Professional Documents
Culture Documents
Düşünerek mi seçeriz?
Bir seçimle mi yaşarız?
Çoğunlukla doğru seçimi yapan insanlarla, yaptıkları seçimlerden genellikle pişman olan
insanlar arasındaki fark nedir?
Tüm seçimlerin ortak bir yanı var ki, hepsine „seçim‟ diyoruz. Bu ortak yan, bir seçeneği
„kendimizle‟ ilişkilendirmek kaygısında ortaya çıkıyor sanki.
Seçtiğimiz eşyayı, mesleği, davranışı, insanı, siyasal partiyi v.b. seçerken, yaşadığımız içsel
tartışmalar, aslında kendimizi tanımaya, geleceğin değişebilecek şartlarında kendimiz olarak
kalmaya, ya da kendimizi „geliştirmeye‟ yönelik tartışmalardır. Gerçekler karşısında kişiliğin
bir sınavıdır seçim. Kendimiz dediğimiz „kişinin‟, kendimiz olarak onayladığımız özelliklerinin
ötesinde özellikler barındırdığını o zaman gözlemleme olanağı çıkar karşımıza. Bu durumda,
istediğimiz kendimizle en iyi eşleşebilecek özellikleri barındıran seçeneği belirlemek için
uğraşırız.
Bazılarımız seçim yapmak zorunda kaldığımızda bunalırız. İki gömlekten birini seçmek bile
bazen kendini çok aşan, simgelerle dolu, bir iç tartışma yaratabilir. Bu, aslında,
cevaplanamayan “Ben kimim?” sorusunun yarattığı bunalımdır.
Ya da bazılarımız, her seçimden sonra pişman olur. “Aslında öbür gömlek daha güzeldi.”
“Çocuğa para verdim, ama aslında vermemek lazım.”Bu bazan derinleşmiş bir ikilemin,
bazen taze çelişkilerin göstergesidir. Ya da eleştirilere karşı alınmış bir tedbir de olabilir. Ama
her halükarda kendinde beğenmediği bir taraf vardır.
Yine bazılarımız, kolay seçer. En zor seçimlerde bile büyük bir özgüvenle, kendilerine ait
olanı tanırlar. Ya da daha çok kullandığımız biçimiyle, ne istediklerini bilirler.
Bunlar tipleşmiş kişilikler. Daha birçok ara durum olabilir. Yine de bu kadarı, „nasıl seçeriz?‟
sorusuna yaklaşmamız için yeterli.
Nesnel koşulların başında ekonomik yaşam standardı gelir. Asgari ücretle kirada yaşayan bir
ailenin bireylerinin mücadelesini düşünelim. Bu aile bireylerinin seçim yapabilecekleri
deneyimleri yaşamaları bile „lükstür‟. Oysa kişilik gelişimini destekleyecek iç tartışmaları en
pratik şekilde ortaya çıkaracak şeydir „seçmek‟.
Temel ekonomik şartların ötesine geçmek istemiyorum, çünkü adaletin, fikir özgürlüğünün
olmadığı, (açık ve gizli) işsizliğin, yoksulluğun boğduğu bir toplumda bilimden, mimariden,
sanattan bahsetmek bizi demagojiye götürebilir.
Uç bir örnekle, varoluşumuz bir cemaatin parçası olmakla anlamını bulduğunda nasıl
seçeriz? Kalıplaşma, tek tipleşme, kurallar ve ahlaki baskılar…
Nasıl ki çocukluk sürecinde birer birer kendi kişilik alanlarımızı yaratana kadar ebeveynimizin
seçimlerine tabi olur, onları taklit edersek, kendisi olamamış bireylerin oluşturduğu toplumlar
da benzer şekilde hareket ederler. Yaratıcı, araştırmacı, tartışmacı, açık olmaya korkarlar.
Nasıl korkmasınlar ki, bu fırsatlar uygun koşullarda önlerine hiç çıkmamıştır. (Karşı cinsle
özgür ve sağlıklı ilişkiler yaşamamış gençler cinsellik, evlilik, ahlak, kadın erkek eşitliği gibi
konulara nasıl yanılsamasız çıplak gözle bakabilirler?) (Hem komşular ne der?) Mahalle
baskısı bizim yerimize seçer birçok davranışımızı.
İşaret bekleriz!
İşin garibi işaret bekleyen nüfus mecburen otoriteye en saygılı kesimdir. Toprak ağalığından,
tarikat ağalığına ve sendika ağalığına kadar, hatta kendi halinde muhafazakar nüfus için de
geçerlidir bu. Otoriteye saygı, otoriter liderle özdeşleşmeyi kolaylaştırır. Nabza göre şerbet
veren, üstelik ekonomik canlanma ve istikrar konusunda kendisini kabul ettirmiş, demokrasi
ve sivillik konusunda görünürde adımlar atmış bir iktidar, hem de mazlumluk elbisesini
giymişse, hele ki delikanlılığıyla, inançlı oluşuyla, becerikliliğiyle „bana‟ benziyorsa,
karşısında rakip dayanabilir mi?
Dayanabilir. Gerçeği çıplak gözle görme cesareti olanlar, kendisi olmanın önündeki engelleri
kaldırmak için düşünebilenler, sorunları tanımlayıp çözümleri formüle edebilenler, ortak bir dil
yaratıp demokratik bir tartışma zemininde dayanışma içinde olanlar dayanabilir. Dayanmak
ne kelime, siler…süpürür. 2023 hedeflerinin hülyasına dalmış balon liderler neye
uğradıklarını şaşırır. Bugün değilse, yarın…