edilir. Yannda hocasnn ve kendisinin örencilerinden
bazlar, eski Mevleviler, semâzenler ve bir de mutrp hey'eti

getirmitir. O zamanki Maârif Vekili merhum Tevfik Ileri'nin de


hazr bulunduu bir küçük tören tertiplenir. Ertesi yl yine

Konya'da Kitaplk denen bir binada Sâmiha A\^erdi ve


örencilerinin de katld konumalar ve mûsikî ile Hz. Mevlânâ
anlr.

1955 ylnda ise Mehmet Önder Bey Ayverdi'yi konferansa davet

eder, bu davetierin balangç sebebi Yenikap Mevlevîhânesinin son

^^
Aysel Yüksel, "Sâmiha Ayverdi'de Mevlânâ," Manisa Uluslararas Türk ve
Tasavvuf Kültürü ve Mevlânâ Sempo2\amu teblii, 29.9.2007.
^^
Sâmiha A^-verdi, Dost, stanbul: Kubbealt Neriyat, 2007, s.
^° Kubbealt Neriyaü, 2005,
Sâmiha Ay-verdi, Babo-:(umu, stanbul: s.

161
9

Cemâlnur Sargut

eyhi Abdülbâkî Efendinin küçük olu Rüsûhî Bey 'in olu Bâki'nin
semâ örenmek istemesi üzerine en uygun yerin Ekrem Hakk
Ayverdi'nin Istinye'deki yals olduu düüncesiyle, Mevlevîlerle
Aj^erdi ailesi arasnda kurulan yakn dosduktur.

Bu Mevlevi grubu; Mithat Bahâri (Bahariye Mevlevîhanesinin son


eyhi), Gavsi Baykara (Semâzenba, Yenikap Mevlevîhanesinin
son eyhinin olu, neyzen ve bestekâr), Rüsûhî Baykara (semâzen,
eyhin küçük olu), Abdülbâkî Baykara (semâzen, Rüsûhi Bey 'in
olu), Selman Tüzün (Bahariye Mevlevîhanesi postniini,
semâzen, eyh Hüseyin Fahreddin Efendinin torunu), Ahmed
Bican Kasapolu (semâzen, semâ dedesi).

Bahir ereftu (Ken'an Rifâî'nin evlâtlarndan, semâ dedesi),


Saadeddin Heper (kudümzen ba, bestekâr), Hopçuzâde âkir
Efendi (kudümzen), Halil Can (neyzen ba), Osman Dede,
(halîle-zen) , Niyazi Sayn (neyzen). Ulvi Erguner (neyzen), Cahid
Gözkan (rebâbî, tanburî), Hulusi Gökmenli'den (naathan,
âyinhan, gazelhan) olumutur. Ar- erifi ise büyük mevlûthan
Kâzm Büyükaksoy okurlard.

1955'teyarm olarak icra edilen âyin-i erif ve Ayverdi'nin


konumasyla tören neticelenir.

1955'ten itibaren Konya'da Ken'an Rifâî ve Sâmiha Ayverdi'nin


örencileri olan bu grup: Orhan Büyükaksoy, Özcan Ergiydiren,
Sîret Kaytaz, Erol Olgaç, Bayram Yüksel, Ömer Ylmaz, Erhan

Altnta, Zeki Ermumcu ile Afyon Mevlevîhanesi postniini Enver


Çelebi ve evlâtlar, Sivas Rifaî eyhi ve evlâtlar katlrlar ve Âyin-i
erif yaparlar.

Bu tarihten 1963 senesine kadar Sâmiha Ayverdi ve örencileri


âyin-i erife bizzat katlrlar.

1963'ten sonra Mevleviler âyinlerini kendileri yapmak


istediklerinden dier gruplar, baka ehirlerde âyinler yapmlardr.^^

81 ' •

Ozcan Ergiydiren, Haycili Cihan Deer: Sâmiha Ayverdi ile hatralar, istanbul:
Kubbealt Neriyâü, 2009, s. 1 1 5- 1 1

162
Sâmiha Av-verdi üe SIRRA YOLCULUK

Konya Turizm Cemiyeti adna 1955'te Mehmet Önder ve daha


sonra Fevzi Habc da âyinin yan sra Sâmiha A\^erdi'yi konferansa
davet ederler.^^

Bu konferanslardan ilk dördü Kültür Bakanl tarafndan basks


yaplan Abide ahsiyetler kitabnda neredilmitir.^^

Bütün bu yazlarnda Mevlânâ'nn iman ve kültür hayaümzdaki


önemi, tesirleri, tasa\^aftaki yeri, terbiyecilii ve terbiye metodlan,
eserleri, asrlar bo\a Mevlânâ'ya du\alan ihtiyaç, dünyann ve bizim

bu büyük düünüre olan vefa borcumuz gibi hususlar üzerinde


durarak, bu konulardaki görülerini bildirir.^'*

Sâmiha A}^^erdi haricinde. Nezihe Araz, Safiye Erol ve Sofi Huri


hanmlar da konumalar yapmlardr ve ayrca TÜRKICAD'n
kurucularndan, mutasa\^Tif, yazar Mekûre Sargut da 1987'de
Konya'ya davet edilmi ve Selçuk Üniversitesinde Hz. Mevlânâ'da
Ak konulu bir konuma yapmtr.
Sâmiha Ayverdi'ye göre 13. asr Anadolu'sunun kanh ve buhranl
corafyas üstünde Mevlânâ Celâleddin Rûmi gibi rehber ve önde
giden insanlar olmasayd belki de dünyaya parmak srtan bir
Osmanb medeniyed ve hâkimiyeti olmazd.

Sâmiha A^-verdi yapt bütün ilerde ve kurduu bütün kurumlarda


Mevlânâ ve devrin Mevlânâ's olan Ken'an Rifâi'yi örnek almtr.

Bu iki mutasa\^afn rehberliinde, terör ve sknt devri olan 60 ve


70'ler Türkiye'sinde faaliyete geçirdii 'TÜRKKAD" ^mk Kadnlar
Kültür Dernei, stanbul Fetih Cemiyeti ve en önemlisi günümüz
kültürüne hizmetieriyle damga vuran Kubbealt Akademisi Kültür
ve Sanat Vakf ile uurlu nesiller yetitirmitir.

Aysel Yüksel, "Sâmiha A\-\^erdi'de Mevlânâ," Manisa Uluslararas Türk ve


Tasav^of Kültürü ve Mevlânâ Sempoz)-umu teblii, 29.9.2007.
Sâmiha Ayverdi, Abide ahsiyetler, stanbul: Kubbealü Neriyat, 2006.
Aysel Yüksel, "Sâmiha A\-verdi'de Mevlânâ," Manisa Uluslararas Türk ve
Tasavvuf Kültürü ve Mevlânâ Sempoz^-umu teblii, 29.9.2007.

163
Cemâlnur Sargut

Büyük edebiyat tarihçisi Nihad Sami Banarl, "Günlük hayatn en basit

hadiselerini dahi deerlendirip mânâlandran iki büyük veli gördüm Mevlânâ


Celâleddin Kümi ve Ken 'an Rifdf" diyerek hakikî mutasavvf ve kâmil
insann hayatma her anm günün artiar içinde hizmetle geçirdiine
örnekler vermitir,^^

Sâmiha Ayverdi, Mevlânâ'nn kulland metodu nasl anlatr?

Efendim bu son derece mühimdir, Sâmiha anne bunu öyle anlatr:

"Mevlânâ Celâleddin Kûmi insan ruhunun ematik çatsn bütünüyle


görüp onun sakat, bottuk, kusurlu taraflarna feraset ve kudretle

parmak koymuj, mânevi bir operasyonla da iyilepirme yoluna gitmitir.

O bir ruh miman, bir san at ve fikir yapcs, bir medeniyet


'*^
in§aasdr.

"B// esnada da kütle terbiyesinde sevgiyi esas almpr. Onun terbiyecilii

tamamyla insan tabiatna uygun bir anlayijin mahsûlüdür. Dorudan


doruya insanolunun benliine el u^atm^ a^n, mütecavi^ ve yka
enerjiyi alarak bunlar ajk ve iman haddesinden geçirip ifan ve faslet

haline gelmesini salamtr.

iktisadî kriî^er, askerî ve siyâsî hezimetlerle temelleri sallanan cemiyeti

tpk bo^uk ve cürümüj bir malime gibi ele alarak ondan yepyeni bir
tertip meydana getirmek hünerini göstermitir.

Ümidi dayana kaybolmu toplumlara ilâhî heyecann, saf îmânn,


ve

Rabbânî akn kaplarn açarak onu ruh salna götürmek, deme


'^^
kahramann baaraca bir cihad deildir.

Bu görü ve hocasmn daima tekrarlad "devir hep ayn devirdir" sözü


aym zamanda büyük bir tarihçi olan Sâmiha Ayverdi'yi

85
Sâmiha Ayverdi, Dost, istanbul: Kubbealt Neriyaü, 2007, s. 50-51.
Sâmiha Ayverdi, Ahide ahsiyetler, stanbul: Kubbealt Neriyat, 2006, s. 29.

Sâmiha Ayverdi, Abide ahsiyetler, stanbul: Kubbealt Neriyat, 2006, s. 29-30.

164
Sâmiha Aj^erdi üe SIRRA YOLCULUK

yönlendirmi, zor devirde salam yapl insan haline gelebilmemiz


için örencilerini eitecek yöntemleri bulmutur.

• TÜRKKAD'n kurulu amac nedir?


Sâmiha anne, bunu, "devrin ihtiyac olan tasavvuf terbiyesini artk vakflar
ve demekler çats altnda akademik dü^de lâfla deil hâl ve hikmetle
anlatmaly^' diye belirtmi, bu konuda hanmlarn önemini de
mutasa\'vflarn özellikle Mevlânâ'nn ve Ken'an Rifâî'nin kadna
bakndan yararlanarak \argulamtr. Hakikaten günümüz
Türkiye'si bu terbiye metoduna ihtiyaç duymaktadr.

Sâmiha Ayverdi bu konudaki düüncelerini öyle anlatr:

"Artk bu asrn insan kendini jalni':^ et, kan ve kemikten ibaret bir
mahlûk olarak görmek, onun için de sadece etine ve kemiine hikmet
etmek dalâleti içindedir, bu jü^den de hâmil olduu gerçeklen arayp
sorma:^ ve hatta seçeme^ olmupur. Netice itibariyle kendi kendine
yabanc hatta düman kesilen bu insan sevgiyi unutmu, îmandan,
ihlâstan habersiî^ kalmij, sonunda da üstüne çöken egoizme teslim
olarak onun emrinde dünyâya meydan okuyan bir dev haline gelmitir.

Hâlbuki insan tabiatnda köle ve emir kulu kalmaya mahkûm hisler

vardr. Kin, nefret, intikam, yalan ve iftira gibi. Cemiyetler ne vakit bu


kölelere hürriyet tanyp bapbo§ brakacak olursa hayat dü^ni alt-üst

olmaya mukadderdir.

insanolunun hamurunda müsbet ve menfî duygulara beraberce yer


verilmitir. Yeter ki menfî kuvvetler, müsbet enerjinin hüküm ve

kontrolü altnda kalsn. Böylece de köleye efendi mevkii verilmesin. Bu


^^
idrâkeyaln^ bi^l Türkler deil, bütün dünya muhtaçtr der "

Hocamzn, Mevlânâ ve Ken'an Rifâî'den örendii bu anlay


bizleri devr aldmz bu ulvî müessesenin banda hizmet ederek
hem kendimize hem de dünyaya bu anlay tantmak mecburiyetine
iletti.

Sâmiha A^-verdi, Abide ahsiyetler, stanbul: Kubbealt Neriyat, 2006, s. 26.

165
Cemâlnur Sargut

Hocamz Ken'an Rifâî ve Sâmiha Ayverdi'nin eserlerinin günümüz


gençliine hem ilmî, hem ruhî alanda yol göstereceine inandmz
için, bütün gayemiz bu eserlerin lisans üstü ve doktora tezleri olarak

ele alnmas için tevik yarmalar düzenlenmesidir. Çeitli ülkelerin


üniversitelerinde kendileriyle ilgili kürsüler kurularak dünyaya
yaadmz tasavvuf ve slâm anlaym anlatmak en büyük
arzumuzdur.

Mevlânâ'mn dedii gibi Allah baladmz ileri bitirmekte


yardmcmz olsun ve bu faaliyederin mânâs kendimizi dünyaya
tamtmak deil, slâm' anlamak, yaamak ve öretmek olsun.

66
"

Sâmiha A\^ erdi Ue SIRRA YOLCULUK

"...Hakikat demlen tlsm, gökjüfiünde uçulan kullar gibidir.

Onlan avlayacak silâh, yollarna kurulacak ökse olmad için

çok defa bir görür bir kajbederiî^...

Sâmiha Ayverdi, istanbul Geceleri

167
Cemâlnur Sargut

u Dünya Ah u Dünya... ilâ-Yi Kelimetullah Ak


île Tamann, Onun çin Ölmenin, Ölümsüz
Dolup
Hayatn Ta Kendisi Olduunu Bir Bilse, Ne Olur Bir
Bilebilse...

lhan Ayverdi, Sâmiha hanm için, "güzelden ses getiren güzel,


ulvîden haber veren ulvîdir. Sâmiha Ayverdi hayât boyunca ulvî
kaynaktan haber verendir" der. O ulvî kaynak nedir? Dâima ulvî

kaynaktan haber vermek nasd mümkün olur?


Kendisi ulvî olunca ulvî kaynan haberini verecek. Yani Sâmiha
Ayverdi diye biri yoktu ortada, varsa da yoktu. Ortada bir dervi
vard. Dervi biliyorsunuz eik demektir. O Efendisinin eiiydi.
Efendisinin kalemiydi. Efendisinin sesiydi. Efendisini anlatt.

Ken'an Rifâî'yi anlatt. Dolaysyla da Ken'an Rifâî kesilince de ulvî

oldu. Ken'an Rifâî'de de Peygamber tecellî etmiti. Onun için O,


ulvînin ulvîsiydi. O ekmeldi. Sâmiha anne de mükemmel oldu.
Dolaysyla birbirlerini tamamladlar. Bir insann mânâ kaynandan
haber almas için iç hayâtnn yani âhiretinin yahut misâl âleminin
dünya âleminin üstüne çkmas, ölmeden önce ölmü olmas, iki

kere doup ölmü olmas (önce anneden domak sonra nefsiyk ölüp

domak yani ölmeden önce ölmek makamna


Allah 'in kendindeki hakikatiyle
ermek demektir) ve dolaysyla günein batm olduu vücuttan tekrar
domas gerek. Bunun açklamas udur: Vücut ölü olarak doar.
Bir kabirdir ve AUah'n mânâs olan güne burada batar. Ancak
ölmeden evvel ölme, yani nefsinden kurtulma seviyesine, koruk
olan nefsini üzüm makamna çkarma seviyesine gelen insan için
lezzetli ve vitaminli bir hal ald zaman Allah'n ondaki mânâs

tap darya doru szar. te batm olan günein batt vücuttan


domas bu demektir. Günein batdan doacak olmasnn mânevi
anlam da budur. Sâmiha anne böyle bir sultandr.

lhan Ayverdi, Sâmiha Ayverdi'yi u sözlerle anlatr:


'Yakn çevresinde bulunma bahtiyarlna erenlerden biri olarak,

birkaç hususiyetini görüp göstermeye çalnmakla bu harikulade frengin

168
"

Sâmiha Aj^erdi ile SIRRA YOLCULUK

ahsiyetin asla anlatlamayacann idrâki içindeyim. Öyleyse hu


ya^lanlar nedendir? undandr ki, övülmeye, büyütülmeye ihtiyac
yoktur; amma prensiplerinin yalanmasna her flaman mü§taktr. Ömrü
boyunca inand gerçekleri hiç inhiraf etmeden ya§am§ olan hu
mütefekkir-mürehhînin ^ahit olduum en mühim hususiyetlerinden hiri,

bütün yaknlarn da ayn ihlas ve samimiyet ü^^ere görmek istemesi ve

onlardan hakikat nâmna kabul ettikleri ne varsa sö^de brakmayp


'*^
hal edinmelerini, o hakikatlerle yalamalarn beklemesidir.

» Sâmiha Ayverdi *îlâ-y Kelîmetullah'tan ne anlard?

Bizatihi kendi anlatimndan aktarmak isterim. Mektuplarnda buna


dâir u ifadelere rastlyoruz :

'lây Kelimetullah, Allah 'in dinini ve tevhid akidesini yüceltme

peklinde yorumlanabilir. Allah 'in kelimesinin yüceltilmesinden maksat,


Hak dinin yeryü^nde hâkim olmas, Allah'n buyruklarnn fert ve

toplum plânnda yajanmasdr. Bu anlaydn öcünde herfeyden önce


insann kendi iç dünyasn düdene koymas, süfli hrs ve heveslerden

kendini temizlemesi, benlik dâvasndan kurtulmas, mânâsn


^nginleçtirmesi, dünyâya geli§ sebebini idrâk etmesi, kendisi ile banpk
olmas gü^el ahlâk sahibi örnek bir insan olarak yalamas, ruhen
salama basacak manevî kemâle varmas, bu ölçüler içerisinde

ahsiyetini vatan topra sevdas, devlete hikmet a§k, millî kültüre ve

târihe sahip çkma çuur ve idrâki ile bütünlemi olmas düçüncesi ve


'^°
fikriyat vardr.

Ilâ-y Kelimetullah: slâm dininin esaslarn ve yüceliini yaymak için


gösterilen gayret bu yolda yaplan cihad.

"Müslüman-Türk'ün asrlar ayaa kaldran cenkleri ve dünyay


uyandran uraklar altnda yatan itici kuvvet, dört elle sarld ve

uruna can alp verdii ulvî gayesi idi: ilây Kelimetullah.

Takdim /'Kubbeald Akademi Mecmuas,


"'4lhan A)n/erdi, Ya^^t Hayatnn 50.
Yinda Sâmiha Ayverdi" Hintli Says, 17, Ekim 1988, s. 3.
^"smet Binark, Sâmiha Ayverdi'nin Mektuptan, stanbul: Kubbealü Neriyâü,
s. 595.

169
" " "

Cemâlnur Sargut

***

"Ilâ-j Kelîmetullah, önce Müslüman Arap ordulanmn sonra da


Müslüman Türk ordularnn devraldklaryücelerden yüce emânet.

***

'slam 'in gayesi ise, ha^r ve ideal bir nizâmnâme olarak eli altndadr:
ilây Kelîmetullah ve bütün gayenin tahakkukunu gerçekletirecek ruhî
kemâl islâm yeniden bu noktaya geldii an, o jevk ile ancak kendine
ve dünyaya faydal olacak bir seviyenin ^rvesinden beeriyete hitab
edebilir.

***

"u dünya ah ju dünya, ilây Kelîmetullah a§k ile dolup takmann,

onun için ölmenin, ölümsüî^ bayatn ta kendisi olduunu bir bilse, ne

olur bir bilebilse...

***

"Bir milleti ekmeksi^lik deil, gâyesi^^lik öldürür islâm 'in gayesi ilây
Kelîmetullah olduu müddetçe, kurduu
'^^
tevhid a ile ktalar birbirine

balamakta ^orluk çekmemitir.

Ben hakikaten onu, Pauolo Coelho'nun In Savaçs kitab ile

badatryorum. Paulo Coelho, In Savaçs' nd2i ulvi olarak ne


anlatmsa hepsi Sâmiha annede vard. O bir savaç gibi hiç
durmayan devamh mücâdele veren insand.

Necip Fazl'n, "Sâmiha Ayverdi'nin baz satrlar ile temasa gelir

gelmez, onda cins istidatlara ait soylu çilenin bütün izlerini

gördüm. Açkgöz ve günübirlik öhret avclarnn dâima kolaya,


hafife kaçan, göz alc ve alâka çekici âdî hokkabazlklarna
karlk, onda, derin bir metafizik ihtiras, mâverâ hummas, eya
ve hâdiselerin düümünü ruhta ve müessirlerin müessirinde arayan
hakikî insan hamlesi, kaleminin dokumalarndaki mihrab

Ncvnihal Bayar, "Kubbcalt Akademi Mecmuas.' Den'at^cm Jki Damla" Merhaba


Iik/\ lkbahar 2005, Say 31, Sâmiha Ayverdi Özel Says, s. 33.

170
Sâmiha Av\'erdi üe SIRRA YOLCULUK

ekillendiriyordu... Sâmiha Ayverdi, maddî eyamn bittii, deri


üstü hâdiselerin tükendii ve zahir ufuklannn sona erdii noktaya
bitiik âlemin serdengeçti bir meczubudur" belirlemesindeki
'hakiki insan' nedir?

Bu belirlemeden ne anhyorsunuz?

Buradaki hakiki insan kendi nefsiyle deil kendindeki Allah'a ait

isim ve sfatlaryla aikâr olan insandr. Sâmiha anne böyle bir


insand. Bence bu söylemde Sâmiha anneyi en güzel anlatan,
açkgöz ve günübirlik öhret avclarnn hafife ahnan gözabc ve
alâka çekici âdi hokkabazhklarna karhk, onda, derin bir metafizik
ihtirasoluudur. Gerçekten mânevi mertebe ihtiras yoktu. Ashnda,
metafizie olan ihtiras derken insanlarn cephesinde kalmayp d
bâtnlarna nüfuz ederek oradan kendilerine ait âyet ve hadiseleri
okumak, mânevi hayatn derinlikleri içerisinden insana seslenmek
gibi bir yetenei olduunu anlamak lâzm.

"Maddî eyann bittii, deri üstü hâdiselerin tükendii ve ^âhir ufuklannn


sona erdii noktaya bitiik âlemin serdengeçti bir meczubudur, " cümlesini
belki bu bitiik âlemin mensubudur diye anlamak lâzm. O, bitiik
âlemi yaad için oradan konutuu için yani berzah olduu için
tenzih ve tebih arasnda herkes kendi hakikatini kendini de onda
görür, kendinde olmayan da onda görür. Dolaysyla o manevî
âlemden haber verendir.

'Hakk tevhid eylemektir ilmin gayesi' buyurur Kenan Rifâî


hazretleri. Sâmiha hanma göre ilim nedir, ilmin amac nedir?
Harakânî hazretlerinden öreniyoruz ki, ilim, Allah'n Âlim
sfatndan kuluna bahettii eydir. Bu anlamda Sâmiha hanmn
ilim anlayn yorumlar msnz?
lim, aslnda herkeste tecellî eden Allah'n isim ve ifadandr.
Yaradann herkeste kendi ilmiyle tecellî ettiini biliyoruz. Sâmiha
anne bize bunu öretti. Onun için herkeste tecellî eden ilim Allah'a
ait ilim olduu için O herkesin ilmine hürmet eden bir sultand.
Ama Sâmiha anne ilmi Allah'la irtibatmz salayan bir vasta olarak
kabul ederdi. Yani iki vönüvle de ele alrd.

17
Cemâlnur Sargut

Yolcu Nereye Gidiyorsun adl eserinde tevhide götürmeyen bilginin


ilim olmadn anlatr:
Tutalm ki bir ressam frças kadar hu gök kubbenin altnda yajoyan
insanlarn his dünyalarn görüp gösterici bir ja^a olmuum; bundan
ne çkar"? Bana nihayet harikulade bir sanatkâr denir. Ve nihayet

kabiliyetim ve hünerim §u topraktan derlenmi olan cismimin övünecei

bir sermâyedir.

Tutalm ki bir mîmar olmuum yeryüzüne, asrdan ara devr olan

san 'at âbideleri hediye etmiim; fakat varlmn hududunu aacak


köprüyü kurmak için bu hüner banayeter mif^

limle dolmak, insan boluktan kurtarama^' bakyorum da çok defa


hocas da bo, hacs da bo! Birlii öretmeyen bilgiler insan boluktan
kurtaramyor, hocam!

-A.nlayamyorum a^^m, si^n düüncelerinize kalrsa, A.llah, kediden

köpekten de ^hûr ediyor diyeceksiniz^ böyle ey mi olur? (...)

Bu, gö^ü ka, pembe teni, kumral saç ile karna gelen insandaki

süfli ksmlan inkâr etmek gibidir.


-Fakat aî^zj^ &^^^ olmad. Halik 'in vücûdu, insan vücûduna nasl
benler ki, bu misâlle beni düüncelerine kaydrmak istiyorsun? Akl,
bu dediinin tamamen aksini söylemekte.

Hakkn var hocam, sen akla bal kaldkça beni anlayamazsn. A.kl
halka gibi yalnz ^^p^^^f^ bendidir, esiridir; ona içeri girmeye izjn

yoktur. Halkay kapya vur, böylece darda beklediini içeridekilere

haber ver; fakat ona yapp kalma içeri girmeye bak.


Bence akl halkasna tutulup kalmak, tehlikeli bir eydir; darda
kaldkça herhangi bir dümann pençesine yakalanmak ihtimâli pek
çoktur. (...)

92
Sâmiha Ayverdi, Yolcu Nereye Gidiyorsun, stanbul: Kubbealt Neriyat, 1997,
S.43.

172
Sâmiha Aj'verdi üe SIRRA YOLCULUK

-Fakat dostum, darda mantk, maânî, felsefe, belagat, hâsl dall


budakl bir ilim ebekesi var; içende ise ne olduu malûm deil (...)

Doru hocam, tane ve tohum, topraktan ba çkarmaynca günein ve

rü^ânn dostu olamaî^ Sen ki beeriyet ^(emininde gömülüsün, baharn,

gü-:^ün letafet ve nimetlerini ne bilirsin? A.na karnndaki cenin de o

rahimden â^t olmadan evvel, gdaland kandan daha le^\ bir gda

ve bulunduu yerden daha geni bir meydan tasavvur edemedi.


Vaktaki dünyaya çkt, burada o kan unutturacak ne gdalar ve ne

geniliklerle karlat. Asl hayâta nazaran dünyâ da bir ana


rahmidir; eer gün olup insan buradan hissen kurtulacak olursa,

gdalanaca vicdani î^evklerin ve geniliklerin de hayran kalacaktr.

Dünyâ ruhlarn bir deneme ocadr. Hayat ise bu kemâl ve irfan

yuvasndan çktktan sonra balayacaktr. Buradan temi^ kalp


diplomasn alana ne mutlu hocamP

Sâmiha hanmn özellikle mensur iirleri, ksa anlatlan, Yusufçuk


ve Hanc gibi eserleri, Hz. Mevlânâ'nn, eyh Gâlib'in eserlerindeki
dil ve muhtevann, sembol dünyasnn modern zamanlardaki
devamdr denilebilir mi? Neden?

Sâmiha A}'verdi'nin muhteva ve sembollerinin en fazla Kenan


Rifâî'ye benzedii düünülebüir. Ayrca birçok mutasavvfla ortak
nokta bulunabilir, bu da belki William Chittick'in dedii gibi

özlerininayn oluundan ve aym kaynaktan besleniinden dolaydr.


Sâmiha annenin kendine özgü sembol dünyas insanlar üzerinde
son derece etkilidir. Tasavvufla ilgili her sorumuzun cevabn onun
kitaplarnda bulabiliriz. Eserlerine bakldnda dinin içerisine târihi,
tarihin içerisine ümi, ilmin içerisine ak yerletirmitir ve her eyi o
kadar özdeletirmitir ki birini dierinden ayrmak mümkün
deildir. Sanki tevhid kaynandan yaylan zerrecikler gibidir. Ve
sonuçta tevhide götürür. Tevhidden getirip tevhide götüren bir
anlatm içindedir. Ben öyle görüyorum Sâmiha Ayverdi'yi-

Sâmiha Ayverdi Yolcu Nereye Gidiyorsun, stanbul: Kubbealt Neriyat, 1997, s.

68-70.

173
Cemâlnur Sargut

Kendi ifadesiyle, tasavvuf, "bencil dünyalar içinde kabuk balam


kütleleri uyuukluktan kurtararak, onlara yapc ve atlgan bir
karakter vermitir. Böylece asrlarca toplumun derûnî saln ve
içtimaî ahengini temin ederek kütleleri feragatli aksiyonlara
itmitir. Toplumlan tevhid srlaryla alayarak güçlendirmi ve
güvenilir hâle sokmutur." Bu tanma ilikin neler söylersiniz?

Sâmiha anne böyle yaam bir Sultand, onun tasavvuf anlay


Çünkü beka makâmndayd. Dolaysyla halka
hareketti, hizmetti.

Hakk için hizmet etmeyi düstûr edinmiti. Peygamber ahlâkm


yaayanlarda görüldüü gibi 80 küsur yanda vefat edene kadar hiç
durmadan çalt, böylece hem kendi ahsiyeti ve karakteri açsndan
hem toplumun yetiii ve yaplandrlmas açsndan hem de
dünyânn tekâmülünde birçok kiiye tesir etmi, kendisi çabt gibi
bakalarm da çalmaya yönlendirmi, tasavvufu çalma akna ve
ahlâk akna döndürmü bir sultand. Meselâ Anne Marie Schimmel
ve Eva De Vitray Meyerovitch gibi dünyâya islâm' anlatm birçok
hammefendi onun terbiyesinden geçmi en azndan dokunmu
geçmitir. Eva De Meyerovitch, Ezher Üniversitesinden ders
vermesi için teklif aldnda Sâmiha anneye "Efendi/?/, beni/// gibi

sonradan Miislii///an ol///u§ birinin ls/â///'n en öne///li üniversitesinde ders

ver///e hakk var ///dr?" diye. sorduunda Sâmiha anne "Giinej bir gün

batdan doacaktr hadisini hatrlar r/sm^" (Tirmizî, Fiten, 22).

sözleriyle onu yüreklendirilmi ve yönlendirmitir. Türkiye'de


birçok ilim adam,- ite görüyoruz Mülakatlar adl kitabndan-
yazarlar, düünürler, devlet adamlar onun ilminden yararlanarak
hareket etmilerdir.

Eer düünebiliyorsa salkldr insan, yani sadece sabkl yaayarak


salld olunmaz. Düünüp huzurlu ve mutluysa salkldr.
Hocamzn tekdüze bir tevhid anlay yoktu. Renklilik, farklbk,
farkllklar idrâk ve böylece renklilii seyretmek, Allah'n san'atn
farkllklarda seyretmek ve bunlar çirkin görmeyip bilâkis san'atn
bir özellii olarak idrâk etmek onun tasavvuf anlaynn hakikatiydi.

Kendi anlayn topluma tevhid srryla alad için de onun


çevresindeki herkes bu zevki kabiliyetleri ölçüsünde idrâk

74
Sâmiha A^'verdi üe SIRRA YOLCULUK

etmilerdir. Her insan sadece kendi kendisine kar deil kideye


kar mes'ûl olabilmelidir.Ve kendisi öyle demitir:

"Vatan ve iman uurunu millî bir platform üstünde aktif bir enerji

haline getirecek memleket hi-:^eti tek çkar yoldur. Derdi tehis


ettikten sonra devay bulmak kolaylar, hadis-i erifte buyumlduu
üî^re 'hiç ölmeyecekmi gibi dünya için hemen ölecekmi gibi ukbd için

çalmak '. Dervilik tembellikle deil, miskinlikle deil, jü^ ak ile


'^^
insanlara ve Allah'a hiî^met etmektir

• rfânî ve tasavvufî gelenein büyük oranda buharlat,


dergâhlann kapand, geleneksel âdabn ve irfânî zeminin yok
olduu bir ortamda, Sâmiha hanm, yetkinleme yolcularna, hangi
yol ve yöntemlerle, ne türden çabalarla bir manevî yolculuk, bir seyr
ü sülük imkânsunmutur? O'nun telifleri, sohbederi,
konferanslar, vakf çalmalar, geleneksel biçimi yok olan
yetkinleme yol ve yordamnn modern zamanlardaki biçimidir,
denilebilir mi? Bu balamda tasavvufun modern ortamda inâsnn

nasl mümkün olacana ilikin neler söylenebilir?


Bir kere sohbederi asla brakmad. Sadece kendisi sohbet yapmad,
sohbetlere insanlarn devamm salad. Bunun için kendisi de orada
bulundu. Konferanslar verdi, tasa\-vaf ev sohbederiyle,
sempozyumlarla, konferanslarla yaatld. Kendisi kurduu dernek
ve vakflarla tasavvufu öretti, yaad ve yaatt. Tasavvuf
akademilerde öretilmelidir, sözünün mânâs budur. Kubbealü
Ken'an Rifâî'nin hayâl ettii akademiydi. Sâmiha anne orada
öretilen ilmi haliyle de göstererek bu akademide okuyan ansb
örencilerini mürid edasyla tekâmül ettirmitir.

Sâmiha Ayverdi, Altay Dergâhyla ilgili olarak unlar söyler:

"Eer o t^amanki cemiyet bir •:^âviye deil de akademi yoluyla fikrini


yayma imkânna sahip olsayd, belki de Kenan Rifâi bir akademiyi
tercih ederdi. Kenan Rifâî dergâh dergâh eyhi unvan kapanmak için

smet Binark, efâtn/n 10. Ylndci Sdmiha Ayverdi,T\xTk Kadnlar Kültür


I

Dernei Genel Merkezi Yaynlar, Ankara, Mart 2003, s.2L

175
"

Cemâlnur Sargut

deil gayesini ^mann jartlanna göre tahakkuk ^minine getirebilme

vastas olarak telakki ettii için açmpr.

Kendisi bu kurumlan öyle anlatr:

Tasavvuf kurumlan, î^âviye ve tekke mensuplan tüketici deil üretici

î^mre idi. bunlar müahhas bir makama hesaplar verirlerdi. Macerac,


menfaatçi, haris deillerdi. Aksijoncu arnm kimselerdi. Kolay ve

rahat ortamlar deil snr boylarnda stratejik yerlerde tekke


kurarlard, bulunduklar bölgede manevî eitim kadar san'at ve

kültürle megul olur, halkn estetik kabiliyetim iirleri, ilâhileri,

türküleri destan lany la beslerlerdi. Sosyal hayatn mayasn tutarlard.

Didaktik üslupla tasavvuf teorileri anlatmaz. Pratikle urar,


sonuçlar üzerinde durur, bkp usanmadan yaanm olaylardan
örnekler verir, Kur'an ahlâkm anlatr, kal ii olmayp hâl ii olan

tasavvuf üzerinde durur. Tevhidci bak açm gelitirmek ister.

Akn kemâle erdirici vasflarndan harekede cemâl-i ilâhîyi

müahede eder.

Tekke ve dergâhlar srlandktan sonra fikir ve inançlar yok olmad,


kendisi yazdklaryla, yaantsyla tasavvuf inam ve düüncesini
baaryla anlatm zengin kültür ve inanç malzemesinin günümüz
insamnaaksettirilip tantlmasna köprü vazifesi görmütür.

Seyri suluu tekke çats altnda deil, eserler, konferanslar,


sohbetier, örnek davramlarla devam ettirmi, klâsik anlamda bir
eyh olmayp maneviyât, ahlâk ve kemâl yolunda bir mürit olmay
tercih etmitir.

Sâmiha anne "heryer Allahn hu^rudur, Allah 'a âpk olmayan hiçbir jey

yoktur, herkesyok! Allah vardr" diyor, o halde huzur her yer olduuna
göre tekkede ibâdet etmek önemli deil, her yeri tekke gibi

görebilmek önemlidir, Sâmiha annenin slogam budur.

"Tasavvufu dergâhlarda hayknp barmak zannedenler azîm


hatâya dümülerdir. Zikir, semâ, saz ve sözün avlad insandan

Yazarn notlarndan.

76
Sâmiha A^^erd üe SIRRA YOLCULUK

beklenen, kendini bilip nefsini temizlemek ve Muhammedi ahlâkla


zrhlanmak idi" sözünden ne anlamamz gerekir?

Sâmiha anne tasav\afu yaanan bir yol olarak idrâk ederdi ve


tasavvufun kendini bir ey zannetmek olmayp insan hiçlie
götürmesi gereken bir yol olduunu bizlere öretirdi. Mutlaka ki

zikir, semâ, saz ve söz yani sohbet bütün bunlar inam kendi
hakikadyle yüzletirerek avlamak için birer yöntemdir, ama bütün
bunlarn neticesindeki avlam bir saniye sürer ve sonra lasdk gibi

eski haline dönerse o zaman onun üzerinde tasavvufun bir izi ve


etkisi var denemez. Tasavvuf tövbeyle balayan ve tevhidle biten
insamn kendini Allah'a ulatrmak üzere girdii çüeli bir yoldur ki

bu yolu }Kirümeyen insan kendine mutasavvf diyemez. Bu çileli


yolda da benlikten arnmak bakalarndan daha üstün olmak deil
daha aa olmay becerebilmek kendi hiçHini idrâk edip kendi
içindeki Allah'n ahsiyetini ortaya çkarmak ve dünyaya iki gelip bir
olarak ona geri dönmek mânâsn tayan bir yoldur. Bu yolda
saylan bütün yöntemler sadece insan harekete geçiren
yöntemlerdir. Bu yol cihat olarak düünülür, çünkü Peygamber de
hakiki cihadn bu olduu konusunda bizi uyarmtr. Bu cihatta da
kudümler, sazlar, sözler gibi çeitli yardmclara ihtiyacmz var. te
bu yardmclarn en banda ak gelir. Bu ak körükleyen de sazlar,
sözler, sohbetler ve ilimlerdir. Ama esas olan insamn bütün bu
ilimler sonucunda ilmin en yüksek noktas cehalettir dendii gibi
kendi cehaletini idrâk etmesidir.

"Hakîkî mürid kimdir?" sorusuna, "tasavvuf felsefesiyle uraan


kimse deil, tasavvuf uurunu bizzat amel/fiil hâline getiren
kimsedir" diyen Ayverdi neyi kastetmektedir?

Bir gün Rifâî hazretleri etrafndakilere, "siî^den §unu istiyorum ki beni


seb etmeyesini^ (kötülemeyim^'" dedi, aman efendim biz sizi nasl seb'
ederiz diye taaccüb edince "benim yapmadm yapmak, söylemediimi
söylemek, istemediimi istemekle, " cevabm vermi.

Bu demektir ki mürit, tasavvuf felsefesini yaayan Kenan


kiidir.
Rifâî hazretierinin söyledii gibi "eer ben yalan söylüyorsam s\ de

177
Cemâlnur Sargut

söyleyebilirsiniz eer dedikodu yapyorsam si^ de yapabilirsiniz^. Haram


imliyorsam si^ de imleyebilirsiniz ama bunlarn hiçbirini yapmyorsam ve si^

yapyorsam^ sevdiini:^ iddia ettiini':^ hocan^ kamç vuruyorsunuz^

demektir" diyecek kadar cesur olan kii hakiki mürittir.

78
Sâmiha Ay-verdi üe SIREA YOLCULUK

'\..Ma^, ahi danlacak ve en doru sö^ü ve tecrübeli bir

dosttur. u halde bu gün de, kuvvet, §evk ve hayat


kajnam^n kendi ö^ deerlerimi!^ olduunu unutmamak,
"
bi^m için bir ölüm kalm maceras olsa gerek...

Sâmiha A}^erdi, Hâtralarla Babaa

79
.

Cemâlnur Sargut

Sâmiha A3rvrerdi'de Derin Bir Târih uuru ve Sevgisi


Vardr. .

• SâmihaAyverdi, Ak emseddin'in, Fatih'e yapt, "Senin sâlik

olmandan mâlik olman hayrldr" öüdünü nasl yorumlar?

Edebî ve Manevî Dünyas çinde Fatih eserinden örendiimize


göre;

"Ak emseddin büyük insand; fakat asl büyük olan Fatih Sultan
Mehmed'di. Zira biri sadece gösterici idi, öteki ise hem görücü, hem
gösterici, hem de izleyici idi. Yani biri sadece hâmil olduu fikri,

prensipleri ekiyor; dieri hem fikre sahip bulunuyor, hem de onu fiil

halinde gelitirip cihana ar^ediyordu. I^te bu uurladr ki, onda ferdî ve

ma'^erî vicdan kaynatarak otu^jl ajan saltanat müddetime, siyâsî,

askerî, idarî, içtimaî ve fikrî icrââtndaki birlik ve ahengi meydana


getirmipir.

A.k emseddin için Fatih bir jahs deil, bir semboldü. Zira mürfid,
onun ahsnda kütlenin sembolik ifadesini bularak, âlem halkna bu
kanaldan çkjyapp, onun vastasyla alij verifini kurmujtu.

Fatih'in ha^rlanmij ve ifienmij maneviyât, efendiliin bir çraklk


devresi olduunu takdir ettii için, bu küçülme, nallanma halini ta-:(e ve

canl tutabilmi, kütleye kar§ yüklenmi olduu mesuliyetlerin arl


altnda e-:^lip bunald flamanlar, baj olduunu unutmak suretiyle,

çraklk safvetine iltica etmi§, böylece de bendeliin teslimiyet ve m^â


kapsna snp dinlenmitir. Zira o, bende olmadkça â;^ad

olunamayacan bilen büyük insand.

Binâenaleyh Fatih, ju cihetten de talihli idi ki, bir cihangir olmasna ve

devrinin fikir ve siyaset âleminde yüksek mevkiini kabul ettirmi esizi

bir kymet bulunmasna ramen, elini öpecei bir üstad, karsnda


na^anp sesiniyükseltse de, hif^ayagel! diye kar koyabilen bir efendisi

vard, iskender ve Napolyon da birer cihangir idiler. Fakat icrâât,

fütuhat ve uuralt istidatlanna ramen, terkipsi^ bir malime


olmaktan kurtulamadlar. Onun için de, kendi kendine kar hesap

180
Sâmiha Aj^erdi üe SIRRA YOLCULUK

vermee mecbur tutulmu ve manevî terbiyesinde nefis kontrolü jart

edilmi Fatih'le bu noktada aralan dâima mesafeli kalmtr.

ehri alr almaî^jeryü^ü ilerinin meakkat ve mihnetlerinden yorgun

dümü padiah, artk gönül âlemine geçmek, bir eyyam da kendi


kendisiyle kalmak için szldanmaa balamt. Zira Fatih, galip

cephesiyle spirituel adamd ve ^aman -zurnan derin bir eksta^ içinde iki

dünyadan da geçmei çok ödüyordu. te vecd ve ruh -zevkine yü^


döndürüp kendi kendinden saklanmak ve sath üstü davalarn

andrn yeknesaklndan mânâ saltanatna kaçma iddetle ödedii


bir an, doruca Ak emseddin'e gidip "mülakat eyledikte. eyh
Hasretleri yan yatur bulunup asla va^yetini deitirmedi. Padiah
eyh Halvetlerinin elini öpüp: "Sana bu hacet içün geldim ki birkaç
gün beni halvete koyup irâd eyleyesun" deyicek, eyh Hamiyetleri

Padiah'n bu kelâmn sem'-i kabule almayub n^â kula ile

dinlemedi. Padiah- sâmî-makam, srar edüb üç dört kere "Elbette


umup beklediim hâsl olacak ve istediim yerine gelecektir"
dedikte, eyh Ha-z^etleri yine reddeyleyüp bu hususa müsaade eylemedi.

Nihayet Padiah Hazretleri gat^âba gelüb, husüs- mezkur içün: "Bir

Türk bir kere söylese kabul edüb halvete idhal edersin, ben
sana nice kere söylemiken sözümü kabul etmezsin" dedikte
eyh Hakaretleri cevab verüb: "Meâyih-i izamn halvetinde bir
lezzet vardr ki ana dâhil olsan emr-i saltanat gözünde
olmayub, dünya gözünden silinib saltanat geçüb gitmek
mukarrerdir. Bu sebepten ahvâl bozulup, her birimiz bu hâle
sebeb olmakla Allah'n gazabna urayarak günahkâr olmak
lâzm gelür", dedikten sonra, makamnn icâb üz^re adi ü insafa,

dorulua ve saltanat merasimine müteallik aikâr ve malûm olan söz^

ve nasihatleri ifâde eyledi

Aikâr ki bir vizyon, bir vecd ü hal, insan olunu isim ve ekilden

geçirmee ve ba sonu olmayan ce^be ve istirak ufuklanna


sürüklemee yeter de artar bile. ite Fatih de, dünya ve saltanat

umurundan yorgun dümü âk gönlü ile, to^u dumana katarak, bu


cokunluk ve evk âleminin lez^^ti içine atlmak istiyordu. Amma
mürid dediimiz^ 'guide spirituel' yani müridinin bütününe sahip

olan büyük insan, srasnda cismânî ve nefsânî uçurumlar armann

181
Cemâlnur Sargut

da kâfi olmadm gö-:^ önünde tutarak, müridini, manevî ehvet


sajlahilecek rûhânî ha^ ve lezzetlerden de geri çeker. Bahusus Fatih,
kendim kütleye neretmi, balam büyük insand. u halde reva

myd ki, halvet ve jakllktan bulaca ahsî z^vki için mukadderatn


kendisine çimmi olduu saltanat emrinden geri dönsün? Bir istirak

zevki içinde haymenijîn olmakta da, gizli bir ehvet, bir hodbinlik
kokusu vard. Fakat zpr kefedilir bu î^af ancak Ak emseddin gibi
ulu'lar bilebilirdi. Muhakkak ki Fatih de bilmiyor deil, bilmek
istemiyordu.

Dünya, zç^man z^^^^ kendini kütleye feda eden büyük insanlar


yetitirir. Fatih, mesuliyet muhiti kendini amam
basit bir mutasavvf

deildi. O, kütle namna geni ölçüde taahhütlere girimive mesuliyetler

yüklenmi bir sistem sahibi idi. Bu yüzden de kendi için doduunu,


kendi için yaadn, kendi için öldüünü zp^neden ortalama insan
tipinin imtiyaz ^^ imkânlarndan mahrum olmas mukadderdi, ite
bunun için de müridi, onun inziva ve infrad arzularn hep püskürttü.
Kendi sonsuzluuna, kendinden kendine çk yapmak ihtiyaçlarn
muayyen bir ölçüye ayarlad. A.detâ müridinin aknc, takn, çaltl
ruhu ile bu ruhu için için çaran vecd ve istirak arasna bir Sedd-i

Çin kurdu. Gerçi tasavvuftan gaye mânevi kemâl idi Fakat ruhun
tezahürü canl madde ile sabit olduuna göre, tasavvufun müdahalesi,

ferdi en mükemmel beeri varlk haline getinnekti ki, A.k emseddin de

müridini bir manevî terfih halinden çkararak dâima aksiyona doru


arkasndan itmitir.

A.k emseddin o kâmil insand ki müridinin Padiah olmas, terbiye

sisteminde bir geveme, bir iltimas, bir hatr gönüle yer vermiyecek
salâbet ve kvam arzederdi. Mürid de o mürid idi ki, hükümdar
olmas, müridin varlnda tecelli eden rabbani iaretleri fâni bir kul
olarak kabullenmesine mâni tekil etmezçii- Onun için büyük talebesini

bir cemiyetfedaisi olarak kullanmaa acmad. Szldanmalarna, hatta

direnmelerine kulak asmad. Zira biliyordu ki ayarlayc ve merkezî


ahsiyetler, yerlerinden kmldadklar anda, kütlenin irâzesi çözülüp

bir alt üst oluun balamas mukadderdir. u halde büyük insann,

ahsn tamamen bertaraf etmesi, aksiyon ve reaksiyonlarnda kütlenin

menfaatini ölçü olarak göz önünde tutmas lâzm gelir. Nitekim

82
Sâmiha A\'verdi üe SIRRA YOLCULUK

Fatih 'de tasavvuf, nazari bir doktrin, hayâli bir idealif^m deil, ferdi ve
sosyal hayattaki tesrii ve icrâi otoritesinin sklet merke-:^ idi. Bir cemiyet
terbiyecisi olan hükümdar, icra ve tesri yolunda hareket ve vusul noktas

kabul ettii bir jûurladr ki 'ben' demei unutmu, hep 'sen' demi§,
kendini silmi, âlem için yaamtr.

Eer Fatih 'ben' de kalm bir hükümdar olsayd, bugün onu da


yeryü-:(ünün öhret sahibi sra adamlar arasnda görecektik. Halbuki
A.k emseddin'in ahsnda ifadelenmi ve belirmi tasavvuf ahlâk, onu
nesi var nesi yoksa ykm, sonra da ayn malzemeyi kullanmak
suretiyle bu harabenin yerine bir esi-:^ mamure kurmutur.

A.k emseddin, vat^esinin nerede balayp nerede biteceini bilen bir

elçi idi. Nitekim, müridine, imkân ve kudret kaynaklarnn bif^^at


taycs olduunu iaret ettikten sonra onu yapc ve yaratc ^ekâs,
büyük ve takn imanyla ba baa brakp çekilmee karar vererek
Padiahsn rica ve temennilerine ramen, günün birinde srtnda
cübbesinden, banda serpuundan baka mal olmadan memleketi olan
Göynük 'e gidiverdi.

Gitti; ayet kalsayd, vecd ve mânevi ^vke gönlünü ha^r etmi


Padiah, belkiyine yanp yaklacak, na^anacak, sklanacak, halvet ve

dünyadan çekilme aralarn tekrar edecekti. Halbuki kütle namna


onun, dünya umurunun anaforu ortasnda dimdik ayakta durmas
lâf^md ve önünde çaylar, nehirler akt halde susu-:^luk çilesine dümü
bir mahkum gibi, tenesi olduu bir gönül hayatyla mesafeli bir al
'^^
verie tâbi olmas gerekiyordu.

Sâmiha Ayverdi'nin tarih anlaynn ve yerlilik/millîlik uurunun


merkezinde ne vardr?

Ayverdi'de derin bir târih uuru ve sevgisi vardr. Bu kuru bir


övünme gayreti olma^ap, tarihten ilham alarak bugünü ve gelecei

^^ Sâmiha A^-verdi, Bdebi ve Manevî Dünyas çinde Fatih, stanbul Fetih


Cemjyeti,1983 s. 37,40,41,44,45,46,52-54.

183
"

Cemâlnur Sargut

nâ düüncesini temsil eder. Tarih uuruna sahip olmayan nesiller

için öyle hayflanr:

"Bir bitkinin biiyüjüp gelinmesi nice ^ahmet ve mücadeleye baldr. Ne


ja;^k ki insanolu bu nebatî uurdan bile mahrumdur. Köke muhtaç
olmadan meyve bekliyor! Bu yüî^den geçmiini inkâr ediyor. Sonunda
gayesine ulaamadan :qyân olup gidiyor.

(. .
.) Ona göre, köksü^ajama heves ve illeti neya^k ki cemiyetimi^n
bir i^leryarasdr. Ma^ ve tarih uurundan, millî ve manevî terbiyeden

mahrumyetiden gençlik, ilk darbede yklmaya mahkumdur.

Sö\ konusu ettii yapa ve koruyucu deerler için en mühim referans

olarak Türk tarihini ve kendi târihî tecrübemi:^ gösterir. Ama ne

yaî^k ki gaflet içindeyi;^ dolup ta§an haî^nelerimiî^e ramen, onlardan


faydalanamyorum.

Hazneleri içinde açlktan ölen insan örneini skça kullanr.


Bunlardan biri föyledir: Çok eskiden bir dünya havadisi okumutum.
Milyarderin birinin: hisse senedi, tahvil, nakit para, mücevher gibi
kymetli mallarn saklad biryer alt haznesi varmij. Mahn^enin iki
anahtarndan biri kendisinde, dieri kansnda bulunurmu§. Bir gün
milyarder hazinesinde iken, nasl olmujsa olmuj, içerden açlma imkân
olmayan bir ekilde, kap kapanvermif Adam milyarlarnn ortasnda
mahsur kalm.

V^akit geçip kocasnn gelmediini gören kans telâlanm, arayp


taram, bulamaynca emniyete haber vermi. Elbirlii ile günlerce

arapnlan mehur yengin bulunamam. Kans dahil kimsenin aklna


yer alt haznesine bakmak gelmedii için, sonunda ^vall milyarder
büyük servetinin ortasnda açlktan ölüp gitmi.

l^eyaf^anm^ öyle hayflanr:

"Reva m ki binlerce yllk anl mazi ve târih hazinesine


sahip olan Türk milleti de, bu varlna ramen yokluk

97
Prof. Dr. Mehmet \^Qm\rci,Scimiha Ayi'erdi'rifi Sosyo-Kii/türel Misyon ve Ondaki
Ha^/a Mciru'vi Deerler, Sâmiha A)^'erdi'yi Anma Toplants , 26.02.2000, s. 33-34.

184
.

Sâmha Aj-verdi üe SIRRA YOLCULUK

içinde can çeldir olsun! Bu anl erefli malzemeyi ileyip


yararl hale getirebildiimiz takdirde ise, yalnz bize deil,
bütün dünyaya yetecek bir medeniyet mirasna sahip
"
olduumuz görülecektir.

u önemli ö-:^lüe de dikkat çeker:

"Türk medeniyeti ilâhî-beerî bir sîmâ tar. O ne srf


maneviyattr, ne de srf maddeye tapnmadan ibarettir. Klç
tutan elleri icabnda sanat aheserleri ortaya koyar. Onun
mensuplar, maddî ve bedenî bünyelerinin hakkn verirken,
"
manevî yaplarn da slah etmekten geri kalmazlar.

Sâmiha Ayverdi hiçbir :(aman iimitsi^ olmamtr. O derd içinde

devann da olduunu hep söyler Ama ac gerçekleri ifâdeden geri

kalmad ve der ki: Yattk ki bugün kendi kültür ve medeniyetinin

ipuçlarn kaybeden Türk milleti, kendine, tarihî ve millî

bereketlerinden faydalanaca birjol çiî^mij deildir.

Ergun Göze de Sâmiha annenin millîlik uurunu O, Millî Vicdandr!


babkl yazsmda dile getirmitir:

'%lcdan aynasdr: Dalm, çö^ilmü, hasta dümü bir cemiyetin

fertlerine tutulan vicdan aynas. .

O millî vicdan besleyen ise millî hafzladr Merutiyet ilânnn


çlklar da, stanbul igalinin hçkmklan da, istanbul semtlerinin ve

konaklarnn terlik tprtlar da onun kaleminde bir cemiyetin

ahsiyetinin, hüviyetinin diriltici, vicdan uyana hâtralardr.

Hikayeci, romanc, aratrmac Sâmiha Ayverdi'nin en frengin ve en

mühim taraf budur. En büyük eserlerinden birisi olan ibrahim


Efendi Kona bunun için bir imparatorluun romandr. Ve bu
roman okuyan her vicdan sahibi, bir imparatorluk ykmnn eî(âsn,

a^bn vicdannda duyacaktr.


Sâmiha Ayverdi millî vicdan, millî hafaya raptetmi ve bunda büyük
basan ve sadakat göstermitir. Amma sadece o kadar deil: Millî

Prof. Dr. Mehmet Dcmiid,.S'ûw/ba Ayi'errl/mn Sosyo-Küttürel Misyonu ve Ondaki


Balca Manevi Deerler, Sâmiha Ayverdi'yi Anma Toplants ,26.02.2000, s. 33-34.

185
Cemâlnur Sargut

hafi^asnm temelinde de edebî bir çi^i vardr. Bir slâm büyüünün:


*Elest meclisinde "belâ" diye iaykran sesimi bu gün gibi
duymaJitâym' dedii gibi o da elest meclisindeki sayhasn ve sonra

dünya planndaki kavli kararn, gayret kemerini kuanp perkittii


günkü feryadn bir an aklndan çkarmadan vicdan aynas vaî^esini
yapmaya devam etmitir.

Zaten bunlar bir an aklndan çkarsa, bir bereketli büyük nehri


andran hayat bir himmet *Nil'i olabilir miydi?

Teknolojinin, madde medeniyetinin hayhuyu, makine gürültüsü


arasnda boulmuj nice vicdan uyandrabilir miydi?

Bence onun en büyük taraf budur.. Bu eî^el, ebed bütünlüü.. Bu ikrar


tamâmiyyeti.. Nice recülleri kskandracak ve hatun kimilerden nicesini

'er kii*yapacak yücelikte bir nasip. .."^^

Sâmiha Ayverdi'nin, Anadolu'yu Müslüman Türklere açtn


söyledii "mücâhit ruh" neyi iaret eder? Buradaki 'cihat'tan ne
anlamamz gerekiyor? Orta Asya sel sel Küçük Asya'ya akarken,
toplumsal yaam mayalayan 'mücahit derviler'in imanlanndan
nasl bir cihanümul ilke douyordu?

Efendim oldukça hassas ve mühim bir konuya temas ettiniz. Bu


mevzuyu konumaya balarken, öncelikle, "cihad"m ne olduu
üzerinde durmamz gerekir. Mâlumâliniz, Hz. Muhammed, âkildir;

en akll olandr. Akil, kavmin en ereflisi ve hayrbsdr. slâm dini


tamamen akla dayanan bir dindir. Kur'ân- Kerîm'de "Allah si-:^n için

âyetlerini açklar, belki de akledersini^" (Bakara: 242) "B/^ onu A.rapça


Kur'an yaptk ki akledesini-:^" (Zuhruf: 3) buyrulmaktadr. slâm'da
mucizeye itibar yoktur. Her ey aklî sebebe dayamr. Peygamber,

mecbur kalmadkça mucize göstermemitir. slâm akla deer


vermi, gerçek akb, yani birlii idrak eden akl Hz. Muhammed'in
hakikati olarak görmütür.

Akldan maksat akl- küldür.

99
Ergun Göze, "Kubbealt Akademi Mecmuas: O, Milli \'lcdandr'\ Yaz
Hayatnn 50. Ylnda Sâmiha Ayverdi Hatra Says, Ekim 1988 sa)T 4, s. 81.

186
Sâmiha A>^erdi üe SIRRA YOLCULUK

• Akl- kül nedir?

Akl- kül tam ve mutlak akldr. Yaratc kudretin hareket halindeki


tecellisidir. Hz. Ali de; ''Nefse kar§ ilimle savamak akln ibaretidir" der.

Frithjof Schuon'a göre Hz. Muhammed'in hayaü incelendiinde üç


öge göze çarpmaktadr. Bunlar u kelimelerle ifâde edilebilir:

Dindarhk, savamclk, bala}iclk.

• Dindarlk derken neyi kastediyorsunuz?

Dindarhkla, emin olmay, Allah'a tam olarak güvenmeyi, ihlâs,


Allah akm kasdediyoruz. O'nun dindarl bu âlemde yaarken
dünyann bütün arzu ve isteklerini yerine getirirken Allah'la olan
irtibatim asla kesmemesidir. O halde o "lâ ilahe illallah, lâ mevcûde

illallah, lâ faile illallah" ilkelerine uyar. "L^ ilahe illallah; ilah yoktur

jialm^ Allah vardr" demektir. Kelime kelime açarsak: "U" burada


yok demektir. Bu ksm Allah'n olmadn ya da tanr olmadn,
yalnz kendinin tanr olduunu söyleyen ateisti anlaür. Ateist de bir

eyi tanrlatrr, o da kendi düünceleridir. Tanrszbk diye bir ey


söz konusu deildir. nsanlar bir eye tapmak üzere yaraülmlardr.
Ancak, insanlar Allah'a tapma seviyesine ulaacak bilgi ve gönüle
sahip deillerse, o zaman ite kendilerine taparlar. Kendi fikir ve
ideallerinin dünyaya hâkim olduunu düünürler. Bu, insann "yok"

dedii devredir. Bu devre ateist devresidir ki müslüman lâ ilahe


illallah, derken ateistin varln kabul eder. Ve birlik içinde o
varln gerekliliini de kabul eder. Buras çok önemlidir. Buradan
bakarsak müslümamn sava açaca hiçbir ey
Çünkü "lâ"yoktur.

burada kâfiri anlatmaktadr. nsan aslnda kendi "/^"devresine sava


açar. Dardaki "/^"ya açmaz.

"lahe" ilah edindiimiz devredir ki burada, çocuklarmz, kocamz,


âk olduumuz insanlar, Ahmetieri, Mehmetieri ilah ediniriz. Bir

üst seviyedir çünkü kendimize tapmaktan vazgeçmi, baka eyleri


sevmeyi örenmi ve onlara doru yönelmiizdir. "U'ya göre bir

üst seviyede insan kedisini sever, bahçesini sever, orman sever.

Frithjof Schuon, slâm' Anlamak, stanbul: z yaynclk, 1999, s. 120.

187
Cemâlnur Sargut

Ama kendinden daha çok bir eyi sevdii için Allah'a bir adm
yaklamür. Çünkü kendini ikinci plâna atar. nsan aslnda ilah diye
alglad hiçbir eyin olmadm "/^"yani, yok olmaya mahkûm
olduunu anlar. Taptmz eyler ya ölür veyahut bakasm severler
ve giderler. Yahut onu hakikaten sevmediimizi anlarz. O zaman
ilah denen, taplacak hiçbir ey yokmu bu âlemde deriz. Bu, insann
"lâ //^/?^" devresidir. te Allah bu devreye erimi olan inam kendi
nuruyla aydnlatr.

slâm'n içerisinde bütün bunlar ilk idrâk etmi olan Hz. brahim
gerçek mutasavvflara göre hakiki müslümandr. Ondan sonra
yaam olan bütün peygamberler de bize göre müslümandr.
Allah'a teslim olmulardr.

Cihad, Allah yolunda sava da dahil olmak üzere hakszhklara


kar gösterilen her türlü gayret ve mücadeleyi mi kapsyor?
Evet efendim. Saldrganlk bask, zulüm ve sömürüye kar verilen
savalar cihaddr. Toprak geniletmek, ekonomik, politik veya dinî
çkar salamak amacna yönelik savalar gayrmerû olduu için
cihad saylamaz.

Dolaysyla peygamberde savamclk, sadece affedicilik ve bunun


gerekliliini ortaya çkarmak içindir. Bunun sebebi de Allah'n
yaraüh gerei inam iki âlem üzere yaratmasdr. Bu iki âlem birlik

ve ikilik âlemidir. Allah'n kendi mânâsnn sanda yaratüklarnda


ikilik yoktur yalnz birlik vardr. Bunlar da iki gruba ayrbr: abdallar
ve zihnî yükümlülükleri olmayanlar. Abdallar, özellikle içlerinde bir
zddiyet tamadklar gibi darda da bir zddiyet kabul etmezler.
Bunlar zaten huzurdadr. Huzurun içindedir ve onlarda mesuliyet
hissi olmaz. Allah onlar mesul tutmaz. Çünkü onlar bu âlemde
cennettedirler. Dier grup ise, biz insanlarn deli dedii ancak
Allah'n bu âlemde mesul tutmad insanlardr. Bunlar da
zddiyetierinden dolay mesul olmadklar için birlik içerisinde
kabrlar. Bu dünya içinde yaradlm her ey ztlardan olumutur.
Enerji aça çkaran her eyde zddiyet vardr. Dolaysyla da kendi

88
Sâmiha A\'\'erdi ile SIRRA YOLCULUK

çimizde bu kadar zddiyet varken savamamamz diye bir ey söz


konusu olamaz,

Zdar arasnda u}am salamak için mücadele vermek zorundayz.


Burada Peygamberin savamclm iki ekilde açklamak lâzm.
radeyle zdan birletirecek kuvvet ve kudreti kullan, ikincisi de
bunlarn sonucunda affedii... Saldrlarmzn sebebi affetmeyi

bilme}dimizden hatta kendimizi affedemeyiimizdendir.

Farkllklar içimizde birletirdikten sonra da çevre ile ilikimiz

düzelir.

Msrî Niyazi diyor ki:

"Ben samrdîm âlem içre hana hiçyâr kalmad

Ben heni terk eyledim, hildim ki a^âr kalmad"

Fatiha sûresinin ilk âyeti ve Kur'an'n kalbi olan 'Elhamdülillahi


Rabbül âlemîn'den ne öreniyoruz?

Bu âyette Allah bize Rabbî tecellisi vastasyla kendimizdeki hakikati


öretir mânâs vardr. O sava insamn kendiyle yapt
halde gerçek
savatr. Bunun dndaki bütün savalar ister ordunun orduyla
savamas olsun, ister çevremizdekilerle yapamz savalar olsun,
hepsi sadece kendi içimizdeki sava bitirip huzura kavumak
içindir.

Frithjof Schuon'un da belirttii gibi,

"Hi^. Peygamber slâm'dr. Nasl slâm, tahiat gerei hakikat,

güî^llik ve kudret öelerini deijik plânlarda gerçeklepirmeye çalrsa


H^. Peygamber de sükûnet, kerem ve kuvveti temsil eder, bunlarn

somut örnei olur. (slâm'daki kudret celâldir, güzellik cemâldir,

hakikat ise kemâldir). Kuvvet irade edici olmas özelliiyle savamak


^(omndadr. Kerem, kuvvetin saldrganlk yönünü dengeledii için,

peygamberde sava, saldrganlk eklinde deil, savunuculuk eklinde

189
Cemâlnur Sargut

•^^hur etmitir. Kerem iyilik ve aftan ibarettir. Birbirini tamamlayan


'"^"^
bu iki erdemin kuvvet ve keremin sonucu sükûnettir.

Eflâtun da ruhu bir kouya benzedr ki arabacs akl, iki attan biri

ecaat (kerem)., öteki de ehvettir (saldrganlk). "ecaat, fevkalâde

asil ve gü^l bir hayvan. Öteki ise hajin ve daima yoldan çkmaya müheyya bir

varlk. I^te akl bu arabay sürdükçe kodunun intifiamn muhafa-^a eder"

der/°^

Beerî açdan denge, Allah'n karsnda sükûttur. Srât- müstakim


beerlikle ilgilidir. Sükût, hereyi itirazsz kabul etmektir.

"Sükunet, dünya ve ego konusunda ilgisi^ik, A.llah'n karsnda ise


"'°'
sükûttur.

Sükût noktas tevhid noktasdr. Bu seviyede olan insana Allah ve


melekleri salat ederler. 'T)orusu Allah ve melekleri peygambere salat
ederler. Ey iman edenler O'na salat ve selâm edinip' (Ahzab suresi: 56).

Allah'n salâtndan murat O'nun tenezzülüdür. Meleklerin salât ise

O'nun önünde secdesidir, Adem'e secdedir. Müminler ise salavat

getirirler. Bu salavatn nedeni, bizim de o tepeye, sükûna ulama


isteimizdir. Bütün, bizim bir parçasn oluturduumuz eydir.
Öyleyse biz hudutsuz olan Allah'n bir parças deil, yaradln bir
parçasyz ki "Hak" diyoruz. Yaradlmln
slâm'da buna biz
bütünü Hz. Muhammed'dir. Dolaysyla herkes O'nun örneini
almabdr. Bu da savamay gerektirir. O halde herkes savatadr. Bu
sava da nefisle olan savatr.

Fîhi Mâfih \t Hz. Mevlânâ öyle der:

"Peygamber 'Biz küçük savatan büyük savaa döndük*


buyurmutur; yani bi\ suretlerle savayor ve d dümanmn^la
dövüüyorduk. imdi ise düünceler ordularyla savayorum iyi

Frithjof Schuon, slâm' Anlamak, stanbul: z yaynclk, 1999, s. 125.


Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul: Kubbealü Neriyâü, 2000, s. 364.
Frithjof Schuon, islâm' Anlamak, stanbul: z yaynclk, 1999,., s. 125.

190
' " "

Sâmiha A)'^^erd Ue SIRRA YOLCULUK

düüncelerin kötü düünceleri ho-:^una uratmas, vücut illerinden

çkanp atmas için savayoruf^. te en büyük sava ve dövü budur.

nsann yaradl, birlikte, zuhuru ikiliktedir o halde...

Evet... Birlik plânlanm olan insan ikilikte ortaya


âleminde
çkndan mutlu olmaz. te savan mânâs budur. Bu sava
srasnda herkes Allah'tan gelen ismini hâkim klarak sükûna erer.
Bir spanyol rahibenin söyledii gibi: "Geminin hiç frtna görmeden
hu^iirlu bir limanda kalmas, huturu anlamas için yeterli deildir. Ancak

frtnadan sonra sükuna ererse iteyaradln mânâs budur.

Dert ac verir ancak sonucu huzurdur. Çocuun doabilmesi için

annenin mutlaka bir zdraba ihtiyac vardr. Fîhi Mâfh'te Hz.


Mevlânâ öyle diyor:

doum ans olmadkça o baht aacna gitmedi. Kur an'da


"Meryem'de
'Dourma sancs onu bir hurma aacnn kütüüne
dayanmaya sevk etti.' buyrulduu gibi onu o dert, o aaca götürdü ve

kuru aaç meyve verir bir hale geldi.

Peygamberin cihad sükûnet içinde olduu için insanlar eitir ama


O'nda, "benim istediim gibi eitilecekler" düüncesi yoktur. "Allah o
insandan ne murad etmise o •:(uhûr edecektir" diye düünür.

Allah, âyette 'nsan iki elimle yarattm.. " dedii için, bn-i Arabi, bu
hükmün yürürlüe girmesinde kavgann, savan, fesadn,
bozulmann kaçnlmaz olduunu söyler. Ancak bu bozulmada
hakblk yoktur. Çünkü Hak, bu bozulmamn birlenmesini ister.

Hz. Mevlânâ Fîhi Mâfîh 'te bu konu\a öyle açklamaktadr:

"Bir haynn ilenmesi hakknda emir vermek ve kötülükten menetmek

için kötülüe meyleden bir nefis bulunmas lâ-:^mdr. Böyle bir nefsin

varln istemek kötülüünü istemek demektir.. Fakat o kötülüe rât^

olma^ olsayd iyilii emretmeydi. Meselâ bir öretmen ders okutmak

^°^
Mevlânâ, Fîhi Mâfh, stanbul: Millî Eitim Basmevi, 1985, s. 91.
^°^
Mevlânâ, Fîhi Mâfih, stanbul: Millî Eitim Basmevi, 1985, s.33.

191
Cemâlnur Sargut

sterse, bu örencinin hilgisi^iini de ister. Çünkü örencinin bilgisizlii


olmadan öretmek olma^. Bir jey istemek onun levazmm da
istemektir Bu öretmen örencinin bilgisizliini isteme^- Böyle olsayd
ona öretmendi Doktor tababetini icra etmek için herkesin hastaln
ister. Çünkü onun doktorluu, halkn hastal ile vücud bulabilir.

Fakat halkn hastalna da râ^ olma^ Eer bunlara râ^ olsayd


onlan iyi etmendi Ekmekçi para kapanmak için halkn aç olmasn
isterdi Fakat onlarn açlna gönlü râ^ olma^ Yoksa ekmek
satmayd. Bir padiahn emirleri, padi§ahlannn dümanlar ve

muhalifleri olmasn isterler. Bunlar olmazsa, onlarn mertlikleri ve

sultana olan sevgileri görünmeydi. Sultann bir ihtiyac olmasa bunlar

bapna toplamayd. Fakat bunlar muhalefete râ^ olmaklar, öyle olsayd

dümanlarla savamaklard, insan da bunun gibidir. Kendi nefsinde


kötülük faktörlerinin bulunmasn Allah ister. Çünkü o fjkür, taat ve

ittikâ edeni sever. Bu ise insan nefsinde bu faktörlerin var olmasyla

mümkündür. Bir §eyi istemek onun levazmn (onunla birlikte olan


eyleri de) istemek demektir. Fakat o buna râ-^ olma^; Çünkü o

mücâhede ile bu peyleri nefsinden yok edebilir. Bundan da anlapld ki


insan bir jönden kötülüü bir jönden de ijilii istemektedir. Fakat
buna karji koyan : 'tnsan hiç bir ekilde kötülüü istemez' der.
Bu ise imkânszdr. Bir ^eji istemek fakat, onun levazmn istememek
'^^^
olmaZ;

***

içimizdeki kuvveti yani savaç nitelii tamamlayan, jani nefisle

mücadeledeki en büyük silâhlar: kanaatkârlk, yoksulluk (a§n


isteklerden vazgeçebilme), oruç sevgisi (Hz Meryem'in susma orucu
gibi) ve namusluluktur. Bunlarn hepsi barçldr. Tpk bunun gibi
keremin de- ki kerem sahibi balayandr- sojluluk diye bir

tamamlaycs vardr. Soyluluk bir tür düünsel cömertliktir, en geni§


anlamyla güzellik ve temizlik sevgisidir. Burada Hz Peygamber'deki
ve islâm 'daki estetik a§k ve temizlik ajk aça çkmaktadr. Çünkü
temizlik düüncesi edann özellikle vücudun dünyeviliini ve

güçsüzlüünü ortadan kaldm/aktadr. Sükûnete gelince, bunun da

106
Mevlânâ, i'îhi Mâfth, istanbul: Millî Eitim Basmevi, 1985, s.273-274.

92
Sâmiha Ayverdi üe SIRRA YOLCULUK

•:^runlu hr tamamlayns vardr o da doruluktur. Bu da tarafszlk ve

adalettir Yani hu savap bitiren âdil ve tarafsz olur Soyluluk

kanaatkârlktaki darlk görünümlünü dengeler ve hirhirini tamamlayan

hu iki erdem doruluk içinde doruk noktasna ula§r.

H^. Peygamberin erdemleri sanki bir üçgen oluturur:

Sükûnet/ doruluk üçgenin tepesini, dier iki çift erdemse-

kerem I soyluluk ve kuvveti kanaatkarlk- tabam oluturur Tabann


iki açs denge halindedir ve tepede birlie indirgenirler Hf^.

Peygamberin ruhu denge ve sükûttur

%*%

Bu üç özellii biz de kendi içimizde yaarsak huzura ereriz, srât-


müstakimden sratullaha eriiriz, bize de Hazret denir.

Bu cihadn biri dikey biri yatay olan iki boyutu vardr, dikey olan
ilimdir. lim, Allah' tanmak bilmek demektir. Allah tannp
bilindikten sonra sevilir. nsan, insan ile yatay çizgi ile irtibat kurar.

Yatay çizgi akür. nsan ancak sevildikten sonra tannr.

Bu bakaçsndan Musevilik, sevîlik, slâm, sonuç noktasnda ayn


yere ulamak demektir. Yani Peygamberdeki bu kuvvet, kerem ve
sükûnet özellikleri... Burada sava artür. Son nokta Peygamberde
ulalan sükûnet noktasdr.

bn-i Arabi, birlik olan yaradb öncesinin üçte tecelli ettiini söyler.

Yani insan nefsinin kuvvetini, aklnn affedicilii ve vericilii ile

yönlendirebilirse, ruh makam olan ruhundaki sükûnete ular. Bu


da tevhiddir.

Hz. Adem'in yaklat ve O'na yasak edilen aaç ecere


kelimesinden gelmektedir. ecere, bölünme anlamndadr.
Dolaysyla insanlar birden üçe, nefis, akl ve ruh olarak bölünerek

yaradlm ve üçten tekrar bire doru sülük etmitir. te bu, tevhide


ulama demektir.

Cihadn son noktas yaradbn balama yeridir yani...

^°^
Frithjof Schuon, slâm' Anlamak, stanbul: z yayncbk, 1999, s. 125-127.

193
Cemâlnur Sargut

Dorudur... Allah öyle buyuruyor: "Ku^kusu^ Allah kendi yolunda


kurunlakaynam binalar gibi saf balayarak savaanlar sever. " (Saff: 24)
Burada ztiarn omuz omuza verip tpk slâm'da namazda "Saflar
sklatmn" 6iye.n imamn hitab gibi farkl merepler ayn akla omuz
omuza verirlerse o zaman Allah'n yolu açkça gözükmü olur..
Böyle bir durum çokluk olmasm gerektirir. Bu da Allah'n
isimlerinin sk skya birbirine tutunmas demektir. simlerin bu
ekilde birbirine tutunmasndan yaratma yolu zuhur eder. Allah'n
sfadarm arada boluk olmakszn yan yana saf tutturmasyla
yaratl balatmas cihadn son noktasdr.

Sükûnete kavuan insan tek ele döner, sava bitirir, hazret olur.

nsann kendi içindeki çirkinlii görmesi için kendi içindeki güzellii


görmesi gerekir. Bunun için de ötedeki tekini görmeye, aynaya
ihtiyac vardr.

Peygamberin darda yapt sava savan sonucu olan içindeki


Bunun en güzel örnei
sükûnetin ve kanaatkârln neticesidir.
Uhud Savadr. Uhud Sava'nda yenileceini rüyasnda gördüü
halde rüyasna itibar etmeyip Allah'n âyetine uymu ve istiare
ederek savaa karar vermitir. Bu da Allah'n isteklerine göre
yaadn ve nefsini düünmediini anlatr. Uhud Sava cereyan
ederken sava plânlar altüst olmutu; kendisi yaralanm, ordusu
yönünü kaybetmi ve dalmt. te bu artlar içindeyken
sahabeden biri çkagelip ona: 'T)ua et de Allah, u kâfirler ve duygudan
mahrum kötüler güruhunun kökünü kurutsun, onlan yok etsin!..."

Resûlullah ise, ellerini gökyüzüne doru yükseltip u duada


bulunmutur: 'Ya Rabbi, milletimi doru yola sür, çkar; t^ra onlar (ne
"
yaptklarm) bilmiyorlar. . .

Mekke'nin fethi srasnda yaplan Hudeybiye antlamasnda


Peygamber, müslümanlar lehine istedii artlar koydurmas için

gerekli ordu gücüne ve sava mater}^aline sahip bulunmasna


ramen Kureylilere tam bir serbestiyet veren maddeleri kabul
etmitir. Böylece Peygamber kan dökülmesini önlemek ve savaa
girimemek için "Bugün merhamet günüdür, Allah'n Kurey'i yücelttii

194
Sâmiha Ay-verdi üe SIRRA YOLCULUK

gündür" diyerek kendi açsndan tamamen elverisiz madde ve


hükümler tayan bir pakt imzalamtr. Önceki barbarbklarna ve
müslümanlar Medine'ye göçe zorlamalarna ramen Kureyliler
genel affa uram ve vaktiyle düman olan çou Kureyli kuvvetli
birer müslümana dönümütür. Bu asil idare u âyetin ruhunu
ortaya koymaktadr: 'yilik ve kötülük bir deildir. Kötülüü en gü^^el olan
iyilikle O ^man bakarsn ki seninle arasnda dümanlk
önle. bulunan
kimse efkatli bir hsm gibi olmu. "(Fussilet: 34).

Müslümanlar ve Hristiyanlarn hakknda ciltier dolusu kitap yazd


Hiristivanlarn, hâlâ çocuklarna onun ismini verdii sükûn
makamna ulam olan Salahaddin Eyyûbî, dümanlarn ihanetine,
af ve merhametie karbk vermi bir slâm komutamdr. En büyük
zaferi olan Kudüs'ün yeniden fethedilmesi annda gösterdii af,
müsamaha ve cömertlik çok önemlidir. Onun bu af ve cömertlii
Peygamberin Mekke'yi fethindeki idaresinin bir yanks olarak
görülebilir. Hristiyan tarihçi Ernoul onun hakknda öyle
yazmaktadr:

"imdi de Salahaddin 'in savata ölen ya da esir düen övalyelerin

Kudüs'e getirilen elerine ve /^/^ çocuklarna gösterdii ne^^âketi

anlatacam. Bu kadnlarfidye verilerek satn alnp Kudüs'ten getirilip


Salahaddin'in önünde toplandklarnda gö^alan içinde ondan
merhamet dilediler. Onlarn aladm gören Salahaddin de onlara

kar efkat hissetti, acyarak alamaya balad. Kocalar yaayan ve

esir olanlarn nerede tutsak olduklarn sordu. Onlan gidip

kurtaracan söyledi. Eleri ve babalan ölen hanmlara da


durumlanna göre kendi haznesinden kimine a^ kimine çok,

paylatrlacan söyledi. Onlara o kadar çok ey verdi ki Allah'a


ükrettiler ve Salahaddin'in onlara gösterdii iyilii ve erefi darda
"^°^
yaynladlar.

"Size harb açanlarla Allah yolunda siz de savan (müdafaa harbi


yapn), ancak ar gitmeyin. üphesiz ki Allah an gidenleri
sevmez" âyetini nasl yorumlarsnz?

108 > ^ • •

Shah Rza Kazemi, Manevî Cihaddan Cihadi^ deolojisine, Ingüizceden tercüme


edüen Makale, 2004.

195
Cemâlnur Sargut

Kaynaklar bize unlar söylüyor :

1- Sava asla dini zorla kabul ettirmek için yapümaz. Bu konuda


Allah'n emri açktr: 'TDinde •:^rlama yoktur. Hakikat, iman ile küfür
,109
apaçk meydana çkmtr. " (Bakara: 256)^

"Salabaddin Eyyûb'nin ^ferinden bir elli yl önce en önemli


müslüman fa^leti olan merhametin uygulanmasyla büyük bir

Hristiyan topluluk islâm'a dönmütür. Hristiyan rahip O do Deuil


târihi olayn deerli bir kaydn vasiyetinde brakmtr. Kendisinin açk
bir islâm karpt olmas sebebiyle bu kaynak güvenilirdir. Türkler
tarafndan 543 1 1147 ylnda Firigya'da yenilgiye urayan 177.
jouis'nin ordusunun kalntlar ile birkaç bin hac A.ttalia limanna
ula§r. Lj)us geride brakt hasta, yaral ve haclara, takviye kuvvetler

gelene kadar bakmas için Yunanl müttefiklerine 500 mark verir.

Yunanllar hasta ve yarallan açlk ve hastalkla ba§ba§a brakp,


ayakta kalabilenlerin ijini de Türklerin bitireceini düjünerek paray
alp kaçarlar. Oysa Türkler geldiinde savunmas':^ haclar görüp
acrlar ve on lan doyurup tüm ihtiyaçlanm görürler.

Odo föyleyorumyapyor:

'Kendilerine Icar çoIc zâUm olan dindalarndan uzak durup


kendilerine merhametie yaklaan kâûrlerin içine güvenle
girdiler... Ah iyilik! her tür ihanetten daha zâlim! Onlara
ekmek verdiler ama imanlarndan soydular. u da bir gerçek
ki Müslümanlar bu hizmetleri verirken hiç birinin dinini
deitirmesi konusunda zorlamadlar. '

Son nokta iki önemli Islâmî prensip açsndan çok önemlidir: Kimse
islâm' seçme konusunda f^orlanmamal ve erdemli davranrda
bulunurken hiç bir karglk beklenmemelidir. Bir tarafta, 'Dinde
zorlama yoktur. (Bakara: 256);
'
bir tarafta da doru olanlar "(. .
.)

yoksula, yetime, esire seve seve yemek yedirirler"; "Siî^e sadece Allah
n^âs için yediriyoru^ si-^den ne bir karglk isteri^ ne de bir tefekkür
(derler). " (nsan: 8-9)

109
Muhammed Ebu Zehre, islâm'da Sava§ Kavram, istanbul: Fikir Yaynlar, 1976,
s. 29.

96
Sâmiha A\^^erdi üe SIRRA YOLCULUK

J^nca Peygamber Efendimi^ oullarndan ballarm ^orla islâm'a

sokmaya çaldan birisine "dur' demitir, ^ir gün de ihtiyar bir kadn
bir dilekte bulunmak üî^ere H^. Ömer i aramijtr. Kadn müslüman
olmad için Ömer onu islâm'a davet etmi§ fakat kadn kabul
etmeyince O da bu ipen vaî^eçmipir. Sonra müminlerin emiri olmas
bakmndan kadna yapt bu çarda orlama ve bask
bulunabileceinden korkarak Allah'tan ö^ür dilemi ve pyle
yalvarmtr: 'Allah'm! Ben doru yolu göstermek istiyordum.
Niyetim basla yapmak deildi' Sonra da yüce Rabbin u âyetini
'
okumu: 'Dinde zorlama yoktur.

Kur'an dinî itaatsiî(lii yasaklar. Hatta bir müminin emirleri

dinlememesini ölümden daha iddetle mahkûm eder. inanca satamak


ahsa satamaktan daha kötüdür. Bu konuda Kur'an öyle der: 'Fitne
'"
katilden beterdir.

2- Sava saldry püskürtmek için yaplr. Kur'an'n buyruu öyledir:

'Kim siqin ü^erini^e saldrrsa si^ de tpk onlarn üstünü^


saldrdklar gibi ona saldnn. (Fakat daima) Allah'tan korkun ve

bilin ki üphesi^ Allah takva sahipleriyle beraberdir. " (Bakara: 194)

Bu âyetlere göre Kur'an, müminlere saldrmayanlar "kendileriyle iyi

geçinilmesi gereken kimseler" olarak görür.

Saldry önlemek söz konusu olduu zaman savan meru


görülmü olmasna ramen, Kur'an saldrmn ilk iareti görülür
görülmez, savaa girilmesine izin vermez. Hatta saldr bilfiil

baladktan sonra bile, savaa meydan vermeden mümkünse onu


durdurmaya çabr:

"Her herhangi bir ceî^â ile mukabele edecek olursam^ ancak si-:^e reva

görülen ce:(ânn misillemesi) le ceî^â yapn. Sabredersem^ andolsun ki


bu, tahammül edenler için elbet daha hayrldr. "{ Nahl: 126)

Peygamberimiz, iman ve kiisel hürriyeti savunan dâvâmn adam


olarak insanlarn bu dâvadan haberdar olmalar için iki yol izlemiti:

'
'" Shah Rjza Kazemi, Mânevi Chaddan Cihadi^m ideolojisine, ngilizceden tercüme
edilen Makale, 2004.

197
Cemâlnur Sargut

Birincisi, o devirde yaayan kral ve eflere dinî mesajlar göndermi,


onlar "Allah'tan bankasna tapmayalm. Ona hiç bir §eyi e§ tutmayalm,
Allah' brakp da birbirimi^ Rab edinmeyelim" diyerek slâm'a
çarmt, ikinci olarak da resmî çardan sonra bu milletlerin yeni
mesajdan haberdar olmalar ve isteyenlerin doru yolu seçip
yaayabilmeleri için Islâmî prensipleri onlara açk bir ekilde anlatan
elçiler göndermiti. Bu elçiler asla misyoner deülerdi; anlatmlar
ancak zorlamamlard.^^^

Peygamberimizin sava alannda bile insanlar birletirmek


siyâseti,

amacn güdüyordu. Savaan ordulara, insanlar topyekûn öldürmek


yerine, birlik ve sabr içinde çabmalarn emrediyordu. Bu konudaki
direktifleri öyle kaydedilmiti:

'T.nsanlara kar gü^llik ve sabrla davranm Dümanlarn^,


islâm 'a çarmadan önce saldrmaym^ Çocuklarn ve kadnlarn esir

alman^ ve erkeklerini öldürmemden çok, sikleri, ehirli olsun, köylü

veya göçebe olsun insanlar dine katlandrm olarak görmek benim için
"^^^
çok daha sevimli ve çok daha deerlidir.

***

islam'n klçla yayld yanl inannn aksine Müslüman askeri


birliklerinin askeri kampanyalar ve fetihleri öyle idare edilmi ki

fethedilen halklar bu dinin taraftarlarnn ibadet özgürlüüne


gösterdikleri saygdan çok etkilenmiler ve böylelikle de islâm'a geçi
artmtr.

Amold, klâsik eseri slâm'n Nasihatlan^ nda, islam'n barçl bir


ekilde yaylmasnn arkasnda sûjit^ ve ticaretin yattn söyler.

Ksaca mistikler ve tüccarlar islâm'n en baarl misyonerleridir.

Amold'n eserinde bahsettii bir mektup bu geni dini dönüümün


Iran 'in Horasan eyâletinde Hristiyanlarn hangi koullarda bu dönüü

Muhammed Ebu Zehre, slâm'da Sava^ Kavram, stanbul: Fikir Ya\nnlar, 1976,
s. 30-32.
Muhammed Ebu Zehre, slâm'da Sava Kavram, stanbul: Fikir Yaynlan, 1976,
s. 75.

198
"

Sâmiha Ay-verdi üe SIRR/\ YOLCULUK

gerçekletirdiini anlatyor. Mektup, Patrik hho-jabb Ul'ün ran


Bapiskoposu Simeon 'a ya:(d mektuptur:

'Ya;(ik! Ya^kl Hristiyan ismine sahip binlerce kiiden bir kurbann


dahi kam iman için dökülmemitir. A.raplar Hristiyan inancna
saldrmyorlar, tam tersine bi^m dimmi':(den yanalar; papa':(lanm-:(a ve
evliyalarm^ sayg gösteriyorlar ve kilise ve manastrlanmif^a faydalar
salyorlar.

Hristiyan papazlanna, kiliselerine, manastrianna sayg tamamiyle


Peygamber'in uygulamasdr...

Hvet, Nacran Hristiyanlan âyinlerini Medine 'deki en kutsalyer olan


Peygamberin evinde gerçekletin?/ilerdir. Bu uygulama da A.llah'n
adnn skça anld yerlerin ihlâl edilemeyecei âyeti ile ilgilidir:

"Kendilerine sava açlan kimselere (sava) izni verildi;


çünkü onlar zulme uradlar. üphesiz Allah onlar zafere
ulatrmaya gerçekten Kadirdir. Onlar: 'Rabbimiz Allah'tr.'
demelerinden baka hiçbir hakl gerekçe olmakszn
yurtlarndan çkarldlar. Allah, insanlarn bir ksmn bir
ksm ile defetmeseydi; üphesiz manastrlar, kiliseler,
havralar ve içinde Allah'n ad çok anlan mescitler ykhp
giderdi" {H2CC: 39-40)

islâm'n seri bir eletiridsi olan Bemard Lems, slât'n Yahudileri


adl kitabnda öyle diyor.

"Zulüm yani iddet ve aktif bask nadir ve atipikti.

Müslüman yönetimi altndaki Yahudiler ve Hristiyanlar


inançlar strab çekmediler. Tekrar fethedilen
ile ilgili hiçbir
ispanya'da Müslümanlar ve Yahudiler, sürgün, din
deitirme ve ölüm arasndan seçme zorunluluu ile de
karlamadlar. Modern dönem öncesi Avrupa'da yaygn
olarak Yahudilere kar uygulanan bölgesel ve meslekî
kstlamalarla da karlamadlar. "

Shah Rza Kazemi, Mânevi Cihaddan Cihadiî^ ideolojisine, ngilizceden tercüme


edilen Makale, 2004.

199
Cemâlnur Sargut

]/e ju önemli noktay ilâve ediyor:

"Müslüman yönetimler modern zamana kadar Yahudi ve


Hristiyanlara l<ar Müslümamn yapsn caraliterize eden
bu tolerans örneini uygulamlardr. "

A.ltn çanda Müslüman yönetimi altndaki Yahudiler ispanya'da


bask görmedikleri gibi kültürel, dini, ilâhi ve mistik yaratclkta da

büyük bir öt^ürlükya^adlar. Titus Burckbardt'nya^d gibi;

"tslâmî yönetimlerden en büyük fayday salayan


Yahudilerdi çünkü, Filistin'den dier topraklara
atldklarnda en önemli entelektüel gelimeyi spanya'da
saladlar. Maimonides ve tbn Gabirol gibi en önemli
Yahudi âlimleri felsefî çahmalarn Arapça yazdlar ve
Müslüman spanya'da kendilerini tamamiyle evlerinde
hissettiler. spanya'nn yeniden fethedilmesiyle müslümanlar

ve yahudiler dindeitirmeye zorlandlar, öldürüldüler ya da


kovuldular. 1492'de Granada'nm da dümesiyle sürülen
Yahudiler snma ve korunma için Osmanh'dan medet
umdular. Tüm Kuzey Afrika'daki müslüman topraklarna
kabul edildiler. Orada refah içinde yaayan Yahudi
cemaatlerine katldklar gibi yeni Yahudi cemaatleri de
oluturdular. '^

Ayn dönemde Orta Avrupa'da eziyet gören Yahudiler de kurtulu


için Osmanh'dan yardm dilemilerdi...

Zulümden kaçan çou Yahudi Osmanllarn istanbul'u fethinden a^


önce Osmanllara ulaman Haham Isaac Tt^arfati'nin aadaki
mektubu gibi mektuplar alyorlard. Orta Avrupa 'daki yardm isteyen

Yahudilereya-:(d cevap mektubu:

"Kardeim dinle sanavereceim öüdü. Ben de Almanya'da


dodum ve Alman hahamlarla Tevrat çaltm. Ülkemden
çkarldm ve bütün güzelliklerle dolu olan Allah'n lutfuna

Shah Rza Kazemi, Manevî Cihaddan Cihadiî^m deolojisine, ngilizceden tercüme


edilen Makale, 2004.

200
Sâmha Ap^erdi üe SIRRiV YOLCULUK

uram Türk topraklarna geldim. Burada huzur ve


muüuluk buldum. Türk vatannda ikâyet edecek hiçbir ey
yok. Ar vergiler altnda ezilmiyoruz ve ticarette özgürüz.
Burada Almanya'da olduu gibi Yahudilerin utanç iareti
olarak san apka giyme zorunluluu yok. Orada varlk ve
zenginlik de lânetli çünkü Hristiyanlarn kskançhma
sebep oluyor. Kalkn kardelerim! Eteklerinizi toplayn!
Güçlerinizi toplayn ve bize gelin! Burada dümanlarnzdan
kurtulacaksnz, burada huzuru bulacaksnz. '*

Müslüman yönetimi akndaki Yahudilere karp gösterilen hogörülü


yaklamn aslnda iki din arasndaki ilâhî uyumun bir ifâdesi

olduunu belirtmek lâ^m. Karplatnldklannda ayn uyumu slâmla


Hristiyanlk arasnda bulmak mümkün deil islâm hiçbir t^aman
Hristiyanlkta olduu gibi Yahudiliin mesihe ait olan icras olarak

düünülmemitir; Yahudiliin ve Hristiy anln birer ifadesi olan eski

brâhim inancn yeniden yaplanmas olarak ileri sürülmütür. slâm,


onlarn peygamberlerini reddetmek deil, iki inanan taraftarlarn eski
tek Tanrl dine geri çarmaktadr. Kîtr'an tüm peygamberlerin tek ve
ayn mesajla geldiklerini dolaysyla da aralarnda fark olmadn
vurgular:

"De ki: Biz Allah'a, bize indirilene, brahim'e, smail'e,


Ishak'a, Yakub'a ve torunlarna indirilene; Musa'ya, îsâ'ya ve
peygamberlere Rablerinden verilene inandk iman getirdik
Onlardan hiçbiri arasnda aynm yapmayz. Ve biz, ancak
O'na boyun een müslümanlarz." {K\-\ Imran: 84)

islâm'n tüm Budistler, Hindular ve Zoroastrianlar (6.)aiz\lda


Iran'b bir peygamber Zoroaster tarafndan kurulan dinî
sistem) dahil tüm kitapl dinlerin mensuplarna gösterdii hogörünün
müslüman liderlerin sahip olduu faslet ve adalet duygularndan
kaynakland düünülmemelidir. Çok açk ekilde tanmlanm
Müslüman hogörüsünün Kurann vahyinin ruhuna- ki, bu ruh
geleneksel müslümann derinlemesine sarld bir ruhtur- organik
olarak bal olduu görülmelidir. Bu ruh aadaki âyetlerde

anlatlmaktadr:

201
"

Cemâlnur Sargut

"üphe yok ki, iman edenler, Yahudiler, Hristiyanlar ve Sahiller;

bunlardan her kim Allah'a ve abiret gününe gerçekten iman eder ve iyi

bir amel illerse elbette bunlarn Rableri yannda mükâfatlan vardr.


Bunlara bir korku yoktur ve bunlar mah^n da olmayacaklardr.
(Bakara:62)

'T<jtap verilenler içinde gece vakitlerinde Allah'n âyetlerini okuyup


secdeye kapanan doru bir topluluk vardr. Allah 'a ve ahiret gününe
inanr, iyilii emreder, kötülükten vazgeçirmeye çaldrlar ve hayrlara

ko§u§urlar. l^te onlar iyi kimselerdendir. Ne hayr imlerlerse asla

karplks^ braklmayacaktr. Allah takva sahiplerini çok iyi bilir.

(Âl-imran: 113-115)"'''

'Veygamberimiî^ savaca giden ordulardan birine verdii buyrukta


çapçmann hangi prensiplere bal kalarak yürütüldüünü çok iyi

aydnlatyor:

'Allah'n adn anarak ondan yardm isteyin ve


Peygamberinin duasyla ileri atln. Savaa katlmayan ne bir
ihtiyar, ne bir çocuu ne bir bebei ne de bir kadn
öldürün. Ar gitmeyin! Ganimetler konusunda dikkatli
olun. Doru yolda hareket edin ve iyilik yapn. Çünkü Allah
'
iyilik yapanlar sever.

Peygamberimizin bir dier buyruu da ayn yarglan taçyor:

'Allah'n adyla, onun davas için ilerleyin! Allah'n


dümanlaryla vuruun. Fakat ar gitmeyin. Aldatmayn.
Korkutmayn. Organlarn kesip vücutlarn
"^^^
parçalamayn'.

Shah Rza Kazemi, Mânevi Cihaddan Cihadi^m ideolojisine, ngilizceden tercüme


edilen Makale, 2004
Muhammed Ebu Zehre, slâm'da Sava§ Kavram, stanbul: Fikir Yaynlar, 1976,
s. 75-76.

202
Sâmiha A)'verdi üe SIRRA YOLCULUK

"Andolsun ki bi^ Ademogullanm üstün bir i:^t ve erefe ma^ar


klmdr. Onlara karada, denirde, tapyacak vastalar verdik, onlara

gü^el güî^el nî^klar verdik, onlan yarattm^n birçoundan cidden


üstün kldk. " (Isra: 70)

'nsanolunda Hakk'n tecellisi olmas hasebiyle, Peygamberimizin


insanî deerlere olan saygs, tutsaklara, yarallara, hatta ölülere kar
''^^^
taknlan tavrda kendisini açkça göstermitir.

En güzel ve en insanî sava örneklerini Hz. Peygamber vermitir.


O'nda erdem, adalet ve insana sayg ön plandadr. O, sadece harp
meydannda savam, darda kalan halk kitlelerine kar
savamamtr. Hz. Muhammed'e göre savaç, vurup krmak için

deil, kötülüü ortadan kaldrmak için klc eline alr ve halkn


öldürülmesine kar çkar. slâm kaidelerine göre bir sava ne kadar
az cana kyarsa o kadar baarb bir savatr.

"Bu cihan hayatna bakacak olursan ebedî bir mücadeleden ibaret

olduunu görürsün. Bir cenk cihan olan bu âlemde t^erre, ^erre ile

cenktedir. Kâinat ^zerrelerinin vücudunda olan fiili cenk ve bu mahlukat


zerrelerinde tezahür eden aikâr ztlklar, git^li olan cenkten dolay olur

ve bunlarn mahiyetlerinin, mânâ dünyasnda birbirlerine muhalif ve

ay kn hareket etmeleri gerektiinden böyle ^hura gelir.


Çünkü her eyin mânâda bir asl, yani eyann mahiyetleri vardr.

Dünyada olan eyann görülen suretleri, o asln gölgesi gibidir.

insan kendi manevî varlnda bile sükûnu temin edemedikten sonra,

bakalarnn sulh olmasn ümit etmemelidir; kendini slah etmeyi


brakp bakalarnn slahyla megul olmamaldr. Denek eri olursa
nasl olur? Ancak kendi ile doru olanla bakalar dorulur.
gölgesi

unu bil ki bu cenkten kendi gayretinle kurtulmaya muktedir deilsin.


Meer ki seni sulh cihanna Allah geri çeksin, ki orada cenk ve

çekime yoktur. Odhan, birlikten baka deildir; ^ra orada ^tyoktur

117
Muhammed Ebu Zehre, slâm'da Sava Kavram, stanbul: Fikir Yaynlar, 1976,
s. 101-102.

203
'

Cemâlnur Sargut

ki htilâf ve cenk olsun. Her^'ejin ^vâli kendi î^ddndan hasl olur; bir

fejin ^dd olmazsa, o, bekadan bajka ne olur?

Bir kere daha kendi kendimiî^e soralm: Bu medeniyet nice bir dü^^enin,

nasl bir ahengin teknesinde yorulup ekillenmi olmal ki, bu üslûbu,


bu ölçüyü bu kvam, bu kemâli bulup böyle bir cemâli meydana
getirebilmi olsun? Bence bu sorunun cevab açk : O devir öyle bir devir

idi ki, ne devlet, ne de millet, §arkl olduundan utanmyordu. Belki


^aman ve mekân plânnda ilerlemeyi, garb §arka getirmekte deil,

ark garba götürmekte buluyor ve bu anlaytan hareket ettii için de

her geçen gün bira^ daha geliiyordu. Bu kendinden emin, ahenkli


medeniyetin birliini salayan unsurlar ise, d tabiat kontrol alhnda

tutan bir irfan ve hikmet terbiyesinin himâyesi altnda bulunuyordu. Bu


irfan ve hikmettir ki, cemiyet ruhunu sanki tarla sürer gibi kaî^p
çapalyor, ayklayp temiî(liyor ve nihayet ekip mahsul alyordu. Böylece

de Türklük, muhteem bir medeniyet görüüne paralel olarak, ayn


ölçüde heybetli bir iç medeniyet man^ras ar^ ediyordu. Aslnda devir,

okumam olann, okuyandan çok olduu bir devirdi. A.ma bu aydn


okumamn gelenekten ald hikmet ve irfan sermayesiyle, âleme

öretecei î^ngin bir kültürü vard. Bir sisteme bal olarak uî^un yllar

boyunca katlanlm metotlu bilginin karsnda, bu sö^lü kültür de o

devirde kendi bana bir sistem ve metot saylrd. Zîrâ târihten, gelenek

ve görenekten bilhassa u^n tecrübelerden sürülüp gelmi bu terbiye,

cemiyete çok kvaml, çok intizaml, çok kontrollü ve çok olgun bir iç ve

d dengesi katlandrm bulunuyordu.

118
Sâmiha Ap'erdi, l^citmayan Cim, stanbul: Kubbealt Neriyat, 2001, s. 93-94.

204
"

Sâmha Amerdi üe SIRRA YOLCULUK

" ...iman, iblâs ve a^kn dünyada tasarruf eden tek kudret

olduunu /// insanolu bir bilse, ne ni^ kalr ne kavga...

Sâmiha Ayverdi, Rahmet Kaps

205
. .

Cemâlnur Sargut

Halk îçre Bir Âyineyim. Herkes Bakar Bir An Görür,


Her Ne Görür Kendi Yüzün, Ger Yahi, Ger Yaman
Görür. .

göre taassup, "düünce ve duygunun kabuklap


Ayverdi'ye
katlamasdr. nsanolu, kendi kendini hapseden bu jandarma
kuvvetin elinden kurtulmadkça selâmete eremez." rfan
göümüzün bu büyük yldz taassuba ilikin bu tanmyla neyi
kastetmektedir, O'na göre, bu hale dûçâr olmamann ve olununca
kurtulmann çaresi nedir?

Efendim Sâmiha anne, taassubun islâm dünyasma sirayet etmi en


tehlikeli hastalk olduunu srarla \iirgulardi :

". . . Taassup, jalm\ dine musallat olmuj bir ruh hastal deildir.

ilim, iî^âfî bir fenomen iken, ilim mutaassplar vardr. Siyaset bir

temayül iken, politikada kindar ve mütecâvi\ bir taassup muhiti eksik

deildir."''^''

"Bünyesinde taassuba yer olmayan islâm dininin etrafna, kim, ne için,

ne raman ve ne sebeple kabuk çeke çeke öf^ü görünme^ hale getirmitir?

Bugün, islam müctehid ve ulemâsna, o gün, bu gün katlasp, cevheri

görünme":^ hale gelmi kabuu krmak bir iman borcu olsa gerek. .

(...) islam dini, en kestirme, en aydnlk hayat yolu olduu halde, bu


yolu çallar ve dikenlerle nasl da tkam, alp geçilme-:^ ve her geçmek

isteyenin ayana bir günah dikeni batan, korkulu, sarp ve çorak hale

getirmii^ (...) Acaba, cehennem, ate, topu-:^ î^ebâm, günah, küfür


heyulalar ile âhir ^aman Peygamberini rencide edip utandran bir

ümmet olduumuzu ne î^manfark edecei^

Sâmiha A}^erdi, Millî Kültür Meseleleri ve Maârif Dâvam-:^, stanbul: Kubbealt


Neriyat, 2003, s. 111.
smet Binark, Sâmiha Ayverdi'nin Mektuptan, stanbul: Kubbealt Neriyat,
2002, s. 626.

206
'

Sâmiha Ay-verdi üe SIRRA YOLCULUK

'Samaîi klarken, kucana çkp oturan Yia^et-i Hasan 'la Ha^et-


i Hüseyin 'i yavaça diklerinden indirip nama^na devam edecek kadar
imanda hür ve geni olan Rfsûlullah 'in ümmeti, abus, müsamahas^ ve

sert olmaktan kurtulmak için, o kemiklemi d


kabuu aceb, ne
raman kracaktr?

Day^dem Behire Emre Hanm, bundan uf^un seneler evvel ylanck

olmutu. Bu hastala okutmak lâ^m... diyen bir tandk, gidip


Mehmed Aa Camiinin imamn getirmi.
Adamcaz okuma iini bitirip gitmee hazrlanrken, hastaln sâri

olmas sebebiyle, odada bulunan bir hanm, imam efendinin eline

kolonya vermek istemi. Fakat hoca efendi, sanki kendisine küfür


isnad edilmi gibi, telâ ve iddetle ellerim geri çekerek:

"stemem, istemem... Fransz sidii!" diyerek, kolonyaya eli

deerse dinden imandan çkacakm gibi yerinden frlayarak


merdivenlerden inip dan çkm.
Fakat bu taassubun, kendinden sonraki nesillerde, hatta kendi
î^ürriyetinde ba gösteren aksülâmeli de, kolonyaya el sün?/ek korkusu
kadar ha:^n.

öyle ki, î^avall imamam^n olunu, açt dükkânda, içki bayilii


yapacak bir derûnî sefalete düüren suçlu acaba kim ola?"

"unu da bilmeliyi:^ ki, bi^ taassup ehli indinde îdindik sayldmiî(^


gibi, dinsiî^ler ne-:(dinde de gericileri:^. Tevekkeli Müridim:

Dinli der dinsi:^ bi^e

Levm eder dinsi-:^ bi-:(i

Bi:i ne ondan bundan-:^

Hem de ondan bundan^


buyurmutur.

121
Sâmiha Av'verdi, Rahmet Kaps, Ankara: Hülbe yaynlar, 1985, s. 230-231.

207
"

Cemâlnur Sargut

Çok ükür bi-:^ hu cühelann ürkütmeleri ile ne ibadetten, ne de

ibadethanelerden uf^aklaacaklardamf^. Fakat iman suyundan mahrum


olarak yetimekte bulunan gençlii, daha filizlenirken e^p, meyve ve

mahsul vermesinin önüne geçenler, ite bu at^n taassup esbabdr.

A.caba Allah indinde yüklendikleri vebal ve mes'uliyet yükünü hiç

düünüp kahrlanmaklar m?

Onlan, kendi kendilerini haps ettikleri, baörtüsü, uî^un etek, altn di,

sinema, radyo, televi^on ^ndanndan kurtaracak bir tevhid sahibinin,

bir müctehidin, ilah fillah gürleyecek bülend âvâî^ nerede?

A.gacn kendi içinden hasl olan kurt gibi, din aacnn hastal olan

taassubun da, bu mübarek bünyeyi için için kemirdiini, o gâfil güruha

baka kim anlatabilir?"

lhan Ayverdi, Nezihe Araz, Safiye Erol, Sofi Huri, Mekûre Sargut,
Müjgân Cumhur, Mustafa Tahrah, Agâh Oktay Güner, Ergun Göze
ve daha nice yol arkada ve örencisi açsudan Sâmiha Ayverdi ne
ifâde eder?

lhan Ayverdi'nin gözlemini hatrlayahm :

"'Âbide ahsiyet' sö^nü ilk defa Sâmiha Ayverdi Hanmefendi'den


duymu, daha sonra çok ifadeli bulduum bu tâbirin enfa^la kendisine

yaktn fark etmitim.


Abide nasl ki bir olayn, bir fikir ve düüncenin bütün özelliklerini

aksettiren, onun timsali durumunda olan asrlarn ötesinde kalacak


deerdeki eser ise, cemiyetteki âbide ahsiyetler de o cemiyete ait

özellikleri bihakkn temsil eden çok cepheli büyüklerdir.

Efendim, Lale Müldür bir iirinde diyor ya, ''onlar birbirinden gelen bir
"
soydur.

Kenan Rifâî'nin bir baka Hak â, Nezihe Araz hanmefendi ise

O'nu öyle anlatr :

Sâmiha A)^erdi, Rahmet Kaps, Ankara: Hülbe yaynlar, 1985, s. 233-234.


lhan A5rverdi, Sâmiha Ayverdi Bibliyografyas, s. IX.

208
Sâmiha Ayverdi üe SIREA YOLCULUK

"Türünde tek, yerine konulacak ikinci bir örnei olmayan, istanbul'u


son nefesine kadar ya§am§ ve son nefesine kadar inand ilkeler adna
kalemini elinden brakmam bir istanbullu. O belki de bir anlamda,
kaybettiimi-:^ eski istanbul'un son kalesiydi

inanana katlmayanlar, sahiplendii deerler sistemini tartanlar


çkabilir, eski bulan, yeni bulan, ksas onun hakknda pyle ya da
böyle fikiryüriitenler olabilir. Elbette olacaktr.

Bu çeitli davranij biçimleri çif^i üstü her insan için sö-:^ konusudur.
A.ma hava ne olursa olsun, onun fmdi eripnij olduu noktay
dei^tireme:^. Sâmiha Ayverdi Hanmefendi'den sö:^ ediyorum. Deerli
yatlar ve düjünür..

O, gerçekten istanbul'u ö:(ünde toplam, stanbul medeniyetinin,


Türkçe'sinin, estetiinin, î^râfetinin canl bir temsilcisi olmu§, tasavvuf

felsefesini bir yabama biçimi olarak içine sindirmi, ksas bütünlenmi


bir temsilci, bir 'eser-i stanbul'du.

insanlarn, devam edip diploma ald klâsik üniversiteleri gibi, formal


olmayan, kendine ö-:^ü, hayatn i^enginlejtiren ö^l üniversiteleri vardr.
Sâmiha Ayverdi, benim bu ö^el üniversitelerimden biri, bajta
gelenlerden biriydi.

Ben istanbul Türkçesi'ni ve anlamn, deerini, çok eskiyllarda ondan


örendim, istanbul sevgisi, istanbul'u sahiplenmenin ne demek
olduunu, bu uygarln ö^ünü, imbiklerden sü':<^il??ü^ ö^^etini

görebilmenin yolunu, yöntemini onunla yaladm, insan ilikilerindeki


inceliklerini, önemli noktalarn, düünme ve sürdürme kofullarn o
üniversitede tartcm, seminerleryaptm, te^^eryaptm. Sanyorum onun
ilkeleri balamnda tandm, örendiim bir dünyay ondan bir kujak
sonra yalayan 'fikri hür-vicdan lür' bir insan olarak ki, o

üniversitenin de baî^ ilkesi buydu... Kendi dünyasna, kendi


terminolojisinin ve kendi kiiliinin ve kendi ifademle yorumlamakt.
Bu bir kiilik ça hamasiydi aslnda. Sâmiha Ayverdi 'nin topluma
önerdii bütün ilkeler, güncellikler, kendinden sonraki kucaklarn içinde
bulunduu kofullara göre ve onlarn kullandklar kavramlarla yeniden
yorumlanacakt. Mevlânâ'ya ulanmann yollan gibi, yenilenecek,

yeniden ve yeniden tartlacakt. Bu, ^or biryöntemdi, ama doru olan


buydu. Ben kendi inancmda olay böyle yon4mluyorum.

209
.

Cemâlnur Sargut

Onun kiisel enginlikleri, nitelikleri, ö^llikleri ü^rinde durmuyorum.


imdi elimimde kalan kitaplardr, eserleridir, yetitirdikleridir. V^e
onun deyimiyle söylüyorum: Düjünceni^ inancn^ amacn-:^ ne olursa
olsun, yazklan kulaçlaya kulaçlaya bitirilemeyecek bir derya gibidir.
Onun Niyâ^ Msri'nin dedii gibi: "Halk içre bir
eserlerinde insan

Herkes bakar bir an görür. Her ne görür kendi


âyineyitn.
yüzün. Ger yahi, ger yaman görür. "
'^^^
Evet öyle. Herkes o aynada ancak kendini görür.

SâmihaHanm, 1960'lann ikinci yarsnda neden, Misyonerlik


Karsnda Türldy^yi yazma ihtiyac duymutur? Bu eser, bizi
hangi dikkatin içine çeker? Ayverdi'nin meseleye bak biçimi
nasldr? Sorunu nasl tahlil eder ve çözümler önerir?

Ayverdi, misyonerlere yazd, 13 Temmuz 1967, tarihli son


mektubunda öyle der :

"Gene junu söylemem doru olur ki, beni bu mücâdeleye sevk eden,

tekilât ve anlaypni':^n, benim imanma tecâvü^ etmij olmasdr. .

Mektubunuza, bir papaan e^eralii ile tekrarladm^ /// gülünç


cümle dmnaks^n yer almaktadr: 'Siz, bir laldkat araycsnz,
sualleriniz bizi alâkalandryor. Müküllerinize cevap
vereceiz. ' tar^nda sö^er söylüyorsunuz

Sanki: 'Hrisdyan dinine intisabm gecikmiti. Artk aklm


bama aldm, davetinize icabet ettim, geliyorum' deminim gibi,
beni sual sorucu, kendini^ de o mükülleri halledid pofunda
gösteriyorsunuz

Görüyorum ki, misyoner tekilât fark ve temyi^ kabiliyetini kaybetmi


veya hiç ona sahip olmadndan, kendisini dünyaya tepeden bakmak
imtiyaz ^^ selâhiyetine sahip sanyor.

Nezihe Araz, , "Meydan gazetesi, Kadn Gözüyle köesi: ^4^/'^ Bir Ishnbuttu'

28.3.1993 tarihli yazs.

210
. . . . .

Sâmiha Ap-erdi üe SIRRA YOLCULUK

Tekrar edeyim: Siî^e imdiye kadar hiçbir sual sormadm. Zira her
mükülümün cevabm Islâmiyette buldum, islâm dini, beni de cümle

âlemi de tatmin ve ihjâ edecek kudrettedir. Onun için bi^

Müslümanlar, bakalarnn imanlarna saldrmak suretiyle kendimi:^


teyid ve kabul ettirmek lüt^ûmunu duymay^. .

Aldatmann türlü ekilleri vardr. Durmadan tekrarladn:^ sevgi

laf^ bir maskedir. Altndaki gaye ise, îmanlar imha eden bombadan
farksiî^dr. .

slâm, vahdetin ta kendisidir. Çokluk görmesi birlik görmesine, birlik

görmesi de çokluk görmesine, mâni deildir. Kurân- Kerim: 'Allah,

domamtr, dourmamtr*. . . der. Halbuki Hai^ret-i isa'y

Allah 'in olu kabul eden Hristiyan inanc, bi^im kul ve peygamber
kabul ettiimi-:^ Ha^et-i isa'ya, insan sureti balam Allah na^nyla
bakar. Onun için de 'Baba, oul, Rûhü'1-Kuds' olarak üç ayn

buud arasnda ^k^ak çi^en Hristiyan akidesinin, vahdet hakknda


söyleyecek sö^üyoktur. .

Bifi Müslümanlar, Ha:^et-i isa'ya hürmet eder ve peygamber olarak


tann^ Hat^et-i Muhammed'den sonra eriat yürürlükten kalkm
bir geçmi nebi olarak kendisine gösterdiimi-:^ saygnn snrlan içine

Hristiyanlk âlemi de girer. Hatta bakalarna î^aran olmayan her


türlü inanca ayn hürmeti gösteriri:^ Ama bu demek deildir ki,

haddini ve hakk ap imanmt^n üstüne yürüyenleri ho görür, ses

çkarmay:^. .

Kur'an'dan evvelki kitaplar birer küçük hülâsadr Onun için de

Musevilik ve iseviliin elinde ksmi hakikatler vardr. Halbuki islâm


bir bütündür ve gerçeklerin tamam ancak onda mevcuttur. .

islâm'n Peygamberinden önce hiç kimse bütün beeriyete âmil bir

haber getirememitir. Kur'an'dan önce hiçbir kitap bütün insanla


hitap edememitir. Haî^ret-i Muhammed u vahyi getiriyor:

'Ey insanlar, gerçekten ben hepiniz için Allah'n elçisiyim.*


(A'raf: 158)

211
.

Cemâlnur Sargut

Böylece yalm\ Kurandr ki muhtelif dinler arasndaki farklar ve


ayrlklar bertaraf edebilir. Dinlerin çokluu, birletiriri bir imann
vücudunu ^rûri klar. Bu iman, Müslümanlktr. .

Hat(ret-i Isdj 'Allah'm ve kurtarcm* olarak ebediyen kabul

etmiyeceime göre, benimle urajman^ beyhudedir. Bir kul olan


Peygambere A-llah diyecek kadar safdil deilim. Ben, A.llahn kulu ve

Ha^et-i Muhammed'in ümmetiyim, iki dünyada da Allah'm beni,

islâm'n erefinden mahrum eylemesin ve si^ üçlükte kalan


'"^^
Hristiyanlan da Kur'an 'in nuru ile nurlandrsn. "

Bu durum Sâmiha A)^erdi'nin kalemini silâh gibi kullanarak onu


mücâdeleye sevk etmitir.

Ayverdi'nin Kenan Rifâî hazretleri dnda deer atfettii, okuduu,


zihinsel olarak beslendii kaynaklar nelerdir?

Yararland bir baka sultan bn Arabi'dir ki Sâmiha anne


eserlerindeonun anlalmas zor fakat son derece derin ve zevkli
kitaplarnn özetini bugünün ilmi ve lisanyla yorumlamtr.

Hz. Mevlânâ onun için, "Hakk'n islam alemine tebessümüdür ve


terbiyedlik ve öretialik evkini a§k, pir ve sanat hazinelerini çeitliyollardan
"^^^
ve çeitli eserlerle beeriyete sunmuj ilâhî bir rahmettir.

O Mevlânâ'da ve devrinin Mevlânâ's olan hocasndan topsuz


tüfeksiz, kansz klçsz irfan sava yapmay ve gelecek zamanlar
fethederek medeniyetler kurarak onlar abideletirmeyi örenmitir.
Mesnevî'yi çok iyi bildiini ve ondan yararlandm biliyoruz.

Mesnevi için unu söylemitir;

"Mesnevi ile felsefe ve iman kuru nat^ariyeler olmaktan çkarp


hayata mal etmij böylece de yaratc ve aksiyomu bir hüviyet bahsettii

tefekkürüne can vermitir. Ayn ^(amanda insan psikolojisini çok iyi

bilen Mevlânâ, didaktik kabul edilmi olmasna ramen bir fikir ve

ismet Binark, Sâmiha Ayverdi Bibliyografyas, yt s. 82-85


Sâmiha Kyjtitâii, Ahide ahsiyetler, stanbul: Kubbeak Neriyat, 2006, s. 36.

212
Sâmiha Ayverdi üe SIRRA YOLCULUK

mh liriinin apaçk beyân olan bu ahane ^hin ve vicdan


'^^^
bereketinin bajina gü^el sanatlann tacn ^ydirmesini de bilmitir.

Dier etkilendii mutasavvflar Sadî ve eyh Galip'tir.

Sâmiha Ayverdi, eitim alannda hedefin okul saysn arttrmak ve


okur-yazarlk orann yükseltmek deil, çocuklara millî ve manevî
bir ruh kazandrmak olmas gerektiini savunur "Bizim de artk
millî romantizmimizi idrak etmemiz bir emr-i zarurîdir. Amma bu,
Ziya Gökâlp'in açt çr gibi, bulank bir ideoloji devresinin kof
hayali olmamahdr" der. Buradan yola çkarsak, O'nun *millî

eitim' anlayna ilikin neler söylenebilir?

Sâmiha anne, ömrünü insana, onun yetkinlemesi için eitime


adam bir sultand. öyle diyordu :

'^Hayatim boyunca sis^e ne söylemem lâî^msa, frsat kaçrmadan,


söylemi bulunduumu zannediyorum. Amma, bir kere daha ksaca,
hayatn o temel vasflarn tekrar edeyim:

Dûr-endî olun. Basiretli, sabrl, haî^^ml, feragatli, temkinli, a:^mli,


insaniyetli, vefal, fedakâr olun!., iyilikleri unutmayn, kötülüklerin
üstünde durmayn. Kin gütmeyin, asla sebepler endiesi ile intikam gibi
küçültücü hislere ^ebün olmayn. Yilini^en geldii kadar herkesle iyi

geçinmeye ve etrafnza yardma olmaya bakn!.. Bir bakasna faydal


olabilmek Allah 'in kullarna verdii ihsanlann en büyüüdür. Hülâsa,
iki dünyada da geçer akçe ahlâk- hamide sahibi olmak, vatana ve

imana hikmet etmektir.

A^iz evlâtlar! Bilin ki Allah'tan gayn her ey fânidir. Bugün var,


yann yok olacak geçici deerler için, Hakk 'in n^âs dndaki ilere
heves ve rabet etmeyin. Zira sonu hüsran ve nedamet olur. (. .
.)

Himmeti ve hikmeti bakalanndan beklemeyin. Bakalarnn yükünü


çekin, fakat si^ kimseyeyük olmayn. Çünkü bi^e bâr olmak deilyâr
olmak düer.

Sâmiha A)^^erdi, Sâmiha A\-verdi, Abide ahsiyetler, stanbul: Kubbealü


Neriyâü, 2006, s. 36.

213
Cemâlnur Sargut

Bedel ödemedikçe, hiçbir jey satn alnma-:^ Si^ de etrafmda yardm,


efkat ve sevgi bedeli vermek suretiyle, sayg, alâka ve dostluk
ka^nabilirsini^

Krmamak, krlmamak ve Hak namna dost olanlardan §a§mamak


saadetli insann kândr. (. .
.)

^^Z ^^^dtlarl imdiye kadar her ne söyledimse, hep si^n iyiliini^ için
söyledim. ln§aallah, her iki âlemde de yü^^nü-:^ ak edecek yoldan

ayrlma^ huzurlu ve dü^nli insanlar kafilesinden olur, etrafnzla da


doruluunu-:(U sirayet ettirirsiniz

Her hususta Allah yardmcm^ olsun, nefsini-^n errinden korusun,

gaflet ve dalâlete düürmesin. Cenab- Hak dorularn yardmcsdr


vesselam.

JLIZ
Hepini^ A.llahmn birliine emânet ediyorum.

Sâmiha Ayverdi biliyordu ki, "Mânevi nafakadan, ruh salndan ve her

türlü millî ve insanî deerlerden mahrum olarak yetipirdiimi^ nesiller, vicdan,

ahlâk, va^e, mes'ûliyet, vatan ve iman juûrundan bo§ olarak hayata


atlyorlar.
"^^^
O halde Türk gençliini kendi kendine kar mes'ûliyet
duyacak ve hesap verecek bir sevgi, bir fazilet, ahlâk ve îmân âbidesi
halinde yetitirmek bir kurtulu sava, bir beka ve devam
teminâtdr.." Bu gerçei görmütü. Ve u hedefe kilitienmiti:
"u halde onu eitmek, evvela imanl, ahlâkl ve gayesinin §uûruna

varm bir gerçek münevverler ordusu yetitirmekle mümkün olur,


'^^^
kanaatindeyiz

***

Bir anlatmnzda öyle diyorsunuz : "Sâmiha Ayverdi hocas


Ken'an Rifâî ile ilgili bilgi vermek için uzun bir metin hazrlamlar,
hocamz bu metni görünce yrtm ve demi ki; "Sâmiha, söyle ki

128 '

ismet Binark, Sâmiha Ayverdi bibliyografyas, s. 82.


Sâmiha Ajvetâi, Abide ahsiyetler, stanbul: Kubbealü Neriyat, 1976, s. 39.
Sâmiha A^-verdi, Millf Maârif Meseleleri ve Maârif Dâvam-::^, 2003, s. 161.
Sâmiha A)^erdi, Millî Maârif Mes'ekleri ve Maârif D âvâm:(, 2003, s. 96.

214
Sâmiha A>'verdi Ue SIRRA YOLCULUK

benim hocam bir hiçtir." Bunu açar msnz? Hiç(lik) nedir? Kâmil
insanlar için 'tevâzû' ne anlama gelir? Hiç olmak hep olmak mdr?
Sâmiha Ayverdi'yi bu açdan nasl deerlendirmek gerekir?

Bu bü}^ük srr da yine kendi dilinden dinleyelim :

"A.khma bakyorum; idrâkime bakyorum; yüî^üme ellerime

bakyorum, hepsini geri vereceim gün geliyor, diyorum.

Yaknda, pek yaknda, vücudum mahfa^s açlp içindekiler

dalacak, idrâkim sönecek, kuvvetlerim, âletlerin duracak ve bana


'öldü!' diyecekler. Zaten sen bunlar bana verirken geri alacan
söylemitin sevgilim. Onun için ne esef ediyorum, ne de ikâyetçiyim.

A.ma bu varl giî^lice ihya ederken ec:(â ve âî(âdan mahrum edildiim

an da, gene benimle beraber olacan vaad eden sensin. Unutmadn


deil mi?

imdi yü:(ümü herkes görüyor, sesimi herkes duyuyor. O ^aman


görülmedik bir cihanda seninle sefer ederken, sâde ben onlan göreceim,

sâde ben onlan duyacam. Evet arkamdan 'öldü!* diye alayp


haykracaklar. Cann sana verenin ölmediini ben onlara nasl
anlataym sevgilim, söyle nasl anlataym?"

Hiç olmak her ey olmak demektir. Nafile olan, var olmayan


nefsinin hiçliini idrâk eden kii ruhuyla ortaya çkar ki bu da ebedî
olmak demektir.

Derviin kaymakamn makamna gelmi. Birçok kii ile


biri bir

birlikte kaymakam beklemeye balam. Kaymakam içeri girmi.

Herkes ayaa kalkm, dervi ibâdetle megul olduu ve içeri gireni


görmedii için ayaa kalkmam. Kaymakam buna çok kzm, "Sen!
Orada oturan kalk! Beni görmedin mi?" diye barm. Dervi "öî(ür

dilerim efendim kim olduunuzu bilemedim afedersini-:^" diyince "ey gafil ben

kaymakamm, bekli ilerde vali olacam! Hatta barbakan ya da


cumhurbakan bile olabilirim!" diye kükremi. Dervi gülümseyerek
"sonra efendim?" demi, kaymakam daha joiksek bir makam

Sâmiha A)^'erdi, Yolcu, Nereye Gidiyorsun, stanbul: Kubbeak Neriyat, 1997,


s. 170

215
Cemâlnur Sargut

bulamaynca "ee, sonra hiçi" demi. Dervi ''i§te ben o hiçim efendim onun
için kalkmadm" dç^vm.

• Ayverdi, "Mabette 'ak' nasl anlatr, nasü


Bir Gece"de
anlamlandnr? Eserde geçen, "Gönlüm, sevdiimin akna
karargâh olalberi gece ile gündüz seçecek iktidarm kalmad.
Görmüyor musunuz, onun ak satveti, deil yalnz beni, cihan
ulesine batrd. Güneler, aylar, yldzlar hep, bu ziyadan
aydnlanmtr." fâdesini nasü yorumlamak gerekir?

Ak öyle bir sarholuktur ki, kayd brakmaz.


insanda vücut
Sevdiinden baka düüncesi kalmaz. Sevdiinden bakasn
konuurken dili ksahr, sevdiini anlatrken dili uzar. Dünya batsa
umurunda olmaz. Sevdiimi herkes sevsin, diye düünür. Sâmiha
anne bu ak yaam bir insandr. Önce ak ikide sonra birde idrâk
etmitir. Mabette Bir Gece 'de bir cümlenin birinci ksm iki olduu,
ikinci ksm olduu devredir. Bu anlatm Fâtiha'nn
bir yalnn^ sana
ibadet ederim"de\dksmyla ikilik akndan, "senden jardm isterim"dek
birlie dönümesi gibidir.

216
Sâmiha Ay-verdi üe SIRRA YOLCULUK

''...insanlar sevelim ve onlara sevenin icap ettirdii

lûtfu, merhameti, efkati ve dostluu gösterelim...."

Sâmiha Ayverdi, Hâtralarla Babaa

217
.

Cemâlnur Sargut

Sâmiha Anne Hayret nsanyd. .

Vusufcul^takiy "Adn sordular. Söyledim. "Tanmyoruz, kimmi


o?" dediler. Az kald perdeyi çekip seni onlara gösterecektim; fakat
ihtiyatkâr olmay gene senden örendiim için vazgeçtim ve
düündüm ki, gösterseydim de göremeyeceklerdi; zîra perdelerin
kalkt ezel gününde onlar seni görmülerden olsalard, imdi
burada, "Tanmyoruz," demezler ve demir asâ demir çark, bu,
kâinatn tek görülecek görülmemiini arar ve bulurlard." fâdesi
hangi srr anlatmaktadr?

Hz. Ali'nin "perdem kalksayd bu âlemde hana kaç kip iman ediyorsa yine

ayn kipler beni tanrd" buyurmas ve "ben geleceimden deil geçmiimden

korkarm" demesi her eyin ezelde planlandn, o âlemde kör


olamn bu âlemde de kör olduunu, her eyin bu dünyada sadece
hatrlandn anlatyor.

Bu ezelî ahdimizin hatrlanmasdr. Ben sizin Rabbiniz deil miyim?


sorusunu bu âlemde hatrlamak ezelde Allah'tan geldiimize ve
gene ona varacamza halktaki Hakk' görerek ahit olmaktr.

Sâmiha anne tenzih üe tebih arasnda yaamtr. Dolaysyla O,


Allah'n hiçbir zaman idrâk edilemeyecek sonsuzluuna duyduu
hayranlklaak yaamtr. Ayn zamanda hocasnn hakikatinde
bulduu mânâya duyduu akla da tebihin mânâsn idrâk etmitir.
anshyd çünkü kendisine zât anlatan, zât tam manâsyla gösteren
ahlâk- Muhammedi ve hakîkat-i Muhammedi sahibi bir hocas
vard. Ve ona olduunu peygamberdeki
kendinin bile bir köprü
teceUinin hakikat-i Muhammedi olduunu ama onun ötesinde hiç
idrâk edemeyeceimiz bir sonsuzluk olduunu öretti, ite bu
sonsuzluun yüce gücü, bizi her an koruyuu ve her yerdeki tecellisi
insann hayretini arttrr. Zaten Sâmiha anne de hayret insanyd. O
halde o hem ahadiyetteki sonsuz birlie hem de vahdaniyetteki
çokluun birliine iman eder. Hem dünya mülkündeki farkllklara
hürmet eder. Hem kâmil insanda bütün bu âlemlerin toplandm
görür ve önünde diz çöker. Hattâ secde eder.

218
Sâmiha A^^erdi üe SIRRA YOLCULUK

Sâmiha Ayverdi'nin, "bugün sensizlie tahammülüm yok, beni


kendimden geçir, sarho et." ifâdesindeki 'sarholuk'tan neyi
anlamak gerekir? bn Fârid'in, 'biz sarho iken henüz üzüm
yaratlmam' ve Hz. Mevlânâ'nn, *üzüm sarholuu deil benim
sarholuum/benim sarholuumun sonu yok' ifadeleriyle bu nasl
teUf edilebilir? Bizim geleneksel iirimizdeki meyhane sembolizmi
açsndan bakldnda, meyhane, mey, kadeh, sâkî gibi kavramlar
neyi îmâ eder? Sâmiha Ayverdi'nin eserlerinde bu sembolizm nasl
açmlanabilir?

Burada, "Beni Allah akyla sarho et ki dünyann sknt ve belâlarna

dayanabileyim, iki görmekten kurtulaym" ri\2S\2.^\ vardr.

Sâmiha Ayverdi'nin bahsettii sarholuk ezeli bir sarholuktur. Yani

"belî" dedii o ezel âleminden gelen bir sarholuktur. Onun için

henüz üzüm yaraülmam olduundan o âlemin sarholuunu tadan


insan için üzümün sarholuu sonsuz zevkin yannda sanki
zevksizlik gibidir. Mânâ sarholuunu yaayan insanlar geçici
sarholuklara takhp kalmazlar. Buradaki sarholuk Mevlânâ'nn
anlatt sarholuktur. Mevlânâ arab Allah akn anlatmak için

kullanmtr. Onun arab üzümden deil aktan yaplm bir

araptr ve ezelden gelen bir araptr.

Meyhane tasavvuf! açdan tekkeyi anlaür. Meyhanedeki yani

tekkedeki mey, Kevser arabdr. Sâkî mürittir, müridin gelenlere

sunduu Allah hakikatinin yani hakikat-i Muhammedi'nin idrâkini

salayan ak arabdr. Kadeh, o mânânn, beUi söz kahplar içinde


insana sunulmasdr.

"Dua mahalli" deil, "ak oca" olmak ne anlama gelir? Ayverdi,

bununla neyi kastetmektedir?

Ay\^erdi tekkeyi Mevlânâ'nn "Cuma mescidi degili'^ bi^ insanlk

mescidiyi^' dedii gibi idrâk eder zira Cuma mescidi duâ ve ibâdet
yeridir. nsanlk mescidi ise insanln Allah akyla yanp ibâdetini

ak yolculuu halinde yapt yerdir. Sâmiha annenin tekke anlay


illâ ki bir evin içerisine oturup Allah Allah demek deil, ak her

yerde yaamaktr. Bu demek deildir ki Sâmiha anne ibâdete deer

219
"

Cemâlnur Sargut

vermiyor. O, ibâdeti bir ak yolculuu gibi yapü için ibâdetin


mânâs aça çkar, çünkü ibâdet Allah'la iliki kurmak demektir.

Ayverdi'nin 'küçük kz'a yapt u sesleni nasl yorumlanabilir,


ak kitabndan kast nedir: "Mektebe baladn gün, hocan ilk i
olarak sana harfleri öretmiti. Az sonra bu örendiin harfleri
çatma temrinleri yaptn ve böylece keUmeler meydana
birbirine
çkt. Sonra bunlar sraladn ve ibare oldu. Böylece de okumay
söktün. Artk büyüdün, mektep bitti. imdi yeni bir dershaneden
içeri giriyorsun. Ben de sana ilk i, bu kitapsz kalemsiz kazanlan
iknin ba harflerini öreteyim: Gülümseme ve utanma. te yavrum
bunlar, ak kitabnn ilk harfleridir."
Gülümseme halkta Hakk görmek demektir. Utanma ise sevgilisinin
her an kendini seyrettiini idrâk etmektir. Hocas Ken'an Rifâî'nin
dedii gibi gülümseme, insan ha^^andan ayran en bü^oik özelliktir.

Utanma ise Allah'tan korkmamn balangcdr. Ama bu korku,


Ayverdi'nin kitaplarnda anlatt gibi sevgilinin ilgisini kaybetme
korkusudur, Sâmiha anne utanma, korkma ve ar etmeyi anlatyor.
Çünkü Peygamberin dedii gibi "Allah'tan en çok korkan onu en çok
tanyan ve bilendir"

Sâmiha anne Allah'dan korkanlardand. Ama onun için Allah, çok


sevgüi dosm, yeeni, sevgili arkada Semiha Cemal'in dedii gibi "lâ
ilahe illâ a§k "tr.

"Bana, 'söyle' deme. Bugün susmak istiyorum. Sözlerimi


gönlümün knna sakladm; söyle, diye üstüme varma."daki
'sükût'u bir iletiim ortam, bir haberleme alan olarak nasl
deerlendirirsiniz? Hikmetin dilinin sembol ve sükût olduunu
söyleyenler ne demek istemektedirler?

Mevlânâ'mn Fîhi Mâfih 'deki sözü çok önemlidir. "Ben dervi olurken
önce münâkaay, sonra münâ^raj terk ettim. Sonra sustum.

insan sulukta çeitli merhaleler yaar. Önce akn cünûn devresinde


münakaa eder. Akn anlatmak ister. Akn söyler. Akn
savunur. Ama daha sonra ilme'l-yakinden ayne'l-yakîne geçtii

220
Sâmiha Aj'verdi ile SIRRA YOLCULUK

zaman "Ene'I-Hakk" âiye bard


bir devre gelir. Hâlâ söylemekte
devam etmektedir ama artik kendinden kendine barmaktadr halka
deil. Fakat Hakke'l-yakîn olup da denizin içinde yok olduu
zaman, her yer deniz kesilmitir. Arük konuacak kimse
kalmamtr, teklik vardr.

Mürîd-i kâmiller karsndakinin gönüllerinin casusudur, sözü


buradan anlaür. Sâmiha anne susabilir. Çünkü o karsndakini
Onun isteine göre konuur ya da susard. Bazen susmas
görür.
konumasndan çok daha tesirliydi. Çünkü hâli tavr, davram
oturuu, gülümsemesi hattâ gözünü yere indirii bile karsndaki
üzerinde tesir yaratird. Evet onun hikmet dili sembolleriydi ve
bazen de sükûtuydu. O bakmdan Sâmiha anne konumaktan çok
yazd. Çounlukla da sükût etti.

"Günümüz hanmlan Osmanb kadnnn gördüü sayg ve sevgiyi


görmüyor. Peki o Osmanb kadnna karhk neyini kaybetmi. Neyi
eksik?" diye soran Ayverdi'nin sorusunu, yine O'nun düünceleriyle
nasl cevaplayabiliriz?

Nasl görsün ki, bugün batl kadn hüviyetine hüründük. drâkimizi,


irfanmz, hizmetimizi arttrmak yerine karmzdakileri sorgulayan,
sevmekten utanan, beenilmek için her türlü rezillie katlanan
diiler hâline dönütük. Katlanma, millete vatana ballk, gayret,
insaniyet ve tevazu gibi vasflarmz kaybettik. Öretimi eitim
zannettik. ükredelim ki Anadolu'da kadn hâlâ aym...

221
.

Gönül Annesinin Nur'u

Gönül Annesinin Nur'u. .

Cemalnur Hoca

Otu^ küsur, h^h erkekli snfa girip hepsine föyle bir gö\ att
flaman, her birinin, a§ag yukan kendi yadnda deilse bile, ona yakn
bulunduunu görmütür. ^

Talebelerin, hoca olarak karclarna gelen genç hocaya nasl


davranacaklar hususunda bocalamamalar imkânsz. Zîra ipe sapa
uymayan tats^ davranrlarla yeni gelen hocalarn hrpalamak, artk
bir talebelik lüksü olal beri, yeni hocalarn incitmeye frsat
bulamadklarndan jajinrgibi oldular. A.mma ne yapmallar ki, gerek

snfn gerek hocalarnn huturunu bozamayacaklard. Bozacaa da


benzememekteydiler.

Günün gençlii demek, târihî ve milli an'anesini unutarak mes'uliyet

tanmaz kontrolsüz bir kalabalk demektir. Öyle ki hocay


konuturmamak, taciz ^^^P hatta hakarete varan bir pervaszlkla
rahatsz ederek, onu baya gevezeliklerle bzâr etmek suretiyle ypratp
hocalk vazifesini yaptrmamay elence haline sokmay hüner ve bir

zekâ olduu zp^^^ ^^^ çileden çkarmay meziyet haline getirmi


bulunuyorlard.

A^mmâ ne çâre ki, bu ince ve z^rif olan genç kadn, nasl bir derûnî

tasarrufun iji ile talebelerine yaklaarak onlan teshir etmijti.

Cemalnur Hoca kimyagerdi. Bu snfa da kimya hocas olarak tâyin

edilmi bulunuyordu. O ne bir pedagog ne de bir psikolog idi. Ancak


insanolunun iç ve d§ güçlerini tek kuvvet olarak bütünletirmeyi,

dourtan kabiliyetli hüneri ile hoca olarak kürsüsüne çkm genç

kadn, bir sevgi maherinden z^bûr ederek, yeryüzüne insan sfat ile

suret bulmu müstesnalardan biri olmal idi. Talebeleri olarak

karsna çkanlara elindeki müfredat programnda gösterilen programa


göre ders verecekti. A.mma o kadarak bir teknik maddi malûmat
ynn vermek için u koskoca kürsüyü igal etmek yeter miydik

TU.
Sâmiha Ayverdi üe SIRRA YOLCULUK

Gençler arasnda, kimya ile baklan ho§ olmayan gençlerde olabilirdi.

jAncak Cemalnur hocann çocuk.lan arasnda, belki de bunlardan


küçümsenmeyecek kadar çok olanlar da olabilirdi. Fakat çalijiyor ve

hocalarn mahcup edecek laubalice tembellikten u^k kalmay da


becerebiliyorlard.

Genç hocann bildii /// idi ki, memleketin bir münevverler snf
yetitirmesi ve vatann ölüm kalm olduunu bilerek, gençlii ona göre

eitmesi lâ^md. Yalniî^ Türk insanna deil, bütün benî beer için de

hakk hak olarak seçen ve erri de er olarak ondan kaçnan


münevverler kütlesi lât^md. Meselâ politikada, dâhili ve hârici

siyâsette, askerlikte, maârifte, iktisâdi hayatta, cemiyetin bütününde

hülâsa hayatn giriinde çknda, benlik ve ahsi menfaat girdabna


dümemi ihlasl, ahlâkl vefaî^let sahibi münevverleryetitirmek, her
hocann ibadet kadar ulvî vadesi idi.

Osmanl devleti ne vakit bir münevverler snf meydana getirerek,

adaleti, mîî(ân ortaya koyarak üstün bir politika ahlâk ile yaamsa,
devletin îtibânn gücünü ve kudretini o î^aman salamt.

A.ncak bütün varl gösteriten ve sahte münevverler snf üretmek gibi


ii ahsî çkarlar için dalavereleri ile gö^ boyamay marifet sayacak bir

sahte aydnlar kütlesi meydana getirmise, bu snf devletin salam


temellerini yerinden oynatarak yklmak tehlikesini ha^rlayanlardan
olmutu. Devletine cann feda edecek idealist aydn memleketin
piyasasndan çekilip, yerini ha^n bir ihtirasa terk edince vatan hyaneti

denen af edilme^günâhn arl altnda cehennemyolunu tutmu olur.

Osmanl devletinin kuruluunda, daha Osman Ga-:^ devrinden

balayarak, onu takip eden padiahlar arasnda da bir müavirlik


sistemi, padiahlarn mutlak denen selâhiy etlerine demokratça nüfü^
etmi ve bu kontrol sisteminde Osmanlln o hür demokratik ruhu
devam ettii müddetçe sürüp gitmitir.

111
Gönül Annesinin Nur'u

Ne var ki hükümdarn selâhyetni kontrol vadesi ile ie balam


harekety asla salam bir demokrasi örnei olup kalmamtr. Nejaf(ik
ki bu gün de öyle...

Zira bu kontrol müessesesi; "Sen baarl deilsen, onun için


tezine çekil git, yerine ben gelip oturacam!" iddia ve hrs ile

mevcut otonteyi f^edelemek gayreti, devlete hayr yerine er getirecei,

bilmem nasl inkâr olunabilir'?

ahs hrs ile kendini devlete deil, devleti kendine bal görmenin
hastaldr ki bunlar aydn saymann hatâ olduunu nasl inkâr
etmek kabildir?

u halde bu anlayn esiri olmam aydnlarn mevkîlerinden, ahsî


çkarlarndan hattâ canlarndan korkmadan gerçei söylemi bir snf,
cemiyet hayatna kendilerinden ihlas aktarabilmise ne âlâ... A.ksi
halde onlardan devlete fayda yerine î^arar beklenir. Hedefi kendi ikbâli,

istikbâli olan bir çeit muhalefeti ile kendi kendini de çevresini de

aldatmay ^evk haline sokmu olan sahte aydnlar, idarecileri îka^


edecekleriyerde tahrik eden hastalk bakterilerinden baka nedir ki?

Osmanl devleti ihtiam, aî^amet ve pâyânsiî^^ adalet anlay ile yayld


ülkelerde gösterecei nizâm sahip olduu adalet politikasn kurarken

târihî, millî ve manevî kültürü ile hamurlam münevver snfn


yardm ile meydana getirmitir. te bugün imdi buna her gamandan
daha muhtaç bulunuyorum

ite Cemalnur Hoca nn yetitirmek istedii aydnlar snf bu ihlas


sahibi gençlerdi. Bu genç kadnn hocalk anlaynn gayesi bu idi.
Nasl padiahlarn yan sra yer alm idealist âlimlerle velîler,

^samanlarnn ahlâk f
ve atletlerinin temsilcisi idiler, bu gün de o devrin

büyüklerine benden bir aydnlar snfna ihtiyaan sonsuzluunu ikrar


ederek sahtelerinden de kaçnmak gerekmedi mi?

Cemalnur Hoca, ukalâ bir kadn, vâi^ tutumlu bir nasihatç deildi.

Onun için de gençlere, sö-:(den t^âde; "te siz de benim gibi


olun!.. " demek isterdi.

224
Sâmiha Amerdi üe SIRRA YOLCULUK

Genç hoca, bir doktorun k-:^ idi. O öyle bir doktor idi ki

hastalarndan ald vi^te sembolik miktar ap/a^ ba^en o kadarn


kabul etmedikten ba§ka ilâçlarnn ücretini de kendi karclard.

Cemalnur hocann annesine gelince o jeryü-:^ünün fedâkârlktan ve

etrafna; "Gözün varsa Hak halktr, halk da Haktr" diyecek bir

seviyenin insan olduundan i§te ana ile baba tarafndan meî^et ve

fa^letle mayalanp beslenmijliinin sermâyesini talebelerine aktarmak


suretiyle, memleket toprana tohum saçmakta bulunuyordu.

Osmanl devletinin kurulup ve ^ahlanij devirlerinde bir medrese ve ilim

çatmas yoktu. "Kâfir îcâd" diye ilim ve tekniin sö^ülüünü

edenlere: "Sus, kâfir olacaksn!" diye a^n tkamay kimse

düünmedi. Amma gün oldu ki el yaî^s ile kitap üretmenin

müküllerini bir tarafa iterek matbaann bile karasna çkan taassup

hançeri o koskoca cihan devletini yaralaya bereleye kanndan canndan


edercesine î^ayf düünenler de hep o münevver olmayan sahte aydnlarn
devlet otoritesine menfî çelme takmalarnn payn asla unutmamak
gerekme^ mi? I/te Cemalnur hoca gençlere; "limle ura, imanla da
tepime! Her ikisinin itigal sahalar ayn ayrdr. " demekteydi.
Aksi halde ne devlete ne de millete fayda oluturmak tasavvur dahi
edileme^ pe bu müstesna onurlu genç hoca, gençlerin uyuklamakta
olduklar millî, târihî ve derûnî heyecanlarn harekete geçirmek ve

ileriki ^amanlann yapa güçleri haline getirmek yolunda canm diine

takarak çalmak nasibini alm bir üstün eitimcidir.

Çok gençyanda evlenmi olduundan bir de olu bulunuyordu ki ksa


^aman içinde ve mev:(uumu:(un tamamen dnda olan aile hayatn
bozulmu olarak görmü bulunuyorum^ Bunun ne gibi bir sebebi

olduunu bilmesek de, bu yolda acele edilmesi düünülse bile, iin

kurcalanmasnn biî^e hiç de faydas bulunmamaktadr.

Cemalnur Hoca diyor ki: "Türkiye'de siyâsî otoritenin yansra,


onunla et-trnak olmu iman hayatn, cemiyetin târihî ve
inâ ederken ona adalet, fazilet, nizam ve
millî karakterini
düzgünlük veren kuvvetin, bu müterek ve yekpârelenmi
sermaye olduu" keyfiyetiydi. Haktan baka hiç kimseye mesul
olmad anlayna sahip bulunanlarn, cesur, korkuum^ ve gerçekleri

225
Gönül Annesinin Nur'u

söylemekten çekinmemesi elbette jadrganama-^ I^te Cemalnur Hoca'da

talebelerim bu anlayla yetitirecek olursa memleketin güllük gülistan


olmas hiç de uf^ak saylma^.

Çevresine bir vicdan ve îman fedaisi olmann ha^^n veren bu genç


kadn tevkir etmenin kadirinasln unutmamam^gerekmektedir.

Sâmiha Ayverdi, Cemalnur Hoca, yaynlanmam makale

226
Sâmiha A\'verdi üe SIRRA YOLCULUK

Evlad Acs

Kimya hocas, genç ve gü:(el bir hanm tanmm. Anadan bahadan yana
da, dost evlâddr. Kejki onu benim gibi herkes tamyabilse. . . Zrâ bu
genç hanm, cemiyetin, yükünü aartan örnek bir öretmendir.

Öyle ki, deil yaln\ insanlara, kurda ku§a ve cans^ ':^nnettiimi^


bütün yaradlmijlara, hattâ ta§a topraa karp dahî vefasndan, efkat,
muhabbet ve scak alâkasndan cömertçe ikramda kusur eyleme^

Ijte müstesnalar kafilesine mensub bu tatl ve genç kadnn, vaktinden

evvel dünyâya getirdii bebei, ancak on gün yaladktan sonra, geldii

e^el âlemine doru tekrar geri gitti.

Genç anne, aylarca kendi vücûdunun bir parças olarak besledii

yavrusuna aayp yanmad olur mu?

Çocuu kaybetmemek için etrâfinn gösterdii tibbî gayret ve alâkaya o

da itirak etti. Zira tedbir de gene, insanoluna dü§en be§en vadeler


cümlesindendi. Deveyi baladktan sonra Hakka emânet etmek, bir
yüce emir olduuna göre, buyruun sahibinin tavsiyesine uymak
gerekme:^ mi idi?

Genç kadn, yavrusunun yalamas için, etrafnn tedbir ve gayretlerine

hissen ve aklen itirak etmenin beerî bir va-:^} olduunun uurunda


idi. Amma o, tedbîrimizde takdirin güldüünü de bilenlerdendi.

Neticede de, urap bertaraf etmek istediimiz^^ takdirin hükmü yerine

gelince, ona gönülden nî^â ve teslimiyet göstermek kadar, insanolunu


yüceletiren ne vardr?

Bir Allah velîsi olan anasnn rahle-i tedrisinde yetien genç öretmen
de, çocuunu ecelin elinden almak yolunda gereken her çâreye ba
vuranlarla beraber, heyecan çekti ise de, sonunda yavrusunu ilâhî
takdirin buyruuna teslim ederken, bilsek de bilmesek de, her olanda

bir ilâhî hikmet ve hayr bulunduunun uurunda olmas, onu, kadere

kar isyan çlklar atarak, içinin kararmasndan kurtarm ve

çevresini de perian etmekten alakoymutur.

111
Gönül Annesinin Nur'u

Yaknlanna olduu kadar, talebelerine ve temas eyledii herkese

daarcndaki sevgi ve güllükten pay datan hu örnek genç kadn,


sayg ile selâmlamann, onu tanyanlar kadar tanmayanlara da dü§en,
bir ükran ve hayranlk borcu olduuna inanyorum.

Sâmiha Ayverdi, Rahmet Kaps

Sâmiha Ay\'erdi, Kbnet Kaps, Ankara: Hülbe yavnnlan, 1985, s. 201-202.

228
Sâmiha Ay'verdi üe SIRRA YOLCULUK

Hakknda Yazlanlar
Yusufçuk : Aynann Öteki Yanma Sçrayan Bir Dü Yazs

Enis Batur

"1940 'da Yakup Kadri'nin, 1946'da Sâmiha Ayverdi'nin,

jaymladklan kitaplann altbajhna 'nesirler' nitelemesini

yerletirmeyi seçmeleri, onlarn Edebiyat alannda hem düündüklerinin


bir göstergesi, hem de arayp içinde olduklarnn bir kant. Ayn
'malzeme')//?, iki yaî^ar da, öyküler yakabilir, roman kurmaya
yönelebilirlerdi jüphesi^. Öyle yapmamlar. Egemen ya^ türlerinden

birinin kalbna yakmak istediklerini sokmaktansa, farkl ya^


denemelerine girilmiler. Yusufçuk 'da ve Okun Ucundan 'dayeralan
metinler, birkaç ya^ türünün arasnda kalmij metinler. Anlat
ögeleriyle deneme öelerini buluturan, sk sk mensur jürin özelliklerine

açlan birya^ karjim^a çkyor, iki kitapta da.

Hüdâinâbit yaklamlar, iki çi^i diji örnek mi, deil Türk Edebiyat
balamnda, soyaacnn XIX. yü^l sonuna, Hâlid Ziyâ'mn düî^a:^
iirlerine dek ardndan da Mehmet Kûufun Siyah
uratabilir,

nciler 'ine Bat edebiyatna gelince, özellikle Baudelaire 'in


geçebiliri^.

Spleen 'inden balayarak modem ya^'nn bu yolu açtn, gelitirdiini


biliyoru^ Yakup Kadri de, Ay verdi de, hiç §üphe yok ki, Gide'in

recit'lerini, sotie'lerini okumulard.

Türk Edebiyatnn XX. yüzyl boyunca geçirdii evrimi, katettii

evrelerin bir çözümlemesini yapmak için bavurulabilecek yollardan bin,


anayaptlann incelemesinden geçer. Kendi payma, o yolu öteki uçtaki

bir gelinimi yakn gözlükle ek alarak bütünlemek önemli görünüyor


bana. Hangi metinler, hangi uç araylar temsil etmitir?

Nâ^m'n çkdndan 1950 kuja öykücülerinin ve II. Yeni iirinin


5
devreye girdii 195 'e kadar geçen süre içinde, bütün ya^n türlerinde

yenilikçi araylarn önemli pay tuttuunu görüyoruz^ yaks


Nesir
çerçevesindeki gelinmelerde, kimi örnekler snrlann arlandn
gösteriyor: Asaf Halet Çelebi'nin kimi dü^aî^ metinlerini, Neap
Fât^l'n Birkaç Hikâye, Birkaç TahliVini, Abidin Dino'nun

229
Hakknda Yazlanlar Enis Batur

1938-43 aras yan metinlerden birkaçn (sökelimi Kehânef\


Iklara Vedâ"y), Sait Faik'ten ve Hisardan parçalan bir gün
yanyana getirmek isterim: O örnekler, bankalar, Türkja^annn hangi
sanclarla yolunu açma çabas verdiinin ipuçlarn tapmakla kalmaî^:
Bir kucan bayra devrald noktalan da gösterir.
sonraki
Yusufçuksun ve Okun Ucundan 'in metinleri, nairin anlat
ekseninde allagelmii orlama ediklerini bir bir karpm^a çkanyor.
Ikiya^ar da, 'ben' ile 'anlatc ben' arasnda deiik mesafe ayarlan
yapyorlar. Bir yönüyle mensur iirin bölgesine giriyorlar; bir bajka
yönde, 'deneme'^//? türevi saylabilecek bir alana açlyorlar. Yakup
Kadri günlüün, mektubun, afori^mann olanaklann seferber ederek,

kaygan bir t^eminde eklemli bir ya^ tekniinin pekine düzüyor.


Seslenen, söylemen, kendi kendisiyle konujan bir üslûp. Sâmiha
Ay verdi'de organik bütünlük kaygs ar basyor. Yusufçuk'da da
seslenme, söyleçme eilimi belirgin gerçi; ama, diyalog sanki aynann
karasnda gerçeklejiyor. Yer yer, aynann öteki yanna da sçrayan bir

düç yaî^s.

Bugün, kimler okuyor bu iki kitab, bilemiyorum. Birkaç edebiyat


'hasta'j"/, bir iki aratrmac dijinda, yaln^^a mifredat kurbanlanna
ve 'cephe' okurlanna terkedilmi§lerse, gerçekten aanas haldeyi^

demektir. Yanmyü^l akn bir süre önceya^lmij bu ikiyaptn, dil

ve üslûp açsndan eskimiç yanlannn olmas, bu unutuluun kesinkes


açklamas deildir: Yusufçuk ve Okun Ucundan hâlâ derin, dolgun,
sürükleyici yaptlar. Bemanos'un, Malaparte'nin, Hamsun'un eskimi
yanlan yoktur diyebilir miyi^? Onlan yaln^ kendi ülkelerinde,

dillerinde dikkate alnan yakarlar olarak göremeyip her ülkede, dilde


okurlan vardr.

Gününe, güncelliine skan bir kültür ortam hem iî^leyiciyi, hem


yaratcy tknefes klar. Ya^dklanm i^eyenler, benim ne pahasna
olursa olsun kendi edebiyatmv:^n tutsaklatnlm okuru klnmam
diklendiimi anmsayacaklardr: 'Bugünün genç okuruna
Hüseyin Rahmi yerine Calvino'yu sâlli veririm' cümlesini
kuran ve imek toplamaya râ-:^ olan benim sonuçta, bir bakas deil
Yusufçuk ve Okun Ucundan ile ilgili yaklamm bu nedenle
çelikili bulanlar çkacaktr. Katlmyorum o görüe: yi kitap

230
Sâmiha Avverdi üe SIRRA YOLCULUK

Fitan'daysa ona ulaplmah diyorum, i§e humumut^un dibinden


ba§lamak eyann mant deil mi?
Sorun da burada ya: Bumumuîiun dibindeki iyi kitaplar nasl
görecei-:^? Hepimiî^ birer gergedan kadar hipermetrop klnmadk m?
Çökmü bir eitim dü-^ni, ekran(lar)a mhlanm bir ev yaants,
üründen mal ayramayan bir 'rehber-ortam' üstümü-:^ kör fanus
gibi geçirildi.

Okuma lâmbam-^n altna hangi kitaplan seçeceimi^ temel bir okur


hakk saymaly^
"
Hak vermiyorsam^ hak verilsin diye daha çok beklersini-:^.

231
Hakknda Yazlanlar Selim leri

Sâmiha Ayverdi'nin stanbuFu

Selim leri

Sâmiha Ay verdi'den sö\ açarken, tarih, an, roman yaftan m


diyecei^ Öyküler, dü^a^ jiirler kaleme getirmi. Mektuplar,
makaleler, günü gününe tutulmu konulma, görülme notlan.

stanbul Geceleri'nin bendeki basks 1971 tarihini tapyor. Eserin

ikinci basks. Ama ben, istanbul Geceleri 'ni, 1971 'den epey sonra
okudum. 1980 'lerde Ne^he Arat^ salk vermipi.

Nihad Sami Banarl, ö^lü giri§ yansnda, 'Hakikat udur ki, bize
bizi tantp sevdirecek böyle kitaplara ihtiyacmz çoktur*
diyor.

Bununla birlikte, istanbul Geceleri soyundan eserlerin çokça


ya^labilecei kansnda deilim. Tpk BogaziçVnde Tarih gibi.
Bana sorarsam^ BogaziçVnde Tarih; hangi çapta ve deerde olursa
olsun, bir 'benzer'/ ancak 'taklit' olacak kitaplardan. Bütünüyle
yarata, kijisel bir duyulun, dü§ünü§ün verimi. Tpk istanbul
Geceleri gibi.

brahim Efendi Kona roman m, monografi mi? Karar vermek güç.


Ayverdi'nin eserlerinin hepsinde tarih, roman ve an iç içe. Deneme
yandnda bile. Sonra gönül eitiminin köklü iteleri. Ya^rlk yaam

boyunca süren 'yerlilik' aray, tutkusu.

Eserlerinde, çadalarndan hayli farkl bir tutumu seçerek, dinin,

inancn geni yelpazesine eildi. Bir yandan da bana^a ödünsüt^ce

kar çkt. Yolcu Nereye Gidiyorsun? (1944), Mesihpaa


mam (1948) gibi romanlar, ondoku^uncu yü^ldan yirminci
yüzylla geçite, Müslüman Türk insannn duyarlklar, ruh
sarsntlar, endieleriyleyüklüdür.

Yolcu Nereye Gidiyorsun, ikinci Merutiyet döneminde istanbul


yaamasna yer veriyordu. Ortaoyununu, meddah Ay verdi 'den
okursam^ farkl yaklam saptarsmt^: Hep bir son nokta, hep yitip

232
.

Sâmiha Awerdi üe SIRRA YOLCULUK

gidi. Bu romanda, Tanhun Cemil Bey'in ney taksimlerine ajnlmt§

sayfalar, eski mûsikiyi bilmeyenleri hile etkiliyor.

Romanlann moda çalan, modalar, hatta moda kiileri vardr.


Mesihpaa imam 'nn kaleme getirildii dönemde, bir imam roman
kiisi yapmak enikonu artm bir giriimdi. Hem moda d, hem
baskn anlaytan uf^ak.

Behçet Necatigil, Edebiyatmzda simler Sözlüü' nde Sâmiha


Ayverdi'yi öyle yorumluyor: 'Heyecann aile ve toplum
geleneklerinden alan, hayat olaylarn çokluk din ve tasavvuf
açsndan deerlendiren romanlanyla sanatna bir özellik
salad. '

Bu öt^ellii, ya^ann bildii yolda inatla tek bana gidii, ba-:^

kesimlere onu bira^ geç ulatrd. Hele, yüksek edebi deerinin örtük
kalmasna yol açt diyebilirim.

Ekserini geç okuyanlardan biriyim. Bunu unun için söylüyorum: 'Edebî


eserleri, sa ya da sol dünya görülerinin trpanlaylanyla
deerlendirmek, bilide eski hastalkt. Ve Türkiye'ye çok vakit
kaybettirdi Hastalk artk iyileti mi, bilmiyorum. .

Sâmiha Ayverdi, Müslüman Türk dünyasn ayrnt ^nginlikleriyle


iledi. Zaman ^man söylei havasnda, t^aman flaman gerçekten iirli
bir anlatmla örülmü bu eserler, çada edebiyatm^n alabildiine
öî^ün, seçkin örnekleri arasnda.

Edebî ve Manevî Dünyas çinde Fâtih, stanbul'un Biî(ans'tan


Osmanl'ya geçiinin bir panoramasdr Ya^ar, eserinde, dini
kaynaklardan, yüt^ullann imbiinden sürülmü -fakat unutulmam-
efsânelerden, günümü^ okurunun ulaamad eski tarihlerden yola
çkarak, esinlenerek, Fâtih'in portresini çi^ordu. Okurken,
istanbul'un Bi-î^ans'tan gitgide U':(aklamasna, stanbul'a yeni bir
kimlik kanlandran Osmanl dünyasna tanklk ediyorduk. Ne var
ki, Ayverdi, Bi^ns' bir çrpda silip atmyor, hamasetten yardm
ummuyor; teslim olmayan son imparatoru gülünç düürmeye gönül
indirmiyordu.

Yanlar, yü^llann tarihî olaylarna, yaantlanna, sanatna,


kültürüne, gelenek ve göreneine; çocukluu, gençlii boyunca yakndan

233
. j

Hakknda Yazlanlar Seüm leri

gö^ledii Boaziçi'ni kattrarak, bir ke^ daha vurgulamak gerekirse,


benleri olamayacak bir eser armaan etmi§tir. Böylece BoaziçVnde
Târih, imparatorluun jükselij, duraklayp, çökü^ günlerini

Boaziçi'nde yalatr.

Jibdülhak inasi Hisarn olaanüstü güz:(ellikteki Boaziçi


Mehtaplar 'nda, z^man, anlatann yaantsyla snrldr.
Boaziçi'nde Târih ise, târihin -zamannda adetâ kaybolmak istemi

bir anlatcya ibaret eder. Bu, hayli geni§ zamann ekliinde, Osmanl-
Türk kültürünün nitelikleri, uygarlmzn üzerinde henüz^ pek
durulmam birçok öznellii eserin bajlca deerlendirip kstasdr.
Kaybolana, terk edilene yas arks deildir Boaziçi'nde Târih.
Tam tersine, feda ediklerin kaygsylayüklüdür.

Boaziçi'nin semt semt peyzajlarn çizgen yazlar, istanbul'un öz^el bir

yöresiyle bütün jehri dile getirme olanana kavu§mu§ gibidir. Oz^etle,

Boaziçi'nde Tarih, stanbul'u yalnzca bir payitaht olarak


saptamaz^ Bu jehir, dorudan doruya, imparatorluun çekirdei,

atardamardr.

Ayn ekilde, inançlardan geleneklere, yaama biçiminden sanat


kollarna, istanbul'un dünyasn sürüp giden, kesintiye uramayan bir

çizgide görmü Sâmiha Ayverdi, kültürümüzden, yenilikler,

Batllama, yenilik hareketleri karsnda yoz^lat, çöktüü kansna


varyordu. Toplu eserinin birçok sayfasnda. Belirtmek isterim ki,

yeniliklere. Batllamaya kar bu mesafeli bak, hatta 'yeni

T.Oi'ccv^Vi görmez(den geli, yok say beni hep düündürttü. Bu tutum ve


tercihle badamama imkân yok. Öte yandan, yazarn tutarllna,
düüncesinden ödün vermeyiine saygm öznellikle söylemek istiyorum.

Daha istanbul Geceleri 'nde, yazlar, istanbul'un çehresini deitiren

etkenler arasnda. Batllamay ve yenilikçilii gördüünü açkça


kaleme getirmi, istanbul Geceleri' nde baz^ semtler, öznellikle

alafrangaya kucak açm semtler gönle uz^ak tutulmu:


'Nereye gideyim? Bir lamelif çizip Adalar 'a m, yoksa
Kadköyü'nden Pendik'e kadar boydan boya gerilen
Marmara kylarna m? Belki ne oraya ne buraya. .

234
.

Sâmiha A^^^erdi ile SIRRA YOLCULUK

Zira ömrümüz boyunca âinâhk etmeye mecbur olduumuz


halde, muhabbet ve samimiyet kuramadmz kimseler gibi
baz semtler için de, böylece bir yaknlk ve hasret
duymayz. '

Ijte Adalar, Ajverdi için, 'yaknlk ve hasret' dujuhayan


yerlerdendir:

'Bugün tertemiz yollan, süslü birer oyuncak gibi, çiçekli


bahçeler arama oturtulmu kökleri, ta sahilden tepelere
kadar trmanan camlan ile tstanbullu'nun ileri ve gözde bir
sayfiye yeri olan Adalar, ne çare ki fetihten bu tarafa olan
tarih boyunca, ehre çeni ile katlamam, liyme
yerli bir
liyme olmu Bizans kitabnn bir köeye kalan tek skp
sahifesi gibi, metninin çizgilerini muhafazada yakn zamana
kadar inat etmitir. '

Buna kar§hk, gelenein korunduu, törel dünyann henüii büsbütün


göçmemi, yklmam olduu öteki semtlere, meselâ cehrin stanbul
yakasndaki semtlerine iirin, sevgi ve efkatin diliyle yaklalmtr. O
kadar ki, stanbul Geceleri 'ndeki 'Tavukpazan', srf bu sebeple
bo görülür ve yakara en anlayl, hogörülü sayfalarndan ba-:^lann
ya^rtr.

Koman, an, monografi, yaam öyküsü, yorum ve göt^lem karm,


bence yepyeni, enikonu 'yenilikçi' bir tarzda ya^lm brahim
Efendi Kona, Sâmiha Ay verdi'nin yaad günden, yaad
istanbul'dan aük büsbütün kopuunu belgeler. Bu eserde, biri dünya
ilerine fevkalâde bal, dieri hu^ur aray içindeki iki erkek kardei
kyaslayan ya^r, yirminciyü^ln bana geri dönüyor;yakn gelecekte
öncesini sonras^ kaybolacak, göçecek 'konak hayat'///;/, dolaysyla
stanbul'un yaama biçimlerinden birinin yafçya geçmesine yol alyor.
Dahas; anlatmndan sö^^ük seçimine, güçlü bir edebî eser olan
ibrahim Efendi Kona, geçmite kalan uygarl saptamak ve tasvir
etmekle yetinmiyor, bu uygarln günümü^cieki sarsntlara da bir
çö^üm olabileceini ileri sürüyor. .

Ay verdi, ilk basks üç alt halinde yaymlanm Türk Târihinde


Osmanl Asrlar' nda, Osmanl Devleti'nin kuruluunu, yükseliini

235
Hakknda Yazlanlar Selim leri

ve çöküünü yorumlarken, istanbul'a sk sk atfta bulunur, cehrin


tarihî çi^lgesini çkartr. II. Abdülhamid'i tahttan indiren ittihat ve

Terakkiyle birlikte büyük yklrn gelip çatt görü^ündeki yaî^ar;


istanbul'u gerek mimarisi, doal görünümü, gerekse ehircilik anlay
açlarndan, imparatorluun yükselip dönemlerinde önemli bir bakent
sayyor, ittihat ve Terakki'yle birlikte istanbul'un niteliksi^e^tii

kansna varyor.

Gerek bu eserinde, gerekse Boaziçi'nde Târih'te, Sâmiha


Ayverdi'nin, pâdiâhlar konusundaki ba^ yaygn iddialara,

yarglay§lara kaytsiî(^ kalpn anmadan geçemeyeceim. Osmanl


tarihini günümü^ çok scak dille yanstm, eserinden her î^aman
yararlanlacak Re^at Ekrem Koçu, ba^ konularda, insann
macerasnda, ;^aman ^aman, yarglayc bir tavr sergilemiken; Ayverdi
iiâât'tan u^ak durmay tercih etmitir. Koçu'nun ve Ayverdi'nin I]/.
Murad'a aynimij sayfalarn art arda okuyun; 'humaine' olanla

olmayan hemen hissedersiniz^.

Düüncelerin, duyumlarn, inançlarn tpatp benq^ejmesini totaliter

rejimler emreder. Dil, anlatm ustas Sâmiha Ayverdi'nin eserine yann


daha 'nesnel'yaklalacak.

236
Sâmiha A>-^rerdi üe SIRRA YOLCULUK

Sâmiha Ayverdi

Mustafa Özçelik

Çam^n en önemli mütefekkir yakarlarndan birisi olan rahmetli


Sâmiha Ayverdi hanmefendi, 25 Kasm 1905 ylnda stanbul'da
dodu. Annesi, Fatma Meliha Hanm, babas Yarbay smail Hakk
Bey'dir Soyu, anne tarafndan Kânûnî samannda yabamj ve Budin
seferinde ehit dümü Gül Baba'ya; baba tarafndan Orta Asya'dan

Anadolu'ya geçmi Kama^noullan'na kadar ulanmaktadr.

Sâmiha Ayverdi, ilk tahsilini aile çevresi içerisinde yapt. Anneannesi


Halet Hanm, onun ifahî kültür ve târih uuru kapanmasnda çok
etkili olmu bir isimdir. Dedesi de ciddiyet, dürüstlük, a^ konuma gibi
deerler noktasnda ona örneklik tekil etmitir. Ayn ekilde anne ve
bahas da onun fikri, imân ve ahlâkî ahsiyetinin teekkülünde müsbet
rol oynam kimselerdir. Evleri de devrin seçkin bilim ve sanat
adamlarnn gelip gittii bir yerdir Bu ortamn da onun yetimesinde
tesiri olduu muhakkaktr.

Sâmiha Ayverdi, resmî anlamdaki ilk tahsilini ise, henü^ be yanda


iken gittii mahalle mektebinde yapt. Daha sonra 1921 ylnda
Süleymâniye Kif^ Numune mektebini bitirdi. Sonraki eitimleri ise, ilk
çocukluk devrinde olduu gibi, resmî müesseseler dnda gerçeklemi;
tânh, tasavvuf, felsefe ve edebiyat alanlannda husûsî örenim görmü,
Frans^a dersleri alm, gü^el sanatlarla ilgilenmi ve keman çalmay
örenmitir.

Bu arada bandan bir evlilik hâdisesi geçmi, be yl süren bu


evliliinden Nadîde adl bir kiî^ dünyaya gelmitir.

Fakat, Sâmiha Ayverdi'nin asl ruhî ve fikri gelimesi ve bu


anlamdaki ahsiyetinin teekkülü Fatih'teki Ümmi Ken'an
Dergâh'nn eyhi Ken'an Kifâî'ye intisaplar neticesinde onun
iradlanyla olmutur.

Thl
Hakknda Yazlanlar Mustafa Özçelik

Sâmiha Ayverdi'nin hu dergâhtaki eitimi 13 Mart 1927 ylnda


gerçekledi. Kalan b/itün ömrünü hu terhiye içerisinde tevekkül eden bir
anlay§ çerçevesinde okumak, düünmek ve ya-:^akla geçirdi. Aabeyi
Yüksek Mimar Ekrem Hakk Ayverdi'nin yannda bir taraftan

ktan büyütürken, bir taraftan da kendisini büyük bir mütefekkir-


yaî^ar yapacak faaliyetlerini devam ettirdi. Islâm kaynaklara eildi.

Özellikle Dou edebiyatn tetkik etti. Bu edebiyatn büyük


smalarndan Mevlânâ, Muhiddin Arabi, Sadî, Hafz îrâ^î, onun
çok önem verdii ve tesirinde kald isimlerdir. Batya da ilgisi^

deildir. Dünya fikir ve edebiyat cereyanlarn sürekli takip etmektedir.

Sâmiha Ay verdi, ilk eserlerini 1938 ylndan itibaren vermeye balad.


Bu tarihte ilk roman Ak Budur yaymland. Bu eserini dierleri

takip etti. Türk edebiyatna farkl bir hava getiren bu eserler, büyük
bir ilgiyle karland.

Sâmiha Ayverdi, daha sonra mecmualarda da yaftaya balad, ilk

ya^lan Necip ¥â^l çkard Büyük Dou


Ksakürek'in
mecmuasnda yaymland. Büyük Doudan sonra ise Resimli
stanbul Haftas, Fâtih ve stanbul, Türk Yurdu, Havadis,
Ölçü, Hür Adam, Ant, Türk Kadm, Tercüman, Kubbealt
Akademi Mecmuas ve Türk Edebiyat gibi yayn organlarnda
yaî^d. Koman, mensur pir türlerindeki eserlerinden sonra cemiyet

meselelerine yöneldii için hâtrat, makale, deneme, târih, biyografi,

mektup türlerinde de eserler verdi. Böylece insan ve cemiyetin her

meselesini kucaklayan :(engin bir külliyât ortaya çkt.

Hayâtnda hiç resmî va^Je almad. Fakat, istanbul Belediyesi ve


Kültür Bakanlnn bat^ komisyonlarnda geçici görevlerde bulundu.
VI. Maârif jürâsna katildi.

1969-1980 yllan arasnda salk sebepleri ve çeitli tetkikler yapma

arî(usu dolaysyla Fransa, italya, isviçre, Macaristan, ispanya gibi


ülkelerde bulundu. 1980 ylnda Libya tarafndan ispanya'nn Sevil

ehrinde dü^i^enlenen islâm Konferans hazrlk toplantsna katld.

Kitap, çalmalarna, gaflete ve dergi yaî^lanna daha sonraki yllarda


içtimâifaaliyetler de eklendi. Kubbealt Akademisi kurucular arasnda
yer ald. stanbul Fetih Cemiyeti, Türk Ev Kadnlar Demei,
istanbul ve Yahya Kemâl Enstitüsü gibi cemiyetlerde görevyapti.

238
Sâmiha Ayverdi üe SIRRA YOLCULUK

Bütün bu çalmalar arasnda gelecein münevverleri olmaya aday


gördüü gençlerle ilgilendi. Onlarn fikri ve mânevi gelimelerinde etkili

oldu. Böylece, mütefekkir-ya^arlna sivil hocalk ayn flamanda


"manevî annelik" de eklenmi oldu.

Sâmiha Ayverdi'nin eserleri ve çalmalar çeitli kurumlarca


ödüllendirildi. Kölelikten Efendilie isimli eseri Millî Kültür Vakf
tarafndan taltif edildi. Yine ayn
vakf tarafndan kendisine 1984
ylnda Türk Millî Kültürüne Hikmet eref armaan verildi. Benler
bir taltif san'at hayatnn ellind ylnda Aydnlar Oca tarafndan

yapld. Türk ilim ve kültür hayâtna kanlandrd eserler ve yetitirdii

gençler sebebiyle kendilerine ükran belgesi verildi. 1985 ylnda


Boa^çi Yaynlan, 1986 da Türk Edebiyat Vakf, biî^metlerinden
dolay plâketle ödüllendirdi. 1988 ylnda Türkiye Yakarlar Birlii dil
ödülüne lâyk görüldü. 1990 ylnda Babakanlk Aile Aratrma
Kurumunca çalmalarndan dolay taltif edildi.

Ömrünü Türk-Islâm kültürünün yeniden nev-ü nema bulmasna


adayan Sâmiha Ayverdi Hanmefendi, 22 Mart 1993 günü Hakkn
rahmetineyürüdü. Merkep Efendi ha^resinde medfun bulunan müridi
Kenan Rifâî hacetlerinin ayak ucu tarafna defnedildi.

Sâmiha Ayverdi'nin Düünce Dünyas


Sâmiha Ayverdi, edebiyatmn^ roman türündeki eserlerle girdi.

Ardndan mensur iir ve hikâyeye yöneldi. Takat onu benn^eri pek çok
yanlardan ayran en önemli husus, ayn n^amanda onun bir tefekkür
insan olmasdr Aslnda sanatkârl da bu fikirlerin insanlara
anlatlmasyla ilgili bir hâdisedir. Deilse, sadece edebî endielerle eser

vermek, onun asl meselesi deildir Bu durum, onu sanatkâr olarak


deerlendirmekten önce bir mütefekkir insan olarak deerlendirmeyi
gerektirmektedir.

Sâmiha Ayverdi, bir Türk-Islâm münevveri ve mütefekkiridir Bu


bakmdan gönülden inanp baland, fikri ahsiyetini de teekkül
ettiren asl kaynak Türk-slâm medeniyetini kuran akîde ve fikirdir

Bu akîde ve fikir ise islâm tasavvufudur eklinde ön^etlenebilir

Tasavvuf ise ilk bakta insann iç meseleleriyle ilgilenen bir disiplin gibi
görünür. Takat tasavvuf, asl meselesi bu olmasna ramen, insann
sadece iç meseleleriyle ilgilenmen^ Tasavvufta pek çok insann belki de

239
Hakknda Yazlanlar Mustafa Özçelik

göremedii içtimaî bir boyut da vardr. 7.îra insan, bir cemiyetin

içerisinde yalamaktadr. Târih ve tabiat artlaryla ku^atlm^


durumdadr, inanç, beraberinde siyâsî, ilmî, fikrî, estetik unsurlar da
içine almaktadr, "bütün bunlar, tasavvuf disiplinine frengin bir muhteva
kazandrmaktadr. Bilinmektedir ki, bu yolun ballar tasavvuf

mekteplerinde sadece bu meselelerine çöî(üm arayp bulmamlar,


sorumlu ve juurlu birer cemiyet insan olarak dayetinmilerdir.

Bu gerçekten yola pklnca Sâmiha Ayverdi'nin fikir dünyâsn föyle

öî^tlemek gerekir: Onun asl meselesi, bütün insanln da aslî meselesi

olmas gereken A.llah ve insan meselesidir. Kulun, Yaratia ile

Bu münâsebetin Allah 'in


münâsebetidir. istedii ve râ^ olduu tarzda
kurulmasdr. Çünkü bu aslî mesele halledilmeden ne siyâsî, ne

iktisadî, ne ilmî hiçbir mesele halledilmedi. Neticede her konu, gelip

insana dayanr. Bu bakmdan Ayverdi, Allah ve insan meselesini

islâm tasavvufu anlayp içerisinde asl mesele olarak ele almaktadr.


Ona göre insan, Allah'n en büyük eseridir. Kâinattaki bütün hâdiseler
insann eliyle gerçekletirilmektedir. Böyle olunca, insan eer Allah 'la
salkl ve samimi bir münasebet içerisinde deilse yalad dünyada
kendisi ve toplumu içinyararl idlerden ve faaliyetlerden uî^ak kalr.

nsann Allah'la yaknl ise "ak" kavram çerçevesinde mânâ


katlanr. A^ksiî^ iman, ekilde bir imandr. Böyle bir imann insana

da cemiyete de bir faydas olama^ Ajk dediimizi bu deeri ise kiiye;

ancak bir mürebbî öretebilir. Öyleyse insan, bir mürebbînin terbiye

halkas içinde islâm' gerçek manâsyla örenerek insan olur. insann


Allah'n istedii vasfta insan olmasyla da târih, tabiat ve millet

meseleleri bu ilâhî gerçeklik içerisinde halledilir. Tevhid merkezci bir


insan ve cemiyetyaps böyle teekkül edebilir.

nsan, bu ballktan uz^aksa ortaya çeitli buhranlar, halli f^or

meseleler çkar. Türk toplumu da Selçuklu ve Osmanl çalarnda


slâm'a ball neticesinde yüksek bir medeniyet ve kültür vücûda

getirmi, hayat bu deerlere göre tanz^im edilmi, fakat sonradan bu

ballk zayflaynca gerilik, taassup balamtr, ite milletimizin bu

târihî meselesi Sâmiha Ayverdi'nin en temel meselelerinden bir dieridir.

Gerek romanlarnda gerekse dier eserlerinde öznellikle de Türk


Târihinde Osmanl Asrlar isimli eserinde medeniyetimizin bu
mânâda bir îz^ah ve erhi yaplr, biz^i yükselten deerler ve alçaltan

240
Sâmiha A)'\'erdi üe SIRRA YOLCULUK

sebepler tejrih masasna jahnhr. Denilebilir ki; Selçuklu, Osmanl,


Merûtiyet ve Cumhuriyet devirleriyle ilgili bu ölçüde yengin tahlil ve

tesbitleriyapan fikir insanlanm-:^n says çok a-:dr. Zâten bu tesbitler,

bu ekilde yaplamad için, bu mesele hâlâ trajedisini ve

çöî(ümsüîilüünü devam ettirmektedir.

Medeniyet ve kültürümü^ bilinen târihî sebepler neticesinde yklmçtr.

Yönümü^ batya çevrilmitir. Bi;(i b!(japan ne kadar deer varsa ters

yü^ edilmitir. Ya bu deerlere toptan düman olunmu ya da bu


deerler aslî özelliklerinden tecrid edilerek benimsenmitir. Bu da ortaya

taassubu çkarmtr ki, bir medeniyetin deerlerinin sadece jeklî

ballklarla korunmas mümkün deildir. Deerler, hayat içerinde

yalanarak gelenek olurlar, âdet olurlar, ya^ay§m^n içine katlrlar.

Bu deerler ve bu hayat tankla cemiyetin fertleri birlik ve bütünlük


içerisinde olurlar. I^te temel deerden u^akla^ma, tespih taneleri gibi

kopmam:^ ve dalmam sebep olmutur. Onun fikir dünyas içinde

yapt tahlillerde bu mesele de vardr. Pek çok eserinde anlatt konak


hayat, istanbul'dan hayat kesitleri ve ahsiyet portreleri bütün bu
deerlerin hayat ve insana yansm biçimlerini göstemek içindir.

Böylece b!^; mâ^yi doru tanyp doru deerlendirmeye çarr.


Modemif^m adna ortaya konulmak istenenlerin salkl tenkitleri

yaplr. Çünkü nasl kendi medeniyetimizle ballmz^ yahut baz^


kesimlerin dümanl sathî sebeplerle ilgiliyse; bat medeniyetine

ballk yahut karp çkma da ayn ekilde olmujtur. O, bu mânâda


her iki tavnn da menfî neticeleri üzerinde durur ve alnmas gereken asl
ahsiyetli tavnn ne olmas gerektiini iz^ah eder.

Sâmiha Ayverdi, sadece Türkiye ile de ilgili deildir. Osmanlnn


dalmasndan sonra ana vatandan kopan ve baka siyâsî birliklerin

içinde ma:(lum ve maduryaayan milletdalanmiîi ve dindalanm^ da


onun alâkadar olduu konular arasndadr. Özellikle Balkanlardaki
milletda ve dindalarmza ilgili en hassas deerlendirmelere onun

eserlerinde rastlan^ Üstelik sâdece insan boyutuyla deil.. Ortaya


konan mimari eserler, mûsikî, tezhip, minyatür yâni bir medeniyetin bu
anlamdaki bütün tezahürlerine dikkat çekerek önemli bir noktaya
iaret eder. Çünkü sanat, kendinden ibaret bir gerçeklik deildir. Bir
minyatürde, bir ebruda, bir hat eserinde, bir mûsikî parçasnda
hakikatin estetik ifâdeleri mevcuttur. Dolaysyla bir medeniyet sâdece

241
Hakknda Yazlanlar Mustafa Özçelik

siyâsf bir yap deil; iktisâdi yapsyla, sanatyla, estetiiyle bir

bütündür.

Aynca çamzda islâm âleminin meseleleri de onun megul olduu


konular arasndadr. Kölelikten Efendilie adl eseri, bütün dünyâ
müslümanlanna tevhidi bir çardr ve onun evrensel endielerini ortaya

koyar. Nitekim bu eserini bütün islâm devletlerinin idarecilerine

göndererek, islâm medeniyetinin çamza yeniden in§â ve ihyasnda

onlan göreve davet eder.

Samiha Ay verdi, sadece mâ^ tahassüsleriyle eser veren yakarlardan ve

mâ^e bu gö^e bakan fikir insanlarndan da ayrlr. Onun asl


meselesi bugünün ve yarnn in§âsdr. Büyümden bugünün meselelerine

karji da çok hassastr. Din, kültür, dil, ahlâk, eitim, gü^l sanatlar
gibi konularda çok cesur bir tavnn insan olmujtur. Bu konularda
eserleriyle bir taraftan ö:^ellikle gençlerin tâlim ve terbiyesiyle uraçrken
bir yandan da bu deerlere karp ilgisi^ hattâ düman bir tavr içinde

olan idarecileri ve münevverleri uyarmtr. Yapt i§, bir bajka ifâde

tartla iyiliiyayma, kötülüe engel olma eklinde de söylenebilir.

Pek çok tefekkür, ilim ve sanat ehli sadece eser vermekle görevlerinin

bittiine inanrlar. Fildiji kulelerinden cemiyetin içerisine inen

insanlarla muhatap olan tefekkür ehli örnekleri bi^e çok a^r.


Sâmiha Ayverdi, bütün eserlerinin ana konusu olan meseleleri sadece

yaî^maklayetinmemij, bunlarn insana ve hayata katlmas için cemiyet

faaliyetlerine de girimitir. Bu faaliyetler çevresinde etrafnda bir

topluluk oluturmu, bu insanlarn yetimeleri için gayret göstermi,

onlarla birlikte bir mektep, bir aile oca kurmutur, ite onun
"annelik" vasf bu noktada ortaya çkar, O, " Sâmiha Anne"
olarak seven, efkat gösteren, veren, fedâkârlk yapan bir insan

olmutur.

Sâmiha Ayverdi, yan eserler ve yapt faaliyetlerle önemini bugün


için de korumaktadr. Çünkü söyledii gerçekler, anlatt meseleler

doru bir fikir cemini ürerine bina edilmitir. Bu sebeple, fkr


insanlar, münevverler, her çada yeniden okunmaya, yeniden
anlalmaya deer fikirlerin insanlardrlar. Topluma düen, bu fikir
mâdenlerinden gereklifayday temin etmektir.

242
Sâmiha A>^erdi üe SIRRA YOLCULUK

Sâmiha Ayverdi'nin Edebî ahsiyeti


Sâmiha Ayverdi, kültürlü bir aile çevresinde yetiti. Ald din,

tasavvuf, târih, felsefe, edebiyat ve gü-:^l sanatlar alanndaki husûsî


eitim ve öî^ellikle Ken'an Rifâ dergâhna mensubiyeti onun fikrî
ahsiyetini olduu gibi edebî ahsiyetini de ekillendirmitir.
Eserlerindeki youn bilgi ve irfan birikimi bu mensubiyetin bir
neticesidir.

Böylece, küçük yalanndan itibaren sö^ü veya^l kültüre ainalk ve

bunlar üf^erinde düünme, eserlerinin fikir temelini olutururken;


Ken'an Rifâî hacetlerine ball tasavvufu eserlerindeki en hâkim
tema hâline getirmitir Büyülüden eserlerinin hepsi tasavvuf kültürü ile

yaî^lm, bu kültürün enginliini ortaya koyan çalmalardr.

O, ayn gamanda bir konak insandr. Konak, bir mânâda Osmanl


hayat tarîkini temsil eder Millî ve slâmî hayat tar^ ve bu kavramlara
ait deerler en iyi ifâdesini konakta bulur. stanbul'da yaamas da
edehîi ahsiyetinin teekkülünde bir dier önemli faktördür. Konan
semboli^ ettii hayat tar^ ve deerler toplam geni mânâda ifâdesini
istanbul'da bulur, istanbul, sadece bir baehir olmayp bir taç ehirdir.
Bu ehrin târihi, corafyas, tabiat, ü-:(erine bina edilen mimari eserleri,

istanbul hayâtn maddî ve manevî olarak ekillendiren devlet, din,

tasavvuf ve sanat önderleri bu ehrin asl ahsiyetini kurmulardr.


Dolaysyla böyle bir ehirde yaamak, insan ve cemiyet meseleleri
etrafnda eser verecek birya^ar için önemli bir imkândr.

Bir baka husus da, doumundan vefatna kadar stanbul'un 2.


Abdülhamit, 2. Merutiyet, ttihat ve Terakki ile mütâreke yllan ve

Cumhuriyet devirlerini görüp yaamasdr Bu durum; onu, insan ve

cemiyet meselelerini bi^^t görüp bunlara ahit olan bir ya^^ar hâline
getirmitir. Üstelik bu devirler, cemiyetimi^n köklü deimelere
î^orland, pek çok müspet ve menfî hadiseyle yü^ yü^e geldii
devirlerdir. Bilhassa romanlan,bu devirlere tutulmu bir aynadr. Ama
klâsik tarih kitaplarndan farkl olarak, hadiselere ayn gamanda içten

bir bak da ortaya koyar.


Sâmiha Ayverdi'nin edebî ahsiyeti ite bütün bu öî^e ilikler çerçevesinde
teekkül eder. Eserlerinin ana temas da bu duruma uygunluk tar.

243
a

Hakknda Yazlanlar Mustafa Özçelik

istanbul sevgisi, Osmanl hayât, batllama, din ve tasavvuf gibi


temalar, onun eserlerinde skça kar^m^a çkan konulardr.

Sâmiha AyverdVnin, böylesine î^engin birya^ konusunu mesele olarak


ele almas ve insanln çok farkl meselelerine eilmesi, onun deijik
türlerde eser vermesinde etkili olmutur. O, bu yünden sadece roman
yaî^mam^, bu türün dnda, hikâye, mensur §iir, biyografi, târih,

hâtrat, seyahatname, mektup, makale, deneme, sohbet, konferans,


tebli türlerinde de eserler vermitir.

Edebî ahsiyetinin temellerini ve edebî ahsiyetini bu ekilde


ö^etleyebildiim!(^ Sâmiha Ayverdi'nin ilk kitab bir romandr. Ak
Budur adn tapyan bu eser, 1 93S ylnda yaymlanmtr. Bunu dier
eserleri takip etmi§, yakarn eser verme faaliyeti 1946 ylna kadar
youn bir ekilde devam ederek eserler toplam bu yl itibariyle on'

ula§m§tr. Bunlardan birisi hikâye, birisi mensur piri dierleri de ilk

eseri gibi romandr.

Sâmiha Ayverdi, ilk eserleri itibariyle öncelikle bir romancdr. O,


roman öncelikli olarak tercih etmekle beraber bu konudaki anlayp
itibariyle dier romanclardan farkldr. Ne sanat için sanat ne içtimaî
gerçekçilik... Bunlarla yetinme^ ve kendi ideallerini, fikir hamurunu,
dünya görücünü eserlerine katar. Bu fikir hamuru ve dünya görüjü ise

islâm tasavvufudur.

Pe^ep yaynlanan bu eserler, bu ö^ellikleriyle edebiyat dünyasnda


ilgiyle karplamr. Çünkü konulan, temas ve dili itibariyle çok farkl

önsellikler tapmaktadr. Onun bu farkl pkp ve gördüü ilgide,


eserlerindeki tasavvuf düüncesinin etkili olduu muhakkaktr. Çünkü,
toplumda o flaman için de bir kimlik bunalm vardr. Ve bu eserler

insan ve Allah meselesini bu ikisinin münâsebetini ele aldklar için

çok tesirli olmulardr.

Aynca; böyle bir roman anlaypnn, cemiyetimi^n o yllarda menfî


olarak tesirinde kald po^tivlf^m ve maddecilik cereyanlar karpsnda
nasl bir önem tapd ortadadr. O, maddeye karp mânây,
yoî^laçmaya karp ahsiyeti, yabanalaçmaya karp yerlilii müdâfaa
ederek, cemiyete rehberlik etmitir.

Bu eserler, bir anlamda gelenein de ihyâs mânâsna gelmektedir.


Çünkü, asrlar boyunca yaî^lan ajk eksenli mesneviler, yeni bir

244
Sâmiha Ayverdi üe SIRRA YOLCULUK

yorumla ve roman diliyle onun eserlerinde yeniden karpmiî^a çkarlar.


Bilindii gibi a^k kavram, varolup meselesi, insan meselesi hu eserlerin
de temel konusudur. Dolaysyla hu romanlar, hu mânâda çada§ bir

mesnevi gö:(üyle de deerlendirilmelidir.

Sâmiha Ayverdi için 1951 yl eserlerinde farkl biryöneliin de yldr.

O, hu yl içinde Ken^an Rifâî ve Yirminci Asrn Inda


Müslümanlk isimli eserini yaymlamtr. Bu eser, bir taraftan bir

20. yü^l velîsinin portresini ortaya koyarken bir taraftan da Sâmiha


Ayverdi'nin edebî duruunun kaynan müahhas olarak ortaya

çkarr. Ekserlerinde bal olduu dünyâ görüü, meselelere bakarken


hareket ettii temel dinamik ifadelendirilmi olur. Bu durum, meselelere
kar bir tavr al anlamna da gelir.

Ya^ar, artk projektörünü daha büyük meselelere çevirecektir. Nitekim


öyle olur ve târihî meselelere ve târihî eserlere yönelir. Toplum
meselelerini bu çerçevede ele alr. Târihin, onun için çok önemli bir
mesele olarak ele alnmas ise, problemlerimizin kaynann geçmite
olmasyla ilgilidir. Zîra, bi^ biî(japan deerler orada gi^lidir ve Türk
toplumu yaad son olaylarla bir medeniyet ve kültür krizline girmitir.
Bu kri^n çöî(ümünü, pek çok aydn, tümüyle kendimi:^ red ve baty
kabul eklinde ele alrken o, kurtuluumu:(un reçetelerini târihimiz^den

çkarmaya çalr. Bunu yaparken de özellikle son yü^ln salkl bir

deerlendirilmesiniyapar.

Târihi yakmak bir mânâda stanbul'u yakmaktr. Geçmi, bütün


deerleri ve güzellikleriyle stanbul'dadr. Ve bu ehri bu millete Fâtih
armaan etmitir. Fethin 500. yldönümünde onu Fâtih üzerindeki
çalmasyla görürü^- Edebî ve Manevî Dünyas içinde Fâtih
kitab yaymlanr. Târih, sonradan yakaca dier eserlerinde de

önemini korumaya devam edecektir.

Sâmiha Ayverdi, böylece roman dnda da eserler vermeye balar ve çok


deiik türlerde eserler verir. Romann dnda hikâye, hâtrat, makale,
mektup, mensur iir gibi türlerde deya^ar. Fakat türü ne olursa olsun
eserlerinin ana dinamii deime^ Temel eksen ayndr. Bu tür

çeitlilii insanlara deiik biçimlerde seslenme kaygsyla açklamak en


dorusudur.

245
Hakknda Yazlanlar Mustafa Özçelik

Meselâ hikâyeleri ele alndnda bunlarda romanlanndan farkl bir


durum sö^ konusu deildir. Sadece bu türün imkânlaryla konular,
ba§ka bir boyut içerisinde venlmi§ olur. Öte yandan roman asl türü
olduu için hikâye dalnda faî(la eser vermemi , bir eserle yetinmitir.

Bu hikâyelerde Türk cemiyetinin ve insannn ruh, gönül ve mânâ

^nginlii ilenmi, madde karsnda mânâ öne çkarlmtr. Tasavvuf


yine ön plândadr.

Zengin bir iç dünya, tasavvufla münasebet, Allah, insan ve tabiat


gerçeklerini ak boyutunda idrâk, ona airce hassasiyetler de
ka^andrmtr. Böyle olmas da tabiidir. Bu temayül, onu iirin
sularna getirmi fakat o iiryapmaktansa mensur iir dediimi^ türü
tercih ederek, nesirden tamamyla kopmamtr. Bu mensur-iirler, daha
youn bir lirimde Allah, insan ve kâinat gerçekliklerini dile

getirmektedirler. Yine, bu eserlerinde anlam younluu, iirin


imkânlarnn kullanlmas yü^nden daha fat^adr. Sembolik anlatm
da söî^ konusu olduu için erh gerektiren eserlerdir.

Sâmiha Ayverdi, bir fikir insan olmas sebebiyle fikri arlkl konu
olarak alan makale ve denemeler de yakmtr. Bu tür eserleri, onun
târih, kültür ve sanat meselelerindeki tutumunu ortaya koyan eserlerdir.

Bu eserlerde çok deiik meseleler ele alnm olmakla birlikte dil,

eitim, kültür, din, sanat, vb. konular arlkl plândadr. Yine bu


eserlerde yer alan konulardan birisi de istanbul'dur. Onda istanbul, bir

sembol olarak bi^m hayâtm^ ve deerlerimi-:^ temsil etmektedir.

Çünkü istanbul, Türk-lslâm medeniyetinin ulaabildii son merhalenin


çeitli görüntüleri ile yüklü bir kültür ve medeniyet ehridir. Yakarda
bunlar bugüne tamak ve bugünkü hayata katmak kaygs ön
plândadr.

Hâtralar da yine bu çerçevede ele alnabilir. Konak hayat, istanbul'a


ait sahneler, o devirlere âit ahs tasvirleriyle mâ-:^nin muhteem
tablolar önümüze getirilir. Yine bu hâtralar, ya^^nn çocukluk hayat,
yetitii çevre hakknda da bilgiler vererek onun, nasl bir ilim kültür
t^emininde yetitiini göstermesi açsndan önem tarlar. Bir ya\cnn
eserlerini yaadklarndan ayn düünmenin imkânsiî^ olduu
hatrlanrsa bunlarn önemi daha iyi anlalr. O, bu tutumuyla sadece
ahsa olarak yaadklarn deil, gördüklerini de anlatarak geçmie âit

246
Sâmiha Aj^^erdi üe SIRRA YOLCULUK

tablolar ja^ diliyle kalc yapmay baarmtr. Dolaysyla bu eserler,

siyâsi ve medenî târih açsndan önem arî(^ ederler.

Biyografi ve otobiyografilerin, Sâmiha Ayverdi için hususi bir önem


tajidn söylemek gerekir. Bu tür eserlerinde hem kendisi hem de millet
için önem tanyan Yunus, Mevlânâ, Mehmet Akif Ersoy, Dede Efendi
gibi ahsiyetler ele alnr. Onlarn dün neyaptklar, bugüne nasl katk
salayacaklaryorumlanr.

Ge^ yanlan da onun dünyâya baknn, ge^p gördüü yerleri

yorumlaycnn belgeleridir Bu tür eserlerinde özellikle Balkanlardaki

Türk meselesi ü^^erinde durulur. Dou ve bat medeniyetlerinin


mukayesesi yaplr. Bu yadlar, özellikle Balkanlardaki Türk mimari
eserlerinin varln ortaya koymas açsndan da haylifaydal olmutur.

Mektuplar ise onun husûsî dünyâsnn çinilerini ele verir. Belki de


onun bir anne, hassasiyet sahibi bir mümin, sorumluk tayan bir
münevver olarak portresini en iyi yanstan eserleri mektuplardr.
Çünkü, mektup daha husûsî ve daha samimiyet gerektiren bir türdür.
O, yakn ve ut^ak çevresindeki yü-:lerce insana mektuplarla ulaarak
hem kendi portresinin çinilerini ele verirken hem de fikir, görü,
nasihat ve tavsiyelerini anlatmaktadr. Bilhassa tasavvuf disiplininde ki
mektup gelenei hatrlandnda onun bu türe verdii önemin de sebebi
daha iyi anlalm olur.
Sâmiha Ayverdi 'nin edebî çalmalan kitaplarla kalma-:^ Devrin
önemli dergilerinde ve ga^etelerinde çeitli mevzularda yadlar ya^ar.
Büyük Dou, Türk Yurdu, Türk Kadn, Havadis, Hür Adam,
Tercüman, Kubbealt Akademi Mecmuas, Türk Edebiyat
dergilerinde görülür. Bu tutumda onu aktüel olana U':(ak kalmaynn

bir göstergesi olarak yorumlanabilir.

Sâmiha Ayverdi'nin eserleri konusu, temalar itibariyle mühim ve

husûsî olduu kadar dil ve üsluplaryla da müstesna biryerde dururlar.


O, Türkçe 'nin medeniyet ve kültür deimeleriyle beraber skça deitii
devirde yaktr. Yaklak elli yllk ya^ hayatnda Türkçe ciddi

meselelerle yüî^ yüî^e gelmitir Tasfiyecilik, Türkçe'yi oldukça


fakirletirmitir. O, bu yanl yoldan ufakta salam bir dil uuru ve

evkiyle eser vermitir. Bu yüî^den onu dili itibariyle de müstesna bir


yerde görmekteyi^.

247
Hakknda Yazlanlar Mustafa Özçelik

Üslûbuna gelince; birja^ar için üslup sahibi olmak çok önemlidir. Bu


dile bir mânâda jahsi tasarruf demektir. Ayverdi bunu ba§arm§ bir

jaî^ardr. Dile §ahsî tasarruflar da bulunmutur. Bu jüt(den bir

"Sâmiha Ay verdi Türkçesi"nden sd\ etmek mümkündür. Temel


kaygs mesaj olmas itibariyle üslûbunu da bu öî^ellik belirlemi,

bilinen edebî türler bu ö^ün üslup çerçevesinde jeni bir ifâde imkânna
kavumutur.

Bu önsellikler çerçevesinde Türkçe, onun dilinde yengin bir anlatm


imkânna kavumutur. Cümle yaplan Türkçe'nin geleneksel

ö^lligine uygunluk ar^ eder. Seçilen kelimeler mûsiki açsndan da ele

alnmtr. Yine kullanlan kelime says bakmndan çok ^(engindir.


Medeniyet ve hayatm^ anlatan her kelime ve kavram onda yer alr.
Cümleler mânâ bakmndan anlalr cümlelerdir. Sadelik önemli bir
önselliktir. Ama bu, bir basitlik deil, bir sehl-i mümteni olaydr. Öte
yandan mânây bomadan sanatl bir söyleyi de görülür. Bu da dilin bu
mânâdaki imkânlarn kullanmak olarak deerlendirilmelidir.

Cümleler, metni monotonluktan kurtaracak bir çeitlilik gösterir.

Yine bütün eserleri, çok akcdr. Bu da yanlarn muharrik gücünün


iman, ak vevecd olmasyla ilgili bir durumdur.

Bütün bunlarn toplamndan ortaya u çkar: Salam bir Türkçe uuru


ile yanglan bu eserler, hem fikriyaplaryla n^hninin:^ besler, hem sanatl
söyleyileriyle estetik ibtiy acnnca cevap verir. Hem de bin^ ana diliminin
:(enginlik ve güt^ellikleriyle karlatrr.

248
Sâmiha Aj-verdi üe SIRRA YOLCULUK

RFÂNÎ GELENEK ÇERSNDE SÂMHA AYVERD


Yusufcuk'tvL Geçen Baz Tasavvufî Mazmun Ve Temalar
Üzerine

Sadk Yâlszuçâtüar

Bir veliye tasavvuf nedir diye sorduklarnda, "Allah'n seni sende


öldürüp, Kendinde ebediyyen diri klmasdr" der. Böylesi çetin
bir meseleye dâir konumaya habyoru^ Üstelik modem samanlarda
bütünüyle yitirdiimiîi bir halden, sö\e dönümesi en mükiI iten sö-:^

ediyoruf(. Bir halk âiri, "âklk ne mükil ialdir" derken bunu


imâ eder. deimi bir sö^ daha : ak.
ite anlam dünyas tamamen
eyh-i Ekber'in Füsus 'un son fassnda beyan buyurduu üf^re, ak,
parçann bütüne olan itiyakdr Ki bütün aklar aslnda varln
Vareden 'e olan evkindendir. Mecâ-:^-hakiki, yönü sapm veya sahih
hangi muhabbet olursa olsun ilâhi ak cümlesindendir Hattâ eyh,
kadnn erkee dükünlüünü de, insann kendi yurduna olan
vurgunluu olarak tevil eder Bir sözcük daha : te'vil Bugün bi^m için

mânâs deimi, farkllam, anlamsal ^(emini yitmi veya bi^de ne


tecellî ne inkiâf olarak belirmeyen bu kelimelerle konuurken ne kadar
çâresi^ olduumu^ bir kef^ daha ifâde edelim.

Tasavvuf için dinin bâtn boyutudur dense yanl olma^ Ya da en


kapsaym ve sarih tanm budur diyebiliri^ Bu anlamda örnein "La
Mevcûde illâ Hû" (O'ndan baka bir ey yoktur/ Sadece O vardr-
ki böylesi bir Kesul haberinden de sö^ edilir. Balangçta O vard ve
O'nunla birlikte bir ey yoktu. Bu bugün yann da böyle
de böyledir,
olacaktr. Yani vücûd- hakiki O'nundur, O'ndan gaynya mevcud
denmesi gi^li bir irki îmâ etmektedir.) fikrini, "Lâ ilahe llallah" in
bâtn bir okumas olarak düünebiliri^

Tasavvuf bütün semavî dinlerin bâtnî boyutunu ifâde eder. Zaten bir
kavle göre Allah'n yaratt ilk varlk, Nür- Muhammedi'dir Arifler
buna kâinatn yaratc ilkesi derler Hakîkat- Muhammediye, varln
yaî^ld mürekkeptir Bir baka kavle göre de "Allah'n yaratt
ilk ey kalem ve nur"dur Kalem varlklarn yaî^ld kudret

249
Hakknda Yazlanlar Sadk Yalszuçanlar

Hokka Nun 'dur ki Kün lafnn son harfidir. Hokkann


kalemidir.

mürekkebiise Nür- Muhammedi'dir. Bir haberde Resul, "Âdem


henüz su ile balçk arasndayken Ben peygamber idim"
buyurur. O hâlde tüm semavî haberlerin cevâmiü'l-kelim sfatyla
Kesul'ü, Muhammed'dir (sav). Zaten kelâmlarn incisi olan Fâtiha'j
getirmesiyle hem sö^^ün nihayetini hem de bütün söylerin hülâsasn ifâde

etmitir. ¥âtiha fetheden demektir. Kitap onunla açlr, ilâhî hakikatin

kaps odur. Ümmü'l-Kur'ân'dr, Fâtihatü'l-Kür'ân'dr. O halde jö^


O 'dur. O 'ndan beslenen sö\ de O 'nun gibi ilâhî hakikatle arami'^aki
perdeleri saydamlatrma yönünde bir i§leve sahip olabilir. A.ma bi\
tasavvuf edebiyat derken Ibn Fând'n iirlerini kastederi':^ Seki^ on
gün süren cebelerinden sonra kendisine döndüünde söyledii pirlerden.

Ki onlan da modem insann dejifre etmesi imkânszadr. Bu konuda


oryantalistlerin ac^ içerisinde olduklarn yine kimi oryantalistler

söylerler. Çünkü Ibn Fând gibi ariflerin iirleri, melekût alemindeki


müjâhadelerinden ibarettir. Sek!^ü: civarnda eser kaleme alm^ olan
Hf^. eyh-i Ekber, Fütuhat 'ta, "Benim bütün eserlerim binlerce
müâhedatmdan sadece bir tanesidir. " der.
Tasavvuf eser derken böylesi bir alana girmi oluyoru^. Ke^â H^.
Mevlânâ'nn, Niyâ^ Msri'nin, eyh Bedreddin'in, Yesevî'nin, Yunus
Emre halvetlerinin. eyh Gâlib'in sofilerinden bahsediyoruz^. Bunlar
âlem-i mânâya ait hakikatlerin dünya diline dökülmesidir ki onlarn
adetâ muamma gibi konulmalarnn sim budur. '^antku't-Tayr'm
lugât- mutlakndan söyleriz" diyor jâir, kimse anlamaz^ bif^
bif^ler muamma olmujuz^. Bu gerçekte dilsi:^ kulaksz^ söî^dür. O halde

ona kulak verenin de canyla dinlemesi gerektir. Can kulayla


dinlenmesi halinde anlam srlarn açan bu söf^n modem
f^amanlardaki metinlerde ne kadar dile geldiini takdir etmek bi^e
düjmeî^ Mantku't-Tayr müellifi imlây ilâhî ile yazmaktadr.
O 'nun bütün sözleri Kur ân'in hazinelerinden gelir. Arfin altndaki
büyük hazinelerden. O kapnn kimlere açlaca ise kimsenin malûmu
deildir. Modem atehlerin ortasnda yanmaksz^n yasayabilen bir az^z^

§âire de açlabilir.

Sûf sözcüünün kökenine ilikin çeitli görümler ileri sürülmüçtür.


Bunlar arasnda en makbulü, Beni's-Suffe kabilesiyle ilgili olandr.
Kendilerini Kabe'nin komnmasna adam olan bu kabile, henüz^

250
Sâmiha Ayverdi üe SIRRA YOLCULUK

Ydir'an inmeden önce, Kabe 'nin temi^ik ve güvenliini bir tür ibâdet

biçiminde gerçekletiriyorlard. Suf, Arapçada yün anlamna gelirdi ve


bu kabile ballar yünden yaplmç sâde bir aba giyerlerdi, islâm 'la
tanttktan sonra Kabe'yle ilgili duyarlklar devam eden ve sûfler gibi

yalayan bu insanlara i^âfeten dervilere sûf ad verildi. Bir baçka


görüe göre, marifet ilminin sultanlarndan olan H^. Ali, tasavvufî

gelenein H^. Peygambere bal öncü ad idi. Nitekim arifler ve sûfler

arasnda, kendisini H^ Ali'ye neseben veya manen balayanlar çoktur.


Süflere göre, Kur'ân âyetleri ve Peygamber sökeri, çeitli anlam
katlarna sahiptir. Herkes, Kuran ve hadisin içerdii bu anlam
düklerine nüfu^ edeme^ Zahir ehli, bu iddiay reddeder. Oysa,

ariflerin ortak kanaatine göre, sökelimi Kur'ân 'in yedi anlam kat
mevcuttur. Yedinci anlam düî^i sadece Allah'n ilmindedir, ama dier
katlara, insan ulaabilir. Bunun yolu ise, yine Kur'ân'n ve H^.
Peygamberin emrettii nefsle mücâhade, riya^^et ve tepkiye ile açlr.

(Hatta ba-: sûfler Kur'ân'n mânâ denlinin dibinin olmadn


belirterek, 'denizler mürekkep aaçlar kalem olsa Rabbinin
âyetleri yazmakla tükenmezdi' âyetini de bu anlamda yorumlarlar.
H^. Mevlânâ'mn, 'üzüm sarholuu deil bizim
sarholuumuz, bizim sarholuumuzun sonu yok' beyti de
bunu imâ ediyor olabilir.) Tevil ya da tefsir, mânevi bir mertebe, bir
makam gerektirir. Allah kelâmnn bâtn ^enginliklerine ulaabilmek
için, insann manevî bir ge^ (seyr-i sülük) gerçekletirmi olmas

gerekir. nsandan amaç, halifedir, bu ise, insân- kâmildir. Buna, kimi


arifler, abd-i külli de derler. nsân- kâmil, kâinatn minyatür hâlidir.

Onda, ilâhi isimlerin tümü tecelli eder. Bir baka kavle göre, insân-

kâmil, Kur'ân'dr, Kur'ân'n kardeidir. Kâmil insan, Allah'n


yeryü^ndeki halifesidir, O'nun mahlûkatna merhamet ve efkatle

muamele eder; Allah'tan rahmet alr, varlklara merhamet venr,


yeryüt(ünü korur, Allah'n gerçek bir halifesidir. eyh-i Ekber'e göre,

yeryüî(ündeki tüm varlklar, insan- kâmilin parçalandr. nsann, bu


mertebeye ulaabilmesi için mânevi bir seyahat, bir miraç yaamas
gerekir. Bu ge^nin balangcn î^ühd oluturur. 'Kötülüü emreden
nefs" in teî(kiyesi, ancak sürekli ve duyarl bir ibâdetle gerçekleebilir.
Bu bakmdan islâm 'in balangç günlerinden itibaren, mükemmel bir

model olarak H^. Muhammed'in (sav) ^ühd ve takvas, nefsle

mücâhade yöntemleri, tevekkülü, bakasnn derdiyle dertlenmesi.

251
Hakknda Yazlanlar Sadk Yalszuçanlar

sürekli Kabbinin hu^^urunda bulunmann gerektirdii adap ve esaslar,

sonraki jü^llarda oldukça sâdk i^eyiciler bulmutur. O silikle bir

ilim ve belagat merkep olan Basra ve Küfe, ayn flamanda f(übd

hareketinin de bereketli bir çevresine tanklk eder. insann kul olarak


alçakgönüllü bir hayat sürmesi, eylem ve düüncelerinde tam bir uyum
içinde olmas, sabr ve jükür ehli bulunmas, bir bakma, kâmil bir veli
ve nebi olarak H^. Peygamber'in brakt mirasa varislik edenleri
ijâret eder. Bunlar, anlmlardr ki, en
"A.llah dostu/ veli" olarak

yetkin örneklerine sahâbîler arasnda tank oluru^ Ad ayn t^amanda


manevî bir makama öî^el isim olmuj olan Üveysü'l-Karani, bunlarn en
kâmil örneklerindendir. O, bir anlamda, kendisini insanlardan
yitirmesiyle, sonradan Melâmetiyye biçiminde adlandrlacak olan bir
damara da kaynaklk eder. Arif ya da safi, hangi isimle andrsa
anlsn, bu samimi mümin, kendisine H^. Peygamber'in yaamn
örnek edinir. O, dâima, Allah 'in külli irâdesine bal, nefsin tutku ve

arzularndan arnm, marifet ve tefekkür dolu bir hayâtn sahibidir.

Sûf, bu uhrev ilkeleri esas alarak yola koyulur. Nefsini tepkiye edene
ve marifet nurlarna müheyya bir hâle gelene kadar bu yolda yürür. Bu
yolun nihayeti yoktur. Gerçi arifler, "tevhid" makamnn, manevî
seyahatte, varlabilecek en üst dü^ olduunu söylerler ama, Allah 'in
mutlak ve sonsu^ varlnda tam olarak gaybubet etmenin nihayeti
olama^. Erken dönem ahitlerinin ilginç bir örnei olarak görülebilecek

olan Hasan el-Basri'nin u ifâdeleri, sûfyi bi:(e net bir biçimde

tanmlar dünyann tüm çekiciliklerine dikkat


niteliktedir: **Bu
et. Bir ylan gibi dokunuta yumuak, ama zehri
öldürücüdür. Onda bir zevk buldun ise, hemen terket, çünkü,
ondan çok az, sana yol arkadah edecektir. Dünyânn hâli
birdenbire deiir. Sen, deiene, kahc olmayana, sana sâdk
yoldahk etmeyene sakn kalbini balama. " Bir anlamda ^ühdü
de tanmlayan bu ifâdeler, O 'nun bir mektubundan alnmtr. Basra,

Hasan gibi daha pek çok ^hide ev sahipliiyapmtr. Fakr ve istina


vadisinin yld^anndan biri olan Rabiatu'l-Adeviyye bunlardandr.

Ke^â erken dönemin iki önemli velisini, Cüneyd-i Badadî ile Hallac-
Mansur'u anmam^^ gerekmektedir. El-Muhâsibî'nin örencisi olan
Cüneyd-i Badadî, 'Yolun eyhi" olarak da anlr ve na^ri tasavvuf
tarihi açsndan önemle kaydedilmesi gereken bir kiiliktir. "Allah'n
seni sende öldürüp. Kendinde diri Iclmas" tanm, ö^ü

l'bl
Sâmiha Ayverdi üe SIRRA YOLCULUK

itibariyle, tevhidin, "Ezelî ve Ebedî olann, zamanda balangc


olandan, yani fânîden ayrlmas" ilkesine dayanr. Kur'ân, hi^e,
"her ey yok olucudur, (O'na bakan/O'nun vechi) müstesna"
der. Bu, esâsnda, "varln birlii" ilkesinin de kaynan oluturur.

Sûfler, varlk unvann Cenab- Hakk'a lâyk görür, varolana bir


unvan olarak yaktrmaklar. Varolan, gerçekte Esma ve Sfat'in
tecellisidir. Bu, bir görünüm, bir belirmedir. Tpk deniî^n dalgalan

gibi Dalga, denirden ayn bir varlk deildir, onun bir hâlidir. Tüm
yaratlmlar da, A.llah 'in mutlak varlndan "ta§an " bir haldir. Bu
anlamda, varolanlarn, Allah'n Esma ve Sfat'nn tecellisi olduu
söylenir. Tecelli ile ayn kökten gelen bir söî^cük olarak "cilve" nin

anlam, "gerdek gecesi, gelinin, yü':^nü açmas" dr. Bu, bi^, varln,
Allah'n "açlmas" olduunu ihsas eder. Esma ve Sfat'in tecellisi, bir

bakma, varln açlmasyla, yani cilvesiyle gerçeklemektedir. Bu ise,

kaf ve nun arasnda ortaya çkmaktadr. Bu yü':(den kimi arifler

varln haznelerinin anahtarnn, "kaf ile nun arasnda" olduunu


belirtirler. Yani "kün" emriyle varln arketipleri yaratlmaktadr-ki

bunlara âyân- sabite denir- bu, ^aman ve mekân ötesi bir varlk
alanm ibaret eder. Varln hârici vücut giymesi ise. Esma ve Sfat'in
tecellisiyle gerçekledir. Varln vücuda gelmesi sürecinde görev alan

"sebepler" in, tenteneli bir perde olduunu belirten Bediü'i^man, dier


ârif-i billahlar gibi, Allah'n, Kendisiyle varlk arasna yetmijbin
î^lmânî ve nûrân perde koyduunu söyler. Ibn Arabi hacetlerine göre,
bu perdeler, nebilerin ve velîlerin götlerinden giderilmitir. H^. Ali'ye
if^fe edilen bir söî^ föyledir: "Perde-yi gayb açlsa, yakînim
ziyâdelemeyecek." Safilerin, marifet ilminin kaps olarak
gördükleri H^. Ali, bu sözlüyle, gölünden bu perdelerin giderilmi
olduunu örtük biçimde ifâde etmektedir, ilâh a§k jarabyla sarho
olanlarn en üstünü olan Hallac- Mansur, çadap Cüneyd-i Badadî
gibi, kalbine inen marifet nurlarn "§eriat"n mî^nyla tartma
konusunda, meleke sahibi olmadndan, "fânilerin elleriyle

kirletebildikleri evi" ni, yani bedenini, bu uurda kurban vermitir.


Kendisini öldürenlerin, "Ene'1-Hak" deme, "Hüve'1-Hak" de,

kurtul, sö^üne, "ben zaten öyle diyorum, ama siz O'nun gâib
olduunu söylüyorsunuz" diye cevap verir. Bu sö^ Allah ile varlk
arasnda tenteneli bir perde olan mahlûkat, tümüyle aradan pkarma
eiliminin üst düî^eyde bir ifâdesi olmaktadr. Çünkü, Hallac- Mansur

253
Hakknda Yazlanlar Sadk Yalszuçanlar

hen^ri sûfikr, varolann rü'jeti, Hakk'n rü 'yetidir, dije düünürler.


Varolup tlsmm çö^ede, Hallaç, çadap ve halefi safiler kadar
"ansl" olmamasna ramen, hu köktenci tutumu, sûf gelenein
snrlarn genletirmeye deyardma olmutur, denilebilir.

A.J.Arberry, islâm Mistiklerinin Öyküsü 'nde, ^ühd hareketinin,

Basra'dan Küfeje kadar, bütün islâm âlemine ve özellikle

ikinci/ sekiî^nci yü^ln ikinci yansnda siyasal ve dinî faaliyetlerin

önemli bir merkep haline gelen Horasan'a nasl yayldn anlatr:


Emevileri ykan ve Abbasi hilafetini kuran plan, Horasan"da
yaplmt. Bir samanlar Budiî^min filizlendii bir merkep olan bu
u^ak vilâyet. BeIh prensi ünlü ibrahim b. Edhem"e (v.160/777) ait

idi. ibrahim b. Hdhem"in riyasete çekilip', daha sonraki sûfler


arasnda gö^de bir tema haline geldi ve sklkla Gautama Buda 'nn
öyküsüyle karalattrld, ibrahim Edhem'in hikâyesi, tüm sûflerde
gördüümüz^ türden bir ruhî uyanp öyküsüdür. Rubûbiyet
yanlsamasna yol açabilecek tüm mal varlklarn tümüyle terketmeden
sâlikin seyr-i sülûkuna banlamas imkânszdr. Bunun ilginç bir

örneini Ibn Arabi'de görürü^ Manevî yolculuuna erken ya§ta


balayan eyh-i Ekber, yirmili ya§lann ba§lanndayken, sahip olduu
tüm e^ay, babasna emânet eder ve ihtiyaç sahiplerine datmasn
söyler. Nedenini soran babasna ise §u cevab verir. "Üzerinde bir
bakasnn hakla olan her Allah kulu, kulluunda bu hak
nisbetinde eksik kalr." ibrahim b. Edhem'inkine benler
menkbeler, her sûf için çokça anlatlr. Tasavvufun nazari târihi
dnda, süfizm için bereketli bir kaynak olan menkbeler, sûfilerin,
halktan Hakk 'a doru yürüyüünün tan olarak karpmza çkarlar.
Sûf, manevî miracn yakarken, dünya varlndan soyunmann ilk

adm olarak, üzerinde herhangi bir dünyevî mal brakmamaldr.


Tövbe kapsna bu halde yanaan sûf, adna zûhd denilen ve islâm'n
"ibâdat" ksmn oluturan amel-i sâlihalara titiz ^^^ biçimde uymak
olan bir yola girecektir. Zühd ve takva, sûfnin nefsiyle mücâhadede
bulunmas zp^nlu bir sürece, bir hâle iaret eder. Olgun bir yakine
ulamak ve müjâhadelere hazr hale gelmek için bu i^öA7/;^/W//r.

Tarzlarn yansra, insan Allah'a yaknlatran nafileler de sûfnin


dikkatli ve duyarl bir biçimde uymas gereken ibâdetler cümlesindendir.

Huu ve huzur hâli, havf ve recayla gerçekleecektir. Burada ^'/^r ve

virdler, halvet ve uzletler, sabr ve ükürler, sûfiyi, "ubûdiyyet"

254
Sâmiha Aj^erdi üe SIRRA YOLCULUK

hakikatine doru jüceitecektir. Ubüdiyyet, kulluun çeitli belirtilerini

ifâde etmede kullanlr. Bu halin, sûfde sürekli galebesi, artik onun


n^ makamna doru yol aldn gösterir. Geylâni hacetlerinin
öretisinin merke^ne ald "ac^' ve "fakr" hali en etkili ve ilevsel
joldur. Bu yolda, istikamet ü^e olmann art, ihlastr.

Bediü^^man'n srarla ü^rinde durduu ve adna bir risale kaleme


ald ihlas, kulun, hereyde, samimi bir biçimde Hakk'n nesini
gözetmesi hâlidir Bu, Melâmilerde olduu gibi, sûfinin, dünyaya
gelirkenki saf ve yaln haline dönmesini sonuç verecektir. Saf ve

katks:^ bir kul olma durumu sûfyi, ferasete, cud ve sehâya, gayrete,

fakra, sefere, sohbete, muhabbete, aka, evke ve marifete ulatracaktr.


hlasn hakikati, hlas sûresinde ehadiyyet olarak ifâdesini bulur.

Ehadiyyet, Allah'n âyân alemindeki mutlak tekliidir. Allah, tecellî

âleminde vâhid'dir, birdir. Ama tecellinin olmad öte âlemlerde

ehaddir, tektir. Allah'tan bakasnn hu^runu kabul etmeksi^n


yaama hali ihlas hakikatiyle gerçekleir. Bu süreçleri yaayan ve sûf
gelenein yaam öyküsüyle en ilginç kiiliklerinden olan Bir b. El-
Haris el-Haf, Melâmetiyye hareketinin bir dier ismidir. Merv'in, bir

flamanlar "dü^enbat^ ve aki" bir yerlisi olan H^. Bir, islâm'n


çansna gerçek anlamda uyduktan sonra, "bakalarnn düüncelerine

aldrmaydk" doktrinine de içtenlikle sahip çkmtr. Antik Msr


hiyerogliflerini bildii, hermetik bilgelie âinâ olduu söylenen, yan-
efsânevi bir baka ahsiyet olan Zünnûn- Msri, "marifet" düüncesini,

tasavvufa dahil edenler arasndadr. Sûfler arasnda, "Benim anm


ne yücedir, takdis ve tebih banadr" sö^üyle öhret bulmu olan

ve tevhid fikrinde Hallaç'dan da ileri giden Bayeî^d-i Bistâm,


marifetin ahikasnda yer alr. Arberry'ye göre, Bayef^d-i Bistâm 'den
sonra Sûf naî^ariyesinde merkef^ bir konum katlanan tamamen
gelimi, Rabbinde fâni olma (fenâfllah) doktrinini görüyoru^
Buradan, "Alial'tan balia bir ey yoktur" ifâdesine geçmek, nefis

ve dünya terkedildiinde mistiin, Rabbinde fâni olduunu ileri sürmek


qvr deildir Zühd öretisinin ;(orunlu sonucu olarak, dünya deersizdir

ve müminin kalbinin meru meguliyeti, ancak Allah'a ibâdettir.

(Hermetik bilgelikten sö^ etmiken "flosofa"(hikmet sevgisifnn

kökeninden de bahsetmek yerinde olacak. Erken dönem Atinal


floî^flann Msr'dan hermetik hikmetten istifâdeleri, flosofa'mn
teminini oluturur. Hikmet sö^ aktanlama:(j hikmetin dili sembol ve

255
Hakknda Yazlanlar Sadk Yalszuçanlar

sükûttur çünkü. A.ncak A.tinal kadîm mütefekkirler hikmet sevgisini


edinebilmilerdir Msr'dan. Felsefe adm adm hikmetten
uî^aklajmann târihi hâline gelmitir sonralar. Heidegger'in "Nedir
bu felsefe denilen?" sorusu kökene dönme ihtiyacyla söylenmitir ve

felsefenin yeniden hikmete, en atfndan hikmet sevgisine dönücüyle ilgili

bir endieyi içinde tapr. Zira hikmet varlk 'la ilgilenir, varolanla deil
Zaten Hölderlin 'in iirine ilijkin yaq7snda da Heidegger, "mülklerin
en tehlikelisi" dedii pirin "ijlev"inin varolann varl tehdidini

deifre etmek olarak açklar.)

Tasavvuf tarihinde Muhyiddin Ibn Arabi, nasl bir dönüm noktas ise,

na^rî süflimin ö^l tarihinde de Hüccetü'l-Islâm mam Gazali, bir


ajama olarak görülmelidir. Gazali 'nin, özellikle Emevi Camiinde
itikafa çekildikten sonra, El-Munkzu Mine'd-Dalal eserinde

anlatt derûnî yaamnn ürünü olan düünceleri, kelâma ve seleflerin

tasavvufa yönelik iddetli eletiri ve itiraflarn püskürtme yönünde bir

ijlev görmü§, aynca, sûf tefekkürünü ^nginle§tirmi§tir. Onikinci


yü^l, çeptli sûf tarikatlarn olumaya balad bir dönemdir. Tekke,

î^aviye ve hankahlar çevresinde belirli bir ritüeli olan, "mürçid"e dayal


bir tasavvuf anlaynn, giderek tüm islâm corafyasnda yaygnlat
bir süreç. Tarikatlar arasnda doktrin dü^inde deil, daha çok ritüel

balamnda bir ayrmdan sö^ edilebilir. Esas itibariyle, her tarikatn,


Kur'ân'n H^. Peygamber'in emri olan nefsle mücâhade ve riyaset

yöntemini, belirli !^kr seanslarm, nefsin te^^kiyesine yönelik eylemlerini

iî^ledii söylenebilir. Zikr, tasavvuf ehlinin, vecde ulamada ve gerek nefs

gerekse nefis d tâutlan yok etmede öne ald bir ibâdet biçimidir.

Nama:(^ en büyük ^kirdir. Kur'ân kraati, bi^^t t^krin kendisidir.

Ne ki, özellikle Taft^ay Celâl, kelimeyi tevhid ve ehâdet ile Esma


^kirleri, sûflerin, arnmada ve aknlamada sk biçimde iedikleri
düt^enli bir ibâdet tar^ olarak bugüne dein gelmitir.

Na^iari tasavvuf târihinin en önemli ad, kukusu^ Maribli ünlü


bilge ve eyh-i Ekber nâmyla maruf Muhyiddin Ibn Arabi'dir. Ibn
Arabi, kendisine gelinceye kadarki sûfi gelenei tevarüs etmenin
yansra, gerek doktrin olarak gerekse sö:(lük bakmndan sûf^i
adeta yeniden kurmu ve tedvin etmitir. O'nun oldukça kapsaml
marifet ve tefekkür alan içine, tüm Islâmî ilimler toplanmtr. Fkh,
kelâm ve hadis alannda da hayli eser vermi olmasna ramen, Ibn

256
Sâmiha A>-verdi üe SIRRA YOLCULUK

Arabi, daha çok ünlü Fütuhat- Mekkiye ve Füsusu 'l-Hikem 'iyle


tannr ve haleflerini özellikle bu eserleriyle etkiler. Bir bakma, tüm
sûf literatür, Ibn Arabi'nin bu iki önemli eserinin çevresinde getirir ve
döner diyebiliri^ O 'nun sistemli tefekkürü, tüm ilhamn Kuran 'dan
ve O 'nun hazinelerinden alan tevil ve tefsir yöntemi, manevî miraa
süresince yalad çok sayda vakas, naf^ariyat ve söküü, tasavvuf
târihi boyunca çok sayda esere kaynaklk etmitir. Ibn Arabi,
öncelikle belirtilmelidir ki, Ö!(el bir velayet doktrinine sahiptir. Tüm
peygamberlerin ayn ^(amanda veli olduunu belirtir ve velayetlerinin

nübüvvetlerine gâlib geldiini söyler. Peygamberlerin tümü, 'Triakikat-i

Muhammediye"nin tezahürüdür. O, hâtemü'l-enbiyâ olduu kadar,


"hâtemü'l-evliyâdr" da. H^. peygamber'in (sav), velayet bakmndan
dört büyük i^eyicisiI vârisi vardr. eyh-i Ekber, kendisinin
bunlardan biri olduunu ifade eder. "H^. Muhammed'in ve Mesih'in

mirasnn hatemi, kukusu^ benim. " Bu, eyh-i Ekber'in en çok itira^

gören düünceleri arasndadr. Ibn Arabi, hatem olduuna ilikin


birkaç vakasn da aktarmaktadr. Bunlann çou, Fütuhat'ta yer
alr. Zahir ulemâsnca tekfir derecesinde itiraî^ ve saldrlara hedef
olmasna karglk, Ibn Arabi, kendisinden sonra gelen hemen her
sûfde derin bir etki brakmtr. Bu etkiyi, sadece sûflerde aramak da
yanl§ olur, eyh; ayn î^^amanda âlimleri, feylesoflan, mütefekkirleri ve
düünürleri ve siyaset adamlarn da etki alannda tutmutur.
Hakknda en çok ferh yanlan kitaplarn sahibidir. Ibn Arabi'ye
ilikin çok sayda tarihçe, erh ve yorum yazlmtr. O'na göre,

kâinat, göreceli bir varla sahiptir. Hem, sonsuz^ varolu, hem defan
yokolutur, Allah'n ilminde oluu bakmndan ebedî varolutur; fânîi

yokoluu ise, Allah'a göre, dsal oluundandr. Allah, hem Zâhir'dir


hem Bâtn. Zahir ve Bâtn olu, insann bildii biçimiyle. Hakikat 'in

iki temel öesidir. Her ne kadar Yaratc, mahlukattan aynlmsa da,


aknl kabul edilen Hakikat, içkinlii kabul edilen âlem ile

ayndr. Yani, Hakk, mâsivâda, varlk aynalarnda beliren sfatlarn


ayndr. Hak, varln ruhu, âlem de, O'nun z^âhiri suretidir.

Allah 'tan gayn varlklar, O 'nun iradesi yoluyla, eylerin kurallarna


uygun olarak hareket eder ve varolur; O 'nun temsilcileri. Esmaya da
küllî kavramlardr. Varlk âleminde görünmeden önce, olgular

dünyasnn varlklar, Allah'n eî(elî ilminde âyân- sabite (ontolofik

257
Hakknda Yazlanlar Sadk Yalszuçanlar

model) olarak var idiler ve hu nedenle, ilâhî Zat ve uur'un


parçasydlar. Denilebilir ki, âyân- sabite, mutlak hakikat olan
l^ahid-i Ehad ile, varlk arasnda bir ber^htr. Allah ile, bir olma
mânâsnda birlenme Ibn Arabi'de asla sd\ konusu edilemet^. Sûfnin,
Allah ile bir olucunun idrâkine varmasndan bahsedilebilir. Kâinatn
yaratc ilkesi olarak Akl- Evvel, Hakikat- Muhammediye 'dir. Bu
ilkenin kusursu^ belirtisi, Insân- Kâmil'de olur. Hakikatin minyatür
hali olan Insân- Kâmil, ayn gamanda kâmil veli ve nebî olan H^.
Muhammed'in de bit(âtihi kendisidir. Ibn Arabi'ye göre, her
peygamber, Allah'n bir "kelime"sidir. Mutlak mânâda "kelime" ise,

peygamberlerin Hatem'i ve ilk hakikati olan H!(.

Muhammed'dir(sav). Bütün bu ferdi kelimeler, Hakikat-


Muhammediye'de toplanmtr. Yüzerce eser kaleme almij olan eyh-i
Ekber'in çok sayda if^eyicisi olmutur. Bunlar arasnda, Konevî,
Iraki, Cîli, Molla Cami, Kayseri, Konuk vd. arifler saylabilir.

Bunlarn çou, eyh 'in en çok tartlan eseri Füsusu 1-Hikem 'e erh
de yaî^mlardr. eyh-i Ekber'in ad, eserleri ve düünceleri, Risâle-i

Nur 'da da çok geçer. Bediü^î(aman, Ibn Arabi'yi, "bir mûci':^-yi

hakikat, hânka-y Kur'ân ve ulûm- Islâmiyyenin mucizesi" olarak niteler.

eyh-i Ekber'in eserlerinde isim ^kretmeksi^n alnt yapt H^.


Mevlânâ da, süf gelenein önemli adlanndandr. Hakikat'in
tefekkürî ve iirsel boyutlarm, mükemmel bir imajinasyonla ortaya

koyan H^. Mevlânâ, bu vadinin dier iki adn da anarak öyle der:

"Attar, ruh idil Senâî, O'nun iki gö-:(ü/ 'Ve ondan sonraki devirde I Bi^

geldik onlarn v:^nden. " Bir bakma, Kümi, Ibn Fand ve Ibn Arabi'den
sonra, bütün bir tasavvuf geleneinin sacayan tamamlar. Artk
karmza üç doruk isim vardr. Bu üç bilge, süft:^min hem nazarî
hem de estetik açdan kemâlinin ^rvesini temsil eder. Bunlardan
öî^ellikle Ibn Arabi'nin dünyas, biî^e, tasavvuf irfann tanma
açsndan gereinden fa^^a veri sunar.

Inisiyatik gelenein modem î^amanlarda en saf ve katksn adlarndan


biri merhume Sâmiha Ay verdi'dir. O gelenein günümüî^de gürbüt^^ ve
bereketli bir damarna mensubiyeti olduu gibi, ömrü boyunca elinden

dümeyen kalemiyle onlarca esere de im^ atm ve eserlerinin çounda


tasavvuf neve dile gelmitir. O 'nun oldukça yengin mânevi ve -^hinsel
yaam içerisinde Yusufcuk'un ayn bir deeri vardr. Yusufçuk,

258
Sâmiha Ayverdi üe SIRRA YOLCULUK

modem Türk Edebiyat 'nda dili ve dünyas bakmndan yekta bir


eserdir. lk basm 1 946 ylnda yaplm olan Yusufcuk'ta, ya-:(ann

"mesel" olarak niteleyebileceimiz ksa öyküleri yer almaktadr.

Ayverdi, Ken'an Rifâî'ye intisapl ve O'ndan sonra da bir nevi

postnijin olarak cemaatin "anne"si olmu, roman, hikâye, deneme,


aratrma, sohbet, geî^ yats ve günce türlerinden pek çok kitap yaî^mij
velut bir sanatkâr. Rifâîliin bir kolu olan bu gelenein her ne kadar
Ahmed Rifâ hazretleriyle silsile ba varsa da, Ken'an Rifâî hacetleri
aralarnda eyh-i Ekber de olmak üf^re bütün bir irfan geleneinden
beslenmitir Yusufçuk, günümüze tasavvuf! neveyle yaklm, meca^
ve maf^mun dünyasyla, diliyle, kurgusuyla, tar^ beyanyla sûfyâne
denilebilecek bir metinler toplamdr. Yasa, açk uçlu, trajii olmayan,

dramatik bir kurguyla ilgisi bulunmayan bu mesellerin ilkine Ayverdi,

Feta'nn ilk olarak karsna "kâinat kitab"n çkardn, açtn ve

"Oku!" dediini söyleyerek girer. Kitaptaki meseller boyunca, Ya^r


kâinat kitabnn sayfalarm okumaktadr. Her kssa, bu kitaptan bir

sayfa, bir cümle, bir kelime gibidir, ilâhî akn sarholuu içinde

ya^lm olan Yusufçuk, kâinat kitabnn okunmas için öncelikle

insann kendi kitabn okumas gerektiini bi^e hatrlatr. Sanki kitap


bu uyan çevresinde döner. Bu, nefsini bilen Rabbini bilir hakikatinin

ifadesidir. Nefsini bilmek, insann kendisinde tecelli eden ilâhî esmâ'mn

tecellî dü^ince gerçekleir. Nefsini bilmekten muradn bu olduunu


söyler arifler, insan ilâhî isimlerin hangisinin ne ^aman tedbn

altndaysa ve tecellî ne dü^ydeyse o yetkinlik dü^ince bilebilir

Rabbini. Ayverdi, "tepsisinin içine nisan yamuru toplayan bir


çocuk gibi, bu akp giden selin altna çanan" niçin

koyduunu sorup durur, hu soruda bile sûf macunlarndan birkaçn

bulmak mümkündür. Yamur rahmeti simgeler. Allah Rahman

sfatyla ar kuatmtr. Dünyada bu sfatla, âhirette Ruhim ismiyle

Ruhman'da kayt yoktur. Çanak, fey^ kabil hâle gelme


mütecellîdir.

durumunu ifâde eder. Kulun yapabilecei ey ha^rlanmaktr. Ki buna


talep, edene de talip tâbir edilir. Müridle eanlaml olan bu kelimeden
anlar^ ki, insan sadece ister ama asl murad eden Allah'tr, insan

diler fakat gerçekleen murâd- ilâhî'dir. Nisan yamuru da evrensel

sembollerdendir. Sedef bedendir, inci kalptir. Nisan yamuru inhisar

kabul etmeyen kalbin kökenini simgeler. Kalp, insandaki ilâhî

merkezdir. Namaz ve hac ar^n merke:^ olan Kabe'ye yönelinerek edâ

259
Hakknda Yazlanlar Sadk Yalszuçanlar

edilir. Zikirde ise insan kendindeki ilâhi merkep yani kalbe doru
bükülür. Kalp, beytullahtr. Bir kudsî hadiste, 'yer ve gökler Beni
kuatamad, ancak inanm kulumun kalbi kuatt"
buyrulmujtur. Ayverdi, ama ardndan tecâhül-i arif
sorular sorar

yaparak, "biliyorum ama yine de soruyorum" der.


Yusufcuk'un bir ba§ka metni föyle açlr: "Herkes bu meydana
bir zafer için gelir, ben ise sâde Sana yenilmek için geldim.
"

Bu cümle yalnz bajina bi^e sûfüiin hâl dilini ele verir niteliktedir.
insanla ilâhî hakikat arasndaki en büyük engel insann kendisidir,
insan kendisinden tümüyle kurtulmakst^n ilâhî fey^e kabil hâle
geleme^ Ibn Arabi, secdede üfendimi^^in sürekli yapt duay
hatrlatr: "Allahm beni nur kl" O'na göre Efendimizi burada,

"Allahm beni kl" demektedir. en-Nur, Allah'n


Sen
isimlerindendir ve "beni nur kl" diyen, gerçekte, "beni benden al.

Kendi sonsuz ve mutlak varhmda yok et" demek istemektedir.


Secde madem en yakn olduumu^yerdir, o halde kendimi":^ tümüyle
aradan kaldrmam gerekecektir. Ayverdi'nin, "sade Sana
yenilmek için geldim" ini de böyle okumak mümkündür. Bir
baka metinde föyle der : "Adn sordular. Söyledim.
'Tanmyoruz, kimmi o?' dediler. Az kald perdeyi çekip seni
onlara gösterecektim; fakat ihtiyatkâr olmay yine Senden
örendiim için düündüm ki, gösterseydim de
vazgeçtim ve
göremeyeceklerdi; zira perdelerin kalkt ezel gününde onlar
Seni görmülerden olsalard, imdi burada, 'Tanmyoruz'
demezler ve demir âsâ demir çank, bu kâinatn tek görülecek
görülmemiini arar ve bulurlard." Yusufcuk'un bu metninde
Sâmiha Ayverdi muaî^am bir hakikati tek cümlede tasvir eder. Ef^el

bilipklii dedii bu temaya kitapta sk sk döner: "Ezel gününün


dîvâne yolcusunun parmana yüzük
dünyaya gelirken bir
takm, sonra da, 'bunu hrszlar çalacaktr; sen gene onu ara
bul' demitin, tik sözün pek çabuk çkt. Gözümü bu âleme
açar açmaz, onun parmamdan çalnm olduunu gördüm.
Çaldran da ben, arayp bulacak olan da bendim." Burada
tevhit hakikati dile gelir, ikilik aradan kalkar. Mutlak tekliin
ifâdesi olan baka bir meselinde Ayverdi, "henüz zaman
yaratlmamken insan sözü edilmeye demez bir varlkt"
mealindeki haberle, "balangçta Allah vard ve O'nunla birlikte

260
Sâmiha Ayverdi ile SIRRA YOLCULUK

bir ey yoktu" hakikatim


birletirir: "Dünya ekilsiz bir
ynken, ne ne su, ne ate birbirinden seçilmeden ve
toprak,
mükevvenat henüz tasavvur ve yaratl teknesinde
yourulmadan Sen vardn. "
Mutlak makamndaki seyircisi ve a^k yolcusu olarak da
tekliin hayret
insan anar: "Ve ben hep bam kapnn eiinde, Senin
hayrann olarak ak rüyalarm görürdüm." Ayverdi'nin hu
metinlerinin çou na\ makamnda kaleme alnmtr. Ya^r naldan

niyaza niyazdan na^a gider gelir. "Bugün Sensizlie


tahammülüm yok" der, "beni kendimden geçir, sarho et. "
Bu dilee eriyinceye kadarki serencâmn ise koî^mik bir hikâye olarak
anlatr: "Ruhum bir kahbm esiri olmadan evvel, elimi bir el
tuttu ve bana güneleri, seyyareleri, semâvâtm acâibini
gezdirip seyrettirdi. Nihayet bir âleme getirerek: 'te misafir
olacan buras dünyâdr' dedi. Böylece kimsenin
yer...

kimseyi görmeden çahp didindii bu patrth âleme ben de


katldm." Bu, insann ilâhî varlktan kesret âlemine inicinin

hikâyesidir, insan ebedî sessizlikten gürültülü bir ar^ inmi§tir. ]/e su


ile sarho olacak dü^ye gelinceye kadar bu hengâme içerisinde

yuvarlanacaktr. Her metninde ayn bir hikmetin dile geldii


Yusufçuk 'tan §imdi de istina makamnda ya:(ilmif bir meseli analm:
"karna dua etmek için oturup ellerimi açtm. Ne garip ki
yüzünü görünce bütün isteklerim, sam vurmu bir aacn
yapraklan gibi kavrulup döküldü. Bilmem niçin evvelden bu
mukadder neticeyi bana haber vermedin? Ben duâ mahalli
deil, ak ocaym demedin?"
Kûbiatü'l-Adeviyye bir gün hastalanr Aclar içindeyken Baye^d
çkagelir "Niçin Rabbinden ifâ dilemiyor, bu acy
çekiyorsun.^" diye sorar Rabia, "O'nun murad bu iken niçin
aksini isteyeyim, bu ayp deil mi?" diye cevap verir. Dua, eyh
elAlevi'ye göre Allah ile kalben araasiî^ haberleen kâmil velîler için

gereksiî(dir. Ay verdi'nin bu metni gerçekten de üstün bir yetkinlik


dü^inden ya:(ilmpr. Buna arifler Zat merebi derler. Zaten insann
manevî seyrinde ge^nin ^rvesi Zâtiyyet dü:(eyidir. Bu bölüme fark-
evvel tabir edilir. Mahlûkiyetten Zâtiyyet hakikatine uruc eden velîler

oradan tekrar nüf^ûl ederler ki bu da fark- sânî olarak isimlendirilir.

261
Hakknda Yazlanlar Sadk Yalszuçanlar

Sejr-i sülûkunu tamamlam kâmil velîler ümmiyjun, safiyyun ve

^atiyjundur. Ümmiyun, sanldnn aksine câhil anlamna gelme^


okur ja^r olmayan manasn içerme!^ ümmiyjundan kast, insann
kendi kijisel algsn ortadan kaldrmasdr. ilâhî Hakikat 'e açk ve

ha^r hale gelmek için hu arttr. Sâfiyun ise kalbin ve hâf-:(ann


saflndan kinayedir. Necati'nin, "ettik o kadar ref-i taayyün ki
Neâtî/Ayine-yi pür-tâb- tnücellâda nihânz" ifâdesindeki
"mücellâ" macunu bunu îmâ etmektedir. Ayna saf ve cilâl

olmaks^n ilâhî hakikati kusursu^ biçimde yanstama:^^ aktarama^


Zâtiyyun olmak ise, yerden semâya, beerî gerçeklikten semavî hakikate
doru bir ge^nin gerçekletirilmesini iaret eder. insan ar^a nü^ül
etmi, inmitir. Kudsî Kelâm da ar(a tene^î^ül etmitir, insan
hayattayken bu iniin simetrik bir ge:^sini gerçekletirmek
durumundadr. Bu get^iyi gerçekletirenlere t^âtiyyun denir. Zâtiyyun
olan kimse artk merhume Ay verdi 'nin yukarda andm metninde
ifâde ettii hâle ulamtr. Sürekli Kabbinin müâhadesiyle megul hâle
gelmi ve O'nunla arasndaki haberleme kanallar tümüyle açlmtr.
Rabbinin müâhadesine mahî^ar olan kimse için O, artk bir duâ
makam deil, bir ak ocadr. Bu, makama muhabbetullah tâbir

edilir. Muhabbetullah mârifetullah netice verir. Tam da burada


muhabbet, ak ve evk merdivenlerinden sö^ etmek yerinde olacaktr.

Muhabbet, kuun uçmaya çalmasdr. Ak kendi kanatlaryla


uçabilmesidir. evk ise en üstün dü'^^eydir ki, bu, kuun kanad
krldktan sonra da uçmaya gayret ediidir. Çünki bu dü^e erien
kii bilir ki, kendisi Kabbine kendi kanatlaryla ulaama:^ ancak
Rabbi, el-Karib adyla kendisine yaknlatrabilir. Bu makamda ise

ancak insan akla dolar.

Yusufçuk' taki bir metin bi^e bu hakikati olaanüstü bir saflk ve

açklkta anlatr:

"Küçük laz! Mektebe baladn gün, locan ilk i olarak


sana harfleri öretmiti. Az
sonra bu örendiin harûeri
birbirine çatma yaptn ve böylece kelimeler
temrinleri
meydana çkt. Sonra bunlar sraladn ve ibare oldu. Böylece
de okumay söktün. Artk büyüdün, mektep bitti. imdi yeni
bir dersaneden içeri giriyorsun. Ben de sana ilk i, bu
kitapsz kalemsiz kazanlan ilmin ba harflerini öreteyim:

262
Sâmiha Ayverdi üe SIRRA YOLCULUK

Gülümseme ve utanma, tte yavrum bunlar, ak Idtabmm ilk


*'
harfleridir.

Ajverdi, burada hem hakikatin ilâhin ve bâtn boyutlanndan sö^


açmakta hem de a§k mesleinin mâhiyetinden konulmaktadr. Zahir,
bâtnn d§ boyutudur. îbn Arabi hasretleri, Fütuhat ta föyle der:
"eriat, Hakikat'in örtüsü veya perdesi deildir, bizatihi
kendisidir. Hakikate geçmek için, bizzat eriata nüfuz etmek
gerekir. " Bu bi-:^, î^âhirin bâtndan ayn bir olgu olmadm, onun bir
boyutu, biryönü olduunu gösterir. Demek ki bâtna geçmek esastr ve
bunun yolu da ^âhirden geçmektedir Zahirde kalmayp bâtna nüfu^
etmek gerekir Bâtn arktr. A§k yolunda ise insan strap karclar
Ayverdi öyle der:

"Istrap denen bir harf vardr ki, bunu hepsinden evvel


örenmeye çah; zira onu ihtiva etmeden mânâ kazanm
hiçbir keUme, hiçbir cümle yoktur. "

Bu, bi^ ak arabyla sermest olanlarn en üstünü ve bir ak ehidi


olan Hallac- Mansur hacetlerini hatrlatr. Ölümünden birkaç gün
önce, î^ndanda kendisini î^arete gelen Cüneyd-i
Badadî hacetlerine
öyle 'barndan sonra beni öldürdüklerinde, sen
der:

medresene dön ve üzerindeki sûfîlik hrkasn çkararak


müderrisUk cübbesini giy. Çünkü ak yolunda, ehitlik
kaçnlmazdr. Bu meslekte insann kendi kanyla alaca
abdestle klaca iki rekat namaz üzerine farzdr. "

Istrap söküü, ak yolundaki ehitlii imâ etmektedir Bu ma^^un,


"ölmeden evvel ölünüz" hadisinden kaynaklanr Ayverdi,
meselinde küçük k^ son olarak öyle seslenir: "Eer straba yer
vermemi bir ibareye rastlarsan, korkma; 'bunun ak
kitabnda yeri yok' diye baylar. "

Buna "belâ" da tâbir edilir Belâ da inisiyatik bir ma^^undur


Nitekim Hallac- Mansur hacetleri öyle demitir: "Sultanlar, bir
iklimi (mülkü, vatan) fethettiklerinde, yeni bir iklimin,
vatann fethinin arzusuyla yanp tutuurlar. Biz ise, yllardr
Senden gelecek bir belânn umuduyla yanp yaklmaktayz. "
Belây hem Rabbin bir ilâhî lütfü, bir ba
olarak okumak hem de
"beli/ evet" mânâsna yormak mümkündür. Bu ise, "nc"j taleb

263
Hakknda Yazlanlar Sadk Yalszuçanlar

etmektir. Ea^â makam, sadece A.llah'n kuldan deil, kulun da


Allah 'tan râî^ Bu makam, yetkinlik düklerin üst
olmasn içerir.

basamaklanndandr. Pir Sultan Abdal hacetleri, bir nefesinde,


"güzel âkçevrimizi çekemezsin demedim mi/bu bir nzâ
lokmasdr yiyemezsin demedim mi?'* demek suretiyle, "n^â"mn
ne denli ulalmas güç bir makam olduunu belirtmitir.

Rif^â, kulun her peyden rât^ olmas, Rabbinin her tecellîsini bir lütuf

olarak kabullenmesidir. Musibetler, yokluklar, yoksulluklar,

yalnzlklar, aclar, ayrlklar, ölümler, her türlü maddî ve manevî


skntlar can ve bala benimsemesi ve jükr makamnda bulunmasdr.
Sâmiha Ay verdi. Yusufçuk 'taki bir anlatsnda bunun bâtnna doru
sunarak föyle der: "Gidenin yerine benzerini getirmek gayreti,
ite insanlarn tesellisi. Ama o bazen daha cesur, daha
pervasz davranarak, insanolunun bu körü körüne sarld,
ban gösünde dinlendirdii, ya da hizmetine çard
*teseUî' adh cariyeyi, ezel künyesinde rasdad ismiyle
çarr: 'gaûet'.'* Bu metnin alt okunmas yapldnda "tesellî"nin

bâtnî hakikatinin n^â, "gaflet "in ise "tevekkül" olduu


anlalacaktr. BJf^ olmak teselli bulmak deildir Rif^â, "artk öyle

olur ki; "Ben kulumdan kulum Benden raz olur" hakikatinin


simdir. Ya da "ey nefs, artk Raz olmu bir halde Rabbine
dön" nidâsndaki srdr. Nefs, dünyâya inerken yaad irtifa

kaybn, simetrik bir ge^le, yani manevî bir mirada taçlandrdktan


sonra nî^â makamna uruc eder. Bu halde Rabbine dönen nefs artk

"sâfîyye" olmutur. Gaflet ise, kulun Rabbinden nisyândr. Sûfler


"ben"lik duygusundan bir ^erre kalm ise kulun gafletten

kurtulamam olduunu ifâde ederler. Gafil olan tevekkül makamna


erieme^ Tevekkül, insann aradan çekilmesidir. Zîra insanla R^bb

arasndaki engel kendisidir. Cüneyd-i Badadî hacetlerine Seriyyü

Sakatî hacetlerinin söyledii u sö!^ bunu ifâde eder: "Senin


varhmdan daha büyük bir günah yoktur. " Sâmiha Ay verdi,
metinde, "Teselli"yi bir cariyeye ben^tmek suretiyle hem tehis sanat
yapmakta hem de tesellinin batan çkanclk niteliine atfta

bulunmaktadr.

Yine "ak"a ilikin bir baka metinde, onun belirleyici ileviyle ilgili

bir vurgu yer alr. Bunu Ay verdi, "müstebit" kelimesiyle ifâde eder.

264
Sâmiha Aj^erdi ile SIRRA YOLCULUK

A/k gerçekten de tüm balan ykarak kendi balarm kurar. Bu onun


kozmik niteliidir. Ayverdi föyle der:

"Konuuyorduk. çimizden biri sordu:

-Târittin kaydettii en müstebit tüldimdar kimdir?

Her azdan bir isim çkmaya balad. Saydlar, söylediler.


Fakat sorgu sahibi bunlarn hiçbiriyle tatmin olmuyordu. Bir
ara göz göze geldik. Bana,

-Niçin sesin çkmyor? Sen de bir ey söylesene, dedi.

Zaten ben de söylemeye hazrlanyordum. Yavaça,

-Ak! dedim. "

Ayverdi bu hakikati ifade ederken, ajkn et^elden ebede tahtnda tek


rakibi olmaks^n saltanat sürüp buyruk yürüttüünden bahs
açmaktadr Zaten sonunda, "bunu, bu aikâr zaferi koyup
uzaklara gitmek ne reva" diyerek, "ak imi her ne var
âlemde'*gerçeini tahkim etmektedir.

Varln mayas aktr Varoluun sim aktr. Evren aktan


domutur Varln merke^nde hakikat- Muhammediye bulunur
Bütün muhabbetler muhabbet-i Muhammediyedendir
"Muhammedden hâsl oldu muhabbet/Muhammedsiz
muhabbetten ne hâsl" diyen âir bu srdan konumaktadr.
Yusufçuk 'un bir metninde Sâmiha Ayverdi, insan balçktan youran
ve ona nefesinden üfleyen Rahman'n soluunun rü^ân
Yüce
oluumui^çian sö^ eder: "Sana soruyorum dostum, beni bu
dünyaya kim davet etti? Anamla babam m? Hââ. Onlar,
ezel tasarrufunun zavalh bir âletinden baka nedir? Sahibim
bir mucize göstermek istedi; gitti bir da bandan bir avuç
toprak alp yourdu ve ona kendi nefesini üfleyerek dünyaya
frlatt. Bu çamur, dünyada bir anann babann çocuu oldu.
Adna da adm verdiler. Yalan söylemiyorum; ben, onun
nefesinin bir rüzgânym ve beni bu dünyaya, urunda binbir
âlemi terk ettiim bu ses, bu nefes sahibi çard. "Bu anlatda
insann zuhurundan söt^ açlmaktadr A^î^ Mahmud Hüdayi

265
"

Hakknda Yazlanlar Sadk Yalszuçanlar

hacetleri, Muhammed'in Zuhuru adl eserinde bu e^elî hikâyeyi

anlatr. Safilerin çokça rabet ettii bir kudsî hadiste Rabbimi^ föyle

buyurur: "Gizli bir hâzine idim, bilinmeyi sevdim. Bu srla


mahlûkât yarattm. " Mahlûkâtn erefi olan insan varlk âleminde

en son ^uhur edendir. Çünkü insan meyvedir. Varln öcüdür,

özetidir Kâinatn kalbidir. Allah'n yeryüzünde halifesidir. Allah


insana soluundan üflemijtir. Rahman'n nefesi insann ruhudur.

Gerisi kemiktir, kldr. Sûfiler ruhun bedene tene^^l edibinden sö^

açarlar. Ruh, ten kafesinde mahpustur. Bu skijma, ruhun ölmeden


evvel ölme isteiyleyanp tutulma, ö^ürle^me arî^usunu da beraberinde

getirmitir. Adamah kelimesi Ibrânîcede krm toprak anlamna


gelir. Adem yani insan kiî^l topraktan kanlmijtr. Rahman, insann
çamurunu bir rivayette dörtbin sene yourmutur. O 'nun katndaki bir

gün bi^m katm^daki bin yl gibidir. Allah Adem'in çamurunu iki


eliyle yourmutur. Yani Celâl ve Cemâlyönüyle. Allah 'in iki eli de sa
elidir. Yani, Allah'ta baskn olan Cemâl boyutudur. Çünkü Allah
gökleri ve yeri alt günde yarattktan sonra Ruhman sfatyla ar^ istiva

etmi§tir. O 'nun rahmâniyeti dpnda hiçbir varlk kalama^ Bundan


kinaye, Ibn Arabi hasretleri, Allah'n iki eli de sa elidir buyurur.

Ay verdi, metnin devamnda, yere nü^ûl eden çamura üflenen soluun


Sahibi'ne seslenerek föyle der: "Ben de ne ham ne toy bir
adamm. Onun urunda binbir âlemi balamak da nedir?
Bu ses beni yerimden, yurdumdan, saltanat ve dârâtmdan
koparmsa çok bir ey mi? Bu davete kar ben kim
oluyorum? O dile, tarife kolumdan
gelmeyen ferman sahibi,
tutup dünyaya sürüklerken, elini elimden koparmaya
kyamayarak, kendi de beraber geldi. Daha ne isterim,
söyleyin ben ne isterim daha?"

Bu istein sonuçlarndan olmak üî^ere bir ba§ka Yusufçuk kssasnda


Sâmiha Ay verdi, "secde"den bahseder. Secde kulun R^bbi'yle

bulutuu yerdir. Buna men^l denir. Alak süresindeki "secde et,

yakmla" buyruuna uyan kul, R^bbine doru iner. Rubbi de kuluna


doru teneî^î^ül buyurur. Ve biryanyol karpla§mas gerçekledir. Buna
men^l denir. Ayverdi föyle der: "Rabbim,
nüî(ûldan, inipen kinaye

sanrlar m
ben secde ederken, taa, topraa ba koyarm?
ki,

Hayr, eilen bam, o kaskat yerde senin aknn yumuak


dalgalarna karr.

266
Sâmiha A)-verdi üe SIRRA YOLCULUK

Bu cümle gerçekten de ^^engin bir atf alanna sahiptir ve okuma


imkânlanna açktr.

Secde ubudiyeti simgeler. Secdeye varmak ü^re kulun eilmesi


Rahman 'in gecenin üçte birinde dünya semâsna inipi simgeler. Bir
rivayette A.llah gecenin üçte birinde dünya göüne dein tenet^î^ül

buyurarak, *yok mu Benden bir ey dileyen, vereyim" peklinde


nida eder. Namaî^ kul ile R/bbi arasnda ortak bir münacattr. Yine

bir kudsî hadiste Rabbimi-:^ föyle buyurur: namaz Iculumla


"Ben,
aramda ortak bir münacat kldm. Onun yans Bana yans
kuluma aittir." Ibn Arabi hacetleri bundan hareketle, meselâ
Fatiha'mn namaza vacip klnmasnn hikmetinden de söf^ ederek,

sûrenin ilk üç âyetinin Allah 'a dier dört âyetinin ise kula ait olduunu
söyler. Zira "sadece Sana ibâdet eder sadece Senden yardm
dileriz" ifadesi kula aittir ve Rûbbine râcîdir. Kyam, Kubûbiyeti
simgeler. Rükû, ubudiyeti semboli^e eden secde ile Rjibubiyeti simgeleyen

kyam arasnda berzahtr. Secdede insan kendi benliinin snrlarn


tümüyle terk ederek Rabbinde müstarak olmaya çalnmaktadr. Bu
istirak halini Sâmiha Ayverdi, "lâhî akn yumuak
dalgalannda kaybolmak" peklinde ifade etmektedir.

Bu kaybolup nasiptir. Bunu bir bajka metninde Ayverdi föyle dile

döker: "nsanolunun kulan bükmek, nasihat vermek


botur; kssadan hisse çkarmak da botur. Bu cihanda
nasihat, nisan yamuru gibi bol bol yaar, sel gibi akar. Ama
nerede o sadefki, azn açsn da yuttuu bu damlay inciye
tebdil etsin. Her hadise, içinde hissesi olan bir kssadr. Ama
nerede o göz
ki, bu dolak ve srl yazy söküp
heceleyebilsin. " Bu uyan bif^e, muhasebe günü gelmeden nefsimi:^
hesaba çekmemi^gerektiini de hatrlatr. Her olayn içinde hissesi olan
bir kssa olmas bir âyetin anlam denilendendir. Yarlklar Allah'n
birer delili, birer âyetidirler. Her jey bi^e O 'nu söylemektedir. Hiçbir
ey yoktur ki, O 'nu hamd ile tebih etmesin. O halde kâinat kitabnn
birer kelimesi olan varlklar ve olaylar bif^m için birer hakikat
habercisidir. Yusufçuksun bir meselinde Ayverdi biî(i adeta tüm
perdeleri kaldrarak yokluk hakikatiyleyü^ü^ getirir:

"Zaman zaman hislerimin kapsn çalan, aldr etmezsem


zorlayan bir el vardr. Ona,

261
Hakknda Yazlanlar Sadk Yalszuçanlar

-Kimsin, ne istiyorsun? derim.

Cevap yerine içeri bir el uzanr. Düünürüm. Para istemeyen,


mala, rzka tamah etmeyen bu avuça ne koyacam uzun
uzun düünürüm ve düüncelerim bir karara
balanamaynca da, sualimi hiddetle tekrar ederim. O, belki

dalgmhma, belki unutkanhma, belki de gafilliime


küsen, fakat gene de tesir ve halavetini eksiltmeyen sesiyle,

-Yokluk! der."

Yokluk, inisiyatik sökükte "fena'jla karplanr. Ac^fakr, kusur vb.

stlahlar da bu kavramn anlam dünyasna aittir. Bu tarik, yani ac^


ve fakryolu, Allah'a ulanmada en etkin, en ksa ve tehlikesi^joldur.

Beka fenadan geçer. Yarla yoklukla ula§lr. insan yok olmadan


Rabb belirme^ insan aî^aldkça ve yok oldukça Kabbine yaknlar,
Kabbi katnda deeri artar.

Bu metnin yü^inde maddî varlkyokluk muhasebesi görünse de


gerçekte faknn hakikati anlatlmaktadr. Sonunda Ayverdi, '^arhk
annda yokluk olmaz ki vereyim... Yokluk annda
verilen,
varhk bulunmaz ki, 'gel aV diyeyim" diyerek varln yokluktan
geçtiini bildirmektedir.

Hikmetin dili sembol ve sükûttur. Yusufçuk 'ta bu hakikat de bif^


karplar:

"Bana, deme. Bugün susmak istiyorum. Sözlerimi


'söyle*

gönlümün knna sakladm; söyle, diye üstüme varma. ayet


sana uyar da onlar çekip çkarrsam, el sürenin parmaklan
doranr. " Sükût da bir haldir ve veli seyri sülûkun bir yerinde buna
urar. Halvet ':(aten sessizliin yurdudur. Orada beeri olan susar, ilâhi
olan konumaya balar nsandaki ilâhi merkep olan kalbin
konumas sükûttur. Hallac- Mansur halvetleri bir keresinde öyle
demitir: "Dillerin konumas, kalplerin helâkindendir." Metnin
devamnda Sâmiha Ayverdi, kalbe domayan bir hakikatin dile

gelmemesi gerektiini hatrlatr: "Bana,'söyle' deme. Sen söyle,


sen haber d
ben neyim? Hangi göklerin hangi
ver
köesinden bu dünyaya damladm?" Bu ayn ^manda, "ya
hayr söyle veya sus" uyarsnn da tevili gibi görünmektedir.

268
Sâmiha Ayverdi üe SIRRA YOLCULUK

Büyükler, "dert alatr, ak söyletir" demirlerdir. Muhabbet


olmaks^n söf^ kemâle ermeî^ Kemâle ermeyen s'ö\ hayn tajima^
Ayverdi bu hakikati pyle dillendirir: "Rabbim, senin takat
getirilemeyen ateinle kavrulup yanarken, söyleniyor,

haykryor, inliyor, feryad ediyorum. Beni dîvâne diye, biçâre


diye de olsa dinleyenler var. Rabbim, senin ateinle kavrulup
da yanmamak, yanp da haykrmamak, inlememek olur mu?
Ama bu ate içine düeni kendisine benzettii, varlk
tezahürleri içinde bir avuç kül olduu, sözü, feryad, ikâyet
ve ekvay, bilinmez bir rüzgâr, bilinmez nerelere sürüp
götürdüü zaman, söyleyememek strab ile ben ne
yapaym? Söyle bana o kyamet lahzasnn lisann olsun
öret!"

Yusufçuk 'un hemen tüm metinleri inisiyasyon sözlüünün stlah ve

mânâlanyla doludur. Modem tumanlarda ya§am§ velî bir yakarn


kaleminden dökülen bu eserin tekke-tasavvuf edebiyat gelenei içinden

okunmas ve yorumlanmas gerekmektedir.

erhi gerektiren bu metinler toplam, bif^e yitiimi^ olan, hikmeti


aktarmay deniyor.

Söf^ü Ona brakyorum:

"Bana tarif edilmeyeni et dedin. Bu nasl mümkün olur


Devletlim?

Bilirim,hep olmazlar oldurur, muhalin imkân ban


tarayla tararsn. Ama gene de insaf et Devletlim, bende o
talan su gibi akc, bulutlar kaskat dondurucu, ateleri
bahar rüzgârna çevirici kudret nerede, söyle nerede?

Acaba tarif edilmeyeni et, derken, yedi cehennemi yakp kül


edecek bu gönül ateini mi dile getirmemi istedin? Ah
Devletlim, sana evvelce de söylemitim. Güneler doar
batar, yllar yllan, devirler devirleri kovalar; dünya seyrinde,
kâinat devrinde, sâdk köleler gibi, amadan, durup
dinlenmeden, eskiyip yenilenir. Ve bu bir yandan ölüp bir
yandan dirilen cihan, yiitlerin kuvvetleri, cihangirlerin

pazulan, zekâ ve idrak hamlelerinin harikalan ile mâmur

269
"

Hakknda Yazlanlar Sadk Yalszuçanlar

olup âhenklenirken, her zorluu yenen, her mükiH baaran


insanolu bir âk gönlünün o kendini ve kâinat yamaya
veren yanldn dile getiremez.
zin ver Devletlim, izin ver de bu akam, lafza gelmez bir
kyametin karsnda her zamanki gibi derin derin susaym.

11^
.

Sâmha A}•^^erd üe SIRRA YOLCULUK

Eserlerinden Seçmeler

Dost

— Nereye gidiyorsun arkada?

Bir insan sesi. . . günlerden beri dalarn yeil ve karanlk geçitlerinden,


derelerden, sessi-:(^ kimsesi^ vadilerden geçen yolcu, hu da hasnda bir

insan sesiyle karlamaktan armçasna etrafn aratrd. Bira^ da


korkmutu. Kendisine hitap eden adam bir kaya parçasna oturmu,
ba önünde :(emhil örüyor, sanki bir an evvelki suâli soran o deilmi
gibi kaytsiî(^ ve megul görünüyordu.

Yolcu, ancak ona yaklat flaman ban kaldrd ve dudaklarnn üst


üste iki dü^ çi^i gibi smsk kapal olmasna ramen, suâlini,
baklarna koymu sarih bir istifhamla tekrarlad. Sabit, canl ve
önünden kaçlmaî^^ bir tesirle kudretlenmi iki gö^ hâlâ kendisine
bakyordu.

^ ^olcu ise, ^embilcinin sorduu suâle cevap vermek pek mükülmü gibi
tereddüt ediyor. Bir ey söylemiyordu. Gerçekten, hu suâlin cevab hem
pek kolay, hem de pek güçtü. Yalan söyleyebilse mesele kalmyacakt;
fakat o, çocukluundan beriyalandan u^^ak yaamt.

Doruyu söylese: "Krezüs'ün sarayna ihsan almaya gidiyorum"


dese, belki o da peine taklacak, ksmetine itirak edecekti.

Zembilcinin baklar, daha fa^a düünmesine müsait deildi; yolcu

kendi kendine: "Adam sen de lerlces nasibini alr, varsn gelsin


ne çkar?" dedi ve bir kaya parçasna oturdu. Durmadan yürüyen
di:(lerine bu dinlenme pek iyi gelmiti. Oturduu yerde hâline birac çeki

dü^en verdi. Ne olsa söyleyecei sö\ mühimdi; kendini saydracak gibi


konumal idi. Sesine tam bir ciddiyet vererek:

— Krezüs'ün sarayna ihsan almaya gidiyorum... dedi.

— Hah, hah, hah. .

11\
. .

Eserlerinden Seçmeler

Zembilci hu cevâba, sürekli kahkahalarla güldü, güldü. Yolcu,

muhâtahmn kendine gpta etmesini beklerken bu alayl gülüklerin

mânâsn anlamamt.

— Yoksa inanmadn m?

— Niçin inanmaym? nandm ve atm. .

— Bunda aacali bir ey yolu ki...seldz günden beti


yollardaym, ne giydiim elbiselerden, ne kunduralarmdan
hayr kald. u
tabanlarma bak, kurak topraklar gibi parça
parça ayrld. Bu hâlimle daha da iki gün yürüyeceim.
Çünkü çahmaktan bktm bol ve hazr para istiyorum...
günlerden beri yollarda çektiim zahmetleri, kavuacam
nimet unutturuyor. Artk eski pabuç yamamakla nafakam
toplamayacam, anladn m?

Yolcu bir an durdu. Söyleyecei sö^ün tesirini muhatabnn yü^nde


iyice görebilmek için dikkatini toplad. Zîra bu söt^j ju ^mbilci gibi bir

fakir için en büyük müjde idi.

— Ben fena yürekli bir adam deilim. . . elbette sen de böyle


bir ihsana sahip olmak istersin... sklma, gel beraber
gideUm. üphe yok ki o seni de bo çevirmez, fakirlikten
kurtulursun..

— Hah, hah, hah. .

Zembilcinin cevap yerine tekrar kahkahalarla gülmesi yolcuyu


hiddetlendirmi§ti.

— JVe gülüyorsun be adam..yoksa deli misin?

Zembilci artk gülmüyordu. A.^ evvelki ciddiyetini bulmu, yüî^üne,


hâkim ve ar bir mânâ dolmuftu:
— Deli deilim arkada.. düüncen ve teklifin beni güldürdü.
Saraya, ihsan almaya ihtiyâc olan gider. Halbuki ben
Krezüs'ten daha zenginim.

111
. .

Sâmiha A\-verdi üe SIRRA YOLCULUK

— Hah, hah, hah...

— Gül, imdi de sen gül yoJcu.. fakat yalan söylemediime


emin olabilirsin. Hatta, Krezüs'ün sen eti benim
hazinelerimin bir köesinde kahr. .

— Belli... kirli elbiselerinden yrtk pabuçlarndan ne kadar


olduun besbelli.
zengin . . sert hasrlarla uramaktan ellerin

aaç kütüüne dönmü... ne taraûna baklrsa sefaletten,


yokluktan destan okuyor. Hem fakirlik hem de akilsizlik çok
yaman dert! Zavalh adam, ite karna bir yolda çkt, seni u
biçarelikten çeldp kurtaracak bir el uzand, bu ursa ti kaçrma
da peime takl zenginlikten dem Mjrup saçmalayacana,
aldm üstüne al da yürü. .her zaman bu ursa t ele gelmez.
. .

— Benim Krezüs'ün ne hazînelerine ne de ihsanna ihtiyacm


var. ..çünkü ondan zenginim. Asl sen frsat kaçrma da

bana, benim hazînelerime gel! Krezüs'ün altnlar topraktan,


yerin altndan çkar; benim varhm ise gönlümden,
gönlümün nihayeti bulunmayan derinliklerinden fkrr. Gel,

bana gel ki, sana, bu endaze ve hesaba gelmeyen ser\^etten

saça Mm... Gönlüm deki zevk külçelerinden, el sürülmemi


mücevherlerden vereyim...

— Benim bolluum, benim ölçüye smayan gönül zevkim


Krezüs'te ne gezer? Eer fakir olsaydm, elbette senin gibi
zengin olmann çârelerini aratrrdm. Hem bakalarnn
ihsan benim boazmdan gitmez ki. Bana bu ihsann
dilencisi olmaktan, kendi hünerimin efendisi olmak yektir.

Zengin olmak için tutturduun yol pek yanh... Zira ne


kadar varhm olsa, tamahdan geçmeyince zengin
s ayalim azsn. unu iyice bil ki, eer Krezüs zengin olsayd,
durmadan mal toplamaya hazînelerinin yekûnunu
kabartmaya bakmazd. Yalan m yolcu, yalan m?
Yolcunun jütünde, ^^ evvelki alayc bulut dalm, sel gibi akan
kahkahalar donmu, bütün bu kayp olan manalann yerini derin bir

düünce doldurmutu. Dudaklar hafifçe kmldad:


Eserlerinden Seçmeler

— Doru söylüyorsun. . . Adn ne senin?


— Dost!

— Ne güzel isim bu.. keski anam babam da bana bu ismi


koysalard...

— Onu bana anam babam takmad, halk takt. Anann


babann koyduu isimlerin kymeti yoktur; zira insan çok
defa isminin mânâsna sahip olamaz. Halbuki halkn
dudaklarndan çkan hükümler rast ve gerçektir.

— Benim de dostum olur musun?

— Kimin dostu deilim ki senin dostun olmayaym?


Herkesin, her mahlûkun ztrâbma kalbim açktr, cihanda
benim için el uzatlmayacak kimse yoktur. Herkes nedir?
Herkes yoktur ki. . . kâinat zerrelerinden her biri, tek hayatdar
vücûdun muhtelif görünülere bürünmü olmasndan
ibarettir.

— Halk zanneder ki Dost, dostluu kendileriyle ediyor.


Halbuki benim dostluum, yalnz o tek vücutladr. Her seste,
her harekette onu görür, onu duyar, onu bilirim. Ben halkn
nasl dostu olmaym ki, halk perdesi düünce o tek vücûdun
yüzünü görürüm.

Zembilci susmutu. Yolcunun sararm yü!(ünde, says sklaan


soluklarnda merak ve heyecan vard. Etrafna baknd, günej çoktan
batmif, dalar, büsbütün u^kla§m§, kararmt. Bu saatten sonra yol

almas güçtü. Hem nereye gidecekti? Dost, onun eski dostlanyla arasn
açmt. Para, onun hasret olduu bir dostu deil miydi? Halbuki tam
ona kavurmak ü^ere iken bir fakir ^mbilci bu dostu yerden yere
vurmu ve ona, çalifmak î^evkinden ve tanmad bir gönül
saltanatndan koku vermij, iî^ göstermiti. Yolcuda bu /^ takip etmek,

onun vard son noktay örenmek için bir heyecan uyanmt. Acaba
bu iî^den yürümek, ona da §u adamn gönlündeki f^evkten ve bütün
varlklardan ba§ çektiren bu derin istinadan verir miydi? Yolcunun
dalgn ve düünceli ba^, Dost'un vakur sesiyle o tarafa döndü:

214
.

Sâmiha Amerdi üe SIRRA YOLCULUK

— Söyle bana arkada, Krezûs'ün nesine imrendin de, ona


saadet temin etmeyen artklardan toplamak istiyorsun?
Tahtnn etrafn bekleyen silâtü mulâfzlar, her admn
gözleyen silâhörler, saltanatna göz diken rakipler, hâsl bir
aldrmayan kaytlar arasnda yaamak, hep
nefesini rahat
parann ve saltanatn getirdii bu külfetler istenecek ey
midir?

—Bak, parann sevdasyla bile ne hâle gelmisin, yorgun,


bîtâb bir külçeye dönmüsün. Emin ol ki onu ele geçirdikten
sonra gamn, düüncen iptilâlarn kat kat ziyade olacaktr.
Bir kimsenin kesesini tamah faresi delerse, o kyamete kadar
mal toplasa da gene ihtiyaç ve iptilâdan kurtulamaz.

Yolcunun yorgunluktan peltekmi§ vücûdu, âdeta erimi, mâyîlemis bir


cisim gibi oturduu kayann üstüneyapmt.

— Beni bu gece evinde misafir eder misin? Çok yorgunum...


hem sözlerin yüreime ate düürdü, seninle konumak
istiyorum.

— Peki arkada.. Dost'un kaps her konua açktr, yürü


gidelim. .

iki dost, gecenin esmer bir tül gibi dalan bürüyen boluu içinde ar
'^'*
argöî^den kayboldular.

134
Sâmiha Ap^erdi, Mabette Bir Gece, stanbul: Kubbealt Neriyat, 2005, s. 79-83.

275
.

Eserlerinden Seçmeler

Ûç Turunçlar

Hâtralar unutulur, fakat kaybolma':^ Esasen cehil, unutmu olmann


delilidir.

insanlar, cehdleri, aklî ve hissi teftijleriyle unuttuklarn hatrlamaya


uranmaktadrlar.

l§te hi\ insanlar, hatrlayabildiimi^ kadar öreniri^ Gerçi dünyâda

tam kayp yoktur, fakat tam bilgi ve hatrlayp dayoktur.

Gerçi insan ferasetinin, insan t^ekâ ve dirayetinin vücûda getirdii

eserler, birer hatrlaytan ibarettir.

Fakat, her geçen gamanla bira\ daha tekâmül eden bu hatrlayp,


kemal ^rvesine yetebilmek için ak"I ve his dünyâsn kujatan mânâ
fetvasna kanat açmak gerektir. Zîra bilgi ve hâtrann cevheri oradadr.

Asl hatrlanmas ruhî ^(arûret olan esrar, oradadr. Yattk ki insan,


yokluu varl yokluk ^nnetmek cehlini yenip hakîkî ilmi
varlk,

hatrlayamamaktadr! u
hâlde buyanm bilgi sahibinin, herhangi bir

yerden çald elbise ile üç bef gün salnp ge^en ve nihayet, hrs^ama
mal, günün birinde üstünden çekilip alnan bir hrsmdan ne fark
olur?

Evet ölümün ve topran, her bilgiyi varlm^ kametinden çekip


alaca bir gün vardr. Fakat fu ilim ve irfan ki, kendi benlik ve

varlmz ffiJ^kabilinde satn alnr, i^te onun bir daha bit^den kopup
ay nimas ihtimâli yoktur. .

Gece olup güneyin -ziyas ve ^rreleri eyâdan çekilmekle, kendi ^âtî


varlndan gizlenebilir mi?

Mânâ fedasnn esrarn kendinde bulduracak ilmi hatrlayp bulmu§


olan kimsenin de bir daha onu kaybetmesi mevcut deildir.

Basit bir masal hatrlay ile, geni^ bir tedâî silsilesine geçtim ve esas

mev^ûdan pek u^ak istikametlere düktüm.

276
Sâmiha Ayverdi ile SIRRA YOLCULUK

Halbuki sâdece, bir hvlam fersi^ii ile kafamn mütevâ^ bir


köjeciini i§gal eden bu çok eski masaldan bahsedecektim. Fakat i§te,

müstebit bir hâtralar frtnas, haberi olmadan gelip bu hâtra


gemisinin ipini kopard ve onu, bal olduu sahilden çok utmaklara
sürüp götürdü. imdi rü^ar durdu, ipi tekraryakalayarak gemiyi yerli
yerine getirdim; §u hâlde masalm yava§ yava söyleyebilirim. Ancak,

ikinci birfrtna ile tekrar ufaklara gitmeyeceime sö\ veremem.

Eski hâtra ynlar arasnda, alt yedi yapnda bir çocuk var.

Ninesinin veya bir ba§ka ihtiyarn di^nin dibinde oturmu, masal


dinliyor Çocuu göremiyorum; ancak iyice bildiim evsâf ve tavrlar
ile yakinen tasavvur ediyorum. Görmeme mâni olan da, î^âde
yaknldr. Çünkü bu çocuk benimi

Onu, bütün tecessüssüme ramen göremiyorum; ^ra insan için görülmesi

en mükül olan, kendisidir.

Bir koluna dayanarak, küçük vücûdunu bu mesnede brakm. Kollan


ne kadar ince. Fndk kabuu rengindeki k^l saçlar hafif dalgal.
Beya^yü^nü yldz bir gök gibi benekliyen çiller, burnunun üstünde
ba baa vererek soluk bir leke hâlini alm. Gene fndk rengindeki,
birer ada damlasna bentken gö^leri, masal söyleyen disi^ aî(a o
kadar derin bir ha^a taklp kalm ki, bu istirak levhas, ona, ne
vücudunun skleti altnda yorulan ince bileinin acsn, ne de ayn
va^ette oturmaktan uyuan dikerinin yorgunluunu düündürebiliyor.
Disiî^ayk aiî^ u^n bir tekerlemeden sonra masalna balyor:

Eski ^lamanda yolcunun biri, bir periye rast gelmi. Konumular, dost
olmular; ayrlrlarken peri yolcuya üç tane turunç vermi ve:

— Sakn bir su bana varmadan bu turunçlar açma! demi.

Fakat olum, insan denen mahlûk, çok kere iine gelen söî^ü dinler,
gelmiyene dudak büker ve **Yapma!'* deneniyapar, ''Yap!" denenden
kaçar.

277
Eserlerinden Seçmeler

Iffe biî^myolcu da perinin tenhîhine kulak asmayarak, turuncun birini


soymuj.

Bir de ne görsün? Bu soyulan turuncun içinden göt^ kamatran, hesna,

müstesna bir k^:^ çkarak:

— Su, su... diye yalvarmaya balamalm?

Yolcu oraya komu, buraya komu, k^a verecek bir damla su


bulamaynca oturup alamaya balam. Fakat göî^a ecele çâre olur

mu hiç? Yolcu, her ne kadar hayknp alamsa da faydas^. . . k-:^

ölüp gitmi.

'Nihayet akls^ adam bu hareketinden perian olarak, dier iki


turuncu gösüne bastrm ve yoluna devam etmi. Yürümü, yürümü,
da bayr am. . . fakat etrafta su yok. Halbuki o gü^el k^n yüt^ünü
gördükten sonra sabretmek ne kadar mükül. . . sanki turunçlardan
birini daha soysa ne olur? Hem bakalm hepsi de su mu ister? Bak,
hem u aaçlan n dallarnda ne güt^el, ne le^tli yemiler sallanyor.

Belki de bu sefer ki kt^ onlardan biri ile kanâat eder.

V^âka peri, turunçlan bir su banda açmasn tenbih etmiti. Fakat


nasihat verenlerin çou ukala ve çekimsit^ olur; ne demeye onlarn her
dediklerini tutmal?

Akllara çelme takan, tövbeleri bo^uran eytan, gene yolcunun akln


bandan savarak düüncelerine girdi, böylecde de yolcu, ikinci turuncu
da açt.

ite o ^aman bann içinde bir velvele bir kyamet oldu. eytan en

iblisâne kahkahasnn savurarak kaçt, makamna avdet eden akl ise


turuncun içinden çkan kif^n:

— Su,su.. diyen sesini dehetle dinledi.

Zambak gibi ak yüf<fü bir k-:^ iteyine: "Su'* diyeyalvany ordu. Batan
günein tel tel olmu klarna ben^yen parlak saçlar yü^ne
dökülmü, tât^e ve mecâlsi\ ba kolunun üstünde, baygn ve yürek
parçalayc sesiyle:

11%
Sâmiha A^•^xrdi ile SIRRA YOLCULUK

— Su, su... diyerek öldü.

Masal dinleyen çocuk, ihtiyar ninesinin kaln ve pürüi^lü sesinden,

ban tatan taa vuran yolcunun, üçüncü turuncu ne büyük bir


ihtimam ve an bir dikkatle su bana kadar sakladn da dinledi.

Sanki turunçtan akan ve su içe içe dinlen kendisiydi.

Masaln hai^n seyri, yolcuya olan yaman öfkesi ve nihayet üçüncü kiî^n

yaamas, bütün bunlar, farknda olmayarak akaklann :^onklatm,


küçük yüreini, göüs kemiklerini döen bir halecanla coturmutu.

Artk ona ölenlerin acsyla beraber yolcuya olan gayî^n unutturmak


için, î^ümrüt gö^lü tât^e bir hayal kalmt.

Ninesinin ihtânna meydan vemeden yerinden kalkt, geceliini giyerek,


tatl bir rehavetle arlaan ban uykunun esrarl ve davetkâr
kucana brakt.

Bir •:amanlar yolcuya kinlenen küçük çocuun toyluuna imdi


gülüyorum. Eer el'ân dümanlk ve husûmet gösterilecek bir kimse

varsa, o da b!^:^.

Evet o tedbirsi-:^ veyüreksi^^yolcu biî(den bakas deil.

Suyu bulmadan turunçlan soyan da, perinin söylerini küçümseyen de,

göî^yalanna, nedametlere ramen, câ^p bulduu her türlü kötülüü

ilemek oyununda eytana tâbi olan da bi-:^:^.

Masal dinleyen çocuk o ^aman muhakemesinin iptidâi ve isabetsi^

telaiyle, ölen kullara aard.

Halbuki imdi, bu dâvada asl aanmas kap eden ahsn yolcu


olduunu düünüyor ve: "Ebediyet perisinin, insanla lâzm olan
frsat ve emânetleri ellerine tevdi etmi olduu hâlde,
eytann ivâsyle, maksûda varmadan onlar heder edenler,
asl acnmaya lâyk olan bîçârelermi, "diyor.

219
Eserlerinden Seçmeler

B^ de, evet, bi^ de geliigüzel turunçlanmi'i^ ^an eden bireryolcuyu^.


Hem hayat yolunda karpm^a çkan peri, bi^ bunlardan üç tanecik
deil, hesaba sayya gelmeyecek kadar bol verdi. Ijte bif^ bu bolluktan
gelen lâubalîlikle, her adm bapnda bir suç imliyor, her tekerrür eden

hata ile, vakitsi^ bir turunç kesiyoruî(.

Nedir bi^eki bu hatâ, kötülük ve dü^üncesi^ik ki, akl perisin

telkini hilâfna, her nefesbir gü^el hasletin katili olmaktaym? O


güzellikler ki birer yolda, dünya yolunun u^un, ansal ve çetin

yolculuunda hu^ur ve hayr ilhamkârlandr, neden bu ikbâlden, bu bir

yurdum su ile kanâat eden dostlardan kendimiî^ mahrum ediyoruz]

O peri ki durmadan her gelip geçenin eline ayni ir§ad ve tese.

datmakta ve her yolcu ayn frsatlarla bir irâde ve z^^f imtihan

geçirmektedir.

Bari, o yolcu gibi, son turuncumuzla olsun, maksud pnarnn bapnda


'^'
soyabilsek, hiç olmazsa son frsat kaçrmasak. . .

135
Sâmiha Ayverdi, Mabette Bir Gece, istanbul: Kubbealü Neriyâü, 2005, s. 84-

280
Sâmiha A>^erdi üe SIRRA YOLCULUK

Yusufçuk

Herkes bu meydana bir -^afer için gelir; ben ise sâdece sana yenilmek

için geldim.

Bu dünyâda herkesin bir iddias vardr; benim ise senin fermanndan


baka bir icâ^^etim jok. A.ma bunu kimseye anlatamyorum, kimsede
bunu bilmeye istek yok.

Düçüncenin etei, göî^le görülür kymetlere bal kaldkça, insanolu


akn kudret ve tasarrufu fetvalarnda olup bitenleri nasl tecessüs

edebilir?

Desem ki: "ben ortada bir sebepten baka ey deilim". Buna


kimi, nasl inandrabilirim? Yediimi-:^ bir lokma ekmei, içtiimi^ bir

yudum suyu kana çeviren ulviyet gibi, gönlüme, gi'^^^ce yol bulan bir

ak lokmasnn da, bu gönülde feryatlara, gö^alanna, i':^raplara,

î^evklere döndüünü anlatabilir miyim?

Evet dostlarm, î^an yok beni anlamayn, iftira edin, vehmini^


kalbna dökün, çekitirin, ^anlannt^ teknesinde yourun; hepsi de
helâl olsun. Hatta i^n verin, bu me^at olan, yamalanan varln her
parças bir elde kalrken, ona sitenle beraber ben de pey süreyim! Ama
una inann, unu bilin ki, herkesin bir ^fer için geldii bu meydana,
ben sâde onayenilmek için gönderildim.^^''

136
Sâmiha Ayverdi, Yusufçuk, stanbul: Kubbealt Neriyat, 2007, s. 15.

281
Eserlerinden Seçmeler

A.kjama kadar yamur yad. Ceylân göf^lü tât^e k^ da ak§ama


kadar türkü söyledi, keyifli keyifli odasna çeki dü^n verdi, bekledii
vard. Ah hu ki':^ar... baltan ayaa hep o bekledikleri için deil
midirler?

Amma o ak^am türkü söyleyen kiî^n bekledii gelmedi. Küçücük


yürei ne yorgun ne çarpntl idi. Yamur da artk dinmijti. Ama
cömert ve merhametli bulutlar, onu alar görünce yeniden gö^yafarlm
boalttlar. Böylece toprak, onun scak yaflanyla bulutlann serin

suyunu bir flaman beraberce içti.

Sonra yeniden hava düî^eldi. Gökyüzü, bir genlie ha-:^rlanr gibi, daha
gece basmadan bütün yldiî^lann püskürdü. Bulutlar da, bokuna
uram ordular gibi, bilinme^ nerelere kaçp gitmilerdi.

Bu aln açk parlak gece, nihayet sabahn ilk lklarna selâmm


verirken, k\ da gelmeyen sevgilisine yan mektubu " Senin için

sabaha kadar aladm, feryat ettim" diye bitiriyordu.

Ne ki, kadn büküp pencereden bakt ^man, otlarn üstüne

aslm çi tanelerini görerek §a^np utand ve kendi kendine "Demek


ki buradan, her yeilliin gerdanna bir gözya takacak kadar
bar yank bir âk geçmi.." dedi ve mektubu avucunun içinde
'
buruturarak slak çimenlerin üstüne frlatt.

'^^ Sâmiha A\^erdi, Yusufçuk, stanbul: Kubbealt Neriyat, 2007, s. 22.

282
Sâmha A>'verdi üe SIRRA YOLCULUK

Küçük k:(l Mektebe baladn gün hocan ilk ij sana harfleri

öretmiti. A.^ sonra bu örendiin harfleri birbirine çatma temrinleri


yaptn ve böylece kelimeler meydana çkt. Sonra bunlan sraladn ibare

oldu. böylece de okumay söktün.

A.rtk büyüdün; mektep bitti. imdi yeni bir dershaneden içeri

giriyorsun. Ben de sana ilk is, bu kitaps-:^ kalemsiî^ kaftandan ilmin


ba§ haflerini öreteyim: Gülümseme ve utanma.

ipe yavrum, bunlar a§k kitabnn ilk harfleridir. A.mmâ harflerin

kelime, kelimelerin ibare, ibarelerin sahifeler olmas için, daha


birçoklarm bilmen gerektir. Sana burada onlan teker teker öretmee
kalkarsam dâva u^^un dü§er. Yaln^ lî^trap denen bir harf vardr ki
bunu hepsinden evvel örenmeye çal§; î^ra onu ihtiva etmeden mânâ
kaî^anmij hiçbir kelime, hiçbir cümleyoktur.

Eer straba yer vermemi bir ibareye rastlarsan korkma: "Bunun


ak kitabnda yeri yok" diye haykr.

138
Sâmiha Amerdi, Yusufçuk, stanbul: Kubbealü Neriyâü, 2007, s. 3L

283
Eserlerinden Seçmeler

Dünya jekilsiîi bir ynken, ne toprak, ne su, ne atej birbirinden

seçilmeden ve mükevvenat henü^ tasavvur ve yaradl teknesinde

yorulmadan, sen vardn. V^e ben hep bapm kapnn ediinde, senin

hayrann olarak a§k rüyalarm görürdüm. Gelip geçerken yüt^üme


deen eteklerinin temasyla göklerimi açtm ^aman, bugünkü sesinin

ayn olan o efsi^ sesinle:

— Henü-: vakit tamam olmad, uyu sevgilim uyul derdin.

]/e ben ne î^aman uyuduumu ne :(aman uyandm bilmeden, göü


buluttan, deni^ damladan seçmeden, iyilik, kötülük, güzellik,

çirkinlik, ac ve tatl, davet olunduklar kalplara mâlolmadan, i§te bu


mest ve habersi:^^ vücut, bir devrin kucandan bir bajka devrin
kucana teslim edile edile bugüne yetti.

istekler daha talep kisvesi giymeden, sen onlan bildin ve pe§in pe§in

gönderdin.

Fakat jimdi de ayn terane, ayn hikâye ile hep kapnn elginde
uyuttuklann var. A.caba "Zaman, hep o zaman. .
.
" diyenler bu eî^el

jîvesini, eî^el pazarln bildikleri için mi hükümlerinde srar edip

dururlar?

139
Sâmiha A^-verdi, Yusufçuk, istanbul: Kubbeald Neriyat, 2007, s. 34.

284
Sâmiha Aj^erdi ile SIRRA YOLCULUK

Devletlim, bugün sensizlie tahammülüm yok; beni kendimden geçir,

sarho eti dedim.

Aaçlar, yerdeki otlar, ta ve toprak o anda birer kadeh olup bana


senin akm sundular. Hem istemek hem de reddetmek olur mu? çtim.
Evet seni kâinat zerrelerinden, her ^erreden içtim. Fakat kanmadm,
içtikçe de haykrdm: Sevgilim, sensizlie takatim yok! Beni sarho et

kendimden geçir!

O z^f^'^n bir ayak sesi duydum. Belki de bu dîvâneye kendi eliyle

kendi kadehini getiriyordu. Ölesiye bir telâla:

- "Sen misin? diye bardm.

Amma bu perian sesime hiç tanmadm sitemli bir ses cevap verdi:
- Zavall küçük dostum, ne de gâfilmisin.. siz birbirinize
ayaklarnzla m gidip gelirsiniz? Hâlâ batan ayaktan
geçmedinse bu yan, bu iptilâ, bu ezel sergüzeti nedir?"

Muhakkak insanolunun bir dalâlet ân oluyor ki ne duysa dudak


büküyor, ne iitse omuz kaldmyor..

Belki de bunun içindir ki, kendimi ayn perian srarla ayn tebihi
çeker buldum:

- Devletlim, sensizlie takatim kalmad, beni sarho et,


''*"
kendimden geçir!

Sâmiha A\^erdi, Yusufçuk, stanbul: Kubbealt Neriyat, 2007, s. 40-41.

285
Eserlerinden Seçmeler

Konuluyorduk, içimimden biri sordu:

— Târihin kaydettii en müstebit lülcümdar dmdir?

Her aldan bir isim çkmaya bajlad. Saydlar, söylediler. Fakat


sorgu sahibi bunlarn hiç biriyle tatmin olmuyordu. Bir ara gö^ gp^
geldik. Bana:

— Niçin sesin çlamyor? Sen de bir ey söylesene! dedi.

Zâten ben de söylemeye hamurlanyordum. Yavaça:

— Ald dedim.

Dedim. Fakat ortaya bir nokta koymak, dâvay açmak saylmad


ki... ipe ben de bu tek kelime ile bir hakikati, meçhul hâlinde ortaya
atmpm. Madem ki aamdan kaçmt, söyleyecektim. Tepemden
geçen suâl oklannn iniltisini susturarak ksaca ilâve ettim:

— Sizinkiler ne kadar zâlim ne kadar koyu müstebit, kan


dökücü, can yakc da olsalar, nihayet bir ömür yaayp
çekildiler. ak, idrâkin çevresine smayan bir
Fakat
balançzshktan sonsuzlua kadar, tahtnda tek rakibi
olmadan saltanat sürüp, buyruk yürütmekte... Bunu, bu
aikâr zaferi koyup uzaklara gitmek ne reva?

141
Sâmiha Ay^erdi, Yusufçuk, istanbul: Kubbealt Neriyâü, 2007, s. 51.

286
.

Sâmiha A\'\'erdi üe SIRRA YOLCULUK

Gurbet, gurbet. . . dedikleri nedir bilir misini^?

Bunu si^ bilmiyorsam^ da ben biliyorum dostlarm. Çünkü ben tam


yirmi sene gurbette ge^im. Daha dünyâya ilkgö^^ümü açp, anam beni
gösüne bast gün, alamm. Ama
ilk gurbet acs ile niçin

aladmn o î^aman kendim de farknda mydm sanki?


Ei^el gününde bir akn tadyla uyanan ruhum, bu dünya gecesinde yeni
bir uyku devresine girdi. Uyudum. Yirmi sene bu uyku içinde gurbet

rüyas görerek saykladm, söylendim, aladm. Kim bilir belki de beni

ilk uykumdan uyandran beya^ kanat, tekrar gelip yü':(üme na^l naf^l

dokunmasayd, bu dayamlmaîi gurbet acs ile kyamete kadar uyuyup


kalacaktm.

Yeniden göf(ümü açar açma^ karmda bir hayâl belirdi.

Ona sordum:

— Sen kimsin?

— Ak! dedi ve kulama eilerek:

— Bu dünyada en büyük marifet küçülmektir. Küçül!


Küçülmekten korkma... bil ki insanlar, küçüldükleri nispette
büyürler. .

Canm sklmt. Ne ise ki armadm:


— iyi ama, beni uykumdan uyandrrken ilk söz, büyümeyi
istemek irkinden saknmam söylemen olmam myd.'' diye

bardm.
142
Gülümsedi. Meer bu, onun beni ilk snamas imi.

142
Sâmiha A\-\erdi, Yusufçuk, stanbul: Kubbealt Neriyat, 2007, s. 68-69.

287
Eserlerinden Seçmeler

Genç h^ oturduu yerde hapm yasha dayamij, kmldamadan


duruyordu. Gömeri de kapal idi. Görenler uyuduuna
hükmedebilirlerdi. A-mmâ sevgilisi, hu yorgun meneke gömerin
uykudan ne kadar U':(ak olduunu pek âlâ biliyordu, bildii için de

yavaça yanna sokuldu ve yuvarlanmaktan yorulup sâkinkmi§


dalgalar gibi, yastnn yansn kapatan saçlarn okad, sonra da, suç

ijler kadar tereddütlü ve korkak:

— Vakti geldi, gidiyorum ben! dedi.

O gün delikanl evden çkarken, sevgilisini her zamankinden daha

mah^n, daha içli braktnn farknda idi... Kendisi de ondan daha

ünündü deildi. Sokaa çkp, düünceli ve karars-:^ birkaç


a-:^

admdan sonra, içine çöken dayanlma^ bir aynlk acs, onu geri
çevirdi.

Artk nereli idi. Çünkü geri dönüyordu, içeri girdii ^aman k^ hep

brakt yerde, bir gülibrijim aacnn çiçekleri gibi tel tel parlayan
saçlar, hep ayn yastn üstünde idi. Yalnz a^ evvel kuru olan
kirpiklerinin ucunda, soluk sabah yldt^lan gibi, küçük damlalar
parlyordu.

288
Sâmiha Aj-verdi üe SIRRA YOLCULUK

Delikanlnn nereli patrts, onu ja^kn, bir heyecanla yerinden

kaldrmt. Fakat genç adam, boynuna dolanan scak çemberi çöt^müj,

ona soruyordu:

—Kayp kayp, neyin kayp?

K-:^ hep §a§kn, hep heyecanl, hep tereddütlü idi. Zekî ve kavrayl
banda ksa bir düünce üzüntüsü dolaarak saymaya balad:

— Yüksüüm!

— Deil!

— Mendilim!

— Deil!

— Taram, inem!

— Deil, deil ite!

imdi sorma sras kiî^a gelmi gibi, göi^lerinin son nemini eliyle

kurularken:

— Nedir öyle ise sen söyle! dedi.

Delikanl muf(çfferdi:

— Ben! diye bard. A^ evvel beni kaybetmemi miydin. te sana onu


getirdim.

Sâmiha Ap^erdi, \'usufcuk, stanbul: Kubbealt Neriyâü, 2007, s. 101-102.

289
Eserlerinden Seçmeler

Bir mevlit gecesiydi. Soluk jü-:^ü bir adam, elindeki küçük mecale ile

camiin kandillerini birer birer yakyordu. Yorgun, ':(ayffakat manâl


eli, oradan oraya dedikçe mescidin karanl, yeni bir sr örenmi
çehrelerin ferahl ile yava§ yava^ açlyor, aydnlanyor, böylece,

mefalenin vuslatna mukavemet edemeyen kandiller, tükenip bitecekleri

âna kadaryanmak üt^ere bir bir uyanyorlard.

Kandiller teker teker srlarn ortaya dökerken, onlan bir sütuna


dayanarak seyreden genç adam, irkilerek yerinden kalkt.

Korkmutu. Kandiller, nasl tek elin yanma emrine can


ibareti ile

koyuyorlarsa, kendisi de gönlü kandilini ateleyecek, srrn ortaya

döktürecek bir gi^i elden korkuyordu.

Ona hak vermemek kabil mi hiç? Bu gi^li elin atehine deip de, srrn
dökmeyeni, cann harcamayan bu cihan hiç görmü müydü'?

Kandilin küçük sim, nihayet bir damla pkt. Ama onunki? I§te genç
adam da söylenme^ srrnn meydana vurulmasndan korkarak
mescidin en karanlk, kendi gönlünden bajka bir damla javk
bulunmayan bir kölesine çekilip sakland.

144
Sâmiha Ayverdi, Yusufçuk, istanbul: Kubbealn Neriyat, 2007, s. 111.

290
. .

Sâmiha Ayverdi üe SIRRA YOLCULUK

Gece ilerlemiti. Genç kadnn göî^leri örtülüyordu:

— Artk uyuyalm, dedi. Sevgilisi güldü:

— Uykuyu ne yapacaksn? Kurdun kuun içtii o afyonlu


erbetten bu gece de içmeyiver. imdi sana bir hikâye
söyleyeceim onu dinle. .

Kadn memnundu, mrldand:

— Ne de çok masal bilirsin. .

— Senden öreniyorum. . . sen benim srlarmn mahzeni deil


inisin? Ezel gününde, söyleyeceklerimi senin vücûdun
toprana gömmemi miydim? imdi çkarp çkarp etrafa

saçmama neden ayorsun?

Kadn sustu ve dinlemeye balad. Sanki hu masal dinlemek için tabiat

da kulak kesilmi ölesiye bir bekleyiin helecanna tutulmutu.

A.açlar, çocuunun bepi üstüne eilmij bir ana hareketsizlii ile

bahçenin çiçekleri üstüne kollarn u^tm^, âhenkleri, tabiatn kalp

sesleri sanlan böcekler, seslerini en pes, en yava^ perdesine ayarlamlar,

gökyü^ bile, cilâl karanlnda büyüyen yldran gömerini, sarho bir


bekleyi içinde yanyanya örtmütü.

291
Eserlerinden Seçmeler

^ilinme^ :^aman böylece kaç saatini, kaç dakikasn geride brakarak


koçup gitti ve baji penceresinin içinde yatan kadnn gökleri, tabiata

vecd ve hu§û ferman okuyan bu hikâye yü^nden ne kadar gö-:^a§


döktü.

Sabah, ilk pklanyla ufuklarn dudanda bir tebessüm gibi

uyanrken, kadn, yorgun gö-:(lerini kaldrarak etrafna bakt. Amma


bu gö:(ler bira^ hayret bira-:^ da utançla tekraryumuldu, tekrar scak ve

iri yadlarn düürmee balad. Nasl §akmasn, nasl utanmasn ki,

kendisi sabaha kadar alayp feryat ederken, bahçenin otlan ve

yapraklan da, gollülerine birer damla ya§ takmt. Demek ki onlann


ye§il göî^leri de bu masaln harap edici helecan ile coçup alamay
bilmiti. Kadn yoldan geçenlerin:

— Ne sisli, ne slali bir sabal...

Deyimlerini hüt(ünlü ve ergin bir inkârla için için reddederken, kendi

kendine:

— Bu liliâyeyi onlar gibi siz de dinlemi olsaydnz, belki


kyamete kadar alardnz. Ama söylemem, çünkü gözünüze
dünyây haram ettiim için benden dâvâc olursunuz,
'"'^
söylemem söylemem. . . diyordu.

145
Sâmiha Av-verdi, Yusufçuk, stanbul: Kubbealt Neriyâü, 2007, s. 133-134.

292
Sâmiha Aj-^-erd üe SIRRA YOLCULUK

An, kovam ha^rlamak, petei tamamlamak, çiçekten çiçee komak,


hattâ kovanda ölen bir arkada mumlajp kokup çürümesine mâni

olmak insiyaklarm fiile geçirirken, hal almak için hu küçük


san 'atkânn büyük eserini ykmaya gelen adam, harekete geçmek ânm
hrsla bekler.

Çocuk, cevi^nyeil kabuunu srd için a^ burularak öfkelenirken,


cevi^ bu câhil öfkeye, sanki ^^ahmetli ve derin f^evkleri koyup, sath
üstü haclara dükünlük gösterenlerin bir teessüfcüsü imi gibi, hat(in

ha^n dudak büker.

Kuyumcu müterisine bakn altn diye sürmek isterken, mehenk ta,


kasadaki altn külçesine yavaça seslenir: "Mahzun olma ikinizin

de adnz koyacak olan benim. .."O, t^aman gelir ki bir tasn,


bir bakracn hamumna katlabilir. Giî^i köende beklemekten

korkma ki, gün olup banna, sikke vuracak el naslsa bulunur., diye
ona bearet verir.

Ya yaam, tecrübe görmü adam, kötü bir î^aaf için dostluu bir

kara mangra deiebilirken, genç komusu, ahdin ve söî^ün haysiyetini

korumak yolunda canm bile harcamaktan çekinme^ ve kocamt bir

î^avallmn çif^dii bu riya levhasn tiksinerek seyreder.

293
Eserlerinden Seçmeler

Çocuu dünyâya gelen baha, etinin kannn hu §âhâne eseriyle

övünürken, Kudret, hu anâsr mûcif^esindeki kendi srl nefesini

görmeyen adama için için üf^ülür.

Akll geçinen î^avall, gururuna vurulan hir fskecikle hiddet ve gl^et


hubranlan geçirirken, safdil hellenmi§ arkadap, hir e§ik taji gihi e^lip

çinenmekten pkâyetsi^ ruhundan tahammül ve sükûn çiçekleri

devprir.

Alim, hajin f^an ve jüphe çkmallarnn müküllerine vurup


didinirken, âk, hilgi ve ayan ^vkinin dudandan hin hir mükülün,
hin hir srrn macerasn dinler.

Böylece de hederin çeitli meyillerinin çeitli istikâmetlere akp gidiji,

dünyânn hareketlerini, niyetlerini, nisyânn ve hir sel hâlinde akan


gafletini meydana getirir. Zâten dünya davuluna ses veren tokmak,
gölgesi cihan tutan hu gaflet aacndan haka neden yontulur?

146
Sâmiha Aj-verdi, Yusufçuk, stanbul: Kubbeald Neriyat, 2007, s. 126-127.

294
.

Sâmiha A)^ercli üe SIRRA YOLCULUK

Hanc

Handr bu gönlüm, jâ misafirhane. .

Dert konuklar, derman konuklar, hayâl konuklar, melal konuklar;


mümkün konuklar, muhal konuklar. Hele hasret, hiç çkma^ ardan,

çkmaî^ ardan.

Handr bu gönlüm, ykk, dökük...

Fakir konuklar, yengin konuklar, âlim konuklar, câhil konuklar;

gelen konuklar, geçen konuklar. Hele bin hanc vardr, hiç çkma^
.^'*^
ordan, çkmalardan..

147
Sâmiha Amerdi, Hana, stanbul: Kubbealt Neriyat, 1988, s. 7.

295
Eserlerinden Seçmeler

Kapm aç, kapm aç... Sana geldim, kapm aç...

Bu dünyâdan o dünyâdan, aldm boyum ölçüsünü...

Yi^el ehed arasnda, nice eyyam geî^p tondum...

Samadm dü-âleme, sana geldim, kapn aç...

Yoldapm var, çift kikiyim, günâh benden hiç ayrlma^.

Tek deilsem n'olur sanki? Yer gök sm o kapya...

Bi^ de al, kapn aç, kapn aç, kapn aç...

148
Sâmiha Ayverdi, Hana, istanbul: Kubbealt Neriyat, 1988, s. 11.

296
Sâmiha Aj^^erd üe SIRRA YOLCULUK

Ej yârân! Bilini; ki kâh ehir olurum. Kâh harabe. Kâh ha^ne


olurum. Kâh virane.

Ben Nuh 'un gemisine de bindim. Ben Süleyman 'in tahtna da çktm.
Asafla cinlerin, Hâman'la Asiye'nin yollarnda durdum. Züleyhâ ile

Yûsufun muaakalarn gördüm. Belki hem Yûsuf hem Züleyhâ


oldum.

Kâh yanan, kâh yaklan; kâh aslan, kâh kesilen; kâh sevilip kâh
tekmelenen neden ben olmayaym? Tahtm var, askerim var. Bir
kurulmu devletim var. . . Ama, geceleri sur kapsndan çkp dilenen

neden ben olmayaym?

Kâh dopdolu bir kadeh, kâh kadehleriyle sabahlayan bir sarho, kâh
ümmî, kâh âlim, kâh ku^un, kâh ahin. . . Hem klç hem kalkan,
hem Dârâ hem iskender, hem î^illet hem saltanat, hem ahika hem
uçurum, neden ben olmayaym?

Acep ben, ef^el deniî^nde kâh kabaran kâh yatan bir dalga mym ki,
asrdan ara yuvarlana yuvarlana bugüne geldim. Bugünden deyanna
doru geçip gitmekteyim?

Yolun neresindeyim, demiyorum. Balamam ve bitmeyecek olan bir

yolun her noktas bir ba ve son deil de nedir?''^'^

149
Sâmiha Av-verdi, Hana, stanbul: Kubbealt Neriyat, 1988, s. 16.

297
Eserlerinden Seçmeler

Çocuktum, ufacktm, ama yüreimde kocaman bir dert, koca bir ac,

koca bir atej vard. Hü^ün müydü, melal miydi, istek miydi, hasret

miydi, neydi ki?

Ben büyüdüm o büyüdü. Yel esti eyyam geçti... Günler günleri, geceler

gecelen, aylar aylan, yllar yllan kovalad durdu. Artk onu içime
sdrama^ oldum.

Bu, ne büf^ündü, ne kederdi, ne sevinçti, ne istekti, ne de melal...


Meer bu, senden bir haberci, bir sö\cü, bir müjdeciymij, ne bilirdim
'^"
ben?

150
Sâmiha Av'verdi, Hanc, istanbul: Kubbeak Neriyâü, 1988, s. 35.

298
Sâmiha A>a^erd üe SIRRA YOLCULUK

- "u etrafn güzelliine bak...** dedim. "Gözüm senden


gayny görmüyor", dedi.

- "Hele u yürek ezici kaval sesini dinle. . .


*'
dedim.

- "Kulaklarma senin kelâmndan gayrisi haramdr. .


.
" dedi.

- "Ya u, havaya aslm güzel kokulan içine çekmez misin?"


dedim.

-"Senin, canm tutmu kokun, cihann trini bastrm,


duyamyorum ki. .
.
" dedi.

-"Bir türkü söyle de dinleyeyim öyleyse", dedim.

"Senin methinden gayrsma dudaklarm bal olduunu daha


örenmedin mi?" der gibi sitemlerin en acsyla yüküme bakp bapn
^'
yana çevirdi...^

151
Sâmiha AN-^erd, Hana, stanbul: Kubbcak Nerivâü, 1988, s. 40.

299
Eserlerinden Seçmeler

ismini sorarlarsa söylemem. Sen de benimkini sakla. Bu dünyâya


lâî^m olan, nam ni§an deildir, insanolu, güne§e bir ad takmam
olsayd da o gene seher vakti gerine gerine domakta. ak§am vakti de

kirpiklerindenyorgunluk akarak batmakta devam edecekti.

Varsn âlem halk, bit^m de kim olduumuzu aratrmakta kalsn.


Kalsn da, yaln^ seyrânmzn göncüsü olsun. Hoj o merakllarn
suâllerini cevaplandrmak istesem de, üstesinden gelemeyeceimi

biliyorum. Zira §u anda seni kendimden ayrt edebiliyor muyum sanki?


Seni ararken kendimle bululuyor, kendimi bulmak isterken seninleyü^

yüî(e geliyorum. Belki gene §u anda, yeni domuj bir çocuksun da deseler

inanacam, bir ihtiyarsn da deseler, evet diyeceim.

Ey cihanm, kâinatm, derdim, devam olan seni Bu gece uyku,

parmaklarn gömerime bastrmad. Benden hayr olmadn anlayan

gece ise, her î^amanki gibi, tabiatn gözlerini öperek uyuttu. Daha gün
domadan da, yüküne gülsuyu serpilerek uyandrlan genç bir sultan
gibi, m§l mpl uyuyan, yeri göü boncuk boncuk çi taneleri ile

slatarak uyandrmaa uralyor.

152
Sâmiha Ayverdi, Hana, istanbul: Kubbealt Neriyâü, 1988, s. 52.

300
Sâmiha A)^erdi üe SIRRA YOLCULUK

Söyledin. Yllar ve yllardr, neler neler söyledin. Her biri çalad,


yaprak yaprak döküldü, birikip haznelerim oldu. Kyametler gelip

geçse, bunlar eksilme:^^ tükenmet^ ey varlnn brsiî^ olduum


Devletli. . . eskime^ tükenme^

imdi susuyorsun. Fakat karanlklar boydan boya kesen §im§ek gibi,


sükûtundaki o heybetli esrânn dilinde, gene gökten sahife sahîfe inen bir

semavî kitabn belagat var. Kanl bir meydana dönmüj yüreimin


üstüne yemin ederim ki, bu sükûtun, sanki binlerce dudak kesilip gene

veriyor, veriyor.

Bundan sonra ister söyle, ister sus, istersen sâdece dinle. Ama cümle

âlem §una inansn ki, evvelce söylemediklerin de, bugün sükûtunun


^"
kuytuluklarnda konuluyor.

153
Sâmiha A)^erdi, Hana, stanbul: Kubbealt Neriyat, 1988, s. 58.

301
,

Eserlerinden Seçmeler

Çin'deyim, Hind'deyim, her yerdeyim ben. Ölen/e ölürüm, kalanla

kalr. A.layana yü^üm yok, gülenleyim ben. Daraaanda katilleyim.

Mahkemede mücrimle. Kendim de §a§anm, kaç parçaym ben?

ahba^gibi bulut deler, kötürümle sürünürüm. Bir âpkn göf^afnda,


yanndaym ben.

ebnem ebnem aslrm günlere gecelere. . . iplik iplik dolanrm seslere

hecelere...

Zaman içre duramyok, mekâns^m ben.

Hod, mükülüm. Kadim 'denim, bilmeceyim ben. Melek, §eytan, âdî^


kalmij, bilememi, çö':(iUmedik bilinmedik muammaym ben...

154 ,,
Sâmiha Awerdi, Hana, stanbul: Kubbealt Neriyat, 1988, s. 95.

302
Sâmiha A>-verdi üe SIRRA YOLCULUK

Hü^ün kapm çald. \^uru§undan tandm. "Kim o?" demeye


kalmadan itip içeri girdi.

Kldm. "Nedir bu destursuz geli?*' dedim. Kahkahalarla


gülmee balad.

Hakk da varja. . . Kendi çats altna ilenle gireni de kim görmü?


'^^

155
Sâmiha Av'verdi, Hana, stanbul: Kubbealü Neriyâü, 1988, s. 99.

303
. . .

Eserlerinden Seçmeler

Seferim var, seferim var. . . Dtan içe seferim var.

Bir eyyam gideyim, cihandan göçeyim, candan geçeyim. . . Seferim var,

seferim var. .

Yanma yanama, derdime satama; sorma halimi, hilen bir A^llah...

Seferim var, seferim var. .

Brak gideyim, gideyim, gideyim, kendimi geçeyim; tâ yanna varnca,

kapna ulanca. ..Seferim var, seferim var. .

Dur deme durama^ oldum; dünyâya sama^ oldum. Yld^yld^


atlaym, yeri göü aaym, sen önüme düeli, önü ard olmayan, seferim
'^'^
var, seferim var. . .

156
Sâmiha Ayverdi, Hana, istanbul: Kubbealü Neriyâü, 1988, s. 109.

304
Sâmiha Ayverdi üe SIRRA YOLCULUK

Kaybm var Hak dostlar, kaybm var.

Akçe mi, mücevher mi? Senet sepet, hâ^ne mi? Srça saray, define mi?

Kaybm var Hak dostlar, kaybm var.

Kimya, simya, sihir bilmem. Bilmediim daha neler. . . Adak, ne-:^r,

duam dayok.

Çaresi^m. Siî^ arayn, si^yalvann, si^ dileyin. Avuç açn, boyun


bükün.

Kaybm var Hak dostlar, kaybm var. Ben kendimi kaybeyledim.


Ge-:^n toî(un sorutturun. Da ta arnlayn, yeri göü karlayn.
157
Beni bulun, beni bulun. . . Beni bana kavuturun.

157
Sâmiha Ayverdi, Hana, stanbul: Kubbealt Neriyâü, 1988, s. 110.

305
.

Eserlerinden Seçmeler

Derdim var Allah'm, derdim var. N ideyim, nileyim hu derdi'?

Suya verdim, su almad, göe verdim, gök almad. Yere verdim, yer
almad. Ele verdim, sele verdim. . . Pulluk pulluk, döküm saçm. .

Da almad, ta almad.
Aktmal ata hinsem, cihanlar geî^p dönsem... Yele, sele selâm

versem, ylan kayma^^ kervan a§ma^ hayr çayr koup geçsem...


Kanadlansam göe çksam, hulut hulut hoyun hüksem, yld^ J^^^^K.
yü^m sürsem, aln! desem, hir el atp alrlar m? Bakn! desem, hirgö^
'^*
atp hakarlar m?

Sâmiha Ap^erdi, Hana, stanbul: Kubbealü Neriyâü, 1988, s. 112.

306
"

Sâmiha Aj^erdi üe SIRRA YOLCULUK

Bektâ-1 Velî

Çamlca daki evimi^ çok yakn, bahçe içende, Haydar Bey '/erin
Köjkü denen §inn ve küçük bir bina vard. Buraya komulardan
kimsenin girip çkt hattâ kökün önünden geçildii pek görülmediki.
Bi\ çocuklara da semt sakinleri sanki: O ev perilidir, gitmeyin

çarplrsn^! denen ad çkm i^be ve köhne binalar için söylenmesi

mûtad olan sö-:(lere bentler yakpksr:^ tekerlemelerle Haydar Bey 'leri


adeta boykot etmek isterlerdi. Sebeb olarak da: "Sakn Haydar
Bey'lerin kökünün önünden geçmeyin, onlar Bektaî. .
.

derlerdi.

Bi^ çocuklar da yolumu^u uzatmak pahasna da olsa, aksi


istikâmetteki sokaklardan dolanarak istediimi^ere giderdik.

Düünüyorum da: "Bir üt bin büyü yerine geçer" diyen ata sö^ü

ne isâbetliymij.

Bektâj- V^eli denen koca Türk, belki de Anadolu'nun îmâna kavurup


Türklemesinde en fa^la emei geçmi bir ulu ki^i idi. u hâlde onun

yolundan bu nefret ve tiksinti niçindi?

Niçin mi? Yeniçeri ocana bile im 'an ve idealden kaftan giydiren bu


ulu Türk'e, güya onun yolunda olduunu söyleyen mes'üliyetsi^ ve

kendini bilmecelerin ihanetiyükünden, sular böyle bulanm. Kula karji

da Allah'a karp da pervas^ bir ^ümre o koca Türk'ün yoluna


dikenler koyarak oraya adm atanlann hissen ve ruhen

yaralanmalarna, berelenmelerine sebep olunca gerçein ve ö^ün tahlil ve

tehisine yanajamayan halk da, hep dikenleri görmü ve bir vakitler,

felsefesi, vatana ve imâna, tâcidarlann, hükümdarlarn ve ordularn


edemeyecei hiî(meti etmi o veliyi bir hamlede silerek, eriata omu^
silken bu üç-be kendini bilmecen o tertemi:(jola koyduklar dikenlere
taklp ilerisini girememilerdir.

307
Eserlerinden Seçmeler

Mevlânâ Celâleddin-i Rüm:

Hü der-gerdi§ gedâ-yî bû^-i mast


Bade der-cûjij gedâ-y cû§-i mast

derken insann aklnn ilâhî akl karcsnda dilenci olduunu söyledii

gibi, badenin de hak arknn sarholuu karcsnda kef^â sadaka


muhtaç birfakirden ba§ka §ey olmadn beyân eyler.

Hakkn ve yerini bilen Bektâj- Velî'yi içki sofralar karcsnda


olanlardan gibi göstermek ne kötü ve ne günâh.

Onun, ^^^/ jarab ile mest olmu^ bir velî kip oluunu unutup yoluna
yolcularna badenin Hak arab karcsnda bir ^vall dilenci olduunu
unutturarak, ici o temi^ yolu lekelemee götürmek gibi, bir vebalin

altna girmek ne ar mes'ûliyet.


eriat klfn yrtp insan ruhunu clk yara hâline getirmee kalkcmak
ne büyük günâh.

ister Rifâî, Kadiri, Mevlevi ister Bektâc olsun, yeter ki ceriat fenerini

üfleyip nefs karanlnda kalanlardan olmuc olmasn.

Tek yol, Tarik-i Muhammedi'dir. Kâmil eri bulduktan sonra,

hangisine girsen aynyola, ayn noktaya çkarsn.

Bu Bektâc imic, bu Halveti imic yollu aynm yapmak tarikatn


ruhuna külliyen aykrdr. Ne yattk ki bugün Muhammed ümmeti
birlik ve beraberliini ^delemic bulunuyor. u hâlde lâ^m olan ahlâk

temellerini kurarak sevgi, sayg, feragat, fa^^let gibi üstün vasflarla

binann der-i dvann örmek ve îmân hara ile çatsn kapatmaktr.

Hemen Allah, ehl-i tariki nifak ve cikâktan korusun. Bu cümleden

olarak âlem-i islâm'n da tevhîid yolunda, dünyâ devinin ve madde

308
Sâmiha Ayverdi üe SIRRA YOLCULUK

tumann pençesinden kurtulup ahlâk- Muhammedi f^rh içinde emin


'^^
ve masun olmasn niyâ^ eylerim.

159
Sâmiha A\'\^erdi, Kahmet Kaps, Ankara: Hülbe Basm ve Yayn, 1985, s. 56-58.

309
Eserlerinden Seçmeler

Semiha Cemâl Hanm

On üç yadlarnda idim ve en küçük daym Esad Sagay Bey 'in evinde

misafir bulunuyordum. Daymn hanm da halaî(âdem olduu için,

akrahalm:^^ iki baptand.

Akjam yemeinden sonra, oturma odasnda çoluk çocuk tatl tatl


konuluyorduk. Halam ise, elindeki ga^teye dalm, etraf ile pek
Daym, birkaç defa: "Hanm brak artk
alâkalanmadan okuyordu.
okumay... bak Sâmiha da krk ylda bir geldi..*' diyorsa da
halam, yumuak yumuçak: "Peki, imdi" diye cevap veriyor, fakat
bir türlü de gönderini ga^eteden ayrmyordu.

Daym, üç söyledi, be§ söyledi, bakt olacak gibi deil, elindeki sigaray

arkadan gaf^eteye dedirdi. Kâd yanmaa balaynca da, bu sevimli


müdâhaleye ikisi de gülünerek, iji tatlya baladlar.

Bir ba^ka ailede, erkein ricasn kale almayan kadna, barp


çarmak, en a^ndan somurtmak, ne ya^k ki çok görülmü
hâdiselerdendi Halbuki, daymla halam, her mes'eleyi böyle ^arâfet ve

nezâketle hâl ederlerdi. Sonuna kadar da, bu böyle sürüp gitti.

Esad Sagay Bey, en küçük daymd. Aabeyi Cemal Bey ise,

daylarmn en büyüü idi. Her ikisi de büyük annemin kardei idiler.

Annemin kardei doktor Server Hilmi Bey ise, ortanca daymd.

Büyükannemin annesi Refika Hanm, genç yapa vefat edince, Msr


Vekili Hac Süleyman Aa ile Zekiye Hanm, dul kalan damatlarn,

hüsn-i ahlâk sahibi halayklar Hac Kalfa ile evlendirimiçler ve Esad


Bey de bu izdivaçtan dünyâya gelmij. Onun için de ipe, büyükannemin
sonradan doan kardep Esad Bey, kendi olu Server Bey'den yajça
küçüktü.

Bu tabloya göre Esad Sagay Bey, Cemal Bey Daymn k^ Semiha


Cemâl Hanm'n amcas idi.

310
Sâmiha Awerdi ile SIRRA YOLCULUK

Semiha Cemâl Hanm, asrlann ':(or yetitirdii müstesna insand.

Ona, tek kelime ile rûh-i mücerred dense reva idi. Bir kere çok güreldi.
Çok da ^eki ve çok merhametli, bilhassa adalet duygusu son derece
inki§af etmi§ insand. A.mma, bütün bu üstün vasflarm, jahsi heves ve

menfaatleri için kullandna kimse ^âhid olmamt.

Bir ejini daha görmediim harikulade güf^el elleri vard. Vefatndan


belki on bej sene sonra, kendisi ile Kj^ Muallim Mektebi 'nde hocalk
yaptn örendiim Tevfk Ararat Bey 'e, kendisinin dayzadem
olduunu söylediim ^^aman, çok akll, terbiyeli ve kibar bir t^at olan

Tevfik Bey, sanki birden bire karcsna eski bir imaj çkmij gibi

jajirarak:

— "Elleri" diye adetâ barmt.

Sonra da kendisini toplayarak, me-:^et ve faziletlerinden sö-:^ etmek


suretiyle yapt heyecanl çkp dü^ltmee çalkt.
Semiha Hanm, K^ Muallim Mektebi 'ndeki oldukça u:^un süren

hocal senelerinde, amcas Esad Sagay Bey de Maârif Vekili


bulunuyordu. Amma, iki sene süren bu vekillik devresinde, kimse
Esad Bey 'in Semiha Hanm'n amcas olduunu bilmedi. Bilemeydi.

Zira öünmek gibi beceri t^aaflara kapal olan bu genç k-: için tefâhüre

benler her duygu, aypl ve haram idlerdendi.

Ne ki, vekil olan bir amca ile iftihar etmemek de, bu tok gönül için bir

§ey miydik O, Hak katndaki yüce mevkiini de kimseye ifâ etmemi ve

bacndaki mânâ sultanl tacn kimseye göstermeden bu dünyâ


köprüsünü geçmij olan, tasarruf sahibi bir ehl-i afk idi.

160
Sâmiha A^'^'erd, Rahmet Kaps, Ankara: Hülbe Basm ve Yayn, 1985, s. 66-68.

311
Eserlerinden Seçmeler

Onüçüncü Asr Anadolu'sunda Tasavvuf ve Hazret-i Mevîânâ

Haf^et-i Mevlânâ, her cephesi bir bajka görünüj, bir bafka renk ve

calibe ar^den o menura benler ki, bu hikmetler, bu bilgiler, bu


aklar, bu san'at ve :(arâfetler hevenginden, isteyen istediini çekip

alabilir. Mevlânâ, kendi ahsiyetini, bir aya eriatta kâim dururken


öteki ile yetmiiki milleti devreden bir pergere ben':^etmekle, bu çok
cepheli iç portresini bi^^at ve kuvvetle çi^mi bulunmaktadr.

Bi^m urackta yapmak istediimi":^ o hikmetler ve marifetler

hevengine nâçiî^âne uf^anarak, onüçüncü asr Anadolu'sunun tefekkür


ve tasavvuf haritasndaki yerini, hâle ve istikbâle u^^anan tesirlerini, en

ksa çillilerle göî^den geçirmektir.

Bilindii gibi onüçüncü asr, Selçuklu Devletinin, siyâsî, içtimaî ve

iktisadî buhranlarn bitmef^ tükenme:^ taf^yiki altnda can çekitii

istikrarsn^ ve hut^ursu^ bir devridir. Bu aknlk ve kararszdk içinde

bunalm olan halk, bir manevî ümit ve istinat noktasna balanmak


zaruretinde idi. Bu arada, mazisi binlerce sene evveline giden ve

yeryüzünün çeitli fikir, felsefe, itikat ve mezheplerinin içine szm


kabalistik motifler, adetâ kyafet deitirerek, islâm dîninin içine de yol

bulmutu. Bu arada, birtakm Bâtinî ve Hârici temâyüllü tarikat ve

mezheplerle, Sünnî îmâna su katmakla mükellef üpheli müessesseler,

Anadolu 'dayaygn bir nüfuzca sahip bulunuyorlard.

Selçuklular'n siyâsî fetret ve bozgunlarnn sosyal plânda yaratm


olduu buhranlardan faydalanarak gelimi Cimri Baba ve Baba shak
vak 'alan gibi arkalarndan büyük topluluklar sürükleyen dînî- siyâsî

hareketler ise, bir tasavvuf sisteminin mal olmaktan ziyâde, âsâyi ve

inzibat noktasndan ele alnmak gereken vak'alar diye

snflandrlmaldr.

Halbuki saf ve samimî manâsyla ark, Ahmed Yesevî'den evvel ve

sonra, Sünnî Müslümanl bir sünger gibi emip bünyesinde temsil


ederek, onu tasavvuf normlar içinde yeniden islâm âlemine iade
ederken, bir mücâhade ve tavsiyeli bir îman ruhunu da beraber
getirmiin

312
Sâmiha A^^^erd üe SIRRA YOLCULUK

eriate bal, berrak ve feragatli bir ahlâk anlaym, Ahmed Yesevî


adna U^k ark 'dan Garp Türklüü içine getiren binlerce velî, ne
çâre ki bir taraftan yabanc eriatlerin nüfût^u altnda kalm, bir
taraftan da ^ümre ve ahs menfaatlerine âlet olmu Bâtnîlerle
karlanca, onlar tarafndan kendi saflarna ka^nlm gibi
gösterilmitir. Böylece, •:(amânn aldatan hükmü, beeriyete üslûp ve
istikâmet veren bu erleri, erenleri, ahileri, abdallan, dalâletin ve

cehaletin kendisi imi gibi damgalamak hatâsna dümütür.

Anadolu 'da K-:^lbalk cereyanlarnn ve buna muvâ;^ olarak, rengi ve

hüviyeti karanlk bir melâmet fikrinin, basit halk tabakalar arasnda


kesif taraftar bulmas, insanlar dînin kayt ve artlarndan âî^âde
tutan bir hürriyet vâdederek, eriatn haram kabul ettii fiilleri mubah
telâkki etmesi ile ît^ah olunabilir.

Ne ki, eriata bal inann kal'as olan Selçuklular devrinde tasavvuf


müessesesi ve diyanet haritas, slâm birliini parçalamak yolunda
siyâsî, içtimaî ve iktisadî imkânlardan kuvvet ve mesnet bulan bu

ocaklara Fahreddîn-i Irâkî, Sadreddîn-i Konevî, Evhadeddîn-i


Kirmânî ve nihayet Celâleddîn-i Rumî gibi kuvvetli merke^erle kar
çkm bulunuyordu.
ite Anadolu'nun kifâyetli bir devletçilik anlayndan mahn-m
kalarak kendi bann derdine dütüü onüçüncü asrda tasavvuf
an'anesinin, Bâtnî karakter tayan mihraklarna ramen, saf Sünnî
îmân destekleyen çok kuvvetli merkepler, rütlerini ve safirlerini îlân

etmi bulunuyorlard. Bahusus, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî'nin, saf


îmânn hür ve samîmi temsildsi olarak gelip Konya'ya yerlemesi,
iktisadî buhran ve içtimaî hu^rsu-:^uklan bir çamur gibi yourup,
bundan tefekkür sistemleri lehine tehlikeli binalar kurmak isteyen

Bâtnî kuvvetlere kar protesto mâhiyeti göstermi ve müthi


^kirlerinin pan^hiri olmutur.

O f^amanki Türk-Islâm corafyasnda içtimaî muhitin bir mahsûlü


olan bu diyanet ve tasavvuf haritasn, u ksa ya^m^da çimmeme
imkân yoktur. Bu sebeple devrin nirengi noktas olan Ha-:^et-i
Mevlânâ 'nn hu^runda tâ^mle duralm:

313
Eserlerinden Seçmeler

Sultânü'l-Ukmann olu müderris Mevlânâ Celâleddin, ems-i


Tebri^fnin evkiyle karplapp hayâtnn aklî ve ilmî diyebileceimiî^^ ilk

safhasn kapatp bir karar ve devam devresine girdikten sonra, va^e


ve mes'idliyetlerinin uurunu tajiyan büyük insan rolünde, o bin bir

cepheli ahsiyetiyle, bir mürebbî-mürit olarak be§er saflarnn arasna


atlmtr.

ems, onun f^knp köpürmek gününü bekleyen srl tohumlar yüklü


ruhuna bir k gibi dolarken, Mevlânâ da, coup köpüren yüreinin
mahsulleriyle insanlk âlemine sonsu^ bir rahmet olup sanak sanak
dökülmütür.

ems-i Tebn\î, kendini arayan ve kendini bulmakla her eyi bileceini

söyleyen Mevlânâ'ya bu vahdet srrn iaret eden e^el elçisiydi.

Vaktaki o vahdet ifresini beraber çö-:^düler. ems, müridinin

hayâtndan çekilerek, onu, insanlk âlemine kar vadeleri ve

meguliyetleri ile ba baa brakt.

Böylece de artk, her eyi bilen ve bildiini de âleme öretmekle mükellef


olan büyük hakim, tâbire tarife gelmeî^ bir aktan arta kalan yürein

iki cihâna smayan itiyak ve hasreti içinde, tefekkür ve imânnn


cokun seline âlem halkn muhatap etmi bulunuyordu.

Öyle ki, bir taraftan bir fikir ve mantk silsilesinin burhanlarn ve

gerekçeleri ile muhteem Mesnevi'si, insanolunun kulan büküyor,

mustarip ve muhtaç kütlelere vahdet inann, îmân heyecanm, Allah


sevgisini sebil sebil datyor; bir taraftan da gafillerinin, rubailerinin,

semâ ve tarablannnn ak ve san 'at dalgalan, Konya'y, hattâa Rum


diyarnn hudutlarn aarak, kervanlarn ^kymet eyalar arasnda
dîer medeniyet merkeplerine ulatryordu.

Kendini bir beeriyet fedaîsi olarak insanlara neî(retmi müstesnalar


arasnda bulunan Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî'nin kütle terbiyesindeki

gayesi, sistemi ve metotlar gayet sarih ve hasbî idi: Tam bir vahdetçi

görüle, iyâlullah tanyp sayg, sevgi ve efkatle bal olduu insanlar,

hayvani insiyaklarnn esaretinden kuriararak tasfiyeli ve muhâsebeli

bir ruha, bir vicdan hürriyetine eritirmek istiyordu. Bunun için de

kütlenin bir evk ve îman potasnda birleip bir bütün hâline girmesi ve

314
Sâmiha Ayverdi üe SIRRA YOLCULUK

sonra da bu evk ve îmânn o bütününün müterek enerji kayna


hâline gelmesi lâ^md.

ite rehber ve mürebbi Mevlânâ, bu gaye urunda nesi var nesi yoksa

insanlarn önüne döküp, onlan bulunduklar seviyeden bir adm ileri

götürmek için san'atn, îmânn, ahlâkn, evk ve akn kütle


emrinde seferber eden örnek terbiyecidir.

insanlar kendi kendileriyle yüf^letirerek kötülüklerinden utandran ve

onlara kemâlin ve müteâlin hasret ve itiyakn alayan Ha-:^et-i


Mevlânâ, böylece nefsânî kuvvetlerin basks ile silinip, uuraltnda
uyuklaya kalm deerleri, sihirli ak asâsiyle dürierek faaliyete
geçirmeyi bir din gibi mukaddes bilmitir. Zira kendi kendine bilkuvve
mevcut kymetlerle ainalk kurup, onlan yüksek ve müterek bir

îmânn içinde faal klan kimselerdir ki cemiyeti cehilden bilgiye,

karanlktan aydnla çkarrlar; mükülleri yener, î^orluklan aar,


güî^eli bulur, doruyu arar ve iyinin peine düerler. Öyleki bu evk ve

îman potas içinde harmanlanp savrulan ferdî egoizm, yâni nefsânî


kuvvetler, musaffa bir enerji hâline gelince de, iç tabiatn pençesinden

kurtulan insanolu, kinlerden, hasetlerden, gurur, intikam gibi ykn ve


menfî duygulardan boalarak bir vicdan cennetinin hürriyetine admn
atm olur.
Kütle terbiyesinde sevgiyi esas tutan büyük hakim, bunun içindir ki

cemiyetin her bir tabakasna cömert hattâ müsrif bir efendi ikrâmiyle el

u^tarak: "Ben her cemiyette nâlân oldum, kötü halliler ile de


iyi halliler ile de beraber oldum, *' demekten çekinmemitir.

Hudutsu^ bir ak, ba sonu olmayan bir sevgi ummam hâlinde


gönüllere dalga dalga çarpan Mevlânâ'nn, insanoluna en büyük
armaan, onu kendi ayplarndan utandracak kadar müsamahal ve

anlayl bir muhabbet ve efkate gark etmi olmasdr.

Eer Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, Dîvân- Kebîr ve Mesnevi gibi iki


mua^^m ve eriilme:^^ âbide brakmam olsayd, yine kütlenin
hamurunu mayalayan büyük ve müstesna insanlar safnda yer alm
bulunacakt. Zira, o hudutsu^ samimiyeti, bilgisi, sevgisi, vecdi, îmân
ve san 'at ile insan topluluklarnn nabzn elinde tutan, onlara ahenk,

315
Eserlerinden Seçmeler

ni^m ve §ifâ sunan bir aha-verici cihad, içtimaî juür ise, bikmetiyk,

irfâniyle, askyla ':^amânna ve ^mânmn ötesine hükmeden büjük


kurtanclan, adetâ insiyaki hirferasetle se^p kefederek i^ne dü^er ve

etrafndayerledir.

Yaradln beka ve devam srlarn hâmil olan bu büyük kurtarcya,


jâir olarak, mütefekkir olarak, hakim olarak, mutasavvf ve san'atkâr
olarak biî^imle beraber bütün dünyânn da ebedi hayranlk ve ihtiram

borcu vardr. Fakat bu vatann, bu topraklarn evlâd olarak biî(^

Türklerin, târih kaderimi;(^yönünden, ona ayn bir minnet ve ükran


borcu duymam gerekir. Zîra onüçüncü asr Anadolu'sunun bir

tarafta çeitli meî(hep ve inanrlarla bulanm havas, bir taraftan

Mool istilâ ordularnn basks ile kanjmij ni^m içinde Mevlânây,


mücâhit ve kahraman ruhuyla, ylmadan, usanmadan Müslüman-Türk
îman ve tefekkürü adna faaliyette görürü^ Öyle ki, mâlik olduu
deerlerle hâlin olduu kadar istikbâlin de hamurunu mayalayan her
büyük insan gibi, kütleye kemâlin ve müteâlin tohumlarn saçan
Mevlânâ Celâleddîn-i Kümî, Anadolu Türklüünün siyâsî kaderiyle

ibirliiyapan içtimaî tarihinin fonunu çif^mi üstat bir kudrettir.

Selçuklu imparatorluunda Moollarn oynadklar son oyunlar,

ferasetli bir mücâhit olarak takip etmek va:^etinde bulunan büyük


terbiyecinin, askeri ba§anlanna ramen, neticeyi, medenî seviyeleri

dü^ük Moollar lehine görmedii aikârd. Bâ;^ iirlerinde, bu istîlâ

hareketlerine açk veya kapal temas eden msralar göt^e çarpar. Ne ki


bunlar, bir ressam frças sadâkatyla hâdiseleri tarafs^ renklerle
çi^or ve bunlarn d§ mâhiyetlerinden içeri siî^arak, hâlin gebe olduu
istikbâli iaret ediyordu. Biri taraftan Tatarlarn t^ulmünden
bahsederken, Tatar ahusunun miskini arzuladn da kaydetmekten
geri kalmamas, bekledii miskin, bu î^ulüm ve faciâlann eliyle karlp
kartrlan kütlenin strap ve inhilalinden doacak sente-:(in tâ kendisi

olmadn nasl iddia edebiliri^ Zîra:

Hâkimestyefalullâhü mâyeâ
O ^ ayn- derd engî^d deva

316
Sâmiha Ayverdi üe SIRRA YOLCULUK

"Allah hâkimdir, istediim yapar; O, derdin içinden deva çkanr"


demekle, hi^tihi derdinden içinden alnan a§ya, reaksiyonlara kymet
verdiini belirtimijtir.

Bunun için Ha^ret-i Mevlânâ, üç asr "Sadr- islâm" imtiyâ^n


muhâfai^a etmi§ bu imparatorluun ykhpna bigâne deil, tarafs-:(d.

Selçuklu devri kapanabilirdi ve kapanacakt da. Târih meydannda


talih deneyip nöbet savanlar arasnda Selçuklu denen bu devlet de,

Küçük Asya Türklüüne bir Akdenif^ medeniyetinin ilk tecrübesini

gösterdikten sonra, artk siyâsi kaftann syrmak ü;^ere bulunuyordu.

Amma ömrünü tamamlam bir medeniyetin târih huturundan


çekilmesi, kütlenin barnda mahjü^ potansiyelin kaybolmas demek
deildi. Mademki Moollar, istilâ ve ^a/erlerine ramen bu muhterem
medeniyet bakiyesine vâris olmaktan uî^ak bulunuyorlard, ju hâlde

galibin de malûpla beraber, üstün bir kuvvet tarafndan temsil

edilmesi, onun da inhilâl edip yeni bir terkibin potasnda erimesi lâ^m
geliyordu.

Acaba bu namzet kuvvet kimdi ve neredeydi? H^n almam bir

Müslüman-Türk dinani^mi, kütlenin uuraltnda gidilmekte

bulunuyordu ki henü^ kuvvede olan bu gi':(li talebin, yeni bir merkep


etrafnda peteklenip et kemik balamas lâ^md.

I^te Osmanl Türklüünün devir alaca ve dört baji mâmur bir cihan

imparatorluunun bünyesinde örgülejtirecei bu potansiyeli, içtimâi

§uûrun hamuru içinde yourup yeni bir inkiaf ve yeni bir nif^âma
götürmekte birinci derecede sö^ sahibi olan tasavvuf ananesi içinde
Mevlânâ, her Türk 'ün minnet ve ükranla balanmas gereken intac
idealistlerin ön safndadr.

Terbiyeci ve mürjit Mevlânâ, muvâf^enesi bot(ulmuf bir cemiyette,

asrlarn ve nesillerin süzgecinden geçmi kararl mirac, salâbetl

ahlâk, derin kültürü, feragati, ismeti ve asâletiyle, sahteyi gerçektin

istatistik bir görümle ayrt ederek, içtimâi uurun önüne döken ve

beeriyetin eline bir kyas mal:(emesi vererek kütleye nefes aldran


hakim insandr.

317
Eserlerinden Seçmeler

içinde derslerim verdii medresesinin muhterem çats altna takririni


bitirip de, iki cihann kaytlarndan â^âde bap önünde, dudaklarnda
a§k gazelleri, ciibbesinin etekleri uça uça geçtii yollara ve konduu
duraklara, hikmetinden, irfanndan, heyecan ve samimiyetinden â§ikâr

bir i^ bir nijan, bir ses ve nefes brakmtr.

isterse beeriyet ^imdi de ayn v:^ bulur ve üstünde yürüyebilir, ayn sesi

ve nefesi duyarak, büyük kurtarclar kafilesinden olan bu büyük


terbiyeciyi, kendi arasnda, kendi hayâtnn içinde bulabilir. Yeter ki
Ademolu, büyük insan motifine olan e-:(eli ve tabiî ihtiyacn hissedecek
seviyi ve §uûru yeni bapan kabansn ve elini de gönlünü de onunla

birletirmek lüî^ûmuna inansn.

Ya^m, büyük üstadm Ken'an Kifâ'nin, Mevlânamn vasfnda


söyledii bir sö^le bitirmek istiyorum:

"O, iir güzelidir, mûsild güzelidir, bilgi güzelidir, Allah


güzelidir. O güzeller güzelidir. " "''

161
Sâmiha Ayvetâii, Abide ahsiyetler, stanbul: Kubbealt Neriyâü, 2001, s. 3- 11.

318
Sâmiha Aj^erdi üe SIRRA YOLCULUK

Fâtih'in Ve Fethin Gayesi

Zaman içinde ve târih sahnesinde isimleri ehedîle§mi§ kimseler için her

cepheleri ile ele alnmak, kaçnlma^ bir kader buyruudur. nsanlk


âleminin ölmelerinden olan Fâtih Sultan Mehmed de bu kafilenin

bacnda gelenlerin biridir. Onun için, asrlar boyu, hemen her cephesi
ja^hp çi:^lmi§, söylenip münâkaça edilmitir.

Fakat Garp, hattâ ark literatüründe, siyâsî ve askeri faaliyetleri ile

gagalan ve fütuhat adna, devirler boyu sö^ söylenip kalem yürütülmü


olan Fâtih Sultan Mehmed'in, hükümdarlk sfat ve san'atna

formasyon vermi olar ruhî terbiye ve dinamiî^mi, netice itibariyle de

derûnî hayât, hemen de hiç ele alnmam dense revadr. Halbuki,


bi^m için olduu kadar dünyâ için de mühim olan, onun istilâ ve

fütuhatndan î^âde, bu cihad ve gaî^â ruhunu çuûrlandnp, plânl ve

sistemli bir istikâmeteyönelmi olan gayesidir.

ikinci Sultan Mehmed'in Manisa 'da geçirdii ikind çeh^delk devresi,

gerek çahs gerek Osmanl Devleti için çok verimli ve faydal olmuçtu.

Zîra genç §eh^de bu müddet î^arfnda, akademik birfaaliyet devresine


girerek, liyakatli hocalar karcsnda malûmatn geni§letmiç, felsefe,

matematik o kumuç; Arapça ve Farsçay ana dili gibi örenmiç;


Fâtince, Yunanca ve Srpça'ya çal^mç; târih, corafya ve askerlik
bilgisinde fevkalâde ilerlemi; bir yandan da dünyâ cihangirlerinin
hayatlarn dikkatle mütâlâa ederek, bunlarn doru ve yanl
taraflarna parmak koymuç, böylece de yaçanmç târih maceralarnn
muhasebe ve yekûnu, onu plân ve sistem fikrinin lüzumuna esasl
surette balamdr.

imparatorluun gelecekteki îcab ve ihtiyaçlarn karlamak yolunda


kalifiye bir hükümdar olarak yetiçmek gayretiyle, bir soluunu bo§
geçirmemiç olan çeh^âde, bu plânl faaliyeti ile, denilebilir ki daha o
^aman kudretinin uuruna ermiç bulunuyordu. 'Nitekim, ka^nd
kifayet ve dirayet ile, idare ve karar anlarnn en sert dönemeçlerinde

bile hesabn aprmamç, müçkülden müçkül hâdiselerin içinden dahî

319
Eserlerinden Seçmeler

ka^s^a synhp, hem kendini hem de memleketini kurtaracak irâde


ve liyâkati göstermesini bilmitir.

Bir devlet reisi için, be§en ^af ve ^ahsî ihtiraslarnn kulu olacak bir

^aafve ihtidâîlikte kalmann, idare ettii kütleler için; ne aa bir kayp


ve ne yaman bir tehlike olduunu, târih kendisine ispat ettii için, Fâtih
Sultan Mehmet, himmetini jaln^ d§ tabiat bilginlerine deil, iç tabiat

kymetlerine de harcamay lü^mlu bulmutur.

Cihangirler arasnda tabiatn dikte ettii müterek esaslar olduu bir

gerçektir. Fakat, meselâ. Büyük iskender'in kendini bir ilâhn olu


olarak cihâna ilân etmij bulunmasna karplk, genç Fâtih, kütle
emrinde Jîsebilillâh kemer balayp asla kulluktan ayrlmamtr. O
kadar aynlmam§tr ki, her frsatta kavli ile de, fiili ile de bunu
pervaszca ilân etmekten çekinmeyen bir cihan ah olmutur. Tereddüt
etmeden.

Bir aha kul oldum ki cihan âna gedâdur

diyebilmek her tâcidar için kolay söylenecek sö^ deildir.

Ket^â, istanbul'un fethinden üç gün sonra, Ayasofa'nn önünde


atndan inince, büyük hükümdarn ilk ii ükür secdesine kapanmak
olmutu.

Genç hükümdar, daha ehî^âdeliinde, ihtiraslarnn yalm ile beeri ve


ahsi evklerin malûbu bulunan idareciler fasilesinden olsayd, babas
ikinci Sultan Murad gibi, tahtnn üstünde adetâ bir vaî^e mahkûmu
isteksi^ii ile oturan bir hükümdar kolaylkla alaa edip yerine

geçmekte tereddüt etmef^di. Halbuki, ehî(âde Mehmed'in, bu ikinci


veliahtl sessiî^ sedas^ kabul edip, itaatli bir tahammül göstermesi, en
küçük yandan itibaren terbiye ve ni^^m görmü bir iç tabiatn verdii

yüî^ aartc bir imtihan olarak düünülebilir.

Muhakkak ki genç ehzadenin büyük talihi, devlet otoritesinin politika

ahlâkn kuran ve kontrol altnda tutan âlimlerden mürekkep müavir


kuvvetlerle çevrelenmi olmasnda idi. Zira Alparslan da dâhil, büyük
Türk hükümdarlarn tahta hasrlayan fikir ve ruh isçilerinin

320
Sâmiha Ayverdi ile SIRRA YOLCULUK

serdengeçti himmetlerini ve celâdetli gayretlerini hatHamak lât^mdr.


Zira bu salâhetli ve feragatli insanlar, bal bulunduklar prensiplerin
müdâfaasn îmanlannn icâb bildiklerinden, padiahlk makamna
karp gösterdikleri medenî cesaret, hükümdarlarn ve icrââtnn bir nevî
muvâ^ne ve îtidâl unsurunu tenkil ederdi.

Dünyânn hiçbir devrinde hiçbir idare mekani-:(masnn ba çevirmemesi

gereken bu müâvir-mücâhitler snf, kendi prensiplerinin salâbatli

ölçüleriyle, bir nirengi noktas olarak hükümdarlar, dâima hakkn ve

adaletin ^^rvesine götürmülerdir. Ne dünyânn nimetinden âd ne de

yokluundan nââd olduklar için, kimseden çekinmemi ve kendilerini

de kimseye borçlu ve f^bun hissetmemekle, hüviyetlerini kimseye


satmamlardr.

ite genç ehî^âdeyi çocuk yandan itibaren kuatan bu ilim, itfan,

himmet ve san'at erbab hoca-musâhip kadrosu, bir yandan onun siyâsî,

askeri, fikri ve edebîformasyonunu hasrlarken, bir yandan da cokun


ve akn mi^cnm bir tefrih devresinde demlenip döl vemesine hi^et
etmilerdir.

Ne ki, hükümdarn etrafn çevreleyen bu yardmclar ve yapalar


kadrosunun merke^erinde, gö^ünü genç hükümdara dikmi bir hocas
daha vard ki bu, kendi kendisiyle hesaplam tasfyeli ve ergin
kimseler snfndan bir ulu kii idi. Halkn dilinde ad Ak eyh olan
bu uluya hükümdarn hürmeti ve bilhassa muhabbeti büyüktü. Bu

prensip adamnn ve ruh terbiyecisinin verdii kstaslara göre her eyden


evvel, insanoluna beeri gaflardan boalm ve kontrol altna alnm
bir iç tabiat lâ^md.

Dünyây prensiplerinden ücretsi^ ve menfaatsin faydalandranlar


serisinden olan Ak emseddin 'in talebi, ikinci Sultan Mehmed'i kendi
kendinin hakikatinden haberdar edip, onu ald manevî okun tesiri

altnda deimi gömlekti. Nitekim bu hararet ve ceî^be ile mânevi


formasyonunu gelitirdii genç hükümdar da, gerek insanlarla gerek

Allah'la olan muamele ve münâsebetinde, kendi kendini kontrol


altnda bulunduracak uurlu bir mes'ûliyet duygusu uyandrd. Sonra
da bu aksiyon adamna:

321
Eserlerinden Seçmeler

"Cihâda var, ben de seninle birle gelirim.** dedi.

Ak emseddin için Fâtih Sultan Mehmed bir jahs deil, bir semboldü.
Zira Ak eyh onun ahsnda kütlenin temsilî ifâdesini bularak, âlem
halkna bu kanaldan çk§ yaplacan biliyordu. Onun için de: "Sen
seni âir halk gibi zannetmeyesün. tslâh- memleketten gayn
nesneye itigâl göstermeyesün..." diye emirler veriyor, ondan gelen

her iaret de pâdiâhta bir akis, bir heyecan yaratyordu. Bir gün Koca

Cihangir, ve^ri Mahmud Paa'ya: "Bu pire hürmetim


ihtiyarszdr; yannda heyecanlanrm, ellerim titrer; âir
eyhlerin ise, benim yanma geldikte elleri titrer, "demitir.

Nihayet, istanbul'un fethinde duyduu ha^ devlet erkâmyla


konuurken: "Bu ferah ki bende görürsüz; yalnz bu kal'a
fethine deildür. Ak emseddin gibi bir aziz, benim
zamanmda olduuna sevinirim!" demitir.
%%*

Pâdiâhn ^hninde ve eli altnda. ark 'in ilenme gününü bekleyen


tefekkür ^enginlii ve Garb'n maddecilik imkânlar hâ^r nâ^r
beklemekte idi. Bunlar bir teknede yourup, dünyâ tefekkür ve

medeniyetine bir istikâmet çiî^mek, ancak onun çapnda büyük adam


kân idi.

Edirne'de son ve kat'i olarak Osmanl tahtna oturan genç

hükümdarn gayesi sarihti: "Ee-tüftahanne'l-Kostantiniyye" hadîsi ile

methedilen emîr olacak, sonra da Garb'n teslisi karsna ark'n


tevhidini bir ayna gibi tutarak, vahdetin çehresinde kesrete kendi
kendini gösterecekti Bu, bir mânâda positivist tefekkürü spirtüalist

düünce ile kartrp bir sente^yol açabilecek sava idi.

Genç hükümdar için aikâr olan bir gerçek varsa o da, bir samanlar

yeryü':(ünün fikir ve medeniyet târihine kble olmu bulunan slâm


tefekkür ve medeniyetinin artk gömülerinde fer, dikerinde derman
kalmam olduu keyfiyeti idi. u hâlde, onu el yordam ile

yürütmekten kurtarmal, Garb'n realist ölçüleri ile badatracak bir

yeni terkibe doru istikâmetlendirmeli idi.

111
Sâmiha Ayverdi üe SIRRA YOLCULUK

Binlerce yln ardndan yuvarlanp gelen Türklük, §imdiye kadar


geçirdii ve yerletii topraklarn adna, diline hattâ dînine uyarak aa
kayplara karglk, hu defa Osmanl kafesi altnda dünyâ târihine

silinme:^ i:^ni brakmal idi. O, ark 'la Garb V müterek pota içinde

eritip yeni bir terkibe götürmek emelinde idi.

Avrupa, Bizans'n Türkler tarafndan fethi hâdisesi üstüne pm bir

etiket vurmutur. Takat hâlâ Garb'n tüylerini ürperten bu fethin,

gerçekten vahjet ve ^lümle asla alâkasyoktur.

Bir prensip adam, bir idealist cihangir olan ikinci Sultan Mehmed'in
sevgi ve adalet temellerine oturtulmu hükümdarlk felsefesini, netice

itibariyle siyâsi, askeri ve idâri ahlâkn anlayabilmek için, o devrin

Orta Ça idarecilerini gö^ önünde bulundurmak lâ^mdr. Her biri

dünyâ târihinde biryüî(^ karas tenkil eden vahim, habis ve kan dökücü
hükümdarlarn î^evk için on binlerce insan klçtan geçirtmeleri, ^'âfet

sofralar banda esirlerini süngülere taktrmak, ka^a oturtmak,


kanlarn araplarna kartrmak gibi sadi:(m örnekleri, o devrin

askerlik ve siyâset ahlâknn esâsn tekil etmekte bulunuyordu.

Bir vakitler Haçl ordular eklini alm Garb'n gayreti yetmi bin
masum cana kyarak Kudüs'ü ele geçirmiti. Takat ark'n
Salâhaddn-i Tyyûbî ile hukukunu geri almaya muvaffak olmas,
Garb ' öyle bir tedirgin etmiti ki, asrlarca bunu affetmedi. u hâlde

henüî{^ bu eski hesabn üstüne bir kalem dahî çekilmeden, bir

Müslüman Türk devletinin ark Hristiyanlnn bu son merkeî^ni


ykmas nasl ho görülebilirdi?

te, bu derinden gelen ve adetâ nesillerin nesillere emânet ettii bir kin
hâline bürünmü olan dümanlk, Garb'n intikamc ve mutaassp
anlayndan gelmekte bulunuyordu. Transiî^ politika edebiyat, telkin
yolu ile, hayâlin hakikat kisvesine nasl sokulabileceini u ata söî(üyle
ne gü^el anlatr: 'ftira edin, iftira edin... söylediklerimin doru
olmad anlalsa bile, geri kalan yine yeteri" Aa yukan hareket

noktas bu olan birçok Batl kalemler de Türk gücüne ve medeniyetine

dâima ayn kastl hücumu yapmlardr.

323
Eserlerinden Seçmeler

Fâtih Sultan Mehmed ise, Raptettii ülke halkna, Orta Ça anlay


ile ît^ah edilemeyecek bir vicdan ve îman hürriyeti baijlam^ olduu
hâlde bile, hâlâ ekseri Avrupa çevrelerinde barbar kabul edilmekten

kurtulamamtr.

Halbuki Komnenler saltanatnn taht mücâdelelerinden ve iç

idâresi^iklerinden faydalanarak, yikm bir sel gibi Bizans'a yürüyen


Haçl ordular, frengin ve mâmur Konstantaniyye cehrini, sefil ve yoksul

bir harabe hâline koyarak, bir daha belini dorultamad jekilde tahrip

ve yama etmilerdi.

Eer Garb dünyâsnn dedii gibi Fâtih ykc ve î^alim bir istîlâa

olsayd, spanyollarn Endülüs'ten devralnm halk arasnda tek

Müslüman brakmam olmalar gibi, bugün istanbul cehrinde de tek


bir Hristiyan nüfus kalmad.

Yine o târihlerde, Akdeniz'in Garb ucundaki engi^syon mahkemeleri,


insanlar fikirlerinden dolay atepe yakp boaklarna kurcun
aktrken, Fâtih Sultan Mehmed, Raptettii cehrin halkn, o Ramanki
harp kaidelerine göre, hiç deilse bafka taraflara sürebilir, ya da
satabilirdi. Halbuki deil Orta Çan, yirmind asnn dahî
anlayamayaca bir yumuaklk bir efkatle, esirlerin URun vadeli

taksitlere balanarak kurtulmalar esâsn kabul etmitir. Bilhassa

LAtin Avrupa'dan nefret eden bu esir millete, Genadios gibi bir


Ortodoksluk müdâfini patrik tâyin etmekle, fethettii ülke halknn
hem millî îmânn kurtarm hem de yava§ yava§ sönmekte olan

Ortodoksluu yaratmtr. Pâdiâhn, malûplara bu atfeti, öylece de

onlarn evlenme, boyanma vefat gibi ahkâm- jahsiyyelerinin kendi

cemâatlerime tedvir edilmesine müsâadesi, o devir Avrupa'snda epne


rastlanan bir imtiyaR deildir.

u hâlde bütün bu gerçeklere ramen pâdiâhn hâlâ barbar olarak

vasflandnlmas. arkî Koma imparatorluuna son vermesi

günâhndan ba§ka neye balanabilir'^ O gün bugün affedilmemi olan


bu suçun intikamn almak için Garb, durmadan kaynam ve dîni

ayn Türklere kar birleik hareket etmek fikrini gelitirmitir.

324
Sâmiha Ayverdi üe SIRRA YOLCULUK

Avmpay titreten hakikat /// idi: Fâtih, devletinin ve milletinin maddî


ve mânevi kudretlerini beraber öriiyordu. Bu da beka ve devam demekti.

Gerek ikinci Sultan Mehmed'in devrinde gerek onu takip eden


hükümdarlar samannda, Osmanl mparatorluunun tehdidi altnda
titreyip durmu olan Garp, bu korkusunun en tipik misâlini 16 Mart
7
151 'de, Garp Hristiyanl temsilcilerinin Koma'nn mehur lutema
Saraylnda yaptklar kilise toplantsyla verir. Bu içtimâda Avrupa
prensleri arasnda bansn kurulmas ve yeniden birlejmij Avrupa
kuvvelerinin Müslüman Türklere karp bir Haçl Seferi açmas fikri
mü!(âkere olunmutur. Zîra Osmanl imparatorluu, Hristiyan
Avrupa için dâima ve gün günden artan bir tehlike tekil ediyordu.

Gerçi spanya'da, Araplarn son mev^i Raptedilmek suretiyle, islâm'a

karp Garb'da büyük bir kaf^anç elde edilmijti. Ne çâre ki topraklarn


iki üç kat, jlma^ istîlâlanyla tâ Avusturya içlerine kadar giden
Türklere karp kaybedilmipir.

Bu müthi dümana karp hissedilen nefret ve korkuya, ondaki ahlâk

bütünlüü ve devlet tesânüdü de ilâve oluyordu ki, bu, Garb'n manen


de üstün bulduu hasmna, bir kat daha di bilemesinin balca
sebeplerindendi.

%**

Gerçekten de Avrupa Türk 'ün silâh kadar entelektüel hamledliinden

de korkmakta haks^ saylamaz. Zîra ikinci Sultan Mehmed'in


Osmanl imparatorluunda yapmak istedii ilim Könesans, medenî ve

ileri görüünün en dddî admn tekil ediyordu. Büyük küçük birçok


devletleri dif^e getirip, imparatorluuna ilhak etmekle beraber, devletini

tabiî hudutlarnn dna çkarak, hesapsiR bir istilâclk politikas

takip etmemesi, siyâsî basiretinin en kuvvetli delili idi.

Zihniyeti ile, bir aya ark'ta bir aya Garb'da olan büyük
Cihangirin hakîki ilim adamna verdii deer, târihin kayt ettii

istisnalardandr. îfan ve bilgiye gösterdii emsalsR alâka ile ilmin

haysiyetini kurtarm, hattâ askeri fütuhat gibi, bilgi adna açt


savata da bir âlim ve san 'atkârlar ordusu tekil ederek bu muhteem
kütlenin bana da yine kendi serdar olmutur. Devletin beka ve

325
Eserlerinden Seçmeler

selâmeti için entellektüel faaliyeti kânunla tanrm ederek, ulemâ snf


diye tannan ve idarenin temelini tenkil eden hukuk ve diyanet

kadrosunu tekilâtlandrp böylelikle ilmi ve san'at devlet hiî^metine

kojmujtu.

Fâtih Sultan Mehmed'in bilgi ahlâkna dayanan genij kültürünün

hareket ve vüsûl noktas arasnda uzayan kütlevî gaye nedir, diye

arattracak olursak, bir vakitler büyük bir h^ ve ^evk ile yeryüzünün

en büyük fikir pazarlarndan birini kurmu§ olan ark dünyâsnn


kaybetmi olduu ilmî haysiyetini iade etmeyi bir mecburiyet hâlinde

hissettii gö^e çarpar. Eer açmij olduu kültür faaliyeti, kendinden


sonra da devam etmij bulunsayd, belki de Osmanl Devleti irfan ve

medeniyet kblesi olarak cihann yükünü kendine çevirmekte devam


ederdi.

162
29 Mays 1964 Fetih sene-i devriyesi konulmas

162
^iraxh.2i Ajvetâa, Abide ahsiyetler, stanbul: Kubbealu Neriyâu, 2001, s. 72-81.

326
Sâmiha A^'\'erdi üe SIRRA YOLCULUK

Dede Efendi

Büyük Hammâmî^âde smail Dede Efendi 'nin, çilesini


bestekâr

tamamlayp Dedelik unvanm almas, 1 799 senesinin Mart aynn son


haftasna rastlar.

istanbul semtlerinin en sakin fakat en gün görmü§ bir kölesi olan


Yenikap Mevlevîbânesinin bu genç müridi, çilesinin ikinci ylnda
besteledii:

"Zülfündedir benim baht- siyahm

Sende kald gece gündü^ nigâhm"

buselik arks, Dergâhn duvarlarndan, ehre taar tamaî^ san'at


hareketlerini kula kirite takip eden Üçüncü Sultan S elim'e de
erimekte gecikmemiti.

Kimdi bu çileke Mevlevi dervii? Kim olursa olsun. Pâdiâh için onu
görmek bir an^ Bu karar ile derhal açlan sarayn
deil, bir karar idi
kapsndan, Musahip l'ardakosta Ahmet Aa çkarlarak, Dergâhn
postniîni Ali Nutkî Dede Efendiye gönderildi.

Fakat eyh Efendi bu hakan emri, bir arta bal olarak kabul
edebilirdi. Çile müddeti henü-:^ dolmam bir derviin, gün kavumadan
dergâhna dönmesi lâ-:^md. Yoksa çilesi krlrd, yâni yeni batan
çileye soyunmas lâ^m gelirdi.

Bir deni için büyük san 'atkâr, büyük âlim veya itibar ve mevki sahibi
olmak gaye deildi. Dervilik, kendini kendi nefsinin tehlike ve

esaretinden kurtarp gerçek hürriyete kavuturmak demekti. Yoksa,


mevki, an ve öhretin ka-:(d gurur ve benlik kuyusuna düüp helak
olmak mukadderdi Dervi smail'in de, Pâdiâhtan ve haktan iltifat

görmesi bireryol kesici haram ve tu^ak olmamalyd. Belki her eyden


evvel, çileye soyunduu bu köecikte bir iç terbiyesini ve ruh nizâmn
gerçekletirmesi lâ^md.

m
Eserlerinden Seçmeler

Toyluuna ramen girdii yolun ölçülerine bal samm ve ihlâsl bir

insan olan genç bestekâr, maddi manevî iltifat ve ikramlara gark

olduu hâlde, Pâdijâhn bulgurundan dönerken, bu ikbâl ve istikbâl ile

marur deil, adetâ mahcuptu. Eline sktrlm koa


bir kese altnla

ko§a dergâha doru giderken birden, annesine uramasn lâ^m


olduunu düünerek yolunu deitirdi. Çileye soyunmadan evvel,

babasndan kalma hamam satp bedelini muhtaçlara yedirmi olduu


için annesinin cann skm bulunuyordu. imdi bu eski hesab silecek

frsat kaybetmemeli idi. Soluk solua çald evinin kaps açlp,

annesinin hayretten büyümü göî(leriyle karlanca:

— "Anne... Hamam için artk üzülme. Pirimin iJsân... Al


senin olsun!" diye acele ile keseyi brakarak gün kavumadan
dergâhayetimek ü^reyeniden komaa balamt.

Nihayet binbirgün bitmi ve genç dervi, dede olmutu. Yaln^ dede mi?
Pâdiâhn onu sk sk tutan eli evvelâ musahipleri arasna katm,
sonra da "Ser müe^t^n-i ehriyârî" pâyesiyle taltif edilmiti. Böylece de

Dede, makamlardan iledii mozaik seslerle san 'at dünyâsnda, lâhûtî

olduu kadar beerî de olan heyecanlar ve î^aferler getirmee balamt.


Öyle ki asrlardr millî ruhun ve millî ihtiyâcn müküllerini çö^en,

suâllerini cevaplandran, taleplerini karlayan, sükûn ile çlgnln,


ümit ile bedbinliin arasn dü^nliyen besteler, âyinler, perevler,

semaîler, arklar hevengine, imdi de genç Dede, kendi tlsml

heyecanndan ihtit^^lar katyordu.

Amma Galip Dede ile iir, smail Dede ile mûsikî, ecdat ve san'at

mirasnn son î^aferini îlân ededursun. Üçüncü Selim devrinde inhitat,

bir gerçekti. Memleket siyâsî, idâri, askeri boî^unlar ve buhranlar

içinde bann derdine dümü bulunurken, bünyece de, ruhça da delik

deik olmu bir cemiyet, smail Dede gibi bir ganimeti nasl ele

geçirmiti? Acaba bu mucibe, bir ölüm hastasnn son hayat hamlesi,

sönmek ü^ere olan me'alenin ânîparlay gibi bir ey miydi?

Yoksa Dede'nin duyup duyurduklar, birypranm medeniyet bakiyesi


deil de, sâdece kendi iç ikliminin, dervi gönlünün düt^enli, vecdli ve

328
Sâmiha Aj-verdi üe SIRRA YOLCULUK

hikmetli sesi miydi? Belki de Dede, kendim kendine ve dünyâya


kanlandran o tarikat potasnda kaynayp, benlik ve beeriyet
kirlerinden arnmam ve ruh bütünlüüne yetmemi olsayd, bir
inkraz asrnda bu srl terkibi, bu hacimli ve kudretli ahengi
yakalayamad.

Aikâr ki dervi kii, bir iç saltanatnn üslûp ve nif(âmn cemiyete

nakletmekle vadeli insand. Kâh hâl, kâh kâl vecd, kâh îman, kâh
hikmet ve irfan yoluyla olan bu intikâl, çou defa san 'at tarîkini ihtiyar

ederdi, ite Dede de, hayat çilelerini kendinden -n^âde beeriyet hesabna
çeken her büyük insan gibi, kanl klçla hi-n^âya gelmeyen kütleleri,

ruhunun kemâl ve cemâlinden s^an bir anlalmad §^^^ ^^ heyecann


scakl ileyumuatan lâhûtî bir ses ve nefesin tâ kendisi idiJ^^

30.3.1957

163
Sâmiha AN'V'erd, Abide ahsiyetler, istanbul: Kubbealt Neriyâo, 2001, s. 141-

144.

329
Eserlerinden Seçmeler

slâm Birlii

islâm devletlerinin hudutlann tâyin eden haritalar, islâm Biriii'ni


ayran çiniler olmamaldr.

Snrlar ve siyâsî menfaatler bir bakma, gene de ayn olabilir. Fakat,


islâm Alemine, hudutlarn ve her türlü menfaatlerin üstünde bir islâm

Birlii la':^mdr. Birkaç defa, gayeleri srf siyâsî olan Arap Birlii

teebbüsleri olmu, fakat liderlerin kaprisleri ve hayalleri seviyesini

aamayan bu hareketler, kattan kuleler gibi, ilk sarsntda yklp


gitmitir.

Amma islâm Birlii ruhu, Müslümanln mayasnda ve temelinde

mevcut olan ana cevherdir ve menfaate dayanan bütün engelleri ve çeitli

idealleri arl altna alacak ve kütleleri tek müterek çehrede

birletirecek manevî ve ulvî bir gayedir.

Bu, yalnz Araplara deil bütün dünya Müslümanlanna âmil öyle bir

îman çatdr ki, onun kubbesi altnda tahakkuk edecek bir al veri,
yaln:^^ manevî birlik bakmndan deil, siyâsî ve iktisadî ahlan

bakmndan da, bütün Müslüman devletlerin güçlerine güç katacak bir


kudret kaynadr. Yeter ki pein olarak buna bi\ kendimi^ inanalm.

Bugün islâm ülkelerini tâyin eden hudut iaretleri dünya


politikaclarnn usta ve kastl ellerinde, islâm Biriii'ni tehdit eden
siyâsî kodlar, askeri tehlikeler ve tehditler olarak kullanlmakta, çeitli
kkrtmalar , sürtümeler en affndan ka çatmalar halinde tecellî ve

tahakkuk ederek Müslüman devletlerin iç ve d siyâsetlerine istedikleri

istikâmeti vermektedir.

Büyük kütle dediimi^ halk, bu gerçei görmeyebilir. Görmemekte de


maî^ur ve hakldr. Amma devletlerinin idare meguliyetini üstlerine

alm olanlarn düman oyununa gelmemeleri, durendi, basiretli ve

uyank olmalar, birlik ve beraberlik anlaynn bütün islâm camias


için bir hayat ve memat meselesi olduunu hem nat^ari hem de amelî

mânâda bitip, tatbikatnda da acele etmeleri lâzmdr.

330
Sâmiha Ayverdi ile SIRRA YOLCULUK

u bir hakikat ki, slâm devletlerini birbiriyleriyle düelloya davet eden

gi^li ve sinsi kuvvetler henü^ Asya


vardr... ve Afrika
Müslümanlanmn bir ksm Osmanl mparatorluunun çats altnda
iken o gizili kuvvetler, bu düelloyu Türk ve Arap kavimleri arasnda
tertip etmekte idiler. Ballca senarist de, ngiltere sonra Çarlk Rusya's
idi.

Tecrübeli ve kuma^ olduu kadar gaddar ve merhametsin olan ngili^


siyâsetinin yü^nü güldüren haber alma ve casusluk tekilat hem
münevverler hem de halk üstüne tatbik ettii politikada elhak
muvaffak olmuj, Arap' Türk'e di§ biler hale getirmipir

Birkaç sene evvel gazetelerde, hiç de dikkat çekmeyen basit bir ya :^


çkmt. Çöllerin enjajls olduu tespit edilen bir adam ile Garpl bir
ga^eteri arasnda geçen ksa bir konulma. htiyar olduu kadar cahil de
olan bu çöl sakini, kendince çok yaamann srlarn söyledikten sonra,
Ingili^er sayesinde yengin olduunu, kendisini Türklerle vurumaya
tevik eden Ingili^ ajanlarndan çok para aldm, bu sayede de on yedi
defa evlendiini iftiharla söylüyordu.

Muhammed ümmetinden bir gafilin, îsâ ümmetinden bir casusun altn


keselerine tamah ederek dindalarna klç sallamas ve bununla da
övünmesi kadar adal bir cehalet a-:^ bulunur. Amma ne ya:^k ki bu
gaflete düen, çölün o tek adam deil, çöller dolusu Müslüman,
aldatlm ve elde edilmi büyük kütlelerdir.

Bu, cehaletin Caferi idi. Halbuki Kur'ân- Kerim: "Oku!** âyeti ile

balyordu, iç ve d tabiat bilgilerine tevik eden, hatta emreyleyen bu


ilâhi sese riayet ettii ölçüde islâm Alemi dünyâya k tutmu., rehber
olmu ve kütlelere, ak karadan seçerek kstas vermiti.

Artk bugün Ingil!^ politikasnn balonu sönmü ve Büyük Britanya


imparatorluu denen o a-:<^ametli varlk, kabuuna bü^^lüp kalarak,
tarihte bir göi^ açp kapama müddeti denecek kadar ksa gamanda
saa sola avuç açar hale gelmitir.

331
aj

Eserlerinden Seçmeler

Amma islâm AlemVni birbirine düürmekte büyük menfaati ve pay


olan mihraklar kurumam^ hatta yeni yeni fesat merkepleri türemi

bulunmaktadr.

A.ncak bunlar artk Türklerle A.raplann arasn açmann deil, siyâsî

istiklâl kaî^anmij A.rap devletlerini birbirine düürmenin politik keyfi

ve ka:(anc ile, faaliyetlerini de bu istikâmete çevirmilerdir.

Bir vakitler Avrupa'nn can damarna kadar ilerlemi olan Türk


ordularna karp, srasnda birbirini yiyen Avrupal devletler nasl
birlemi idiyseler, imdi de, islâm Alemi'nin yekparelemesine kar
ayn î^hniyetle klç sallamakta bulunuyor.

Siyâsî artlarn elastikiyeti, artk bir TürkArap soukluuna lüî^um


göstermedii için de, çatma alan, Arap ülkeleri arasna intikal etmi
bulunmaktadr.

Gerçi siyaset sahnesinde raman raman Türk- Arap ^ddiyeti olmu


idiyse de resmî çerçeve içerisinde kalan bu ihtilaflar, Türk'ün Arap'
olan saygsn ve sevgisini asla sarsmamtr. O kada ki, Kur'ân ve

Peygamberine ball sonsu-:^ olan Türk, deil mukaddesat horlamak,


yedii hurmann çekirdeini dahi çöplüe atmayp ayak baslmayan bir

yere brakacak kadar bir çöl meyvesini bile ö^'^ tutmay bilmitir.

Kroniklere dayanan tarihi bilgilerde, dâima gerçeklerle efsaneler yan

yana yürümütür. Amma u var ki, efsaneler hangi devre ait ise, o

devrin görü ve anlaym aksettirmesi bakmndan mühimdir.

Meselâ rivayete göre, Osmanl Devleti'nin kurucusu Osman Bey,

misafir olduu eyh Edebâlî'nin evinde, kendisine tahsîs edilen odann


duvarna asl bir Kur'ân- Kerim olduunu görünce, Hak kelamna
kar u^anp yatmay saygsiî(lk addederek, sabaha kadar elpençe
ayakta durmak suretiyle îmânnn icap ettirdii hürmet, sevgi ve

ball göstermitir.
Bu motif, devlet kurucusunun kütleye akseden ve kütle karsnda teyit

ve kabul olunan derûnî duygusudur. Gerçekten de o devrin îmân

332
Sâmiha A>-verdi üe SIRRA YOLCULUK

anlayndan tâ bugüne ulanan ve halkn uur altnda jatan a§k ve


''^"^
îmân haznesi budur.

164
Sâmiha A\-verdi, Kölelikten Efendilie, stanbul: Damla Yaynevi, 1978.

333
Eserlerinden Seçmeler

tslâm Mucizesi

slâmiyet, Mekke'de ilk bekâretini verip Medine'de ahlanarak çöllere

sahralara ve nihayet i^ ve sesi, ar^ meskûnun büyük bir ksmna


hi':(la yayld. Bu öyle bir patlayp idi ki, uyuklajp ba§ önüne dü§mü§
eski medeniyetlere, cehalet ve î^ulme gömülmü insanlk âlemine yeni bir

hayatyeni bir hamle getirmij oluyordu.

H^ Muhammed'in büyük muci':^si olan Kur ân'in bütün bejer

snflarna ve çeitli idrak seviyelerine söyleyecek bir sö^^ü vard.

Allah 'in Vusulü, cahil, puperest, dank ve serke badiye ehlini, insan

gücünün dayanamayaca bir celâdet, a^m, sebat ve imanla yirmi üç

sene gibi ksa bir ^manda eritip, liberal esaslara göre yeni baltan

döküp ekillendirdi.

Böylece de, bir gerilme ve yaylanma devresine giren islâmiyet, bir

taraftan Hint Okyanusuna doru sarkarken, Orta Asya Türk


Devletlerinin kucanda i':^t ve ikbal ile sevilip oktand.

Büyük Selçuklu imparatorluuna da Anadolu Selçuklularna ve

nihayet Osmanl Devletine de ruh, ni^m, üslup, idare, hukuk, iktisat

ve san 'at ölçüleri getiren bir itidal ve muva^ene unsuru, be§eri-ilâhî

idrakin tâ kendisi idi.

Askeri fütuhatna muva-:q olarak, ilimde ve medeniyette geni§ ufuklar

açm§ olan islâm Alemi, karanlklar içinde emeklemekte olan

dünyânn cehaleti ortasnda, tarihin kaydettii en ince medeniyetlerden

birini süratle abideletirmeye muvaffak olmu^ bulunuyordu.

Biryandan Badad'da ihtidam ve §a§aa ile parlayp, yeryüî^üne ilimden

ve teknikten sinyaller verirken, bir yandan da Müslüman dünya,


düünmeyi ve okumay terk etmedii müddetçe, ilerlemekte devam etti.

Emperyalist emeller gütmeyen bu âdil ve müsavatç din, hemen hemen


bir solukta Msr', Ceî^ayr', Fas', Tunus'u geçip Endülüs'e atlad ve

Sicilya kaplarn Avrupa asil^adelerine açt.

334
Sâmiha Ay-verdi üe SIRRA YOLCULUK

750 senelerinden XIII. Asnn sonuna kadar Müslüman medeniyeti,


Atlas Okyanusundan Çin eddi'ne kadar u-:^nan bir saha ü-:^rinde

rakipsi^ bir hükümranlk kurdu.

Abbasi halifelerinin aja yukan bej asr devam eden devletleri,

Endülüs'deki üç asr süren parlak devrinden sonra bir o kadar daha


ömrü olan slâm devletleri kütlelerin jütünü güldüren bir örnek

medeniyet ve kültür merke^^er idi

165
Sâmiha A\-v'erd, Kölelikten hjendlie, stanbul: Damla Yaynevi, 1978.

335
Eserlerinden Seçmeler

Endülüs'te islâm

San'atta olsun ilimde olsun Hndülüs, o medeniyet cenneti olmutu ki


adm bapnda çiçeklenmi§ san at eserleri, saraylar, kasrlar, camiler,

medreseler, her kan§ topra nakil gibi donatm bulunuyor, o kadar ki


refah ve bollua garkolmuj halk arasnda, sadaka ve ^kât verecek bir

fakir vatanda bulunmuyordu.

Endülüs limanlarndan hareket eden ticaret filolar, istanbul,

iskenderiye, Sicilya ve A.kdeni^ sahillerine, bu ince medeniyetin ticaret

mallarn tadyordu. San'at, ^râat ve ticareti bütünlyen bir ilim ve

edebiyat dükünlüü de, sanki buhar gibi kütlenin üstüne çökmü ve

teneffüs ettii havaya kan§m§t. bilhassa Avrupa prensleri ve

asilî^âdeler, bilgi tahsili için Sidlya gibi Endülüs medreselerine de sel sel
akyor ve bu ilim pazarlarnn metan fikir daaraklanna doldurarak
memleketlerine ey ^ ve f §k tadyorlard.
iir ise, cemiyette âdeta hayatî bir ihtiyaç ve kind tabiat olmupu.

bollukla ilim ve san'atn yourup çekilledii kütle içinde en kymetli


nesne jiirdi. Öyle ki halk, san'ata deer biçmekte âdeta yan§ ediyor,

ald ^evki deerlendirmek hususunda san'atkâra, akla gelmedik


ikramlarda bulunuyordu. airlere paha biçilme^ hediyeler baçlamaya
dayamayan hükümdarlar, devlet adamlar ve memleketin ileri gelen

tabakas, her birine balar bahçeler, kasrlar, saraylar veriyor gene de


bu bahiçleri a^ bularak, airlerin alarn inci ve mücevherlerle
^^^
dolduruyorlard.

166
Sâmiha Ayverdi, Kölelikten Efendilie, stanbul: Damla Yaynevi, 1978.

336
Sâmiha A>^erdi üe SIRRA YOLCULUK

San 'ât Ve Temââ Hayâtmz

Memleketin hanndan akan maârif nehrinin kollan ve s^nttlan


olarak müdahale bekleyen müesseseleri de müstacelen ele almak,
davann pek mühim ve ihmale gelme-:^ noktalandr.

öyle ki, cemiyetin düzünce ve bilhassa duygu dünyas içine sö\ ile olsun,

imaj ile olsun girmesini çok iyi beceren temââ hayat, bugün gerek
sahnede gerek perdede, yü':(de doksan seki^ solun hakimiyeti ve emrinde

bulunuyor.

u halde tiyatroya ve sinemaya da millî hüviyet verme seferberliini açp


bu mücadeleyi mutlaka ka^nmak lâ^mdr.

Eli bol, kesesi açk sol faaliyet, bütün yurt sathnda ajanlar, get^ci

ekipler ve bilhassa sa^ §airleriyle, adeta topra fethetme sevdasndadr.


Devletin de ayn yoldan faaliyet göstermesi, saa hikmet eden san'atkar

sat^ sairlerini ve âjiklan memleketin en ücra köelerine kadar


göndermesi çok isabetli bir tedbir olabilir.

u da var ki, ya-^ aylannda gene Anadolu'yu dolaan, para, eya ve

kitap datan komünistlere kar, misyonlannn uuruna van?îi


münevver, imanl ve medenî gençlerin de ekipler kurup bunlarn
karsna çkmalan da ihmal edilecek ilerden deildir.

Radyoya gelince. . . Kendisi için kurulmu hisarlar içinde, be hanelik

köylere kadar ma^allanndan ':(ehir saçan bu Moskof ileri karakolunu


behemehal imtiyaîi ve saltanatndan ayracak kanunî çareler aramak ve

Türk diline yapt ^arar ve tahribattan temizleyip millîletirmek

gerektir.

Târihin doru konuan duda, bütün ava^ ile seslenmektedir.

Duyalm. 'binlerceyllk Türk târihinin feryatlanna artk


. .

kulaklanm^ tkamaktan va^eçip emrime, iradma yolumu^

337
Eserlerinden Seçmeler

dorultup kendi kendimi^ tahrip ve imha gafletinden kurtulalm.


'^''
Zira bu frsat, son frsattr.

Sâmiha Ayverdi, Maârif Davam^ zmir: Sobe Matbaas, 1 970.

338
Sâmiha Ayverdi üe SIRRA YOLCULUK

Dizin
1914 harbi 29
20. yüzyl 23, 115, 245

aba
D2n

arkada 114, 271, 273, 275


Sâmiha Ayverdi üe SIRRy\ YOLCULUK

bende 37, 44, 53, 98, 143, 156, 180, Cemâl bey
269, 322
Bernard Levvis 199
berzah 9, 141, 171
bestekâr 162, 327, 328
beer 70, 140, 223, 314, 334
beeriyet 27, 173, 314, 318, 329
Beyazt 144, 145
beyefendi 16, 24, 116, 155
Beyolu 36, 144, 145, 146
Bilgelik yolu 22
bilgi22, 61, 72, 74, 100, 101, 113, 125,

187, 214, 243, 276, 294, 318, 325,


326, 336
birlik 9, 61, 66, 75, 83, 100, 122, 123,
124, 125, 133, 134, 137, 153, 180,
187, 188, 193, 198, 211, 241, 308,
330
birlik gökleri 153
bitiik âlem 171
biyografik makale 103
Bizans 233, 235, 323, 324
bîzâr 222
Boaz 107
Boaziçi iv, vii, 27, 232, 234, 236, 239
bozuk 164
Budin 13, 237
Budist 6
bulut 274, 302, 306
buselik 327
Büyük Dou mecmuas 238
Dizin

D
dalâlet
Sâmiha Ayverdi üe SIRRA YOLCULUK

Edebî ve Manevî Dünyas çinde Fatih estafirullah


vii, 180, 183
Edebiyat iii, 229
edep i, 10, 56, 74, 75, 84, 85, 86, 88,

92, 101, 112, 136, 139, 152, 155


Edirne 322
efendi 3, 26, 46, 86, 109, 165, 207,
315
Efendim 12, 16, 22, 24, 33, 64, 70, 73,

81, 111, 127, 164, 174, 186, 206,


208
egoizm 315
ehadiyet 105
ekmek 41, 56, 192, 196
Ekmekçi 192
Ekrem Hakk iii, 16, 17, 18, 20, 162,
238
Ekrem Hakk Ayverdi 16, 18, 20, 162,

238
el pençe 8, 96, 144
elçi 183
Elest 186
elîm 137
El-Muhâsibî 252
emânet 17, 41, 63, 123, 170, 214, 227,
254, 323
emekleyen bir çocuk 150
Emevi Camii 256
emin 23, 125, 187, 204
Eminönü 139
Endülüs ii, 324, 334, 335, 336
Enerji 188
engizisyon mahkemeleri 324
Enis Batur 229
entelektüel iv, 47, 107, 155, 200, 325
Enver Çelebi 162
Epiktet 35
er 34, 50, 74, 86, 95, 132, 154, 186,
215
er kii 74, 186
Ergun Göze 98, 99, 185, 186, 208
Erhan Altnta 162
Ermeni iv, vii, 98
Ernoul 195
Erol Olgaç 162
Esâret-i Fünûn 13
eser-i istanbul' 209
Esma 253, 256, 257
Dizin

Fkh 256
fndk 277
Fîhi Mâfih 78, 97, 190, 191, 192, 220
fikir 36, 43, 45, 151, 164, 176, 180,
187, 208, 209, 212, 238, 239, 240,
241, 242, 243, 244, 246, 247, 312,
314, 320, 322, 326, 336
Filibeli Ethem Efendi 119
Filistin
Sâmiha A^^'erdi üe SIRRA YOLCULUK

Hak tecellîsi 42,95 hatem 257


hakikat 2, 5, 36, 39, 40, 71, 152, 156, hâtra ii, iii, 19, 101, 277
169, 189, 210, 218, 219, 258, 260, Hâtralarla Babaa vi, 179, 217

265, 267, 268, 331 Hatice Cenan 7, 38, 119


hakîkat-i Muhammedî 218 Havadis, Ölçü 238
hakiki hoca 106 havf 65, 254
Hakîkîmürid 177 hayâl i, 56, 73, 157, 175, 287, 295
hakîkîMüslümanlk 151 hayat iii, v, 13, 17, 21, 24, 26, 35, 36,

hakîm adam 46 38, 47, 48, 61, 85, 92, 108, 116,

Hakk 2, 4, 12, 17, 18, 38, 55, 56, 57, 117, 119, 120, 122, 145, 165, 179,

64, 80, 85, 95, 97, 105, 106, 109, 206, 233, 240, 241, 243, 252, 280,
141, 142, 174, 203, 212, 213, 218, 328, 329, 330, 334
221, 227, 253, 254, 257 hayat cilveleri 26
haksz 152, 325 hayat düzeni 165
Halet 13, 229, 237 hayat felsefesi 119
Halet Hanm 237 hayat tablosu 108
halife 132 Hayât- Beer 35
Hâlik-i kâinat 28 hayatla barm 26
Halil Can 162 Hayreliler 82
Halîl makam 114 Hayret i, 218
halk iv,4, 31, 47, 96, 97, 101, 112, Hayri aabey 76
141, 203, 225, 249, 274, 307, 312, hazîn 137
313, 322, 324, 330, 331, 336 hazine 12, 50, 67, 154, 156, 266
Halk i, 95, 206, 210, 274 hazîne 11, 297
Hallac- Mansur 252, 263, 268 Hazret ii, 58, 105, 149, 193, 207, 211,

halvet 182, 183, 255 212,312,314,315,317


Halvetî 308 Hazret-i nsan 149
ham 28, 56, 71, 233, 266 Hazret-iîsâ 211,212
hamam 18 Hediye 59
Hâman 297 Hdrellez 66
hamile 32 Hristiyan 195, 196, 199, 324, 325

Hamza 82 hrka 132


han 18, 157 Hrka-i erif Camii 30
Hanc ii, i, iv, v, vi, 1, 2, 3, 4, 5, 8, 9, 49, Hrka-i erif 30
54, 73, 74, 77, 86, 87, 90, 91, 92, hrs 9, 18, 56, 71, 169, 224

97, 106, 144, 157, 173, 295, 296, Hzr lyas 65


297, 298, 299, 300, 301, 302, 303, Hicaz 136
304, 305, 306 hiç i, 2, 3, 4, 5, 8, 19, 25, 26, 29, 32,

Harâbî 78 49, 51, 53, 57, 66, 70, 71, 72, 73,
Harakânî 93 74, 75, 78, 79, 82, 83, 86, 87, 89,

Haram 178 91, 93, 105, 106, 109, 110, 114,


harf 148, 158, 263, 283 116, 128, 140, 144, 149, 154, 157,
harp zengini 41 158, 169, 170, 174, 175, 189, 191,
Hasan el-Basrî 252 192, 196, 198, 208, 210, 211, 216,
hasreti, 45, 54, 73, 119, 157, 235, 274, 218, 225, 229, 238, 278, 280, 285,
295, 298, 315 286, 290, 295, 296, 319, 324, 331
har neir 47, 54 Hiç olmak 72,215
hamet 102

345
Dizin

hikmet 44, 51, 56, 59, 78, 114, 156,


204, 221, 227, 255, 329
hilâl 141 Ira kî

Hipyas 35
hitab 72, 78, 79, 152, 170
hizmet iv, 17, 20, 24, 45, 70, 75, 80,

81, 98, 116, 123, 130, 132, 135,


151, 155, 156, 165, 169, 174, 175,
213,321,337
hizmet ak 20,169
hizmetçi 98
Hoca 60, 75, 100, 130, 226
hoca-talebe 34
Hopçuzâde âkir Efendi 162
Horasan 198, 254
hogörü 116, 119
Hölderlin 16, 256
Hristiyan 63, 199, 210, 211
Huda 64, 143
Hudeybiye 194
hukuk 326, 334
Hulusi Gökmeni! 162
hurma aac 191
huzur i, 18, 33, 42, 50, 93, 109, 116,
131, 149, 155, 176, 201, 235, 252,
254, 280
huzurlu kadn 40
Hüdâ 112
hür 25, 126, 207, 209, 223, 313
Hür Adam 238,247
hür insan 126
hürriyet 97, 165, 313
Hüsâmeddin Çelebi' 34
Hüseyin 162, 207, 230
Hüseyin Rahmi 230
hüsran 213
Hz Aye 83
Hz. Ali 24, 62, 71, 84, 142, 187, 218,
251
Hz. aiî 151
Hz. Ebû Bekir 114
Hz. Fatma 57, 58
Hz. Hatice 9, 99
Hz. brahim 5, 114, 188
Hz. Ömer 132, 197
Hz. Peygamber'in günü 110
Hz. ems 51,154
Sâmiha Ayverdi üe SIRRA YOLCULUK

ktisadî krizler 164 intikam 98, 165, 213, 315


ilah 187, 208 intisap 8
lahe 187 ip uçlar 117
lâhî 52, 253, 258, 259, 262, 267 irade 189
ilâhî rahmet 56 ran Bapiskoposu Simeon 199
ilâhî-beerî 185 irfan 11,22,35,36,41,44,45,51,56,
ilahiyat 24 59, 64, 73, 107, 131, 142, 156,
îlâ-y Kelîmetullah 169, 170 164, 173, 204, 212, 243, 259, 276,
lhan abla 16,17,110,157 321,326,329
lhan Ayverdi 83, 110, 157, 168, 169, rfan Bey 153
208 rfan Paa 144, 153, 161
ilim 17, 44, 52, 56, 70, 155, 171, 172, irfan sava 212
173, 174, 206, 225, 239, 242, 246, irfânî ii, 9, 22, 25, 64, 115, 131, 148,
252,276,321,325,336 152, 175
ilim mutaassplar 206 irad 26, 51, 52, 62, 89, 120, 280
ilim Rönesans 325 îsâ 51, 96, 97, 201, 211, 331
ilim ebekesi 173 skender 180, 297, 320
ilk mektep hocal 29 slâm ii, 17, 18, 20, 44, 47, 63, 66, 71,
ilm-i ledûn 142 97, 99, 114, 116, 130, 131, 132,
ilm-i ledün 14, 157 133, 134, 135, 136, 137, 154, 155,
ilmîtaassub 151 166, 169, 170, 174, 186, 187, 188,
ilmin gayesi 171 189, 190, 192, 193, 194, 195, 196,
lyas 65 197, 198, 199, 201, 202, 203, 206,
mam Gazali 256 211, 212, 238, 239, 240, 242, 244,
mâm- Gazalî 121 246, 251, 254, 256, 308, 312, 313,
iman 25, 36, 53, 59, 60, 76, 81, 84, 317, 322, 325, 330, 331, 332, 334,
116, 139, 146, 164, 175, 190, 196, 335, 336
197, 201, 202, 206, 208, 212, 214, islâm Birlii ii, 330
218, 225, 240, 248 slâmî prensip 130, 196, 198
îmân 59, 214, 308, 314, 332 spanya 199, 200, 238, 325
iman anlay 116 sra, 70 203
inanç 125, 126, 154, 176 stanbul Fetih Cemiyeti v, 16, 163,
inci ii, 259, 336 183, 238
incitmek 120 stanbul Geceleri iv, vii, 102, 144, 145,
incitmemek 123 146, 167, 232, 234, 235
ngiltere 331 stanbul hanmefendisi ii, 3
nisiyatik 258 stanbul medeniyeti 109, 209
nnîen'allah 11 stanbul îvesi 101
insaf 40, 41, 59, 146, 269 stanbul Türkçesi iv, 103, 209
insan sfat 222 stanbul yazar ili

insan ve eytan iv, vi, 140, 141, 142 istîdâd 54


insan- kâmil 23, 251 stirak 181, 267, 277
nsân- Kâmil 56, 71, 258 stîlâchk 325
insanî 9,25,203,214 çi 20
insanlk âlemi 22,24,33,34,46,63, i bitmemi 106
69, 75, 155, 314, 334 itaat 38, 120, 132
insanolu 92, 146, 184, 205, 270, 281, itaat etmek 120
315 ttihat ve Terakki 236, 243

347
Dizin

iyi ahlâk 125 Kâzm amca 7, 42


Kâzm Büyükaksoy 162
kedi 109
K Kehf Sûresi'nin 109. âyeti 55
Kabe 5, 24, 62, 72, 84, 95, 122, 251, kelâm 257
260 kelime 2, 14, 28, 95, 100, 120, 145,

kabri 58 148, 156, 187, 248, 256, 258, 259,

kabz 6, 64, 65, 66 263, 283, 286, 311

kadeh 219, 285, 297 kemâl 20, 23, 45, 61, 170, 173, 176,

kader 126, 319 182, 329

Kadköyü 234 Kemâl Altnkaya 131


kadn 2, 3, 6, 27, 31, 36, 40, 41, 43, 45, kemâl vasf 61
46, 57, 116, 132, 133, 134, 135, Kenan Rifâîi, ii, 1, 7, 12, 15, 17, 22, 23,

136, 138, 141, 197, 221, 222, 224, 24, 25, 26, 27, 50, 69, 81, 109,

227, 292 112, 128, 129, 156, 171, 173, 175,


kadnn giyim kuam 133 178, 190, 208, 212, 239

kadife 32 Kenan Rifâî dergâh 175


Kadir 3, 13 kendi kendinin emîri 9
kâfir 225 kendi kendisiyle dost 127
kâinat 14, 15, 68, 122, 246, 257, 259, Kendini bilen 123
270, 274, 285 kendini bulma 35, 314
kâinat kitab 14, 15, 68, 259 Kendisiyle bark 126
kalb 120 keremli 26
kalem 12, 52, 55, 69, 70, 82, 83, 103, kerih 19
250, 251, 319, 323 Kerim bey 144
kalp 11, 36, 53, 130, 132, 143, 173, Kemeke 118
292 Kevser arab 38,219
kalp akçeye 143 klç 155, 297, 331, 332
kamç 178 Klk kyafet 133
Kâmil 74, 83, 104, 215, 251, 258, 308 krlmamak 214
kâmil mürid 20, 64 Krmamak 214
kâmil öretmen 24 krmz 32, 266
kandil 73, 111 Ksâs- Enbiyâ 13
kandil geceleri 111 kvlcm 146, 277
Kanuni 13 kyafet 133, 134
kap 8, 142, 152, 184, 303 kyamet 269, 278
kap tokma 152 Kyamet, 16-17 51
Karagöz 95, 111 Kzlbalk 313
karanlk 61, 64, 73, 271, 290, 313 kilise 199, 325
kararm 127 kimya 222, 223
kararszlk vadisi 126 Kinl32, 165, 213
Karun 30 kitap ii, 37, 78, 83, 92, 98, 108, 114,
kâif 35 115, 155, 195, 211, 225, 230, 259,
kat 2, 53, 127, 251, 325 337
katil 22 Kitaplk 161
Kavuk 132 koku 274
Kaymakam 215 kolonya 19, 207
Kayseri 258 konak 235, 241, 243

348
Sâmiha Aj^^erdi üe SIRRA YOLCULUK

Konevî 258 Kuzey Afrika 200


Konstantaniyye 324 Küçük kz 148, 262, 283
konuma stili 101 kül 1, 24, 90, 269
Konya iv, 75, 161, 162, 163, 313, 314 küllî 72, 252, 257
Konya Turizm Cemiyeti 163 kültür iv, 43, 101, 125, 163, 176, 185,
korku 11, 15, 23, 41, 65, 124, 129, 230, 237, 239, 240, 242, 245, 246,
130, 202, 220 247, 326, 335
koruk 168 Kültür Bakanl 163,238
koyun 136 kürek mahkûmu 108
köksüz 47, 184 kütle fedaisi 52
köle 165
Kölelikten Efendilievii, 239, 242, 333,
335, 336
köpek 143 lâ faile illallah

köprü 15, 34, 72, 176, 218


körl30, 218, 231
körebe 28
kötü 17, 22, 61, 70, 71, 127, 138, 191,
293, 308, 315
kötü düünce 127, 191
köylü Osman 141
Krezüs 60, 271, 273, 275
Kriton 35
kriz 116
Kubbealt Akademi Mecmuas 56, 100,
151, 169, 170, 186, 238, 247
Kubbealt Akademisi Kültür ve Sanat
Vakf V, 163
kudret 21, 43, 95, 146, 183, 189, 205,
250, 269, 281, 330
Kudüs 107, 195, 323
KU92, 95
kul hakk 138
kulluk 62,97
kumar 139
kûn 158
kundak 146
kurban 30, 32, 137, 253
Kurey 194
kurtulua ermek 116
kuru aaç 191
kusurlu 164
ku 72,91,96
kuak 66, 209
Kuvvet 189
kuvvetli 6, 27, 72, 101, 102, 118, 125,
195,313,325
Kuyumcu 293
Dizin

mânâ3, 8, 9, 12, 23, 24, 33, 57, 70, 95, merdân- Hüdâ 112
101, 102, 103, 114, 122, 144, 149, merhamet 80, 194, 195, 251
152, 156, 168, 181, 203, 240, 246, Merkez v, 1, 22, 90, 239
248, 251, 263, 272, 276, 283, 311 Merkez Efendi v, 22, 239
mânâ anas 33 Merkez Muslihiddin Efendi 22
manevî 9, 10, 14, 16, 18, 22, 25, 27, Meryem ii, 39, 82, 96, 191, 192
28, 31, 33, 40, 41, 43, 45, 50, 52, Mesihpaa mam iv, vi, 150, 151, 232,
53, 55, 56, 57, 62, 65, 74, 82, 86, 233
116, 119, 122, 126, 137, 138, 139, Mesnevi iii, 1, 69, 86, 112, 114, 115,
146, 150, 151, 153, 164, 168, 169, 160, 161, 212, 314, 315
171, 175, 176, 181, 182, 183, 184, Mesnevi erhi 114,115
185, 203, 213, 224, 239, 243, 251, meale 35
254, 257, 258, 261, 264, 312, 321, Mekûre Sargut 12, 56, 57, 66, 157,
325, 328, 330 163, 208
manevî annelik 239 Merûtiyet 241
manevî bünye 138, 139 metafizik 170, 171
Manevî ilim 51 Mevlânâ i, ii, iii, iv, 13, 26, 34, 50, 51,
manevî mîras 57 60, 69, 76, 78, 79, 80, 86, 88, 94,
manevî zincir 22 97, 120, 121, 122, 151, 154, 156,
marifet 61, 252, 255, 256 160, 161, 163, 164, 165, 166, 173,
MarkOrel 35,57 190, 191, 192, 209, 212, 219, 220,
masal 108, 276, 277, 291 238, 247, 250, 251, 258, 308, 312,
mauk 24 313, 314, 315, 316, 317, 318
mâverâ 170 Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî 120, 308
mayi 36 Mevlevi 112, 162, 308, 327
Mazi 179, 184 mey 219
Mecâlis-i Seb'a 97 meyân- âkanda 52
medenî 27, 60, 247, 316, 321, 325, meyhane 219
337 Mezamir 86
medeniyet inacs 164 Msr Niyazi 95,96,141,189
Medine 70, 195, 199 mihnet 26
mehenkta 293 mihver 1, 90
Mehmet Akif Ersoy 247 millî 45, 47, 133, 137, 138, 139, 151,
Mehmet Ali Aynî 131 159, 169, 175, 184, 185, 213, 214,
Mehmet Demirci 150, 151, 184, 185 222, 224, 225, 324, 328, 337
Mehmet Emirolu 75 millî eitim 213
Mehmet Önder 161,163 milli ve dinî bir terbiyey 138
mekârim-i ahlâk 138 Millî Vicdan 185
Mekke 194, 195, 334 milliyetçilik 23
Mekteb-i Sultanî 25 milyarder 184
mektep 30, 148, 220, 242, 262, 283 Mimar 238
Melek 50, 302 mimarî 16, 22, 241, 243, 247
Meleklerin salât 190 Miraç 3
Meliha hanm 13 Miralay ismail Hakk ili

memleket 47, 175, 225 miras 37


menfaat 9, 118, 223 mirasyedi 154
menfî kuvvetler 165 misafirhane 157
menzil 3, 266 mistik 46, 117, 119, 120, 121, 200

350
Sâmiha Amerdi üe SIRRA YOLCULUK

mistik adam
Dizin

nisan yamuru 259, 267 ölmeden evvel ölünüz 263


Niyazi Msrî 210, 250 ölmeden önce ölm 33, 168
Niyazi Sayn 162 Ölü 144 8,

Niyazi Yldrm Gençosmanolu iv ölüm 40, 47, 108, 179, 199, 223, 328
niza 54, 55, 205 ölüm ferman 40
nokta 6, 11, 13, 28, 38, 78, 125, 144, Ömer 80, 82, 132, 136, 162, 197
173, 193, 196, 232, 286 öpmek 24
Nuri, 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 32, 72, 73, örnek 28, 70, 71, 75, 85, 99, 114, 117,
134, 260 120, 144, 145, 155, 163, 169, 176,
Nur, 35 72 227, 228, 229, 252, 315, 335
31 134 öz deerler 179
Nuri Pazarcba 131 Özcan Ergiydiren 162
nüzul 262, 266 Özgüven 72

O
Odo Deuil 196 padiah
odun 152
Oku 14, 259, 331
Okun Ucundan 229, 230
olgunlama 56,71
onba 91
Orhan Büyükaksoy 42, 162
Orta Ça 323, 324
Ortodoksluk 324
oruç 95, 111, 130, 137, 138, 192
Osman 80, 141, 162, 223, 332
Osman Bey 332
Osman Dede 162
Osman Gazi 223
Osmanl iii, 16, 40, 58, 70, 78, 100,
101, 102, 107, 115, 130, 163, 200,
221, 223, 224, 225, 233, 234, 235,
236, 240, 243, 244, 317, 319, 322,
323, 325, 326, 331, 332, 334
Osmanl devleti 223, 224, 225
Osmanl mimarisi 16
Osmanl-lslâm medeniyeti 107
ot 143
Otifon 35

ö
örenci 86
öretmen 29, 31, 32, 85, 86, 149, 191,
227
ölmeden evvel ölme 168, 266
Sâmiha Ayverdi üe SIRRA YOLCULUK

Rahmet iv, vi, vii, 20, 62, 205, 207,


208, 228, 309, 311
rahmet deryas 63 Saadeddin Heper 162
Rahmet Kaps iv, vi, vii, 20, 205, 207, sabah 18, 32, 289, 292
208, 228, 309, 311 sabah yldzlar 289
Ramazan 59 sadaka 136, 308, 336
Ramazanoullar 237 sâdk 35, 114, 127, 128, 139, 145, 151,
Râtibe vii, 103 252, 270
raz 17, 25, 29, 34, 70, 101, 191, 230, Sadî 213, 238
240, 264 Sadreddîn-i Konevî 313
realist 141, 322 saf 27,38,41,43,81,116,119,164,
recâ 65 194, 255, 258, 262, 312, 313
Redd-i miras 108 safa 26, 65
rehber 9, 39, 52, 67, 163, 231, 315, safdil 212, 294
331 Safiye Erol 43, 45, 46, 47, 115, 160,
rehber-ortam 231 161, 163, 208
renksizlik 61 salkl 125, 174, 240, 241, 245
Resimli stanbul Haftas 238 sahte ayd 47, 223, 224, 225
ressam 131, 172, 316 sahte inci 151
Resûlullah 36, 133, 138, 194, 207 sait 72
Reat Ekrem Koçu 236 Sait Faik 230
rzâ 180, 181, 227, 255, 264 sakat 164
Rzâ makam 264 sâkî 219
Risâle-i Nur 258 Salahaddin Eyyûbî 195, 196
Roma 18, 324, 325 Salih Yeil 57
roman iii, 101, 108, 131, 150, 229, Salih Zeki Aktay 131
232, 233, 239, 244, 245, 246, 259 sâlik 180
romantizm 102 saltanat40, 56, 61, 102, 181, 265, 266,
Rönesans 43, 44 286, 297
ruh 37,41,45,56,64,71,88,116, saltanat- ilâhiye 56
118, 119, 121, 128, 146, 154, 164, samadanî 39
181, 186, 193, 201, 206, 213, 214, Samed 80
232, 246, 258, 320, 321, 327, 329, samimî 126, 128, 129
334 samimiyet 16, 52, 169, 235, 247
ruh çöküntüsü 146 sarho 11, 46, 61, 219, 253, 261, 285,
ruh gözü 121 292, 297
ruh mimar 164 sar apka 201
ruh tasfiyesi 154 sark 132
ruh zenginlii 37 sava 127, 187, 188, 189, 190, 191,
rûh-i mücerred 311 193, 194, 198, 199, 203, 322
ruhiyat 35 savaç 170, 192, 203
ruhun zîyneti 138 savatan büyük 119, 190
Rûmi 258 Savm- Dâvud 138
RüsûhîBaykara 162 saz 27, 177, 337
Rüsûhî Bey 162 seb 177
rüsvâ 141 Secde 260, 266, 267
rüzgar 277 secde et 266
rüzgâr 269 Sedat Zeki Örs 131

353
Dizin

Sedd-i Çin 182 Sokrat 62, 128


sefahat 139 sosyal bar 116
sefer 215, 278 sosyolojik aratrma 101
sel 96, 146, 186, 267, 274, 294, 324, sözlü kültür 204
336 spirituel 181
selâm i, 58, 87, 140, 190, 306 Spleen 229
selâmlk 6, 15 Su 7, 278, 279
Selçuk Üniversitesi 163 sûfi 251, 254, 256, 259
Selim leri 232 Sultan Ahmet 136
Selman Tüzün 162 Sultan Fatih'in Manevî Dünyâs 103
semâ 162, 177, 314 sûr üflemek 96
semâ dedesi 162 sükûnet 28, 189, 191, 193
semâvat 28 Süleyman 72, 297, 310
semâzen 162 Süleymâniye Kz Numune mektebi 237
Semiha Cemal 24, 32, 33, 34, 35, 36, sülük 72,193,251
37, 39, 50, 81, 83, 88, 94, 115, 220 Sümbül Sinan 22
senfoni 122 sünger 312
serdar 325 süt76
serdengeçti 27, 171, 321
sert 79, 85, 98, 199, 207, 273, 319
Server Bey 23, 26, 86, 310
Server Hilmi Bey 25, 310 âd
servet- i ak 56,59
sevgi hazinesi 52, 119
sevgi oda 119
sevgi seli 117
sevgi yolu 119
seviyesiz 140
seyr ü sülû 175
Seyr-i sülük 262
Scak 61
s 131
sknt 4, 6, 125, 149, 163, 219
srât- müstakîm 51, 66, 75, 193
srlanm 78
sigara 56, 73, 110, 126
sikke 7, 28, 293
silâh 167, 192, 212
simyac 50
Sîret Kaytaz 162
Siyah inciler 229
siyâset 94, 131, 323
siyâsî dergi 112
Sofi Huri 115, 131, 160, 163, 208
Sofi Huri 115, 161
souk 61
sohbet 16, 79, 112, 128, 156, 175,
177, 244, 259
Sâmiha Ayverdi üe SIRRA YOLCULUK

eyhGâlib 173,250
eyh Galip 213
eyh-i Ekber 249, 250, 251, 254, 256,
259
eyhülvüzerâ Nâmk Paa 27
eytan 127, 142, 143, 278, 302
martlan 6
ifâ 261, 316
ifahî 47, 138, 237
iir 27, 88, 100, 101, 160, 212, 238,
239, 244, 245, 246, 250, 318, 328
iir güzeli 160,318
öhret 118
uur 35, 169, 333
uur 316
üphe 6, 126, 229, 294

Tâhâ, 114
Dizin

Titus Burckhardt
Sâmiha Ayverdi üe SIRRA YOLCULUK

yabanc k
Dizin

176, 184, 185, 201, 204, 238, 240, zikir

241, 244, 248, 258, 267, 273, 295,


324, 331
zeval 109
zevk i, 16, 20, 52, 60, 61, 84, 85, 86,

93, 111, 140, 224, 252, 273, 323


Zeyd 1

zndk 207
zrhlanmak 177
ztlarn birlemesi 62 Zümrüt apartman 75
I,
bir modern samanlar bilgesiht

hayat, irfan dünyas ve tefekküryolculuuna ilijkif

yaplm konulmalardan oluuyor.


yb^n bilgelik yolunun yolcularndan Cemâlnur
Sargut'la gerçeklejtirdiimiî( söylei boyunca,
hem bir döneme tanklk etmi bulunuyoru':^
hem de bu dönem içinde bilgelik göümüî^n
parlak yldiî^lanndan birinin, Samiha A^ verdi'nin
o dile gelme\ engin dünyasndan birkaç resmi
yanstm oluyoru^
k Yalszuçanlar
mnnesi:yatlar, mutasavvf, istanbul
mefendisi, Türkçe'yi en iyi konuan veya^n,
'hçi, alperen, mürit, ana, efendi; iki Kadir aras
Kadir'i yaam, örencilerine de Kadir'in mânâsn
öretmi bir sultan. Nur sonra da kâmil insann
yaantsyla Kadir'in mânâs, içiyle Mirac'n
hakikati olduunu örendiinde ve her sabrettii
skntnn sonunda Gönül anneciinin yardmyla
âyetlerin mânâsn kendi küçük gönlüyle idrak

ettiinde ve onun gü^el göf(lerinin arkasnda


âmânn bulduunda defalarca hamd etme
evkini yaayacakt.
kitabn içinden...

You might also like