You are on page 1of 18

111 Fetih suresi

111 (48). SÛRE


FETİH SÛRESİ
111 (48). FETİH SÛRESİ
MEDENÎ, 29 ÂYET
GİRİŞ
Adını 1. âyetteki ‫[قتتتح‬feth] sözcüğünden ve bu sûrenin ana konusu olan
Mekke'nin fethinden alan sûrenin, Medîne döneminde 111. sırada indiği kabul
edilir. Târih kayıtlarına göre bu sûre, hicret'in 6. yılında Hudeybiye Barış
Antlaşması sonrasında Medîne'ye dönüşte inmiştir.
Sûrede, birtakım hayırlı hâdiselerin [Hayber ve Mekke'nin fethi] müjdesi
verilir, mü’minlerin ölünceye kadar Allah yolunda cihad edeceklerine dair
Rasûlullah'a verdikleri sözden [Biatu'r-Rıdvân'dan] övgüyle söz edilerek mü’minler
onurlandırılır. Rasûlullah ile birlikte sefere çıkmayanlar, ikiyüzlüler kınanır. Ayrıca
Elçi'nin görevi ve gönderiliş amacı bir kez daha hatırlatılır.
Sûrenin iyi anlaşılabilmesi için önce Hudeybiye Barış Antlaşması'nın
ansiklopedik düzeyde de olsa bilinmesi gerekir:

HUDEYBİYE BARIŞI ve RIDVAN BİATI

Rasûlullah ve Muhâcirlerin Mekke'den ayrılmasının üzerinden altı yıl geçmiş


ve bu süre içerisinde kimse öz yurdu ve akrabaları ile temas kuramamıştı.
Muhâcirlerde hasret ve gurbet duyguları kabarmış, Medîneli Ensâr'da da Ka‘be'ye
karşı özlem oluşmuştu. Müslümanların hepsi, Mekke'yi ve Ka‘be'yi ziyaret etmek
istiyorlardı.

Bu genel istek üzerine, Rasûlullah, Mekke'ye gitmek isteyenlerin


hazırlanmasını istedi.

Hazırlıklar yapıldı ve Zilkâde'nin ilk Pazartesi günü [13 Mart 628] 1.400 kişi
ile birlikte Mekke'ye doğru hareket edildi. Amacın barış olduğunu göstermek için
yanlarına, yolcu kılıcı denilen kılıçtan başka silah almadılar.

Mekkeli müşrikler bu durumu öğrenince toplandılar ve ne pahasına olursa


olsun Rasûlullah'ı Mekke'ye sokmamaya karar aldılar. Rasûlullah'ın Mekke'ye daha
fazla yaklaşmasına engel olmak üzere de Hâlid b. Velîd komutasında 200 atlıdan
oluşan bir birlik gönderdiler.

Bu arada Rasûlullah ve beraberindeki mü’minler Mekke yakınlarındaki


Hudeybiye mevkiine gelmişlerdi.

Rasûlullah, amaçlarını bildirmek, Mekke müşriklerinin durum ve tutumlarını


öğrenmek için Mekke'ye, Hudâalılardan Hıraş b. Umeyye'yi elçi olarak elçi
gönderdi. Elçi Umeyye, müşriklere, savaşmak niyetinde olmayıp yalnızca Ka‘be'yi
ziyaret için geldiklerini ve umre yapıp döneceklerini bildirdi. Buna rağmen
müşrikler devesine vurup onu yere düşürerek öldürmek istediler. Mekkeli olmayan
çoğu Habeşli bazı kimseler araya girip Umeyye'yi kurtardılar. Umeyye geri dönerek
durumu Rasûlullah'a anlattı.

1
Mekkeli müşrikler, Müslümanların Mekke'ye sokulmasını kendileri için büyük
onursuzluk sayıyor ve bütün Arap dünyasının gözünden düşecekleri şeklinde
yorumluyorlardı.

Bu gelişmeler üzerine Rasûlullah, Ömer'i göndermek için yanına çağırdı.


Ömer, Mekkelilerin kendisine olan kinlerinden dolayı güvende olamayacağını,
kimsenin de kendisine yardıma gelmeyeceğini ileri sürerek, Mekke'de hâlâ hatırı
sayılan ve etkin birçok akrabası bulunan Osman b. Affân'ı göndermesini istedi.

Bunun üzerine Rasûlullah Osman b. Affân'ı çağırıp, onu Kureyş'e gönderdi.


Osman b. Affân Mekke-i Mükerreme'ye varınca, önce Rasûlullah'ın mesajını iletti
ve, “Biz Hudeybiye'ye muharebeye gelmedik, yalnızca ziyaret ve umre yapmak için
geldik” dedi.

Bu arada Kureyşliler Osman'a, “İstersen sen Ka‘be'yi tavaf et; ancak hepinizin
Mekke'ye girmesine ve Ka‘be'yi tavaf etmesine izin veremeyiz” dediler. Osman'ın
bunu reddetmesi üzerine de onu Mekke'de alıkoyup göz hapsinde tuttular.

Bu arada Hudeybiye'de bulunan Müslümanlar arasında, Osman'ın öldürüldüğü


şayiası çıktı. Bu haber üzerine Rasûlullah, mü’minleri biata davet etti. Bütün
mü’minler, Allah adına o'na biat ettiler; ölmek pahasına da olsa savaştan kaçmamak
ve asla çekinmemek üzere söz verdiler. Bu sözleşme, semure ağacı altında olmuştu.
Bu konu, sûrenin 10, 18 ve 19. âyetlerinde yer almaktadır. Bu âyetlerden ilham
alınarak bu biata, “Biatu'r-Rıdvân” [razılık biatı] ve biatın alınışında altında durulan
ağaca da “Şeceretu'r-Rıdvân” [razılık ağacı] adı verilmiştir.

Kısa bir aradan sonra, Osman ile ilgili ölüm haberinin asılsız olduğu
anlaşılmıştır.

Bu arada karşılıklı elçiler gidip geliyor, bir uzlaşma yolu aranıyordu. Müşrikler
Müslümanları Mekke'ye sokmamaya kararlı gözüküyorlardı. Rasûlullah ise, “Biz
buraya kesinlikle savaşmak için gelmedik. Amacımız Ka‘be'yi ziyarettir, umre
yapmaktır. Kureyşliler eski savaşlarda zayıf düşmüşlerdir. Dilerlerse onlarla bir
anlaşma, bir süre için barış anlaşması yapmak isterim. Kabul ederlerse ne âlâ, aksi
takdirde Allah'a yemin ederim ki, ölünceye kadar onlarla savaşırım” diyerek barış
öneriyordu.

Mekkeli müşrikler, Allah Rasûlü'nün kararlılığı yüzünden savaşı göze


alamadılar, Osman b. Affân ve bir kısım Mekke'deki Müslümanları serbest
bıraktılar. Arkasından, Suheyl b. Amr'ın başkanlığında bir heyeti anlaşma yapmak
üzere Rasûlullah'a gönderdiler. Burada meşhur “Hudeybiye Andlaşması” yapıldı.

Rasûlullah ile Süheyl uzun görüşmelerden sonra anlaşma şartlarını tesbit


ettiler. Buna göre;

1) Müslümanlarla müşrikler 10 yıl süreyle savaşmayacaklar, birbirlerine


saldırmayacaklardı.

2
2) Müslümanlar bu yıl Ka‘be'yi ziyaretten vazgeçerek geri dönecekler, ancak
gelecek yıl umre yapacaklar, müşriklerin boşaltacağı Mekke'de üç gün kalacaklar ve
yanlarında yolcu kılıçlarından başka silah taşımayacaklardı.

3) Mekke'den birisi Müslüman olarak Medîne'ye sığındığı zaman iade


edilecek; fakat Medîne'den Mekke'ye sığınanlar iade edilmeyecekti.

4) Arap kabileleri istedikleri tarafla anlaşma yapmakta serbest olacaklardı.

Bu antlaşmasının bütün şartları, görünüşte Müslümanların aleyhine idi. Bu


nedenle Müslümanlar büyük bir hayal kırıklığına uğradılar. Bu antlaşmayı bir
aşağılanma, bir küçük düşürülme olarak kabul ettiler. “Sen Allah'ın Rasûlü değil
misin? Davamız hakk dava değil mi? Bu zilleti neden kabul ediyoruz?” diye
serzenişte bulundular.

Hudeybiye'de 19 gün kalındıktan sonra Medîne'ye doğru yola çıkıldı. Yolda,


bu sûre indi.

RAHMÂN, RAHÎM ALLAH ADINA


MEAL:

1-3. Şüphesiz Biz, Allah, senin günahlarından geçmiş ve gelecek olanları


bağışlasın, sana olan nimetini tamamlasın, seni dosdoğru yola kılavuzlasın ve Allah,
sana çok güçlü bir zaferle yardım etsin diye sana apaçık bir fethi açtık.

4. O, kendi imanları ile birlikte, imanca fazlalaşsınlar diye mü’minlerin


kalplerine kalbi teskin eden güven ve yatışma duygusu; moral indirendir. Göklerin
ve yerin orduları da yalnızca Allah'ındır. Ve Allah en iyi bilendir, en iyi yasa
koyandır.

7. Göklerin ve yeryüzünün orduları da Allah'ındır. Allah azîz'dir,


hakîm'dir.

8-9, 5-6. Şüphesiz Biz, Allah'a ve Elçisi'ne iman etmeniz, O'na yardım
etmeniz, O'na saygı göstermeniz ve sabah-akşam [her zaman] O'nu tesbih etmeniz
için, mü’min erkekler ve mü’min kadınları, içinde sürekli kalanlar olarak altlarından
ırmaklar akan cennetlere girdirmesi, onların kötülüklerini örtmesi için –işte bu,
Allah katında büyük bir kurtuluştur– ve o, Allah hakkında kötü zannda bulunan
münâfık erkekleri ve münâfık kadınları, Allah'a ortak koşan erkekleri ve ortak
koşan kadınları azaplandırması için –kötülük onların üzerine olmuştur. Allah onlara
gazap etmiş, onları lânetlemiş ve kendileri için cehennemi hazırlamıştır. Orası ne
kötü bir yerdir!– seni şâhit, müjdeleyici ve uyarıcı olmak üzere elçi yaptık.

10. Şüphesiz, şu, sana bağlılık yemini eden kimseler, ancak Allah'a biat
etmektedirler. Allah'ın eli [gücü; nimetleri, yardımları] onların ellerinin [güçlerinin;
yardımlarının, hizmetlerinin] üzerindedir. O nedenle, kim sözünden dönerse, artık
sadece kendisi aleyhine olmak üzere dönmüştür. Kim de Allah'a verdiği ahde vefa
gösterirse, Allah ona hemen büyük bir ödül verecektir.

3
11. Bedevî Araplardan geri bırakılmış olanlar, sana yakında, “Mallarımız
ve ailelerimiz bizi meşgul etti [alıkoydu]. Hadi Allah'tan bizim bağışlanmamızı
dile” diyeceklerdir. Onlar, kalplerinde olmayanı dilleriyle söylerler. De ki: “Allah
size bir zarar dilediyse veya bir fayda dilediyse, O'na karşı kimin bir şeye gücü
yetebilir? Bilakis Allah, yaptıklarınıza haberdardır.”

12. Aslında siz, Elçi ve mü’minlerin, ehllerine [ailelerine, yakınlarına]


ebediyyen geri dönmeyeceklerini sanmıştınız. Bu sizin gönüllerinize de güzel
göründü. Ve siz kötü zannda bulundunuz ve helâk olmuş bir toplum oldunuz.

13. Ve kim Allah'a ve Elçisi'ne iman etmezse, bilsin ki şüphesiz Biz,


kâfirler için saîr'i [çılgın bir ateşi] hazırlamışızdır.

14. Ve göklerin ve yeryüzünün hükümranlığı Allah'ındır. O, dilediğini


bağışlar dilediğini azaplandırır. Ve Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.

15. Siz ganimetleri almak için gittiğinizde o geri kalanlar, “Bırakın bizi de
sizi izleyelim” diyeceklerdir. Onlar, Allah'ın sözünü değiştirmek isterler. De ki:
“Siz, asla bizimle gelemeyeceksiniz. Allah daha önce böyle buyurmuştur.” Sonra
onlar, “Bilakis, siz bizi kıskanıyorsunuz” diyeceklerdir. Bilakis onlar, pek az bir şey
dışında anlamazlar.

16. Bedevî Arapların geri bırakılmış olanlarına de ki: “Siz yakında çok
kuvvetli bir kavme karşı çağırılacaksınız; onlarla savaşırsınız veya onlar Müslüman
olurlar. Artık, eğer itaat ederseniz, Allah size güzel bir mükâfat verir. Ama önceden
yan çizdiğiniz gibi yine yan çizecek olursanız sizi acıklı bir azap ile azaplandırır.

17. Kör için bir vebal yoktur, topal için de bir vebal yoktur, hasta için de bir
vebal yoktur. Bununla beraber kim Allah'a ve Elçisi'ne itaat ederse, O [Allah] onu,
altından ırmaklar akan cennetlere girdirir. Kim de yan çizerse, onu acıklı bir azap ile
azaplandırır.

18-19. Andolsun o ağacın altında sana biat ederlerken Allah, mü’minlerden


razı olmuştur. İşte kalplerinde olanı bilmiş onlara kalbi teskin eden, güven ve
yatışma duygusu; moral indirmiş ve onları pek yakın bir fetih ve alacakları birçok
ganimetler ile mükâfâtlandırmıştır. Ve Allah azîz'dir, hakîm'dir.

20-21. Ve Allah size, alacağınız birçok ganimetleri ve sizin güç


yetiremediğiniz, ama Allah'ın sizin için kuşattığı başka şeyleri (siz yararlanasınız)
ve mü’minlere bir alâmet olsun, O [Allah] sizi dosdoğru yola kılavuzlasın diye vaat
etmiştir. İşte O [Allah], bunu size hemen vermiş ve insanların ellerini sizden
çekmiştir. Ve Allah her şeye en iyi güç yetirendir.

22-23. Ve eğer küfretmiş kimseler, sizinle savaşsalardı kesinlikle Allah'ın


öteden beri gelen kanunu olarak arkalarına dönüp kaçarlardı. –Allah'ın kanununda
asla bir değişiklik bulamazsın.– Sonra bir dost ve yardımcı da bulamazlardı.

24-25. Ve O [Allah], sizi onlara karşı muzaffer kıldıktan sonra Batn-ı


Mekke'de [Mekke'nin vâdisinde; Hudeybiye'de], Allah'ın dilediği kimseyi
rahmetine girdirmesi için, onların ellerini sizden, sizin ellerinizi de onlardan

4
çekendir. Ve Allah, yaptıklarınızı en iyi görendir. Onlar, inkâr eden ve sizi Mescid-i
Harâm'dan ve ayarlanmış hedylerin yerlerine ulaşmasını engelleyen kimselerdir.
Eğer kendilerini henüz tanımadığınız, bilmeyerek ezmek sûretiyle kendilerinden
sorumluluğunuz olacak mü’min erkekler, mü’min kadınlar olmasaydı, eğer onlar,
birbirinden ayrılmış olsalardı, kesinlikle onlardan inkâr eden kimseleri acıklı bir
azapla azaplandırırdık.
26. Hani o inkâr eden kimseler, hamiyeti; câhiliyenin hamiyetini [gurur ve
soy asabiyetini, tutuculuğu] kendi kalplerinde alevlendirip kışkırttıkları zaman,
hemen Allah; Elçisi'nin ve mü’minlerin üzerine kalbi teskin eden güven ve yatışma
duygusunu; morali indirmiş ve onları “takvâ” sözüne ilzam etmişti [sâdık
kalmalarını sağlamıştı]. Zaten onlar, buna lâyık ve ehil idiler. Allah her şeyi en iyi
bilendir.
27. Andolsun ki Allah, Elçisi'ne o görüntüyü; “Siz, Allah dilerse kesinlikle,
güven içinde başlarınızı tıraş etmiş ve kısaltmış kişiler olarak, korkmadan Mescid-i
Harâm'a gireceksiniz”i hakk ile doğru çıkardı. Öyleyse O [Allah], sizin
bilmediğinizi bilir. Sonra da size bundan ast yakın bir fetih kıldı.

28. O [Allah] hakk dini bütün dinlere üstün kılmak için Elçisi'ni hidâyet ve
onunla [hakk din ile] gönderendir. Şâhit olarak da Allah yeter.

29. Muhammed, Allah'ın Elçisi'dir. Onunla beraber olan kimseler, O'nun


[Allah'ın], kendileriyle, düşmanları öfkelendirmesi için kâfirlere karşı çetin, kendi
aralarında merhametlidirler. Sen onları, Allah'ın fazlından ve bir hoşnutluk
isteyerek rükû edenler, secde edenler olarak görürsün. Onların secde izinden
[Allah'a teslimiyetlerinden] nişanları, yüzlerindedir [tüm varlıklarındadır]. Bu,
onların Tevrât'taki örnekleridir. Onların İncîl'deki örnekleri de, filizini yarıp
çıkarmış, sonra onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış, sonra da gövdesi üzerine dikilmiş
bir ekin gibidir. Bu, ziraatçıların da hoşuna gider. Allah, onlardan iman eden ve
sâlihâtı işleyen kimselere mağfiret ve büyük bir mükâfat vaat etmiştir.

TAHLİL:

1-3. Şüphesiz Biz, Allah, senin günahlarından geçmiş ve gelecek olanları


bağışlasın, sana olan nimetini tamamlasın, seni dosdoğru yola kılavuzlasın ve
Allah, sana çok güçlü bir zaferle yardım etsin diye sana apaçık bir fethi açtık.

4. O, kendi imanları ile birlikte, imanca fazlalaşsınlar diye mü’minlerin


kalplerine kalbi teskin eden güven ve yatışma duygusu; moral indirendir.
Göklerin ve yerin orduları da yalnızca Allah'ındır. Ve Allah en iyi bilendir, en iyi
yasa koyandır.

7. Göklerin ve yeryüzünün orduları da Allah'ındır. Allah azîz'dir,


hakîm'dir.

8-9, 5-6. Şüphesiz Biz, Allah'a ve Elçisi'ne iman etmeniz, O'na yardım
etmeniz, O'na saygı göstermeniz ve sabah-akşam [her zaman] O'nu tesbih
etmeniz için mü’min erkekleri ve mü’min kadınları, içinde sürekli kalanlar
olarak, altlarından ırmaklar akan cennetlere girdirmesi, onların kötülüklerini
örtmesi için –işte bu, Allah katında büyük bir kurtuluştur– ve o, Allah hakkında
kötü zannda bulunan münâfık erkekleri ve münâfık kadınları, Allah'a ortak

5
koşan erkekleri ve ortak koşan kadınları azaplandırması için –kötülük onların
üzerine olmuştur. Allah onlara gazap etmiş, onları lanetlemiş ve kendileri için
cehennemi hazırlamıştır. Orası ne kötü bir yerdir!– seni şâhit, müjdeleyici ve
uyarıcı olmak üzere elçi yaptık.

Bu âyetlerde, ilk önce Rasûlullah'a, Hudeybiye Antlaşması'nın getireceği iyi


sonuçlar gâyet veciz bir şekilde bildirilmekte, sonra da Allah'ın insanlar ve
mü’minler için lütfettiği maddî ve manevî nimetler sayılmaktadır.

Pasajın başında konu edilen fetih, “Hudeybiye Antlaşması”dır. Bu antlaşma,


zâhiren mü’minlerin aleyhine görünüyordu. Sahabenin çoğu bununla, müşriklere
taviz verildiğini, başarısız olunduğunu düşünüyorlardı.

Hudeybiye Antlaşması'nı müteakip nâzil olan bu âyetlerde, bu antlaşma, büyük


fetihlerin ilk aşaması, kapının aralanması olarak nitelenmiş, bu sayede, Allah'ın,
Elçi'nin günahlarından geçmiş ve gelecek olanları bağışlayacağı, o'na olan nimetini
tamamlayacağı, o'nu dosdoğru yola kılavuzlayacağı ve o'na çok güçlü bir zaferle
yardım edeceği bildirilmiştir.

Nitekim, ileriki âyetlerde de görüleceği üzere bu antlaşma sayesinde Hayber,


sonra Mekke ve daha birçok belde fethedilmiştir. Bunların hepsi Hudeybiye
Antlaşması'nın mü’minlere sağladığı imkânlar sayesinde olmuştur. Bu imkânlar,
özetle şöyle sıralanabilir:

• Hudeybiye Antlaşması ile Mekkeliler, Medîne İslâm toplumunu resmen tanımışlar


ve bu sayede de İslâm dini kabileler arasında büyük bir önem kazanmıştır.

• Hudeybiye Antlaşması'ndan önce Müslümanlarla müşrikler arasında hemen


hiç bir ilişki yoktu. Hudeybiye'den sonra iki taraf arasındaki ticarî ve ailevî ilişkiler
canlandı. Rasûlullah ve mü’minler, istedikleri yerde İslâm'ı rahatça tebliğ etme
imkânına kavuştular. Bunun sonucu olarak da İslâm dini hızla yayılmaya başladı.
Öyle ki, Hudeybiye Antlaşması ile Mekke'nin fethi arasında geçen 2 yıl içinde
Müslüman olanların sayısı, Hudeybiye'den önceki 19 yıl boyunca Müslüman
olanların iki katına ulaştı.

• Bu antlaşmadaki 1. maddenin hükümlerinden yararlanan mü’minler,


Mekkelilerden emin olduklarından Hayber'i fethettiler. Bu antlaşma olmasaydı,
Mekkeliler Hayberlilere yardım edecek ve Hayber fethedilemeyecekti.

• Antlaşma maddelerinden Müslümanları en çok üzeni, Mekke'den kaçan


Müslümanların iade edilmesiydi. Bu madde gereği acı olaylar (Ebû Cendel'in,
babası Amr oğlu Süheyl'e teslim edilmesi gibi) yaşanmıştı. Fakat bu madde de
mü’minlerin lehine gelişti. Şöyle ki: Mekke'de sıkıntı çeken mü’minler Medîne'ye
kabul edilmeyince, Mekke-Şam kervan yolu üzerindeki İs mevkiinde kendilerine bir
üs kurdular. Kısa zamanda sayıları 300'e ulaşan Müslümanlar, müşriklerin
kervanlarına baskın yapmaya başladılar ve Mekkeli müşriklerin zayıf düşmesini
sağladılar. Bunun üzerine Kureyş müşrikleri bu maddenin antlaşmadan
çıkarılmasını talep ettiler. Rasûlullah da taleplerini kabul ederek İs'teki
Müslümanları Medîne'ye çağırdı.

6
Tüm bunlar, Hudeybiye Antlaşması'nın bir taviz değil, mü’minlere feth-i
mübinlerin kapılarını açan bir antlaşma olduğunu göstermiştir.

Hudeybiye Antlaşması'na, Rasûlullah henüz hicret etmeden Kehf sûresi'nin


Zülkarneyn pasajında (güneşin doğduğu yer olarak) işaret edilmişti. Ayrıca daha
evvel de Rasûlullah'a bir gün Mekke'ye döneceği vaat edilmişti:

Şüphesiz ki Kur’ân'ı sana farz kılan kişi [Allah], elbette seni dönülecek yere
döndürecektir. De ki: “Benim Rabbim, kimin hidâyetle geldiğini ve kimin apaçık
bir sapıklık içinde olduğunu daha iyi bilendir.” (Kasas/85)

Burada ise, Hudeybiye Antlaşması bir fetih/zafer olarak nitelenmekte ve bunun


daha açık ve daha büyük bir zaferin yolunun açılışı olduğu beyân edilmektedir.

5-6. âyetlerin, teknik olarak ve anlam açısından mevcut Mushaf'taki yerlerinde


–ki bu, Mushaf tertip heyetinin gafletinin eseridir– tertip edilmeleri mümkün
değildir. Bu âyetleri, mevcut Mushaf'taki yerlerinde tercüme edenler, ekleme ve
çıkarmalar yaparak, kelimeleri ve edatları ihmal ederek çevirmek zorunda
kalmaktadırlar. O nedenle biz 5-6. âyetleri, 8-9. âyetlere bağlayarak tercüme ettik.
Kanaatimizce, Allah'ın elçi göndermesinin bir nedeni, inananların ödüllendirilmesi,
inkârcıların da cezalandırılmasıdır. Bu ilâhî ilke şu âyetlerde görülebilir:

Kim doğru yolu bulursa sırf kendi iyiliği için doğru yolu bulmuştur. Kim de
saparsa ancak kendi aleyhine sapmış olur. Ve hiçbir yük taşıyıcı başkasının yükünü
çekmez. Ve Biz bir peygamber göndermedikçe, azap ediciler olmadık. (İsrâ/15)

Rabb'lerini inkâr edenler için de cehennem azabı vardır. Ve o, ne kötü dönüş


yeridir! Oraya atıldıklarında, o kaynarken, onun korkunç sesini işitirler. O, az daha
öfkeden çatlayacak. Her ne zaman oraya bir topluluk atılsa, onun bekçileri onlara
sorar: “Size bir uyarıcı gelmedi mi?” Onlar derler ki: “Evet, bize uyarıcı geldi de biz
yalanladık ve ‘Allah hiçbir şey indirmedi, siz ancak büyük bir sapıklık içindesiniz’
dedik. Ve onlar derler ki: “Eğer biz dinlemiş olsaydık yahut akletmiş olsaydık şu
çılgın ateşin ashâbı içinde olmazdık. Böylece günahlarını itiraf ettiler. Artık,
uzaklık, çılgın ateş ashâbı içindir. (Mülk/6-11)

Ve inkâr etmiş olanlar bölük bölük cehenneme sevk olundu [olunacak].


Nihâyet oraya vardıklarında kapıları açıldı [açılacak]. Ve onun bekçileri onlara:
“İçinizden size Rabbinizin âyetlerini okuyan, bu gününüzle karşılaşacağınıza dair
sizi uyaran elçiler gelmedi mi?” dediler [diyecekler]. Onlar, “Evet geldi” dediler
[diyecekler]. –Velâkin kâfirler üzerine azap kelimesi hakk oldu.– “Sürekli olarak
içinde kalmak üzere girin cehennemin kapılarından” denildi. –Büyüklük
taslayanların yeri ne kötüdür!– (Zümer/71-72)

Âyetteki, Sana olan nimetini tamamlasın ifadesi, Allah'ın Rasûlullah'a vereceği


cennet, Mekke'nin, Taif ve Hayber'in fethi, büyüklük taslayanların zilletle boyun
eğmesi, zorbalık edenlerin itaat etmesi, hür ve güven içinde bir hayat sürülmesi ve
Allah'ın dininin yayılması için imkânların oluşması olarak anlaşılabilir.

Rasûlullah'ın şâhitliği konusunu Ahzâb sûresi'nde açıklamıştık:

7
Ey Peygamber! Şüphesiz Biz seni, bir şâhit, bir müjdeci, bir uyarıcı, Kendi
izniyle Allah'a bir davetçi ve ışık saçan bir kandil olarak gönderdik [elçi yaptık].
Sen de inananlara, şüphesiz kendileri için Allah'tan büyük bir lütuf olduğunu
müjdele. Kâfirlere, münâfıklara da itaat etme, onların ezalarını bırak. Ve sen Allah'a
tevekkül et. Vekil olarak da Allah yeter. (Ahzâb/45-48)

Ve işte böyle Biz, siz, insanlar üzerine şâhitler olasınız, Peygamber de sizin
üzerinize şâhit olsun diye sizi hayırlı bir ümmet kıldık. Üzerinde olduğun bu kıbleyi
kılmamız da yalnızca; elçilere uyan kimseleri, iki ökçesi üzerinde geri
döneceklerden ayıralım diyedir. Bu [tesbit ettiğimiz kıble], elbette, Allah'ın hidâyet
ettiği kimselerin dışındakilere çok büyüktür. Ve Allah imanınızı kaybedecek
değildir. Hiç şüphesiz Allah, bütün insanlara çok şefkatlidir, çok merhametlidir.
(Bakara/143)
Elçiler, vakitlendirildikleri zaman, bunlar hangi gün için ertelendiler ise! Ayırt
etme günü için... (Mürselât/11-13)
Her ümmetten bir tanık getirdiğimiz ve seni de işte onların üzerine bir tanık
olarak getirdiğimiz zaman bak nasıl? (Nisâ/41)
Allah, melekler ve hakkaniyeti ayakta tutan bilgi sahipleri, şüphesiz Allah'tan
başka ilâh diye bir şeyin olmadığına tanıklık etti. O Azîz, Halîm'den başka ilâh diye
bir şey yoktur. (Âl-i İmrân/18)
Öyleyse, şüphesiz Allah'tan başka ilâh diye bir şeyin olmadığını bil! Kendi
günahın için, mü’min erkekler ve mü’min kadınlar için bağışlanma dile. Ve Allah,
sizin gezip dolaştığınız yeri ve durduğunuz yeri bilir. (Muhammed/19)
Rasûlullah'ın ve ümmetinin şâhitliği hususunda Bakara sûresi'nde yaptığımız
açıklamaya bakılabilir.1

7. âyetteki, Göklerin ve yeryüzünün orduları da Allah'ındır. Allah azîz'dir,


hakîm'dir ifadesiyle de, vaat edilen fetih için Allah'ın evrendeki ordularıyla
yardımda bulunacağı ima edilmektedir. Allah'ın evrendeki ordularının neler olduğu
da şu âyetlerden anlaşılabilir:

O, sizleri karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için size destek verendir. O'nun


melekleri de (destek verirler). Ve O, mü’minlere çok merhametlidir. O'na
kavuşacakları gün onların selâmlamaları, “selâm”dır. O [Allah], da onlar için saygın
bir ödül hazırlamıştır. (Ahzâb/43/44)
İşte onlar; Rabb'lerinden, birtakım destekler ve rahmet kendilerinedir. İşte
onlar, hidâyete erenlerin de ta kendisidir. (Bakara/157)
Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamber'i destekliyorlar [yardım ediyorlar]. Ey
iman etmiş kimseler! Siz de o'na destek olun [o'na yardım edin] ve o'nun
güvenliğini tam bir güvenlikle sağlayın! (Ahzâb/56)

10. Şüphesiz, şu, sana bağlılık yemini eden kimseler, ancak Allah'a biat
etmektedirler. Allah'ın eli [gücü; nimetleri, yardımları] onların ellerinin
[güçlerinin; yardımlarının, hizmetlerinin] üzerindedir. O nedenle, kim sözünden
dönerse, artık sadece kendisi aleyhine olmak üzere dönmüştür. Kim de Allah'a
verdiği ahde vefa gösterirse, Allah ona hemen büyük bir ödül verecektir.

Bu âyette, Hudeybiye'de gerçekleşen biat –ki, ölüm ve savaş meydanından


kaçmamak üzere biat edilmişti– ve onun önemi vurgulanmakta; Elçi'ye bağlılık
1
Tebyînu'l-Kur’ân; c. 9, s. 255-257.

8
yemini edenler, Allah'a bağlılık yemini etmiş sayılmaktadır. Biatla ilgili ifade, Kim
Elçi'ye itaat ederse, artık o, Allah'a itaat etmiş olur. Kim de yüz çevirirse; artık Biz
seni onlara koruyucu [bekçi] olarak göndermedik (Nisâ/80) ifadesine
benzemektedir. Çünkü Rasûlullah, ilâhî mesajlar dışında herhangi bir talepte
bulunmamaktaydı. Rasûlullah'ın biat almasıyla ilgili bir örnek de Mümtehine
sûresi'nde yer almıştı:
Ey Peygamber! İnanmış kadınlar sana Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamaları,
hırsızlık etmemeleri, zinâ etmemeleri, çocuklarını öldürmemeleri, elleri ile ayakları
arasında bir iftira uydurup getirmemeleri, ma‘rûfta sana isyan etmemeleri üzerine biat
ederek [bağlılık yemini ederek] gelirlerse, hemen onların biatlarını al ve onlar için
Allah'tan mağfiret dile. Şüphesiz Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir.
(Mümtehine/12)
11. Bedevî Araplardan geri bırakılmış olanlar, sana yakında,
“Mallarımız ve ailelerimiz bizi meşgul etti [alıkoydu]. Hadi Allah'tan bizim
bağışlanmamızı dile” diyeceklerdir. Onlar, kalplerinde olmayanı dilleriyle
söylerler. De ki: “Allah size bir zarar dilediyse veya bir fayda dilediyse O'na karşı
kimin bir şeye gücü yetebilir? Bilakis Allah, yaptıklarınıza haberdardır.”

12. Aslında siz Elçi ve mü’minlerin, ehllerine [ailelerine, yakınlarına]


ebediyyen geri dönmeyeceklerini sanmıştınız. Bu sizin gönüllerinize de güzel
göründü. Ve siz kötü zannda bulundunuz ve helâk olmuş bir toplum oldunuz.

13. Ve kim Allah'a ve Elçisi'ne iman etmezse, bilsin ki şüphesiz Biz,


kâfirler için saîr'i [çılgın bir ateşi] hazırlamışızdır.

14. Ve göklerin ve yeryüzünün hükümranlığı Allah'ındır. O, dilediğini


bağışlar dilediğini azaplandırır. Ve Allah çok bağışlayandır, çok merhamet
edendir.

15. Siz ganimetleri almak için gittiğinizde o geri kalanlar, “Bırakın bizi
de sizi izleyelim” diyeceklerdir. Onlar, Allah'ın sözünü değiştirmek isterler. De ki:
“Siz, asla bizimle gelemeyeceksiniz. Allah daha önce böyle buyurmuştur.” Sonra
onlar, “Bilakis, siz bizi kıskanıyorsunuz” diyeceklerdir. Bilakis onlar, pek az bir
şey dışında anlamazlar.

16. Bedevî Arapların geri bırakılmış olanlarına de ki: “Siz yakında çok
kuvvetli bir kavme karşı çağırılacaksınız; onlarla savaşırsınız veya onlar,
Müslüman olurlar. Artık, eğer itaat ederseniz, Allah size güzel bir mükâfât verir.
Ama önceden yan çizdiğiniz gibi yine yan çizecek olursanız sizi acıklı bir azap ile
azaplandırır.

Bu âyetlerin ifadeleri gâyet açıktır. Burada, zor koşullarda Hudeybiye'ye giden


mü’minler ile, gitmekten kaçınıp bahaneler uyduran, tehlike arzetmeyen bol
ganimetli seferlere katılmak isteyen, izin verilmeyince de, “Siz bizi
kıskanıyorsunuz” diyerek mü’minleri suçlayan iki yüzlülere dikkat çekilmekte,
onların sırları ifşa edilmekte ve onlara karşı nasıl bir tavır takınılacağı
bildirilmektedir.

9
11. âyette, Allah size bir zarar dilediyse veya bir fayda dilediyse O'na karşı
kimin bir şeye gücü yetebilir? Bilakis Allah, yaptıklarınıza haberdardır buyurularak
onlara yapılan uyarı, şu âyetlerdeki mesajlarla daha iyi anlaşılabilir:
O sırada o kentin en uzak yerinden bir adam koşarak geldi. Dedi ki: “Ey
kavmim! Uyun o gönderilmişlere [elçilere]! Uyun sizden hiçbir ücret istemeyen o
kişilere ki, onlar hidâyete ermişlerdir. Bana ne oluyor da kulluk etmeyecekmişim O
beni yaratana? Siz de sadece O'na döndürüleceksiniz. Ben, hiç ben O'nun
astlarından ilâhlar edinir miyim? Eğer Rahmân bana bir zarar dileyecek olsa,
onların [ilâhların] şefaati benden yana hiçbir fayda vermez ve onlar [ilâhlar] beni
kurtaramazlar. Şüphesiz ki ben, o zaman [ilâhlar edindiğim takdirde] apaçık bir
sapıklık içindeyimdir. Şüphesiz ki ben, Rabbinize iman ettim. Haydi, kulak verin
bana!” (Yâ-Sîn/20-25)
Ve sen gerçekten onlara, “O gökleri ve yeri kim yarattı?” diye sormuş olsan,
kesinlikle “Allah!” diyeceklerdir. De ki: “Öyleyse gördünüz mü Allah'ın astlarından
çağırdıklarınızı! Eğer Allah bana bir zarar vermek istediyse, onlar O'nun zararını
giderebilenler midirler? Yahut bana bir rahmet dilediyse, onlar O'nun rahmetini
tutanlar mıdırlar?” De ki: “Allah, bana yeter. Tevekkül edenler, yalnızca O'na
tevekkül ederler.” (Zümer/38)
Ve eğer Allah sana bir zarar dokundurursa, onu Kendisinden başka açacak
yoktur. Ve eğer O sana bir hayır dokundursa da kuşkusuz O, her şeye gücü yetendir.
Ve O, kullarının üstünde kâhir'dir. Ve hakîm'dir ve habîr'dir. (En‘âm/17-18)
De ki: “Eğer Allah size bir kötülük dilediyse veya size bir rahmet dilediyse,
sizi Allah'tan kim korur?” Hem onlar kendilerine Allah'ın astlarından bir velî
bulamazlar, bir yardımcı da. (Ahzâb/17)
Bu tip insanları Tebük seferi sırasında da sahnede görüyoruz:
Eğer Allah, seni onlardan bir tâifenin yanına döndürür de onlar çıkmak için
senden izin isterlerse, de ki: “Artık siz hiçbir zaman benimle beraber asla
çıkmayacaksınız. Ve hiçbir zaman benimle birlikte düşmanla savaşmayacaksınız.
Şüphesiz siz ilkinden oturup kalmaktan hoşlanıyordunuz. Artık geride kalanlarla
beraber oturup kalın!” Ve onlardan ölen biri için destek olma, onun kabrinin üzerine
dikilme. Şüphesiz onlar, Allah'a ve onun Elçisi'ne küfredenlerdir. Ve onlar, fâsık
olarak ölmüşlerdir. Onların malları ve evlatları da seni imrendirmesin. Allah, ancak
onları dünyada bunlarla cezalandırmayı ve onlar kâfir iken canlarının güçlükle
çıkmasını istiyor. (Tevbe/83-85)

Bu pasajın iniş sebebiyle ilgili nakiller şöyledir:

Bedevîlerden geri bırakılanlar sana diyecekler ki:... Mücâhid ve İbn Abbâs


dedi ki: “Bununla Gıfar, Müzeyne, Cuheyne, Eslem, Eşca ve Dîl bedevîlerini
kastetmektedir. Bunlar Medîne çevresinde bulunan bedevîlerdi. Rasûlullah (s.a)
fetih [Hudeybiye] yılı Mekke'ye gitmek üzere yola çıkmak isteyince, onların da
kendisi ile birlikte yola çıkmalarını istemiş; ancak onlar Kureyş'ten çekindikleri
için Rasûlullah'tan geri kalmışlardı. İnsanların, o'nun savaşmak niyeti taşımadığını
bilmeleri için umre maksadıyla ihrama girmiş ve hediyelik kurbanlarını
beraberinde götürmüştü. Bedevîler ise işi ağırdan alarak o'na katılmamış ve işlerini
mazeret olarak göstermişlerdi. Bunun üzerine bu âyet-i kerîme nâzil oldu.”2

2
Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.

10
15. âyette, Onlar, Allah'ın sözünü değiştirmek isterler. De ki: “Siz, asla
bizimle gelemeyeceksiniz. Allah daha önce böyle buyurmuştur” ifadesindeki
“Allah'ın sözü” ile, Tevbe/83'de zikredilen şu husus kastedilmiştir:

Eğer Allah, seni onlardan bir tâifenin yanına döndürür de onlar çıkmak için
senden izin isterlerse, de ki: “Artık siz hiçbir zaman benimle beraber asla
çıkmayacaksınız. Ve hiçbir zaman benimle birlikte düşmanla savaşmayacaksınız.
Şüphesiz siz ilkinden oturup kalmaktan hoşlanıyordunuz. Artık geride kalanlarla
beraber oturup kalın!” (Tevbe/83)

Paragrafın sonunda, Siz yakında çok kuvvetli bir kavme karşı çağırılacaksınız;
onlarla savaşırsınız veya onlar Müslüman olurlar. Artık, eğer itaat ederseniz, Allah
size güzel bir mükâfât verir. Ama önceden yan çizdiğiniz gibi yine yan çizecek
olursanız, sizi acıklı bir azap ile azaplandırır buyurularak, kendilerine gelmeleri
için bu kişilere ümit veriliyor.

17. Kör için bir vebal yoktur, topal için de bir vebal yoktur, hasta için de
bir vebal yoktur. Bununla beraber kim Allah'a ve Elçisi'ne itaat ederse, O [Allah]
onu, altından ırmaklar akan cennetlere girdirir. Kim de yan çizerse, onu acıklı
bir azap ile azaplandırır.

Yukarıda Hudeybiye seferi'ne katılmayanlar kınanmıştı. Burada ise, bir


mü’mini seferden alıkoyacak gerçek mazeretler bildirilmektedir. Buna göre; kör,
topal ve hasta için bir vebal yoktur; dolayısıyla bu mazeretleri nedeniyle savaşa
katılmayanlar sorumlu tutulmaz ve kınanmazlar. Çünkü bunların savaşması zor,
hatta imkânsızdır. O nedenle, bunlardan savaşa katılmalarını istemek hakksızlık
olur. Bu ilke Kur’ân'da değişik yerlerde konu edilmiştir:

Allah ve Elçisi için samimi oldukları takdirde, zayıflara, hastalara ve de infak


edecek bir şey bulamayan kimselere, bir de kendilerini bindiresin diye sana
geldiklerinde, “Sizi üzerine bindirecek bir şey bulamıyorum” dediğin zaman, infak
edecekleri bir şey bulamadıklarından dolayı üzülüp gözlerinden yaş döke döke geri
dönüp giden kimselere bir günah yoktur. Muhsinler [iyilik, güzellik üretenler]
aleyhine bir yol yoktur. Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir. (Tevbe/91-
92)

Mü’minlerin, önlem almaları için, hepsinin birden topyekun ayrılmaları da


olmazdı. Öyleyse, dinde derin bilgi elde etmeleri, toplumları kendilerine döndükleri
zaman onları uyarmaları için onlardan her kesimden bir tâifenin, ayrılmaması
gerekmez miydi? (Tevbe/122)

Âmâya suç yoktur; topala suç yoktur; hastaya suç yoktur; sizin içinde kendi
evlerinizden veya babalarınızın evlerinden veya annelerinizin evlerinden veya erkek
kardeşlerinizin evlerinden veya kız kardeşlerinizin evlerinden veya amcalarınızın
evlerinden veya halalarınızın evlerinden veya dayılarınızın evlerinden veya
teyzelerinizin evlerinden veya anahtarlarına mâlik olduğunuz yerlerden yahut
dostunuzun evlerinden yemenizde bir sakınca yoktur. Toplu hâlde veya ayrı ayrı
yemenizde de bir sakınca yoktur. Artık evlere girdiğiniz zaman Allah tarafından
mübarek ve güzel bir yaşama dileği olarak kendinize güvenlik oluşturun. İşte Allah,
aklınızı kullanasınız diye size âyetlerini böyle ortaya koyar. (Nûr/61)

11
18-19. Andolsun o ağacın altında sana biat ederlerken Allah, mü’minlerden
razı olmuştur. İşte kalplerinde olanı bilmiş, onlara kalbi teskin eden, güven ve
yatışma duygusu; moral indirmiş ve onları pek yakın bir fetih ve alacakları
birçok ganimetler ile mükâfâtlandırmıştır. Ve Allah azîz'dir, hakîm'dir.

20-21. Ve Allah size, alacağınız birçok ganimetleri ve sizin güç


yetiremediğiniz, ama Allah'ın sizin için kuşattığı başka şeyleri (siz yararlanasınız)
ve mü’minlere bir alâmet olsun, O [Allah] sizi dosdoğru yola kılavuzlasın diye
vaat etmiştir. İşte O [Allah], bunu size hemen vermiş ve insanların ellerini sizden
çekmiştir. Ve Allah her şeye en iyi güç yetirendir.

22-23. Ve eğer küfretmiş kimseler, sizinle savaşsalardı, kesinlikle Allah'ın


öteden beri gelen kanunu olarak arkalarına dönüp kaçarlardı. –Allah'ın
kanununda asla bir değişiklik bulamazsın.– Sonra bir dost ve yardımcı da
bulamazlardı.

Bu âyetlerde de, mü’minlerden Hudeybiye'de alınan biata –ki Rıdvan biatı


denilir– işaret edilmiştir. Burada Rasûlullah'a bağlılık yemini edenler övülmekte ve
Allah'ın onlara vereceği nimetler bildirilmektedir. Söz konusu edilen ganimetler ise,
başta Hayber ganimetleri olmakla birlikte değişik yer ve zamanlarda, Allah'ın
mü’minler için müyesser kıldığı ganimetlerdir.
Ve insanların ellerini sizden çekmiştir ifadesiyle de, Kureyş ile Müslümanlar
arasında olacak savaşın engellenmesi kastedilmiştir.
Ve Allah size, alacağınız birçok ganimetleri ve sizin güç yetiremediğiniz, ama
Allah'ın sizin için kuşattığı başka şeyleri [siz yararlanasınız] ve mü’minlere bir
alamet olsun ve O [Allah] sizi dosdoğru yola kılavuzlasın diye vaat etmiştir
ifadesinde, birinci gerekçe hazfedilmiş ve bağlacıyla, ve mü’minlere bir alâmet
olsun diye ikinci gerekçe yer almıştır. (Bir çokları ibareyi, ve bağlacını ihmal ederek
çevirmişlerdir.) Biz, birinci gerekçeyi, paragraftaki söz akışına göre “siz
yararlanasınız” şeklinde takdir ettik.

22-23. âyetlerde, Ve eğer küfretmiş kimseler, sizinle savaşsalardı kesinlikle


Allah'ın öteden beri gelen kanunu olarak arkalarına dönüp kaçarlardı. –Allah'ın
kanununda asla bir değişiklik bulamazsın.– Sonra bir dost ve yardımcı da
bulamazlardı ifadesindeki, “Allah'ın kanunu”, birçok yerde zikredilen, Allah'ın
mü’minlere ve elçilerine yardım edeceği, onları yücelteceği ilkesidir:

Ve gevşemeyin, üzülmeyin! Ve eğer inananlar iseniz, en üstün olan sizsiniz.


(Âl-i İmrân/139)

Ve andolsun, sizler güçsüz iken, Allah, şükredesiniz diye size Bedir'de yardım
etti: Hani sen inananlara, “Rabbinizin, indirilen/hulûl ettirilen üç bin melekle size
yardım etmesi size yetmez mi?” diyordun. Eğer sabrederseniz ve takvâlı
davranırsanız, evet (sizi Rabbiniz destekler). Ve eğer onlar, ansızın üzerinize
gelseler, Rabbiniz size işaretlenmiş/eğiten/gönderilmiş beş bin melekle yardım eder.
Ve Allah, bunu [yardımı] size sırf bir müjde olsun ve kalpleriniz bununla yatışsın
diye yaptı. Ve bu yardım, sırf, O [Allah], küfretmiş olan kimselerden bir kısmının
kökünü kessin yahut onları perişan etsin de kaybeden kimseler olarak dönüp
gitsinler diye azîz ve hakîm Allah katındandır. Öyleyse Allah'a takvâlı davranın.
(Âl-i İmrân/123-127)

12
Kendilerine savaş açılan kimselere kendileri zulme uğramaları; onlar, başka
değil, sırf “Rabbimiz Allah'tır” dedikleri için hakksız yere yurtlarından çıkarılmaları
nedeniyle izin verildi. Ve şüphesiz ki Allah onları zafere ulaştırmaya en iyi gücü
yetendir. Eğer Allah, bir kısım insanları diğer bir kısmı ile defedip önlemeseydi,
mutlak sûrette, içlerinde Allah'ın ismi bol bol anılan manastırlar, kiliseler, havralar
ve mescitler yerle bir edilirdi. Allah, Kendisine yardım edenlere; eğer kendilerine
yeryüzünde bir güç verilirse salâtı ikâme eden, zekâtı veren, ma‘rûfu emreden ve
münkerden alıkoyan kimselere kesinlikle yardım eder. Hiç şüphesiz Allah, kavî'dir
[çok güçlüdür], azîz'dir [mutlak gâliptir]. İşlerin sonucu da sadece Allah'a âittir.
(Hacc/39-41)

Ey iman etmiş kimseler! Eğer siz Allah'a yardım ederseniz O da size yardım
eder ve ayaklarınızı sâbit tutar. (Muhammed/7)

İnkâr eden ve Allah'ın yolundan alıkoyan kimseler; O [Allah], onların


amellerini saptırttı. (Muhammed/1)

Allah, “Elbette Ben ve elçilerim gâlip geleceğiz” yazmıştır. Şüphesiz Allah


kavî'dir, azîz'dir. (Mücâdele/21)

Ve andolsun ki gönderilen kullarımız [elçilerimiz] hakkında Bizim sözümüz


geçmiştir: “Şüphesiz onlar, kesinlikle gâlip olanların ta kendisidir. Şüphesiz Bizim
ordularımız kesinlikle gâlip gelenlerin ta kendisidir.” (Saffat/171-173)

Şüphesiz Biz elçilerimize ve iman etmiş kişilere şu basit yaşamda ve şâhitlerin


kalktığı [şâhitlik edecekleri] günde [kıyâmette] kesinlikle yardım ederiz.
(Mü’min/51)

24-25. Ve O [Allah], sizi onlara karşı muzaffer kıldıktan sonra Batn-ı


Mekke'de [Mekke'nin vâdisinde; Hudeybiye'de], Allah'ın dilediği kimseyi
rahmetine girdirmesi için, onların ellerini sizden, sizin ellerinizi de onlardan
çekendir. Ve Allah, yaptıklarınızı en iyi görendir. Onlar, inkâr eden ve sizi
Mescid-i Harâm'dan ve ayarlanmış hedylerin yerlerine ulaşmasını engelleyen
kimselerdir. Eğer kendilerini henüz tanımadığınız, bilmeyerek ezmek sûretiyle
kendilerinden sorumluluğunuz olacak mü’min erkekler, mü’min kadınlar
olmasaydı, eğer onlar, birbirinden ayrılmış olsalardı, kesinlikle onlardan inkâr
eden kimseleri acıklı bir azapla azaplandırırdık.
26. Hani o inkâr eden kimseler, hamiyeti; câhiliyenin hamiyetini [gurur
ve soy asabiyetini, tutuculuğu] kendi kalplerinde alevlendirip kışkırttıkları
zaman, hemen Allah; Elçisi'nin ve mü’minlerin üzerine kalbi teskin eden güven
ve yatışma duygusunu; morali indirmiş ve onları “takvâ” sözüne ilzam etmişti
[sâdık kalmalarını sağlamıştı]. Zaten onlar, buna lâyık ve ehil idiler. Allah, her
şeyi en iyi bilendir.
Bu âyet grubunda mü’minler ve müşrikler arasında meydana gelebilecek
büyük felaketlerin engellendiği beyân edilmektedir. Bu hâdisenin târihsel anlatımı
şöyledir.
Mekkelilerden 80 kişi silahlı olarak Peygamber'i (s.a) ve ashâbını gâfil
avlamak isteği ile Tenim dağı'ndan aşağıya indiler. Bize herhangi bir zarar
veremeden onları teslim aldık ve hayatta bıraktık [öldürmedik]. Bunun üzerine

13
yüce Allah, O sizi kendilerine karşı muzaffer kıldıktan sonra Batn-ı Mekke'de
onların ellerini sizden, sizin ellerinizi onlardan çekendi buyruğunu indirdi.3
Abdullah b. Muğaffel el-Müzenî dedi ki: Hudeybiye'de Peygamber (s.a) ile
birlikte yüce Allah'ın Kur’ân-ı Kerîm'de sözünü ettiği ağacın dibinde
bulunuyorduk. Biz bu durumda iken üzerimize silahlı 30 genç delikanlı çıkıverdi.
Yüzümüze doğru hücum ettiler. Peygamber (s.a) onlara beddua etli, yüce Allah
onların gözlerini aldı. Rasûlullah (s.a) onlara, “Sizler herhangi bir kimsenin ahdine
[emanına] sığınarak mı geldiniz? Yoksa herhangi bir kimse size bir eman mı
verdi?” diye sordu. Onlar, “Hayır, öyle bir şey yok” dediler. Peygamber de onları
serbest bıraktı. Bunun üzerine yüce Allah, O sizi... onların ellerini sizden...
çekendi âyetini indirdi.4
Seleme b. el-Ekva dedi ki: “Henüz barış görüşmeleri yapılıyorken Ebû
Süfyân geliverdi. Vâdi silahlı adamlarla dolup taşıyordu.” (Seleme) devamla dedi
ki: Kendilerine ne bir fayda, ne de bir zarar vermek imkânını bulamayan silahlı 6
müşriği önüme katarak getirdim ve onları Rasûlullah'ın (s.a) huzuruna çıkardım.
Ömer ise yolda, “Ey Allah'ın Rasûlü! Biz bizimle savaş hâlinde olan bir
topluluğun üzerine gidiyoruz. Bizim ise beraberimizde silah da yok, savaş araç-
gereci de yok” dedi. Rasûlullah (s.a) bunun üzerine yoldan Medîne'ye haber
gönderdi de, oradaki bütün silahları, savaş araç ve gereçlerini getirdiler,
Rasûlullah'a (s.a), Ebû Cehl'in oğlu İkrime senin üzerine 500 atlı ile birlikte geldi”
diye haber verildi. Rasûlullah (s.a) Hâlid b. el-Velîd'e, “İşte bu senin amcan oğlu,
üzerine 500 kişi ile birlikte geliyor”' dedi. Hâlid, “Ben Allah'ın ve Rasûlü'nün
kılıcıyım” dedi. Bunun üzerine o gün kendisine ‘Allah'ın kılıcı’ adı verildi.
Beraberinde bir grup atlı ile birlikte yola çıktı, kâfirleri bozguna uğratarak Mekke
bahçelerine sığınmak zorunda bıraktı. (Bu rivâyet daha sahihtir. Aralarında
çarpışma taşlarla olmuştu. Oklarla ve yayların uçlarıyla çarpıştıkları da
söylenmiştir.)5

25. âyetteki, Eğer kendilerini henüz tanımadığınız, bilmeyerek ezmek sûretiyle


kendilerinden sorumluluğunuz olacak mü’min erkekler, mü’min kadınlar olmasaydı
ifadesiyle kastedilenler, Mekke'de müşriklerin arasında bulunan hicret edememiş
mü’minlerdir. Bunlardan ismi bilinenler şunlardır: Seleme b. Hişâm, Ayyaş b. Ebî
Rebia, Ebû Cendel b. Süheyl.

27. Andolsun ki Allah, Elçisi'ne o görüntüyü; “Siz, Allah dilerse


kesinlikle, güven içinde başlarınızı tıraş etmiş ve kısaltmış kişiler olarak,
korkmadan Mescid-i Harâm'a gireceksiniz”i hakk ile doğru çıkardı. Öyleyse O
[Allah], sizin bilmediğinizi bilir. Sonra da size bundan ast yakın bir fetih kıldı.
Bu âyet, Rasûlullah'ın yıllar önce Mekke'de gördüğü bir vizyonun
gerçekleşmesine işaret etmektedir. İsrâ ve Yûsuf sûrelerinde bu konuya
değinilmişti. Burada işaret edilen rüya değil, vizyondur. Âyetten anlaşılacağı üzere
Rasûlullah, Mekke'yi feth ve hacc için Mekke'ye girdiğini görmüştür, ki bu, Yûsuf
peygamberin çocuk iken anne-babası ve kardeşlerinin kendisine secde etmelerini
[teslim olmalarını] görmesi gibidir.
Vizyonun gerçekleşmesinin ötesinde bu âyette, Mekke'nin fethinden ast/aşağı
olan bir başka fethin de yakın olduğu müjdelenmektedir. Henüz Mekke

3
Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.
4
Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.
5
Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.

14
fethedilmeden inen bu âyetteki fetih, “Hayber'in fethi”dir. Zira Hayber'in fethi her
açıdan Mekke'nin fethinden aşağı seviyededir.

28. O [Allah] hakk dini bütün dinlere üstün kılmak için, Elçisi'ni hidâyet
ve onunla [hakk din ile] gönderendir. Şâhit olarak da Allah yeter.

29. Muhammed, Allah'ın Elçisi'dir. Onunla beraber olan kimseler,


O'nun [Allah'ın], kendileriyle, düşmanları öfkelendirmesi için kâfirlere karşı
çetin, kendi aralarında merhametlidirler. Sen onları, Allah'ın fazlından ve bir
hoşnutluk isteyerek rükû edenler, secde edenler olarak görürsün. Onların secde
izinden [Allah'a teslimiyetlerinden] nişanları, yüzlerindedir [tüm
varlıklarındadır]. Bu, onların Tevrât'taki örnekleridir. Onların İncîl'deki
örnekleri de, filizini yarıp çıkarmış, sonra onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış,
sonra da gövdesi üzerine dikilmiş bir ekin gibidir. Bu, ziraatçıların da hoşuna
gider. Allah, onlardan iman eden ve sâlihâtı işleyen kimselere mağfiret ve büyük
bir mükâfât vaat etmiştir.

Mü’minler ve insanlık için bir beyânname niteliğinde olan bu âyetlerde, başta


Hudeybiye seferi hususunda gevşek davranan mü’minler uyarılmakta; ayrıca
Rasûlullah ve mü’minlerin geçmişteki örnekliği konu edilmektedir:

• Allah, hakk dini bütün dinlere üstün kılmak için Elçisi'ni hidâyet ve hakk din
ile göndermiş ve şâhit olarak da Allah yeter.

• Muhammed, Allah'ın Elçisi'dir.

• Onunla beraber olan kimseler, Allah'ın, kendileriyle düşmanları


öfkelendirmesi için kâfirlere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirler.

• Rasûlullah ile beraber olan mü’minler, Allah'ın fazlından ve bir hoşnutluk


isteyerek rükû ederler [şirk koşmazlar], secde ederler [Allah'a teslimiyet
gösterirler].

• Onların secde izinden [Allah'a teslimiyetlerinden] nişanları, yüzlerindedir


[tüm varlıklarındadır]. Onların Müslüman olduğu her hallerinden belli olur.

• Bu, onların Tevrât'taki örnekleridir.

• Onların İncîl'deki örnekleri de, filizini yarıp çıkarmış, sonra onu


kuvvetlendirerek kalınlaşmış, sonra da gövdesi üzerine dikilmiş bir ekin gibidir. Bu,
ziraatçıların da hoşuna gider.

• Allah, onlardan iman eden ve sâlihâtı işleyen kimselere mağfiret ve büyük bir
mükâfat vaat etmiştir.

Allah'ın dinini mutlaka ortaya çıkaracağı, daha evvel zikredildiği gibi Tevbe
sûresi'nde de zikredilecektir:

O [Allah], ortak koşanlar hoşlanmasa da, kendisini, din'in; onun [dinin]


hepsinin üzerine ortaya koyması için Elçi'sini hidâyetle ve hakk din ile gönderendir.

15
(Tevbe/33)
O [Allah], müşrikler hoş görmese de Elçisi'ni, hakk dini bütün dinlerin üzerine
çıkarması için hidâyet ve hakk dinle gönderendir. (Saff/9)
İnsanlardan sefihler [aklı ermeyenler], “Bunları, üzerinde bulundukları
kıbleden [hedeften, stratejiden] çeviren nedir?” diyecekler. De ki: “Doğu ve batı
yalnız Allah'ındır. O, dilediği/dileyen kimseyi dosdoğru yola kılavuzlar.”
(Bakara/142)
Âyette mü’minler, “kâfirlere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirler”
şeklinde nitelenmiştir, ki vahiy terbiyesi alan insan bu nitelikte olmak zorundadır:
Ey iman etmiş kimseler! Sizden kim dininden dönerse, bilsin ki Allah yakında
mü’minlere karşı yumuşak, kâfirlere karşı da onurlu ve şiddetli bir toplum getirir ki,
O [Allah] onları sever, onlar da O'nu [Allah'ı] severler; onlar Allah yolunda çaba
harcarlar ve hiçbir kınayıcının kınamasından korkmazlar. Bu, Allah'ın dilediğine
verdiği bir lütfudur. Allah, vâsi'dir, çok iyi bilendir. (Mâide/54)
Ey iman etmiş kimseler! İnkârcılardan tehlike oluşturan kişiler ile savaşın ve
sizde bir sertlik bulsunlar. Ve şüphesiz Allah'ın, takvâ sahipleri ile birlikte olduğunu
biliniz. (Tevbe/123)
Ve eğer onlar barış için yanaşırlarsa, sen de ona [barışa] yanaş! Ve Allah'a
tevekkül et. Şüphesiz O [Allah], en iyi işitenin, en iyi bilenin ta kendisidir.
(Enfâl/61)
Sakın onlardan bazı kimselere verip de kendilerini onunla yararlandırdığımız
şeylere [mal ve servete] heveslenip gözlerini dikme. Onlar hakkında üzülme de...
Sen kanatlarını mü’minler için indir. Ve, “Şüphesiz ben apaçık bir uyarıcının ta
kendisiyim” de. (Hicr/88-89)
Ve mü’minlerden sana uyan kimselere kanadını indir. (Şu‘arâ/215)
Ve senin Rabbin kesin olarak şunları gerçekleştirdi [karar altına aldı]:
Kendisinden başkasına kul olmayın, anne ve babaya iyi davranın. Onlardan biri
veya her ikisi senin yanında ihtiyarlığa ererse, sakın onlara “Öf” deme, onları
azarlama. Ve ikisine de kerîm [onurlu, tatlı ve güzel] söz söyle. Ve merhametinden
dolayı onlar için alçak gönüllülük kanatlarını indir. Ve de ki: “Rabbim! Onların beni
küçükten terbiye ettikleri gibi, onlara rahmet et.” (İsrâ/23-24)
Bu âyetlerde Rasûlullah ile birlikte olan sahabe övülmüş, Allah'ın onlardan
razı olduğu bildirilmiştir. Kendilerini Allah yolunda feda edecek olanlar başka
yerlerde de övülmüşlerdir:
Andolsun ki, Allah Elçisi'nde, sizin; Allah'ı ve son günü uman ve Allah'ı çokça
anan kimseler için güzel bir örnek vardır. (Ahzâb/21)
Allah'ın, o kent halkından, Rasûlü'ne verdiği fey'ler, içinizden yalnız zenginler
arasında dolaşmasın diye Allah'a, Elçi'ye yakınlık sahiplerine; göç eden fakirler –ki
onlar, Allah'ın lütuf ve rızasını ararken yurtlarından ve mallarından çıkarılmışlardır,
Allah'a ve Elçisi'ne yardım ederler. İşte onlar, doğruların ta kendileridir–, yetimlere,
miskinlere, yolcuya aittir. Elçi, size ne verdiyse onu hemen alın. Sizi neden
alıkoyduysa ondan geri durun. Allah'a da takvâlı davranın. Şüphesiz Allah,
kovuşturması/azabı çok çetin olandır. Onlardan önce o yurda ve imana yerleşen
kimseler de, kendilerine göç edenleri severler ve onlara verilenlerden ötürü
göğüslerinde bir ihtiyaç duymazlar. Kendilerinin ihtiyaçları olsa dahi, onları
kendilerine tercih ederler. Kim de nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar,
başarıya erenlerin ta kendileridir. (Haşr/7-9)
Andolsun o ağacın altında sana biat ederlerken Allah mü’minlerden razı
olmuştur. İşte kalplerinde olanı bilmiş, onlara kalbi teskin eden, güven ve yatışma
duygusu; moral indirmiş ve onları pek yakın bir fetih ve alacakları birçok

16
ganimetler ile mükâfatlandırmıştır. Ve Allah, azîz'dir, hakîm'dir. (Fetih/18-19)
Burada övülenler, asıl anlamıyla sahabedir, daha sonraki geniş anlamıyla
sahabe değildir.
Âyetteki, Onların secde izinden nişanları yüzlerindedir ifadesi, kaynaklarda
genellikle “çok secde etmeleri sebebiyle mü’minlerin alınlarında meydana gelen
durum” veya “geceleri namaz kılan ve secde edenlerin yüzlerinde oluşan güzellik
nûru” olarak namaza endeksli olarak açıklanmıştır.
Hâlbuki burada konu edilen bunlar değildir. Hatırlanacağı üzere secde'nin,
“kişinin bilinçli olarak bir başkasına –kendisinden daha güçlü olduğunu kabul
ederek– teslim olması, boyun eğmesi, onun otoritesi dışına çıkmaması” demek
olduğunu; vech/yüz sözcüğünün de “kişinin tüm benliği”ni temsil ettiğini birçok
yerde ifade etmiştik. O nedenle, burada maksat, onların Allah'a teslimiyetlerinin ve
mü’min olduklarının her hâl ve davranışlarından belli olduğudur:
Görmedin mi, Allah nasıl bir misal verdi? Güzel bir söz, aslı [kökü], sabit,
dalı-budağı gökte olan, Rabbinin izniyle her an ürün veren güzel bir ağaç gibidir.
Ve onlar öğüt alsınlar diye Allah insanlara böyle misaller verir. (İbrâhîm/24-25)
Mü’minlerin önceki kitaplardaki örneği Kur’ân tarafından bildirilmiştir. Şimdi
bu örneğin, muharref Kitab-ı Mukaddes'teki benzerine bir göz atalım:

Sonra Îsâ şöyle dedi: “Tanrı'nın Egemenliği, toprağa tohum saçan adama
benzer. Gece olur, uyur; gündüz olur, kalkar. Kendisi nasıl olduğunu bilmez ama,
tohum filizlenir, gelişir. Toprak kendiliğinden ürün verir. Önce filizi, sonra başağı,
sonunda da başağı dolduran taneleri verir. Ürün olgunlaşınca, adam hemen orağı
vurur. Çünkü ürünü biçme zamanı gelmiştir.” Îsâ sonra şöyle dedi: “Tanrı'nın
Egemenliğini neye benzetelim, nasıl bir benzetmeyle anlatalım? Tanrı'nın
Egemenliği, hardal tanesine benzer. Hardal, yeryüzünde toprağa ekilen tüm
tohumların en küçüğü olmakla birlikte, ekildikten sonra gelişir, tüm bahçe
bitkilerinin boyunu aşar. Öylesine dal-budak salar ki, gökte uçan kuşlar gölgesinde
barınabilir.” 6

Îsâ onlara bir benzetme daha anlattı: “Göklerin Egemenliği, bir adamın alıp
tarlasına ektiği hardal tanesine benzer” dedi, “hardal tüm tohumların en küçüğü
olduğu hâlde, gelişince bahçe bitkilerinin boyunu aşar, ağaç olur. Öyle ki, gökte
uçan kuşlar gelip dallarında barınır.” Îsâ onlara başka bir benzetme anlattı:
“Göklerin Egemenliği, bir kadının alıp tüm hamuru kabartmak için üç ölçek una
karıştırdığı mayaya benzer.” Îsâ bütün bunları halka benzetmelerle anlattı.
Benzetme kullanmadan onlara hiçbir şey anlatmazdı.7

Sonra Kuzu'nun Siyon dağı üzerinde durduğunu gördüm. Onunla birlikte,


alınlarında kendisinin ve Babasının adının yazılmış olduğu 144.000 kişi vardı.
Gökten, gürül gürül akan suların sesini, büyük bir gök gürlemesini andıran bir ses
işittim. İşittiğim ses, çenk çalanların çıkardığı sese benziyordu. O 144.000 kişi,
tahtın önünde, dört yaratığın ve ihtiyarların önünde yeni bir ezgi söylüyordu.
Yeryüzünden satın alınmış olan bu kişilerden başka kimse o ezgiyi öğrenemedi.
Kendilerini kadınlarla lekelememiş olanlar bunlardır. Pak kişilerdir. Kuzu nereye
giderse o'nun ardından giderler. Tanrı'ya ve Kuzu'ya ait olacakların ilk bölümü

6
Markos, 4:26-32.
7
Matta, 13:31-34.

17
olmak üzere insanlar arasından satın alınmışlardır. Ağızlarından hiç yalan
çıkmamıştır. Kusursuzdurlar.8

Yâ Rabb! Halkları gerçekten seversin, Bütün kutsallar elinin altındadır.


Ayaklarına kapanır, sözlerini dinlerler.9

Allah, doğrusunu en iyi bilendir.

8
Vahiy, 14:1-5.
9
Tesniye, 33:3.

18

You might also like