You are on page 1of 30

Dr.

ÇAMAN
Efe Cengiz AKTAR
Dr., UniversitätÜniversitesi
Bahçeehir Augsburg (Almanya)
AB Merkezi Bakanı
Siyaset Bilimi Bölümü

Kafkasya ve Orta Asya’da Türkiye’nin Yeni


Bölgesel Politikası:
Dış Politikanın Yönelim Sorunsalı

Özet
Soğuk Savaş’ın sona ermesi Türk dış politikasını hem olumlu hem de olumsuz
anlamda etkilemiştir. Avrupa entegrasyonu bağlamında önem kaybına uğra-
yan Türkiye bir taraftan da SSCB sonrası istikrarsızlaşan bir Avrasya coğrafya-
sında ciddi güvenlik sorunlarının olduğu bir bölge ile komşu olmuştur. Diğer
yandan özellikle yeni post-Sovyet “Türk” cumhuriyetleriyle ilgili olarak doğan
fırsatlar dış politikada Türkiye’ye yeni yönelim olanakları sunmuştur. Soğuk
Savaş sonrası dönemde gerek güvenlik sorunları gerekse yeni çıkar ve fırsatlar
temelinde Türk karar alıcıları siyasal, stratejik-ekonomik ve kültürel boyut-
ları olan yeni bir bölgesel politika geliştirmiştir. Bu makalede yeni Kafkasya
ve Orta Asya bölgesel politikası bağlamında Türkiye’nin yönelim sorunsalı ele
alınacaktır.

Anahtar Kelimeler: Bölgesel Politika, Türk Cumhuriyetleri, Kafkasya, Orta


Asya, Dış Politika.

Giriş

T
ürkiye için, Soğuk Savaş’ın sona ermesini Batı ve Orta Avrupa’daki
müttefiklerinin aksine salt olumlu bir gelişme olarak nitelendir-
mek mümkün değildir. Avrupa kıtasındaki ideolojik bölünme-
nin ortadan kalkması, Avrupa entegrasyonu projesine tarihsel bir misyon
yükleyerek tarihte ilk kez politik ve ekonomik anlamda birleşik bir Av-
rupa yaratma şansını sunarken, güvenlik politikaları anlamında Sovyetler
Birliği’nin (SSCB) tarih sahnesinden silinmesi ile ortadan kalkan tehdidin
sağladığı önemli bir rahatlamayı da beraberinde getirdi. Her ne kadar Tür-
kiye açısından da yayılmacı yönelimli Sovyet gücünün dağılması – hatta

 Bu konuda bkz. Ernst Tennenstedt, Die türkischen Meerengen im Zweiten Weltkrieg, Hamburg, 1981, s. 28.

185
Efe Çaman

bu noktada yalnızca ortak Türk-Rus sınırının ortadan kalkmasının bile dış


politik anlamda büyük bir öneme haiz olduğuna işaret etmeli – olumlu
olsa da, ardından ortaya çıkan güç boşluğu Türkiye’nin içinde bulunduğu
bölgede azımsanmayacak derinlikte bir güvenlik boşluğuna neden olmuş-
tur. Türk karar alıcıları Soğuk Savaş’ın sona ermesi ile Avrupa Birliği (AB)
ve Avrupa güvenliği bağlamında azalan işleve paralel olarak Türkiye’nin
Avrupa entegrasyonu bağlamında önem yitirmesini bertaraf etmeye çalışır-
ken, diğer taraftan da yeni bölgesel koşullara uygun bir bölgesel dış politika
geliştirme hedefini izlemişlerdir.

Bu dış politik düalizm uluslararası ve Türk uzmanlarca çeşitli açılardan fark-


lı şekillerde değerlendirilmiştir. Bu değerlendirmelerin başlıca ortak payda-
sını Türkiye’nin Soğuk Savaş sonrası dönemde yeni bir potansiyel bölgesel
büyük güç olarak ortaya çıktığı yorumu oluşturmaktadır. 1990’ların ba-
şında Avrupa Birliği (AB) bağlamında önem kaybına uğrayan Türkiye’nin
yeni Sovyet sonrası coğrafyada büyük bir bölgesel aktör ve buna paralel
olarak kendi entegrasyoncu dış politik yönelimini kabul ettirme potansiye-
line sahip bir güç olma olasılığının bulunduğu fikri ciddi bir biçimde sa-
vunulmuştur. Elbette bu Sovyet sonrası bölgelerdeki devletlerin başında,
“Türk” dillerinin konuşulduğu Kafkasya ve Orta Asya’da bulunan ülkeler
gelmektedir. Bunlar eski Sovyetler Birliği’ndeki nitelendirmeyle “Birlik
Cumhuriyetleri”, 1991’den bu yana ise bağımsız “Türk” cumhuriyetleri
olarak nitelendirilen Azerbaycan, Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan ve
Türkmenistan olarak sıralanabilir.

Entegrasyoncu dış politik konsept yaklaşımını benimseyen Türk karar alıcı-

 Bkz. Wilfred Bredow ve Thomas Jaeger: Regionale Grossmaechte. Internationale Beziehungen zwischen Globalisi-
erung und Zersplitterung, Opladen, 1994, s. 109.
 İngilizce ve Almanca kaynaklarda Türkiye’de yaşayan Türkler ile Azerbaycan ve Orta Asya’daki akraba halk-
lar için ayrı kayramlar kullanılmaktadır. İngilizcede Türkiye’deki Türkler için “Turkish” kavramı kullanılırken
Türkiye dışındaki Türk soylular için “Turkic” kavramı kullanılmaktadır. Almancada da buna tekabül eden
“Türkisch” ve “Turk” kavramları kullanılmaktadır. Bu kullanım politik anlamda da Türkiye Türkleri ile Türkiye
dışındaki Türk soylu halkları birbirinden ayırmaktadır. Türkiye’de Türk kavramı hem Türkiye’deki Türkler,
hem de Türkiye dışındaki Türk soylu halklar için kullanılmaktadır. Bu makalede Türkiye’deki yerleşik kavram
dikkate alınarak hem Türkiye Türkleri, hem de Kafkasya ve Orta Asya’daki Türk soylu halkları betimlemek için
Türk sözcüğü kullanılmakta, ancak Türkiye dışındaki Türk soylular için kullanılan Türk kavramı tırnak içinde
yazılmaktadır. Böylelikle Türkler ile Türk soylular arasındaki fark ortaya konmak istenmektedir. Bu konuyla
alakalı “algımalalar” boyutu ve dış kültür politikası, aşağıda ayrı bir başlık altında ele alınmaktadır.
2006, Cilt 12, Sayı 1
Avrasya Dosyası

186
Kafkasya ve Orta Asya’da Türkiye’nin Yeni Bölgesel Politikası: Dış Politikanın Yönelim Sorunsalı

larının algılamaları, gerekse uluslararası akademik ya da devlet adamlarınca


yapılan yorumlar özellikle, “Türk dünyası” ve bunun Avrasya coğrafyasın-
da Türkiye’ye yüklediği yeni rol konusunda hemfikirdir. Örneğin Ame-
rikalı devlet adamı Henry Kissinger “Adriyatik’ten Çin’e” kadar uzanan
bir “Türk dünyası”ndan söz ederken, dönemin Cumhurbaşkanı Turgut
Özal “21. asrın bir Türk asrı” olacağı düşüncesindeydi. Aslında Türk karar
alıcıları Türkiye’nin önünde büyük fırsatların olduğu konusunda büyük
ölçüde uzlaşmıştı.

Soğuk Savaş sonrasında Türk dış politikasındaki en önemli sorunsal,


Türkiye’nin birden fazla coğrafi bölgeye ait olan ana yönelimiydi. 1990’la-
rın başında Avrupa entegrasyonuna dahil olabilme zorlukları yaşayan
Türkiye’nin yeni yönelimlerinin ve bunlar arasında en fazla tartışılan
“Türk” cumhuriyetleri açılımın, II. Dünya Savaşı’nın bitiminden bu yana
süreklilik gösteren Avrupa yöneliminin yerini alabileceği fikri, Türk dış
politikası çözümlemelerinde sıkça değinilen başat bir yaklaşım olarak kar-
şımıza çıkıyor.

Bu makalede, yukarıda bahsedilen yaklaşımlar dikkate alınarak, Türkiye’nin


Kafkasya ve Orta Asya politikası yeniden yapılandırma mantığıyla değil,
tüme varımcı analitik olarak inceleniyor. Öncelikle Türk karar alıcılarının
bu yeni ilişkilerle neleri hedefleyip hangilerine ulaşabildiği, Soğuk Savaş
sonrası ortamda Türkiye’nin dış politik davranışları ve bunların yorumlan-
ması, tarihsel mirasın bölge politikalarındaki yeri ve etkisi, bölgeye yönelik
politikaların yerleşme sürecinde belirleyici etaplar, ilişkilerdeki kültürel bo-
yut, stratejik projeler ile güvenlik konuları yer alıyor.

Ortak Miras ve Tarihsel Süreç


Türk karar alıcıların algılamalarında, Kafkasya ve Orta Asya’da bulunan
“Türk” kökenli halklara yaklaşımlarının genel ilişkiler içinde özel bir yere
sahip olduğunu ileri sürmek yanlış olmaz. Gerçekten de Soğuk Savaş’ın bi-
timinden hemen sonra en yoğun uluslararası bağıtsal ve siyasal ilişkiler ağı-
nın bu devletler ile kurulması tesadüflerle açıklanamaz. Türkler, Kafkasya

 Gün Kut, “Yeni Türk Cumhuriyetleri ve Uluslararası Ortam”, Bağımsızlığın İlk Yılları. Azerbaycan, Kazakistan,
Kırgızistan, Özbekistan, Türkmenistan, Ankara, T.C. Kültür Bakanlığı, 1994, ss. 9-24 ve 13.
2006, Cilt 12, Sayı 1
Avrasya Dosyası

187
Efe Çaman

ile Orta Asya’daki “Türkler”le tarih, kültür, dil, din ve etnisite bağlamında
azımsanamayacak yakınlıklara sahiptir. Bu yakınlıklar Türkiye ile “Türk”
devletleri arasındaki ilişkilerde şüphesiz ki temel oluşturmaktadır. Yabancı
kaynaklarda da Türkiye ve “Türk” cumhuriyetleri arasında var olan bu ya-
kınlıkların önemine atıfta bulunulmaktadır ve bunların ilişkilerin hareket
noktasını oluşturduğunun altı çizilmektedir.

“Türk” halkların tarihini lineer bir yaklaşımla ele almak kolay değildir. Baş-
langıçta ortak olan tarihsel varlıkları, zamanla evrilerek ve birbirinden farklı
tarihsel gelişimler göstererek bütünlüğünü yitirmiştir. Gerçi arada tarihsel
anlamda ortak parçaların varlığı söz konusudur, fakat bunların varlığı ortak
bir tarih yazımına olanak tanımamaktadır. Anadolu’da Türkler günümüze
kadar kesintisiz olarak devletselliklerini ve bağımsızlıklarını koruyabilirken
Orta Asya’da Timuriler dönemi dışında önemli bir devletsel gelişim olu-
şamamış, küçük ve bölgesel hanlıklar da zamanla Rus İmparatorluğu’nun
güdümüne girmiş ve kolonileştirilmiştir. Rus işgali organize bir asimilas-
yon politikası gütmüştür ve bölünerek yönetilen Türkistan’da siyasal birlik
kurulamamıştır. Anadolu’da ise Osmanlılar önce bölgesel, sonrasında ise
global bir imparatorluğa doğru evrilmiş, zaten ulusal bilincin değil, din-
sel kimliğin – ümmet – birincil kimlik olarak ön planda bulunduğu bu
dönemde Şii Safavilerin kontrolündeki İran, Osmanlı İmparatorluğu ile
Rus boyunduruğunda bulunan Orta Asya hanlıkları arasında bir bariyer
oluşturarak ilişkilerin gelişmesini daha da olanaksızlaştırmıştır.

Milliyetçilik ve milletleşme süreçleri ile birlikte 19. asrın sonuna doğru


Osmanlı İmparatorluğu’nda ulusal tarih yazımı yayılarak Osmanlıların
tarihinin yalnızca Osmanlı İmparatorluğu tarihi veya İslam tarihinden
ibaret olmadığı gerçeği kabul görmeye başlamıştır. Bu yeni tarihsel pers-
pektif politik yaklaşımlara da ideolojik bağlamda yansıyarak Türkçülük,
Pantürkizm, Turancılık vb. kavramlarla ifade bulan romantik milliyetçi-

 Gerhard Simon, Nationalismus und Nationalitaetenpolitik in der Sowjetunion, Nomos, Baden-Baden, 1986, ss.
372-374.
 Bu konuya ilişkin ayrıntılar için bkz. Mehmet Saray, Rus İşgali Devrinde Osmanlı Devleti ile Türkistan Hanlık-
ları Arasındaki Siyasi Münasebetler (1775-1875), Ankara, Türk Tarih Kurumu, 1994, ss. 13-18.
 Yusuf Sarınay, Türk Milliyetçiliğinin Tarihi Gelişimi ve Türk Ocakları (1912-1931), İstanbul, Ötüken, 1994, s.
219.
2006, Cilt 12, Sayı 1
Avrasya Dosyası

188
Kafkasya ve Orta Asya’da Türkiye’nin Yeni Bölgesel Politikası: Dış Politikanın Yönelim Sorunsalı

lik anlamında bir siyasal ve kültürel harekete zemin oluşturmuştur. Bu


bağlamda Osmanlı aydınları ile Rus İmparatorluğu sınırlarında yaşayan
“Türk” dilleri konuşan topluluklara ait aydınlar arasında entelektüel bazda
ilişkiler kurulmuştur. Bu dönemde Osmanlı Türkleri ile Rusya “Türkleri”
arasında entelektüeller bazında ideolojik motiflerle desteklenmiş bir ortak
kimlik oluşumunun başlangıcından söz etmek yanlış olmaz. Gaspıralı İs-
mail Bey, Hüseyinzade Ali Bey, Ağaoğlu Ahmet Bey ve Yusuf Akçura, Rus
İmparatorluğu sınırları içinde kalan “Türk” dil ailesine ait diller konuşulan
bölgelerden gelmiş ve düşünsel anlamda Türk milliyetçiliğinin evrimine
azımsanmayacak katkıda bulunmuşlardır.

Pantürkizm mefkuresi I. Dünya Savaşı’nda İttihat ve Terakki Fırkası tara-


fından dış politikada araçlaştırılarak Osmanlı İmparatorluğu’nun Jön Türk
egemenliğindeki yayılmacı hedeflerinin meşrulaştırılmasında kullanılmış-
tır. Osmanlı Harbiye Nazırı Enver Paşa savaş sırasında Rusya’da, özellikle
de Kafkasya ve Orta Asya’da ortaya çıkan güç boşluğundan yararlanılabi-
leceği kanısındaydı. Böylelikle Turan idealinin ortaya çıkışından beri ilk
defa Türkçe konuşan halkları bir araya getirmek ve tek bir devlet çatısı al-
tında birleştirmek somut bir dış politika hedefi olarak ortaya konuyordu.10
Fakat birçok cephede savaşan Osmanlı orduları Kafkasya’yı fethetmek için
çarpıştıkları Rus cephesinde I. Dünya Savaşı’nın en dramatik yenilgilerin-
den birine uğradılar.11 Çarlık Rusyası’nın yerini 1917’den itibaren SSCB
alırken, 1919’da Osmanlı İmparatorluğu fiilen yıkılmış ve Türk Bağımsız-
lık Savaşı başlamıştı. Enver Paşa’nın Orta Asya’da bağımsız bir Türkistan
için savaşırken Tacikistan’da ölmesiyle ile birlikte pantürk hareketin artık
gündemde olması düşünülemezdi.12 Zaten Türk milliyetçiliği 1919’dan
itibaren Anadolu’daki Türk egemenliğini tekrar sağlamak hedefine odak-

 Bu konuda bkz. Efe Çaman, Türkische Aussenpolitik nach dem Ende des Ost-West-Konflıkts: Aussenpolitische
Kontinuitaet und Neuorientierungen zwischen der EU-Integration und neuer Regionalpolitik, Berlin, 2005, ss.
66-92.
 Ömer Laçiner ve Tanıl Bora, “Die Turkrepubliken und die Türkei. Der zweite Anlauf”, Zeitschrift für Türkeis-
tudien, 8/1 (1995), ss. 115-138 ve 118.
10 İbid. s. 118.
11 Oral Sander, Siyasi Tarih (Bd. II), Ankara, İmge, 2001, s. 272.
12 Baymirza Hayit, Türkistan Devletlerinin Milli Mücadeleleri Tarihi, Ankara, Türk Tarih Kurumu, 1995, s. 283.;
Ömer Laçiner ve Tanıl Bora: “Die Turkrepubliken und die Türkei. Der zweite Anlauf”, Zeitschrift für Türkeis-
tudien, 8/1 (1995), ss. 115-138 ve 118.
2006, Cilt 12, Sayı 1
Avrasya Dosyası

189
Efe Çaman

lanmıştı ve Türkçü aydınlar da ütopik pantürkizmin tersine Kuvayı milliye


hareketinin savunduğu misak-ı milli sınırları içinde egemen ve bağımsız
bir devlet hedefini tek gerçekçi yaklaşım olarak görmekteydi.

Rus etkisinin başat olduğu SSCB, Çarlık Rusyası’ndan devraldığı asimi-


lasyon politikasını Kafkasya ve Orta Asya’da da yoğun olarak uygulamaya
devam ederek özellikle “Türk” dil ailesi içinde yapay yazı dilleri yaratmış,
başta Türkistan’ı Birlik Cumhuriyetleri adı altında özerk olmayan yö-
netsel sektörlere ayırarak “Türk” halklarının ortak yazı dilini yok etmeyi
başarmıştı. Böylelikle “Türk” halkları arasında iletişim kurulmasının da
önüne geçilmiş oluyordu.13 Kiril alfabesini kullanmak zorunda bırakılan
ve aralarındaki anlaşma olanağı Sovyet dil politikaları ile ortadan kaldırı-
lan SSCB’deki “Türk” halkları, Türkiye’deki Türkler ile de iletişim kurma
şansından yoksundu. Dahası cumhuriyetin kurulması sonrası Türkiye’de
gerçekleştirilen Latin harfleri temelinde ulusal alfabeye geçiş ve ardından
gelen dilde sadeleştirme politikaları ile zaten Anadolu Oğuz Türkçesi ile
diğer “Türk” dilleri arasında mevcut farklılıklar daha da derinleşiyordu.

1923 yılında ilan edilen Türkiye Cumhuriyeti ile misak-ı milli sınırları
içinde bir Türk ulus devletinin kurulması ve ulus egemenliğine dayalı bir
politik sistemin yerleşmesi başarılmıştır. Bu noktada Türk sosyal bilimci ve
Türkçü ideolog Ziya Gökalp’in pantürkist konseptinde ulaşılması öngö-
rülen ilk basamak “Türkiyecilik”14 gerçekleştirilmiş oluyordu. Yeni kurulan
Türk ulus devleti ırksal temelde değil, ortak kader birliği temelinde, etnik,
dinsel ve mezhepsel ayrılıkçılığı reddeden bir milliyetçilik doktrinini kabul
ediyordu15 ve bu bağlamda büyük ölçüde Gökalpçi kavramla örtüşüyordu.
Orta Asya’da ve Azerbaycan’da da SSCB Birlik Cumhuriyetleri’nde yaşayan
“Türk” halklarının her birinde ayrı bir uluslaşma süreci yaşanıyor ve Azeri,
Kazak, Kırgız, Özbek ve Türkmen ulusal bilincinin SSCB etno-politikala-
rınca kabul ettirilmesi, tüm “Türk” halklarında ortak bir ulusal bilinç oluş-
ma olasılığını tamamen ortadan kaldırıyordu. Böylelikle geçmişte en azın-

13 Martin Malek, “Sprachenpolitik in der Gemeinschaft Unabhaengiger Staaten (GUS)”, Osteuropa, 8/1994, ss.
743-759 ve 743.
14 Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları, İstanbul 1955, s. 18.
15 Suna Kili, Atatürk Devrimi. Bir Çağdaşlaşma Modeli, Ankara, Türkiye İş Bankası Yayınları, 1981, s. 238.
2006, Cilt 12, Sayı 1
Avrasya Dosyası

190
Kafkasya ve Orta Asya’da Türkiye’nin Yeni Bölgesel Politikası: Dış Politikanın Yönelim Sorunsalı

dan entelektüel toplumsal katmanlar için göreceli geçerliliğe sahip dilsel


iletişim olanağı da, 20. yüzyıldaki politik gelişmelerle olanaksızlaşıyordu.

II. Dünya Savaşı sonrası ortaya çıkan uluslararası gruplaşmada Türkiye’nin


üstlendiği rol ve SSCB’nin iki kutuplu sistemdeki konumu, Türkiye ve
“Türk” halkları arasında politik, kültürel ve ekonomik ilişkiler kurulması-
na olanak tanımıyordu. Bu dönemde “Türk” halklarının – esir Türklerin
– konumlarıyla ilgili ideolojik, akademik ve ansiklopedik çalışmalar Türk
iç politikasında oldukça marjinalleşen (pan)Türkçüler tarafından gerçek-
leştiriliyordu. Türkiye ve Türkçe konuşan halklar arasındaki tarihsel, dil-
sel, etnik, kültürel ve dinsel ortak miras 1990’ların başına dek Türk karar
alıcıları açısından dış politika bağlamda bir anlam ifade etmiyordu.

Türkiye-“Türk” Cumhuriyetleri İlişkileri


İlişkilerin başlangıç safhasındaki önemli belirleyici faktörlerden biri Türk
kamuoyunun SSCB’deki “soydaşlara” karşı artan ilgisidir. 1980’lerin ikin-
ci yarısına doğru Kazakistan Birlik Cumhuriyeti’ndeki olayların yol açtı-
ğı trajedi bu konudaki önemli belirleyicilerdendi. Moskova’daki merkezî
Sovyet yönetiminin, Kazakistan Komünist Partisi Genel Sekreterliğine bir
Rus’u atamasının ardından başlayan milliyetçi yönelimli öğrencilerin pro-
testo gösterileri ve Azerbaycan Birlik Cumhuriyeti’ndeki Ermenilerle yaşa-
nan Karabağ sorunu ekseninde gelişen Azadlık’çı milliyetçi hareket, Türk
kamuoyunu SSCB’deki “Türkler” konusunda duyarlı hale getirdi. Türk ka-
muoyundan farklı olarak Türkiye’deki politik karar alıcılar başlangıçta bu
gelişmelere Soğuk Savaş refleksleri ile yaklaştı ve gelişmeleri SSCB’nin içiş-
leri olarak algıladı. Bu dönemde SSCB, Soğuk Savaş’taki göreceli gerilim
azalmasına karşın realpolitik anlamda hâlâ oldukça ciddi bir tehdit olarak
algılanıyordu. 1991’de Cumhurbaşkanı Özal’ın SSCB ziyaretinde yalnızca
Başkent Moskova’yı değil, aynı zamanda Kazakistan ve Azerbaycan Birlik
Cumhuriyetlerini de gezi programına alması, bu bağlamda Türkiye’nin dış
politikasındaki bir değişim sinyali olarak yorumlanabilir.

1991 Ağustosunda SSCB’de Gorbaçov öncesi eski düzeni yeniden sağla-


ma amacını taşıyan ancak başarısızlığa uğrayan darbe girişimi, SSCB’nin
çözülme sürecini hızlandırdı ve “Türk” birlik cumhuriyetleri birbiri ardına
2006, Cilt 12, Sayı 1
Avrasya Dosyası

191
Efe Çaman

bağımsızlıklarını ilan etti.16 8 Aralık 1991’de Bağımsız Devletler Topluluğu


– BDT ( Soyuz Nezavisimıh Gosudarstv) kuruldu ve Türkiye yeni bağımsız
“Türk” cumhuriyetlerini diplomatik olarak tanıyan ilk devlet oldu.17 Gene
bu cumhuriyetlerde dış temsilcilikler açan ilk devlet de Türkiye’ydi.

Bazı siyasal elitlerin Dışişleri Bakanlığı bünyesi dışında “Türk” cumhuri-


yetlerinden sorumlu bir bakanlık kurulması önerisine karşın bu fikir kabul
görmedi.18 Bunun yerine 24 Ocak 1992 tarihinde Türk İşbirliği ve Kalkın-
ma Ajansı (TİKA) kurularak Türkiye’nin bölgedeki çıkar algılamalarının
ve politik yöneliminin altyapısını oluşturacak, kurumsallaşma açısından
da önem taşıyan önemli bir adım atılmış oldu. TİKA’nın başta gelen görev
alanları ekonomi, eğitim-öğretim, kültür, sanat, tarih ve tarihsel araştır-
malar, dil ve alfabe, etnografya, turizm, idare, adalet, güvenlik, iletişim
ve iletişim teknolojisi, çevre, bilim ve teknoloji konularındaki işbirliği-
nin koordinasyonunu kapsamaktadır.19 TİKA’nın kurulması Türkiye’nin
“Türk” cumhuriyetlerine verdiği ayrıcalıklı önemi ve dış politik anlamda
1990’ların başına dek yalnızca Balkanlar, kuzeydoğu Akdeniz ve komşu
Orta Doğu’yu kapsayan “bölge tanımlaması”nın artık Kafkasya ve Orta
Asya’ya kadar genişletildiğini ifade etmektedir.

Bağımsızlığın ilk dönemlerinde politika ve retorikte önemli bir karmaşa


hakimdi. Bu yalnızca Türk karar alıcılarında değil, aynı zamanda “Türk”
cumhuriyetleri liderlerinde de gözlemlenen bir durumdu. Bu noktada-
ki ana sorunsalı ilişkiler sarmalının hangi yöne doğru gelişeceği sorusu
oluşturuyordu. Söz konusu olan iki taraflı gevşek devletlerarası ilişkiler
ile devletlerüstü entegrasyoncu kurumsal ilişkiler arasında derin farklılık-
lar arz eden fikirlerdi. Dünya kamuoyu da Türkiye’nin ortaya çıkan yeni
opsiyonları konusunda Türkiye’den “yeni bir dış politika açılımı” bekle-
mekteydi. Yeni bir alan olarak ortaya çıktığına inanılan Türk Dünyası’nda

16 Azerbaycan 30.08.1991’de, Özbekistan ve Kırgızistan 31.08.1991’de, Türkmenistan 27.10.1991’de ve son ola-


rak Kazakistan 16.12.1991’de bağımsızlığını ilan etmiştir.
17 Reiner Fraitag-Wirminghaus, “Keine grossen Brüder. Der Einfluss der islamischen Welt in Zentralasien und in
Aserbaidschan”, Der Überblick, 2/28 (1992), ss. 50-54 ve 53.
18 Örneğin Alparslan Türkeş “Dış Türkler” konusunda koordinasyonu sağlayacak bir bakanlık kurulmasını öner-
mişti. Bkz. Gareth M. Winrow, Turkey in post-soviet Central Asia, London 1995, s. 13.
19 Umut Arık, “Üçüncü Çalışma Yılında TİKA”, Avrasya Dosyası, 1995, ss. 163-182 ve 166.
2006, Cilt 12, Sayı 1
Avrasya Dosyası

192
Kafkasya ve Orta Asya’da Türkiye’nin Yeni Bölgesel Politikası: Dış Politikanın Yönelim Sorunsalı

Türkiye’ye bir liderlik şansının doğduğu görüşünde olan akademisyenlerin


ve politikacıların sayısı az değildi. ABDli devlet adamı Kissinger, Avras-
ya coğrafyasında geniş bir bölgeyi kapsayan bir Türk nüfuz alanı ortaya
çıktığını ifade ederken, Demirel de bu görüşe yakın düşünüyordu. Özal
daha da ileri giderek 21. asrın bir Türk yüzyılı olacağı tahmininde bulu-
nuyordu.20 “Türk” cumhuriyetlerinin liderleri de ortaya çıkan yeni “Türk”
coğrafyasında sıkı işbirliğine atıfta bulunuyordu. Özbekistan Lideri Ke-
rimov “Türk” cumhuriyetleri arasında özel bir devletler topluluğundan
(commonwealth) vizyonundan bahsediyordu.21 Dahası Türkiye’nin poli-
tik sistem özellikleri açısından da bu cumhuriyetlere örnek olabileceği savı
yine güçlü bir biçimde öne sürülmekteydi. ABD Başkanı George Bush,
Türkiye’yi “Türk” cumhuriyetlerine model olarak lanse ediyor,22 NATO
Genel Sekreteri Manfred Wörner seküler toplumu ve laik politik sistemi ile
Türkiye’yi Batı’nın güvenlik çıkarları açısından Kafkasya ve Orta Asya’da
radikalleşmeye ve İslam’ın politize edilmesine karşı örnek olarak gösteri-
yordu.23 Batılı müttefikler tarafından lanse edilen bu görüntü, Türk ka-
rar alıcıları tarafından da memnuniyetle benimsendi. Türkiye’nin, İslam
dünyası içindeki kendi özgü politik sistemi ve gelişmiş demokrasi düzeyi
genel anlamda Batı’yla uyumlu siyasi, ekonomik ve savunma ilişkileri ge-
liştirmesine olanak sağladığından, “Türk” cumhuriyetlerinin karar alıcıları
Türkiye’nin politik sisteminin kendi ülkelerinde uygulanmasını hedef seç-
meye yöneldi. Örneğin Kırgızistan lideri Akayev bu bağlamda Türkiye’ye
resmî ziyareti sırasında seküler ve demokratik Türk politik sisteminin ülke-
si için model oluşturduğunu ifade etti.24 Özbekistan Başkanı Kerimov da
aynı şekilde ülkesinin Türkiye’nin yolundan gideceğini ilan etti.25 Aslında
tüm eski Sovyet “Türk” devletleri laik bir politik sisteme yönelmişti ve

20 Abidin Bozdağ, “Die Zentralasienspolitik der Türkei”, Mir A. Ferdowsi (der.), Mittelasien von der “Zweiten” zur
“Dritten” Welt? Arbeitspapiere zu Problemen der Internationalen Politik, No. 15, 1993, ss. 27-42, 33.
21 Bess Brown ve Elisabeth Fuller, Die Türkei und die muslimischen Republiken der ehemaligen Sowjetunion, Sankt
Augustin, 1994, s. 18.
22 Ahmet T. Kuru, “Türkiye’nin Orta Asya’ya Yönelişi: Dokuz Asır Sonra Politika Değişimi”, Mim Kemal Öke
(der.), Geçiş Sürecinde Orta Asya Türk Cumhuriyetleri, İstanbul, 1999, ss. 128-151, 142.
23 Gareth M.Winrow, Turkey in post-soviet Central Asia, London 1995, s. 13.
24 İbid. s.13.
25 Bess Brown ve Elisabeth Fuller, Die Türkei und die muslimischen Republiken der ehemaligen Sowjetunion, Sankt
Augustin, 1994, s. 18.
2006, Cilt 12, Sayı 1
Avrasya Dosyası

193
Efe Çaman

bunu özellikle Batılı ülkeler ile kurmak istedikleri ilişkiler için bir önkoşul
olarak algılamaktaydı. Türkiye, “Türk” cumhuriyetleri karar alıcıları için
Batılı kurumlarla gerçekleştirdiği entegrasyon düzeyi ile bu algılamalarının
doğruluğunu kanıtlıyordu.

Dahası “Türk” cumhuriyetlerinin karar alıcıları, Batılı ülkelerle işbirliği


yapabilmek ve Batılı devletler ile organizasyonlarla ilişkiye girebilmek için
Türkiye’nin Batı’ya entegre konumundan yararlanabileceklerine inanıyor-
du. Bağımsızlığın başlangıç yıllarında yeni elde ettikleri egemenliklerini,
çeşitli ülkeler ile gerçekleştirdikleri ekonomik ve politik ortaklıklarla pe-
kiştirmek ve özellikle de Rusya’ya tek taraflı bağımlılıklarını bu yolla en
azından görecelileştirmek amacını güdüyorlardı. Bu bakımdan kendilerine
diplomatik alanda destek olmaya niyetli Türkiye ile ilişkilerini yoğunlaş-
tırmak tüm “Türk” yönetimlerde gözlemlenen bir yönelimdi. Gerçekten
Türkiye başlangıçta bu beklentilere gereken şekilde yanıt verebildi ve yeni
devletlerin Batılı politik, ekonomik ve askerî örgütlenmelerle ilişki kur-
mada bir “kapı açıcı ve onların haklarını arayıcı” diplomatik işlev üstlen-
di.26 “Türk” cumhuriyetleri Avrupa Konseyi, OECD, IMF, AGIT, AB ve
NATO’da Türkiye aracılığı ile seslerini duyurma olanağına sahip oldu. Öte
yandan Ekonomik İşbirliği Örgütü’ne, akraba cumhuriyetlerin üye olma-
sını sağlamaya yönelik yaklaşımı ile Kafkasya ve Orta Asya’nın izolasyonu-
na son vermek için adına politik tutumunu Asya bölgesinde de sürdürdü.
1992 yılında Kazakistan hariç diğer tüm “Türk” cumhuriyetleri Türk dip-
lomasisinin desteği ile ECO’ya üye oldu.27

Türkiye’nin diğer bir projesi de “Türk” cumhuriyetleri arasında kurumlaş-


mış düzenli ilişkilere olanak sağlayan bir örgütsel platformu hayata geçir-
mekti. Bu konudaki en iddialı ve prestijli diplomatik proje, yılda en az bir
kez toplanması öngörülen “Türk Cumhuriyetleri Zirvesi”dir. Türk karar
alıcılarının başlangıçta bu zirvelerden beklentilerinin, nihai hedef olarak
uluslarüstü entegrasyonu öngören bir yapılanmayı gerçekleştirmek oldu-
ğunu söylemek yanlış olmaz. Ancak bu bağlamda Türk karar alıcılar ile

26 Heinz Kramer, Zentralasien im Interessensfeld der Türkei, Ebenhausen-Isartal 1995, s. 19.


27 Bess Brown ve Elisabeth Fuller, Die Türkei und die muslimischen Republiken der ehemaligen Sowjetunion, Sankt
Augustin, 1994, s. 19-20.
2006, Cilt 12, Sayı 1
Avrasya Dosyası

194
Kafkasya ve Orta Asya’da Türkiye’nin Yeni Bölgesel Politikası: Dış Politikanın Yönelim Sorunsalı

“Türk” cumhuriyetleri liderlerinin algılamalarına ve beklentilerine değin-


mek gerekiyor.

Türk karar alıcıları bu platformu ortak sorunlara karşı ortak pozisyon al-
mak, var olan dilsel ve kültürel farklılıkları azaltmak, ekonomik konular-
da işbirliği alanları açarak bu işbirliğini artan biçimde geliştirmek, dahası,
dış politikadaki hassas meselelerde – örneğin Kıbrıs ve Karabağ sorunları
– ortak politikalar üretmek gibi iddialı konularda işlevselleştirmek düşün-
cesindeydiler.28 Kafkasyalı ve Orta Asyalı “Türk” liderlerde ise yalnızca
yukarıda değinilen uluslararası alandaki yalnızlıklarını çeşitli uluslararası
platformlarda diplomatik işbirliği ile dengelemek amacı ağır basmaktay-
dı. Elbette beklentiler farklı olduğundan, Türkiye’nin kendi vizyonunun
gereklerini tam olarak gerçekleştirmesi beklenemezdi. Örneğin zirvelerde
Türk tarafınca gündeme getirilen Türkiye’nin geliştirdiği petrol boru hattı
projelerine destek olmak, Türkiye ve “Türk” cumhuriyetleri arasında ortak
bir pazar kurmak, ya da yeni cumhuriyetlerin Türk para birimini kabul et-
melerini önermek gibi gerçekçilikten fazlasıyla uzak teklifler, “Türk” cum-
huriyetleri liderlerince reddedildi.29 Bu tekliflerin yol açtığı bir reaksiyon
da Rus karar alıcıların “Türk Cumhuriyetleri Zirvesi”ne giderek daha faz-
la şüpheyle yaklaşmaya başlaması ve Türk-Rus çekişmesinin Soğuk Savaş
sonrasında giderek daha fazla hissedilir hale gelmesiydi. Bu durum “Türk”
cumhuriyetlerinin karar alıcılarını da ürkütüyordu. Örneğin ülkesinde
nüfusun yaklaşık yarısının Rus kökenli olduğu ve Rusya Federasyonu ile
uzun bir sınıra sahip Kazakistan’ın lideri Nursultan Nazarbayev, etnik ve
dinsel bazda her türlü organizasyonun kuruluşuna ülkesinin karşı olduğu-
nu, yanlış anlamalara mahal vermeyecek bir şekilde vurgulama gereksinimi
hissetmişti.30 Özbek lider İslam Kerimov da diplomatik bir dil kullanmak-
sızın ülkesinin yalnızca Türkiye ile ilişki kurmak istemediğini ifade etmek-
teydi.31 Orta Asyalı liderler Türkiye’yi Kıbrıs konusunda, Azerbaycan’ı da

28 Cumhuriyet, 02.11.1992.
29 Faruk Şen, “Türkische ss. 267-270, 268.
30 Nursultan Nazarbaev, Yüzyılların Kavşağında, Ankara, Bilig, 1997, s. 200. Alıntının yapıldığı eser: Kuru, Ah-
met T., “Uluslararası Otram ve Bölgesel Entegrasyon Teorileri Işığında Türk Birliği Meselesi”, Öke, Kemal
Mim, der., Geçiş Sürecinde Orta Asya Türk Cumhuriyetleri, İstanbul 1999, s. 152-210; s. 185. Diğer bir kaynak
için bkz. Kramer, Heinz, Zentralasien im Interessensfeld der Türkei, Ebenhausen-Isartal 1995, s. 23.
31 Ahmet T. Kuru, “Uluslararası Ortam ve Bölgesel Entegrasyon Teorileri Işığında Türk Birliği Meselesi”, Mim
2006, Cilt 12, Sayı 1
Avrasya Dosyası

195
Efe Çaman

Karabağ sorununda da desteklemedi.

“Türk Cumhuriyetleri Zirvesi” Türk siyasal karar alıcılarının algılamalarına


ve beklentilerine yönelik entegrasyoncu bir platform, bir Türk Blok’u ya da
AB veya NAFTA benzeri bir kurumsallaşmaya sahne olamadı. Dahası bu
zirvelerin fonksiyon ve erekler bağlamında kurumsallaşamamasına paralel
olarak toplantıların devamlılığını sağlamak da, Türk siyasal elitlerinin ula-
şamadıkları diğer bir dış politika hedef oldu. Gerek Türkiye’nin rasyonel-
likten uzak beklentileri, gerek “Türk” devletlerinin bu konuda Türk karar
alıcılarından oldukça farklı algılamalara sahip olması, gerekse Türkiye’de
mevcut ekonomik kaynakların, acil destek bekleyen “Türk” cumhuriyet-
lerinin beklentilerini karşılamaktan uzak olması, öte yandan Türk siyasal
elitlerinin uluslararası bölgesel düzende Türkiye’nin dış politika gücünü
gösterme kapasitesini olduğundan daha fazla algılaması ve belki de başta
gelen belirleyici faktör olarak Rus faktörünü küçümsemesi, yapılmak iste-
nilenler ile yapılabilecekler arasında bir dengesizliğe neden oldu.

Burada vurgulanması gereken nokta, Türk karar alıcılarının “Türk” cum-


huriyetlerine yönelik dış politika hedeflerinde bu yeni yönelimi diğer yö-
nelimlere bir alternatif olarak algılamadıklarıdır. Bunun doğru-yanlış bo-
yutunu bir kenara bırakırsak söz konusu olan daha ziyade Soğuk Savaş
sonrası dış politika konseptinin daha geniş bir çevre tanımlaması yapmak
zorunda kalması ve dolayısıyla Soğuk Savaş sırasında izlenen rotaya göre
çok boyutlu ve daha girişken bir konseptin genel olarak dış politikada ağır
basmaya başlamasıdır. Bu noktada önem arz eden motif, aslında yine Av-
rupa politikası kökenlidir ve Türkiye’nin Soğuk Savaş’ın sona ermesinden
sonra, özellikle AB entegrasyonu bağlamında yaşadığı değer kaybı ve bunu
dengelemeye çalışan işlev arayışıdır. Dolayısıyla Türkiye kendi ulusal çı-
karlarına göre bir Kafkasya ve Orta Asya politikası geliştirmeye çalışmasına
rağmen, Batılı bir devlet olarak hareket etmeyi yeğlemiş ve AB özlemlerini
buna tekabül eden biçimde daima göz önüne almıştır. Buna göre NATO
üyesi olması, laik ve demokratik değerlere dayanan bir devlet felsefesi ile
Batılı iç politik sistemi ve Avrasya’da Batılı müttefikleriyle işbirliğini gerek
kendi çıkar algılamaları bağlamında, gerekse Batılı müttefiklerinin çıkarla-

Kemal Öke (der.), Geçiş Sürecinde Orta Asya Türk Cumhuriyetleri, İstanbul, 1999, ss. 152-210; s. 155.
2006, Cilt 12, Sayı 1
Avrasya Dosyası

196
Kafkasya ve Orta Asya’da Türkiye’nin Yeni Bölgesel Politikası: Dış Politikanın Yönelim Sorunsalı

rına paralel olarak dikkate alması özellikleri ile Türkiye Batı’ya alternatif bir
dış politik yönelim hedefi gözetmediğini kanıtlamıştır. İşte bu nedenden-
dir ki Türk karar alıcıları kendi algılamalarına göre gelişme göstermeyen,
“Türk” devletleriyle daha sıkı ve entegrasyoncu dış politika yönelimlerinde
aşırı olmakta direnmemişler, ilişkilerin bölgesel düzeninden kaynaklanan
seyre kolay uyum sağlamayı başarmışlardır.

Başlangıç itibarıyla Türkiye’nin Kafkasya ve Orta Asya yöneliminin en


önemli hedefi olan, yeni bağımsızlığını kazanan ülkelerle ilişki kurmak ve
bu ilişkilere ivme kazandırmak, kısa bir sürede başarılmıştır. Dahası Tür-
kiye bu devletlerin uluslararası topluma daha hızlı katılımları doğrultu-
sunda aktif rol oynayarak, diğer bir dış politik hedefine, yani bu ülkelerin
bağımsızlıklarını pekiştirmeleri yönünde onlara destek olma politikasını
başarıyla uygulamıştır. Diğer hedefler arasında yer alan kültürel alana giren
politikalar ve stratejik yeni yönelim, Türkiye’nin Kafkasya ve Orta Asya
politikalarının önemli unsurları olagelmiştir. Bunlar aşağıda daha ayrıntılı
olarak ele alınacaktır.

Türk Dış Kültür Politikası


Türkiye ve “Türk” cumhuriyetleri arasında geliştirilen ikili ve çok taraflı
ilişkilere paralel olarak dil, eğitim, bilim ve teknik konularda işbirliği zemi-
ni hazırlamak üzere çok sayıda antlaşma imzalandı ve proje hayata geçiril-
di. İlişkilerin başlangıcından itibaren Türk karar alıcılar dışa yönelik kültür
politikası olarak da nitelendirilebilecek yönelimi Kafkasya ve Orta Asya
politikasının temel taşlarından biri olarak algıladı. Kültürel alanda işbirli-
ğini yoğunlaştırmayı hedefleyen bu politik alan, uzun vadede gelecekteki
politik, ekonomik ve stratejik ilişkiler ve işbirliği alanları bakımından bir
yatırım olarak görüldü.

Türk dış kültür politikasının en temel hedefi şüphesiz ki Türkiye ve “Türk”


ülkeleri arasındaki iletişimin geliştirilmesiydi. Dil alanında yakınlaşma sağ-
lanmasına dair politik tutum bu anlamda Türk dış politikasının Soğuk Sa-
vaş sonrası birincil uzun vadeli çıkarlarından birini oluşturmaktadır. Türk
siyasal elitlerinin algılamalarına göre “Türk” halkları arasında mevcut olan
“dil ortaklığı”, SSCB sonrası geliştirilen ve uygulanan kültürel yönelim-
li dış politikanın temelini oluşturmaktaydı. Bu konuya ilişkin Türkiye’de
2006, Cilt 12, Sayı 1
Avrasya Dosyası

197
Efe Çaman

ve uluslararası kaynaklarda dilsel akrabalık boyutunun kültürel ortaklığın


başta gelen unsuru olduğu konusunda fikir birliği vardır. Bu noktada Tür-
kiye ile uluslararası kaynaklar arasındaki bazı algılama farklılıklarına değin-
mek yerinde olacaktır.

Türkiye ile “Türk” halkları arasında dil alanındaki akrabalık ya da yakınlık


Türk akademisyenleri ve kamuoyu tarafından genelde dilsel birlik olarak
algılanagelmektedir. İletişimin göreceli olarak yeterli sıklıkta olmaması, bu
konuda elbette bir rol oynamaktadır. Ancak bu bağlamda algılamaları asıl
etkileyen unsurun bir yerde ideolojik olduğunu söylemek gerekmektedir.
Bu görüşe açıklık getirmek için tarihsel alana girmek ve kısaca (pan)Türkçü
ideolojik yaklaşıma değinmek gerekiyor.

Sosyopolitik gerçekler ve bunları yorumlayarak görüş ve davranış geliştiren


karar alıcılar arasında dinamik bir ilişki vardır.32 İdeolojiler, karar alıcıların
algılarını etkileyen diğer faktörler –örneğin tarih– gibi mevcut gerçekliğin
öznel olarak algılanmasını etkiler. Yani karar alıcılar eldekini daima, “ko-
şullu olarak tam gerçeğe tekabül eden bir biçimde” algılayabilir.33 İdeoloji-
lerin bu işlevi, amaca yönelik34 davranışlara yol açmak ve politik anlamda
bu değerlere göre hedefler ortaya koymaktır. Bu aslında kamuoyu için de
geçerlidir. Bu bağlamda Türkler ve “Türk” halkları arasında mevcut olan
ortaklıkları tek dil içindeki diyalekt faklılıklarına indirgemek yukarıda bah-
sedilen şekilde anlaşılmalıdır. Gerçekten de (pan)Türkçü ideologlar dilsel
anlamda tek bir Türk dili, yani Türkçe konusunu aletselleştirerek “Türk”
halkları arasında ulusal bir bilinç yaratmaya çalışmıştır. Osmanlı tarihçi-
si Ahmet Vefik Paşa’nın gösterdiği lisan-ı Osmani’nin aslında “büyük bir
dil ailesinin Batı kolu” olduğu gerçeği,35 Osmanlı aydınlarını, filizlenmiş
olan milliyetçilik akımları arasında diğer akraba toplulukların varlığı ko-
nusunda duyarlı hale getirirken aynı zamanda “pan” karakterli bir Türk
milliyetçiliğine de yol açmış oluyordu. Kırım Tatarı Gaspıralı İsmail Bey,

32 Gottfried-Karl Kindermann, “Zur Methodik der Internationalen Konstellationsanalyse”, Gottfried-Karl Kin-


dermann (der.), Grundelemente der Weltpolitik, München, 1991, ss. 106-144, 125.
33 Gottfried-Karl Kindermann, “Weltverstaendnis und Ideologie als Faktoren auswaertiger Politik”, Gottfried-
Karl Kindermann (der.), Grundelemente der Weltpolitik, München, 1991, ss. 145-164, 152.
34 Almanca: “wertorientiert”.
35 Bernard Lewis, The Emergence of Modern Turkey, London, 1968.
2006, Cilt 12, Sayı 1
Avrasya Dosyası

198
Kafkasya ve Orta Asya’da Türkiye’nin Yeni Bölgesel Politikası: Dış Politikanın Yönelim Sorunsalı

“dilde, fikirde ve işte birlik” talebiyle36 dile ideolojik olarak önemli bir yer
atfediyor ve Tercüman deneyimi ile de dilsel birlik konusunda çalışmalarda
bulunuyordu. İsmail Bey bununla tüm “Türk” halklarının aslında Türk
olduğu konusundaki inancını37 kanıtlamaya çalışmıştı. Ortak dil Azer-
baycanlı Hüseyinzade Ali Bey için de temeldi ve Osmanlı Türkçesi tüm
“Türk” halklarınca yüksek dil olarak kabul edilmeli ve böylelikle dilde or-
taklık sağlanmalıydı.38 “Türk” dillerini Türkçenin lehçeleri olarak algılama
konusunun kökenleri görüldüğü üzere 20. yüzyıl. başındaki (pan)Türkçü
ideolojinin yarattığı algılamaya dayanmaktadır.

Bu konuda yalnızca akademisyenlerin bir kavram tercihinden söz edile-


mez.39 Aynı zamanda resmî devlet söyleminde de aynı terminoloji kullanıl-
maktadır.40 Bu terminolojik yaklaşım uluslararası terminolojiden farklılık
göstermektedir. Örneğin İngilizce kaynaklar Turkish ve Turkic kavramları
ile, Almanca kaynaklar ise Türkisch ve Turk kavramları ile dilsel farklılıkları
“farklı dil” olarak algıladıklarını belli etmektedir. Bu dillerin konuşulduğu
ülkelerde de Türkoloji bilim dalı “Türk” dilleri arasındaki farklılıklara di-
yalekt farklılıklarından ziyade dilsel farklılıklar olarak işaret etmektedir.

Türk kamuoyunda “Türk” halkları arasında Türkçe konuşulduğu algıla-


masının başat olmasından dolayı bu halkları Türk olarak algılamak da söz
konusudur. Bu durumda Türkiye’de örneğin Kazak Türkleri veya Özbek
Türkleri gibi kavramlar gerek akademik gerekse resmî yayınlarda kulla-
nılmaktadır. Bu durum dolaylı olarak “Türk” cumhuriyetlerinin karar alı-
cılarının ve kamuoylarının algıladığı ve bu cumhuriyetlerin tek tek resmî
tarihlerince de kabul gören kimliklerinin Türkiye tarafından dolaylı olarak
da olsa kabul görmediği sonucunu doğurmaktadır.

“Türk” cumhuriyetleri halkları resmî tarihlerine ve kimlik tanımlamaları-

36 David Kushner, The Rise of Turkish Nationalism (1876-1908), London, 1977, s. 12.
37 Ali Engin Oba, Türk Milliyetçiliğinin Doğuşu, Ankara, 1995, ss. 152.
38 Tadeuzs Swietochowski, Müslüman Cemaatten Ulusal Kimliğe Rus Ayerbaycanı, İstanbul, 1988, s. 91.
39 Akademisyenlerin bu konudaki terminolojik yaklaşımı için karşılaştırınız Saray, Mehmet, Türk Dünyasında Dil
ve Kültür Birliği, İstanbul, 1993.
40 Örnek olarak bkz. T.C. Dışişleri Bakanlığı, Kazakistan Ülke Raporu, Ankara, 1995. Diğer ülke raporları da
karşılaştırılabilir.
2006, Cilt 12, Sayı 1
Avrasya Dosyası

199
Efe Çaman

na göre kendilerini Türk olarak algılamamakta, “Türk” kavramını bir üst


kavram olarak görmekte ve tıpkı Türkiye Türkleri gibi kendi millî kimlik-
lerine sahip oldukları gerçeğinden hareket etmektedir. Buna göre örneğin
Kazakistan’da Kazak Türkleri nitelendirmesi kabul görmemekte, Kazak
kavramı ise Türkiye’de algılandığı gibi bir Türk Boyu’nu değil, Türklerden
ayrı bir milleti nitelemektedir. Bu kavram kargaşası dış politikada algımala-
lar ve bunlardan kaynaklanan algılama-hedef uyuşmazlığının yol açtığı so-
runlar dışında iç politik alanda da bir tutarsızlığa neden olmaktadır. Türk
vatandaşlarını Türk milleti olarak ortaya koyan anayasal yaklaşım göreceli-
leşmektedir ve üst kavram olan Türk kavramına dolaylı olarak da olsa etnik
bir yorum getirilmiştir.

Yukarıda ele alınan konu görüldüğü üzere terminolojik ve teknik bir konu
olmasına karşın dış kültür politikaları bağlamında son derece belirleyici bir
politik boyut içermektedir. Algılamaların oluşmasında ideolojilerin rolüne
yukarıda değinildi. Politik konseptlerin geliştirilmesinde de algılamaların
önemli bir rol oynadıklarından hareketle, Türk siyasal elitlerinin algıla-
maları doğrultusunda çıkar tanımları yaparken kullandıkları kavramların,
dış politika hedefleriyle ilintisine de atıfta bulunulmalıdır. Ortaya konulan
hedefler ile algılamalar arasındaki doğrudan ilişki Türk dış kültür politika-
sında somut biçimde görülebilmektedir. Bu bağlamda Kafkasya’ya ve Orta
Asya’ya yönelik dış kültür politikasının merkezinde iletişimin geliştirilmesi
– yani ortak dil eksenli bakış – hedefinin bulunması tesadüf değildir.

Dilsel yakınlığı desteklemek yukarıda bahsedildiği gibi Türk dış kültür po-
litikasının birincil hedefidir. 1990’larda Türkiye ve “Türk” cumhuriyetleri
arasındaki dilsel bağları yeniden güçlendirmeye yönelik bir politika izlen-
miştir. Türkiye’nin dil politikası Orta Asya ve Anadolu arasındaki geniş
coğrafyada dilsel iletişimi geliştirerek ortak bir yazılı kültür oluşturmaktır.
Bu bağlamda Türk dış kültür politikasının faaliyet alanı olan dil politikası
“Türk” dilleri – ya da Türkiye’de algılandığı şekli ile Türk lehçeleri – ile
Türkçe arasında mevcut olan farklılıkları ortadan kaldırmayı hedeflemek-
ledir, hatta yeni cumhuriyetlerde Türkçenin yazı dili olarak giderek yerleş-
mesini amaç edinmektedir.41

41 Fikret Türkmen, “Türk Ortak Yazı Dili Problemleri”, Avrasya Etüdleri, İlkbahar, 1994, ss. 81.86, s. 81.
2006, Cilt 12, Sayı 1
Avrasya Dosyası

200
Kafkasya ve Orta Asya’da Türkiye’nin Yeni Bölgesel Politikası: Dış Politikanın Yönelim Sorunsalı

Türkiye bu hedefe yönelik olarak 1990’ların başından bu yana “Türk”


devletlerinde kendisininki ile ortak alfabelerin kabul edilerek yerleşmesini
yoğun biçimde desteklemiştir.42 Bu doğrultuda TİKA somut çalışmalarda
bulunmuştur. Örneğin Ortak Yazı Dili Projesi (OYDP) TİKA’nın geliş-
tirdiği bir projeydi ve amacı Türkiye ile “Türk” cumhuriyetleri arasında
bir yazı dili yaratmaktı. 1993’te OYDP çerçevesinde gerçekleştirilen Alfabe
İmla Konferansı ve 1994’teki Ortak Yazı Dili Sempozyumu bu proje kapsa-
mında toplanmıştır ve ortak dil konusunu araştıracak bir komisyon kurul-
masına karar verilmiştir.43 Amaç “200 milyon insan tarafından konuşulan
Türkçeyi” bir Birleşmiş Milletler dili haline getirmek olarak formüle edil-
miştir.44 Ancak Türkiye’nin yoğun çabalarına rağmen Türk Latin alfabesi
“Türk” cumhuriyetleri karar alıcıları tarafından aynen kabul edilmemiş-
tir. Bunun nedeni Orta Asya “Türk” dillerinin ve Azericenin dilsel fark-
lılıkları nedeniyle bazı ek harflere gerek duymalarıydı. Böylelikle Türkiye
ve “Türk” cumhuriyetlerin Ortak Yazı Dili Projesi (OYDP) ve dolayısıyla
Türk dış kültür politikasının en önde gelen hedefi de gerçekleştirilememiş
oluyordu.

Buna rağmen Kafkasya ve Orta Asya’ya yönelik geliştirilen dış kültür poli-
tikası tamamen başarısız olarak nitelendirilemez. Özellikle Latin harflerine
geçme konusunda Türkiye göreceli olarak başarılı olmuştur. Tüm “Türk”
cumhuriyetlerinde Latin harflerine geçme konusunda karar alınmış,45 an-
cak uygulamada cumhuriyetler arasında farklılıklar gözlemlenmiştir. Örne-
ğin Azerbaycan’da Latin harflerine tam anlamıyla bir geçiş söz konusuyken,
Kazakistan’da Latin harfleri yerleşmemiş durumdadır. Bu bağlamda alfa-
belerin topluma kabul ettirilmesinde, gerekli finansal kaynakların yetersiz
olmasından başat konumunu halen koruyan Rus dili ve kültürüne kadar
pek çok gerekçe sayılabilir. Parasal kaynak aktarımı konusunda tanımla-
nan politik çıkar ve hedefler ile mevcut finansal kaynaklardaki asimetriye
yukarıda değinilmişti. Rus dili ve kültürünün sömürgeci Çarlık Rusyası za-

42 Bu konuda bazı ayrıntılar için bkz Mustafa Öner, “Ortak Türk Alfabesi Hakkında Bazı Notlar”, Avrasya Etüd-
leri, İlkbahar 1998, ss. 71-79.
43 Umut Arık, “Üçüncü Çalışma Yılında TİKA”, Avrasya Dosyası, 2/2, 1995, ss. 163-182, s. 172.
44 Karşılaştırınız İbid. s. 172.
45 Ali L. Karaosmanoğlu, “Die neue regionale Rolle der Türkei”, Europa Archiv, 15/48, 1993, ss. 425,434, s.
430.
2006, Cilt 12, Sayı 1
Avrasya Dosyası

201
Efe Çaman

manından SSCB’nin dağılmasına kadar resmî dil konumundan da öte eği-


timsel, akademik, sanatsal, edebi vb. kültürel alanlarda “Türk” halklarının
elitleri tarafından benimsenmiş olması gerçeği, Türkiye’nin Rusya ile dil ve
kültür alanında rekabet potansiyelini olumsuz yönde etkilemektedir.

Gelecek vadeden diğer bir dış kültür politikası alanı da eğitimdir. Bu ko-
nuda “Türk” cumhuriyetlerinden gelen yüksekokul öğrencilerine sunulan
burs olanakları, Kazakistan’da kurulan Hoca Ahmet Yesevi Üniversitesi ve
Kırgızistan’da açılan Manas Üniversitesi gibi akademik alanda temelleri atı-
lan işbirlikleri Türk dış kültür politikasında önemli bir yere sahiptir. Bu-
nun dışında Türk Milli Eğitim Bakanlığı tarafından kurulan 14 okul ile
özel kuruluşlarca açılan 100’den fazla okul46 bu politikanın parçasıdır.

Türk dış kültür politikasını değerlendirirken bunun hangi kıstasla yapıl-


dığını belirlemek gerekmektedir. Bu noktada yukarıda işaret edilen Türk
karar alıcılarının algılamaları ile reel durum arasında fark anahtar bir rol
oynamaktadır. Dış politika durum değerlendirmesi ve çıkarlar ile bunlar
doğrultusundaki hedeflere ulaşılması safhalarında, karar alıcıların başlan-
gıçtaki algılamaları baz alınırsa Türkiye’nin ciddi anlamda bir hedef sap-
ması yaşadığını ileri sürmek yanlış olmazdı. Ancak Türk karar alıcılarının
bazı merkezî algılamalarının gerçek duruma tekabül etmediği, yani Azeri
ve Orta Asyalı liderlerin algılamalarını yeterince dikkate almadığı istisna
tutulursa, aslında Türk dış kültür politikasının genel Kafkasya ve Orta Asya
yönelimi içinde en etkili ve başarılı alanlardan biri olduğu söylenebilir.

Türkiye, Bölgesel Düzen ve Stratejik Perspektifler


Kafkasya ve Orta Asya, başta hidrokarbon enerji kaynakları olmak üzere
önemli yeraltı zenginliklerine sahiptir ve bu nedenle gerek bölgesel güçle-
rin gerekse global oyuncuların ilgi alanına girmektedir. Soğuk Savaş öncesi
ve süresince tamamen Rus egemenliğinde olan bu bölgelerde, SSCB’nin
tarih sahnesinden çekilmesi ile beraber büyük bir oyundan söz edilmekte-
dir. Kural tanımayan bu oyunda bölgesel aktörler için temel amaç, enerji
merkezi olan bölgelerden hidrokarbon kaynaklarını başka bölgelere nak-

46 Büşra Ersanlı, “Çok Boyutluluğu Yeniden Keşif. Türkiye’nin Türk Cumhuriyetleriyle İşbirliği Arayışı”, Alead-
din Yalçınkaya (der.), Türk Cumhuriyetleri ve Petrol Boru Hatları, İstanbul, 1998, ss. 223.232 s. 229.
2006, Cilt 12, Sayı 1
Avrasya Dosyası

202
Kafkasya ve Orta Asya’da Türkiye’nin Yeni Bölgesel Politikası: Dış Politikanın Yönelim Sorunsalı

ledebilecek bir terminal konumuna gelmektir. Bu anlamda gerek Türkiye


gerekse Rusya hem kapasiteleri hem de jeopolitik konumları gereği – ikisi
de Avrasyalı aktörler olarak Avrupa ve Asya kıtaları arasında transit ülke
olma özelliğine sahiptir – 1990’larda rekabet eden iki bölgesel güç ola-
rak belirmiştir. Özellikle petrol boru hatları ile Kafkasya ve Orta Asya’dan
Avrupa’ya taşınacak ham petrol konusunda bu iki bölgesel güç arasında bir
çıkar çatışması yaşandığı bilinmektedir.

Tarafların enerji kaynakları konusundaki çıkarları elbette bölgedeki po-


tansiyel ile doğrudan bağlantılıdır. Kaynaklar Hazar Denizi Havzası’ndaki
(HDH) mevcut petrol rezervlerinin 25 milyar ile 200 milyar varil arasın-
da olduğunu tahmin etmektedir. Bu tahminlere göre HDH dünya petrol
rezervlerinin yüzde 3 ila yüzde 17’sine sahiptir.47 Tahminlerdeki farklı ra-
kamlar aslında HDH bölgesinin önemini etkilememektedir. Gelişmiş sa-
nayi devletlerinin petrole bağımlılıkları konusunda HDH bölgesine stra-
tejik ilgi göstermemeleri düşünülemez. Bu stratejik hammaddeyi üreten
ülkeler kadar petrol ve doğal gazı nakledecek transit ülkelerin de stratejik
anlamda önem kazanacağı HDH denkleminde öngörülmektedir.

Bu stratejik satrançta Türk ve Rus çıkarları 1990’ların başından bu yana


tamamen çelişmektedir. Rusya Federasyonu SSCB’nin dağılması ile bir-
likte en güçlü bölgesel aktör olarak aktif bir dış politika izlemektedir. Rus
siyasal karar alıcılarının algılamalarına göre eski SSCB toprakları, bugün
de yakın dış çevre (blijniye sarubiyejye) politikası, 1990’ların başından bu
yana bölgedeki Rus stratejisini oluşturmaktadır.48 Bu bağlamda HDH bu
stratejik konsept bağlamında Rus çıkarları açısından yaşamsal önemi haiz
bölgelerdir.

Türk karar alıcıları da SSCB’nin ortadan kalkmasından sonra HDH hid-


rokarbon kaynaklarına gerek tüketici, gerekse potansiyel transit rota ola-
rak ilgi göstermiştir. Türkiye’nin HDH bölgesindeki hedefleri şöyle özet-
lenebilir: 1- Azerbaycan’da üretilen petrolü bir boru hattı ile Türkiye’nin

47 Frankfurter Allgemeine, 27.06.1998. Karşılaştırınız İsmail Soysal, “Hazar Bölgesinde Petrol ve Gaz Kaynakla-
rı”, Aleaddin Yalçınkaya (der.), Türk Cumhuriyetleri ve Petrol Boru Hatları, İstanbul, 1998, ss. 19.22, s. 20.
48 Hannes Adomeit, “Konzeptionelle Leitlinien in der Aussenpolitik Russlands”, Osteuropa, 4/5 51, 2001, ss.
353-365, s. 357.
2006, Cilt 12, Sayı 1
Avrasya Dosyası

203
Efe Çaman

Akdeniz’deki limanı Ceyhan’a nakletmek. 2- Kazakistan’da üretilen petrolü


boru hatlarıyla Türkiye’ye nakletmek. 3- Türkmen doğal gazını Türkiye’ye
nakletmek.

Bu hedefler doğrultusunda Boru Hatları İle Petrol Taşıma Anonim Şirketi


(BOTAŞ) gereken boru hattı projelerini geliştirmekle görevlendirilmiştir.
İlk adım olarak Türkiye, Mayıs 1992’de Türkmenistan ile 30 yıllık doğal
gaz sevkıyatını ve bu gazın Türk toprakları üzerinden Avrupa’ya sevkiyatını
öngören bir antlaşma imzaladı.49 Proje için İran ve Türkiye topraklarından
geçmesi düşünülen bir boru hattı öngörüldü ve Türk karar alıcıları ilk kez
Avrasya-Akdeniz-Boru Hattı Projesi ana başlığı altında Ceyhan hattını ön
plana çıkardı.50

İkinci önemli adım, Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı’nın (TPAO)


Azerbaycan Petrolleri Konsorsiyumu’na (APK) yüzde 2,5 hisse ile katılı-
mı olmuştur. APK’nın görevi gelecekte Azeri petrolünü dünya pazarları-
na nakledecek boru hattı rotalarını saptamaktı. APK bu konuda üç olası
rota alternatifi belirlemişti: Rusya Federasyonu rotası, Gürcistan rotası ve
Türkiye rotası. Türkiye rotası için de gene üç alternatif söz konusuydu:
İran (Azerbaycan-İran-Nahcivan-TR), Ermenistan (Azerbaycan-Ermenis-
tan-Nahcivan-TR) ve Gürcistan (Azerbaycan-Gürcistan-TR). Bu alterna-
tifler aşağı yukarı 1700 km uzunluğunda bir boru hattı öngörmekteydi ve
projenin gerçekleşmesinin 2,5 ila 3 milyar Amerikan dolarına mal olacağı
tahmin edilmekteydi.51

Kazakistan hattı için ise gene üç alternatif rota gündemdeydi: İran (İran’ın
Basra körfezine), Rusya (Rusya üzerinden Karadeniz’deki Novorossisk Li-
manına) ve Türkiye (Hazar Denizi-Azerbaycan-Türkiye). Türkiye hattının
en büyük dezavantajı Azerbaycan ile Nahçıvan arasında Ermenistan top-
raklarının bulunması ve dolayısıyla projenin tıpkı Azeri petrolü konusunda
olduğu gibi üçüncü ülkelerin topraklarının kullanılmasını zorunlu olarak

49 T.C. Milli Eğitim Bakanlığı, Türkiye ile Türk Cumhuriyetleri ve Türk Toplulukları Arasında Yapılan Anlaşmalar,
Ankara, 1993, s. 433.
50 Bu konuya ilişkin olarak bkz. Atakan Gül ve Ayfer Yazgan Gül, Avrasya Boru Hatları ve Türkiye, İstanbul,
Bağlam Yayınları, 1995, s. 33.
51 Frankfurter Allgemeine, 27.06.1998.
2006, Cilt 12, Sayı 1
Avrasya Dosyası

204
Kafkasya ve Orta Asya’da Türkiye’nin Yeni Bölgesel Politikası: Dış Politikanın Yönelim Sorunsalı

öngörmesiydi. Türkiye opsiyonu, gerçekleşmesi halinde 2200 km uzun-


luğunda bir boru hattını öngörmekteydi ve yaklaşık 2,5 milyar Amerikan
dolarına mal olması beklenmekteydi. Rusya opsiyonu, Türk opsiyonuna
göre daha avantajlıydı, çünkü boru hattı eskimiş teknolojisine rağmen
mevcuttu ve yalnızca yenilenmesi gerektiğinden de daha ucuza mal olması
beklenmekteydi. 1998’de Rusya hattının yapımına başlandığında52 artık
Türk hattı için yakın gelecekte pek şans kalmamış oluyordu.

Artan iç tüketimden dolayı Türkiye 1990’ların başından günümüze kadar


giderek doğal gaza daha bağımlı hale gelmektedir. 1980’li yıllardan iti-
baren SSCB Türkiye’nin doğal gaz ithalatında önemli bir rol oynamıştır.
SSCB’nin yıkılışı sonrasında Türk karar alıcıları Türkmenistan’ı potansi-
yel olarak doğal gaz ithal edebilecekleri bir ortak olarak algılamıştı. Türk-
menistan mevcut rezervleri bakımından dünyada üçüncü sıradadır ve bu
ülkede 8000 ila 20000 milyar metreküp doğal gaz rezervi bulunduğu tah-
mininden hareket edilmektedir.53 Türkmenistan doğal gazını eski Sovyet
cumhuriyetleri dışında dünya pazarında diğer ülkelere de satmak istemek-
tedir. Ancak mevcut boru hatlarının SSCB planlı ekonomisi çerçevesinde
kuzeye yönlenmesi Türkmenistan’ın dünya pazarına istediği oranda açıl-
ması önündeki en büyük engeli oluşturmaktadır.54 Yukarıda değinilen ikili
antlaşma ve buna tekabül eden boru hattı projesi 1500 km uzunluğunda
bir boru hattını öngörmekteydi ve projenin maliyeti 6 milyar Amerikan
doları olarak tahmin edilmekteydi.55 Ancak boru hattının gerçekleşebil-
mesi için gereken politik uzlaşmaya varılamaması projenin önündeki en
önemli sorundu. Özellikle Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ekonomik
yaptırım uyguladığı İran’ın projeye dahil edilmesine kararlı bir şekilde kar-
şı çıkmaktadır. Rus Federasyonu ise Türkmenistan’ın güneye ve Batı’ya
yönelik boru hattı projelerine stratejik çıkarları temelinde olumlu bakma-
maktadır. Hazar Denizi’nden Azerbaycan’a yönelen bir alternatif rota da
zaman zaman gündeme gelse de, gerek finansal güçlükler gerekse politik

52 Laurent Ruseckas, “Turkey and Eurasia: Opportunities and Risks in the Caspian Pipeline Derby”, Journal of
International Affairs, 54/1, 2000, ss. 217-236; s. 231.
53 Roland Götz ve Uwe Hallbach, Turkmenistan: Informationen über eine unbekannte Republik, Teil 2,: Wirtschaft,
Berichte des Bundesinstituts für ostwissenschaftliche Studien (BIOST), 43, 1995, s. 11.
54 İbid. s. 11.
55 İbid. s.11.
2006, Cilt 12, Sayı 1
Avrasya Dosyası

205
Efe Çaman

gruplaşmalar projenin gerçekleşebilmesinin önünde önemli bir engel teşkil


etmektedir.
Bakü-Ceyhan Hattı başlangıçtan beri gerçekleşme şansı en fazla olan Türk
projesiydi. Bunda en belirleyici faktör şüphesiz Azerbaycan’ın coğrafi ko-
numudur. Orta Asya ile Türkiye arasında yukarıda değinilen ulaşım sorun-
salı, projelerin önünde önemli bir engel oluştururken, Azerbaycan ile Tür-
kiye, aradaki Ermeni bölgesinin doğrudan bağlantıyı olanaksızlaştırmasına
rağmen komşu ülkelerdir. Gürcistan ile kurulan iyi diplomatik ilişkiler, bu
ülke üzerinden Azerbaycan’a kara yoluyla bağlanmayı mümkün kılmakta-
dır. Azerbaycan’ın ve Gürcistan’ın uluslararası topluma entegrasyonu Orta
Asya ülkelerine göre daha hızlı gerçekleşmektedir ve bunu Türkiye’nin coğ-
rafi konumundan kaynaklanan köprü olma özelliğiyle, ABD ve Avrupa’yla
büyük ölçüde uyumlu olan dış politika yönelimi sağlamıştır. ABD 1990’la-
rın başından bu yana stratejik nedenlerle Türkiye’nin Kafkasya ve Orta
Asya’daki aktif dış politikasını ve bu bağlamda yine stratejik bir sorunsal
olan HDH petrollerini dünya piyasalarına ulaştıracak boru hatlarının ro-
taları konusundaki Bakü-Ceyhan Projesini (BCP) desteklemektedir. Baş-
langıçta Türk karar alıcıları tarafından tek alternatif olarak kavranan BCP,
sonraları Rusya’nın bölgede yüzyıllardır devam eden başat politik, ekono-
mik ve askerî konumu dikkate alınarak tek opsiyon olarak sunulmaktan
vazgeçilmiştir. Bu yeni dış politik değerlendirme bölgede Türkiye’nin gü-
cüne orantılı bir realist karar olarak nitelendirilebilir. Türkiye açısından
önemli olan HDH petrollerinin Batı’ya açılan terminali olmak ve bölgenin
yeni aktörlerinin bağımsızlıklarının devamını desteklemektir. Rus Novo-
rossisk hattının varlığı, BCP’nin gerçekleşmesi ile zaten görecelileşecek ve
tekel olma özelliğini kaybetmesi noktasında Türk çıkarlarının gerçekleş-
mesi anlamına gelecektir. Çünkü Azerbaycan artık petrolünü salt Rusya
üzerinden satmak zorunda değildir.

Ekonomik, ekolojik ve – Türk ve diğer Batılı ülkeler açısından – stratejik


bakımlardan BCP’nin Rus hattına göre bariz üstünlükleri olduğu yadsı-
namaz. Novorossisk Limanının yıllık kapasitesi 30 milyon tonken Cey-
han terminali 120 milyon tonluk kapasitesi ile üstünlük göstermektedir.
Dahası Rus limanı Karadeniz’deki hava koşullarına bağımlı olarak yılda
87 ila 100 gün faaliyet gösterebilirken, Ceyhan terminali tüm yıl boyun-
ca tam kapasite ile hizmet verebilmektedir. Tanker kapasitesi bakımından
2006, Cilt 12, Sayı 1
Avrasya Dosyası

206
Kafkasya ve Orta Asya’da Türkiye’nin Yeni Bölgesel Politikası: Dış Politikanın Yönelim Sorunsalı

da Ceyhan Novorossisk’i gölgede bırakmaktadır. Novorossisk’ten (100000


DTW/Yıl) tam üç kat fazla tanker kapasitesi ile (300000 DTW/Yıl) BCP
lehine önemli bir artı getirmektedir.56 Bunun yanında Rus hattının çev-
resel açılardan da olumsuz yanları vardır. Türk Boğazlarının kullanımına
muhtaç olan bu hat, özellikle İstanbul Boğazı seyir mevkiinde mevcut tan-
ker trafiğini yoğunlaştırmakta, tankerlerin bazı yerlerde 700 metreye kadar
daralan bu mevkide 32 km içinde 12 riskli manevra yapmak zorunda kal-
ması nedeniyle çevre ve güvenliği tehdit etmektedir.57 Rus limanının tek
alternatif olması durumunda, katlanarak artacak tanker trafiğini by-pass
etmek de olanaklı olmayacaktı. Novorossisk’in olumsuzlukları Rus karar
alıcılarınca bilinmekte ve Rusların Karadeniz stratejisi ile etkisizleştirilme-
ye çalışılmaktadır. Karadeniz, Karadeniz Bölgesi ve Kafkasya bu bağlamda
Rusya tarafından “en yüksek stratejik öneme sahip bölgeler” olarak deklare
edilmiştir.58 Bu bölgenin kilidi Türk Boğazlarıdır ve Türk-Rus ilişkilerinde
yakın tarihe dek Rus tehdidinin daima hissedildiği belirleyici merkezi rolü
oynayagelmiştir.59 Ancak 21. yüzyılın başında Türkiye’nin gerek uluslara-
rası alandaki konumu gerekse bölgesel gücü bakımından, gerekse devletler
hukuku60 ve de facto uygulama açılarından Rusya’ya boğazlardan transit
geçişe yönelik ayrıcalık tanıması olası değildir.

Kasım 1999’da Türkiye, Azerbaycan ve Gürcistan arasında ABD Başkanı


Clinton’ın da katılımı ile BCP’nin hayata geçirilmesine yönelik antlaşma
imzalandı ve projenin yapım aşamasına geçildi. Hattın 2010 yılına kadar
tam kapasite ile hizmet vermesi beklenmektedir.61 BCP konusunda iste-
nilen hedefe ulaşılmış olmasının Türk dış politikası açısından reel Türk
çıkarlarının Soğuk Savaş sonrası dönemde yeniden tanımlanarak algılan-

56 Bu rakamlar için bkz. Mert Gökırmak, “Türkiye Rusya İlişkileri ve Petrol Taşımacılığı Sorunu. Jeopolitik Bir
Değerlendirme”, Faruk Sönmezoğlu, (der.), Değişen Dünya ve Türkiye, İstanbul, 1995, ss. 153.186, 179.
57 Atakan Gül ve Ayfer Yazgan Gül, Avrasya Boru Hatları ve Türkiye, İstanbul,1995, s. 67.
58 Rıfat Üçarol, “Değişmekte Olan Dünyada Türk Boğazlarının Önemi ve Geleceği”, Sabahattin Şen, (der.), Yeni
Dünya Düzeni ve Türkiye, İstanbul, 1992, s. 165.
59 II. Dünya Savaşı sonrası SSCB Türkiye’den Boğazlarda üs talep etmiştir. Bkz. Ernst Tennstedt, Die türkischen
Meerengen im Zweiten Weltkrieg, Hamburg, 1981, s. 28.
60 Montreux Antlaşması için bkz. İsmail Soysal, Tarihçeleri ve Açıklamaları ile Birlikte Türkiye’nin Siyasal Antlaş-
maları, Bd. 1 (1920-1945), Ankara, 1983, ss. 493-518.
61 Laurent Ruseckas, “Turkey and Eurasia: Opportunities and Risks in the Caspian Pipeline Derby”, Journal of
International Affairs, 54/1, 2000, ss. 217-236, ss. 230-236.
2006, Cilt 12, Sayı 1
Avrasya Dosyası

207
Efe Çaman

ması dışında, Türkiye’nin aktif bölgesel politikasının meyvelerini vermeye


başlaması anlamında da sembolik bir anlamı vardır.
BCP’nin gerçekleşmesiyle birlikte bölgesel sistemde değişmelerin olması
kaçınılmazdır. Rus yayılmacılığının başlangıcından bu yana Rus nüfuzu
bölgede ilk kez bu kadar azalmaktadır. Dünyayla ekonomik ve politik-stra-
tejik anlamda entegrasyonunu geliştirme şansına kavuşan Kafkasya ülkele-
ri Azerbaycan ve Gürcistan’ın Rusya karşısında bağımsızlığı giderek pekiş-
mektedir ve Türkiye’nin eşit ortaklıklar bazında bu devletlerle her alanda
işbirliğini geliştirmesi daha da olanaklı hale gelmektedir.

Orta Asya ile ilişkilerin gelişmesine temel oluşturabilecek projeler somut-


laştırılamamıştır. Rusya’nın Çarlık ve Sovyet dönemlerinden bu yana Orta
Asya’da devam eden hegemonyası Kafkasya’nın tersine henüz etkisini daha
fazla hissettirmektedir. Bunda Orta Asya’nın Rusya, Çin ve İran arasında
hemen hemen izole olmuş konumu önemli bir rol oynamaktadır. Bunun
dışında SSCB döneminde inşa edilen enerji boru hatlarının tamamının
kuzeye yönelik olması, özellikle petrol üreticisi Kazakistan’ı büyük ölçüde
Rusya’ya muhtaç etmektedir. Batı’yla ilişkileri de Kafkas ülkeleri kadar ge-
lişme potansiyeline sahip olmayan Orta Asya cumhuriyetlerinde Rusya’nın
var olan bölgesel çıkarları doğrultusunda başat olma pozisyonunu koruması
kolaylaşmaktadır. Bu bölgede Türkiye’nin Rusya’yı saf dışı bırakarak onun
yerini alması ekonomik gücü bakımından kısa ve orta vadede olanaklı de-
ğildir. Türkiye enerji politikasını kendi finansal kaynakları ile karşılama
potansiyeline sahip olmadığı gibi, bölge devletlerinin gereksinim duyduğu
yatırımların karşılanmasına yönelik mali olanaklar da Türkiye’nin bölgesel
politikaları bağlamında mevcut değildir.

Sonuç
Türk dış politikası açısından, Soğuk Savaş ve Sovyet sonrası dönemde yeni
koşullarda ortaya çıkan bu bölgeyi görmezden gelmek düşünülemezdi.
Türkiye, yeni komşuları ve varoldukları sisteme yönelik bir bölgesel politi-
ka ortaya koymak durumundaydı, dolayısıyla bu yeni dış politika yönelimi
bir zorunluluktu. Yalnızca Türk çıkar algılamaları bağlamında değil, gerek
güvenlik politikaları bağlamında, gerek Türkiye’nin transatlantik ilişkiler-
deki rolü bakımından, bu bölgesel yeni dış politika yönelime gereksinim
duyulmuştu. Bu anlamda, bu yeni dış politika alanı ortaya çıkış koşulları
2006, Cilt 12, Sayı 1
Avrasya Dosyası

208
Kafkasya ve Orta Asya’da Türkiye’nin Yeni Bölgesel Politikası: Dış Politikanın Yönelim Sorunsalı

itibarıyla Batı ile ilişkilere alternatif olarak gelişemezdi.

Ne bu bölgedeki ekonomik işbirliği potansiyeli bakımından, ne de özellik-


le AB ülkeleri ile gerçekleştirilmiş ekonomik, askerî ve politik entegrasyon
bakımından Kafkasya ve Orta Asya’nın reel olarak Türkiye’nin AB ilişki-
lerine alternatif oluşturabileceğini ileri sürmek olanaklı değildir. Adriya-
tik ve Çin arasında bulunan Avrasya coğrafyası elbette Türkiye’ye yeni dış
politika olanakları sunmaktadır. Ancak bu olanakları gerçekçi bir biçimde
değerlendirmek ve bölgesel politikaya reel koşullara tekabül eden bir bi-
çimde yaklaşmak, yalnızca Türk dış politikasının başarısı anlamında değil,
bölge ülkelerinin orta ve uzun vadedeki politik konumları bakımından da
önem taşımaktadır. Bunun nedeni Türkiye’nin bölge ülkeleri için dünyay-
la entegrasyon anlamında Batı’ya açılan kapı olmasıdır. Bu yalnızca coğrafi
anlamda değil, politik ve ekonomik değerler bakımından da böyledir. Tür-
kiye bu bölgede işleyen Batılı anlamdaki tek parlamenter demokrasidir ve
Batılı değerleri kendi doğusunda temsil etmekte, bu özellikle AB’ye tam
üyelik sürecinde giderek ön plana çıkmaktadır.

Başlangıçta Türk karar alıcıları Türkiye’de başat olan ve aslında ideolojik


öğeler de taşıyan algılamalardan hareketle bir taraftan bölge ülkeleri ile
olan kültürel ortaklıklarını gerçeklerle doğru orantılı kavrayamamışlar,
diğer taraftan da Türkiye’nin Avrasya’daki güç politikaları bağlamındaki
konumunu olduğundan daha fazla takdir etmişlerdir. Ancak zaman için-
de Rusya’nın özellikle Orta Asya’da mevcut askerî, politik, ekonomik ve
kültürel nüfuzunu reel politik nedenlerden dolayı kabullenmek durumun-
da kalmışlardır. Bunu aslında bir olumsuzluk olarak görmemek gerekiyor.
Yeni bir bölgesel politika geliştirilirken bunu bölgesel düzene katılan di-
ğer aktörler ile etkileşim içinde geliştirmek bir zorunluluktur. Dolayısıyla
Türkiye gerçekçi temellere dayanan bir bölgesel politika geliştirerek Soğuk
Savaş sonrası ortaya çıkan bir gerekliliğe yerinde bir reaksiyon göstermiştir.
Gerek politik, gerek ekonomik ve stratejik bakımdan, gerekse dış kültür
politikaları açısından mevcut potansiyeli ile uyumlu bir ilişkiler sistemi
kurarak bölgesel rolünü ortaya koymuştur. Bu rolüyle Türkiye bölgenin is-
tikrarını sağlamaya ve desteklemeye yönelik tutumunu kurumsallaştırarak,
kendi ulusal çıkarlarını elindeki mevcut güçle orantılı bir biçimde kavra-
mıştır. 21. yüzyıl başında Kafkasya ve Orta Asya politikası artık Türk dış
2006, Cilt 12, Sayı 1
Avrasya Dosyası

209
Efe Çaman

politikasının önemli bir parçasını oluşturmaktadır.

Abstract
The end of the Cold War has influenced the Turkish foreign policy both in a
positive and negative way. Turkey at a lost in the context of the European integ-
ration became neighbour with a region without stability in Eurasia in which
there are many serious security problems. On the other hand particularly con-
nected with the post Soviet Turkic republics, Turkey has obtained new opportu-
nities and new orientation possibilities. Both in the context of security matters
and on the basis of new emerging interests as well as chances, corresponding
to their own perceptions Turkish decision makers have created a new regional
policy with political, strategically-economical and cultural components. In this
article, the orientation question in the context of the new Caucasus and Cen-
tral Asian policy is reviewed and by it, it is tried to locate the Turkish foreign
policy after the Cold War.

Keywords: Regional policy, Turkic Republics, Caucasus, Central Asia, Foreign


Policy.

KAYNAKLAR

ADOMEIT, Hannes: “Konzeptionelle Leitlinien in der Aussenpolitik


Russlands”, Osteuropa, 4/5 51, 2001.

ARIK, Umut: “Üçüncü Çalışma Yılında TİKA”, Avrasya Dosyası, 2/2,


1995.

BOZDAĞ, Abidin: “Die Zentralasienspolitik der Türkei”, Ferdowsi, Mir


A., Mittelasien von der “Zweiten” zur “Dritten” Welt? Arbeitspapiere zu
Problemen der Internationalen Politik, 15, 1993.

BREDOW, Wilfred ve Thomas JAEGER: Regionale Grossmaechte, Inter-


nationale Beziehungen zwischen Globalisierung und Zersplitterung, Opla-
den, 1994.
2006, Cilt 12, Sayı 1
Avrasya Dosyası

210
Kafkasya ve Orta Asya’da Türkiye’nin Yeni Bölgesel Politikası: Dış Politikanın Yönelim Sorunsalı

BROWN, Bess ve Elisabeth FULLER: Die Türkei und die muslimischen


Republiken der ehemaligen Sowjetunion, Konrad-Adenauer-Stiftung,
Sankt Augustin, 1994.

ÇAMAN, Efe: Türkische Aussenpolitik nach dem Ende des Ost-West-Konf-


lıkts: Aussenpolitische Kontinuitaet und Neuorientierungen zwischen der
EU-Integration und neuer Regionalpolitik, Berlin 2005

ERSANLI, Büşra: “Çok Boyutluluğu Yeniden Keşif. Türkiye’nin Türk


Cumhuriyetleriyle İşbirliği Arayışı”, Yalçınkaya, Aleaddin, (der.), Türk
Cumhuriyetleri ve Petrol Boru Hatları, İstanbul, Bağlam, 1998.

FRAITAG-WIRMINGHAUS, Reiner: “Keine grossen Brüder. Der Einf-


luss der islamischen Welt in Zentralasien und in Aserbaidschan”, Der
Überblick, 2/28 (1992)

GÖKALP, Ziya: Türkçülüğün Esasları, İstanbul, 1955.

GÖKIRMAK, Mert: “Türkiye Rusya İlişkileri ve Petrol Taşımacılığı So-


runu. Jeopolitik Bir Değerlendirme”, Sönmezoğlu, Faruk, (der.), Deği-
şen Dünya ve Türkiye, İstanbul, Bağlam, 1996.

GÖTZ, Roland ve Uwe HALLBACH: Turkmenistan: Informationen über


eine unbekannte Republik, Teil 2,: Wirtschaft, Berichte des Bundesinsti-
tuts für ostwissenschaftliche Studien (BIOST), 43, 1995.

GÜL, Atakan ve Ayfer Yazgan, GÜL: Avrasya Boru Hatları ve Türkiye,


İstanbul, Bağlam, 1995.

HAYIT, Baymirza: Türkistan Devletlerinin Milli Mücadeleleri Tarihi, An-


kara, Türk Tarih Kurumu, 1995.

KARAOSMANOĞLU, Ali L.: Die neue regionale Rolle der Türkei, Euro-
pa Archiv, 15/48, 1993.

KİLİ, Suna: Atatürk Devrimi. Bir Çağdaşlaşma Modeli, Ankara, 1981.


2006, Cilt 12, Sayı 1
Avrasya Dosyası

211
Efe Çaman

KINDERMANN, Gottfried-Karl: “Weltverstaendnis und Ideologie als


Faktoren auswaertiger Politik”, Kindermann, Gottfried-Karl, (der.),
Grundelemente der Weltpolitik, München 1991.

KINDERMANN, Gottfried-Karl: “Zur Methodik der Internationalen


Konstellationsanalyse, Kindermann”, Gottfried-Karl, (der.), Grundele-
mente der Weltpolitik, München 1991.

KRAMER, Heinz: Zentralasien im Interessensfeld der Türkei, Ebenhau-


sen-Isartal, 1995.

KURU, Ahmet T.: “Türkiye’nin Orta Asya’ya Yönelişi: Dokuz Asır Sonra
Politika Değişimi”, Öke, Kemal Mim, (der.), Geçiş Sürecinde Orta Asya
Türk Cumhuriyetleri, İstanbul, Alfa, 1999.

KUSHNER, David: The Rise of Turkish Nationalism (1876-1908), Lon-


don, Frank Cass, 1977.

KUT, Gün: “Yeni Türk Cumhuriyetleri ve Uluslararası Ortam, T.C.


Kültür Bakanlığı”, (der.), Bağımsızlığın İlk Yılları. Azerbaycan, Kazakis-
tan, Kırgızıstan, Özbekistan, Türkmenistan, Ankara, Kültür Bakanlığı,
1994.

LAÇİNER, Ömer ve Tanıl BORA: “Die Turkrepubliken und die Türkei.


Der zweite Anlauf”, Zeitschrift für Türkeistudien, 8/1, 1995.

LEWIS, Bernard: The Emergence of Modern Turkey, London, 1968.

MALEK, Martin: Sprachenpolitik in der Gemeinschaft Unabhaengiger


Staaten (GUS), Osteuropa, 8, 1994.

OBA, Ali Engin: Türk Milliyetçiliğinin Doğuşu, Ankara, İmge, 1995.

ÖNER, Mustafa: “Ortak Türk Alfabesi Hakkında Bazı Notlar”, Avrasya


Etüdleri, İlkbahar 1998.
2006, Cilt 12, Sayı 1
Avrasya Dosyası

212
Kafkasya ve Orta Asya’da Türkiye’nin Yeni Bölgesel Politikası: Dış Politikanın Yönelim Sorunsalı

RUSECKAS, Laurent: “Turkey and Eurasia: Opportunities and Risks


in the Caspian Pipeline Derby”, Journal of International Affairs, 54/1,
2000.

SANDER, Oral: Siyasi Tarih (Bd. II), Ankara, İmge, 2001.

SARAY, Mehmet: Rus İşgali Devrinde Osmanlı Devleti ile Türkistan Han-
lıkları Arasındaki Siyasi Münasebetler (1775-1875), Ankara, Türk Tarih
Kurumu, 1994.

SARAY, Mehmet: Türk Dünyasında Dil ve Kültür Birliği, İstanbul, Nesil,


1993.

SARINAY, Yusuf: Türk Milliyetçiliğinin Tarihi Gelişimi ve Türk Ocakları


(1912.1931), İstanbul, Ötüken Neşriyat, 1994.

SIMON, Gerhard: Nationalismus und Nationalitaetenpolitik in der Sow-


jetunion, Baden-Baden, Nomos, 1986.

SOYSAL, İsmail: “Hazar Bölgesinde Petrol ve Gaz Kaynakları”, Yalçın-


kaya, Aleaddin, (der.), Türk Cumhuriyetleri ve Petrol Boru Hatları, İstan-
bul, Bağlam, 1998.

SOYSAL, İsmail: Tarihçeleri ve Açıklamaları ile Birlikte Türkiye’nin Siyasal


Antlaşmaları, Bd. 1 (1920-1945), Ankara, Türk Tarih Kurumu, 1983.

SWIETOCHOWSKI, Tadeuzs: Müslüman Cemaatten Ulusal Kimliğe Rus


Azerbaycanı, İstanbul, Bağlam, 1988.

ŞEN, Faruk: “Türkische Aktivitaeten in Zentralasien”, Zeitschrift für


Türkeistudien 5/2, 1992.

T.C. Milli Eğitim Bakanlığı, Türkiye ile Türk Cumhuriyetleri ve Türk Top-
lulukları Arasında Yapılan Anlaşmalar, Ankara, 1993.

TENNENSTEDT, Ernst: Die türkischen Meerengen im Zweiten Weltkrieg,


2006, Cilt 12, Sayı 1
Avrasya Dosyası

213
Efe Çaman

Hamburg, 1981.

TÜRKMEN, Fikret: “Türk Ortak Yazı Dili Problemleri”, Avrasya Etüd-


leri, İlkbahar, 1994.

ÜÇAROL, Rıfat: “Değişmekte Olan Dünyada Türk Boğazlarının Öne-


mi ve Geleceği”, Şen, Sabahattin, (der.), Yeni Dünya Düzeni ve Türkiye,
İstanbul, Bağlam, 1992.

WINROW, Gareth M.: Turkey in post-soviet Central Asia, London, Broo-


kings Institution Press, 1995.
2006, Cilt 12, Sayı 1
Avrasya Dosyası

214

You might also like