Are you sure?
This action might not be possible to undo. Are you sure you want to continue?
Laiklik Türkiye'nin hemen hemen hiç gündeminden inmeyen konuların başında geliyor ve listenin baş taraflarında yer alıyor. Bu durum, "laiklik" ilkesinin 1937 yılında yapılan bir değişiklikle Anayasamıza İthal edilmesinden bugüne kadar hemen hiç değişmemiştir. Tartışmalar devam etmiştir. Bugünün Türkiye'sinde ise laiklik başka bir zeminde ülkemizin gündemini işgal etmektdir. Kendilerini laikliğin savunucusu olarak gören kişi ve kuruluşlar bu ilkenin tehlikeye düştüğünü ileri sürerek, onu savunmak için çeşitli hareketlere başvurmakta ve çekişmeci, gergin bir ortam meydana getirmektedirler.
(Türkiye Millî Kültür Vakfı 1. lik ödülünü alan eser)
TOKER «GENEL DİZİ» No: 228 <
YALÇIN TOKER'in Kitapları No. 3>
TOKER YAYINLARI
Cennet Mahallesi, Yavuz Selim Cad. 25
K. Çekmece - İSTANBUL
Tel: 212 6010035
e-mail: tokeryayinlari@tokeryayinlari. com
Kültür Bakanlığı Sertifika No. 27421
ISBN - 978-975-445-015-6 © Cop.
Toker Yayınları-1975
o Dizgi : Toker
o Baskı: Çetin Matbaacılık
o Kapak: Lütfi Çolak
o İstanbul - 20
TAKDİM
TÜRKİYE MİLLÎ KÜLTÜR VAKFI
ÖNSÖZ
TOPLUM'UN DÜZEN KURALLARI
ESKİ TÜRKLERDE TOPLUM DÜZENİ
ORHUN ÂBİDELERİNDEN..
GÖKTÜRKLERDE DİN HÜRRİYETİ
ŞERİAT
İSLÂM ANAYASASI
TÜRKLERİN İSLÂMİYETİ KABULÜ
SELÇUKLU VE OSMANLI DÖNEMLERİ
FATİH'İN KANUNNAMELERİ
KİLİSELERİN CAMİYE DEĞİŞTİRİLMESİNİN ÖNLENİŞİ
FATİH'İN ORTODOKSLARA TANIDIĞI DİNÎ HAKLAR
FATİH'E HRISTİYANLIK TEKLİFİ
OSMANLILARDA YARGI FONKSİYONU
DİN NEDİR?
Din nedir?
DİN BİRLİĞİ
TÜRKLERİN DİNLERİ:
ALLAH VE KAİNAT
DİN HÜRRİYETİ
İBÂDET
DİN HÜRRİYETİNİN KAPSAMI
DİN HÜRRİYETİNE BAĞLI OLAN HAKLARIN SINIRLARI
DİN HÜRRİYETİ VE DİNî TAASSUP
TÜRKLERDE DİN VE VİCDAN HÜRRİYETİ ANLAYIŞI
GÖKTÜRKLER VE UYGURLAR
SELÇUKLULAR DÖNEMİ
OSMANLILARDA DİN VE VİCDAN HÜRRİYETİ
Nedir öyle ise laiklik?
1. TÜRKİYEDE DİNE BAĞLI DEVLET SİSTEMİ DÖNEMİ
2. YARI DİNÎ DEVLET
1924 ANAYASASI VE CUMHURİYET DÖNEMİ
3. DEVLETE BAĞLI DİN DÖNEMİ
429 SAYILI KANUN VE ORTAYA ÇIKAN ÇELİŞKİLER
ANAYASA DEĞİŞİKLİKLERİ
DİNÎ VE HUKUKÎ ALANLARDA YAPILAN İNKILÂPLAR
DEVRİM KANUNLARI
Tarikatlar ve Şeyhliklerin Kaldırılması, Tekke ve Zaviyelerin Kapatılması
Tevhid-i Tedrisat Kanunu
HUKUK ALANINDAKİ DEVRİMLER
HİYANETİ VATANİYE KANUNUNU DEĞİŞTİREN KANUNA ZEYL
TAKRİR-İ SÜKUN KANUNU
LAİKLİK İLKESİ'nin ANAYASAYA GİRİŞİ
TÜRK CEZA KANUNU VE 163. MADDE
GÜNALTAY'IN BAŞBAKANLIĞI VE AKİSLERİ
VİCDAN VE TOPLANMA HÜRRİYETİNİN KORUNMASI KANUNU
ATATÜRK'ÜN HATIRASINI KORUMA KANUNU
İNSAN HAKLARI EVRENSEL BEYANNAMESİ
1961 ANAYASASI DÖNEMİ
SİYASİ PARTİLER KANUNUNDA LAİKLİK
ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI
İL VE İLÇE KURULUŞLARI
ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
1982 ANAYASASI DÖNEMİ
BASKI KANUNLARININ KALDIRILMASI
ŞİMDİ LAİKLİK GERÇEKLEŞTİ Mİ?
LAİKLİK KELİMESİNİN BİZDE İLK KULLANILIŞI
SEZAR'IN HAKKI SEZAR'A
BİZDE LAİKLİK OLAMAZ..
DİYENLER
KUR'AN DÜNYA NİZAMINI KURMAK İÇİN YETERLİDİR
DİN HÜRRİYETİNİ DÜZENLEYEN AYETLER
SOSYOLOJİK BAKIMDAN LAİKLİK VE İSLAM
ŞİMDİ TAM ANLAMIYLA LAİK MİYİZ?
KAYNAKÇA
Vakfımız 1991 yılında Türkiye'de Din ve Vicdan Hürriyeti
mevzuunda bir müsabaka tertiplemiştir. İştirak eden eserleri değerlendiren Sayın Ord. Prof. Dr. Sulhi Dönmezer, Sayın Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş, Sayın Doç. Dr. Hayrettin Karaman, Sayın Gazeteci-yazar Ahmet Kabaklı dan müteşekkil jüri, Sayın Yalçın Toker'in çalışmasını birinciliğe lâyık görmüştür. Müellif yazarlık ve gazetecilik yapmaktadır.
25.4.1992 tarihinde derece alanlara armağanları verilmiştir.
Vakfımız, Jüri ve Vakıf Kültür Komitesi'nin tavsiyesine uyarak birinciliği kazanan eserin basılmasını kararlaştırmıştır. Armağanların verildiği toplantıda yapılan konuşmalara kitabın başında yer verilmiştir.
Bu vesileyle jüri üyelerine ve ilgililere şükranlarımızı arz ederiz.
Türkiye Millî Kültür Vakfı
Mütevelli Heyeti Başkanı
Hulûsi Çetinoğlu'nun Konuşması;
Muhterem Misafirlerimiz,
Basın ve TRT'mizin değerli mensupları, Türkiye Millî Kültür Vakfı armağanlarının verileceği toplantıya hoş geldiuniz. Şeref verdiğiniz için Mütevelli Heyeti adına şükranlarımı arzediyorum.
Bu toplantımızda Türk Millî Kültürüne Hizmet Şeref Armağanı
, Araştırma Armağanları
' ve TRTde Millî Kültüfe Hizmet Armağanları
' takdim edilecektir.
Vakıflar, cemiyetimizde sosyal, kültür ve eğitim çalışmalarında vazife alan sevgi ve şefkat hissine dayalı teşekküllerdir. Yapılan vakıf hizmetlerinin temelinde, hislerin en mukaddesi ve en ulvîsi olan insan sevgisi vardır. İnsan sevgisi, diğer bütün sevgilerin de temel taşı, başlangıcıdır. Türkiye Millî Kültür Vakfı'nın temelinde bu harç bulunmaktadır.
Vakıf 1969 yılında üniversite öğretim üyeleri, işadamları ve idareciler tarafından kurulmuştur. Vakfın gayesi; eğitim sahasında çalışmalar yapmak ve burs vermek, ikinci gayesi Türk kültürünün muhtelif sahalarında hizmetler ifâ etmek, yapılanları teşvik etmek şeklinde özetlenebilir.
1969 yılında kurulduğu zaman 11 ile başlayan burslu öğrenci sayısı 600 lere ulaşmış, seneler itibariyle mezun olanların sayısı 10.000 leri aşmıştır.
Bursların kaynağı, Vakıf kurucularının ve Vakıf severlerin desteği, yardımları, çelenk ve çiçek bağışlarından meydana gelmektedir.
Kültür çalışmalarımızda milletleri millet yapan ve birbirinden ayıran bütün manevî değerlere sevgiyle, toleransla yaklaşılmaktadır.
Kültür çalışmaları üç bölümde toplanmıştır. Yetiştirdiği nesiller, neşrettiği eserler ve memlekete yaptığı hizmetler sebebiyle, bu sahada emeği geçen zevata, Türk Kültürüne Hizmet Şeref Armağanı takdim edilmektedir. İkinci faaliyet, radyo ve televizyonlarda yer alan, kültüre hizmet eden eserlerin değerlendirilmesi ve emeği geçenlerin mükafatlandınlmasıdır. Üçüncüsü ise, muhtelif araştırmaların yaptırılması ve bunların değerlendirilmesidir.
Bütün değerlendirmeler profesör ve ilim adamları ile müştereken iki kademeli jüri üyeleriyle yapılmakta ve bunun neticeleri ilân edilmektedir. Bugün her üç sahada yapılan kültür çalışmalarının neticeleri açıklanacak ve armağanlar takdim edilecektir.
Çalışmalarımızda vazife alan jüri üyelerine, Vakfımızı maddî imkânlarıyla destekleyen kurucularımız ve vakıfseverlere, teşrif ettiğiniz için sizlere tekrar şükranlarımı arz ediyorum.
Lâiklik Türkiye'nin gündeminden hemen hiç inmeyen konuların başında geliyor ve listenin baş taraflarında yer alıyor. Bu durum, lâiklik
ilkesinin 1937 yılında yapılan bir değişiklikle Anayasamıza ithâl edilmesinden bugüne kadar hemen hiç değişmemiştir. Tartışmalar devam etmiştir. Bugünün Türkiye'sinde ise lâklik başka bir zeminde ülkemizin gündemini işgal etmektedir. Kendilerini lâikliğin savunucusu olarak gören kişi ve kuruluşlar bu ilkenin tehlikeye düştüğünü ileri sürerek, onu savunmak için çeşitli hareketlere başvurmakta ve çekişmeci, gergin bir ortam meydana getirmektedirler.
Gerçekte 1937 tâdilinde laiklik
tek başına bir ilke
olarak Anayasamıza girmiş değildir. O zamanki Cumhuriyet Halk Partisinin -CHP- (Cumhuriyet Halk Fırkası) kendi umdeleri olan ve tüzüğünde yer alan meşhur 6 ok, bu partinin devlet idaresini elde tutmasının getirdiği kolaylıkla ülke Anayasasına sokulmuştur. Bu tasarruf o dönemdeki tek parti idaresinin tipik bir tezâhürüdür. O zamanın Avrupa'sında bulunan diğer tek parti, otoriter rejimlerinde olduğu gibi söz konusu hâkim partinin görüş ve ideolojisi devletin resmî ideolojisi hâline getiriliyordu. Buna karşı, rejimin yapısı gereği hiçbir muhalefet ortaya etkili bir tarzda çıkamıyordu. İşte demokrasi ile asla bağdaşmayan bu şartlar altında CHP'nin kendi parti ilkelerinin Türkiye Cumhuriyeti'nin resmî ideolojisi
hâline sokulmuş bulunması rahatsızlık çekişme ve tartışmaların başlangıç noktasını teşkil etmiştir. CHP idaresine karşı doğan ve gelişen muhalefet 1946'dan sonra, 2. Dünya Harbi'nin getirdiği müsait demokrasi şartları içinde, kanunî zeminini buldu ve legal kuruluşlar şeklinde teşkilâtlandı. En önemlisi Demokrat Parti (DP) olan bu siyasî partilerin hedef aldığı ana muhalefet konularının başında bu 6 ok ilkelerinin bazıları geliyordu ve özellikle de Devletçilik
ile Lâiklik
ilkelerinin uygulanmasından ortaya çıkan ve zulme kadar varan baskı rejiminden şikayet ediliyordu.
1946 yılı sonrasının muhalefeti bu sahalarda Türk Milletin'den büyük bir kabul gördü ve halk kendi arzularını dile getiren partileri desteklemeye başladı. İşte halkımızdan gelen bu büyük destek sayesindedir ki, 14 Mayıs 1950 seçimlerinde DP önemli bir başarı sağlayarak iktidarı devraldı. Buna, beyaz
veya kansız
ihtilâl de denilmiştir. Türk Milletinin en önemli şikâyetlerinin başında, hiç şüphesiz, lâikliğin
ezen, horlayan ve hapseden, baskıcı uygulaması geliyordu. Nitekim ve maalesef, laiklik uygulamasının bu ilk devresinde çok olumsuz bir durum ortaya çıkmış, dinî öğretim, başta kutsal kitabımız Kur'anı Kerim'in okutulması olmak üzere baskı altına alınarak, devletçe önlenmeye çalışılmış, dinî ibâdetlere fiilî kısıtlamalar getirilmiş, ezanın müslümanların bütün dünyada kabul edip okuduğu şekilde değil de, devletin istediği bir kalıp içinde okutulması zorunluğu getirilmişti. Bu uygulamalara karşı girişimleri önleyebilmek için Ceza Kanunu'nun meşhur 163. maddesi şiddetlendirilerek Başbakan Şemsettin Günaltay hükümeti döneminde, muhalefetin bütün itirazlarına rağmen, Millet Meclisinden geçirilmişti.
İşte bu dönemde, yâni 14 Mayıs 1950 ilk serbest seçimlerine kadar süren zaman içinde, lâikliğin bu aşırı, militan ve baskıcı uygulamasıdır ki, halkımızda büyük bir tepki uyandırmış ve lâikliğin dinsizlik şeklinde anlaşılmasına da hak kazandıran bir zemin oluşturmuştur. Sonraki dönemlerde, özellikle politikacılarımızın sık sık ve halen dile getirdiği Lâiklik dinsizlik demek değildir
sloganı işte bu yıkıcı uygulamanın bugüne kadar süren bir in'ikâsı olmuştur. Fakat bu tek parti devrinin acı hatıraları, hâlâ zihinlerde ve insanlarımızın ruhlarında izlerini muhafaza etmektedir.
1950 yılından, yâni bu 20. asrın tam ortasından itibaren Türkiye'de, bir çok alanlarda olduğu gibi, lâikliğin uygulamasında da durum değişmiş ve müspete doğru önemli adımlar atılmaya başlanmıştır. Yeni Demokrat Parti iktidarının ilk icraatlarının başında mü'minleri ibâdete çağıran ezanın serbest bırakılması gelmiştir. Bu dinî hürriyet tanınır tanınmaz ülkenin tamamında manevî bir heyecan esmiş, camilerin minarelerine çıkan müezzinler ezanı aslî şekliyle okuyunca halkımız bunu göz yaşları içinde dinlemiş ve şükür namazları kılınmıştır. Ezan serbestiyetinin bu kadar büyük bir sevinç getirmesinin asıl sebebinin başında ülkede dini baskı döneminin artık kapandığının ilk işareti olmasındandır denilebilir. Nitekim Demokratların bu ilk önemli, ferahlatıcı ve millî birliği sağlamlaştırıcı icraatının arkasından Türkiye'de hem dinî hürriyetler ve hem de dinî eğitim alanında önemli adımlar atılmaya başlanmıştır. Kur'anı Kerim'i öğretmek serbest olmuş, Kur'an Kursları ve bilgili din adamı yetiştirecek İmam Hatip Okulları açılmış, ilk olarak Ankara Üniversitesinde bir İlâhiyat Fakültesi öğrenime başlamış, Yüksek İslâm Enstitüleri faaliyete geçmiştir. Bu yapıcı uygulamalarla birlikte devletin dine bakışı olumlu yönde değişmiş, o devrin Başbakan'ı (1950-1960) rahmetli Adnan Menderes Türkiye Müslümandır ve Müslüman kalacaktır
demiştir. 1950 öncesi dönemin baskıcı, ezici ve cezalandırıcı anlayış ve uygulamaları karşısında bu söz ve yeni politikanın ne kadar ileri ve medenî bir gelişme olduğu kendiliğinden anlaşılır. Okullara seçmeli olarak din dersi konulmuş ve radyoda dinî yayınlar özel dinî günlerde mevlütlar okunmuştur.
Bu yeni gelişme şüphesiz ki ülkemizde daha barışçı bir ortamın ortaya çıkmasına ve millî bütünlüğümüzün kuvvetlenmesine yol açmıştır. Çünkü lâikliğin baskıcı, zorlayıcı uygulaması hem ülkede bir çekişme ve çatışma havası meydana getirmekte ve hem de devlet-millet zıddiyetine sebep olarak, toplumda bir bölünmeye, parçalanmaya yol açmış bulunuyordu. İşte yeni dönemle birlikte, lâikliğin yıkıcı ve bölücü etkileri ortadan kalkma imkânı doğmuş bulunuyordu. Fakat hem bu yeni icraat ve hem de lâiklik ilkesi 1950'den sonra muhalefete düşmüş olan CHP tarafından siyasî mücadelede bir unsur, bir malzeme olarak kullanılmaya başlanmıştır. O devrin muhalefeti, devrimler elden gidiyor
gibi sloganlar kullanmış, mevcut DP iktidarını dini istismar etmek
ve irticayı hortlatmak
şeklindeki hücumların hedefi haline getirmiştir. İşte 1950'li yıllar yeniden bir lâiklik ve devrimler tehlikeye düştüğü tartışma ve çekişmelerine sahne olmuş ve mütefekir yazar Peyami Safa'nın meşhur Devrimbazlar
deyiminin ortaya çıkmasına yol açan olaylara şahid olmuştur.
Muhalefetin eski dönem ve uygulamaların özlemini ifâde eden bu tutumuna rağmen millet yeni devrin din ve vicdan hürriyeti
temin eden siyasetini benimsemiş ve desteklemiştir. Buna rağmen CHP muhalefetinin inkılaplar tehlikeye düştü
, lâiklik elden gidiyor
sloganları ile özetlenebilecek sert muhalefetinin bazı kesimlerde ve özellikle de, önceki dönemin hâkim sosyal grupları olan sivil ve askerî bürokrasi üzerinde etkili olmadığını söylemek yanlış olur.
Görülüyor ki Türkiye 1960'lara geldiğinde ve 27 Mayıs 1960 hükümet darbesi vukuu bulduğunda lâiklik konusu ülkemizde siyasî platformda tartışılan bir meseledir. İktidar-muhalefet mücadelesinin adeta değişmez bir gündem vasıtasıdır. 27 Mayısı takibeden dönemde de konunun bu mahiyeti devam etmiş, üslûp ve mahiyette önemli bir değişme olmamıştır.
İşte bu durum hepimizi düşündürmeli ve çözüm aramaya sevketmelidir. Şöyle ki, lâiklik meselesi ülkemizde öncelikle bir siyaset konusu ve siyasî çekişme, iktidar rekabeti mevzuu olagelmiştir. Sağda olan milliyetçi, muhafazakâr parti ve kadrolar hep din ve vicdan hürriyetinden yana olmuşlar ve dinî düşünce ile eğitimde serbestiyeti savunarak manevî gelişmeyi destekleyici uygulamalar yapmışlardır. Buna karşı eski CHP muhalefeti ve genellikle sol partilerle onları
This action might not be possible to undo. Are you sure you want to continue?