You are on page 1of 203

içindekiler

ÖNSÖZ 7
I. ALTINÇAÐ EFSANESÝ / 9
1930lu yýllar Altýn Çag mýydý? /1 3
Kurtuluþ Savaþý'nda bir ABO Baþkanýndan medel ummuþtuk /17
Atatürk 1922'de -siyaseti býrakacaðým" demiþ miydi? /2 3
Atatürk Türkiye'sinin Hitler Almanya'sýna ekonomik baðýmlýlýðý / 28
Onuncu Yýl Marþýnýn bestesi çalýntý mýydý? / 33
1924 de girecektik Kuzey Irak'a, Atatürk istemedi / 41
Musul defterini sadece 143 milletvekilinin oyuyla kapatmýþtýk / 45
81 yýl sonra Musul'a girmek! /4 9
Saltanatýn kaldýrýlmasýnda Atatürk'ün rolü I 53
23 Nisan sehltyetimlerinin bayramýydý! /57
Atatürk, usta karikatürcüye ne demiþti? / 64
1934'de bir profesör neden intihar eder? / 68
1923'de Cumhurbaþkanýný halk seçseydi! / 74
Ýsmet Paþa Hilafeti savunuyor / 79
Lozan, Sevi in hafifletilin iþi miydi?.' 83
II MENDERESÝN RUHU / «7
Osmanlý'nýn da bir Demokrat Partisi uarriý' / 89
Sû/de deðil özde Amerikancý kýnýmý$: Menderes mi, inönü mû? / 94
Hüzünlü bir Dýþiþleri Bakaný portresi / 98
Ýþte darbecilere silah çeken Cumhurbaþkaný /104
Vataný kurtarýcýlardan kurtarmak /110
Asker Menderes'e Cumhutbaþkanlýgým teklif etmiþ, sonra da
asmýþtý! /114
Menderes'ten darbecilere 'iþbirliði' teklifi /121
1954 seçimleri efsanesi ve gerçekler /128
Aydýn Menderes babasýný temsil edebilir mý? /133
III.
CHP NÝH GÜNAH GALERÝSÝ /141
Ýnönü nasýl cumhurbaþkaný seçildi? /143
Seçim sonuçlarýný açýklýyorum! /150
Altý Okun bilinmeyen tarihi /154
Ýslamcý CHP halifeliði koruyacaktý... /159
CHP gençliðinin Çanakkale þehitleri rezaleti /163
Bavkal'ýn 1990'daki sivil muhtýrasý /170
Musikide devrim olur mu? / 174
IV.
YARIM GERÇEKLER /177
Baþörtülü first lady'len Latife, Mevhibe, Reþide /179
Mevtýýbe haným baþýný nasýl açmýþtý? /183
Dikiz aynasýnda görülen bir suikast /188
Yanýn kalmýþ bir darbe giriþimi /192
Idris Küçükömet: Körler çarþýsýnda ayna satan adam /197
'Yeni Atatüýh? / ?D1
Hitler iktidara nasýl geldi? / 205
Akif'in Âsým'ý da darbeciliðe soyunmuþtu! / 208
Osmanlý'da bile 2b yaþýnda seçiliyordu, ya iri" .' 21 j
Cumhurbaþkanlarýnýn ilkleri ve enleri / 216
Çankaya Koþkü'ne seccade ilk defa girecekmiþ! / 226
V. ATATÜRK'ÜN SANSÜRLENEN FOTOÐRAFLARI / 231
Önsöz
Tarihimiz üzerine yaptýðý deðerli çalýþmalardan tanýdýðýmýz
Prof. Dr. Kemal Karpat'ýn o 'Ýhtilal bildirisini andýran
uyarýsýný iþiten oldu mu aranýzda:
Bizim düþüncelerimizde, Ýmlerimizde, sinemizde büyük
bir boþluk vardýr; o da tarih bilini*] boþluðudur. Biz tarihe
lapan, fakat tarih bilmeyen bir toplumuz... Buna bir son
vermemiz gerekiyor. Tarih bilinci, tarih sevgisi insaný
köklendirir. canlandýrýr, bugünkü olaylarý düne baðlar,
dünü bugüne getirir, tarihi ölü bir ders olmaktan kurtarýr,
yaþayan bir varlýk haline getirir ve tarih o olmalýdýr.
Bugüne baðlanan, yaþayan bir varlýk olmalýdýr tarih. Benim
yaklaþýmým budur. Biz bunu yapmadýkça, tarihe
karþý olan bir yerde aþýrý ilgi. diðer tarafla köksüz anlayýþ
devam edecektir.1
Biz istesek dc istemesek de tarihin ürünleriyiz. Pahasý,
sevsek de, öfkelensek de, büyük bir tarihin çocuklarýyýz.
Üstelik henüz kara çadýrý kalkmamýþ, yas süresi bitmemiþ
bir tarih bizimkisi. Filozof Jacques Derrida'nýn dediðini
yansýlarsak, usulüne uygun olarak gömülmemiþtir
cenazemiz de ondan.
Usulüne uygun olarak defnedilmemiþ, dualarla uðurlanmamýþ
ve talkýný verilmemiþ cenazelerin nasýl bizden
hala alacaklý durumda olduklarýna, mezarlarýnda rahat
uyuyamadýklarýna ve ruhlarýnýn alacaklarým toplayabilmek
için dünyamýzý sýk sýk ziyaret ettiklerine inanýyoruz
da. tarihimize henüz tam tekmil bir cenaze töreni düzenlememiþ
olmamýzýn dünyamýza nasýl eksiklik duygusunu
ekliðine bir türlü inanmak islemiyoruz. Oysa durum çok
benzer.
Ona henüz hesaplarý baðlanmamýþ bir tarih de demek
mümkün, hesabý kapanmamýþ bir larih demek de... Yahut
Kemal Tabir gibi söylersek.
Demek, dört milyon küsur kilometre karelik bir imparatorluðun
yedi yüz yýllýk hesaplarý tasfiye edildi beþ ay
içinde... Buna tasfiye denmez, mirasý reddettik. Hem de
borçlarýndan bir kýsmýný kabul ederek redtleilik. Deðil
bir dünya imparatorluðunun mirasý, bir mahalle bakkalýnýn
mirasý bile... bu kadar kýsa zamanda tasfiye edilip
karara baðlanamaz. 2
öyleyse cenazemize karþý borcumuzu, saygýmýzý,
Ödevlerimizi yerine getirmedikçe ve dahi yas tutmaya devam
etlikçe normalleþmede mümkün olmayacak demektir.
Normalleþme için hesap defterlerinin Ýçerisine girmek
ve çeteleyi bugüne kadar gel irmek gerekecektir.
l.ozan gibi yarým kalmýþ defterleri kapatmayý olduðu
kadar 'darbecilik' gibi arýzalarýn köklerini de bulmayý getirecektir
bu hesaplaþma. Cumhuriyetin askeri ruhu yeterinden
fazla vurgulandýðý halde, Mustafa Kemal Paþa'nýýý
sürekli meclisi Öne çýkarma arzusu da, baþörtüsü konusunu
-en azýndan Ahmet Necdet Sezer'e güre- zamana býrakan
tavrý da yeterince iþlenmiþ deðildir. Nihayet Kadirbcyoðlu
Zekî Bey'in Erzurum Kongresi'ne büyük üniformasýyla
girmek isleyen Mustafa Kemal'i, 'Burada sivil bir
toptanlý yapýlýyor. Askeri kýyafetle giremezsiniz' sözleriyle
uyarmasý ve kongreye sivil bir kýyafetle gelmeye mecbur
býrakmasý örneði, artýk Cumhuriyet'in sivil dinamiklerini
görmezden gelemeyeceðimizi hatýrlatýyor bize. Öle yan
dan Atatürk'ün Diyanet Ýþleri Baþkaný Rýfat Börekçi'nin
eþi Samiye Börekçi'nin, 1930 yýlýnda baþörtülü olduðu
hakle Ankara Belediye Meclis Üyeliðine seçildiði gerçeðiyle
de muhakkak suretle yüzleþmemiz gerekecek.
Dedim ya. hayaletler basýyor Türkiye'yi. Yas uzadýkça
uzuyor...
Geçen yýl baþladýðým Yakýn Tarih dizisi, Küller Alýmda
Yakýn Tarih ve Yakýn Tarihin Kara Delikleri'yle devam etmiþti.
Efsaneler ve Gerçekler Ýle bu tartýþma zincirine yeni
bir halka eklemiþ oluyorum sadece. Ýnþaallah bundan
sonra da yeni kitaplarla sürecek yolculuðumuz.
Mevlâýýâ'nýn derin gözüne ya da 'deniz güzü'ne o kadar
muhtacýz ki bu yolculukta:
Denizi gören göz l/aþka. köpüðü gören göz baþka.
Köpüðü býrak da, denizin gözüyle bak sen.
Mustafa Armaðan
1 Eylül 2007. Çengelköy
1 Kemal Karpaitýn 23 Eylül 1999da Tarih Vakfý Bilgi-Belge Merkeyi'nde
yaptýðý konuþmadan aktaran: Atilla Lök "Kemal Karpat: Bir
tarihçi nasýl yetiþir". Toplumsal Tarih. Sayý: Tl . kastýn 1999. s. 36.
2 kemal Tahir, Yol Ayrýmý. Ýstanbul 1971. Sander Yayýnlarý, s. 436
I
ALTINÇAÐ EFSANESÝ
Erkân-ý Harbiye IGenelkurmayl Ýstihbaratý, düþmana karþý
Örgütlenen yeraltý direniþ þebekeleri, din adamlarýnýn
yönettiði "seçim" sayesinde General Harrington'ýýn
deyimiyle"aþýrý uçlar" temizleniyor, Kuvay-ý Milliye Meclisi
Lozan düzenini yerleþtirmek için tasfiye ediliyor, bir lx>zan
darbesi yapýlýyordu.
Sual Parlar, Türkler ýv Kürtler. Oruýdo&u'da Ýktidar ve Ýsyan
Gelenekleri, Ýstanbul 2005. Baðdat Yayýnlan, s. 655.
1930'lu yýllar Altýn Çað mýydý?
isler CHP'nÝn söylemine bakýn, islerseniz sýg popüler
basýnýn yazýp çizdiklerine, 1930larýn neredeyse kutsandýðýný
görürsünüz. I920'li yýllar da önemsenir gerçi ama asýl
Cumhuriyet/in kendisini bütün görkemiyle gösterdiði yýllar
1930'lardýr. Asýl amaç Osmanlý'dan kopmak olduðuna
göre. 1930'lar bu kopuþun zirve yaptýðý yýllardýr. Kalkýnma
hamleleri, sanayileþme çabalarý, ekonomik baðýmsýz*
lýk ve tek kuruþ dýþ borç almadan kalkýnmayý gerçekleþtirme...
bu dönemin 'kazanýmlarý' olarak sunulur.
Gerçi bir 'Osmanlý borçlarý' meselesi vardýr ama bu da
abartýldýðý kadar deðildir. Kuþkusuz 1930'larýn þanlarýnda
yýlda iki taksit halinde 700 bin altýn lira ödemek kolay bir
iþ deðildir ama sonuçta bu, baðýmsýzlýðý uðrunda savaþýlarý
bir topraðýn borcudur ve küçümsenmeyecek bir kýsmý
da Birinci Dünya Savaþý sýrasýnda alýnmýþtýr. Üstelik bu
borcu biz ödedik de Arnavutluk. Suriye. Yemen, halta Yunanistan'ýn
da aralarýnda bulunduðu 14 ülke ödemedi mi?
Kaldý ki, savaþ tazminatý (tamirat parasý) olarak Almanya'ya
ödetilen miktar dudak uçuklatacak cinstendir:
Tam 24 milyar altýn sterlin, öde öde bitmez diyorsanýz
yanýlýyorsunuz, çünkü Almanlar 1932'de borçlarýný bitirmiþlerdir
bile! Uzun vadeli borçlarýmýzýn 15 milyon altýn
sterlin tuttuðunu göz önüne alýrsanýz diðer borçlarla bir

likte ödeyeceðimiz meblað yaklaþýk Almanya'nýn tazminatýnýn


yüzde biri civarýndadýr. Bu arada asýl borcumuzun
sadece yüzde I2'sini ödediðimizi ve ilk düzenli taksidini
ödemeye baþladýðýmýz tarihin Cumhuriyet'in 10. yýlý
olan 1933 olduðunu da unutmayalým.1
Madem girdik bu bahse, bir þey daha söyleyeyim de
siz inanmayýn: Ýngiltere güya savaþýn galibi olarak kurumla
dolaþmaktadýr ortalýkla ama ekonomisi tek kelimeyle
iflas etmiþtir. Aman caným, lafý uzatmayayým da,
Ýngiltere'nin Amerikan bankalarýna olan borcunu
1960'larýn sonlarýna kadar Ödemeye devam elliðini söyleyeyim
de gülün biraz! Tarih bazen komiktir sahiden de.
Neyse gelelim bizim 1930'larýn macerasýna.
Bilindiði gibi Atatürk. Serbest Fýrka'yý. hükümet ile halk
arasýnda oluþan kopukluðu gidermek ve muhalefet kanalýyla
yukarýya yansýmayan bazý gerçeklere uyanabilmek
için kýýrdurmuþtu. Ýþte Serbest Fýrka'nýn Ýzmir ve Balýkesir
mitinglerinde halkýn meydanlarý doldurmasý ve Ýnönü
aleyhine, hatta bazý yerlerde Atatürk aleyhine sloganlar
atýlmasý ve resimlerinin yýrtýlmasý karþýsýnda Gazi harekete
geçmiþ ve iki etaptan oluþan bir yurt gezisine çýkmýþtý.
Kasým 1930'da baþlayýp Mart 1931'de biten bu yorucu
yun gezisi Gazi için çok öðretici ve hatta hayret uyandýrýcý
olmuþa benzemektedir. Ýdeolojik ve kültürel devrimlerle
büyük þehirlere egemen olmaya çalýþan Kemalist inkýlabýn
henüz halka inemediðini bu gezi sýrasýnda öðrenmiþ
olmalýdýr.
Mesela Atatürk þöyle yazýyor gezi defterine:
Hükümeti ve fýrkayý (CHP) zayýf düþüren mühim sebeplerden
birisi de halk þikayetlerinin ve fýrka teþkilat temennilerinin
kayýtsýzlýða maruz kalmasýdýr. Halktan gelen
müracaat ve þikayet tali memurlarýn deðil, bizzat Vekilin
(Bakanýn) (veya mahallinde valinin) Ýmzalayacaðý (müsbet
veya menfi olsun) esbab-ý mucibeli Igerekçelil bir cevapla
karþýlanmalýdýr.
Atatürk uyarýyor, Ýnönü dinliyor. Dinliyor mu acaba?
Devam ediyor Atatürk:
Bu seyahaltaki temaslar bize halk þikayetlerinden Devlet
Ýþlerinin nasýl yürüdüðünü anlamak faidesinin çýkarýlabileceðini
gösterdi. Þikâyetler tek tek tetkik olunmakla beraber,
bunlarýn mahiyetlerine göre tasnifinden sonra vücuda
gelecek tablonun toplan mütaleasý büyük halk tabakalarýnýn
hangi ýzdýraplarla mahmul (yüklü) olduðunu
gösteriyor.2
Daha ne desin? Üstelik Ege bölgesi ormanlarýndan elde
edilen kitre, çiçek soðaný, mazý ve harup ihracatýnýn
1914 yýlýna oranla çok fazla düþtüðünü (bazý kalemlerde
yüzde 99'dur düþüþ) gözlemleyen Gazi, Ziraat Banka-
sý'nýn esasýnýn bozuk olduðunu, boþu boþuna binalar
yaptýrýldýðýný, bu binalara saplanan sermayeyi uygun þekilde
iþletmesinin daha faydalý olacaðý uyarýsýný yapmaktan
da alamaz kendisini. Gezi sýrasýnda Atatürk'ün önüne
atýlýp "Açýz" diyenler de cabasýdýr.
Nitekim yakýnlarýndan Hasan Rýza Soyak'a söylediði
þu sözler 1930'lann baþlarýnda Türkiye'yi de içine alan
1929 dünya ekonomik bunalýmýnýn Atatürk'ü ne kadar
bunalttýðýnýn göstergesidir:
Bunalýyorum çocuk, büyük bir ýstýrap içinde bunalýyorum!
Görüyorsun ya, her gittiðimiz yerde mütemadiyen
(sürekli olarak) den, þikayet dinliyoruz. Her taraf derin bir
yokluk, maddi manevi periþanlýk içinde...
Kim söylüyor bu sözleri? Atatürk. Ne zaman söylüyor?
1930'da. Peki nasýl oluyor da bu bunalýmý yaþamýþ bir
Türkiye Allýn Çag ilan edilebiliyor?
Bu gerçeði ýsýrýcý bir dille yakalayanlardan Yakup Kadri'nin
samlarýna kulak verelim þimdi de. Kendisi Atatürk'ün
de. inönü'nün de yakýnýdýr. Politikada 45 Yýl adlý
hatýralarýnda 1925'lerdekÝ durum hakkýnda þunlarý söyler:
O sýralarda bence bu hâdiselerin en Önemlisini teþkil
eden dünkü Millî Mücadeleciler ve o günkü devrimciler
kadrosunun bir kazanç ve menfaat sirkeli karakterini taþýmaya
baþlatmýþýydý. Bunlardan kimi arsa spekülasyonlarý,
kimi idare meclisi azalýklarý, kimi taahhüt iþleri, kimi
de türlü türlü þekillerde komisyonculuklar peþine düþmüþ
bulunuyorlardý... Hiçbirini durdurmak kabil [mümkün]
olmuyordu.'
Demek ki neymiþ? CHP kadrosu devlete sýrtým dayayan
bir rant ekonomisine startý vermiþ ve halktan koparak
bir avuç devletin palazlandýrdýðý zenginle Türkiye'yi Ýdare
etmeye kalkmýþtýr. Ancak Atatürk'ün bu kötü gidiþe son
vermek üzere kurdurduðu Serbest Fýrka'nýn eleþtirilerine
tahammül edemeyen kesim de, o zamanýn deyiþiyle "yiyici"
lerdi. Muhalefet istemiyorlar ve her muhalefet kýmýldanýþýný
"irtica- olarak damgalýyorlardý. Neden? Çünkü
irtica, yani eskiye dönmek demek, ellerinden hortumlarýnýn
alýnmasý anlamýna gelecekti. Eðer 1920-1924 arasýndaki
serbestlik geri gelirse avantalar ellerinden gidecekti
de ondan. 1935 yýlý 11 Ýdare Kurulu üyelerinin mesleki daðýlýmýna
bakarsak, bu seçkin zümrenin nasýl kemikleþligini
daha iyi görürüz: 90 tüccar, 31 varlýklý çiftçi, 10 fabrikatör,
24 avukat. 17 doktor ve eczacý, 7 banka müdürü, 14
emekli general ve subay, 4 Öðretmen. 44 il ve belediye genel
meclis üyesi...
Halk nerede, görebiliyor musunuz? O "Açýz!" diye Atatürk'ün
önüne atýlanlar? Çankaya savaþlarýnýn özü, özeti
budur vesselam.
1 Bk/_ l- Bruce Ftýlton. "France and ihe l*.nd of the Otlaman Hmplre".
liditör: Matian Kent, Hýr Greni Pouvn anýl ýlýr t'ýul of ýlýr Oýýomýuý
limpln; I onura 1984. (ieorge Ailen & Unývin. s. 1&5.
2 Atatürk. Seyalýýýl Kollarý (1930-19311, Hasýrlayan: Gürbüz Tüfekçi.
Uýanhýýl I9H8. Kasnak Yayýnlan, s. 48.
3 Yakup Kadri Karaosmanoglu. Politikada 45 Yýl, Ankara IrJfcri. Bilgi
Yayýnevi, s. B7.
Kurtuluþ Savaþý'nda bir ABD Baþkanýndan
medet ummuþtuk
"Tarihi yanlýþ yazmak bir mille) olmanýn ayrýlmaz parçasýdýr."
Böyle demiþti Fransýz düþünürü Ernest Renan.
Uluslaþma ile tarih yazýmý arasýndaki bað bu þekilde dile
getirilmeliydi ona göre.
Aslýna bakýlýrsa Fransa için olduðu kadar ABD için de
geçerlidir bu tarihi yanlýþ yazma pratiði. Holocaust sonrasý
Yahudi tarihi bir daha eskisi gibi yazýlamayacak kadar
kökten deðiþmedi mi? Hint tarihçileri þimdi kollarý sývamýþ,
Ýngilizlerin tarih üzerinden zihinlerinde meydana
getirdiði tahribatý nasýl tamir edebiliriz diye gece gündüz
uðraþmýyorlar mý? Çin derseniz, o tamamen baþka bir
alemde kulaç atýyor. Hatla bir iki yýl evvel Amerika'yý keþfedenin
Kristof Kolomb deðil, Zeng Ho adlý bir Müslüman
Çinli olduðunu Ýddia eden sempozyum bile düzenlendi
Singapur'da. Kitaplarda cabasý...
Demek ki, tarih de öyle bir kere yazýldý mý, Everest'in
zirvesi gibi yerinden edilemeyen bir granit kütlesi deðil.
Sonuçta o da bir insan ürünü ve bir süre sonra her insan
ürününden sýkýldýðýmýz gibi ondan da sýkýlmaya ve yeni
bir 'geçmiþ masalý'ný arzulamaya koyuluyoruz. Baksanýza,
18 Mart'ý "Þehitler Günü" ilan etlik kanunla. Ancak
þimdilerde 16 Man Þehitler Günü'nü hatýrlayacak bir Allah'ýn
kulunu bulmak Ýsteseniz ilaç için bile yoktur (uzmanlarý
dýþýnda tutabiliriz bu yargýnýn).
Peki neydi 16 Man ? 19601ý yýllara kadar bizi sokaklara
döken ve yürüyüþler yaptýran bu yýldönümü, Ýngilizlerin
Meclis-i Mebusan'ý bastýktan sonra Þehzadebaþý Karakolu'na
baskýn düzenleyip Ü Türk askerini kalleþçe þehit
etmesi (1920) trajedisinin yýldönümüydü. Emperyalist Ýngilizlere
olan kinimizi sokaða döktüðümüz bu yýldönümü
kayýplara karýþmýþtý ki, bu yýl iki gün sonrasýna konuþlandýrýlan
Þehitler Günü, 16 Mart'ta hunharca katledilen
Mehmetçiklerin aziz ruhlarýna bir parça da olsa teselli
verdi.
Kýý yüzden diyorum ya, Ýstiklal Savaþý (sonradan uydurulan
'Kurtuluþ Savaþý' deðil, çünkü biz Yunan'm elinden
kurtulmak için deðil, baðýmsýzlýðýmýzý saðlamak uðruna
savaþmýþtýk) yýllarýmýzýn tarihi 1927'deki Nutuk eksen inde
ve 1930'lann ortalarýnda geliþtirilen Tarih Tezi yörüngesinde
yelerince kaldý. Anýk onu yeni eksenler ve yörüngeler
üzerinden okumaya giriþmenin vakti geldi.
Hatýrlarsýnýz, daha önceki bir kitabýmda Sivas Kongresi
günlerinde Mustafa Kemal Paþa ve Rauf (Orbay)
Bey'in imzalarýný taþýyan bir mektubun Louis Edgar
Browne adlý bir gazeteci eliyle ABD Senatosu'na gönderildiðini
ve mektupta Senato'dan hir inceleme heyetinin
Anadolu'ya yollanmasýnýn istendiðini ele almýþtým. Gazi
Mustafa Kemal Nulýýk'unda bu mektubun gönderilip
gönderilmediðini pek iyi hatýrlamadýðýný söylemekteydi.
Halbuki belgelerle gösterdim ki, mektup gönderilmiþ, o
kadar gönderilmiþ ki. mektup üzerine Sivas'a gelen General
Harbord. Mustafa Kemal ve Rauf Bey'le görüþmüþ,
sonra Erzurum'da Kâzým (Karabekir) Paþa ile incelemelerde
bulunmuþtu. (Yakýn Tarihin Kara Delikleri'nde (Ti*
maþ Yayýnlan) mektubun orijinalinin fotokopisini bulabilirsiniz.)
1919 yýlýnda Erzincan Hükümet Konaðý binasýnýn merdivenlerindeki bez
afiste Fransýzca olarak 'yaþasýn Wilson Pýensiplerinin 12, maddesi' yazýyor
Þaþýranlar, hatta kýzýp köpürenler oldu. Sözlerimi
amaçlamadýðým noktalara çekenler de eksik deðildi. Ancak
þunu söylemeye çalýþmýþtým: 1919 þartlarýnda insanlara
doðru ve normal görünen bir karar, 1927'de anormal
görünmeye baþlayabilir. Bunda tuhaf bir þey de yok. Bakýn
Ahmet Necdet Sezer'in 7 yýl önceki sözleri ile veda konuþmasý
arasýndaki daðlar gibi farka vc ondan sonra yeniden
düþünün islerseniz söylediklerimi.
Þimdi size Ýstiklal Savaþý yýllarýnýn farklý bir yüzünü
gösterecek birkaç fotoðraf sunmak isliyorum. Birinci fotoðraf,
Eylül 1919'da Erzincan Hükümet Konaðý'nýn giriþini
gösteriyor. Merdivenlerin hemen baþýnda Ýki askerimiz
ellerinde bir bez afiþ lutuyor. Özerinde þöyle yazýyor:
"ViverArt. 12 des Principes de Wilson." Türkçeye çevirisi:
"Yaþasýn Wilson Prensipleri'nin 12. Maddesi."
"Yaþasýn" denilen bu Wilson Prensipleri de nedir? Peki
bu Fransýzca bez afiþ Erzincan Hükümet Konaðý'nýn
kapýsýna -Türkler için olamayacaðýna göre- kimler için
asýlmýþtýr?
Erzurum 1919. iki askerin ellerinde bir afiþ. Üzerinde bu sefer Osmanlýca
yaz>yla "Vilson prensipleri Madde 12" yazýyor
Sîz düþünedurun. ben Ýkinci bombamý patlatayým.
Ýkinci fotoðrafýmýz ise hemen ayný günlerde Erzurum'da
çekilmiþtir. Ýki Dadaþýn elinde bu defa bir pankart görülüyor.
Etraf da kalabalýk sayýlýr. Bir gösteri, muhtemelen.
Pankart bu defa Türkçe konuþuyor: "Vilson Prensipleri
Madde 12."
Ne oluyor Allah aþkýna bu Erzurumlulara ve Erzincanlýlara?
Kim bu çok sevdikleri Wilson ve dahi kendilerine
"yaþasýn" çýðlýklarý attýran bu 12. madde de neyin
nesidir?
Bugün ismi unutulmuþ olan ABD Baþkaný Woodrovv
Wilson daha çok 8 Ocak 1918'dc Birinci Dünya Savaþý'nýn
daha fazla kan dökülmeden sona erdirilmesi için bir barýþ
planý olarak Ýlan ettiði "14 Nokta"sýyla tanýnýr. Türkiye'de
"Vilson Prensipleri" adýyla tanýnan, hatta adýna bir dernek
bile kurulan bu noktalarýn 12'ncisÝ, Osmanlý Devleti
topraklarýnda Türk çoðunluðun yaþadýðý bölgelernin
Türklere býrakýlmasýný islemekleydi. Bu da her türlü hu
kukumuzun ayaklar allýna alýndýðý bir zaman da Millî
Mücadele kadrosuna ilaç gibi gelmiþ ve dört elle sarýlmýþlardý
ona. Nitekim bizzat Atatürk'ün söylediklerine bakýlýrsa
Misak-ý Millimizin hukuki temelini de VVilson Prensipleri'nin
12. maddesi oluþturmuþtur. Hatýrlayalým mý
1926 yýlýnýn Mart ve Nisan aylarýnda Hakimiyet~i Mitliye
ve Af illiyet gazetelerine ortak olarak verdiði hatýralarýndaki
sözlerini:
Ýtiraf ellerim ki, iten de milli sýnýrý biraz WiIson prensiple

rinin insani maksatlarýna göre ifadeye çalýþtým. Hemen


açýklayayým: O insani prensiplere dayýýndýgýýýdaýýdýr ki.
Türk süngülerinin müdafaa ve tespit ettiði sýnýrlarý mü

dafaa etmiþimdir.1
Demek ki neymiþ? Bugün kabul etmek kolay olmasa
bile Atatürk bile milli sýnýrlarýmýzý tespit ederken bir ABD
Baþkaný'nýn prensiplerine dayanmak ihtiyacýný hissetmiþ.
Nitekim Mustafa Kemal Paþa'nýn Sivas Kongresi Baþkam
sýfatýyla ABD Senatosu'na gönderdiði mektubun arka
planýnda da Wilson'un milletlere kendi kaderlerini tayin
hakkým tanýyan barýþ planý yatmaktaydý. Ayný zamanda
Anadolu halký da bu prensiplere sahip çýkmýþ ve Sena-
to'nun Ýnceleme yapmak üzere gönderdiði General Harbord
ve ekibine davullu zurnalý karþýlama törenleri düzenlemiþtir.

Ýþte yukarýda gördüðümüz iki fotoðrafýn arka planýnda


bu prensipler vardýr ve afiþler Amerikalý General Harbord
görsün ve gönlü bizim tarafýmýza meyletsin diye hazýrlanmýþ
ve asýlmýþtýr.
Ancak Baþkan Wilson'un bir baþka planý daha vardý.
Kýsa bir süre sonra, 21 Ocak 1918'de Paris Barýþ Konferansý'na
giderken yanýnda bir program ve Türkiye'nin parçalanmasýný
öngören haritayý da götürmüþtü. Giresun'dan
baþlayýp Sivas, Maraþ, Adana, Mersin, Van. Kars ve Aðrý'yý
da içine alan "büyük Ermenistan" haritasýydý bu.
Tabii tahmin edilebileceði gibi biz prensipleri görmüþ
ama haritayý görmezden gelmiþtik. Gerçi bugün Ýkisini de
görmezden geliyoruz ya, neyse...
1 Atatürk'ün Bütün Eserleri, cilt 3, Ýstanbul 2003, Kaynak Yayýnlarý,
-. 55. General Harbord-Mustafa Kemal Pasa görüþmelerinin ayrýntýlarý
için bkz. Fethi Tevetoðlu. "Millî Mücadele Mustafa Kemal Haþa-
General Harbord görüþmesi*, Türk Kültürü. Sayý: 76. Þubat 1969.
s. 1-12 (bu makale 81. sayýya kadar devam ediyor).
Atatürk 1922'de "siyaseti býrakacaðým"
demiþ miydi?
O mesut gün geldiðinde, bütün milletle beraber
yüksek heyetiniz, ve ben de yüksek heyetiniz, içinde
bir fen ve bir üye olarak bittabi en büyük saadeileri
idrakle müþerref olacaðýz.
GAZÝ MUSTAFA KEMAL PAÞA
Sen deyince "Sulhten sonra isterim
Herkes gibi bir fert olmak, hür olmak"
Hepimizde doðdu büyük bir vehim
Gerçekten mi bu kýyamet kopacak?
O sakin tabiatlý Ziya Gökalp Diyarbakýr'da çýkan Küçük
Mecmua'da peþ peþe neþrettiði þiirlerle Gazi Mustafa
Kemal'e 'Sakýn çekilme' mesajýný vermek Ýhtiyacým neden
duymuþtu? Yoksa gerçekten de Yunanlýlarý yenilgiye
uðratmýþ bir ordunun Baþkomutaný sine-i millete dönmek
üzere midir? Nedir bu telaþ ve kýyamet neden kopacaktýr?

TBMM zabýtlarýný açýp okuduðunuzda bu endiþenin,


hatta korkunun gerçek sebebini bulmakta zorlanmýyorsunuz.
Ýþte 20 Temmuz 1922 günü Baþkomutanlýðýnýn
TBMM tarafýndan süresiz kaydýyla uzatýlmasý üzerine
yaptýðý teþekkür konuþmasýnda Mustafa Kemal Paþa ý im
söyledikleri:
Ýkinci saadetimi temin edecek olan husus, benim bundan
üç sene evvel mukaddes davamýza baþladýðýmýz gün bulunduðum
mevkie dönebil inekliðim imkâný olacaktýr. (Alkýþlar.)
Hakikaten milletin sinesinde serbest bir millet ferdi
olmak kadar dünyada bahtiyarlýk yoktur. Hakikatlere
vakýf olan. kalp ve vicdanýnda manevi ve mukaddes bazlardan
baþka zevk taþýmayan insanlar için ne kadar yüksek
olursa olsun, maddi makamlarýn hiçbir kýymeti yoktur.1
Mustafa Kemal Paþanýn Büyük Taarruz'dan Önce hem
de Meclis huzurunda verdiði bu "söz", muhtemelen kendisine
tanýnan olaðanüstü ve süresiz yetkilerin kurtuluþtan
sonra da kullanýldýðýnda bir tür diktatörlüðe gidilebileceðine
iliþkin bazý vekillerin zihninde oluþan kuþkularýn
daðýtýlmasýna yönelikti. Mustafa Kemal Paþa için Sakarya
zaferinden sonra üç rütbe birden atlatýlarak mareþal yapýlmasý,
dahasý Gazilik gibi en son 1897 Teselya savaþýnýn
kazanýlmasýndan sonra Sultan II. Abdülhamid'e verilen
benzersiz bir unvana layýk görülmesi yeterli olmamýþ gibidir.
O þimdi hedef büyütmüþ ve bazý demeçleri Kâzým Karabekir
ve Rauf Orbay gibi Milli Mücadele'nin önder kadrosunu
kaygýlandýrmýþtýr. Bunlara göre Mustafa Kemal
Paþa'nýn gözü þimdi de padiþahlýk ve halifelikleydi!
Karahekir Paþa ve Rauf Bey gibi asker kökenliler ile
Halide Edip gibi aydýnlar onun 20 Temmuz konuþmasýnda
verdiði söze baðlý kalmasýný, yani yeni bir makam mevki
istemek þöyle dursun, mevcut makamlarý da elinin tersiyle
bir kenara itmesini ve söz verdiði gibi sine-Ý millete
dönmesini ýsrarla istemekteydiler.
Ýþte Uður Mumcu'nun yayýnladýðý hatýralarýnda Karabekir
Paþa'nýn sözlerinden Özetlediklerim:
Baþlangýçta Mustafa Kemal Paþa Vahdettin'in kalmasýný
istiyor, suçlu olduðundan sözümüzden çýkmayacaðý
Sultan Vahdettin'in nadir görülen fotoðraflarýndan biri
in söylüyordu. Ben karþý çýktým ve yeni bir halife seçmemiz
gerektiðini kabul ettirdim. Kararýmýz, padiþahlýðýn
kaldýrýlmasý ve hilafetin Osmanlý hanedanýnda kalmasý,
Abdülmecid'in de halifeliðe getirilmesiydi. 30 Ekim
1922'de Mecliste sert tartýþmalar cereyan ederken Kýza
Nur'a harekete geçme zamanýnýn geldiðini söyledim ve
GAZI'nin isteði üzerine saltanatýn kaldýrýlmasý lehine bir
konuþma yaptým. Fakat Rýza Nur ve arkadaþlarýnýn imzaladýklarý
kanun taslaðýnýn son þeklini okuduðumda gördüm
ki, iþ baþlangýçta konuþtuðumuz noktadan tamamen
sapmýþ. Taslakta "Osmanlý hanedaný yoktur ve tarihe
karýþmýþtýr" ifadesi yer almaktaydý. Bunun üzerine
Mustafa Kemal'e dönerek, "Paþam, kararýmýz bu muydu?
Hilafetin Osmanlý hanedanýnda kalmasý gerekliði noktasýnda
anlaþmamýþ mýydýk? Bu cümleyi okuyan herkes sizden
þüphelenecektir" diye uyardým. Nitekim Rauf Bey de
ayný cümleye takýldý ve "Ne oluyoruz, nereye gidiyoruz?"
diye baðýrdý. Bunun üzerine Mustafa Kemal Paþa "Endiþenize
hak verdim. Durun o cümleyi düzelteyim" diyerek
"Osmanlý hanedaný" kaydýný silip "Ýstanbul'daki padiþahlýk
yoktur (madumdur)" diye yazdý. Sonra önerge meclise
sunuldu.
Ancak ilk oylamada yeterli milletvekili bulunamaz.
Dolayýsýyla oylama geçersiz sayýlýr. Bu anlamlý bir mesajdýr
Karabekir Ýçin. Gider Mustafa Kemal Paþa'nýn yanýna
ve yüzüne karþý mecliste oluþan kaygýyý dile getirir: Bu
önergeyle sizin hilafet ve saltanatý almak niyetinde olduðunuz
kanaati belirmiþtir. Düzeltmezsek iþ vahim bir sonuca
varabilir.
Bu noktada Karabekir'in bir ara teklifi olur. Hem Atatürk'ün
verdiði sözü yere düþürmeyecek, hem de onu
onurlandýracak bir çözümdür bu. Saltanat kaldýrýlacak,
hilafet Osmanlý hanedanýnda kalacak, barýþ antlaþmasý
Ýmzalandýktan sonra Cumhuriyet'in ilanýný müteakip
Cumhurbaþkanlýðýna "sýrf tarihî bir nam almak suretiyle"
Mustafa Kemal Paþa seçilecek, ancak hemen arkasýndan
istifa edecek ve ölünceye kadar Cumhurbaþkanlarýnýn
maddi imkânlarýndan yararlandýrýlacaktý. Bundan sonraki
adým, boþalan Cumhurbaþkanlýðý için halk oyuyla serbest
bir seçimin yapýlmasýydý.
Evet. Cumhurbaþkanýnýn halkýn oyuyla seçilmesi yolunda
ilginç bir tekliftir bu. Ancak aradan 85 yýl geçmesine
raðmen hala uygulanamamýþtýr. Çünkü bazý kimseler,
Karabekir'in. Atatürk'ün ayaðýný kaydýrýp kendisinin
Cumhurbaþkaný olmak Ýslediði yolundaki haberleri Gazi'ye
yetiþtirmiþlerdir bile. Bunun üzerine projesinden
vazgeçtiði anlaþýlan KarabekÝr Paþa. en azýndan saltanatýn
kaldýrýlmasý ama hilafetin hanedanda kalmasý noktasýnda
ýsrarcý olur ve 1 Kasým 1922'de kanunlaþan tasarý
böylece ortaya çýkar.2
Ancak kamuoyu yine de tatmin olmuþ sayýlmaz. Deðil
mi ki Gazi vaktiyle bir söz vermiþtir, öyleyse gereðini yapmalýdýr.
Mesela 1923 Þubai'ýnda yanýnda Kâzým Karabekir
Paþa olduðu halde Ýzmir'den Ankara'ya dönerken çocukluk
arkadaþý olup o sýrada TBMM ikinci baþkaný bulunan
Ali Fuat Cebesoy'dan sürpriz bir telgraf almýþtýr.
Telgrafta, bazý vekillerin Gazi Paþa'nýn bir tarafa çekilme
si þanýyla kendisine bir saray ve ayda 10 bin lira ödenek
verilmesi için Meclis baþkanlýðýna önerge verdikleri bildiriliyordu.
3
Ýþte Ziya Gökalp bu ateþli günlerin öncesinde Diyarbakýr'dan
yazmaya devam ediyordu:
Gazi Paþa! Gerçi fazla yoruldun
Ýhtimal ki rahata da muhtaçsýn
Lakin Türk'ün týlsýmýný sen buldun
Ýksir gibi hu millete ilaçsýn.

Oysa 1922 Temmuz'unda meclis kürsüsünden verilen


sözün, muhaliflere karþý siyasi bir manevra gereði olduðu
apaçýktýr.1
1 Metni. Doðýý Perincek'in belki de tek hayýrlý teþebbüsü olarak tarihe
geçecek olan Atatürk'ün Bütin Eserlerinin 3. ciltinden aldým (is
tanbul 2004 Kaynak Yayýnlarý, s. 156).
2 Uður Mumcu. Kâzým Karabekir Anlatýyor. Ýstanbul 1990. Tekin Yayýnevi,
s. 5.1-64. Bu sureci Ýsmet Bozdag'ýn yayýna hazýrladýðý Kazým
Karabekir'in Paþallarýn Kavgasý: Atatürk-Karabekir adlý hatýralanndan
da izleyebiliyoýuz (Ýstanbul 1991. Emre Yayýnlan, v 92 vd.).
3 Bkz. Þerafeltin Turan. Ttlrk Devrim Tarihi. 3. kitap (birinci Bölüm);
Yrni Türkiye'nin Oluþumu (1923-19381. Ankara 1995. Bilgi Yayýnevi.
s. 32.
4 Rýdvan Akýn. TBMM Devleti (1920-1923): Birinci Meclis Dönemimle
Devlet Pikleri ve Ýdare, istanbul 2001. Hellim Yayýnlan, s. 378.
Atatürk Türkiye'sinin Hitler Almanya'sýna
ekonomik baðýmlýlýðý
Geçtiðim yollara dikenler býraktýðým için özür dileyecek
deðilim. Tarih yeniden yazýlmayý hu denli arzuluyorsa
yapýlacak tek þey. yazanýn yapana ve yapýlana sadýk
kalmasýdýr. Ord. Prof. Enver Ziya Karal gibi bir üstadýn bile
açýkça itiraf elliði gibi, inkýlap tarihlerimizi yazanlar
onu kendi arzu ve duygularýna uydurmuþlarsa biz ne yapalým?
Belki yol kenarlarýna býraktýðýmýz dikenlere takýlan
yünlerden yeni bir palto yapmayý becerir birileri. Mesajýmýz,
gelecekteki süngü zekâlý tarihçilere. Ümidimiz
onlarda...
Daha önce Osmanlý borçlarýnýn 1933 yýlýndan itibaren
ödenmeye baþlandýðýný konuþmuþtuk, iþte süngü zekâlý
kardeþlerimizden birisi üþenmeyip kitaba bakmýþ ve aslýnda
ilk borç taksirlini 1929'da ödediðimizi bulmuþ.
Soruyor haklý olarak; Hangisine inanacaðým?
Burada belirtilmesi gereken üç nokta var:
1.
1929'da ödediðimiz borcun kendisi deðil, yalnýz faiziydi.
2.
Bu ilk ödememizle birlikte ekonomi iflas sinyalleri
vermiþ ve alacaklýlara gerisini getiremeyeceðimizi
ilan etmiþtik. Ýþte bundan sonra ödemelere ara verilmiþ,
görüþmeler 1932'de sonuçlanmýþ ve asýl
borcun ilk düzenli ödemesine 1933'ten itibaren
baþlamýþtýk. Oradaki kastým, 1954 yýlma kadar devam
edecek olan bu Ýlk düzenli ödemeydi.
3.
Ödediðimiz Osmanlý borçlarýnýn tutarý. TL bazýnda
yaklaþýk 150 milyon liradýr. Peki hiç merak ettiniz
mi Osmanlý'dan Cumhuriyete kalan nakit para tutarýnýn
ne kadar olduðunu? Tamý tamýna 161 milyon
TL kâðýt para (bozuklar hariç). Yani Osmanlý
hazinesinden 161 milyon TL'yi cebinize koyarken
hu para nereden geliyor diye sormuyorsunuz da,
borcunuz çýkýnca niye mýzýklanýyorsunuz? Bir miras
olayýnda alacak ve borç gayet tabii bir durum
deðil mi?
Her neyse. Bu borçlar meselesi epey su götürür.
Ancak belirtilmesi gereken bir baþka nokta, bu borç
ertelemesiyle birlikte Türkiye'nin dýþ kredi itibarýnýn dibe
vurmuþ olmasýdýr. Hatta 1920'lcrdc Ýngiliz hükümeti Türkiye'nin
Ýngiltere'de tahvil satmasýný dahi yasaklamýþtýr.
Son çare olarak ABD'ye baþvurulmuþsa da. Avrupalý tahvil
alacaklýlarý Türk isteðinin geri çevrilmesi için Washington'a
kredi vermemesi için baský yapmýþlardýr.
Þimdi gelelim asýl konumuza.
1930-1934 döneminde Türkiye için 1929 dünya ekonomik
buhranýnýn da misillemesiyle aðýr bir ekonomik
darboðaz oluþtuðunu söylüyor uzmanlar. Hani bazýlarý o
zamanlar Türkiye'nin parasý yabancý paralar karþýsýnda
deðerliydi diyorlar ya, Güllen Kazgan'dan Yahya Sezai Tezel'e
kadar Osmanlý iktisat tarihi uzmanlarý bunun ekonomi
üzerindeki felç edici etkisini gündeme getiriyorlar.
1930-1934 döneminde TL'nin aþýrý deðerlenmesi ile
Türkiye'nin ihracat yaptýðý tarým ürünleri fiyatlarýnýn dýþ
piyasada düþmesi sonucunda özellikle Ege bölgesindeki
ihracatçýlar iflas etti. mal üreticinin elinde kaldý. Türkiye
reel gelir kaybýna uðradý. Ýlk defa TL bu dönemde Dolara
baðlandý. Enflasyon yoktu belki ama bu defa deflasyon-
depresyon süreci doðdu.
Bir çýkýþ yolu olarak önce Fransa'yla baþlayan bir tür
anlaþmalý takas olan "kliring" ticareti denendi. Ýþte bu takas
ticareti, yazýmýzýn konusunu oluþturan Hitler rejimiyle
Türkiye Cumhuriyeti'ni 1934-1939 yýllarýnda birbirine
sýký sýkýya baðlayacak ve Yahya Sezai Tezel'in ifadesiyle
söyleyecek olursak, Türkiye tarihinin (Osmanlý da
dahil) baþka dönemlerinde görülmemiþ derecede bir
emperyalist dýþ güce ekonomik olarak baðýmlý olmasýný
getirecektir.
Nasýl? Atatürk döneminde Türkiye dýþa baðýmlý mýymýþ?
Hem de Nazi Almanya'sýna öyle mi? Þu Hitler'in rejimine
hem de?
Siz bu sorularýn kabuðunu kaþýyadurun. ben Tezel hocanýn
Cumhuriyet Döneminin Ýktisadi Tarihi1 adlý kitabýnýn
kapaðýný aralýyor ve baþlýyorum özetlemeye:
Tezel'e göre Türkiye'nin 1934'e kadar süren bu olumsuz
ekonomik tablosunun olumluya dönmesinde Hitler
Almanya'sýyla kurduðu yakýn ekonomik iþbirliðinin hatýrý
sayýlýr bir payý bulunmaktadýr. Kendi deyiþiyle,
Türkiye'nin dýþ ticaretindeki geniþleme, Nazi Almanya-
sý'nýn uluslararasý düzeyde iktisadî güç kazanmasýyla iliþkilidir.
Almanya'nýn Balkanlar ve Orta Doðu'da güttüðü
ticari geniþleme politikasý nedeniyledir ki, Türkiye, Büyük
Buhran'ýn sýkýntýlarýný yasayan liberal metropollerin Türk
ihraç inallarýna talebinin zayýfladýðý bir dönemde, Ýhracat
hacmini artýrabilmiþtir.
Yeterince çarpýcý görünüyor. Onun için devam edelim
biraz daha.
Almanya 1930'larýn sonuna doðru Türkiye'nin ticaretinin
aþaðý yukarý yarýsýný kendine kanalize etmeyi baþardý.
Böylece Almanya'nýn ihracatýmýzýn cari deðerindeki
payý 1929'da yüzde 15 iken 1934'te yüzde 39'a, 1935-1938
ortalamasýnda Ýse yüzde 44'e çýktý. Almanya'nýn ithalatýmýzýn
cari defterindeki payý ise 1932'de yüzde 25 iken,
1934de yüzde 36yý. 1935-1938 ortalamasý ise yüzde 46'yý
buldu. Hatta bu dönemde Türkiye Almanya'dan yalnýz silah
almakla kalmamýþ, askerî örgütlenmesinde de Üçüncü
Reich'a baðýmlý hale gelmiþtir.
Nitekim 1937'de Almanya'ya giderek bizzat Hitler'e
görüþen Bayýndýrlýk Bakaný Ali Çel in kaya, Almanlardan
Çanakkale'yi tahküm etmek için top. demiryolu için lokomotif
almak istediklerini söylemiþtir.^
Bunun sebebi ise Türk ihraç ürünlerine yüz vermeyen
diðer ülkelerin aksine Almanya'nýn ihraç mallarýmýza
yüksek fiyatlar ödemekte ve kliring hesabýnda açýk vererek
Türkiye'yi Almanya'dan daha fazla ithalat yapmaya
zorlamakta olmasýdýr.
Böylece Ýhracat ve ithalatýmýzýn neredeyse yarýsýný
kendisine baðlamayý baþaran Almanya'nýn Türkiye'yi nereye
sürüklemekte olduðu ancak 1937'de fark edilmiþ ve
yönetimde bir panik havasý baþ göstermiþtir. Ayný þekilde
Ýngiltere de Türkiye'nin faþizme kaymasýyla Orta Doðu
dengelerinin aleyhine döneceðini görerek paniðe kapýlmýþ
ve Türkiye'ye baský üstüne baský yapmaya baþlamýþtýr.
Bunun üzerine 1936 ve 1938 yýllarýnda yapýlan anlaþmalarla
Ýngiltere'den 118 milyon Tl. borç alýnmýþsa da.
Ýkinci Dünya Savaþý patladýðýnda Türkiye'nin dýþ ticaretinin
Almanya'ya baðýmlýlýðý hala sürmekteydi, öyle ki,
1939'da bu baðýmlýlýk muazzam boyutlara týrmanmýþ bulunuyordu:
Ýthalatta yüzde 51. ihracatta yüzde 37.
Hatta The Economist dergisinin 5 Aðustos 1939 tarihli
sayýsýnda yayýnlanan bir hesaba göre, flitler Almanyasý.
Türkiye'yi kendisine siyasi olarak baðlamak için zarar etmeyi
bile göze alýnýþ ve bizden yüksek fiyatla mal alýp
ucuz fiyatla mal satmak suretiyle sadece 1938 yýlýnda tam
8 milyon TL tutarýnda bir mali yardýmda bulunmuþtur.
Bu para, ayný yýl Osmanlý borçlarý için ödediðimiz miktarýn
lam iki kandýr!
Þimdi Osmanlý'dan kaçarken Hitler'e tutulmuþuz diyeceðim,
yine birileri köpürecek.
Noktanýn yeri burasý mýydý?
1 Yahya Sezai Tezel. Cumhuriyet Döneminin Ýktisadi Tarihî (19231950).
Ýstanbul 1994. Tarih Vakfý Yun Yayýnlan, s. 176-179. Hu konu.
yazarýn daha Önce verdiði bir tebliðde de iþlenmiþi!. Bkz. "1923-1938
döneminde Türkiye'nin dýþ iktisadi iliþkileri'*. Atatürk Döneminin
Ekonomik ýý* Toplumsal Sorunlarý (1923-1938). 14-16 Ocak 1977. Ýstanbul
1977. iktisadi ve ticari Ýlimler Akademisi Mezunlarý Yayýnlan,
v 20.>-20f>. Itýr haþka yazar Çaðlar Keyder'ýn bir makalesine ailen þu
ilgiye dikkat çekiyor: "l93f>Te imzalanan bir anlaþmadan sonra Nazi
Almanyasý bir yýl içinde Türkiye'nin ihracatýnýn % 51'ini almak ve ithalâtýnýn
% 45'ini saðlamak durumuna gelmiþti." Bkz. Irvin Cemil
Schick ve Ertuðrýýl Ahmet Tonak, "Uluslararasý boyut: Ticaret, yardým
ve borçlanma", ilerleyenler: Irvin Cemil Schick ve Ertuðrul Ahmet
Tonak. Geçis Sürecinde Türkiye. Islanbul 1992, Belge Yayýnlarý, s.
359.
Gerçi Almanlarýn Ýlliler rejiminden fince de Türkiye'nin finans kurumlarýný
ele geçirme taarruzu söz konusuydu. Mesela 1924 yýlýnda
Ziraat Bankasýnýn genel müdürü Deutsche Bank'ýn eski genel müdüýlerindeýý
biriydi. Ayrýca Ýttihatçýlarýn kurduklarý ve hisselerinin %
40'ý hükümete ait olan milli banka ttibar-ý Millinin yönelimini de ele
geçirmiþlerdi. Bkz. Caðlar Keyder. Dünya Ekonomisi Ýrinde Türkiye
(1923-1929). Ýstanbul 1993. Tarih Vakfý Yurt Yayýnlan, s. 141,
2 Aktaran: Nejat Atsa. "Ali Çetinkaya-Hitler görüþmesi": Hayal Tarih
Mecmuasý. Savý: 11. Aralýk 1967, t, 35.
Onuncu Yýl Marþý'nýn bestesi çalýntý mýydý?
Yazmýþýmý ama tekrarda fayda var: Acýdýr lakin biz asýl
batýlýlaþtýðýmýzý sandýðýmýz Cumhuriyet döneminde Batý'dan
koptuk!
Þaþýrdýnýz kuþkusuz. 'Nasýl olur?' dediniz belki de,
"Onca Batýlýlaþma gayretkeþlikleri cümlenin malumuyken
bunu nasýl iddia edebilirsiniz? Þapka ve kýlýk kýyafetten
tutun da medeni hukuka, saat ve takvime kadar Avrupa'dan
alýnmadýk bir þey kalmamýþken nasýl olur da kalkýp
"Biz asýl Cumhuriyet döneminde Batý'dan koptuk!"
Ýddiasýnda bulunma cüretini gösterebiliyorsunuz?'
Bir kere söylem ile eylem arasýnda belirgin bir fark olduðunu
belirtmem lazým. Evet, 'muasýr medeniyet'in
Avrupa medeniyeti olduðuna dair çok sayýda beyanatla
karþý karþýyayýz. Bunlar bizzat Mustafa Kemal Paþa ve Ýsmet
Paþa'nýn aðzýndan çýkmýþtýr ve o devirde pek çok aydýn
tarafýndan da paylaþýlmýþtýr. (Tabii ayný çevrede yer
alýp da Yahya Kemal gibi bu tezi paylaþmayanlar da
mevcuttu.)
Ne var ki, iþ icraata geldi mi, mesele deðiþir. En radikal
görünenler, en tutucu konumlara saplanmýþ olabilir. 1 lalla
sosyolog Paul Connerton'un hatýrlattýðý gibi, her radi
kal kýrýlma bir yerde eskiye daha fazla baðýmlý olmayý bile
getirir. Kýrýlma arttýkça baðýmlýlýk da artar.1 Uygulamada
kendi toplumsal ve kültürel ufku, inkýlapçýlarýn hareket
sahasýný daraltýr.
Nitekim Medeni Kanun yapýlýrken Avrupa'daki en
muhafazakâr hukuk sistemine sahip ülkelerden Ýsviçre'nin
model alýnmasý epeyce manidardýr. Biliyorsunuz,
Katolik Ýsviçre, kadýnlara seçme ve seçilme hakkýný yalnýz
Avrupa'da deðil, dünyada en geç tanýmýþ olan ülkelerden
biri olmakla meþhurdur. Ýskandinav ülkelerinden veya
Fransa'nýn deðil, medeni hukukta Ýsviçre'nin model seçilmesi
Batýcýlýðýmýzýn da epeyce 'seçmece' olduðunun
en güçlü kanýtý oluyor.
Demek ki, masa baþýnda "muasýr medeniyel seviye-
si"ne ulaþma veya üstüne çýkma nutuklarý çekilse de, iþ
icraata gelince sanýldýðý kadar radikal adýmlar anlamýyor.
Nitekim Prof. Ergim Özbudun, Keýnalizmin Türk toplumunu
tamamen deðil, 'kýsmen' deðiþtirmeye yöneldiðini
söylerken ayný noktaya parmak basýyordu aslýnda. Yani
Atatürk Ýnkýlaplarýnýn, zannedildiði kadar, mesela Sov
yeller Birliði ve Çin kültür devrimi tecrübesi nispetinde
bir topyekün deðiþim amaçlamadýðýný, Batýlýlaþma veya
Çaðdaþlaþma projesinin meçhul bir ütopyaya göre deðil,
pratikteki ihtiyaçlara ve eldeki þartlara göre aksak semai
tarzýnda yürütüldüðünü söylemek gerekiyor.
Burada size bunun bir baþka boyutundan, 1930'lara
doðru yoðunluðu giderek artan "kültür devrimleri"nden,
özellikle de "müzik devrimi"nden ve çarpýcý sonuçlarýndan
söz edeceðim.
önce bir soru: "Müzik devrimi" neyi amaçlamýþtý?
1926'da Türk musikisi öðretimi, o zamanýn konservatuvarý
olan Dârü'l-elhân'dan kaldýrýlmýþtý; 1934'de ise asýl
darbe gelecek, radyoda Alaturka musiki çalýnmasý dahi
yasaklanacaktý.
Peki neydi amaç?
Düþünce þuydu: Asýl müzik, Batý müziðidir, Türk musikisi
tek seslidir ve medeni dünyanýn seviyesinden geridedir,
öyleyse nasýl kýlýk kýyafetimizi veya Arap harflerini
Batýlýlarýnkilerle deðiþtirerek muasýr medeniye! karþýsýnda
içine düþtüðümüz aþaðýlýk kompleksinden kurtulduksa.
ayný þekilde "geri ve ilkel" musikiyi terk edersek medeni
milletler dairesine kabul edilmemiz mümkün olabilir.
Böylece ne oldu? Müzikolog Bülent Aksoy'un deyiþiyle
Türkiye'de bir kere daha "ideoloji", "kültür"e baskýn çýktý.
Halbuki esas mesele, müziði Alafranga veya Alaturka
diye ortadan ikiye bölüp halký birincisini 'çaðdaþ müzik'
olarak kabule zorlamak ve ikincisinden cüzzamlýdan kaçar
gibi kaçmak deðil, kaliteli müziðin üretilmesi olarak
konulsaydý, yine kültür galip gelecek ve belki de asýl baþarýlmak
islenen yeni 'Türk müziði sentezi, bu iki kültürel
üretim geleneðinin geliþim sürecinde ortaya çýkacak etkileþimden
zuhur edecekti. Aksoy'un deyiþiyle, bu yaklaþým
güzel bir aðýr semai ile basit bir þark ezgisini ayný kalýba
koyma yanlýþýna düþerken, öbür yandan güzel bir konçerto
ile basil bir dans ezgisini de eþitlemiþ oluyordu.
Sonuçta ne oluyordu? Dede Efendi ile meyhanedeki
udi, Mozart'la bardaki kemancý ayný kalýba oturtuluyor,
birincilere Alaturka denilerek kýrmýzý kart gösteriliyor,
ikinciler ise hangi seviyeden olursa olsun baþ tacý ediliyordu.

Herhalde müziðe ideoloji karýþtýðýnda ne büyük facialara


yol açtýðýna bundan iyi bir kafa karýþýklýðý Örneði bulunamazdý.

Ýstanbul Belediyesi tarafýndan 1932 yýlý sonlarýna doðru


Konservatuvarý ýslah maksadýyla çaðrýlan Viyana Müzik
Yüksek Okulu rektörü Joseph Marx, raporunda yöneticilerimizi
þu acý sözlerle uyarmýþtý:
Milliyetsiz büyük sanat yoktur. Vatan topraðýna ve vatan
sesine baðlýlýk mutlaka lazýmdýr. Yoksa sanat kýymetsiz,
kansýz bir özentiye döner... Milli özelliði pek bozmadan
Avrupa musiki tekniðini millete mal edecek surene musiki
propagandasýný kuvvetle yürütmenin taný zamanýdýr.
Marx'ýn 'propaganda' derken Ýdeolojik beyin yýkama
ve yasaklama faaliyetinden söz etmiyor. Müziðin kaliteli
hale getirilmesi için mesela orkestralarýn halka belirli
günlerde konserler vermesi veya meyhanelerden alýnacak
verginin artýrýlmasý, böylece kaliteli müzik dinleyecek kitlenin
buralara yönelmesini temin gibi tamamen müzik Ýçi
bir propagandayý kastediyor.
Belki de Marx'm bu sözünü yanlýþ anladý yöneticilerimiz;
ve Batý müziðinin propagandasýna, halta dayatmasýna
soyundular. Üstelik onun Ýstanbul'daki bir konferansýnda
dile getirdiði fikirleri hiç umursamadan:
Türk musikisi Avrupa musikisinin tekniðinden faydalanacak,
fakat milli hususiyetlerinden hiçbir þey kaybetmeyecektir...
Türk musikisi gerek milli kaynaklardan, gerek
Avrupa kaynaklarýndan kuvvet alarak kentli kendine büyümelidir.

Oysa bakýn Onuncu Yýl Marþý'nýn bestecisi Cemal Reþit


Rey. 1950 yýlýnda Akþam gazetesinde çýkan röportajýnda
neler söylemiþ. Ýbretle okuyalým:
Tek sesli musikiyi Garba sevdinnek zordur. Zira Garplýlar
bu musikiden pek hoþlanmaz, hatta onu biraz iptidai ilkel)
bulurlar. Bu musikiyi Garba sevdirmek için en güzel
örneklerini Garp lisanlarile cazip bir þekilde izah ederek
ve Garba has bir titizlikle hazýrlayarak radyodan dinletmek
lazýmdýr.
Elin Marx'ý Türk musikisinin çok sesli hale getirilmesinin
feci bir hala olacaðýný söylerken. Bay Rey. bütün derdini
ilkel' müziðimizi batýlýlara sevdirmek þeklinde koymuþ.
Bir müzik eserinin niteliði mi önemlidir, yoksa Batýlýlarýn
hoþlanmasý mý?
Cemal Reþit Bey
Ýþte yolunu böyle belirlemiþ olan Cemal Reþit Rey,
Onuncu Yýl Marþý'ný bestelerken de. ayný tarzda hareket
edecektir. Ancak hala 'gururla' söylenen Onuncu Yýl Marþý
bestesinin Balý müziði tarihinin pek fazla bilinmeyen
bir operasýndan alýntý, hatta çalýntý olduðu iddiasý TBMM
kürsülerinden Musiki Mecmuasý satýrlarýna kadar taþmasýna
mani olunamayacaktýr.
Meclis kürsüsünden marþ tartýþmasý
Yýl 1933. Cumhuriyetin 10. yýldönümü görkemli törenlerle
kutlanacaktýr. Bir bakýma halkýn ve dünyanýn
zihnine Cumhurîyet'i nakþetmek için bir fýrsat olarak deðerlendirilmiþtir
o yýlýn Cumhuriyet Bayramý törenleri.
Bir de bu önemli yýldönümünü ve Cumhuriyet ideolojisini
ölümsüzleþtirecek bir marþ için beste yarýþmasý açýlýr.
Sonuç olarak 1904 Kudüs doðumlu, yani henüz 29 yaþýnda
bulunan Cemal Resit Bey'in bestesi marþ olarak kabul
edilir, Edilir edilmesine ama hemen o günlerde olmasa
bile ardýndan büyük bir (artýþýna baþlar. Bu marþ bir baþka
eserden çalýntý mýdýr?
iddiayý dile getiren kiþi de ilginç. Týbbiyeden askeri tabip
olarak mezun olduktan sonra Çanakkale'den Kurtuluþ
Savaþý'na kadar pek çok cephede bizzat hizmet veren Osman
Þevki Uludað, ayný zamanda Bursa'daki "Uludað"ýn
da isim babasýdýr, (Eski adý "Keþiþ Dagý"ydý.) Milletvekili
seçildikten sonra da bu iddiayý defalarca dile getiren Uludað,
meseleyi Türkiye Büyük Millet Meclisi kürsüsüne kadar
taþýmýþ ve Türkiye'nin bu çalýntý marþ ayýbýndan kurtulmasý
gerekliðini eline geçen her fýrsatta dile getirmiþtir.
Ýþte Uludað bu fýrsatlardan birisinde þu cüretkâr Ýddialarý
dile getirecektir:
Cemal Reþit Beyin bu marsý da üçüncü veya beþinci derecede
bir kompozitör olan Jean Jacques Rousseau'nun "Le
devin du village" adlý operasýndan ve bu operanýn "bütün
saadetimi kaybettin - hizmetçimi kaybettim" manasýna
gelen "J'ai perdu tout mon bonheur - J'ai perdu mon serviteur"
mýsralarýnýn bestesinden alýnmýþtýr. Onun için bu
eserde de pek çok prozodi ve sair teknik hatalar vardýr. O
da dilimizin ve þiirimizin bünyesini ve tekniðini anlamýþ
deðildir. Ve iþle esasý Garptan alýnmýþ olan bir bestenin
aruz, veya hece ölçüleri ile yazýlmýþ olan þiirimize giydirilmesi
böyle halalar doðurur... Onuncu Yýl Marþý'ný tamamiyle
unutmalýyýz. Buna "bizimdir" demekle ancak gülünç
oluruz.
Dr. Osman Þevki Bey 1950 yýlýnda Musiki Mecmuasý'na
yazdýðý "Cüretin derecesi" baþlýklý yazýda iddialarýný
sürdürecektir. Hem de sertleþtirerek:
Cemal Reþit Rey. bizim yirmi seneden beri makale, konferans.
Büyük Millet Meclisi kürsüsünde münakaþa þekillerinde
ortaya altýðýmýz Ýthama cevap vermemiþtir. Biz se
nelerden beri onun imzasýný taþýyan "Cumhuriyet Onuncu
Yýl Marþý'nýn kendilerine ait olmadýðýný yüzlerce defa
alenen söyledik. Türk dilinin bünyesini yanlýþ tasvir eden,
Türk þiirinin tekniðini tahrip eden bu marþýn Jean Jacques
Rousseau'nun "Le devin du village" adlý operasýndan
aþýrýlmýþ olduðunu iddia ellik. Cumhuriyet gibi büyük ve
mesut bir Ýnkýlabýn onuncu senesini Türk çocuklarýna intihal
edilmiþ bir eserle ta'ziz ettiren Cemal Reþit Rey. bunun
hesabýný hala vermiyor.
Osman Þevki Bey eleþtirmekle kalmaz, daha önce Hasan
Âli Yücel'i meclis kürsüsünden terlettiði yetmiyormuþ
gibi, bu defa da dönemin itibarlý bir müzik dergisinde
Milli Eðitim Bakanýndan Cemal Reþit Bey'e þu sorularý
sormasýný ister:
imzanýzý taþýyan Cumhuriyetin Onuncu Yýl Marþý sizin
eseriniz midir yoksa 1.1. Rousseau'nun mudur? Türk çocuðunu
Cumhuriyeti ta'ziz ederken ne hakla aldattýnýz?
Ve niçin hala o marþýn kentlinize ait olmadýðýný itiraf ederek
çocuklarýmýza aþýladýðýnýz bir fenalýðý tamir etmiyorsunuz?

Bütün bu eleþtirilere suskun kalarak "cevap veren"


Onuncu Yýl Marþý'nýn bestekârý Cemal Reþit Rey. yalnýzca
bestesini kendisinden aldýðý Rousseau'nun operasýndan
tek bir nota bile dinlemediðini söylemiþtir. Bey'in talebesi
Yalçýn Tura, yalnýz onun deðil, Dr. Osman Þevki'nin de
sözü edilen eseri dinlemediðini iddia ederek "o operanýn
bir tek ezgisini bile dinlemediðini, bir tek notasýný bile
görmediðini sanýyorum. O dönemde böyle birþey mümkün
deðildi" demektedir. Peki bu iddia nereden kaynaklanmýþtýr?

Yalçýn Tura'nýn iddiasýna göre o dönemde Rousseau'nun


bu eserini Türkiye'de bilebilecek tek kiþi. Alman
besteci Ernest Preatorius'tur. Olsa olsa Dr. Osman Þevki'ye
o söylemiþtir iki eser arasýnda böyle bir benzerlik olduðunu.

Ben Cemal Reþit Rey'în sözkonusu eseri hiç dinlememiþ


olduðu fikrine pek katýlamýyorum. Çünkü Cemal Reþit
Rey, Rousseau'nun memleketi olan Fransa'da uzun
yýllar kalmýþ ve müzik tahsilini orada yapmýþtý. Birinci
Dünya Savaþý yýllarýnda da Paris'ten yine Fransýz kültürünün
etkisindeki Ýsviçre'ye geçmiþ ve orada müzik konusundaki
çalýþmalarýna devaný etmiþtir. Bu yýllarda. Özellikle
de Rousseau'nun 200. doðum yýldönümü etkinliklerinde
pekala Türkçesi Köy Kâhini olan bu opera icra edilmiþ
ve Rey de Ýzlemiþ veya dinlemiþ olabilir.
Çünkü iki ezginin Özellikle giriþ bölümlerindeki benzerlik
çok fazla. 7 nota ve iki ölçü Rousseau'nun eserinden
alýnmýþ görülüyor. Sonradan deðiþip baþka bir tona
(Gönül Paçacý'nýn deyiþiyle Rast makamýna yakýn bir melodi
düzenine) geçiyor ama en azýndan "Çýktýk açýk alýnla,
on yýlda her savaþtan" kýsmý. Rousseau'nun eserinden
notasýna ve perdelerine varýncaya kadar aynen alýnmýþa
benziyor. 1752 yýlýnda bestelenmiþ bir eserin 1933 yýlýnda
bir Türk bestekârý tarafýndan, üstelik bir marþta alýntýlanmýþ
olmasý, Osman Þevki Uludað'ýn hala cevaplanmayý
bekleyen iddiasý olarak ilginçliðini koruyor.
Onuncu Yýl Marþý'm Rousseau'nun Köy Kâhini adlý
eseriyle kýyaslamak isteyenler internetten girip http
www.rousseauassocÝation.orgaboutRousseaumusicalWorks.
htm adresinden Le Devin du village eserini (benzerlik
buradaki kaydýn ortalarýna denk geliyor) dinleyebilir
ve kararlarýný kendileri verebilirler.
Bakalým eser çalýntý mý deðil mi? Dinledikten sonra
tekrar görüþelim.
I Aktaran: Ziya Meral, ''We need to mourn the loss of The Ottoman Em-
pire'', Týýrkidý Daily Xeýý% 13 Aðustos 2007.
girecektik Kuzey Irak'a,
Atatürk istemedi
Kuzey Irak'a sýnýr ötesi operasyon meselesi adeta bir
ateþ topu gibi elden ele gezerken, tarih yine imdadýmýza
koþuyor ve bazý eskimez ipuçlarýný fýsýldýyor kulaðýmýza.
1927 yýlýnda Ýngilizlerin Irak'taki Kaba Gürgür petrol
kuyularýndan gümbür gümbür petrol fýþkýrmaya haþlayýnca
bizi bir yýl önce kandýrdýklarý ayan beyan hale gelmiþti.
Dýþiþleri Bakam Tevfik Rüþtü Aras. kurt ingiliz diplomatlarýn
blöfünü yutmuþ, Musul petrollerini onlarýn
tahmininden de ucuza kapatmýþtý. Ancak anlaþmanýn
üzerinden kýsa bir süre geçtikten sonra petrolden "hisse"
deðil de. gelirden "kâr payý" almanýn korkunç tuzaðýna
düþtüðümüz anlaþýlýnca içeride homurtular da yükselmeye
baþlayacak ve bunlar bugüne kadar devam edecektir.
Ýþte Lozan'ýn açýk býraktýðý yaralardan birisi daha karþýmýzdaydý.
Ýttihatçýlardan haþlayarak göz göre göre bir
dizi hata Ýþlemiþ ve sonuçta Musul sözde Irak'a dahil edilmiþ,
böylece güney sýnýrlarýmýzý kesinleþtirmiþtik.
Sultan II. Abdülhamid'in petrol sahasýný ailesinin þahsi
mülkü haline getirmek suretiyle bir iþgal durumunda
kurtarma çarelerine baþvurmasýna karþýlýk ittihatçýlar bu
statüyü deðiþtirerek petrol sahasýný hanedanýn þahsî mül

kil haline sokmuþ, 1924'de ise hanedan yun dýþýna çýkarýlýrken


vatandaþlýktan da çýkartýlýnca Türkiye'nin elinde
hiçbir kozu kalmamýþtý. Oylc ya, kendi kanunumuzla vatandaþlýktan
çýkardýðýmýz hanedanýn petrol sahalarýndaki
emlakinin hakkýný nasýl savunacaktýk?
En son olarak da uluslararasý bir araþtýrýna komisyonunun
1925 yýlýnda Birleþmiþ Milletler'e verdiði raporda
"'Türkiye Musul üzerindeki hukukî haklarýndan vazgeçmedikçe
Musul'un bir baþka devlete verilmesi imkânsýzdýr"
demesine raðmen, yani Musul üzerindeki hakkýmýz
tarafsýz bir komisyonca da teslim edildiði halde elimizdeki
kozlarý yeterince deðerlendiremeden görüþmeleri sonuçlandýrmýþtýk.

Artýk Musul da, petroller de sözde Irak'ýn, gerçekteyse


Ýngiliz ve sonra da Amerikan petrol þirketlerinin kasalarýný
dolduran yaðlý pay olmuþ, petrolün kasalara akýttýðý altýnlarýn
þakýrtýsý ta Ankara'dan duyulur olmuþtu. Türkiye'de
meydana gelen her homurtuya Ýçeride bir karýþýklýk
çýkararak cevap veren emperyalizm, bu defa da Nasturi
ayaklanmasýna baþvurmuþ, güneydoðu sýnýrýmýzda yeni
çýban baþlarý icat etmeye koyulmuþtu.
Henüz ikinci yaþýna basmýþ bulunan Türkiye Cumhuriyeti,
isyaný bastýrmak Ýçin General Cevad Çobanlý'nýn
emrindeki Yedinci Kolordu'yu Diyarbakýr'daki birliklerle
takviye ederek bölgeye sevk etmiþ, hemen hemen tam
mevcutlu bir ordu haline getirmiþti. Operasyonun baþýna
da Kurtuluþ Savaþý'nm unutulmaz komutanlarýndan General
Cafer Tayyar (Eðilmez) getirilmiþti.
Gören görüyordu. Bu tam tekmil ordu, herhalde sadece
sýnýrlarýmýzýn içinde bulunan bir avuç Nasturi Ýsyancýyý
bastýrmak için düzenlenmiþ deðildi. Hedef daha büyüktü.
Ýsyan bahane edilerek ve bir oldu bitliye getirilerek
Musul'a kadar sarkýlacaktý. Fýrsat bu fýrsattý.
Cumhurbaþkaný Gazi Mustafa Kemal Paþa, Genelkurmay
Baþkaný Fevzi Paþa ve General Cafer Tayyar Paþa baþ
Son Musul operasyonunu
gerçekleþtiren Cafer Tayyar
|Eðilmez| Pasa
baþa verip bu operasyonun nasýl gerçekleþtirileceði üzerinde
müzakerelerde bulundular. Müzakereler, yönetimin
asker ve sini kanatlarý arasýnda varýlan lam bir mutabakatla
sonuçlandý.
Böylesine güçlü bir desteði arkasýna alan Yedinci Ordu
da, N'asturi harekâtýný büyük bit hýzla ve baþarýyla tamamladý.
Tamamlamakla kalmadý, sýnýn geçerek Musul sýrtlarýna
kadar sarktý.
Tabii harekâta þiddetli bir tepki veren Ýngiltere, Ankara'ya
girilen topraklanýl derhal boþaltýlmasý için sen bir
nota verdi. Notalar birbirini kovalýyordu. Ýlkin bu tepkileri
duymazdan gelen Ankara, iþin ciddileþmekte olduðunu
anlayýnca Cafer Tayyar Paþa'ya Musul'a epeyce yaklaþtýðý
sýrada, boþaltmasý emrini verdi. Cafer Tayyar Paþa, Raif
Karadað'a bizzat anlattýðý hatýralarýnda' Ankara'dan gelen
emirden þoke olduðunu belirtmiþtir. Paþa, 'bu fýrsat
bir daha ele geçmez' deyip ýsrarla Musul'da kalmak istiyor,
Ankara'ya çektiði cevabî telgraflarýnda Ýngilizlerin
baþýnýn belada olduðunu, bizimle uðraþamayacaklarýný,
notalarýnýn da blöften ibaret olduðunu boþu boþuna haykýrýyordu.

Ýngilizler gerçekten de blöf mü yapýyorlardý? Gerçekten


de Ýrak'la Araplara verdiði baðýmsýzlýk sözünü tutmayan
(ne ilginçtir ki, tutmayacaðýný bir tek Iraklýlar bilmiyordu)
Ýngiltere'ye karþý milliyetçi bir tepki dalgasý yükselmekteydi.
Kandýrýlmýþ Irak halkýnýn Ýngiltere'ye güveni
azalmýþtý ve Ýngiltere, böyle sýkýþýk bir konumda Türkiye'ye
karþý açacaðý savaþýn nelere mal olacaðýný gayet iyi
biliyordu.
Bu durumu içeriden teþhis eden Cafer Tayyar Paþa
Ankara'nýn telgraflarýna direniyor, birliklerini inatla geri
çekmek istemiyordu. Bunun üzerine Mustafa Kemal Paþa
kendisini bizzat Ankara'ya çaðýrdý. Uzun müzakerelerden
sonra birliklerin geri çekilmesine karar verilmiþti.
Cafer Tayyar Paþa'nýn Raif Karadað'a anlattýðýna göre,
Mustafa Kemal Paþayla aralarýnda þiddetli tanýþmalar
geçmiþti. Kendisi "Musul'un Türk olduðunda ýsrar ediyor
ve boþaltma yoluna gitmek istemiyordu. Gazi ise yeni kurulan
devletin Ýngiltere'yle arasýnýn açýlmamasý ve yeni
badirelere sürüklenmemesi için Paþa'yý tahliye hususunda
sýkýþtýrýyordu."
Bu uzun ve çekiþmeli geçen müzakereler sonucunda
karar verilecek ve ancak geri çekilmeyi kabul etmeyen Cafer
Tayyar Paþa görevinden alýnarak Musul boþaltýlabilecekti.

Þimdi devam edilen ve 1926'da Musul deflerini nasýl


kapanýðýmýzý görelim.
I Raif Karadað, Petrol Fýrtýnasý. 3. baský, Ýstanbul 1979, Adak Yayýnlan,
s. 209. Karadað'ýn operasyon için verdiði 1927 tarihi hatalýdýr. Krs.
ICemal Kutay.l "1924'de Nasturi tecavüzünü bastýran Cafer Tayyar
Pasa Musul'u nasýl kurtaracaktý?". Tarih Konuþuyor. Sayý: 11. Aralýk
1964, s. 853-857. Ayrýca Cafer Tayyar Pasa ve undan anýlar için bkz.
Ytkat Tarihimiz, C. 4, s. 161 -162.
Musul defterini sadece 143 milletvekilinin
oyuyla kapatmýþtýk
Ancak anýlaþma öylesine alelacele imzalanmýþtýr
ki. Türk tarafý hiçbir konuda pazarlýk
yapmamýþ, neredeyse ingilizlerin
dikte ettiði koþullan aynen kabul etmiþtir.
Ýhsan Þerif KAYMAZ
Yani eðer bugünkü gibi salt çoðunluk, nitelikli çoðunluk
ve üçte iki gibi þartlar aransaydý TBMM'de. 6 Haziran
1926 günü Musul'un defterini kapadýðýmýz Ankara
Antlaþmasýnýn kabulü hiçbir zaman mümkün olamayacaktý.
Çünkü bir gün ünce yapýlan müzakerelerde ismet
inönü'ye karþý ciddi bir muhalefet harekeli baþ göstermiþti.
Musul'un ucuza kapatýldýðýna Ýnanan, üstelik daha
2 yýl Önce Atatürk'ün ince eleyip sýk dokuyarak seçtiði
(gerçekteyse atadýðý) TBMM'nin toplam 286 milletvekilinden
yarýsý o gün oylamaya katýlmayý reddetmiþti.
Evet, o 140 kiþi Atatürk'e ve inönü'ye raðmen oylamayý
reddetme cesaretini göstermiþlerdi. 2 çekimser ve I red
oyu vardý.
Gerçeklen de çok ilginç bir baþkaldýrýydý bu. Buraya
nereden ve nasýl gelinmiþti? Þimdi kýsaca buna bakalým.
Sýnýr Takýntýmýz
Biz Mondros. Sevr, Lozan'a sýnýrlar meselesi açýsýndan
baktýk hep. Ýþle Sevr'de sýnýrlarýmýz þu kadardý, Lozan'da
bu kadar oldu, vs. Oysa bu sýnýrlar meselesi yalnýz
baþýna ele alýnamaz ki.
Bir de Misak-ý Millî takýntýmýz var. Nedir Misak-ý Milli?
diye sorduðumuzda dilimize ilk yapýþan cevap, 'millî
sýnýrlar' oluyor. Oysa Misak-ý Millî'nin bir sýnýr meselesi
olmadýðýný, tabir caizse bir 'konsept', yani tasavvur olduðunu,
bunu belirleyecek yegane kriterin de milletin çýkarý
olarak konulduðunu bizzat Gazi Mustafa Kemal, TBMM
kürsüsünden açýkça ilan etmiþti. Buna raðmen hala Misak-
ý Milli sýnýrlarýmýzdan söz edenler oluyor. Bunlar ya
Atatürk'ü anlamýyor yahut anlamak istemiyorlar.
Kestirmeden söylersek, Sevr de, Lozan da Mezopotamya
petrolleri ve Ýngiltere'nin güvenlik algýlamalarýný tatmin
etmek içindi: daha da ötesi, kendisi sayesinde yenilgiye
uðrayan Almanya'dan boþalan alana rakibi Ýngiltere'nin
bütün pençelerini geçirmesinden rahatsýzlýk duyan
ABD'nin karþý ataðý da petrol içindi. Ýngiltere Amerika'yý
petrol bölüþüm iþine karýþtýrmamak için uðraþ veriyor,
Amerika ise dýþýnda kalmayý çýkarlarýna aykýrý görüyordu.
Bunu en iyi, Sevr'de sýnýrlarýmýz dýþýnda kalan Çölemerik'in
(Hakkari merkez) lxýzan'da sýnýrlarýmýz için alýnmasýndan,
buna karþýlýk sýnýrlarýmýz içinde kalan Musul'unu
kuzeyinden bir üçgen parçanýn, Süleymaniye ve civarýnýn
sýnýrlarýmýzýn dýþarýda kalmasýndan anlayabiliriz.
öyleyse esas mesele bizim için baðýmsýzlýk, petrol þirketleri
için ucuz enerji, emperyalizm için ise stratejik güvenlikti.
Bunun garantilenmesi ve resmileþtirilmesiydi
Lozan'daki ana dava.
Ýþte Musul konusunda 1926 yýlýna kadar süren yalpalamalarýmýzýn
kökeninde, emperyalizmin gerçekle bu
bölgede ne yapmak istediðiyle ilgili gerçeklerin zamanla
anlaþýlmasý yatmaklaydý. Gerek Lozan'da Lord Cur-
zon'un itiraf mahiyetindeki konuþmasý, gerekse Turkish
Petroleum Gompany'nin (TCP) Lozan'dan sonra ABD'yi
de ortaklarý arasýna almasý, aslýnda emperyalizmin derdinin
kuru kuruya toprak olmayýp verimli, ama yer altý serveti
bakýmýndan verimli toprak olduðunu gösteriyordu.
Musul'u verirsek Erzurum da gider
1923 Þubat'ýnda TBMM tartýþýyordu Lozan'da verilen
sözleri. Tartýþmak ne kelime, dalgalar gibi köpürüyordu
vekillerimiz. Hele Erzurum mebusu Hüseyin Avni |Ulaþ|
Bey Ýle Mustafa Durak Bey'in konuþmalarý sýnýrlarý zorluyordu.
Þöyle demiþti Hüseyin Avni Bey:
Hey'et-i Vekile |Bakanlar Kurulu) ve BMM, Misak-ý
Milli'den zerre kadar fedakârlýk ederse icah-ý namus-u
millî Ýçin (milli namusumuz için] çekilip gitmelidir." Yani
hükümetin istifasýný istiyordu. Ali Þükrü Bey ise Lord
Curzon'un bir ara gündeme getirdiði Musul topraklarýDin
bir kýsmýnýn (Sevr'de bizde gözüken topraðýn) Türkiye'ye
devredilmesi teklifinin geri çevrilmiþ olmasýný büyük
bir fýrsatýn kaçýrýlmasý olarak görüyordu. Operatör
Emin |Erkul] Bey Ýse daha korkutucu bir ihtimalden
bahsediyordu: "Musul'u verdiðimiz gün. hudut Erzurum'dur.

1926'ya geldiðimizde konuyu havale ettiðimiz Milletler


Cemiyeti'nin Musul'un Ýrak'ýn bir parçasý olduðu yönündeki
kararýnýn Ýngiltere'nin elindeki kozlarý artýrdýðýný
ve Dýþiþleri Bakanýmýz Tevfik Rüþtü Aras'ýn karþýsýndaki
kurt diplomatlarla baþa çýkmakta zorlandýðýný görüyoruz,
önce Türk Petrol Þirketi'nden hisse alýnmasý gündemdeydi.
Musul'u býraktýk, bari petrol kuyularýndan
hisse alalým anlayýþý Lozan'da Ýngilizlerin oyunuyla gündemimize
girmiþ, bu zaafýmýzý fark eden ingilizler, ekonomik
durumumuzun nasýl bir bunalým içinde bulunduðunu
gördükçe baskýlarýný artýrmýþlardý.
Sonunda Ýngilizler petrolden hisse vermek istemediklerini,
sadece gelirinden pay (royalty) verebileceklerini
belirttiler. 30 Mayýs 1926da Dýþiþleri Bakaný Aras, Ýngiltere
murahhasý Lindsay'e % 10 gelir payýna razý olduklarýný
bildirdiðinde ingilizler derin bir nefes aldýlar. Çünkü
Londra'dan kendilerine hem daha uzun vadeli, hem de
daha yüksek (% 25 gibi) bîr pay ödemeye hazýr olmalarý
söylenmiþti. 5 Haziran günü Ýngiltere ile Türkiye arasýnda
Ankara Antlaþmasý imzalandýðýnda o güne kadar Ýngiliz
aleyhtarý söylemi dillendiren Türk basýný birdenbire sesini
kesmiþti. Artýk Ýngiltere'den olumsuz bir dille söz etmek
neredeyse yasaktý.
Yine de Musul'un ucuza gittiðini düþünenler. 10 gün
sonra hiç seslerini çýkartamaz olacaklardý. Neden? dediðinizi
iþitir gibi oldum sanki. Hatýrlatayým: izmir Suikasti
giriþimi ortaya çýkartýlmýþ ve bala mýrýn kýrýn eden basýn
ve büyük Paþalar, mahkemelere ve hapishanelere doldurularak
sesleri kesilmiþti.
Musul konusunda en iyi kitaplardan birisi olduðuna
inandýðým Musul Surunu adlý çalýþmasýnda ihsan Þerif
Kaymazýn da isabetle belirttiði gibi, Musul konusunda
her þeyi kazanmamýza elbette imkân yoktu ama her þeyi
de kaybetmemiz gerekmiyordu.1
Musul'un yitirilmesi, 1926'da meclis tarafýndan tepkiyle
karþýlanmýþtý. Bugün içinde artýk bu yara. unutulup
gitti. Ama kanamaya devam ediyor. En azýndan Lozan'ýn
bir zafer olmadýðýný hatýrlatýyorsa o da bir teselli kaynaðýdýr.

1 Ali Ýhsan Kaymaz. Musul Sorunu, Ýstanbul 2003. Otopsi Yayýnlarý.


8ý yýl sonra Musul'a girmek!
DP Genel Baþkaný Mehmet Aðar'ýn 22 Temmuz. 2007
seçim bildirgesini okudunuz mu bilmem. Ben okudum ve
þaþýrmadým desem yalan doðrusu. Aðar 3 yýldýr Irak'la yaþanan
istikrarsýzlýk ve bölünme sürecine dikkat çektikten
sonra þunlarý demiþ:
Ýþbirliði giriþimlerimiz sonuçsuz kalýr ve Irak bölünme
tehdidinden kurtulamazsa. Türkiye tek baþýna hareket
edecek ve 1926'da o günün þartlarýnda kabul etmek zorunda
kaldýðýmýz Ankara Anlaþmasý'ndan çekilecektir.
Cesur bir çýkýþ gerçi ama sanki bu ifadeleri bir yerden
hatýrlar gibiyim. Durun bakalým, nerden? Notlarýmý karýþtýrýnca
gördüm ki. geçtiðimiz Þubat ayýnýn 8'indc eski Dýþiþleri
Bakaný Abdullah Gül Washington'da Alman Marshall
Fonu ile SETA tarafýndan düzenlenen toplantýnýn
açýlýþýnda þunlarý söylemiþ Musul'la ilgili olarak: "1926'da
Musul'u verirken tek bir Irak'a verdik. Karþýmýzda tek bir
Irak görmek istiyoruz." Açýklamanýn 'tam zamanýnda' yapýldýðýný
belirten bir uzman. Gül'ün "Biz Musul'u bu þartlarda
verdik. Þartlar deðiþirse tekrar durumu gözden geçirebiliriz.
Türkiye bölgeye yönelik harekete geçebilir" mesajýný
verdiðini kaydetmiþ [Zaman, 10 Þubat 2007).
Yaþar Nuri hoca da...
Gazetelere bakýlýrsa Gül'ün açýklamasýnýn 20 gün Öncesinde
Yaþar Nuri Öztürk TBMM'de düzenlediði basýn
toplantýsýnda daha da 'ileri' giden laflar etmiþ. Beraberce
okuyalým:
Irak devleti bölünür ve Kuzey Irak'ta baðýmsýz bir Kürt
devleti kurulmasý giriþimleri baþlarsa (ki baþlamýþtýr):
Türkiye 1926 Ankara Anýlaþmasý ve bu antlaþmayý teyit
eden diðer antlaþmalara taraf olan Irak devleti ortadan
kalktýðý için Kuzey Ýrak'taki egemenlik hakkýna tekrar sahip
olur.
Þanlý Musul açýklamalarýný geçmiþe doðru izlemeyi
burada keselim, zira yine 1926'mn kapýsýna dayandýk. En
iyisi, geri dönmeyip orada biraz kalalým. Bakalým ne ilginçlikler
yaþanmýþ. Tafsilatý uzun süreceði için Kaymaz'ýn
çalýþmasýndan maddeler halinde özetleyeceðim
notlarýmý.
1.
Misak-ý Millî sýnýrlarý içinde olduðunu söylediðimiz
Musul iþini Lozan'da ingilizlerle çözemedik ve
erteledik; Meseleyi ingilizlerle 9 ay içinde halledemezsek
þimdiki BM'in ilk þekli olan Milletler Cemiyeti
Konseyi'nin hakem olarak karar vermesini isteyecektik.
Oysa bu kurumun 'hakemlik' yapmak
gibi bir görevi yoktu. Üstelik bunu ingiliz I.ordu
l'armoor bile parlamentoda bizim dýþiþleri mensuplarýndan
daha kuvvetli delillerle savunmuþtu.
2.
25 Aralýk 1925'de Ankara'da savaþ rüzgârlarý esiyordu.
Yüksek Askeri Þura toplanmýþ, Ýngiltere'nin
Musul meselesine yaklaþýmýný ve olasý bir savaþta
Sovyetler Birliði'nden saðlanabilecek desteði deðerlendiriyordu.
Ancak toplantýdan Musul'a sýcak
müdahaleden kaçýnýlmasý kararý çýkmýþtý.
3.
Konseyin Musul'u Irak'a býrakma kararý Lozan dahil
Türk diplomasisinin yenilgisi anlamýna geliyor
du ve þuradan 3 gün sonra Dýþiþleri Bakaný Tevfik
Rüþtü (Aras), Ýngiliz temsilcisi Lindsay'e, oyuna
geldiklerini, kendilerinin Konsey'i arabulucu olarak
gördüklerinden, oysa hakemlik rolüne soyunduðundan
þikayet ediyordu.
4.
9 Ocak 1926'ya geldiðimizde TBMM'de konuþan
Aras, Musul'un elden gittiðini bile bile Konseyi
suçluyor ve sahte bir sesle haykýrýyordu: "Musul vilayeti
üzerindeki Türkiye'nin egemenlik haklarýndan
hiçbirisi askýya alýnmamýþtýr. Tamamýyla
mahfuzdur." Konuþmasýnýn 'bravo' sesleri ve alkýþlarla
kesildiðini biliyoruz.
5.
Sadece 4 gün sonra Ýngiltere, Irak ile yeni bir antlaþma
imzalayarak iþgalini sözde Irak devletinin rýzasýna
baðlamýþ görünüyordu. 11 Mart 1926 da
MC Konseyi, antlaþmayý onaylayýnca Türkiye bir
darbe daha yemiþ oluyordu.
6.
17 Nisan'da baþlayan Ankara görüþmelerinde Türkiye
artýk Musul üzerindeki toprak taleplerinden
söz etmeden üç þey istiyordu: Bir dostluk antlaþmasýnýn
imzalanmasý, Brüksel Haiti'nin güneyinde
kalan topraklarýn Ýngiltere yerine "kendi kendini
tam olarak yönetebilen bir devlet" olarak Irak'a býrakýlmasý
ve Irak petrolünden Türkiye'ye pay verilmesi.
Taleplerimiz makul seviyelere inince Lindsay'in
gözleri parlýyordu.
7.
Lindsayin dikkatini bir nokta çekmiþti. Türkiye
toprak taleplerinden herhangi bir karþýlýk beklemeden
bütünüyle vazgeçmeye hazýrdý. Nitekim
Türkiye'nin içinde bulunduðu þartlar aðýrlaþmýþ,
Þeyh Said Ýsyaný elindeki kozlarý zayýflatmýþtý.
Bundan sonra artýk mesele petrol geliri üzerinde
düðümlenebilir ve Türkiye eski topraðýndan çýkacak
petrolün pek az bir geliriyle Musul'dan saf dýþý
edilebilirdi.
a 111n ç a ð efsanesi 51
8.
5 Haziran'da imzalanan antlaþmayla Musul elimizden
çýkmýþtý ama hazmý hiç de kolay olmamýþtý.
Ertesi günü toplanan CHP grubunda ateþli tartýþmalar
yapýlmýþ, sonraki gün ise TBMM antlaþmayý
onaylamýþtý. Ancak sanýldýðý gibi ittifakla filan
deðil, 286 milletvekilinden yalnýzca yarýsýnýn
katýlýmýyla toplanan mecliste 2 red, 1 çekimser oya
karþýlýk, salt çoðunluðu bile tutturamayan 140 vekilin
oyuyla Musul defteri kapatýlmýþ, Türkiye,
Türkmenlerin azýnlýk haklarýný dahi kabul ettiremeden
egemenlik haklarýndan 25 yýllýk petrol geliri
karþýlýðýnda tamamen vazgeçmiþti.1
(Bir not olarak belirtelim ki, bu 25 yýllýk sürede düzenli
ödeme yapýlmadýðýndan bir kaç yýllýk petrol alacaðý hâlâ
vardýr ama Irak'la imzaladýðýmýz Baðdat Paktý'na zarar
vermemek için Adnan Menderes Türkiye'nin bu hakkýný
kurcalamak istememiþ ve böylece Musul konusunda bir
geri adým daha atýlmýþ oldu.1)
Görüldüðü gibi siyasilerimizin tutturabildikleri tek
nokta, topraklarýn "kendi kendini tam olarak yönetebilen
bir devlet" olarak Irak'a býrakýlmýþ olmasýdýr. Görüþmelerde
bizim teklifimiz olarak geçen bu ifadeden bir þey çýkar
mý, bilmiyorum. Ama þunu unutmayalým: Ankara
Antlaþmasý'nda bu madde yer almýyor. Sadece antlaþmanýn
"Irak'ý müstakil bir devlet... tanýyarak" yapýldýðý kaydý
var.
Öyleyse?
Nevin Coþar, "Musul petrollerinden Türkiye bütçesine gelen paralar",
Toplumsal Tarih, Sayý: 38, Þubat 1997, s. 15-16.
52
efsaneler ve gerçekler
Saltanatýn kaldýrýlmasýnda Atatürk'ün rolü

Neden üþürüz Ýnkýlap Tarihi derslerinde? Ya da þöyle


soralým: Genel olarak tarih dersleri hep sýkýcý olmak zorunda
mýdýr? Kabahat hocalarýmýzda mý yoksa kitaplarda
mýdýr? Yoksa hepimiz mi suçluyuz?
Tekrarlana tekrarlana bilgiler þablonlaþmýþ, derslere
mekanik bir anlatým tarzý hakim olmuþtur. Oysa bir imparatorluðun
bünyesinden ulus-devlete geçilirken ne
amansýz alt üst oluþlar yaþanmýþ, hangi yaman badireler
atlatýlmýþ, devrimleri yapanlarýn olduðu kadar ona maruz
kalanlarýn beyinleri de bu yeni düzene hangi zorlanmalarla
intibak etmiþtir?
Neresinden baksanýz son derece ilginç bir dönem.
Düþünün, daha harf devriminin sosyal psikoloji açýsýndan
doðru dürüst bir incelemesi yapýlamamýþtýr. Halbuki
sýrf bu 'olay' bile, sosyal bilimcilerimiz için ne paha biçilmez
bir kaynaktýr, bilsek.
Gelin bugün iyi bildiðimiz bir olayý mercek altýna tutalým.
Saltanatýn kaldýrýlmasý nasýl gerçekleþti?
Prof. Suna Kili'nin Türk Devrim Tarihi'ne bakarsanýz,
saltanatýn kaldýrýlmasý Atatürk devrimlerine dahildir.1
(Þimdi birileri kalkýp 'deðil midir?' demezsin sakýn. Öyle
altýnçað efsanesi 53
olup olmadýðýný göreceðiz.) Prof. Kili'ye göre saltanatýn
kaldýrýlmasý "ulusal eylemin", yani milli mücadelenin ve
1921 anayasasýnýn "doðal sonucudur". Nedenmiþ efendim?
Çünkü anayasanýn kabulünden 21 ay, 12 gün sonra
TBMM saltanatýn kaldýrýlmasýný gündemine almýþtýr. Yani
daha önce veya daha sonra gündemine alsaydý bu 'doðal
sonuç" ortaya çýkmayacak mýydý sayýn hocam?
Neyse, geçelim, çünkü daha ilk adýmda sonuç ile nedenin
mutlaka zamansa! olarak öncelik-sonralýk sýrasýyla
açýklanamayacaðýna dair Gazali ve Hume'un söylediklerine
sarkma riski belirdi, onun için itirazlarýmý burada kesiyorum.

Siz de sýkýldýnýz, biliyorum. Lakin bu iþ böyle. Önümüzdeki


metinleri redakte ederek gideceðiz doðruya.
Nerde kalmýþtýk? Ha, evet, TBMM saltanatýn kaldýrýlmasýný
gündemine almýþtý. Sonra gündemle ilgili önerge
üzerinde uzun tartýþmalar olmuþ, padiþahý tutan milletvekilleri
karþý çýkmýþlar, nihayet önerge "Mustafa Kemal
ve sekseni aþkýn milletvekilince imzalanmýþ". Konunun o
tarihte gündeme gelmesine ise Ýstanbul'dan Sadrazam
Tevfik Paþa'nýn Lozan'a birlikte katýlma isteði neden olmuþ.
Sonra? "Bu davranýþ iyi deðerlendirilmiþ, saltanatçý
milletvekillerine karþýn saltanatýn kaldýrýlmasý oybirliðiyle
kabul edilmiþtir."
Profesörümüze göre bu oybirliðini saðlamak da öyle
kolay olmamýþtýr. Önerge ve "diðer önergeler" komisyonlarda
görüþülürken tartýþmalar uzamýþ, saltanatçý vekiller
hilafet ve saltanatýn ayrýlmasýnýn sakýncalar yaratacaðýný
ileri sürmüþler. Ne güzel, demokratik bir tartýþma diyebilirsiniz
ama yok. Suna haným bu çok seslilikten hiç mi hiç
hoþnut deðildir. "Sonunda karar gene Mustafa Kemal'in
yerinde uyarýsý ve karþýtlarýn gözünü korkutmasýyla alýnabilmiþtir."

Yazar Mustafa Kemal'in komisyonda neler dediðini de


aktarýyor bize: "Burada (yani komisyonda) toplananlar,
54 efsaneler ve gerçekler
Meclis ve herkes sorunu doðal bulursa, sanýrým ki uygun
olacaktýr. Yoksa, yine gerçek, yöntemine göre saptanacaktýr;
ama belki bir takým kafalar kesilecektir."
Bu 'kesin, kararlý, inançlý' çýkýþ karþýsýnda herkes susmuþ,
hatta Hoca milletvekillerinden Mustafa Efendi'nin
ünlü (!) "Baðýþlayýnýz efendim; biz sorunu baþka bakýmdan
ele almýþtýk; açýklamalarýnýzdan aydýnlandýk" cümlesi
bu sert çýkýþ üzerine söylenmiþ. Bunun üzerine komisyon
önergeyi benimseyerek genel kurula göndermiþ ve
ayný gün 1 Kasým 1922'de 2. oturumda kabul edilmiþtir.
Demokrasiye demokrasi dýþý müdahalenin, bir nevi
sert bir muhtýranýn sözünü etmesine raðmen Prof. Ki-
li'nin Mustafa Kemal'in sözünü oldukça haklý ve yerinde
bulmasý ilginçtir. Devrimler yapýlýrken bu örnekler olaðan
görülmelidir. Yine de hep böyle korkutarak bir yere
varýlamayacaðýnýn bilincindedir hocamýz. Her adýmda
"gerekirse bazý kafalar kesilecektir" demenin demokratik
bir anlayýþla baðdaþmayacaðýnýn, sýk sýk tekrarlandýðý zaman
olumsuz tepkilere yol açabileceðinin farkýndadýr. Ýþte
bunun için yapýlacak þey, yine demokrasiye dýþarýdan
müdahale edilip meclisteki çatlak seslerin temizlenerek
yeni bir meclisin kurulmasýdýr. Bu kaçýnýlmazdýr.
Bu geniþ aktarmayý, Prof. Kili'nin tarih bilgisi ve yorumunu
kesmeden vermek ve inkýlap tarihi kitaplarýmýzýn
içinde yüzdüðü mekanik ve sýð bilgi yýðýnýný bütün halinde
göstermek amacýyla yaptým.
Ýyi güzel de, neye itiraz ediyorum? Nedir beðenmediðim
ya da eleþtirdiðim taraf bu metinde?
Bir kere hatalar.
1.
Önerge veya önergeler sanki Mustafa Kemal tarafýndan
verilmiþ gibi gösteriliyor. Halbuki Nýýtýýk'td
bile kendisi, "...bir takrir (önerge) hazýrlandý. Sekseni
mütecaviz arkadaþa imza ettirildi. Bu takrirde
benim de imzam vardýr" diyor, yani saltanatýn kaldýrýlmasý
için hazýrlanan önergenin kendisi harialtýnçað
efsanesi 55
cinde hazýrlandýðýný bizzat kendi aðzýyla kabul ediyor.
Hatta ben hazýrladým bile demiyor, "benim de
imzam vardýr" diyerek aslýnda bunu ilk düþünenin
kendisi olmadýðýný itiraf ediyor.
2.
Meclise o gün üç önerge verilmiþtir. Verenler arasýnda
ikinci gruba, yani muhaliflere ait olanlar da
vardýr. Mecliste padiþahlýðý tutanlar olduðu kadar
saltanatla beraber hilafeti de kaldýralým diyecek kadar
ileri gidenler vardý. Ama bu kadar ileri gitmek o
aþamada sakýncalý bulunduðu için hilafet bir süre
daha kalmýþ, hilafetli Cumhuriyetimiz yaklaþýk 16
ay daha devam etmiþti. Bir de þunu düzeltelim ki,
Rauf Orbay gibi karþý çýkanlarýn bir kýsmý, hilafetle
saltanatýn ayrýlmasýna karþý çýkýyorlardý, saltanatýn
kaldýrýlmasýna deðil. Bu önemli ayrým atlanýyor.
3.
Peki oybirliðiyle kabul edilmesinden bahsediyorsunuz
da, o gün kaç milletvekilinin meclise geldiðinden
neden söz etmiyorsunuz? Üstelik madem bu
kadar yaygýn bir oybirliði vardý, saltanat neden ilk
turda deðil de ikinci turda kaldýrýlabildi? Bunun
açýklamasý nerede? Çünkü ilk oylamada gerekli çoðunluk
mevcut deðildi. Bütün uyarýlara raðmen oylamaya
sadece 136 milletvekili katýlmýþ, 132 kabul,
2 red, 2 çekimser oy çýkmýþ, karar yeter sayýsý bulunamayýnca
ertesi günkü 2. tura býrakýlmýþtý. (Kili'nin
dediði gibi 2. oylama ayný gün yapýlmamýþtýr.)
Uzatmaya gerek yok. Anladýnýz. Ýnkýlap tarihlerimizin
neden sýð ve yavan olduðuna bir misal daha vermiþ olduk.
Merak edenler olmuþtur diye, ilk önergeyi verenin Dr. Rýza
Nur olduðunu söyleyerek noktalayalým bahsi.
1 Suna Kili, Türk Devrim Tarihi, 2. baský, Ýstanbul 1982, Tekin Yayýnevi,
s. 149-151.
5 6
efsaneler ve gerçekler
23 Nisan þehit yetimlerinin bayramýydý!
23 Nisan her yýl olduðu gibi bu yýl da,... Alýþveriþ Merkezleri'nde
unutulmaz geçecek... Çocuklar hayalini kurduklarý
birbirinden farklý masal kahramanlarýnýn büyülü
dünyasýnda unutulmaz bir gün geçirecekler. Düzenlenecek
kýyafet balosunda masal kahramanlarý gibi giyinecek
olan çocuklar, çevre okullardan gelecek çocuklarýn oyun
ve gösterileriyle de tadýna doyulmaz anlar yaþayacaklar...
Elektronik posta kutuma düþen bu ilginç duyuruyu
okuduðumda ister istemez Sabiha Zekeriya Sertel'in Resimli
Ay dergisindeki 80 küsur yýllýk yazýsýna uzandý hafýzamýn
kollarý. Ne diyordu orada Sabiha Zekeriya Haným?
Beraber okuyalým:
Ben unutulan çocuklarý hatýrladým. 23 Nisan vesilesiyle
parklarda, müsamerelerde hemcinsleri olan çocuklarý eðlendirirken
onlarý sabahtan akþama kadar bir parça kuru
ekmek için, hatta patronundan dayak yiyerek domuz gibi
istismar edildiklerini hatýrlatmak istedim. 23 Nisan çocuklarý
eðlendirmek günü deðildir. Himaye-i Etfâl'in (Çocuk
Rsirgeme Kurumu'nun] yaptýðý programý yanlýþ tatbik
edenler, bunu bir eðlence günü kabul ettiler... 23 Nisan
açlarýn, hastalarýn, iþte çalýþan çocuklarýn günüdür.
Onlarýn dertlerinin konuþulacaðý gündür.
altýnçað efsanesi 57
Yerden göðe hakký var.
Gelin görün ki, ne Sabiha Zekeriya hanýmýn bu anlam

lý ve ýsýrýcý mesajlarla dolu yazýyý yazdýðý 1930 yýlýnda, ne


de daha sonralarý iþin bu boyutu gündeme getirilmiþ,
adeta 23 Nisan'ýn çocuk bayramý yapýlmasýndaki ana ge

rekçe dikkatlerden bilinçli bir þekilde kaçýrýlmýþtýr.


Þahsen çocukluðumda 23 Nisan törenlerine hiç katýlamadým.
Neden mi? Yok caným, telaþlanmayýn hemen;
ideolojik bir gerekçesi yoktu bunun. Milyonlarca Anadolu
çocuðu gibi ailemin bayramlar için gerekli yeni kýyafete
sarf edecek parasý olmadýðý için katýlamazdým 23 Nisan
törenlerine. Buna mukabil ben de geçit resimleri yapýlan
caddenin bir kenarýnda durur, bizim okulun geçmesini
bekler, içim burularak arkadaþlarýmý gizlice seyrederdim.
Ne var ki, yýlýn en güzel giyinmiþ okulu yarýþmasýnýn,
en þýk ve güzel kýzýn seçildiði "Vali Kýzý" makamýnýn, hali
vakti yerinde ailelerin okuduðu okullarý nasýl bir gösteriþ
yarýþýna ittiðini bugün daha iyi deðerlendirebiliyorum.
Prenses tuvaletleri, kelebekler vs. o günlerden aklýmda
kalan sevimli enstantaneler. (Hatta bir de fotoðrafçý faslý
vardý bayramlarýn ki, þimdilerde unutulmuþtur: Dükkân

larýn önüne asýlan bayram fotoðraflarý arasýnda kendisini


bulmaya çalýþanlarý seyretmek de ayrý bir keyifti laf ara

mýzda.)
Hatýralardan gerçeðe dönersek, 23 Nisanlar o gün bu

gündür þýk ve pahalý kýyafetler anlamýna gelmektedir. Pe

ki hiç düþündük mü nedendi 23 Nisanlarda özellikle o pa

halý, alýmlý ve þýk kýyafetlerin giyilmesi?


Bunun sebebini ben yýllar sonra el yordamýyla bul
dum. Bulduðum gerekçe, aslýnda 23 Nisan'ýn neden "ço

cuk bayramý" yapýldýðýný da açýklýyordu.


Öncelikle belirtelim ki, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin
açýlýþýnýn birinci yýldönümü, Kurtuluþ Savaþý þartlarýnda,
23 Nisan 1921 günü törenlerle kutlanmýþtý ya, o sýralar
adý henüz bayram deðildi. (23 Nisan'ýn Millî Haki

58 efsaneler ve gerçekler
miyet Bayramý yapýldýðý kanun TBMM'den 2 Mayýs
1921'de, yani bayramdan 10 gün sonra çýktýðý için o yýl
"23 Nisan tezahüratý" denilmiþti kutlamalara. At yarýþlarý
filan düzenlenmiþti çocuklar yararýna. Hele "çocuk bayramý"
hiç deðildi. Ýlk 23 Nisan Bayramý bu yüzden 1822'de
kutlanacaktýr ama adý henüz "çocuk bayramý" deðildir. 23
Nisan'ýn "çocuk bayramý" olabilmesi için tastamam 8 yýl
daha beklememiz gerekecektir.
Araþtýrmacý-yazar Necdet Sakaoðlu'nun bir araþtýrmasýnda1
dile getirdiði gibi, 23 Nisan Çocuk Bayramý öncelikle
çocuk Esirgeme Kurumu'nun, o zamanki adýyla
Himaye-i Etfal Cemiyeti'nin gayri resmi, yani sivil bir etkinliði
olarak karþýmýza çýkýyor.
Ýlk kez 1929 yýlýnda Kurumun, kendi örgütüne bir genelge
gönderdiðini ve bu genelgede 23-29 Nisan günlerini
"Çocuk Haftasý", haftanýn ilk günü olan 23 Nisan'ý da
resmi bayram olan "Hakimiyet-i Milliye Bayramlýna paralel
olarak "Çocuk Bayramý" ilan ettiðini görürüz. Ancak
burada dikkat etmemiz gereken nokta, bu bayramýn resmi
bir bayram olmayýp bir hayýr kurumunun yardým toplama
kampanyasý olarak baþlamýþ olmasýdýr.
Nitekim ilk defa 1929 yýlýnda Ankara'daki Çocuk Esirgeme
Kurumu'nun önünde toplanan çocuklar otomobil
ve otobüslere bindirilerek Çankaya'ya götürülmüþ ve köþkün
bahçesine gelen bir grup çocuk Cumhurbaþkaný Gazi
Mustafa Kemal'i selamlamýþlardýr. O akþam üstü verilen
çay ziyafeti ve çocuk balosuna baþta Gazi, Baþbakan
Ýsmet Ýnönü ve TBMM Baþkaný Kâzým Özalp olmak üzere
devlet erkânýnýn katýldýðý, hatta bazý çocuklarýn "piyesli,
monologlu, marþlý, þiirli, danslý çok zengin bir müsamere
programý" sergilediklerini biliyoruz.
Bu çocuklar arasýnda bir isim özellikle dikkatimizi çekiyor:
Ýsmet Ýnönü'nün büyük oðlu Ömer Ýnönü. "Anneciðim"
ve "Bahane" baþlýklý þiirler okumuþ olan küçük
Ömer'den sonra çocuklar kelebek, saat, zeybek ve Azer

altýnçað efsanesi 59
23 Nisan hiç böyle yorumlanmamýþtý. (Karagöz dergisi, 22 Nisan 1948)
baycan danslarý sergilemiþler, Gazi Paþa çocuklarýn baþýný
okþamýþ ve daðýtýlan oyuncaklarla gösteriler sona ermiþtir.
Peki bu ayrýntýlarý niye aktardým?
Amacým, Çocuk Esirgeme Kurumu'ným özellikle þehit
ve gazi çocuklarýnýn, genelde ise fakir ve eðitimsiz çocuklarýn
durumuna, daha doðrusu dramýna dikkat çekmek ve
yardým toplamak maksadýyla baþlattýðý bir sivil etkinliðin
nasýl daha ilk hamlede devlet adamlarýnýn çocuklarý için
bir þov malzemesi haline getirildiðine ve asýl amacýndan
nasýl hýzla uzaklaþtýrýldýðýna iþaret etmekti.
60 efsaneler ve gerçekler
Asýl gayesi fakir çocuklarýnýn sevindirilmesi ve bir defalýðýna
da olsa yeni elbiselerle donatýlmasý olan bu sivil
bayramýn resmi kadronun katýna ulaþýr ulaþmaz nasýl kolayca
amacýndan saptýðýna tanýk oluyoruz burada bir kere
daha. 23 Nisan çocuk bayramlarýnda illerde vali ve daire
müdürleri ile zengin kesimlerin kendi çocuklarýný süsleyip
püsleyip bayram kortejlerine katmalarýnýn, renkli ve
göz alýcý balolara götürmelerinin ülkenin genelinde hüküm
süren aþýrý yoksulluðun çocuk özeline yansýyan aðýrlaþmýþ
sorunlarýna ne kadar duyarsýz kaldýklarýný göstermiyor
mu? Fakir, kimsesiz, öksüz, yetim, hastalýklý, sakat,
okula gitme imkâný bulamayan, aðýr ve saðlýksýz iþlerde
karýn tokluðuna çalýþtýrýlan çocuklarýn sorunlarýna eðilmek
için paha biçilmez bir fýrsat olan bu bayram, zengin
çocuklarýnýn birbirleriyle yarýþtýðý bir üst düzey yönetici
kadro arasý gösteriþ rekabetine dönüþtürülmüþtür.
Ýþte Sabiha Zekeriya'nýn yukarýda alýntýladýðým sözleri
tam bu çarpýklýðýn üzerine dökülen tuzruhu gibi bir etki
býrakmýþ olmalýdýr. Sesini birileri duydu mu? Emin deðilim.
Duymuþlarsa bile "komünistlik" yaptýðý kanaatine
varmýþ olmalýdýrlar. O da vatan hainliðiyle eþ anlamlýdýr
kimilerinin gözünde.
Sabiha Zekeriya Haným "Ben unutulan çocuklarý hatýrladým"
diyordu o yazýsýnýn bir yerinde ve þöyle devam
ediyordu:
23 Nisan vesilesiyle parklarda, müsamerelerde hemcinsleri
olan çocuklarý eðlendirirken onlarý sabahtan akþama
kadar bir parça kuru ekmek için, hatta patronundan dayak
yiyerek domuz gibi istismar edildiklerini hatýrlatmak
istedim.
Resimli Ay'ýn bir baþka sayfasýnda "Memleketin üvey
evlatlarý" baþlýðýyla karþýmýza çýkan yazý da 23 Nisanlarda
asýl hatýrlanmasý gereken çocuklarýn kimler olduðuna,
yani sorunun özüne ýsýrýcý bir dille parmak basýyordu. Þu
satýrlarý okuyoruz beraberce:
altýnçað efsanesi 6 1
Çocuk Haftasý. Çocuk Bayramý... Bunlarýn hepsi güzel,
bunlarýn hepsi faydalý, bunlarýn hepsi cazip, fakat çýplak
ayaklarla taþlar üstünde koþan, öldürücü ve murdar han
odalarýnda yatan, ekmekten baþka gýda namýna hiçbir þey
bilmeyen, mektep görmeyen, hasta ailesine bakmak için
sabahtan akþama kadar didinen, çalýþan, hýrpalanan yavrucaklar!
Çocuk balolarýndan, çocuk eðlencelerinden size
ne fayda var?
1929'dan bugüne gelirsek; Yeni Aktüel dergisinin 1925
Nisan 2007 tarihli 93. sayýsýndaki bir haberde dile getirildiði
gibi "23 Niþansýz çocuklarým dertlerine derman
olacak bir etkinlik göremeyeceðiz ne yazýk ki. Sokak çocuklarý
yine ortada; 1 milyona yakýn çalýþan çocuðun hali
pür-melâlleri nurtopu gibi kollarýmýzda; kýrsal kesimde
yaþayan çocuklarýn yüzde 40'ý yoksullukla karþý karþýya;
bin bebekten 29'u bir yaþýna eriþemeden ölüyor; yarýsý
tam olarak aþýlanamýyor, yani göz göre göre ölüme davetiye
çýkarýyoruz; öte yandan kýz çocuklarýnýn dörtte biri
okuyamýyor, þehit çocuklarý yine cenaze fotoðraflarýndan
fýþkýrýyor, vs.
Bütün bu çocuk sorunlarý içerisinde boðulurken, 23
Nisanlarý neden onlarýn sorunlarýný gündeme taþýmak
için sivil bir forum olarak deðerlendirmiyoruz da, hâlâ
varsa yoksa dans ve kýyafet saplantýsý içindeyiz? 1929'daki
yöneticilerin düþündüðü o inceliði biz bugün neden
gösteremiyoruz?
Kutlanacak olan 23 Nisanlar bize biraz da bu acý gerçekleri
derin derin düþündürmeli deðil midir?2
1 Necdet Sakaoðlu, "Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramý'nýn tarihinden",
Toplumsal Tarih, Sayý: 52, Nisan 1998, s. 4-12.
2 23 Nisan ile ilgili daha geniþ bilgi için bkz. Küller Altýnda Yakýn Tarih
(Ýstanbul 2007, Timaþ).
62 efsaneler ve gerçekler
Teneffüs
23 Nisan'lar ne hale geldi?
"23 Nisan her yýl olduðu gibi bu yýl da, M1 Merkez Alýþveriþ
Merkezleri'nde unutulmaz geçecek... Çocuklar hayalini
kurduklarý birbirinden farklý masal kahramanlarýnýn büyülü
dünyasýnda unutulmaz bir gün geçirecekler. Düzenlenecek
kýyafet balosunda masal kahramanlarý gibi giyinecek olan çocuklar,
çevre okullardan gelecek çocuklarýn oyun ve gösterileriyle
de tadýna doyulmaz anlar yaþayacaklar...
M1 Merkez Alýþveriþ Merkezleri 23 Nisanlarý çocuklar için
unutulmaz kýlmaya devam ediyor. Çocuklarýn hayal dünyalarýný
süsleyen, yalnýzca masal kitaplarýnda okuduklarý bir dünyaya
1 gün için de olsa adým atmalarýný isteyen M1 Merkez
Alýþveriþ Merkezleri benzersiz bir Kýyafet Balosu düzenliyor.
Çocuklarýn doyasýya eðlenecekleri bu günde çevre okullardan
gelecek minikler de gösteri ve oyunlarýyla günün keyfine
keyif katacaklar.
M1 Merkez Alýþveriþ Merkezleri, 23 Nisan'ýn yalnýzca Türkiye'de
yaþayan çocuklara deðil tüm dünya çocuklarýna ve
çocuklarýn mutluluðuna adandýðý ilkesinden yola çýkmaktadýr.
Bu nedenle M1 Merkez, baloya katýlan çocuklara, dünyanýn
farklý ülkelerinde yaþayan ve bambaþka hayatlar süren
çocuklarý da tanýtmayý istemektedir. Bu amaçla hazýrlanan
görsellerle, M1 Merkezleri dolduran çocuklara, dünyanýn 7
farklý ülkesinde yaþayan (Alman, Amerikalý, Brezilyalý, Senegalli,
Çinli, Ýspanyol, Hintli) çocuklarýn kültürlerinin ve hayallerinin
kapýlarý ardýna kadar açýlacak..."

altýnçað efsanesi 63
Atatürk, usta karikatürcüye ne demiþti?

Recep Tayyip Erdoðan'ýn ilk iktidar dönemine damgasýný


vuran tartýþmalardan biri de 'karikatür kriziydi. Baþbakan'ýn
bir mizah dergisinde karikatürünü yapan kiþiyi
mahkemeye verip mahkûm ettirmesi, onun eleþtiriye tahammülsüzlüðüne
yorulmuþtu kimi çevrelerce. Ne var ki,
yakýn tarihe dikkatle bakýldýðýnda býrakýn Erdoðan gibi
hukuk yoluyla hakkýný aramayý, karikatürcünün mesleðinin
satýn alýndýðý olaylar bile yaþanmýþtýr.
Meþrutiyet yýllarý bir çok sanat dalý için olduðu gibi
karikatür için de bulut toplama yýllarý. Hele Otuzbir
Mart'ýn ardýndan II. Abdülhamid tahttan indirildikten
sonra padiþahlar bile eleþtiri konusu olabilmiþtir mizah
dergilerinde.
Ýþte Cemil Cem Meþrutiyet döneminin parlattýðý en
deðerli çizerlerden biriydi. O, karikatür sanatýmýza yeni
bir hamle getirmiþti. Zengin bir Batý kültürüne sahip olan
ve Dýþiþleri Bakanlýðý'nda çalýþtýðý yýllardan edindiði renkli
birikime yaslanan Cem, kesintisiz eleþtiri olarak koymuþtu
yürüdüðü yolun adýný. Ancak eski sultan Abdülhamid'i
eleþtirirken kendisini alkýþlayan eller, sanatçýnýn
oklarý kendilerine yönelince yumruklaþýverecekti. Böylece
siyasî hayatýmýzda karikatürist ile iktidar arasýndaki bi

64 efsaneler ve gerçekler
Cem'in kendi eliyle yaptýðý karikatürü ve Feyhaman Duran'ýn fýrçasýndan bir
tablosu (saðda).
timsiz mücadelenin odak noktalarýndan birisi olacaktýr
Cem.
Nihayet Ýttihatçýlarýn baskýlar sonuç verecek ve karikatürist
Cemil Cem, 1908'dc çýkarmaya baþladýðý Kalem
ve Cem-Djem adlý dergilerinin kepengini on yýl sonra,
1918'de indirmek zorunda kalacaktý. Bundan sonra Cem
için uzun bir suskunluk dönemi baþlar.
Bir öfkeye mahkûm...
Bu sessiz dönem, Cumhuriyet kurulduktan sonra son
kez bozulacaktýr, önce Güzel Sanatlar Akademisi'nde
müdürlük yapan Cem, 1926'da yeniden çýkarmaya baþlar
dergisini. Yine dilini, pardon elini tutamamakta ve Cumhuriyet
hükümetlerinin olumsuz icraatýný ýsýrýcý zekâsýyla
eleþtirmektedir. 1927 Aralýk'ýna geldiðimizde Cem'in dergisini
nihai olarak kapattýðýný, kapatmakla da kalmayýp
karikatür çizmeyi dahi býraktýðýný göreceðiz.
Orhan Koloðlu Türkiye Karikatür Tarihi adlý eserinde
Cem'in karikatürü býrakmasýný, "bir karikatürü yüzünden
bir yýl hapse mahkûm oldu. Sonunda mesleðini býrakmayý
yeðledi" þeklinde aktarmaktadýr.1 Baþka kaynaklarda
ise Yavuz zýrhlýsýnýn tamirinin uzamasý nedeniyle çizdiði
altýnçað efsanesi 65
Ayný zamanda ressam olan Cem'in bir çalýþmasý: Akademi hocalarý.
bir karikatürün Bayýndýrlýk Bakaný Recep Peker'i öfkelendirdiði
ve baskýlara dayanamayan sanatçýnýn karikatürü
býraktýðý yazýlýdýr.
Ne varki bu, Cem'in suskunluðunun yarý resmi açýklamasýdýr.
Ancak olayýn resmi belgelere yansýmayan yüzü
çok daha ilginç ve karmaþýk bir hikâye sunar bize.
Bu gayrý resmi bilgiyi, sanatçýnýn oðlu Mehmet Cem'e
borçluyuz. Karikatürist Semih Balcýoðlu'nun Tarih ve
Toplum'daki bir yazýsýndan öðrendiðimize göre, Cem'in
susuþunda Atatürk birinci dereceden etkili olmuþtur. Oðlu,
Balcýoðlu'na þöyle anlatmýþtýr bu ilginç olayý:
Cumhuriyet'in kuruluþundan kýsa bir süre sonra, Atatürk,
babamý Ankara'ya çaðýrýr. Padiþahlýk devrinde yapmýþ olduðu
üstün karikatürlerinden dolayý kutlar ve her Türk gibi,
"Benim de karikatür deyince aklýma Cem gelir" ve her
zamanki nezaketiyle babama, "Artýk karikatür çizmeyin,
geçmiþ dönemde çok baþarýlýydýnýz, bundan böyle istanbul'a
hizmet ediniz, sizi Þehir meclisine üye atadýk. Engin
sanat kültürünüzden Ýstanbul þehri yararlansýn", der. Bu
konuþmadan sonra Çankaya Köþkü'nden ayrýlan Cem,
ceketinin mendil cebindeki "tarama kalemi"ni çýkarýp
orada kýrar ve karikatür çizmeye o anda son verir.1
66 efsaneler ve gerçekler
Sakýn o uðursuz kelimeyi kullanma!
Son verir vermesine ya, içinde memlekete hizmet ukdesi
ve sanatýn kýpýrtýsý rahat býrakmaz kendisini. Ne de
olsa yönetimde etkili ve yetkili pek çok arkadaþý vardýr.
Bir çareseni bulacaklardýr nasýl olsa. Onlarla her þeyi konuþur.
Lakin bir tek þeyi konuþmasýna müsaade etmezler
Cem'in: Karikatürün K'sýný aðzýna almasýna.
Günün birinde boþ durmaktan caný sýkýlan Cem, arkadaþlarýna
bir "tarým dergisi" çýkarmak istediðini söyler.
Dünyadaki en son tarýmsal geliþmeleri Türkiye'ye aktaracak
bir dergidir düþündüðü. Ne yazýk ki, arkadaþlarý derhal
karþý çýkarlar. "Yoo" derler, "sen o derginin içine yine
az çok karikatür çizersin. Bunun dýþýnda bizden ne istersen
iste ama o menhus kelimeyi sakýn bir daha aðzýna alayým
deme."
Cemil Cem bundan sonra Kadýköy'deki evine kapanmýþ,
resim yaparak ve bir daha karikatüre yan gözle dahi
bakmayarak 1950 yýlýnda bir kalp sektesinden sessiz sedasýz
aramýza veda etmiþti. Mezarý Rumelihisarý'ndadýr.
Üzülmeye gerek var mýdýr: Ölmeden önce ölmüþtür
nasýl olsa.
Orhan Kologlu, Türkiye Karikatür Tarihi, Ýstanbul 2005, Bileþim Yayýnevi,
s. 126.
altýnçað efsanesi ý 67
1934'de bir profesör neden intihar eder?
Takvimler 10 Mart 1934'ü gösterdiðinde istanbul Arnavutköy'de
Set Sokaðý 2 numaralý evde bir profesör intihar
etmiþti. Ýki gün sonra Milliyet gazetesi bu haberi "Eski
bir müderrisin ölümü" baþlýðýyla sanki önemsiz bir
olaymýþ gibi 6. sayfadan duyurmayý tercih etmiþti. Þöyleydi
Milliyetteki haberin metni:
Cevad Mazhar Bey, evinde ölü olarak bulundu. Aldýðýmýz
malumata göre Darülfünun ýslahatýnda açýða çýkarýlan
müderrislerden kimya profesörü Cevad Mazhar Bey, evvelki
gün Bebek'teki evinde ölü olarak bulunmuþtur.
Yaptýðýmýz tahkikata göre, Cevad Mazhar Bey, Darülfünun'dan
çýkarýldýktan sonra fevkalade bir teessüre kapýlmýþ
ve kendisine asabi bir hastalýk gelmiþti. Evvelki gün
evde kimse bulunmadýðý bir sýrada kendisine son derece
asabi bir buhran gelmiþ ve feci çýrpýntýlar içinde vefat etmiþtir.

Cevad Mazhar Bey'in cenazesi dün morgda muayene


edilmiþ ve defnine ruhsat verilmiþtir. Cenazesi bugün, eski
talebesinin ve arkadaþlarýnýn iþtirakiyle merasimle kaldýrýlacaktýr.
1
Gazetenin bu haberi böyle masumane sunmasýna
bakmayýn siz; aslýnda bu 'ölüm'de hem kiþisel, hem de
68 efsaneler ve gerçekler
Cevat Mazhar Bey Kimya Enstýtüsü'nde talebeleriyle bir derste. Yýl 1921.
Görüldüðü gibi sýnýfta 3 kýz talebe de mevcuttur. Ýsimler Güzide Tevfik,
Hayriye Edhem ve Mediha Hurþit imiþ.
1930'lu yýllarý bir örümcek aðý gibi saran toplumsal ve siyasî
bir dram yuva yapmýþ durumdadýr. Zaten asýl bu
ikinci yönüyledir ki, yazýmýza konuk olmuþtur kimya profesörü
Cevad Mazhar Bey.
Ýnkýlaplarýn psikolojik alýmlanýþý nasýl oldu?
Önce görüþlerimi topluca ifade edeyim:
1. 1920'lerin köktenci inkýlaplarý, toplumun psikolojisine
hep olumlu yönleriyle yansýmýþ gibi gösterilir. Bayramlarda
herkes þen þatýr pozlar vermektedir; yeni devrin
ideolojisine 'bütün ulus' can u gönülden katýlmýþtýr; katýlmayanlar
ya mürtecilerdir, ya da bozguncular; halk tek
millet ve tek yumruk olmuþtur vs.
2. Ancak inkýlap tarihi kitaplarýmýzýn saray vak'anüvislerinin
yazdýklarýndan pek de farklý olmadýðýný þuradan
anlýyoruz ki, bu süreçte halkýn psikolojisine, algýsýna,
yaþadýklarýna ya itibar etmemiþler, yahut da onlarý gericilik
veya fitneyle suçlamýþlardýr. Bunun da Osmanlý üst
düzey bürokrasisinin halka bakýþýný devam ettirdiðini
görmek için fazla zahmete gerek bulunmuyor.
altýnçað efsanesi 69
3. Cumhuriyet kanunlarý veya Atatürk inkýlaplarý dediðimiz
peþ peþe gelen keskin kýrýlmalarýn toplum üzerinde,
özellikle psikolojik bakýmdan tahripkâr sonuçlar doðurmasý
kaçýnýlmazdý (hatta bunun tersini düþünmek daha
mantýksýzdýr). Acaba o sarsýntýyý bizim gibi ders kitaplarýndan
okumayýp bizzat yaþayan nesil nasýl bir psikolojik
tepki göstermiþ, ne tür travmalar geçirmiþti?
Üç maddede özetlemeye çalýþtýðým görüþlerimin somut
bir delili olmasý bakýmýndan Kimyager Cevad Mazhar
Bey'in þüpheli 'ölümü' son derece anlamlý. Bu anlamý
keþfetmek için þimdi tekrar o gazete haberinin satýr aralarýna
eðilelim.
Bir profesör kaybettim, hükümsüzdür
Gazetelerde "feci çýrpýntýlar içinde" öldüðü duyurulan
profesörün gerçek ölüm sebebi, kamuoyundan ýsrarla
gizlenmiþtir. Dedikodu gazetesi Cevad Mazhar Bey'in intihar
ettiðini yaysa da, ilk defa 48 yýl sonra, 1982'de Ýstanbul
Üniversitesi Fen Fakültesi'nin yayýnladýðý bir kitapta
intihar ettiði resmi aðýzdan doðrulanabilmiþti. Düþünün,
aradan 50 küsur yýl geçtikten sonra itiraf edilebiliyor bir
intihar. Sanki tabu!
Lafýn geliþi deðil, gerçekten de tabuydu 1930larýn or

tasýnda Türkiye'de intihardan bahsetmek. Gazeteler inti

har haberlerini yazamazlardý. Neden?


19. yüzyýl sonlarýnda romantik bir intihar salgýný Avrupa'yý
nasýl sarsmýþsa, 1930'lar Türkiye'sinde de bir 'intihar
modasý' baþ göstermiþti. Nitekim dönemin önde gelen
týp adamlarýndan ve daha sonra oturduðu Ýstanbul
Valiliði koltuðundan uzun süre kalkmayacak olan Fahrettin
Kerim [Gökay] Bey, 1932'de kaleme aldýðý Türkiye'de
intiharlar Meselesi adlý kitabýnda (Ýstanbul, Kader Matbaasý)
intiharlarýn yaygýnlaþmasýna baþlýca iki sebep ileri sürüyordu:
tðbirârvG fakr u zaruret, yani psikolojik kýrgýnlýk
ve yoksulluk.
70 efsaneler ve gerçekler
Prof. Cevat Mazhar Bey ile Prof. Ligor Beyler Kimya Enstitüsû'nü'n 1923
mezunlarýyla böyle poz vermiþler.
Dr. Fahrettin Kerim'i, hakkýnda bir kitap yazmaya sürükleyen
ciddi intihar salgýný, devrin bir baþka doktoru
Cevad Mazhar'ý en verimli çaðda hizmet etmek için yanýp
tutuþtuðu ülkesinden koparýp götürmüþtü.
Nedendi peki onun intiharý? Neye kýrýlmýþtý bu kimya
profesörü? Ve neden fakr u zarurete düþmüþtü?
Kimyada 'En hakiki mürþit* ilim deðil miydi?
Türkiye'nin sýnaî (endüstriyel) kimya alanýnda yetiþtirdiði
ilk uzmandý o. Askerî Týbbiye'den mezun olmuþ,
Mütareke döneminde ve Cumhuriyet'in ilk yýllarýnda
devrin yegâne üniversitesi Darülfünun'da muallimlik ve
müderrislik, yani öðretmenlik ve profesörlük yapmýþ, Fen
Fakültesi'nde uzun yýllar organik sanayi kimyasý üzerine
dersler vermiþtir. Yine ayný fakülte bünyesinde kurulan
Kimya-i Hayatî ve Sýnaî Enstitiisii'niin müdürlüðünü üstlenmiþ,
organik ve inorganik kimya alanlarýnda çok sayýda
bilimsel kitaba imza atmýþ, Fen Fakültesi Mecmuasýnda
makaleleri yayýnlanmýþtýr.
altýnçað e f s a n e si 7 1
Kaynaklar onun Avusturya ve Almanya'da kimya ve
cilt hastalýklarý alanlarýnda uzmanlýk eðitimi aldýðýný belirtiyor.
Osman Bahadýr'in kelimeleriyle söylersek, "...son
dönem Osmanlý'nýn ve erken dönem Cumhuriyet'in az
sayýdaki modern bilim adamlarýndan biri"dir o.2
Dahasý, Cevad Mazhar Bey, önemli bir meslekî dergi
olan Kimya ve Sanayii dergisinin genel yayýn yönetmenliðinde
bulunmuþ ve ölümünden bir yýl önce yazdýðý bir
yazýda çabalarýnýn yerli bir bilimsel ortam oluþturmaya
dönük olduðunu vurgulamak ihtiyacýný duymuþtu. Kalitesi
ve ideali hakkýnda bir fikir vermek için baþ yazýsýnýn
yalnýzca son cümlesini alalým buraya:
Kimya ve Sanayiini mümkün olduðu kadar yerli bir kisve
ile çýkarmak ve onda memleketimizin bir izini bulundurmak
için, tuttuðumuz bu yolda, bütün meslek arkadaþlarýmýzýn
yardýmlarýný bekleriz..
"Mendilimde kan sesleri**
Kimya alanýnda bir çok açýdan öncü rolü oynamýþ bu
deðerli bilim adamýmýzýn intihar sebebi, üniversiteden
yaþ haddi sebebiyle atýlmýþ olmasýydý. 31 Temmuz
1934'de açýklanan Darülfünun'un tasfiyesi kararý, pek çok
bilim adamýnýn olduðu gibi Cevad Mazhar Bey'in de hayatýný
karartmýþtý. Üstelik baþka arkadaþlarýna lise hocalýðý,
dolgun emekli maaþlarý veya yurt dýþýnda çalýþma imkâný
saðlandýðý halde kendisi bir kenarda unutulmuþ veya
koca bir Darülfünun profesörü için çok düþük iþler teklif
edilmiþ, o da buna karþýlýk aç kalmayý tercih etmiþti.
64 yaþýnda, tam da meslek hayatýnýn en parlak dönemini
yaþarken iþinden atýlmak, kolay bir hadise deðildir. Ýþte
bunu bir türlü kabullenemez Cevad Mazhar Bey. Yetiþtirdiði
binlerce talebeye, yazdýðý emek mahsulü kitaplara,
onca makaleye, kimyanýn sanayiye uygulanmasý yolundaki
öncü giriþimlerine alacaðý karþýlýk bu mu olmalýydý?
72 efsaneler ve gerçekler
Evine kapanýr. Kimsenin yüzüne bakamaz olmuþtur.
Sokaða bile çýkamaz. Onuruyla oynanmýþ insanlarýn psikolojisi
içindedir. Tam 7 ay sürer bu sancýlý inziva hayatý.
Neden iþinin baþýnda deðildir? Bunu ne kendisine, ne de
çevresine açýklayabilir. Devrimlere mi düþmandýr? Hayýr.
O iþinde gücündedir, ülkesinin bilim hayatýna adamýþtýr
ömrünü. Aydýnlanmanýn neferlerindendir. Ne fenalýðý
görülmüþtür ki?
Son ümidi, üniversite reformunu yapan Dr. Reþit Galip'in
bu hatadan dönmesindedir. Ancak 5 Mart 1934'de
son acý haberi alýr. Reþit Galip veremden ölmüþ, Cevad
Mazhar da ömrünün son duraðýna gelmiþtir artýk.
Gider bir eczaneye, bir þiþe baryum klorid alýp evine
döner. Ýðneyle damarlarýna baryum klorid eriyiðini zerk
ederek "feci çýrpýntýlar" içerisinde hayatýna son verir.3
Ýnkýlap tarihi kitaplarýmýza inkýlaplarýn toplum psikolojisinde
yol açtýðý travmalarý da eklemenin zamaný gelmedi
mi sizce?
Not: Metinde yer alan fotoðraflar Tarih Konuþuyor dergisinde Mehmed
Ali Kâðýtçý'nýn seri yazý halinde çýkan "Türkiye'de kimyagerlik" adlý
tefrikasýndan alýnmýþtýr. Numara sýrasýna göre kaynaklar þöyledir:
1. Sayý: 57, Ekim 1968, s. 3909;
2. Sayý: 58, Kasým 1968, s. 3974;
3. Sayý: 58, Kasým 1968, s. 3977;
4. Sayý: 60, Ocak 1969, s. 4041.
1 Milliyet, 12 Mart 1934'ten aktaran: Osman Bahadýr, "Darülfünun
kimya müderrisi Cevad Mazhar Bey niçin intihar etti?", Bilim Cumhuriyetinden
Manzaralar, Ýstanbul 2000, izdüþüm Yayýnlarý, s. 36 (ilk
olarak Toplumsal Tarih dergisinin Aralýk 1998 tarihli 60. sayýsýnda
yayýnlanmýþtýr).
2 Cevad Mazhar Bey'in kitaplarý için Ekmeleddin Ihsanoðlu'nun Türkçe
Açýklamalý Kimya Eserleri Bibliyografyasýna bakýlabilir (Ýstanbul
1985).
3 Þeref Etker, "Darülfünun kimya müderrisi Dr. Cevat Mazhar Bey nasýl
intihar etti ?", Cumhuriyet Bilim Teknik, sayý: 730, 17 Mart 2001,
s. 18.
altýnçað efsanesi 73
1923'de Cumhurbaþkanýný halk seçseydi!
Evet, 1923 yýlýnda Cumhurbaþkanýný halk seçseydi kimi
seçerdi ve daha da önemlisi, 85 yýllýk Cumhuriyet tarihimizin
bugüne kadarki manzarasý bundan nasýl etkilenirdi?
Hangi farklý yönlere giderdi ve zamanýn akrep ile
yelkovanýnýn 2007 yýlýna yolu düþtüðünde nasýl bir Türkiye'ye
tanýk olunurdu?
Hayýr, kehanette bulunuyor deðilim. Bilindiði gibi, kehanet
geleceðe doðru yapýlýr. Ben zihninizi bir parça zorlayarak
geçmiþin içerisine geleceðin tohumlarý ekmeye
çalýþýyorum ve yeniden düþünelim diyorum: Acaba Cumhuriyet
ilan edildiðinde halka güvenilseydi ve siyasî sistemimiz
halkýn seçtiði bir Cumhurbaþkaný üzerine kurulsaydý,
nasýl bir manzara çýkardý karþýmýza?
Hem zaten fazla düþünmenize hacet kalmayacak gibi.
Baksanýza, Kâzým KarabekÝr, 1922 yýlýnda bunu bizzat
teklif etmiþ. Hem de açýk ve seçik bir biçimde teklif etmiþ
ama ne yazýk ki, kabul ettirememiþ.
Þimdi o harareti bir türlü düþmeyen günlere uzanalým,
yani bundan tam 85 yýl kadar önceye. Sýcak bir Temmuz
ateþi yakýp kavurmaktadýr Türkiye'yi. Ordular sabýrsýzdýr.
Yunan ordusu üzerine nicedir beklenen nihai hü

74 efsaneler ve gerçekler
cum bir türlü gerçekleþmemektedir. Acaba düþmandan
mý korkulmaktadýr?
Türkiye Büyük Millet Meclisi, bir yýl önce Sakarya
meydan muharebesinden sonra "Gazi" unvanýyla ödüllendirdiði
Mustafa Kemal Paþa'ya Baþkomutanlýk yetkisini
bu defa öncekilerden farklý olarak üç aylýk bir süreyle
deðil, süresiz olarak býrakmaktadýr. Ýþte o 20 Temmuz
1922 günü Meclis kürsüsüne çýkan Mustafa Kemal Paþa
teþekkür konuþmasýnda milletin vekillerinin gözlerinin
içine bakarak þunlarý söyleyecektir:
Ýkinci saadetimi temin edecek olan husus, benim bundan
üç sene evvel dava-yý mukaddesemize |kutsal davamýza]
baþladýðýmýz gün bulunduðum mevkie rücu edebilmekligim
[dönebilmekligim] imkâný olacaktýr. (Alkýþlar.)
Hakikaten sine-i millette (milletin sinesinde] serbest
bir ferd-i millet [millet ferdi] olmak kadar dünyada bahtiyarlýk
yoktur. Vâkýf-ý hakâyýk (hakikatlere vakýf] olarak
kalp ve vicdanýnda manevî ve mukaddes nazlardan baþka
zevk taþýmayan insanlar için ne kadar yüksek olursa
olsun, maddi makamâtýn [makamlarýn] hiçbir kýymeti
yoktur.
Bu sözlerin ardýndan planlarýný Fevzi Çakmak Paþa'nýn
yaptýðý Baþkomutanlýk Meydan Savaþý ve 30 Aðustos'ta
Yunan ordusunun darmadaðýn bir þekilde kaçmasý
gelir. Artýk Yunanlýlar soluðu Ýzmir'de alacaklardýr, sonra
da apar topar Yunanistan'da. Þimdi KarabekÝr Paþa'nýn
aklýnda þu yakýcý soru kýmýldamaktadýr:
Vaziyet çok nazikti. Sakarya zaferinden sonra üç rütbe
alarak müþir [mareþal] olmuþ olan ve en büyük unvan sayýlan
Gaziliði de almýþ bulunan herhangi bir baþkumandanýn
daha büyük ve nihai olan bir zaferden dolayý alacaðý
rütbe, üç ay önce Meclis kürsüsünden yaptýðý vaad mucibince
[gereðince] sine-i millette bir fert olmasýnýn hakikatte
kolay olmadýðýný gösteriyordu.
altýnçað efsanesi 75
Yani Mustafa Kemal Paþa acaba mecliste söz verdiði
gibi istifa edip bütün görev ve mevkilerden uzaklaþacak,
yani sine-i millete dönecek midir? Bu, 30 Aðustos'tan
sonra biraz zor görünmektedir. Ancak Karabekir Paþa'nýn
bulduðu bir çare vardýr ama uygulanabilecek midir? Buna
göre önce saltanat kaldýrýlacaktýr, sonra da Hilafet Osmanlý
hanedanýna býrakýlacak ve barýþ masasýna Lozan'da
öyle oturulacaktýr. Bundan sonraki adým, Cumhuriyetin
kurulmasý olacaktýr.
Ancak Karabekir'in teklifi bu noktada derin bir viraj
alarak Cumhurbaþkanlýðý seçimini, Gazi'nin mecliste verdiði
söz üzerine oturtmakta ve onu gerçekten de milletin
sinesinde bir millet ferdi olarak çalýþmaya davet etmektedir.
Ýsterseniz Kâzým Karabekir'in kendi sözlerinden okuyalým
bu ilginç fikrini:
Bundan sonra Cumhuriyeti ilan etmek ve Cumhurreisliðine
sýrf tarihî bir nam olmak suretiyle mükafatlandýrmak
ve maddî olarak da ölünceye kadar bu makamýn terfihlerinden
[saðlayacaðý refahtan] istifade etmek üzere Mustafa
Kemal Paþayý intihab etmek [seçmek] ve millet kürsüsünden
verdiði vaad mucibince istifasýndan sonra halka
serbest Cumhurrreisi intihab ettirmek.1
Fakat "birtakým fýrsat kollayýcýlar" bu çözümün, Cumhurbaþkaný
olabilmek uðruna Karabekir'in ortaya attýðý
bir tertip olduðunu yetiþtirmiþlerdir Gazi'ye. Buna "KarabekÝr'le
çok çetin uðraþacaðým" diyerek cevap veren Mustafa
Kemal Paþa'nýn bu sert tepkisi üzerine teklifini geri
çekmek durumunda kalan KarabekÝr Paþa'nýn, hiç olmazsa
Meclise verilen önergede hilafetin kaldýrýlmasýna mani
olmak için nasýl uðraþ verdiðini biliyoruz. Muhtemelen
kendisi ve Rauf Bey gibi cerbezeli kurtuluþ liderleri olmasa,
Hilafet 1924'de deðil, 1922'de saltanatla birlikte kaldýrýlmýþ
olacaktý. (Karabekir'in Hilafeti son güne kadar savunmaya
devam ettiðini, 1924 yýlýnda Terakkiperver Fýr

76 efsaneler ve gerçekler
kasý adýna Halife Abdülmecid'e yaptýðý destek ziyareti
ayan beyan ortaya koymaktadýr.)
31 Ekim 1922 sabahý yanýna ismet Paþayý da alan Karabekir'in
Çankaya'da Gaziyi ziyaretleri, konuya son noktanýn
konulmasý bakýmýndan önemli bir adýmdýr. Amaçlarý,
Saltanat kaldýrýlýrken Hilafetin de kaldýrýlmasýna mani
olmak ve onun Osmanoðlu hanedanýna býrakýlmasýný saðlamaktýr.
Çünkü bir iki gün önce Meclise getirilen önergede
"Ýstanbul'daki padiþahlýk ma'dum ve tarihe müntekildir",
yani padiþahlýk kaldýrýlmýþ ve tarihe karýþmýþtýr, denilmekte,
Hilafet TBMM'ne býrakýlmakta, böylece o da
saltanatla birlikte tarihe karýþmýþ olmaktadýr.
Bu özel görüþmede Ýsmet ve KarabekÝr paþalarýn kararlý
tutumlarý sonucu 1 Kasým tarihli önerge ile kanundaki
6. madde, "Hilafet Türklere, hanedan-ý âl-i Osman'a
aittir. Türkiye Devleti makam-ý Hilafetin istinadgâhýdýr
[dayanaðýdýr]..." þeklini alýr. Nitekim ayný gün yaptýðý konuþmada
Mustafa Kemal Paþa, Peygamber Efendimizi
(sav) ve Hilafeti övdükten sonra,
Bundan sonra makam-ý Hilafetin dahi Türkiye devleti
için ve bütün âlem-i Ýslam için ne kadar feyizkâr olacaðýný
da istikbal bütün vuzuhuyla [açýklýðýyla] gösterecektir.
Türk ve Ýslam Türkiye Devleti bu iki saadetin tecelli ve tezahürüne
menbâ ve menþe [kaynak] olmakla dünyanýn
en bahtiyar bir devleti olacaktýr (Ýnþallah sesleri)
sözleriyle konuyu özetliyordu. Baþbakan Rauf Orbay da
kürsüden kanunun Mevlid kandiliyle ayný güne denk gelmesinin,
yaptýklarý iþin hayýrlý olduðuna delalet ettiðini
söyleyecek ve iki gün resmî bayram ilan edilecektir.
Nitekim Lozan'a gitmeden önce yeni Dýþiþleri Bakaný
Ýsmet Paþa, Londra'da çýkan Müslim Standard dergisine
verdiði bir mülakatta, "Hilafetin hukuku tehlikeden uzaktýr
ve onu korumak için bütün Türk milleti kanýný dökmeye
hazýrdýr" diyordu.
altýnçað efsanesi ý 7 I
Peki Lozan'dan sonra ne deðiþti?
Lozan'dan sonra neyin deðiþtiðini görebilmek için is

met Paþa'nýn bu ilginç röportajýný okumakta fayda var

dýr.2 Buyurun öyleyse...


1 Kâzým Karabekir Paþa'nýn görüþleri için bkz. Paþalarýn Kavgasý: Atatürk-
Karabekir, Hazýrlayan: Ýsmet Bozdag, Ýstanbul 1991, Emre Yayýnlarý,
s. 92 vd. ve Hazýrlayan: Uður Mumcu, Kazým KarabekÝr Anlatýyor,
Ýstanbul 1990, Tekin Yayýnevi, s. 58 vd.
2 Ýsmet Paþa'nýn Hilafet hakkýndaki mülakatý için bkz. Hilâfet ve Millî
Hâkimiyet, Ankara 1339 (1923), Matbuat ve Ýstihbarat Matbaasý, s.
218-224.
efsaneler ve gerçekler
Ýsmet Paþa Hilafeti savunuyor
17 Kasým 1922 günü. Lozan yolundaki Dýþiþleri Bakaný
Ýsmet Paþa, Strazburg'daki muhteþem manzaralý Grillon
Oteli'nde kabul ettiði Müslim Standard dergisinin müdürü
Seyyid Abdülkadir Mâlik'e, 'bütün dünyaya duyurulmak
üzere' bir mülakat veriyordu. Dergi, Hind Müslümanlarýnýn
desteðiyle çýkýyor ve giderek Ýngiltere'yi endiþelendirici
bir akým haline bürünmekte olan Hind Hilafet
Hareketi'ni açýktan destekliyordu. Yalnýz Hind Müslümanlarýný
deðil, Hilafetin korunmasýný 'þahsî meselemdir'
diye sahiplenen Gandi baþta olmak üzere bütün Hindistan'ý
ilgilendiren Lozan barýþ müzakereleri hakkýnda kamuoylarýný
birinci elden bilgilendirmek, hele baþ müzakereci
Ýsmet Paþa'nýn aðzýndan Türkiye'nin Hilafete bakýþýný
öðrenmek son derece önemliydi dergi yöneticileri için.
Yola çýkmadan önce gerek TBMM hükümeti, gerekse
Gazi Mustafa Kemal tarafýndan Hilafet konusunda sýký sýkýya
tembihlenmiþ olan Ýsmet Paþa, söyleþide tabiatýyla
kiþisel görüþlerini deðil, TBBM hükümetinin görüþlerini
aktarmýþtý. Ve zaten sözleri bizim için bu bakýmdan önem
taþýmaktadýr.
Þimdi o ilginç konuþmadan bazý pasajlarý birlikte okuyalým.
Aktaracaðým kýsýmlar, 1923 yýlýnda Ankara'da Mat

altýnçað efsanesi 79
buat ve Ýstihbarat Umum Müdürlüðü'nce bastýrýlan "Hilâfet
ve Millî Hâkimiyet" baþlýklý bir derlemeden alýnmýþtýr.
Yani þüphe edilecek bir tarafý olmayan resmi bir yayýndýr.
Maalesef Müslim Standard'daki Ýngilizce metne
henüz ulaþamadým. Bir hayýr sahibi fotokopisini bulup da
gönderirse sevinirim.)
Son bir not olarak belirtelim ki, muhtemelen mülakatýn
gerçekleþtiði saatlerde Sultan Vahdettin Ýstanbul'u
terk etmektedir ama Strazburg'dakilerin henüz bu kritik
olaydan haberleri yoktur.
Peki Ýsmet Paþa bu konuþmada neler diyor?
Neler, neler demiyor ki? Þöyle bir hatýrlayalým söylediklerini
öyleyse:
Size ve sizin vasýtanýzla bütün Müslümanlara diyebilirim
ki, Hilafete her zaman olduðu gibi, dinen pek sýký merbut
[baðlý] olduðumuz gibi icap ederse onun müdafaasý için
son damla kanýmýzý dökmeðe her zaman hazýrýz.
Hilafet uðruna kanýmýzýn son damlasýna kadar savaþýrýz
diyen Paþa, sözlerine þöyle devam ediyor:
Türk milleti Islamiyetin kýlýcý olmakla müftehirdir [övünür].

Türkiye'de kurulacak devletin 'Ýslamiyetin kýlýcý' olduðunu


beyan eden Lozan baþ delegemiz, burada da durmaz
ve bütün hýzýyla devam eder. Hilafetin sahibi yalnýz
Halife deðil, bütün Türk milletidir ve böylesi Ýslamiyet
için daha hayýrlýdýr:
Bütün Türk milleti diyorum, yalnýz fert deðil. Fert yerine
yekvücut bütün bir milletin Hilafeti müdafii [savunucusu]
olmasý müreccah [tercihe þayan] deðil midir?... Asýrlardan
beri Hilafetin mücahidi olan Türk milleti yekvücut
olarak onu müdafaada devam edecektir. Hilafetin
kuvvetini kayb eyleyeceði korkusu tamamiyle esassýz ve
nâbecâdýr [yersizdir].
80 efsaneler ve gerçekler
Lozan yolcusu Ýsmet Paþa'nýn Ýslamcý söylemi' bu kadarla
da kalmaz. Ýslam âlemine vereceði baþka mesajlar
da vardýr. Ne gibi mi? Kendisine kulak verelim o zaman:
Türk teþkilât-ý esâsiyesinde [anayasasýnda] bütün kuwâ-i
tedâfuiyyenin [savunma kuvvetlerinin] Hilafet uðrunda
istimali [kullanýlmasý] vardýr. Böylece Hilafeti maddî vesâitten
[vasýtalardan] mahrum býraktýðýmýz nasýl iddia
olunabilir? Hilafet Türkiye'dedir ve Türkiye'ye istinâd
eder [sýrtýný dayar]. Hukuk-ý Hilâfet masundur [Hilafetin
haklarý güvence altýndadýr] ve onun müdafaasý için bütün
Türk milleti kanýný dökmeye hazýrdýr.
Paþa'nýn buraya kadarki sözlerinin özetini çýkaracak
olursak þu baþlýklarda karar kýlmalýyýz:
- Türkiye halký Hilafeti kanýnýn son damlasýna kadar
savunacaktýr.
- îslamiyetin kýlýcý olmakla iftihar eder.
- Bütün bir millet yekvücut olarak Hilafeti savunacaktýr.
- Hilafet 1921 anayasasý tarafýndan güvence altýna
alýnmýþ olup onun korunmasý vatanýn korunmasýyla eþdeðerdir.
Yazýyý alýntýya boðduðumu düþünen okurlarýma þu
kadarýný söyleyeyim ki, Ýsmet Paþa'nýn sözleri alýntýlanmayacak
gibi deðil. Çok çok hayatî mevzulara bodoslamasýna
giriyor ve hükmünü cepheden veriyor. Dolayýsýyla
böyle bir metni bulmak pek kolay deðil. Türkiye'nin
1922 Kasým'ýnda 'Hilafet meselesi milli savunma konseptimiz
dahilindedir' söyleminden 1924 Mart'ýndaki
"Hilafeti kaldýrmak Ýslamiyete yapýlacak en büyük hizmettir'
söylemine nasýl geçildiðini görmek için bunlarý
bilmek zorundayýz.
Öyleyse son bir cümle daha:
Biz sizinle ayný aile efradýndanýz [fertlerindeniz]. Sizin
teveccüh, muhabbet ve müzâheret-i maddiyenizi [maddî
açýdan kol kanat germenizi] isteriz.
altýnçað efsanesi 81
Evet, Hind Müslümanlarýnýn gönlünü kýrmaya gelmezdi,
zira Milli Mücadeleye ciddi miktarlarda maddî
katkýlarý olmuþtu.
Nitekim bu tarihten çok sonra bile, 1923 ortalarýnda,
Rauf Orbay'ýn Baþbakanlýðý sýrasýnda Antalya milletvekili
Hoca Rasih Efendi baþkanlýðýnda bir Kýzýlay heyeti Delhi'ye
para toplamaya gitmiþtir. Muazzam bir sevgi selinin
ortasýnda kalan Rasih Hoca, Cuma namazýnda hutbeye
çýkmýþ ve halktan Hilafetin koruyucusu Türkiye'ye yardým
etmesini istemiþti. Gelin görün ki, Ýngilizler cami çýkýþýnda
Türklerin Hilafeti kaldýrdýðý haberini yaymýþlar ve
bunu belirten afiþlerle meydanlarý donatmýþlardý. Amaçlarý,
tabii ki, halký galeyana getirerek Türkiye'nin Hindistan
Müslümanlarý üzerindeki nüfuzunu kýrmaktý.
Ýngilizlerin endiþelenmesine gerek kalmadý. Bundan
sadece 6-7 ay sonra Türkiye, uðruna savaþma sözünü verdiði
Halifeyi kovuyordu... Ýþin ilginç yaný, Hilafetin kaldýrýlmasýnýn
hemen ardýndan (Temmuz 1924) 'kör parmaðým
gözüne' der gibi Hind Müslümanlarýnýn gönderdiði
yardým paralarýyla Ýþ Bankasý'nýn kurulmasýydý.
Þimdi Ýþ Bankasý'ný Hilafet sayesinde kurduk' desem
yine birilerini kýzdýracaðýmý biliyorum.
82 efsaneler ve gerçekler
Lozan, Sevr'in hafifletilmiþi miydi?

Kafalarýmýz Sevr'i bir utanç belgesi, Lozan'ý ise zafer


anýtý olarak gören bir deðirmende öðütüldüðü için yýllar
yýlý korku duvarýnýn ardýnda yaþamaya mahkûm edildik.
"Sevr sendromu"nun 87 yýl sonra dahi iþe yaramasý, onun
etrafýnda örülen mitolojinin çarpýcý bir göstergesi deðil
mi?
Sevr Antlaþmasý 10 Aðustos 1920'de imzalanmýþtýr imzalanmasýna
ya, biz dahil hiç bir taraf ülkenin parlamentosunda
onaylanýp yürürlüðe girmemiþtir. Ve aslýnda daha
ilk günden uygulanamaz olduðu anlaþýlmýþtýr. Sevr'in
hedeflerinin asýl onayý Lozan'da gelecektir.
Gerçi Churchill Lozan için "Sevr'in sürpriz bir tezadý"
demiþtir. Lakin Avusturya Deakin Üniversitesi tarih bölümünden
Marian Kent'in tespitiyle söylersek, Lozan'ýn Ýngiliz
politikalarý bakýmýndan fazla sürprizli bir tarafý yoktur.
Kurt ingiliz diplomatlarý bazý ufak tefek tavizler dýþýnda
Lozan'da temel hedeflerine ulaþmýþ, daha 1919 baþlarýnda
Ýngiliz Genelkurmayý'nýn Osmanlý topraklarýnda
hedefledikleri þartlarý Lozan'da bize kabul ettirmeyi baþarmýþlardý.
1
Bunlarý niye yazýyorum? Küresel tarih açýsýndan Lozan
"zafer" mi yoksa "hezimet" mi tartýþmasýnýn anlamlý
altýnçað efsanesi 83
olmadýðýný belirtmek için. Her iki halde de Lozan, dünya
sisteminin Birinci Dünya Savaþý sonrasýnda aldýðý yeni
þekli, Yeni Dünya Düzeni'ni aksatmayan, aksatmak ne
kelime tahkim eden, güçlendiren bir antlaþmaydý. Zaten
böyle gerçekçi bir temele dayandýðý içindir ki, ömrü Sevr
gibi kýsa olmadý ve ABD hariç taraf ülkelerce onaylanabildi.

Neydi o Yeni Dünya Düzeni'nin þartlarý? Ýngiltere'nin


kaygýlarý, 1) Petrol alanlarýný denetimine almak, 2) Hindistan
yolunu garantilemek, 3) Akdeniz ve Karadeniz'deki
ticaretini köstekleyebilecek rejimleri ortadan kaldýrabilmekti.
Bir de milyonlarca Müslüman nüfusu yönettiði
için kendisine potansiyel bir tehlike arz eden Hilafeti
kontrol etmek istiyordu.
Türkiye Hilafet kozunu ancak 1924 Mart'ýna kadar
elinde tutabildi. Lozan'da Ýsmet Paþa'nýn Hilafeti Ýngiltere'ye
karþý ciddi bir kart olarak nasýl kullandýðýný "Müslim
Standard" dergisine verdiði o coþkulu 'Ýslamcý' demeçten
anlayabiliyoruz. Burada "Hilafetin haklarý güvencemizdedir
{hukuk-ý Hilafet masundur) ve onu savunmak için
bütün Türk milleti kanýný dökmeye hazýrdýr" diyen Ýsmet
Paþa'nýn, aslýnda Lord Curzon'a aba altýndan sopa gösterdiðini
görmemek için kör olmak lazýmdýr.
Þu Pazar günü vertigomuz tavan yaptý, yeter gayrý, bunaldýk,
demeyecekseniz bir iki kelam da Misak-ý Milli
üzerine edeceðim.
Misak-ý Milli ABD Baþkaný VVilson'un ilkelerine dayanarak
Araplarýn kendi kaderlerini belirlemeleri tezini savunuyordu.
Fakat sonradan bir el Misak-ý Milli metninde
ufak bir 'rötuþ' yapmýþtýr. 1. maddenin Osmanlý Mebusan
Meclisi'nde kabul edilen asýl þeklinde Mondros Mütarekesi
hattýnýn "içi ve dýþýnda" aralarýnda din ve amaç birliði
bulunan ve birbirlerine saygýlý ve özverili Osmanlý-Ýslam
çoðunluðun yaþadýðý topraklarýn bölünmesi kabul
edilemez, denilmekteydi. Sonradan Yeni Dünya Düze

84 efsaneler ve gerçekler
ni'ni tehdit eder gözüken, belki de Osmanlý yayýlmacýlýðýný
hatýrlatan "dýþýnda" {haricinde) kelimesi metinden jiletle
temizlendi (inanmazsanýz inkýlap tarihi kitaplarýnýza
bakýn).
Sonuçta Misak-ý Milli hedeflerine tam olarak yarýlamadan
Lozan'da masaya oturuldu. Ancak biz Lozan'ýn
hemen yalnýz Türkiye sýnýrlarý içindeki kýsmýyla ilgilendiðimiz
içindir ki, yüzyýllar boyu yönettiðimiz topraklarý nasýl
bir çýrpýda býraktýðýmýzýn hesaplaþmasýný henüz yapmýþ
deðilizdir.
Mesela Filistin topraklarý için Lozan'da ne yapýlmýþtýr?
Hiç... Hatta görüþmeler sýrasýnda Filistinli kardeþlerimiz
TBMM kapýsýnda günlerce, 'Bizi Ýngiliz kurtlarýna teslim
etmeyin' diye yalvar yakar dolaþmýþlardý. Aldýklarý cevap,
önce oyalama, sonra da kendi baþýnýzýn çaresine bakýn,
olmuþtu.
TBMM her ne kadar Misak-ý Millîye Arap halklarýnýn
kendi kaderlerini tayin hakkýný ilke olarak koymuþsa da,
bu yönde bir yapýlanmaya gitmeden sorunu, Hilafet meselesinde
olduðu gibi, rakiplerin manevra alanlarýný daraltmaya
ve iþbirliklerini baltalamaya dönük bir strateji
olarak ele almýþtý.
Lozan'ýn asýl tartýþmamýz gereken boyutu, Ortadoðu'nun
paylaþýlmasý ve sýnýrlarýn yeniden çizilmesi karþýsýnda
aldýðý uysal tavýrdýr. Ancak can yakýcý gerçek feryatta:
Lozan zaferiyle diðer Arap topraklarýnda olduðu gibi
Filistin'de de Sevr'in bütün istekleri olduðu gibi kabul
edilmiþtir. Üstelik Sultan Vahdettin Sevr'i imzalamadýðý
için o zamana kadar onaylanmamýþ olan Filistin'deki Ýngiliz
manda rejimi Ýsmet Paþa'nýn Lozan'daki imzasýyla
resmiyet kazanmýþ, böylece Ýsrail'in kuruluþuna giden
yolda en büyük engellerden biri daha bertaraf edilmiþti.
Bir de Lozan'da Sevr'i paramparça ettik demiyorlar
mý, neden bahsettiklerini anlamakta güçlük çekiyorum.
Kabul edelim ki, Misak-ý Milli'yi tam olarak gerçekleþtire

altýnçað efsanesi ý 85
meyen Lozan, artýk yabancýsý olduðumuz Osmanlý topraklarý
konusunda Sevr'in hafifletilmiþ bir versiyonudur.
Zaten ilk ciddi muhalefet partisi Terakkiperver Fýrka'nýn
bir hedefi de, Lozan'daki baþarýsýzlýklarýn hesabýný sormak
deðil miydi? Rauf Orbay'ýn deyiþiyle,
Misak-ý Millimizin tamamen tahakkuk edemediðini millete
açýkça söylemek civanmertlik ve hakikatçiligine sahip
olacaktýk... Bir tahammülsüzlük ve sebepsiz endiþe,
halledilmemiþ milli meselelerimizin üzerine nisyan örtüsünü
çekti ve bu meselelerimiz geçen zamanla halledileceði
yerde gözlerden ve dikkatlerden uzak olarak kangrenleþti.
2
Terakkiperver Fýrka, topluma Lozan'ýn bir Pirus zaferi
olduðunu anlatacak, kazandýrdýklarý kadar kaybettirdiklerinin
muhasebesini yapacak ve telafi yollarýný arayacaktý.

Kapatýldý. Ýyi mi oldu? Kangren artýk beynimize ulaþmak


üzere. Misak-ý Milli diye diye Türkiye sýnýrlarýný kendimize
bir arslan kafesi haline getirdik. Düþünün ki, bu
ülke tam 4 yýl Dýþiþleri Bakanlýðý yapýp da sadece 3 kez
yurtdýþýna çýkan siyasetçiler görmüþtür.
Hesaplaþma kaçýnýlmaz görünüyor. Er veya geç...
1 Bkz. 19 Þubat 1920 tarihli Genelkurmay muhtýrasý, Cab. 24/116, CP
2275, ek D, s. 7-8; aktaran: Marian Kent, "Great Britain and the F.nd
of the Ottoman Empire", Editör: Marian Kent, The Great Poývers and
theEndofthe Ottoman Empire, Londra 1984, s. 193, dipnot 180.
2 Bu konuþmanýn tamamý Yakýn Tarihin Kara Delikleri (Ýstanbul 2007,
Timaþ Yayýnlarý) adlý kitabýmda mevcuttur (s. 162).
86 efsaneler ve gerçekler
II
MENDERES'ÝN RUHU
Dirimden korkmayacaktýnýz. Ama þimdi milletle el ele
vererek Adnan Menderes'in ölüsü ebediyete kadar sizi takip
edecek ve bir gün sizi silip süpürecektir.

Adnan Menderes'in idamýndan önce yazýp dostu


Gýyasettin Emre'ye gönderttiði mektuptan.

menderes'in ruhu 87
88 efsaneler ve gerçekler
Osmanlý'nýn da bir Demokrat Partisi vardý!
Tarih, müziðin duyulamadýðý ölü
noktalarý bulunan kötü inþa edilmiþ bir
konser salonuna benzer.
Archibald MacLEISCH
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, pireler berber
iken,...
Bir siyasî partinin tarihini anlatmaya böyle baþlanmaz,
biliyorum. Lakin iþ, Demokrat Parti'nin serencamýný
anlatmaya gelince, gayri ihtiyari bu kelimeler dökülüyor
insanýn dilinden. Hayýrdýr, neden acaba?
Sebebi þu ki, Demokrat Parti hakikaten masalýmsý bir
ömür geçirmiþ. Bir bakýyorsunuz adeta ýþýnlanýyor ve aniden
çekiliyor siyaset sahnesinden. Zirvelerden uçurumlara,
tehditlerden alkýþlara, umutlardan batmanlarca keder
yüküne doðru çýngýraklý bir geçmiþe ev sahipliði yapmýþ
bu güne kadar.
Ýþte Demokrat Parti'nin 1909'dan 2007'ye uzanan 88
yýllýk bilançosu.
Tarih denilince varsa yoksa "Cumhuriyet tarihi'ni
belleyenler Demokrat Parti'nin 7 Ocak 1946'da kuruldu
ðunu tekrarlayacaklardýr papaðan gibi. Doðru, bu tarihte
Refik Koraltan'ýn, Ýçiþleri Bakaný Hilmi Uran'a kuruluþ dilekçesini
vermesiyle Demokrat Parti resmen kurulmuþtur
ama burada ince bir fark vardýr: Bu, partinin ilk deðil,
Cumhuriyet dönemindeki ilk kuruluþuydu. Demokrat
Parti'nin bir de Osmanlý tarihinin sisleri arkasýnda kaybolmuþ
yitik gövdesi vardýr ki, yeterince bilinmez.
Ýlk Demokrat Parti ne zaman kuruldu?
Ýttihat ve Terakki Cemiyeti'nin kurucularýndan Arnavut
Ýbrahim Temo ve Avrupa'dan damýzlýk gençler getirterek
Türk ýrkýný 'ýslah' etmeyi Batýlýlaþmanýn kökten çözümü
olarak gören Dr. Abdullah Cevdet'in 1909'da kurduklarý
ýlýmlý, medenî ve tehlikeli davalarý olmayan bir
parti vardý: Osmanlý Demokrat Fýrkasý. Kadrolarý çoðunlukla
Hukuk Fakültesi (Mekteb-i Hukuk) öðrencilerinden
oluþuyordu. Bu kadronun da esasý, 7 Aralýk 1907'de Selanik'te
gizlice kurulan Selamet-i Umumiye Kulübü mensuplarýna
dayanýyordu. (Her taþýn altýnda Sabetayist baðlantý
arayanlara benden bir ipucu!)1
Osmanlý Demokrat Fýrkasý'nýn kuruluþ amacý, giderek
Türkçülüðe aðýrlýk vermekte olan Ýttihatçý iktidarýn karþýsýnda
Türk olmayanlarýn devlete baðlýlýðýný korumaya ve
hoþnutsuzluklarýný gidermeye çalýþmaktý.
Ýlginçtir, daha sonraki yýllarda klasik Türk musikisinin
önde gelen bestekârlarýndan biri olacak olan Muhlis Sabahattin
Ezgi (1888-1947) de Meþrutiyet yýllarýnda bu
partinin faal elemanlarý arasýnda boy gösteriyordu.
Osmanlý Demokrat Fýrkasý (ODF) yönetimi, davasýný
kamuoyuna iyice anlatabilmek için Selâmet-i Umûmiye
ve Hâkimiyet-i Milliye gibi gazeteler çýkartýyor ama gelin
görün ki, memleketi Abdülhamid'in zulmünden kurtaracaklarý
vaadiyle iþ baþýna gelen Ýttihatçýlarýn en ufak bir
eleþtiriye tahammül gösterememeleri yüzünden sýkýntýlar
içinde kývranýyordu. Gazeteleri defalarca kapatýldý, onlar
90 efsaneler ve gerçekler
da baþka isimlerle çýkarttýlar. Hatta zamanýn Harbiye Nazýrý
(Milli Savunma Bakaný) Mahmud Þevket Paþa, partinin
baþkaný Ýbrahim Temo'yu çaðýrýp bastonunu göstererek
tehdit etti ve þunlarý söyledi:
-Muhalefetten vazgeçmezseniz sizi sopa altýnda gebertirim.
Giderek insafsýzlaþan Ýttihatçýlarýn baský ve zulmü
karþýsýnda partiyi býrakýp Arnavutluk'a giden ibrahim Temo'dan
sonra Osmanlý Demokrat Fýrkasý sahipsiz kaldý ve
21 Kasým 1911 'de kurulan Hürriyet ve Ýtilaf Fýrkasý'na sosyalist
Osmanlý Ahrar Fýrkasý ile birlikte katýlarak kapandý.
2 Böylece Ittihad ve Terakki iktidarýnýn somut uygulamalarý
karþýsýnda geniþ bir muhalefet cephesi örgütlenmesine
karýþarak siyasî hayatýna veda eden partinin
1946'da küllerinden yeniden doðan bir Anka kuþu olacaðýný
o sýralarda tabii hiç kimse bilemezdi.
Böylece Türkiye'nin gördüðü ilk Demokrat Parti'nin talihsiz
baþlangýcý, sonraki hayatýna da örnek teþkil etti. Zulüm
ve baskýlara, hatta darbelere karþý direniþ ve sonra da
günün birinde kapýsýna kilit vurulmasý geleneði bundan
sonra da Demokrat Parti'nin yakasýný býrakmayacaktý.
Ýkinci Demokrat Parti
Ýsmet Ýnönü'nün "tek adam"lýðý ve CHP'nin tek partili
düzeni devam ederken, Ýkinci Dünya Savaþý bitti ve
ABD'nin baþýný çektiði 'Batý blokýf ile baþýný Sovyetler
Birliði'nin çektiði 'Doðu bloku' arasýnda ülke kapmaca
oyunu baþladý. Tam bu sýrada Türkiye, Yalçýn Küçük'ün
tartýþmaya açtýðý, Sovyetler'in Kars ve Ardahan'ý istediðine
dair haberlerle (güya aslý faslý yokmuþ bunun!) çalkalandý
ve o panikle de kendisini Hür dünya bloðunun içinde
buluverdi.
Tabiatýyla hür dünyanýn da bazý nazikane istekleri
vardý Türkiye'den. Böyle tek adam, tek parti, parti devle
ti, dernek kurma ve sendikalar üzerindeki kýsýtlamalar vs.
gibi 'komünizan' kanun ve uygulamalarýn savaþ sonrasý
demokrasilerinde yeri olamazdý.
Bunun üzerine Türkiye idaresi, Max Thornburg baþkanlýðýnda
bir ABD'li heyet tarafýndan tepeden týrnaða didik
didik edildi, kirli çamaþýrlarý elden geçirildi ve sonuçta
mevcut halimizle Batý bloðuna giremeyeceðimiz, dolayýsýyla
siyasî yapýmýzý hýzla reformdan geçirmemiz gerektiði
usulünce 'tavsiye edildi'. Bu usturuplu uyarý üzerine
Ýnönü, CHP dýþýnda bir partinin kurulmasýna engel bulunmadýðýný
söyleyerek çok partili hayata giden yolu açtý
ve ardýndan, daha önce istifa eden veya ihraç edilen 4 eski
CHP'li tarafýndan (Celal Bayar, Refik Koraltan, Adnan
Menderes ve Fuat Köprülü) Demokrat Parti kuruldu.
Aslýnda Demokrat Parti'nin kuruluþunun hemen ardýndan
ülke çapýnda hýzla teþkilatlanmasýnda Ýnönü'ye
diþ bileyen eski Ýttihatçý kadrolarýn katkýsýný görmemek
için kör olmak lazým. Yoksa CHP dýþýnda bir partinin
onun karþýsýnda ayný hýzda örgütlenmesini açýklamak
mümkün olmazdý.
Her neyse, tam evlere þenlik bir seçim olan 1946'da
bütün engellemelere raðmen mecliste grup kurmayý baþaran
DP, 1950 Mayýs'ýndan 1960 Mayýs'ýna kadar Türkiye'nin
modernleþme ve kalkýnma sürecinde motor rolü
oynadý; CHP'yi ve Ýnönü'yü tam 10 yýl boyunca sandýða
gömmeyi baþardý. Ancak Ýbrahim Temo'nun Demokrat
Fýrkasý'nýn baþýna gelenler DP'nin de baþýna gelmekte
gecikmedi ve 27 Mayýs askerî darbesiyle hükümet iktidardan
uzaklaþtýrýldýðý gibi, yöneticileri ve milletvekilleri
de Yassýada'da yargýlandý. Nihayet 3 idam ve yüzyýllarý
bulan hapis cezalarýyla Türkiye'de bir dönem tarihe karýþmýþ
oldu.
Ancak ihtilalciler ufak bir ayrýntýyý atlamýþlardý: Demokrat
Parti'yi kapatmayý. Bu iþi de genç bir avukat üstlendi;
Cemal Özbay adlý eski bir DP'li avukat, son genel
92 efsaneler ve gerçekler
kongresini 5 yýldýr yapmadýðý ve Dernekler Kanunu'nu hiçe
saydýðý gerekçesiyle DP'ye kapatma davasý açtý. Dava
mahkemece haklý bulunduðu için DP'nin kapýsýna ikinci
defa kilit vurulmuþ oldu. Mallarý hazineye devredildi (2
Eylül 1960).3 Partinin bu defaki ömrü 14 yýl sürmüþtü.
DP'nin 1992'de baþlayýp Aydýn Menderes'in yalpalamalarýna
kadar uzanan son dönemindeki ilginçlikleri anlatmayý
biraz ileriye býrakalým.
Þimdi Demokrat Parti ve Adnan Menderes yönetimini
Amerikancýlýkla suçlayan CHP'nin 'Asýl Amerikancý biziz'
nutuklarýna bakarak odamýzý havalandýralým. Bakalým
sahiden de asýl Amerikancý kimmiþ? Ýsmet Paþa konuþuyor,
biz dinliyoruz...
Osmanlý Demokrat Partisi (ODP)
hakkýnda birkaç yayýn

Sina Aksin, 100 Soruda Jön Türkler ve Ýttihat ve Terakki, Ýstanbul 1980,
Gerçek Yayýnevi, s. 179-180.
Tarýk Zafer Tunaya, "Türkiye'de ilk Demokrat Parti: Osmanlý Demokrat
Fýrkasý (Fýrkai Ibad)", Sosyal Hukuk ve Ýktisat Mecmuasý, Aralýk 1949,
s. 119-133.
Tarýk Zafer Tunaya,
Türkiye'de Siyasal Partiler, cilt 1, Ýkinci Meþrutiyet
Dönemi, 2. baský, istanbul 1984, s. 171-181.
1 llhami Soysal'a göre ODP'nin kurucularýnýn isimleri þöyleydi: Ýbrahim
Naci, Giritli Ali, Fuat Þükrü, Dr. Hýza Abud, Pertev Tevfik, Yeniþehirli
Salih, Mustafa, Rýza, Dr Abdullah Cevdet, Dr. Ýbrahim Temo.
Bkz. "Türk siyasal yaþamýnda yer almýþ baþlýca siyasal dernekler, partiler
ve kurucularý", Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, cilt 8,
Ýstanbul 1983, Ýletiþim Yayýnlarý, s. 2010.
2 Kurtuluþ Kayalý, "Hürriyet ve ItilaF', Tanzimat'tan Ctýmhuriyet'e Türkiye
Ansiklopedisi, cilt 5, Ýstanbul 1985, Ýletiþim Yayýnlarý, s. 1438.
3 Cem Erogul, "Demokrat Parti nasýl kapattýrýldý?", Tarih ve Toplum,
Sayý: 53, Mayýs 1988, s. 68-69.
menderes'in ruhu 93
Sözde deðil özde Amerikancý kimmiþ:
Menderes mi, Ýnönü mü?

Doðulular her Amerikalýnýn kendi ülkelerinin


üstünlüðü yönündeki düþüncelerine esasen
sinirlenir. Yine de kalplerinin derinliklerinde
Amerika'ya karþý gizli bir hayranlýk duyar ve
onu bireysel özgürlük ve kültür
mücadelesinin lideri olarak görürler.
STANVVOOD COBB1
Türkiye'de sað ve sol kesimlere mensubiyet, oyuncularýn
film icabý aldýklarý isimlere benzer biraz. Solun tohumlarýný
atanlarýn deðil de popülerleþmesine hizmet
edenlerin (mesela Nazým Hikmet) Avrupa'da sað kabul
edilen üst sosyal kesimden, yani Osmanlý aristokrasisinden
gelmiþ olmalarý, buna mukabil saðýn öncüsü kabul
edilenlerin önemli bir kýsmýnýn alt ve orta sýnýftan, yani
halktan gelmiþ olmalarý (mesela Mehmed Akili yeterince
açýklayýcýdýr. Bu açýdan bakýlýrsa Türkiye'nin siyasî yelpazesindeki
sol partiler ile sað partilerin su geçirmez bir bölmeyle
birbirlerinden ayrýldýðý varsayýmýnýn manasýzlýðý
daha net olarak görülür.
Geçenlerde kapým çalýndý. Kargocuymuþ gelen. Nevzat
Pakdil Beyefendi'nin göndermeyi vaat etiði TBMM
94 efsaneler ve gerçekler
Yayýnlarý kolisinden Ýsmet inönü'nün TBMM'deki Konuþmalarý
adlý 3 ciltlik derleme2 çýkýnca az kalsýn çýðlýðý koyuverecektim.
Ne de olsa Þevket Süreyya Aydemirin
meþhur ettiði deyiþle 'Ýkinci Adam'ýn uzun siyasî hayatý
boyunca çizdiði hileli zikzaklarý bizzat kendi konuþmalarýndan
takip etmenin keyfi varmýþ olacaktým böylece.
Bu kitapta bir araya toplanan Ýnönü'nün TBMM konuþmalarý
sayesinde açýk seçik görüyoruz ki, ikide bir
Türkiye'yi "küçük Amerika" yapmakla suçlanan ve sanki
ABD'nin Türkiye'deki acentasýymýþ gibi itilip kakýlan Demokrat
Parti, meðer bu iþte pek masummuþ. Hatta
CHP'nin ve Ýnönü'nün eline su bile dökemezmiþ. Yine ayný
kitaptan anlýyoruz ki, TBMM'de açýk açýk Amerikan
dostu olduðunu, Türkiye'nin çýkarlarýnýn mutlaka
ABD'nin yanýnda olmakta yattýðýný haykýran kiþi de ismet
Paþa'dan baþkasý deðilmiþ.
Diyeceksiniz ki, bunu yeni mi öðrendin? Aðustos
1944'den itibaren Faþist kampla flörtünden tornistan
ederek savaþý kaybedeceðini kör sultanýn bile anladýðý Almanya'yla
iliþkileri aniden kesen ve hatta ona son anda
savaþ dahi ilan eden (tabii bunu bizden baþka kimse ciddiye
almamýþtý, o ayrý bahis), ardýndan 25 Nisan 1945'te
San Fransisko konferansýna temsilci gönderirken kendisi
de boþ durmayýp Tek Parti idaresini bitireceði demecini
veren, böylece ABD ve müttefiklerine göz kýrpýp el sallayanýn
ismet Paþa olduðunu biliyordum kuþkusuz. Hatta
1948'de Türkiye'ye davetli gelen ABD'li uzman Max Weston
Thornburg'un Türkiye Cumhuriyeti'nin belli baþlý
kurumlarýný ve cümle bilgi ve evrakýný baþtan ayaða didik
ettiði ve ulaþtýðý sonuçlarý bir rapor halinde ABD yetkililerine
sunduðu da yabancýsý olduðum bir bilgi deðildi.
Yine de ismet Paþa'nýn, üstelik Meclis çatýsý altýnda, üstelik
de muhalefetteyken bu denli net bir dille ABD yanlýsý
olduðu iddiasýnda bulunduðunu itiraf edeyim ki, yeni
öðrendim.
menderes'in ruhu 35
Þimdi vakit kaybetmeden geçelim Ýsmet Ýnönü'nün
itiraflarýna ve bakalým 1960'da gerçek Amerikancý kimmiþ,
o anlatsýn bize.
Tarih 25 Þubat 1960'týr. inönü TBMM kürsüsünde
coþmuþtur. Bakýn neler döktürmüþ o hararetli tartýþmalarýn
yaþandýðý günde, beraber okuyalým:
Birleþik Amerika NATO'dan evvel yardýmcýmýz, NATO
içinde müttefikimiz, CENTO içinde ittifakýn teþvikçisi ve
bunlardan baþka iktisadi, mali alanda kuvvetli desteðimiz
olmuþtur... Siyasi partilerin hiçbirinde Amerika münasebetlerini
kýymetli tutmayan bir telakki yoktur. Biz, I P ise,
bu yeni münasebetlerin 15 sene evvelki kurucusu ve 15 seneden
beri sadýk taraftarýyýz. Bizim kanaatimizce ABD
dostluðunun temelini Hükümetten Hükümete bir münasebet
manzarasýnýn ötesinde, milletten millete münasebet
kaidesinde saðlam olarak muhafaza etmek lâzýmdýr.
Demek ki neymiþ: inönü'ye göre ABD bizim yardýmcýmýz,
müttefikimiz, iktisadî ve malî alanlarda destekçimizmiþ,
bir. 1960 yýlýnda, yani 27 Mayýs'tan 3 ay önce partiler
arasýnda zaten farklý düþünen de yokmuþ, iki. O tarihten
15 yýl önce, yani 1945'te ABD ile iliþkileri ilk baþlatanýn
CHP olduðundan gururla bahsediyormuþ, üç. ABD ile iliþkiler
öyle yalnýzca hükümet politikalarýyla ilgili olmayýp
bizzat iki millet arasýndaki kalýcý bir dostluk ve iliþkiymiþ,
dört.
Durun, bununla de yetinmiyor Ýsmet Paþa; ABD ile
iliþkilerin o kadar saðlam tutulmasýný istiyor ki, onu sakýn
ola iki milletin dostluðuna, sadece çýkar hesaplarýna dayamak
þeklinde anlamayýn. Çünkü Paþa ya göre Amerika
Birleþik Devletleri kadar halký ve kültür alemi de Türkiye'nin
iyiliðini istemekte ve dostluðu "milletten millete"
olarak benimsemektedir. Partiler, iktidarlar gelip geçicidir
ona göre, ancak ABD ile dostluðumuz kalýcýdýr.
Ýnönü son söz olarak þunlarý söylemekten alamaz kendisini:

96 efsaneler ve gerçekler
Amerika emin olmalýdýr ki, kendisi için en saðlam mütte

fik [olanj Türkiye, demokrasi ile idare edilen bir Türkiye


olacaktýr.
Hiçbir yoruma açýk kapý býrakmayan bu net, kategorik
ifadelerden sonra Türkiye'yi ABD politikalarýna teslim
edenlerin sözüm ona saðcýlar ve Demokrat Parti yetkilileri
olduðunu, buna karþýlýk Cumhuriyet Halk Partisi'nin
baþtan beri anti-Amerikan bir duruþ sergilediðini hala
tekrarlayanlar çýkacak mý, merak ediyorum.
Çýkar bence. Zira hafýzasý ve süreklilik fikri tahkim
edilmemiþ bir toplumda her 5-10 yýlda bir herkes rulet
masasýnda yerini deðiþtirir ve bir süre sonra kimse kimsenin
daha önce nerede oturduðunu hatýrlayamaz ve sorgulayamaz
olur. Lakin rulet oyunu da devam etmektedir
bu arada, önemli olanýn oyunun devam etmesi olduðuna
inanmýþýzdýr bir kere.
Ýþte ileride göreceðimiz gibi, 14 Mayýs 1990 günü "silahlý
kuvvetlerin iþbirliðiyle Türkiye'yi hiçbir yere götürmek
mümkün deðildir" diyen SHP'li Deniz Baykal'ýn bugünlerde
CHP Genel Baþkaný sýfatýyla apoletli e-muhtýraya
can havliyle sarýlmasýndaki farký çeliþki olarak mý, yoksa
takiyye olarak mý deðerlendirmek gerektiðine karar veremeyiþimizin
esas sebebi budur.
1 Stanvvood Cobb, Gerçek Türkler, Çeviren: Hasan Kaya, 2. baský, Ýstanbul
2006, Maviagaç Yayýnlarý, s. 120.
2 Ýsmet Ýnönü'nün TBMM'deki Konuþmalarý, 1920-1973, 3 cilt, Ankara
1992, TBMM Kültür, Sanat ve Yayýn Kurulu Yayýnlarý.
menderes'in ruhu 97
Hüzünlü bir Dýþiþleri Bakaný portresi
Ataktý, laflarýný çiðnemezdi, doðru hedefe
giderdi, hassasiyetlere bakmazdý. O
bakýmdan pek diplomat deðildi. Sevilmezdi,
fakat sayýlýrdý. Çünkü, söylediklerinde her
zaman fikir ve mana vardý.
Semih GÜNVER
Onun hakkýnda, "Parti arkadaþlarý arasýnda, hali, tavrý,
giyiniþi, konuþuþu. "R" harflerini telâffuz edemeyiþi,
kimseyi takmayýþý, kýrýcý davranýþlarý ile sanki uzaydan
gelmiþ bir yaratýk gibiydi" diyordu diplomasiden bir arkadaþý,
ve ekliyordu: "Takatinin hududu yoktu, mücessem
faaliyet idi." Sýýnday Times'a bakýlýrsa o, muhtemelen
Türkiye'nin yetiþtirdiði en yetenekli Dýþiþleri Bakanýydý.
The Times ise bu tespite "en zeki" sýfatýný da ekliyordu.
Peki kimdi bu aykýrý, yetenekli ve zeki dýþiþleri bakaný?
Herhalde elimizdeki tanýmlara 'idam sehpasýna tekme
vurarak ölümden korkmadýðýný gösteren merhum siyasetçimiz'
açýklamasýný eklersek çoðunuz tanýyacaksýnýzdýr
onu. O, kemikleri artýk Ýstanbul Topkapý'da Adnan
Menderes ve Hasan Polatkan ile beraber dinlenmeye çekilen
Fatin Rüþtü Zorlu'dan baþkasý deðildir.
98 efsaneler ve gerçekler
Dýþiþleri Bakaný Fatin Rüþtü Zorlu'nun
16 Eylül 1961 günü idam edilmeden
hemen önce çekilmiþ son fotoðrafý.

Peki kimdir Fatin Rüþtü Zorlu?


1910'da anne ve baba tarafýndan paþa torunu ve Ýbrahim
Rüþtü Paþa'nýn oðludur. Galatasaray'dan mezun olduktan
sonra Cenevre'de hukuk okur. Ardýndan ver elini
Diþiþleri Bakanlýðý. Artýk Zorlu'nun kaderi uzun yýllar boyunca
bu renkli kulvarda þekillenecektir, Türkiye'nin kaderiyle
birlikte.
Hariciye deyip geçmeyin, cazip görünür dýþarýdan
ama iç yapýsý, kendisi de bir hariciyeci olan Büyükelçi Semih
Günver'in deyiþiyle, bir ormana {jýýngle) benzer. Sürekli
rekabet, diþiþleri mensuplarýnýn içini yer bitirir.
Dostluklar aldatýcýdýr. Büyük balýk küçük balýðý yutar orada.
Alçak gönüllülüðe yer yoktur. Kimse kimseyi gerçekten
sevmez.1
Böylesine kýyýcý bir rekabet ortamýnda mücadeleye
baþlayan Zorlu'nun avantajlarý yok deðildir. Paþa çocuðu
ve torunu olmaktan baþka, bir de göreve baþladýðý yýllarda
Atatürk'ün deðiþmez Dýiþiþleri Bakaný postuna ýsýnmýþ
olan Tevfik Rüþtü Aras'm kýzý Emel Hanýmla evlenir, üstelik
niþan yüzüklerin bizzat Atatürk takar.
Rüzgârý arkasýna almýþtýr ve artýk çalýþma vaktidir.
Zorlu hakikaten çalýþýr. Ýlk büyük deneyimini Montrö
menderes'in ruhu 99
Antlaþmasý görüþmelerinde yaþar (1936), ikincisini Hatay
müzakerelerinde (1937). Bakandan takdirnamelerle
ödüllendirilir.
Ancak Atatürk'ün ölümü ve Ýnönü döneminde kayýnpederinin
bakanlýðý býrakmasý üzerine hamilerini kaybeder
ve zor günleri baþlar. Þifre Müdürlüðünü, Ticaret Dairesini
yönetir. Görevse yapýlacaktýr. Bir makine gibi çalýþtýðý
söylenir. "Makine gibi yorulmaz, makine gibi insafsýzdýr.
Ýþ yüzünden etrafýný kýrýp döktüðü olur. Ama kiþisel
mesele olmaz hiçbir zaman.
Takvimin yapraklarý 1950'yi gösterdiðinde Türkiye'de
iktidar deðiþir ve Adnan Menderes fýrtýnasýdýr baþlar siyasette.
Türkiye'nin NATO'ya giriþinde onun ciddi katkýsý
görülür. Þu tesadüfe bakýn ki, Adnan Menderes de hanýmý
tarafýndan uzaktan akrabasý olmaktadýr. Siyasete girmesi
için asýl baský, bir sonraki seçimlerde, yani 2 Mayýs
1954'de gelir. Ailesi ve yakýn çevresi onu siyasette görmek
istemektedir. Girer.
Devlet Bakanýdýr artýk ve Kýbrýs'ýn ateþ topu gibi olduðu
devirlerden birindeyizdir. Kýbrýs politikasýnda baþarýlý
ilk adýmlarý atar atmasýna ama, bu kendini dýþ politikaya
adamýþ adama ilk darbe, bizzat Demokrat Parti grubundan
gelir. Altý ay süren ilk Bakanlýðý, 9 Aralýk 1955'de DP
Grubu'nun meþhur isyaný sýrasýnda sona erer. Bir sonraki
bakanlýðý için artýk 2 Kasým 1957'yi beklemesi gerekecektir.

Bakanlýðý sýrasýndaki en büyük baþarýsý, Lozan'da muallakta


býrakýlan Kýbrýs meselesini yine Lozan'ýn 30. maddesine
dayanarak Türkiye'nin garantörlüðüne baðlamaktýr.
Müthiþ bir müzakere maratonu içerisinde kendisine
Lavvrence Durrell'in Acý Limonlar adlý romanýný delil gösteren
Yunanlý meslektaþýna Shakespeare'in Othello'sundan
cevap yetiþtirecek kadar birikimlidir, akýllýdýr. Hatta
Yunan tarafýna en büyük darbeyi nerede indirmiþtir, bilir
misiniz? Yunan Parlamentosunun Kýbrýs zabýtlarýný bul

100 efsaneler ve gerçekler


durup çevirterek ve orada, Yunanlýlarýn gizledikleri ENO-
SÝS, yani adanýn Yunanistan'a ilhaký tezinin nasýl savunulduðunu
Ýngilizler ve Amerikalýlarýn gözüne soktuðu
anda. Ýþte bu atak üzerine rakibi Averof, "Davayý kaybettik.
Zorlu kazandý" demiþtir.
Zorlu gerçekten de kazanmýþ mýdýr? Bilinmez. Bilinen
bir þey var ki, o da Kýbrýs'ý yeniden Misak-ý Millî sýnýrlarýna
katmasa bile, en azýndan Türkiye'nin garantörlük haklarýný
dünyaya kabul ettiren bu baþarýlý antlaþmadan yaklaþýk
bir yýl sonra, 27 Mayýs 1960 darbesiyle Zorlu'nun
kendisini hücrede ve bundan yaklaþýk 15 ay sonra da
idam sehpasýnda bulduðudur.
Ondan geriye, "Kýbrýs'ý sattý" diye kendisine demediðini
býrakmayan Ýsmet inönü'nün son baþbakanlýðýnda
Kýbrýs'a garantör devlet olarak müdahale etmeye kalkmasý
(ne gariptir ki, Ýnönü'nün CHP'si mecliste bu antlaþmaya
red oyu vermiþtir), daha da ilginci, Kýbrýs'ý sattýðý için
kendisine küs olan Bülent Ecevit'in 1974'de Zorlu'nun
eseri olan garantörlük hakkýmýza dayanarak adaya müdahalede
bulunmuþ olmasýydý. Yani "Karaoðlan" unvanýnýn
arkasýnda 13 yýl önce ipe korkmadan uzanan baþýn teri
yatýyordu.
Zavallý Fatin Rüþtü, Yassýada'dakilere bir türlü laf anlatamayýnca
Atatürk zamanýnda aldýðý takdirnamelerden
medet ummuþtu. Iþ yaramýþ görünüyor mu sizce?
1 Semih Günver, Fatin Rüþtü Zorlu 'nun Öyküsü, Ankara 1985, Bilgi Yayýnevi,
s. 18. Yazýmýn hemen tamamýnda yararlandýðým kaynak Günver'in
bu zekâ pýrýltýlarýyla dolu kitabý oldu.
menderes'in r u h u 1 O 1
Teneffüs
Zorlu'nun son mektubu
Fatin Rüþtü Zorlu son mektubunu yazarken elleri titriyor,
her geçen satýr onu ölüme yaklaþtýrýyordu... Mektupta þunlar
yazýlýydý:
Sevgili Anneciðim, Emelciðim, Sevimciðim ve
Abiciðim,
Þimdi, Cenab-ý Hakkýn huzuruna çýkýyorum.
Sakinim, huzur içindeyim. Benim için üzülmeyin.
Sizlerin de sakin ve huzur içinde yaþamanýz
beni daima müsterih edecektir.
Bir ve beraber olun. Allanýn takdiratý böyleymiþ.
Hizmet ettim ve þerefimi daima muhafaza
ettim.
Anne, siz sevdiklerimi muhafaza edin ve Allanýn
inayetiyle onlarýn huzurunu temin edin.
Hepinizi Allaha emanet eder, tekrar üzülmenizi
ve hayatta berdevam olarak beni huzur
içinde býrakmanýzý rica ederim. Allah memleketi
korusun.
Ayhan Hünalp, Daðlara Giden Yollar, istanbul 1974, 3 Yayýnlarý, s. 46.

1 02 efs aneler ve gerçekler


Teneffüs
Bir Dýþiþleri Bakanýnýn idamý
15 Eylül 1961 Cuma günü idama mahkûm edilen ve ayný
gün idam hükümleri M.B.K. [Milli Birlik Komitesi] tarafýndan
tasdik olunan üç kiþiden Zorlu ve Polatkan gece yarýsý bir
hücumbotla Ýmralý adasýna götürülmüþlerdir...
Menderes, Zorlu ve Polatkan'ýn idamý iþinde cellâtlýk yapacak
olan altý kiþi ve dinftelkinde bulunacak imamlar Cuma
günü geç vakit Ýmralfya doðru yola çýkarýlmýþtý. Cellâtlardan
Kemal Ayson ve Hasan imi eski bekçi, diðer cellâtlar kýptiydi
(çingene). (Bunlara daha sonra mahkeme kararýyle 1 50'þer
lira cellâtlýk ücreti verilmiþtir.
Zorlu ve Polatkan 16 Eylül 1961 Cumartesi sabaha karþý
2.40'da Yassýada'ya 30 mil mesafede bulunan Ýmralý adasýndaki
infaz yerine götürülmüþler, saat 3'ü 5 geçe ikisi hakkýndaki
hükümler infaz olunmuþtur.
Zorlu sehpaya büyük bir soðukkanlýlýkla çýkmýþtý. Cellâdýn
telâþ etmesi üzerine "acele etme" demiþ, daha sonra cellâdýn
iskemleyi çekmesine fýrsat vermemiþ ve iskemleyi iterek
kendisini boþluða býrakmýþtý.
Polatkan infaz yerine kendisini kaybetmiþ halde getirilmiþ,
daha önce mektup yazmasý için verilen bir kâðýdý da reddetmiþti,
infaz sýrasýnda da hiçbir þey söylememiþti.
Kaynak: 1962 Türkiye Yýllýðý, Ýstanbul 1962, s. 151.

menderes'in r u h u 1 0 3
Ýþte darbecilere silah çeken Cumhurbaþkaný

27 Mayýs 1960, saat |sabah] 5.15. Harp Okulu


önünden hareketten hemen birkaç dakika evvel
þu haber alýndý: "Ankara þehrinde Köþk hariç
hiçbir yerde mukavemet yoktur. Çankaya ateþsiz
mukavemete devam ediyor."
Celal Bayar'ý göz altýna alan heyetin raporundan
Celal Bayar'a "Son Ýttihatçý" diyebilir miyiz? Siyaset
hayatý bakýmýndan konuþuyorsak, galiba evet. Eðer Ýttihatçýlýkla
Osmanlý-Türkiye eklemlenmesinde köprü baþý
rolü oynamýþ en etkili ve gerçekte tek siyasî örgütün üyesi
olmayý kastediyorsak, Celal Bayar'ýn 1986'da 104 yaþýnda
ölümüyle örgütün son neferini kaybettiðini söylemekte
herhangi bir sakýnca bulunmuyor.
O çekirdekten yetiþme bir komitacýydý.
40 yýla yakýn bir süre Osmanlý ve Cumhuriyet parlamentolarýnda
kesintisiz görev yapmýþ deneyimli bir siyasetçiydi.

Bakanlýk, baþbakanlýk, cumhurbaþkanlýðý gibi yöne

tim çarkýnýn zirvelerinde ýþýk hýzýyla turlamýþ bir devlet


adamýydý.
104 efsaneler ve gerçekler
Mahmut Celal Bayar (1883-1986)
Ýþ Bankasý'nýn kuruculuðu gibi finans sektörünün öncülüðünü
yapmýþ bir giriþimciydi.
Çok partili hayata kazasýz belasýz geçilmesini saðlayan
en önemli siyasî aktörlerdendi.
Bu vasýflarýnýn bir kýsmý iyi kötü biliniyor. Yalnýz Celal
Bayar'ýn Ýttihatçý kimliði üzerine kalýn bir Cumhuriyet fýrçasý
çekilmiþ durumda. Halbuki Atatürk de biliyordu ki,
bir Ýttihatçý her zaman Ýttihatçýdýr. Buna raðmen Celal
Bayar, ölümüne yaklaþtýðý yollarda daha parlak bir gözdesi
olacaktý.
menderes'in ruhu 105
Buna Ýþ Bankasý'nýn, Ýttihatçýlarýn kurduðu Ýtibar-ý
Milli Bankasý'ný yutmasý örnek olarak verilebilir. 1927 de
güçlü olan banka, ittihatçýlarýn kurduðu Ýtibar-ý Milliydi,
kriz içinde olan banka ise Ýþ Bankasý'ydý. Normalde zor
durumda olan Ýþ Bankasý'nýn Ýtibar-ý Milli Bankasý'na katýlmasý
beklenirken, tersi oldu ve güçlü olan zayýfa katýldý!
Bu, Ýttihatçýlýðýn Cumhuriyet rejimi tarafýndan yutulma
operasyonunun sadece bir parçasýydý ve operasyonun
baþýnda Celal Bayar bulunuyordu.
Bayar'm ittihatçýlýðýnýn sonralarý da devam ettiðini
gösteren örneklerin en belirgini, Demokrat Parti'nin kuruluþudur.
Yeni rejimde kendilerine bir yuva arayýþýna giren
Ýttihatçýlar birkaç baþarýsýz giriþimden, özellikle izmir
Suikasti davasýndan sonra tarumar edilmiþ ve mecburen
yer altýna çekilmiþlerdi. Bekledikleri ortam Ýkinci Dünya
Savaþý'nýn sonunda dýþ zorlamalarýn yedeðinde doðacaktý.
Eski Ýttihatçý Celal Bayar iþaret fiþeðini atýnca maðaralarýndan
çýktýlar ve amiral gemisi CHP karþýsýnda müthiþ
bir hýzla örgütlendiler. Böylece Türkiye'nin siyasî tablosu,
Cumhuriyet'in çeyrek yüzyýlý henüz doldurmadýðý bir sýrada
Ýttihatçýlýktan gelme iki partili bir sisteme açýlýyordu.
Ancak nedense DP'nin baþarýsýnda Ýttihatçýlarýn örgütleyici
payý unutturulmuþum
Nihayet Celal Bayar eski tüfek bir ittihatçý olduðunu
27 Mayýs darbesinde bir kere daha ispatlama imkânýný
bulacaktý.
Darbecilerin planý þöyleydi: Tanklarla Çankaya'nýn
kapýsýna dayanmak, Cumhurbaþkanýný korkutarak kaçmasýný
saðlamak, sonra da onu yakalayýp bir tank içinde
Harbiye'ye götürmek. Ancak bu plan iþlemedi, çünkü karþýlarýndaki
çetin ceviz, darbe marbe iþlerini hepsinden iyi
bilen çekirdekten yetiþme bir Ýttihatçýydý.
Reþide Bayar eþini o Mayýs sabahý þafak sökmeden
darbe haberiyle uyandýrdýðýnda saat 03.30'u gösteriyordu.
Celal Bayar kalktý, giyindi ve çekmecesinden çýkardýðý
106 efsaneler ve gerçekler
Çankaya Köþkünü basan 'Veteriner General' Burhanettin Uluç, ihtilalden
sonra omuzlarda gezerken...
tabancayý ceketinin sol cebine koydu (çünkü solaktý). Ardýndan
yaverini çaðýrýp emrini verdi:
-Haydi ne duruyorsunuz, dýþarý çýkýp darbeyi bastýralým!

Muhafýz Alayý komutaný Osman Koksal kendisine kaçmayý


teklif ettiðinde ise verdiði cevap, tank sesleri karþýsýnda
hala metanetini koruduðunu gösterir:
- Bir yere adým atacak deðilim. Ben meþru Cumhurbaþkanýyým
ve sonuna kadar mücadele edeceðim.
Dediðini de yapacaktý bu 77 yaþýndaki son Ýttihatçý.
Darbeciler Köþke girdiklerinde Bayar'ýn karþýlarýnda
kaya gibi dimdik durduðunu görünce afalladýlar. "Sizi götüreceðiz"
dediklerinde aldýklarý cevap, "Ben millî iradeyle
buraya geldim, hiçbir kuvvet beni buradan alamaz" oldu.
Onun kolay kolay teslim olmayacaðýný anlayan darbeci
"veteriner generali" Burhanettin Uluç Paþa subaylarýna
avlarýný yakalamalarý için iþaret verdi. Bayar'ýn sol eli ce

menderes'in ruhu 107


bine gitti. Tabancayý çekti. Kararýný vermiþti: Önce üzerine
gelen 4 subayý vuracak, sonra da intihar edecekti. Ne
olduysa son anda kan dökmekten vazgeçti ve sol eliyle silahý
sol þakaðýna dayadý. Tam bu sýrada üzerine atýlan bir
subayýn eline vurmasýyla silah yere düþtü ve bundan sonra
Bayar'ýn darbecilerle minder güreþi baþladý.
Kolunu kýskývrak yakalamaya çalýþtýlar, olmadý; ceketinden
çekip dengesini bozdular, olmadý; inatla teslim
olmuyordu. Sonunda yaka paça sürüklenerek dýþarý çýkarýldý.
Esir alýnmýþ bir düþman komutaný gibi zafer tankýnýn
üzerinde götürmek istiyorlardý kendisini. Bayar kesin
bir dille bir Cumhurbaþkanýný tankla götüremeyeceklerini
söyledi kendilerine. Bu direniþ üzerine subaylar bulduklarý
kýrmýzý bir kaptýkaçtýyla onu Harp Okulu'na götürdüler.

Bayar ile ihtilalciler arasýndaki nefes kesen mücadele


sonraki günlerde de devam etti. General Cemal Madanoðlu
ne kadar demokratik bir darbe(!) yaptýklarýný ispatlamak
için mutlaka Cumhurbaþkaný'nýn istifa etmesini istiyordu.
Köþkten yaka paça dýþarý çýkartýlan bir Cumhurbaþkaný
kendiliðinden istifa ederse meþruiyet sorununu
halledeceklerini düþünüyorlardý. Yine Bayar'ý ikna etmek
kolay olmamýþtý. Direnmiþti. Ancak 28 Mayýs'ta, o da silah
zoruyla istifa mektubunu imzalatabildiler.
Bayar ne mahkeme sürecinde, ne de hapishane günlerinde
herhangi bir yýlgýnlýk belirtisi göstermiþti. Ülkeye ve
þahsýna yapýlanlarý, kemeriyle intihar ederek cevapsýz býrakmamak
istedi. Ölmekten son anda kurtarýldý. O kendisini
kurtaranlara, 'Niye kurtardýnýz ki?' diyordu.
Direniþi baþarýlý olamasa da, Ýttihatçýlarýn öyle kolay
lokma olmadýðýný göstermiþti ya, bu yeterdi. Bir örgüt
adamýydý ne olsa. Baþarý deðil, mücadeleydi önemli
olan. Zaten bir rivayete göre Bayar da kendisini yakalamaya
gelen generalin veteriner olduðunu öðrenince
þöyle demiþtir:
108 efsaneler ve gerçekler
Koskoca Cumhurbaþkaný bir veteriner paþasýna teslim
olduktan sonra biz bu darbeyi zaten hak etmiþiz.1
Not: Celal Bayar'ýn Çankaya Köþkü'nde yakalanýþýyla ilgili ayrýntýlý bilgiler
için þu kaynaklara bkz.
Uður Mumcu, inkýlâp Mektuplarý, 6. baský, Ýstanbul 1993, Tekin Yayýne

vi.
M.
Emin Aytekin, Ýhtilâl Çýkmazý, Ýstanbul 1967, Dünya Matbaasý, s. 38
vd.
Sýtký Ulay, Harbiye Silah Baþýna!: 27Mayýs 1960, Ýstanbul 1968, Kitapçýlýk
Ticaret Limited Þirketi, s. 106 (Harp Okulu Komutaný olan Ulay, hadiseyi
kýsaca geçiyor).
Orsan Öymen, Bir Ýhtilâl Daha Var... (1908-1980), 3. baský, Ýstanbul 1986,
Milliyet Yayýnlarý, s. 252-258.
Emin Karakuþ, 40 Yýllýk Bir Gazeteci Gözü Ýle Ýþte Ankara, Ýstanbul 1977,
Hürriyet Yayýnlarý, s. 498-502.
1 Nakleden: Hüsamettin Cindoruk. Bu ifade Cindonýk'un Davut Dursun'un
27 Mayýs Darbesi: Hatýralar, Gözlemler, Düþünceler (Ýstanbul
2001, Þehir Yayýnlarý, s. 86) adlý kitabýndaki konuþmasýnda geçiyor.
menderes'in ruhu 109
Vataný kurtarýcýlardan kurtarmak
Politikacý, Türk subayýný yorulmaz bir
gayretle ihtilâlci olarak inþa etmenin
mükemmel bir mimarýdýr.
M. Emin AYTEKÝN
Almanlarýn ikinci Dünya Savaþý'ndaki aðýr yaralarýný
baþarýyla sarmýþ devlet baþkanlarýnýn en önde geleni
Konrad Adenauer'ýn düþündürücü bir tespitini tekrar hatýrlamakta
fayda var. Der ki Adenauer:" Tarih, önlenebilecek
felaketlerin toplamýdýr."
Önlenebilecek, yani insan eliyle meydana getirilen felaketler.
Mesela? Mesela savaþlar... Ne bileyim, mesela iþkenceler,
yanlýþ kararlar veya darbeler. Özellikle darbeleri
Adenauer'ýn sözünü ettiði 'önlenebilecek felaketler'e
dahil etmemizde büyük fayda var.
Buraya bir baþka Alman kökenli zatýn, Yahudi sosyolog
Norbert Elias'ýn sarsýcý yakalayýþýný baþka bir yazýda
açmak üzere çengelli iðneyle asýyorum: Ýnsanoðlu doðal
afetlerde birbirine yardýmcý olmak için çýrpýnýr ama siyasî
afetlerde bunun tam tersini görürüz. Hatta bu afete
maruz kalanlara acýma duygumuzu dahi yitiririz.
Neden acaba? 27 Mayýs ihtilalinin gerçekleþtiði ay
doðan kýzlarýn adýný Nuray (anlarsýnýz ya, nurlu ay!) ko

110 efsaneler ve gerçekler


yan CHP'lileri hatýrlatmak yeterlidir bunu fehmetmek
için.
Bu iki Alman'ýn tespitini peþ peþe getirirsek þöyle bir
manzara çýkar karþýmýza: önüne geçilebilir bir 'felaket'
olan darbeler karþýsýnda neden Akif'in dediði gibi yüreklerimiz
toplu vurmuyor ve mesela bir deprem anýnda
hemcinslerimizi korumak üzere hareket geçen beþerî refleksimiz
bu felaketlerde dumura uðruyor, derhal sen-ben
kavgasýna düþerek gerçek felaketi unutuyoruz?
Galiba ipin ucu siyasetin eteðine düðümlendiði için...
Oysa darbeler bir avuç ihtilalci kadroya geçici bir þöhret
ve kudret getirse de, hüsranla sonuçlanmasý kaçýnýlmaz
gibidir. Belki 12 Eylül'de olduðu gibi terörü bitirmek,
asayiþi saðlamak bakýmýndan geçici bir rahatlýk getiriyor.
Lakin yaranýn kendisini iyi etmeyip üzerine tentürdiyot
þiþesini boþalttýðý için yüzeydeki mikrop kýrýlýyor ama bir
süre sonra bünye ayný yaradan iltihabý yine üretmeye devam
ediyor. 12 Eylül darbesinin gerçek bir sonucu olan
1982 Anayasasý'nýn son gediklerinden birisi Cumhurbaþkanlýðý
seçimlerinde meclis toplantý yeter sayýsý tartýþmasýnda
(367) ortaya çýkmadý mý? (Neyse ki 20 Aðustos itibariyle
aþýlmýþ oldu bu gedik.)
Bakýn 27 Mayýs darbesinde görev alan Üçüncü Zýrhlý
Tugay Komutaný Orhan Erkanlý, hatýralarýnda hangi acý
itiraflarda bulunuyor:
Asker, sivil, gelip geçen bütün iktidarlarýn gerekçesi ve gayesi
hep ayni idi: "Vataný kurtarmak, demokrasiyi yaþatmak."
Aslýnda ortada kurtarýlmaya muhtaç, batmýþ bir
vatan ve zorla yaþatýlacak bir demokratik düzen olmadýðýný,
kahraman veya hain olarak nitelediðimiz kiþilerin iktidar
mücadelelerinin galipleri veya maðluplarýndan ibaret
bulunduðunu bir türlü anlamadýk. Memleketimizin en
ciddî, en önemli ve hayatî sorununun, VATANÝ KURTARICILARDAN
KURTARMAK olduðunu bildiðimiz halde
açýklamadýk, bu yolda samimi gayretler harcamadýk...1
menderes'in r u h u 1 1 1
Peki bu noktaya nasýl gelmiþ 26 Mayýs'ý 27 Mayýs'a
baðlayan gece tanklarýyla Ýstanbul'u ziyarete gelmiþ olan
ihtilalcimiz Orhan Erkanlý? Öyle zannedildiði gibi fazla
uzun sürmemiþ gelmesi. Henüz 27 Mayýs'tan iki gece
sonra sivil hayatý yönetmenin silahlarý sivriltmekle alakasý
bulunmadýðý dank etmiþ kafasýna.
29 Mayýs akþamý Ankara'ya giden Davutpaþa tank birliði
komutaný Orhan Frkanlý, ihtilalci subay arkadaþlarýnýn
Baþbakanlýk'ta çalýþtýðýný öðrenir ve içeri girer. Gördüðü
manzara karþýsýnda gayri ihtiyari þaþýrýr:
Bakanlar Kurulunun toplantý salonuna girince þaþkýnlýðým
bir kat daha arttý; 50-60 kiþilik bir kalabalýk kabine
toplantýsý yapýlan masanýn etrafýnda kýsmen oturmuþ,
kýsmen ayakta, her kafadan bir ses çýkýyor... Bunlar kimdi,
çoðunu tanýmýyordum. M.B.K. [Milli Birlik Komitesi]
denen bu topluluk muydu? Bizim Atatürkçüler Cemiyeti
ne ne olmuþtu? Eski arkadaþlarýmýz nerede idiler? Kafam
bir sürü soruyla doldu...
Koskoca ihtilali silah zoruyla yapmýþ olan topluluðun
bu darmadaðýnýk manzarasý son güne kadar yaþayacaktý.
Ancak Orhan Erkanlý, o gece eve gitmek üzere dýþarý çýktýðýnda
üç gün içerisinde memleketi ne hale düþürdüklerini
daha iyi anlar. Þöyle yazar hatýratýna o gece hissettiklerini:
Sabaha karþý Baþbakanlýktan çýktým, þiddetli bir yaðmur
yaðýyordu, taksi bulamadým ve annemin Cebeci'deki evine
kadar yaya yürüdüm. Üç gündür Türkiye'yi idare ediyorduk,
fakat binecek bir araba bulamýyorduk. Bu yürüyüþ
bana iyi geldi; daldýðým rüyalardan ayýldým, yýktýðýmýz
devletin altýnda kaldýðýmýzý... idrak ettim.
Devlete bir gecede el koyanlarýn bunun arkasýný nasýl
getireceklerinin resmidir bir bakýma darbeci Erkanlý'nýn
o gece gördüðü. Rüya sona ermiþtir. Bu sona eren rüyayý,
yine bir ihtilalcinin aðzýndan dinleyelim. Bu defa konuþan
Emin Aytekin'dir:
112 efsaneler ve gerçekler
"ORDU + CHP = Deðiþmez iktidar" formülünü düstur ittihaz
edenlerin ihtiraslarý sýnýr tanýmýyordu. Onlar için bu
neticenin elde edilmesi için her þey mubahtý... Ta ki CHP
sempatizanlarý çoðunluk elde edinceye kadar Ordu ile oynanmalý
idi... Komutanlar, Orduyu politikanýn kucaðýna
atmýþ olduklarýný idrak edemedikleri gibi, politikacý da...
Kumandanlý demokrasinin temelini attýðýnýn farkýna varamamýþtýr.
2
Darbeler, kesin çözüm gibi görünen kesin sorunlarýn
ebesidir, dersek Konrad Adenauer'e nazire yapmýþ mý
oluruz?
12
Orhan Erkanlý, Anýlar... Sorunlar... Sorumlular..., 3. baský, istanbul
1973, Baha Matbaasý, s. X.
M. Emin Aytekin, ihtilâl Çýkmazý, Ýstanbul 1967, s. 233.
menderes'in ruhu 113
Asker Menderes'e Cumhurbaþkanlýðýný
teklif etmiþ, sonra da asmýþtý!
Menderes'e sonsuz övgü, Bayar'a sonsuz yergi...
Gürsel Paþa'nýn mektubunun hülâsasý iþte budur!
Eðer Menderes tek adam kalmak istiyorsa,
orduya dayanarak karþýsýndaki son parti
kurucusu ve devlet adamýný tasfiyeye giriþsin ve
böylece darbecilere gün doðsun!

Mükerrem SAROL
Çok þaþýrýyoruz yazdýklarýnýza, diyor beni bir vesileyle
karþýlarýnda gören okurlarým. 'Çok þaþýrýyoruz...' 'Allah
Allah! Neden acaba?' diye bana geçiyor þaþýrma sýrasý. Anlattýklarým
hiç bilinmeyen þeyler deðil ki? Ben 'bilinmeyen
gerçekler'den deðil, daha çok ve belki de en çok 'unutulan
gerçekler'den söz ediyorum. Ve hep önümüzde bir
yerlerde öylece durup bizi beklediðini düþündüðümüz
sözde 'apaçýk' gerçeklere, soru sorarak didiklememiz gerektiðini
söylüyorum ve bunu karýnca kararýnca yapmaya
çalýþýyorum. Belki de farkým burada...
Kabul edelim ki, hafýzamýz epeyce zayýf. Hýzla erozyona
uðruyor bilgilerimiz. Hafýzamýzýn mýknatýslýðý azalmýþ.
Bir televizyoncu dostum, Türkiye'de ortalama bir
insanýn bir olayý aklýnda 23 gün tutabildiðini tespit ettik

114 efsaneler ve gerçekler


lerini söylediklerinde þaþýrmýþtým. Sanýrým artýk pek þaþýrmayacaðým.
Çünkü tarihçi lean-Paul Roux'nun Orta
Asya adlý kitabýnýn sonunda söylediði gibi, "Tarihte bu
kadar sýk þaþýrmamýzýn nedeni, tarihi yeterince iyi incelemeyiþimizdir".
1
O zaman havanýn yeterince inatçý bir pusla kaplý olduðu
günümüzde 27 Mayýs darbesinin üzerinden günümüze
ýþýklar düþürmeye devam edelim. Bakalým yakýn geçmiþin
unutulan çehresinde hangi gerçekler ýþýldýyor? Sormaya
ve yeniden hatýrlamaya çalýþalým.
Her þey o mektupla baþladý...
Hangi mektupla?
Caným, Kara Kuvvetleri Komutaný Orgeneral Cemal
Gürsel'in 3 Mayýs 1960 tarihini taþýyan þu 'gizli' mektubundan
söz ediyorum.
Diyeceksiniz ki, neresi gizli? Haklýsýnýz tabii. Þimdiye
kadar bir deðil, hatta bir çok yerde yayýnlandý. Mesela
1995 yýlýnda çýkan Alparslan Türkeþ'in hatýralarýnda {Þahinlerin
Dansý) bir fotokopisi yer aldý. Geçen yýl Devlet
Arþivleri Genel Müdürlüðü baþka belgelerle birlikte bu
mektubun üzerindeki sýnýrlamayý kaldýrdý ve internet kullanýcýlarýna
dahi açtý. Erdal Þen de Yassýnda nýn Karakutusýt
adýyla Zaman Yayýncýlýk'tan çýkan derleme kitabýnda
mektubun Baþbakanlýk Arþivi'ndeki orijinalini bir kere
daha kamuoyuna takdim etti vs.
Ne var ki, bence bu mektubun anlam ve önemi üzerinde
yeterince durulmuþ deðildir. Þimdiden þu kadarýný
söyleyeyim ki, bu mektup kadar darbecilerin ve darbeciliðin
ikiyüzlülüðünü çýplak bir þekilde ortaya koyan belge
az bulunur. Tam anlamýyla tarihe geçecek bir mektuptur
elimizdeki.
Tahliline sonra geçeceðiz. Fakat önce mektubun mahiyetini
beraberce hatýrlamaya ne dersiniz?
menderes'in ruhu 1 1 5
2 Mayýs 1960 gecesi, bir gün sonra izin alýp pijamalarýný
giyerek emeklilik günlerine baþlayacak olan Orgeneral
Cemal Gürsel ile devrin Milli Savunma Bakaný Ethem
Menderes arasýnda gizli bir görüþme cereyan eder. Gürsel
Paþa'nýn da, Ethem Bey'in de gidiþattan pek memnun olmadýklarý
besbellidir ve kötüye gidiþin baþ sorumlusu
olarak tek bir kiþiyi, Cumhurbaþkaný Celal Bayar'ý görmektedirler.
Her ikisine göre de Celal Bayar bin an önce
Cumhurbaþkanlýðýndan istifa etmeli ve yerine daha uygun
birisi, yani üzerinde uzlaþtýklarý Baþbakan Adnan
Menderes geçmelidir.
O gece bu fikir üzerinde uzlaþan ikili, mektubun altýna
kimin imza atacaðýný da konuþurlar ve Cemal Paþa tarafýndan
imzalanmasýna karar verirler. Gürsel imzalayacak,
Ethem Bey ise Baþbakan'a ulaþtýrma iþini üstlenecektir.
Bunun üzerine Gürsel ertesi sabah ihtilalcilerle arasýndaki
irtibatý teinin eden Albay Alparslan Türkeþ'i yanýna
çaðýrarak tarihî mektubu yazdýrýr. Mektubun üç nüsha
olarak daktilo edildiðini, birisinin Türkeþ'te 'hatýra' olarak
kaldýðýný, diðerinin Ethem Menderes'e verildiðini, üçüncüsünün
ise Cemal Gürsel'de kaldýðýný o sýrada Devlet
Bakaný olan Dr. Mükerrem Sarol'un hatýralarýndan öðreniyoruz2

Ancak sonradan arkadaþlarý tarafýndan "Brütüs", yani


"hain" diye yaftalanacak olan Milli Müdafaa Vekili Ethem
Menderes, Cemal Gürsel Paþayla ortaklaþa yazdýklarý
bu kritik mektuptan Baþbakan'ý nedense "ayak üstü"
haberdar eder. Adnan Bey sadece kendisini öven kýsmýný
ve devamýnda da bir iki maddeyi dinledikten sonra mektuba
fazla önem vermez görünür ve Celal Bayar'ýn ondan
haberi olmamasý için bakanýný özel olarak tembihler. Bunun
üzerine Ethem Bey de mektubu bir kasaya kilitler ve
Yassýada'da yeniden ortaya çýkana kadar da orada unutulur.

Þimdi geliyoruz meselenin baný teline.


116 efsaneler ve gerçekler
'Ýþte o þok belge'
Mektubun özellikle baþlangýç kýsmý ve 1. maddesi çok
önemli. Cemal Gürsel'in üslubu tatlý-sert. Milli Savunma
Bakaný Ethem Menderes'i muhatap alan mektup þöyle
baþlýyor:
Aziz Vekilim;
Dün geceki konuþmalarýmýzdan cesaret ve ilham alarak
zatýalilerine, memleketin huzur ve istikran için alýnmasý
lazým gelen tedbir ve kararlar hakkýnda düþüncelerimi arz
etmeyi milli ve vatani bir vazife bildim.
(...)
Muhterem Vekilim; þu hakikati kabul etmek lazýmdýr ki
Kayseri hadiseleriyle baþlayýp son karar ve geci olaylara
kadar devam eden vak'alar vatandaþ ruhunda derin tesirler
ve Hükümete karþý telâfisi güç hoþnutsuzluklar yaratmýþtýr.
Hele Ordunun Talebelere karþý akýlsýzca kullanýlmasý
iþin vahametini artýrmýþ, Ordu mensuplarýnda da
huzursuzluk ve güvensizlik hisleri belirmiþ, korkulan þey
olmuþ, Ordu politikaya karýþtýrýlmýþtýr [italikler bana aittir-
M.A.].
Sayýn Vekilim;
Bu ahvâl küçümsenecek; cebir ve þiddetle geçiþtirilecek
þeylerden deðildir. Memleket, Hükümet ve partinin düþtüðü
bu müþkül vaziyeti kurtarmak için sukünetli fakat
ciddi ve zecri tedbirler almak lazýmdýr. Bu tedbirler þunlar
olmalýdýr:
1. Cumhurbaþkaný istifa etmelidir. [Dikkat: Tam burada
metinde bir cümlelik boþluk dikkat çekiyor. -M. A.\ Cumhurbaþkanlýðýna
Sayýn Adnan MENDERES getirilmelidir.
Bu muhterem zatý her þeye raðmen Milletin çoðunluðunun
sevmekte olduðuna kaniim, bu sevgiden istifade edilerek
kýrýlanlarýn gönülleri alýnmalý ve millete yeniden güven
telkin edilmelidir.
Orijinal imlasýna hiç dokunmadan aldýðým mektubun
baþ tarafý böyle. Gerçi üzerinde ufak tefek düzeltmeler
menderes'in r u h u ý 1 1 7
yok deðil. Mesela ilk cümlede yer alan "Dün geceki konuþmalarýmýzdan
cesaret ve ilham alarak", "konuþmalarýmýzýn
ýþýðýnda" yapýlmýþ. Tabii 3 Mayýs ile mektubun
Yassýada'ya sunulduðu tarih arasýnda emekliye ayrýlacak
olan "Cemal Aga" devletin bir numaralý koltuðuna oturmuþtur
ve elbette þimdi hapiste bulunan bir 'düþükten
(ihtilalden sonra Demokratlara böyle hitap edilirdi) "cesaret
ve ilham" alacak deðildir!
Sonra 1. maddenin üzerindeki paragrafýn 2. satýrýnda
ufak bir rötuþ dikkati çekiyor. Burada geçen "partinin"
kelimesi, anlaþýlan sakýncalý gelmiþ olmalý ki, sonradan
"partinizin" olarak düzeltilme yoluna gidilmiþ. Böylece ilkinde
sanki mektubu yazan kiþi partiyi benimsiyormuþ
gibi bir hava varken, ikincisinde kendini dýþarýda tutmaya
çalýþmýþ.
Fakat asýl deðiþiklikler, resimlerden de görüleceði üzere
1. maddede toplanýyor. Yukarýda bu maddenin orijinal
halini beraberce okuduk. Þimdi Cemal Gürsel'in Osmanlýca
el yazýsýyla 'düzelttiði' halini yine beraberce okuyalým.
Bu defa Alparslan Türkeþ'in Þahinlerin Dansý adlý hatýralarýnda
yayýnlanan metni kullanacaðýz:
1. Cumhurbaþkaný istifa etmelidir. Çünkü bütün fenalýklarýn
bu zattan geldiðine memlekette umumi bir kanaat
vardýr.3
Hepsi bu kadar... Peki nerede o bir paragraf dolusu
Menderes övgüleri? Tamamen buharlaþmýþ görünüyor.
Sonuçta Menderes'in adý bilinçli olarak silinerek sanki
sadece Celal Bayar aleyhine yazýlmýþ bir mektup görüntüsü
veriliyor. 3 Mayýs 1960 günü milletin çoðunluðunun
sevdiði Baþbakan'ýn Cumhurbaþkanlýðýna getirilmesiyle
kýrýlmýþ olan gönüllerin yeniden kazanýlacaðýna inanan
Orgeneral Cemal Gürsel, yeni konumunda mahkemenin
kendisinden istediði mektubu basýna açýklarken,
mektubu çarpýtarak iþin içinden sýyrýlmaya çalýþmýþtý.
118 efsaneler ve gerçekler
Çünkü olduðu gibi açýklansaydý tek baþýna bu mektup bile
darbecilerin (o zamanki deyiþle ihtilalcilerin) iki yüzlülüðünü
bir ayna gibi yansýtacak ve muhtemelen Yassýada
mahkemelerinin seyri de bundan etkilenebilecekti.
Mektup Yassýada'da neden okunmadý?
Yassýada duruþmalarý sýrasýnda gündeme gelen ve
mahkemece aslý istenen mektubun Cemal Gürsel Paþa'nýn
Baþbakan Adnan Menderes'i öven ve hatta kendisine
Cumhurbaþkanlýðý teklifinde bulunan kýsmýnýn sansürlenerek
basýna verildiði biliniyor. Ancak deðiþtirilen
mektubun tek nüsha yazýlmadýðý ve mahkeme safahatý sýrasýnda
cereyan eden kritik bir hadise nedense gözlerden
kaçmýþtýr.
Mektubun Yassýada'daki serüvenini þöyle toparlayabiliriz:

Bir soru: Biri Baþbakanlýk Arþivi'nde bulunan, öbürü


de Türkeþ'te kalan ve burada iki nüshasýný yayýnladýðýmýz
mektubun üçüncü nüshasý nerededir? Ethem Menderes'in
kasasýna bulunan nüsha nerededir? Ailesinde olduðu
söyleniyor ama þimdiye kadar henüz ortaya çýkmýþ deðildir.

Adnan Menderes'in avukatý Burhan Apaydýn'la 4 Mayýs


2007 günü yaptýðým telefon görüþmesinde Yassýada muhakemeleri
sürecinde bu mektubun deðiþtirilmemiþ bir aslý
olduðunu bir nöbetçi subaydan gizlice öðrendiðini ve "Seni
de içeri atarýz" tehditlerine raðmen (nitekim atýlacaktýr)
mahkemede okunmasýný talep ettiðini söylemiþti.
"Tarih karþýsýndayým" diyerek tehditlere raðmen talebinden
vazgeçmeyen ve sonuçta cezaevini boylayan Burhan
Apaydýn'ý asýl þaþýrtan kiþi, kendisini kurtarmak için
çýrpýndýðý Menderes olmuþtu.
Türkeþ'in Burhan Apaydýn'a söylediðine göre mektup
27 Mayýs'ýn temelini çökertecek ve yargýlamanýn seyrini
menderes'in r u h u ý 1 19
etkileyecek güçte bir kanýttý. Belki de Menderes o mektup
sayesinde idamdan kurtulacaktý. Çünkü burada Menderes'e
bir 'tertip' hazýrlandýðý anlamý çýkýyordu. Hem arkalýdayýz,
hatta sizi ödüllendireceðiz demek, hem de sadece
23 gün sonra -artýk ne deðiþtiyse- Cumhurbaþkaný
yapmaya layýk gördüðünüz adamý apar topar yakalayýp
hapse atmak ve sonunda da ipe çekmek nasýl bir þeydir?
Anlamak gerçekten de mümkün deðil.
Ne var ki, Apaydýn'a göre, Adnan Menderes, Yüksek
Adalet Divaný Baþkaný Salim Baþol'un mektubun mahkemede
okunmasý talebini hala anlaþýlamayan bir tutumla
reddetmiþti. Ýhtilalin baþýndaki adamýn kendisine Cumhurbaþkanlýðý
teklifinde bulunduðu Adnan Menderes
tam da kendisini idamdan kurtaracak bir mektubun
okunmasýný neden istememiþti? Apaydýn "Baský ve silah
zoruyla reddetti", diyor. Bence bunun daha derin bir sebebi
var. Birazdan göreceðiz.
Ancak o derin sebebe geçmeden önce söylemeliyim
ki, ne kadar önemli olursa olsun, tarih, arþivlerden çýkan
bir tek belgeyle (yeniden) yazýlamaz. Onu iþlemek ve ait
olduðu bütünün içine oturtmak gerekir. Gürsel'in mektubu
üzerinde adeta bir arkeolog titizliðiyle kazý yapmamýzýn
sebebi bu...
Not: Sayfa 127'de orijinalini verdiðimiz Gürsel'in mektubunun Baþbakanlýk
Arþivi'ndeki nüshasýna þu internet adresinden ulaþýlabiliyor:
http:// upload.wikimedia.org/wikisource/tr/7/78/LettertoDefenceMinister.
pdf
1
Jean-Paul Roux, Orta Asya: Tarih ve Uygarlýk, Çeviren: Lale Arslan,
Ýstanbul 2001, Kabala Yayýnevi, s. 440.
2
Mükerýem Sarol, Bilinmeyen Menderes, cilt 2, Ýstanbul 1983, Kervan
Yayýncýlýk, s. 1028.
3
Hulusi Turgut, Türkeþ'in Anýlarý: Þahinlerin Dansý, Ýstanbul 1995,
ABC Yayýnlarý, sondaki Fotoðraf ve Belgeler bölümünde (sayfa numarasý
verilmemiþ).
120 efs aneler ve gerçekler
Menderes'ten darbecilere 'iþbirliði' teklifi
[Menderes Yassýada duruþmalarýnda] Daha ilk
günden "Muhterem Subay Beyefendiler"
tabirinin yaratýcýsý olmuþtu. Sonra ihtilalin
samimiyetine inandýðýný söyledi.
Ayhan HÜNALP1
Sonradan Cumhurbaþkaný olarak silahlarýn gölgesinde
Çankaya'ya týrmanacak olan Kara Kuvvetleri Komutaný
Orgeneral Cemal Gürsel, 2 Mayýs 1960 günü Milli Savunma
Bakaný Ethem Menderes'le yaptýðý görüþmede bir
konuda mutabakata varmýþtý. Kendisi zaten emekliye ayrýlacaktý,
Bakan'ýn da gidici olduðu söyleniyordu. Ancak
her ikisinin de Celal Bayar'la arasý iyi deðildi. Öyleyse hala
halk tarafýndan sevilen Baþvekil Adnan Menderes Çankaya
Köþkü'ne çýkmalý ve hýzla kötüye giden iþleri düzeltmeli,
kýrgýnlýklarý bir an evvel gidermeliydi.
öyleyse Baþvekil'e bir mektup yazýlmalý ve uyarýlmalýydý.
Ancak Yassýada duruþmalarýnda Yüksek Adalet Divaný
Baþkaný Salim Baþol'un Adnan Menderes'e yönelik
ikazýnda dediði gibi deðildi iþin aslý. "Kara Kuvvetleri Komutaný
size gereken uyarýyý bir mektupla yapmýþ. Niçin
gereðini yerine getirmediniz?" demiþti Baþol ve o uyarý
menderes'in r u h u 1 2 1
mektubunu okutmuþtu. Ethem ve Adnan Menderesler
mektubun 1. maddesinin deðiþtirildiðini fark ettiler ama
itiraz etmediler. 'Aslý böyle deðildi', demediler. Hatta bir
önceki bölümde gördüðümüz gibi Adnan Menderes, avukatý
Burhan Apaydýn'ýn mektubun aslýnýn okunmasý talebini
dahi reddetmiþti. O soruda kalmýþtýk, oradan devam
edelim þimdi?
Neden peki? Menderes neden okutmamýþtý o kendisini
kurtarabilecek mektubu?
Menderes'in Yassýada stratejisi
Doðru ya da yanlýþ, merhum Adnan Menderes gerek
27 Mayýs sabahý yakalandýktan sonra, gerekse Yassýada'da
kendisine göre uzlaþmacý ve munis bir savunma
stratejisi belirlemiþti. Bu stratejide askere ve darbecilerin
kurduðu Milli Birlik Komitesi'ne en ufak bir tarizde, sataþmada
bulunmayacak, saldýrgan deðil, savunmacý bir
yol izleyecek ve onlara daima güven telkin edecekti. Hele
o meþhur uyarý mektubunu yazan ve 3 Mayýs günü kendisini
Cumhurbaþkanlýðý makamýna layýk gören Cemal
Gürsel yok mu, onunla daima iyi geçinecek, üzerine asla
ve kat'a toz kondurmayacaktý. Umudu, bu yumuþak stratejiyle
muhtemel bir affa layýk olabilmekti.
Oysa sabýk Cumhurbaþkaný Celal Bayar ve Dýþiþleri
Bakaný Fatin Rüþtü Zorlu gibi darbecilere direnen Demokrat
Partililer de yok deðildi. Hatta Bayar'ýn asker Çankaya
Köþkü'nü bastýðýnda darbecilere silah çektiðini ve
son çare olarak intihar etmek üzere silahý kendi kafasýna
dayadýðýný, ancak bunda baþarýlý olamadýðýný görmüþtük.
Kendisini Çankaya Köþkü'nün merdivenlerinden sürükleyerek
çýkaran subaylara, "Ben halkýn oyuyla geldim, beni
buradan çýkartamazsýnýz" diye baðýrýyordu 77 yaþýndaki
kurt Ýttihatçý.
Ne yazýk ki, Adnan Menderes onun kadar iradesi güçlü
ve olaylarýn sacýnda piþmiþ kararlý bir iç dünyaya sahip
122 efsaneler ve gerçekler
deðildi.2 Ýlk darbeyi yediði "bebek" davasýndan sonra tek
bir kurtuluþ yolu olduðunu görmüþtü: Darbecilerle iyi geçinmek
ve bu vahim hatadan dönmelerini beklemek. Denilebilir
ki, Menderes, idam kararýnýn açýklanmasýna kadar
idam edileceðine asla inanmadý. Çünkü mutlak bir
hata iþlediðine inanmýyor ve bu hatadan bir þekilde dönüleceði,
affa uðrayacaðý ve yeni dönemde yýldýzýnýn tekrar
parlayacaðý ana kavuþacaðý umuduyla yaþýyordu. Bu
yüzden idam kararý yüzlerine okunduðu zaman Bayar kulaklýðýný
yere fýrlatýp sert adýmlarla dýþarýya çýkmýþ, Zorlu
metanetle dinlemiþ, Hasan Polatkan ve Menderes ise kelimenin
tam anlamýyla olduklarý yerde çökmüþlerdi. (Polatkan
mahkeme salonunda kararý dinlerken Menderes,
intihar giriþiminden sonra, uyandýðýnda yüzüne karþý
teblið edilmiþti idam kararý.)
Ne diyorduk? Fvet, mahkemeden Menderes tek bir çýkýþ
yolu olduðunu görmüþtü. Deðil mi ki kendisini Cumhurbaþkanlýðýna
layýk görenler yapmýþtý bu darbeyi, o
halde ne yapýp edip kendisini kayýracaklar, en azýndan affedeceklerdi.
Zaten ayný duygularla hareket etmiþti 27
Mayýs sabahýndan itibaren. Son ana kadar askerlerin kendisini
darbecilere karþý korumak üzere alýkoymaya geldiklerini
düþünmüþtü.
Ne masumiyet yarabbi! Yoksa ne gaflet mi demeliydim?

"Orduya inancý kutsal bir tutku gibiydi"


Bakan arkadaþlarýndan Dr. Mükerrem Sarol'a bakýlýrsa,
Menderes'in "Orduya inancý kutsal bir tutku gibiydi."
Hatta yakalandýktan sonra getirildiði Harbiye'de darbenin
kudretli Albayý Alparslan Türkeþ'e söylediði þu sözlerin
sürpriz olmadýðýný bilmek lazým:
Biz, iki siyasî parti olarak saç saça, baþ baþa birbirimizle
çok çetin bir mücadeleye girmiþtik. Çok sert bir tartýþma
menderes'in r u h u 1 2 3
126 efsaneler ve gerçekler
1954 seçimleri efsanesi ve gerçekler

Devrin gazetelerine bakýlýrsa 2 Mayýs 1954 seçimlerinde


Ýstanbul'da 231 numaralý sandýktan oy pusulasý yerine
bir reçete çýkmýþ. Sandýk kurulunun þaþkýnlýk içerisinde
okuduðu bu sinir hastalýklarý reçetesinin üzerinde, "Bu
rejim de hastadýr" yazýyormuþ.
Bu fýkralara taþ çýkartan olayý niçin anlattýðýmý merak
edenlere hemen söyleyeyim: Daha dün denilebilecek kadar
yakýn bir tarihte yapýlan 1954 seçimlerini araþtýran fakirin
zihni de kelimenin tam anlamýyla "reçetelik" olmak
üzere.
Caným bunda ne var? Demokrat Parti, tarihinin en
farklý zaferini, CHP de en büyük hüsranýný o seçimde yaþamadý
mý? Bundan daha açýk, bundan daha net bir seçim
sonucu karþýsýnda bile kafanýz karýþýyorsa, yani ne diyelim?
gibi þeyler söylüyorsanýz bu köþenin yeni konuklarýndan
olmalýsýnýz. Bir süre sonra hiçbir þeyin göründüðü
gibi olmadýðýna alýþýrsýnýz nasýl olsa.
22 Temmuz 2007 günü belki de siyasî tarihimizin sonuçlarý
en erken açýklanan seçimine imza atýldý. Saatler
henüz 24'ü göstermeden neredeyse bir kaç vekil farkýyla
kimlerin eline mazbatayý alacaðýný bile öðrenmiþ bulunuyorduk
o gece.
1 28 efs aneler ve gerçekler
rý da azalmýþtýr! Evet azalmýþtýr! Nasýl mý? Kendi sözlerini
aktarayým da günah benden gitsin:
Aslýna bakýlýrsa, 1954 seçimlerinde Halk Partisi 1950 se

çimlerine bakarak 304.000 oy da fazla almýþtý. Demokrat


Parti ise 1950 seçimlerine bakarak 375.000 oy kaybetmiþti.1
Þaþkýnlýk uçurumlarýnda kulaðýnýzý uðuldarken bir
sonraki sayfaya geçiyor ve þu satýrlarla karþýlaþýyorsunuz
gözleriniz faltaþý gibi açýlýrken:
Fakat madalyonun bir de ters tarafý vardý: Evet, Halk Partisi
Meclis çatýsý altýnda, yýkýlýrcasýna ezilmiþti. Ama daha
önce de iþaret ettiðimiz gibi, Ýsmet Paþa hiç de oy kaybetmemiþti
ki!.. Tersine olarak 1950 seçimlerine göre, aldýðý
oylar artmýþtý. Demokrat Parti ise, ayný þekilde kýyaslanýnca,
1950 seçimlerine göre oy kaybetmiþti. Zaten seçim kanununun
cilvesi olarak, biri Meclise 488, diðeriyse ancak
31 mebus getirebilen bu iki partinin toplam oylarý arasýndaki
fark, ancak 600.000 oydan ibaretti.2
Diyelim ki, fakir gibi tek kaynakla yetinmeyip saðlam
ve güvenilir bir veriye baþvurmak istiyorsunuz; açýyorsunuz
Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisinin 8. cildini
ve demokrasi tarihimizle ilgili çalýþmalarýndan tanýdýðýnýz
Tevfýk Çavdar'ýn satýrlarýyla karþýlaþtýðýnýzda hayretiniz
tavana vuruyor. Zira yazara göre, 1954'de CHP oylarýnda
"300 bin dolaylarýnda mutlak bir artýþ", DP oylarýnda
ise "350 bin dolaylarýnda" bir azalma olmuþtur.3
Aklýnýz iyice karýþýyor elbette.
Gerçi her iki araþtýrmacý da oy oraný bakýmýndan
DP'de artýþ, CHP'de azalýþ olduðunu kabul ediyorlardý.
Sonuçta aldýðý oylarla DP 488, CHP ise 31 milletvekili çýkarmýþtý.
(Bu rakamlar da kaynaklarda bazý farklýlýklar arz
ediyor ama þimdilik onlarý bir kenarda býrakýp baþýmýza
yeni bir iþ almayalým isterseniz.)
Benim üzerinde durduðum asýl ince nokta, DP oylarýnda
azalma, CHP oylarýnda artma varken bunun nasýl
1 30 efs aneler ve gerçekler
Celal Bayar 1954 seçimleri öncesinde Taksim Meydaný'nda konuþuyor.
bir seçim zaferi veya hezimeti sayýlabildiðiyie ilgili. Düþünün,
oyunuz azalýyor ve tarihî zafer kazanmýþ sayýyorsunuz
kendinizi; oyunuz artýyor ve tarihî hezimete uðramýþ
sayýlýyorsunuz.
Sizi bu iki kaynakla baþ baþa býrakýrken ben kafamý fena
halde karýþtýran noktayý didiklemeye devam ediyorum.

Ýkilemden kurtulmak için güvenilir olduðunu düþündüðüm


bir TBMM kaynaðýna baþvurmak istiyorum. Ancak
buradaki rakamlar daha önceki kaynaklarý açýkça yalanlýyor.
Buna göre, 1954'de DP oylarý, 1950 seçimlerine
göre býrakýn azalmayý, 910 bin civarýnda artarken, CHP
oylarý, býrakýn 300 bin dolaylarýnda bir artýþý, tersine 15
bin civarýnda azalýyordu. Ýstatistiðin altýnda kaynak olarak
eski adýyla DÝE, yeni adýyla TÜlK görünüyordu.4
O zaman bizzat TÜlK'in kaynaklarýna baþvurmak daha
doðru olmaz mýydý? Girdim TÜlK'in internet sitesine
ancak orada verilen resmi rakamlar yine farklýydý.
1954'de CHP oylarýnda bir artýþ vardý ama rakam farklýydý.
CHP 1954'de 1950'ye göre oylarýný 45 bin civarýnda artýrmýþtý!
DP oylarý da 1954'de artmýþtý artmasýna ama artýþ
910 bin deðil, 922 bindi.5 (Nitekim gazeteci Tekin Erer,
menderes'in ruhu 1 31
1960'larda kaleme aldýðý On Yýlýn Mücâdelesi adlý kitabýnda
bire bir TÜlK'in rakamlarýný vermektedir.6)
Þimdi meselenin bam teline vurmaya geldi sýra. Bu
'veriler' arasýndan hangisi 'bilgi'dir ya da gerçek bilgidir?
CHP oylarý yükselmiþ midir, düþmüþ müdür? DP oylarý
artmýþ mýdýr, azalmýþ mýdýr? Artmýþ veya azalmýþsa gerçek
rakamlar nelerdir? Devletin istatistik kurumu bile
1966'da CHP'niýý oylarýný artýrýrken 2007'de azaltýyorsa
biz hangi kaynaða güveneceðiz? Hadi Aydemir ve Çavdar
yanýldý diyelim; iyi ama CHP'nin 1954'dcki oylarý 1966 yýlýndaki
resmi istatistikte 15 bin azalýrken, nasýl oluyorsa
bugün 45 bin artabiliyor! Ve aradaki 60 bin oyu sevgili istatistikçilerimiz
hangi karanlýk çöplüðe atýyorlar?
TÜÝK'in deðerli Baþkaný dostum Ömer Demir Beyefendi
belki bir cevap bulabilir derdime. Umudum onda
anlayacaðýnýz...
Yýllardýr kendimce Osmanlý tarihi üzerindeki yanýlgý
bulutlarýný temizlemeye uðraþýyorum. Benimki de iþgüzarlýk
yani: Þurada burnumuzun dibinde bunca karanlýk
varken ben de kalkmýþým...
1 Þevket Süreyya Aydemir, Menderes'in Dramý (1899-1960), 6. baský,
Ýstanbul 1998, Remzi Kitabevi, s. 225.
2 Aydemir, age, s. 226.
3 Tevfik Çavdar, "Cumhuriyet Halk Partisi (1950-1980)", Cumhuriyet
Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, cilt 8, Ýstanbul 198?, Ýletiþim Yayýnlarý,
s. 2027-2028.
4 Ýhsan Ezherli, Türkiye Büyük Millet Meclisi (1920-1998) ve Osmanlý
Meclisi Mebusum (1877-1920), 2. baský, Ankara 1998, TBMM Kültür,
Sanat ve Yayýn Kurulu Yayýnlarý No. 54, s. 101. Ayný metne internetten
ulaþmak isleyenler için bkz. http://vvvvvv.thmm.gov.tr/kultur sanat/
vavinlar/vavin054/054 00 005.pdf
5 http://uavw.tuik.gov.tr/VeriBilgi.do
6 Tekin Erer, On Yýlýn Mücâdelesi (Türkiye'de Parti Kavgalarýnýn 2.ci
Cildi), Ýstanbul 1963, s. 235.
32 efsaneler ve gerçekler
Aydýn Menderes babasýný temsil edebilir mi?
Basýna yansýdýðý kadarýyla 22 Temmuz 2007 seçimlerinden
evvel CHP'ye katýlan Ýlhan Kesici, Aydýn Menderes'ten
'helallik' istemiþ. Neden? Kendisi 'saðcý' ya,
CHP'nin de Adnan Menderes'i astýran parti olarak adý
göklere çýkmýþ. Sonuçta Kesici CHP'ye giderken sabýk
Baþbakan'ýn oðlundan helallik isteyerek seçmenine 'Ben
aslýnda oradayým' mesajýný vermiþ oluyormuþ. Aydýn Bey
de babasýnýn yalnýz biyolojik deðil, siyasî varisi olduðunu
da göstermiþ.
Acaba öyle mi gerçekten de? Aydýn Menderes babasýnýn
siyasetteki meþru varisi olabilir mi? 1991-2007 yýllarýnda
söyledikleri ve yaptýklarýna bakýlýnca pek de öyle bir
meþru hakký bulunmadýðý sonucuna varmak zor deðil. Bir
bakalým isterseniz. Buyurun.
DP yeniden doðuyor...
Ekim 1991 seçimlerden sonra kurulan DYP-SHP koalisyonunun
demokratikleþme tedbirleri arasýnda 12 Eylül'de
kapatýlan siyasî partilere yeniden hayatiyet kazandýrmak
için Siyasi Partiler Kanunu'nda deðiþikliðe gidileceði
de vardýr. Bu geliþme üzerine eski Demokrat Partili

menderes'in r u h u 1 3 3
lerin kurduðu Demokratlar Kulübü yönetim kurulu,
DP'nin de açýlabilmesini gündeme getirmeye karar verir.
15 Mayýs 1992 günü Celal Bayar'ýn kýzý ve damadý Ni-
lüfer-Ahmet Ýhsan Gürsoy çiftinin Çiftehavuzlar'daki
evinde toplanan eski DP milletvekilleri bir bildiriyle bu
konudaki görüþlerini kamuoyuna duyururlar. Bildiride
þöyle deniliyordur:
DP, doðuþundan itibaren Türk milletinin çoðunluðunun
güveninin kazanmýþ, siyasî tarihimizin içinde saðlam ve
milletimizin kalbinde seçkin bir yere yerleþmiþtir. Bu partinin
mensuplarý olan bizler, partimizin maruz býrakýldýðý
hukuka aykýrý iþlemlerin de maðduru olarak DP üzerindeki
"kapatýlmýþ" olma gölgesinin kaldýrýlmasýný, Tarih ve
Kamuoyu önünde talep ediyoruz.
Bunu 2 gün sonra Ankara'daki DP'lilerin toplantýsý ve
bildirisi izleyecektir. Böylece DP'nin yeniden açýlmasý,
kamuoyunun gündemine girmiþ oluyordu. Hatta eski Ýzmir
Senatörü Belið Beller, "Hiç belli olmaz, vefalý Türk
milletinin arzusuna uyarak Demirel'in Baþkanlýðý'nda
DP'yi tekrar kurarýz" diyerek umut gülücükleri bile daðýtabiliyordu.

Ancak buradaki amacýn, DP'yi yeniden kurup siyaset


sahasýna sürmek deðil, tarihî bir hatanýn ortadan kaldýrýlmasýný
saðlamak olduðunu belirtelim. Yok yere kapatýlan
parti bir kere hukuken açýlsýn da, sonra gerekirse kendi
kendini fesh etsindi.
Meclis Anayasa Komisyonu'nda teklif görüþülürken o
zaman RP milletvekili olup bu yazýnýn yazýldýðý tarihte
Cumhurbaþkaný adayý olan Abdullah Gül ancak Cumhuriyet
kurulduðundan bu yana "her ne sebepten olursa olsun"
kapatýlan bütün partilerin açýlmasý söz konusu olacaksa
teklife sýcak bakacaklarýný ifade etmiþti. Komisyonda
DP'nin de yeniden açýlacak partiler arasýna dahil edilmesi
üzerinde mutabakat saðlandý ve nihayet 3821 sayýlý
1 3 4 efs aneler ve gerçekler
kanunla 18 Haziran 1992 tarihli oturumda DP yeniden
açýlma hakkýný elde etmiþ oldu.
1992 Temmuzu sýcak geçeceðe benziyordu. Partilerinin
paslý kilidini açma hakkýný kazanan eski tüfek DP'liler
yeniden toplandýlar ve uzun müzakereler sonucunda siyasete
dönme kararýný aldýlar. Eski bakanlardan ve
DP'nin yeni Genel Baþkaný Hayrettin Krkmen bu sýrada
"DP'yi kurup gençlere teslim edeceðiz" diyordu.
iyi de kime? Lider kim olacaktýr? Hem "efsanevî lider"
Celal Bayar 1973 seçimlerinde Ferruh Bozbeyii'nin Demokratik
Parti'sini sonuna kadar desteklemesine raðmen
halktan yeterli oy alamamýþken, bu zorlu iþi bugün kim
baþarabilecektir? Zaten Adnan Menderes'in en küçük oðlu
Aydýn Menderes de DP'ye pek sýcak bakmamakta, sýcak
bakmamak ne kelime, açýlmasýnýn hata olduðunu söyleyip
yeni bir parti kurmanýn hazýrlýklarýna soyunmaktadýr.
Aydýn Menderes DP'ye karþý
Ýþte Aydýn Menderes'in o günlerde yayýnlanan bir demeci:

DP yeniden açýlsýn, sonra mallarý Hazine'den devr alýnsýn,...


mallar ya bir hayýr kurumuna ya da DP hatýrasýný
yaþatacak bir vakfa devredilsin, devir iþleminden sonra da
kapatýlsýn. DP'nin hatýrasýnýn bugünkü siyasî çekiþmenin
içine sokularak yýpratýlmasý doðm deðildir. Herhangi bir
baþka partiye katýlma kararý [da] alýnmamalýdýr. Ben böyle
bir siyasî oluþumun içinde deðilim.1
Bu denli net konuþan Aydýn Menderes yeni partinin
kuruluþu için harekete geçmiþtir ya, DP'liler þaþkýndýr.
Aydýn Bey bir parti kuracak idiyse bunu kuruluþ hazýrlýklarý
yapan DP'nin baþýna geçerek gerçekleþtirmeyi neden
tercih etmemiþtir?
Ýþte 1955'den beri yapýlamayan 5. genel kongre 29 Kasým
1992'de Ankara'da bu endiþeler altýnda toplanmýþtý.
menderes'in r u h u 1 3 5
Aydýn Menderes çaðrýlý olduðu halde kongreye katýlma

mýþ, baþýna geçeceði Büyük Deðiþim Partisi'ni kurma ha

zýrlýklarýna son sürat devam etmiþti.


Bu arada beklenmedik bir geliþme oldu ve 16 Ocak
1994'de DP delegeleri olaðanüstü kongreye çaðrýldý. Hayýrdýr
inþaallah! Son kongrenin üzerinden henüz 1,5 ay
geçmiþken bu ne iþti?
Mesele kongre günü anlaþýldý. Baþlangýçta DP'nin yeniden
açýlmasýna ve siyasete girmesine karþý çýkan Aydýn
Menderes o gün bazý arkadaþlarýyla DP kongresine gelmiþ
ve daha önce kapatýlmasýný uygun gördüðü DP'nin genel
baþkanlýðýna resmen adaylýðýný koymuþtu. Herkes þaþkýndý.
Bazý GÝK üyelerinin de desteðiyle genel baþkan seçilen
Aydýn Bey'in bu operasyonu, sonunda mahkemelere düþecekti.

Görevine baþlamak üzere parti genel merkezine geldiðinde


kapýda tekbirle karþýlanan Aydýn Menderes'in bu
dönemde epeyce yoðun bir îslamî eðilim içinde bulunduðu
gözden kaçmýyordu.
Mücahit Menderes!
Ardýndan Aydýn Menderes bir viraj daha aldý. Açýlmasýna
þöyle böyle razý olduðu ama kendisini fesh etmesini
ve siyasete girmemesini istediði partinin genel baþkanlýðýný
baskýn bir seçimle ele geçirdikten sonra yaklaþan seçimlerde
DP'nin barajý geçemeyeceðini anlayýnca bir süre
ANAP'la flört etmiþ, 1995 Aralýk'ýnda ise babasýnýn (ve
kendisinin) partisini yüz üstü býrakýp Refah Partisi saflarýna
katýlmýþtý. Hem de öyle böyle deðil, tam katýlma...
"Seçime kadar deðil, mezara kadar RP'liyim" sözleri
ona aitti. "RP'yi kendi evim olarak gördüðüm için geldim"
sözleri de. Bu defa sloganlar biraz deðiþmiþti. RP'ye iltihak
törenini izleyen partililer "Mücahit Menderes" diye
karþýlamýþlardý onu. Hem de öyle bir günde katýlmýþtý ki,
136 efsaneler ve gerçekler
buna insanýn 28 Þubat ve 27 Nisan darbelerinden sonra
inanacaðý dahi gelmiyor. Özellikle kandil gününe denk
gelen bir Cuma günü Necmettin Krbakan'ýn partisine katýlan
Menderes'i yeni genel baþkaný, "O bize rahmetli babasýnýn
emanetidir" diye baðrýna basmýþ ve törene katýlanlarýn
merhum Menderes'e birer Fatiha okumalarýný istemiþti.

Aydýn Bey ise habire döktürüyordu:


Artýk inananlar için vakit geldi. Hakký yenenler için vakit
geldi. Artýk þafak doðuyor. 24 Aralýk seçimleriyle RP iktidara
geliyor. 25 Aralýk'tan itibaren, bu ülkede t skimin neye
uygun olduðu deðil, neyin Islama uygun olduðunu tartýþacaðýz.

Ne? Ne? Ne?


"25 Aralýk'tan itibaren, bu ülkede Ýslamýn neye uygun
olduðu deðil, neyin Ýslama uygun olduðunu tartýþacaðýz"
öyle mi? 28 Þubat'a açýk davetiye gibi deðil mi?
Bugün muhtemelen birçok eski Ýslamcýyý bile rahatsýz
edecek bu alabildiðine radikal söylem, belli ki Erbakan'ý
da þaþýrtmýþtýr. "Sen bizim muhitlerimizde olmamana
raðmen nasýl böyle þuurlu oldun?" sözleri tahmin edilebileceði
gibi Hoca'ya ait.
DP misyonunun Refah'ta tecelli ettiðine inandýðý için
bu partiye geçen Menderes, Gürcan Daðdaþ gibi bazý arkadaþlarýyla
birlikte milletvekili seçildi, hatta RP'nin genel
baþkan yardýmcýlýðýna kadar getirildi. 15 Mart 1996'da
geçirdiði talihsiz kaza sonucu boynundan aþaðýsý felç
olan Aydýn Menderes, bu defa ilginç bir çýkýþ yapacak ve
28 Þubat kararlarýný imzalamadýðý için Erbakan'ý kýyasýya
eleþtirecekti.
Ardýndan RP'nin kapatýlmasý üzerine kurulan Fazilet
Partisi saflarýna katýldý ve 18 Nisan 1999 seçimlerinde
FP'den milletvekili seçildi. Ancak bu defa da Merve Kavakçý'nýn
türbanýyla TBMM'ne girmesinin þiddetle aley

menderes'in r u h u 1 3 7
hinde bulundu, partisinin tutumunu aðýr bir dille eleþtirdi.

Nihayet onu, "pazara kadar deðil, mezara kadar" sloganýyla


girdiði Milli Görüþ'ten 6 Mayýs 1999'da istifa ederken
gördük, istifasýný geri almasý için yapýlan teklifleri
reddeden Aydýn Menderes þu sözleriyle belli ki 5 yýl içinde
aldýðý keskin virajlarýn muhasebesini yapmakla meþguldür:
"Bir de geri dönersem herkesin kafasý büsbütün
karýþýr."
Onu en son, 2000 yýlýnda Anayasa Mahkemesi Baþkaný
Ahmet Necdet Sezer'in Cumhurbaþkanlýðý adaylýðýna
itiraz ederken hatýrlýyoruz. Sezer'in aday olduktan sonra
görevinden istifa etmesi gerektiðini, aksi takdirde anayasaya
aykýrý hareket edilmiþ olacaðýný söylediyse de baðýmsýz
milletvekili olarak o sýrada "Sezer hummasý"na tutulmuþ
olan mecliste sesini duyuramadý.
Aðar'la beraber Kýrat'ý þahlandýrmak...
15 Nisan 2001'de bu defa DYP'ye katýlýrken görüyoruz
Aydýn Menderes'i. 7 Ocak 2004'de DYP Genel Merkezi'nde
yaptýðý konuþmada2 Demokrat Parti çizgisinde yer
alan siyasetçileri tek tek sayarken, bir zamanlar "mezara
kadar" diyerek saflarýna katýldýðý RP-FP'yi ve Erbakan'ý
asla zikretmemiþ olmasý, daha önce eleþtirdiði Demire!,
Çiller ve Aðar'ý DP'nin meþalesini elden ele taþýyanlar kafilesine
onurla dahil etmesi de ilginç bir geliþme olarak
not edilmelidir. Halen kendi sitesinde yer alan konuþmasýnda
þöyle dediði aktarýlýyor Aydýn Bey'in:
Allah var DP'den sonra da merhum Gümüþpala'sý da olsun,
deðerli cumhurbaþkanýmýz, büyüðümüz sayýn Süleyman
Demirel de olsun, arada DYP'nin genel baþkanlýðýný
yapmýþ olan rahmetli Ahmet Nüsret Tuna ve Yýldýrým Avcý
olsun, sayýn Çiller olsun bütün genel baþkanlarýmýzla
bugüne kadar ve bundan sonra da en baþarýlý bir biçimde
bu meþaleyi taþýdý. Elbette ki yeni genel baþkanýmýz sayýn
1 38 efs aneler ve gerçekler
Aðarda milletin sözünü bu ülkede ne olursa olsun geçerli
kýlmak için ve milletimizin birlik ve bütünlüðünün muhafazasý
için bu meþaleyi taþýyacak ve milletimizle el ele
vererek bu Kýrat'ý mutlaka bir kere daha þahlandýracaðýz.
Buna yüzde yüz inanýyorum.
Hatta hýzýný alamayýp DYP etrafýnda bir toplanma
çaðrýsýnda dahi bulunmuþtur:
Gün toparlanma zamanýdýr, gün Kýrat'ýn etrafýnda birlik
ve bütünlük saðlama zamanýdýr. Türkiye'nin buna ihtiyacý
vardýr, Türkiye'nin DYP'ye ihtiyacý vardýr. Türkiye'nin,
DYP'nin de sizlere ihtiyacý vardýr.
Baþýnýz döndü biliyorum ama þunu da eklemeden
edemeyeceðim: 7 Ocak 2004'de bunlarý söyleyen Menderes,
1,5 yýl sonra, 15 Aðustos 2005'te aðzýmýzý hayretten
bir karýþ açýkta býrakan þu cümleleri sýralayacaktýr:
Artýk DYP'nin misyonu falan kalmamýþtýr. DYP, tutarsa
bir takým insanlarý meclise taþýyacak, denk gelirse bir koalisyonda
bakan yapacak bir araca dönüþmüþtür. Bugünkü
haliyle DYP, Türkiye'nin hiçbir ihtiyacýna cevap vermiyor,
AK Parti ile arasýnda hiçbir fark yoktur. Bugünkü
DYP'nin mevcudiyeti, esasen AKP'nin ekmeðine yað sürmekten
baþka bir þey deðildir... Bugün DYP'nin varlýðýyla
yokluðu arasýnda bana göre bir fark yoktur.
Yýl 2007. O artýk DYP'li deðil. Onu bu defa DYP ile
ANAP'ýn DP çatýsý altýnda birleþmesi teþebbüsleri sýrasýnda
sanki DP'nin tek ve mutlak adresi kendisiymiþ gibi konuþurken
gördük. Konuþuyor, konuþuyor, konuþuyordu:
Mehmet Aðar ile Erkan Mumcunun kurduðu mevcut Demokrat
Parti babamý temsil etmiyor.
Peki bütün bu çeliþkiler girdabýnda 'Siz babanýzý temsil
edebiliyor musunuz Aydýn Bey?' diye sorma hakkýmýz
olmayacak mý acaba?
menderes'in r u h u 1 3 9
Not: Aydýn Menderes'in Demokrat Parti'nin yasaðýnýn
kaldýrýlmasý ve yeniden kuruluþuyla ilgili tavýrlarý konusundaki
bilgileri þu kaynaktan derledim: Rýfký Salim Burçak
ve R. Güner Sarýsözen, Demokrat Parti'nin Politika
Hayatýna Yeniden Giriþi, Ankara 1997, Demokratlar Kulübü
Yayýnlarý.
1 Milliyet, 4 1 em m u z 1992.
2 http: / / vvavvv.aydinmenderes.com/ index.php?kategori=menderesten&
id=202
40 efsaneler ve gerçekler
III
CHP'NÝN GÜNAH GALERÝSÝ
Nereden çýktýðý pek iyi bilinen bazý propaganda yaygaralarý,
Amerikan yardýmýnýn Türk baðýmsýzlýðýna bir darbe
olduðunu, þu kadar milyon dolar karþýlýðý kendi varlýðýmýzý
VVashington'a kaptýrdýðýmýzý ortalýða yaymak istedi... Bugün
yurda yardým elini uzatan Amerika, bu hizmetine karþýlýk
bizden ne toprak ne üs istiyor... Nihayet ne Amerika, ne
Ýngiltere, ne de öteki hürriyetçi milletler, hiçbir devlete karþý
gizli bir maksad besliyor deðillerdir. Gaye, barýþý kurtarmak
ve insan topluluklarýna insan gibi yaþamak imkânlarýný
saðlamaktýr.

Nadir Nadi, "Amerikan yardýmý",


Cumhuriyet, 15 Temmuz 1947

chp'nin günah galerisiý141


Ýnönü nasýl cumhurbaþkaný seçildi?

Mustafa Kemal bana þunlarý söyledi: 'Seni [Lozan'a]


ancak ikinci murahhas [delege] olarak yollayabilirim.
Birinci murahhas olarak da Ýsmet Paþayý
düþünüyorum... Sen daima kafa ile müstakil hareket
edersin. Ýsmet ise emrimden dýþarý çýkmaz.
Kâzým KARABEKÝR1
12 Kasým 1938 günkü gazeteler, yeni Cumhurbaþkanýnýn
Ýsmet inönü olduðunu yorumsuz ve "inanýlmaz bir
sessizlik içinde" duyuruyorlardý okurlarýna. Hatta Kemalist
yönetimin sözcülerinden Falih Rýfký Atay, olayý daha
da düzleþtirerek, "Kamutay [Meclis], dün Atatürk'ün hatýrasýný
aðlayarak takdis ettikten sonra, ilk iþ olarak Ýsmet
Ýnönü'yü devlet reisliði vazife ve hizmetine çaðýrmýþtýr"
þeklinde sunmaktaydý.1
Görev ve hizmete çaðrýlmýþtýr, öyle mi? Bu kadarcýk mý
yani? Koskoca Atatürk'ün boþalttýðý koltuða oturacak zatýn
seçilme macerasý kamuoyuna böylesine bir basitlik ve
düzlükte duyuruluyorsa, þüphelenmek için elimizde yeteri
kadar sebep var demektir.
O zaman biraz gerilere gidelim ve inönü'nün ilk Cumhurbaþkanlýðýna
nasýl seçildiðine daha yakýndan bakma

chp'nin günah galerisi 143


ya çalýþalým. Bakalým bu soðuk nevale cümleler hangi
mahþer kazanlarýnýn dumanýný ört bas etmek için sarf
edilmiþ?
Þükrü Kaya cumhurbaþkaný olursa?
1937'nin ikinci yarýsýnda Atatürk'ün saðlýk durumu giderek
bozulmakta ve dikkatler kaçýnýlmaz olarak onun yerine
kimin geçeceði meselesi üzerinde toplanmaktaydý.
Her ne kadar Gazi, Hatay'ýn baðýmsýzlýðý uðruna yollara
düþmüþse de, bu ani hareketlilik sirozunu azdýrmýþ ve dönüþünde
onu yataða esir almýþtý, iþte o günlerde meclis,
ordu ve basýn, mevcut cumhurbaþkaný adaylarý arasýnda
öne çýkan isimlere yakýnlaþmaya ve uzaklaþmaya baþlamýþ,
Atatürk'ün halefi üzerindeki bahisleþmeler kýzýþmýþtý.
Bu sýrada öne çýkan isimler þöyleydi: Genelkurmay
Baþkaný Mareþal Fevzi Çakmak, Baþbakan Celal Bayar, eski
Baþbakan Ýsmet Paþa ve Atatürk döneminin derin iþlerini
yürüten, özellikle istihbarata ve polise hakim olan
içiþleri Bakaný Þükrü Kaya. Þimdilerde fazla dikkat çekmeyen,
hatta unutulan Þükrü Kaya, o günlerin en etkili ve
yetkili devlet adamlarý arasýndaydý ve Harbiye'de bile
kendine taraftar toplamaya baþladýðý dikkatlerden kaçmýyordu.

Taht kavgasý
Þimdi adaylarý gözden geçirelim.
Ýsmet Ýnönü: Heybeliada'da inzivaya çekilmiþ bulunan
ismet Paþa, her ne kadar Atatürk zaman zaman çaðýrýp
gönlünü alsa da, 1937 sonlarýndan itibaren gözden
düþmüþ durumdaydý. Prestij ve þöhreti, Baþbakanlýðýndan
ziyade Atatürk'e sadakatinden ve Garp Cephesi Kumandanlýðýndan
geliyordu; bir de 15 yýla yakýn sürdürdüðü
CHP Baþkan Vekilliðinden (Baþkan, tabii olarak Gazi
Mustafa Kemal'di).
144 efs aneler ve gerçekler
Fevzi Çakmak Özellikle asker cephesiyle kimsenin
tartýþmaya cesaret edemediði Fevzi Çakmak'ýn þöhret ve
erdemi geniþ halk kitlelerini ve baþýnda bulunduðu orduyu
memnun edebilirdi ama meclis ve örgüt buna pek sýcak
bakmýyordu. Üstelik de anayasada Cumhurbaþkaný
adayýnýn milletvekili olmasý zorunluluðu vardý. Bu da Mareþal'in
Reisicumhurluk ihtimalini daha baþtan zayýflatýyordu.

Celal Bayar. Atatürk'ün Ýnönü'den sonra yeni gözdesiydi,


özellikle Ýþ Bankasý baþarýsýyla göz doldurmuþtu
ama CHP örgütü onu bütünüyle kucaklamamýþtý ve Ýnönü
yanlýsý devletçiler tarafýndan sürekli topa tutuluyordu.
Þükrü Kaya: Ýçiþleri Bakanlýðýna ilaveten Recep Peker'in
istifasýndan sonra CHP Genel Sekreterliði koltuðuna
da oturan Þükrü Kaya, Dýþiþleri Bakaný Tevfik Rüþtü
Aras, Salih Bozok, Ali Çetinkaya, Hasan Rýza Soyak gibi
Atatürk'ün yakýn arkadaþlarýna yaslanýyordu ama Ýnönü
faktörüne raðmen örgüte hakim olmasý pek kolay görünmüyordu.
2
Velhasýl o günlerin manzarasýna baktýðýmýzda askerin
Çakmak ile Ýnönü'yü, Atatürk'ün yakýn çevresi ile istihbaratýn
(tabii polisin de) Þükrü Kaya'yý, özellikle iþ dünyasýnýn
Bayar'ý destekledikleri anlaþýlýyordu. Anlaþýldýðý kadarýyla
burada düðüm, askerin adayýný netleþtirmesiyle çözülecekti.

Çakmak mý, Ýnönü mü? Asker eðer bunlardan birinde


karar kýlabilirse, diðer adaylarýn temeli zayýflayacaktý.
Çakmak-Kaya kavgasý ve...
Bu ikilemde eli zayýf olan Mareþal'di, çünkü milletvekili
deðildi. Ancak tertemiz ve parlak bir geçmiþ onu öne
çýkartýyordu. Onun karþýsýnda yer alan Ýnönü ise gözden
düþmesine raðmen askerler arasýndaki efsanesini koruyordu.
Burada belirleyici olacak olan figür, Genelkurmay
chp'nin günah galerisi 145
Baþkanýydý. Çakmak için için seçilmeyi istiyordu elbette.
Ancak istemediði biri vardý: Þükrü Kaya. Bir seferinde
Þükrü Kaya kendisini fena faka bastýrmýþ, askerliðin sadece
kuvvet deðil, zekâ ve kývraklýk da istediðini göstermiþti.
Olay þöyle cerayan etmiþti:
Atatürk hastalanýnca gizli devleti eline geçiren Kaya,
1936'da imzalanan Montrö Sözleþmesinden sonra -kendisi
de Istanköylü olduðu için- dikkatini Ege adalarýnda toplamýþtý.
Günün birinde haritalarý kirnbilir kaçýncý defa
önüne açýp da incelemeye baþlayýnca gördü ki, Lozan Antlaþmasýnýn
adalardan bahseden 12. ve 15. maddelerinde
bazý küçük adalarýn adlarý zikredilmemiþ, yani kime ait olduðu
belli edilmemiþti. Ýtalya'ya ve Yunanistan'a býrakýlacak
adalar teker teker sayýldýðý halde 12. maddede "Anadolu
sahillerine 3 milden yakýn adalar Türk hakimiyetine
býrakýlmýþtýr" denilip geçilmiþ, bu adalarýn hangileri olduðuna
herhangi bir açýklýk getirilmemiþti. Ýþte Lozan'daki
bu boþluk Þükrü Kayayý harekete geçirmeye yetecektir.
Derin operasyon
Hemen kýyýlarý 4 bölgeye ayýrýp her bölgeye Ýçiþleri Bakanlýðý
müfettiþlerini gönderir ve isimleri sayýlmayan
adacýklarý tespit ettirir. Müfettiþlerin getirdikleri bilgi gerçekten
de hayret vericidir: Türk kara sularý içinde binlerce
sahipsiz ada bulunmakta ve iþgal edilmeyi beklemektedir.
Henüz Yunanistan ve Ýtalya tarafýndan iþgal edilmemiþ
bu adalar meselesini derhal Atatürk'e arz eden Kaya,
onun emriyle Mareþal Çakmak'ýn ziyaretine gider. Ancak
etliye sütlüye bulaþýp da baþýný aðrýtmak istemeyen
Mareþal,
- Olan olmuþtur. Artýk yapacak bir þey yok, cevabýný
verir.
Israr eder Kaya ama Çakmak daðlarýný aþamaz. Bunun
üzerine meseleyi Bakanlar Kuruluna getirir. Çak

146 el saneler ve gerçekler


Bu Kaya sert çýktý

22 Eylül 1937 tarihli Sedat Simavi'nin çýkardýðý Yedigün'ün


kapaðýný açanlar Ýçiþleri Bakaný'nýn bu manalý fotoðrafý
ve imalý alt yazýsýyla karþýlaþtýlar. Þaþýrdýlar mý? Sanmýyorum.
Çünkü o günlerde içiþleri Bakanlýðý rütbesine ilaveten
CHP Genel Sekreterliði gibi Baþbakan'a yakýn bir konum elde
etmiþ olan Þükrü Kaya'nýn ayak seslerinin emniyeti aþýp
Harbiye koridorlarýna sýzmaya baþladýðý günlerdir ve daha da
önemlisi, Atatürk'ün hastalýðýnýn artýk gizlisi saklýsý kalmamýþtýr.
Atatürk'ün koltuðuna kimin oturacaðýnýn kývýlcýmlarý bu
resimde parýldamaktadýr.
Alt yazýda þu anlamlý cümleler okunuyor:
Kayanýn bu türlüsünü yalnýz denizde deðil, karada da
nadir görürsünüz. Bu canlý, heyecanlý ve irfanlý Kaya,
bulunduðu her yerde neþe, hareket, ýþýk ve emniyet
uyandýran soydandýr. Bakýnýz, denizde bile þetaretinin
kývýlcýmlarý sönmüþ deðil ve sanki Bay Þükrü Kaya Vekillik
sandalyesinde, Meclis kürsüsünde ve Parti makamýnda
olduðu gibi yurdun güzel sularý içinde de zekâ
projeksiyonunu yakmýþ bir sahil feneridir.

Sizce de "zekâ projeksiyonu" yüksek bir metin olmamýþ mý?

chp'nin günah galerisi 149


defa genel oyla ve tek dereceli seçimle 1946'da tanýþmýþtýk.
O tarihe kadar hep iki dereceli seçimle biçimlenmiþti meclisimiz.
Yani önce kimin seçeceðini halk seçiyor, sonra seçtikleri
ikinci seçmenler milletvekillerini seçiyordu. Sonra
bir kiþi gerekirse birkaç yerden birden aday gösterilebiliyordu.
Bu konuda rekor, zannedildiði gibi ismet inönü'de
deðil, Fevzi Çakmak'taydý; oylarý hareketlendirsin diye tam
4 ilden aday gösterilmiþti. Bayar ve Menderes ise üç ilde
liste baþýydýlar. Hatta gelecekte parti baþkaný olarak göreceðimiz
Mehmet Ali Aybar ve Osman Bölükbaþý da DP listesinden
aday gösterilmiþlerdi.2 Hadi son bir tuhaflýðý da
zikredelim: Bu seçimlerden baþlayarak 1950'ye kadar Nadir
Nadi'nin yönetimindeki Cumhuriyet gazetesi CHP'yi
deðil, DP'yi desteklemiþtir. O kadar ki, 1950 seçimlerinde
Nadir Nadi DP listesinden Meclis'e bile girecektir. (Bana
inanmýyorsanýz Þerafettin Pektaþ'ýn Milli Þef Döneminde
Cumhuriyet Gazetesi adlý araþtýrmasýna bakýn.1)
46 seçimlerinin tuhaflýklarý bu kadarla kalmaz, asýl burada
baþlar. Seçimlerde her partinin sandýðý ayrýydý, bir.
Partilere vereceðiniz oy pusulalarý da açýk bir þekilde sandýk
kurulunun önünde duruyordu, iki. Gayet þeffaf bir þekilde
oy kullanýyordunuz ama oylarýnýz kapalý kapýlar ardýnda
sayýlýyor ve sonuçlar bir ara ilan ediliyordu. Sandýk
baþýndaki DPliler itiraz etse bile sonuç deðiþmiyor, bazen
altý üstü birkaç sandýðýn sonucunu açýklamak günler alýyordu!

iþte zamanýn istanbul Valisi ve Belediye Baþkaný Lütfi


Kýrdar, yönettiði ilde kendisine ulaþan gayri resmi sonuçlarý
hemen açýklamýþ, gazetecilere istanbul'da Demokratlarýn
silme kazandýðýný, milletvekili sayýsýna varýncaya kadar
ilan etmiþti. Ancak ettiðine edeceðine piþman edilmiþti
CHP Genel Merkezi tarafýndan. Kendi partisine
mensup bir vali ile yapýlan yoðun pazarlýklarda hiç deðilse
5 ünlü ismin milletvekilliðini kazanmasý þart koþulmuþtu.
Aksi halde CHP cümle âleme rezil olacaktý! (Halbuki
asýl bunu yapýnca rezil olmuþtu ya, neyse.)
52 efsaneler ve gerçekler
Nihayet resmi sonuçlar ayýn 24'ünde açýklanmýþ ve Ýstanbul'da
DP 15, CHP 5, baðýmsýzlar ise 3 milletvekili çýkarmýþtý.
(Ýsmet Ýnönü'nün bile Ankara'da bu þekilde seçildiði
iddia ediliyordu.)
Þu seçim gününüzü biraz renklendirmek adýna Karadeniz
fýkrasý gibi bir olayý anlatarak noktalamak istiyorum
yazýmý.
Milli Mücadelemde Fransýzlarý püskürttükleri için Arslanköy
adýný alan köye seçimden önce Vali ve Jandarma
Komutaný bir nezaket ziyaretinde(î) bulunmuþ ve nazikçe
"Reylerinizi Halk Partisi'ne vereceksiniz" buyurmuþlardý.
Ýnat deðil mi? Halk da gitmiþ, Demokratlara vermiþti. Vali
sonuçlarý öðrenince paçayý kurtarmak için seçimlerin
tekrarlanmasýný istedi. Seçimler tekrarlandý ama bir kere
yöneticilere güvenlerini yitirmiþ olan Arslanköylüler bu
defa seçim sandýðýný kaçýrdýlar. Devletin kaçýrdýðý oylara
ses çýkarýlmazken, halkýn oylarýna el koymasý isyan kapsamýnda
deðerlendirildi ve köylüler, týpký Ortaçað'daki gibi
zincire vurularak mahkemeye sevk edildiler. Daha sonra
da halka ve Batýya þirin görünmek için salýverildiler.
Tabii rezalet üstüne rezalet! Ve 46 seçimleri, birçok ilkleri
ve tuhaflýklarýyla, hileleri ve facialarýyla tarihe karýþtý.
Ama akýllarda gayri meþruluk suçlamasý kaldý ve hiç çýkmadý.
Bir de Vali Lütfi Kýrdar'ýn "Seçim sonuçlarýný açýklýyorum"
þeklindeki talihsiz beyanatý. (Tabii Kýrdar'ýn ikinci
talihsizliði, bu defa DP milletvekili olarak Yassýada'da yargýlanmýþ
ve savunmasýný yaparken ölmüþ olmasýdýr.)
1 Nimet Arzýk, Bitmeyen Kavga: Ýsmet Ýnönü, Ankara 1966, Kurtuluþ
Matbaasý, s. 9.
2 Metin Toker, Demokrasimizin Ýsmet Paþall Yýllarý 1: Tek Partiden
Çok Partiye, 1944-1950, Ankara 1990, Bilgi Yayýnevi, s. 123.
3 Þerafettin Pektaþ, Milli Þef Döneminde (1938-1950) Cumhuriyet Gazetesi,
Ýstanbul 2003, Fýrat Yaýnlarý, s. 214 vd. Ancak Nadir Nadi Perde
Aralýðýndan adlý hatýratýnda o günlerin havasýný farklý yansýtmayý
yeðlemiþtir (Ýstanbul 1991, 4. baský, Çaðdaþ Yayýnlarý).
chp'nin günah galerisi 153
Altý Ok'un bilinmeyen tarihi

Cumhuriyet Halk Fýrkasý'nýn bu bayraðý, yüce Türk bayraðýnýn


etrafýnda, onun daha ziyade yücelmesi için fikir
ve hareket birliði yapan inkýlâpçý neslin iþareti olarak yükselecek
ve dalgalanacaktýr.1
CHP'nin 1931 yýlýnýn 15 Mayýs'ýnda gerçekleþtirdiði
Üçüncü Büyük Kongresi'nde 6 oktan oluþan yeni parti
bayraðý, iþte bu duygu yüklü kelimelerle tarif edilmekteydi.
Peki bu bayraðý üzerine çizilen 6 ok nereden çýkmýþtý?
Birdenbire mi, yoksa el yordamýyla mý bulunmuþtu? Neleri
simgeliyordu? Neden bir baþka simge deðil de 'ok' seçilmiþti
bu ilkeleri anlatmak için?
Aþaðýda 6 okun tarihini anlatýrken bütün bu sorularýn
cevaplarýný bulacaksýnýz.
Altý ok yolda
Artýk yýllardan 1933'tür ve Ekim ayýndaki Cumhuriyet'in
Onuncu Yýl Kutlamalarý içini hazýrlýklar bütün hýzýyla
sürmektedir. Bu sýrada olmayan demokratik rejimimizin
yegâne partisi konumundaki CHP'nin, kendisini
devletten ayýrt edici bir bayraða ihtiyaç duymuþ olmasý il

154 efsaneler ve gerçekler


Yalnýz bu noktaya birdenbire gelinmiþ deðildir. Nasýl
gelindiðinin hikâyesi, meraklýdýr.
3+1+2
Altý oka giden ilk adým 9 Eylül 1923 günü, yani Cumhuriyetin
ilanýndan 50 gün önce atýldý. Gazi Mustafa Kemal,
kendi eliyle kurduðu (o zamanki adýyla) Halk Fýrkasý
için bazý esaslar belirlemiþti. Ýþte bu esaslardan üçü, 1923
tarihli ilk CHP nizamnamesinde ilke olarak tespit edilmiþti:
Bunlardan birincisi Cumhuriyetçilik, ikincisi Milliyetçilik,
üçüncüsü ise Halkçýlýktý. Yani daha o zamandan
3 okun isimleri belirlenmiþtir ama kendileri henüz ortada
yoktur.
Dördüncü ok için 3 Mart 1924'ü beklemek gerekecektir.
Bu tarihte Hilafet kurumu ile Þer'iyye ve Evkaf Vekaleti
kaldýrýldýktan, ardýndan da tevhidi tedrisat kanunu çýkarýldýktan
sonra CHP ilkelerine "laiklik" maddesi eklenmiþ
oldu. Nihayet 15 Mayýs 1931 tarihinde yapýlan Üçüncü
Büyük Kongre'de bu ilkelere devletçilik ve inkýlapçýlýk
maddeleri de dahil edilecektir.
Böylece CHP'nin 6 esas prensibi, ilkesi belirlenmiþ
oluyordu ama bunun bir parti bayraðý haline gelebilmesi
için Onuncu Yýl Kutlamalarýný beklememiz gerekecekti.
Ýlginç olan husus, bugün artýk siyasal düzlemde ilericiliði
deðil, tutuculuðu; devrimciliði deðil, muhafazakârlýðý,
bir baþka deyiþle gaz pedalýný deðil, freni temsil eden
CHP'ye ait bayraðýn amacý olarak partinin "ruhunda kaynayan
hýzýn ve ileriliðin" gösterilmiþ olmasýdýr.
Oklarýn tarihi
Bir baþka çarpýcý nokta ise bayraktaki oklarýn tarihî
önemidir.
CHP bayraðýnda kullanýlacak oklarýn seçimi, 'bilimsel
bir titizlikle' yapýlmýþtýr.
1 56 efs aneler ve gerçekler
19 Mayýs gösterileri, CHP bayraðýnýn Türk bayraðýyla beraber göründüðü
etkinliklerle tanýnýyordu.
Okun özelliði, hedefe fýrlatýlan eylem halindeki bir silah
olmasýndan gelir. Hatta aþaðýda verdiðimiz resmî teknik
çiziminden de anlaþýlacaðý üzere bayraðýn sol alt köþesinde
hayalî bir 'yay' dahi belirlenmiþtir. Dikkat edilirse
bu yayýn içine konulan 6 oktan sadece birinin altý, üstten
dördüncüsünün altýna denk gelen okun yaya takýlacak
kýsmý, gerçek oklarda olduðu gibi hafifçe kertik yapýlmýþtýr.

Bayraða konulacak oklar da ince elenip sýk dokunularak


seçilmiþ, milli müzelerimizdeki Türk oklarýndan örnek
alýnýp kâðýt üzerinde stilize edilmiþtir. 6 oktan yalnýzca
birisi, Türk okunun orantýlý olarak resmedilmiþ tam
þeklidir. Diðerleri ise verilen hayalî yaya uyacak þekilde
saplarýndan kesilmiþtir.
Bayraðýn renkleri, Türk bayraðýnýn renkleri olan kýrmýzý
ve beyaz olarak belirlenmiþtir. En-boy oraný ise Türk
bayraðýnýn aynýsýdýr (2/3).
2305 sayýlý kanun bayraðýn nerelerde kullanýlacaðýný
da kararlaþtýrýyor. Kanunda, yerlerine göre kullanýlmak
üzere 4 çeþit CHP parti bayraðý belirlenmiþ: 1. Normal
bayrak, 2. Meydan ve sokak bayraðý, 3. Süs bayraðý, 4. El
chp'nin günah galerisi 157
bayraðý. Bunlarýn boyut ve biçimleri farklý olacaktýr.
Üþenmeyip bir de not düþmüþ yetkililer: Direklere bayrak
asýlacaðý zaman direðin ucuna Türk oku þeklinde hafif beyaz
madenden bir baþlýk takýlmalýdýr.
74 yýl sonra CHP bayraðýndaki hayalî yayý çekecek babayiðit
kalmadýðý gibi, oklarýn da menzilleri kapanmýþ görünüyor.
Bir IV. Murad bekleniyor olmalý.
1
Faik Reþid Unat, "Parti bayraðý", Aylýk Ansiklopedi, Sayý: 13, Mayýs
1945, S. 406-7.
1 58 efs aneler ve gerçekler
çekiyordu. 1921 Anayasasý'na daha önce konulmamýþ
olan dinle ilgili bir madde, anayasa deðiþikliði paketiyle
birlikte kanunlaþýyor, anayasaya giriyordu. Buna göre
anayasanýn 2. maddesinin yeni þekli þöyle olmuþtu: "Devletin
dini, din-i Ýslamdýr." Bu madde Hilafetin kaldýrýlmasýndan
sonra kabul edilen 1924 Anayasasý'nda da yerini
kaybetmeyecek ve 10 Nisan 1928'deki anayasa deðiþikliðine
kadar yaklaþýk 5 yýl daha yaþamaya devam edecektir.
Bugünden bakýnca tuhaf görünüyor. Ama deðil. Düþünün
bir: Osmanlý'dan kopuþun miladý sayýlabilecek,
hele Hilafet ile Þer'iyye ve Evkaf Vekaleti'nin laðvedilip
medreselerin kapýsýna kilit vurulduðu bir yýlda, yani dindevlet
iliþkilerinin son derece gerildiði 1924 yýlýnda yeni
bir anayasa yapýlsýn ve daha önce anayasada mevcut bulunmayan
devletin dininin Ýslamiyet olduðunu belirten
madde, yeni yapýlan anayasaya özellikle ilave edilsin.
Halifesiz Ýslamiyet olmaz
TBMM Baþkaný Gazi Mustafa Kemal'in 8 Nisan 1923
tarihinde, kurulacak olan Halk Fýrkasý'nýn, yani ilerideki
adýyla CHP'nin esaslarý olarak belirlediði ünlü Dokuz
Umde'nin (Dokuz Ýlke) 2. maddesi ve açýklamasýnda bugün
bize þaþýrtýcý gelen bazý ifadeler göz çarpmaktadýr.
Þevket Süreyya Aydemir gibilere bakarsanýz yanýlýrsýnýz,
çünkü size steril, elden geçirilmiþ, çapaklarýndan
arýndýrýlmýþ 'füme' bir tarih anlatýlýr orada. Mesela Tek
Adam'ýn 3. cildinde CHP'nin Dokuz Ýlkesi'nden ikincisi
sansürlenerek verilir. Son cümlesi bilinçli olarak atlanýr. 1
Halbuki o son cümle, Cumhuriyet'e giden Türkiye'nin
durumunu anlamak bakýmýndan son derece önemlidir.
Sansürlenen cümle þuydu:
lstinadgâhý Türkiye Büyük Millet Meclisi olan makâm-ý
Hilâfet beyne'l-lslâm bir makarr-ý muallâdýr. [Dayanaðý
Türkiye Büyük Millet Meclisi olan hilafet makamý, Islam

1 6 O e f s aneler ve gerçekler
lar arasý yüce bir makamdýr.]
Kâzým Karabekir'in hatýralarýndan aktaracaðým þu satýrlar
yine 8 Nisan'da Dokuz Ýlke'nin yorumu olarak yayýnlanmýþ
olup CHP kurucu söyleminin Ýslamcý tonu hakkýnda
fikir vermektedir:
Ýslam dininde bütün namazlar cemaatle eda olunur. Cemaatin
bir baþý vardýr ki, cemaati terkip eden bütün ferdler
ona baðlanýrlar. Bu suretle imam, cemaatin timsali olmuþ
olur... Islamiyette bundan baþka bir de büyük bir
dayanýþma vardýr ki, bütün ümmeti tek bir ruh haline getirir.
Bunun þekli de bütün imamlarýn, manevî bir surette
bir imam-ý ekbere [en büyük imama] iktida eylemesidir
[uymasýdýr]. Ýþte bu imamlara "Halife" nâmý verilir...
Bundan dolayýdýr ki, bütün Ýslam âlemi Halife meselesinde
alakadardýr. Yeryüzünde bir Hilafet makamý bulunmazsa
Ýslam âlemi kendisini imamesiz kalmýþ bir teþbih
gibi daðýlmýþ, periþan görür... Buna binaen Türkiye Büyük
Millet Meclisi bizzat Halife hazretlerini muazzez ve
muhterem makama istinadgâh [dayanak] yapmýþtýr."2
Bugün bize inanýlmaz görünen bu Ýslamcý vurgu,
CHP'nin sonraki duruþuyla çeliþkili görünebilir. Ancak
dönemin havasýný yokladýðýmýzda bunun bir sürpriz olmadýðý
anlaþýlýyor. Bu açýklamanýn yayýnlandýðý tarihten 2
ay önce bizzat Atatürk, Balýkesir Paþa Camii'nde imamlara
taþ çýkartan bir üslupla vaaz etmemiþ miydi? ("Millet,
Allah birdir, þaný yücedir" diyordu.) Hatta 1923 Nisan'ýnýn
gazete koleksiyonlarýný inceleyenler, Çankaya Köþkü'nün
bahçesine iki minareli bir cami yapýlmasýndan bahsedildiðini
görecek ve iyiden iyiye þaþýracaklardýr...
Çankaya'ya cami öyle mi? Evet, 1923 Nisan'ý böylesine
'dindar' bir Türkiye'ye þahit olmuþtu iþte...
"Devletin dini, din-i Ýslamdýr"
29 Ekim'de "Devletin dini, din-i Ýslamdýr" þeklindeki
chp'nin günah galerisi 161
anayasanýn 2. maddesi meclisten geçtikten sonra derin
bir nefes alýr Kâzým Karabekir Paþa. Sebebi ise bu maddenin
konulmasýyla içeride ve dýþarýda 'Türkler Protestan
(Hýristiyan) oluyor' yolunda meseleyi istismar edenlerin
susturulmuþ olmasýdýr: "Bu madde herkesin aðzýna ve
kulaðýna güzel bir týkaç oldu" diyin Paþa'nýn sözlerinden
anladýðýmýz kadarýyla 1923'te Türkiye'nin Hýristiyan olmasýný
bekleyen bazý iç ve dýþ çevreler mevcuttur ve Gazi
Mustafa Kemal Cumhuriyet'in hukukî temellerini oluþtururken
Müslüman kimliðini vurgulamak bir yana, onu
bizzat devletin anayasasýna koyarak vurgulamak ihtiyacýný
hissediyor ve dedikodularýn önü ancak böyle alýnabiliyordu.

Gerçi diyeceksiniz ki CHP hilafeti korudu mu? Doðru,


bir yýl sonra Hilafeti kaldýran da CHP grubu oldu. Ama o
bir yýlda köprünün altýndan hangi sular aktý? 1923'de hýzla
Ýslamcýlýða kayan 'Mücahit Türkiye', 1924 Mart'ýndan
itibaren bu iddiasýndan neden vazgeçti?
Bunlarý tartýþmak için önümüze bir çok fýrsat çýkacak
gibi görünüyor.
1 Bkz. Þevket Süreyya Aydemir, Tek Adam: Mustafa Kemal (19221938),
cilt 3, 3. baský, Ýstanbul 1969, Remzi Kitabevi, s. 88, dipnot 1.
2 Kâzým Karabekir, Paþalarýn Kavgasý: Atatürk-Karabekir, Hazýrlayan:
Ýsmet Bozdað, Ýstanbul 1991, Emre Yayýnlarý, s. 136-137.
162 efsaneler ve gerçekler
Kadeþ gemisinden iki sahne.
Dans edenler ve kýz arkadaþýnýn
dizinde yorgunluðunu gideren
geçler.
Zavallý Çanakkale! Ne günlere
kalmýþsýn!

kurulacak Halk Fýrkasý'nýn sýrtýna 'Hilafeti koruma görevini'


yüklemiyor muydu? Korudu mu?
Bugün halkýn Çanakkale'ye akýnýný görüp de dudak
bükenlerin iktidar ellerindeyken þehitliklere bir tek çivi
çaktýklarýna þahit olunmuþ mudur? Düþünün, Çanakkale
anýtý için adým atýlmasý bile Adnan Menderes hükümeti
sayesinde mümkün olabilmiþtir.
Çanakkale, Tek Parti döneminde belki de bir tek Mustafa
Kemal'in "Anafartalar kahramanlýðý" sayesinde tamamen
unutulmaktan yakayý kurtarmýþ, yýllar boyu cýlýz
resmi toplantýlarla baþtan savýlmýþtýr. Tek Parti devrinde
resmi heyetler lüks vapurlara doluþup karaya çýkma zahmetine
dahi katlanmadan vapurun güvertesinden þehitlere
selam gönderir, böylece millî görevlerini yerine getirdikleri
sevinciyle kaptana 'Çek evladým Ýstanbul'a' diye
seslenirlerdi.
1 64 efs aneler ve gerçekler
Bir akýmýn önünü kesebilirsen kes, kesemezsen kendine
doðru çevir, ilkesinden hareket eden CHP yönetimi zamanla
Çanakkale'ye sahip çýkar görünmek ihtiyacýný duydu.
Bekledikleri fýrsat bir askerî darbeyle karþýlarýna çýktý.
27 Mayýs güya bir gençlik hareketiydi ya, yandaþ gençlik
derneklerine kovayla para akýtmaya, böylece CHP gençlik
kollarý eliyle sözde Atatürkçü bir gençlik oluþturmaya karar
vermiþlerdi.
Ýþte 18 Mart 1962'de tarihe "Kadeþ rezaleti" diye geçen,
gençliði Çanakkale'yle buluþturma gezisi düzenlenmiþti.
Kadeþ adlý vapura doldurulan kýzlý erkekli bin kadar
genç, sözüm ona çaðdaþ gençlik dernekleri tarafýndan
özel olarak seçilmiþti. Ýþin tuhafý, gemiye yalnýz genç kýzlar
ve erkekler deðil, aþýrý miktarda içki de doldurulmuþtu.
Düþünün, Çanakkale þehitlerini ziyarete gidiyorsunuz,
anneleri babalarý yanlarýnda olmayan bir gemi dolusu
genç ve kasalarla içki alarak yola çýkýyorsunuz. Niyet ne?
Faþing mi?
Yolculuk beklenebileceði gibi tam bir rezaletle sonuçlandý.
Sarhoþ olup gece boyu dans eden, yerlerde sýzan,
olmadýk cinsel rezaletlere imza atan bu seçkin
gençliðin Çanakkale'ye çýktýðýnda ayýk gezebildiðini sanýyorsanýz
aldanýyorsunuz. Cümbür cemaat lokantalara
dalmýþlar, içkiler, naralar gýrla devam etmiþ ve bin kiþi
içinden þehitliklere gidecek topu topu 40-50 genç ancak
bulunabilmiþti.
Bir süre kamuoyundan saklanmaya çalýþýlan, ancak
bir gazetecinin ifþasýyla deþifre edilen bu rezaletin perde
arkasý, zamanýn gazetelerinde günlerce yazýlýp çizilmiþ ve
burada gördüðünüz 'þok fotoðraflar' basýna malzeme olmuþtu.
Kameralar gemide bulunanlara yönelince bir
genç orada yaþadýklarýný þöyle anlatmýþtý (bazý ifadeleri
sansürlemek zorunda kaldýðýmý belirteyim):
"Gemi hareket eder etmez gençler gruplar halinde
içki içmeye baþladýlar. Erkeklerin özellikle kýzlarý sarhoþ
166 efsaneler ve gerçekler
etmeye çalýþtýklarý belli oluyordu. Sarhoþ olan kýzlar, bir
süre dans ettikten sonra erkekler tarafýndan dýþarý çýkarýlýyor
ve karanlýk bir yerlere götürülüyor, daha sonra
beraberce dönüyorlardý. Ýstisnasýz bütün masalarda kumar
oynanýyordu. Kaptan gelip kumar kâðýtlarýný toplamak
istediyse de vermediler. Kendilerine karýþmak isteyen
birkaç görevliye, "Biz Atatürk'ün yolundayýz, bize
kimse karýþamaz" diye karþýlýk veriyorlardý. "Dað Baþýný
Duman Almýþ" marþý, sarhoþ naralarýna karýþýyordu.
Dönüþte de ayný rezalet devam etti. Hatta bir grup genç,
kapýnýn önüne masa ve sandalye yýðmak suretiyle bir
koridoru kapatýp lambalarý söndürmüþler, içeride çýlgýnlar
gibi eðleniyorlardý. Birkaç kiþi içki komasýna girmiþ,
üç genç kýz bekaretini yitirmiþ, evlerine aðlayarak
dönmüþlerdi."
Geziden önce 1 milyon 700 bin liraya özel olarak dayanýp
döþetilen Kadeþ vapurunun mahvolduðunu gören
'öteki gençler', CHP'nin 40 yýlda gençliði ne hale getirdiðinin
hesabýný sormaya giriþtiler. Çanakkale þehitlerinin
ruhlanný þad edecek gezilere katýlanlarýn sayýsý, bu topraklarýn
itilen, kakýlan, ezilen, adam yerine konulmayan
ama atalarý için bir þey yapamadýðý için vicdaný kanayan
'öteki çocuklar' tarafýndan milyonlara vardýrýldý bugün.
Ve "Kadeþ rezaleti"ni icra edenleri deðil, altyapýsýný hazýrlayanlarý
silip süpürenler onlardan baþkasý deðil.
chp'nin günah galerisiýlDI
Çanakkale kolay kazanýlmamýþtý. Ama ikinci Çanakkale
zaferi de kolay kazanýlmadý.
Belgeler
Elimdeki fotoðraflar, Millî Yol dergisinin 30 Mart 1962
tarihli 10. sayýsýndaki dosyadan alýnmýþtýr. Dergi, Kadeþ
rezaleti konusuyla yakýndan ilgilenmiþ ve sonraki sayýlarýndan
bir kaçýný okur tepkilerine ayýrmýþtýr. Þükûfe Nihal'in
þiiri ise Hilâl dergisinin Nisan 1962 tarihli 26. sayýsýnda
çýkmýþtýr. Yalnýz þiir ilk olarak burada mý yayýnlandý,
yoksa bir alýntý mýydý? Bunu þimdilik tespit etme imkânýmýz
olmadý.
Fotoðraflardan biri, Kadeþ gemisinde dans eden bir
çifti gösteriyor. Çiftin gözleri, o devrin basýn ahlak anlayýþý
gereðince bantlanmýþ. Alt yazýda þöyle deniliyor: "Ça
ça ça: Çanakkaleye inince, þehitlik yerine Truva harabelerine
koþacak damý ve kavalyesi pek neþeli bir dans esnasýnda.
"
Fotoðraflarýmýzýn ikincisi, Çanakkale yolcusu bir 'çifti'
gösteriyor. Erkek öðrenci, içkinin etkisiyle olacak, yorgun
düþmüþ ve sevgilisinin dizine uzanmýþ. "Samimi bir
sahne" diyor alt yazý ve devam ediyor: "Ýçkinin verdiði
mahmurluðu kýz arkadaþýnýn kucaðýnda gidermeye çalýþan
bir öðrenci. Biraz sonra Çanakkale þehitlerinin hâtýrasý
önünde eðilecek vücutlar, þimdi pek tatlý (!) bir iþtira
hate çekilmiþ."
Üçüncü fotoðraf, vapurda kurulan bir çilingir sofrasýnýn
baþýndaki acýkmýþ gençleri göstermekte. Soldan ikinci
ve saðdan üçüncü þahýslar içki þiþelerini baþlarýna dikmiþler.
Soldan birinci þahýs ise kadehini doldurmayý tercih
ediyor. Alt yazýda þunlar yazýlý: "Vur patlasýn, çal oynasýn:
Þarap þiþeleri açýlmýþ, çakýrkeyif gençler, herkesin
gözünden uzak olduklarýný sanarak sanki bir turistik geziye
çýkmýþlar."
168 efsaneler ve gerçekler
Dördüncü olarak bu resimlerin yer aldýðý haberin ilk
sayfasýný toplu halde gösteren Millî Yol dergisinin orta
sayfasýnýn fotokopisini sunuyoruz.
Son olarak sunacaðýmýz belge ise o devrin milliyetçimukaddesatçý
çevrelerini derinden sarsan bu 'vahim'
olayýn duyulmasýnýn hemen ardýndan Cumhuriyet döneminin
ilk kadýn þairlerinden Þükufe Nihal'in kaleme aldýðý
þiir. Göreceðiniz gibi bu þiire derin bir hayal kýrýklýðý ve
üzüntü hakim. Bu da Kadeþ rezaletinin o günlerin siyasî
ve edebî kamuoyunda uyandýrdýðý derin teessürün bir
yansýmasý olarak dosyamýza eklenmiþtir.
Belki Kadeþ rezaletinin bir faydasýndan söz edebiliriz:
O da ertesi yýldan, yani 1963'den baþlayarak milliyetçimukaddesatçý
gençlerin içlerinde bir Çanakkale ateþini
yakmalarýna vesile olmalarýdýr.
Yakýn tarihimizin aydýnlatýlmasý için çýktýðýmýz bu yolculukta
kimbilir daha ne sürprizler çýkacaktýr karþýmýza.
chp'nin günah galerisi 169
Baykal'ýn 1990'daki sivil muhtýrasý
Zamanýn akýþý zihnimizi su damlalarýnýn kayalarý oyduðu
gibi kesintisiz þekillendiriyor. Hele siyaset meydanýndaki
koþucular deðiþen þartlarýn etkisiyle o kadar hýzla
savrulabiliyor ki.
Mesela 1924 Ýzmir Ýktisat Kongresi'nde yabancý sermayeyi
ülkeye bizzat davet eden Atatürk ile 1929 dünya
ekonomik bunalýmýndan sonra devletçiliðe aðýrlýk veren
Atatürk'ün ayný kiþi olduklarýna insanýn inanasý gelmiyor.
Ya 1939 Mart'ýnýn 6'sýnda Ýstanbul Üniversitesi'nde verdiði
ünlü konferansta "yönetim üzerinde milletin denetimi
hakiki ve fiilî olmadýkça halk idaresi vardýr denilemez"
sözlerini sarf eden Cumhurbaþkaný Ýsmet Ýnönü'nün1
ABD'nin savaþ sonrasýndaki baskýsý olmasa iktidarýn denetlenebileceði
çok partili düzene geçmeye daha uzun
süre ayak direyecek oluþuna ne demeli?
Bu deðiþen kafalar listesi uzar gider. Ancak özellikle 12
Eylül 1980'den sonra darbeciliðe ve askeri müdahaleye
karþý sert bir tutum takman Türkiye'deki sol siyasetin önde
gelen figürlerinin (Bülent Ecevit gibi birkaç istisna dýþýnda)
28 Þubat ve sonrasýnda yaþadýklarý seri sonu dönüþüm
daha ilginçtir. Bir vakitler 12 Eylül rejimine 'süngülü
demokrasi' diye karþý çýkanlar, gün gelmiþ, yine süngü

170 efsaneler ve gerçekler


den medet ummuþlardýr. Nitekim 27 Nisan 2007 e-muhtýrasýnýn
mimarlarýndan ve destekçilerinden Deniz Baykal'ýn
17 yýl önceki sözleri bize sol siyasetin, nefesinin týkandýðý
noktada askerden medet uman dönüþümü hakkýnda
fikir verebilir.
Ýþte 1990'daki Deniz Baykal, iþte bugünkü Deniz Baykal.
Hangisinin gerçek olduðuna siz karar verin.
O zamanlar SHP Genel Baþkan vekili olan Baykal'ýn
Demokratlar Kulübü'nün düzenlediði ve ayný yýl kitaplaþtýrýlan
"14 Mayýs 1950 Seçimlerinin 40. Yýldönümü Sempozyumu"
nda yaptýðý müthiþ konuþmada2 döktürdüðü
incilerden bir kaçýný aþaðýda bulacaksýnýz.
Mesela o yýllarýn Baykal'ý silahlý kuvvetleri imdada çaðýranlarý
fena halde eleþtiriyor ve diyor ki:
Kafasýnda reform projesi olduðu için kendisini yönetime
lâyýk gören insanlarýn ve onlara bu gücü vermeyi kabul
eden silahlý kuvvetlerin iþbirliðiyle Türkiye'yi hiçbir yere
götürmek mümkün deðildir.
Hayret! Hatta askerî müdahaleleri demokrasiye tehdit
ve hakaret olarak gören bir Baykal vardýr karþýmýzda.
Ama SHP'li Baykal'ýn nazarýnda bu dönem geride kalmýþ,
"bu iþ bitmiþtir". Anladýnýz elbette, Baykal'ýn "bu iþ" dediði,
askerin siyasete müdahalesidir. 14 Mayýs 1990 günkü
konuþmasýnda Baykal þu sert çýkýþlarla devam etmiþ
sözlerine:
Türkiye'de ne 1960, 1971, ne de 1980 demokrasi tehditlerine
dayalý bir demokrasi tehdidi, önümüzdeki dönem
için ülkemizin gündeminde deðildir. Türkiye bunlarý geride
býraktý, bu iþ bitti, artýk Türkiye'de kimse bu nitelikte
bir demokrasi tehdidini yaþama geçirme kudretine sahip
deðildir.
Hýzýný alamayan Deniz Baykal, bugün kendisinden
köþe bucak kaçtýðý halkýn iradesine saygýlý olmayý öðüdü

chp'nin günah galerisiý 1 71


yor ve bu iradenin dýþýnda bir iktidarýn ortaya çýkmasýna
hiçbir zaman izin vermeyeceklerini belirtmek ihtiyacýný
duyuyordu. Þimdilerde altýna sanýyorum sizin gibi benim
de rahatlýkla imza atabileceði bu ilginç sözleri zabýtlara
þöyle yansýmýþ:
Bu iþi bitirmemiz lazým ve bir daha Türkiye'de halkýn iradesinin,
desteðinin dýþýnda, çok partili, hukukun üstünlüðüne
dayalý anayasal demokratik rejimin dýþýnda bir iktidarýn
ortaya çýkmasýna hiçbir zaman izin vermemek zorundayýz
(Alkýþlar).
Sýkýlmadýnýzsa biraz daha devam edelim. Çünkü bundan
sonra daha da ilginç noktalarý vurguluyor CHP Genel
Baþkaný. Askeri müdahaleye, üniformalý demokrasiye
hem de cepheden karþý çýkýyor. Ýþte o heyecanla söylenmiþ
sözleri (rastlayacaðýnýz cümle düþüklükleri bundan):
10 yýllýk periyod bekleyiþleri artýk bitmelidir, sözü bile hoþ
deðildir, o defter kapanmýþ olmalýdýr; olamaz, olmamalýdýr,
o iþ bitmelidir, önümüzde bir daha hiç kimsenin gücünü
elindeki silahtan, üzerindeki üniformanýn, apoletindeki
yýldýz sayýsýndan almayan, daðdaki çobanýndan
üniversite profesörüne kadar herkesten eþit hukuk içinde
destek alanlarýn çoðunluðuna baðlý bir iktidarýn Türkiye'de
artýk kaçýnýlmaz olmasýdýr.
Durun, dahasý var. Anlaþýlan kürsüde iyice coþmuþ
bulunan Baykal, 17 yýl sonra hangi noktalara kayacaðýný
hesaplamadan þu cesurane darbe çýkýþýný da yapýyordu:
Askerî müdahale karþýsýnda, hayatýmýn hiçbir dönemin

de boyun eðdiðime dair hiçbir iþareti, hiç kimse hiçbir


yerde çýkaramaz.
Çýkarabilir mi, çýkaramaz mý, artýk kararý siz verin. Ancak
Baykal'ýn ateþli konuþmasýnda dikkatimizi çeken bir
nokta var ki, 367 tartýþmalarýný tam anlamýyla avuta atýyor.
Ayný konuþmaya katýlan Adalet Bakaný Oltan Sungur

1 72 efs aneler ve gerçekler


Musikide devrim olur mu?
Daha önce de deðinmiþtik bu soruya: Türkiye'deki
"Müzik devrimi" neyi amaçlamýþtý?
Nitekim 1926'da Türk musikisi öðretimi, o zamanýn
konservatuvarý olan Dârü'l-elhân'dan kaldýrýlmýþtý. Cumhurbaþkaný
Gazi Mustafa Kemal 1 Kasým 1934'deki
TBMM'yi açýþ nutkunda "Bugün dinletmeye yeltenilen
mûsiki yüz aðartýcý olmaktan uzaktýr" diyerek hedefi göstermiþti.
3 Kasým 1934'de ise asýl darbe gelecek, radyodan
Alaturka musiki çalýnmasý Dahiliye Vekili Þükrü Kaya'nýn
emriyle yasaklanacaktý.
Peki neydi amaç?
Þöyle düþünüyorlardý:
Asýl müzik, Batý müziðidir, Türk musikisi tek seslidir

ve medeni dünyanýn seviyesinden geridedir, öyleyse nasýl


kýlýk kýyafetimizi veya Arap harflerini deðiþtirerek muasýr
medeniyet karþýsýnda içine düþtüðümüz aþaðýlýk
kompleksinden kurtulduksa, ayný þekilde "geri ve ilkel"
musikiyi terk edersek medeni milletler dairesine kabul
edilmemiz mümkün olabilir.
Böylece ne oldu? Müziðimiz mi geliþti? Yoo. Bir þey
olduysa müzikolog Bülent Aksoy'un isabetli teþhisiyle,
174 efs aneler ve gerçekler
Türkiye'de bir kere daha "ideoloji", "kültür"e baskýn çýkacaktý.

Bir müzik eserinin niteliði mi önemlidir, yoksa Batýlýlarýn


hoþlanmasý mý? 1949'da Hüseyin Sadettin Arel, yabancýlarýn
beðenmesi takýntýsýný þu akýl dolu cümlelerle
çürütüyordu:
Her hangi bir sanatýn yabancý milletler tarafýndan sevilip
benimsenmesi de haddizâtinde bir ilerleme addedilemez.
Amerikadaki zencilerden iktibas edilmiþ olan caz
musikisinin zencilerden baþka hemen bütün milletlere
geçmiþ olmasý bu musikinin ileri bir sanat sayýlmasýný
icabettirir mi?1
Arel'e göre Türk musikisinin ihtiyacý olan þey, Batý müziðinden
çok sesliliðin alýnmasý deðildir. Zira Türk musikisi
aslýnda çok sesliliðe Batý musikisinden daha elveriþlidir.
Ancak tarih içinde neden çok sesli eserler bestelenmediði
sorusu akla gelebilir. Bunun cevabý, þimdiye kadar Türk
musikisiyle iþtigal etmiþ olan Türk dâhilerinin çok sesliliðe
ihtiyaç duymamýþ, ezgilerimizi desteksiz yürüyecek derecede
kuvvetli ve kifayetli bulmuþ olmalarýdýr.
Öyleyse eksiðimiz nerededir?
Üstad Arel'e göre eksiðimiz, tek veya çok seslilik takýntýsýný
aþmýþ, hakiki bestekârdýr. Bir musiki hakiki sanatkâr
olmadýktan sonra ister tek sesli olsun, isterse çok sesli,
fark etmez. Çünkü her iki halde de ortaya çýkan kötü, seviyesiz,
niteliksiz müziktir.
Oysa biz "müzik devrimi"ni niye yapmýþtýk? Müziðimizi
geliþtirmek için deðil mi? Tü Peki hakiki bestekârýn
olmadýðý yerde berbat ama çok sesli musiki yapmanýn
müziðimize faydasý nedir? Bugün Onun Yýl Marþý'ný bizden
baþka dinleyen var mýdýr? Üstelik de Fransýzlar duymasýn
sakýn, çünkü Jean-Jacques Rousseau'nun Le Devin
dýý villagea.dk operasýndan alýntý, hatta çalýntý olduðu hemen
anlaþýlýr!
chp'nin günah galerisi 175
Ýþte 1934 Aralýk'ýnda sözde müzik devriminin þovu
olarak Ankara'da sahnelenen Bayönder operasýný seyredenler
derin bir hayal kýrýklýðýna uðradýlar, çünkü operada
ideoloji, laf þu bu vardý ama ufak bir kusuru da vardý:
Müzik yoktu! Nitekim iktidarýn resmi gazetesi sayýlan
Ulus'ta, bu opera hakkýnda çýkan eleþtiriler kendilerin
bunca umut baðlanmýþ gençlerin "devrimi kavrayacak,
yürütülüþünü tasarlayýp örgütleyecek ve baþarýya ulaþtýracak
anlayýþ ve hazýrlýklarla yetiþtirilmedikleri anlaþýlmýþtý.
Eleþtirilere göre, bu prefabrike besteciler fildiþi kulelerinde
oturup "ilerici sanat" yapmaya soyunmuþlardý.
Müzikolog Gültekin Oransay'ýn tespitleriyle söylersek,
özlenen erek [gaye] ile eldeki olanaklar arasýnda henüz
bir uçurum bulunduðu, musiki devriminin harf ya da
þapka devrimi gibi bir çýrpýda yapýlamayacaðý, örneðin dil
ya da din devrimleri gibi uzun hazýrlýk, eðitme ve benimsetme
evreleri gerektirdiði kanýtlanmýþtý. Sorun ancak bilinçli,
bilgili ve sabýrlý bir çalýþmayla, uzunca bir sürede
çözümlenebilecekti.2
1940'lý yýllarda radyoda yeniden Türk musikisi parçalarý
çalýnmaya baþlayýnca reytinglerin nasýl zirve yaptýðýný
görenler, 'musiki devrimi'nin nereye buharlaþtýðýný soracaklardý
ister istemez.
1
Hüseyin Sadettin Arel, "Türk musikisi nasýl ilerler?", Musiki Mecmuasý,
No. 1, Mart 1948. s. 3.
2
Gültekin Oransay, "Çoksesli musiki", Cumhuriyet Dönemi Türkiye
Ansiklopedisi, cilt 6, Ýstanbul 1983, Ýletiþim Yayýnlarý, s. 1521.
1 7 6 efs aneler ve gerçekler
IV
YARIM GERÇEKLER
Biz mazlum insanlýðýn hâlâ ümidiyiz, dün de, bugün dc,
yarýn da... Biz esaret altýnda inleyen bütün âlemin nasýl
kurtarýlabileceðini ispat edeceðiz. Onun için bizim sesimizi
kýsmak istiyorlar. Amma efendiler, göreceksiniz ki, biz
onlarýn sesini kýsacaðýz.

Ali Þükrü Bey, 1920


(Ýlk TBMM'de Trabzon mebusu)

yarým gerçekleri 77
1 7 8 efs aneler ve gerçekler
Baþörtülü first lady'ler:
Latife, Mevhibe, Reþide
Baþbakan [Ýsmet Ýnönü) Mevhibe Haným'ýn
kabul günlerinde bir kýsým arkadaþlarýnýn hâlâ
siyah çarþaflarý ile göründüðünü duymuþtu.
Gülsün BÝLGEHAN1
"Örnek istiyorsanýz, Atatürk'ün annesinin ve eþi Latife
Haným ýn kýyafetine bakýn, bu size ders olsun." Baþbakan
Erdoðan'ýn bu beyanatý Latife Haným'ý Ýpek Çalýþlar'ýn kitabýndan
sonra bir kere daha gündeme taþýmýþ oldu. Hatta
medyamýz Latife Haným'ýn kýyafeti konusunda ihtilafa
düþüp ikiye bölündü. Kimisi kýyafet devriminden önceki
fotoðraflarýný, kimisi de devrimden sonrakileri yayýnladýlar.
Aklýevvelin biri de kalkýp þu çürük ipliðe baðlamýþ
ümidini: "Yalnýz bir küçük fark var. Atatürk kýyafet devrimini
yaptýðýnda Latife Haným'dan boþanmýþtý. Yani o artýk
bir first lady deðildi."
Neresini düzeltelim ki bunun?
Atatürk kadýnlar için herhangi bir kýyafet 'devrimi'
yapmýþ deðildir. Açýlmayý teþvik etmiþ, arzulamýþtýr ama
konuyu zamana yaymayý tercih etmiþtir; bu bir.
Ýkincisi, eðer bir kýyafet 'devrimi'nden söz edilecekse
bu, erkekler ve özellikle de devlet memurlarý için geçerli

yarým gerçekler! 79
dir. 2596 nolu kýlýk kýyafet kanununda esasen din adamlarýnýn
ibadethaneleri dýþýnda 'ruhani kisveleri' giymeleri
yasaklanmýþ ve memurlarýn uluslararasý geçerli adetlere
göre giyinmeleri istenmiþti.
Üç: Erkekler için çýkan bu kanunun kadýnlar için de
emsal teþkil ettiðini farzedelim, o takdirde dahi uygun olmaz;
çünkü Gazi'nin Latife Hanýmdan boþanmasý 5
Aðustos 1925'tedir, kýlýk kýyafet kanunu olarak bilinen kanunu
ise 3 Aralýk 1934'te çýkmýþtýr. Aralarýnda neredeyse
10 yýl varken kalkýp da 'Atatürk kýyafet devrimini yaptýðýnda
Latife Haným'dan boþanmýþtý' sözüne gülmek için
kargalarý beklemeye gerek var mý?
Gelelim Latife Haným'ýn resimlerine.
Bir kere bu resimlerin çoðu Cumhuriyet 'iri ilanýndan
sonraya aittir. 1923 Ekiminden kocasýyla aralarýnýn bozulduðu
1925 yazýna kadar yaklaþýk 2 yýl süreyle Çankaya'nýn
first lady'si olmuþtu Latife Haným. Bunun öncesinde
ise yaklaþýk 1 yýllýk bir evlilikleri vardý ki, Cumhuriyet'in
tam temellerinin atýldýðý döneme aittir resimler. Bu
yüzden Latife Haným'ýn tam da kamusal alanda baþýný
örtmüþ olmasýný ciddiye almazlýk edemeyiz. Onun baþýnýn
aslýnda açýk olduðunu söyleyenlerin gösterdikleri resimler
ya aile resimleri yahut da boþandýktan sonra çekilen
dul olduðu döneme ait resimlerdi. Bize bu ilk first
lady'nin asýl kamusal alanda çekilmiþ baþý açýk fotoðraflarýný
göstermeleri ikna edici olurdu. Ama olmadý.
Nedeni basit. Çünkü gerçekte Türkiye Cumhuriyeti'ni
kuran kadronun hanýmlarýnýn baþlarýný açmalarý akþamdan
sabaha olmamýþ, zaman almýþtý. Mesela Ýsmet Ýnönü'nün
eþi Mevhibe Hanýmýn baþýný açmasýnýn 1927 yýlbaþý
gecesinde gerçekleþtiðini torunu Gülsüm Bilgehan
"Mevhibe" adlý kitabýnda anlatýr. Kocasýyla birlikte Lozan'a
giden Mevhibe Haným, orada Avrupai tarzda ama
baþýný açmadan, þapkayla dolaþmýþ, Türkiye'ye, Ýsmet
Beyin bütün ýsrarlarýna raðmen Avrupalý bir kadýn kýyale

180 efsaneler ve gerçekler


tiyle dönmeyi reddetmiþti. Trenden kollarý saçaklý pardesüsüyle
inmiþ, baþýný 'sýkmabaþ' denilen tarzda þifon bir
eþarpla örtmüþtü.
Onun baþý açýk ilk gecesini ise þöyle anlatýyor torunu:
[Gazi'nin gözlen] Genç kadýnýn üzerindeydi. Belli belirsiz
bir hayranlýkla arkadaþýnýn eþini süzdü. Mevhibe... Ýsmet
Paþa'nýn yanýnda zarif, mahcup ve çok güzel görünüyordu.
Gazi, ev sahibesinin karþýsýnda hafif tebessüm ederek
eðildi, sonra genç kadýnýn çekinerek uzattýðý elini dudaklarýna
hafifçe dokundurdu.... Gazi, Baþbakanýn eþine kalabalýðýn
önüne baþý açýk çýkma cesaretini gösterdiðinden
dolayý nazik bir þekilde teþekkür ediyordu.... O geceden
sonra bir daha baþýný örtmedi.
Yani inkýlabýn önder kadrosunun eþleri bir anda yeni
rejime adapte olamamýþlardý. Üst yapýda hýzla reformlar
yapýlýyordu ama bunun þahsî ve ailevî hayatlarýna intikali
zaman alýyordu. Mesela Atatürk'ün geceleri yatarken
pijama yerine Osmanlý usulü entari giymesi, bunun en
çarpýcý misaliydi. Ayrýca Gazi, Latife Haným'ý boþarken
Medeni Kanun çýkmamýþtý henüz; bu yüzden sadece 'boþ
ol' demesi yeterli olmuþtu.2 Danasýný söyleyeyim: Medeni
Kanunu çýkaran Adalet Bakaný Mahmut Esat Bozkurt'un
eþi Ferda Haným'ýn, kanun çýktýktan sonra dahi
býrakýn çarþafýný çýkarmayý, 'hasýr peçe' takmaya devam
ettiði "Mevhibe" kitabýndan öðrendiklerimiz arasýnda.
Celal Bayar'ýn eþi Reþide Haným ise kocasý Baþbakanken
de, Cumhurbaþkaný iken de beþ vakit namazýný hiç
býrakmamýþtýr. Kararlý ve hatta inatçý bir portre çizmiþ
bulunan Reþide Haným, Yunan iþgalinde ailece zulümlerine
maruz kaldýðý Yunanlýlarýn devlet baþkaný Türkiye'yi
ziyarete geldiðinde Celal Bayar'ýn yanýndaki koltuðu boþ
býrakýr, bütün ýsrarlarýna raðmen kocasýna eþlik etmez.
Nihayet 25 Aralýk 1962'de ömür boyu hapse mahkûm
edilen kocasýný yalnýz býrakmamak için trenle Kayseri'ye
yarým gerçekleri 81
giderken yolda kalp krizinden ölür ve cenaze namazý, 27
Mayýs'a muazzam bir tepki hareketine dönüþür. Cumhuriyet
tarihinin en geniþ katýlýmlý cenaze törenlerinden birisine
sahne olan Ankara'da, halk darbecilere tepkisini bu
vesileyle yansýtmak fýrsatýný bulmuþtur. Torunu Prof.
Emine Gürsoy'un deyiþiyle, Cumhuriyet tarihinde bir
devlet baþkanýnýn hanýmýna düzenlenen en kalabalýk cenaze
törenidir bu.
Atatürk'ün kadýn giyimine kanunla müdahale etmekten
kaçýnmýþ olmasý ve bunu zamana yayarak halletmeye
çalýþmasý, iþin nezaketini kavradýðýnýn en bariz göstergesi.
Nitekim Reþide Haným, mönülerin verdiði bir davette
(muhtemelen yukarýda geçen 1927 yýlbaþý davetinde)
Atatürk'ün masasýna baþý kapalý kýyafetiyle oturmuþtur.
Sofrada Atatürk'ün "Baþýnýzý açmayacak mýsýnýz hanýmefendi?"
sorusuna muhatap olan Reþide Haným cevap vermez.
Masada cisimleþen sessizliði, kocasýnýn "Müsaade
edin Paþam, açacaktýr" sözleri bozar. Muhtemelen Celal
Bayar'ýn sözünü yere düþürmemek için o gece deðilse bile,
bir sonraki davete baþý açýk katýlacaktýr 3. first
lady'miz.
Demek ki, önder kadronun eþleri arasýnda baþörtüsünün
kýrýlma noktasýný Cumhuriyet'in 4. yýlý olan 1927 olarak
tespit etmeliyiz, 1923 deðil.
1 Atatürk'ün boþanmasýný geniþ olarak ipek Çalýþlar'ýn Latife
Hamm'mda bulabilirsiniz. (Ýstanbul 2006. Doðan Kitap, s. 338-341.)
2
Gülsün Bilgehan, Mevhibe, Ankara 1994, Bilgi Yayýnevi, s. 206.
1 82 efs aneler ve gerçekler
Mevhibe haným baþýný nasýl açmýþtý?
Türkiye, Zübeyde ve Latife hanýmlarýn baþlarýnýn kapalý
mý yoksa açýk mý olduðunu konuþadursun, biz bir
baþka First Lady'nin hayatýna eðilerek baþörtülü Cumhuriyet
liderlerinin eþlerinin baþlarýný nasýl açtýklarýný Mevhibe
Ýnönü örneði üzerinden göreceðiz.
Bu ilginç bir nokta, çünkü Mevhibe Haným genellikle
gözlerden uzak kalmayý tercih eden bir lider eþi olarak bilinir.
Bu yüzden hayatýndaki ayrýntýlar, torunu Gülsün
Bilgehan'ýn çalýþmasýna kadar {Mevhibe, Ankara 1994,
Bilgi Yayýnevi) büyük ölçüde gözlerden saklanmýþtýr. Ýlk
defadýr ki, bu çalýþmayla Ýsmet Ýnönü'nün eþi Mevhibe
Hanýmýn hayatý, bilinmeyen yönleriyle kamuoyunun
önüne açýlmýþ oldu. Ne diyelim, darýsý Latife Haným'ýn
baþýna!
Yazýyý okumaya baþlamadan dikkatinizi çekmek istediðim
husus, Mevhibe Haným'ýn baþýný 1927 gibi nispeten
geç bir tarihe kadar açmamýþ olmasýdýr. Yani Baþbakanýn
hanýmý baþörtülü olabiliyordu Cumhuriyet'in 4. yýlma kadar.
Nitekim Latife Haným'ýn da baþý, Cumhurbaþkanýnýn
1925'teki boþanma kararýna kadar kapalýydý. Ayný durum
aþaðý yukarý Cumhuriyet'in kurucu kadrosunun tamamý
için geçerlidir.
yarým gerçekler 183
-"Gazi Paþa geliyorlar!"
Pembe Köþk'ün sahipleri, haberi duyar duymaz, büyük
misafirlerini karþýlamaya çýktýlar. Cumhurbaþkanlýðý
otomobili durdu, içinden Mustafa Kemal çevik bir hareketle
atlayarak çiftin önünde belirdi. Etraftakiler paltosunu
çýkarmak için yardýmýna koþuyorlardý ki, Gazi bir iþaretle
onlarý durdurdu. Gözleri genç kadýnýn üzerindeydi.
Belli belirsiz bir hayranlýkla arkadaþýnýn eþini süzdü.
Mevhibe jaketatay giymiþ, çok þýk, dimdik duran eþi Ýsmet
Paþa'nýn yanýnda zarif, mahcup ve çok güzel görünüyordu.
Gazi, ev sahibesinin karþýsýnda hafif tebessüm ederek
eðildi, sonra genç kadýnýn çekinerek uzattýðý elini dudaklarýna
hafifçe dokundurdu. Mevhibe'nin yanaklarý heyecandan
kýpkýrmýzý olmuþtu. Cumhurbaþkaný ilk defa elini
öpüyordu. Yumuþak bakýþlarý Mustafa Kemal'in sert, mavi
gözleri ile karþýlaþtý ve onlarda teþekkür ve saygý okudu.
Gazi, Baþbakanýn eþine kalabalýðýn önüne baþý açýk olarak
çýkma cesaretini gösterdiðinden dolayý nazik bir þekilde
teþekkür ediyordu.
Sonra, Ýsmet Paþa ile selamlaþtýlar ve içeri girdiler...
Gazi Ýngiliz Elçisinin hanýmýný nasýl öpmüþtü?
Ýngiliz Elçisi Sir George Clerk'in karýsý da boylu boslu,
gösteriþli bir hanýmdý. Çevresinde zekâsý ve þakalarý ile ün
yapmýþtý.
Elinde içki bardaðý ile konuklarla sohbet eden Cumhurbaþkanýnýn
en çok onun yanýnda oyalandýðý dikkati
çekmiþti. Fransýzca konuþuyorlardý ve kadýn sürekli bir
þeyler anlatarak, Gazi'yi bol bol güldürüyordu. Bir ara sefire,
salonun ta öteki ucunda duran eþine yüksek sesle
seslendi:
"Þekerim, bak reisicumhur hazretleri bana iltifat ediyorlar!
Beni öpmek için izin istiyorlar, ben de sana sorayým
dedim..."
186 efsaneler ve gerçekler
Sadrazam Mahmud Þevket Paþa'nýn
iki fotoðrafý. Saðdaki Baðdat'ta iken
çekilmiþ olup bedevi kýyafetindedir.
Sadrazam Mahmud Þevket Paþa'nýn
iki fotoðrafý. Saðdaki Baðdat'ta iken
çekilmiþ olup bedevi kýyafetindedir.
Hafýzasý çöle dönmüþ bir hasta misali bu tür toplantýlarýn
ilkiymiþ gibi algýladýk onu ve baþladýk bir yerleri balyemez
toplarýyla dövmeye. Sanki tarihte bir tek bizim baþýmýzdan
geçiyor bu tür olaylar ve sanki daha önce bu filmi hiç
seyretmedik. Gören de yönetici ve bürokratlarýmýza yönelik
Batý'da tezgâhlanan ilk suikast tasarýsýnýn 2007'ye
kadar sarktýðýna inanacak.
Ýþte bunun için tarihi bir 'dikiz aynasý' olarak kullanýyoruz.
Ve bu aynaya baktýðýmýzda yakýn tarihten kanlý bir
olay düþüyor hafýzamýzýn kýrýlgan kabuðuna.
Ve o uðursuz 1913 yýlýndayýz. Bir yýl önce baþlayan savaþ
sonunda 'ikinci Anadolu' yapmak için onca asýr gayret
kanatlarýna binip sabrýn memesinden emzirdiðimiz
Balkanlarý terk etmiþ, hatta sevgili Edirne'miz dahi Bulgar
çizmesi altýnda inlemeye baþlamýþtýr. Savaþ devam ederken
'Bu iþ uzaktan kumandayla yürümüyor, Edirne Bulgara
veriliyor' diyerek Sadrazam (Baþbakan) Kâmil Paþa'ya
silah zoruyla istifa mektubu yazdýran Enver Paþa ve
fedaisi Yakup Cemil'in önlerinde þimdi 31 Mart isyanýnda
Ýstanbul'a yürüyen Hareket Ordusu'nun baþýndaki Mahmud
Þevket Paþa duruyordu. Eski tüfeklerden olan Paþa
þimdi hem Genelkurmay Baþkaný'nýn amiri konumunda,
hem de Baþbakandý ve muazzam yetkileriyle Ýttihatçý üç

yarým gerçekleri 89
lünün eylemlerini kýsmen de olsa frenliyor, iktidarlarý, Sina
Akþin'in tabiriyle bir 'denetleme iktidarýndan öteye
gidemiyordu.
Bundan tam 94 yýl önce, yine bir Haziran günü Sultan
II. Abdülhamid tahttan indirildikten sonra en güçlü adam
konumunu kazanan Mahmud Þevket Paþa pusuya düþürülerek
hayatýný kaybedecekti (11 Haziran 1913).
Olay þöyle geliþmiþti: Boþ bir tabut bulunmuþ ve Ahmed
Nazmi Paþa'nýn otomobiline konulmuþ, güya cenaze
taþýyormuþ gibi bir izlenim uyandýrýlmýþtý. Otomobil
Divanyolu'na sapan sokaklardan birinin köþesinde beklemeye
baþlamýþ, tam Mahmud Þevket Paþa'nýn otomobili
Beyazýt'ta bugünkü Ýstanbul Üniversitesi merkez binasýndan
hareket edip de yanlarýna yaklaþacaðý sýrada yola
çýkmýþtý. Tabii cenazeye hürmet lazým, deðil mi? Paþa'nýn
þoförü sözde cenaze arabasýnýn geçmesini beklemiþ, araba
geçmiþ fakat az sonra, plan gereðince aniden durmuþtu.
Böylece Mahmud Þevket Paþa'nýn arabasý hareket
edemez bir hale getirilmiþ ve öndeki arabadan çýkan þoför
Paþa'nýn üzerine kurþun yaðdýrmýþ, etrafta toplanan arkadaþlarý
da katýlýnca araba ve içindekiler kalbura dönmüþtü.
(O aný bir daha yaþamak isteyenler Harbiye'deki
Askeri Müze'de sergilenen arabayý kendi gözleriyle görebilirler.)

Suikastin ilk adýmý baþarýlý olmuþ ve Mahmud Þevket


Paþa öldürülmüþtü. Ancak bu iþ burada kalmayacak, Enver,
Cemal ve Talat Paþa'nýn yaný sýra iki Yahudi Ýttihatçý
da öldürülecekti. Bunlar Nesim Ruso ve Emanuel Karasso'dur.
Hedefteki bu 6 kiþinin temizlenmesiyle ittihatçýlarýn
beyin takýmý temizlenmiþ olacak ve ardýndan tasfiyeler
baþlayacak, diðer Ýttihatçýlar gemilere bindirilip sürgüne
yollanacak, Osmanlý iktidarý yeni rotalara girecekti.
Peki hangi rotalara?
Mahmud Þevket Paþa Ýttihatçýlar tarafýndan mý öldürtülmüþtür?
Sonuçta Truimvira dediðimiz Enver, Cemal,
190 efsaneler ve gerçekler
Yarým kalmýþ bir darbe giriþimi
Bir süre önce Türkçesine özen göstermesiyle tanýnan
TRTl 'in haber bülteninde bir þahsýn "Maganda kurþunu"
ile vurulduðu haberini iþitince þaþýrdým. Bir kere "maganda"
ne demekti? Türk Dil Kurumu'nun sitesinde yayýnlanan
Güncel Türkçe Sözlük'e göre argodan dilimize geçmiþ
bir kelime. "Görgüsüz, kaba, anlayýþsýz, terbiyesiz ve
uyumsuz kimse" anlamýna geliyormuþ. Peki "maganda
kurþunu"? Sýký durun, o da "serseri kurþun" demekmiþ.
Diyeceðim o ki, bazen kelimelerin azizliðine uðrarýz.
TRT de bir zamanlar söyleyenin aðzýna acý biber sürdüðü
kelimeleri þimdi sere serpe kullanabiliyorsa, neden onca
direndin diye sormazlar mý? Argo kullanan bir TRT. Olacaðý
buydu sonunda.
"Darbe" kelimesinin baþýna gelen de bundan farklý
deðil. Bugün tek baþýna kullanýldýðýnda meramýmýzý ifade
etmeye yetiyor aslýnda. Kastýmýz ister 27 Mayýs, 12 Mart,
12 Eylül olsun, isterse 28 Þubat, fark etmiyor. Rejim deðiþikliðinden
muhtýraya kadar hemen her "balans ayarfna
darbe deyip çýkýyoruz iþin içinden. Ýþte kelimelerimiz
böyle üst üste bindirilmiþ film kareleri gibi anlamlarýný
birbirinin saçýna dolaþtýrmýþ durumda.
1 92 i efs aneler ve gerçekler
Ýyi de "darbe" kelimesi günlük dilde 'vuruþ, vurma,
çarpma' gibi anlamlarý taþýyor. Bugün kullandýðýmýz anlamý
eskiden bir terkiple ifade ederlerdi: Darbe-i hükümet,
yani hükümet darbesi. 1913 Ocak'ýnda Enver Paþa ve
komitacý arkadaþlarýnca giriþilen darbenin adý, kitaplarýmýza
Babýali Baskýný olarak geçmiþtir. Aslýnda o zamanki
deyiþle bir "taklib-i hükümet"tir bu, yani hükümetin silah
zoruyla deðiþtirilmesi.
Darbeler darbeleri doðurur
Bizde darbeciliðin tarihi epeyce eskilere sarkar. Tanzimat'tan
önceki 1703 tarihli darbe, bir tür "kýyam" olarak
nitelenebilir. O günün nüfusuna göre muazzam bir kalabalýk
olan 30 bin insanýn (ki içlerinde askerler kadar siviller,
din adamlarý kadar esnaf temsilcileri de bulunuyordu)
hükümet deðiþikliði için Ýstanbul'dan Edirne'ye yürüdüðünü
kaydediyor tarihçi Naima. (Bugünün Istanbul'uyla
kýyaslamak istersek 750 bin kiþinin Ankara'ya yürümesi
anlamýna gelir.) 1730'da meydana gelen Patrona
Ýsyaný, yarý askerî bir darbe, sayýlabilir. Kabakçý Ýsyaný askeri
kökenli bir karþý darbeydi.
Tanzimat'tan sonra uzun bir sessizliðin ardýndan
1876 da bir askerî harekâtla Sultan Abdülaziz tahttan indirilir,
böylece modern darbeciliðimizin önü açýlýr. 33 yýl
sonra ise 31 Mart komplosuyla Selanik'te bulunan 3. Ordu'nun
Ýstanbul'a yürüyerek Sultan Abdülhamid'i tahttan
indirmesi olayý yaþanýr.
Bundan yaklaþýk 4 yýl sonra, Ocak 1913'de Enver Paþa
ve Yakup Cemil'in baþýný çektikleri Babýali Baským'yla Kâmil
Paþa kabinesi zorla istifa ettirilmiþ, bu uðurda Harbiye
Nazýrý Nazým Paþa'yý silahla vurmaktan çekinilmemiþti.
Bahane hazýrdý: Hükümet Edirne'yi Bulgarlara teslim
etmiþti. (Þimdi de hükümete 'Kýbrýs'ý sattýn' diye sataþanlar
yok mu?) Bu teslimiyetçi hükümete daha ne kadar süre
katlanacaklardý? Artýk Enver Paþa Harbiye Nazýrýdýr ve
yarým gerçekleri 93
Ýdris Küçükömer:
Körler çarþýsýnda ayna satan adam
Fakat deðiþen koþullar altýnda bu oyun ilanihaye
devam edebilir mi?
Ýdris Küçükömer
1947 yýlýnda ABD'nin gözde vakýflarýndan Tvventieth
Century Fund, Standart Oil adlý Petrol Þirketi'nin California
þubesinden mühendis Max VVeston Thornburg'u bir
heyetle beraber incelemelerde bulunmak üzere CHP Türkiye'sine
gönderir. Thomburg bütün girdimizi çýktýmýzý
tetkik ettiði aylar süren yorucu bir çalýþmadan sonra raporunu
hazýrlar. Siyasî sistem olarak tam bir komünisttotaliter
idare manzarasý arz eden 1947 Türkiye'sinin ekonomik
olarak birbirlerinden tecrit edilmiþ yüzlerce 'Küçük
Türkiye'den meydana geldiðini, bu mozaikten yüksek
bir üretim kapasitesine eriþmesinin beklenemeyeceðini
ve bu nedenle de millî servete ek bir 'artýk' yaratýp sanayileþmenin
bu 'artýk'la finanse edilmesi gerektiðini acizane
tavsiye eyler.1
Gelin görün ki, Türkçeye Türkiye Nasýl Yükselir2 baþlýðýyla
tercüme edilen kritik raporunda adamýn asýl derdinin
baþka bir þey olduðu dikkatlerden kaçmaz. Peki nedir
Thornburg'u meþgul eden bu derin dert?
yarým gerçekleri 97
Aslýnda çeyrek asýrdýr 'Türkiye'nin modernleþmesi ve
batýlýlaþmasý' etrafýnda diye kýyametler kopartýlan hadise,
nüfusun bir, bilemediniz iki milyonunu etkilemiþ, geriye
kalan milyonlar ve milyonlar kelimenin tam anlamýyla
modernleþmeden nasip almaksýzýn eski yerlerinde sürünmeye
devam etmiþlerdir.
Burada ister istemez aklýmýza, adýna modernleþme, inkýlaplar,
yeni bir gençlik yaratmak, laiklik, þu bu dediðimiz
üstyapýsal düzenlemeler 'kimin için' yapýlmýþtý? sorusu
saplanýyor bir çivi gibi. Öyle ya, merkezi düzenlemekten
ve temizlemekten ibarek kalan bu dar kapsamlý ve Metin
Heper'in deyiþiyle 'kýsmî' devrimler, hani bütün Türk milleti
uðruna yapýlýyordu? Yoksa asker, bürokrat ve eþraftan
-ki bir kýsmý düpedüz toprak aðasýydý bunlarýn- oluþan
dar bir çevrenin dönme dolabýyla mý karþý karþýyaydýk?
Thornburg'un aydýnlarýmýzý uyandýrmasý gereken
üzerinde uyuduklarý hakikat buydu aslýnda. Nitekim
1970'lerde Türkiye'ye gelen saha araþtýrmacýsý Prof. Paul
Stirling de milyonlarca insaný barýndýran köylerin Cumhuriyet'i
kuranlarýn baþarmak istedikleri toplumsal deðiþimden
hemen hiç nasiplenmeden yaþayýp gittiði gerçeði
karþýsýnda þaþkýnlýðýný gizleyememiþti.3
Bakýn, sözü nereye getireceðim...
Türkiye'de mevcut siyasal-ideolojik söylem ile sosyal
yapý arasýndaki bu kapanmayan uçurumu fark eden nadir
aydýnlarýmýzdan birisi olarak 5 Temmuz'da ölümünün
20. yýl dönümünde andýðýmýz Ýdris Küçükömer laiklik,
muasýr medeniyet, ilerleme, Türk ulusu gibi söylemsel
unsurlarýn, hele hele saðcýlýk ve solculuk gibi sýnýfsal ve
ekonomik bir temelden yoksun oluþumlarýn tahlilini,
eleþtirisini, deyim yerindeyse arkeolojisini yapmaya soyunmuþtu.
Ben onun asýl katkýsýnýn, yetersiz düþünmenin
sonucu olan mahut tembelliðimizi telafi etmek üzere
devreye soktuðumuz yapay kategoriler karþýsýndaki eleþtirel
ve tutarlý duruþunda yattýðýna inanýyorum.
1 98 efs aneler ve gerçekler
'Yeni Atatürk'?
Ak Parti'nin zaferini müteakip ABD'nin saygýn dergilerinden
Christian Science Monitor'da Baþbakan Recep
Tayyip Erdoðan'ýn Türkiye'nin 21. yüzyýldaki Atatürk'ü
olup olmadýðýný irdeleyen bir yazý çýkmýþtý. Dikkatimi çelmeleyen
nokta, yazýnýn baþlýðýnýn bir soru þeklinde verilmiþ
olmasýydý: "Türkiye'nin 21. yüzyýldaki Atatürk'ü
mü?" Ne var ki, önceki örneklere baktýðýmýzda Batý basýnýnýn
Türk siyasi hayatýnda baþarý çýtasýný zorlayan siyasetçileri
Atatürk'le kýyaslama alýþkanlýðýnýn epeyce eski
olduðu gözden kaçmýyor. Arþivde yapýlacak kabataslak
bir çalýþma bile hemen hemen ayný baþlýklarýn 1974 de
devrin CHP Genel Baþkaný ve Baþbakaný Bülent Ecevit
için atýldýðýný gösterecektir.
Nitekim Londra'da çýkan The Middle East adlý dergi,
Ekim 1974 tarihli 3. sayýsýnýn kapaðýna Bülent Ecevit'in
renkli resmini koymuþ ve altýna etli puntolarla þu yazýyý
oturtmuþtu: Ecevit: The New Atatürk? (Ecevit Yeni Atatürk
mü?) Ýç sayfalarda yer alan haberde ise Türk ordusunun
birkaç ay önce Kýbrýs'a düzenlediði barýþ harekâtýyla beraber
Türkiye'de pek çok insanýn Ecevit'i Atatürk'le kýyaslamaya
baþladýðý belirtiliyordu.
Ancak bu 'Yeni Atatürk'ün politika dýþýnda ilginç yön

yarým gerçekleri 201


leri vardý. Birincisi edebiyatçýlýðý, ikincisi de mistisizme,
hatta tasavvufa olan derin ilgisiydi.
Ecevit'in bu mistik ilgisinin gençlik yýllarýna mahsus
olduðunu düþünmek de hatalý olur kanýsýndayým. Daha
17 yaþ þiirlerinde Allah meselesini kurcalýyor, insanýn metafizik
gerilimini dile getiriyor ve Allah'a dua için açýlan
ellerini aðaçlarýn dallarýna benzetiyor ve insanýn acizliðini
vurguluyordu:
Ellerim dallar gibi bazen açýlýr Allaha
Ki Allandýr veren bu güçsüz ellerimi benim
Senin elimden güçlü ellerini ki ben verdim
Onlar kapalýdýr Allaha.
Ecevit'in bu þiiri, Vedat Nedim Tör'ün kurduðu Hep
Bu Topraktan adlý derginin ilk sayýsýnda çýkmýþ. Tarih,
Nisan 1943... Dergi, Bülent Ecevit'i "Bir yeni ozan" diye
tanýtýyor ve "Bu þiirleri bu topraðýn 17 yaþýnda bir genci
yazdý" diye not düþüyordu.
Ecevit'in þairlik macerasý bu dergide baþlamýþ ve ölümünden
kýsa bir süre önce bütün þiirlerini topladýðý Bir
Þeyler Olacak Yarýn (Doðan Kitap, 2005) adlý kitabýyla
noktalanmýþtý.
Ne ki, Ecevit, bu ilk þiirlerini sözünü ettiðim kitabýna
alýrken bazý deðiþikliklere gitmiþti. Diyeceksiniz ki, ne var
bunda? Haklýsýnýz. Yine de bir þairin gençlik þiirleri üzerinde
yaptýðý deðiþiklikler her zaman ilgi çekmiþtir. Neden
o dizeleri attý? Neden þu kelimeyi deðiþtirdi? Hangi gerekçeyle
o eklemelerde bulundu? gibi sorular merak kývýlcýmlandýrmaya
yeter.
Mesela hamaset kokan þiirlerinden "Tuna"da geçen,
Silistre'den, Vidin'den Mohaç'a kadar,
Tuna kýyýlarýnda Türk kaleleri

2 0 2 efs aneler ve gerçekler


"Ecevit: Yeni Atatürk mü?"
dizelerinin kitabýn yeni baskýsýnda, muhtemelen yanlýþ
anlaþýlma endiþesiyle, çýkarýlmýþ olduðunu görüyoruz.
"Cenaze havasý" baþlýklý þiirin ismi "Cenaze töreni" olmuþ
ve büyük ölçüde deðiþtirilmiþ. Mesela "Aksakallý mezarcýnýn
sakallarý týraþlanýp sadece "mezarcý" yapýlmýþ. Þiirde
çýkarýlan mýsralar arasýnda þunlar dikkat çekiyor:
Göklerin ardýnda bir cennet olsun dileriz!
Cennet varsa, oraya gitsin yolun, deriz!
Bir de müthiþ bir metafizik derinlik ve lirizmi barýndýran
"Siyah" adlý þiir, kitaba alýnmamýþ. Neden acaba?
Bence hata etmiþ Ecevit. Þiirin ilk mýsralarýný okuyunca
siz de hak vereceksiniz bana:
yarým gerçekler 203
Acýsý yüzünü bir tül gibi örtmüþ;
Ne aðlar, ne güler, ne söyler siyah.

1943'de yayýnlanan þiirlerden ikisi, güncel bir konu


olan "yaðmur duasý"yla ilgili. "Yaðmur ve toprak", nedense
kitabýna girme liyakatini kazanamamýþ yaþlý Ecevit'in
gözünde. Ýkinci þiir olan "Yaðmur yaðmýþ toprak kokusu"
ise bir iki mýsra dýþýnda tamamen deðiþtirilmiþ ve bence
özünden çok þey yitirmiþ.
Güncelliði dolayýsýyla "Yaðmur ve toprak" adlý þiirinden
bir bölümü aþaðýya almak istiyorum. Bakalým
1943'deki Ecevit "yaðmur duasý"na nasýl bakýyormuþ:
Ne güzel þey yaðmura rahmet denilmesi;
Ve dolmuþ bulutlarýn yere eðilmesi;
Gölgeler hüzün gibi sararken topraðý,
Toprak çocuklarýnýn bir gülebilmesi...
Þu tepe düzlüðünde kurbanlar kesilir;
Göðe doðru açýlmýþ avuçlar dizilir;
Ve kýsýlmýþ seslerde bir yaðmur duasý...
Bu aç duasýný kim, acap kim iþitir?..
Duy ki, rabbim bu toprak bir yaðmura hasret
Duanýn dediði "bir avuç olsun rahmet!"

1974'de bir Ýngiliz dergisinin, hakkýnda "Yeni Atatürk


mü?" manþetini attýðý rahmetli Ecevit'in 17 yaþ þiirlerine
yansýyan portresi böyle. Þaþýrtýcý belki. Ama yine kendisi
1954'de þiirin insanýn önünden gittiðini söylememiþ
miydi?
Elbette senden doðru söyleyecekti
Yazdýðýn þiir.

2 0 4 efsaneler ve gerçekler
Hitler iktidara nasýl geldi?

Yýllarýn çürütemediði sakýzdýr: 'Hitler de demokratik


yollardan 'sinsice' iktidara gelmiþ ama sonuçta demokrasiyi
yok etmiþti, öyleyse bizde de seçimlerle iktidara
gelerek ileride demokrasiyi bertaraf edecek ve kendi rejimini
kuracak siyasî oluþumlara sakýn ha sakýn fýrsat tanýnmasýn.'

önce biraz düþünelim: Acaba Hitler'i iktidara getiren


demokratik yoldan halký ikna etmesi miydi yoksa Almanya'nýn
Sevr'i olan Versay Antlaþmasý'yla çocuklarýnýn yediði
lokma daha aðzýndan alýnan halkýn cankurtaran simidi
gibi Hitler'e sarýlmasý mýydý?
Buradan bakýnca Nazi hareketinin ilkece demokrasiye
karþý olmadýðýný, asýl hedefinin Almanya'yý boðan ekonomik
bunalýma çare bulmak olduðunu görmek gerekir. Yani
Hitler ve avanesi "N'apsak da þu demokrasi denilen lanet
þeyi ortadan kaldýrsak" diye plan kuran bir takým sergerdeler
deðildi. Onlar Almanya'nýn bozuk ekonomisini
düzeltmek ve bu aðýr bedeli Alman halkýna ödetmeye kalkanlara
derslerini vermek üzere toplumun beklentilerini
yukarý çekmek için sahneye çýkan aktörlerdi.
Biz zannediyoruz ki, Hitler partinin baþýna geçtiði andan
itibaren Almanlarý peþine takmayý baþarmýþtý. Hayýr.
yarým gerçekler 205
la geçiniyor! Bu 4 dolarla karnýný mý doyursun, kirasýný mý
versin, yakacak mý temin etsin, yoksa elektrik ve su faturasýný
mý ödesin, siz karar verin.
Milyonlarca Almanýn aþevlerinden ancak karýnlarýný
doyurduðu bir ortamda onlara aþ ve iþ güvencesi veren
bir partinin hýzlý yükseliþine þaþýrmamak gerekiyor. Bu
durumda içinde bulunduklarý koþullarý deðiþtirecek güçlü
bir lider arzusu duymayan toplum yok gibidir.
Nitekim iþsizlik ve sefaletin ötesinde mevcut iktidarýn
ekonomik sorunlarý çözeceðine güveni kalmamýþ kitleler,
gururlarý zedelenmiþ subaylar, kendilerine toprak daðýtýlacaðýna
inanan köylüler, kötü gidiþatý sihirli bir dokunuþla
düzelteceðine inanan iþsiz felsefe hocalarý, spora
önem verdiðine inanan gençlik, Hitler'in yakýþýklýlýðýna
inandýrýlan kadýnlar ve Yahudilerin Almanya'nýn kanýný
sülük gibi emdiðine inanan anti-semitistler ve ýrkçýlar
onu bir kurtarýcý olarak karþýladýlar ve yeni rejiminde gönüllü
olarak çalýþtýlar, hatta canla baþla savaþtýlar.
Sözün özü: Hitler Almanya'da demokrasiyi deðil, kitlelerin
derdine derman olamayan ve halký sefalete sürükleyen
Weimar Cumhuriyeti'ni yok etmiþtir.
Derin okuma rehberi
Ömer Çaha, "Demokrasi ile rejim arasýnda Türkiye", Tezkire, Sayý: 17,
2000den aktaran: Mülahazat, Sayý: 1, Bahar 2001, s. 6-17.
Louis L. Synder, Basic History of Modern Germany, D. Van Nostrand
Company, Inc., 1957, s. 82-85.
Fahir Armaoglu, 20. yüzyýl Siyasî Tarihi, 1914-1990, cilt 1:1914-1980, 10.
baský, Ankara 1994, Türkiye iþ Bankasý Kültür Yayýnlarý, s. 237-239.
Alan Bullock, "Hitler nasýl iktidara geldi?", Çeviren: özaydm Dokur, Hayat
Tarih Mecmuasý, Sayý: 3-6, Nisan-Temmuz 1970.
yarým gerçekler 207
AkiPin Âsým'ý da darbeciliðe soyunmuþtu!

Mehmed Akif in Safahatý, üzerinde uyuduðumuz gerçek


bir hazine. Türk edebiyatýnda onun kadar farklý okumalara
elveriþli bir metin bulmak kolay olmasa gerek.
Kendi devrindeki olaylarýn bir tür aynasý olarak da sökebilirsiniz
aruzlu hecelerini, zamaný bulamaç yaparak
meydana getirdiði eleþtiriler olarak da. Bazý bölümleri elbette
Akif'in yaþadýðý devrin malum þahsiyet veya olay
kadrolarý üzerine kurulmuþtur ama o devir battýðýndan,
olay veya þahýslar da hafýzalarýmýzda yýldan yýla biraz daha
silikleþtiðinden, karýnlarmdaki anlamý söküp çýkarmak
pek zahmetsiz bir iþlem olmuyor tabiatýyla.
Velhasýl, emek gerektirir Mehmed Akif i okumak. Tabii
fazlasýyla deðer buna... Zahmetinizi ödülsüz býrakmayacak
kadar deðerli taþlarla döþelidir çünkü Safahatýn
yollan.
Hele Âsim... O bambaþka...
Deðerli aðabeyim Beþir Ayvazoðlu Kapý Yayýnlarý'ndan
çýkan 1924: Bir Fotoðrafýn Uzun Hikâyesi (Ýstanbul
2007) adlý usta iþi arkeolojik kazýsýnda bize bir fotoðrafýn
peþinden giderek yakýn tarihimizin edebî ve kültürel
enkazý altýnda gülümseyen resmi uzatýyor. Âsým'la baþlayan
hazin bir hikýîye bu. Umutlarýn enkazý... Ama ayný za

2 0 8 efsaneler ve gerçekler
manda iki devrin birbirinin içine geçmesinden hasýl olan
muazzam çatýrtýnýn Akifin neslini nasýl hem tematik,
hem de coðrafi ve zamansal bir savrulmaya mahkûm ettiðini
öz bir þekilde sunuyor kitap.
1924 yýlý, bir imparatorluðun bir ulus-devlete dönüþme
sürecinin baþlangýcý. Evet daha önce TBMM kurulmuþ,
saltanat kaldýrýlmýþ ve cumhuriyete geçilmiþtir. Ancak
toplum þuur ve hayatýna yansýyan deðiþikliklerin baþlangýcý
neredeyse tamamen 1924 yýlýna dayanýr. Hilafetin
ilgasý, Osmanlý hanedanýnýn yurt dýþýna çýkarýlmasý, medreselerin
kapatýlmasý, yeni anayasanýn kabulü, muhalefeti
temsil etmek üzere kurulan Terakkiperver Fýrkanýn kurulmasýyla
kapatýlmasý bir olan kýsacýk ömrü, Said Nursi'nin
Van'da Erek Daðýna çekilmesi... Bütün bünyeyi alt
üst eden bu sarsýcý hadiseler arasýnda ferahlatýcý bir haber,
Akif ten uzun zamandýr beklenen Âsim kitabýnýn yayýnýdýr.

Ancak devrin daðdaðasý içinde Âsým'm biraz zamanýný


þaþýrdýðý bile söylenebilir. Tam da 6 asýrlýk bir mirasýn tasfiyesinin
baþladýðý yýlda eskiyle yeninin buluþacaðý 'bir
baþka inkýlab'ýn mümkün olduðunu iddia eden bu ilginç
kitabý haklý olarak "Kuðunun son þarkýsý" diye nitelendirmiþti
Süleyman Nazif. Osmanlý'nýn batarken semaya bir
elmas gibi gömdüðü en güzel þarkýydý o. Akif bir yanardaða
dönen dimaðýndan fýþkýran mýsralarý, çelik kalemiyle
milletinin mermerden mamul tarih cephesine kazýrken, o
kalemden akan mübarek sývýyla yalnýz Türkçenin deðil,
dünya edebiyatýnýn da ölümsüz eserlerinden birinin yazýlmakta
olduðunu acaba sezebilmiþ midir?
Ne yazýk ki, talihsizlik Âsým'm yakasýný bir türlü býrakmamýþ
ve hâlâ yeterince anlaþýlamamýþtýr. Aslýnda, geçmiþi
deðil, geleceði anlatýr Akif; Beþir Ayvazoðlu'nun dikkat
çektiði gibi, ideal neslin temsilcisi olarak gördüðü
Âsým'ý anahtar gibi kullanarak bir "gelecek projesi" çizer.
Daha doðrusu alternatif bir "kurtuluþ reçetesi"...
varým mercekleri 209
Ýyi ama biz daha önce kurtulmamýþ mýydýk? Ýstiklal
Savaþý'nda düþmaný Ýzmir'den denize dökmemiþ, yurdu
düþmandan temizlememiþ miydik? Yoksa Çanakkale'de
süper güçleri durdurarak iþgali önlemek yeterli olmamýþ
mýydý?
Ýþte Mehmed Akif bütün bunlarýn bir son deðil, bir
baþlangýç olduðunu anlatmak için yazmýþtý Âsinil. Barut
ve kan kokusunun yerini kitap kokusu, þehit ve gazilerin
yerini çantasý elinde, bilgi pýnarýndan kana kana içmeye
hazýrlanan yeni bir nesil almalýydý: "Âsým'ýn nesli" dediði
buydu.
Çanakkale zaferini, ardýndan Ýstiklal Savaþý'ný kazanan
bu altýn nesil, þimdi yeni bir göreve talip olmalýydý.
Onlar bilginin, eðitimin, cehaletle ve fakirlikle savaþýn Çanakkale'sini
baþaracaklardýr þimdi. Ve ancak bu baþarýlýrsa
Çanakkale gerçekten ve nihai olarak kazanýlmýþ olacaktýr.
Genç nesli bir kýrgýn gibi biçen Çanakkale tecavüzlerinin
bir daha yaþanmamasý için "bu Çanakkale"nin kazanýlmasý
þarttýr.
Lakin Akif in ideal neslin timsali saydýðý Âsim askerden
döndüðünde deðiþmiþ, bir tuhaf olmuþtur. Sokakta
laubaliliklerini gördüðü sarhoþlarý bir güzel pataklamakta,
mübarek Ramazan günü sigarasýnýn dumanýnýn yüzüne
üfleyenleri tokatlamakta, kumarbazlarý alenen tehdit
etmektedir. Hatta hýzýný alamayýp memleketteki bozuk
gidiþatýn düzeltilmesini, alýþtýðý kaba kuvvet mantýðýyla
çözmeye de karar vermiþtir. Ne de olsa Ýttihatçý aðabeylerinden
vurarak, kýrarak, hatta darbe yaparak iþlerin düzeleceði
inancýný devralmýþtýr.
Babasý, Asým'ý þikayet eder Mehmed Akif e. "Senin aptal"
der, "daha bir hayli çýlgýn bularak Babýali'yi basmayý
kurmuþ." Babýali'yi, yani Baþbakanlýðý basarak iþi tepeden
halletmeye karar vermiþtir Âsim ve arkadaþlarý. Ablasý
ona mani olmaya çalýþmaktadýr ama ne yapacaðý biç
belli olmaz ki bu "delfnin. Bakarsýn hem basar, hem de
210 ef saneler ve gerçekler
asar baþtakileri! Ona ne yapýp edip mani olunmalýdýr. Babanýn
sözü geçmiyordun Akif'ten yardým ister. Âsým'ý
doðru yola getirmek ona düþmektedir.
Nihayet millî þairimiz Âsým'ý bir kenara çeker. Kavgayý
dövüþü býrakýp Muhammed Abduh'un dediði gibi, dinî ve
müspet bilimerin beraber okutulacaðý yeni bir medrese
kurup "nesli tehzib" ve "i'lâ ile", yani terbiye edip yükseltmekle
meþgul olmasý gerektiðini söyler. Akif in kendisi de
inkýlap istemektedir ama hükümeti devirmekle, adam
asýp kesmekle yapýlacak bir inkýlap deðildir onun kafasýndaki.
Bilgiyle ahlaký kaynaþtýrýp bütünleþtirecek uzun vadeli
(kendisi "20 yýl ister" diyor) bir inkýlaptýr. Onun için
Asým, Berlin'e gidip fen diyarýndan sýzan sonsuz {namütenahi)
pýnarýn "nâfý" sularýndan hem kana kana içecek,
hem de yurdun kuruyan topraðýna akýtmak üzere heybesinde
getirecektir.
Âsim ve nesli, böylece Ýttihatçýlarýn bu ülkeye en büyük
kötülüklerinden biri olan komitacý ve darbeci zihniyetten
bir an önce uzaklaþmalý ve ülkenin geleceðini sabun
köpükleri üzerine deðil, saðlam ve dahi sarsýlmaz temeller
üzerine kurmanýn gönüllü fedaileri olmalýdýrlar.
(Muhtemelen Âsim, 1916'da bir hükümet darbesine hazýrlanan
ve Eylül 1916'da Enver Paþa'nýn emriyle kurþuna
dizilerek idam edilen Teþkilat-ý Mahsusa'nýn gözü pek fedaisi
Yakup Cemil ve arkadaþlarýnýn etkisindedir o sýralarda.
1)
Çanakkale'nin muazzez kahramaný Âsim hazýrlanmýþ,
Berlin'e, tahsile gitmektedir. Þairimiz þu umut dolu mýsralarla
yolcular onu:
Ýnkýlabýn yolu madem ki, bu yoldur yalýnýz,
"Nerdesin hey gidi Berlin?" diyerek yollanýnýz.
Altý ay, bir sene gayret size eðlence demek...
Siz ki yýllarca neler çekmediniz, hem gülerek!
yarým gerçe kler 21 1
Osmanlý'da bile 25 yaþýnda seçiliyordu;
ya biz?
25 yaþýnda milletvekili seçilebilmeyi mümkün kýlacak
yasal düzenlemenin 22 Temmuz genel seçimlerine yetiþtirilmesinin
mümkün olamayacaðý Yüksek Seçim Kurulu
tarafýndan açýklandýðýnda Türkiye, ayaðýna kadar gelmiþ
olan meclisi gençleþtirme fýrsatýný bir baþka bahara ertelemiþ
oldu.
Bunun üzerine halen geçerliliðini koruyan ve kanunda
seçilmek için asgari eþik kabul edilen 30 yaþ tahdidinin
ne zaman konulduðunu merak edip araþtýrdým. Ulaþtýðým
sonuçlar þaþýrtýcýydý.
Türkiye'de 1876'dan beri saatler neredeyse durmuþtu.
Bir baþka ifadeyle söylemek istersek, tam 131 (yüz otuz
bir) yýldan bu yana meclisin gençleþtirilmesi meselesinde
bir arpa boyu mesafe kat edememiþtik. Hatta birazdan
göreceðimiz gibi, mesafe kat etmek bir yana, geriye gittiðimiz
dahi söylenebilirdi rahatlýkla.
Her ne kadar Osmanlý Devleti bundan 146 yýl önce,
1861'de Lübnan'da 40 üyeli bir yerel parlamento teþkil etmiþ
ve üyelerini seçim yoluyla belirlemiþ ise de, topraklarýnýn
bütününü kapsayan 'anayasalý bir meclis'e kavuþmak
için 15 yýl daha beklemesi gerekecekti. 23 Aralýk 1876
yarým gerçe kler 21 3
tarihli ilk anayasamýz, vekiller ve senatörlerden (ayan)
oluþan iki meclisli bir parlamento öngörmüþ ve bu parlamentonun
üçte birini oluþturan vekillerin belirlenmesi
için de seçim yapýlmasýný kabul etmiþti.
Ýyi güzel de daha ortada bir meclis yoktur ki seçim kanunu
çýkarsýn? O zaman yapýlacak seçimin kanununu
hangi merci çýkaracaktýr? Tabii ki hükümet. Kabine toplanýp
karar alacak ve padiþah da onaylayacaktýr. Böylece bir
"talimat-ý muvakkate", yani geçici seçim kanunu çýkartýlýr
ve seçimler ancak bu kanun sayesinde kazasýz belasýz
yapýlabilir.
Ýlk anayasamýzda, yapýlacak seçimlerde milletvekili
(mebus) seçilebilmek için Osmanlý vatandaþý olmak, yabancý
devlet imtiyazýna sahip olmamak, Türkçe bilmek
gibi þartlar yanýnda 30 yaþýný tamamlamýþ bulunmak
maddesi de yer alýyordu. Ýþte aslýnda bugüne kadar süregelen
ve hala aþamadýðýmýz 30 yaþ sýnýrý meselesi, Namýk
Kemal ve arkadaþlarýnýn baþýnýn altýndan çýkmýþtý.
Ancak daha ayrýntýlý hükümler getiren geçici seçim
kanunu, anayasadaki bu þartta bir düzeltme yapacak ve
mülk sahibi ve yaþadýðý þehirde bir yýldýr ikamet ediyor olmak
gibi þartlarý getirmek yanýnda, seçilmek için gerekli
yaþ sýnýrýný da 25'e çekecektir. Buna göre seçilebilmek
için 25 yaþýndan aþaðý bulunmamak yeterlidir, ilginç bir
þekilde, seçimlerde Anayasaya deðil, bu geçici seçim kanununa
uyulmuþtur.
Böylece adaylar Ocak 1877'de yapýlan seçimlere 25 yaþ
sýnýrlamasýyla katýlmýþlar, hatta Namýk Kemal'in Hayâl
dergisinde çýkan karikatüründe görüldüðü gibi, bu madde
tartýþmalara dahi yol açmýþ, hatta yaþ sýnýrýnýn biraz
daha aþaðýya çekilmesi ima edilmiþti. "Müþkîlât-ý intihâbiyye",
yani "Seçim zorluklarý" baþlýðýný taþýyan bu karikatürün
ortasýnda kilitli seçim sandýðý durmaktadýr. Sandýðýn
hemen solundaki sakallý zat, Namýk Kemal'dir. Arkasýnda
ise oylarýný kullanmaya gelen seçmenler görülü

214 efsaneler ve gerçekler


1877 seçimleri için yapýlan bir karikatürde Namýk Kemal sandýk baþýnda
gösteriliyor. Saðdaki seçmen, aday olmasýný düþündüðü bir arkadaþýnýn henüz
25 yaþýnda olmayýþýna hayýflanýyor!
yor. Saðdaki sandýk görevlisi elindeki kâðýda fikirlerini karalarken
þunlarý söylüyor:
Mehmed'i yazsam yirmi dört buçuk yaþýnda, Ahmed'i
yazsam mülkü yok, Kostaki'yi yazsam Yunanlý, Kirkor'u
yazsam Ýstanbul'a geleli on bir ay oldu. Kendimi yazarým
vesselam.1
Bir, 1876'de gençlerine güvenen ve seçilme yaþýný 25'e
indiren Osmanlý Devleti'nin durumunu düþünün, bir de
30 yaþta ýsrar eden 21. yüzyýlýn Türkiye'sine bakýn. Ve kararýnýzý
verin: Aradan geçen 131 yýlda ilerledik mi, yoksa
geriledik mi?
1 Karikatür için bkz. Cemal Kutay, Anayasa Kargasý, Ýstanbul 1982,
Cem Ofset, s. 80 ve Orhan Koloðlu, Türkiye Karikatür Tarihi, Ýstanbul
2005, Bileþim Yayýnevi, s. 76.
yarým gerçekler 215
Cumhurbaþkanlarýnýn ilkleri ve enleri
24 Nisan 2007 günü saat 12.03 itibariyle Baþbakan Recep
Tayyip Erdoðan AKP Grubunda aday olarak Abdullah
Gül'ün adýný açýklayýnca Türkiye derin bir nefes almýþ oldu.
Ancak 27 Nisan bildirisi ve arkasýndan gelen 367 oyununu
müteakip mecburen gidilen 22 Temmuz seçimlerinde
halkýn neredeyse yarýsý Ak Parti'ye, dolayýsýyla da
Abdullah Gül'e oy vermiþ oldu. Artýk yeni bir dönemeçteyiz.
28 Aðustos itibariyle Abdullah Gül Çankaya'da...
Seçim süresince birilerinin diline doladýðý 367 milletvekili,
yani üçte iki çoðunluk 1923 yýlýnda aranmýþ olsaydý
herhalde Gazi Mustafa Kemal'in seçilmesi biraz zor
olurdu. Çünkü bu ilk Cumhurbaþkanlýðý seçiminde
TBMM'de sadece 158 milletvekili hazýr bulunuyordu ve
tamý tamýna 129 milletvekili oylamaya katýlmamýþtý. Yani
eðer þimdiki gibi ilk turda üçte iki çoðunluk þartý o zaman
aranmýþ olsaydý, mecliste en az 192 milletvekili bulunmasý
gerekiyordu ki, bu sayýya ulaþmak için daha 34 milletvekilinin
desteðine daha ihtiyaç duyulacaktý.
Aþaðýda þimdiye kadar görev yapmýþ olan 10 Cumhurbaþkam'nýn
seçiliþleri, hayat hikâyeleri ve görev süreleri
içinde meydana gelen önemli olaylar ve rastlantýlar üzerine
bir çeþitleme bulacaksýnýz.
216 efsaneler ve gerçekler
1. Kurtuluþ Savaþý'ndan tam 5 Cumhurbaþkaný çýkardýk
Cumhurbaþkanlarýmýzýn ilk beþi Kurtuluþ Savaþý'nýn
verimli ortamýnda yetiþmiþtir. Sýrasýyla Gazi Mustafa Kemal
(1934'den sonra Atatürk), Ýsmet Ýnönü, Celal Bayar,
Cemal Gürsel ve Cevdet Sunay Balkan Savaþlarýndan baþlayarak
Kurtuluþ Savaþý'na kadar pek çok muharebede
bizzat görev almýþlardý.
2. Atatürk kaç oyla Cumhurbaþkaný seçilmiþti?
Atatürk'ün Cumhurbaþkanlýðýna ilk kez seçilmesi kolay
olmamýþtý. 1923 yýlýnýn 29 Ekim'inde, meclise girecek
isimler bizzat Mustafa Kemal tarafýndan belirlenmesine
raðmen, 287 milletvekilinden 129'unun oylamaya katýlmamýþ
olmamýþ ilginçtir. Eðer toplantý yeter sayýsý olarak
þimdiki gibi üçte iki þartý aranmýþ olsaydý, Mustafa Kemal
Paþa muhtemelen o oturumda Cumhurbaþkaný seçilemeyecekti.
(Zaten muhaliflerin þehir dýþýnda bulunduklarý
bir sýrada deyim yerindeyse baskýn bir seçim yapýlmýþtý.)
Allahtan, o zamanlar Anayasa Mahkemesi yoktu! Tabii
yürürlükteki 1921 anayasasýnda toplantý yeter sayýsý da
net olarak belirlenmiþ deðildi. 5 Eylül 1920'de çýkan Nisab-
ý Müzakere kanununda ise toplam sayýnýn salt çoðunluðu
toplan tý yetersayýsý kabul edilmiþ, karar sayýsý ise
salt çoðunluðun salt çoðunluðu, yani 84 oy yeterli sayýlmýþtý.
1
3. Cumhurbaþkanlarýnýn meslekleri
Cumhurbaþkanlarýmýzýn 6'sý asker kökenliydi (Atatürk,
Ýnönü, Gürsel, Sunay, Korutürk ve Evren), diðer 4'ü
(Bayar, özal, Demirel ve Sezer) bürokrasiden geliyordu.
Doç. Dr. Abdullah Gül bu bakýmdan bir ilk sayýlmalýdýr.
Çünkü ilk defa doktora yapmýþ bir iktisatçý akademisyen
cumhurbaþkaný seçilmiþ oldu.
yarým gerçe kler 2 1 7
4. Cumhurbaþkanlarý, seçilmeden önce en son hangi
iþ yapýyorlardý?
Atatürk: TBMM Baþkaný
Ýnönü: Milletvekili
Bayar: Milletvekili
Gürsel: Kara Kuvvetleri Komutaný
Sunay: Cumhuriyet Senatörü
Korutürk: Cumhuriyet Senatörü
Evren: Genelkurmay Baþkaný
Özal: Baþbakan
Demirel: Baþbakan
Sezer: Anayasa Mahkemesi Baþkaný
Gül: Baþbakan Yardýmcýsý ve Dýþiþleri Bakaný.
5. Görevi baþýndayken ölen Cumhurbaþkanlarý
Þimdiye kadar 3 Cumhurbaþkaný görevi baþýndayken
hayatýný kaybetti.
Atatürk görev süresinin dolmasýna 1 yýldan az bir zaman
kala öldü. Ölmemiþ olsaydý büyük ihtimalle Mart
1939'da 5. kere Cumhurbaþkanlýðýna seçilecekti.
Gürsel her ne kadar doktorlarýn görev yapamaz raporu
vermelerinden sonra ölmüþ olsa da, aslýnda doktor raporuyla
resmen görevden alýndýðý 28 Mart 1966'da ölmüþ kabul
edilir, çünkü bu sýrada bitkisel hayattaydý. Ölmeseydi,
1968 yýlýna kadar yaklaþýk 2 yýl daha görev yapacaktý.
Turgut Özal 17 Nisan 1993 günü ölmeseydi 1996 Kasým'ýna
kadar yaklaþýk 3,5 yýl daha Çankaya Köþkü'nde
oturacaktý.
6. Kaç çocuk sahibiydiler?
Ýnönü, Bayar, Sunay, Fahri Korutürk, Kenan Evren,
Özal ve Ahmet Necdet Sezer'in 3'er çocuðu vardý. Listeye
Gül'ün de eklenmesiyle 3 çocuk babasý cumhurbaþkanla

218 efsaneler ve gerçekler


rýnýn sayýsý 8'e yükseliyor. Ýçlerinde yalnýz Gürsel'in tek
çocuðu vardý. Hiç çocuklarý olmayanlar ise Atatürk ve Demirel.
Sonuç: Gürsel hariç, ya üç, ya hiç!
7. Kaç yýl görev yaptýlar?
Görev süreleri bakýmýndan ele alýnacak olursa Atatürk
açýk ara önde gidiyor (4 seçimde toplam 15 yýl, 11 gün).
Onu Ýnönü takip ediyor (4 seçimde 11 yýl, 6 ay, 11 gün). Arkadan
Bayar geliyor (3 seçimde 10 yýl, 5 gün). Bu üçlüyü,
toplam 9 yýl, 1 ay, 28 günlük Devlet Baþkanlýðý artý Cumhurbaþkanlýðýyla
Evren izliyor (2 yýl, ay, 28 günü darbe
sonrasý fiilî Devlet Baþkanlýðý olmak üzere). Sunay, Korutürk
ve Demirel tam 7'þer yýl görevde kaldý. Sezer ise 7 yýllýk
süresinin üzerine yaklaþýk 3,5 ay (102 gün) eklemiþ oldu.
Cumhurbaþkanlýðý makamýnda en az kalanlar ise Gürsel
ve özal oldu. Gürsel 4 yýl, 5 ay, 18 gün, Özal ise 3 yýl, 5
ay, 8 gün Cumhurbaþkanlýðý yaptýlar. Yalnýz Gürsel'in süresi
iki defada bu toplama ulaþmakta olup ilk defasý MBK
kararýyladýr ve fiilîdir, yani o tarihte seçilmiþ deðildir. Bu
atanmýþlýk süresi toplamdan çýkarýldýðýnda seçilmiþ Cumhurbaþkanlarý
içerisinde toplamda en az görev yapaný,
Özal deðil, 3 yýl, 1 ay, 5 günle Gürsel olmaktadýr.
8. Cumhuriyet'in fetret devri
Cumhuriyet tarihinde bir defa büyük fetret devri, yani
Cumhurbaþkansýz bir dönem yaþandý. Bu da Korutürk'ün
görevden ayrýldýðý 1980 yýlý Nisan'ý ile 12 Eylül askeri darbesi
arasýnda geçen yaklaþýk 5 aydýr. Bunun dýþýnda bazýlarý
bir haftaya varan vekâlet dönemleri ile toplam 6 ay, 14
günü bulmaktadýr fetret dönemleri.
9. En genç ve en yaþlý seçilen Cumhurbaþkanlarý
En genç seçilen Cumhurbaþkaný rekoru deðil, rekorlarý
silme Atatürk'e ait. Atatürk 1923'deki ilk seçimde 42,
yarým gerçekler 219
1927'deki ikinci seçimde 46, 1931'deki üçüncü seçimde
50, 1935'deki dördüncü ve son seçiminde 54 yaþýnda bulunuyordu.
(Öldüðünde ise Abdullah Gül'le ayný yaþta
bulunuyordu.)
Atatürk'ü Ýnönü izliyor. Ýnönü Kasým 1938'deki ilk seçiliþinde
54, Nisan 1939'daki ikinci seçiliþinde 55 yaþýndaydý.
Sonraki iki seçiliþinde ise 59 ve 62 yaþlarýnda bulunuyordu.

Bayar'ýn Cumhurbaþkanlýk yaþlarý, seleflerinin görev


süreleri uzadýðý için biraz yüksek seyrediyor. Sýrasýyla 67,
71 ve 74 yaþlarýndaydý seçildiðinde. Gürsel 65 yaþýnda
MBK Baþkaný, 66 yaþýnda Cumhurbaþkaný olmuþtu. Sunay
Cumhurbaþkaný seçildiðinde 66 yaþýndaydý, Korutürk
ise 70 yaþýnda. Evren darbeden sonra MGK Baþkaný ilan
edildiðinde 63, Cumhurbaþkaný seçildiðinde 65 yaþýndaydý.
Ondan sonra sýrasýyla özal 62, Demirel 69, Sezer 59
yaþlarýnda Cumhurbaþkaný oldular. Gül 1939'daki Ýnönü'den
beri, yani 68 yýldýr gördüðümüz en genç Cumhurbaþkaný.
En yaþlý seçilen Cumhurbaþkaný ise üçüncü seçiliþinde
Bayar oldu (74 yaþýnda).
10. En kýsa Cumhurbaþkanlýðý
Genelde en kýsa Cumhurbaþkanlýðý Özal'a yakýþtýrýlýr.
Halbuki gördüðümüz gibi Gürsel ondan daha kýsa bir süre
görev yapmýþtýr. Ancak en en kýsa Cumhurbaþkanlýðý
rekoru Ýnönü'ye aittir. Ýnönü'nün 11 Kasým 1938'den 3
Nisan 1939'a kadar sadece 143 gün süren bir Cumhurbaþkanlýðý
dönemi vardýr ki, bu hakikaten tam bir rekordur.
Ýnönü'nün 3. dönem cumhurbaþkanlýðý da epeyce kýsa
sürmüþtür: 2 yýl, 10 ay.
11. En az ve en çok oyla seçilen Cumhurbaþkanlarý
TMBB üye sayýsý da önemli olmakla birlikte rakamsal
olarak en az oyla seçilen Cumhurbaþkaný 1923'de Ata

2 2 0 efs aneler ve gerçekler


türk'tür (158 oyla). En çok oyla seçilen aday ise Bayar oldu
(1954'de 486 oyla).
12. Halkýn seçtiði tek Cumhurbaþkaný
TC tarihinde halk oyuyla seçilmiþ tek Cumhurbaþkaný
Kenan Evren'dir (26 Ekim 1982'de yapýlan halk oylamasýnda
yüzde 91.5 oranýyla anayasa onaylanýrken, Evren de
Cumhurbaþkaný seçilmiþti).
13. Atanmýþ Cumhurbaþkanlarý
Her ikisi de darbe yönetimleri tarafýndan göreve getirilen
Cumhurbaþkanlarý, Gürsel ve Evren olmuþtur. Ancak
her ikisi de 1-2 yýl içerisinde yapýlan seçimlerle meþruiyet
sorunlarýný gidermek ihtiyacýný duymuþlardýr.
14. 1961-1982 Anayasalarýna göre en az oyla seçilen
Cumhurbaþkaný hangisiydi?
Özal, 31 Ekim 1989'de yapýlan 3. tur seçimlerde 450
üyeli parlamentodan sadece 263 oy alabilmiþti.
15. Darbeye maruz kalan tek Cumhurbaþkaný kimdi?
77 yaþýndaki Celal Bayar, Çankaya Köþkü'nde kendisini
teslim almaya gelen subaylarla bir süre boðuþtuktan
sonra tutuklanmýþ ve yerlerde sürüklenerek dýþarýya çýkartýlmýþtý.
(Sonradan kendini kemeriyle asmaya teþebbüs
ettiðini biliyoruz.) 12 Eylül darbesinde ise TBMM,
Cumhurbaþkaný seçimlerine devam ediyordu ve ortada
herhangi bir cumhurbaþkaný mevcut deðildi.
16. En uzun turlamayla seçilen Cumhurbaþkaný
En uzun sürede Korutürk seçilmiþti. 6 Nisan 1973'de
yapýlan 15. turda sonuç alýnabilmiþti. Bu sýrada TBMM ve
Senato toplam üye sayýsý 635'di ve oylamaya 557 millet

yarým gerçekleri 221


vekili katýlmýþtý. Korutürk'e
vekillerden 365 oy çýkmýþtý.
17. Mustafa adlý iki
Cumhurbaþkaný
Adaþým olan iki Cumhurbaþkaný
gördü Çankaya
Köþkü. Birincisi, Mustafa
Kemal, ikincisi ise Mustafa
Ýsmet Ýnönü'dür. (Celal
Bayar'ýn ön adý da Mahmut'tu.)

18. Ajda Pekkan Cumhurbaþkaný!


10 Temmuz 1980 tarihli
gazetelerde o zamana kadar
yapýlan 108 tur oylamada
Muhsin Batur'un
toplam 10 bin 382, Sadettin
Bilgiç'in ise 5 bin 734 oy aldýðý yazýlýydý. Ýlginç olan nokta,
bu 108 tur oylamada aday olmadýklarý halde parti liderlerinin
eþleri ile Süper Star Ajda Pekkan'a da 8'er adet oy
çýkmýþ olmasýydý/
19. 1938'de Ýnönü'ye oy vermeyen CHPli muhalif
kimdi?
1938 yýlýnda yapýlan seçimlerden önce CHP Grubu'nda
Ýsmet Ýnönü'nün adaylýðý oylandýðýnda bir oy hariç
bütün grubun onayýný aldýðý görülmüþtü. Peki Celal
Bayar'a verilen o bir oy kime aitti? Kafalarý karýþtýran bu
sorunun cevabýný grup toplantýsýndan çýkýþta muhaliflerden
Hikmet Bayur verecekti: "Bana". Ne var ki, Hikmet
Bayur'un iddiasýna göre, bu bir tek muhalif oya bile ta

2 2 2 efsaneler ve gerçekler
hammül edemeyen Ýnönü, tutanaklardan o bir oyu sildi rerek,
CHP'den ittifakla aday gösterildiðini yazdýrmýþtý.
20. Ýlk çok adaylý Cumhurbaþkaný seçiminde kim
kaç oy almýþtý?
Ýmzalanan Türkiye ilk çok partili meclise 1946 yýlýnda
kavuþmuþtu. Haziran 1945'de San Fransisco Antlaþmasýndaki
'demokratik' uyarýlar þimþek hýzýyla etkisini gösterecek
ve Türkiye, genel seçimlerden önce birden fazla
adayýn katýldýðý bir Cumhurbaþkanlýðý seçimine tanýk olacaktý.
Bu seçimlerde daha önce 3 defa seçilmiþ olan ismet
Ýnönü, seçime katýlan 451 üyeden 388'inin oyunu alarak
Çankaya'ya çýkmýþtý. Rakibi ve eski silah arkadaþý Demokrat
Parti'nin adayý Mareþal Fevzi Çakmak'a ise 62 oy çýkmýþtý.
Bu sýrada DP'nin 61 milletvekili bulunduðu göz
önüne alýnýrsa ilave 1 oyun baðýmsýzlardan geldiði anlaþýlýr.
(1950 seçimlerinde ise durum tersine dönecek ve Bayar
1946'daki inönü'den sadece 1 oy az alarak 387 oyla
Çankaya Köþkü'nün ev sahibi olurken, Ýnönü de DP adayý
Çakmak'ýn 1946'da aldýðý oydan 4 fazlasýný çýkartabilmiþti
sandýktan.)
21. Celal Bayar 27 Mayýs'tan sonra da Meclisten oy
almýþtý!
Ýlginç notlardan birisi de Cevdet Sunay'ýn Cumhurbaþkanlýðýna
seçildiði 28 Mart 1966 tarihli seçimde resmen
aday olmadýðý halde Yassýada'da yargýlanarak hüküm
giyen eski Cumhurbaþkaný Celal Bayar'a 5 oyun çýkmasýydý.
Aday olan Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi
(CMKP) Genel Baþkaný ve Ankara Milletvekili Alparslan
Türkeþ'e 11 oy çýkmýþ, TBMM Baþkaný Ferruh Bozbeyli
oylama sonuçlarýný açýklarken, "Parlamento üyesi olmayan
bir þahsa da 5 oy çýkmýþtýr" diyerek Bayar'ýn adýný
söylemeden vaziyeti iyi idare etmiþti.
yarým gerçe kler 2 2 3
Teneffüs
Menderes'ten Demirel'e:
"Atýyorsun Süleyman, hem de çok atýyorsun!"
2-7 Ocak 1960 tarihleri arasýnda, Adana ve dolaylarýnda
imar gezisine çýkan rahmetli Baþbakan Adnan Menderes'e,
çalýþtýðým Tercüman gazetesi adýna refakat ediyordum. Gezide,
o zamanlar Yenisabah'öa çalýþan Kâmuran Özbir ile Milliyetten
ilhami Soysal da vardý. Adana Regilatörüne uðradýðýmýzda,
aramýzda bulunan dokuz-on Genel Müdürle ilgililere
ve ikiyû'z üçyüz kadar arabasý ile korteje katýlarak gelen
zengin Adanalýya, bizim yazmamamýz þartý ile köy sayýsýnýn
40 binden 10 bine indirileceðini söyleyen Menderes, izni hilâfýna
bunu yazan Milliyet'ten Ýlhami Soysal'a ertesi gün gûcenmiþti.
Ýþte o gün Türkiye'nin sulama problemleri ile ilgili
bir hususta þimdi hatýrlýyamadýðým bir soruyu, Devlet Su Ýþleri
Genel Müdürü Yüksek Mühendis Süleyman Demirel'den
sordu, aldýðý cevap üzerine de gösteriþli ve mübalâðalý kahkahalarla
gülerek, "Atýyorsun Süleyman, hem de çok atýyorsun'^
dedi.
...Menderes, köylerin sulama vaziyetlerine kadar bildiðini
ifade etmek, çevresindeki dalkavuklara bunu teyid ettirmek
için ucuz bir reklam yolu bulmuþtu. Sulama iþleri bitirilen
1000 nüfuslu bir ilçenin Umum Müdür tarafýndan unutulmasýna
müsamaha etmiyor, buna kapaklanýyor ve büyük bir
taktikle istismar edebiliyordu. Keþke Baþvekil herþeyi biliyorum
fikrine kapýlmayýp da bildikleriyle yetinebilseydi. O kasýla
kasýla "Ben kendime sabýk Baþvekil dedirtmem" diyordu...
Ayhan Hünalp, Daðlara Giden Yollar.

yarým gerçekler 225


Çankaya Köþkü'ne seccade
ilk defa girecekmiþ!
Böylece Cumhurbaþkanlýðý krizi yüzünden sandýk baþýna
gittiðimiz 22 Temmuz seçimlerinin gerçek sonucu 1
ay, 6 gün sonra da olsa alýnmýþ oldu. Önce Çankaya'daki
yeni makamý Sayýn Abdullah Gül'e hayýrlý olsun.
Tabii seçimin ertesi günü yorumlar cýva gibi akmaya
baþladý. Ýçeridekiler zaten bir âlem de, dýþarýdakilerin de
onlardan kalýr yaný yoktu doðrusu. Ýngilizlerin iki gazetesinden
In depen den t Gül 'ü 'laiklik ve Islamýn kavþaðýndaki
Cumhurbaþkaný' olarak nitelemiþ. FT kýsaltmasýna iyice
alýþtýðýmýz Financial Times kýþkýrtýcýlýk düzeyi yüksek
bir baþlýk atmayý yeðlemiþ: "Askere meydan okuyan Türkiye,
Gülü lider seçti." Guardian'mk\ ise gazetecilik açýsýndan
daha çarpýcý görünüyor: "Çankaya'ya ilk kez seccade
girecek."
"Tarihin arka bahçesi"nde bugün asýl sonuncusu, yani
Guardian m bu 'garip' iddiasý üzerinde duracaðým.
Gerçekten de Güllü Çankaya'da durum bu kadar garip
mi? Gerçekten de Çankaya Köþkü'ne ilk kez mi girecek
seccade?
Bunu anlayabilmek için 1920'lerin Ankara'sýna yöneltmemiz
gerekecek bakýþlarýmýzý. 1922-1923 yýllarýnda,
226 efsaneler ve gerçekler
Bunun gibi daha pek çok örnekten de anlýyoruz ki,
Cumhuriyet'in ilan edildiði günlerde Atatürk'ün namaz
ve seccadeyle alakasý devam ediyordu.
Çankaya'da çifte minare
Neyse ki, bunu kanýtlayan baþka bilgiler de var elimizde.

Mesela Þubat 1923'de Gazi'nin Balýkesir'de Paþa Camii'nde


namaz kýlmak bir yana, bizzat devlet baþkaný sýfatýyla
cemaate konuþma yaptýðýný, yani hutbe verdiðini
ve bugün dahi birilerince epeyce 'gerici' bulunabilecek
bu çarpýcý konuþmada Gazi, Ýslamiyetin en yüce ve mükemmel
din olduðunu, anayasamýzýn esasýnýn Kur'an-ý
Kerim'deki dogmalarda yattýðýný, camilerin birbirimizin
yüzüne bakmaksýzýn yatýp kalkma yeri olmadýðýný, aksine
din ve dünya için neler yapýlmasý gerektiðini düþünüp
tartýþma mekânlarý olduðunu söylemiþ3 ve þaþýracaksýnýz
belki ama arkadaþý Karabekir Paþa tarafýndan Ýslamcýlýkta
fazla ileri gittiði için(!) þöyle eleþtirilmiþtir:
Dünya iþlerini camilere soktuðumuzun acýsýný çektiðimiz
yetmez mi paþam? Millî iþlerimizi neden yine camilere
sokuyoruz? Ve neden bilhassa siz Baþkumandan olduðunuz
halde, dinle, hilafetle bir din adamý gibi, hatta daha
ileri giderek meþgul oluyorsunuz? Münevverlerimiz haklý
olarak bu gidiþi iyi telakki etmeyeceði gibi, bu yol da esasen
tehlikelidir!... Türk milleti teceddüde [yeniliðe] muhtaçtýr.
Ve bunu da mütehassýslarýmýzla luzmanlarýmýzla]
baþarabiliriz ve asla camilerde deðil ve muhafazakârlarla
da deðil. Din, vicdan kanaatidir; münakaþaya gelmez.
Ýlim adamý olmayan bizlerin ve hele sizin bunu ele almanýzý
kat'iyyen doðru bulmuyorum. Bunu tamâmiyle
mühmel [bir kenara] býrakmalýsýnýz!4
Yine Kâzým Karabekir'in aktardýðýna göre, o zamanlar
henüz Cumhurbaþkaný seçilmiþ olmamasýna raðmen,
2 2 8 efs aneler ve gerçekler
Çankaya'da ikamet etmekte olan Gazi, Köþk'ün bahçesine
çifte minareli bir cami yaptýrmak hevesine kapýlmýþtýr.
Hatta bu camiye dair haberler, devrin gazetelerinde de
yayýnlanmýþtýr.5
Sonradan vazgeçilmiþ de olsa, Atatürk'ün Cumhuriyet'in
þafaðýnda içine girdiði dinî atmosferi göstermesi
bakýmýndan bu Çankaya'da cami fikri dikkate alýnmasý
gereken bir iþaret fiþeði gibi görünüyor bana.
Kaldý ki, Guardian m 29 Aðustos 2007 tarihli 'seccade'
iddiasý, en azýndan 5 vakit namazlarýný hiç býrakmadýklarýný
bildiðimiz Mevhibe Ýnönü ve Reþide Bayar gibi
Cumhurbaþkaný eþleri karþýsýnda iyiden iyiye çökmeye
mahkûm bulunuyor. Daha Turgut Özal'dan bahsetmedik
bile...
Pardon, Çankaya birilerine Türkiye Cumhuriyeti sýnýrlarý
içinde görünmüyor muydu yoksa?
1 Mesela 22 Nisan 1920 tarihli Ýrâde-i Milliye gazetesinden aktaran:
bkz. Naþit H. Ulug, Siyasi Yönleriyle Kurtuluþ Savaþý, Ýstanbul 1973,
Milliyet Yayýnlarý, s. 215 vd.
2 Petit Parisien'in 1 Kasým 1922 tarihli nüshasýnda basýlan bu söyleþinin
metni için bkz. Atatürk'ün Bütün Eserleri, cilt 14, Ýstanbul 2004,
Kaynak Yayýnlarý, s. 52-56. Ayrýca bkz. Hazýrlayan: Mustafa Baydar,
Atatürk'le Konuþmalar, 3. baský, Ýstanbul 1967, Varlýk Yayýnlarý, s. 5962;
Hazýrlayan: Ergün Sarý, Atatürk'le Konuþmalar, Ýstanbul 1981,
Der Yayýnlarý, s. 108-112.
3 Balýkesir hutbesinin metni için bkz. Atatürk un Bütün Eserleri, cilt 15.
4 Kâzým Karabekir, Paþalarýn Kavgasý: Atatürk-Karabekir, Hazýrlayan: Ýsmet
Bozdag, Ýstanbul 1991, Emre Yayýnlan, s. 123. Ayný sözleri bazý kelimelerdeki
farklarla aktaran bir baþka metin için bkz. Hazýrlayan: Uður
Mumcu, Karabekir Anlatýyor, Ýstanbul 1990, Tekin Yayýnevi, s. 76.
5 Karabekir, Paþalarýn Kavgasý, s. 137.
yarým gerçekler 229
2 3 0 efs aneler ve gerçekler
V
ATATÜRK'ÜN SANSÜRLENEN
FOTOÐRAFLARI
Türkiye'nin neredeyse bir asýrlýk bir süreyi ayný ideolojik
çerçevenin sýnýrlarýný en fazla törpüleyen siyasetler
uygulayarak geçirmiþ olmasý, toplumumuzu ilginç bir
siyaset laboratuarý haline getirmekle birlikte, günümüz
olaylarýna bir asýr önceki ittihada zihniyetiyle yaklaþýlmasý,
toplumumuzun geliþmelere, kurgubilim romanlarýnda bir
tünelden geçerek gelecekte seyahat eden bir zaman
seyyahýnýnkine benzer tepkiler vermesine yol açmaktadýr.
Þükrü Hanioðlu, "CHP ve toplumumuzdaki deðiþim",
Zaman, 19 Þubat 2005

atatürk'ün sansürlenen fotoðraflarý 231


2 3 2 efs aneler ve gerçekler
Atatürk'ün Kurtuluþ Savaþý'nýn zaferle sona ermesinden sonra çýktýðý ünlü
yurt gezisinde Konya'da çekilmiþ (muhtemelen 1923 baþlarý) bir fotoðrafýný
görüyoruz. Solda Latife Haným, Atatürk'e þiir okuyan bir kýz öðrenciyi ilgiyle
dinliyor. Saðdaki yüzleri peçeli ve çarþaflý kadýnlar ise öðretmen.

Bu fotoðraf Manisa'da çekilmiþ. Tarih 1922 güzü. Halk Mustafa Kemal Paþa'yý
heyecanla baðrýna basmýþ. Saðda ve solda görülen ama yüzleri görünmeyen
peçeli ve çarþaflý hanýmlar, Manisalý öðretmenler olmalý. Önde bir
öðrenci muhtemelen Gazi'ye þiir okuyor.
atatürk'ün sansürlenen fotoðraflarý 233
Bu defa Akþehir'deyiz.
1922 sonu veya 1923 baþý.
Gazi, Latife Haným'la
birlikte yurt gezisinde. Sol
tarafta gördüðümüz kapalý
hanýmlarýn kendilerine
iyice yaklaþmýþ bulunan
Latife Haným'a doðru
ilerlemek istedikleri beden
dillerinden okunuyor.
Gazi, fotoðrafýn en saðýnda...
Bu defa Akþehir'deyiz.
1922 sonu veya 1923 baþý.
Gazi, Latife Haným'la
birlikte yurt gezisinde. Sol
tarafta gördüðümüz kapalý
hanýmlarýn kendilerine
iyice yaklaþmýþ bulunan
Latife Haným'a doðru
ilerlemek istedikleri beden
dillerinden okunuyor.
Gazi, fotoðrafýn en saðýnda...
Türk Kadýnlar Birliði Atatürk'ü ziyaret ediyor. Birlik 1924'de kurulduðuna
göre fotoðraf Cumhuriyet'in ilk yýllarýna ait olmalý. Atatürk'le birlikte poz
veren kadýnlardan en saðdaki, yüzünü açmýþ olsa da çarþafýyla dikkat çekiyor.
Hemen yanýndaki kadýnýn baþörtüsü ise oldukça iddialý. Kadýnlarýn her
biri farklý tarzlarda da olsa tesettürlüler. Ve kadýn haklarýný savunuyorlar!
Gazi'yi ziyaretlerinin maksadý da kadýnlara daha fazla hak talep etmek.

Bu defa Konya'dayýz. Yýl 1924'dür. Gazi Paþa medreselerin kapatýlmasýndan


önce genç talebelerle ilgileniyor.
atatürk'ün sansürlenen fotoðraflarý 235
Þimdiye kadarki fotoðraflara, 'o Cumhuriyet'ten önce çekilmiþ' veya 'ilk yýllarda
bu kadarý normal' diyerek burun kývýranlar bu fotoðrafa ne diyecekler,
merak ediyorum. Yýl bu defa 1937. Atatürk ve Ýçiþleri Bakaný Þükrü Kaya,
çarþaflý bir kadýnýn derdini dinliyorlar. Yüz hatlarýndan ve tavýrlarýndan
kadýnýn baþýndaki örtüyle deðil, içiyle ilgilendiklerini yeterince gösteriyor sanýyorum.

2 3 6 ,efs aneler ve gerçekler


11 Eylül 1924. Güneþli bir Bursa günü. Mustafa Kemal Paþa Bursa'yý teþrif
edecekler. Okullar resmi geçide hazýrlanýyor. Nilüfer Hatun Mektebi talebeleri,
baþlarýnda Öðretmenleri yürüyüþe geçmiþler bile. Öðretmenleri nerede
mi? Sað taraftaki tesettürlü kadýn. Yüzünde tül peçe... Öðrencilerine yetiþmeye
çalýþýyor.

Çankaya Köþkü'nde misafir kabul günü. Önde Mustafa Kemal Paþa, arkada
Latife Haným ile annesi, misafirleriyle birlikte.
2 3 8 efs aneler ve gerçekler
Misafirlerin gitme vakti. Uðurlama merasimi.

Ve iþte 1923 yýlýnýn baþlarýndayýz. Günlerden 26 Þubat 1923'tür. Lozan görüþmelerine


ara verilmiþ, dýþ iliþkiler trafiði iyice yoðunlaþmýþtýr. Bu defa o
devrin, yani Hakký Tarýk Us'un Vakit gazetesi Mustafa Kemal Paþa'nýn ziyaret
ve görüþme haberlerine geniþ yer verirken ilginç bir fotoðraf da yayýnlar.
2 4 0 efs aneler ve gerçekler

You might also like