Professional Documents
Culture Documents
Türkiye 1940’ların sonlarında demokrasiye geçtiği için, “üçüncü dalga” değil, “ikinci dalga” demokrasisidir.
Dolayısıyla, Türkiye oldukça uzun bir demokratik siyaset tarihine sahiptir. Ancak, Türk demokrasisi askeri darbelerle
üç kez kesintiye uğramıştır. Türkiye, üç kez demokrasinin çökmesini ve üç kere de demokrasinin onarılmasını tecrübe
etmiştir. Bugün, Türkiye, hâlâ, ileri temsili demokrasiler seviyesine ulaşmış olmaktan uzaktır
Demokratik pekişmeyi tanımlamak pekişmenin maximalist ve minimalist kavramlarından birini seçmeyi içermektedir.
Maximalist tanım, uzun bir sosyalizasyon süreci ile vatandaşların çoğunluğu arasında demokratik değerlerin
yerleşmesini vurgulamaktadır; Minimalist tanım, demokratik kurumların meşruluğuna ve
Özellikle de serbest ve rekabetçi seçimlerin hâkimiyetine yönelebilecek önemli tehditlerin olmamasını vurgulamaktadır.
Yeni demokrasilerin çoğu democraduras (Yarı-demokrasi) dan az veya çok işlev gören fakat hâlâ tam anlamıyla
pekişmemiş demokrasilere uzanan- ki Türkiye’nin birçok diğer ülkelerle paylaştığı bir kader bir gri alana
yayılmaktadır.
Bir demokrasinin pekişmiş olması için diğer beş, bağlantılı ve birbirini güçlendiren beş şartın muhakkak suretle var
olması ya da imal edilmesi gerekmektedir.
⇒ Birincisi, özgür ve canlı bir sivil toplumun gelişmesi için şartların var olması gerekmektedir.
⇒ İkincisi, nispeten özerk ve kendisine değer verilen bir siyasal toplumun olması gerekmektedir.
⇒ Üçüncüsü, vatandaşların özgürlüklerinin ve bağımsız dernek hayatının yasal garantilerini sağlayacak hukukun
üstünlüğünün var olması gerekmektedir.
⇒ Dördüncü olarak, yeni demokratik hükümet tarafından kullanılabilecek işe yarar bir devlet bürokrasisinin var olması
gerekmektedir.
⇒ Beşinci olarak, kurumsallaşmış iktisadi toplumun var olması gerekmektedir.
Türkiye’yi 1923’ten 1946’ya kadar yöneten Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) tek parti rejimi totaliter bir rejimden
ziyade otoriterdi; dolayısıyla bu rejim sınırlı bir çoğulculuğa izin vermiştir ve siyasal olmayan alanlardaki sivil
toplumun ifadelerinin hepsini bastırmaya çalışmamıştır.
BAZI KAVRAMLAR
Oynaklık: Partilerin oylarında bir seçimden diğerine gözlemlenen değişimlerin tümüdür.
Parçalanmışlık: Oyların çok sayıda parti arasında aşırı derecede dağılmasıdır.
Kutuplaşma: Partiler arasındaki ideolojik farkların artmasıdır.
DEMOKRASİYE GEÇİŞLER
Tek Partili idareden Geçiş: (1945-1950)
İncelemekte olduğumuz zaman dilimi içindeki demokrasiye geçişler arasında : (1945, 1961 ve 1983) teorik ve pratik
nedenlerden dolayı en önemli olanı demokrasiye ilk geçiştir. Çünkü demokrasiye geçiş yirmi yıldan fazla sürmüş,
yerleşmiş ve süregelen tek parti rejiminin (Cumhuriyet Halk Partisi [CHP]) sona ermesini içermektedir.
Otoriterizm: Siyasal iktidar yetkilerinin tek elde (parti, şef gibi) toplandığı siyasal bir rejimdir. Yarışmacı siyasete bu
geçiş oldukça istisnaidir, çünkü bu geçiş bir kopma (ruptura, var olan kurumsal düzenlemelerden ani bir kopuş)
olmadan meydana gelmiştir.
1945 yılının Mayıs ve Haziran aylarında Mecliste hükümet tarafından verilen toprak reformu yasa tasarısı
üzerinde yoğun ve hararetli tartışmalar meydana geldi. Bu, normalde yirmi yıldır uysal durumda olan tek partili
meclisteki hakiki ve uzun süreli ilk ihtilaf olmuştur.
İsmet İnönü’nün Demokrat Parti’nin programına karşı hassas olduğu noktalar
• Laiklik,
• Dış Politika,
• İlköğretimin yaygınlaşmasıdır.
Türk tarihindeki ilk gerçek anlamda yarışmacı seçimler 21 Temmuz 1946’da yapıldı; etkili bir kampanyanın
arkasından DP 62 sandalye, CHP 396 sandalye, bağımsızlar 7 sandalye kazandı.
Eylül 1947’ye kadar başbakanlık yapan Recep Peker’in başını çektiği CHP’nin eski muhafızları, muhalefet
faaliyetlerindeki kısıtlamaların kaldırılmasına sıcak bakmıyorlardı. DP içinde aşırılar olarak bilinenler de,
hükümetin niyetine güvenmiyorlar ve halk içinde propaganda çalışmalarına yoğunlaşmak için meclisten
çekilmeyi savunuyorlardı (sine-i millete dönmek).Peker, İnönü’yle olan ayrılıkları yüzünden ve CHP içindeki
ılımlı ya da liberal grubun (Otuzbeşler) artan muhalefeti karşısında başbakanlıktan istifa etti.
1
Daha ılımlı olan Hasan Saka, 10 Eylül 1947’de başbakan olarak Peker’in yerini aldı. Saka’nın kabinesi 16
Ocak 1949’da Şemseddin Günaltay kabinesine yerini bıraktı.
Ilımlı: Siyasette köktenci, hızlı bir dönüşümden yana olmayan, aşırı görüşler arasında ortalama bir
görüş savunan kişi, parti ya da örgüttür.
Liberal: Siyasi alanda bireysel özgürlüklerin geliştirilmesinden; ekonomide ise özel girişime dayalı, devletin
müdahale etmediği bir ekonomik düzenden yana olan kişi ya da partilerdir.
Özellikle, seçim kanunu, Demokratların da arzularının çoğunu kapsayarak, şubat 1950’de değiştirildi (kanun no
5545). Yeni yasa gizli oy ile oy pusulalarının açık sayım ve tasnifini getirdi; seçimlerin geçersiz kılınması ya da bir
milletvekilinin ehil olup olmadığına ilişkin son söz Büyük Millet Meclisi’nde kalsa da, yeni yasa ayrıca seçim
idaresinin yargısal denetimi sistemini getirdi. Yeni seçim yasasına göre yapılan 14 Mayıs 1950 seçimlerinde
demokratlar %53,3 oy oranı ile Meclis’te 408 sandalye (%83,8) kazanırken CHP %39 oy oranı ve 69 sandalye
(%14.2) kazandı. Böylece, geçiş süreci iktidarın muhalefete barışçı transferiyle bitti.
Türkiye’deki 1945 ile 1950 yılları arasındaki demokratikleşme süreci, demokrasiye geçişin reform şeklini teyit
etmektedir. İnönü’nün reform sürecini başlatmasındaki güdüler hakkındaki düşünceler çeşitlidir.
Üç etken sıkça tekrarlanır: Uluslararası konum, Türk toplumundaki sosyoekonomik dönüşümler ve var olan otoriter
rejimin doğası.
Türkiye’de demokrasiye geçişin temel nedenleri CHP otoriter rejiminin doğasında aranmalıdır. CHP’nin ideolojik ve
örgütsel özellikleri demokrasiye geçişi, Kemalist reformların beklenen bir neticesi yaptı. Türkiye’deki tek parti rejimi
hem ideolojik hem de örgütsel olarak liberal demokratik geleneğe, komünist
ve faşist tek parti rejimlerinden daha yakın olmuştur. CHP, bir ideolojiden ziyade, pozitivist-rasyonalist “mantalite” ye
sahipti.
CHP’nin ne doktrinsel ne de örgütsel özellikleri sürekli bir otoriter rejime uygun ya da onu destekler mahiyette
değildir. Türkiye’deki 1945-1950’deki demokrasiye geçiş, eski rejimin (ancien régime) doğasının demokrasiye
geçişin sonucuna ve tipine etkisi olacağı hipotezini desteklemektedir. CHP’nin potansiyel demokratik karakteri, eski
rejimden kurumsal bir kopma olmamasıyla sonuçlanacak bir biçimde, reform sürecinin başlamasını mümkün
kılmıştır.
ASKERİ YÖNETİMDEN DEMOKRASİYE GEÇİŞLER: (1960-1961,1971-1973, 1980-1983)
1971 müdahalesi, anayasanın yürürlükten kaldırılmasını, millet meclisinin dağıtılmasını, ya da
siyasal partilerin yasaklanmasını gerektirmediği için, daha ziyade bir “demokrasinin yeniden dengelenmesi”
(reequilibration of democracy) idi. Yürütmeyi güçlendirmek için düzenlenmiş anayasa değişikliklerini ve 1961 Anayasası’nın
sağlamış olduğu sosyal reformları (özellikle toprak reformu) yerine getirmek için yeni hükümetin siyasal şiddetle sert bir
şekilde mücadele etmesi (sıkıyönetim yardımı ile)beklenmekteydi. Bu ara dönem, milletvekili seçimlerinin normal takvimi
olan1973’ün sonbaharında sona ermiştir.
1971 “yarı darbe”sinden farklı olarak, 1960 ve 1980 askeri müdahaleleri var olan kurumsal düzenden tam bir kopuş
içermektedir. Her iki durumda da, askerler, öncekilerden oldukça farklı siyasal rejimlere yol açan yeni anayasalar
yapımında siyasal nüfuzlarını önemli ölçüde kullanmışlardır.
Müdahaleleri yapan askerlerin ortak noktaları • Yeni
anayasa yapılırken etkili olmaları,
• Sürekli askeri rejim olmaktan kaçınmaları,
• Demokrasi için reformlar yapmaları ve
• İktidardan ayrılmalarının bedelini garanti altına almalarıdır.
1960 müdahalesi bir grup orta rütbeli askerler tarafından meydana getirilmiştir. Bunlar iktidarı ele geçirince üst rütbeli
bir generali (DP iktidarı tarafından yarı-emekliliğe gönderilen, Kara Kuvvetleri Komutanı, Cemal Gürsel) devrimci
komiteye (Milli Birlik Komitesi, MBK) başkanlık yapmak üzere davet etmişlerdir. 1980 müdahalesi ise
(1971’dekigibi) hiyerarşik emir komuta zincirinde, silahlı güçlerin en üst seviyesi tarafından yapılmıştır. Sonuç
olarak, ilk askeri rejim süresince, iktidar olan asker (MBK) ile kurumsal manada asker arasında önemli farklılıklar
görülmüştür.
İki askeri rejim arasındaki diğer önemli fark, bunların sivil siyasal güçlere yönelik tavırlarında görülmektedir. MBK
rejimi (özellikle onun egemen ılımlı hizbi) ana muhalefet partisi CHP ile sıkı bir işbirliğine girmiş olsa da; MGK –
Milli Güvenlik Konseyi– rejimi herhangi bir siyasal parti ya da diğer sivil siyasal kurumlarla işbirliği yapmamayı
seçmiştir. MGK rejimi bunun yerine bütün siyasal partileri yasaklamış ve 1983 milletvekili seçimlerine katılabilmesi
için yeni kurulan partilerden sadece üç tanesine izin vermiştir.
2
1960 darbesi ara bulucu bir darbeye (moderating coup) benzemekteydi, çünkü onun temel amacı sosyal ve siyasal
yapıda köklü değişiklikler yapmaktan ziyade anayasal krizi çözmekti.
MGK rejiminin siyasal anlamdaki temel düzenlemeleri şunlar olmuştur
• Siyasal partilerle sendikaların, meslek odalarının ve sivil toplum kuruluşlarının ilişkisi yasaklanmış,
• işçi sınıfının depolitize olması sağlanmıştır.
1960 ile 1980 müdahaleleri arasındaki bir benzerlik de şudur: her iki durumda da, özellikle de 1960 müdahalesinde,
giden askeri rejimin siyasal etkisi seçimlerin yapılmasından sonra da uzun süre devam etmiştir.
Demokratik Yönetimin Krizleri ve Çöküşleri (1960, 1971, 1980)
1960 Çöküşü
Türkiye’nin ilk yaygın demokrasi tecrübesi (1946-1960) 27 Mayıs 1960 tarihinde askeri bir darbe ile nihayete
ermiştir. Bu dönemde, iki büyük parti (DP ve CHP) iktidar için mücadele etmişlerdir. DP, 1950, 1954 ve 1957
seçimlerini önemli bir farkla kazandı. Bu iki parti arasındaki ideolojik ayrılık büyük değildi;“iki partinin programları
arasında pek bir fark yoktu. Demokratlar ve Millet Partisi ile mücadele edebilmek için, CHP, tekrar seçilirse, altı
ilkeyi anayasadan çıkarmayı istemekteydi ve CHP özel sektörü ve siyasette dini etkiyi kullananları (clericalists)
yatıştırmak için çok uğraştı... Bu iki parti, ABD’ndeki
Cumhuriyetçi ve Demokratlar arasında bulunan fark kadar farklıydı ve İngiltere’de bulunan işçi partisi ve Muhafazakar
Parti’den daha fazla ortak noktaları vardı.”
Basın yasasının sertleştirilmesi, çok sayıda gazetecinin hapsedilmesi, 1954 seçimlerinde muhalefetteki Cumhuriyetçi
Millet Partisi’ne oy verdikleri için Kırşehir ilini ilçeye çevirmek, devlet radyosunun tek taraşı bir şekilde kullanılması,
seçim kampanyaları haricindeki gösterileri ve siyasal toplantıları yasaklama, devlet memurlarını erken emekliliğe
zorlama kararları üzerindeki yargısal denetimi engelleme, seçimlerde muhalefet partilerinin karma liste yapmasının
yasaklanması ve Meclis’in iç tüzüğünü değiştirerek muhalefet eleştirilerini durdurmak. Cumhurbaşkanı Celal Bayar
bu tedbirleri şu şekilde tanımladı ve savundu: “ince demokrasiye paydos”.
Devam eden kamusal kargaşa, İstanbul ve Ankara’daki öğrenci gösterileri ve öğrencilerle polis
arasındaki çatışmalar sıkıyönetim ilânına yol açmıştı ki, bu durum hükümet politikalarına pek az sempati duyan askerleri,
hükümet adına muhalefeti bastırma gibi hoş olmayan bir pozisyona sokmuştu. Ordu, muhalefetin de desteği ile, 27 Mayıs
1960’ta müdahale etti.
İlk Demokrasi Girişiminin Başarısızlıkla Sonuçlanmasının Nedenleri Şunlardır
• DP’deki CHP karşıtı güçler,
• DP’nin liderleri,
• DP’nin bürokrasiyle çatışması.
1950’lerde nispeten yüksek oranda bir iktisadi büyüme başarılmışsa da, gelir dağılımı daha adaletsiz duruma gelmişti,
özellikle de enşasyonist politikalar maaşla geçinen kitleleri kötü vurmuştu. Dolayısıyla, 1960 darbesi, diğer nedenlerin
yanında, ekonomik nedenlerden dolayı da, subaylar ve sivil memurlar tarafından hemen kabul edilmişti. Ayrıca bu
hususta belirtilmelidir ki DP hükümetinin demokratik rejim karşısındaki sadakatsizliği CHP’nin de sadakatsiz bir
muhalefet olarak hareket etmesine yol açmıştır.
1971 Krizi: Muhtıra ile Darbe
1965 ile 1969 seçimlerinde Meclis’teki sandalye sayısının mutlak çoğunluğunu kazanmış olsa da, Süleyman
Demirel’in liderlik ettiği AP hükümeti, 1960’ların sonuna doğru kötüleşen siyasal ortamla baş edemez duruma
gelmişti. Kısmen 1961 Anayasası’nın sağlamış olduğu daha liberal atmosferin bir neticesi olarak, aşırı sol ve sağ
gruplar siyaset sahnesinde göründüler. Bu gelişmeyi, özellikle aşırı gençlik grupları tarafından işlenen cinayetler,
adam kaçırmalar, bombalamalar ve banka soygunları gibi şiddet eylemleri izledi. Öğrenci radikalizmine, 15-16 Mart
1970 tarihinde İstanbul ve Kocaali’de meydana gelen kanlı işçi ayaklanması ile zirveye ulaşan işçi sınıfının
radikalleşmesi eklendi. Topraksız köylüler özel çiftlikleri işgal etmeye başladı
AP hükümetini istifaya zorlayan 12 Mart 1971 askeri memorandumu, en üst seviyedeki komutanların radikal bir
askeri darbenin önüne geçmek için yaptıkları bir son dakika hareketiydi. Silahlı kuvvetlerin yüksek rütbeli
komutanları kontrolü sağladıktan sonra, hızlıca, içlerinde beş general, bir amiral ve otuz beş albayın olduğu radikal
subayları 17 Mart’ta emekliye sevk etmişlerdir.
Yeni hükümetin başbakanlığına daha uygun olmak için partisinden istifa eden deneyimli
CHP’li siyasetçi Nihat Erim’in liderlik ettiği partiler üstü ya da teknokrat bir hükümetin kurulması izledi. Erim hükümeti
AP’den beş, CHP’den üç, Güven Partisi’nden bir ve Meclis’in dışından da on dört teknokrattan oluşuyordu; 1956 Erim
hükümeti beklendiği gibi Millet Meclisi’nden güvenoyu aldı.
Nihat Erim hükümetinin hedefi şunlardır
3
⇒ Siyasal çatışmaların durdurulması,
⇒ Yürütmeyi güçlendirmesi ve
⇒ Sosyal reformların gerçekleştirilmesi
Anayasa, geniş bir biçimde, 1971 ve 1973’te, sadece yürütme otoritesinin güçlendirilmesi değil, aynı zamanda siyasal
şiddet ve aşırılıktan sorumlu olarak görülen belirli temel özgürlüklerin kısıtlanması düşüncesi ile gözden geçirildi.
İronik bir şekilde, askerler tarafından önerilen ve Meclis tarafından kabul edilen anayasal değişiklikler, AP tarafından
savunulan, liberal 1961 Anayasası’nın ülkenin idaresini imkânsız kılan bir
“lüks” olduğu yönündeki düşüncelerle aynı çizgide hatta ondan daha da ileride bulunmaktaydı.
1971 askeri darbesi ki 1973 sonbaharında yapılan parlâmento seçimleriyle son bulmuştur, askerlerin doğrudan
doğruya idareyi ele almaları yerine perde arkasından idare etmeyi seçtikleri bir yarım darbe olarak nitelendirilebilir.
1980 Çöküşü
1980 askeri müdahalesinin doğrudan nedeni, 1975 ile 1980 arasında peşinden beş binden fazla ölü ve bu sayının üç
katı yaralı (Kurtuluş Savaşı sırasındaki Türk tarafının kaybına eşit) bırakan artan siyasal şiddet ve terörizm olmuştu.
Şiddet eylemleri ki özellikle 1978 ile 1980 arasında vahim boyutlara erişmişti– ayrıca, silahlı saldırı, sabotaj
eylemleri, adam kaçırma, banka soygunları, işyerlerinin işgali ve
tahrip edilmesi ve bombalamayı da kapsamaktaydı. Kırk dokuz adet radikal solcu grup sol kanat terörizme dahil olurlarken,
sağ-kanat terörizm ise Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) ile gayri resmi bir ilişkisi olan “ülkücü” örgütlerde yoğunlaşmıştı.
Bir anlamda 1971 askeri darbesine yol açmış olan durum daha geniş ve daha korkutucu ölçüde tekrarlanmıştı.
Türkiye tarihinde üç askeri müdahalenin hepsi de sivil hükümetler tarafından kurulmuş sıkıyönetim rejimlerinden
sonra gerçekleşmiştir.
Siyasal şiddet olayları, Türkiye’de, sağda MHP ve daha az oranda Milli Selamet Partisi (MSP), ile birçok küçük
radikal sol gruplar arasında artan ideolojik bir kutuplaşmayı yansıtmaktaydı. MSP şiddet olaylarına dahil olmadı,
fakat MSP’nin İslami temaları, askerler de dahil, laikliğin Kemalist mirasına inanmışlar arasında, rejimin
meşruluğunun zayıflamasına yardım etti. Türk tarihinin hiçbir döneminde, kamu görevlileri, 1970’lerin sonlarındaki
kadar bölünmemiş ve siyasallaşmamıştır.
Siyasal sistemin meşruluğnun kaybolmasının nedenleri
• Hükümetin ve meclisin hareket edemez duruma gelmesi,
• kamu görevlilerinin bölünmüşlüğü,
• ekonomik sıkıntılar ve
• uluslararası problemlerdir.
Hükümetin performansının başarısızlığını en iyi gösterebilecek örnek, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 1980 yılında
bir cumhurbaşkanı seçememesiydi; altı aylık açmaz ancak 12 Eylül askeri darbesi ile son buldu. Diğer açmaz
örnekleri, özellikle, ekonomik meselelerde ve dış politikada bol miktarda mevcuttu.
1980 çöküşüne yol açan yılların karakteristik bir özelliği büyük demokratik partilerin (AP ve CHP) hükümete
başkanlık yaptıkları zamanlarda adaleti sağ ve sol teröristlere eşit bir şekilde uygulamadığı yönünde yaygın bir
kanaatti. Ecevit ve diğer CHP sözcüleri AP’nin baskın olduğu Milliyetçi Cephe hükümetlerinin(1975-1977 ve 1977)
sağcı teröristleri koruduğu yönünde benzer suçlamalar yapmışlardır. Birçok kişi sağcı terörün Milliyetçi Hareket
Partisi ile ilişkisinin olduğuna inanmıştı ve MHP’nin Milliyetçi Cephe koalisyonlarında ortak olarak bulunması bu
suçlamaları, Demirel’in karşı suçlamalarından daha inanılır kılmaktaydı. Dolayısıyla, Ecevit sık sık MHP bağlantılı
sağcı teröristlerin Milliyetçi Cephe hükümetleri tarafından beslendiğini ve korunduğunu ifade etmiştir.
Faşist, komünist ya da bölücü teröre karşı yumuşak olma suçlamaları ve karşı suçlamaları 1970’lerin ikinci
yarısındaki artan kutuplaşmayı yansıtmaktaydı. AP, MHP ve MSP ile olan ortaklığı ile sağa doğru çekildiği gibi,
CHP, küçük ama sesi çok çıkan radikal gruplar tarafından daha sola çekildi. Böylelikle, 1977 seçimlerinin sonucu
olan dört büyük partili yapısı ile, parti sisteminin formatı, ılımlı çok partili modele daha yakın olarak kalsa da, parti
sistemi aşırı (ya da kutuplaşmış) çok partili sistemin bazı fonksiyonel özelliklerini (özellikle böyle bir sistemle
birleşmiş merkez kaç itki) ortaya koymaktaydı.
AP Milliyetçi Cephe hükümetinin başına geçebilmiş ve 1973’te yüzde 29,8 olan oy oranını, 1977’de yüzde 36,9’a ve
1979 ara seçimlerinde ise aşağı yukarı yüzde 45.0’a yükseltmiştir. Benzer şekilde, faşizm korkusu, CHP oy
oranlarında 1973 ile 1977 arasında ki o dönemde CHP oylarını yüzde 33,3’ten 41.4’e çıkarmıştı, büyük bir artış
olmasının önemli bir nedenidir. İki parti için de, tek başına iktidara gelme olasılığı yüksek olduğu için, tamamıyla
seçim açısından bakıldığında, iktidarın sorumluluklarını paylaşmaktan ziyade, ortamı daha da kutuplaştırmak
4
anlamlıydı. Ayrıca, daha önce de belirtildiği gibi, iktidar mücadelesinin ya hep ya da hiç oyunu (zero-sum game)
olarak görülmesi, Türk siyasetinde değişmeyen bir eğilim olmuştur.
1980 müdahalesine yol açan olaylar, bazı önemli sivil grupların desteğini almadan bir darbenin muhtemel olmayacağı
gözlemini desteklemektedir. Çoğu kişi, krizin sürmesinin ve ağırlaşmasının askeri müdahaleye daha çok destek
kazandıracak olduğu varsayımı ile, askerin hareketini bilerek ertelediğine inanmaktadır.
Türkiye’deki demokrasinin üç kez çöküşünün hiç birisi sabit yapısal ya da sosyolojik nedenlerin kaçınılmaz bir
sonucu olarak görünmemektedir. Bütün durumlarda, siyasal partilerin liderlerinin davranışları çöküşe yol açan etken
olarak büyük önem kazanmaktadır. 1971 ve 1980’deki askerin doldurduğu iktidar boşluğu, sağda ve solda bulunan
sadakatsiz muhalefetin hareketleri ve büyük demokratik partilerin yarı-sadık davranışları tarafından yaratılmıştır.
7
1997 ‘DEKİ 1982 ANAYASASINDA YAPILAN DEĞİŞİKLİKLER
⇒ Başlangıç bölümünün 1980 darbesiyle ilgili paragrafı kaldırıldı,
⇒ Siyasi faaliyetlere katılma hakkı genişletildi,
⇒ Seçmen yaşı 18’e düşürüldü,
⇒ TBMM üye sayısı 550’ye çıkarıldı,
⇒ Kamu çalışanlarına sendikalaşma hakkı verildi,
⇒ Siyasal partilere katılım yaşı 18’e düşürüldü ve
⇒ Siyasal partilerin örgütlenme hakları genişletildi.