You are on page 1of 26

Emir Seyfullah: ”Tağut’un reddi, Kafkas mücahitlerinin esas

zaferidir!”

Çeçenistan’da direnişin çizgisini değiştiren ve Rusya’ya karşı verilen


mücadeleyi tüm Kafkasya’ya yayan emirlik ilanı hakkında Komutan
Emir Seyfullah dünya kamuoyuna bir açıklama yaptı.

Tağut’un reddi, Kafkas mücahitlerinin esas zaferidir!

Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla…

Hamd, alemlerin Rabbi olan Allah’a, Sâlât ve Selam nebi ve resul


mührü taşıyan Muhammed’in, ailesinin ve dürüst ashabının üzerine
olsun. Allah’ın hidayet ettiğini kimse saptıramaz ve O’nun saptırdığını
kimse hidayete erdiremez. Şehadet ederim ki; Allah’dan başka ilah
yoktur ve Muhammed (salat ve selam üzerine olsun) O’nun kulu ve
elçisidir.

Ve sonra…

Her şeye kadir olan Allah Kur’an’da şöyle buyuruyor:


De ki: “Hak geldi; artık bâtıl ne bir şeyi ortaya çıkarabilir ne de geri
getirebilir.”

(Sebe Suresi, 34:49)

ÖNSÖZ

Mücahitlerin Emiri Abu Usman (Dokka Umarov) bir bildiri


yayınlayarak putperestliğin her alametini reddetti ve emrindekiler için
İslami yönetim sistemini kurdu. O resmen Tağut’un kurallarıyla, ÇİC
(Çeçenistan İçkerya Cumhuriyeti)’in 1992′deki anayasa metninin 2.
maddesinde geçen şu ifadeyle, hükmetmeyeceğini deklare etti:

• “Çeçenistan İçkerya Cumhuriyeti halkı, devlet genelinde


egemenliğin tek kaynağıdır. Halk, kendine ait olan egemenlik
hakkını doğrudan ve kendisi tarafından oluşturulan yasama,
yürütme ve yargı erkini temsil eden organlar tarafından, keza
kendi yönetim organları aracılığıyla gerçekleştirir.”

Emirimizin bildirisi otoritenin yegane kaynağının insanlar değil Yüce


Allah ve rehber olarak gönderdiği peygamberimiz Muhammed (salat
ve selam üzerine olsun) olduğunu dikkate aldığını ifade etmektedir. O
böylece İslam’la çelişen kavramlardan da vazgeçmiş oldu:
Cumhuriyet, parlamento, başbakan vs gibi. O’nun bildirisi ayrıca
demokratik yönetim sisteminin putperest inanışların ve benzeri
öğretilerin reddidir. Kafkas mücahitleri İslam’la çelişen hiçbir
düşünceyi taşımamaktadır; İnsan hakları, uluslarararı hukuk,
referandum, ifade özgürlüğü, din ve vicdan özgürlüğü gibi.

Bazı insanlar bu kararın aniden ve kendiliğinden Dokka Umarov


tarafından alındığı konusunda bizi ikna etmeye çalışıyor. Hatta
bazıları Rus Gizli Servisi’nin Emirimize gönderdiği bir hipnotizmaci
“Çeçen devletinden vazgeç” telkinleri üzere emirin bu kararı aldığı
komplo teorisini ortaya attı. Bu bana Mekkeli müşriklerin
Peygamberimize karşı (salat ve selam üzerine olsun) sözlerini
hatırlatıyor: Onun ahlakını ve dürüstlüğünü bilenler onu yalanla
suçlayamazlardı, bu yüzden onun büyülendiğini iddia ettiler. Hatta bir
büyücünün insanlarla karşı karşıya gelmesi için onu zorladığını iddia
ettiler.
“Ve hak kendilerine geldiğinde onu inkar edenler: Bu, apaçık bir
büyüden başka bir şey değildir”, dediler.

(Sebe Suresi, 34: 43)

Elbette, büyü ona hiçbirşey yapamazdı. Fakat kafir gizli servisleri


bunun tam tersini istiyor. Onlar, Müslümanların Tevhid’in katı
kurallarına sıkı bir şekilde bağlanmalarının Müslümanların zafer
kazanmasının yegane koşulu olduğunu bilen Şeytan tarafından kontrol
ediliyorlardı. Tevhid, bizim yaşamımızın maksadıdır. Biz onun için
kavga eder ve ölürüz. Kafirlerin ve münafıkların amacı bizi gerçek
itikadımızdan uzaklaştırmak ve bizi imansızlardan kılmaktır.

“Arzu ettiler ki kendilerinin küfre saptıkları gibi siz de sapasınız da


onlarla beraber olasınız.”

(Nisa Suresi, 4:89)

“Onlar eğer güçleri yeterse, sizi dininizden döndürünceye kadar size


karşı savaşa devam ederler.”

(Bakara Suresi, 2:217)

Bilinmelidir ki yönetim sistemi bizim dinimizin ayrılmaz bir


parçasıdır. Şu da bilinmelidir ki dinin bir parçasını reddetmek İslam’ın
tamamını reddi demektir. Bu tam olarak kafirlerin bugün başarmayı
denediği şeydir. Onlar bütün güçleriyle bizim İslami yönetim
sisteminden caymamıza çalışıyor ve kendi sistemlerinin
propagandasını yapıyorlar, bu şekilde inkarcılardan olmamız
konusunda bizi zorluyorlar. Biz, her zaman inancımızı savunduk ve
uzun zamandır da bizim canlarımızı ve mallarımızı savunma adına
sahneye koyduğumuz cihadımız Allah’ın kelimesini yükseltme
cihadına döndü. Şimdi ise biz sadece, onu açıkça ilan etmeye ihtiyaç
duyduk.

“…Fakat Allah, olacak bir işi (mü’minlerin zaferini) gerçekleştirmek


için böyle yaptı ki, ölen açık bir delille ölsün, yaşayan da açık bir
delille yaşasın.”

(Enfal Suresi, 8:42)


Mücahitler bu kararı uzun bir zaman önce almıştır. Aşağıda ben
olayların nasıl geliştiğini ve bu kararın açıklandığı satırlarda payı olan
yazarların buna nasıl karar verdiğini açıklayacağım.

KISA TARİHİ ARKAPLAN

Rusya’ya karşı savaş 13 yıldan fazla bir zamandır sürüyor. Birinci


savaşın zaferden sonra, bir iç çekişme oldu ve onun ateşi bugün hala
için için yanmaya devam ediyor. O çekişmeyi yaşamış olan sağ
kalanlar hala karşılıklı olarak husumet besliyorlar. Bugün hala o
olayların sonrasında kimin haklı olduğunu ve kimin haksız olduğunu
açıklamak imkansız. Bugün bir şey açıktır ki: Biz bugün o geçmiş
olaylardan ders çıkarmazsak, aynı şeyler tekrarlanabilir.

Sorulması gereken Çeçen Devleti’ni bir kere daha neyin inşa


edebileceğidir. Geçmişte savaşçıların arasında (İslam ve ulusal
törelerin sentezlendiği bir demokrasi üzerine kurulmuş) laik bir otorite
taraftarı olanlar ve Şeriat taraftarları vardı. 2002 Meclisi direniş
mensuplarının arasındaki çekişmeyi çözmeye çalıştı ancak o sadece
Kafkas mücahitlerine formalite bir birliktelik sağlayabildi.

Bazı kardeşlerimiz geçmiş hatalarını kabul ettiler, fakat birçok önemli


soruda ortak bir noktada buluşmakta başarısız oldular. Biz bir
felaketin yakın olduğunu gösteren bir yönetimle, hep iki seçenek
arasında kendimizi bulduk. İlki, savaşın sonu gelmeden düğümü bir
kerede kesmekti. Kimse bu kararı alamadı, çünkü bu mücahitlerin
saflarında açıkça bir ayrılmaya sebep olacak ve yenilgiyi getirecekti.

Alternatif seçenek ise savaş sona erene kadar veya sonuna kadar
savaştıktan sonra bir anlaşmaya varıldıktan sonra düğümü çözmekti.
Fakat herkes anladı ki, savaş ve ortak düşman mücahitleri
birleştiremiyorsa, sonra barış koşullarda bunu yapmak da pratikte
imkansız olacak. Tüm mücahitlerin arasında ortak bir karar verecek,
cihada katılmış bir hakem bulunamaması da bizleri kızdırdı, çünkü iyi
veya kötü tüm komutanlar ve alimler savaş sonrasında bu fitneye
müdahil olmuşlardı.

Sonuç olarak, demokrasi taraftarları ve şeriat taraftarları ÇİC


başkanını tanımak konusunda anlaştılar ve cumhuriyetin anayasasının
şeriata göre belirlenmesini teklif ettiler. Herkes anlaşmanın formalite
olduğunun ve zorla yapıldığının farkındaydı. Çouğunluğu yurtdışında
ikamet eden demokratlar şeriat kanunlarının meşru olmadığını
söylediler, çünkü anayasa referandumla belirlenmişti ve umumi bir
oylama ile değiştirilebilirdi. Onlar ayrıca Meclis yeniden seçilme
hakkı vermiş olsa da, savaştan sonra devletin “insanların seçilen
temsilcisi” olan tek başkanı olmasının meşru olabileceğini savundular.

Şeriat taraftarları da ÇİC’in başkanının devletin yasal İslami


hükümdar olarak görmediler. O sadece, askeri hareketin komutanı olur
diye düşünülmüştü. Birçok kişi Rusya ile bariş görüşmeye ve
mütarekenin başkanın konumunu koruması için zorunlu olduğunu
umut ettiler. Her grubun veya cemaatin kendi finans kaynakları olması
bu birliğin formaliteden ibaret olduğunun bir başka göstergesiydi.
Bazı emirler bunu askeri zorunluluklardan kaynaklandığı savunarak
açıklamaya çalıştı ama gerçek sebep otoriteye güvensizlik ve
itimatsızlıktı. Hatta Şeyh Abdulhalim iktidara geldiğinde, bazi
mücahitler ona biat yemini etmedi.

Kafkas mücahitlerinin 2005′de birleşmesi ve Kafkas cephesi


açılmasının ardından İçkerya’daki otoroite ilgili yine görüşmeler önü
sürüldü. Ben, şahsen 2005 yazında Nalçik’deki Askeri Meclis’de
bulunmuştum. Emir Abu İdris Abdullah Basayev (Allah ona rahmet
etsin), Hanif İlyas Gorçkanov (Allah ona rahmet etsin) ve Muhammed
Musa Mukozev Kafkasya’ya dahil olan İnguşetya cemaatinin ve
Kabardey Balkarya cemaatinin katılması meselesiyle uğraşıyorlardı.
Abu İdris çekişmenin bittiğini ve ayrılma tehdidi son erdiğini ilan etti.
Son yıllar süregelen sorun giderilmiş oldu.

Çekişmenin birçok katılımcısı düşmana katılarak gerçek yüzlerini


gösterdiler. Sadece Şeriat taraftarları demokrasiyi terkettiler ve
mücahitlerin arasında kaldılar. Böylece ayrılma tehdidi de son bulmuş
oldu, Şeriat sistemine geçiş kararı tam zamanında alınmış oldu.
Abdullah Basayev devlet sistemindeki tüm pagan öğeleri reddi
manasına gelen bir karar alarak, bizleri İçkerya İslam Devleti’nin
vatandaşları ve Kafkasya Mücahitlerinin Askeri Meclisi’nin bir çeşit
parçası olmasını nitelendirdi.
Bizler İçkerya devlet otoritesinin Şeriat’a göre düzenlenmesi sorununu
çözmesi için Abdulhalim’in memurları olduk.

Ancak Cihad cephesindeki zor şartlar sebebiyle, Meclis tekrar


toplanamadı. Abdulhalim Sadulayev ve Ebu İdris Basayev (Allah
onlara rahmet etsin) şehid olduktan sonra, biz yönetimle irtibatımızı
uzun süre kaybettik.

EMİR DOKKA UMAROV’LA MEKTUPLAŞMA

İlk fırsatta, Abu Usman’a bir mektup yazdım. Onu Tağut’un


demokrasisi ve yasasını terk etmeye, sadece İslam sancağını
yükseltmeye, şirkin bütün eklentilerini terketmeye çağırdım. Ayrıca
O’na bu kararı almak için Meclis’e danışmasına gerek olmadığını,
çünkü Onun bunun tam olarak yegane sorumlusu olduğunu söyledim.
O ilk olarak kendi nefsinden sorumludur ve Hesap Günü’ne bu
sorumluluğunu saklamaktadır. Ve sadece bu da değil, tüm
memurlarının yaşamlarının ve askeri planların sorumluluğu da Onun
üzerindedir. Herşeyden önce O tüm bunların hesabını Yüce Allah’a
verecektir.

Allah’ın dininin esasları her insan tarafından kolayca anlaşılabilir.


Kuran insanlara sedece okunması ve yazılması için gönderilmedi.
Eğer biz Kur’an ve sünnetten apaçık delilleri görüyorsak, gerçeği
gizlemeye çalışan, Allah’ın ayetlerini gizleyen, hevalarının faydası
için onu yanlış yorumlayan, şerre çağıran alimleri onaylamak zorunda
değiliz. Kıyamet Günü Emir kendini şöyle savunamayacaktır: “Ey
Rabbim! Ben senin kanunlarını uygulamak istedim, fakat ulema
(İslam’ın dini liderleri) bana izin vermediler.”

Elbette, biz sarfettiği sözler hüccetlerle (delillerle) uyuşan alimlere


saygı duyarız, fakat Akide’nin temel konularında (Usul’id Din’de)
alimleri Taklid’e (bir görüşü aynı takip etmeye) izin verilmemiştir.
İtikadi meselelerde birisinin ifadesini kabul etmeden önce sahih bir
Delil’e (gerçek İslam kaynaklarındaki yerine) ihtiyacımız vardır.
Şeriatın Fürû meselelerinde ise biz alimlerin sözlerini taklid edebiliriz
ve her sözlerinin Delil’ini sormak zorunda değiliz.
Bu konuda Oy’a dayanılamaz olduğunu da mektupda vurguladım,
hatta herkesin Şeriat için Oy vereceği kesin olsa bile.

Yüce Allah şöyle buyuruyor:

“Bununla beraber Allah ve Resulü bir işe hükmettiği zaman, gerek


mümin bir erkek ve gerekse mümin bir kadın için, o işlerinde başka
bir tercih hakkı yoktur. Her kim de Allah ve Resulüne âsi olursa açık
bir sapıklık etmiş olur.”

(Azhab Suresi, 36)

Ayrıca ben şu gerçeğe dikkat çekmek isterim ki, 2002 yılında şu


devletliğimizin bir ilkesiydi: “Emir’in Şura’da tek bir oyu vardır.” Bu
açıkça İslam ile çelişen ve kafirlerden ödünç alınan bir yenilikti. Eğer
biz, bu ve diğer ciddi sapmaları sona erdirmezsek, Yüce Allah
hayatımız boyunca düşmanlara karşı bize zafer nasip etmeyecektir.
Bununla birlikte bizi ödülünden mahrum edip, cezaya çarptırabilir.
Evet, böyle bir hareketin bizleri çekişmeye itme tehlikesi var. Ancak
Yüce Allah, eğer insanlardan korkarsak ve Şeriat’ın belirlediği
kanunların sınırını aşarsak bize sürekli çekişme ve ayrışmalar
verecektir.

O Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:

“Bu sebeple, O’nun emrine aykırı davrananlar, başlarına bir bela


gelmesinden veya kendilerine çok elemli bir azap isabet etmesinden
sakınsınlar.”

(Nur Suresi, 63)

Abdullah ibn Ömer (Allah ondan razı olsun), Peygamberden (salat ve


selam üzerine olsun) şöyle rivayet ediyor:

“Eğer insanlar Allah’ın emirlerini ve Resulü’nün sünnetini terkedecek


olursa, Allah onlara başka milletlerden düşman musallat eder. Onlar
da ellerindekini alırlar. Yöneticileri Allah’ın kitabında indirdiği
hükümlerle hükmetmezse Allah onları birbirine düşürür.”
(İbn Mace’nin rivayet ettiği Sahih bir Hadis’ten alıntıdır. Ayrıca
Elbani de Silsiletu’l Sahiha da zikretmiştir.).

Dokka Umarov bu meselenin Onun için açık olduğunu ve yönetim


sisteminin ne olması gerektiği konusunda şüphesinin olmadığını ifade
ettiği bir cevap yazdı. Zaten daha önceki mektuplarında da o sadece
Allah rızası için, İslam için ve Şeriat için savaştığını vurgulamıştı.
Emir Dokka Umarov şimdiden bir karar aldığını ve böyle bir çıkış
yapacağını ifade etti. O sadece bunu ifade edecek metni hazırlamasına
yardımcı olması için yaşlı bir mücahitin ulaşmasını beklediğini
söyledi.

SANCAK MESELESİ

Şeriat’ın bütünüyle hakim kılınması konusunda Abu Usman’ın


kararlılığına rağmen böyle bir hareketin gerekliliği ve zamanlaması
konusunda bazı Mücahitlerin aklında şüpheler vardı. 2007 Ekim’inde
Abu Usman’ın naib’i (vekili) Emir Muhanned’den İslam dışında bir
bayrağın (ideolojinin) altında savaşmak konusunda benim düşüncemi
bilmek istediğini ifade ettiği bir mektup aldım. Çıkış noktası, benim
İslam sancağı olmayan bir bayrak (ideoloji) altında savaşmaya izin
verilmediğini yazdığım bir makalemdi. O Şeyh Useymin’in İslami
olmayan (Cahili) bir bayrağın altında Cihad etmeye izin veren bir
fetvasını aktarmıştı. Böyle bir savaşın Bosna ve Hersek’de
sürdürüldüğünü ve bütün İslam alimlerinin buna onay verdiğini,
bunun Bosnalı Müslümanların yanında sadece Allah rızası için yapılan
bir cihad olduğunu söylüyordu.

Ben bu soruyu elbette cevapladım. Şimdiye kadar cihad, demokrasi ve


ulusal özgürlük bayrağı altında sürüyordu. Buna rağmen dünyanın her
yerindeki alimler bu savaşın Çeçen insanlarını soykırımdan korumayı
hedefleyen bir cihad olduğunu söylüyorlardı.

Bu meselede tartışmasız önemli bir nokta var: Gerçekten savunma


savaşında ulusal bayraklarının altında ve hatta haydut çetelerinin bir
üyesi olarak savaşılabilir. Ancak, şüphesiz tartışmalı yönleri de var.
Örneğin, kafirlerin bayrağı altında da savaşılabilir mi? Bazı alimler,
eğer Müslümanların yok olmasını engellemek için başka çare yoksa
buna da cevaz veriyorlar. Diğerleri ise kafir bayrağı altında savaşanın
(örneğin Kafirlere sadakatini göstermesi gibi) Vela yaptığı sürece
kafir olacağını düşünüyor.

Mücahitlerin bir bölümü bunu kabul etti ve Sırplara karşı ulusal


bayrağın altında savaştı. Aynı zamanda onlar Başkan Aliya
İzzetbegoviç’in emri altında Demokratik Bosna bayrağının altında da
savaştılar.

Bosna’da başka bir Mücahit grup daha vardı ki, onlar Bosna
hükümetini kabul etmediler ve İslam sancağı altında savaştılar.

Buna rağmen, bizim durumumuzda iki seçenecekten hangisini


seçersek seçelim bu bizim için birşey ifade etmez. Çünkü bu
tartışmanın bizimle yapılması için hiçbir gerekçe yok. Çünkü bu
konuda konuşan alimler, Cihad’ın demokratik bir cumhuriyetin veya
hristiyan bir demokrat yöneticinin veya Hakkı kabul etmeyen, inkarcı
bir yöneticinin emri altındaki bir devlette veya orduda caiz (İslam’a
göre doğru) olup olamayacağını tartışmışlardır. Veya Onu hakka davet
etmenin hiçbir olanağı olmadığı durumlarda. Fakat biz burada
kardeşimiz hakkında konuşuyoruz! Biz Emir Dokka’ya şunu nasıl
diyebiliriz: “Kardeş, sen bir süre kafir olmalısın. Yoksa bizim
düşmanı yenmemiz zor olacak!”

Bazıları bize itiraz edebilir ve bunu yapması için bizim onu


zorladığımızı söyleyebilir. Ve baskı sebebiyle kafirleri aldatmamızın
bir ihtiyaç olduğunu söylebilir. Benim cevabım ise şu olacaktır:
Allah’ın diniyle oynamayın! Eğer herkes askeri veya siyasal bir
zorunluluk sebebiyle küfrünü açıklarsa, bizim dinimizden geriye
hiçbirşey kalmaz. Bütün Ehl-i sünnet alimleri kalbi imanla dolu
olduğu halde ikrah (İslam’ın belirleği ölüm tehditi derecesinde bazı
zor durumlar) dışında düşünerek küfür kelimeleri söyleyen herkesin
kafir olacağı konusunda ittifak etmişlerdir. (Bakınız Kahtani, “El-Vela
ve’l Bera, Cilt 1, Sayfa 60.) Bilinmelidir ki her tehdit ikrah değildir.
İbn Hacer ikrahın dört şartı olduğunu söylemiştir:

1. Zorlayan kişi söylediğini yapabilecek güçte olmalıdır. Zorlanan


kişi ise zorlayan kişinin vereceği zararın altından kalkabileceği
güçte olmamalıdır. Yani, kaçabilecek veya gücüyle karşı
koyabilecek durumda olmamalıdır.
2. Zorlanan kişi, zorlayan kişinin dediğini yapmadığında zorlayan
kişinin, tehdidini büyük ihtimalle gerçekleştireceğini düşünmüş
olmalıdır.
3. Zorlayan kişi, kendisiyle korkuttuğu şeyi hemen tatbik
edebilecek güç ve istekte olmalıdır. Yani; istediği yapılmadığı
taktirde tehdidini hemen, ani olarak uygulayacak güç ve istekte
olmalıdır.
4. Zorlanan kişi, kendisinden istenilenden daha fazla bir şey
yapmamalı, zorlandığı meselede muhayyer olduğunu, o konuda
istekli olduğunu gösterir bir hareket yapmamalıdır. (Fethu’l Bari,
Cilt 12, S:311)

Bu koşullar zorlamanın her hangi bir türünü uygulanır. Örneğin, bir


ticaret anlaşmasının bitirilmesi için zorlama… Küfrü zorla kabul etme
konusunda alimler ancak o tehditlere geri dönülemiyeceğinden emin
olan kişinin küfür sözlerini söyleyebileceği konusunda icma
etmişlerdir (ortak fikirde buluşmuşlardır). Örneğin düşman onu
öldürmeye gelecek, onu zorla tehdit ediyor veya ona yakacak, acı
verecek veya benzeri birşeyle öldüreceğinden eminse, alimlerin
icmaına göre muallak cümlelerle küfür sözlerini geçiştirmesi
gerekmektedir. (Bakınız, Hazin, Lübab’ut-Tevil, Cilt 4, Sayfa 117.)

Şu da bilinmelidir ki İslam emiri tarafından tayin edilen bir casus da


tehlike altında olduğu dikkate alınırsa İslam ve alametlerini
gizleyebilir. Onun durumu tehdit altındaki bir kimsenin durumu
gibidir, çünkü o farkedilirse öldürülecek veya işkenceye tabi
tutulacaktır.

Hiçbir yerde bir Emirin, istisna olarak, genel bir fayda için İslam’ın
kanunlarının dışına çıkabilme hakkı olduğu belirtilmemiştir.

DÜŞMANLARIMIZIN PLANLARI

İlk bakışta Kafkasya Emirliği deklerasyonu Rusya’nın faydasına gibi


gözüküyor. Ancak düşmanlarımız uzun zaman önce demokratik Çeçen
Cumhuriyeti’ndeki demokratik kurumların ve bağımsız İçkerya’nın
oluşmasından rahatsız olmayı bırakmıştı. Aslan Mashadov
öldürüldükten sonra (Allah ona rahmet etsin), ÇİC’in uluslar arası
tanınması meselesi kapanmış oldu. Batı önce biraz öfke sesleri
mırıldandı ve sonra sessizliğe büründü. Bu yüzden sadece iki mesele
(cihadın finansının tamamen kesilmesi ve ideolojik temellerinin
çürütülmesi) Rus kafirini tedirgin ediyordu ve bu meselelerin onların
lehine çözülmesi için savaşın sonlandırılmasına karar verilmeliydi.

Kafirler Arap Yarımadası’ndaki Müslümanların bağışlarının Çeçen


cihadını finanse etmek için ana kaynak olduğunu biliyorlardı.
Düşmanlarımız yardımların akışını bozmak için kralın yetkilileriyle
bir anlaşma yapmanın yeterli olacağını ve böylece Çeçen probleminin
çözüleceğini düşündüler. Başta Rusya terörle birlikte savaşmak için
ABD ile bir anlaşma imzaladı. Sonra Kral Abdullah (O veliaht olduğu
zaman gerçekte ülkeyi o yönetiyordu) Moskova’ya geldi ve bir
anlaşma imzaladı. Abdullah, Çeçenleri finanse eden kaynakların
kesilmesi için Putin’e söz verdi. Fakat her taraftan gelen yardımların
eksilmesi Mücahitleri durduramadı. Birçok ünite kendini finanse
edebilmek için kaynaklar buldu ve dış kaynaklardan bağımsız olarak
bu işi hallettiler.

Kafirler Müslümanları sadece kuvvetleriyle yenemeyeceklerini fark


ettiler ve Haçlıların geçmiş zamanlarda yaptıklarının aynısını yaptılar
ve Mücahitlerin ideolojik temellerini kazımaya başladılar. Bu sırada
onlar Cihadın ana destekçilerinin tüm baskılara rağmen sayıları hızla
artan imanlı gençler olduğunu anladılar. Oryantalistler ve İslam
üzerinde araştırma yapan diğer uzmanlar topladıkları bilgilerde
Cihadın liderlerinin bildirilerinde sık sık meşhur İslam alimlerinin
görüşlerine davet ettiklerini gördüler.

Mücahitler fetvalarında onlara danışıyorlardı ve onların görüşleri


büyük önem arzediyordu. Rusya yabancı alimleri direk etkileyemezdi,
bu sebeple İslam dünyası ülkelerine BM yardımlarıyla birlikte destek
götürdü. Böylece Rusya, İslam dünyasının bir savuncusu görüntüsü
vermek istiyordu. Bu sebeple Batı koalisyonunun Irak’ı işgalini
kınadı, İKÖ (İslam Konferansı Örgütü)’nün bir üyesi olmak istediği
söyledi.

Hatta Kremlin yetkilileri HAMAS’ı Moskova’ya davet etti.


Müslümanları aldatmak için gerekli koşulları oluşturmak için iç
politikada da değişikliklere gidildi. Daha önce İslam’a karşı savaşın
ana aracı “dini otoriteler” ve “terör”ken, şimdi Rus gizli servisiyle
ortak olarak sözde barışçıl İslami cemaatlerin açılmasına izin verildi.
Tüm dünyaya eski bir mücahit ve müftünün liderliğinde barışçıl bir
Çeçenistan fotoğrafı sergilendi.

Daha sonra Dağıstan ve Kabardey-Balkarya’da durumun kötüleşmesi


üzerine kafirler bu bölgede Müslümanlar’a karşı dini
yumuşatmalılardı. Onlar şu anda hala insanlara, Dağıstan’da
uygulanan baskıyı bu cumhuriyetin eski liderinin insiyatifinde
KBR’nin yürüttüğünü telkin etmeyi deniyorlar, iddiaya göre
Moskova’nın bilgisi dışında…

Gerçek ise şu ki, oradaki inananlara yapılan eziyet, Kremlin


yöneticilerinin bölgedeki otoritelerin üzerindeki baskısının bir
sonucuydu. Putin yönetimi, Mücahitlerle anlaşmaya varan eski
başkanları suçlamıştı. Nalçik’te camiler Moskova’dan gelen baskıyla
kapatıldı. Bakan Şogenov, sadece patronlarının emirlerini yerine
getiriyordu. Rus istihbarat servisi ajanlarının planına göre, O (Bakan)
“kötü polis” rolünü oynamalıydı ve oraya gelen yeni Rus şef de
Kabardey-Balkarya Müslümanlarına “yardım eden (!)” “iyi polis”
rolünü…

Kafkas Cumhuriyetleri’nin yeni Rus yöneticileri camileri açtı ve


kendilerini Müslümanların haklarını savunuyormuş gibi gösterdiler.
Orta Doğu’dan bir ulema heyetini Nalçik’e davet ettiler ve Kabardey-
Balkarya’nın yerli liderinin bölge Müslümanlarının Emiri olduğuna
dair bir fetva çıkarttırdılar. Ben benzer şeylerin Dağıstan’da da olup
olmadığını bilmiyorum, ama aynı şeylerin orada da yapıldığını
düşünüyorum.

Rusya tarafından atılan adımların, elbette kesin bir etkisi vardır.


Ancak bu Mücahitlerin manevi motivasyonunu etkileyecek kadar
yeterli değildi. Cihadı durdurmak için şeriat argümanlarını kullanmak
mecburiydi. Ve bu argümanlar hükümet yanlısı ulema ve müftüler
tarafından dile getirilemezdi, saygı duyulan alimler tarafından ifade
edilmeliydi. Onlar daha fazla direnmenin kendilerine zarar vereceği
konusunda Müslümanları ikna etmeliydi.
Rus oryantalist ve analistler Irak’da cihadın her geçen gün
ilerlemesine rağmen birçok Müslüman alimin Irak’a komşu
bölgelerdeki askeri hareketlerin operasyon yapmasını yasakladığına
dikkat etti. Ve hem de o bölgelerde Batı koalisyon güçlerinin askeri
üsleri olmasına rağmen… Bu aynı zamanda Çeçenistan bölgesindeki
savaşta da geçirli oluyordu ve Mücahitlerin liderlerinin cihadı Kafkas
cephelerine ve diğer bölgelere taşıma planlarını engelliyordu.

Bilinmelidir ki Amerika’nın büyüyen ihtiraslarıyla, İslam dünyası


Rusya’nın eski gücüne geri dönmesini umuyor. İslam dünyasının ana
sorunu Filistin’dir ve bir çok Müslüman safça Filistin sorununu
çözmek için Rusya’nın yardımını umuyor. Birçok Müslüman alim
İsrail ve Amerika’ya karşı. Onlar Filistin, Irak ve Afganistan’daki
Mücahitler için yardım çağrısında bulunuyorlar. Fakat onların birçoğu
Çeçenistan sorununun Filistin sorununu çözmeye engel olduğunu
düşünüyorlar. Onlar, en azından İçkerya bölgesinde cihadın
yerelleştirilmesi gerektiğini savunuyorlar.

Hac boyunca iki kere, Suudi Arabistan eğitim kurumlarında öğrenim


gören öğrencilerin teşebbüsüyle, alimler Kafkasya ve Rusya’nın farklı
bölgelerinden gelen hacıları topladılar. İkisinde de onlar Hac için
gelen müminlere, bölgede Rusya’ya karşı askeri hareketin gayrimeşru
olduğunu telkin ettiler. Hac boyunca alimler Kabardey-Balkarya,
Karaçay-Çerkesya, Kuzey Osetya, Tataristan ve diğer bölgelerde
yaşayan Müslümanları cihad cepheleri açmayı bırakmaları için uyardı,
ve ayrıca onlar Çeçenistan’da cihad eden kardeşlerinden endişe
duyduklarını da söylediler.

Ayrıca onlar dediler ki: “Siz Çeçenlere yardım etmelisiniz, fakat


Rusya’daki Müslüman Cumhuriyetlerde İslam’a barışçıl davetin
devamına zarar vermeyecek bir koşulda…” Aslında, onlar
Mücahitlere yardım etmeyi tamamen reddediyorlardı, çünkü her hangi
bir yardım teröristlerle suç ortaklığı olarak nitelendiriliyordu.

Bu ulemanın problemi halihazırda birçok dürüst alimin yaptığı gibi


onlardan vazgeçmek yerine, ülkelerini yöneten Tağut’lara
inanmalarıdır. Tağutlar, yakında eski kuvvetine kavuşacak ve
Amerika ile denge unsuru olacak olan Rusya ile gizli anlaşmalar
yaptıkları konusunda alimlere garanti veriyorlar.
Biz aşağıda, Rusya’ya karşı cihad kararı alan bazı alimlerin neyi
kılavuz edindiğini açıkça ifade ettikleri bir diyaloğu iktibas edeceğiz:
Modern tarih, benzer emsallere tanıklık ediyor: Bosna ve Hersek’de
cihad. Onlar kabaca bizim durumumuzdaydı.

Soru: Çeçenistan’da ne oldu? Cihadın sebebi neydi? Veya, daha açık


sormak gerekirse, Çeçenistan’daki savaş neden cihad olarak
tanımlanıyordu?Cevap: Çeçenistan demokratik bir devletti,
Rusya’dan ayrılmak isteyen bir cumhuriyetti. Rusya bunu kabul
etmedi ve İçkerya hükümetini devirmek istedi. Devirmeyi
başaramadığı zaman ise, Rusya askeri müdahalede bulundu ve
Çeçenistan’daki Müslümanları öldürmeye ve soymaya başladı.
Müslümanlar ise mallarını ve canlarını korumak için kıyama kalktı.
Bu cihattı.

Soru: Çeçenistan’ın bugün durumu nedir?Cevap: Ulusun fiziksel


olarak yok edilme tehditi bugün giderilmiş oldu. Rusya tarafından
içinde eski Mücahitlerin de yer aldığı çoğunluğunu Çeçenlerin
oluşturduğu yeni bir hükümet kuruldu. Müslümanlar özgürce camileri
ziyaret edebiliyor, sakallarını uzatabiliyor ve Hacca gidebiliyorlar.
Aynı Suudi Arabistan’da olduğu gibi özgürce İslam’a davet
edebiliyorlar. Fakat hala Çeçenistan’ın şimdiki hükümetine karşı
savaşan insanlar var. Onlar dağlarda birkaç Mücahit ve Avrupa’da
sığınak bulabilen eski Çeçen politikacılardan oluşuyor.

Soru: Çeçen direnişi neyi hedefliyor ve ne için savaşıyorlar? Onların


arkasında hangi siyasi güçler var?Cevap: Çeçen direnişi Komutan
Dudayev’in kanunlarıyla ilan edilmiş olan demokratik cumhuriyetin
(ÇİC) uluslar arası platformda tanınmasını hedefliyor. Onlar Batı ve
Putin’i devirip Batı’nın kanunlarıyla yeniden Rusya’yı kurmak isteyen
Ruslar tarafından destekleniyor. Sonuç (fetva): Çeçenistan’daki durum
iyiye gidiyor. Çoğu Müslüman korkusuz yaşıyor. Çeçenistan’da din
rahatça uygulanabiliyor. Bu koşullarda Cihad durdurulmalıydı. Fakat
biz ormanlarda saklanan Mücahitlerin cihadını yasaklayamayız.
Çünkü onların başka çaresi yok. Orada demokratik bir devlet kurmak
için aslında bizi ana düşmanımızın, Amerika’nın, nüfuzuna maruz
bırakacak olan bir hamle olan Çeçenistan’ı Rusya’dan ayırmanın
hiçbir mantığı ve faydası yoktur. Bizler Rusya’daki Müslüman
Cumhuriyet’lerdeki askeri hareketleri durdurmaları ve müminlere
eziyet etmeleri için otoriteleri kışkırtmamaları için Mücahitlere ısrarda
bulunmaya devam edeceğiz.

Soru: Biz Kafkasya cumhuriyetlerinde ve Tataristan’da askeri cephe


cumhuriyetlerini ilan eden alan komutanlarının ortaya çıktığı
yönünde rahatsız edici haberler alıyoruz. Onlar tanınmamış Çeçen
cumhuriyetinin başkanının memurları. Onlar internete makalelerini
göneriyorlar, Kafkasya, Tataristan ve Rusya’da yaşayan
Müslümanları saflarına davet ediyorlar ve dağladaki Mücahit
ünitelerine katılmaya çağırıyorlar. Bu cephelerin önde gelenleri
Müslümanların gerillaların saflarına katılmasını engellemek
isteyenlerin kafirler ve fasıklar (günahkarlar) olduklarını iddia
ediyorlar. Onlar Rusya’ya karşı savaşın farz-ı ayn (herkes için
mecburi) bir cihad olduğu ve kendilerinin tayin ettiği Emir olan,
Çeçenistan’ın başkanının Emir’inin emriyle cephelerin kurulduğu
görüşünü temel alıyorlar. Bu cephelerin hükmü (statüsü) nedir?
Cevap: Müslüman cumhuriyetler (Çeçenistan dışındaki) savaş
bölgeleri değildirler. Barışın ve ortak yaşamın bölgeleridirler. Daha
önce bu bölgelerin bazısındaki yerel otoriteler Müslümanları
eziyorlardı. Çeçenistan’daki gergin durum buna sebep olmuştu. Bugün
Çeçenistan’daki durum dengelendiği zaman, Rus otoriteleri bu
cumhuriyetlerde yaşayan Müslümanlar’ın üzerindeki baskı
politikalarını hafifletmişlerdir. Bu bölgelerdeki istikrarın bozulması
barışçıl çağrıya zarar verecektir. Elbette Rusya’da yaşayan
Müslümanlar Çeçen mücahitlere yardım etmelidirler, ancak bazı
kardeşlerimizin düşündüğü gibi, bu şekilde değil.

Eğer Çeçenistan’da Rusları karşılamak için yeteri kadar adam


(mücahit olmazsa), daha sonra her Müslüman için oraya yolculuk
etmek ve savaşmak mecburi olacaktır. Fakat, biz biliyoruz ki,
Çeçenistan’da yeteri kadar gönüllü var. Sadece onların silah ve para
eksiklikleri var. Evet, onlar zor şartlar altında yaşıyor olabilirler, fakat
Çeçen kardeşlerimizin Rusya’da yaşayan Müslümanlardan orada
cephe açmayı talep etmeye hakları yok. Çünkü bu zayıf Müslümanlar
üzerinde baskı uygulanmasına sebep olabilir. Çeçenistan başkanının
emirlerine gelince, bu açıklanmalıdır. Çeçenistan dışında yaşayan
kardeşlerimiz iki sebepten dolayı bu emirlere uymak mecburiyetinde
değildirler.

Birincisi: onun emirleri Şeriata göre meşru değildir, çünkü o bir


demokratik liderdir ve Vali el-Emir (Emir’in Vali’si) olduğu
düşünülemez.

İkincisi: O ancak askeri hareketlerin koordinasyonuyla görevli askeri


bir liderdir, ve onun otoritesi sadece ona verilen bölgeyle sınırlıdır. O
sadece İslami olmayan bir bayrağın altında savaşıyoyr olsada, askeri
amaçları başarmak için yaptığı cihadında, ancak kendi bölgesinde
emirlerine uyulabilir. Bahsi geçen konuya dönersek, o Çeçenistan
dışında her hangi bir cephe açma iznine sahip değildir.

İşte bizim ulemamızın bazılarının böyle ilginç durumları var. Elbette,


bu insanlar son sözü söyleme hakkına sahip değil. Bunların alternafiti
olanlar vardır ki, onlar da bunlardan daha az bilgisi olmayan ve
sağlam Akide’ye mensup kişilerdir, yenilgiyi kabul etmişlik
hastalığına yakalanmamışlardır. Onlar kafirlerin kanunlarıyla siyasette
oynamazlar ve Çeçenistan’da demokratik rejim yeniden kurulduğunda
veya Hamas seçimleri kazandığında bunu İslam’ın zaferi olarak
değerlendirmezler. Onlar katı bir şekilde Tevhid’e sarılmışlardır ve
hayali siyasi kazançlar uğruna dinlerini satmazlar.

Biz Kur’an ve Sünnetten apaçık delilleri getiren, sadece Allah’a


güvenen ve kurtuluşa erecek olan ve kendilerine zafer bahşedilecek
olan taifeyi (grubu) takip etmeliyiz. Sonra ise kafirlerin planları
başarısız olacaktır.

TERCİHİMİZ

Böylece, biz bir seçeneği seçmemiz gerektiğini anlamıştık: ya bazı


alimlerin fetvasını takip ederek cihadı durduracaktık, ya da
cihadımızın gerçek hedefini ilan edecektik. Eğer hedefimiz Çeçen
insanlarını özgürleştirmek için savaşmaksa, bu hedefi gerçekten
başarmıştık. Ve eğer hedefimiz kafirlere karşı insanları korumaksa ve
küfrün gücünü kırmaksa, herkes ona şahit oldu. Her Mücahit ne için
savaştığını bilmelidir. Kafirlerin planı, Mücahitlerin çağrısını yaptığı
cihadın “ideolojik temellerini” veya “manevi motivasyonunu” imha
etmek ve böylece onu ruhsuz bırakmaktır.

Afgan cihadından bir örnek olması için bir olaydan bahsetmek


istiyorum: Amerika ve İngiltere Afganistan’a saldırdığı zaman, onlar
Mücahitlerin muhteşem direnişiyle karşılaştılar. Afganlar ön safın
önemli kısımlarından birini güçlendirdiler, bu sebeple oldukça üstün
silahlarına rağmen kafirler ilerleyemediler. Düşman ordunun
komutanları mevzilerine ulaştılar.

Onlar ne olduğunu anlayamadılar, çünkü askeri bilimin tüm


kurallarına göre düşman şu ana kadar çokta öldürülmüş veya
kaçırılmış olmalıydı. Komutanlar Afganların motivasyonunu, onların
ne için savaştığını sorgulamaya başladılar. Onların sorusuna verilen
cevep dini nedenler olduğuydu.

Evet, İslam sizin hayatınıza, sevdiklerinizin hayatına ve malınıza


güvence verir. Bu kendinden-savunma Müslümanların dini bir
vecibesidir.

Generaller cephenin bu bölümünü savunan insanlara başka bir


motivasyon kaynakları olup olmadığını sordular. Ve onların cevabı
“hayır”dı. Bu cephe, evlerini savunan birkaç Afgan köylüsü tarafından
ele geçirildi. Amerikalılar, Afganlar’a bir ültimatom verdi: “Siz
evleriniz ve aileleriniz için savaşıyorsunuz. Eğer siz direnişi
durdurursanız, biz size ve köylerinize zarar vermeyeceğiz. Aksi
taktirde biz sizin uğruna savaştığınız şeyleri tahrip edeceğiz.”

Afganlılar ise “sonuna kadar savaşacağız” yanıtını verdiler. Kafirler


köyleri bombaladılar ve tekrar teslim olup olmayacaklarını sordular.
Fakat bu sadece Afganlıları kızdırmıştı. Sonra kafirler başka bir köyü
yeryüzünden sildiler. Onlar asla Mücahitlere karşı savaşamadılar,
sadece kadın ve çocukları öldürebildiler. Afganlar çok kahraman
insanlardır, fakat bu andan itibaren onların direnişlerinin ruhu yok
olmuştu. Çünkü onların tek hedefleri evlerini savunmaktı, fakat sonuç
tamamen tersine tamamlanmıştı.

Kafirler bugün aynısını Çeçenistan’da yapıyorlar. Onlar ilk başta


rahatça herkesi öldürdüler ve bugün ise onlar yakınlarını kaçırmak
veya öldürmekle tehdit ederek, Mücahitlere şantaj yapmayı deniyor.
Vatanlarının ve uluslarının özgürlüğü için savaşanlar bugün bu şantaja
boyun eğdiler ve düşmana teslim oldular. Çünkü aileler bir kabileden
veya ulustan önce gelir. Fakat Allah yolunda savaşanlar, Onun
kelimesini her şeyin üzerine çıkarmak için savaşanlar, İmanlarını
savunmak için savaşanlar için bu değerler kendilerinin ve yakınlarının
hayatlarından daha değerlidir.

Tağut’un reddi bizim her şeyde yaşadığımız bu belirsizliğe son verdi.


Stratejide, politikada, kim olduğumuzun ve ne için çalıştığımızın
farkında vardık. Batıdaki birçok kafir Çeçen direnişine yardıma
hazırdı, fakat her şeyden sonra onlar, bizim kafirlerin uluslar arası
konfederasyonu ve İslam arasında safımızı seçme talebinde
bulundular. Sadece insanların maddi iyiliğini isteyenler, Emir Ebu
Usman’dan Batılı kafirleri onaylamasını ve İslam ve Müslümanlara
bağlılığı görüntüsünden vazgeçmesini istediler. Kafkasya Ulema
Kurulu “ÇİC Liderliği Çalışma Plan ve Programı” başlığı altında
Emir’e görüşlerini sundular. Bu görüşleri sunanların Devlet’in Başına
teklif ettiği seçenekleri şuydu:

• “Böylece biz, tam da son tahlilde stratejik hedeflerimizi


belirlemeye ihtiyaç duyduğumuz bir zamanda, stratejik
planlarımızı hayata geçirebilecek bir duruma yaklaştık. Tüm
gerekli özellikleri hesaba katarak, bu aşamada hedefimizin son
formulasyonunu çıkardık:

Biz kültürü, gelenekleri ve diniyle bağımsız bir Çeçen devleti


inşa etmek istiyoruz. Devam etmeden önce basit bir soruyu bir
kerede ve tümüyle cevaplamayı deneyelim: “Çeçen ve Kafkasya
ulusları kendi devletlerini kurmalılar mı? Eğer cevap evetse, biz
Çeçen insanları ve onların planlarıyla kurulan devletleri
korumalı mıyız?”
Sorumluluk sahibi insanlar ve bunu ciddi olarak düşünenler için
cevap nettir: “Şüphesiz EVET!”

Ulema Kurulu işgalcilere karşı savaşta kullanılması için de şunları


teklif ettiler:

• “…bütün bu özellikleriyle (bayrak, marş, anayasa, başkan,


parlemento, bakanlar kurulu, mahkeme vb.) devlet; devlet
kurumlarının meşruiyetinin ve onların buluşmalarının uluslar
arası yasalarla belirlenmiş şartıdır. Uluslar arası yasal
organizasyonlar tarafından ve Rusya tarafından devletimizin
meşruiyetinin belgeli tanınması, yurt dışındaki askeri harekette
tecrübeli ve devletin kurucusu olan ÇİC devlet adamları
tarafından korunmaktadır.”

Ulema safça bütün Kafkasya’ya yayılan cihadın, Kremlin yönetiminin


Müslümanlar’dan memnuniyetsizliğine sebeb olduğunu söylüyor. İşte
bu görüşten bir iktibas:

• “Kafkasya Ulusları kendilerini en zalim terörün, zulmün ve


şiddetin altında hissediyorlar. Münafık lideri devirmeyi meşru
kılmanaın hiçbir dini tezahürü yoktur.”

Ben bu görüşlerin yazarlarını insanların ne terör ne zulüm ne de şiddet


hissetmedikleri konusunda bilgilendirmek isterim. Ayrıca bu münafık
alimler ancak Rusya’ya karşı cihad çağrısı olmayan bir din çeşidini
öngörüyorlar.

Amerika’ya ve İngiltere’ye karşı cihad çağrısı yapmak yasak değil.


Hatta Nalçik Müftüsü gençleri Cuma günleri Amerikalı istilacılara
karşı cihada davet ediyor. İnsanlar Ekim 2005′de Mücahitlerin barışçıl
bir şehre saldırdığını düşünüyorlar. Biz Çeçenistan’daki kardeşlerimizi
ortak hedefe saldırmaya çağırdığımız zaman, insanlar şaşırıyorlar:
“Çeçenistan’da bunu yapmalı mıyız? Orada olanlarla bizim nasıl bir
bağlantımız var ki? Bu bizim meselemiz değildir. Hiç kimse bizi
ezmiyor, öldürmüyor. Ancak Vehhabiler burayı savaş alanına
çevirmek istiyor. Bu ancak Amerika’nın çıkarınadır.”
Birçok insan ise alkol ve zamparalığı yasaklayacağımızdan ve onları
zevklerinden mahrum bırakacağımızdan korkuyorlar.

Kafkasya Diasporası’na gelince, onlar tarihsel topraklarındaki şu anki


durumdan dolayı gayet memnunlar. Nasıl olsa ulusal liderler de onlara
sahip çıkıyorlar. Onlar bizi Batı Kafkasya’da savaşmayı durdurmaya
ve Çerkes, Karaçay ve Balkar’ya halklarının iyiliği için çalışan (!)
yerel kukla yöneticileri engellememeye çağırdırmaktalar.

Bizler bugün sadece küfre ve meyvelerine karşı savaşmamız


gerektiğine ikna olanlar tarafından destekleniyoruz. Zeki insanlar bu
onlara tam-yetki ve Batı kültürünün nüfuzunun verdiği zararı
görmektedir. Kafirler din ve inanç özgürlüğüne çağırmaktadır. Zina ve
ahlaksızlık, demokrasi, Hristiyanlık, Darwinizm ve diğer pagan
öğretiler okullarda çocuklarımıza telkin ediliyor. Çocuklarımıza
şeytana ve küfre toleranslı olmaları gerektiği öğretiliyor. İnsanların
çoğu yakında alkol satışına müsaade edilmesi için oy kullanacak
olursa alimlerimiz ne yapacak? Avrupa’daki birçok insan zinadan ve
alkol içmekten hoşlanmıyorlar, fakar çoğunluk istedi diye buna razı
olmak zorunda kalıyorlar.

Ulema Şeriat’ın aşamalı olarak getirilmesini savunuyor olabilir, ancak


onlar Şeriat’ın temelinin Tevhid, sonra cezalar ve muamelat olduğunu
unutuyor. Ayrıca ülkede (insan hakları deklerasyonuna göre)
inançsızlığa ve Allah’ın dinini alaya almaya izin verilirken, Şer’i
sistemin aşamalı olarak getirilmesi mümkün değildir.Ülke
kalabalıklara kanun yapma hakkı veren ve ayrıca kafir ile Müslüman’a
eşit hak veren demokratik rejimin kanunlarına göre yönetilirken,
Şeriat’ın aşamalı olarak getirilmesinden söz edilemez. her şeyden önce
biz küfre “hayır”, Şeriat’a “evet” demeliyiz.

NE KAYBETTİK NE KAZANDIK

Bazı insanlar Kafkasya Emirliği’nin kuruluşunu açıkça ilan ederek


bizim çok şey kaybettiğimizi iddia ediyorlar. (Buradaki “biz”den
kasıt, Onun kelimesini diğer her şeyden üstün kılmak adına, Allah
rızası için çalışan Mücahitlerdir. Demokrasi taraftarlarına gelince, her
şey onlar hakkında açıktır, onlar her şeyi kaybetmişlerdir.) İlk bakışta
biz bazı kararlar alarak kendimizi oldukça zor bir duruma soktuk.
Ama “la ilahe illallah” kelimesini pratiğe dökmek söylemek kadar
kolay olsaydı, herkes cennete girerdi. Fakat biz biliyoruz ki insanların
çoğu Cehenneme girecektir, Allah bizi ateşin azabındna korusun.

Allahu Telala, Kuran’da Tevhid’in büyük bir sorumluluk ve büyük bir


yük olduğunu belirtiyor:

“Şüphesiz biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar


onu yüklenmek istemediler, ondan çekindiler. Onu insan yüklendi.
Çünkü o çok zalimdir, çok cahildir.”

(Ahzab Suresi, 72)

Bu bizim yaşamımızın maksadı ve sınavımızdır. Hakim ve İbn Hibban


tarafından Allah Resulü’nden (salat ve selam üzerine olsun) Musa
(aleyhisselam)’ın hikayesini biz anlatan şöyle bir sahih hadis rivayet
ediliyor:

• Musa dedi ki: “Ya Rabbi! Bana, seni hatırlayıp dua


edebileceğim bir şey öğret.” Allah (c.c) şöyle buyurdu: “Ey
Musa! La ilahe illallah, de.” Musa (aleyhisselam) dedi ki: “Ey
Rabbim bütün kulların bunu diyorlar.” Bunun üzerine Allah
(c.c) şöyle buyurdu: “Ey Musa! Yedi gök ve içinde bulunanlar
ile yedi yer bir kefeye konsa “La ilahe illallah” da bir kefeye
konsa “La ilahe illallah” ağır gelir.”

Biz kazandıklarımızın çok önemli olduğunu düşünüyoruz: Tevhid ve


Allah (cc)’ın yardımı. Onun yardımıyla zorlukları aşacağız. Biz
sadece Ona hizmet eder ve güveniriz.

Öncelikle neler kaybettiğimizi düşünelim:

1. Batı’nın Desteği:

Bu maddede birkaç soru ortaya çıkıyor. Birincisi: Destek her zaman


için mi vardı? Eğer öyleyse, o çok önemsiz ve formaliteydi. İkincisi:
Eğer gerçekten Batı’nın çıkarları Rusya ile uyuşmuyorsa ve onlar
Rusya üzerinde baskı kurmak istiyorlarsa, Kafkasya Emirliği’nin
ilanından sonra da desteklerini Mücahitlerden çekmemelilerdi. Hatta
eğer biz her gün Amerika ve Avrupa’yı tehdit edecek olsak bile,
siyaset bilen herkes için açıktır ki, bizim gerçekten onlarınkiyle
çatışan çıkarlarımız olmayacaktır.

Beyaz Saray bizim Amerika’dan şu an için bir kaygı duymadığımızı


gayet iyi biliyor. Eğer Batılı politikacılar, örneğin Putin’i devirmek
çıkarlarına uygun olanlar, samimi olsalar, onlar tüm müsait metodları
kullanırlardı, hatta “anti-demokrtaik” güçlerini de… Bütün dünya,
ABD ve bazı Avrupa ülkeleri tarafından kullanılan çifte standart
politikası hakkında konuşuyor. Mesela Amrerika’nın, Çin’e karşı
Doğu Türkistan’daki Mücahitlere desteklerini asla gizlememesi gibi…

Guantanamo üssündeki Amerikan asistanlar Afgnistan’da


yakaladıkları Uygur kardeşleri topladıkları zaman, onları hapshanede
tutmayacaklarını söylediler. Hatta tam tersi, onlara Çin’e karşı cihad
etmeleri için topraklarına geri göndermeyi ve özel eğitim vermeyi
teklif etti. Amerikalılar Uygurların savaşmaktan başka seçenekleri
olmadığını söylediler ve “Orada bir Hilafet, Şeriat kurun. Çinlilere
karşı cihad edin, biz size yardım edeceğiz.” dediler.

Aynı ABD Suudi Arabistan’la dostluk ilişkilerini rahatça sürdürüyor,


hem de orada demokrasiye dair (örneğin seçimler yok, suçlular şeriat
kurallarına göre cezalandırılıyor, açıkça elleri kesiliyor vs) hiçbir şey
olmamasına rağmen. Aslında Batı’nın demokrasi kaygısı falan yoktur.
Onlar için bir ülkede onlara hizmet eden kukla bir rejim olması, orada
askeri üsleri olması ve kaynaklarını sömürmeleri yeterlidir.

Sonuç olarak, kimin desteği bizim için önemlidir? Batı’nın mı, yoksa
Allah’ın mı? Ben cevabın açık olduğunu düşünüyorum.

1. Devlet Olma ve Meşruiyet: Dünya toplumunun ve uluslararası


hukukun bakış açısına göre devlet olma ve meşruiyet… Bu
bizim savaşımızı durdurmamıza ve BM ve AGİT gibi
uluslararası organizasyonlarla anlaşma yapmamıza sebep olarak
görülüyor.

İlk olarak: bizim şu iki seçenekten birini seçme şansımız yoktu: Ya


Tağut’un “uluslararası hukuk” adı altındaki yasalarının ya da Allah
kanunlarının, yani şeriat yasalarının meşru olarka kabul edilmesi…
Biz ikincisini seçmiştik zaten.

İkincisi: Biz devletimizi kaybetmedik, aksine biz onu yeniden


kazandık ve meşruiyeti İslami otoriteye teslim ederek onardık.
Devletin demokrtaları üzen kaybı, 1992′deki ÇİC anayasasını,
Tağut’un yasalarını kaybetmiş olmasıdır. Allah’ın birliğine iman etmiş
olan hiçbir Müslüman devletin bu kaybına üzülmez.

Üçüncüsü: Tüm bu anlattıklarımdan sonra akıl sahibi her insan devlet


olma ve meşruiyet kaygısının sadece Rusya’nın ve Batı’nın
çıkarlarının bir sorunu olduğunu anlar. Onlar politikalarıyla
oynuyorlar ve bizi de onların kurallarına göre oynamaya çağırıyorlar.
Bugün Avrupa’da yaşayan İçkeryalı demokratlarla Çeçenistan’daki
günümüz Kremlin kuklaları arasındaki tek fark birisinin Batı’nın
koruması altında, diğerlerinin ise Rusya’nın koruması altında
yaşamasıdır. İki taraf da bir şekilde İslam faktörünü sömürü aracı
olarak kullanıyorlar.

Bir diğer deyişle onlar kirli oyunlarında Müslümanları kullanmayı


deniyorlar. Her iki taraf da yegane amaçlarının insanların rahat
yaşamalarını sağlamaları olduklarını söylese de gerçekte kendi
rahatlarından başka birşey istemiyorlar.

1. Yurtdışındaki Bazı temsilcilerin desteği

Bizim onların desteklerini kaybettiğimiz, söylenecek en önemsiz şey.


Daha doğrusu, biz onların şahıslarında yeni düşmanlar edindik. Onlar
açıkça meşru Emir’e isyan ettiler ve Onu güçten düşürmeyi arzu
ettiklerini ilan ettiler!

Allah şöyle buyuruyor:

“Onlar, ‘Andolsun, eğer Medine’ye dönersek, üstün olan, zayıf olanı


oradan mutlaka çıkaracaktır’ diyorlardı. Halbuki asıl üstünlük, ancak
Allah’ın, Peygamberinin ve mü’minlerindir. Fakat münafıklar (bunu)
bilmezler.”
(Münafikun Suresi,

Aslında biz onları kaybetmedik, ancak onlardan kurtulduk. Onların


çok azı bugün savaşa katılmaktadır. Eğer onlar savaşa katılsalardı,
daha büyük problemler ortaya çıkarırlardı.

Allah şöyle buyuruyor:

“Eğer onlar da sizin içinizde (sefere) çıksalardı, size bozgunculuktan


başka bir katkıları olmayacak ve sizi fitneye düşürmek için aranızda
koşuşturacaklardı. Aranızda onları dinleyecek kişiler de vardı. Allah
zalimleri hakkıyla bilendir. ıÜüAndolsun bunlar daha önce de fitne
çıkarmak istemişler ve sana karşı türlü türlü işler çevirmişlerdi.
Nihayet hak geldi ve onlar istemedikleri halde Allah’ın dini galip
geldi.”

(Tevbe Suresi, 47-48)

Ve eğer bizimle kafirler arasında bir ateşkes ilan edilirse, onlar hemen
gelecek ve başarıları hakkında konuşmaya başlayacaklardır.

Allah şöyle buyuruyor:

“Onlar sizi gözetleyip duran kimselerdir. Eğer Allah tarafından size


bir fetih (zafer) nasip olursa, ‘Biz sizinle beraber değil miydik?’
derler. Şayet kâfirlerin (zaferden) bir payı olursa, ‘Size üstünlük
sağlayıp sizi mü’minlerden korumadık mı?’ derler. Allah, kıyamet
günü aranızda hükmünü verecektir. Allah, mü’minlerin aleyhine
kâfirlere hiçbir yol vermeyecektir.”

(Nisa Suresi, 141)

Onlar güzel konuşmalar yapacaklar ve uluslalarası hukuk ve dünya


politikası hakkındaki engin bilgilerini sergileyecekler. Kafkasya’ya
Avrupalı ve Amerikalı dostlarını getirecekler ve “Batı’daki güçlü
patronları” onların bağlantılarıyla böbürlenecekler. Ve sonra dönüp
Mücahitlere “Siz siyasetten hiç anlamıyorsunuz. O çok karışık
birşeydir. Biz siz savaşırken askeri faaliyetlerinize müdahale etmedik.
Siz savaşı biz ise siyaseti iyi biliriz. Herkes kendi bildiği konuda
faydalı olmalıdır.” diyecekler.
Hemen Arap ülkelerindeki alimlerle bağlantılar kuracaklar ve
siyasetin Müslümanlar için faydalı olduğuna dair fetva çıkartacaklar.
Benzerini Amerika’daki Müslümanlar için de çıkarmışlardı. Onlar,
“Gore’u engelleyin, bir Yahudi güç sağlamak için geliyor” diyerek
Müslümanları Bush’a oy vermeye çağırmışlardı.

Bizi Münafıklardan kurtaran Allah’a hamd olsun.

Bunlar bizim kaybetmiş olduğumuz şeylerdi. Şimdi de


kazandıklarımızı görelim:

1. Herketimizin Şer’i Meşruiyeti

Biz daha önce bundan zaten bahsetmiştik, tekrar etmeye gerek yok.

1. Açık ve İyi-Tanımlanmış Bir Hedef

Biz sadece mantıksal olarak ele alsak da, Allah’ın mucize faktörünü
hesaba katmadan, disiplin ve motivasyon olarak bu savaşı
kazanmamızın imkansız olduğunu anlamalıydık.

Demokrasideki oyunlar neredeyse Kafkasya’da cihadın durmasına


sebep oluyordu. Bizim Mücahitlere verecek tek bir cevabımız dahi
yoktu. Biz onlara sadece cihadın bayrağı meselesini çok çözüceğimizi
vaadediyorduk. Fakat bu sonsuza dek sürdürülemezdi.

Eğer bizim ne bayrağı altında savaşacağımız konusunda endişelerimiz


olmsaydı, Abdulhalim’in teklifini değil, biz büyük paralar ve
uluslararası destek teklif eden diğer insanlardan gelen bir teklifi kabul
eder, Adige milliyetçiliği öğeleriyle turuncu demokratik devrim
bayrağını yükseltirdik. Fakat biz Dinimizi satmayız!

Ayrıca biz bir disipline de sahip değildir. Şimdiye kadar mücahitlere


bize: “Bu başkan kim? Ben sadece benim grubumun (cemaatin)
Emiri’ni tanıyorum” diyorlardı. Yöneticilere saygı ve disiplin yoktu.
Şimdi Emir’in otoritesi tamamıyla meşruiyet kazandı ve bizim
itaatsizlik eden birini tutuklama hakkımız var.

SONUÇ
Bu konuşmamızda dile getirdiğimiz bu konu oldukça önemlidir ve
derin bir çalışmaya ihtiyaç duymaktadır. Bu yıl şehid olan
kardeşlerimizden bu konuda güzel bir makale hazırlamıştı. Bazı
toplamalarla onu yayımlamayı planlıyoruz.

Bizim Vilayetimizin bölgesindeki bütün kardeşlerimiz Ebu Usman’ın


(Dokka Umaroc) bu bildirisini duydukları anda oldukça memnun
oldular. Biz uzun bir zamandır bunu beklemekteydik. Ve Yüce Allah
bu zaferi bize bahşetti.

Emirimize karşı bize sadakat veren, onu dayanıklı kılan ve bu çok


önemli seçimde ona güven telkin eden Allah’a hamd olun.

Emir Seyfullah, Nalçik, 11 Kasım 2007

Kaberdey, Balkar ve Karaçay birleşik vilayetin valisi

Tercüme: Press Medya

You might also like