You are on page 1of 59

ÖNSÖZ

Bu çalışmada genel olarak biyomalzemelerin ve biyouyumluluğun tanımı


yapılmış olup, biyoseramik malzemeler ve çeşitleri üzerine detaylı araştırma
yapılmıştır.

Özellikle nanoteknolojinin gelişmesi ışığında nanobiyomalzemeler üzerine


yapılan çalışmalar sayesinde, gelecekte bugün akla hayal gibi gelen birçok şey
gerçekleşecektir. Özellikle ulusal güvenlik açısından mikro ve nano boyutta
izleme cihazlarının yapılması, insan vücuduna uyumlu askeri ve stratejik amaçlı
implantların üretilmesi çok büyük önem arzetmektedir. Bu teknolojinin
geliştirilmesinde, özellikle ileri teknoloji seramiklerinin ve biyoseramik olarak
kullanılan malzemelerin çok büyük etkisi olması beklenmektedir.

Bu çalışmanın yürütülmesi ve sonuçlandırılmasında çok büyük bir emek ve


katkısı bulunan Doç. Dr. Şenol YILMAZ’a teşekkür ederken, eğitim hayatım
boyunca sağladıkları maddi ve manevi destekten ötürü aileme şükranlarımı
sunarım.

1
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ.....................................................................................................................i
İÇİNDEKİLER........................................................................................................ii
BÖLÜM 1
GİRİŞ VE AMAÇ....................................................................................................1
BÖLÜM 2
BİYOMALZEMELER VE SINIFLANDIRILMASI..............................................2
2.1. BİYOUYUMLULUK...............................................................................6
2.2. BİYOMALZEMELERİN SINIFLANDIRILMASI..................................9
2.2.1. Problem Türüne Göre Sınıflandırma..................................................9
2.2.2. Doku/Organ Türüne Göre Sınıflandırma.........................................10
2.2.3. Uygulanan Vücut Sistemine Göre Sınıflandırma.............................10
2.2.4. Malzeme Cinsine Göre Sınıflandırma..............................................11
2.3. METALİK BİYOMALZEMELER.........................................................12
2.4. POLİMERİK BİYOMALZEMELER.....................................................18
BÖLÜM 3
SERAMİK BİYOMALZEMELER........................................................................21
3.1. Alümina.......................................................................................................22
3.2. Zirkonya (Zirkonyum Oksit; ZrO2)............................................................24
3.3. Karbon.........................................................................................................27
3.4. Kalsiyum Fosfat Seramikler....................................................................30
3.4.1. Hidroksiapatit...................................................................................30
3.4.1.1. Hidroksiapatitin Biyouyumluluğu................................................33
3.4.1.2. Hidroksiapatitin Üretim Yöntemleri............................................33
3.4.1.3. Hidroksiapatitin Metalik Biyomalzemeler Üzerine Kaplanması. 36
3.4.1.4. Hidroksiapatit Kaplama Teknikleri..............................................38
3.5. Cam ve Cam-Seramikler.........................................................................39
3.5.1. Cam Seramiklerin Üretim Yöntemleri.............................................42
3.5.1.1. Klasik cam-seramik üretim yöntemi............................................42
3.5.1.2. Toz yöntemleri ile cam-seramik üretimi......................................44
3.6. Biyoseramiklerin Dokularla Etkileşimi...................................................46
BÖLÜM 4

2
NANOBİYOMALZEMELER...............................................................................49
4.1. Biyomalzemeler ve Nanobiyomalzemelerin Gelişimi............................49
4.2. Biyosensörler...........................................................................................51
4.3. Biyoçipler................................................................................................52
4.4. Doku yenilenmesi....................................................................................53
4.5. Yeni Organ Gelişimi...............................................................................55
4.6. Nanorobotlar............................................................................................55
BÖLÜM 5

SONUÇ..................................................................................................................57
BÖLÜM 6

KAYNAKLAR......................................................................................................58
KAYNAKLAR

1
BÖLÜM 1

GİRİŞ VE AMAÇ

Biyomalzemeler, insan vücudundaki canlı dokuların işlevlerini yerine getirmek ya


da desteklemek amacıyla kullanılan doğal ya da sentetik malzemelerdir.

Başka bir tanımla biyomalzemeler, yaşayan sistemlerin içerisinde veya onlarla


ilişkide olan sistematik ve farmakolojik olarak reaksiyona girmeyen
malzemelerdir.

Bu çalışmadanın amacı biyomalzemelerin ve biyouyumluluğun geniş çerçevede


tanımını yaparak, biyoseramik malzemeler ve sınıflandırılması üzerine detaylı
araştırma inceleme yapmaktır.

1
BÖLÜM 2

BİYOMALZEMELER VE SINIFLANDIRILMASI

Günümüzde büyük ilerlemelerin kaydedildiği bilim dallarından biri olan


“biyomalzeme bilimi”nde, biyolojik sistemlerle etkileştiğinde uyum
sağlayabilecek yeni malzemelerin geliştirilmesi için yoğun çaba harcanmaktadır.
Biyomalzeme uygulamaları, malzeme bilimi, doku mühendisliği ve biyomedikal
alanda yapılan çalışmalara birincil derecede bağlı olup, bilim alanlarının aşağıdaki
resimde gösterildiği üzere senteziyle güçlenmiş ve başlı başına bir uzmanlık alanı
haline gelmiştir.

Şekil 2.1. Sentez bilim dalı olarak ‘Biyomalzeme Bilimi’ ve diğer bilim
dallarıyla etkileşimi [1] .

Biyomalzemeler, insan vücudundaki canlı dokuların işlevlerini yerine getirmek ya


da desteklemek amacıyla kullanılan doğal ya da sentetik malzemeler olup, sürekli
olarak veya belli aralıklarla vücut akışkanlarıyla (örneğin kan) temas ederler.
Bilimsel anlamda yeni bir alan olmasına karşın, uygulama açısından biyomalzeme
kullanımı tarihin çok eski zamanlarına kadar uzanmakta. Mısır mumyalarında
bulunan yapay göz, burun ve dişler bunun en güzel kanıtları. Altının diş

1
hekimliğinde kullanımı, 2000 yıl öncesine kadar uzanmakta. Bronz ve bakır
kemik implantlarının kullanımı, milattan önceye kadar gitmekte.

Bakır iyonunun vücudu zehirleyici etkisine karşın 19. yüzyıl ortalarına kadar daha
uygun malzeme bulunamadığından bu implantların kullanımı devam etmiştir. 19.
yüzyıl ortasından itibaren yabancı malzemelerin vücut içerisinde kullanımına
yönelik ciddi ilerlemeler kaydedilmiştir. Örneğin 1880’de fildişi protezler vücuda
yerleştirilmiştir. İlk metal protez, vitalyum alaşımından 1938’de üretilmiştir.
1960’lara kadar kullanılan bu protezler, metal korozyona uğradığında ciddi
tehlikeler yaratmıştır. 1972’de alumina ve zirkonya isimli iki seramik yapı
herhangi bir biyolojik olumsuzluk yaratmaksızın kullanılmaya başlanmış ancak
inert yapıdaki bu seramikler dokuya bağlanamadıklarından çok çabuk
zayıflamışlar. Aynı yıllarda Hench tarafından geliştirilen biyoaktif seramikler,
(örneğin biyocam ve hidroksiapatit) ile bu problem çözülmüş bulunuyor. İlk
başarılı sentetik implantlar, iskeletteki kırıkların tedavisinde kullanılan kemik
plakalarıydı. Bunu 1950’lerde kan damarlarının değişimi ve yapay kalp
vanalarının geliştirilmesi, 1960’larda da kalça protezleri izledi. Kalp ile ilgili
cihazlarda esnek yapılı sentetik bir polimer olan poliüretan kullanılırken, kalça
protezlerinde paslanmaz çelik öne geçti. Bunun yanısıra, ilk olarak 1937’de diş
hekimliğinde kullanılmaya başlanan poli(metilmetakrilat) (diş akriliği olarak da
bilinir) ve yüksek molekül ağırlıklı polietilen de kalça protezi olarak kullanıldı. II.
Dünya Savaşından sonra, paraşüt bezi (Vinyon N adıyla bilinen poliamid) damar
protezlerinde kullanıldı. 1970’lerde ilk sentetik, bozunur yapıdaki ameliyat ipliği,
poli(glikolik asit)’den üretildi. Kısacası, son 30 yılda 40’ı aşkın metal, seramik ve
polimer, vücudun 40’dan fazla değişik parçasının onarımı ve yenilenmesi için
kullanıldı. Biyomalzemeler, yalnızca implant olarak değil, ekstrakorporeal
cihazlarda (vücut dışına yerleştirilen ama vücutla etkileşim halindeki cihazlar),
çeşitli eczacilık ürünlerinde veteşhis kitlerinde de yaygın olarak kullanılmakta.
Günümüzde, yüzlerce firma tarafından çok sayıda biyomalzeme üretilmekte.
2700’ü aşkın çeşitte tıbbi cihaz, 2500 kadar farklı teşhis ürünü ve yaklaşık 39.000
civarında değişik eczacılık ürünü, bu teknolojinin en büyük pazarını oluşturuyor.
Ancak, halen biyomalzemeden kaynaklanan aşılamamış sorunlar da var. Bunların
çözümünde doku mühendisliği ve gen tedavisi alternatif yaklaşımlar sunuyorlar.
Özellikle nanoteknoloji, bilişim teknolojileri ve fabrikasyon yöntemlerindeki

2
gelişmelere paralel olarak daha mükemmel biyomalzemelerin geliştirilmesi
hedefleniyor [2].

Şekil 2.2: Biyomalzemelerin insan vücudundaki kullanım yerleri [3].

Biyomalzemeler temel olarak tıbbi uygulamalarda kullanılmalarına karşın,


biyoteknolojik alandaki kullanımları da göz ardı edilmemeli. Bunlar arasında
hücre teknolojisinde hücre ve hücresel ürün üretiminde destek malzeme olarak,
atık su arıtımında adsorban (yakalayıcı tutucu) malzeme olarak, biyosensörlerde,
biyoayırma işlemlerinde, enzim, doku, hücre gibi biyoaktif maddelerin
immobilizasyonunda (tutuklanmasında) ve biyoçiplerdeki kullanımları sayılabilir
[4] . Biyomalzemelerin tarihine bakıldığında, 1900’lü yılların başında çeliğin
önem kazandığı görülmüştür. Fakat çelikte oksidasyon olduğu için paslanmaz
çelik , kobalt,krom kullanılmaya başlanmıştır. Biyomalzemeler arasında vücutta
en uyumlu olanı altındır, çünkü asal bir elementtir. Daha sonraları, II.Dünya
savaşından sonra bulunan cam şeklinde gözüken polimetilmetakrilatın (PMMA)
vücutla tamamen uyumlu olduğu ortaya çıkmıştır. Bir diğer buluş, inorganik
yapının bulunması kemiklerde uyumlu hidroksiapatit (biyoseramik), 60’lı
yıllardan itibaren kalp kapakçıkları , 70’li yıllarda kontakt lens bulunan en önemli
malzemelerdendir. Tarihte bulunan ilk biyomalzeme de asa yani bastondur [5] .

3
Biyomalzemelerin Kullanım Alanları’na bakıldığında insan hayatını çepeçevre
kuşattığı görülmüştür. Maddeler halinde kısaca şu şekilde sıralanabilir:

1. Hastalıklı veya hasar görmüş kısımların yerine (diyaliz, protezler)


2. İyileşmeye yardımcı olmak (ameliyat ipliği(kat-küt),vidalar teller)
3. Fonksiyonelliği artırmak (lens kalp pili işitme cihazı)
4. Kozmetik problemleri düzeltmek (diş teli, deri implantasyonu, silikon)
5. Tedaviye yardımcı olmak (katater,direnaj)
6. Teşhise yardımcı olmak (biyoalgılayıcılar, endoskopi,enjektör)
7. Fonksiyon bozukluklarını düzeltmek(omuga fixatörleri)

Yine sistemde kullanılan biyomalzemeleri de;

 İskelet sistemi- protez, tel, vida


 Kas sistemi- Kas yırtıklarında kat-küt kullanılıyor.
 Sindirim sistemi- Mide ve bağırsaklardaki yırtıklar için kat-küt,endoskopi
 Dolaşım sistemi- Kalp kapakçığı,stent,yapay damar
 Solunum sistemi- Vücut sıvısıyla / gazıyla temasta olması gerekiyor
(oksijenaratör),
 Deri sistemi – Sargı bezi, yapay deri (Sargı bezi genelde polimerdir),
 Boşaltım sistemi – Sonda , diyaliz makinesi,
 Endokrin sistemi- Pankreas hücrelerinin kapsüllenmiş yapıları,
 Üreme sistemi ,

şeklinde sıralanabilmektedir [5] .

2.1.BİYOUYUMLULUK

Biyouyumluluk kısaca, malzeme ve vücut sıvılarının kimyasal etkileşimi ve bu


etkileşimin fizyolojik sonuçlarının vücuda ne kadar zarar verip vermediğidir. Bir

3
malzemenin biyouyumlu olması için bulunduğu canlıdaki fizyolojik ortam
tarafından kabul edilmesi gerekir. Bu yaklaşımlara rağmen biyouyumluluğun çok
kesin bir tanımı yoktur. Çünkü kullanılan malzemenin vücudun neresinde ve ne
amaçla kullanılacağı bu tanımı belirler. Direkt kanla temas edecek malzemeyle,
direkt kemikle temas edecek malzemenin biyouyumluluk tanımları birbirinden
çok farklıdır.

Başka bir tanımla biyomalzemeler, yaşayan sistemlerin içerisinde veya onlarla


ilişkide olan sistematik ve farmakolojik olarak reaksiyona girmeyen
malzemelerdir.

Araştırmacılar , “biyomalzeme” ve “biyouyumluluk” terimlerini, malzemelerin


biyolojik performanslarını belirtmek için kullanmışlardır. Biyouyumluluk, bir
biyomalzemenin en önemli özelligi olup, vücut ile uyuşabilirlik olarak
tanımlanabilir. Biyomalzemeler, kendilerini çevreleyen dokuların normal
degişimlerine engel olmayan ve dokuda istenmeyen tepkiler (iltihaplanma, pıhtı
oluşumu vb.) oluşturmayan malzemelerdir. Bazı araştırmacılar, biyouyumluluk
terimini biraz genişleterek, biyomalzemenin yapısal ve yüzey uyumlulugunu
ayrı ayrı tanımlamışlardır. Yüzey uyumlulugu, bir biyomalzemenin vücut
dokularına fiziksel, kimyasal ve biyolojik olarak uygun olmasıdır. Yapısal
uyumluluk ise, malzemenin vücut dokularının mekanik davranışına sagladıgı
optimum uyumdur [5].

Biyomalzemeler, insan vücudunun çok değişken koşullara sahip olan ortamında


kullanılırlar. Örneğin vücut sıvılarının pH değeri farklı dokulara göre 1 ila 9
arasında değişir. Günlük aktivitelerimiz sırasında kemiklerimiz yaklaşık 4MPa,
tendonlar ise 40-80 MPa değerinde gerilime maruz kalır. Bir kalça eklemindeki
ortalama yük, vücut ağırlığının 3 katına kadar çıkabilir, sıçrama gibi faaliyetler
sırasında ise bu değer vücut ağırlığı nın 10 katı kadar olabilir. Vücudumuzdaki bu
gerilimler ayakta durma, oturma ve koşma gibi faaliyetler sırasında sürekli
tekrarlanır. Biyomalzemelerin tüm bu zor koşullara dayanıklı olması gerekiyor.
Geçmişte gerek tahta, kauçuk gibi doğal malzemelerin, gerekse altın, cam gibi
yapay malzemelerin biyomalzeme olarak kullanımı deneme yanılma yoluyla
yapılmaktaydı. Vücudun bu malzemelere verdiği cevaplar son derece farklıydı.

2
Belirli koşullar altında, bazı malzemeler vücut tarafından kabul görürken, aynı
malzemeler, koşullar değiştiğinde vücut tarafından reddedilebilmekteydi. Son 30
yıl içinde biyomalzeme/doku etkileşimlerinin anlaşılması konusunda
önemlibilgiler elde edilmiş bulunuyor. Özellikle canlı ve cansız malzemeler
arasında çok büyük farklılıklar olduğu saptanmış durumda. Araştırmacılar,
“biyomalzeme” ve “biyouyumluluk” terimlerini, malzemelerin biyolojik
performanslarını belirtmek için kullanmışlar. Biyouyumlu olan malzemeler,
biyomalzeme olarak adlandırılmış ve biyouyumluluk; uygulama sırasında
malzemenin vücut sistemine uygun cevap verebilme yeteneği olarak tanımlanmış.
Biyouyumluluk, bir biyomalzemenin en önemli özelliği. Biyouyumlu, yani
‘vücutla uyuşabilir’ bir biyomalzeme, kendisini çevreleyen dokuların normal
değişimlerine engel olmayan ve dokuda istenmeyen tepkiler (iltihaplanma, pıhtı
oluşumu, vb) meydana getirmeyen malzemedir. Wintermantel ve Mayer bu terimi
biraz genişleterek biyomalzemenin yapısal ve yüzey uyumluluğunu ayrı ayrı
tanımlamışlar. Yüzey uyumluluğu, bir biyomalzemenin vücut dokularına fiziksel,
kimyasal ve biyolojik olarak uygun olmasıdır. Yapısal uyumluluk ise,
malzemenin vücut dokularının mekanik davranışına sağladığı optimum uyumdur.
Biyouyumluluğu yüksek olan malzemeler, bedene yerleştirilebilir cihazların
hazırlanmasında kullanılıyorlar. Ancak halen mükemmel biyouyumluluğa sahip
bir malzeme sentezi gerçekleştirilebilmiş değil. Tabloda implant cihazlarda
kullanılan çeşitli doğal ve sentetik malzemelere örnekler verilmiştir.
Biyouyumluluğu yüksek olan malzemeler, kısacası biyomalzemeler metaller,
seramikler, polimerler ve kompozit malzemeler olarak gruplandırılmakta.
Alüminyum oksit, biyoaktif cam, karbon ve hidroksiapatit (HA) biyouyumlu
seramik malzemelere örnek olarak verilebilir. Biyomalzemeolarak kullanılan
metaller ve alaşımlar ise, altın, tantal, paslanmaz çelik ve titanyum alaşımları.
Polietilen (PE), poliüretan (PU), politetraşoroetilen (PTFE), poliasetal (PA),
polimetilmetakrilat (PMMA), polietilenteraftalat (PET), silikon kauçuk (SR),
polisülfon (PS), polilaktik asit (PLA) ve poliglikolik asit (PGA) gibi çok sayıda
polimer, tıbbi uygulamalarda kullanılmakta. Her malzemenin kendine özgü
uygulama alanı mevcut. Polimerler, çok değişik bileşimlerde ve şekillerde (lif,
film, jel, boncuk, nanopartikül) hazırlanabilmeleri nedeniyle biyomalzeme olarak
geniş bir kullanım alanına sahipler.

2
Ne var ki, bazı uygulamalar için-örneğin, ortopedik alanda-mekanik dayanımları
zayıf. Ayrıca, sıvıları yapısına alarak şişebilir ya da istenmeyen zehirli ürünler
(monomerler, antioksidanlar gibi) salgılayabilirler. Daha da önemlisi,
sterilizasyon işlemleri (otoklavlama, etilen oksit, 60Co radyasyonu) polimer
özelliklerini etkileyebilir. Metaller, sağlamlıkları, şekillendirilebilir olmaları ve
yıpranmaya karşı dirençli olmaları nedeniyle biyomalzeme olarak bazı
uygulamalarda tercih ediliyorlar. Metallerin olumsuz yanlarıysa,
biyouyumluluklarının düşük olması, korozyona uğramaları, dokulara göre çok sert
olmaları, yüksek yoğunlukları ve alerjik doku reaksiyonlarına neden olabilecek
metal iyonu salımı. Seramikler, biyouyumlulukları son derece yüksek olan ve
korozyona dayanıklı malzemeler. Fakat bu avantajlarının yanısıra, kırılgan,
işlenmesi zor, düşük mekanik dayanıma sahip, esnek olmayan ve yüksek
yoğunluğa sahip malzemeler. Homojen özellik gösteren ve kullanım açısından
dezavantajlara sahip olan tüm bu malzeme gruplarına alternatif olarak da
kompozit malzemeler geliştirilmiş. Tıbbi uygulamalarda kullanılan
biyomalzemeleri; sert doku yerine kullanılacak biyomalzemeler ve yumuşak doku
yerine kullanılacak biyomalzemeler olarak iki grupta da toplamak olası. Ortopedik
ve diş implantları, genelde birinci grup kapsamına giren metal ve seramiklerden
hazırlanırken, kalp-damar sistemi ve genel plastik cerrahi malzemeleri
polimerlerden üretiliyor. Ancak, böyle bir gruplandırma her zaman geçerli değil.
Örneğin, bir kalp kapakçığı polimer, metal ve karbondan hazırlanabilir; bir kalça
protezi de metal ve polimerlerin kompozitlerinden oluşabilir [2].

2.2.BİYOMALZEMELERİN SINIFLANDIRILMASI

Genel olarak biomalzemeler, problem türüne göre, biomalzemenin kullanıldığı


doku veya organ türüne göre, kullanıldıkları vücut sistemlerine göre, malzeme
cinsine göre sınıflandırılmaları mümkündür.

2.2.1. Problem Türüne Göre Sınıflandırma

4
Tablo 2.1. Problem türüne göre sınıflandırma [6]

Problem Türü Örnek


Hastalıklı veya yaralı parçanın Yapay diz protezi
değiştirilmesi
İyileşmeye yardımı Ameliyat iplikleri, kemik plaka
ve vidaları
Fonksiyonlu iyileşme(daha iyi Kalp pili, kontakt lens
görev yapma)
Fonksiyonel anormalliği Harrington omurga çubuğu
azaltmak
Tedavi tasarımı Kateter

2.2.2. Doku/Organ Türüne Göre Sınıflandırma

Tablo 2.2. Biomalzemenin Kullanıldığı Doku veya Organ Türüne


Göre Sınıflandırma [6]

Doku/Organ Türü Örnek


Kalp Kalp pili, yapay kalp kapakçığı

Ciğer Oksijen makinası

Göz kontakt lens

1
Kemik Kemik plakası, kemik
çimentosu
Böbrek Diyaliz makinası

2.2.3. Uygulanan Vücut Sistemine Göre Sınıflandırma

Tablo 2.3. Vücut sistemine göre sınıflandırma başlıkları ve


örneklendirmeler. [6]

Vücut sistemi Örnek


İskelet sistemi Kemik plakası

Kas Sistemi Ameliyat ipliği

Dolaşım Sistemi Kalp kapakçığı


Solunum Sistemi Oksijen Makinası
Boşaltım Sistemi Kateter

2.2.4. Malzeme Cinsine Göre Sınıflandırma

Metaller( Ti, Paslanmaz çelik, Co-Cr alaşımları vb.); Yüksek mukavemetli,


yüksek tokluğa sahip, sünek, korozyona uğrayabilir, yoğunlukları yüksektir.
Örnek; Kalça/eklem protezleri, kemik plakaları, diş implantları olarak
kullanılabilir.
Polimerler( Nylon, Slikon, Teşon vb.); Rezilyans yüksek, üretimleri kolay, düşük
mukavemetli, zamanla deforme olabilir ve bozulabilirler. Örnek; Ameliyat
iplikleri, suni kan damarları, kalça yuvalarında kullanılabilirler.
Seramikler ( Al2O3, HAP, TCP, karbon esaslılar ); Biouyumlulukları yüksek, inert,
basma mukavemetleri iyi, gevrek, üretimleri zor, rezilyansları (toklukları)
düşüktür. Örnek; Diş hekimliğinde, kalça yuvalarında kullanılabilirler.
Kompozitler: Mukavemetli, şekil olarak istenilen şekil verilebilir, bileşim

1
istenildiği gibi ayarlanabilir, üretimleri zordur. Örnek; Eklem implantlarında, diş
hekimliğinde ve kalp kapakçığı yapımında kullanılabilir. [6]

Tablo 2.4. İmplant cihazlarda kullanılan doğal ve sentetik malzemeler [2] .

2.3.METALİK BİYOMALZEMELER

Kristal yapıları ve sahip oldukları güçlü metalik bağlar nedeniyle üstün mekanik
özellikler taşıyan metal ve metal alaşımlarının biyomalzeme alanındaki payı çok
büyüktür. Bir yandan ortopedik uygulamalarda eklem protezi ve kemik yenileme
malzemesi olarak kullanılırken, diğer yandan yüz ve çene cerrahisinde, örneğin
diş implantı gibi, ya da kalp-damar cerrahisinde yapay kalp parçaları, kateter,
vana, kalp kapakçığı olarak da kullanılmaktadırlar. Metallerin biyomalzeme
pazarındaki en büyük payını ise teşhis ve tedavi amaçlı aygıtların metalik
aksamları oluşturuyor. Metalik Biyomalzeme Türleri insan vücudunda
kullanılmak üzere geliştirilen ilk metal, “Sherman-Vanadyum Çeliği”.
Biyomalzeme üretiminde kullanılan, demir bakır, krom, kobalt, nikel, titanyum,

2
tantal, molibden ve vanadyum gibi çok sayıda metal, az miktarda kullanılmak
koşuluyla canlı vücuduna uygunluk gösteriyorlar. Vücut içerisinde fazla miktarda
bulunması zararlı olan bu metaller, metabolizmik faaliyetler sırasında da
oluşabiliyorlar.

Birçok pozitif özelliğine rağmen, biyouyumluluklarının düşük olması, korozyona


uğramaları, dokulara göre çok sert olmaları, yüksek yoğunlukları ve alerjik doku
reaksiyonlarına neden olabilecek metal iyonu salımı gibi dezavantajları vardır.

Şekil 2.3. Solda paslanmaz çelikten yapılmış bir kalça protezi, sağda yine
paslanmaz çeliğin implant olarak femur başında kullanımı görülmektedir [7].

Örneğin, kobaltın B12 vitamininden sentezlenmesi yada demirin hücre


fonksiyonu olarak meydana gelmesi gibi. Metallerin biyolojik ortama uygunluğu
vücut içerisinde korozyona uğramalarıyla ilgili. Korozyon, metallerin çevreleriyle
istenmeyen bir kimyasal reaksiyona girerek oksijen, hidroksit ve diğer başka
bileşikler oluşturarak bozunmasıdır. İnsan vücudundaki akışkan, su, çözünmüş
oksijen, klorür ve hidroksit gibi çeşitli iyonlar içerir. Bu nedenle, insan vücudu
biyomalzeme olarak kullanılan metaller için oldukça korozif bir ortamdır.
Malzeme, korozyon sonucunda zayıflar, daha da önemlisi korozyon ürünleri doku
içerisine girerek hücrelere zarar verirler. Soy metallerin korozyona karşı
direnciyse mükemmel. Biyomalzeme olarak kullanılan metallerin önemli olanları
aşağıda sıralanmaktadır.

Çelik: İki türü bulunur. Demir, karbon ve eser miktarda fosfor, silisyum ve
mangandan oluşan çelik, karbon çeliği olarak adlandırılır. %1‘den daha düşük

2
karbon içeriğine sahip ve diğer metaller ve ametalleri de içerecek şekilde
hazırlanan çelikse alaşım çeliğidir. Bu gruptaki çelikler, karbon çeliğine göre daha
pahalıdırlar ve işlenmeleri de daha zordur. Ancak, korozyon ve ısıl dirençleri çok
daha yüksektir. Alaşım çelikleri, alüminyum, krom, kobalt, bakır, kurşun,
mangan, molibden, nikel, fosfor, silisyum, kükürt, titanyum, tungsten ve
vanadyum içerebilirler. Alüminyum, aşınmaya karşı direnci artırırken, yüksek
miktarlarda eklenen krom, korozyon direncini ve ısıl direnci artırır. Bu tür
çelikler, “paslanmaz çelik” olarak adlandırılır. Biyomalzeme olarak yaygın
kullanılan paslanmaz çelik 316L olarak bilinir. “L”, karbon içeriğinin düşük
olduğunu belirtmek için eklenmiştir. Bu çelik, 1950’li yıllarda 316 paslanmaz
çeliğin karbon içeriği ağırlıkça %0.08’den %0.03’e düşürülerek hazırlanmıştır.
316L’nin %60-65’i demir olup, %17-19 krom ve %12-14 nikelden oluşur.
Yapısında az miktarda azot, mangan, silisyum, kükürt, fosfor ve molibden de
bulunur.

Kobalt içeren alaşımlar: Bunlar kobaltkrom alaşımlarıdır. Temel olarak kobalt-


krom-molibden alaşımı ve kobalt-nikel-krom-molibden alaşımı olmak üzere iki
tür alaşımdan söz edilir. Kobalt-krom-molibden alaşımı, uzun yıllardan beri
dişçilikte ve son zamanlarda yapay eklemlerin üretiminde kullanılmaktadır.
Kobalt-nikelkrom-molibden alaşımıysa daha yeni bir malzemedir. Fazla yük
altındaki eklemlerde (diz ve kalça gibi) ve protezlerde kullanılmakta olan bu tür
alaşımların bileşimleri, temel olarak ağırlıkça %65 kobalt ve geri kalanı kromdan
oluşmaktadır. Daha iyi tanecik elde etmek için yapıya molibden eklenmektedir
(çekirdekleyici etkisi). Kobalt içeren alaşımların elastik modülü (malzeme
sertliğini gösteren bir değer) paslanmaz çeliğinkinden daha büyüktür.

Titanyum ve titanyum içeren alaşımlar: Titanyumun biyomalzeme üretiminde


kullanımı 1930’lu yılların sonlarına doğru görülmeye başlanmıştır. Titanyum, 316
paslanmaz çelik, ve kobalt alaşımlarına göre daha hafif bir malzemedir. Titanyum,
yüksek sıcaklıklarda çok reaktif ve oksijen varlığında patlamaya hazır bir
elementtir. Bundan dolayı, yüksek sıcaklık uygulamalarında inert bir atmosfere
gerek duyulur ya da vakumda eritilir. Oksijenin bulunduğu ortamda, oksijen
metal içerisine difuze olur ve metali kırılganlaştırır.

2
Dental Amalgam: Amalgam, bileşenlerinden biri civa olan alaşıma denir. Civa,
oda sıcaklığında sıvı fazda olur ve gümüş, kalay gibi diğer metallerle reaksiyona
girebilir. Böyle bir reaksiyon sonucu, bir oyuk içine doldurulabilecek plastik bir
kütle elde edilir. Bu özelliğinden dolayı amalgam, diş dolgu maddesi olarak
kullanılır.

Altın: Altın ve altın alaşımları kararlılık, korozyon direnci ve uzun ömürlü


oluşlarından dolayı diş tedavisi açısından yararlı metaller. Altın alaşımları, saf
altına göre daha iyi mekanik özelliklere sahip olduklarından, dökme işlemine tabi
tutulurlar. Bu alaşımların %75 veya daha fazlası altın, geri kalan kısmıysa soy
metallerden oluşur. Bakır dayanımı artırır. Platin de aynı etkiyi gösterir, ancak
%4‘ten fazla eklenirse, alaşımın erime sıcaklığı artarak işlenmesi zorlaşır. Az
miktarda çinko ilavesiyle, erime sıcaklığı düşürülür. %83’ten fazla altın içeren
yumuşak alaşımlar fazla yük altında kalmayacak şekilde dolgu malzemesi olarak
kullanılır. Daha az altın içeren alaşımlarsa daha serttirler ve yüke karşı
dayanımları daha yüksektir. Bu nedenle kaplama malzemesi olarak kullanılırlar.
Nikel-titanyum alaşımları: Bu alaşımlar, ısıtıldıklarında bozulan ilk şekillerine
dönebilme özelliğine sahiptirler. Bu özellik, “şekil hafıza etkisi” olarak
adlandırılır. Şekil hafıza etkisinin gerekli olduğu bazı biyomalzeme uygulamaları;
diş köprüleri, kafatası içerisindeki damar bağlantıları, yapay kalp için kaslar ve
ortopedik protezler olarak sıralanabilir.

Şekil 2.4.Nitinol olarak da bilinen Şekil Hafıza etkisine sahip, Ni-Ti alaşımları [8]

4
Titanyum ve titanyum alaşımları :Titanyumun, biyomalzeme üretiminde
kullanımı 1930’lu yılların sonlarıdır. Fiziksel ve kimyasal açıdan üstün özellikler
gösteren titanyum, 316 paslanmaz çelik ve kobalt alaşımlarına göre daha hafif bir
malzemedir. Özgül ağırlığı=4.5 gr/cm3, Ergime sıcaklığı 1680 oC olan ve oda
sıcaklığında sıkı dizilmiş hekzagonal kafes yapısına sahip bir metaldir. Adını
Yunan mitolojisinin güçlü tanrıları Titanlardan alır. Saf metalde oksitlenmenin
ilerlemesini ve korozif kimyasal maddelerle tepkimeyi engelleyici katı bir oksit
tabakası oluşturması sonucu, titanyum korozyona karşı direnç kazanmıştır.
Titanyum implant yüzeyinde oluşan oksit tabakasının, titanium oksit (TiO2)’ye
benzediği ve metal-oksit ara yüzeyindeki oksitlerin karışımını değiştirdiği rapor
edilmiştir. Titanyumun elde edilmesi ve işlenmesi çok zor olduğundan metal
olarak kullanılması çok özel alanlarla sınırlandırılmıştır. Buna karşılık gerek
titanyum mineralleri gerekse titanyum oksitin (TiO2) geniş kullanım alanları
vardır. En önemli titanyum mineralleri; rutil , anatase ve ilmenit’tir. TiO2 (rutil ve
anatase), tetragonal sistemde kristallenir. FeTiO3 (ilmenit) ise trigonal sistemde
kristallenir.

Titanyumun avantajları:

•Uzun süreli implantasyonda (deri içine yerleştirme) en iyi biyouyumluluk.

•Enjekte edilen maddelerle birlikte, kimyasal reaksiyona girme olasılığı en azdır.

•Manyetik olmadığından, MR (Mağnetik Rezonans) için uyumludur.

•Yoğunluğu düşük olduğundan dolayı, hafif ağırlıktadır.

• Hipoalerjiktir (alerjik özelliği az).

Son yıllarda titanyum ve titanyum alaşımlarının, medikal ve dental uygulamasında


ciddi bir artış görülmektedir. Geleneksel olarak titanyum kullanımı uzay, uçak ve
deniz sanayi alanlarında yoğunlaşmıştır. Metalin, dayanıklılık ve rijit yapısı,
düşük özgül ağırlığı ve göreceli hafif oluşu, yüksek ısılara dayanıklılığı ve
korozyona karşı direnci kullanımın bu özel alanlarda yaygınlaşmasına neden
olmuştur. Son otuz yılda metalin yeni işleme yöntemlerinin gelişimine paralel
olarak biyomedikal ürünlerdeki kullanımı artmaktadır. Bugün titanyum ve
alaşımları protez eklem, cerrahi splint, damar stentler ve bağlayıcıları, dental
implant, kuron köprü ve parsiyel protez yapımında kullanılmaktadır. Metalin
mekanik özelliklerini geliştirmek için; örneğin, alüminyum, vanadyum ve demir

3
gibi metallerle alaşımı yapılır. Uluslararası ASTM , dört çeşit ticari saf titanyumu
ve Ti6AI4V, “Tİ6AI4V ekstra az boşluklu” ve TiAlNb olmak üzere, üç titanyum
alaşımını standart olarak tanımlamaktadır.Titanyum çok reaktif bir metal olup,
korozyona karşı yüksek direncini, hızla oluşan bu koruyucu oksit tabakasına
borçludur.

Yüksek reaksiyona meyilli olma özelliği aynı zamanda titanyumun arzu edilen
birçok özelliğinin oluşumuna neden olmaktadır. Neredeyse anında oksit olarak,
metal yüzeyinde yaklaşık 10 nanometre kalınlığında dirençli ve stabil oksit
katmanı oluşur. Bu oksit katmanı kıymetli metallerde olduğu gibi yüksek
biyouyumlu bir yüzey ve korozyona karşın direnç özelliği sağlar. Ayrıca bu oksit
katmanı porselene kaynaşma, polimere yapışma ve implantlarda plazma
püskürtme veya çekirdek apatit ile kaplama yöntemlerine katkıda bulunmaktadır.
Titanyum uzun süreden beri kemik içi implantı olarak kullanılmaktadır. Kemik içi
implantlar çubuk, post ve blade şeklinde saf veya alaşımlı titanyumdan
yapılmaktadır. İmplant yüzeyindeki oksit tabakasının inert etkisi, fizyolojik sıvı,
protein, sert ve yumuşak dokunun metal yüzeyini kavramasını sağlar. Canlı doku
ve implantın statik ve fonksiyonel olarak bu birleşme işlemine, osteointegration
denilmektedir. Kemik ile titanyum yüzey arasındaki bağı tanımlamak için
“osteointegration” terimini ilk kez ortaya koymuştur.

“Bio-integration”, biyoaktif bir yüzeyde kemik gelişimini tetiklemek ki, kemik ile
implant arasındaki bağı direk etkiler. Biyoaktivite lişi doku arasına girmeksizin
bir malzemenin canlı dokuya bağlanma özelliğidir. Kemikle bağlanması iyi olan
ve doku tarafından kabul edilirliği yüksek olan titanyum, yerleştirildikten sonra
vücudun bir parçası haline gelir. Bu da implanta maksimum dayanım
sağlamaktadır [9].

Diğer Metaller: Tantal, mekanik dayanımın zayıflığından ve yüksek


yoğunluğundan dolayı yaygın kullanıma sahip olmayan bir madde. En önemli
uygulaması, plastik cerrahisinde ameliyat ipliği olarak kullanımı. Platin ve
gruptaki soy metaller yüksek korozyon direncine sahipler, fakat mekanik
özellikleri zayıf. Bu metaller, kalpte atınımların başlamasını uyaran otonom
merkezde elektrot olarak kullanılırlar [7] .

4
2.4.POLİMERİK BİYOMALZEMELER

Polimer, küçük, tekrarlanabilir birimlerin oluşturduğu uzun zincirli moleküllere


denir. Tekrarlanan birimler, “mer”olarak adlandırılır. Senteze başlarken kullanılan
küçük molekül ağırlıklı birimlere ise “monomer” adı verilir. Polimerizasyon
sırasında, monomerler doygun hale gelerek (zincir polimerizasyonu) veya küçük
moleküllerin yapıdan ayrılmasıyla (H2O veya HCl) değişir ve “mer” halinde
zincire katılırlar. Polimerlerin özellikleri, yapı taşları olan monomerlerden büyük
farklılık gösterir. Bu nedenle, uygulama alanına yönelik olarak uygun
biyomalzeme seçimi, biyotıp mühendisi tarafından dikkatlice yapılmalı. Nişasta,
selüloz, doğal kauçuk ve DNA (genetik materyal), doğal polimerler grubuna
girerler. Günümüzde çok sayıda sentetik polimer de bulunur.

Genellikle monomerler, karbon ve hidrojen atomlarından oluşurlar ve bu durumda


polimer yapısı uzun hidrokarbon zincirine sahiptir. Bu tür monomerlerin en basiti
“etilen” dir (H2C=CH2) ve oluşturduğu polimer de “polietilen” olarak
adlandırılır. Çok sayıda etilen molekülü yapılarındaki çift bağın açılması sonucu,
kovalent bağlarla bağlanarak polietilen zincirini oluştururlar. Genellikle “polimer”
denildiğinde akla gelen, bu hidrokarbon zincirine sahip “organik polimerler”dir.
Ancak, hidrojen ve karbon atomlarından başka atomlardan meydana gelen
polimerler de vardır. Örneğin, silisyum (Si), azot (N), ya da fosfor (P)
atomlarından oluşan polimer zincirleri de olur ve bu tür polimerler “inorganik
polimerler” olarak adlandırılır. Polimer zincirleri, doğrusal yapıda, yani düz bir
çizgi halinde olabileceği gibi, “dallanmış” yapıda da olabilirler. Bu yapılar,

5
polimer anazincirine diğer zincirlerin yan dal olarak bağlanmasıyla oluşurlar. Bu
yan dallar başka bir ana zincirle bağlandığındaysa, “çapraz bağlı” polimerler
oluşur. Dallanma, polimerlerin uygun çözücülerdeki çözünürlüğünü zorlaştırır,
çapraz-bağlı yapılarsa çözünmeyip, sadece yapılarına çözücüyü alarak şişerler.
PMMA (polimetil metakrilat), hidrofobik, doğrusal yapıda bir zincir polimeridir.
Oda sıcaklığında camsı halde bulunur. Lucite ve Plexiglas ticari isimleriyle
tanınır. Işık geçirgenliği, sertliği ve kararlılığı nedeniyle göziçi lensler ve sert
kontakt lenslerde kullanımı yaygın. Yumuşak kontakt lenslerse, aynı ailenin bir
başka polimerinden hazırlanırlar. Çapraz bağlanma, sulu ortamda polimerin
çözünmesini engeller ve bu durumdaki polimer “şişmiş hidrojel” olarak
adlandırılır.

Tıbbi uygulamalarda yüksek-yoğunluklu polietilen (PE) kullanılır. Çünkü,


alçakyoğunluklu PE sterilizasyon sıcaklığına dayanamaz. PE, tüp formundaki
uygulamalarda ve kateterlerde, çok yüksek molekül ağırlıklı olanıysa yapay kalça
protezlerinde kullanılır. Malzemenin sertliği iyidir, yağlara dirençlidir ve ucuzdur.
Polipropilen (PP), PE’e benzer, ancak daha sert olur. Kimyasal direnci yüksek ve
çekme dayanımı iyidir. PE’nin yer aldığı uygulamalarda PP de kullanılabilir.

Hidrojeller, Suda şişebilen, çapraz-bağlı polimerik yapılara denir. Bir ya da daha


çok sayıda monomerin polimerizasyon reaksiyonu ile hazırlanırlar. Ana zincirler
arasında hidrojen bağları veya van der Waals etkileşimleri gibi bağlanmalar
mevcuttur. Bu nedenle çözünmezdirler. Hidrojeller, tıbbi uygulamalar açısından
sahip oldukları üstün özellikler nedeniyle son 30 yıldır ilgi odağı durumundalar.
Tıbbi uygulamalarda en yaygın olarak kullanılan hidrojel, çapraz-bağlı PHEMA.
Sahip olduğu su içeriği nedeniyle, doğal dokulara büyük bir benzerlik gösterir.
Normal biyolojik reaksiyonlarda inert’tir. Bozunmaya dirençlidir, vücut
tarafından emilmez, ısıyla steril edilebilir, çok değişik şekil ve formlarda
hazırlanabilir. Hidrojellerin ilk uygulaması, kontakt lensler olarak ortaya çıkar.
Mekanik kararlılıklarının iyi oluşu, yüksek oksijen geçirgenliği ve uygun kırınım
indisine sahip oluşları, kontakt lenslerde kullanılmalarının temel
nedeni.Hidrojellerin diğer uygulamaları; yapay tendon materyalleri, yara-
iyileşmesinde biyoyapışkan madde, yapay böbrek zarları, yapay deri, estetik
cerrahide malzeme olarak kullanımları şeklinde sıralanabilir. Son yıllardaki en

2
önemli uygulamalardan biriyse eczacılık alanında, kontrollu ilaç salan
sistemlerdeki kullanımlar. Örnek olarak insülin salımı verilebilir. ‹nsülin salımının
kontrolu, glikoz seviyesinde artma olduğunda daha fazla insülin salabilen akıllı
hidrojellerin yardımıyla başarılabilmekte. Pek çok glikoz-cevaplı hidrojel sistemi,
pH’ya-duyarlı polimerlerden (HEMA-dimetilaminoetil metakrilat kopolimeri)
hazırlanmakta. Hidrojellerin ileri uygulamalarından biri de yapay kasların
geliştirilmesi. Elektrokimyasal uyarıları mekanik işe çeviren akıllı hidrojeller,
insan kas dokusu işlevi görebilir. Bu özellikten yararlanarak yapay kaslar
yapılmakta. Fizikokimyasal uyarılara karşı tersinir büzülme ve genişleme
kabiliyeti olan polimerik jeller, ileri robotiklerin geliştirilmesinde gerekli.
Biyoteknolojik uygulamalarda da, özellikle biyoaktif proteinlerin ayrılmasında
hidrojellerden faydalanılmaktadır. [7]

3
BÖLÜM 3

SERAMİK BİYOMALZEMELER

Vücudun zarar gören veya işlevini yitiren organlarının onarımı, yeniden


yapılandırılması veya yerini alması amacıyla özel olarak tasarlanan seramiklere
denir.Biyoinert malzemelerin doku ile etkileşimleri mekanik bağ
şeklindedir.Mekanik bağ biyoinert malzemenin dokuyu değiştirmeden doku ile bir
arada bulunması anlamına gelmektedir. Biyoaktif malzemeler kemikle ya da canlı
organizmanın yumuşak dokusu ile kimyasal bağ yaparak etkileşirler.

Biyobozunur malzemeler ise biyolojik olarak bozunarak zamanla doku ile yer
değiştirir. Pyrolytic carbon: grafit levhalarının kovalent bağla bağlandığı grafite
benzer bir malzemedir. Biodegradable : bakteri yada diğer yaşayan organizmalar
tarafından parçalanabilme yeteneği olarak tanımlanmaktadır.Bir biyoseramik
malzemenin sahip olması gereken özellikler şu şekildedir;

-Toksik olmamalı,
-Alerjik olmamalı,
-Kanserojen içermemeli,
-Alev alabilen bir yapıda olmamalı,
-Biyouyumlu olmalı,
-Vücutta uzun ömürlü olmalı ve biyofonksiyonel olmalı [10].

Biyoseramikler arasında sıklıkla kullanılan malzemeler şunlardır;

• Alümina

5
• Zirkonya
• Pyrolytic Carbon
• Kalsiyum fosfatlar
– TetracalciumPhosphate (Ca4P2O9)
– Amorphous calciumPhosphate
– alpha-TricalciumPhosphate (Ca3(PO4)2)
– beta-TricalciumPhosphate (Ca3(PO4)2)
– Hydroxyapatite (Ca10(PO4)6(OH)2)
• Cam Seramikler

3.1. Alümina

• Alümina (alüminyum oksit; Al2O3) çok


• sert bir malzemedir.
• Termal ve kimyasal olarak kararlıdır.
• Kristalin alümina birçok seramiğe
• nazaran dayanımı çok daha iyidir.
• Ancak kırılgandır.
• Ana Kaynağı : boksit, diaspor ve doğal korundum
• a-alumina (kalsine alumina):alümina trihidratın kalsinasyonuyla elde
edilir.

İmplant Kullanımı:

• Saşık özelliği (ASTM); 99.5% saf alumina,


• 0.1% ‘den daha az SiO2 ve alkali oksitler (çoğunlukla Na2O)
• Rombohedral kristal yapı (a : 4.758 Å, c : 12.991 Å)

Tablo 3.1. Kalsine edilmiş Alumina’nın Kimyasal Kompozisyonu [6].

1
Mekanik Özellikler

• Sertlik Moh’s hardness 9


• 2000 kg/mm2(19.6 GPa) to 3000 kg/mm2 (29.4 GPa)
• aşındırıcı olarak kullan ılır
• Yüksek sertlik, düşük sürtünme ve aşınmayla birleşir

Alumina Toz ve Bağlayıcı

• bağlayıcı: PVA : 1~5 wt%


• çözücü : aseton, alkol, benzen
• 1500~1900℃
• daha yoğun sinter alümina için : ilave MgO (<0.25 wt%), sıcak
• presleme
• Polikristalin alüminanın mukavemeti, gözeneklilik ve tane boyutuna
bağlıdır. Hall Petch kanununa uygun olarak, ne kadar küçük taneli ve
gözenekliyse o kadar yüksek mukavemet gösterir.

Tek kristal alumina eldesi için 2 başlıca yöntem vardır.


 Same fusion metod (Verneuil Process):Bir kristal tanesi üzerine, elektrik
ark veya oksihidrojen alevinden yavaşca süzülen son derece ince alümina
tozları beslenir. Bu metodla 10 cm çapına kadar büyüme yapılabilir

 Drawing method (Czochralski Process): Ergitilmiş alumina bir pota


içerisinden kendi ekseni etrafında dönen bir merdane tarafından belli bir

1
hızda döndürülerek kristalin çekirdeklenmesine izin vermeyecek şekilde
çekilir.

Şekil 3.1. Tek kristal alumina eldesi

Saf alümina 1900ºC’ a kadar yüksek derecelerde sinterlenebilirken alkali (sodyum


veya potasyum) oksit gibi katkılar ilave edildikten sonra daha düşük sıcaklıklarda
sinterlenebilmesi mümkün olabilmektedir. Bunun yanında kimyasal ve fiziksel
özellikleri bu katkı maddelerinin (miktarına da bağlı olarak) ilavesiyle
değişmektedir. İri tane yapısına sahip polikristalin alfa- Al2O3’ün 1600-1700 ºC
sıcaklıkta sinterlenmesi sonucu elde edilen alümina kalça protezlerinde ve diş
implantlarında yaygın şekilde kullanılmaktadır.

3.2. Zirkonya (Zirkonyum Oksit; ZrO2)

Saf zirkonya, zirkon olarak bilinen ZrSiO4’ün kimyasal dönüşümüyle elde edilir.
Zirkonya’nın ergime sıcaklığı çok yüksektir (2953 0K). Saf halde, yüksek
sıcaklıklarda faz değişikliği esnasında büyük bir hacim değişikliğine uğrar. Bu
nedenle Yitriyum oksit gibi (Y203) dopant oksitler yüksek sıcaklıklarda kubik fazı
kararlı kılmak için kullanılır.

2
Şekil 3.2. Zirkonya’nın femur başı olarak adlandırılan kalça kemiğinde kullanımı
[6].

Yüksek yoğunluklu zirkonya Hentrich tarafından Rehasus maymununda kemik


yerine 350 günlük bir süreçle denenmiş ve mükemmel bir biyouyumluluk
göstererek, vücuda karşı tamamen reaktif olmayan bir şekilde davranmıştır.

Murakami ve Ohtsuki’nin çalışmalarına göre ise, Zirkonya, ultra yüksek ağırlıklı


polietilen ile birlikte kullanıldığında, mükemmel aşınma direnci, sürtünme
davranışı ve biyouyumluluk göstermektedir [10].

Zirkonya’nın kimyasal ve boyutsal kararlılığı,yüksek dayanımı, elastikliği,


mekanik özellikleri açısından paslanmaz çeliğe yakın bir konumda iken, sertlik ve
aşınma dayanımı açısından daha iyi bir performansa sahiptir.

• Zirkonya da, alümina gibi bulunduğu fiziksel ortamda inert etki gösterir.
• Yüksek çatlama ve bükülme direncine sahip olduğu için uyluk kemiği
protezlerinde kullanılmaktadır.

Tablo 3.2. Alümina ve Kararlılaştırılmış Zirkonya’ya ait fiziksel özellikler[10].

2
Property Alümina Zirkonya
Elastik Modülü(Gpa) 380 190
Eğme >0.4 1.0
Mukavemeti(Gpa)
Sertlik, (Mohs) 9 6.5
Yoğunluk(g/cm3) 3.8-3.9 5.95

Tane boyutu (μm) 4.0 0.6

Zirkonya’nın biyoseramik olarak kullanılmasında çoğunlukla karşılaşılan


problemler;

• Fizyolojik sıvılarla teması nedeniyle korozyona uğrar ve zamanla gerilme


direncinde azalmalar görülür,
• Kaplama özelliği zayıftır,

Zirkonya da, alümina gibi bulunduğu fiziksel ortam üzerinde inert etki gösterir.
Çok daha yüksek çatlama ve bükülme direncine sahip olan zirkonya, uyluk
kemiği protezlerinde başarıyla kullanılmaktadır. Ancak uygulamalarında üç
önemli problemle karşılaşılmaktadır; Fizyolojik sıvılar nedeniyle zamanla gerilme
direncinin azalması, kaplama özelliklerinin zayıf oluşu ve potansiyel radyoaktif
malzemeler içermesi. Zirkonya içerisinde yarılanma ömrü çok uzun olan
radyoaktif elementler bulunur (uranyum, toryum, vb). Bu elementleri yapıdan

2
ayırmak çok zor ve pahalı işlemler gerektirir. Radyoaktivite alfa ve gama
etkileşimi olarak ortaya çıkar ve alfa parçacıkları, yüksek iyonlaştırma
kapasitesine sahip olduklarından, yumuşak ve sert doku hücrelerini tahrip etme
olasılığına sahiptir. Radyoaktivite düzeyi düşük olduğunda da bu etkinin uzun
süreli sonuçlarının incelenmesi gerekmektedir.

3.3. Karbon

Karbon birçok farklı kristal yapıda üretilebilirler, kristalin elmas, grafit, kristalin
olmayan camsı karbon ve quasikristaline yapıya sahip pirolitik karbon. Bunlar
arasında yalnızca pirolitik karbon implant üretiminde sıklıkla kullanılır. Bununla
birlikte yüzey kaplamada da kullanılmaktadır. Ayrıca yüzey modifikasyonu
amacıyla kaplamalar, elmas kaplama şeklinde de yapılmaktadır. Malzeme
yüzeylerinin elmas ile kaplanması, medikal cihaz üretiminde bir dönüm noktası
olma potansiyeline rağmen, henüz ticari olarak yaygınlaşmamıştır.

Şekil 3.3.
Zayıf kristalize karbon gösterimi. a) tek tabaka düzlem, b)kristalin paralel
tabakaları c)dağınık karbon d)agrega kristalinler [11] .

2
Şekil 3.4. Alaşımlandırılmamış LTI Pirolitik karbona ait Kırılma Gerilimi/
Yoğunluk grafiği [12].

Üstte ve alttaki şekilde belirtildiği üzere karbonun, özellikle de pirolitik karbonun


mekanik özellikleri büyük ölçüde yoğunluğuna bağlıdır. Mekanik özelliklerdeki
artış doğrudan yoğunluğun artışına bağlı olarak meydana gelmektedir. Ki bu
göstermektedir ki, malzemedeki agrega kristalinlerin yoğunluğu pirolitik
karbonun özelliklerine doğru orantılı olarak etki etmektedir. Grafit ve camsı
karbonun mekanik özellikleri pirolitik karbonun mekanik özelliklerine oranla çok
daha düşüktür. Bununla beraber tüm karbonlar için ortalama elastik modül
neredeyse aynıdır.

Tablo 3.3. Çeşitli karbon tiplerinin özellikleri [10]

1
Şekil 3.5: Alaşımlandırılmamış LTI Pirolitik karbona ait Elastik Modül/Yoğunluk
grafiği [11].

Karbon esaslı malzemeler dayanımları açısından sert doku implant malzemeleri


olarak kullanılabilirler.Canlı doku ile kimyasal bağ oluşturamadıkları için
tamamen inert kabul edilmemektedirler.

Şekil 3.6. Grafite ait kristal yapı [13].

Son zamanlarda, karbon elyafıyla güçlendirilmiş kompozit karbon malzemeler


implant yapımında kullanılması düşünülmektedir. Ancak karbon-karbon
kompozitler, yüksek derecede anizotropik olup, % 35-38 oranında porozite
içerdiklerinde yoğunlukları 1.4-1 .45 g/cm3 aralığında olmaktadır. Karbon,

1
dokuyla mükemmel bir uyuma sahiptir. Pirolitik karbon kaplanmış cihazların kan
duyarlılık testleri, kalp kanallarında ve kan damarlarında geniş bir kullanıma sahip
olabileceğini göstermiştir.

3.4.Kalsiyum Fosfat Seramikler

Sentetik kalsiyum fosfatlar, kemik içerisinde bulunan mineralle yapı ve


kompozisyon açısından çok benzerdir. Kalsiyum ve fosfat atomlarının çoklu
oksitleri şeklindeki yapılardır. Hidroksiapatit (HA:Ca10(PO4)6(OH)2),
Trikalsiyum fosfat (Ca3(PO4)2) ve Oktakalsiyum fosfat (CaH(PO4)3.2OH) bu
yapılara örnek verilebilir. Kalsiyum fosfat bazlı biyoseramikler tıpta, dişçilikte 20
yıldan beri kullanılmaktadır. Bu malzemeler, ortopedik kaplamalar ve diş
implantlarında, yüz kemiklerinde, kulak kemiklerinde, kalça ve diz protezlerinde
‘kemik tozu’ olarak kullanılmaktadır. Kalsiyum seramiklerin
sinterlenmesi,genellikle 1000-1500ºC’ de gerçekleşir ve bunu istenilen
geometride sıkıştırılması izler. Tüm kalsiyum fosfat seramikleri, değişen hızlarda
biyolojik olarak bozunurlar.

3.4.1. Hidroksiapatit

Biyoseramiklerden biri olan ve klinikte en çok kullanılan; Hidroksiapatit [HA:Ca5


(PO4)3 (OH)], kemik, diş ve diş minesi dokusunun inorganik yapısını oluşturan
kalsiyum fosfat esaslı bir seramik olup, biyouyumluluğu nedeniyle yapay kemik
olarak çeşitli protezlerin yapımında, çatlak ve kırık kemiklerin onarımında ve
metalik biyomalzemelerin kaplanmasında kulanılmaktadır. %100 saf, kristalin
hidroksiapatitin diğer kalsiyum fosfatlı bileşiklere göre en az çözünürlüğe sahip,
en fazla kararlı olan ve en yüksek dayanıma sahip olduğu belirlenmiştir. Vücut
içinde kalsiyum fosfatlar içerisinde en karalı olanıdır. (37 °C,pH >4.2)

2
Şekil 3.7. Hidroksiapatit minerali [14].

Hidroksiapatit kaplamaların yaygınlaşması, kaplama teknikleri açısından önem


arz ettiği gibi Biyomimetik uygulamaların günlük hayata entegre olması açısından
da önemlidir. Biyomimetik (Doğadan ilham alan teknoloji) sözkonusu olduğunda
biyomalzemeler de ilk sıralarda anılması gereken kavramlardan birisidir.
Biyomalzemeler, insan vücudundaki organ ya da dokuların işlevlerini yerine
getirmek veya desteklemek amacıyla kullanılan malzemeler olup, metaller,
seramikler, polimerler ve kompozitler olmak üzere 4 ana gruba ayrılırlar.
Biyomalzemelerde en önemli özellik biyouyumluluk (vücuta uyuşabilirlik) olup,
kendisini çevreleyen dokuların normal değişimlerine engel olmayan ve dokuda
istenmeyen tepkiler (iltihaplanma, pıhtı vb.) oluşturmayan malzemelerdir.

Tablo 3.4. Hidroksiapatit’in Mekanik Özellikleri

Diğer kalsiyum fosfatların (özellikle trikalsiyumfosfat) gerek yalnız gerek


kaplama malzeme olarak kullanıldığı durumlarda hücre içi ve hücre dışı sıvısının
asidik etkisiyle zamanla çözünebildiği görülmüştür.HAp implant uygulamalarda,
kemik oluşturan hücreler (osteoblast) hidroksiapatit yüzey üzerine yapışmakta ve
bunu takip eden kollojen ve kemik mineralleri direk olarak yüzeyde
büyümektedir.Bu malzemenin dayanımı düşük olduğundan dolayı yük taşıyan
implant/protez uygulamalarında metal implantların üzerine kaplama malzemesi
olarak kullanılmaktadırlar. Ayrıca fazla dayanım gerektirmeyen kemik dolgu

2
malzemesi uygulamalarında da oldukça yaygın şekilde
kullanılmaktadırlar.Hidroksiapatit biyoseramiklerin bir diğer kullanım alanı ise
oküler implant uygulamasıdır. Biyouygunluk ve toksik olmama gibi özellikler,
hidroksiapatiti oküler implant uygulaması için ideal bir biyomalzeme
yapmaktadır.

Şekil
3 .8.
Sağda,Kulak implantı olarak kullanılan hidroksiapatit vidalar[15], Solda,
hidroksiapatit kaplı bir çelik implant malzeme görülmektedir [16].

3.4.1.1.Hidroksiapatitin Biyouyumluluğu

HA’nın en önemli özellikleri arasında mükemmel biyolojik uyumluluğu önde


gelir. HA, sert dokularla direk kimyasal bağ kurar. HA partiküllerinin yada
gözenekli blokların kemiğe yerleştirilmesinde; yeni doku, 4–8 haftada şekillenir.
HA gözenekli yapısı; hücrelerin, gözeneklerin içine doğru büyümesinden dolayı,
dokuların implante nüfuz etmesini sağlar.

Ayrıca HA'nın yapısındaki gözenekler, bir kanallar sistemi gibi davranıp, kemik
yapıya kanın ve diğer önemli vücut sıvılarının ulaşmasını sağlar. HA’nın emilimi
yılda % 5-10 hızıyla gerçekleşir. Yapılan deneylerde HA implantların, öncelikle
fibrovasküler doku ile kaplandığı ve zamanla bu dokudaki olgun lamellerin,
kemiğe dönüştüğü tespit edilmiştir. HA’nın osteokonduktif özellikleri de
implantların kemiğe sıkı yapışmasına ortam ve olanak sağlar. Ayrıca HA’nın
lokal büyüme faktörlerine,özellikle kemik proteinleri-ne karşı kuvvetli kimyasal

2
bağlanma eğilimi olduğu saptanmıştır. HA non-toksik (zehir etkisi olmayan)
özelliklere sahip olması sayesinde meydana gelebilecek vücut reaksiyonları da
minimumdur.

3.4.1.2.Hidroksiapatitin Üretim Yöntemleri

HA ilk kez (Hayek, 1963) tarafından kimyasal çöktürme yöntemi kullanılarak


sentezlenmiş olup, daha sonra, su-bazlı kalsiyum ve fosfat tuzları içeren
çözeltilerden kimyasal çöktürme veya asit-baz titrasyonu gibi yöntemlerle elde
edilebilmektedir. Üretim yöntemi, biyoseramiğin sert doku değişimi ya da doku
ve protezlerin birleştirilmesinde kullanılacak olmasına göre farklılık gösterir. Sert
doku yer değişimlerinde, çevre dokuların protezlere nüfuzu ve tutturulması için
belirli oranda gözenekli olması istense de, gerekli olan en önemli özellik
mukavemettir. Fakat protezin mukavemetinin, çevre kemik dokusunun
mukavemetin-den çok fazla olması, gerilme yığılması (stress shielding) denilen
probleme neden olur. Biyoseramik malzemelerin mukavemeti, tamamen
yoğunluğuyla doğru orantılıdır. Eğer bir biyoseramiğin mukavemetinin artması
isteniyorsa, yoğunluk arttırıcı işlemlerden geçirilmelidir. Doku ve implant
birleşimlerinde; gözeneklilik, dokunun gelişimi
ve biyoseramiğin implant ile birleşmesi açısından önemlidir. Gözenekli
malzemeler, yüksek alan/hacim oranına sahiptirler. Bu da biouygunluğu sağlar.
(Taş, 1998) ve (Oktar, 2002) gözenekli kalsiyum fosfat seramiklerin üretilmesi
üzerine çeşitli çalışmalar yapmıştır. Gözenekli seramik implantların en
büyük avantajı; kemik, seramik malzemenin gözenekleri içerisinde büyüdüğünde,
oluşan ara yüzeyin mekanik açıdan yüksek kararlılığa sahip olmasıdır. Gözenekli
implantlar, kemik oluşumu için yapı iskelesi olarak da kullanılırlar. Mercanların
mikro yapısı, kontrollü gözenek büyüklüğüne sahip seramiklerin oluşturulması
açısından en ideal malzeme olmaktadır. Gözenekli malzemeler, her zaman için
yığın formlarında daha zayıftır ve artan gözenekliliğe bağlı olarak, malzemenin
dayanımı daha da azalmaktadır. Gözenekler dokuların iç büyümesine de izin
verirler. Dolayısıyla protezin desteklenme ve korunması sağlanır. Ayrıca,
gözenekler bir kanal sistemi gibi davranarak, kemik içerisine kan ve diğer vücut
sıvılarının ulaşımını sağlarlar. Fakat gözenekliliğin fazla olması mukavemeti

2
düşürdüğünden optimum bir oran kullanılmalıdır. Gözenekli biyoseramik
üretiminde yaygın olarak, katılaştırıcılı birleştirme ve damlatmalı
döküm olmak üzere iki yöntem kullanılmaktadır. Doku birleştirmelerinde sık
kullanılan bu yöntemlerin dışında, polimerik sünger metodu, köpük metodu,
organik katık ekleme, jel ve kayma döküm, direkt konsolidasyon ve hidroliz
yardımlı katılaştırma gibi yöntemlerde kullanılmaktadır. (Taş, 1998–2000),
Kalsiyum HA'yı, nano-boyutlarda yüksek kimyasal homojenlik ve saşıkta seramik
tozlar olarak, kalsiyum nitrat ve di-amonyum hidrojen fosfat tuzlarının, özgün bir
kompozisyona sahip “Sentetik Vücut Sıvısı (SVS)” çözeltilerinde uygun
oranlarda çözülmesi ile başlanarak, insan vücudu sıcaklığı olan 37°C’de ve yine
insan vücudu pH değeri olan 7.4’te, biyomimetik koşullarda yürütülen özgün bir
kimyasal sentez yöntemi ile elde etmiştir. (Weng, 1997) HA üretmek için bir
ethylene glycol çözeltisi (Ca(OAC)2.xH2O) ve bir butanol çözeltisi (P205)
kullanmıştır. İşlem sırasında kullanılan, asetik asit (HOAC) ve amonyum nitrat
(NH4N03), dengeleyici ve oksitleyici olarak görev yapmıştır. Bu yöntem ile elde
edilen HA'yı, kaplamaların hazırlanması uygulamasında potansiyel olarak
tanımlamaktadır. (Taş, 2001) HA seramiklerinin elyaşar ile güçlendirilmesi
sonucunda kırılma tokluklarının artırılması için; HA elyaşarını, ergitilmiş tuz
sentezi (ETS) yöntemini kullanarak ilk kez üretmiştir [17].

Şekil 3.9.
Hidroksiapatit
oküler implant uygulanması

2
Şekil 3.10. Ti6Al4V implant Yüzeyine HA Kaplama

3.4.1.3.Hidroksiapatitin Metalik Biyomalzemeler Üzerine Kaplanması

Kalça eklem protezlerindeki gibi metal implantlar üzerine kaplama, HA'nın en


önemli uygulamalarından biridir. PMMA’nın kullanımında oluşan
komplikasyondan kaçınmak için bir fiksasyon (sabitleme) aracı olarak femur
(büyük bacak kemiği) protezlerinde ve kapsüllerinde geniş bir şekilde
kullanılmaktadır (Willert, 1990). Bir araştırmada; 8 yıllık takip sonucunda 324
implantta %3’lük bir femoral gözden geçirme rapor edilmiştir (Capello, 1998).
Benzer sonuçlar (Geesink, 1997) tarafından rapor edilmiştir (118 kalça protezi 8
yıl takip edilmiş ve %98’lik bir başarı elde edilmiştir). Bu çalışmalarda, implant
üzerinde kemik iç büyümesinin arttığı sonucuna varılmıştır. Kaplamadan iyi bir
sonuç almak için, kaplama kalınlığı, malzemenin kimyasal kompozisyonu ve
metalin yüzey pürüzlülüğü anahtar faktördür (Hamadouche, 2000). Metal
yüzeyine HA kaplama uygulaması; kimyasal bağlanma yolu ile
kemik/implant sabitlemesi elde etmek için metalik malzemelerin mekanik
özellikleri ile HA’nın yüksek biyouygunluğu ve biyoaktişiğini birleştirmektir
(Ward, 1996). Metalik biyomalzemelerin HA ile kaplanmasında, ince bir HA
tabakası biyoaktivite sağlar. Metallerin biyoaktivitesini artırmak için yapılan bir
çok çalışma, kimyasal ve ısıl işlemle oluşmuş amorf sodyum titanat tabaka
kalınlığının yaklaşık 1 µm olduğunu göstermiştir (Li, 1994), (Kitsugi, 1996),
(Kim, 1996-97) ve (Yan, 1997). HA kaplamalı metaller iyi sabitleme sağlasa da,
HA ile metal arasındaki yapışma dayanımının düşüklüğü, HA tabakasının metal
yüzeyinden kaybına neden olabilmektedir. Ayrıca, kaplama sırasında oluşacak
yüksek sıcaklık da, gerek kaplama gerekse de kaplanacak malzemede yapısal
değişikliklere neden olmaktadır (Weng, 1999). Kaplamanın in-vivo stabilitesi,
direkt olarak kristalinite ile ilgilidir. Kristalinite, kaplamadaki kristal HA
yüzdesidir (Tong, 1995). Başarılı bir kaplama için malzeme ve kaplama
yönteminin iyi seçilmesi gereklidir.

2
Şekil 3.11.
HA Kaplanmış
Ti6 Al4V
İmplant Malzemeye Ait XRD Grafiği[17].

Şekil 3.12. Ti6Al4V


İmplant Malzeme
Yüzeyine Kaplanmış HA’ya Ait SEM [17].

Dokuz Eylül Üniversitesi’nden Prof. Ahmet Çakır’ın yaptığı bir çalışmada


Ortopedik kalça protezleri klinik uygulamalarda kemiğe 316 paslanmaz çeliğine
hidroksiapatiti Sol-Gel tekniği ile kaplamaya yönelik. Ortopedik kalça protezleri
klinik uygulamalarda kemiğe hareketsiz, kararlı, uzun süre kullanıma dayanıklı ve
güvenli bir bağlama ile bağlanır. Kemik çimentosuz olarak uygulanan kalça
protezleri, kemik ile implant ara yüzeyini daha kararlı konuma getirmek için

3
gözenekli (PO ) (OH) ) kaplama ile hidroksiapatit (HAP, Ca10 4 6 2kaplama
yapılır. Bu çalışmada 316L tipi paslanmaz çelik yüzeyine sol-jel metodu ile HAP
kaplanarak doku ve faz yapısı üzerine pH etkisi incelenmiştir [18].

3.4.1.4.Hidroksiapatit Kaplama Teknikleri

Farklı HA kaplama teknikleri vardır:

1- Daldırarak kaplama-sinterleme
2- Elektroforetik deposizyon
3- Daldırma-kaplama
4- Sıcak izostatik baskılama
5- İyon-ışın demeti püskürtme ile kaplama
6- Plasma-sprey Elektro
7- Mıknatıs püskürtme [19].

Bu metodlar ile birkaç mikron ile milimetre arasında değişen kalınlıklarda


kaplama satıhları elde edilebilir. Tüm metodlarda kaplamanın metale tutunması,
kaplama yapısının bütünlüğünün korunması gibi temel sorunlar vardır. Plasma-
sprey ve püskürtme-kaplamanın en yaygın yöntemler olduğu görülmektedir.
Kullanılan bütün tekniklerde HA kaplamanın değişik oranlarda sahip olduğu
kristalin ve amorf yapılar bulunmaktadır. Kaplama sırasında titanyum yüzey ile
ilk temasa geçen Ca/P partikülleri, metalin ısısından etkilenip hızla soğuyarak
düzensiz kristal yapı olan amorf tabakayı oluştururlar. Kaplama sırasında C’ye
yükseltmek ve amorf yapının üzerine gelen diğerısıyı 500 ile 700 partiküllerin
daha yavaş soğuması kristalin tabakanın oluşmasını sağlar. Kristalin yapıda
hidroksiapatit ve Ca/P kristalleri düzenli şekilde sıralanmışlardır. Kristalin
tabakanın kalınlığının üretici firmaların kullandıkları tekniklere göre değiştiği,
ancak genelde amorf tabakanın metal yüzeye yakın bulunduğu, dışa doğru
gidildiğinde, kaplama sırasında daha çok ısınan yivlerin tepe noktaları ve apikal
kısımlarda kristalleşme oranının arttığı gösterilmiştir. Amorf tabakanın metal
bağlantısının daha gevşek olduğu ve buna bağlı olarak rezorpsiyona daha elverişli
olduğu düşünülmektedir. Bu görüşe karşı olarak, de Groot ve arkadaşları, HA-
kaplamadaki yüksek kristalin yapının dokudostu özelliğini arttırmayacağını,

2
amorf kaplama-larla kıyaslandığında biyoaktişiği azaltacağını ileri sürerek, kemik
iyileşmesi için amorf bir dış katman ve çözülmeyi önlemek için kristalin yapıda
bir iç katmandan oluşacak bir ideal kaplamayı önermişlerdir. Hulshoff ve Jansen,
çift katman Ca-P kaplama (şorapatit-hidroksiapatit)(FA-HA) ve elektro-mıknatıs
püskürtme amorf Ca-P ile kaplı implantları, kontrol grubu olarak 4-5µm
pürüzlülüğe sahip kumlanmış titanyum implantlar ile kıyasla-yarak, keçilerin
femurlarında, denekleri implantasyondan sonraki 3, 12 ve 24. günlerde kurban
ederek, histolojik- ve morfometrik olarak incelemişlerdir. FA-HA kaplama,
titanyum implantların kumlanarak 4-5µm pürüzlülüğe getirilmesinden sonra,
propanolde ultrasonik temizlik ve 100C’de kurutulmasını takiben plasma-sprey ile
30µm kalınlıkta FA ve üzerine 30µm HA biriktirilmesi ile imal edilmiştir. Amorf
Ca-P kaplama için argon asitlemeyi takiben eletro-mıknatıslı püskürtme
uygulanarak, 2-4µm kalınlıkta tabaka elde edilmiştir. Bu çalışmada iki Ca-P
kaplama yönteminin birbirlerine olan üstünlükleri tam olarak ortaya
konamamıştır. FA-HA kaplamada dış HA katmanın kemik cevabını arttırıcı
görevini yaptığı, fakat rezorbe olmayan iç FA katmanın uzun dönemde kopmalara
uğraması halinde kemikte irritasyona yol açabileceği üzerinde durulmuştur. Ancak
Ca-P kaplı implantlardaki kemik temas yüzdesinin titanyum implantlardan daha
fazla olduğu saptanmıştır.

3.4.Cam ve Cam-Seramikler

Camlar, silika (SiO2) bazlı malzemelerdir. Cam seramikler, (Li/Al)


Lityum/Alüminyum veya (Mg/Al) Magnezyum/Alüminyum kristalleri içeren
camlardır. Biyocamda ise, silika gruplarının bazıları kalsiyum, fosfor veya
sodyum ile yer değiştirmiştir (SiO2, Na2O, CaO, P2O5). Böylece doku ve implant
arasında kimyasal bağlanma gerçekleşir. Biyoaktif camlar ilk kez Hench ve
arkadaşları tarafından geliştirilmiş ve kimyasal olarak kemiğe bağlanırlar. Bu
uygulamada kullanılan biyocam (45S5-Bioglass®) (kimyasal kompozisyonu; 45%
SiO2, 24.5% CaO, 6% P2O5 ve 24.5% Na2O), HA’ya göre kemik oluşumunda daha
iyi olmasına rağmen, zayıf mekanik özelliklerinden dolayı ağırlık taşıyan
mekanizmalarda kullanılmaz.

2
Şekil 3.13. 45S5 Biyoaktif silika camın
mikroyapısı. Resimde, Silikat ve fosfat
tetrahedralarına ait Calotte modeli[22], olarak da bilinen ‘top-çubuk’ bağ yapısı
görülüyor [21].

Cam seramikler, her geçen gün akademik çalışmaların yoğunlaştığı bir alandır.
Günümüzde, kullanım alanları ve muhteviyatında bulunan malzemelerin stratejik
öneminden dolayı, cam seramikler çok önemli mühendislik uygulamalarının
anahtarı rolündedir. Cam-seramikler, özel bileşimlere sahip camların kontrollü
kristalizasyonu ile üretilen çok kristalli malzemelerdir. Kristalizasyon, cam
içerisinde kristal fazların çekirdeklenme ve büyümelerini sağlayan uygun ve
dikkatli bir ısıl işlem programı ile sağlanır. Bu tür malzemelerin mikro yapıları
sinterleme yolu ileüretilen seramiklerin mikro yapılarına benzemektedir. İç
yapıları cam malzemeden kristallenme sonucu oluştuğundan cam-seramik olarak
isimlendirilir [6].

Camın ergitilmesi ve şekillendirilmesi süreci sırasında çeşitli katkılar


(çekirdeklendiriciler) kullanılır. En önemlileri; TiO2, Cr2O3, ZrO2 ve P2O5 oksitleri
ile platin grubu metalleri, diğer asıl metaller ve floritler olan bu katkılar;
çekirdeklenme merkezi etkisi göstererek camın kristalizasyonunda etkin rol
oynamaktadır. Cam içerisinde çözünmüş durumda olan bu oksitler faz ayrışması
sırasında genellikle bir oksit bileşiği şeklinde kristallenir ve diğer fazların
büyümeleri için çekirdeklenme merkezi etkisi gösterir.[22]

Aşağıdaki tabloda, cam-seramiklerin çeşitleri ve kullanım alanlarına yönelik bilgi


verilmektedir.

Tablo 3.5. Cam seramik sistemleri ve uygulama alanları [23]

3
3.4.1. Cam Seramiklerin Üretim Yöntemleri

3.4.1.1. Klasik cam-seramik üretim yöntemi

Klasik cam-seramik üretimi; homojen bir camın hazırlanması, istenilen şekilde


şekillendirilmesi ve cam-seramiğe dönüştürülmesi için kontrollü ısıl işlem
prosesinin uygulanarak kristalizasyonu aşamalarından oluşur.

5
A. Cam üretimi: Cam-seramik üretimi uygun özelliklere sahip camların üretimi ile
başlar. Cam üretiminde kullanılan birçok hammadde vardır. Hammadde
seçiminde dikkat edilmesi gereken en önemli noktalar; saflığı, fiyatı ve basit
bileşimli olmasıdır. Ayrıca hammaddelerin hazırlanması, karıştırılması ve ergime
dereceleri de göz önünde bulundurulması gereken faktörlerdir. Camın ergime ve
işlenme özellikleri ile cam-seramiğin fiziksel ve mekanik özellikleri cam bileşimi
ile kontrol edilir. Küçük miktarlardaki empüriteler bile camların ve cam-
seramiklerin özelliklerini etkileyebilir. Bu nedenle cam üretiminde kullanılan
başlangıç malzemelerininin mutlaka yüksek saflıkta olması gerekir. Başlangıç
malzemeleri (hammaddeler) tartılıp karıştırıldıktan sonra cam fırınında ergitilirler.
Ergitme küçük çaplı üretimlerde potalarda, büyük miktardaki üretim için tank
fırınlarında cam bileşimine bağlı olarak 1250-1600°C sıcaklıkları arasında yapılır.
Refrakter olarak yüksek kaliteli mullit esaslı refrakterler, mullitzirkon refrakterleri
ve bazı bileşimler için platin kaplı potalar kullanılır.

B. Camın şekillendirilmesi: Camlara şekil vermede kullanılan teknikler, cam-


seramik üretiminde kullanılacak camların şekillendirilmesinde de
kullanılmaktadır. En basit teknik döküm olup bunun yanısıra; haddeleme, çekme,
üfleme, presleme gibi tekniklerle levha, şerit, boru, tüp veya çubukların üretimi
mümkün olmaktadır. Üretilen camlarda soğuma sırasında meydana gelen
gerilmeleri gidermek için kristalizasyon ısıl işleminde önce gerilme giderme
tavlaması yapılır. Tavlama sıcaklığında camın viskozitesi 1012-1014 poise’dir.

C. Camın kontrollü kristalizasyon ısıl işlemi: Cam-seramik üretiminde ısıl işlem


prosesinin amacı, camı orjinal cam özelliklerinden çok daha iyi özelliklere sahip
mikrokristalli seramiğe dönüştürmektedir. Burada geliştirilmek istenen en önemli
özellik, mukavemet ve aşınma özellikleridir. Mukavemetin arttırılması, ince taneli
bir mikroyapının oluşturulması ile sağlanır.

3
Şekil 3.14. Cam seramiklerin ısıl işlemi [24]

Şekil 3.15. Cam- seramiklerin üretiminde izlenilen termal değişimler.[24]

Daha az ve daha kaba kristaller üretmek yerine, daha sık ve daha ince kristaller
üretme hedefi ısıl işlemin çekirdeklenme kademesinde daha dikkatli ve daha
kontrollü olunmasını da beraberinde getirir. Isıtma kademesi boyunca camın
bileşimi çökelen değişik kristallere bağlı olarak değişmekte ve pekçok durumda
kristalizasyon, kalıntı cam fazının refrakterlik özelliğini arttırmaktadır. Isıl işlem
sırasındaki ısıtma ve soğutma hızı çok önemlidir ve dikkatli bir şekilde kontrol
edilmelidir. Isıl işlem sırasında oluşan bazı kristal fazların yoğunluğunun orjinal
cam faza göre değişebilmesinden dolayı, cam ile kristal fazlar arasında oluşan
gerilmelerin cam-seramiklerde çatlama ve kırılmalara yol açmasını önlemek için

5
hızlı ısıtmadan kaçınılmalıdır. Yavaş ısıtma sayesinde bu gerilmeler cam fazın
viskoz akışkanlığı ile önlenir [25].

3.4.1.2.Toz yöntemleri ile cam-seramik üretimi

Klasik cam ve cam-seramik hazırlamaya alternatif bir üretim yöntemi toz


tekniğidir ve tozların preslenip sinterlenmesi ile gerçekleşmektedir. Bu yöntemin
geleneksel seramiklere göre farkı başlangıçtaki tozların amorf olmasıdır. Bu
yöntemde fırınlarda ergitilmiş olan sıvı cam su içerisine dökülerek hızlı bir
şekilde soğutulur. Küçük taneler halinde elde edilen camlar öğütülerek toz haline
getirilir. Bu şekilde cam-seramik üretiminde kullanılan tozlar genellikle 1-30 µm
arasında değişen tane boyut dağılımına sahiptirler.

Preslenen cam tozlarının sinterlenmesiyle cam-seramik üretiminde iki yol izlenir.


Birinci yöntemde preslenen komplakt cam malzeme camsı bir yapı olacak şekilde
sinterlenir ve daha sonra ısıl işlem uygulanır. Diğer yöntemde ise, sinterleme
adımı için kullanılan aynı pişirme süreci boyunca kontrollü çekirdeklenme ve
kristallenme meydana gelir. Tozların direk sıcak preslenmesiyle de bir safhada
cam-seramik üretmek mümkündür. Bu, camların akışkanlığı ile gerçekleşir ve
sinterleme sıcaklığı camların yumuşama ve oluşum sıcaklıkları arasındadır.
Kristallerin oluşumu, cam tanelerinin kırılma yüzeyinde tüm numune boyunca
homojen bir şekilde gerçekleşir. Fakat burada, presleme sırasında sinterleme ve
kristalizasyonun birlikte gerçekleştirilebilmesi için şartların çok iyi ayarlanması
ve kontrol edilmesi gereklidir [25].

Camların ve cam-seramiklerin diğer bir üretim yöntemi ise sol-jel tekniğidir. Bu


yöntemin geleneksel cam üretiminden farkı; yüksek sıcaklıklarda eriyikten değil,
oda sıcaklığında çözeltilerden yola çıkılmasıdır. Bu yüzden, bu yöntem soğuk
metod olarak da tanımlanmaktadır. Başlangıç malzemeleri genelde alkoksitler ve
metal tuzlarıdır. Su, asit veya alkol ile karıştırılarak hazırlanan çözeltiler hidroliz
ve kondenzasyon reaksiyonları sonucu jel haline dönüşür. Daha sonra jeller ısıl
işleme tabi tutularak cam haline dönüştürülür. Bu yöntem ile büyük boyutlu
camların elde edilmesinde zorluklar vardır. Hidroliz ürünlerinin ve organik
kalıntıların kurutma ile uzaklaştırılması sırasında numunede çatlaklar oluşabilir.
Sol-jel yöntemiyle elde edilen amorf tozların preslenip sinterlenmesiyle cam-
seramik üretilir. Sol-jel ile üretilen cam tozlarından cam-seramik üretiminde,
yukarıda bahsedilen presleme+sinterleme+ısıl işlem, presleme + sinterleme veya

6
sıcak presleme yollarından birisi izlenir. Sol-jel tekniğinin geleneksel klasik cam
üretimine karşı en önemli avantajları; başlangıç malzemelerinin çok temiz
olmasının yanısıra molekül bazında karıştırılmasından dolayı çok saf ve temiz
camların elde edilebilmesiyle, çok daha düşük sıcaklıklarda camların
üretilebilmesidir. Ayrıca, sol-jel tekniği kullanılarak fiber takviyeli cam-
seramiklerin üretimi de mümkündür [26].

Cam-seramik malzemeler genellikle saf tozlardan üretilmektedir. Teknolojinin


gelişmesine paralel olarak artan sanayi tesislerinin atıklarının değerlendirilmesi
son zamanlarda üzerinde çok çalışılan konuların başında gelmektedir. Termik
santral atık uçucu külleri, demir-çelik yüksek fırını ve kupol ocağı curufları,
hidrometalurjik tesislerin atıkları, cam fabrikalarının atıkları, filtre tozları ve doğal
volkanik kayaçların cam-seramik malzemelerin üretiminde kullanımına yönelik
birçok araştırma yapılmaktadır. Bu doğal ve atık malzemelerin birbiriyle değişik
oranlarda kombinasyonu ve çeşitli çekirdeklenme katalistlerinin ilavesi ile
hazırlanabilen cam-seramik malzemeler, yeni kristal fazların ve değişik
özelliklerde malzemelerin elde edilmesine olanak sağladığı için bilimsel
çalışmalar açısından büyük önem taşımaktadır.

Günümüzde cam-seramikler; metallere nazaran üstün aşınma ve korozyon


dayanımı, camlara göre üstün tokluk ve darbe direnci özelliklerinden dolayı
mutfak malzemesinden yer döşemesine kadar günlük kullanım alanlarının
yanısıra, füze başlığından teleskop aynasına, koruyucu seramik kaplamalardan
uzay araçlarının radar cihazlarındaki kubbelere ve vücut protezlerine kadar sayısız
ileri teknoloji alanlarında uygulamaya sahip malzemelerdir [27].

3.5.Biyoseramiklerin Dokularla Etkileşimi

Canlı dokuya yerleştirilen tüm malzemeler, bu dokudan tepki alırlar. Bu tepki


doku-implant ara yüzeyinde oluşur. İmplant malzemeye olan doku cevabının dört
türünden bahsedilebilir:

•Malzeme toksikse, çevresindeki doku ölür,


•Malzeme toksik değil ve biyoinertse, değişiklik kalınlıklarda fibroz doku
oluşumu gerçekleşir,

2
•Malzeme toksik değil ve biyoaktifse, doku implant ara yüzeyinde bağlanma
gerçekleşir,
•Malzeme toksik değil, fakat çözünür yapıdaysa, çevresindeki doku, implantın
yerini alır.

1. Dokuların çok karşılaşılan bir tepkisi, dokunun implant çevresinde ipliksi bir
kapsül üretmesi.Bu ipliksi doku, organizma tarafından implanta karşı bir
duvar örmek için veya implantı izole etmek için üretilir. Kısacası bir çeşit
korunma mekanizmasıdır ve implant, zamanla ipliksi doku ile tamamen
kaplanarak doku yüzeyinden uzaklaştırılır. Metaller ve çok sayıda polimer, bu
çeşit bir tepkiye neden olurlar. Alümina ve zirkonya gibi hemen inert
sayılabilecek seramikler de, ara yüzeyde ipliksi doku oluşumuna neden
olurlar.

2. Kimyasal reaktişiği çok yüksek olan metal implantlardaysa daha kal ın ara
yüzey tabakaları oluşur. Ara yüzeydeki uyumluluk ve hareketlilik de
tabakanın kalınlığının büyük ölçüde etkiler.

3. Üçüncü bir doku tepkisiyse, implantla doku arasındaki ara yüzeyde


bağlanmanın gerçekleşmesidir. Bu yüzey, “biyoaktif yüzey”olarak
adlandırılır. Bağlanma, implantla doku arasındaki hareketliliği engeller, ayrıca
implantın vücut tarafından dışlanmasına engellenmiş olur.

4. Dördüncü tür etkileşimdeyse, implant malzeme, onarım işlemi tamamland


ığında çözünür ve kendisini çevreleyen doku tarafından emilerek yok edilir.
Bu nedenle emilebilir (rezorbe edilebilir) cinste biyomalzeme kullanıldığında,
bu malzemenin vücut sıvılarınca kimyasal açıdan parçalanabilir yapıda
olmasına dikkat edilmeli [6].

Seramik implantların en ilgi çekici özelliklerinden biri, doku için zehir etkisi
oluşturmamaları. Dokuların çok karşılaşılan bir tepkisi de, dokunun implant
çevresinde ipliksi bir kapsül üretmesi. Bu ipliksi doku, organizma tarafından
implanta karşı bir duvar örmek için veya implantı izole etmek için üretilir.

3
Kısacası, bir çeşit korunma mekanizmasıdır ve implant, zamanla ipliksi doku ile
tamamen kaplanarak doku yüzeyinden uzaklaştırılır. Metaller ve çok sayıda
polimer, bu çeşit bir tepkiye neden olurlar. Alümina ve zirkonya gibi hemen
hemen inert sayılabilecek seramikler de, ara yüzeyde ipliksi doku oluşumuna
neden olurlar. Ancak, optimum koşullarda bu doku son derece incedir. Kimyasal
reaktişiği çok yüksek olan metal implantlardaysa daha kalın ara yüzey tabakaları
oluşur. Ara yüzeydeki uyumluluk ve hareketlilik de tabakanın kalınlığını büyük
ölçüde etkiler. Üçüncü bir doku tepkisiyse, implantla doku arasındaki ara yüzeyde
bağlanmanın gerçekleşmesidir. Bu yüzey, “biyoaktif yüzey” olarak adlandırılır.
Bağlanma, implantla doku arasındaki hareketliliği engeller, ayrıca implantın vücut
tarafından dışlanması da engellenmiş olur. Dördüncü tür etkileşimdeyse, implant
malzeme, onarım işlemi tamamlandığında çözünür ve kendisini çevreleyen doku
tarafından emilerek yok edilir. Bu nedenle emilebilir (rezorbe edilebilir) cinste
biyomalzeme kullanıldığındanda, bu malzemenin vücut sıvılarınca kimyasal
açıdan parçalanabilir yapıda olmasına dikkat edilmeli. Bozunma ürünleri de
zehirli olmamalı ve hücrelere zarar vermeden dokudan uzaklaştırılmalıdır.

Emilebilen implantlar, belli bir kullanım periyodunda dereceli olarak bozunacak


şekilde tasarlanmışlardır ve sonuçta yerlerini ev sahibi dokuya bırakırlar. Bu
durumda ara yüzey kalınlığı ya çok incedir, ya da hiç olmaz. Ara yüzey kararlılığı
bağlı problemlerin çözümü açısından, emilebilen implant kullanımı uygun
gözükmekte. Emilebilen seramik implantların geliştirilmesinde dikkat edilecek
noktalarsa şöyle sıralanabilir:

 Bozunma süresince ara yüzey kararlılığı ve dayanımı korunmalı.


 Doku türüne, yaşına ve sağlık durumuna bağlı olan doku yenileme
hızı,emilme hızına uygun olmalı.
 Malzeme, yalnızca metabolik olarak kabul edilebilecek maddeleri içermeli.
Aksi halde kronik iltihaplanma olur ve ağrı başlar. [5]

2
BÖLÜM 4

NANOBİYOMALZEMELER

1.1.Biyomalzemeler ve Nanobiyomalzemelerin Gelişimi

Biyomalzeme sektörü henüz gelişmekte olan ve nanoteknolojideki gelişmelere


paralel olarak hızla artan yükseliş eğrisine sahip bir grafik izlemektedir. Özellikle
tıp alanındaki DNA çözümleme çalışmalarındaki artışla paralel olarak artan
evrensel sorunlara nanoteknolojik çözümler neticesinde biyomalzemelerinde nano
boyutta geliştirilmesi mümkün hale gelmekte, üretim ve cerrahi yeterliliğe sahip
teknikler hızla geliştirilmektedir.

Nanobiyomalzemeler eklemlerden, doku ve organ nakline, biyosensörlerden


çiplere kadar birçok alanda kullanıma girmekte ve üretim maliyetleri de gün
geçtikçe azalmaktadır.

2
Şekil 4.1. Biyosensör [28]

Yandaki resimde vücut sıcaklığını ölçen ve bu bilgiyi iletebilen birçeşit telesensör


yonga,göze görülmektedir. Bu boyutta bir sensörün üretilmesi için
elektronik,malzeme ve kimya biliminin oluşturduğu disiplinlerarası bir çalışma
oluşturulmalıdır. Nanobiyomalzemelerin sıklıkla kullanıldığı noktalardan bir
tanesi de ortopedia alanıdır.Son yıllarda ortopedi alanında kendisi doğal bir
nanokompozit olan kemiğin incelenmesine yönelik araştırmalar sıklaşmış olup,bu
alanda ciddi bir ilerleme kaydedilmiştir. Bu ilerlemeler önümüzdeki yıllarda
nanobioteknolojinin gelişimine ciddi anlamda ışık tutmakta ve bilim insanlarının
önünü görebilmesini sağlamaktadır.

Nanobiyomalzemelerin geliştirilmesine örnek olarak nano ölçekli yapay fiberlerin


üretilmesi ve bunların endüstride güçlendirme amaçlı kullanılmasını örnek
gösterebiliriz. Örneğin, kendisi doğal bir protein olan kolajenler vücudün
kırkıdak,kemik doku ve liflerinin yapıtaşıdır. Bilim adamları örümcek ağının
yapısına benzer şekilde örümcek ağı benzeri lif geliştirmek adına uzun yıllardır
çabalıyorlar.

Bu anlamda Cornell üniversitesi ve Dupont’un yapmış olduğu araştırmalar


neticesinde örümcek ağı üretimi sentetik olarak gerçekleştirilmiş ancak
sürdürülebilirlik ve kullanılabilirliği henüz sağlanamamıştır. Örümcek ağının en
mukavimi olan ve Golden Orb Weaver (Nephila Clavipes) türünde Dragline Silk,
Glycine adlı protein temel hammadde olarak bulunmakta ve bilim insanları
yıllardır bu proteini çeşitli yöntemlerle ağ yapısında üretmeye çalışmaktalar.
Nephile Clavipes ürünü olan Dragline, kendi kalınlığında bir çelik ile
kıyaslandığında yüksek karbonlu bir çeliğin mukavemetine sahipken yüzde 30-40
boyca uzama gösterebilmektedir.

3
Örümcek ağı önümüzdeki yıllar içerisinde sentetik olarak yaygınca üretilmesiyle
birlikte, savunma sanayinden tekstile kadar birçok alanda ve akıllı malzemelerin
geliştirilmesinde kullanılacaktır. Daha bugünden Pazar payı ciddi anlamda
oluşmuş olup, birçok sektörden kişi ağın nasıl daha hızlı ve seri üretilebileceğinin
yanıtlarını aramaktadır. Ancak bu anlamda 98 yılından bugüne kadar yapılmış cok
ciddi araştırmalar açıklanmamakta ve gizliliğini korumaktadır.

Şekil 4.2. Örümcek ağının yapısı ve çekme mukavemetleri [29]

1.2.Biyosensörler

Biyoalgılayıcılar bünyesinde fiziksel bir duyargacı bulunan ve bir fizikokimyasal


çeviriciyle birleştirilmiş analitik cihazlar olarak tanımlanmakta. Bir biyosensörün
amacı bir veya bir grup analitin miktarıyla orantılı olarak sürekli sayısal elektrik
sinyalı üretmektir. Biyosensörler üç temel bileşenden oluşmaktadırlar. Bunlardan
birincisi,seçici tanıma mekanizmasına sahip, ‘biyomolekül/biyoajan’ bu
biyoajanın incelenen maddeyle etkileşmesi sonucu oluşan fizikokimyasal

1
sinyalleri elektronik sinyallere dönüştürebilen çevirici ve elektronik bölümler.

Biyosensörlerin, klinik, teşhis, tıbbi uygulamalar, süreç denetleme, biyoreaktörler,


kalite kontrol, tarım ve veterinerlik, bakteriyel ve viral teşhis, ilaç üretimi,
endüstriyel atık su denetimi, madencilik, askeri savunma sanayii gibi alanlarda
yaygın olarak kullanımı söz konusu.Özellikle 20. yüzyılın son 10 yılında, askeri
bir tehdit oluşturması açısından hem dönemin genelkurmay başkanı hem de
bugünün ABD dışişleri bakanı, Colin Powell’ın; “olabilecek en ürkütücü
silahın biyolojik silahlar’’ olduğu yönündeki açıklamaları, 21. yüzyılın ilk
dönemi için hem maddi hem de teknik açıdan biyosensör araştırmalarının yönünü
belirlemiştir.

1.3.Biyoçipler

Biyoçipler, biyolojik olarak kullanılabilen mikroişlemciler olarak


tanımlanıyorlar. Bir biyoçip, ultraminyatürize test tüpleri seti olarak algılanabilir.
Bu sistem pek çok testin aynı anda ve çok hızlı bir biçimde yapılabilmesine
olanak sağlar. Tıpkı milyonlarca matematik işlemini aynı anda gerçekleştiren
diğer bilgisayar işlemcileri gibi, bir biyoçip de binlerce biyolojik tepkimeyi
saniyeler içerisinde gerçekleştirebilir. Bilgisayar çipleri üretiminde de kullanılan
fotolitografi tekniği ile üretilirler. Bu teknik ile katı Clarion kohlear çipinin devre
mimarisi [30] yüzeyler üzerinde devre kanalları açılır. Ancak bu noktada
bilgisayar çipleri ile benzerlikleri sona erer.

Bir bilgisayar çipi, bir sıfırlar ve birler zinciri üzerinde mantık işlemleri
gerçekleştirirken biyoçip, biyokimyasal tepkimeler gerçekleştirir. Bilgisayar çipi
silikon tabanlıyken, biyoçip cam ya da gözenekli bir jel veya bir polimer malzeme
içerisinde olabilir. Bilgisayar çipi pek çok farklı amaca hizmet ederken, dışarıdan
gelen talimatları uygulayan bir hesap aracıdır. Biyoçipler ise istenilen bir işlevi
gerçekleştirmek için tasarlanmış cihazlar ve farklı işlevler için programlanma
gibi bir özellikleri yoktur. Bu bağlamda, kullanılan genleri ve gen dizisi
varyasyonlarını analiz eden biyoçipler yaklaşık 80.000 genden oluşan insan

2
DNA’sının tanımlanmasına yönelik insan Genomu Projesi’nde kullanılmış ve
işlemi büyük ölçüde hızlandırmıştır.

Günümüzde tıpta kullanılan tedavi yöntemleri, cerrahi müdahale ve ilaç tedavisi.


Cerrahi müdahaleler,doğrudan vücuda yapılan müdahaleler ve uzman doktor ne
kadar iyi yetişmiş olursa olsun, anestezi, enfeksiyon kapma riski, organ reddi ya
da kanserli hücrelerin tamamen temizlenememesigibi olasılıklar bunları tehlikeli
kılar. ilaç tedavisiyse insan vücudunu moleküler düzeyde etkileyen bir tedavi
yöntemi. Dolaşım sistemiyle vücut içerisinde taşınan ilaç molekülleri,
hedeşenmeyen bölgelerde istenmeyen yan etkilere neden olabilir. Buna karşın
nanorobotlar, hastalıklı hücreleri tanımakta hiç zorluk çekmezler ve nerede olursa
olsun bu hücreleri bulup yok edebilirler. ilacın doğru hedefe ulaşması, özellikle
kanser hastalığında kanserli hücrelerin tümünün yok edilmesi ve bu arada sağlıklı
hücrelerin zarar görmemesi açısından önem taşı makta. işte bu nedenlerle tıp
bilimi, alışılagelmiş tedavi yöntemlerini bir kenara atacak nanoteknolojik tıbbi
gelişmeleri dört gözle beklemekte. Nanotıp, nanokürelerle ilaç salımından, doku
yapılanmasını gerçekleştirecek nanoteknolojik tasarıma dayalı doku iskelelerine,
hatta teşhis ve tedavi amaçlı nanorobotlara kadar çok çeşitli uygulamaları
kapsıyor.

1.4.Doku yenilenmesi

Nanoteknolojinin vücudun yeniden yapılanmasındaki rolü. Glasgow


Üniversitesi’nden bir araştırma grubu, yara iyileşmesinde kullanılmak üzere
“akıllı bandaj”ın klinik araştırmalarını yapmakta. Bir teknoloji uzmanı, bir hücre
biyoloğu ve bir cerrahtan oluşan bu üç kişilik ekip, hücrelerin üremesini
etkileyecek malzemelerin nasıl hazırlanacağını araştırıyor.

2
Şekil 4.3. Doku Yenilenmesi Gösterimi [31]

Biyolojik ortamda bozunan bir polimerden hazırlanan bandaj, üzerinde çok küçük
oluklar içermekte. Bu bandaj, yaralı tendonları n tedavisinde büyük başarı
sağlamış. Hasarlı doku yeniden yapılanırken, tendonu çevreleyen ve serbestçe
hareketini sağlayan kılıf, tendona yapışır ve böylece tendonun hareketi engellenir.
Oysa bu oluklu bandaj hasarlı dokuya sarıldığında bu yapışma engelleniyor,
tendon iyileşiyor ve kılıf da yeniden oluşuyor. İyileşme mekanizması çok net
olarak anlaşılabilmiş değil; ancak, araştırmacılar tendonun, çevresindeki dokulara
yapı şmasına neden olan makrofajların oluklara girdiğ ini ve böylece tendonun
yapışmasının engellendiğini söylüyorlar. Oluklar litografik yöntemle açılıyor.
Genişlikleri yaklaşık 10 mikron, yani hücrelerin çapı kadar. Olukların şekli de
hücrelerin oluk boyunca üremesine izin veriyor. Bu çalışmanın devamında
araştırmacılar, litografik yöntemle polimerik malzeme üzerinde desen oluşturarak
hücre üremesini yönlendirmeye çalı şacaklar.

3
1.5.Yeni Organ Gelişimi

Yeni organ geliştirme konusundaki çalışmaların şimdiye kadar kısmen başarılı


olanı kulakla ilgili olanları. Bir doku iskelesi üzerinde üreyen doku, gelişigüzel
yönlerde büyür. Oysa vücut içerisindeki hücreler, organın amacına uygun bir
desen üzerinde gelişirler. Bu sistem temelinde geliştirilen bir doku iskelesinde,
polimer malzeme üzerinde hücre yapışmasını, dolayısıyla üremesini engelleyen
küçük polimerik noktalar oluşturulur. Bu noktaların yerini değiştirerek hücrelerin
üreme desenini, istenilen organ işlevini sağlayacak şekilde ayarlamak mümkün.

1.6.Nanorobotlar

Nanorobotlar 0,5 ila 3 mikron arasında değişen çok küçük boyutlarda olan ve
insan vücudunu patojenlere (hastalık yapıcılar) karşı etkin biçimde savunmak
amacıyla tasarlanan cihazlar. Nanorobot yapısı, iç ve dış olmak üzere iki bölüm
halinde tasarlanır. Dış yapı, vücudumuzda bulunan çok çeşitli kimyasal sıvılarla
temas edebilecek kadar dayanıklıyken, iç yapı tamamen kapalı ve gerekmedikçe
sıvı geçişine izin vermeyen bir vakum ortamı. Nanorobotlar, akustik sinyaller
aracılığıyla mesaj ileterek uzman doktorla haberleşebilir ve verilen komutları
yerine getirir. Görevi tamamlandığında, herhangi bir yan etkiye neden olmadan ya
da bozulmadan vücut dışarısına atılır. Nanorobota olası bir örnek olarak Robert
Freitas isimli bilim adamı tarafından tasarlanan ve yapay bir kırmızı kan hücresi
olan respirosit verilebilir. Respirosit, vücutta dolaşım bozukluğu oluşması
durumunda, oksijen sağlanması için gerekli fazladan metabolik desteği sağlar.
Bağışıklık sistemince reddedilmemesi ve vücuttaki basınca dayanması için,
nanorobotun dış yüzeyi elmas olarak tasarlanmış. Elmas dış yüzeyin kusursuz bir
şekilde pürüzsüz olması gerekiyor. Dış yüzeyin kimyasal tepkimeye girmeyecek
şekilde ve düşük biyoaktiviteye sahip olması, yüzeydeki beyaz kan hücresi
etkinliğini engeller. Küresel yapıdaki respirosit, mekanik yollar kullanılarak
oksijenle doldurulur. Yaklaşık 1000 atmosfer gibi yüksek bir basınçta doldurulan
oksijen, nanoküresel yapıdan sabit bir hızla salınacaktır. Bir respirosit, doğal bir
kırmızı kan hücresine oranla 236 kat daha fazla oksijen taşır.

1
Şekil 4.4. Nanorobot Tasarımı (Yuriy Svidinenko) [32]

Nanorobotların diğer olası kullanım alanları içerisinde kozmetik ürünler


sayılabilir. Nanorobot içeren kozmetik kremler, ciltteki tüm ölü hücreleri
temizleyebilir, fazla yağları alabilir ve hatta cildin beslenmesi için gerekli olan
maddelere takviye yapabilir. Nanorobotlar, ağız ve diş temizliğinde kullandığımız
antiseptik sıvılara da eklenebilir; ağızda bulunan hastalık yapıcı bakterileri ortadan
kaldırabilir ve aynı şekilde plak ve tartarları saptayarak oluşumlarını
engelleyebilir. Kullanım ömürleri kısa olan bu nanocihazlar, biyolojik ortamlarda
parçalanabilecek şekilde tasarlanan yapıları sayesinde, zararlı yan ürünler
oluşturmadan, bozunarak vücuttan atılabilir.

1
BÖLÜM 5

SONUÇ

Bu çalışmada Biyomalzemelerin en hızlı gelişen kollarından birisi olan ve


Biyomedikal ve Doku mühendisliği gibi disiplinlerin de entegrasyonu ile son
zamanlarda çok büyük yenilikler barındıran ‘Biyoseramik Malzemeler’
incelenmiştir. Çalışma kapsamında yapılan araştırmalar göstermiştir ki,
biyoseramiklerin kütlesel malzeme değil, kaplama veya yardımcı malzemeler
olarak kullanılmaları da mümkündür ve gerçekleştirilmektedir.

Hidroksiapatit gibi yüksek biyouyumluluk gösteren malzemelerin geliştirilmesi ve


üretilmesi ile biyoseramik malzemelerin insan yaşamına yaptığı olumlu etki
açıkca görülebilir.

Biyomühendislik, takip eden yıllarda ileri kimya ve malzeme bilgisinin bir getirisi
olarak, Doku Mühendisliği ve Malzeme Mühendisliği’nin ortak çalışma alanı
haline gelecektir.

BÖLÜM 6

3
KAYNAKLAR

[1] http://www.shef.ac.uk/materials/prospective_ug/courses/tissue

[2] GÜMÜŞDERELİOĞLU, M., "Biyomalzemeler", Bilim ve Teknik Dergisi,


Temmuz 2002 Sayısı, s. 2-4, 23, TÜBİTAK.

[3] http://dspace.mit.edu/bitstream/handle/1721.1/34966/3-051JSpring2004/
NR/rdonlyres/91F88A47-AAD8-49A6-897E-AFC44A49EB98/0/chp_
biomaterials.jpg

[4] GÜMÜŞDERELİOĞLU, M., "Biyomalzemeler", Bilim ve Teknik Dergisi,


Temmuz 2002 Sayısı, s. 2-4, 23, TÜBİTAK

[5] www.baskent.edu.tr/~mustafak/BME-201/.../biyouyumlulukdoc.pdf

[6] http://www2.aku.edu.tr/~evcin/biomaterials/sınıflandirma.pdf

[7] GÜMÜŞDERELİOĞLU, M., "Biyomalzemeler", Bilim ve Teknik Dergisi,


Temmuz 2002 Sayısı, s. 2-4, 23, TÜBİTAK

[8] http://www.nnoble.com/Capabilities/NiTi/Images/NitinolShapeSet2.jpg

[9] http://makinecim.com/bilgi_9308_Biyomedikal-Uygulamalarda-
Kullanilan-Biyomalzemeler

[10] PARK J., BRONZİNO J., “Biomaterials : Principles and Applications”


Sf:22-26,CRC Press,

[11] BOKROS J. C. “Deposition structure and properties of pyrolitic carbon”.


In: Chemistry and Physics of Carbon , Vol. 5, pp. 70–81, Marcel Dekker,
New York, 1972.

[12] Kaae, J. L. “Structure and mechanical properties of isotropic pyrolitic


carbon deposited below 1600°C.” J. Nucl. Mater. 38:42–50. 1971

[13] Shobert E.I. “Carbon and Graphite” . Academic Press, New York, 1964.

[14] http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/f/ff/Mineraly.sk_-
_hydroxylapatit.jpg

[15] www.azom.com/work/3ve2svxMPW0h5WDNlWGi_files/image008.jpg

[16] www.tsuhp.com/implant_stem_versys.jpg

1
[17] PASİNLİ A., “Ti6Al4V Tip Malzeme Yüzeyine Biyouyumlu
Hidroksiapatit Kaplanması ve Özelliklerinin İncelenmesi”, Ege
Üniversitesi, Ege Meslek Yüksekokulu, Makine Programı, Bornova,2004

[18] ÇAKIR A., AK AZEM F., “316L Paslanmaz Çelik Altlıkların Üzerine
Sol-Jel Tekniği İle Amonyak Takviyeli Çözelti Kullanarak Hidroksiapatit
(HAP) Kaplanması”, Bilim – Teknoloji Dergisi, Temmuz-Eylül /
2008/No.26

[19] http://www.makineihtisas.com/Teknik-Yazi_.aspx

[20] http://en.wikipedia.org/wiki/Ball-and-stick_model

[21] http://www.ucl.ac.uk/~uccaati/pic.jpg

[22] www2.aku.edu.tr/~evcin/biomaterials/camseramik.pdf

[23] http://www.metalurji.org.tr/dergi/dergi121/Sekiller/S16-T1.jpg

[24] http://www.metalurji.org.tr/dergi/dergi121/Sekiller/S14-S2.jpg

[25] McMILLIAN, P.W., Glass-Ceramics, Second Edition, Academic Press,


London, 1979

[26] http://www.metalurji.org.tr/dergi/dergi121/d121_1217.html

[27] YILMAZ, Ş., Volkanik Bazalt Kayaçlarından Cam-Seramik Malzeme


Üretim Koşullarının Araştırılması ve Özelliklerinin İncelenmesi, Doktora
Tezi, İ.T.Ü. Fen Bilimleri Enstitüsü, İstanbul, Temmuz 1997

[28] www.biltek.tubitak.gov.tr/bdergi/yeniufuk/icerik/biyomalzemeler.pdf

[29] ANTHONY C., ‘Spider Silk - the Material of the Future’, Cosmos
Cluster 8, July 30, 2008

[30] http://en.wikipedia.org/wiki/Biochip

[31] http://www.medscape.com/content/2004/00/47/29/472915/art-
nrc472915.fig2.gif

[32] http://nanoscale-materials-and-nanotechnolog.blogspot.com/
b 2007_01_18_archive.html

You might also like