You are on page 1of 6

Düşünce-Analiz > Felsefe

Ahmet Özcan
http://www.haber10.com/makale/16/

aaaa"Bazen, çıkış (başlangıç) ve amaç (sonuç) sohbete dalarlar.


Amaç der ki: "Ben olmasaydım, amaçsız olurdun"
Çıkış der ki:"Bu doğru ancak bir düşün hele;
amaçsız olsa idim ne olurdu?
"Bu benim ölümüm olurdu" der amaç,
Çıkış gülümser: "Eee, yaşam böyle işte, birader."

Ödon Von Horvath

Sayın Antonio Gramsci,

1980'li yılların sanırım ortalarıydı, entellektüel bir sol çevre tarafından başlatılan
"sivil toplum" tartışmaları vesilesiyle seninle tanışmıştık. Açıkçası tam olarak ne
senin ne de "sivil toplum" kavramıyla kastedilenin anlaşıldığını
söyleyemeyeceğim. Bütün fikir ithalatı ve intihali vakalarındaki karakteristik
özelliğimiz olan "bağlamından kopuk ve maksadından bi haber" tarzda fikir
edinme kuralı, senin içinde aynen geçerli oldu. 12 Eylül darbesi koşullarında
"sivil toplumculuk", tabii devlete (orduya) kafa tutmanın ve itiraz etmenin bir
tür "meşru ve örtülü" dili olarak yaygınlaşmıştı. Ortodoks ve liberal Marksistler
arasında yöntem tartışmasına indirgenen "sivil toplum" meselesi, 1990'lı yıllar
boyunca dindar-muhafazakar kesimin hak ve özgürlük taleplerinin sembolik dili
oldu . Toplumun Devletle kavgalı her kesimi en az bir kez bu "kavram"
üzerinden konuşmayı denedi .
Sonuçta, en azından politik strateji bağlamında içeriği ve anlamı sana ait olan
"sivil toplum" kavramı, hegemonya, tarihsel blok, modern prens, organik,
bürokrat ve geleneksel aydın, pasif devrim, manevra ve mevzi savaşı gibi sana
ait akraba kavramlardan kopuk bir halde uzun süre semalarımızda asılı durdu.
Tabii ki, iyice tüketilerek, artık "demode" hale geldi.

Bay Gramsci,

Söze "sivil toplum"la girdim, çünkü İtalya ve Türkiye, her biri kendi özelinde,
bu kavramın bütün çağrışımları ekseninde "sorunlu" politik yapılara sahip.
Öncelikle askeri tarım imparatorluklarının -Batı ve Doğu Roma'nın- bakiyesi
olarak devletlerimizin kendisini sürekli yeniden üretme -süreklilik ve kopuş-
dinamiği var.Yine , Örgütlü dinlerimizin (kilise ve tarikatler) politik kertedeki
nüfuzu, yeni devlet (modern prens) yapısı ile bu nüfuz arasındaki direkt ya da
dolaylı çelişkiler ve bu görünen çelişkilerin gerisindeki özdeşliklerle "laik"
düzenlerimiz de benzeşiyor.
Ayrıca, yoksul ve köylü Güney İtalya ile zengin sanayileşmiş Kuzey İtalya
arasındaki kültürel ve siyasi fay kırıkları,- sizdeki kadar olmasa da- bizde de
Doğu ile Batı Türkiye arasında var.
Sicilyalı aydın Leonardo Scascia'nın şu tespiti bizim için de geçerli:
"Sicilya bugün çok karmaşık ve umutsuz bir durumda:Üçüncü dünya sorunları
ile kıvranan ve birinci dünya ile birlikte yaşamak zorunda olan bir bölge burası."

Aramızdaki en önemli fark, galiba zaman farkı. İtalya bazı konularda bizden 50,
bazı konularda 20 yıl ilerde.
Örneğin; 1890'lardan itibaren Kuzeyde başlayan sanayileşme ve buna paralel
olarak Güneydeki tarımın çöküşü, güneyden kuzeye ve yurt dışına göç dalgasını
başlatıyor.
Bu süreç, güneylilerin merkezde tutunma çabasının sonuçlarından biri olarak
devlet bürokrasisinin büyük ölçüde güneylilerce doldurulmasını sağlıyor. Senin
ifadenle "geri tarımın kapitalizm tarafından içerilmesi, bu eşitsiz düzenin
sürekliliğinin sağlanması yerel aydınları" gerektiriyor ve güney kökenli
bürokrat/aydın kimliği ortaya çıkıyor. Bunlar için " köylülere karşı demokrat,
mülk sahibi ve hükümet karşısında gerici, entrikacı, kokuşmuş ve hain …"
tanımlamasını yapıyorsun. Bu bürokrat aydın tipi ile birlikte, yine güneyde bir
"tutunma" -var kalma- çabasının ifadesi olan Mafyanın ortaya çıkışı var. Güney,
bu sosyolojik varlığını faşizmin kitle temeli haline gelerek de öteliyor. İtalya'nın
1887'de Habeşistan'la başlayan ( ve hep yeni sıkıntı ve bunalımlarla sonuçlanan)
sömürgecilik hevesinin 1. Dünya savaşı sonrası "Faşizm"le sonuçlanmasının
size özgü bir toplumsal tahribata neden olduğunu eklemek gerek.
Faşizm, İtalya' da Devletin dışındaki iki özerk gücün, Burjuvazi ile kilisenin ve
yine bunların hegamonya alanları olarak Kuzey ile Güneyin "Devlette" toplanma
çabasını ifade ediyor. Musollini dahil, 1919'da kurulan Faşist partinin tüm
yönetici ve kadrolarının eski sosyalistler, Anarko Sendikalistler ve
Cumhuriyetçilerden oluşması tesadüf değil. İtalya, rakip gördüğü Fransa,
İngiltere ve takip ettiği Almanya'dan sonra sömürge yarışında geri kalmanın
kolektif ezikliğini bu ironik "Faşizm" deneyimiyle gidermeye çalışıyor. "Her şey
devletin içinde hiçbir şey devletin dışında ve ona karşı değil."
Bay Gramsci, faşizmin bu formülü, kurucusu olduğun İtalya Komünist partisinin
teorisyeni olarak senin, Faşistlerce 1924'te atılıp 1937'de ölene kadar 11 yıl
kaldığın hapishanede yeni teori ve strateji arayışlarına girmene yol açıyor.. İşte
Devlet-kilise-Burjuvazi'den oluşan tarihsel blok ve bu blokun devlet dışındaki
alanlarda ideolojik olarak kurduğu hegamonya sorunu, sivil toplum ve organik
aydınlar kavramlarının içeriğini belirliyor.
Diyorsun ki, "Tarihsel blok, bir yandan üretici güçlere dayalı toplumsal yapının
(burjuvazinin) öte yanda ideolojik (kilise) ve siyasal (Devlet) bir üst yapıya
özgül eklemlenme tarzıdır. Bu iki bileşen arasındaki bağ ise, temelde iktisadi
yapıdan değil, üst yapı düzeyinde kurulur. Bu düzeyin asli unsuru aydınlardır.
Bu unsur, Burjuvazi (ya da proloteryanın) hegamonyasını toplumsal sisteme
yayma, onunla bütünleştirme, egemenliğin toplumsallaştırılması işlevini
gerçekleştirme anlamında "organik aydın" katmanıdır.
Bu tarihsel blokun üst yapı düzeyi Sivil toplum/devlet kavram çiftçi ile
çözümlenir.
Sivil toplum, doğrudan doğruya ve yalnızca iktisadi düzeyi değil, bir toplumsal
örgütlenme tarzının devletten gayrı bütün mekanizmalarını içerir. Egemen sınıf
toplumsal hegamonyasını bu mekanizmalar aracılığıyla sağlar. Aile, din, okul,
partiler, basın, radyo, bir bütün olarak ideoloji ve onu üreten aygıtlardır, sivil
toplum. Devlet/politik toplum ise egemenliğin zorlayıcı aygıtları, hükümet,
ordu, polis, hapishanelerdir. Temel sınıf bu iki alandaki güçlerini birlikte
kullanarak sürdürür. Sivil hegamonya ile devlet zorunun birleşimi, organik
bloku oluşturur… Devlet, egemenliği zor ile, sivil toplum üzerindeki
hegamonya ise "rıza" ile sağlanır."
Bay Gramsci, Sovyet modelinin moda olduğu Sosyalist Mücadele tartışmaları
ekseninde, İtalya'nın Batı Avrupa'lı karakterine ve özgüllüğüne vurgu yaparak
bu koşullarda kendi "Sosyalizme geçiş" yolunuzu çiziyorsunuz. "Sivil toplum
üzerindeki hegamonya yıkılmadıkça, Devlet ele geçirilse bile egemen sınıfın
egemenliği sona ermez" diyorsunuz. "Batı Avrupa'da devrim bu sivil toplum
üzerinde işçi sınıfı hegamonyasının kurulmasıyla oluşur. Bunun yolu
proloteryanın kendi organik aydınlarını yaratması ve kolektif bir aydın olarak
partisinin önce ideolojik savaşı kazanmasına dayalı mevzi Savaşı yürütmesinden
geçer. Kültürel ve moral düzeyde sürecek bir mücadeledir bu."
Sivil toplum alanını mevzi mevzi ele geçirmeye dayalı bu hegemonya savaşı,
tarihsel bloku çatlatmayı amaçlıyor. Bu noktada Sivil toplumun temel unsuru ve
öncelikli öznesi devreye giriyor: Katoliklik ve kilise.Bütün toplumsal alanlarda
etkili olan katoliklik analizleriniz oldukça ilginç. "katoliklik devlet aygıtından
zorla kovuldu. Devletin gücü üzerindeki tüm doğrudan etkileri kırıldı. Bunun
ardından taşraya göç etti. Katoliklik, İtalya halkının gerek maddi gerek zihni
açıdan feodal düzende yaşayan kesimlerine, bu kesimlerin küçük çaplı toplumsal
etkinliklerine, taşradaki yerel çıkarlar dünyasına yöneldi.
Katoliklik, pek çok bakımdan Yahudilik olayını andıran bir fenomeni yaşadı.
Taşınmaz mallar üzerindeki tüm hakları ellerinden alındıktan sonra Yahudiler,
Hristiyanlık dünyasındaki taşınır malların en büyük sahipleri oldular. Elde
ettikleri sınırsız mali gücü, kendilerini siyasal ve dinsel açıdan ezen din
devletlerini baskı altına almak için ve de başarıyla kullandılar. Bugün ise kamu
gücünü katoliklerin elinden alan liberallerdir. Katoliklik bu kez yöresel
ekonomik çıkarların çeşitli birimlerinde kendini gösteriyor, bu toplumsal güçler
sistemi içinde örgütleniyor ve bu güçleri zihni düzeyde baskı altına alan ve
kültür tarihi dışına süren bir devleti bu kez o baskı altına alıyor. Katoliklik
tarihte değişik bir görünümle, bu kez reform görmüş bir katoliklik olarak ortaya
çıkıyor. İnsan görünümündeki çürümüş bir et yığını olarak katoliklik, tarihsel
gelişme ve tarihsel bir dönemin aşılması bakımından, toplumsal kurumlara
egemen yasalar nelerse, o yasaları aynen izliyor. İnanan yığınlara, onları tek
başına mutlak biçimde denetleyerek egemen olan kapalı, yukardan aşağı, çok
dar bir hiyerarşi içinde somutlaşan bir katoliklik, kitlelerin ifadesini temsil eder
duruma geliyor.
Kitlelerin onayını arayan ama kitlelerin havasına göre savrulup yıkılabilen bir
yapıya sahip. Katolikliğin şansı, dünya nimetlerini vaat eden, sadece Tanrının
devletine değil, artık hiçbir zaman oraya değil, dünyadaki mutluluğa götürmek
isteyen insanların başarılarına bağlıdır… Demokratik katoliklik, kitleyi bir
alaşım kıvamına getirip, bir düzene sokuyor, hayata kavuşturuyor ve kendisi de
bundan sonra intihar ediyor." Katolikliğin serüveni ile bizim İslamcılığın
serüveni hemen hemen aynı.
Evet Bay Gramsci; Sivil toplum, hegamonya, tarihsel blok, aydınlar ve
katoliklik üzerine 1930'lu yıllardaki bu analizlerinizin açık anlamı şu galiba:
faşizm sayesinde devlette birleşen kilise ve burjuvazi (tarihsel blok ) ittifakını
kırmak ve zaten dinselliğin dogmatik vasfını kaybederek sosyal gelişmelere
uyum sağlayan kilise ve Katolikliği müttefik olarak değerlendirip karşı tarihsel
bloku oluşturmak gerekir, diyorsunuz. Sivil toplum üzerinde en etkili olan
Katolikliğin bu şekilde müttefik güç hale gelmesi ile hegemonya kurma ve
mevzi kazanma savaşı başarılı olabilir.
Bu stratejinin, İtalya Komunist Partisi için sizden çok sonra, 1960'lardan itibaren
"Tarihsel uzlaşma" formülüne dönüşüp İtalya'yı en az 20 yıl etki altına aldığını
biliyoruz. İKP lideri Berlinguer'in, 1970'lerde katolikliğin politik temsilcisi,
Hristiyan Demokrat Parti ile ittifak için ortaya attığı "Tarihsel uzlaşma" tezi,
1979'da HDP'nin bu teze yakın lideri Aldo Moro'nun kızıl tugaylar (Gladio)ca
öldürülmesine kadar, bütün Avrupa solunu ve hatta tüm Batı Avrupa Siyasal
Partilerini etkilemişti. "Ne devletçi Allahsızlık ne de din devleti" sloganıyla
gündeme gelen bu tez, 1973 Şili olayından sonra % 30'luk oy oranına sahip
İKP'nin tek başına iktidara gelmesi durumunda Allende'nin başına gelenlerin
İtalya'da da tekrar edileceği kaygısından da beslenerek gündem olmuş,ama bu
"Tarihsel uzlaşma" gerçekleşmeden sona ermişti.
İtalya, 1980 lerde solun etkisinin kırılması ve HDP'nin giderek masonik-finans
kapitalin güdümüne girmesi sonucu "Kapitalist Demokrasiyi" 'transformismo"
tarzında yeniden inşa etti. 1890'larda Crispi ve Giolitti gibi liderlerin geliştirdiği
entrika, şantaj, tasfiye, satın alma, rüşvet vb. yolları kullanarak sürekli iktidarda
kalma tarzına taktığınız isim olarak "Transformismo"nun,(bizde hemen birilerini
çağrıştırıyor!) İtalya siyasal düzeninde kalıcı bir yöntem haline geldiğini,
Berlisconi gibi bir medya tröstünün başbakan olabilmesi gerçeğine dayanarak
söylüyorum. Sonuçta, Faşizmden tarihsel bloka, oradan transformismoya uzanan
siyasal tarihinizden çıkarılacak çok ders var. O kadar ki; Biz de ,1. Dünya ile 3.
Dünya arasında durarak ,ama artık daha kısa bir mesafeden, 5-10 yıl geriden size
benzemeye başladık.Korkarım yakın bir gelecekte bizde de bir medya patronu
yada finans oligarkı başa güreşmeye heveslenecek!..
Bizim benzerliklerimiz yanında nüanslarımızda var aslında. İtalya'dakinin
aksine Türkiye de her şey daha örtük bir tarzda gerçekleşiyor. Çünkü, bizde
Devlet sizdeki kadar zayıf, burjuvazi ise sizdeki kadar güçlü değil. Din, kilise
kadar örgütlü sayılmaz. Yine Doğu-Batı ayrımı sizdeki kadar keskin değil. Biz
de bürokrat ve organik aydın tipleri tam anlamıyla kategorik özellikler
göstermiyor. Bizim Tarihsel Blok'umuz daha çok devlet Merkezli ve devletin
çeperinde yerleşmiş bürokrat-işadamı-aydın ittifakı olarak şekillenmiş durumda.
"Sivil toplum"a gelince.. Biz devletin kendini gizlediği alanlara "sivil toplum"
deriz Bay Gramsci. Devlet bizde, toplumda kendiliğinden ve heryerde yeniden
üretilen bir özellikler toplamıdır. Ama bütün halinde göründüğü tepedeki somut
varlığına 'Devlet' deriz. Bu nedenle, sivil toplum üzerinde ideolojik ve moral bir
hegamonya savaşından (mevzi savaşı) çok, doğrudan "Devleti" ele geçirme
savaşı, bizim siyasal yapımızın özünü oluşturur. O kadar ki, toplumun ya da dış
güçlerin uzantıları bir yana, bizatihi bizim devletin içindeki unsurlar dahi
birbirlerine karşı 'devleti ele geçirme'ye çalışırlar. Bu nedenle bizim en anlamlı
entellektüel/teorik çabamız, önce devleti ele geçirme şehvetini frenlemek, ele
geçirilecek iktidar tepeciklerini ve yarattığı iştahı ortadan kaldırmak olmalı
galiba. Yani devleti güç,otorite,para, temsil,makam ve statünün tek kaynağı
olmaktan çıkarmak. Bu amaçla , önce din-siyaset ve ekonominin özerk alanlar
halinde yeniden örgütlenmesi ve toplumun bu özerklikler içerisinde "sivil"
organizasyonlar üzerinden güçlenmesini sağlamak gerekiyor. Bu bağlamda,
bizim Tarihsel uzlaşmamız, devleti kuşatmış bulunan ve Batı'yla anlaşmalı
unsurların bu blok'unu yarmak ve devlet ile millet arasına yerleştirilmiş bulunan
mayınları temizlemekle sağlanabilir ancak. Uzlaşacak olan taraflar ise , sınıflar
yada segmentler değil, Devletle millet. Çünkü bizde "her şey devletin ve milletin
içinde ve hiçbir şey onların dışında yada karşısında değil" formülü geçerli.
Bunun anlamı şu; Biz imparatorluğumuzu kaybederken devletin özünde saklı
milleti keşfetmiştik. Bu saklı irade ile yeniden devlet olduk. Bir batılı olarak
bunu anlayabileceğinizi pek sanmıyorum . Ama bir güneyli yoksul köylü çocuğu
olarak belki anlamaya çalışırsınız.
Kısacası bay Gramsci, bizim gerçek 'sivil toplum'umuz sadece zor zamanlarda
açığa çıkan saklı bir cevherdir. Normal zamanlarda ise sadece devlet, yani
kontrol,otorite ve hiyerarşi vardır.Bu nedenle gerçek bir toplumsal siyasetin
tarihsel misyonu, bizim tüm saklı dinamiklerimizi normal düzenimizin moral ve
hukuki temeli haline getirmektir.Bugün ise durum maalesef tam tersi.
Bay Gramsci; son olarak, İtalyan liberallerini ti'ye alırken verdiğiniz bir örneği
anmadan geçemeyeceğim: "kartvizitine "çağdaş" diye yazdıran bir Fransız
küçük burjuvasının öyküsü anlatılır.Hiçbir şey olmadığını düşünüyonmuş bu
adam, ama bir gün tersine birşey olduğunu, bir "çağdaş" olduğunu fark etmiş."
Çok güldüm buna, inanın. Biz de bu kartvizit işi neredeyse bir sektör
durumunda. Çağdaş olmak bizde sadece hiçbir şey olmayanların değil, bir şey
olanların bile hastalığı. Bir de tarif edebilseler, belki biz bile hevesleneceğiz.
Bütün güneylilere ve hakiki "baba"lara çok selam Bay Gramsci… Unutmayın
çıkış(başlangıç) hala Doğu'ya ait… Hoşçakalın…
*Hapishane defterleri, Antonio Gramsci,Onur yay.İst. 1986
Tarihsel Uzlaşma, derleme,Yılmaz Öner,İletişim yay.İst.1984
Siyaset ve İdeoloji-Gramsci-, Birey ve Toplum yay. İst.1985

Bu makale 4833 defa okunmuştur.

You might also like