Professional Documents
Culture Documents
Zeynîler
DOÇ. DR. REŞAT ÖNGÖREN
isbn 9 7 5 - 5 7 4 - 3 7 4 - X
içdüzerı
insan
kapak düzeni
rıdvan kuyumcu
baskt-cilt
kurtiş matbaası
www.lturtismatbaa.com
insan yayınları
keresteciler sitesi, mehmet akif cad.
kestane sok. no: 1 merter/istanbul
tel: 0212. 6 4 2 7 4 84 faks: 0212. 5 5 4 6 2 , 0 7
www.insanyayinlari.com.tr
insan@insanyayinlari.com. tr
insan yayınlan
DOÇ. DR. REŞAT ÖNGÖREN İçindekiler
1 9 6 3 yılında Ünye'de doğdu. 1 9 8 8 yılında M a r m a r a
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'ni bitirdi. Aynı üniversitenin
KISALTMALAR 7
Sosyal Bilimler Enstitüsü Tasavvuf Tarihi Bilim Dalı'nda
ÖNSÖZ 9
1 9 9 0 ' d a Yüksek Lisans'ını, 1 9 9 6 ' d a da Doktora'sını
GİRİŞ: Z E Y N İ L İ Ğ İ N DOĞUŞU. 11
tamamladı. 1 9 9 2 yılında L o n d r a ' d a bir yıl süreyle başta
I. Z E Y N Î L İ Ğ İ N SİLSİLESİ 11
Biritish M u s e u m India Office Library and Records olmak
II. Z E Y N İ L İ Ğ İ N KURUCUSU Ş E Y H Z E Y N Ü D D İ N HÂFİ 14
üzere değişik kütüphanelerde sahasıyla ilgili araştırmalar
A. Zeynüddin Hâfî'nin Horasan'da Kurdurduğu Tekkeler 17
yaptı. 1 9 9 6 - 2 0 0 0 yılları arasında T D V İslâm Araştırmaları
B. Zeynüddin Hâfî'nin Yöneticiler ve Diğer Tarîkat Mensuplarıyla
Merkezi'nde (İSAM) Tasavvuf araştırmacısı olarak çalıştı.
İlişkileri 18
Ayrıca İSAM'ın çıkarmakta olduğu İslam Ansiklopedisi'nin
C. Zeynüddin Hâfî'nin Zeynîlik Prensiplerini Ortaya Koyduğu
(DİA) te'lif h e y e t i n d e y e r aldı. O c a k 2 0 0 1 ' d e İstanbul Eserleri 19
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'ne Yardımcı D o ç e n t olarak
atandı. Kasım 2 0 0 1 ' d e Doçent oldu. Halen aynı fakültede
BİRİNCİ BÖLÜM
öğretim üyesi ve Tasavvuf Anabilim Dalı Başkanı olarak
Z E Y N Ü D D İ N H Â F Î ' N İ N HALÎFELERİ V E Z E Y N İ L İ Ğ İ N YAYILIŞI
görevini s ü r d ü r e nÖngören'in Osmanlılar'da Tasavvuf:
Anadolu'da Sûfîler, Devlet ve Ulemâ isimli bir eseri İz
I. Z E Y N Î L İ Ğ İ N HORASAN BÖLGESİNDE YAYILIŞI 33
Yayınları arasında çıkmıştır (İstanbul 2 0 0 0 ) .
A. Muhammed Tebâdegânî 33
) 1. Derviş Muhammed Bîhre 36
2. Derviş Seyyid Hasan 36
3. Mevlânâ Vecîhüddin 37
4 . Derviş Muhammed Gâzergâhî 38
5. Ali Şir Nevâî 38
B. Sadreddin Revvâsî 39
C. Derviş Ahmed Semerkandî 40
D. Mahmud Hisârî 45
İKİNCİ BÖLÜM
Z E Y N Î L İ Ğ İ N ÂDÂBI V E Ö Z E L L İ K L E R İ
BSOAS Bulletin of the School of Oriental and African Studies
I. Şeyhe Bîat ve Tarîkata Giriş 170 DBİA Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi
II. Şeyh-Mürid İlişkisi, Râbıtk ve İstimdât 172 DI Der islam
III. Zühd Anlayışı, Seyru Sülük ve Nefis Terbiyesi 175 DİA Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi
IV Zikir Şekli ve Evrâd 178 İA İslâm Ansiklopedisi, Milli Eğitim Bakanlığı yayını
V Mürîdin Yirmi Dört Saati ve Halvet Hâli 181
İAD İslâm Araştırmaları Dergisi/Turkish Journal oflslamic Studies
VI. Şerîat-Hakîkat Birlikteliği ve Ehl-i Sünnet Çizgisi .187
KAM Kubbealtı Akademi Mecmuası.
VII. Tevhid Anlayışı: Vahdet-i Vücûd ve Vahdet-i Şühûd 189
OA Osmanlı Araştırmaları/The Journal of Ottoman Studies
SONUÇ: Z E Y N İ L İ Ğ İ N TESİRİNİ YİTİRİŞİ 195 TD Târih Dergisi
TM Türkiyat Mecmuası
BİBLİYOGRAFYA 203 TTEM Türk Târih Encümeni Mecmûası
İNDEKS 215 VD Vakıflar Dergisi
ÖNSÖZ
49 Keşfü'z-zunûtı, I, 2 0 0 - 2 0 1 ; Bağdatlı îsmâil Paşa, Hediyyetü'l-ârifîn esmâü'l- Hâfî adı geçen Vasâyâ'nm sonunda da (vr. 43 a) tevhîdin mertebe-
müellifîn ve âsâru'l-musanniftn (nşr. Kilisli Muallim Rifat-İbnülemin Mah- leri, tevhid, ittihad ve vahdet arasındaki fark, tecellî-i Zât ve tecellî-i
mud Kemal), İstanbul 1 9 5 1 - 5 5 , 1 , 7 3 1 ; Bursalı Mehmed Tâhir, Osmanlı Mü- sıfatın mertebeleri v.b. konularla ilgili bir risâle yazmayı planladığını
ellifleri, İstanbul 1333, 1, 352. belirtmektedir. Muhtemelen bu planı, işâret edilen konuları da ihtivâ
s0 Süleymaniye Ktp., Amcazâde Hüseyin Paşa, nr. 2 9 0 , vr. lb-37b. Rebîulâhir
ettiği görülen Menhecü'r-reşâd isimli eserini kaleme almak sûretiyle
863 (Şubat 1459) tarihini taşıyan bu nüshadan başka eserin Süleymaniye Kü-
tüphânesi'nde bir çok nüshası bulunmaktadır (Mesela bk. Laleli, nr. 1593, vr. gerçekleştirmiştir.
lb-54a; Halet Efendi, nr. 7 9 7 , vr. 87b-122b). Mecdî, Sultan II. Murat devri
âlimlerinden Balat kadısı Abdüllâtif Efendi için "Ve dahî Evrâd-ı Zeyniyye'yi
bir güzel kitab eyledi" demektedir (Şekâik Tercümesi, s. 124). Bu ifâde ile kas-
tedilenin tercüme mi? şerh mi? yoksa istinsah mı? olduğu tam anlaşılamamış- 55 Hâşiyenin bir nüshasının İran Senato Kütüphânesi'nde 3 3 5 5 numarada kayıt-
tır. lı olduğu belirtilmektedir (Bu bilgiyi Ebu Mansur Abdülmü'min İsfehânî'nin
51 H. T. Norris, "The Mir'ât al-Tâlibîn by Zain al-Dîn al-Khawâfı of Khurâsân Farsça Avârif tercümesini bir mukaddime ile neşreden [Avârifü'l-maârif, Tah-
and Herat", Bulletin of the School of Oriental and African Studies (BSOAS), ran 1985] Kasım Ensârî vermiştir, bk. Mukaddime, s. 18). Mahmud Fâdıl
LIII/1 (1990), s. 57-63. H. T. Norris iki buçuk sayfa kadar olan bu eseri İngi- Yezdî Mutlak ise nüshanın Meclis-i Şûrây-ı İslâmî [Millî ?, Tahran] Kütüphâ-
lizce tercümesi ve kısa bir değerlendirme yazısıyla birlikte adı geçen makale nesi'nde 3 2 5 5 numarada kayıtlı olduğunu belirtmektedir (bk. Hâfî, Vaktfnâ-
içinde neşretmiştir. me, s. 188); ayrıca bk. Süleyman Uludağ, "Avârifü'l-maârif", Türkiye Diyanet
52 bk. Süleymaniye Ktp., Uşşâkî, nr. 23, vr. 78b-82b. Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DIA), IV, 110.
53 bk. Süleymaniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 1391, vr. 84a-87b. 56 Sehâvî, IX, 261.
54 Cari Brockelmann, Geschichte der Arabischen Litteratur, Leiden 1938, II, 57 bk. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 564.
266. ss bk. Köprülü Ktp., nr. 1231, vr. lb-3b.
BİRİNCİ BÖLÜM
/
dönemin tanınan âlimlerinden Hâce Şemsüddin Muhammed Kûsevî Çok küçük yaşında Hâfî'nin şeyhi Abdurrahman Şirsî'den zikir al-
(Ö.21 Cemâziyelevvel 863/26 Mart 1459), 3 Mevlânâ Şemsüddin Mu- dığı belirtilen ulemâdan Ebulfeth Şemsüddin İskenderî de (Müham-
hammed b. Esed (ö. 8 64/1460), 4 meşhur âlim Şemsüddin Serahsî'nin med b. Atıyye el-İskenderî, ö. 18 Zilhicce 906/ 5 Temmuz 1501) Zey-
oğlu Mevlânâ Ebulhayr Ahmed (Ö.887/1482),5 allâme Ahmed b. nüddin Hâfî'den hırka giyenlerdendir.10 Hızırnâme isimli manzum
Şa'bân b. Şihâbüddin (Ö.916/1510),6 Seyyid Ali Horasânî7 Hâfî'ye eserin sâhibi Hamîd-ili'nden Muhyiddin Çelebi (ö.l476'dan sonra)
mürid olanlardandır. Sehâvî'nin kaydına göre Zeynüddin Hâfî 824'te ise Hâfî'ye müntesip olduğunu eserinde belirtmektedir.11 Süleymâni-
(1421) Kahire'de bulunduğu sırada bir çok kimse ile birlikte İzzeddin ye Kütüphânesi'nde bulunan (Dâru'l-Mesnevî, nr. 158) Zeynüddin
Hanbelî'ye de zikir vermiş, ayrıca Cemâleddin Mürşidî el-Mekkî, Ce- Hâfî'ye ait Vasâya'l-Kudsiyye isimli eserin müellif nüshasıyla mukabe-
mal b. Celal Neyrizî ve Tâvusî (Ebulfütûh Nûreddin Ahmed b. Abdul- le edilmiş nüshasının kapağındaki bir kayıtta, Tebriz'de vaaz ve nasî-
lah, ö. 861/1457 civârı) gibi âlimler de onun sohbet meclislerine ka- hatla meşgul olan Şeyh Mahdûmî diye bir Zeyniyye şeyhinin bulun-
tılmışlardır. Tâvusî ondan diğer bâzı talebeleriyle birlikte Farsça şiir- duğu ifâde edilmiştir. Mürşidi belirtilmeyen bu zâtın da Hâfî'nin ya-
lerini okumuştur.8 Ayrıca Şeyh Hâfî yukarıda belirtilen tarihte Mısır'a nında yetişmiş olması kuvvetle muhtemeldir.
gittiğinde meşhur hadis hâfızı İbn Hacer Askalânî'nin (ö. 852/1449)
Nüzhetü'l-havâtır''âz meşhur kıraat âlimlerinden olduğu bildirilen
onu karşılama sadedinde övücü iki beyit söylediği, şeyhin de ona üç
ve 130 yıl yaşadığı nakledilen Şeyh Abdülmelik el-Gaznevî'nin de (ö.
beyitle karşılık verdiği kaydedilmiş, ancak İbn Hacer'in şeyhe intisap
Receb 956 / Temmuz-Ağustos 1549) Herat'ta Zeynüddin Hâfî'ye in-
edip etmediğinden söz edilmemiştir.9
tisap ettiği, uzun müddet hizmetinde bulundutan sonra icazetle adı
geçen şehirde faaliyet göstermekte iken şöhretini duyan Sikender Şah
nin adını da zikretmiştir. Burada Yahya'nın tam adının Nizâmeddin Yahyâ ol- tarafından Hindistan'a davet edildiği, Agra'ya yerleşerek pek çok
duğu görülmektedir. Diğerlerinin isimleri şöyledir: Nûreddin Muhammed,
Hintlinin kendisine mürid olduğu belirtilmiştir.12 Ancak Zeynüddin
Burhâneddin İbrâhim, Şihâbüddin İsmâil, Âişe, Fâtıma ve Mübâreke. Eşinin
adı ise Fâtıma Cânî Hân şeklinde kaydedilmiş ve merhum melik İhtiyâruddin Hâfî 1435'de vefat ettiğinde on iki yaşlarında olması gereken Abdül-
es-Selûmedî'nin kızı olduğu belirtilmiştir (Hâfî, Vaktfnâme, s. 197). Erkek ço- melik'in şeyhin yanında sülûkünü tamamlamış olması mümkün değil-
cuklarının adını Sehâvî de kaydetmiştir (bk. ed-Dav'u'l-lâmi', IX, 260) dir. Bununla birlikte çocukluğunda Hâfî'nin sohbetlerine katıldığı,
3 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 6 5 ; Nevâî, Nesâyim, s. 3 1 9 . daha sonra halîfelerinden birinin yanında yetiştiği düşünülebilir. Ni-
4 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 1 2 ; Nevâî, Nesâyim, s. 2 9 5 . Nevâî ismi "...Mu-
tekim aynı kaynakta onun kıraat ilmini Herat'ta Şeyh Mahmud Tebâ-
hammed b. Esed" şeklinde değil de "...Muhammed Esed" şeklinde kaydetmiş-
tir. degânî'den öğrendiği nakledilmektedir.13 İleride kaydedileceği gibi
5 Nevâî, Nesâyim, s. 3 9 9 . Ali Şir Nevâî ayrıca Mevlânâ Tâcüddin Ahmed Şice- Hâfî'nin ileri gelen iki âlim halifesinden birinin Şeyh Muhammed Te-
nî'nin önceleri Zeynüddin Hâfî'nin mürîdi iken daha sonra Nakşibendiy- bâdegânî olduğu biliniyor. Eğer burada Muhammed yerine yanlışlık-
ye'den Sa'deddin Kaşgarî'ye intisap ettiğini belirtmektedir (Nesâyim, s. 407).
6 Necmeddin Gazzî, el-Kevâkibü's-sâire bi a'yâni'l-mieti'l-âşire (nşr. Cebrâil
Süleyman Cebbûr), Beyrut 1 9 7 9 , 1 , 134-135. Dımaşk 1973, I (ikinci kısım), 8 4 0 ; Muhammed Râgıb et-Tabbâh, î'lâmü'tı-
7 Gazzî, el-Kevâkib, II, 145. Gazzî'nin kaydına göre Seyyid Ali Horasânî Kadi- nübelâ bi târihi Halebe'ş-gehbâ, Halep 1925, V, 301-302. İbn Hacer ve Şeyh
riyye, Sühreverdiyye ve Rifâiyye'den hırka giymiş olan Haleb şeyhu'ş-şuyûhu Hâfî'nin söylediği şiirler bu eserlerde kaydedilmiştir.
Zeynelâbidîn el-Cezerî'ye Zeyniyye adına bîat alma salahiyeti vermiştir (bk. 10 Gazzî, el-Kevâkib, I, 14-17.
aynı yer). 11 Ahmet Yaşar Ocak, "Hızırnâme", DÎA, XVII, 418.
8 Sehâvî, IX, 2 6 1 . 12 Abdülhay b. Fahreddin el-Hasenî, Nüzhetü'l-havâtır ve behcetü'l-mesâmi'i
9 Sehâvî, IX, 2 6 1 ; İbnü'l-Hanbelî Radıyyüddin Muhammed Halebî, Dürrü'l- ve'n-nevâzır, Haydarâbâd 1973, IV, 2 1 7 .
habeb fi târihi âyâni Haleb (thk. Mahmud el-Fâhûrî-Yahyâ Zekeriyya Ubbâde), 13 Nüzhetü'l-havâtır, IV, 217.
la Mahrnud yazılmış ise, o takdirde bu zâtın Hâfî'nin halifesi olduğu kimsesiniz. Eğer şeyhim hayatta iken başka bir şeyhe intisap etmemi
söylenebilir.14 doğru buluyorsanız, o zaman size intisap ederim."
Bâzı araştırmacılar Pır Ilyas Amâsî ile 15 Hoca Sâdeddin Kaşgarî'yi Hâfî bunun üzerine o gece istihâreye yatmasını, kendisinin de is-
Zeynüddin Hâfî'nin müridleri arasında saymışlarsa da, 16 bu doğru tihâreye yatacağını söylemiş ve ertesi gün görülen rûyâlar sebebiyle
değildir. Zira bu zâtlardan Pîr İlyas, Halvetiyye meşâyihinden Sadred- intisap gerçekleşmemiştir. Kaşgarî, Hâfî'nin kendisine istihâreden
sonra şöyle dediğini nakleder:
din Şirvânî'nin uzun müddet hizmetinde bulunduktan sonra Zeynüd-
din Hâfî'nin şöhretini duyup Horasan'a gitmeye karar vermiş, ancak "Tarik cümle birdir. Hep bir yere vâsıl olur. Yine evvelki tarîka
rûyâda Hz. Peygamber (a.s.) kendisinden Pîr Sadreddin'in hizmetinde meşgul ol. Eğer bir vâkıan veyâ bir müşkilin vâkî olursa bize bildir.
kalmasını isteyince bundan vaz geçmiştir.17 Kaşgarî'nin ise gördüğü Kadir olduğumuz kadar meded eyleyelim."19
bir takım rûyâları tâbir ettirmek üzere bağlı bulunduğu Nakşibendiy- Zeyniyye tarîkatı Hâfî'nin yanında yetişen önemli halîfelerden
ye şeyhi Nizâmeddin Hâmuş tarafından Zeynüddin Hâfî'ye gönderil- Muhammed Tebâdegânî, Sadreddin Revvâsî, Derviş Ahmed Semer-
diği kaynaklarda belirtilmekle birlikte ona mürid olduğundan söz kandî, Mahmud Hisârî vasıtasıyla Horasan bölgesi ve civârında, Ab-
edilmemektedir.18 Gerçi Hâfî onun kendisine mürid olmasını istemiş- dülmu'tf Mağribî, Ebulfütûh Nûreddin Ahmed, Mevlânâ Muhammed
tir, ancak Kaşgarî bu talebe özetle şu şekilde mukabelede bulunmuş- Horasânî, Abdülkerîm Halîfe, Seyyid Safiyyüddin Îcî, Ahmed b. Fa-
tur: kih Ali Dimyâtf, Kemâleddin İbnü'l-hümâm, Emînüddin Aksarâyî vâ-
"Ben şu anda Nizâmeddin Hâmuş'a bağlıyım. Sizler güvenilir sıtasıyla Hicaz bölgesi ile Sûriye ve Mısır civârında, Şeyh Muham-
med, Abdurrahim Rûmî/Merzifonî, Mevlâ Musannifek (Alâeddin Ali
b. Muhammed), Abdüllatif Kudsî/Makdisî ve halîfeleri vâsıtasıyla da
14 Nüzhetü'l-havâtır'âakl bu bilgiler ayrıca tarikatın Hindistan bölgesinde yayıl- Anadolu ve Rumeli'de yayılmıştır.
dığını göstermesi bakımından önemlidir. Horasan, Suriye, Mısır, Hicaz, Ana-
dolu ve Rumeli'de kimler vasıtasıyla yayıldığını büyük ölçüde tesbit ettiğimiz
bu tarikatın Hindistan bölgesinde hangi şahıslar vasıtasıyla yayıldığım ve sil-
silelerin ne şekilde devam ettiğini henüz tesbit edebilmiş değiliz. Bu hususta
elimize yeni bilgiler geçtiği takdirde eserin sonraki baskılarında ilave etmeyi
planlamaktayız.
15 Purgstall J. R Von Hammer, Devlet-i Osmâniyye Târihi (trc. Mehmed Ata),
İstanbul 1329, II, 153.
16 Hans Joachim Kissling, "Einiges über den Zejnîje Orden im Osmanischen Re-
iche", Der islam (DI), X X X I X (1964), s. 151-152; D. S. Margoliouth-A. S.
Furat, "Zeynüddin", İA, XIII, 556.
17 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 573; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 74; Tâcü't-tevâ-
rîh, II, 4 3 6 - 4 3 7 ; Hulvî, Lemezât, s. 393. Lemezât'ın bir başka yerinde (s.
383) Pîr İlyas'ın Zeynüddin Hâfî'nin Horasan'daki dergâhına kadar gittiği
ifâde edilmekte ve intisâbından açıkça söz edilmemekle birlikte burada şeyh-
le görüştüğü anlaşılmaktadır. Muhtemelen bir kısım araştırmacılar bu kayıt
sebebiyle onun Hâfî'ye mürid olduğunu ileri sürmüşlerdir. Oysa Lemezât'ın
yukarıda kaydedilen yerinde diğer kaynakların verdiği bilgiye uygun olarak
Hâfî'ye intisap etmekten vazgeçtiği açıkça belirtilmiştir.
18 Lâmii, Nefehât, s. 4 4 2 ; Reşehât Tercümesi, s. 181-182.
19 Lâmii, Nefehât, s. 4 4 2 - 4 4 3 ; Reşehât Tercümesi, s. 182-183.
ZEYNÎLİĞİN HORASAN BÖLGESİNDE YAYILIŞI
2. Derviş Seyyid Hasan (Ö.894/1489) Gönlümün dinlencesi olan sevgilimle, ağzına• kadar dolu
Muhammed Tebâdegânî'ye mürid olduğu kaydedilen Seyyid Ha- olan sabah kadehini içmek ne hoştur!
san Erdeşir ile alâkalı bilgilerimiz daha çok, onu sevip saydığını belir- İkimiz gonca gibi dar bir gömlek içinde kıvrılmak ve demlen-
ten Ali Şir Nevâî'nin eserlerine; özellikle de hakkında kaleme aldığı mek ne hoştur!
Hâlât-ı Hasan Big adlı risâleye dayanmaktadır.30 Nevâî'nin kaydetti-
ğine göre, gençliğinde zâhir ilimlerini tahsil eden Seyyid Hasan tasav- Tasavvufa intisap ettikten sonra Çağatay Türkçe'siyle söylediği şi-
vuf yoluna girmeden önce işret meclislerine devam eder, ancak yap- irlerinden bir beyt ise şöyledir:
tıklarından pişmanlık duyduğu için ardından namaz kılıp tövbe eder-
miş. Sultan nezdınde büyük bir itibar kazanarak devlet hizmetine gir-
İlâhî nûr-i irfandın köngülge bir safâ birgil,
miş, fakat gönlüne dervişlik arzusu düşünce bu görevi bırakmak iste-
Ki isyan zulmeti içre harâb-ahvâl ü hayrândur.35
miştir. Ne var ki sultana bunu kabul ettirememiş, derviş kıyafetleriy-
le iki yıl daha maaş kabul etmeden memuriyete devam ettikten sonra
3. Mevlânâ Vecîhüddin (Ö.894/1489)
sultan izin vermek zorunda kalmıştır.31 Nevâî onun görüşüp sohbet-
lerini dinlediği şeyhlerden Mevlânâ Bâyezid Pûrânî, Şeyh Bahâeddin İlmiyeden olan Mevlânâ Vecîhüddin tahsilini tamamlayıp bir
Ömer, Hâce Ebu Nasr Pârsâ, Hâce Muhammed Kûsevî, Şeyh Şâh-ı medreseye müderris olarak tayin edilmişken gönlüne tasavvuf aşkı
Ziyâretgâhî ve Mevlânâ Muhammed Emin Kuhistânî gibi zâtların düşmüş ve vazîfesini bırakarak ilk önce Mevlânâ Sirâcüddin diye bir
isimlerini vermektedir.32 Seyyid Hasan sonunda Muhammed Tebâde- zâta mürid olmuştur. Bir yıl kadar bu zâtla birlikte kaldıktan sonra
hacca gitmiş, dönüşünde Meşhed'de Muhammed Tebâdegânî'ye inti-
sap ederek seyru sülûkünü tamamlamıştır. 78 yıl ömür sürdükten son-
29 Nevâî, Nesâyim, s. 401. ra 894'te (1489) vefat ettiği belirtilmektedir.36
30 Çağatay Türkçesiyle kaleme alınan bu risâlenin Kemal Eraslan tarafından tah-
kikli neşri yapılmıştır ("Nevâyî'nin 'Hâlât-ı Seyyid Hasan Big' Risâlesi", Tür-
kiyat Mecmuası [TM], 1971, XVI, 89-110). 33 Nevâî, Seyyid Hasan, s. 101-102; ayrıca bk. Nevâî, Nesâyim, s. 4 0 3 .
31 Ali Şir Nevâî, Hâlât-ı Seyyid Hasan Big (nşr. Kemal Eraslan, TM, 1971, sy. 34 Nevâî, Seyyid Hasan, s. 104; ayrıca bk. Nevâî, Nesâyim, s. 404.
XVI), s. 92-93, 99-100.
35 Nevâî, Mecâlis, s. 65-66.
32 Nevâî, Seyyid Hasan, s. 98; ayrıca bk. Nevâî, Nesâyim, s. 4 0 3 - 4 0 4 . 36 Nevâî, Nesâyim, s. 4 0 0 - 4 0 1 .
4. Derviş Muhammed Gâzergâhî (ö.?) Câmî'ye mürid olduğunu ifâde etmektedirler.44 Hâmid Algar ise
onun, Câmî'nin de şeyhi bulunan Sa'deddin Kaşgarî'ye bağlı olduğu-
Ordu mensubu olduğu bildirilen Derviş Muhammed Gâzergâ-
nu belirtir.45 Nitekim Câmî Nefehâtü'l-üns'ün hazırlanmasında Ne-
hî'nin asıl adı Maksud Ali'dir. Nisbesinden Herat-Gâzergâh'tan oldu-
vâî'nin teşviklerinin etkili olduğunu mukaddimede belirtirken, onun
ğu anlaşılmaktadır. Gönlüne tasavvuf aşkı düşünce askeriyeden ayrıl-
fakr ve fenâ yolunu şeçtiğinden sözettiği halde kendisine mürid oldu-
mış ve Muhammed Tebâdegânî'ye intisap etmiştir. Kısa sürede şeyhin
ğundan îmâ yoluyla bile bahsetmemiştir.46 Zeki Velidi Togan47 ve
ileri gelen müridleri arasına girdiği belirtilen Gâzergâhî'nin vefat tâ- Günay Kut gibi araştırıcılar da şeyhinin ismini zikretmeden Nakşiben-
rihi kaydedilmemiştir.37 diyye tarikatına mensup olduğunu ifâde etmektedirler.48 Bütün bu
kayıtlar Nevâî'nin Nakşibendiyye'ye mensu.p olduğunda şüphe bırak-
5. Ali Şir Nevâî (Ö.906/1501) mamaktadır. Bu durumda onun, ehl-i sünnet çizgisini koruma nokta-
sında aralarında nisbî farklılıklar olmakla birlikte birbirine çok yakın
Klasik Çağatay edebiyâtmın en büyük temsilcisi olarak kabul edi-
görüşlere sahip bulunan Zeyniyye ve Nakşibendiyye tarikatlarından
len devlet adamı Ali Şir Nevâî, Muhammed Tebâdegânî'ye mürid ol-
her birerine ayrı ayrı intisap ettiği anlaşılmaktadır.
duğunu 901'de (1495-96) tamamladığı Nesâyimü'l-mahabbe min §e-
mâyimi'l-fütüvve isimli eserinin girişinde kaydetmektedir.38 Adı ge- Yukarıda kaydedilenlerden başka Muhammed Tebâdegânî'nin
çen eser Molla Abdurranman Camî'nin Farsça kaleme aldığı sûfîler Mevlânâ Muhammed Horasânî isimli bir başka halîfesi daha vardır.
biyografisi Nefehâtü'l-üns'ün Çağatay Türkçesine yapılan genişletil- Ancak bu zâtın tarîkat faaliyetleri daha çok Hicaz bölgesi ve civârın-
miş bir tercümesi olup, Nevâî'nin bu tercümeye ilâve ettiği mutasav- da olduğu için kendisine ilgili bölümde temas edilecektir.
vıflar arasında Şeyh Muhammed Tebâdegânî ve halîfeleri de bulun-
maktadır. Gerek bu eserinde39 gerekse diğer bâzı eserlerinde Nevâî
Tebâdegânî'den hep sitâyişle bahseder. Şâirler tezkiresi Mecâlisü'n-ne-
fâyis'te onu "mürşid-i zaman", "zamânmın muktedâsı" gibi vasıflarla B. Sadreddin Revvâsî (ö.?)
anmış,40 Seyyid Hasan'la alâkalı yukarıda adı geçen Hâlât-t Seyyid Horasan'ın Şugan vilâyetinden olan Sadreddin Revvâsî, Zeynüd-
Hasan Big adlı risâlesinde de onun için "Cenâb-ı hakîkat-meâb, lcutb- din Hâfî'den sonra tarikatın Horasan bölgesi ve civârında yayılmasın-
ı dâyire-yi tarîkat ve mürşid-i ehl-i şerîat u hakîkat, kâşif-i ulûm-ı rab- da önemli etkisi olmuştur. Şeyhi Zeynüddin Hâfî gibi onun da hem
bânî" gibi yüceltici ifâdeler kullanmıştır.41 Bununla birlikte Nefehâ- bâtın hem de zâhir ilminde devrin önde gelenlerinden biri olduğu be-
tü'l-üns'ün Lâmiî Çelebi tarafından Osmanlı Türkçesine yapılan ge- lirtilmektedir. Zâhir ilimlerini Semerkand Daru'l-ilmi'nin en büyük
nişletilmiş tercümesinde Nevâî'nin kendisinin Molla Câmî'ye mürid âlimi, fıkıhta ikinci Ebû Hanife olarak tanınan Fazlullah Ebu'l-Ley-
olduğunu ifâde eden bir beytinin olduğu görülmektedir.42 Çağdaş sî'den okumuştur. Hakkında bilgi veren Ali Şir Nevâî, kendisinin de
araştırıcılardan Agâh Sırrı Levend ile 43 Ömer Okumuş da Nevâî'nin Revvâsî'nin sohbetlerine iştirak ettiğini iftiharla belirtir. Yine Hâfî gi-
bi onun da rûyâ tâbirinde mâhir olduğu nakledimektedir. İrşad faali-
37 Nevâî, Nesâyim, s. 4 0 2 - 4 0 3 .
38 Nevâî, Nesâyim, s. 9.
39 bk. Nevâî, Nesâyim, s. 59, 397.
44 Ömer Okumuş, "Câmî, Abdurrahman", DÎA, VII, 95.
40 Nevâî, Mecâlis,'s. 28, 65.
45 Hamid Algar, "Alâeddin Attâr", DİA, II, 320.
41 Nevâî, Seyyid Hasan, s. 101.
46 bk. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 4.
42 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 4 5 8 .
47 A. Zeki Velidi Togan, "Ali Şîr", İA, I, 355.
43 Agâh Sırrı Levend, Ali Şir Nevâî, Ankara 1965,1, 2 3 8 - 2 3 9 .
48 Günay Kut, "Ali Şir Nevâî", DİA, II, 4 5 0 .
yetini çoğunlukla Herat'daki dergâhında sürdürdüğü anlaşılan Revvâ- müddet Nakşibendiyye büyüklerinden Alâeddin Attâr'ın
sî'nin, pek çok mürîdi halvet ve uzletle terbiye ettiği kaydedilir. Tesir- (Ö.802/1400) hizmetinde bulunmuştur. Hâfî'nin iş gören mürid ve
55
li konuşmalar yaptığı vaaz meclislerine, halkla birlikte başta sultan ol- halîfelerinden biri olduğunu kaydeden Câmî, onun Fusus dersleri ver-
mak üzere devlet ileri gelenlerinin sık sık katıldığı, yazılı ve sözlü ri- diğini ve ayrıca çok güzel konuşma kabiliyetine de sahip olduğunu be-
câlarınm idâreciler tarafından mutlaka yerine getirildiği vurgulan- lirtir.56 Bu özelliğinden dolayı Şeyh Hâfî onu Herat Câmii'ne vâiz ta-
maktadır.49 Müridleri arasında Bedahşan şâhının da bulunduğu ve yin etmiş ve vaazlarinı dinlemeleri için halka tavsiyelerde bulunmuş-
şeyhin ona Fusûsü'l-bikem dersleri verdiği Nevâî'nin kaydettiği bilgi- tur. Bizzat kendisi de bir müddet bu vaazlara katılan Hâfî, kaydedil-
ler arasındadır.50 Dervişlere tasavvufî risâleler okuttuğunu,51 zaman diğine göre, halktan bu halîfesine bîat etmelerini de istemiştir.57
zaman şiir yazmakla da meşgul olduğunu yine Nevâî'den öğrenmek-
Reşehât müellifi Ali b. Hüseyin Vâiz Kâşifî, Semerkandî'nin Receb
teyiz. Yazdığı Farsça bir beytin Türkçe anlamı şöyledir:
821'de (Ağustos 1418) Herat'ta Zeynüddin Hâfı'den icâzet almış ol-
makla birlikte, önceki şeyhi Alâeddin Attar'dan ayrıldıktan sonra ona
Benim gözümün nurunun, senin yanağından olması ne güzel! yazdığı Farsça mektupların muhtevâsına dayanarak, Attar'la gönül
Kötü söz, senin yüzünden dâima uzak olsun!.51 bağının devam ettiğini, hatta onun hizmetinden uzaklaştığı için piş-
manlık duyduğunu ve çok huzursuz olduğunu belirtmekte,58 böylece
Sadreddin Revvâsî döneminde de Zeyniyye tarîkatı Horasan'da görünüşte Zeyniyye mensubu olsa bile onun gerçekte Nakşibendî ol-
hem halk hem de ilmiye mensupları ve idâreci sınıf arasında yayılma- duğunu ifâdeye çalışmaktadır. Bu bilgilere dayanan Hasan Lutfi Şu-
sını sürdürmüştür. Seksen yaşlarında iken Herat'ta vefat eden şeyhin şud da eserinde Semerkandî'yi hâcegân (Nakşibendî) silsilesinin dik-
cenâzesi memleketi Şugan'a götürülerek orada defnedilmiştir.53 Ken- kate şâyan bir şahsiyeti olarak kaydetmektedir.59 Reşehât müellifi Re-
disinden sonra yerine kimin geçtiği tesbit edilememiştir. ceb 821'de Semerkandî'ye verildiğini söylediği icâzetnâmenin son
birkaç satırını eserinde kaydetmiştir. Zeynüddin Hâfı burada kendi
adını, yazıyı kaleme aldığı târihi ve bu yazıyı Ahmed Semerkandî'ye
yazdığını açıkça belirtmektedir.60 Ancak, bir nüshası Süleymâniye Kü-
C. Derviş Ahmed Semerkandî (ö.?) tüphânesi'nde (Şehid Ali Paşa, nr. 1391) bulunan dört varaklık (vr.
Zeynüddin Hâfî'nin ileri gelen halîfelerinden Derviş Ahmed'in 84a-87b) bu yazının muhtevâsına bakıldığında, bunun bir icâzetnâme
tam adı Cemâleddin Ahmed b. Celâleddin Muhammed Semerkan- değil, tarikata yeni giren bir kimseye yazılan nasîhatlardan ibâret ol-
dî'dir. Mâverâünnehir, Horasan, Irak, Kudüs ve Hicaz bölgelerine se- duğu anlaşılmaktadır. Yukarıda Zeynüddin Hâfî'nin eserleri arasında
yahetler ettiği bilinmekle birlikte54 daha çok Horasan bölgesinde fa- da kaydedilen küçük bir risâle mahiyetindeki bu yazıda ana hatlarıy-
aliyet gösterdiği anlaşılmaktadır. Hâfî'ye intisap etmeden önce uzun la Semerkandî'ye yazılanlar şunlardır:
539 Taşköprîzâde,. eş-Şekâik, s. 239. Eğirdir'deki Pîrî Halîfe'den icâzetli olarak 601 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 6 0 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 176; Mecdî,
İstanbul Fâtih'te faaliyet gösteren Şeyh Muhyiddin Kocevî hakkında daha 196; Tâcü't-tevârîh, II, 4 9 9 .
önce bilgi verilmişti. Şeyh Vefâ'nın bu zâta karşı ayrı bir ilgisinin olduğu an- 602 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 2 8 1 ; Tâcü't-tevârîh, II, 548.
laşılmaktadır. Nitekim irşad faaliyetinde bulunmak için İstanbul'a ilk geldi- 603 Ahmed Paşa, Dîvân'ında Şeyh Vefâ ile ilgili bir şiirinde ona mürid olduğu-
ğinde de onu ziyâret için dervişlerini gönderdiği nakledilmektedir (Taşköp- nu dile getirmiştir. İleride bu şiiri kaydedilecektir.
rîzâde, a.g.e., s. 240). 604 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 2 8 6 ; Tâcü't-tevârîh, II, 5 5 0 ; Müstakimzâde Sü-
600 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 8 0 - 5 8 1 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 2 6 8 - 2 6 9 ; leyman Sa'deddin, Devhatü'l-meşâyih: Osmanlı Şeyhülislâmlarının Biyogra-
Yusuf Sinan b. Yakub, Menâktb-t Şerîf ve Tarîkatnâme-i Pîrân ve Meşâyih-i fileri (nşr. Ziya Kazıcı), İstanbul 1978, s. 15.
Tarîkat-ı Aliyye-i Halvetiyye, 1290, s. 19-20; Tâcü't-tevârîh, II, 5 4 2 - 5 4 4 ; 605 Bu şâir Manzûme-i Vasâyâ-yı Şeyh Vefâ (Süleymâniye Ktp., Ayasofya, nr.
Hulvî, Lemezât, s. 4 3 0 - 4 3 2 ; Harîrîzâde, Tibyân, I, 247a-b. Kaydedilen bu 2 1 5 4 ) isimli eserinde Zeyniyye Tarîkatı'nın silsilesini manzum olarak Şeyh
kaynaklarda belirtildiğine göre, Mehmed Paşa Fâtih Sultan Mehmed'in ve- Vefâ'ya kadar zikrettikten sonra şöyle demektedir:
fâtından birkaç gün sonra yeniçeriler tarafından şehîd edildiğinde, pâdişâ- Eriştim ben âhir Vefâ'ya
hın vefâtı sırasında telaştan başındaki vefk ın bir bölümü terle ıslanıp silindi- Bi-hamdillâhi sallû Mustafâ'ya (vr. 18a).
ği için onu tekrar yazsın diye bir dervişiyle Şeyh Vefâ'ya göndermiş imiş (bk. 606 Kınalızâde Hasan Çelebi, Tezkiretü'ş-şuarâ (nşr. İbrahim Kutluk), Ankara
zikredilen yerler). Bu olay Alman Türkolog H. J. Kissling tarafından bâzı 1 9 7 8 , 1 , 382.
makalelerinde Fâtih Sultan Mehmed ve sadrazamının öldürülmesi için der- 607 Sehî, Heşt Bihişt: SehîBeg Tezkiresi (nşr. Günay Kut), Harvard Üniversitesi,
vişlerin kurduğu bir komplo şeklinde takdim edilmişse de (bk. "Zejnîje Or- Amerika 1978, s. 206.
den...", s. 177; "Halvetî Tarîkatı II" [trc. M. Serhan Tayşî], Bilim ve Sanat 608 Sehî, Tezkire, s. 108; Latîfî, Tezkire, s. 210; Âşık Çelebi, Meşâiru'ş-şuarâ or
Vakfı Bülteni, XXXIII (1994), s. 30-32), tarafımızdan hazırlanan bir m a k j e Tezkere of Aşık Çelebi (nşr. G. M. Meredith-Owens), London 1971, vr.
ile adı geçenin meseleyi saptırdığı, ileri sürdüğü iddianın hiçbir muknî ve 251b; Kınalızâde, Tezkire, I, 5 2 5 .
kesin delîle dayanmadığı ortaya konmuştur (bk. Reşat Öngören, "Fâtih Sul- 609 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 5 2 6 - 5 2 7 ; Müstakimzâde, Tuhfe-i Hattâtîn, s.
tan Mehmed'in Ölümü Üzerine Bâzı İddiâlar", Kubbealtı Akademi Mecmû- 366. Hattat Kasım, Hattat Hamdullah'ın talebesidir. Sultan II. Bâyezid za-
ast, II [1997], s. 28-33). manında saraya muallim olarak tayin edilmiştir.
{Şeyh Vefâ'nın müridlerinden adı geçen Sinan Paşa (Sinanüddin §eyh-i âlem âfitâb-ı evliyâ
Yusuf b. Hızır, Ö.891/1486) İstanbul'un ilk kadısı Hızır Bey'in oğlu Mürşid-i Hak muktedâ-yt asfiyâ
olup Sahn müderrisliği yapmış önemli âlimlerdendir. Fâtih Sultan Şeyh-i heft iklim ü kutbü'l-âlemin
Mehmed onu kendisine husûsî hoca yaptıktan sonra vezirliğe ve Vâstl-ı hazret cemâlü'l-ârifîn
sadrâzamlığa kadar yükselttiği için "Hoca Paşa" diye meşhur olmuş- (...)
tur. 611 Latîfî'nin ifâdesinden,612 Şeyh Vefâ'ya intisabının vezirlikten Sâlikâtı-t dîne üstad olmış ol
azledildiği 881 (1476-77) târihinden 613 sonra gerçekleştiği anlaşıl- Ktdve-i ebdâl ü evtâd olmış ol
maktadır. Tasavvufî mâhiyette kaleme aldığı Tazarrûnâme1de614 şey- Âb-ı hayvân katre-i bahr-t dili
hi Vefâ'ya da yer vermiş ve onu çok üstün vasıflarla övmüştür.615 Hızr-veş ilm-i ledünnî hâsılı
"Şol zât-ı mutahher, ki zamanımıza kutb olmuş", "Şol Bâyezid-vakit, (...)
ki âriflere server olmuş", "Şol Cüneyd-zeman, ki zühd ehline mih- Ol Muhammed-sîret ü Îsî-kadem
ter olmuş", "Şol âlim-i âmil, ki şeriat tahtına sultan olmuş", "Şol Milk-i dîn içre emîr-i muhteşem
şeyh-i mürşid ki, tarîkat ehline hân olmuş" şeklindeki tavsifleri bun- (...)
lardan bazılarıdır>Ayrıca şeyhe karşı hayranlığını, aşağıya bir kısmı- Cihan halkı kamu lütfün esîri
Kapunda bende olmuştur emîri
nı alacağımız beyitlerle dile getirmiş, ona gönülden tazarrû ve niyaz-
İrer lütfün nesîmi mürde câna
da bulunmuştur:
Bakar rahmet gözü âsî olana
Ne var bir gez nazar ben kula salsan
610 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 5 4 7 - 5 4 8 ; Baldırzâde, Vefeyâtnâme, vr. 109a (Ve- N'ola lutf eyleyup gönlümi alsan
feyâtnâme' nin Âşir Efendi [nr. 265] nüshasında bu zât "Seyyid Abdüllatîf" Beni kurtarıvirsen bu belâdan
şeklinde kayıtlıdır [vr.97a]). İbnü's-seyyid Murtaza diye tanınan Hattat Ab- Halâs itsen beni bend-i hevâdan
dülmuttalib'in Türkçe ve Farsça olmak üzere iki dilde şiirler de yazdığı be-
Bıraksam dünye fikrini ben elden
lirtilmektedir. Şeyh Vefâ vefat ettikten sonra Kübreviyye tarikatından Şeyh
Yahya Tuzlavî'ye intisap etmiş ve ondan irşad için icâzet almıştır (Adı geçen Elüm alsan çıkarsan eğri yoldan
eserlerin kaydedilen yerleri; ayrıca bk. Öngören, Osmanltlar'da Tasavvuf, s. Elâ î şeyh-i kâmil mürşid-i Hak
221). Elâ î kutb-i âlem şeyh-i mutlak
611 Mecdî, 196; Tâcü't-tevârîh, II, 4 9 8 - 4 9 9 ; ayrıca bk. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, (...)
s. 174.
Sana ışkın viren Hak ışkı-y-içün
612 Latîfî, Tezkire, s. 193.
613 bk. Tâcîzâde Sa'dî Çelebi, Münşeât (nşr. Necati Lugal-Adnan Erzi), İstanbul
Senün üstünde Allah hakkı-y-içün
1956, s. 60. (...)
614 Sinan Paşa'nın gönül dünyasını ve tasavvuf anlayışını göstermesi bakımın- Beni al vehm-i Şeytânî elinden
dan oldukça önemli olan bir kısmı mensur bir kısmı manzum bu Türkçe Beni kurtar bu vesvese yolundan
eser, A. Mertol Tulum tarafından Sinan Paşa'nın hayâtı ve eserleriyle ilgili
(...)
bir giriş yazısıyla birlikte neşredilmiştir (İstanbul 1971). Abdülbâkî Gölpı-
narlı bu eserin Konya Mevlânâ Müzesi'nde bulunan ve ilk bölümü noksan İçümden sen çıkargıl kâyinâtı
olan bir nüshasını yanlışlıkla Emîrî diye bir şâire nisbet etmiştir (bk. Konya Yugıl benden gidergil bu sıfâtı
Mevlânâ Müzesi Yazmaları, Ankara 1972, III, 462-464). Basiret gözini sen açıvirgil
615 bk. Sinan Paşa, Tazarrûnâme, s. 2 8 9 - 2 9 5 . Bu zâhir göze toprak saçıvirgil
(...) İnâyet yetişe senden bu kula
Elünde çün senün iksîrün ola Ki âhır hâli îmân-ile ola
Tjer itmekte neçün taksîrün ola Şu demde ki nefesten kala bir dem
(...) İriştür himmeti î şeyh-i mükerrem
Elündedür ki bir tedbîr idesin Cihân içre seni Hak dâyim itsün
Bu ben hâki temam iksîr idesin Vücûdunla cihânı kâyim itsün
Eğer dirsen dilün söyler bu sözi (...)
İçinde hiç görünmez ışjk sûzt Hemîşe feyzun ola halka sâyil
Talebdeysen alâmet böyle olmaz Kapunda olmaya mahrûm sâyil.
Mürîd-isen irâdet böyle olmaz
Çalışursın turup dünya işîle
Bu beyitlerinde Şeyh Vefâ'ya karşı samîmî inanç ve güvenini dile
İçün top tolu dünya teşyişîle
getiren Sinan Paşa, şeyhini başkalarına karşı da değişik mahfillerde sa-
Bununla dost fikri kaçan olur
vunmuş, onun üstünlüğünü hep dile getirmiştir. Kaydedildiğine göre
Bu vech-ile Hak'a vuslat mı olur
bir ara İstanbul ulemâsı, Hanefi mezhebinden olan Vefâ'nın namaz-
Taleb ehli taleb fikrinde gerek
larda Şâfiîler gibi Besmele'yi açıktan okuması ve celse-i istirâhate
Hak isteyen anun zikrinde gerek
oturmasını mezhepleri birbirine karıştırmak (halt-ı mezâhib) şeklinde
Cevâbum bu ki haktur ne ki dirsin
değerlendirmiş ve şeyhi uyarmak maksadıyla Şeyhülislâm Molla Gü-
Benüm. de hayretüm budur ki dirsin
Benüm de umduğum budur ki senden rânî başkanlığında bir câmîde toplanmışlardı. Davetliler arasında bu-
Gidersin bu hâli ben kulundan lunan Sinan Paşa toplantının sebebini Molla Gûrânî'den öğrendiğin-
Beni girçek Hak'a tâlib idesin de ulemâya dönüp, "Şeyh Vefâ size 'Bu hususta ben böyle ictihad et-
Dîl ü cândan sana rağtb idesin tim' derse ne diyeceksiniz?" diye sormuş, Gûrânî'nin "O müctehid
(...) mi?" şeklindeki itirazına da şu şekilde cevap vermiştir: "Evet o,
Kur'an'ın tefsirine yedi türlü bâtınî mânasıyla birlikte vâkıf olup kü-
Bilürsün kalb işi Hakk'un elinde
tüb-i sittedeki hadisleri de ezbere bilmektedir. Ayrıca ictihad şartları-
Nice dilerse anun dileğinde
nı da çok iyi biliyor." Gûrânî'nin "Sen bu şekilde şehâdet eder mi-
Hak'un da dileği hâs kullarında
sin?" şeklindeki mukabelesine de "Evet" deyince, Gûrânî ulemâya
Nice dilerler-ise ellerinde
"Haydi gidelim. Sinan Paşa gibi bir şâhidi olan zâta bu hususta karşı
Dilegüm bu durur ki dileyesin
çıkmak doğru olmaz" demiştir.616 Lâmiî Çelebi ise Sinan Paşa'nın
Benüm gönlümi Hakk'a döndüresin
şeyhe yapılan itirazlara karşı Maârif nâme'sinde özetle şöyle yazdığını
Beni lütfunla dâyim yâd idesin
belirtmektedir: "Ona riyâzet kuvvetiyle ilm-i zâhirde bir hâlet gele ki,
Duân-ile beni dil-şâd idesin
bu iki meselede hak böyle idigine îtikad kıla. Pes bu meselelerde ol
Beni unutmayasın sen dilünden
müctehid olmuş olur.. Alimler bu kadar ihtilafla İmâm-ı Azam mez-
İnâyet eksük itme ben kulundan
hebinden çıkmazlar. Görmezmisin ki Hanefiyye imamları bile nice
(...)
Ümîdüm ol durur ki ölüm deminde
Cenâbunda meded bula bu bende 616 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 177, 2 3 9 ; Tâcü't-tevârîh, II, 4 9 9 - 5 0 0 .
meselede ona muhalefet ederler... Zâhir ve bâtını kâmil bir azîzin bu sözü söylediği mecliste bulunanlardan Taşköprîzâde'nin amcasının
kadar muhâlefetinde[n dolayı] neden kavga çıkar? Her kim ona ta'n anlattığına göre, Molla Lütfi Buhârî dersi sırasında, Hz. Ali'nin aya-
ederse sırf tassup ve cehâletindendir. Her kim ona sû-i zan ederse ğına bir harpte saplanan okun, ancak namaza durduktan sonra çılca-
kendi dalâletindendir."617 rılabildiğini göz yaşları içinde anlatmış, sonra da "İşte gerçek namaz
Şeyh Vefâ'nın ulemâdan diğer müridi Tokatlı Molla Lütfi ise Si- budur. Bizim namazımız ise ayakta durmak ve eğilip bükülmekten
nan Paşa'nın talebelerinden, Şeyhülislâm Kemalpaşazâde'nin de hoca- ibârettir. Bunun hiçbir faydası yoktur" demiştir. Şâhidler ise bu cüm-
larındandır.618 Sinan Paşa vezirliği sırasında onu Fâtih Sultan Meh- leyi kasıtlı olarak yukarıdaki gibi nakletmişlerdir.620 eş-Şekaik müelli-
med'e tavsiye ederek saray kütüphanesine hâfız-ı kütüp olarak tayin fi ve ondan naklen Hoca Sâdeddin Efendi, Molla Lütfi'yi idama gö-
ettirdi. Daha sonra Sultan II. Bâyezid zamanında sahn müderrisliğine türen olayı yukarıdaki gibi kaydetmiş olsalar da, îdam sebebinin sade-
kadar yükselmiştir.619 Kaydedildiğine göre, sabahtan medreseye gidip ce bundan ibâret olmadığı, Molla Lütfî ile ilgili yapılan bir kısım araş-
ikindiye kadar ders verir, oradan Şeyh Vefâ Tekkesi'ne giderek akşam tırmalardan anlaşılmaktadır.621 Bu hususta en son Şükrü Özen'in ya-
namazına kadar Buhârî okutur, oradan da evine giderdi. Buhârî ders- yınladığı İslâm hulcûku açısından zındıklık suçunu ele alan ve Molla
leri sırasında çoğu zaman gözyaşlarını tutamadığı nakledilmektedir. Lütfi'nin idamının fıkhîliğini sorgulayan makalesi önemli bilgiler ih-
Geçmiş bâzı âlimler ile dönemin bir kısım ulemâsını alaya alip tenkid tiva etmektedir. Yine de Özen'in idamla ilgili değerlendirmesi sonuç
ettiği için kendisine düşman olan âlimlerin garazına uğrayıp îdam et- olarak şu şekildedir: "Osmanlı hukukçuları muteber saydıkları fıkıh
tirildiği belirtilmektedir. İdam gerekçesi "Namaz ayakta durmak ve eserlerine bakarak dava konusunda bir karara varmaya çalışmışlar, fı-
eğilip bükülmekten ibarettir. Hiçbir yararı yoktur" şeklindeki ifâdesi kıh kitaplarının yeterli olmadığı noktalarda ise padişah fermanları ile
sebebiyle "zındık ve mülhid" sayılmasıdır. Oysa Molla Lütfi'nin bu gedikleri doldurmuşlardır. Böylece hulcûkî zemini inceden inceye bir
ağ gibi örerek hasımları Molla Lütfi'yi yok etmeye adım adım ilerle-
mişlerdir. Maamafih Müslüman mezarlığına defnedilmesi, onun ida-
617 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 560. Sinan Paşa eş-Şekâik ve Tâcü't-tevârîh'te
kaydedildiği şekliyle Vefâ'nın zâhir ilmindeki derecesine işâret etmekte, Ma- mı hak ettiği konusunda çağdaşlarını bile ikna edemediğinin en büyük
ârifnâme'deki beyanlarında ise bâtın ilmine vukûfuna vurgu yaparak onu sa- kanıtıdır. Nitekim kendi çağında ebced hesabıyla düşülen tarihlerde
vunmaktadır. Bunlar doğru olmakla birlikte, kanaatime göre, şeyhin kayde- ve kendisinden söz eden tarih kaynaklarında çoğunlukla 'şehîd' diye
dilen bu uygulaması, ileride Zeyniyye'nin âdab ve özellikleri anlatılırken de
üzerinde durulacağı gibi tarikatın kurucusu Zeynüddin Hâfî'nin el-Vasâya'l-
anılması bunu teyit eder." 622
Kudsiyye isimli eserinde ortaya koyduğu şu prensip sebebiyle olmalıdır:
"Şeyhlerin yolu, bir meselede değişik mezheplere mensup fakihlerin görüş- 620 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 280-281.; ayrıca bk Tâcü't-tevârîh, II, 547-548.
lerini bir araya getirip uygulamaktır. Eğer bir araya getirmek mümkün ol- Molla Lütfî'den önce aynı anlama gelen sözleri hocası Sinan Paşa da söyle-
mazsa, evlâ olanı tercih eder" (vr. 5b-6a). Nitekim Şeyh Vefâ da müridlere miştir (bk. Sinan Paşa, Tazarrûnâme, s. 113).
vitir namazını tarif ederken, Hâfî'nin adı geçen eserde belirttiği şekliyle (bk. 621 Mesela bk. İsmâil E. Erünsal, "Fâtih Devri ICütüphâneleri ve Molla Lütfi
18a) Hanefîler'e göre olan Kunut duaları ile Şâfiîler'e göre olan Kunut du- Hakkında Birkaç Not", Târih Dergisi, XXXIII (1980-81), s. 57-78; Ahmet
âları cem edilerek birlikte okunur demekte, misvak kullanımını açıklarken Yaşar Ocak, Osmanlı Toplumunda Zındıklar ve Mülhidler (1S-17. Yüzyıllar),
de, bir kimse ister Hanefî isterse Şâfiî olsun namazlardan önce misvak kul- İstanbul 1998, s. 3 4 6 - 3 4 7 ; Şükrü Özen, "İslâm Hukukuna Göre Zındıklık
lanır demektedir (Vefâ Muslihuddin Mustafa, Evrâd-ı Vefâ, Süleymâniye Suçu ve Molla Lutfî'nin İdamının Fılchîliği", İslâm Araştırmaları Dergisi, VI
Ktp., Fâtih, nr. 2 5 6 1 , vr. 5b; 121a-b). (2001), s. 17-62.
618 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 279, 3 7 8 ; Tâcü't-tevârîh, II, 547.
622 Şükrü Özen, "İslâm Hukukuna Göre Zındıklık Suçu ve Molla Lutfî'nin İda-
619 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 2 7 9 - 2 8 0 ; Nişanct Târihi, s. 172; Tâcü't-tevârîh, mının Fıkhîliği", İslâm Araştırmaları Dergisi, VI (2001), s. 61-62.
II, 5 4 7 .
900 Rebîulâhirinde (Ocak 1495) gerçekleştirilen îdâmı öncesinde Der medh-i Şeyh Vefâ Aleyhirrahme:
kelime-i şehâdet getirmeye başladığı belirtilen Molla Lütfi'nin vefâtı-
na "Velekad mütte şehîden", 623 "Hilâf-ıjrâkî bûd" 624 gibi terkipler
tarîh düşürülmüş, Zeyniyye ricalinden Şeyh Muhyiddin Kocevî vefât (Arşdan çok yücedir rif'ati dervişlerin
haberini aldığında, "Ben şâhidim ki, Molla Lütfî zendeka ve ilhaddan Kimse bilmez nicedir izzeti dervişlerin)
berîdir" demiştir.625 Taşköprîzâde eserinde Molla Lütfi'den zuhur (...)
eden bâzı kerâmetleri kaydetmiştir.626 Can sattp her birisi oldu belâ müşterisi
Aşk şehrinde budur san'ati dervişlerin
Şeyh Vefâ'nın âlim ve şâir müridlerinden Ahmed Paşa (ö.
902/1496-97) Sultan II. Murad'm kazaskerlerinden Veliyüddin Efen- (...)
di'nin oğludur. Değişik medreselerde müderrislik yaptıktan sonra Fâ- Âb ü gilden çû mizacında eser yok bunların
tih Sultan Mehmed döneminde önce kazasker, daha sonra da pâdişa- Neyle yoğruldu aceb tîneti dervişlerin
ha musâhib ve hoca oldu. Devlet hizmetindeki başarılarından dolayı (...)
ayrıca kendisine vezirlik rütbesi de verilen Ahmed Paşa, İstanbul'un Himmet-i Şeyh Vefâ'dan meded irmezse diriğ
fethi sırasında ordunun mâneviyatının yükseltilmesinde görev almış- Ahmed'in haddi değil midhati dervişlerin
tı. Daha sonra bazı dedikodular yüzünden Fâtih'in gazabına uğrayıp (...)
tutuklarimışsa da, padişaha yazdığı meşhur "kerem" redifli kasidesiy- Cennetin kapısıdır halveti dervişlerin
le hapisten kurtulmuş ve ardından muhtelif şehirlerde sancak beyi Yer ü gök tapışıdır himmeti dervişlerin
olarak görev almıştır.627 Dîvan'mda Zeyniyye ricalinden Şeyh Tâcüd- (...)
din İbrahim için daha önce kaydedilen medhiyesinin yanı sıra Şeyh Ayağı taprağını tâc ede hurşîd-i felek
Vefâ için de medhiyyesi bulunmaktadır. Bu şiirlerden anlaşıldığına gö- Kime bendem der ise hazreti dervişlerin
re Ahmed Paşa önce Şeyh Tâcüddin'e mürid olmuş, muhtemelen
(...)
onun vefatından sonra da Şeyh Vefâ'ya intisap etmiştir. Vefâ ile ilgili
Ehl-i zâhir gözüne gerçi elem gibi gelir
bir şiirinde:
Dil ü can lezzetidir zahmeti dervişlerin
(...)
Ya irgür ben müridini murâda / Ya gönlümden çtkar dünya Ahmedâ âb-ı hayât-ı ebedi ister isen
hevâsm628
Gel gör uş hâk-i der-i halveti dervişlerin
Der medh-i Vefâzâde Aleyhirrahme:
Şeklindeki ifâdesi bunu açıkça göstermektedir. "Der medh-i Şeyh
Sen ol âyine-i nûr-ı Hudâstn
Vefâ" ve "Der medh-i Vefâzâde" şeklinde iki ayrı başlık altında kay-
Ki her bir sûrete ma'nî-nümâsın
dettiği şiirlerinden bir kısım şöyledir:
Dilin Hikmet kilidinin dilidir
Emîn-i mahzen-i sırr-ı Hudâstn
623 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 280; Tâcü't-tevârih, II, 5 4 7 . Rumûz-ı 'Küntü kenz'in râz-dârı
624 Nişanct Târihi, s. 172-173.
Emânet-dâr-ı genc-i Mustafâsm
625 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 2 8 1 ; Tâcü't-tevârîh, II, 548.
626 bk. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 2 8 0 - 2 8 2 . Senindir nutk-i îsâ hüsn-i Yûsuf
627 Günay Kut, "Ahmed Paşa, Bursalı", DİA, II, 111. Ki hem cân-bahşsın hem dil-rübâsm
628 Ahmet Paşa Dîvâni, s. 40. Yed-i kudretle verdin her müride
Hızır seccâdesin Mûsâ asâsırı kın dostuydu. Ancak Karamanî Mehmed Paşa Fâtih Sultan Mehmed'e
Deminden feyz alır ilm-i ledünnî sadrazam olunca, Sinan Paşa'ya yakınlığı var diye kademe kademe de-
Ki sen serçeşme-i ayn-ı bekasın recesini indirmek sûretiyle onu cezalandırdı. Bunun üzerine Ali Efen-
Şeriat farkının ser-tâcı sensin di müderrisliği bırakarak Şeyh Vefâ'nın hizmetine girdi.633 Sadraza-
Hakikat burcuna şems-i duhâsın mın ona bu şekilde davranması, Sinan Paşa'nın sadrazamlıktan azle-
Nihâyet buldu sende her amel kim dilmiş bir kişi olarak zamanın idaresi tarafından makbul bir kişi sayıl-
Nihâl-i Sidreden sen müntehâsın maması sebebiyle olmalıdır. Nitekim Sinan Paşa'nın yeniden itibarlı
Devâsın derdime zahmıma merhem şahıslar arasına girmesi Sultan II. Bâyezid'in ona vezirlik rütbesini iâ-
Buyursan nola derdimin devâsın de etmesiyle gerçekleşmiştir.634
Murâdım şem'in uyar kim gam-ı dil
Mükedder ktldı bu bezmin saf âsin Fâtih Sultan Mehmed'den sonra yerine geçen oğlu Sultan II. Bâ-
Ya irgür ben müridini murâda yezid tarafından tekrar devlet hizmetine alınan Ali Cemâlî Efendi,
Ya gönlümden çıkar dünyâ hevâsın muhtelif yerlerde müderrislik ve müftîlik yaptıktan sonra Efdalzâ-
Şeh-i a'zamsın ey şeh an beni kim de'nin 908'de (1503) vefâtı üzerine şeyhülislâmlığa getirildi. Halkı
Unutmaz lutf ıssı şeh gedasın bekletmemek için evinden sarkıttığı zenbile bırakılan suallerin cevap-
Muhammed hakkı Ahmed düştü hâke larını tekrar zenbille sarkıttığı için "Zenbilli" diye meşhur oldu. 635
Elini al ki zıll-i Kibriyâsın629 Bütün vaktini okumak, okutmak, fetvâ vermek ve ibâdet etmekle ge-
çirmeyi prensip edinen Ali Cemâlî Efendi'nin kaleme aldığı risâleler-
den birisi, tasavvuf ehlinin uyguladığı "devrân" ile zikretmenin câiz
Şeyh Vefâ'nın âlim müntesiplerinden Zenbilli Ali Efendi (Ali Ce-
olduğuna dâirdir.636 Ali Efendi'nin ayrıca bu hususta müsbet fetvâlar
mâlî, Ö.932/1526) ise Sultan II. Bâyezid, Yavuz Sultan Selim ve Kanû-
nî Sultan Süleyman gibi üç dirâyetli pâdişâh döneminde şeyhülislâm- kaleme aldığı da bilinmektedir.637
lık yapmış etkili bir şahsiyettir. Memeleketi Karaman'daki ilk tahsilin- Dönemin ileri gelen mütefekkir ve sanatkârlarını tekkesine çek-
den sonra İstanbul'da Şeyhülislâm Molla Hüsrev'den ve Bursa'da Hü- meyi başaran Şeyh Vefâ "İlâ rahmeti rabbihi" terkibinin delâlet ettiği
samzâde diye bilinen Muslihuddin Mustafa b. Hüsam'dan ders oku-
du ve ona damat oldu. 630 Bu iki hocadan Molla Hüsrev'in, Şeyh Ve-
633 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 286; Tâcü't-tevârîh, II, 5 5 0 ; Müstakimzâde,
fâ tarafından takdir edildiği için zaman zaman ziyâret edildiği,631 Hü-
Devhatü'l-meşâyih, s. 15.
samzâde'nin de Zeyniyye'ye müntesip olduğu632 bilinmektedir. Ali 034 İsmâil Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Târihi, Ankara 1983, II, 659.
Efendi'nin daha sonra Şeyh Vefâ'ya intisap etmesinde bu zâtların da 635 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 2 8 7 - 2 8 8 ; Tâcü't-tevârîh, II, 5 5 0 - 5 5 1 ; Müstakim-
tesirinin olduğu düşünülebilir. Ali Efendi ayrıca Sinan Paşa'nın da ya- zâde, Devhatü'l-meşâyih, s. 15-16.
636 Arapça olan bu birkaç varaklık eserin kütüphânelerde pek çok yazma nüs-
hası vardır, bk. Süleymâniye Ktp., Fâtih, nr. 2 8 9 1 , vr. 12b-14b; Pertev Paşa,
629 Ahmet Paşa Dîvânı, s. 38-41. nr. 621, vr. 93b-94b; aynı bölüm, nr. 628, vr. 115a-117b; bir nüshası da
630 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 2 8 6 ; Tâcü't-tevârîh, II, 5 4 9 - 5 5 0 . Londra'da İndia Office Library and Records (İOLR), Or. 12933'de (vr. lb-
631 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 88. 3a) bulunmaktadır. Bursalı Mehmed Tâhir, Zenbilli'nin bu hususta biri
632 Osmanlı Müellifleri, I, 275. M. Tahir Bey Hüsamzâde'nin eserleri arasında manzum diğeri mensur olmak üzere iki risâle kaleme aldığını belirtmektedir
Zevkıyye isimli ahlak ve tasavvuftan bahseden bir eserinin bulunduğunu be- (Osmanlı Müellilferi, I, 320).
lirtmektedir (bk. a.g.e., zikredilen yer). 637 bk. Öngören, Osmanltlar'da Tasavvuf, s. 370.
896'da (1491) vefat etmiş ve câmiinin hazîresine defnedilmiştir.638 yirmi sene gibi uzunca müddet hizmet etmiş olan bir şeyh hakkında
Sonradan buraya türbe inşâ edilmiştir. kaynakların bilgi vermemiş olması, Şeyh Vefâ'dan sonra dergâhın eski
a. Vefâiyye-i Zeyniyye etkisini devam ettiremediği şeklinde yorumlanabilir.
^Şeyh Vefâ'dan sonra yerine halîfesi Ali Dede geçmiş639 ve Vefâ ile Ali Dede'nin hilâfet verdiği zâtlardan birisi Rumelili Mevlânâ
birlikte Zeyniyye tarikatında oluşan silsile "Vefâiyye" adıyla devam et- Şem'î'dir (ö.945/1538'den önce). Devrin önemli şâirlerinden olan
miştir.640 Öyle anlaşılıyor ki, tarikatın bu kolunda Şeyh Vefâ tarafından Şem'î, önce Şeyh Vefâ'ya intisap etmiş,645 onun vefâtından sonra ise
tertip edilen evrâd okunmuş641 ve diğer zikirlerin yanı sıra Vefâ'nın ih- Ali Dede'nin yanında sülûkünü tamamlayıp irşad faaliyetinde bulun-
das ettiği Allah Vâhid Ahad Samed isimlerinin zikriyle soldan sağa dö- mak üzere Edirne'ye gitmiştir.646 Vefâtma yakın tekrar İstanbul'a dön-
nerek icrâ edilen ve "Şeyh Vefâ Devri" diye bilinen zikir şekli de 642 uy- düğü anlaşılan Şâir Şem'î, Vefâ'daki dergâhta dervişlerin toplu zikir ic-
gulanmıştır. Vefâ'dan sonra meşîhati üstlenen Şeyh Ali Dede hakkında râ ettikleri sırada vefât etmiştir.647 Dönemin bir başka şâiri Edirneli
kaynaklarda yeterli bilgi bulunmamaktadıoTaşköprizâde onun hiç ev- Mevlânâ Yakînî'nin de Ali Dede'ye mürid olduğu belirtilmektedir.648
lenmediğini,643 Mecdî Efendi de Sultan II. Bâyezid devrinin sonlarına Şeyh Ali Dede'den sonra Vefâ'daki tekkede irşad makâmına, Taş-
kadar yaklaşık yirmi sene irşad faaliyetinde bulunduktan sonra "Rûhu- köprîzâde ve Mehmed Süreyya'nın kayıtlarına göre Şeyh Abdüllatîf
na rahmet" terkibinin delâlet ettiği 917'de (1511-12) vefat ettiğini ve Efendi (Abdüllatîf Vefâî Rûmî, Ö.929/1523) geçmiştir.649 Ahmed
Şeyh Vefâ'nın yanma defnedildiğini bildirmektedir.644 Fâtih ve II. Bâ- Rif'at Efendi'nin verdiği meşâyih silsilesinde ise Abdüllatîf Efen-
yezid devri İstanbul'unun en önemli tarîkat merkezlerinden birinde di'den önce Şeyh Dâvud Vefâî Rûmî'nin (ö.?) posta oturduğu, ondan
sonra Abdüllatîf Efendi'nin irşad makamına geçtiği görülmektedir.650
638 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 6 0 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 2 4 0 ; Tâcü't-te-
Şeyh Vefâ'nın halîfelerinden olduğu kaydedilen Dâvud Vefâî vefât et-
vârîh, II, 5 2 8 : ; tiğinde Şeyh Vefâ türbesine defnedilmiştir.651 Zaman zaman cezbeye
639 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 3 5 1 ; Tâcü't-tevârîh, II, 5 8 2 ; Âlî, Künhü'l-ahbâr, kapılarak çok büyük sayhalar attığı rivâyet edilen Abdüllatîf Efendi
vr. 167a; Mir'âtü'l-mekâstd, s. 39; Tabibzâde, Silsilenâme, s. 53. de 652 Şeyh Vefâ'nın halîfelerindendir.6S3 Dâvud Vefâî gibi o da Ve-
640 bk. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 4 8 6 ; Mir'atü'l-mekâstd, s. 4 0 ; Osmanlı M « j
ellifleri, II, 17; Öngören, Osmanltlar'da Tasavvuf, s. 196-197.
fâ'nın yanına defnolunmuştur.654
641 Vefâ'nın tertip ettiği evrâdın 1167'de (1754) istinsah edilmiş bir nüshası Sü-
leymâniye Kütüphânesi'nde bulunmaktadır (Yazma Bağışlar, nr. 2 2 2 [11 va-
rak]). Ö. T. İnançer Şeyh Vefâ'nın söz konusu evrâdı bizzat bestelediğini be-
645 Sehî, Tezkire, s. 108; Latffî, Tezkire, s. 2 1 0 ; Âşık Çelebi, Meşâiru'ş-şuarâ, vr.
lirtmektedir (Ömer Tuğrul İnançer, "Zeynîlik (Zikir Usûlü ve Mûsikî)", 251b; Kınalızâde, Tezkire, I, 525.
DBİA, VII, 553). Ayrıca Şeyh Vefâ'nın namazlardan önce ve sonra okuduğu 646 Sehî, Tezkire, s. 109.
duâlar, namazlarda okuduğu sûreler, kıldığı nâfile namazlar, tavsiye ettiği 647 Âşık Çelebi, Meşâiru'ş-şuarâ, vr. 251b; Kınalızâde, Tezkire, I, 525.
virdler dervişlerin takip etmesi için bir araya getirilmiştir. Bu derlemenin de 648 Sehî, Tezkire, s. 275. Aşağıdaki beyitler Yakînî'ye aittir:
bir nüshası Süleymâniye Kütüphânesi'ndedir (Fâtih, nr. 2 5 6 1 , [277 varak]). Gamzen cefâsı âşıka ayn-ı vefâ gelür / Bîmâra iltifâtı tabîbün devâ gelür
Burada tavsiye edilen sûrelerin, uzun olsa bile baştan sona kadar yazılmış ol- Gamzen hayâli ile gönül kendûden geçer / Andukça hak-i pâyüni gözüm do-
ması (meselâ, İsrâ, Secde, Zümer, Zuhruf gibi) eserin hacmini büyütmüştür. lagelür
Eserin noksan bir nüshası da aynı kütüphânenin Kadızâde bölümünde (nr. 649 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 4 4 0 ; Sicill-i Osmânî, IV, 4 9 1 .
3 3 2 ) bulunmaktadır. 650 Mir'âtü'l-mekâsıd, s. 39.
642 Vassâf, Sefîne, I, 274. 651 Erdoğan, Şeyh Vefâ, s. 25.
643 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 3 5 1 . 652 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 440.
644 Mecdî, s. 356. Sicill-i Osmânî'de Ali Dede'nin vefat tarihi 9 1 0 (1504) ola- 653 Nişancı Târihi, s. 195.
rak kaydedilmiştir (IV, 491). 654 Mecdî, s. 4 3 3 .
Mehmed Süreyya "Hekîm Çelebi" diye bilinen Mehmed Efen- bu durumun, süresi tam olarak bilinmemekle birlikte, geçici bir müd-
di'nin 655 babası Ahmed Efendi'nin Şeyh Vefâ'nın ikinci halîfesi oldu- det için olduğu anlaşılmaktadır. Zira burada Şeyh Abdüllatîf (Mah-
ğunu ve vefat ettiğinde şeyhin yanında defnedildiğini belirtmekte- rûlc) Zeyniyye ricâlinden Eğirdir'de faaliyet gösteren Burhâneddin
dir. 656 Hayâtı ve faaliyetleri hakkında bilgi vermediği Ahmed Efendi Efendi'nin (Ö.970/1562-63) yanında sülûkünü ikmâl ettikten son-
için "ikinci halîfe" ifâdesiyle Mehmed Süreyya, öyle anlaşılıyor ki, ra 658 Cemâziyelevvel 1009'da (Kasım 1600) hücresinde yanarak ve-
şeyhin ikinci ileri gelen halîfesi demek istemiştir. Yoksa bu ifâde ile fât edinceye kadar meşîhati üstlenmiş, ondan sonra da irşad faaliyeti-
Vefâ tekkesinde Ali Dede'den sonra yerine geçen ikinci halîfesi mânâ- ni Muharrem 1042'de (Ağustos 1632) vefâtına kadar oğlu yürütmüş-
sım kasdetmiş olamaz. Zira aynı yerde Ali Dede'nin yerine Abdüllatîf tür. 659 Uzun ömür sürdüğü bildirilen Abdüllatîf Efendi'nin 660 meşî-
Efendi'nin geçtiğini bildirmektedir. hati hangi tarihte üstlendiği belirtilmemekle birlikte, en geç, şeyhi
Abdüllatîf Efendi'den sonra Vefâ tekkesinde meşîhati kimin üst- Burhâneddin Efendi'nin vefâtını (970) müteâkip buraya geldiği ve
lendiği bilinmemektedir. Şeyh Vefâ'dan sonra halîfeleri vâsıtasıyla de- yaklaşık kırk yıl faaliyet gösterdiği tahmin edilebilir. Lemezât' da uzun
vam ettirilmeye çalışılan Vefâiyye silsilesi, anlaşıldığı,kadarıyla Vefâ zaman İstanbul'da irşad postunda oturduktan sonra Şam'a gidip bir
dönemindeki tesirini kısa süre içinde iyice yitirmiştir. Hatta Hüseyin müddet Ümeyye Câmii'nde imam-hatiplik yaptığı, ardından tekrar İs-
Vassâf, Halvetiyye şeyhi Sünbül Sinan Efendi'nin (ö. Muharrem tanbul'a dönerek Vefâ Zâviyesi'ne yerleştiği kaydedilmektedir.661 Yi-
936/Eylül 1529) Cuma günleri devrân esnâsında zikrin bitimine ya- ne aynı kaynakta "Yâ Rab, beni ateşe atma, dünyada yak fakat âhiret-
fan "Şeyh Vefâ Devri"ni icrâ ettiğini ve Vefâ Dergâhı meşîhatımn Sün- te yakma" diye zaman zaman dua ettiği, bu duası kabul edildiği için
bülîler'e intikal ettiğini kaydetmektedir.657 Ancak Vassâf'ın belirttiği gece tennur içinde yatmakta iken sıçrayan bir kıvılcımın yorganı tu-
tuşturmasıyla vücûdunun bir çok yerinin yandığı ve ertesi gün vefat
655 Nakşibendiyye şeyhlerinden olan Hekîm Çelebi Mehmed Efendi için bk. ettiği, kabrinin de Vefâ Zâviyesi'nin haziresinde olduğu belirtilmiş-
Öngören, Osmanltlar'da Tasavvuf, s. 135-140. tir. 662 Kendisinden sonra yerine geçen oğlunun adı kaynaklarda zik-
656 Sicill-i Osmânî, IV, 4 9 1 . Abdülkadir Erdoğan Şeyh Vefâ Türbesi'nde üç san- redilmemiştir. Ancak Bursa'daki Zeyniyye Dergâhı şeyhlerinden
dukanın bulunduğunu, bunlardan birinin Şeyh Vefâ'ya, diğerlerinin de halî-
Mehmed b. Sa'dî Efendi kaleme aldığı Bursa Vefeyâtı'nda Şeyh Meh-
felerinden Ali Dede ile Dâvud Vefâî'ye âit olduğunu kaydetmekte (Şeyh Ve-
fâ, s. 25), Baha Tanman da aynı bilgileri tekrarlamaktadır (Tanman, "Şeyh med b. Abdullah'ın 1018'de meydana gelen vefâtı üzerine Zeyniyye
Vefâ Külliyesi", DBÎA, VII, 175; ayrıca bk. Ömer Tuğrul İnançer-M. Baha mensuplarının talebiyle kadılıktan ayrılıp İstanbul'da Şeyh Vefâ Zâvi-
Tanman, "Zeynîlik", DBÎA, VII, 552). Oysa Şeyh Vefâ Türbesi'nde üç değil
beş sandûkanın olduğu görülmektedir. Bunlardan dördüncü sandûkanın,
yukarıda kaydedildiği gibi, Abdüllatîf Efendi'ye, beşincisinin ise Hekîm Çe- devrânından sonra âyini yönetenin "Yâ Mevlâm hây hây hû" demesiyle âyi-
lebi'nin babası Ahmed Efendi'ye âit olması gerekir. Hekim Çelebi'nin ken- nin "Vefâ Devri" başlar. Sağ el öne, sol el arkaya uzatılarak el ele tutuşulup
di mezarı da türbenin hemen dışında bulunmaktadır. Taşköprîzâde, Sultan kutuphâne solda bırakılacak biçimde, halka hâlinde yürünür. Devir esnâsın-
II. Bâyezid devrinin ileri gelen âlimlerinden Muhyiddin Mehmed b. İbrâhim da da zâkirler ilâhî okurlar. Birkaç devirden sonra Vefâ Devri biter... Sonra
Niksârî'nin de (Ö.901/1496) Şeyh Vefâ'nın kabrinin yanına defnedildiğini
"Hû" zikrine başlanır (Ömer Tuğrul İnançer, "Cerrâhîlik [Zikir Usûlü ve
bildirmekteyse de, (eş-Şekâik, s. 2 7 4 - 2 7 5 ) bunu kabrin yanına değil yakını-
Mûsikî]", DBÎA, II, 416).
na defnedildi şeklinde anlamak daha doğru olur kanaatindeyim. 658 Hulvî, Lemezât, s. 6 0 7 ; Tabibzâde, Silsilenâme, s. 5 4 .
657 Vassâf, Sefîne, I, 274. Ayrıca Halvetiyye'nin bir kolu olan Cerrâhiyye'nin 659 Atâî, s. 4 6 8 ; Sicill-i Osmânî, IV, 491. Lemezât müellifi Hulvî, Abdülatîf
kurucusu Nûreddin Cerrâhî'ye Şeyh Vefâ'nın bu devri ilham ettiğine inanıl- Efendi'nin vefatını 1006 (1597-98) olarak kaydetmiştir (s. 607).
makta, dolayısıyla Cerrâhî âyini sırasında da "Vefâ Devri" uygulanmaktadır 660 Atâî, s. 4 6 8 ; Hulvî, Lemezât, s. 607. Hulvî yüz yaşını aştığını belirtmiştir.
(Süleyman Uludağ, "Devran", DİA, IX, 249). Ö. T. İnançer Cerrâhiyye âyi- 661 Hulvî, Lemezât, s. 607.
ni sırasında Vefâ Devri'nin nasıl yapıldığını şu şekilde târif etmiştir: "Hay" 662 Hulvî, Lemezât, s. 607.
yesi'nde postnişîn olan Şeyh Ahmed Efendi'nin yanında tecdîd-i töv- terbiye ederken kurduğu semâ ve tevhid meclislerinin yanı sıra, bâzı
be ederek icâzet aldıktan sonra Bursa'daki dergâhta irşad postuna dervişlerine tefsir dersleri de vermekte, ayrıca o devirde hemen bütün
oturduğunu kaydetmiştir.663 Bu durumda adı geçen Şeyh Ahmed tarikatlarda âdet olan Mesnevi dersleri okutmaktaydı.668
Efendi'nin Abdüllatîf Efendi'den sonra yerine geçen oğlu olduğu or-
taya çıkmaktadır. Ahmed Efendi'den sonra meşîhati kimin üstlendiği
ise tesbit olunamamıştır.
D. Diğer Zeynîler
Bursalı Mehmed Tâhir, Anadolu'da muhtelif medreselerde müder-
rislik yapmış olan Muğlalı Şeyhzâde Vefâî'nin (Mevlâ Muhammed Anadolu ve Rumeli topraklarında gösterdikleri faaliyetlerle tari-
Muhyiddin, Ö.940/1533-34) Zeyniyye'nin Vefâiyye koluna müntesip katlarının yayılmasını sağlayan Zeyniyye mensuplarının yanı sıra,
olduğunu kaydetmektedir.664 Tarîkatı hangi şeyhten aldığı belirtilme- kaynaklarda bu tarikata mensup olduğu belirtildiği halde şeyhleri ve
miştir, ancak kendisi gibi babası Şeyh Mahmud Muğlavî'nin de (ö.?) kendileri hakkında yeterli bilgi verilmeyen ya da bu tarikata girdiği
"Vefâî" nisbesiyle kaydedilmesinden,665 babasının Vefâiyye koluna açıkça belirtilmemekle birlikte dolaylı bilgiler ışığında müntesip ol-
mensup olduğu ve tarîkatı da babasından aldığı düşünülebilir. Bunun- dukları anlaşılan şahıslar da vardır. Bunları şu şekilde sıralamak müm-
la birlikte, kaynaklarda Şeyh Mahmud'un mürid yetiştirip yetiştirme- kündür:
diğine dâir bir bilgiye rastlanmamıştır. Eğer böyle bir faaliyeti olduy- Derviş Mehmed b. Hızır Şah b. Gâzî-yi Balat Abdüllatîf Efendi
sa, muhtemelen memleketi olan Muğla'da gerçekleştirmiştir. Zira
Muğla, Anadolu'da Şeyh Vefâ koluna mensup Zeynîler'in XVI. asrın (ö. 878/1473'ten sonra)
ilk yarısında etkilerini sürdürdükleri nâdir merkezlerden biri olarak Kaynaklarda Derviş Mehmed ile babası Hızır Şah ve dedesi Ab-
göze çarpmaktadır. Nitekim Gölpınarlı, Şâhidî'nin Gülşen-i Esrâr' ma düllatîf Efendi'nin Zeyniyye tarikatına mensup olduklarını gösteren
dayanarak, Muğla'da Mevlevîler gibi semâ eden Şeyh Vefâ dervişleri- bâzı işâretler bulunmaktadır. Balat şehrinde (Balıkesir'e bağlı) kadı ol-
ne rastlandığını, bunlardan Melâmî meşrep Hayreddin Efendi'nin duğu için "Balat Kadısı" diye tanınan Sultan II. Murat devri âlimle-
(ö.?) yanı sıra, tekkesindeki irşad faaliyetleriyle şehzâde ve beylerin rinden Abdüllatîf Efendi, eş-Şekâik mütercimi Mecdî'nin ifâdesine
büyük hürmetini kazanmış olan Şeyh Bedreddin'in etkili olduğunu göre, Zeyniyye'nin kurucusu Zeynüddin Hâfî'nin derlediği "Evrâd-t
kaydetmektedir.666 Suraiya Faroqhi de, faaliyetinin 1500-1530 yılları Zeyniyye'yi bir güzel kitab eylemiştir."669 Hızır Şah ise Bursa Zeyniy-
arasında olduğunu tahmin ettiği Şeyh Bedreddin'in, kendi adıyla anı- ye Dergâhı şeyhlerinden Mehmed b. Sa'dî'nin kaydına göre, Zeyniy-
lan mescidine (Şeyh Bedreddin Mescidi) yapılmış önemli bağışlardan ye şeyhlerinden birine intisap eden ve vasiyeti gereği adı geçen dergâ-
Muğla'da büyük saygı gördüğünün anlaşıldığını belirtmektedir.667 Şâ- hın hazîresine gömülen âlimlerdendir.670 Taşköprîzâde ise onun Balat
hidî'nin beyanlarından anlaşıldığına göre, Şeyh Bedreddin müridlerini medresesinde müderrislik yaptığını, Sultan II. Murad'ın kendisini
Bursa'da yaptırdığı medreseye davet ettiği halde mazeret bildirip gel-
663 Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 4a.
664 Osmanlı Müellifleri, II, 17. Şeyhzâde Vefâî'nin kaleme aldığı eserlerden bi-
risi Hazînetü'l-fedâil ve sekînetü'l-ef'âdil'dır. Diğer eserleri için bk. aynı eser,
668 Gölpınarlı, Mevlânâ'dan Sonra Mevlevîlik, s. 134.
II, 17-18.
669 Mecdî, s. 124. Buradaki ifâdeden Evrâd'ı şerh mi, tercüme mi yoksa istin-
665 bk. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 4 8 5 . sah mı? ettiği tam anlaşılamamakla birlikte, bu eserle yakından alakadar ol-
666 Abdülbâkî Gölpınarlı, Mevlânâ'dan Sonra Mevlevîlik, İstanbul 1983, s. 245. duğu anlaşılmaktadır.
667 Suraiya Faroqhi, "Menteşeoğullarından Osmanlılara Muğla", Târih İçinde 670 Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 4b; ayrıca bk. Baldırzâde Mehmed, Ve-
Muğla (derleyen, İlhan Tekeli), Ankara 1993, s. 28. feyâtnâme, Süleymâniye Ktp., Esad Efendi, nr. 1381, vr. 98a.
mediğini ve 853'te (1449) Balat'ta vefat ettiğini kaydetmiştir. Ancak müntesip olduğu belirtilmektedir.676 Bununla birlikte Mahmud Pa-
gömüldüğü yerle ilgili herhangi bir şey söylememektedir.671 Hızır şa'nın Kâdiriyye'nin yanı sıra Zeyniyye'ye de girmiş olabileceğini gös-
Şah'ın oğlu Derviş Mehmed ise yine Mehmed b. Sa'dî'nin kaydettiği- teren bazı işâretlere rastlanmaktadır: Meselâ Zeyniyye ricâlinden
ne göre, babası gibi Zeyniyye şeyhlerinden birine intisap eden ve va- Mevlâ Musannifek, vezirler için bir kısım nasîhatları ihtiva eden Fars-
siyeti üzerine Bursa'daki dergâhın hazîresine gömülen müderrisler- ça Tuhfetü'l-Mahmûdiyye'yi onun adına kaleme almış, 677 Zeyniy-
dendir 672 Taşköprîzâde onun Bursa'da Sultaniye Medresesi'nde mü- ye'den olduğu anlaşılan Kutbuddinzâde Mehmed İznikî de bazı eser-
derrislik yaptığını ve kerâmet ehli, duâsı makbul bir zât olarak tanın- lerinde ondan sitâyişle söz etmiştir.678 Ayrıca sadrazamlıktan azledil-
dığını belirtmektedir.673 Nakledildiğine göre dervişler gibi abâ giyer, diğinde Kutbuddinzâde'nin ona yazdığı bir kısım nasîhatları içeren te-
başına şemle sarardı. Fatih Sultan Mehmed'in itibar edip güvendiği sellî mektubunda "Değerli kardeşim" şeklinde hitap etmesi de, 679 ara-
larındaki samimiyete ve gönül birliğine işâret etmektedir.
kimselerdendi. Fatih Uzun Hasan'la savaşmak için sefere çıktığında
Bursa'da onu karşılayanlar arasında Derviş Mehmed de vardı. Mer- Molla Hüsrev (Mehmed b. Ferâmürz, ö. 885/1480)
kep üzerinde yolun kenarında beklerken padişah kendisini tam far- XV yüzyılda bir çok âlim gibi Molla Hüsrev'in de Zeyniyye tari-
ketmeden selam verip yanından geçmiş, sonra Sadrazam Mahmud Pa- katına girdiğini gösteren bazı bilgiler bulunmaktadır. A. Süheyl Ünver
şa'ya, "Bu zat Derviş Mehmed değil miydi?" diye sormuştur. Sadra- Sadrâzam Mahmud Paşa gibi onun da Zeyniyye tarikatına müntesip
zam, "Evet o" deyince, sultan "Arkasından yetiş ve benim için dua et- olduğunu açıkça belirtmiştir.680 Ayrıca Fatih Sultan Mehmed tarafın-
mesini söyle" demiştir.674 Derviş Mehmed Fatih'in Uzun Hasan'la dan "Zamanın Ebû Hanîfe'si" diye övülen bu zâtın, bir meseleden do-
muharebeye çıktığı tarihte hayatta olduğuna göre, vefatının 878'den layı sultana kırıldıktan sonra İstanbul'dan Bursa'ya giderek bir med-
sonraki bir tarihte meydana geldiği anlaşılmaktadır. rese yaptırdığı ve orada tedris ile meşgul olduğu bilinmektedir.681
Sadrâzam Mahmud Paşa (ö. 879/1474) Zeyniyye Dergâhı'nın yanındaki camiin mihrabı hizasında yaptırılan
bu medresenin arsasını, Zeyniyye şeyhlerinden Mehmed b. Sa'dî'nin
A. Süheyl Ünver incelediği ve fakat adını kaydetmediği bir yazma-
kaydettiğine göre, İranlı tüccarlardan Hoca Bahşâyiş hibe etmiştir.682
ya dayanarak Fatih Sultan Mehmed'in sadrâzamlarından Mahmud Hoca Bahşâyiş'in aynı zamanda Zeyniyye Dergâhı'nı ve yanındaki ba-
Paşa'nın Zeyniyye tarikatına intisap ettiğini yazmıştır.675 Sadrâzamla
ilgili bir menâkıbnâmede ise onun Kâdiriyye şeyhi Eşrefoğlu Rûmî'ye
676 Anonim, Menâktb-ı Mahmud Paşa, Millet Ktp., Ali Emîrî/ Şer'iyye, nr.
1136, vr. 9a. Burada Mahmud Paşa'nın sadrazâmlıktan azledilip Yedikule'de
671 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 96. hapsedildiği sırada İznik'deki şeyhi Eşrefoğlu'na bir adamını göndererek
672 Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 4b. Burada, muhtemelen müstensih ha- yardım talebinde bulunduğundan söz edilmekte, şeyhin ise kendisine yakın-
tası sebebiyle, Derviş Mehmed'e ait bazı bilgilerle babası Hızır Şah'a ait bil- da şehâdet şerbetini içeceğini, dolayısıyla âhiret için hazırlık yapması gerek-
giler birbirine karışmıştır. Ancak eş-Şekaik'ten takip edildiğinde bu karışık- tiğini tavsiye ettiği belirtilmektedir.
lık ayırtedilebilmektedir. 677 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 164-165; Tâcü't-tevârîh, II, 4 9 3 - 4 9 4 .
673 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 168-167. [Burada baskı hatası sebebiyle Derviş 678 Meselâ bk. Kutbuddinzâde Mehmed İznikî, İhticâcu Âdem maa Mûsâ Aley-
Mehmed'e ait bilgiler 168. sayfadan başlayıp 167. sayfada devam etmekte hime's-selâm, Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmud, nr. 4223, vr. 27a.
ve 169'da son bulmaktadır]. 679 bk. Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmud, nr. 4 2 2 3 , vr. 90b-92a.
674 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 167; Baldırzâde Mehmed, Vefeyâtnâme, Süley- 680 A. Süheyl Ünver, "Mahmud Paşa", Fâtih ve İstanbul, c. II (1954), sy. (7-12),
• mâniye Ktp., Esad Efendi, nr. 13 81, vr. 98a. Bu kaynaklarda onun ayrıca bir s. 193.
kısım kerametlerinden bahsedilmektedir. 681 bk. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 116-120.
675 Ünver, "Mahmud Paşa", Fâtih ve İstanbul, c. II (1954), sy. (7-12), s. 193. 682 Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 4b.
zı binaları, o mahalde satın aldığı arsa üzerine yaptıran kişi olduğu683 râda bazı ilâveler yaptığını belirtmiş olmasıdır.689 Ayrıca bir eserinde
daha önce kaydedilmişti. Molla Hüsrev'e zâviyenin yanında bizzat zâ- Zeyniyye'nin kurucusu Zeynüddin Hâfî'yi "Seyyidünâ", "Sultânü'l-
viyenin bânîsi tarafından arsa satın alınarak medrese kurdurulması, evliyâ", "Vârisü hatmi'l-evliyâ" gibi vasıflarla anması da 690 bu tarika-
Hüsrev'in Zeyniyye'ye müntesip olduğunu gösteren bir işâret sayıla- ta bağlı olduğunun diğer bir alâmetidir. İznikî'nin tasavvuf düşünce-
bilir. Öte yandan İstanbul'da Şeyh Vefâ'nın zaman zaman onu ziyaret si olarak da Muhyiddin İbnü'l-Arabî'nin fikirlerini sürdüren Ekberiy-
etmesi de 6 8 4 bir başka alâmet olarak görülebilir. ye mektebinin görüşlerini benimsediği görülmektedir. Onun eserle-
rinden birisi, Fâtih Sultan Mehmed'in talebi üzerine kaleme aldığı
Kutbuddinzâde Mehmed İznikî (ö. 885/1480)
Sadreddin Konevî'nin Miftâhu'l-gayb isimli eserine yazdığı şerh-
Osmanlı âlim ve mutasavvıflarından Kutbuddin İznikî'nin oğlu tir. 691 Bu mektebin görüşlerinin daha önce hocası Şeyhülislâm Mol-
olan Mehmed İznikî, Fâtih Sultan Mehmed'in itibar ettiği devrin ile- la Fenârî ve Dâvûd-i Kayserî gibi önemli âlimlerce temsil edildiği bi-
ri gelen âlim ve mutasavvıflarındandı. Sultanla birlikte Eğriboz ve linmektedir.692
Boğdan seferlerine katılmış ve bu seferlerde ordunun muzaffer olma-
sı için okunması gereken duâları derleyip askere dağıttırmıştır.685 Sarıkadızâde Şeyh Mustafa (ö. 887/1482)
Kaynaklarda onun Molla Fenârî'nin yanında yetiştiği, ilim tahsil et- Müstakimzâde Tuhfe-i Hattatîn'de Osmanlı hat ekolünün kuru-
tikten sonra tasavvuf yoluna girdiği ve şerîatla tarîkatı birleştirdiği cusu hattat Şeyh Hamdullah'tan (ö. 926/1520) söz ederken onun
belirtildiği halde 686 intisap ettiği şeyhin adı ve tarîkatı zikredilme- Zeyniyye tarîkatı şeyhi Sarıkadızâde Şeyh Mustafa'dan el aldığını, bu
miştir. Kendisi de bazı eserlerinde tasavvufa intisabının olduğunu be- şeyhin vefatından sonra ise Nakşibendiyye'den Emir Ahmed Buha-
lirtmiş, 687 ancak bağlı bulunduğu şeyhin adını vermemiştir. Bununla rî'ye intisap ettiğini belirtmektedir.693 Amasya Târihi'nde ise Ham-
birlikte onun Zeyniyye'ye müntesip olduğunu gösteren bazı alâmet- dullah Efendi'nin babasından Zeyniyye ve Halvetiyye tarikatlarının
ler bulunmaktadır. Bunlardan birisi Zeyniyye tarikatında okunan ev- hilâfetini aldığı kaydedilmiştir.694 Babasının Amasyalı Sarıkadızâdeler
râdı (Evrâd-ı Zeyniyye) Tenvîrü'l-evrâd adıyla şerhetmesi688 ve bu ev- âilesinden Sühreverdiyye şeyhi Mustafa Dede olduğu nakledildiğine
göre, 695 Tuhfe-i Hattatîn'de ismi geçen Şeyh Mustafa'nın Hamdullah
Efendi'nin babası olduğuna ve Zeyniyye hilâfetini ondan aldığına
683 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 5 6 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 114; Tâcü't-te-
hükmetmek gerekmektedir. Burada Zeyniyye yerine Sühreverdiyye
vârîh, II, 4 6 1 ; Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 3b.
adının kaydedilmesi, Zeyniyye'nin Sühreverdiyye tarikatının bir kolu
684 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 88.
685 Kutbüddinzâde bu seferlere katıldığını şu eserinde kaydetmiştir: Münevvi- olduğu bilindiği için olmalıdır. Gülzâr-ı Savab'ta da onun ilk intisap
ru'd-deavât, Süleymâniye Ktp., Ayasofya, nr. 1802, vr. 85. Ayrıca cihadla il-
gili kaleme aldığı bir eserinin girişinde (Süleymâniye Ktp., Ayasofya, nr.
1802, vr. 97b) 885'te Rodos adası fethine katılarak askeri teşvik için Türk- 689 bk. Kutbuddinzâde Mehmed İznikî, Münevviru'd-deavât, Süleymâniye Ktp.,
çe bir risale hazırladığını ve burada da fethin gerçekleşmesi için okunması Ayasofya, nr. 1802, vr. 63a.
gereken duâları yazıp askere dağıttırdığını belirtmektedir. 690 Kutbuddinzâde Mehmed İznikî, Şerhu 'Sübhâneke mâ arafnâke hakka mâri-
686 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 107; Tâcü't-tevârîh, II, 4 5 9 ; Nişancı Tarihi, s. fetike', Süleymâniye Ktp., Hacı Mahmud, nr. 4223, vr. 18a.
691 Ragıb Paşa Ktp., nr. 6 9 2 ; Süleymâniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 1271.
142.
692 Kutbuddinzâde Mehmed hakkında daha geniş bilgi ve eserleri için bk. Reşat
687 Mesela bk. Kutbuddinzâde Mehmed İznikî, Fethu Miftâhi'l-gayb, Süleymâ-
Öngören, "Kutbüddinzâde İznikî", DİA, XXVI, 489-490.
niye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 1271, vr. 2a. 693 Müstakimzâde, Tuhfe-i Hattâtîn, s. 186.
688 Bu şerhin müellif hayatta iken istinsah edilmiş bir çok nüshası bulunmakta- 694 bk. Muhittin Serin, "Hamdullah Efendi, Şeyh", DİA, XV, 450.
dır (Mesela bk. Süleymâniye Ktp., Amcazâde Hüseyin Paşa, nr. 2 9 0 [37 va- 695 bk. Serin, a.g.m., DİA, XV, 4 4 9 .
rak]; Fâtih, nr. 2 8 5 2 ; Laleli, nr. 1593).
ettiği tarikatın Sühreverdiyye olduğunun belirtmesi696 muhtemelen sekiz kıt'a, sülüs Halvetiyye silsilenâmesinin, yukarıdaki kaynaklarda
sözü edilen silsile olabileceği üzerinde durmuş, Halvetiyye'ye nisbet
aynı sebepledir.
edilmesinin de muhtemelen Zeyniyye silsilesinin bir noktada Halve-
Şeyh Mustafa hakkında çok fazla bilgiye sahip değiliz. Hüseyin
tiyye ile birleşmesi sebebiyle olduğunu belirtmiştir.700
Ayvansarayî Hadîkatü'l-cevâmî'âe onun Fâtih Sultan Mehmed'le bir-
Hasan Çelebi Fenârî (ö. 891/1486)
likte İstanbul fethine katıldığını,697 babasının Kübreviyye şeyhlerin-
den Sarıkadı Mehmed Dede olduğunu ve Alemdağı yakınındaki Sarı^- Kabri Bursa Zeyniyye Dergâhı'nın hazîresinde bulunan müderris-
kadı köyü (Bugün Ümraniye sınırları içinde bulunan Sarıgâzi köyü) lerden Hasan Çelebi Fenârî de Mehmed b. Sa'dî'nin belirttiğine göre
Zeyniyye şeyhlerinden birine intisap etmiş ve bu sebeple Zeyniyye'ye
mescidinde kendine mahsus türbede yattığını, türbe dışında da eşi ve
âit zâviyenin haziresine defnedilmeyi vasiyet etmiştir.701 Sahn-ı Se-
çocuklarının kabrinin bulunduğunu belirtmiştir.698 Kaydedildiğine
mân'da müderrislik yapmış olan Hasan Çelebi'nin müderrisliği sıra-
göre Hattat Hamdullah Efendi, zaman zaman Alemdağı'nda inzivaya
sında derviş tâcı ve abâsı giydiği, başına şemle sardığı belirtilmekte-
çekilip zikirle meşgul olur ve Mustafa Dede'nin türbesinde vecde ge- dir. 702 Daha önce üzerinde genişçe durulduğu gibi, dedesi Molla Fe-
lip kendinden geçermiş.699 nârî'nin de Zeyniyye'ye müntesip olduğu bilinmektedir. Hocaları ve
Şeyh Mustafa Dede'nin hangi silsileyle Zeyniyye'ye bağlandığı da yararlandığı âlimler arasında yine Zeyniyye'ye müntesip oldukları an-
tesbit edilememiştir. Ancak Nefeszâde Gülzâr-t Savâb'da (s. 52) Müs- laşılan Molla Hüsrev ile 703 Kutbüddinzâde Mehmed İznikî de var-
takimzâde de Tuhfe'de (s. 186) Hamdullah Efendi'nin Mustafa De- dır. 704 eş-Şekâik'te onun meşâyihle çok yakın ilişkisi olduğu belirtil-
de'nin tarikat silsilesini kaleme aldığım belirtmektedirler. Muhittin diği halde705 intisap ettiği şeyhinin adı zikredilmemiştir.
Serin Topkapı Sarayı Kütüphânesi Emânet Hazînesi 2862 numarada Şeyh Ârif Mehmed Efendi (ö. 943/1536'dan sonra)
kayıtlı, Şeyh Hamdullah hattıyla, baş kısmı ve ketebe sayfası eksik, on ( Bursalı Mehmed Tâhir ile Hüseyin Vassaf'ın kaydına göre Deniz-
lili Ârif Mehmed Efendi de Zeyniyye'nin ileri gelenlerindendi. İstan-
696 Nefeszâde İbrahim, Gülzâr-t Savab (nşr. Kilisli Muallim Rifat), İstanbul bul'da zahir ilimlerini tahsil ettikten sonra tasavvuf yoluna girerek
1939, s. 50. seyru sülûkünü tamamlamış ve ardından yerleştiği İzmit'tej£.efâtma
697 /Ayvansarayî, Hadîkatü'l-cevâmî, II, 261. Evliya Çelebi'nin Seyâhatnâme'de kadar tarîkat faaliyetlerini sürdürmüştür. Kabri Orhan Gâzi Câmii yu-
(I, 9 9 - 1 0 0 ) kaydettiğine göre İstanbul'un fethi sırasında Zeyniyye'ye men- karısındaki mezarlıktadır^706 M. Tâhir Bey tasavvufî mâhiyetteki Rav-
sup Şeyh Cübbe/Cebe Ali (Cibâli) önderliğinde üç yüz kadar derviş kerâmet
gösterip Halic'i seccadeleri üzerinde geçmiş ve bugün Cibali kapısı olarak
bilinen yerden surlara sarılmışlar. Ancak keramet izhar ettiği için fetih son-
700 Muhittin Serin, Hat Sanatı ve Meşhur Hattatlar, İstanbul 1999, s. 101.
rası Cibali şehid düşerek Gül Câmii'nin haziresine defnedilmiş, diğer derviş-
701 Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 4b; ayrıca bk. Mecdî, s. 204.
ler de adı geçen câmîde inzivâya çekilmişler. Bu bilgiler pek çok tarikat men-
702 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 186.
subu gibi Zeynîler'in de İstanbul'un fethine iştirak ettiklerini göstermekle
703 Cemil Akpınar, "Hasan Çelebi, Fenârî", DİA, XVI, 313.
birlikte, Cibali hakkında verilen bilgiler târihen çelişkilidir. Zira aynı yerde
704 Kâtip Çelebi, Süllemü'l-vüsûl, Süleymaniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 1887,
onun Mısır'da Memlûk sultanı Kalavun'un şeyhi olduğu, buradan Bursa'ya vr. 79b; ayrıca bk. Akpınar, "Hasan Çelebi, Fenârî", DİA, XVI, 313.
gelip Zeyniyye tarikatına girdiği belirtilmiştir. Oysa Sultan Kalavun'un daha
705 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 185.
Osmanlı Devleti bile kurulmadan önce; 1290'da vefat ettiği bilinmektedir
706 Osmanlı Müellifleri, I, 114; Vassaf, Sefîne, I, 2 6 9 (Sefîne'de ismi Mehmed
698 Ayvansarayî, Hadîkatü'l-cevâmî, II, 2 6 1 - 2 6 2 . Ârif şeklinde kayıtlıdır. Burada ayrıca Nüzhetü'l-muvahhidîn isimli manzum
699 Nefeszâde İbrahim, Gülzâr-t Savab, s. 52. Burada Sarıkadıoğlu Mustafa eserin sahibi olduğu kaydedilen oğlu Şeyh Ahmed Efendi de (ö. 9 7 1 / 1 5 6 3 )
Çelebi'nin Hamdullah Efendi'nin şehzâdesi olduğu kaydedilmiştir. Muh- Zeyniyye ricâli arasında kaydedilmiştir. Kabri İzmit'te zikredilen yerde
temelen yanlışlıkla "şeyhi" yerine "şehzâdesi" ifâdesi kullanılmıştır. babasının yanındadır).
zatü't-tevhid isimli manzum eserini 947'de (1540) ikmal ettiğini be- beytinin Abdurrahim Rûmî'ye âit olduğunu belirtmekte,713 Mus-
lirtmekteyse de 707 müellif eseri Receb 943'te tamamladığını sonunda tafa Kara ise Veysî'nin yukarıdaki beytinin (.Peyrev oldum...) Abdür-
manzum olarak ifâde etmiştir.708 "Bede'nâ bismillâhi'l-ganiyyi'l-ahad rahim Efendi'nin sehl-i mümtenî olarak kabul edilen beytini (Tövbe
/ Huvallâhu rahmânu hayyü samed" şeklinde başlayan ilk 23 beyti ( Yarabbi...) tamamladığını söylemektedir.714 Oysa Süleymâniye Kü-
Arapça olan eserin diğer beyitleri Türkçe'dir. Müellif şiirlerinde Ârif tüphânesi'nde (Halet Efendi, nr. 800, vr. 32a-33a, kenarda) iki varak-
mahlasını kullanmış, eserin adını da birkaç yerde zikretmiştir.709 lık bölümü kaydedilen Tövbenâme nüshasında her iki beytin de Vey-
Veysî Efendi (Üveys b. Mehmed, ö. 1037/1628) sî'ye ait olduğu anlaşılmaktadır. Beyitler öncesiyle birlikte şu şekilde
Akşehirli olduğu bildirilen Veysî Efendi'nin manzum Tövbenâme sıralanmıştır:
isimli eserinde Zeynüddin Hâfî'nin hikmetli sözlerini derlediği nakle-
dilmektedir.710 Bursalı Mehmed Tâhir Bey mezkûr eserde geçen, Tövbe Yârabbi giriftâr-ı hevâ olduğuma
Tövbe Yârabbi talepkâr-ı belâ olduğuma
Peyrev oldum o sühan-pervere ettim tövbe (-)
Daimâ rehsiper-iâmd u hata ettiklerime711 Tövbe Yârabbi ibâdet sanup ettiklerime
Dâmen-i âlûde-i çirkâb-ı riyâ olduğuma
beytindeki "sühan-perver" (mürşid) ile kastedilenin Abdürrahim Peyrev oldum o sühan-pervere ettim tövbe
Rûmî/Merzifonî (ö. 865/1461'den sonra) olduğunu belirtmiştir.712 Daimâ rehsiper-i amd u hata ettiklerime
Buradan Veysî'nin Abdürrahim Efendi'ye intisap ettiği anlaşılsa da bu Tövbe Yârabbi hata yoluna gittiklerime
târihen mümkün1 değildir. Ayrıca Mehmed Tâhir Bey, sehl-i mümtenî Bilip ettiklerime, bilmeyip ettiklerime
olarak kabul edilen,
Mahmud Hayran (ö. ?)
Tövbe Yârabbi hata yoluna gittiklerime Bursa'da Zeyniyye Dergâhı'ndaki hücresinde uzun müddet zikir
Bilip ettiklerime, bilmeyip ettiklerime ve ibadetle meşgul olduğu kaydedilen' bu zât keramet ehli olarak ta-
nınmıştı. Rivayete göre kendisine vefat edeceği zaman bildirilmiş, o
da vakit yaklaştığında arkadaşlarını Zâviye'nin yanındaki Muallimzâ-
707 Osmanlı Müellifleri, I, 114.
708 bk. Süleymâniye Ktp., Bağdatlı Vehbi, nr. 743 (178 varak). de Câmii'nin önüne toplayarak, "İçeride bir cenaze var. Ben girip dı-
709 Bununla birlikte Süleymâniye Kütüphânesi'nde bulunan bazı nüshalarının şarı çıkarayım, siz de yıkanıp kefenlenmesi ve namazının kılınması
başında müellif olarak farklı isimler kaydedilmiştir: Bağdatlı Vehbi (nr. 743) için hazırlık yapın" diyerek içeri girmiş. Uzun müddet dışarı çıkma-
bölümünde "el-Hâc Ahmed Halveti eş-şehîr bi Koca Halîfe", Mihrişah (nr. yınca ne olduğunu merak eden dervişler camiye girdiklerinde onu
2 1 3 ) bölümünde "Yiğitbaşı Ahmed Efendi", Reşid Efendi (nr. 4 5 1 )
mihrapta kıbleye yönelmiş bir şekilde vefat etmiş halde bulmuşlar. Ve
bölümünde "el-Hac Ahmed Halîfe" şeklindedir. Eserin bir bölümünün yer
aldığı Şehid Ali Paşa (nr. 1121, vr. 13a-24b) nüshasında ise Ârif İznikî ismi o zaman "içerideki cenaze" ile kendisini kasdettiğini anlamışlar. Kab-
kayıtlıdır. rinin adı geçen zaviyenin haziresinde olduğu kaydedilmektedir.715
710 M. Kanar, "Veysî", M, XIII, 3 0 9 ; Kara, Bursa'da Tarikatlar ve Tekkeler,
1,-111.
711 bk. Süleymâniye Kütüphânesi, Halet Ef., nr. 800, vr. 33a [kenarda]. Burada 713 Osmanlı Müellifleri, I, 111; II, 4 7 8 . Hüseyin Vassaf Bey de aynı bilgiyi tek-
eserin iki varak kadarlık kısmı haşiyede kaydedilmiştir (vr. 32a-33a). rarlamıştır (Sefine, I, 266).
712 Osmanlı Müellifleri, II, 4 7 8 . 714 Kara, Bursa'da Tarikatlar ve Tekkeler, I, 93, dipnot: 28.
Bu bölümde son olarak §u bilgilere de yer verilmelidir: Bu araştır-
ma sırasında bir çok nüshasına başvurulan Baldırzâde Mehmed'e ait İKİNCİ BÖLÜM
Vefeyâtnâme'nin Süleymaniye Kütüphânesi'ndeki Âşir Efendi (nr.
265) nüshasının hâmişinde, Molla Hüsrev'in talebelerinden fakih ve ZEYNÎLİĞİN ÂDÂBI VE ÖZELLİKLERİ
hattat Derviş Mehmed b. Eflâtunzâde.(ö. 935 veya 937/1531) ile (vr.
86b) Bursa Zeyniyye Dergâhı şeyhlerinden Mehmed Çelebi'nin
(Ö.969/1561-62) oğlu müderris Abdülvâhid Efendi'nin (ö. 986/1578)
de Zeyniyye'ye müntesip oldukları kaydedilmiştir (vr. 121b). Ancak
eserin diğer nüshalarında böyle bir kayda rastlanmamaktadır. Ayrıca
Cemâleddin Server Revnakoğlu, Fâtih Sultan Mehmed devri ricalin-
den olan ve Fâtih-Atpazarı'nda eski Mıhçılar caddesindeki açık türbe-
sinde son zamanlara kadar halk tarafından sık sık ziyaret edilen Şeyh
İsmâil Efendi'nin İstanbul'da Zeyniyye şeyhi olarak faaliyet gösterdi-
ğini belirtmiş, 716 Mustafa Kara da Hüseyin b. Ali Kâşifî'nin Ahlâk-ı
Muhsinî adlı manzum eserini Türkçe'ye çeviren Abdurrahman Frâ-
kî'yi (Ö.988/1580) eser ve fikirleriyle Zeyniyye kültürünü yayan şa-
hıslar arasında saymıştır.717
Öte yandan Enver Behnan Şapolyo kaynak göstermeksizin Yıldı-
rım Bâyezid (ö. 805/1403) ile Çelebi Sultan Mehmed'in de (ö.
ühreverdiyye tarikatının bir kolu olan Zeyniyye'de benimsenen
824/142,1) Zeyniyye tarikatına intisap ettiğini yazmıştır.718 Kanâati-
usûl ve âdâb büyük ölçüde Zeynüddin Hâfî'nin eserlerine; özellik-
me göre Çelebi Sultan Mehmed'in intisabı mümkün olsa bile, Yıldı-
le de Vasâya'l-Kudsiyye ile Menhecü'r-reşâd'a dayanmaktadır.1 Ayrıca
rım Bâyezid'in intisap etmiş olması târihen çok uzak bir ihtimaldir.
Sühreverdiyye'nin kurucusu Şeyh Şihâbüddin'in sünnî tasavvuf esas-
larını anlattığı Avârifü'l-maârif i ile ehl-i sünnet inançlarını kaydettiği
A'lâmü'l-hüdâ ve akîdetü erbâbi't-tüka isimli eserleri de2 Zeyniy-
ye'nin âdâbı ve prensipleri için temel kaynaklardandır. Zeynüddin
Hâfî halîfelerinden Abdürrahîm Rûmî'ye yazdığı İcâzetnâme'de adı
geçen iki eseriyle birlikte Şeyh Şihâbüddin'in bu iki eserini de bizzat
715 Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 5a; Baldırzâde Mehmed, Vefeyâtnâme, okuttuğunu ve zikir telkin etme, hırka giydirme vb. salâhiyetlerin ya-
Süleymâniye Ktp., Esad Efendi, nr. 1381, vr. 182b-183a; Güldeste, s. 228- nı sıra müridlerine bu eserleri okutması için de kendisine izin verdi-
229.
716 Cemâleddin Server Revnakoğlu, Eski Sosyal Hayatımızda Tasavvuf ve
Tarikat Kültürü (nşr. M. Doğan Bayın-îsmail Dervişoğlu), İstanbul-2003, s. 1 Zeynüddin Hâfî'nin eserleri hakkında "Zeyniyye'nin Kuruluşu" bölümde bil-
148-149. gi verilmiştir.
717 Kara, Bursa'da Tarikatlar ve Tekkeler, I, 112. Ahlâk-ı Muhsinî Tercümesi'nin 2 Arapça olan bu eserlerden Avârifü'l-maârif hakkında geniş bilgi için bk.
yazma bir nüshası Süleymâniye Kütüphanesi'ndedir (Reşid Ef., nr. 1077). (Uludağ, "Avârifü'l-maârif", DİA, IV, 109-110). Sühreverdî'nin diğer eseri
718 Şapolyo, Enver Behnan, Mezhepler ve Tarikatlar Tarihi, İstanbul 1964, s. A'lâmü'l-hüdâ'nin yazma bir nüshası Süleymâniye Kütüphânesi'nde bulun-
448. maktadır (Murad Buhârî, nr. 210, vr. 49b-71a).
ğini belirtmiştir.3 Ayrıca Hâfî Vasâya'l-Kudsiyye isimli eserinde tarika- çekleşir. Aralarında bazı önemsiz farklar bulunmakla birlikte bîatın
tın usûlünden sözederken bu hususla alâkalı Âvârifü'l-maârifi tavsiye şekli ve gayesi bütün tarikatlarda hemen hemen aynıdır. Öncelikle ta-
etmekte (vr. 6b), müridin okuyacağı duâları kaydettiği sırada da "Du- rikata girmek isteyen mürid adayının intisâba ehil olup olmadığı araş-
ânın tamâmı Avârifte kayıtlıdır" diyerek bu esere mürâcaat edilmesi- tırılır. Araştırmalar olumlu sonuç verirse tâlip bir deneme ve müridli-
ni istemektedir.4 Yine Menhecü'r-reşâd'ı hazırlarken Hâfî'nin yarar- ğe hazırlık dönemi geçirir. Bu dönemde üç gün oruç tutar, boy abdes-
landığı birkaç eser arasında Avârif in de olduğu görülmektedir.5 ti ile iki rekat namaz kılar, istihâre eder, Allah rızâsı için sadaka verir.
Sonra şeyhin yanına giderek yüzü kıbleye gelecek şekilde huzûrunda
Kaydedilen bu eserlerden başka Abdüllatîf Kudsî/Makdisî, Şihâ-
diz çöker. Şeyh tâlipten üzerinde kul hakkı varsa bunları ödeyeceğine
büddin Ahmed Sivâsî, Kutbuddinzâde Mehmed Îznikî, Şeyh Vefâ, Si-
veya helâl ettireceğine dâir söz alır. Sonra sağ elini uzatıp onunla mu-
nan Paşa, Zenbilli Ali Efendi, Safiyyüddin Ahmed Kuşâşî gibi Zeyniy-
safaha eder. Tâlibin elinin üstünde şeyhin eli bulunduğu gibi şeyhin
ye mensûbu müelliflerin tasavvuf düşünce ve anlayışlarını ortaya koy-
elinin üstünde de tarîkat pîrinin eli bulunduğu ve bunun silsileyle Hz.
dukları eserlerde ve Zeyniyye ricâline yer verilen diğer bir kısım kay-
Peygamber'e kadar ulaştığı kabul edilir. Şeyh tâlipten bütün şer'î hü-
naklarda da doğrudan veya dolaylı olarak tarikatta benimsenen pren-
kümleri yerine getireceğine, dînine ve ahlâk kurallarına bağlı kalaca-
siplere; usûl, âdâb ve erkâna yer verilmiştir. İleride temas edilecek
ğına dâir söz alır. O andan îtibâren hiçbir emrine karşı çıkmamasını,
olan bu usûl ve özellikler, temel olarak Şeyh Şihâbüddin Sühreverdî dostuna dost, düşmanına da düşman olmasını tenbih eder.7 Eğer şey-
ve Şeyh Zeynüddin Hâfî'nin görüşlerine dayanmakla birlikte, Hâ- he bir anda birden fazla kişi bîat edecekse, o zaman bir kişi şeyhin
fî'nin ileri gelen halîfesi Abdüllatîf Kudsî/Makdisî vâsıtasıyla da Zey- elinden, diğerleri de biribirlerinin eteğinden tutar ve böylece şeyh ta-
niyye'ye bâzı esasların girdiği belirtilmektedir. Kudsî'nin Şeyh Hâ- mâmına birden tövbe ve zikir telkîn ederek bîat gerçekleştirilir.8 Töv-
fî'den önce uzun yıllar hizmetinde bulunduğu Şeyh Abdülaziz Ferne- be eden tâlipte şu üç vasıf bulunmalıdır: 1. İşlediği günahlardan piş-
vî'den tevârüs ederek getirdiği bu özellikler "Def'i zarar, celb-i men- manlık, 2. Onları tekrar işlememek, 3. İleride işlemeyeceğine dâir de
faat, ihvâna yardım, düşmana mukabele için teveccüh" şeklinde ifâde kesin kararlı olmak.9 Ancak bu şartlar çerçevesinde tövbe edenlerin
edilmiştir. Bu anlayışın Kudsı'den önce tarikatta bulunmadığı vurgu- "mürid" olabileceğini belirten Şeyh Zeynüddin Hâfî, tarikatta yol al-
lanmaktadır.6 maya başlayabilmek için de dünya nimetlerinden uzaklaşmayı ve
emelleri terk etmeyi şart koşar.10 Halîfesi Abdüllatîf Kudsî bu husû-
su, tarikata girmeden önce günahlardan tövbe edenlerin, tarikata gir-
I. Şeyhe Bîat ve Tarikata Giriş dikten sonra mahbûbun dışındaki her şeyden (mâsivâ) tövbe etmesi
Tarikata girme (intisap), şeyhe bağlılık sözleşmesi anlamına gelen gerekir11 şeklinde ifâde etmiştir.
ve şeyhin elini tutmak sûretiyle icrâ edilen bir bîat merâsimiyle ger-
7 Bu bilgiler ve bîat esnasında okunan dualar için bk. Osman Türer, "Biat
3 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 5 3 - 5 5 5 . Arapça olan İcâzetnâme'nin bir nüs- (Tasavvuf)", DİA, VI, 124-125.
hası Süleymâniye Kütüphânesi'nde (Yazma Bağışlar, nr. 71, sonunda iki 8 Zeynüddin Hâfî'ye bir topluluğun bîati için bk. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s.
varak), bir başka nüshası da Marmara Üniversitesi Kütüphânesi'nde bir mec- 512.
mua içinde bulunmaktadır (Hakses, nr. 3 5 5 , vr. lla-12a). 9 Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 2b.
4 bk. el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr.lOb. 10 Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 2b; a.mlf., Risâle [Ahmed Semerkandî'ye
5 bk. Süleymâniye Ktp., İsmihan Sultan, nr. 283. Nasihatler], Süleymâniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 1391, vr. 84a.
6 bk. Lâmiî Çelebi, Nefehât Tercümesi, s. 5 5 2 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 68;
11 Abdüllatîf Kudsî, Hallü'r-rumûz ve mefâtîhu'l-künûz, Süleymâniye Ktp.,
Tâcü't-tevârîh, II, 435. Lâleli, nr. 3 7 4 5 , vr. 7a.
II. Şeyh-Mürid İlişkisi, Râbıta ve İstimdât yenler üç gruptur: "Sâlih ve ahyâr" denilen birinci gruptakiler namaz,
oruç gibi zâhirî amellerle, "evliyâ ve ebrâr" diye nitelenen ikinci
Bir şeyh-i kâmile kendi irâdesiyle bîat ederek tarîkat yolunu seçen
gruptakiler tezkiye, tasfiye, tahallîjkötü duygulardan kalbi arındırıp
mürîdin, mânevî eğitimini (seyru sülük) tamamlayıncaya kadar o şey-
nefsi temizleme ve iyiye, güzele yönlendirme) gibi bâtınî amellerle,
hin denetimi altında bulunması şart koşulmuştur. Bu, diğer tarîkatler-
"sıddîk" denilen üçüncü gruptakiler ise her ikisiyle birlikte yol alıp
de olduğu gibi Zeyniyye'de de vazgeçilmez bir kuraldır. Ancak şu da
hedefe varırlar.15
belinmelidir ki, şeyhin denetimi dışına çıkmama şartı, kendi irâdesiy-
le ona bîat etmiş olan (mürid) kişiler için konulmuştur. Yoksa böyle Şeyh-mürid ilişkisine başta Zeynüddin Hâfî olmak üzere Abdülla-
bir kural bütün müslümanlar için ileri sürülmüş değildir. Bâyezid-i tîf Kudsî, Şihâbüddin Ahmed Sivâsî, Kutbuddinzâde Mehmed İznikî,
Şeyh Vefâ, Sinan Paşa gibi ileri gelen Zeyniyye ricâli eserlerinde temas
Bistâmî'ye nisbet edilen "Üstâdı olmayanın imâmı şeytandır" sözü de
etmişlerdir. Zeynüddin Hâfî bu konuya el-Vasâya'l-Kudsiyye'de hal-
yine tasavvuf yoluna girmiş kimseler içindir. Tasavvuf klasiklerinden
vete giren mürîdin uyması gereken şartları Cüneyd-i Bağdâdî'den
Kuşeyrî Risâlesi'nde bu sözün "Müridlere nasîhat" bölümünde zikre-
naklen sıralarken işâret etmektedir. Ona göre mürîdin kalbi tam bir
dilmiş olması ve müellif Abdülkerim Kuşeyrî tarafından da bu sözden
teslimiyet ve sevgi ile sürekli şeyhe bağlı olmalı (râbıta) ve onun rû-
önce "Mürid için gerekli olan bir başka şart" şeklinde bir açıklama ge-
hâniyetinden yardım beklemelidir (istimdat). Diğer şeyhlerin de hak
tirilmiş olması12 bunu göstermektedir. Demek isteniyor ki tasavvuf
olduğunu kabul etmekle birlikte Allah'ın kendisine ancak bağlı bulun-
yolunu seçenler eğer olgun bir şeyhin denetimi altında yol almazlarsa
duğu şeyhi vâsıtasıyla feyz vereceğine inanmalı, ondan yardım isteme-
şeytanın oyuncağı hâline gelirler. Şeyh Vefâ'nın müridlerinden Sinan nin (istimdat) Nebî'den (a.s.) yardım istemek anlamına geldiğini bil-
Paşa bunu "Yola giden uz gerek; Hak isteyene kılavuz gerek. Sülük ir- melidir. Zira şeyhi tarîkat silsilesiyle Resûlullâh'dan o da Hz. Al-
şadsuz olmaz ve irşad inkiyadsuz olmaz" 13 şeklinde ifâdeye koymuş lah'tan yardım almaktadır. Şeyhine îtiraz eden ve ona kalbî râbıtayla
ve manzum olarak şu şekilde dile getirmiştir: bağlı olmayanın feyz alması ve mânen yükselmesi mümkün değildir.
Öyle olduğu için bütün meşâyih mürîdin şeyhine, ölünün yıkayıcıya
Sâlike miirşid gerek bilgil anı teslim olduğu gibi teslim olmasını gerekli görmüşlerdir.16 Mürid hal-
Mürşid olmayınca azar yolını lerini, eğer şeyhin huzûrunda ise sözlü olarak, değilse sağlam bir râ-
Rehber olmadın gidersen râha sen bıta ile gıyâbında mânevî olarak şeyhine arzetmelidir.17
Geh düşersin balçığa geh çâha (kuyu) sen.14
15 Abdüllatîf Kudsî, Tuhfetü vâhibi'l-mevâhib fî beyâni'l-makâmât ve'l-merâtib,
Öte yandan tasavvuf yolunu seçmemiş olanlar için Allah'a ulaştı- Süleymâniye Ktp., Hacı Mahmud, nr. 3 0 0 7 , vr. 2a.
ran daha başka binlerce yolun olduğu "Yaratıkların nefesleri adedin- 16 bk. Hâfî, el-Vasâya 'l-Kudsiyye, vr. 25b-27a.
ce Allah'a götüren yol vardır" şeklinde bir ifâde ile bizzat tasavvuf eh-
17 Hâfî, el-Vasâya 'l-Kudsiyye, vr. 38b. Kutbuddinzâde Mehmed İznikî, Hâfî'nin
Evrâd'ına yazdığı şerhte mürîdin şeyhin rûhâniyetinden istifâde etmesini şu
li tarafından dile getirilmiştir. Nitekim Abdüllatîf Kudsî de eserinde şekilde açıklamaktadır: Yaptığımız duâlar bizimle mukarreb melekler arasın-
mezkûr sözü naklettikten sonra şöyle demektedir: Bu yollarda yürü- da bir münâsebet meydana getirmesi sebebiyle meleklerden bize yardım ulaş-
tığı gibi, velîlerin rûhâniyetinden de yardım ulaşır. Zîra duâ eden ile velînin
rûhâniyeti arasında da bir münâsebet meydana gelmektedir. Ayrıca velînin
12 Abdülkerim Kuşeyrî, er-Risâletü'l-kuseyriyye (thk. Abdülhalîm Mahmud- hayatta olup olmaması da önemli değildir. Vefat etmiş olanların kabirleri
Mahmud b. eş-Şerîf), Kahire, ts., II, 735. ziyâret edilip duâ edildiğinde bol miktarda feyz meydana gelir (Kutbuddin-
13 Sinan Paşa, Tazarrûnâme, s. 181. zâde Mehmed İznikî, Tenvîru'l-evrâd, Süleymâniye Ktp., Amcazâde Hüseyin
Paşa, nr. 2 9 0 , vr. 10b).
14 a.g.e., s. 77.
Şeyh Vefâ da mürşid-i kâmilleri birer mânevî doktor olarak nite- den Sinan Paşa ise Tazarrûnâme'de "İşâret-i Vucûb-i Şeyh" başlığıyla
lemekte ve bir hastanın doktora teslim olduğu gibi mürid de mürşidi- şeyh-mürid ilişkisine temas etmişlerdir.24
ne teslim olmalı; sözlerinde bir hikmet olduğuna inanarak isteklerini İleri gelen meşâyihin yaptığı açıklamalar göstermektedir ki, mürî-
yerine getirmelidir, demektedir. Ayrıca mürîdin kendisini devamlı din mânevî yükselişi şeyhine olan râbıtasıyla; yâni kalbî bağlılık dere-
şeyhin huzûrunda olarak düşünmesi gerektiğini de vurgulayan Şeyh
cesiyle doğru orantılıdır. Bu yüzden mürîdin, şeyhini en yüksek dere-
Vefâ,18 insanın içinde bulunduğu "his âlemi"nin kayıtlarından kuru-
ceye çıkmış bir velî olarak kabul edip her şeyiyle ona bağlanması is-
tulup şeyhin yardımıyla "misal âlemi"ne geçerek hakîkî kurtuluşa ere-
tenmiştir. Bununla birlikte şeyhe bağlılığın îtidal ölçüsünde de olabi-
ceğini belirtmektedir. Bunu şu şekilde ifâde etmiştir: "Sen annesinin
leceği Hacı Halîfe tarafından dile getirilmiştir. Ona göre, şeyhe yuka-
karnındaki çocuk gibi şu his âleminde hapissin. Eğer misal âlemine
rıda belirtildiği şekilde bağlılık esas olmakla birlikte, şeyhin yalnızca
doğmazsan karanlıkta kan emmeye devam edersin. Şâyet misal âlemi-
şerîat yolunda yürüyen bir Hak eri olduğunu kabul edip, kerâmet eh-
ne doğmayı başarırsan, karanlıktan da kandan da kurtulur, süt emme-
li bir velî olduğuna inanmadan da mürid olmak mümkündür.25
ye başlarsın. Unutma ki şeyhin irşâdı, mürîdine süt vermesi gibidir."19
Zeyniyye'nin ileri gelen şeyhlerinden Hacı Halîfe şeyhin sözüne
uymanın mürid için ne denli erdirici rol oynadığını yaşadığı bir tec-
rübeden yola çıkarak şöyle dile getirmiştir: "Altı ay boyunca kendi ka- III. Zühd Anlayışı, Seyru Sülük ve Nefis Terbiyesi
rarımla hiç hayvânî gıda almadan ve su içmeden riyâzet yaptığım hal-
ÂJıirete yönelmek için dünyaya ilgi göstermemek anlamında kulla-
de bir şey elde edemedim. Bütün kazanımlarım ancak şeyhimin tavsi-
nılan zühd, tasavvuf ehlinin vazgeçilmez prensiplerinden biridir. Dün-
yelerine uymakla gerçekleşti."20
yaya ilgi göstermeme, bâzı sûfîlerce "ona hiç sâhip olmama" şeklinde,
Şihâbüddin Ahmed Sivâsî Risâletü'n-necât isimli eserinde şeyhe bâzılarınca ise "sevgisini gönüle sokmama" şeklinde anlaşılmış ve uy-
kalbî râbıtanın gerekliliği konusunda bir kısım âyet ve hadislerden de- gulanmıştır. Zeyniyye tarikatında birincisinin, yâni dünyâya hiç sâhip
liller kaydetmiş,21 ayrıca mürîdin şeyhin makamına oturamayacağı, olmamanın esas alındığı ve bunun mürîdin mânen yol alabilmesi (sey-
elbisesini giyemeyeceği, sözüne itiraz edemeyeceği ve yanında güle- ru sülük) için temel şartlardan biri olarak kabul edildiği görülmektedir.
meyeceği, şeyhin hanımı annesi yerinde olduğu için şeyh onu boşasa Zeynüddin Hâfî Vasâyâ'sında, tövbe edip mürid olan kimsenin artık
bile evlenemeyeceğini dile getirmiştir.22 Abdüllatîf Kudsî de Hâdi'l-
daha önce sâhip olduğu yüksek makam, leziz yemek, değerli giyecek,
kulûb isimli eserinde "şeyhlik mertebesi", "şeyhliğin şartları ve edep-
rahat yataklarda uyku gibi şeylerden ferâgat etmesi gerektiğini belirt-
leri", "müridin edepleri" gibi başlıklarla,23 Şeyh Vefâ'nın müridlerin-
18 Vefa Muslihuddin Mustafa, Makâm-ı Sülük, Süleymâniye Ktp., İbrâhim Efen- varaktan ibârettir. Kalan bu varaklarda ise, giriş kısmında verilen bölüm baş-
di, nr. 6 5 2 , vr. 2a. lıklarından anlaşıldığı kadarıyla tasavvufî meselelere geçmeden önce inanç
19 Vefa Muslihuddin Mustafa, Sâz-ı trfân, Süleymâniye Ktp., İbrâhim Efendi, nr. konularının ele alındığı birinci bölüm bile bitmemiştir. Eserde şeyh-mürid iliş-
652, vr. 40b. kilerine dâir bilgiler verildiği, başında kaydedilen bölüm başlıklarından an-
20 bk. Lâmiî Çelebi, Nefehât Tercümesi, s. 5 5 7 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 242. laşılmatktadır. Eserin Süleymâniye Kütüphânesi'nde (Dâru'l-Mesnevî, nr.
21 Şihâbüddin Ahmed Sivâsî, Risâletü'n-necât min şerri's-stfât, Süleymâniye 116) bir başka nüsnasının daha kayıtlı olduğu görülmektedir. Ancak bu nüs-
Ktp., Hâlet Efendi, nr. 246, vr. 66a. ha da kayıptır.
22 a.g.e., vr. 71a. 24 Sinan Paşa, Tazarrûnâme, s. 76-80.
23 Abdüllatîf Kudsî, Hâdi'l-kulûb ilâ likâi'l-mahbûb, Süleymâniye Ktp., Yazma 25 bk. Lâmiî Çelebi, Nefehât Tercümesi, s. 5 5 7 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 241-
Bağışlar, nr. 167. Hâdi'l-kulûb''un kaydedilen bu nüshası noksan olup sekiz 242.
mekte, bunu gerçekleştirmeden zâhid olunamayacağını vurgulamakta- tövbe edip Allah'a itâatle meşgul olmalıdır. Eğer rızık endişesiyle ko-
dır.26 Müridlerinden Ahmed Semerkandî'ye tavsiye niteliğinde yazdığı ' casının tarîkata girmesine engel olmaya kalkarsa, kocası mehrini ve-
risâlesinde mânevî yükselişin şartlarım şu şekilde saymıştır: Zâhiren ve rir ve Allah rızası için onu boşar.30
bâtınen dünyâyı terk etmek; zâhiren ve bâtmen takvâya sarılmak; mâ- Mürid rızık konusunda Allah'a tevekkül etmeli, O'na güvenmeli-
sivâdan (Allah'ın dışındaki her şey) uzaklaşmak; kalb ve bedenle Al- dir. Rızık için çalışmaya gerek duymamalı, insanlardan bir şeyler
lah'a yönelmek. Dünyayı terketme, elini mal ve mülklerden kalbini de umarak etrâfında dolanmamalıdır.31 Ayrıca yemesi, içmesi ve uyuma-
emellerden temizlemekle gerçekleşir. Takvâya sarılmak ise, insanlardan sını ibâdete güç ve kuvvet kazanmak niyetiyle yapmalı, eşiyle buluş-
uzaklaşmak (uzlet), evlenmeyi terk etmek ve bekârlığa sabretmekle masını da harama düşmemek için şehvetini teskin etmek ve Allah'a
olur.27 Hâfî ayrıca Vasâyâ'da da mürîdin insanlardan uzaklaşması (uz- kulluk edecek bir çocuğa sâhip olmak umuduyla gerçekleştirmelidir.
let) ve evlilik meselesi üzerinde durmuş, bu çerçevede seyru sülûkünü Yoksa bunlardan lezzet almayı hedeflememelidir.32
ikmâle koyulan bir kimsenin din işlerinde gevşek davranan kötü huylu
çSeyru sülük ile mürîdin, kötülüklerin en önemli kaynağı olarak
kimselerle arkadaşlık etmemesini, gıybet, yalan, riyâ, kibir, haset, nifak
görülen nefsini terbiye etmesi; kötü huylarını iyi ve güzel huylara dö-
gibi pek çok bozuk hâl ve davranışların bu gibi insanlardan bulaştığını
nüştürmesi amaçlanmaktadır. Şeyh Vefâ Makâm-ı Sülük isimli eserin-
bilerek cumâ ve cemaatle namazın dışında insanların arasına karışma-
de nefsin ilk mertebedeki vasfı olan "emmâre" (sürekli kötülüğü em-
masını tavsiye etmiş, sohbet edecek sâdık bir kimse bulursa onunla soh-
retme) özelliğini zikrettikten sonra şöyle diyor: Bu makamda nefsin
bet edebileceğini, aksi takdirde bütün vaktini Allah'a ibâdet ile geçir-
işi gücü hevâsı peşinden koşmaktır. Dünyâyı sever, ama âhireti aklına
mesinin uygun olacağını belirtmiştir.28
bile getirmek istemez. Bu mertebede ölenler mücrim (günahkâr) ola-
Bekâr olarak tarîkata girenler, seyru sülûkünü tamamlayıncaya rak giderler. O sebeple nefsi riyâzetle (çile, halvet, uzlet vb.) bu mer-
kadar evlenmemelidirler. Zira bu kimseler nefsin hevâsını önlemek tebeden kurtarıp daha yüksek derecelere çıkarmak gerekir. Zira bu
için çetin bir mücâdele içine girmişlerdir. Ne zaman ki Hak eri olur- şekilde terbiye edilmezse daha da azar ve mukabili olan ruh/can be-
lar ve artık dertleri devâları hâline gelir, o zaman evlenebilirler.29 Sû- dendeki etkisini yitirir. Şeyh Vefa bu husûsu manzum olarak şu şekil-
fi evleneceği hanımın kendisini ibâdet ve tâatinden alıkoymaması için de dile getirmiştir: y
dînine bağlı, kanâat sâhibi, sabırlı ve saygılı kimselerden olmasına
dikkat etmelidir. Eğer böyle bir kimse bulamazsa bekârlığı evliliğe ter- Ten gıdâsmdan nefs bulur hayat
cih eder. Zira açlık ve uykusuzluk çekerek bekârlığa sabretmek, yuka- Ol hayat buldukça can bulur memat?3
rıdaki vasıflara sahip olmayan bir hanıma tahammül etmekten daha
üstün ve daha sevaptır. Evli olarak tarîkata girenlerin hanımları da Nefsin çirkin huylarını güzel huylara dönüştürme konusunda
Zeynüddin Hâfî seyru sülük erbâbına, kötü vasıflardan herbirini bu
vasıfların kendisinde hâkim olduğu bir hayvan sürerinde düşünmesi-
26 Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 4b.
27 Zeynüddin Hâfî, Risâle (Ahmed Semerkandî'ye Nasihatler), Süleymâniye ni tavsiye etmektedir. Meselâ hasedi kurt, aldatmayı tilki, boş yere ge-
Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 1391, vr. 84a-87b.
28 Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 8a-b.
29 Taşköprîzâde, Hacı Halîfe'nin (Şeyh Abdullah, Ö.894/1489) müridlerinden 30 Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 4b-5a.
birinin evlendiğini eserinde bir vesileyle kaydetmiştir (bk. eş-Şekâik, s. 245). 31 Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 6b.
Bu eğer çok özel bir durum değil ise, tarikatta mürîdin evlenmemesi kuralının 32 Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 8b.
zaman içinde yumuşatıldığına işâret sayılabilir. 33 Vefâ, Makâm-ı Sülük, vr. 2a.
zip dolaşmayı çakal, gafleti tavşan, cimriliği fâre, hırsı karınca, boğaz edilir.37 Başta kurucusu Zeynüddin Hâfî olmak üzere tarikatın ileri
düşkünlüğünü maymun ve ala köpek, kibri kaplan, kendisine itaat gelenleri zikrin yapılış şeklini şöyle târif etmişlerdir: Mürid önce bağ-
edilmesini arzu etme ve yükseldik duygusunu aslan, kızmayı (gadab) daş kurup ellerini ayakları üzerine (uyluklarına) koyar, ardından göz-
siyah köpek ve ayı, fere şehvetini eşek şeklinde düşünmelidir. Ayrıca lerini yumarak başını kalbi üzerine eğer. Zikre "Lâ" sözüyle başlar ve
; şehveti söndürmek için az gıda, oruç ve uykusuzluk gerekir.34 aynı anda başını sağ omuzuna doğru kaldırır. Baş sağ omuzun üzerin-
I1
de iken kelime-i tevhîdin "Lâ ilâhe" kısmı bitmiş olur. Ara vermeden
Taşköprîzâde'nin eş-Şekâik'te yer verdiği bir olay, Zeyniyye'de
başını tekrar kalbine doğru indirir ve tam kalbi üzerine geldiğinde
j nefsin kötü huylarına karşı mürîdin ne kadar dikkatli ve uyanık olma-
vurgulu bir şekilde "İllâllah" der.38
sının istendiğini göstermesi bakımından önemlidir. Kaydedildiğine gö-
re, Zeyniyye ricâlinden Şeyh Muslihuddin Kocevî İstanbul'a geldiğin- Abdüllatîf Kudsî kelime-i tevhîdin nefiy kısmıyla (Lâ ilâhe) Al-
| de Şeyh Vefâ teberrüken müridlerini onun ziyâretine gönderir. Musli- lah'ın zâtı için muhal olan sıfatların nefyedildiğini, isbat kısmıyla da
huddin Efendi'nin bir âdeti vardır; birisi elini öptüğünde mutlaka eli- (illâllah) zâtı için gerekli olan sıfatların isbat edildiğini belirtir. Ayrıca
ni yıkamaktadır. Vefâ'nın dervişleri sırayla elini öptükçe herbirinden nefiy kısmının "fenâ"ya, isbat kısmının "beka"ya işâret ettiğini, dola-
! sonra elini yıkadığı halde, Veliyyüddin isimli dervişten sonra her ne- yısıyla "Lâ ilâhe" ile Allah'tan başka her şeyin nefyedilip "İllâllah" ile
; dense yıkamaz. Bu durumu şeyhi Vefâ'ya öğünçle, sevinerek anlatan O'ndan başka hiçbir şeyin ibkâ edilmediğini vurgular.39 O sebeple zi-
p:,., Veliyyüddin'de ufak bir enâniyet sezen Şeyh Vefâ şöyle demiştir: "Na- kir esnâsında baş soldan sağ omuza doğru kaldırılırken, mâsivânın
il ; sil yıkasaydı ki, sen öpünce elini kesmesi gerekiyordu." Veliyyüddin kalpten sökülüp atılmasına, "Allah" denildiğinde de kalbe Allah'ın
| ^ Efendi, "Benim için tasavvuf kapısı işte bu sözden sonra açıldı" diye- nûrunun yerleşmesine niyet edilir.40
li rek, yapılan uyarının kendisi üzerindeki tesîrini dile getirmiştir.35 Yi- Tarikata yeni girmiş olanlar "Lâ ilâhe illâllah" derken "Lâ mâbû-
İî ne Şeyh Vefâ'ya bir gün, şehre çok güçlü bir adamın geldiğini, kimse- de gayrallah" mânâsını düşünür. Biraz ilerleyip orta dereceye yüksel-
Ş t nin kaldırmaya güç yetiremeyeceği koca koca taşları rahatlıkla kaldır- miş sâlik "Lâ matlûbe/Lâ murâde/Lâ maksûde illâllah" mânâsına niyet
dığını söylediklerinde o, "Abdest ibriğini kaldırmak o taşları kaldır- eder. Kalbinde mahlûka karşı muhabbet kalanlar "Lâ mahbûbe illâl-
ıp-' maktan daha zordur; çünkü biri nefsin hoşuna diğeri ise zoruna git- lah" mânâsını düşünür. Tevhid zikrine devam eden mürîdin kalbi vah-
mektedir" demiş36 ve böylece şerîatın emirlerini yerine getirmenin dâniyet nurlarıyla dolunca, bu nurlar kâinâtın bütün safhalarına da
| nefsi terbiye konusunda ne denli etkili olduğunu ifâdeye çalışmıştır. akseder. Sonuçta mürid varlıkları gerçekte oldukları gibi; yâni kendi-
liklerinden var olamayan, her an yok olup gitmesi mümkün eğreti
.', ı
'I
IV. Zikir Şekli ve Evrâd 37 Anonim, Abdürrahim Rûmî'nin Silsilesi, Nuruosmâniye Ktp. nr. 2650, vr. 2a;
Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. lb.
Zeyniyye tarîkatında uygulanan zikir "cehrî" ya da "celî" tâbir 38 Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 10b; Kuşâşî, es-Simtu'l-mecîd, vr. 62b; ayrıca
edilen sesli tevhîd (Lâ ilâhe illâllah) zikrinden ibârettir. Bu zikri ve ya- bk. Anonim, Abdürrahim Rûmî'nin Silsilesi, Nuruosmâniye Ktp. nr. 2 6 5 0 , vr.
pılış şeklini ilk olarak Hz. Peygamber'in Hz. Ali'ye târif ettiği kabul 2a; Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. lb. Kuşâşî zikrin yapılış şeklini
Hâfî'nin halîfesinin halîfesi Tâcüddin Abdurrahman el-Mürşidî el-
Kazerûnî'den naklen kaydetmiştir. Zikirde oturuş şeklini de yine aynı zâttan
34 bk. Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 38b-39a-b. naklen o kaydetmektedir.
35 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 2 4 0 .
39 Kudsî, Hallü'r-rumûz, vr. 12a.
36 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 2 4 0 ; Tâcü't-tevârîh, II, 5 2 9 .
40 Kuşâşî, es-Simtu'l-mecîd, vr. 62b.
k:
varlıklar olarak görmeye başlar. Bu durumda "Lâ ilâhe illâllah" der- risâle kaleme alarak bu tür bir zikri muhâliflerine karşı savunması,47
ken niyeti "Lâ mevcûde illâllah" olur ve böylece tevhîd nûru ortaya Zeyniyye'de devran ile zikir yapıldığım gösteren hususlar olarak de-
çıkar. Bu sırada meydana gelen kevnî keşiflere ve kerâmetlere iltifat ğerlendirilebilir^
etmez. Zira onlar nefsin hevâ ve hevesinden kaynaklanmaktadır.41
Zeynüddin Hâfî tarikatta okunacak "evrâd" ve "hizb"i de Arapça
Zeyniyye ricâlinden Hacı Halîfe, tevhid zikrine devam eden mü- olarak kaleme almıştır. Sabahlan okunan virdler "Hâzâ evrâdü's-
rîdin zamanla kendisini hep Allah'ın huzûrunda görmeye başlayacağı subh" şeklinde kaydedilmiş, peşinden "Hâzâ hizbü'l-mev'ûd" başlı-
için diliyle zikredemez hâle gelebileceğini, hatta duâ bile edemeyece- ğıyla diğer okunacak duâlar zikredilmiştir.48 Aşağıda mürîdin yirmi
ğini belirtmekte, bu durumda zikirden fikire geçmenin, yâni yalnızca dört saati anlatılırken bu virdlerin zamanlarına işâret edilecektir. Bu-
Hakk'ın huzûrunu düşünmenin yeterli olacağını ifâde etmektedir. nunla birlikte Zeyniyye şeyhlerinden Mehmed b. Sa'dî (ö. Cemâziye-
Ona göre bu hâl, Cibrîl hadîsinde ifâde edilen "Allah'ı görüyormuş gi- levvel 1040/Aralık 1630), Hâfî'nin şeyhinin şeyhi Yûsuf Acemî Gûrâ-
bi ibâdet etme/ihsan" derecesinin başlangıcıdır.42 nî'nin tertip ettiği evrâdın Zeyniyye şeyhleri tarafından beş vakit na-
Yukarıda verilen "tevhid zikri" târifinden anlaşıldığına göre tari- mazdan sonra okunageldiğini belirtmiştir.49 Bu, Hâfî'den çok önce
katta zikir oturarak icrâ edilmekte; yâni "kuûdî zikir" uygulanmakta- tertip edilen bir evrâdın tarikatta okunduğunu göstermektedir. Ve
dır. Ancak kaynaklarda açıkça ifâde edilmemiş olsa da Zeynîlerin belki de Hâfî'ye nisbet edilen evrad, Gûrânî'nin tertip ettiği evrad
"kuûdî zikir"le birlikte, ayakta dönerek zikretme anlamına gelen olup Hâfî tarafından da okunduğu için sonradan ona nisbet edilmiş-
"davrânî zikir" tarzım da uyguladıkları tahmin edilebilir. Zira Zey- tir. Ancak yine de Gûrânî'ye nisbet edilen evrad elde edilinceye kadar
niyye'nin bağlı bulunduğu ana tarîkat olan Sühreverdiyye'de devrânî bu hususta kesin bir şey söylemek zordur.
zikre büyük önem verildiği belirtilmektedir.43 Ayrıca Ö. T. İnançer
Zeyniyye'nin Horasan tasavvuf ekolüne bağlı olduğu için devrânî zi-
kir tarzını benimsediğini ve zikir âyininin Halvetî âyinine çok benze-
V. Mürîdin Yirmi Dört Saati ve Halvet Hâli
diğini ifâde etmekte, ancak bu hususla alâkalı her hangi bir kaynak
zikretmemektedir.44 Kanaatime göre, Abdüllatîf Kudsî'nin genellikle Zeynüddin Hâfî el-Vasâya'l-Kudsiyye'de müridlerin vaktini gece
devran sırasında icrâ edilen "semâ" ile ilgili, Allah'a olan muhabbet ve gündüz nasıl değerlendirmesi gerektiğini ayrıntılı bir şekilde anlat-
sebebiyle cezbeye kapılarak yapıldığında insandaki güzel huyların açı- mış, okunması gereken duâları da ayrı ayrı kaydetmiştir.50 Buna göre
ğa çıkmasına yardımcı olduğunu söylemesi,45 Şeyh Vefâ'nın ayakta bir mürid yirmi dört saati şu şekilde geçirmelidir:
halka hâlinde icrâ edilen ve "Vefâ devri" diye bilinen bir zikir türünü Sabah Duâları:
uygulamış olması,46 Vefâ'nın müridlerinden Şeyhülislâm Zenbilli Ali Sabah namazı vakti (fecr-i sâdık) girdiğinde mürid önce "Allâhüm-
Efendi'nin devran ile alâkalı verdiği müsbet fetvâların yanı sıra bir de me innî esbahtü üşhidüke..." diye başlayan duâyı (9 satır), sonra üç
defa "Allâhümme mâ esbaha bî min nîmetin..." diye başlayan duâyı (2
41 Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. llb-12a.
42 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 5 7 - 5 5 8 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 242. 47 Öngören, Osmanltlar'da Tasavvuf, s. 343, 369-370.
43 Uludağ, "Devran", DİA, IX, 248. 48 Süleymaniye Ktp., Murad Buharî, nr. 2 1 0 0 , vr. 82b-85a.
44 İnançer, "Zeynîlik (Zİkir Usûlü ve Mûsikî)", DBİA, VII, 553. • 49 Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 2a, 4b.
45 Kudsî, Hallü'r-rumûz, vr. 37a. 50 Eserde tam olarak kaydedilmiş olan duâların burada sâdece başlangıç kısmı
46 bk. burada "Vefâiyye-i Zeyniyye" bölümü. kaydedilecektir.
satır), sonra "Allâhümme leke'l-hamdü hamden..." diye başlayan du- konuşuyormuş ya da Kur'ân'ı O'na okuyormuş gibi dikkatli ve uya-
âyı (4 satır) okur. Daha sonra ise okuyabildiği kadar "Sübhânallâhi ve nık olur. Sonra iki ya da dört rekat olarak Duhâ namazı kılar. Her iki
bihamdihî adede halkıhî..."diye başlayan duâyı (1 satır), eğer vakit rekatta da Fâtiha'dan sonra Duhâ ve İnşirah sûrelerini okur. Dört re-
olursa "Sübhânallâhi ve bihamdihî ed'âfe..." diye başlayan duâyı (9 kat kılacaksa ilk iki rekatta Şems ve Leyi sûrelerini, sonrakinde ise iki
satır) okur. Ardından sabah namazının iki rekat sünnetini kılar. Birin- rekat kılınırken okunan sûreleri; yâni Duhâ ve İnşirâh'ı okur. Namaz-
ci rekatta Fâtiha'dan sonra Kâfirûn sûresini, ikinci rekatta ise İhlas sû- dan sonraki vaktini ise ehl-i sünnete uygun inanç esaslarını öğrenme-
resini okur. Farza başlamadan önce yüz defa ya da mümkün olduğu ye ya da öğretmeye ayırır.55 Ders saatinden sonra eğer oruca niyetli
kadar "Sübhânallâhi ve bihamdihî sübhânallâhi'l-azîm ve bihamdihî değilse yemeğini yer 56 ve gece kalkmasına yardımcı olsun diye kaylû-
estağfirullah" duâsını okur. Sonra mümkün olduğu kadar salavât ge- le uykusuna yatar. Uyanınca kalkıp abdest alır ve iki rekat şükür na-
tirir. Ardından "Allâhümme innî es'elüke rahmeten..." diye başlayan mazı kılar, güneş zevâl buluncaya kadar da zikirle meşgul olur.57 Ar-
duâyı okur. Sonra cemâatle farzı kılar.51 dından ister Hanefî isterse Şâfiî mezhebine mensup olsun tek selâmla
dört rekat nâfile kılar. Sonra öğlenin dört rekat sünnetini, cemâatle
Sabah Evrâdı, Tevhid Zikri ve Murâkabe: farzını ve peşinden son sünnetini kılar. Öğle namazından sonra ise iki
Mürid sabah namazının ardından "sabah evrâdı"nı, onu tâkiben rekat daha nâfile kılar.58
de kendisine verilen "hizb"i okur. Sonra "Lâ ilâhe illâllah" zikriyle
İlmi Faaliyetler:
meşgul olur.52 Güneş bir ya da iki mızrak boyu yükselinceye kadar bu
zikre devam eden mürid yorulunca zikri bırakır ve murâkabeye dalar. Akâidle ilgili konuların tahsîli ya da tâlîmi için müride kuşluk vak-
Önce Hak Taâlâ'nm her taraftan kendisine baktığını ve onu kuşattığı- tinde ayrılan zamânın yanı sıra ilmî faaliyetleri için öğle ile ikindi ara-
sı, akşamla yatsı arası ve yatsıdan sonra olmak üzere üç ayrı zaman di-
nı düşünür. Düşündükçe vücûdu küçülür, küçülür... Rabbi'ne gitmek-
limi daha ayrılmıştır. Ancak bu vakitlerin başında ve sonunda yapıl-
ten başka çâre kalmaz ve cismiyet ortadan kalkar... Sonra kalbine me-
ması gereken bâzı duâlar ve nâfile ibâdetler bulunmaktadır. Buna gö-
sajlar (havâtır) gelmeye başlayınca, dervişler arasında bilinen duâyı
re öğleden îtibâren yatma vaktine kadar müridin yapması gerekenler
okur.53 Murâkabenin ardından iki rekat Kuşluk (İşrak) namazı kılar.
şu şekilde düzenlenmiştir: Öğle namazını müteâkip kıldığı iki rekat-
Birinci rekatta Fâtiha'dan sonra Nûr sûresinin 35. âyetini, ikinci re-
lik nâfileden sonra eğer önemli bir işi varsa ikindiye kadar o işini gö-
katta da 36-38. âyetlerini okur. Sonra birkaç defa daha zikir yapar ve
rür. Eğer işi yoksa kitap mütâlaa eder veyâ daha önce te'lîfe başladı-
duâ eder.54
ğı eserini yazmakla meşgul olur. Sonra dört rekat ikindinin sünnetini,
Kur'an Okuma ve Akâid Tahsili: ardından da cemaatle farzını kılar. Namazın peşinden kendisine veri-
Mürid sabah evrâdı, tevhid zikri vb. vazifelerini yerine getirdik- len "hizb"i okur. Sonra güneş batıncaya kadar tevhîd zikriyle meşgul
ten sonra mânâsını düşünerek bir müddet Kur'an okur. Sanki Allah'la olur. Eğer zikir güneş batmadan önce biterse akşam namazı vaktine
kadar teşbih ve istiğfar çeker. Cemaatle akşamın farzını, sonra iki re-
kat sünnetini kılar. Ardından îmanın bekası için iki rekat daha namaz
51 Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 9b-10b. kılar. Her bir rekatta Fâtiha'dan sonra Âyetü'l-kürsî'yi, İhlas, Felak ve
52 Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 10b. İlerleyen sayfalarda tevhid zikrinin yapılış
şekli ve müridin zikir sırasında dikkat etmesi gerekenler anlatılmaktadır. An-
cak bunlar daha önce "Zikir Şekli" başlığı altında anlatıldığı için burada tek- 55 Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 13a-b.
rar kaydedilmemiştir. 56 Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 14b.
53 Dua kaydedilmemiştir. 57 Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 15b.
54 Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 12b-13a. Duâ kaydedilmemiştir. 58 Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 16a.
Nâs sûrelerini okur. Sonra on defa salavât getirir. Peşinden üç defâ Teheccüd Vakti:
"Allâhümme innî istevda'tüke..." diye başlayan duâyı (iki satır) okur. Mürid bir müddet uyuduktan sonra teheccüt vaktinde kalkar ve
Sonra ilim tahsil edenlerden ise yatsıya kadar kitap miitâlaası ile meş- "Elhamdü lillâhillezî ahyânâ..." diye başlayan duâyı okur, istiğfar çeker
gul olur. Bu sırada hiç konuşmaz. Zira konuşmak kalbi bulandırır. ve Allah'ı (c.c.) teşbih eder. Ardından abdest alıp iki rekat namaz kılar.
Kendisine dînî-şer'î bir mesele sorulmazsa yatsıdan sonra da konuş- Sonra on rekatta tamamlamak üzere Teheccüd namazına başlar. İlk iki
mamalıdır. Eğer ilim tahsil eden müridlerden değilse uygun olan tev- rekatta Fâtiha'dan sonra Âyetü'l-kürsî ve Âmene'r-rasûlü'yü okur.
hîd zikriyle meşgul olmasıdır. Yatsı vakti girince dört rekat sünnetini, Selâmdan sonra birkaç kez teşbih çeker, zikir yapar, salavât getirir.
cemâatle farzım, sonra da dilerse iki, dilerse dört rekat olarak son Üçüncü ve dördüncü rekatlarda Secde ve Duhan sûrelerini, beşinci ve
sünnetini kılar. Ardından hücresine çekilip tek selâmla dört rekat altıncı rekatlarda Yâsîn ve Fetih sûrelerini veya Zümer veya Hadîd ya
nâfile kılar. Birinci rekatta Fâtiha'dan sonra Âyetü'l-kürsî'yi, ikincide da dilediği bir sûreyi okur. Yedinci ve sekizinci rekatlarda Mülk ve
Âmene'r-rasûlü'yü, üçüncüde Hadîd sûresinin ilk altı âyetini, dördün- Müzemmil sûrelerini, dokuzuncu ve onuncu rekatlarda da Tâ-Hâ
cüde ise Haşr sûresinin son dört âyetini okur. Sonra eğer yanında sûresinin tamâmını veya bir kısmını okur. Sonra Vitir namazını kılmaya
diğer dervişler varsa onlarla birlikte, değilse tek başına zikir yapar. başlar. Birinci rekatta Fâtiha'dan sonra A'lâ, ikincide Kâfirûn, üçün-
Ardından yüz defa salavât getirir. Sonra dervişler arasında yapılan cüde ise İhlas sûrelerini okur. Kunut duâlarını Hanefî ve Şâfiî mez-
şekliyle dört büyük melek, hamele-i arş, mukarreb melekler ve bütün hebine göre olan görüşleri birleştirerek okur. Vitir'den sonra salavât
peygamberler üzerine üç defa salat okur. O günkü gafletini düşünerek getirir ve gecenin altıda biri kalıncaya dek zikirle meşgul olur. Sonra
yetmiş defa istiğfar çekip duâ eder. Duânın peşinden anne ve babası, sabah namazı vaktine kadar kendisi, anne babası ve bütün müminler
şeyhi, ihvânı ve arkadaşları için Kur'an'dan birer bölüm okur ve için yirmi beş defa "Estağfirullâhe lî, velivâlidiyye, velicemîilmü'minîne
sonunda Hz. Peygamber'e (a.s.) salavât getirir. Yine eğer ilim tahsil ve'l-mü'minât el-ahyâ-i minhüm ve'l-emvât" şeklinde istiğfarda
eden müridlerden ise, özellikle kış mevsiminde uykusu gelinceye bulunur ve çokça duâlar eder... Ardından yeni bir günün duâ ve zikir-
kadar kitap mütâlaa eder. Eğer değilse tevhîd zikriyle meşgul olur. lerine târif edildiği şekilde tekrar başlar.61
Uykusu gelince beklemeden yatar ki, teheccüde kalkabilsin. Yatmadan
Halvet Hâli:
önce diz çöküp oturarak Âyetü'l-kürsî'yi, Âmene'r-rasûlü'yü, Kehf
sûresinin son dört âyetini, "Bismike Allâhümme..." diye başlayan ve Yirmi dört saatini normal zamanlarda yukarıda açıklandığı şekil-
de değerlendiren müridin halvette iken yapması gerekenler biraz
"Allâhümme eykıznî..." diye başlayan duâları okur.59
daha farklıdır. Bilindiği gibi çoğu tasavvuf ehlinin günahtan korun-
Yukarıdaki düzenleme göstermektedir ki, mürid öğleden sonra mak ve daha iyi ibâdet etmek için ıssız yerleri tercih ederek halvet/uz-
yatmcaya kadar ikindi ile akşam arası hâriç çoğu vaktini ilmî let hayâtını tercih etmeleri bir çok tarîkat tarafından genel kabul gör-
mütâlaalar ile geçirmektedir. Ancak ilim tedrîsi açısından şartlara müş ve bu, bir şeyhin gözetiminde, belli bir zaman dilimi içinde
göre bu düzenlemenin dışına çıkılabildiğini gösteren uygulamalara da (genellikle kırk gün) çilehâne veya halvethâne denilen dış dünyaya
rastlanmaktadır. Nitekim daha önce kaydedildiği gibi Şeyh Vefâ Tek- kapalı küçük mekanlarda uygulanan özel şekliyle müridlerin mânevî
kesi'nde Molla Lütfi Buhârî dersini, medresedeki derslerini bitirdik- terbiyesi için önemli bir unsur olarak kullanılmıştır. Zeynüddin Hâfî
ten sonra ikindi ile akşam arasında okutmaktaydı.60 bir gün boyunca mürîdin yapması gerekenleri ayrıntılı bir şekilde kay-
dettiği gibi, halvete giren mürîdin uyması gereken şartları da Cüneyd-i
Tosya 1 1 0 , 1 1 2 101, 107, 108, 109, 112, 170, 181 179, 1 8 1 , 1 8 2 , 1 8 6 , 187,
Tövbenâme 166, 167 115, 117, 126, 127, 128, Zeynelâbidîn İbnü'l-Acemî 6 1
188, 189, 190, 191, 192,
Trablus 7 7 132, 133, 136, 137, 154, Zeynîler 8 2 , 1 1 8 , 1 5 8 , 1 5 9 , 1 6 4 ,
193, 194, 197, 199, 200,
Trakya 8 5 156, 193, 2 0 0 199
Tuhfe Hattatın 100, 101, 143, 163, Vecîhüddin 3 5 , 3 7 , 5 2 , 5 3 Zeyniyye Dergâhı/Hankâhı 8 2 , 9 6 , 206
164, 208, 2 1 0 Vefâ Dergâhı 1 2 5 , 1 5 6 97, 101, 108, 109, 117, Zeynüddin Irakî 15
Tuhfetü vâhibi'l-mevâhib fî beyâni'l- Vefâ devri 1 5 4 , 1 5 6 , 1 5 7 , 1 8 1 118, 121, 157, 159, 161,
Zeynüddin Mısrî 7 0
makâmât ve'l-merâtib Vefâiyye-i Zeyniyye 1 3 0 , 1 5 4 , 1 8 0 165, 167, 168
Zeyrek Câmii 9 9
82, 1 7 3 , 2 0 9 Vefeyâtnâme 11, 77, 81, 95, 96, 97, Zeynüddin Hâfî 10, 11, 13, 14, 15,
Tuhfetü'l-Mahmûdiyye 94, 161 101, 105, 106, 107, 108, 16, 17, 18, 19, 2 0 , 2 1 , zikr-i cehrî 2 0 3
Tunus 7 7 109, 111, 112, 113, 114, 22, 23, 27, 28, 29, 30, zikr-i hafi 2 0 3
Turhan Dede 1 2 3 , 1 2 4 115, 117, 118, 144, 159, 33, 34, 35, 36, 39, 40,
Zübdetü't-tahkîk ve nüzhetü't-tevfîk
Ubeydullah Ahrar 4 2 , 4 3 , 4 4 , 4 8 , 160, 168, 205 41, 42, 44, 45, 47, 48,
50, 52, 53, 56, 58, 59, 118
192, 198, 199, 2 0 0 vefk 1 3 2 , 1 4 0 , 1 4 2
Uluborlu 1 2 3 Veliyyüddinoğlu Ahmed Paşa 1 3 1 , 60, 62, 65, 66, 67, 68, zühd 2 7 , 1 1 8 , 1 4 4 , 1 7 6 , 2 0 3