Professional Documents
Culture Documents
Oysa Kur’an’ın inşa ettiği Müslümanın bu gibi konulardaki tavrı kendi dışında
gelişen polemiklerde bir taraf olmak değil öncelikle delillere ve bulgulara
bakarak kendi özgün ve adil tavrını ortaya koymaktır.
Bir kelamcı olan Nazzam (9.yy) ise kozmolojik bir evrimci yaratılış teorisi
ileri sürer. Ona göre evren ve türlerin ilk tohumu mahiyetinde yaratılan ilk
varlık kendisinden sonra ortaya çıkacak tüm varlıklara kaynaklık etmiştir,
bütün canlı türleri bir tek çekirdek varlıktan gelişerek meydana gelmiştir.
Nazzam canlı türlerinin sürekli olarak bir halden başka hale geçtiği fikrini
ortaya attı.
XI. yüzyılda Gazne’de yaşayan ünlü Müslüman alim Biruni’de hem kozmolojik
hem biyolojik evrimi savunur. O’da canlıların ortay çıkışı ve evrim süreciyle
çeşitlenip gelişmelerini Allah’ın iradesi ve yaratışının bir neticesi olarak görür.
Biruni bu teoiye katkı olarak sun’i seçim ve tabiat ekonomisi fikirlerini ileri
sürer. Ona göre doğada her şeyin üreyip çoğalması ve evrimi ölçülü bir
denge üzere olmakta bu da doğada tesadüfilik, başıboşluk ve israf olmayıp
bir iktisatın olduğunu göstermektedir.
“Evrim Var o halde Tanrı yok / Tanrı var o halde Evrim yok”
Bugün Batı dünyasında “Yaratılışçılık” ve “Akıllı Tasarımcılık” akımları Kiliseler
tarafından finanse edilmekte ve bu genel ön-yargılar üzerinden işlemektedir.
Özellikle ABD’de yükselen “Evangelism” ve “Yeni Muhafazakarlık” Protestan,
Presbiteryen, Mormon Kilisesi, Katolik ve Yehova Şahitleri gibi farklı Hristiyan
grupların yayınlarıyla ve politik lobi faaliyetleriyle evrim tartışmasını
bir “Tanrı savunusu” olarak devam ettirmektedir. Türkiye’de konuyu
gündemleştiren iki büyük grup ta genellikle Batı’daki hristiyan yayınlarını
yeşil bir versiyonla tercüme etmektedir.
“Evrim Kuramı”na Gerçekçi Bir Bakış-1 başlıklı konuyla ilgili ilk yazımızda
İslam’ın algısı ile Batıda gelişen algının kısa serüvenini konu edinmiştik.
İslami bilgi birikiminde ortaya konan evrimci yaratılış teorilerini, Kilise’nin
dogmatizmini ve bu dogmatizme savaş açan aydınlanmacıların İslami
mirastan yararlanmalarını konu edinmiştik. Özgün Müslüman düşünüşün
ya kırk katır ya kırk satır misali dayatılan “ya evrimci materyalizm ya
evrim düşmanı dindarlık” kısır döngüsünden farklı, başka bir okuma
yapabileceklerini düşünüyoruz.
Zaman Yazarı Ali Ünal “Evrimin, hem kaynağı hem neticeleri itibarıyla
dünya görüşünden tarih görüşüne, ekonomiden siyasete, felsefeden
dine ve metafiziğe, oradan ahlâka kadar pek çok tesirleri, yankıları ve
yönlendirmeleri söz konusu” olduğunu yazıyor. Oysa Evrim kuramının
sahibinin materyalistler olmadığını, Bir kuramın yanlış yorumlara alet
edilmesinin o kuramın yanlış olduğu anlamına gelmeyeceğini bilmesi
gerekirdi. Ancak kendisi Evrim karşıtlığını Dini bir vecibe olarak telakki
eden cemaatin yazarı olduğundan bu haklı tespitini evrim karşıtlığını haklı
çıkartmak için durağan evren ve statik yaratılış anlayışını da paylaşıyor. Oysa
Evrimin yaratılış planındaki yeri doğru anlaşılırsa Allah’ın her dem hayata
yasalarıyla müdahalesi ve “yaratış” halinde olduğu gerçeği daha net anlaşılır.
Darwin burada, "başarılı nesiller sonunda, yeni bir türün, hali hazırdaki bir
türden yavaşça farklılaşarak oluştuğu" kanısına vardı. Doğal seçilim adını
verdiği bir işlem sonucunda bu değişimlerin ortaya çıktığına inanıyordu:
Prof. Dr. Cemal Yıldırım’ın ifadesine göre “Normal olarak evrim uyum
sağlayıcı bir süreçtir. Evrimle oluşan organizmaların çevrelerine ve yaşam
koşullarına, çoğu kez inanılmaz bir incelik ve beceriyle uyum sağladıklarını
biliyoruz. Görünüre bakılırsa, uyum kurma amaçlı bir davranıştır.”
1-Bakteriler,
2-Ökaryotlar
Tüm canlılar, ortak atalardan geldikleri için akrabadırlar. İnsan ve diğer tüm
memeliler, yaklaşık 150 milyon yıl önce yaşamış sivrifaremsi bir canlıdan
evrimleşmişlerdir. Memeliler, kuşlar, sürüngenler, iki yaşamlılar ve balıkların
ortak atası 600 milyon yıl önce yaşamış su solucanlarıdır. Tüm hayvanlar ve
bitkiler, yaklaşık 3 milyar yıl önce yaşamış bakterimsi mikroorganizmalardan
türemişlerdir. Biyolojik evrim, canlı nesillerinin ortak atadan değişerek
türeme sürecidir. Yeni nesiller, eski nesillere göre farklılıklar taşırlar ve ortak
atadan uzaklaştıkça çeşitlilik artar.
Evrimsel Çeşitlenme: Bilinçli Bir Süreç
Peki bu çeşitlenme kuramı neden bilim insanları arasında bu denli güçlü bir
kuram olarak kabul görmüştür? Çünkü Darwin’in Galapagos seyahatinin
ardından geçen yıllar boyunca bulunan her yeni bulgu Darwin’in içinde
yaşadığı kültürel ortamdan ve bilgi düzeyinden çok daha farklı olmasına
rağmen onun kuramını destekler biçimde kanıtlar ortaya koymuştur.
Beşerden “İnsan”a… -3
5 Eylül 2009
Fatara Allah’ın bir şeyi yaratması ve onu herhangi bir fiili yapmaya aday
halde düzenlemesi demektir.
Böylece sen, batıl olan her şeyden uzaklaşarak yüzünü kararlı bir şekilde
(hak olan) dine çevir ve Allah'ın insan bünyesine nakşettiği fıtrata uygun
davran… Rum 30/30
Fatara ya da diğer ifadesiyle “Fıtrat” yaratılışın potansiyel durumudur.
Felaq, zaten özünden yeni bir şeyin çıkmasına elverişli bir varlıktan yeni bir
varlık çıkartmak anlamına gelir.
“Khalq” kavramı varolan bir şeyi başka bir şeye dönüştürerek yeni bir şeyi
ortaya çıkartmak anlamına gelir.
Ey insanlar! Sizi bir tek can(lı)dan halden hale geçiren ve ondan da eşini
üreten ve her ikisinden pek çok kadın ve erkek meydana getiren Rabbinize
karşı sorumluluk bilincine sahip olun. Nisa 4/1
O (ki,) gökleri ve yeri (içsel) bir gerçeklik, (şaşmaz bir düzen) üzere halden
hale geçirerek yaratmıştır. İnsanı nutfeden halden hale dönüştürerek yarattı.
Böyle iken bakarsın ki o, Rabbine açık bir hasım kesilmiştir. Nahl 16/3-4
Hayatın çeşitliliği Allah’ın İşaretlerindendir:
“Şu hâlde hiç halden hale geçirerek düzenli biçimde yaratan ile, bu işlemi
yapamayan bir olur mu? Artık siz düşünmez misiniz?
Allah'ın nimetlerini (bu şekilde yarattıklarını/yaratışını) saymaya kalksanız,
asla böyle bir işin altından kalkamazsınız! Gerçek şu ki, çok acıyan çok
esirgeyen gerçek bağışlayıcı elbette Allah'tır…” Nahl 16/17-18
İsa (as) da Khalq etmişti:
Halk etme kavramı Hz. İsa’ya izafeten de kullanılmıştır. Bu kullanım da
göstermektedir ki halden hale geçirerek oluşturabildiğini de göstermektedir:
Ceale, bir şeyi uygun hale getirip uygun olmayan halini bertaraf etmek
anlamına gelmektedir.
Onu, düşünüp kavrayabilmeniz için Arapça bir hitabe yarattık. Zuhruf 43/3
Yukarıdaki 5 kavram da görüldüğü üzere Yaratma fiili sadece yoktan var
etme anlamında kullanılmamıştır. Rabbimiz yoktan var ettikten sonra halden
hale geçirerek te vardan da yeni varlar var etmektedir. “İlk yaratılış” olarak
tanımlayabileceğimiz Varlığın özü yokluktan Allah’ın
İradesiyle yoktan yaratılmıştır. Ancak bu başlangıçtan sonraki süreç Fatara,
Felaq, Khalq, İnşa ve Ceale kavramlarıyla ifade edilen halden hale geçiş,
bir şeyden başka bir şeyin ortaya çıkması anlamında bir yaratılıştır. Halk
arasındaki eksik yaratılış telakkisi yaratmanın sadece yoktan yaratma olduğu
zannının devamını sağlamıştır. Oysa Allah’ın yaratıştaki sünneti bir şeyi
yoktan yarattıktan sonra diğer şeyleri o özden türeterek, vardan başka bir
var ederek yaratmasıdır.
“Kun fe yekun!” ne demektir?
Allah bir şeyin olmasını isterse "ol deyince , oluş sürecine girer”. Burada;
1. Allah’ın yoktan var etmesi.
2. Varlıkları kullanarak var etmesi
3. Vardan var etme sürecinin devam etmesi…
Birincisi, Rabbimiz yoktan bir varlığı var etmektedir. Ayrıca dilerse de yok
etmektedir. Varlıklara verilen özellik ve yeteneklerde ol emri ile yoktan
verilebilmektedir.
“O, Tek'tir, Biricik'tir, öyle ki bir şeyin olmasını istediğinde ona sadece “Ol!”
der -ve o (şey hemen) oluş süreci başlar.” (Yasin 36/82)
Prof. Dr. Cafer Sadık Yaran, “Understanding Islam” adlı eserinde Yasin Suresi
82. ayetten hareketle bahsettiğimiz gibi olma sürecini üç sınıfa ayırıyor.
Evrimci yaratılışa “Kun fe yakun” ayetindeki feyekun filinin mudari (gelecek
kipinde) oluşu ve süreci ifade ettiğini belirtiyor. “Be an it is” (Yasin 82)(ol der
o da olur.) burada “olur” geniş zaman fili yani evrimdir. O halde ilgili ifadeyi
Türkçe’ye Mustafa İslamoğlu’nun da yaptığı gibi şöyle çevirmeliyiz: “O, ol
deyince oluş süreci başlar…”
İkincisi ise, Şefkatli olan Allah varlıklardan yeni varlıklar ortaya
çıkarmaktadır. Bu konuda Rahman bazı kanunlar koymuştur. Bu kanunlar
çerçevesinde olaylar gerçekleşir. Bazıları bu yaratmayı Allah’ın koyduğu
kanunlarda ya da varlıklardaki gizli bir güçte aramaktadırlar. Oysa varlığın
tanrısal yeteneği yerine bu yaratılma kanunlarından faydalanmak için
araştırmalar yapılmalıdır. Fakat bazıları bu varlıklardaki Allah’ın ol emrine
uydukları kısmı görememektedirler.
Kur’an’a göre kainat bir bütünlükten ayrıştırıldı ve tüm canlılar sudan
yaratıldı.
Ve bütün yaratıkları “hayret verici bir su”dan halden hale geçirerek yaratan
Allah'tır; öyle ki, (canlılar) karnı üzerinde sürünürerek ve iki ayağı ile
yürüyerek ve de dört ayağı üzerinde yürüyerek (yaşarlar). Allah dilediğini
halden hale dönüştürerek yaratır; çünkü O, gerçekten de her şeye kadirdir.
(Nur 24/45)
O ki, halden hale geçirerek yarattığı her şeyi en güzel şekilde ortaya çıkarttı.
İnsanı halden hale dönüştürerek yaratmaya da çamurdan başladı. (Secde
32/7)
Kur’ân-ı Kerim'de insanın nasıl ve neden yaratıldığını açıklayan âyetlerin
sayısı bir hayli kabarıktır ve bu âyetler çeşitli sûrelere serpiştirilmiştir.
Kur’ân'da ilk insanın yaratılış maddesi olarak iki şeyden söz edilir: biri
toprak, diğeri "Allah'ın ruhu". Toprak ise, tek bir şekilde olmayıp, çeşitli
isimler altında geçer. Bunlar (1) Turab (toprak), (2) Tîyn (çamur), (3)
Tîn-i lâzib (şekil kabul eden çamur), (4) Salsal (kuru balçık), (5) Hame-i
mesnun (şekillenmiş kara balçık) olup, insanın belli aşamalardan geçirilerek
yaratıldığını belirten âyete de (Nuh, 71/14) dayanan Ragıp el-İsfahânî gibi
bazı âlimlere göre bunlar, "Allah'ın ruhundan üflenme" ile birlikte ilk insanın
altı yaratılış merhalesini ifade etmektedir (İsfahanî 1961).
Burada sormamız gereken şey şu: Bu ifadeler bilimsel birer bilgi midir?
yoksa yaratılışa dair genel olarak verilen teşbihi kavramlar mıdır? Kur’an
din dili kullanan bir hitabe olduğundan yukarıda verilen bilgileri bilimsel
bilgi olarak değerlendirmemek gerekiyor. İnsanın gözlemsel olarak toprak
elementlerinden yapılmış olması ve Özellikle insan’ın varoluş sürecinin
şaşılası bir sudan çamurlaşma olarak ifade edilmesi üzerinde araştırmalar
gerektiren bir konu. Kur’an’da insanın yaratılışıyla ilgili şu ayetleri de okuruz:
“Sizi[n her birinizi] peşpeşe aşamalardan geçirerek yaratanın O olduğunu
gördüğünüz halde?
Görmüyor musunuz Allah yedi göğü nasıl birbiriyle uyumlu yaratmıştır, ve
onların içine ay'ı [yansıyan] bir ışık olarak yerleştirmiş ve güneşi [ışık saçan]
bir lamba yapmıştır?
Ve Allah sizi yerden [tedricî bir şekilde] yeşertip büyütmüştür; ve sonra sizi
[öldükten sonra] ona geri döndürecektir.” (Nuh 71/14-17)
'Ya Rabbi, sen yeryüzünde kargaşa çıkarmakta olan, kan döken birini mi
atayacaksın?
Bu soru doğaldır, çünkü Adem’deki önceki “benzer”leri yeryüzünde kargaşa
çıkarıp kan dökmüşlerdir.Bu sebeple ellerindeki bilgiye dayanarak Adem’in de
böyle bir tür olacağını zannetmişlerdir. Oysa Allah onlara şu cevabı vermiştir:
“(Allah) "Sizin bilmediğiniz (çok şey var, onları) Ben bilirim!" diye cevapladı.”
(2/30)
Adem’in Meleklerin bilmediği özelliği ise onun isimlendirebilme yeteneğidir:
“Ey İnsanlar! Sizi bir tek can(lı)dan yaratan, ondan eşini var eden ve
her ikisinden pek çok kadın ve erkek meydana getiren Rabbinize karşı
sorumluluğunuzun bilincinde olun. Kendisi adına birbirinizden [haklarınızı]
talep ettiğiniz Allah'a karşı sorumluluk bilinci duyun ve bu akrabalık bağlarını
gözetin. Şüphesiz Allah, üzerinizde daimî bir gözetleyicidir.” (Nisa 4/1)
Muhammed Esed ayetle ilgili şu yorumu yapar: “Klasik müfessirlerin çoğu,
nefs terimine yüklenen pek çok anlam içerisinden -can, ruh, akıl, canlı varlık,
canlı, insan, şahıs, kimlik (şahsî kimlik anlamında), insanlık, hayat özü,
temel ilke ve diğerleri- “insan”ı tercih ederler ve bu terim ile burada Hz.
Âdem'in kasdedildiğini kabul ederler. Ama Muhammed Abduh bu yorumu
reddeder (Menâr IV, 323 ve diğerleri.) ve onun yerine, insan soyunun ortak
kökenini ve kardeşliğini vurguladığı için (ki yukarıdaki ayetin amacı da
budur) “insanlık” karşılığını tercih eder; ayrıca bunu Hz. Âdem ile Havva'nın
yaratılması konusundaki Kitâb-ı Mukaddes'in tasvirlerine yersiz şekilde
bağlamaz. Nefs'i bu bağlamda “canlı” olarak çevirmemin mantığı da aynıdır.
Zevcehâ (“eşi”) ifadesine gelince, zevc (“bir çift”, “çiftten biri” veya “bir eş”)
terimi, canlı varlıklarla ilgili olarak bir çiftin veya bir ikilinin hem erkek hem
de dişi tarafı için kullanıldığından, insanlarla ilgili olarak da hem kadının eşini
(kocasını), hem de kocanın eşini (karısını) ifade eder. Râzî'nin naklettiğine
göre, Ebû Müslim “Ondan (minhâ) eşini yarattı” ibaresini, “Onun kendi
cinsinden (min cinsihâ) eşini (karşı cinsini) yarattı” anlamında yorumlar ve
böylece Muhammed Abduh'un yukarıda işaret edilen görüşünü destekler.
Minhâ'nın lafzen, “ondan” şeklinde çevrilmesi, metin ile uyumlu olarak, her
iki cinsin “bir tek canlıdan” türetildiği biyolojik gerçeğini yansıtır.”
“Allah katında İsa'nın durumu Âdem'in durumu gibidir, ki Allah onu topraktan
halden hale geçirerek yarattı ve sonra “Ol!” dedi; işte (insanoğlu böylece)
olmaya başlar/olmaktadır.” (Al-i İmran 3/59)
Esed konuyla ilgili şunları söyler: “Lafzen, “İsa'nın misali, Âdem'in
misali gibidir...” Mesel ifadesi (ki, yukarıda “durum” olarak çevrilmiştir),
çoğunlukla, mecazî olarak bir şahsın veya şeyin içinde bulunduğu hali veya
şartları göstermek için kullanılır ve bu anlamda -müfessirlerin işaret ettikleri
gibi- sıfat (bir şeyin “mahiyet”i veya “tabiat”ı) kelimesi ile eş anlamlıdır.
Metnin siyâk ve sibâkından açıkça anlaşılabileceği gibi, yukarıdaki pasaj, Hz.
İsa'nın uluhiyetine dayanan Hristiyanî doktrine karşı itirazın bir parçasıdır.
Kur’an burada, diğer birkaç yerde olduğu gibi, Hz. İsa'nın Hz. Âdem -ki,
bu bağlamda bütün insan soyunu ifade etmektedir- gibi sadece “topraktan
yaratılmış”, yani, toprağın üzerinde ve altında asal şekillerinde bulunan
organik ve inorganik maddelerden yaratılmış bir ölümlü olduğu gerçeğini
vurgular. Karş. ayrıca Kur’an'ın bütün insanlardan “topraktan yaratılmış”
olarak söz ettiği 18:37, 22:5, 30:20, 35:11 ve 40:67. ayetler. “Âdem”in
burada insan soyunu temsil etmiş olması, bu cümlenin son kelimesinde geniş
zaman kipinin kullanılması ile vurgulanmıştır.”
BAZI SORULAR…
Bütün insanlar bir zamanlar bir tek topluluktu; [sonra ihtilafa düşmeye
başladılar], bunun üzerine Allah, müjdeci ve uyarıcı olarak peygamberler
gönderdi. (2/213)
Bu bölümden şöyle bir sonuca ulaşabiliriz ki Adem kıssası literal bir okuma ile
değil sembolik bir okuma ile okunmalıdır. Bir başka ifadeyle Adem ve eşinin
kıssası Kur’an’da tarihsel bir gerçekliği anlatmamakta aksine müteşabih/
alegorik bir anlatımla insanoğlunun bilinçlenme sürecini betimlemektedir.
Adem kıssasını bilimsel bir bilgilenme için değil insanın insan olmasını
anlamak için okuyan muhatap teatral bir anlatım içinde karakterize edilen
kahramanlar aracılılığıyla aslında kendi hikayesini dinlemektedir. Kan döken
ve yeryüzünü fesada sokan Beşer türü zamansal süreç içinde yine Allah’ın
koyduğu yasaların işlemesi sonucu şartlara uyum gösterdi ve bu uyumun
sonucu olarak bilinçlendi. Bilinçlendiğinde eşyaya isim verebilme onları
tanımlayabilme yeteneğini ve bunun sonucu olarak ta konuşma yeteneğine
ulaştı. Bilinçlenen beşer böylelikle bilinçsiz türdeşlerinin/seleflerinin yerini
aldı böylece yeryüzünü imarla görevli bir halife oldu. Yani ekolojik sistemin
bilinçli temsilcisi, doğanın sözcüsü…
İşte bu bilinçlenme/halife olma süreci beşeri “İnsan” yaptı. Bu sürecin sahibi
Allahtı ve Allah bu sebep-sonuç dizgesiyle yaratmasına devam etmekte. İlk
bilinçli/halife insan(lar) “Adem ve eşi” karakterleriyle sembolize edilmektedir.
Teşbihle bu sürecin teatral biçimde anlatılması sürecin evrenselliğine de
uygun. Çünkü herkes hayatında Adem kıssasını yaşar… Her beşer bilinçsiz
bir canlı olarak anne rahmine düşer. 9 aylık bir iç-evrim süreci sonucunda
doğar. Doğduğunda da bilinçli değildir. Bilinci ve bedeni zamansal bir süreç
içinde olgunlaşır. Beşer akıl-baliğ olduğunda yani cinsel ve tinsel bilince
ulaştığında (yasaklanan ağaç imgesi) yeryüzü cenneti olan çocukluğundan/
masum fıtratından, sorumluluk dünyasına “düşer”…
Ali Şeriati de benzeri bir tutm içindedir. Şeriati, “Adem kıssası”nın insanın
bireysel serüvenini sembolize eden bir kıssa olduğu görüşündedir. Her insan
çocukluk/bilinçsizlik döneminde sorumsuzluk ve mutluluk alanındadır. Ancak
cinsel ve akli gelişimini tamamladığında bu mutlu/sorumsuz dönem son
bularak sınavın yaşandığı dünyaya adım atar. İşte Adem ve eşinin şahsında
hikaye edilen şey de her İnsanın yaşadığı bu kadim tecrübenin sembolize
edilmiş halidir. İnsan bilinçsiz bir varlıkken sorumsuzca bahçelerde yaşardı.
Sonra akli bilince evrildi ve bu bilinçlenme süreciyle beşer türü, Adem
yani sorumlu, bilinçli ilk insan oldu. (Bkz. Ali Şeriati, “Hubut”, “İnsan”) Bu
yaklaşımın bir benzerini Ümit Aktaş, “Adem” (Çınar Yay. İst. 2005) isimli
romanında da göstermektedir. Ayrıca günümüzde evrimsel yaratılışı kitap
ve makalelerinde araştıran pek çok Müslüman ilim adamı bulunmaktadır.
Muhammed Esed, Bahaeddin Sağlam, Prof. Dr. Süleyman Ateş, Prof. Dr.
Cafer Sadık Yaran, Prof. Dr. Mehmed Bayraktar, Prof. Dr. İsmail Yakıt bu
isimlerden sadece bir kaçı…
Sonuç: