You are on page 1of 130

“K”ALP “İ”KLİ“M”İ ?

[10]

MAKALAT
[7]

M.SAİD TÜRÂB
[10 . 0 = 0]

+
=

[17]
İÇİNDEKİLER

*K+alp *İ+kli*M+i’nde İlk ‘18’ Remz....................................................................................1


Önsöz …..…………………………………………………………………..……...……....................................3
İlk Söz ….………………………………………………………………….................................….…...…….....4
İlk Emir Oku ve İkinci ‘18’ Remz.......…..…...…………………………….……......................….…..12
Kalp İkliminde Feth-î Urûc – I…...………………………………………….….....................…....….....13
Kalp İkliminde Feth-î Urûc – II......……..…………………………………...................…..……..........26
Kalp İkliminde Feth-î Urûc – III...........…………………………………….................…....…….….....35
Kalp İkliminde Feth-î Urûc – IV…..……..……………………………………......................……......….53
Kalp İkliminde Feth-î Urûc – V….….………..………………………………............................….…...62
Kalp İkliminde Feth-î Urûc – VI………...………..…………………………........................….......…..68
Kalp İkliminde Feth-î Urûc – VII………...…………..…………………....................…….…….…….....75
Kalp İkliminde Feth-î Urûc – VIII………………………...…………....................……....…….….……..82
Kalp İkliminde Feth-î Urûc – IX……………………………….......................……………..……….…....92
Kalp İkliminde Feth-î Urûc – X……………………………….............................………………....…..105
Kalp İkliminde Feth-î Urûc – XI………………………….......................….………...…….…….….....114
900 Katlı İnsana Dair Son ‘18’ Remz..…..……………………..............……….................….......126

2
Bu kitap: Efendimiz’in(sav) şairlerinden Kâ’b bin Malik’in(r.a) aziz, latif, kir kabul etmeyen pak
ruh-î şeriflerine îtaf olunur.‘Allah beni ancak doğruyu söylemem sayesinde kurtardı. Hayatta
kaldığım müddetçe doğruyu söylemek de tevbemin tamamıdır.’ ( Kâ’b bin Malik r.a)

ÖNSÖZ
Asrımızın en büyük sorunlarından biri haline gelen, insanın ruhu ve manevi boyutlarının
sürekli ihmal edilerek kendisine yabancılaşması karşısında ortaya çıkan tatminsizliklerin
sonucunda sonsuz bir yokoluşa dek bireyleri hoyratça sürükleyebilen, zincirleme olayların
birbiri ardına devam ettiği bir devirde, bizi biz yapan tarihi ve kültürel değerlerimizi
hatırlatmayı; yapılması gereken en önemli bir vazife telâkkî ederek, bir çok dünyevî imkân ve
fırsatlardan tecerrüt ederek, insan şahsiyetinin yeniden inşâ edilebilmesi için Rahmani
patikalara döşenen kaldırımların, o yolda yürümeye dünyaya gelmekle, farkında olarak veya
olmayarak talip olmasına rağmen, sürekli bir koşuşturmaca ve arayış içinde bulunan
günümüzün modern bireylerinin yolunu aydınlatmasını sağlayacak, gerekli ta’lilleri, tahkik ve
tahlilleri yaparak kendi özüne yaklaştırabilmek, kendini gerçekleştirebilmesine yardımcı
olabilmek ve attığı her adımda bastığı taş ve toprağın altında saklı kalan küfriyatı gidermek,
üzerindeki tüm sırların perdesini kaldırmak, uzak olan hak ve hakîkatleri, ilk yaratılan nurun
izinden giderek insanlığa aklının kabı ölçüsünde, fehmîne ve idrâkine yakınlaştırmak, hayatı
doğru okumak ve emredildiği gibi dosdoğru olabilmek ve rahmet deryasına, hidayet
köprüsünden geçerek ulaşabilmek, zıtlıklar içerisindeki harkûlade birliği, nurani remzlerle ilk
ağızdan insanın kendisine, yine kendinden haber verebilmek, sıcağı-soğuğu, geceyi-gündüzü,
aşk-ı firakı, sevinci ve kederi, hayatı-ölümü, yaşı-kuruyu, genci-ihtiyarı, mutîyi ve asiyi, fakiri
ve zengini, alacaklıyı-borçluyu, iyiyi-kötüyü, biri ve ikiyi, aslan ile ceylanı, güvercin ile şahini,
az ile çoğu, dert ile sefayı, lütfu ve kahrı, dünyayı ve ukbayı, hastalığı ve sağlığı, yakın ile
uzağı, hayrı ve şerri, güçlüyü ve zayıfı, zahir ile batını, açıkla-kapalıyı, dostla-düşmanı,
doğruyu ve eğriyi, hakkla ve batılı, nazmı ve nesri, sebebi ve sonucu, aç ile toku, ruhu ve
bedeni, yeri ve göğü, kız ile erkeği, kalbi ve aklı, aydınlığı ve karanlığı, zalimi ve mazlumu
dünü ve bugünü, hasılı varlığı ve yokluğu dönecekleri yerin bir olması ve hiç kimsenin zerre
kadar bir haksızlığa uğramadan yaptıklarının karşılığını, ileride bulacak olmalarına inanmanın
getirdiği sonsuz bir güven ve sühuletle, nihayetinde hiç istisnasız her bir işin dönüp dolaşıp
aslına rücu’ edeceğinin bilincine sahip olarak, kesret içindeki birliği, yani vahdaniyeti hakkel
yakîn keşfedebilmek, tevhid kalesine ihlas ile girebilmek, Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın
fevkalade güzel ifade ettiği gibi ‘Cenabı Mevla dü alemi ben-i adem için / Beni Ademî de
kendi marifeti için yaratmıştır / Pes hilkat-i alemden ve ademden / Maksad-ı alâ ve Matlab-ı
aksa Marifeti Mevla’dır,’ kevnî alemin ve insanın varlığını özetleyerek aşkın olana aşk ile
Marifetullah’a vasıl olabilmek, hikmet pınarlarından kanarcasına içebilmek, zahîdane bir
yaşamı tercih eden derviş meşrep sufilerin öğretilerinin özüne dokunmadan, zamanın
şartlarına uygun hale getirebilmek, ruhun etrafında cereyan edip-duran metafizik olayları ve
kendi batınını okuyarak ibret alan gözün ve akleden kalbin hakkını verebilmek, devamlı
olarak deveran halinde hareket ettiği için sıradanlaşmasından mütevellit, üzerinde pek
düşünmeye ihtiyaç duyulmadığından; sürekli ihmal edilen insana, hayatındaki mucizevi
olayların çokluğunu ve çeşitliğini akıcı ve edebi bir üslupla nefsini tasfiye edip, gönlü teskin
edebilmenin önemini gerektiği gibi vurgulayabilmek, hayvaniyetten çıkıp büyük insaniyetin
derecelerine, yani İslamiyet’in engin vadilerine; kalp ikliminde seyahat ederken vuk’u bulan
mükaşefat ve inkılapları; kalp gözü ve akıl nuru henüz sönmemiş Rabbini aramaya, geçici

3
hayat gaileleri nedeniyle zaman ve fırsat bulamamadan dolayı muzdarip olan, Hızır’ın(as)
dünyada Kevser havuzundan kaynayan ab-ı hayat iksirini bularak içmesi ve sonsuz bir hayatı
ilahi bir ikrâm olarak daha burada bulması gibi susuz kalmış, sadra şifa bekleyen gönüllere
hayat bahşeden bir tiryak hükmüne geçmesi, dileğinin bir yansıması olarak gönül aynasından
taşan elmaslar ve yakutlar kadar değerli hakîkatlerin, Allah’ın yürüyen kitabı olmasına
rağmen henüz kıymetini takdir edemeyen kimselere mahrem kalması kayd-u şartıyla, sonsuz
bir yaşamın reçetesi olarak kaleme alınmış makalelerin insanlara karşılıksız olarak iyilik
yapmanın; yalnız kendi gönüllerine mevâhib olarak akan letaiflerin şükründen aciz kaldığının
şuurunda olarak, hakîkate meftun olarak geçirilen nice yılların birikimiyle oluşturulan ve
zaman zaman kelimelerin sizinle bire bir konuştuğu hissine kapılacağınız, çok yönlü harika bir
kitap okuyacaksınız; bu başyapıtı lütfen gözünüzü kapatarak, sözcüklerin sıcaklığını
ruhunuzun parmak uçlarında hissetmeye çalışarak, gerçek özgürlüğü kulluğun derinliklerinde
olduğunu manen keşfederek, yatağında akan kan kadar ılık bir okyanusa, yazarla birlikte
yelken açarak, cümleleri kalp gözüyle kelime kelime takip ederek okumayı lütfen deneyiniz.
Böylece sadece sıradan bir kitap okumaktan çok daha ötesini hissedebilecek, daha büyük bir
lezzet ve haz duyarak, vaktinizi en güzel şekilde değerlendirmenin keyfine en iyi bu yolla
varacağınızdan emin olabilirsiniz; bir farkla ki eğer şimdiye kadar ki olan yaşantınızda sahip
olduğunuz bir sürü önyargı ve başkaları hakkında kişisel tecrübelerinizle veya duyarak
edindiğiniz bilgilere binaen taşıdığınız art niyetleriniz varsa, derhal onlardan kurtulmanız
gerektiğini beyan etmek, ruhen ûrucu tamamladıktan sonra, saflaşarak fıtratu’l-ûlâ’ya(ilk
yaratılış) yaklaştırılmasını, duygu ve tasavvur dünyasında birliği yakalamadan evvel, Nuh’un
gemisine binen kimselere; balık sahibinin başına gelenleri hatırlatırız! Aramıza katılma
cesaretini kendi nefsinde bulan her potansiyel ‘birr(iyilik) havarisine’ aramıza hoşgeldiniz
diyerek, geminin dümenini ruhumuzun biricik kaptanı olan kalbimize teslim edelim; çünkü
hayat okyanusunda rotası şaşmayacak olan kimseler, asla unutmayın ki; yalnız ‘kalplerinin
sesine kulak vermeyi bilenler’ olacaktır.

İnsanlar genelde önsöz de kendilerinden bahsederler ancak ben Mühendis olduğumu ve en


büyük hobilerimden birinin kitap okumak ve araştırmacı bir gözle ülkemde ve dünyada
cerayan eden hadiseleri değerlendirmek ve her çeşit insanı inceleyerek hareket etme
saiklerinin neler olduğunu ortaya çıkarmak gayretine matuf olan düşüncelerimin, kaleme
alınmasından ibaret olduğunu belirtmekle yetineceğim. Güç ve kuvvet sahibi, Alim ve Hâkim
olan yalnız Allah(z. c)’dir.

İLK SÖZ
İnsanın beş duyusunun yanında ellerini ve ayaklarını da sayarsak yedi azası vardır. Ve insan
sahip olduğu bu organlarıyla ister iyilik adına olsun, ister kötülük adına olsun bunlarla
hareket eder. Dolayısıyla insanın amel defterini oluşturan bu organlardan sûdur eden iş, oluş
ve hareketlerdir. Nitekim yedi cennet, yedi cehennem, yedi kat yer, yedi kat gök, yedi gün,
Safa ile Merve arasında yapılan yedi sa’y, Şeytan’a atılan yedi taş, Kur’nın yedi okunuş üzere
nazil olması, yetmiş kapılı cennet köşkleri, her kapıda yetmiş sedir, her sedirin üzerinde
huriler gibi İslâmi literatüre girmiş arifleri çok meşgul etmiş kesretten kinaye olan bir sayıdır
tıpkı Elif harfi gibi bu yedi sayısı da. Az önce defter dedik ya, onu elimize aldığımızda neler
okuyacağımızın bu gün yaptıklarımızın belirleyecek olması her an hatır da tutulması gereken
çok yüksek bir hakikât olarak karşımıza teberküz etse de maalesef her zaman bu bilinçte

4
hareket edemeyebiliyor insan. Apaçık düşmanı olduğunu bildiği halde şeytanın adımlarını
takip etmeyi ya çevresinin baskısıyla, ya his ve hevasına mağlup olmasıyla; haramların büyük
mü yoksa küçük mü olduğunu dahi düşünemeden günahları işleyebiliyor. Hamdolsun ki
ihlasla ve nasuh bir şekilde yapılan tövbeyi Rabbimiz kabul edeceğini vaad ediyor. Vaad
edenlerin en hayırlısı Allah’dan başka kim olabilir? Bu Nasuh’un kadınlar hamamındaki
hikayesini anlatmak isterdim ancak aşağıda da okuyacağınız gibi evde birisi varsa ona bir
işaret yeter. Merak eden dostlarımız Mevlana(ks)’nın Mesnevi’sine veya Şems-i Tebrizi’nin
Makalat’ına müracaat edebilirler. O deftere her şey yazılırsa benim gibi halimiz harap diye
düşenebilecek olanlar hemen korkmayın çünkü bakın Hz. Ebu Bekir(ra) bizim dikkatimizi
nerelere çekecek, Kur’an da hiçbir zaman yüce Allah Salihlerin ve müttakilerden,
sabredenlerden bahsederken onların hatalarından ve günahlarından söz açmaz aksine onları
bağışlayarak cennetlerine koyacağını vaat eder. Biz de Rabbimizin tüm istediklerini dört
dörtlük yerine getirmeye muvaffak olamasak da O’nun sevdiklerini severek, varlığına ve
birliğine iman etmek suretiyle La ilahe illallah’ı çok zikir ederek, Hz. Muhammed’e(as) inen
yüce Kur’anın hak olduğuna şahitlik ederek, elimizdekileri yoluna sevkederek, kim bilir
Rabbimize belki de böyle bir kavuşmayla ruhumuzu teslim ederiz bu işle vazifeli olan Azrail
adındaki güvenilir ve dost olan meleğe.

İnsanlık tarihi bilindiği gibi bir çok Peygamberin ibret dolu hayat hikayelerine şahitlik etmiştir.
Yunus Süresi 18 ve 19. Ayetler: “Allah'ı bırakıyorlar da, kendilerine ne fayda, ne de zarar
verebilecek olan şeylere tapıyorlar ve "Bunlar bizim Allah katında şefaatçilerimizdir diyorlar.
De ki, Siz Allah'a göklerde ve yerde O'nun bilmediği bir şeyi mi haber veriyorsunuz?" Allah
onların ortak koştukları şeylerin hepsinden münezzehtir. İnsanlar, aslında bir tek ümmet
idiler, sonra ihtilafa düşüp ayrı ayrı oldular. Eğer Rabbinden bir karar çıkmamış olsa idi,
ihtilaf edip durdukları şeyler hakkında şimdiye kadar aralarında çoktan hüküm verilmiş
olurdu. ” İşaret olunduğu üzere insanların ihtilaf ettikleri hususlardaki hüküm kıyamet
gününe bırakılmıştır. Nahl Süresi 92 ve 93. Ayetler : 92- “Bir ümmet, diğer bir ümmetten
(sayıca ve malca) daha çok olduğu için yeminlerinizi aranızda aldatma vasıtası yaparak,
ipliğini sağlamca eğirdikten sonra onu söküp bozmaya çalışan kadın gibi olmayın. Allah
sizibununla imtihan eder ve şüphesiz hakkında ihtilaf ettiğiniz şeyleri kıyamet günü size
mutlaka açıklayacaktır. 93- Allah dileseydi elbette hepinizi tek bir ümmet yapardı. Fakat
Allah dilediğini saptırır ve dilediğine de hidayet verir. Şüphesiz ki, (kıyamet gününde) bütün
yaptıklarınızdan sorumlu tutulacaksınız. ”

Peygamberlerin gönderiliş hikmeti Nisa Süresi 165.Ayette: “Peygamberleri müjdeciler ve


azab habercileri olarak gönderdik ki, peygamberlerden sonra insanların Allah'a karşı bir
bahaneleri olmasın. Allah mutlak üstündür, yegane hikmet sahibidir.” Yine aynı şekilde En’am
Süresi 48. Ayette: “Biz peygamberleri, ancak rahmetimizin müjdecileri ve azabımızın
habercileri olmak üzere göndeririz. Artık kim iman edip durumunu düzeltirse, onlara hiç
korku yoktur. Onlar mahzun da olmayacaklardır. ” Ahzab Süresi 39. ,45/48. Ayetler : Onlar
(peygamberler), Allah'ın gönderdiklerini tebliğ ederler ve O'ndan korkarlar, Allah'tan başka
kimseden korkmazlardı. Hesap görücü olarak da Allah yeter. 45- “Ey peygamber! Biz seni
hem bir şahit, hem bir müjdeci, hem bir uyarıcı olarak gönderdik. 46- Ve hem de izniyle
Allah'a bir davetçi ve nurlar saçan bir kandil (olarak gönderdik). 47- Müminlere müjdele!
Onlara Allah'tan bir mükafat vardır. . . 48- Kâfirlere ve münafıklara itaat etme, onların
ezalarını bırak (aldırma) da Allah'a tevekkül et. Allah vekil olarak hepsine yeter. ”

5
Zuhruf Süresi’nde insanlara hak geldikten sonra bir kısmının gösterdiği inkar ve inadi, hasetle
yanıp tutuşmaları ve kendilerine mucizeler ve çeşitli nimetler verildikten sonra bile aynı
hususta var olmayan ihtilaflar meydana getirip fitneye düştükleri gibi başkalarını da fitneye
düşürmeye çalışmalarının bir neticesi olarak kendilerini doğru olan hak yolda sanmaları ve
şeytanlarının köleleri olmaları çok ibretamiz bir dille insanların dikkatine sunulmaktadır.

Zuhruf Süresi 30/39. Ayetler:

30- Kendilerine hak geldiği zaman onlar: "Bu bir büyüdür doğrusu biz onu tanımıyoruz. "
dediler. 31- Yine Onlar: "Bu Kur'an, şu iki şehirden bir büyük adama indirilmeli değil miydi?"
dediler. 32- Ey Muhammed! Rabbinin rahmetini onlar mı taksim ediyorlar? Dünya hayatında
onların geçimliklerini aralarında biz taksim ettik. Birbirlerine işlerini gördürsünler diye biz
onların bir kısmını diğerlerinden derecelerle üstün kıldık. Rabbinin rahmeti onların
biriktirdikleri şeylerden daha hayırlıdır. 33- Eğer insanlar küfre sapan bir ümmet haline
gelmeyecek olsalardı, biz O Rahman olan Allah'ı inkâr eden kimselerin evlerine gümüşten
tavanlar ve üzerine çıkacakları merdivenler yapardık. 34- Onların evleri için gümüşten kapılar,
üzerine yaslanacakları koltuklar yapardık. 35- Daha nice altın ziynetler verirdik. Çünkü
bunların bizce hiçbir kıymeti yoktur. Bütün bunlar dünya hayatının geçici menfaatinden
başka bir şey değildir. Ahiret ise Rabbin katında takva sahipleri içindir. 36- Her kim Rahman
olan Allah'ın zikrinden yüz çevirirse biz ona bir şeytan musallat ederiz. Artık o şeytan onun
yakın dostudur. 37- Şüphesiz ki bu şeytanlar onları yoldan çıkarırlar. Onlar da kendilerinin
doğru yolda olduklarını sanırlar. 38- Nihayet kıyamet günü bize gelince, arkadaşına: "Keşke
seninle benim aramda doğu ile batı arasındaki kadar bir uzaklık olsaydı. Sen ne kötü
arkadaşmışsın!" der. 39- Onlara: "Bugün pişmanlık duymanız size hiçbir fayda
sağlamayacaktır. Çünkü siz zulmettiniz. Şimdi de hepiniz azapta ortaksınız. " denir.

Özellikle Allah’a yakınlaşmak için aracı edinenlerin verdikleri hükümlerin batıllığı ve zanlarına
uyarak hareket etmeleri şu ayetlerde açıkça vurgulanmıştır Yunus Süresi 35 ve 36 Ayetlerde:
“De ki, "Ortak koştuklarınızdan doğru yolu gösterecek olan var mıdır?" Deki, "Allah, hak olan
doğru yola hidayet eder. O halde doğru yola hidayet eden mi kendisine uyulmaya daha
layıktır, yoksa kendisine yol gösterilmeyince onu bulamayan mı daha layıktır. O halde ne
oluyorsunuz? Nasıl hükmediyorsunuz? Onların birçoğu zandan başka bir şeye uymaz. Zan ise
haktan hiç bir şeyin yerini tutmaz. Şüphesiz ki, Allah onların ne yaptıklarını bilir. ” Yine Yunus
Süresi 21. Ayette Allah’a karşı hile kurmaya kalkışanların asla amaçlarına ulaşamayacakları
bildirilmiştir. “İnsanlara dokunan bir sıkıntıdan sonra kendilerine bir rahmet tattırdığımız
zaman, âyetlerimiz hakkında derhal bir takım hilekârlıklara girişirler. De ki: "Allah'ın hilesi
daha çabuktur. Haberiniz olsun ki elçilerimiz yaptığınız hileleri yazıp duruyorlar". ”

Bakara Süresi 148. Ayette ise daha önce tek bir ümmet olarak yaratılan insanlara ihtilafa
düşüp ayrı ayrı olduktan sonra bile hep hayırda koşmaları yarışmaları emredilmiştir.
‘Ümmetlerden her birinin bir yönü vardır, o ona yönelir, haydin, hep hayırlara koşun, yarışın.
Her nerede olsanız Allah sizi toplar, bir araya getirir. Şüphesiz ki Allah her şeye kâdirdir.
‘İnsanlar, aslında bir tek ümmet idiler, sonra ihtilafa düşüp ayrı ayrı oldular. Eğer Rabbinden
bir karar çıkmamış olsa idi, ihtilaf edip durdukları şeyler hakkında şimdiye kadar aralarında
çoktan hüküm verilmiş olurdu. ’ İşaret olunduğu üzere insanların ihtilaf ettikleri hususlardaki
hüküm ahirete bırakılmıştır. Yunus Süresi 40-41 ve 44. Ayetlerde: 40- “Onlardan ona
(Kur'ân'a) inanacaklar da var, inanmayacaklar da var. Rabbin fesatçıları en iyi bilendir. 41-

6
Eğer seni inkâr etmeyi sürdürürlerse, de ki; "Benim amelim bana, sizin ameliniz de size aittir.
Benim yapacağım sizi ilgilendirmez, sizin yapacağınız da beni ilgilendirmez. "44- Şurası
kesindir ki Allah, insanlara zerre kadar zulmetmez. Ne var ki, insanlar kendi kendilerine
zulmedip duruyorlar. ”. Dünyada Hz. Muhammed(sav)’in hak olan peygamberliğini ve
getirdiği Kur’anı ve İslam’ı kabul etmeye yanaşmayan ehl-i kitaba karşı takınılacak tutum
netleştirilmiştir. Yani İslam hep hakkı tavsiye etmiş ve Allah’a açıktan şirk koşanlar
müşriklerle, ehl-i kitabın arasını ayırmıştır. Yunus Süresi 99/103. Ayetler de ise : 99- “Eğer
Rabbin dileseydi, yeryüzünde kim varsa hepsi toptan iman ederlerdi. O halde insanları hep
mümin olsunlar diye sen mi zorlayacaksın?100- Allah'ın izni olmadıkça hiçbir kişinin iman
etmesi mümkün değildir. Akıllarını kullanmayanlar üzerine Allah bir uğursuzluk yükler. 101-
De ki: "Göklerde ve yerde olup bitenlere dikkatle bakın!" Fakat o uyarmalar ve o âyetler,
iman etmeyen bir kavme fayda vermez ki!102- Onlar, kendilerinden önce gelmiş geçmiş
olanların uğradıkları felaket günleri gibisinden başkasını mı bekliyorlar? De ki, "Bekleyin, ben
de sizinle beraber bekleyenlerden olacağım. "103- Sonra biz, peygamberlerimizi ve iman
edenleri kurtarırız. İşte biz böyleyiz. Müminleri kurtarmak üzerimize düşen bir görevdir. ”
Denilmiş imanın yalnızca Allah’ın izniyle gerçekleşebileceği bildirilmiştir. Allah(c. c) Nahl
Süresi 104/107. Ayetlerde: 104- Allah'ın âyetlerine iman etmeyenleri, muhakkak ki Allah
hidayete erdirmez ve onlara can yakıcı bir azab vardır. 105- Yalanı ancak Allah'ın âyetlerine
inanmayanlar uydurur. İşte onlar yalancıların ta kendileridir. 106- Kalbi iman ile sükûnet
bulduğu halde (dinden dönmeye) zorlananlar dışında, her kim imanından sonra küfre kalbini
açarsa, mutlaka onların üzerine Allah'tan bir gazab gelir ve kendilerine çok büyük bir azab
vardır. 107- Bu (azab) şundan dolayıdır ki, onlar, dünya hayatını sevmiş ve onu ahirete tercih
etmişlerdir. Allah da kâfirler topluluğunu hidayete erdirmez. Nur Süresinde gerçek
mü’minlerin Allah ve Resülune inanmaları ve itaat etmelerinin gerektiği, böyle davranmaktan
imtina edenlerin de mü’min olamayacağı açıkça vurgulanmıştır. Nur Süresi 47. Ayet: “Bir de
"Allah'a ve Resulüne inandık ve itaat ettik" diyorlar da, sonra bunun arkasından yan
çiziyorlar; bunlar mümin değillerdir. ”Al-i İmran Süresinde iman ettikten sonra küfre
dönenlere, bu yaptıklarına karşılık cehennem azabının hazırlandığı bildirilmiştir.
Al-i İmran Süresi 106. Ayet: O gün bazı yüzler ağarır, bazı yüzler kararır. Yüzleri kararanlara:
"İmanınızdan sonra küfrettiniz ha? Öyle ise inkâr etmenize karşılık azabı tadın" (denecektir).

Diğer taraftan dünyada emirlerini yerine getirmek nehiylerinden sakınmak ve hudutlarını


gözetmek suretiyle İslâm’a sahip çıkanlar da kurtuluşla müjdelenmişlerdir. Yunus Süresi
61/64. Ayetler: 61- “Hangi işi yaparsan yap, Kur'ân'dan ne okursan oku, ne işte çalışırsan
çalış, unutmayın ki, siz ona dalıp gitmişken, biz sizin üzerinizde şahidiz. Ne yerde, ne de gökte
zerre kadar hiç bir şey Rabbinin gözünden kaçmaz. Ne zerreden daha küçük, ne de ondan
daha büyük! Ancak bunların hepsi apaçık bir kitaptadır. 62- Açın gözünüzü! Allah'ın dostları
üzerine ne korku vardır, ne de onlar mahzun olurlar. 63- Onlar ki, iman etmişler ve Allah'a
karşı gelmekten sakınmışlardır. 64- Onlara dünya hayatında da, ahiret hayatında da müjdeler
vardır. Allah'ın sözlerinde değişiklik yoktur. İşte bu en büyük kurtuluştur.”

Kasas Süresi’nde ise dünya ve ahiret dengesi insana bildirilmiş diğer bir sürede de infak
edenler Rableri katında ecir ve mükafatlarla müjdelenmişlerdir. Kasas Süresi 77.Ayet:
"Allah'ın sana verdiğinden (O'nun yolunda harcayarak) ahiret yurdunu gözet, ama dünyadan
da nasibini unutma! Allah'ın sana ihsan ettiği gibi, sen de (insanlara) iyilik et. Yeryüzünde
bozgunculuğu arzulama. Şüphesiz ki Allah, bozguncuları sevmez. "Bakara Süresi 274. Ayette:
“Mallarını gece ve gündüz, gizlice ve açıkça infak edenler yok mu, işte onların Rableri katında

7
ecir ve mükafatları vardır. Ve onlara herhangi bir korku yoktur, onlar hiçbir zaman mahzun
da olmazlar. ” Nur Süresinde de helal yoldan ticaret yaparak mal kazanan ve kazandıklarını
infak edenler övülmüştür. Nur Süresi 37ve 38. Ayetler: “Birtakım insanlar (Allahı tesbih
ederler) ki, ne ticaret ne de alış veriş onları Allah'ı anmaktan, namaz kılmaktan ve zekat
vermekten alıkoymaz. Onlar, kalplerin ve gözlerin allak bullak olduğu bir günden korkarlar.
Çünkü Allah, kendilerine işledikleri amellerin en güzeli ile ecir verecek, lütfundan fazlasını da
bahşedecektir ve Allah, dilediğine hesapsız rızık verir.

Al-i İmran Süresi 102. Ayette: “Ey iman edenler! Allah'tan, O'na yaraşır şekilde korkun ve
ancak müslümanlar olarak can verin. ” Denildikten sonra gelen aynı sürenin 134. ,170 ve 171.
Ayetinde: “O (Allah'tan hakkıyla korka)nlar, bollukta ve darlıkta Allah için harcarlar,
öfkelerini yutarlar, insanları affederler. Allah iyilik edenleri sever. ” Al-i İmran 170 ve 171
Ayetlerde: “Allah'ın lütfundan verdiği nimetle sevinçlidirler. Arkalarından kendilerine
ulaşamayan kimselere de hiç bir korku olmayacağını ve üzülmeyeceklerini müjdelemek
isterler. Onlar, Allah'ın nimetini, keremini ve Allah'ın, müminlerin ecrini zayi etmeyeceğini
müjdelerler. ” Kehf Süresi 30. Ayet: “ İman edip de güzel davranışlarda bulunanlar var ya,
şüphe yok ki biz öyle güzel işler yapanların mükafatını zayi etmeyiz. ”Bu ayetlerle Allah’tan
O’na yaraşır şekilde korkmanın nasıl olacağı evsafıyla bildirilmiştir. Aklını kullanmayı
becerebilenlerin Rablerinden istedikleri şeyler de Al-i İmran Süresi 190/195. Ayetlerde şöyle
anlatılır:190- “Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde
selim akıl sahipleri için gerçekten açık, ibretli deliller vardır. 191- Onlar ayaktayken,
otururken ve yanları üzerine yatarken Allah'ı anarlar; göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde
düşünürler. Ve "Rabbimiz! Sen bunu boş yere yaratmadın, Sen yücesin, bizi ateşin azabından
koru. " derler. 192- "Rabbimiz! Sen kimi cehennem ateşine sokarsan onu rezil etmişsindir.
Zalimlerin hiç yardımcıları yoktur". 193- "Rabbimiz! Biz, 'Rabbinize iman edin' diye imana
çağıran bir davetçi işittik, hemen iman ettik. Rabbimiz! Günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi
ört, bizleri sana ermiş kullarınla beraber yanına al". 194- "Rabbimiz! bize peygamberlerine
vaad ettiğini ver, kıyamet günü bizi rezil etme. Muhakkak sen verdiğin sözden dönmezsin".
195- Rableri onlara şu karşılığı verdi: "Ben, erkek olsun, kadın olsun, sizden, hiçbir çalışanın
amelini zayi etmeyeceğim. Sizler birbirinizdensiniz. Göç edenler, yurtlarından çıkarılanlar,
yolumda eziyet edilenler, savaşanlar ve öldürülenler. . . Onların günahlarını elbette
örteceğim ve Allah katından bir mükafat olmak üzere, onları altından ırmaklar akan
cennetlere de koyacağım. En güzel mükafat Allah katındadır".

Tevbe Süresi 71. ,111 ve 112. Ayet Mealleri:

71- Erkek ve kadın bütün müminler birbirlerinin dostları ve velileridirler. İyiliği emrederler,
kötülükten vazgeçirirler, namazı kılarlar, zekâtı verirler, Allah'a ve Resulüne itaat ederler.
İşte bunları Allah rahmetiyle yarlığayacaktır. Çünkü Allah azîzdir, hakîmdir.

111- Allah, müminlerden, canlarını ve mallarını, kendilerine cennet vermek üzere satın
almıştır: Allah yolunda çarpışacaklar da öldürecekler ve öldürülecekler. Bu, Tevrat'ta da,
İncil'de de Kur'ân'da da Allah'ın kendi üzerine yüklendiği bir ahittir. Allah'dan ziyade ahdine
riayet edecek kim vardır? O halde yaptığınız alış-veriş ahdinden dolayı size müjdeler olsun!
Ve işte o büyük kurtuluş budur.

112- (Bunlar), O tevbekâr olanlar, o ibadet edenler, o hamd edenler, o oruçlular, o rükua
varanlar, o secdeye kapananlar, iyiliği emredip, kötülükten vazgeçirenler, Allah'ın hududunu

8
koruyanlar (emirleriyle yasaklarının ölçülerine riayet edenler)dır. Müjde ver o müminlere,
müjde!

Yukarıda geçen müminlerin sahip oldukları diğer vasıflar Mü’minun Süresinde ayrıntısıyla
belirtilmekle beraber, onları ekserün nasdan ayıran bir evsafı Bakara Süresi’ndeki bir ayetin
içine harkulade bir surette derc edilmiştir. Mü’minun Süresi 1/12. Ayetler ve Bakara Süresi
165. Ayet-i Kerime’de Yüce Rabbimiz şöyle buyurur:

1- Gerçekten müminler kurtuluşa ermiştir,2- Onlar ki, namazlarında huşû içindedirler,3-


Onlar ki, boş ve yararsız şeylerden yüz çevirirler,4- Onlar ki, zekat (vazifelerini) yerine
getirirler,5- Ve onlar ki, iffetlerini korurlar,6- Ancak eşleri ve ellerinin sahip olduğu (cariyeleri)
hariç. (Bunlarla ilişkilerinden dolayı) kınanmış değillerdir. 7- Şu halde, kim bunun ötesine
gitmeyi isterse, işte bunlar , haddi aşan kimselerdir. 8- Yine onlar ki, emanetlerine ve
ahidlerine riayet ederler,9- Ve onlar ki, namazlarını muhafaza ederler,10- İşte asıl onlar
varislerdir. 11- Ki, Firdevs'e varis olan bu kimseler orada ebedî kalırlar. 12- And olsun biz
insanı, çamurdan, bir sülâleden (süzülüp çıkarılmış çamurdan) yarattık.

Bakara Süresi, 165: ‘İnsanlardan kimi de Allah'tan başka şeyleri O'na eş tutuyorlar da onları,
Allah'ı sever gibi seviyorlar. Oysa ki iman edenler en çok Allah’ı severler. O zulmedenler,
azabı görecekleri zaman bütün kuvvetin Allah'a ait olduğunu ve Allah'ın azabının gerçekten
çok şiddetli bulunduğunu keşke anlasalardı.’

Furkan Süresi 61/77. Ayetler:

61- Gökte burçları var eden, onların içinde bir kandil (güneş) ve nurlu bir ay barındıran Allah,
yüceler yücesidir. 62- İbret almak veya şükretmek dileyen kimseler için gece ile gündüzü
birbiri ardınca getiren O'dur. 63- O çok merhametli Allah'ın (has) kulları onlardır ki,
yeryüzünde tevazu ile yürürler ve cahil kimseler kendilerine laf attığı zaman (incitmeksizin)
"selam" derler (geçerler). 64- Ve onlar ki, Rablerine secdeler ve kıyamlar ederek yatarlar. 65-
Onlar ki, şöyle derler: Cehennem azabını üzerimizden sav! Doğrusu onun azabı geçici bir şey
değildir. 66- Orası cidden ne kötü bir uğrak, ne kötü bir konaktır. 67- Ve onlar ki,
harcadıklarında ne israf ne de cimrilik ederler; ikisi arasında orta bir yol tutarlar. 68- Yine
onlar ki, Allah ile beraber başka bir tanrıya yalvarmazlar, Allah'ın haram kıldığı cana haksız
yere kıymazlar ve zina etmezler. Bunları yapan günahı(nın cezasını) bulur. 69- Kıyamet günü
azabı kat kat olur ve orada alçaltılmış olarak temelli kalır. 70- Ancak tevbe ve iman edip iyi
davranışlarda bulunanlar başka; Allah onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah çok
bağışlayıcıdır, engin merhamet sahibidir. 71- Ve her kim tevbe edip iyi davranış gösterirse,
şüphesiz o, tevbesi kabul edilmiş olarak Allah'a döner. 72- Ve onlar ki, yalan şahitlik etmezler,
boş bir şeye rastladıkları zaman vakar ile (oradan) geçip giderler. 73- Kendilerine Rablerinin
âyetleri hatırlatıldığında ise, onlara karşı sağır ve kör davranmazlar. 74- Ve onlar ki: "Ey
Rabbimiz! Bize gözümüzü aydınlatacak eşler ve zürriyetler bağışla ve bizi takva sahiplerine
önder kıl" derler. 75- İşte onlar, sabretmelerine karşılık cennetin en yüksek makamları ile
mükafatlandırılacaklar, orada hürmet ve selamla karşılanacaklardır. 76- Orada ebedî
kalacaklar, orası ne güzel bir konak ve ne güzel bir makamdır. 77- (Resulüm!) De ki: "Rabbim
size ne kıymet verir duanız olmasa? (Ey inkârcılar! Size bildirdiklerini) kesinkes yalan saydınız;
o halde azab yakanızı bırakmayacaktır!

9
Araf Süresi’nde murada eren ümmet müjelenmektedir: “157- Onlar ki, o ümmî peygambere
uyarlar, yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılmış bulacakları o peygambere uyup, onun izinden
giderler ki, o, onlara iyiyi emreder ve onları kötülüklerden alıkoyar, temiz ve hoş şeyleri
kendilerine helâl kılar, murdar ve kötü şeyleri de üzerlerine haram kılar, sırtlarından ağır
yükleri indirir, üzerlerindeki bağları ve zincirleri kırar atar, işte o vakit ona iman eden, ona
kuvvetle saygı gösteren, ona yardımcı olan ve onun peygamberliği ile birlikte indirilen nuru
izleyen kimseler var ya, işte asıl murada eren kurtulmuşlar onlardır.158- De ki; ey insanlar!
Ben sizin hepinize Allah'ın resulüyüm. O Allah ki, göklerin ve yerin bütün mülkü O'nundur.
O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Öldüren de, dirilten de O'dur. Bundan dolayı gelin, Allah'a ve
resulüne iman edin. Allah'a ve Allah'ın bütün kelâmlarına iman etmiş bulunan o ümmî
peygambere, evet ona uyun ki, hidayete erebilesiniz.”

Kuran-ı Azimüşşanın 42. Süresi olan Şura Süresinin beyan ettiği hakikatleri Ömer Nasuhi
Bilmen Hoca Efendi’nin tefsirinde öz olarak beş madde de toplanmış. Mekke-i Mükerreme de
nazil olan bu mübarek süreyle gelen hakikatleri biz de tıpkı Zuhruf, Furkan, Müminun ve
diğer alıntıda bulunduğumuz sürelerde yaptığımız gibi muhterem Elmalılı Hamdi Yazır
Efendi’nin yazmış olduğu Kur’an ayetlerinin mealleri vermek yerine, buraya Ömer Nasuhi
Bilmen’in tefsirindeki özetini almayı uygun bulduk.

1- Kur’an-ı Kerim’i tavsif etmek, Resulü Erkemin o ilahi kitap ile insanları İslam dinine davet
etmekle emrolunduğunu beyan etmek.

2- Müşriklerin Hazreti Peygamber’i yalanlamaya cür’et etmiş olduklarını, Meleklere Allah’ın


kızları demekte bulundukları ve semaları yeri Cenab-ı Hakk’ın yaratmış olduklarını itiraf
ettikleri halde putlara tapınmadan geri durmadıkların kınamak.

3- Kafirlerin atalarını körü körüne taklit ederek ilahi dini kabulden kaçındıklarını beyan ve bu
yüzden kıyamet gününde nasıl azaplara maruz kalacaklarını ihtar etmek, mü’min kulların ise
o gün korkudan, hüzün ve kederden emin olarak cennetlere ve nice nimetlere nail
olacaklarını müjdelemek.

4- İnsanlara ait üstünlüğün maddi servetlerle, altın ve gümüş ile değil, güzel bir itikad ile,
güzel ahlak ve amellerle mümkün olduğuna işaret etmek, peygamberlik ve risaletin hangi
zatlara ihsan buyurulmuş olduğunu açıklamak.

5- Resulü Ekrem’e teselli vermek üzere Peygamberlerin babası Hz. İbrahim gibi bazı
peygamberlerin kıssalarına işaret etmek ve sapıklara karşı hakimce bir üslup ile hareket
edilmesini tavsiye etmek.

Rabbimizin insana verdiği değeri Maide Süresi 32.Ayette: “Bunun içindir ki, İsrâiloğulları'na:
"Kim, bir cana kıymayan veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarmayan bir nefsi öldürürse, bütün
insanları öldürmüş gibi olur. Kim de bir nefsin yaşamasına sebep olursa, bütün insanları
yaşatmış gibi olur" hükmünü yazdık (farz kıldık). Şüphesiz ki onlara peygamberlerimiz açık
delillerle geldiler. Yine de bundan sonra onların birçoğu yeryüzünde aşırı gitmektedirler.”
İnsan hayatına verdiği çok öncelikten ve kıymetten anlıyoruz.

Maide Süresi 3.Ayet-i Kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Leş, kan, domuz eti,
Allah'tan başkasının adı anılarak kesilen; boğulmuş, vurulmuş, yukardan düşmüş,

10
boynuzlanmış, canavar yırtmış olup da canlı iken kesmedikleriniz; dikili taşlar (putlar) üzerine
boğazlanan hayvanlar ve fal oklarıyla kısmet (şans) aramanız size haram kılındı. Bunların
hepsi doğru yoldan çıkmaktır. Bugün kâfirler, dininize karşı ümitsizliğe düşmüşlerdir.
Onlardan korkmayın, benden korkun. Bugün dininizi kemale erdirdim, size nimetimi
tamamladım. Size din olarak İslâmı beğendim. Kim açlıktan daralır, günaha istekle
yönelmeden bunlardan yemek zorunda kalırsa, ona günah yoktur. Çünkü Allah bağışlayan,
merhamet edendir.”

Abdulkadir-i Geylani(ks) : Belirsiz ve muğlak şeyleri keşfeden Allah’a hamdolsun.


Yaratılmışların hayırlısı Hazreti Muhammed’e (A.S.) salât ü selâm olsun! Dedikten sonra
şunları söyler: Ey Gavs-ı Â’zam! Melekleri insanın nûrundan yarattım; insanları da kendi
nûrumdan vücuda getirdim.Ey Gavs-ı Â’zam! İnsanın cismi, nefsi, kalbi, ruhu, kulağı, gözü,
ayağı, dili var ya; işte onların hepsinde Ben varım. Hepsi de Benim tecellimle zâhir olur; Ben
onların başkası değilim. Ey Gavs-ı Â’zam! İnsan Benim sırrımdır; Ben de O’nun sırrıyım. Eğer
insan Benim katımdaki mevkiini bilmiş olsaydı, her nefes alıp verişinde “Bugün Mülk kime
aittir?” Âyetini okurdu. (Mâna âleminde) Rabbimi gördüm; Bana buyurdu ki: “Ey Gavs-ı
Â’zam! Kim ilimden sonra Ben’den rü’yeti (Beni görmekliği) isterse, hakikat o, rü’yet ilmiyle
mahcûbdur, yani rü’yet ilmi ara yerde perdedir. Kim de rü’yetin ilimden başkası olduğunu
zannederse, hakikat o, Rüyetullah ile aldanmıştır.”

Bizim bu çalışmamız Yunus Süresi 14. Ayette de açıkça belirtildiği gibi :‘Sonra onların
ardından sizi yeryüzüne halifeler yaptık ki, bakalım nasıl ameller işleyeceksiniz’,insanın
kendini yeryüzündeki Allah’ın halifesi makamına lâyık hale getirebilmesi ve kendi değerini
yeniden keşfedebilmesini ve şahsiyetin inşaasını sağlamak için çıkılan bu yolda, belirli bir
mesafe aldırırsa bundan dolayı kendimizi bahtiyar sayar ve böyle bir hizmete kulunu vesile
eden Rabbimize sonsuz hamd-ü senalar ederiz…

07/12/2009

11
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

ALÂK SÜRESİ 1-18. AYETLER

1- Yaratan Rabbinin adıyla oku!

2- O, insanı bir alekadan (embriyodan) yarattı.

3- Oku! Rabbin sonsuz kerem sahibidir.

4- O Rab ki kalemle yazmayı öğretti.

5- İnsana bilmediği şeyleri öğretti.

6- Hayır! Doğrusu (kâfir) insan azgınlık eder.

7- Kendisinin muhtaç olmadığını zannettiği için.

8- Muhakkak ki dönüş mutlaka Rabbinedir.

9-10- Namaz kıldığı zaman, bir kulu engelleyeni gördün mü?

11- Gördün mü (ne dersin?), ya o (kul) doğru yolda olur,

12- Veya kötülüklerden sakınmayı emrederse?

13- Gördün mü, ya bu (adam, hakkı) yalanlar, yüzçevirirse,

14- O adam, Allah'ın kendini gördüğünü hiç bilmiyor mu?

15-16- Hayır, hayır! Eğer o, bu davranışından vazgeçmezse, and olsun ki biz, onu

perçeminden, o günahkâr ve yalancı perçeminden tutup cehenneme sürükleriz.

17- O zaman o taraftarlarını yardıma çağırsın.

18- Biz de Zebanileri çağıracağız.

12
KALP İKLİMİNDE FETH-Î URÛC – I

1- Kur’an-ı Kerim’in her ayetinin bir “Fatiha’sı” vardır. Bu kaide gereğince; kevnî varlığın
sebebi ve“fatihası” olarak Mülk Süresi’nin ilk dört ayeti görülebir. Mülk Süresi, 1-4:
‘Mutlak hükümranlık elinde bulunan Allah, yüceler yücesidir ve O'nun her şeye gücü
yeter. O, hanginizin daha güzel iş yapacağınızı denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O,
üstündür, bağışlayandır. O, yedi göğü, birbiri üzerine yarattı. Rahmân'ın yaratmasında bir
aykırılık, uygunsuzluk görmezsin. Gözünü döndür de bak, bir bozukluk görüyor musun?
Sonra gözünü tekrar tekrar döndür (bak). Göz (aradığı bozukluğu bulmaktan) âciz ve
bitkin halde sana geri dönecektir.’ Elinizde tuttuğunuz bu kitap ise, işlediği konular ve
olayların Batıni yönüne ışık tutması bakımından, Yusuf Suresi’ndeki 105. Ayet-i Kerimenin
bir “fatihası” olarak, yer ile gök kadar arası açılan ve evrenin sürekli genişlemesiyle
birlikte gittikçe açılmaya devam eden, meteryalizmin asırlar boyunca hayatı, ölümden
koparmaya dönük sistemli çalışmalarının ifsat etmesiyle, kendine ve evrene
yabancılaşmanın doğal bir sonucu olarak, dünya ile ahiret arasında oluşan bu geniş
uçurumu, kapatarak doğal haline geri döndürebilmek için tekrar birbirine yaklaştırmak ve
her ikisi arasında olması gerektiği gibi ezelden beridir var olan ikiz kardeşliğin yeniden
sağlanabilmesi için oluşturulan köprülerin halatlarına her adımda yeni bir ilmek daha
atarak daha da kuvveti hale getirebilmek için kılı kırk yarararcasına düşünülerek, üzerinde
uzun soluklu bir fikir çilesinin bir ürünü olarak, çeşitli edebi sanatların ve metoforlara sık
sık kullanarak, sözün etkisinin ve gücünün artırılmaya çalışıldığı, iki nur sahibi olarak
yaratıldığı için karar alma mekanizmalarını etkileyerek bunu eyleme dönüştürme
potansiyelinin gerektiği gibi kullanıldığı takdirde; gerçekleştirilmeye kalkışılan her
aktiviteye bilinç ve şuur kazandıran, göz fotonlarının ve metakognisyon(yüksek zihin
fonksiyonu gerçekleştiren) genlerini katalizör gibi çalıştırılarak, yani bilinmeyeni
öğrenmeye, doğru ve güzel olanı ihtiyâr etmeye, hayatın ve ölümün anlamını
sorgulayarak araştırmaya, varlığı hallac ederek onu anlamlandırmaya sevkeden,
bilinmeyeni ve görünmeyeni murâkabe ederek, bilirâde herkes tarafından
keşfedilebilinmesi için elle tutulan gözle görülen varlıkları esas kabul ederek, kenzi
mahfilere birer pencere açarak, müspet bilimlerin gelişmesinde çok büyük katkı sağlayan
istikra (endüksiyon) ve kıyas (dedüksiyon) yöntemlerinden faydalanarak, gerekli
mantıksal çıkarımlarla, en uygun kıyaslara ulaşıp, doğru neticeleri elde edebilmek için
hidayet kaynağı olarak insanın kullanımına tahsis edilen göz ve akıl nurunun bir arada
kullanılarak esenlik ve barış yolunu insanlara gösterebilmek, onları düşünmeye
sevkedebilmek ve kendi benliklerinden sıyrılarak, varlığın hakikatine, yani özüne ve
ruhuna yaklaştıracak yeni yollar açma arzusunun bir amelî yansıması olarak, aşk
kaleminin gönül defterine karşı gösterdiği coşkun bir sevgiyle birlikte dillere destan o,
muhteşem ahde vefasının harkulade bir suretinin gölgesinin muhatabın kalbine
düşmesidir. Çünkü kalp ikliminde seyahat eden kişinin, ehli dünyanın aldatıcı ve saptırıcı
güçlerinin; sürekli hücumları ve hayati bir değer taşıyan duyu organlarının ve zihnî
melekelerinin sömürgeleştirilmek üzere, işgale hazır hale getirdiği tüm insanî değerlerin
teker teker yok edilmesi karşısında; kolonileştirilmek istenen Rabbani her bir fakültenin
yeniden yegane sahibine istirsâli ve zapt-u rapt altına alınabilmesi adına girişilen iç
mücadelenin zaferle sonuçlandırılabilmesi için hilâl takdiği kullanılarak Fatih Sultan
Mehmet gibi ileri görüşlü bir dehanın fethi müyesser kılmayı kolaylaştırıcı bir mahreç ve

13
urûc kapısını bulabilmek için gemileri karadan yürütmesi gibi; olmayacak işleri oldurma
azim ve kararlılığı içinde, sağlam bir iman ve tevekkülün sağladığı sarsılmaz bir özgüven
ve cesaretle, hayatın her alanını kapsayan bir tarzda doğuşuyla birlikte oluşan, Rabbine
karşı borcunun farkına vardırmak, Allah’ın yarattığı her mahluku, yerdeki ve gökteki
ayetleriyle süslediği harika cisimlerin işlevleri ve şekilleriyle uyumluluğundan alınan
ibretâmiz bir dersle, insanla İslâmın arasındaki engelleri bir bir ortadan kaldırmak, bu
ikisinin yeryüzünde çatallaşan yollarını, gökyüzü merdivenin basamaklarından teker teker
çıkarak Arş-ı Alâ’da birleştirebilmek; attığı her adımda kişinin manevi miracını kemâle
erdirmesinden ve kendisini ve çevresini üreterek, söz ve iş sekronizasyonunu
gerçekleştirerek doğru hareket edebilmek için hâdisâtı doğru okuyabilmesinden geçer ki,
bu da bize ilham veren her bir ayetin farklı bir menfezinin bulunduğuna şehadet
edebilmek, yaşarken şehitlik makâmını, lâyık olduğu şekilde idrâk edebilmekle çok
yakından alakâlı bir husustur. Kaldı ki, konular hangi açıdan ele alınırsa alınsın, kâinat
kitabı ile bir rahmet, hidayet, nur ve şifa kaynağı olarak gönderildiği için kıymeti sonsuz
olan hayat kitabımız olan yüce Kur’anı Kerim’in her bir ayeti kerimesinin, aslında
birbirlerini desteklediklerini ispat ederek, kanıtlamanın yanında, en yüksek hakikat olan
marifetullaha; Nebîyi Zişan Efendimiz’in(sav) ayak izlerini takip ederek, Onun her sözünde
olduğu gibi ademoğlunun bir çoğundan saklı olan hikmetnümâ gizli ilimlerin bulunduğu
ilahi cennet saraylarının ve illiyûnun penceresini, asrın idrakine yakınlaştıran bir mercek
vazifesini gören şu hadisin esrarını on sekiz bin alemin fehmine okutarak “Gizli bir ilim
türü vardır ki; onu ancak Allah’ı tanıyanlar bilir. Onlar o ilimden bahsettikleri zaman, Allah
için gayrete gelenler onu kabul etmezler.” Her bir ferdin Sırat-ıl Müstakıymî vicdanlarında
bulduğunu hissedebilmesi için şart olan; zihnin ve gözün algılamaktan aciz düştüğü
metafizik ve melekût aleminde cereyan eden lahutî hadiselere, tüm sufîler gibi çok
yakından inanarak, bunu akla ve ruha şüpheye yer bırakmayacak şekilde tasdik
ettirdikten sonra; insan-ı kâmile ulaşabilme gayret ve çabasının gösterildiği, devamlı
dağdağalı olarak deveran edip duran dünya denizinde, uzun yıllar boyunca, tecrübevârî
elde edilen duygu ve düşüncelerin, vicdâniyat sinesinde harmanlanmasıyla oluşturulan,
nice zorlu ve çetin fikir çilelelerinin bir ürünü olarak, hayat telaşesi, geçim meşgalesi gibi
dünyevi nedenlerle, kıymetli kitapları bir araya getirerek, ilimle uğraşmaya pek vakit
ayırmaya fırsat bulamadığı halde sinesi deniz kadar engin, yüreği her zaman tertemiz ve
dupduru kalmayı, yüce Allah’ın büyük bir siyaneti ve esirgemesiyle başarabilmiş, ünlü
halk ozanlarımız Yunus Emre ve Pir Sultan Abdal’dan sevgiyi ve fenayı, yüce pirlerimiz
Hazreti Mevlana’dan ve Hacı Bektaş-ı Veli’den aşkı ve hoşgörüyü, ulu önder ve
başkumandan Gazi Mustafa Kemal ve silah arkadaşlarından ulusal bağımsızlığın ve bilim
ve tekniği çağdaşlığın gereklerine göre, necip Türk Milleti’nin menfaatleri istikametinde
kullanarak, medeniyetleri oluşturan dünya kültürleri arasına, sahip olduğu yüksek insanlık
meziyetleri ve tüm sanat ve moral değerleriyle birlikte katkı sunarak, kendisini
kaybetmeden asrîleşmeyi öğrenmiş, hürmetle ve minnetle elleri öpülesi, tarih boyunca
sehâvetin ve şecâatin bayraktarı olmuş, misafirperver Anadolu insanıyla hasbihâl
nevinden birebir şahit olunan tüm gerçekliklerin onların hak din olan İslam’a karşı tarih
boyunca gösterdikleri eşsiz sadakat ve sergiledikleri cansiperane kadirşinaslık karşısında,
yine onlardan biri olarak bu toprakların geçmişteki sahiplerine bir vefa borcu olarak ve
aynı zamanda gelecekteki kuşaklarına kutsal bir emanet olarak; kuyumcu titizliğiyle bir
biri ardınca inciler gibi dizilerek vücuda getirilen kelimelerin, şu muhteşem ayetlerin ışığı
altında aziz milletimizle paylaşılmasından, hakikatlerin açık bir dil ve gönülle, asra beyan
edilmesinden ibarettir: Yusuf, 105: ‘Göklerde ve yerde öyle mucizeler var ki, (insanoğlu)

14
yanından geçip gider de onlara dönüp bakmaz bile’ Zımmen: İnsanoğlu mucize mi arıyor?
Kâinata basiretle baksın, mucizeden başka bir şey göremeyecektir. Ne var ki, nazarı
muhteşem olmayan, baktığındaki ihtişamı göremez. Kâinat ayetlerine sırt dönenlerin
kitabın ayetlerine sırt dönmeleri sürpriz değildir. Casiye Süresi, 3: ‘Şüphesiz göklerde ve
yerde müminler için birçok âyetler vardır.’ Nisa Süresi, 82: ‘Onlar hâlâ Kur'ân'ı gereği gibi
düşünüp anlamaya çalışmazlar mı? Eğer o Allah'tan başkası tarafından indirilmiş olsaydı
mutlaka onda birçok çelişkiler bulurlardı.’ Hacc Süresi 46. Ayet: ‘Yeryüzünde
dolaşmıyorlar mı ki olanları akledecek kalbleri, işitecek kulakları olsun. Gerçek şudur ki,
gözler kör olmaz, fakat asıl göğüslerin içindeki kalpler kör olur.’ Enfal Süresi, 22: ‘Çünkü
yeryüzünde dolaşan canlıların Allah katında en kötüsü anlamayan ve düşünmeyen
sağırlarla dilsizlerdir.’ Bakara Süresi, 74: ‘Sonra bunun arkasından yine kalbleriniz
katılaştı, şimdi de taş gibi, ya da taştan da beter hale geldi. Çünkü taşlardan öylesi var ki;
içinden nehirler kaynıyor, yine öylesi var ki, çatlıyor da bağrından sular fışkırıyor, öylesi de
var ki, Allah korkusundan yerlerde yuvarlanıyor... Ve sizin neler yaptığınızdan Allah gafil
değildir.’ Muhammed Süresi, 23/24: ‘İşte onlar, Allah'ın lanetlediği, kulaklarını sağır,
gözlerini kör ettiği kimselerdir. Onlar Kur'an'ı düşünmüyorlar mı? Yoksa kalplerinin
üzerinde kilitleri mi var?’ Ankebut Süresi, 43/44: İşte biz bu temsilleri insanlar için
getiriyoruz; fakat onları ancak alimler düşünüp anlayabilir. Allah gökleri ve yeri hak olarak
yarattı. Şüphesiz bunda, mü’minler için mutlaka bir ibret vardır. Zımmen: Gerçeğin izini
süremeyenler bilgi ile hakikat arasındaki bağlantıyı doğru bir şekilde kuramazlar. Kaf
Süresi, 37: ‘ Şüphesiz ki bunda kalbi olan ve hazır bulunup kulak veren kimse için elbette
bir öğüt vardır.’ Maide Süresi, 54: ‘...Allah onları sever, onlar da Allah'ı severler;
müminlere karşı yumuşak, kâfirlere karşı da onurlu ve şiddetlidirler; Allah yolunda
mücahede eder, hiçbir kınayıcının kınamasından da korkmazlar. Bu, Allah'ın bir lütfudur,
onu dilediğine verir. Allah, geniş ihsan sahibidir, her şeyi çok iyi bilendir.’ Enam Süresi,
125: ‘Allah kimi hidayete erdirmek isterse, onun gönlünü İslâm'a açar. Kimi de saptırmak
isterse, sanki göğe yükseliyormuş gibi, göğsünü dar ve sıkıntılı yapar. Allah, inanmayanları
işte böyle pislik içinde bırakır.’ Zümer Süresi, 22: ‘Allah, kimin bağrını İslâm'a açmış ise
işte o, Rabbinden bir nur üzerinde değil midir?...’ Bakara Süresi, 269: ‘Dilediğine hikmet
verir, hikmet verilene ise pek çok hayır verilmiş demektir. Ve bunu ancak üstün akıllılar
anlar.’ Zariyat Süresi, 20/21.Ayet: ‘Kesin olarak inananlar için, yeryüzünde ve kendi
nefislerinde nice ibretler vardır. Hiç görmüyor musunuz?’
2- Tevhid, iman kalesinin temelidir. Dört kitabın manasını kendi içinde cem edebilen, ilk
insan yaratıldığından beri, onlara nimetlerin en büyüğü olarak verilen, ihlasla
söylendiğinde, kalplerin kilidini açacak esrar-ı Sübahniyeyi ihtiva eden, doksan dokuz
belayı def edip, Allah’ın gazabını kullarından uzaklaştırabilen, tek kelime “La ilahe illallah”
dır. Bu hakikatin üzerinde başka bir hakikat yoktur. O kelime o kadar yücedir ki; onunla
Allah arasında hiç bir perde yoktur, onun manevi ağırlığı tartılara sığmaz, beşer bunu tam
anlamıyla idrak edemez, çünkü o cennetin bahası, tecdid-î imanın en temel nüvesidir.
Nasıl olur da sonlu bir varlık, sonsuzluğun anahtarının değerini lâyık olduğu şekliyle
kavrayabilir? Onu büyük yapan sırra gelince; evvela bu çok büyük bir sırdır: onu bilinçli ve
şuurlu bir şekilde dillendiren eğer ne dediğinin farkında olarak bunu yapıyorsa; kendi
varlığını o ilahi kudretin varlığına Eşhedüenlâ ilahe illallah diyerek, hem buna şehadet
ediyor hem de bu hakikatin nuru içerisinde nefsini ve benliğini nefyetmek suretiyle
kendini eritmeyi başarabilmişse eğer, özündeki ilahi nurun çerağını yakmış, kalbine
yerleşen hikmetle tefekküre kapı aralamış, cennete giden yolların taşlarını teker teker bu
zikrin esrarına vukufiyetle ermiş demektir, bunu Rableri tarafından bir lütuf, kerem ve

15
atiyye eseri olarak gönüllerinde bulmuş olanlarsa; yalnızca mü’min, müttaki, mukarreb,
Muhsin, Salih, aziz ve halis olan kullar, ilahi inayet ve Hakk’ın kapısının vazgeçilmez
taliplileri olanlardır. Fatır, 32-33: “ Sonra biz o kitabı kullarımızdan süzüp seçtiklerimize
miras bıraktık. Onlardan da nefislerine zulmeden var, orta yolu tutan var, Allah'ın izniyle
hayırlarda ileri geçenler var. İşte bu büyük lütuftur. Onlara Adn cennetleri vardır. Onlar
oraya gireceklerdir. Orada altın bilezikler ve incilerle süsleneceklerdir. Orada elbiseleri de
ipektir.” Burada zikredilen üç grup insan da ne ölürken, ne kabirlerinde, ne de
kabirlerinden kalktıkların da yalnız kalacaklardır. Diriliş çığlığını duydukları zaman,
başlarından toprağı silkerek: ‘ Hamdolsun bizden üzüntüyü gideren Allah’a, muhakkak ki
Rabbimiz, elbette Gafûrdur, Şekûrdur.’ Diyerek kalkacaklardır. İlk grupta yer alanların
durumları mizan günü belli olacaktır. Melekler onların lehine şöyle şehadet edecekler: ‘
Onların, Allah’tan başka ilah yoktur dediklerini gördük.’ Diyecekler. Allah-ü Teala’da:
Doğru söylemişlerdir, Ben’den başka hiçbir ilah yoktur. “ O bir tektir ” sözlerinden dolayı
onları cennete girdirin ve hatalarını da cehennem ehlinin üzerine yıkın, buyuracaktır.
Ankebut, 13: ‘ Fakat gerçek şu ki, elbette kendi yüklerini, kendi yükleriyle birlikte nice
yükleri taşıyacaklar ve uydurup durdukları şeylerden kıyamet günü mutlaka sorguya
çekileceklerdir.’ İkinci guptakiler kolay bir hesapla cennete girecekler, üçüncü ve son
gruptakiler ise hesapsız olarak cennete gireceklerdir. (İbn-i Kesir, Hadislerle Kur’an Tefsiri)
3- ‘Eğer dünya senin standartlarına uymazsa, ona boyun eğmek yerine onu yıkmalı ve
yeniden kurmalısın.’(İkbal) Yakîni en öndekilerden ve manen en öndekilere en yakın
olanlardan, ders alarak öğrenmeye çalışırken, daha güzel ve içinde herkesin huzurla
yaşayabileceği adil bir dünya kurabilmek için harekete geçmek; bu zamanın en önemli
ibadetlerinden birini teşkil ediyor olmalı. Bunu Hz.Ali(kv)’in şu sözü ne güzel ifade eder:
‘Kim zekâda basiret sahibi olursa, ona hikmet görünür. Kime hikmet görünürse ibreti bilir.
Kim ibreti bilirse sanki ilklerin arasında olur.’
4- ‘Türk milleti, geçirdiği nihayetsiz felaketler içinde ahlâkının, anneannelerinin,
hatıralarının, menfaatlerinin, kısacası bugün kendi milliyetini yapan her şeyin dili
sayesinde muhafaza olduğunu görüyoruz. Türk dili, Türk milletinin kalbidir, zihnidir.(Gazi
Mustafa Kemal Atatürk)’
5- Hz. İsa(a.s)’ın konuşmalarında kullandığı imgeler; ve bu kullandığı imgelerin anlatılan
konuları avamın dahi rahatlıkla anlamasına zemin teşkil etmesi. Örneğin babanın; ailesini
koruması ve onların rızkını temin etmek için çalışması bakımından Rabbin babaya
mecazen benzetilmiş olması ve bu mecazi olarak babaya benzetilmiş olan Rabbimizi
gerçek manada bir insanmış gibi anlayanların; gerçek manada Allah’ın verdiği akıl
nimetini kullanmaktan bile imtina ettiklerinin açık bir göstergesi olarak; bu çarpık,
tarafkir, tutucu ve inatçı yaklaşımın semavi dinlerin ortak çağrısı olan tevhid inancı
karşısındaki çelişkisi ve Allah’ı babaya benzetmenin anlaşılması bakımından çocukların
fıtratına dahi en uygun tercih oluşu. Ve yine İsa(a.s)’nın bunu destekler mahiyette; İsrail
oğullarının yolunu şaşırmış dağınık koyunlarını toplamak için gönderildiğini söylemesi.
6- Bilginin asıl kaynağı ilahi bilgidir. Çünkü her şeyi yoktan var edenin ilmi sonsuzdur ve her
şeyi kuşatmıştır. Sınırlı halde bulunan kümülatif bilginin sahibi insan bilgisinin ise, denizin
yanındaki tek bir damladan farkı yoktur.
7- Allah’a en yakın kul, Allah’ı en iyi akleden kuldur. Zira akletmek, Allah’ı birlemenin
alametidir. Nur-u Kur’an, tahkiki iman ve İslâmiyet, şefkat ve merhamet, adalet ve

16
hakkaniyet, hak ve hakikat dersi alan talebeler, hadisat ve vukûatın mahiyet ve künhüne,
menşei ve menbaına nüfuz etmekte ve vâkıf olmakta fevkâlede bir şuur ve ferasete,
dirayet ve kıyasete, tedbir ve temkine mazhardırlar; zira tahkik-i ilm-i iman ve
marifetullah dersleri, iman ve İslâmiyet’i, fehm ve feraseti, basiret ve iz’anı inkişaf ettirir,
muhakeme ve muvazene melekesini ihya eder ve kuvvetlendirir. Bunun neticesinde
ilmiyle amil olmaya çalışırak; ‘amelin ruhu ihlâstır, ihlâsın ruhu niyettir’ hakikatine bağlı
kalarak, ihlâs ve takvayı kazanma gayreti içinde çalışır.
8- Uygulanması en zor olan üç büyük sır: Az yemek, az uyumak, az konuşmak. Hayattayken
selamet bulmanın en öncelikli reçetesi işte bu sırlar.
9- ‘Ne edersen kendine edersin kendi kendine’ Türk öz deyişindeki hakikatin içindeki anlam
derinliği; başına gelen her şeyin kendi elinden olduğu, hak ettiğinden fazlasını elde
edemeyeceğin için başkalarının elindeki nimetlere göz dikerek, nimet düşmanlığı
yapmanın yanlışlığı, hoşlanmadığın bir durumla karşılaşırsan değiştirebilecek güç ve
kudrete sahip değilsen onu Allah’a havale etmeyi telkin etmesi, kimseye karşı kin ve
düşmanlık beslememeyi öğütlemesi, ne halde olursan ol her halükârda Rabbinin
yardımını isteyerek şükretmenin tarifi kabil olmayan getirisi, ne kadar şükredersen şükret
bir kul olmanın bilinciyle Rabbin için yaptığını yeterli görmemeyi istemesi, kendi benliğini
yok saymanın getirdiği huzur ve rahatlığa işaret etmesi, nefsinin aşırı isteklerine kulak
vermemenin ilahi gazabı celbetmemek için dikkat çekmesi, nerde olursan ol Rabbine tam
güvenmeyi salık vermesi ve nihayetinde de Onun dostlarını zayi ettiğinin görülmemiş
olması karşısında insana sağladığı yüksek yaşam kalitesi ve huzuru ve nihayetinde de
insanı iki dünya saadetine daha dünyadayken hazırlamasının bu özdeyişi cennetin kapısını
açan bir anahtara dönüştürmesi.
10- Günah olduğunu bile bile sılayı rahim-i kesenlerin; akrabalarıyla karşılaştıklarında içine
düştükleri içler acısı durumları.
11- Cennet hurilerini dünyada aramanın insana kaybettirdiği imani hasletler, nefsinin kölesi
olmuşları düşürdüğü hayvani haller!
12- Yüzüne karşı hataları hatırlatılan tekebbür sahibi kimselerin; takındıkları inkârcı tutum ve
başkalarının yanlışlarını ortaya dökmek suretiyle, kendinden başka herkesi karalayıp,
kendilerini olabildiğince temize çıkarma gayreti içine girmeleri.
13- Duygusal zekâya sahip, ayna nöronların aktif olduğu kimseler rahatlıkla karşılarındaki
kimselerin mimik ve davranışlarını ve ses tonunu gibi manevi durumlarını hızla algılayarak
bunlarla senkronize olabilirler. Özellikle yüz hatlarının analizi; her insanın farklı bir mizaca
sahip olmasına rağmen, yaptığı hareketler ve eylemlerin o andaki sahip oldukları ruhsal
psikolojilerini, en derin ayrıntılarıyla birlikte, bir harita hassasiyetinde önümüze sermesi.
14- Kendisine karşı gösterilen dünyevi nimet ve ihsanlar altında ezilmeden, bunlardan dolayı
kendini mihnet altına sokmadan kalmayı becerebilmek; kâinatta hüküm süren tek olan
ilahi kudreti müşahede edebilen, marifet ve hikmet sahibi, arif kimselere has bir özelliktir.
15- Genel ahlâk kaidelerinin tamamiyle alt üst olduğu toplumlarda yardımlaşma ve
dayanışma duygularının gün geçtikçe azalmasına paralel olarak, akrabalar arasında dahi
yaşanan ilişkilerin formelleşmesinin getirdiği; ailelerin kendilerini yalnız hissetme

17
pskolojisinin yol açtığı davranış bozukluklarının; topluma korku, endişe, kargaşa, hırsızlık
ve terör gibi adi suçlar olarak geri dönmesi.
16- Bireysel ahlâk bakımından, ruh ve beden bütünlüğünü sağlayamayan insanların, yaşadığı
ruhsal çatışmalar ve geçirdikleri psikolojik tramvaların her aşamasında fıtratında saf ve
temiz yaratılmış olması itibariyle, insanı özüne bir adım daha fazla yaklaştırıyor olması.
17- Aile ortamlarında şiddet gören çocukların; sevgiyi dışarıdaki arkadaşlarında araması ve
hayatın acımasızlığı karşında korunmasız kalakalmalarının onlara yaptırdığı affedilemez
hatalar.
18- Ahlâki zaafiyeti olanların; sevgi ve saygı bekledikleri en yakınlarından dahi sevgi ve saygı
görememeleri, İslâm hukukunun getirdiği tedbirlerin ne kadar insan onuru ve haysiyetine
değer verdiğini göstermesi. Fıtrat dışı aşırılıkları şiddetle reddetmesi.
19- Düşündüklerini açık açık söyleme hakkının, sadece resmi ideolojiye yakın duranların
kendilerinde görmeleri, gayet normal olarak karşılandığı bir ortamda, toplumda
sayılarının artması istenmeyen bi takım kesimlerin sürekli pskolojik baskı altında
tutulması, demokratik ve özgür ülkelerde meşru sayılabilecek, her türlü özgürlüklerin
artırılmasına yönelik isteklerinin, yine devletin resmi ideolojisini temsil eden organlar
tarafından, en yüksek perdeden, aşırı denebilecek tepkilere maruz kalması ve bu kakafoni
içinde toplumda azınlık olmalarına rağmen, sesleri baskın çıkanların ileriye ve
özgürleşmeye yönelik atılan her adımı, her seferinde aynı bahaneleri ileri sürerek;
duyulması arzu edilmeyen sesler olarak gösterip, boğmak istemeleri.
20- Azınlığın içine sindiremediği çoğunluğun, yine azınlık tarafından sindirilmesi.
21- Türk halkının; daha çok çocuklarına verdikleri isimlerin ilk Müslüman olanlardan
seçilmesinin sebebi; fani ömrü boyunca çekilen dünyevi sıkıntılara paralel olarak,
eziyetlere uğrayan ashab-ı ikramı kendilerine daha yakın görmeleri ve geçim endişesiyle
münkerattan, fuhşiyattan, maruz kaldıkları musibetlerle halkın büyük bölümünün bu ve
benzeri kötü ortamlardan, uzak kalabilmesi sonucu; İslam’ın güzelliklerini ahir zamanda
dahi ilk olanlara benzeyerek yaşatmak arzusunun, dışa vurumunu teşkil ediyor olması.
22- İlk hevesle uygulanmak isteyen İslâmî hakikatlerin; aradan geçen her bir yıl yaprağının
insanı yaşlandırması sonucu; Müslümanların değer yargılarının dünyevileşmesi ve dünya
lezzetlerine karşı olan bağlılıklarının, artması dolayısıyla unutturduğu sağlık ve afiyete
karşı şükürsüzlüğün ve kanaatsizliğin artmasının, toplumlara getirmiş olduğu büyük
felaketler ve musibetler.
23- Ailesinin dini konularda cahil olması nedeniyle, o ailede yetişen çocukların dini eğitimini
hayatı boyunca alamama tehlikesi ve ileride kendi ailesi içinde yaşayabileceği sorunların
yüksekliği ve potansiyel olarak gösterebilecekleri ahlâki zaafiyet oranının yüksekliği.
24- Kendi kendinin düşmanı olarak, nefsine zulmedenlerin; uykuda olduğu için rüyasının
farkında olamayanların, ateşle uyanacak olmalarını düşünmenin getirdiği dehşet.
25- Kıymetli şeyleri kuyumcu sarraflarının bilmesi gibi ilmin kıymetini de en iyi alimlerin
bilmesi.
26- Kitaplarına(Tevrat’a) taptıklarından, gerçeği inkar eden ey kitap ehli! Peki elinizdeki kitabı
size kim indirdi?

18
27- Kim Allah’a sarılırsa muhakkak ki o, doğru yola iletilmiştir. (Al-i İmran, 101) İman edenler
ve imanlarını zulüm ile karıştırmayanlar. İşte güven onlarındır ve doğru yolu bulanlar da
onlardır.(En’am, 82)
28- Ya Muhammed Ah bir görsen: Onların (kafirlerin) ateşin başında durdurulmuş iken ah ne
olurdu, keşke biz geri döndürülseydik de Rabbimizin ayetlerini yalanlamasaydık,
inananlardan olsaydık dediklerini. (En’am, 27)
29- Bunların bir de ümmî (okuma yazması olmayan) kısmı vardır, kitabı bilmezler, ancak
birtakım kuruntu yığınına, boş saplantılara kapılır ve zan içinde dolaşır dururlar. Artık o
kimselerin vay haline ki, kendi elleriyle kitap yazarlar da sonra biraz para almak için "Bu
Allah katındandır. " derler. Artık vay o elleriyle yazdıkları yüzünden onlara, vay o
kazandıkları vebal yüzünden onlara!.. (Bakara, 78-79)
30- Allah şehadet eyledi şu gerçeğe ki, başka tanrı yok, ancak O vardır. Bütün melekler ve
ilim uluları da dosdoğru olarak buna şahittir ki, başka tanrı yok, ancak O aziz, O hakîm
vardır. Doğrusu Allah katında din, İslâm'dır; o kitap verilenlerin anlaşmazlıkları ise sırf
kendilerine ilim geldikten sonra aralarındaki taşkınlık ve ihtirastan dolayıdır. Her kim
Allah'ın âyetlerini inkâr ederse iyi bilsin ki, Allah hesabı çabuk görendir. Buna karşı
seninle münakayaşa kalkışırlarsa de ki: "Ben, bana uyanlarla birlikte kendi özümü Allah'a
teslim etmişimdir". Kendilerine kitap verilenlere ve (kitap verilmeyen) ümmîlere de ki:
"Siz de İslâm'ı kabul ettiniz mi?" Eğer İslâm'a girerlerse hidayete ermiş olurlar. Eğer yüz
çevirirlerse, sana düşen şey ancak tebliğ etmektir. Allah kulları görendir. Allah'ın
âyetlerini inkâr edenler ve haksız yere peygamberleri öldürenler, insanlar içinde adaleti
emredenlerin canına kıyanlar yok mu? Bunları acıklı bir azapla müjdele!(Alî İmran 18-21)
31- Her nerede olursanız olun, ölüm size yetişir, son derece sağlam kaleler içinde de
bulunsanız yine kurtulamazsınız. Onlara bir iyilik erişirse "Bu, Allah’tandır" derler, bir
kötülüğe uğrarlarsa, "Bu, senin yüzündendir. " derler. Ey Muhammed! De ki: "Hepsi
Allah'tandır. " Bu topluma ne oluyor ki, hiç söz anlamaya yanaşmıyorlar?(Ey insanoğlu!)
sana gelen her iyilik Allah'tandır, sana ne kötülük dokunursa kendindendir. Ey
Muhammed! Biz seni bütün insanlara bir elçi olarak gönderdik. Buna şahit olarak da
Allah yeter (Nisa,78-79). Çünkü yaratma meydana getirme yönünden iyilik de kötülük de
Allah’tandır. Ancak kişinin başına gelen iyili Allah’ın fazlından bir ihsan iken, onun başına
gelen kötülük Allah’ın adaletinin bir tecellisi olarak işlemiş olduğu günahlara karşılık
dünyada peşin verilen bir ceza ve intikam olarak görülmelidir.
32- Hikmet ve ledünni ilme Hz. Hızır(a.s) gibi vakıf kulların; hassaslaşan duyuları ve öbür
alemin kapılarını, onlara açan karşılıksız kullukları ve bu karşılıksız kulluğun nişanesi de
hem darlıkta hem bollukta şükretmeyi Allah’ın inayetiyle ellerinden bırakmamaları.
33- Ahir zamanda korkulacak olanlar sadece diliyle alim geçinen münafıklardır.(Hadis Meali)
34- Geceleyin gündüz yaptıklarının, hesabını başının altındaki yastığa verebilen, her
söylediğinin hak ve doğru olmasına dikkat eden; Hz. Ebu Bekir(ra) gibi sıddıklar ve her
işinde adaleti gözeten Hz. Ömer(ra) gibi er oğlu erlerdir.
35- Her şeyi en iyi en doğru ben bilirim sevdasındakilerin, hiç kimse tarafından sevilmemesi
ve en yakınlarından dahi destek bulamamaları sonucu olarak; helal şeylere aşırı

19
düşkünlüğü ve yakînlerinin azalmasıyla ibadetlerden alınan lezzetlerin gitmesi ve ülfet
halinin hasıl olması.
36- Yaşlı olmayı olgunluk yerine meziyet sayanların; kendi pencerelerinin darlığı ve farklı
düşünenlere tahammülsüzlüğü, yalnız kendini haklı görme hastalığı nedeniyle onları ikna
edebilmenin güçlüğü.
37- Katışıksız tertemiz saf ve lekesiz bir kalple tam olarak iman etmiş olanlara, Yüce
Rabbimizin yakînlerini artırmak için lütfettiği rahmani latifeler. Her insan farklı farklı
yeteneklere sahip olduğu için değişik kaplara benzerler. Kapların içerisine aldığı miktar
birbirinden farklı olsa da hepsinden taşan aynı şey: zevk-î ruhanidir.
38- Eski ve yeni Ahit’te anlatılan kıssalarda yer, zaman ve kişilerin belirtilmesine rağmen
Kur’an-ı Azümüşşan’daki kıssaların daha çok öğüt ve ibret yönünün öne çıkarılmasındaki
hikmetin; cevizin kabuğuyla-özü arasında bulunan ilişkiye olan yakın benzerliği.
39- Yüce bir ipe tutunmadan insan letaifinin yükselmesinin mümkünatnın bulunmayışı.
40- İnsan elinin, sırtını kaşımak veya kirlerinden temizlenmek için ardına dahi
yetişmemesinin; verdiği bir ders olarak; hayatta insanın tek başına yaşamak için
yaratılmamış olduğunun başlıca delilini oluşturması.
41- İhtiadı İslâm için çalışmanın, zamanımızda farz-ı ayn olduğunun, herkes tarafından
kabullenilip, geniş hak kitleleriyle paylaşılmasının zarureti.
42- Türkiye’nin iç ve dış politikasının belirlenmesinde, büyük güçlerin neticelere yön veren
etkisinin sorgulanabilmesi için daha güçlü bağımsız işleyebilen ekonomiye ve milli bir
savunma sanayine sahip olarak, tam bağımsızlığını sağlamasının önemi ve gerekliliği.
43- Mevlana Celaleddi-i Rumi’deki insan sevgisi ve Allah aşkının bir sonucu olarak, yetmiş iki
millete kendi sırrını işittirerek, aşk makamına vasıtasız eriştikten sonra, Şeb-i Aruz’da
nurun o yüce nura kavuşması.
44- İmanı hakikatleri aklın penceresine yaklaştırmaya çalışan, hikmet ve yakîn sahibi asrın
müçtehidi Risale-i Nur Külliyatı’nın müellifi: Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri’nin dini
uğruna katlandığı çileler ve örnek alınması gereken hasletlerinden biri de; nerdeyse bir
asra yaklaştığı halde, sürgünlerle dolu olan hayatında, sürekli kanaat ve iktisata dikkat
ederek yaşaması, Allah’a karşı tevazuu, tefekkürü, tevekkülü, şükrü ve hediye kabul
etmeyişindeki ihlâs sırrı.
45- Buharın gökyüzünde belli şartlar altında, yoğunlaşıp yeryüzüne düştüğü gibi; yoğunlaşan
duygularla şiir yazmanın da insana kazandırdığı iç huzur ve can ile ten bütünlüğüne
sağladığı yadsınamaz katkılar.
46- Kendini diğer insanlardan üstün görerek kibirlenenlerin; Allah’ın vahdet sıfatının bir
vahid-i kıyasi yapabilmeleri için kendilerine verilmiş bir tecellisi olduğunu kavrayamamış
olmalarının, onları Rablerinden çok Firavun’a yaklaştırması.
47- Ağaran saçların; insana hatırlattığı ölüm gerçeği ve Müslüman olarak saçı ağaranlara
azap etmekten, haya eden Rabbimiz’e karşılık, fasıklıktan utanmayan ihtiyarların, ilahi
azaba düçar olacak olmalarını, insanın cahilliğiyle telif etmenin zorluğu.
48- Zamanında vazifesininin ağırlığının farkında olmayan gençlerin; tüm ağırlığıyla hayatı
kendi omuzlarında hissetmelerinin, geleceğe dair onlara yaşattığı sükûtu hayal.

20
49- Aşk hususunda size asla yalan söylemeyecek olan; bedenimizin kapısı hükmündeki
gözünüzün, sevgiliyi gördüğü andaki o ışıltısı ve ruhumuzun kapısı hükmündeki, kalbinizin
dışardan bile rahatlıkla duyulabilecek olan, güm güm atış sesidir.
50- Kalpte noksansız olarak yanan iman meşalesinin, insana sağladığı tarifi imkansız
sarsılamayan, yıkılamayan büyük güç, kuvvet.
51- Sekinetlerin birer rahmet damlaları olarak; Hz. Davud(a.s)’dan beri inananlara, doğru
yolu göstermesi ve dünyayı mü’minin mirat-ı kalbinden seyreden, ilahi nurların tecelligahı
olarak, kirlerden arındırması.
52- Yüce Rabbimizin; ümmi bir peygamber olarak gönderdiği, Kainatın Efendisi Muhammet
Mustafa (sav)’in insanlığa bir lütuf, kainata bir rahmet olarak, vazifelendirilmiş olmasının,
arka planında sürekli bir hıfz ve inayetle birlikte, Cebrail(as)’ın hayrı tavsiye eden dostluğu
ve açtığı İslâm dini yolundan giden ümmetinin, sevaplarından bu kutsi mesaja ayinedarlık
yapması bakımından, hisse alması neticesinde makam-ı Mahmut’u kazanması ve onun
sünnetinin neredeyse yayın iki ucu kadar Sünnetullah’a (Allah’ın hoş ve uygun gördüğü
tavsiye ettiği fiil ve davranışlara) yaklaşması.
53- Resulullah(s.a.v)’in peygamberi bir metod olarak, tercih ettiği tebliğ ve irşat yönteminin;
etrafında bulunan herkese büyük/küçük demeden onları, hem doğru yola
yönlendirmesinin, hem de ileriye dönük olarak yetiştirmesinin ve ferasetiyle her şahsı
kendi durum ve şartları içerisinde telakki etmesinin; İslâmî öğreti açısından getirmiş
olduğu hızlı intişar dönemini dikkate alarak, değerlendirmek açısından önemi.
54- Her doğruyu her yerde çekinmeden söyleyebilenlerin; iki yüzlü yaşamamak için tek
başlarına kalmayı göze almalarının, getirdiği bir sonuç olarak; etrafındakiler tarafından
pek sevilmediğinden, hayatın maddi boyutuna yapışmak zorunda kalmalarının; verdirttiği
ahlâki ve dini tavizler.
55- Evrensel hukuk normlarını tespit etmeye çalışanların; suç ve ceza kriterlerini
hazırlarlarken, öncelikli olarak, dikkate almak zorunluluğu bulunan, iki belirleyici nitelik
olarak; kanunların her türlü önyargı ve kavmiyetçilikten uzak kalarak, insan fıtratına ve
vicdanına ne kadar uygun olup/olmadığı meselesinin etüdünün, adalet terazisini elinde
bulunduranlar tarafından yapılmasının, dengenin şaşmaması ve toplumsal huzurun tesisi
açısından hayati derecedeki önemi.
56- İlahi ilmin ve hikmetin kıymetini en çok bilen alimlerin, dünya metaına hiç kıymet
vermemelerinin ve dünyanın fani yüzüne arkalarını dönmelerinin, getirdiği bir netice
olarak; zahidâne yaşayanların avamın nazarında fakir ve yardıma muhtaçmış gibi
algılanmasının, topluma kattığı nakıslık, asla tükenmeyen ilahi lütufları, her an
unutmaksızın yaşayabilme nimetinin, Allah’ın yardımıyla havassa ait olduğunu ikaz
etmesi. İlmin ve alimin kıymetsizleştirildiği ve aranmadığı bir toplumda, insanların
gündüzü gece, geceyi gündüz sanarak aldanmasına hiç şaşmamak gerek doğrusu.
57- İnsanın özündeki cevheri keşfedebilmesi için; çevresindeki her şeye hak ettiği kadar değer
vermeye çalışarak, kültürel açıdan önemli ve değerli olan moral değerlere yaklaşarak,
değersiz ve faydasız iş ve kişilerden uzaklaşarak, ruhen yalnızlaşarak, insanın yaratılış
mahiyetini ve buna bağlı olarak hayatın ve ölümün gerçek manalarını, yakından tanıma

21
gayreti içinde, kişinin bulunmasının; fiili bir dua hükmüne geçerek Rabbani letaiflerle
desteklenmesi sayesinde; meleklerin bile secde ettiği, Allah’ın nurundan üflediği,
yeryüzünün halifesi, Hz. Adem’in(as) o temiz ve pak ruhuna adım adım insanı her an daha
fazla yaklaştırırken, yakalanan bu ten ve can uyumu sayesinde ölümle beraber barışık
yaşamayı öğrenen insan; zaten ölümsüzlük iksirini yaşarken tam anlamıyla yalnız böyle
tadabilir.
58- Yekkanehullah: Allah’ın tecelligâh yeri olan kalbe ilettiği yakîn sırrının; mü’minleri doğru
yola iletmesinin, büyüklüğünün şükrü karşısında; acziyetini va fakrını idrak eden kullarının
içinde bulundukları müşkilin farkında olmalarını, şükür olarak kabul eden Rabbimize
yerde ve gökte yarattıkların sayısı adedince hamd-ü senalar olsun.
59- Arifibillahları Allah’tan başkasının bilmemesindeki hikmet sırrı; ilahi Cemâl’e ayinedarlık
yapan kulunun kalbini, masivaya karşı koruması ve başkalarının aşırı sevgisinden onu
kıskanarak, gaybet perdesi altında gizlemesi.
60- Kur’anın ayetleri adedince Cennet’te bulunan mertebelere, insanın; dünyadaki marifeti
ölçüsünde, ilahi Cemâl’in nurunu müşahede edecek olması hakikatinin, iman ehline
kazandırdığı iki dünya saadeti.
61- Yüce Rabbimizin kendi zatını sevenleri ve onun sevdiği kulları sevenleri, bu yüce
sevgilerinin bir karşılığı olarak, dünyevi musibetleri defetmesi, ahde vefalılara karşı
merhamet edip koruması ve bu kulunu düşmanlarının zayî etmesine engel olarak,
dünyada dahi peşinen ödüllendirmesi.
62- Cennete daha çok cömertlerin layık olmaları nedeniyle; fakirleri gözeten, Allah’ın dinini
malıyla-canıyla yüceltmeye çalışan, Allah’ın inayetiyle kendi çizdiği hudutlarını
aşmasından, azad ettiklerinin farkına varabildikleri; üstünlüğün maddi zenginlikle değil
gönül zenginliğiyle alakâlı olduğu hakikatine ermiş, karşılıksız Allahü Teala’ya ihsan
şuuruyla bağlanmış, çalışmayı ibadet telakki edecek kadar dininin özüne vakıf olmaları.
Tevbe, 24: ‘Onlara de ki; eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, kadınlarınız,
akrabalarınız, kabileniz, elde ettiğiniz mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticaret,
hoşlandığınız evler ve meskenler, size Allah ve Resulünden ve Allah yolunda cihaddan
daha sevimli ise, artık Allah'ın emri gelinceye kadar bekleyin. Allah böyle fasıklar
topluluğuna hidayet nasip etmez.’
63- Ramazan’ın her iftar vaktinde bir milyon cehennemlik kişi azat olur, aynı işlem bu aydaki
Cuma günlerinin her saatinde tekrarlanmasına rağmen; şeytanın hilelerinden gafil olarak
yaşadıklarından dolayı nefislerinin Şeytanlaştığının farkına varamayan bedbahtların,
Şeytanların bile bağlandığı unutarak, on bir ayın sultanı olan bu ayda; çevrelerindeki diğer
akrabalarının arasında yardımlaşma ve kardeşlik duygularının ortaya çıkmasına rağmen,
nefsinin içindeki kötülükleri dışa vurmaları ve ruhlarının aynasını karartması neticesinde;
insanın kendine ne kadar yabancılaştığının, bir göstergesi olarak açığa çıkmasının;
insanlığa yaşattığı hüzün.
64- ‘İnsanların en hayırlısı onlara faydalı olandır’, fehvasınca hareket etmeyi kendilerine bir
vazife olarak telakki edenlerin; ilahi kelamı okumanın yanı sıra, kâinat kitabını(müspet

22
ilimler) da en güzel şekilde okuyup, onu da anlamaya çalışmalarının insanlığa kutsî
mesajın ulaştırılmasının, üstlendikleri onurlu ve kutsal bir vazifeyi teşkil etmesi.
65- Kâinatın bütün yüzleriyle birlikte okumanın; (nebatat ve hayvanat ve anasır-ı erbaayı
tanıma) insanlara verdiği üzerinde uzun uzun düşünmeyi gerektiren, milyonlarca belki
milyarlarca tevhid akidesini lisan-ı halleriyle, kainatta tesbih eden olaylardan bihaber
yaşayan ehl-i kitabın; henüz keşfedilememiş hakikatleri düşünemeden, aklın fenerinde
ihtidayı arama zorunluluğu içinde kalmalarının, hakkı tasdik noktasında oluşturduğu
zaafiyet. Küçük bir örnek olarak; şehvetinin kurbanı olan erkek örümceğin, dişisinin
ördüğü ağ üzerinde çok uzun müddet kalmasının; bir av zannedilerek, sarmalanıp
yenerek ölme riskinin bulunmasının, insanlara verdiği ibret...
66- İnsanın dünyada aşkla bağlanmaya değecek olan tek dünyalığının, seccadesi olması.
67- İnsanlara yapılan yardımların içerisinde en yücesinin fakirleri, yoksulları,
muhtaçları,yetimleri, yolcuları, misafirleri ve borçluları doyurmak olması.
68- Uykunun, fiziki bedeni dinlendirmenin, en iyi yolu olması nedeniyle, her yeni gün insanın
hayata yeniden, doğduğu günkü kadar temiz ve zinde başlamasını temin etmek suretiyle,
insanlığın maddi terakkisine verdiği mükemmelliği tartışılamaz katkı.
69- Yüzlerce ayetten süzülerek oluşan Risale-i Nur hakikatlerinin, nur ehline verdiği sarsılmaz
iman ve nice hikmetlere ve lütuflara binaen ilham ile yazdırılmış olmasının, o yolda
yürüyenlere; sürekli bir aksiyon, aşk ve şevk olarak yansıması ve onları her daim teyakkuz
halinde bırakması.
70- Her insanın kalbinde onun imanını emen bir kene bulunur. Bu kenenin emdiği kan miktarı
da damarları içinden geçen kan miktarıyla doğru orantılı olarak değişir. Böyle birinin,
kalbinde meydana gelen ‘hutuvvat-ı Şeytan’ın’ kuvvetli tesiriyle, yönetimi ele geçirmesine
katkı sağlayan bu kene ve onun daimî müttefikleri olan; nefis ve heva birleşerek; sürekli
kula günah ve haram olan şeyleri işlemesini fısıldayarak, kötülüğü telkin etmesi. Bu kutsal
ittifak karşısında aciz düşen ademoğlunun, hareketlerini kontrol edememesine paralel
olarak, içine düştüğü kuyuda günahlarının içinde yuvarlanması, onun şeytanla yoldaşlık
ettiğinin farkına varmasını engeller; çünkü onun hileleri ve arzuları o kadar gizli ve
tehlikelidir ki; yalnız alimler hakkıyla onlardan korkabilir ve onun desiselerinden ‘Euzü
billahimineşşeytanirraciym’ kelimesinin sırrıyla ve Muvazeteyn sürelerinin yardımıyla
korunup, onun şerrinden emin olarak kalabilirler. Ayrıca helal dairesi keyfe kâfidir,
Şeytanın hilelerine ve vesveselerine uyarak harama girmeye hiç lüzum yoktur kaidesince;
helâl dairesinde kalarak, kişinin ailesiyle birleşmesinin dahi bir cilveyi Rabbaniye olarak,
ibadetin değişik bir nev-i olduğunun değerlendirilmesi; kulu Rabbine daha fazla
yaklaştırıyor olmasının yanında, insanın kullanımına verilen her bir nimetin, ebediyete
bakan farklı bir vechesinin daha bulunduğunu, cümle aleme ilan ediyor oluşu.
71- Hayatın boyunca hiç deniz görmemiş bir bedeviye; okyanusun dibindeki hazinelerden
olan inci ve mercandan bahsetmenin anlamsızlığı gibi vahyin üstünlüğünü pozitif akılla
kıyaslayanların; akıllarını gözlerinin derekesine indirme gafleti ve beyni örten bu gafletin
bir neticesi olarak manâ alemine dair her şeyi inkâra kalkışmaları ve ilahi rahmetin ve
lütüfun bir tecellisi olarak mucizeleri anlayamayanların; bu halleriyle, denizi hayatlarında

23
hiç görememiş, hayatın anlamını tamamiyle kavrayamamış, cahil çöl bedevilerini
andırıyor olmaları. Hiç olmazsa bedeviler develerine su taşıtmasını becerebilirken, bu
hasletlere sahip okumuş olduğunu zanneden cahil-cühelanın; kâinatın sadece fani olan
yüzüne bakan kısmını anlayabilmek için yıllarca müspet ilimleri sırtlarında taşımalarına
rağmen kişilik ve şahsiyetlerinin bekasını başlarının üzerinde taşıdıkları makamlara
bağlayan, taassub ve bağnazlık kokan açıklama ve eylemlerle medyanın karşısına
çıkmaktan utanmayan profesörlerin; işlerini layıkıyla yapmadıklarının bir ispatını
oluşturması.
72- Bu devirde medenileri galebenin yalnız ikna ile mümkün olmasındandır ki; aklı ve müspet
ilimleri dinin doğru anlaşılması için seferber etmenin, ahir zaman için yazılmış yegane
reçetelerin; Risale-i Nur eczahanesinde isteyen herkese, hastalığı ölçüsünde şifa
dağıtmasındaki mucizevi yönleri ve insanlığın kurtuluşuna yaptığı yatsınamaz katkı; insanı
özgürleştiren bu manevi hürriyetin gerçekleşebilmesi için her türlü fedakârlığın yanında
fikri çileyi çekenlerin azami derece riayet etmeye çalıştıkları; ihlas, kanaat ve iktisat
ölçüsünde yapılan çalışmaların kıymetlenmesi, dalga dalga dünyaya yayılması ve nice
aklıyla karanlıkta yol arayan, kalbi henüz tamamen kararmamış, fıtratı ve sadrı
bozulmamış, akıl ve fikir sahibi olan herkese gösterdiği nurefşan bir ufuktan, büyük
insaniyetin yani İslamiyet’in tıpkı şafak vakti güneşin doğması gibi tenevvür etmesi.
73- Geçmiş kavimlerin yaşadığı anlatılan hikâyelere inanıp/inanmamak konusunda tereddüte
düşenlerin; ehli sünnet velcemaat çizgisine uygunluk bakımından, olayların sorgulanıp,
değerlendirmesinin; İsrailiyat’ın dine sonradan karıştırıldığı için Müslüman olmak isteyen
ehli kitabı da şüpheye sevkeden, bid’atlardan arındırılması bakımından önemi.
74- Asr-ı Saadet’te Peygamber Efendimiz(s.a.v) ile birlikte yaşayan ashab-ı ikramın örnek
hayatlarına benzer bir hayat yaşamanın; Allah’ın siyanetiyle şu zamanda dahi mümkün
olabilmesi nimetini, hiçbir cemaatin, rızayı ilahiye talip tarikatin ödeyemeyeceğini
bilmenin, şükür olarak kabul edilmesi ve Süha yıldızında asılı duran, takva libasını
giymenin, ona talip insanlara ait bir haslet olduğu ve bu haslete sahip olanların; Sıdk ve
Faruk sıfatlarıyla şereflenecek olmaları.
75- Tolstoy’un çok uzun zaman önce sorduğu soruların cevapsız kalması hasebiyle şimdi
tekrar hatırlatma gereğini duyarak soralım ki cevap versinler bakalım bize her şeyi
açıklamak iddiasındaki bilimi tek kılavuz kabul eden aklının kulları; ‘Hayatta sarhoş olarak
yaşamaya devam etmek mümkün mü? Hayatımın beni bekleyen kaçınılmaz olan ölümün
yok etmeyeceği bir anlamı var mı? En doğru şekilde nasıl yaşarım? İlerlemeye uygun
olarak nasıl yaşarım? Bu gün yaptıklarım ve yarın yapacaklarımın sonunda ne olacak?
Arzuları olan bir varlık olarak ben kimim? Bilginin her bir basamağı onları hakikate
kılavuzlar; hakikat ise ölümün ta kendisidir. Benim gibi hayatın anlamını bilimde arayan,
hiç kimsenin de hiçbir şey bulamadığına ikna oldum. Bilimler hayatın kendisiyle ilgili
hiçbir soruya cevap verememektedir. O insanlar hiçbir şey bulamamakla kalmadıkları gibi
beni tam da ümitsizliğe sevk eden, şeyin hayatın anlamsızlığının, tek bir şüpheye yer
vermeksizin, bilebilecekleri yegane şey olduğunu açıkça kabul etmişlerdi. Sorduğum
sorular sorulabilecek tek meşru sorulardı ve bütün bilimlerin temelini oluşturuyordu.

24
Suçlanması gereken bu soruları soran kişi olarak, ben değil bu sorulara cevap verme
iddiasında olan, bilimin kendisiydi. İnsan inancı olmadan yaşayamaz!’
76- Kadın boşluktan, erkekse yokluktan ibarettir. Yokluk boşlukta kaybolduğunda vuslata
erişen varlık, kemâle erme bahtiyarlığını en güzel surette elde etmiştir.
77- İnsanların çoğu kaybetmekten korktuğu için, sevmekten korkuyor.Sevilmekten korkuyor,
kendisini sevilmeye layık görmediği için.Düşünmekten korkuyor, sorumluluk getireceği
için.Konuşmaktan korkuyor,eleştirilmekten korktuğu için.Duygularını ifade etmekten
korkuyor, reddedilmekten korktuğu için.Yaslanmaktan korkuyor, gençliğinin kıymetini
bilmediği için.Unutulmaktan korkuyor,dünyaya iyi bir şey vermediği için.Ve ölmekten
korkuyor aslında yaşamayı bilmediği için.(W.Shakespeare)

25
KALP İKLİMİNDE FETH-Î URÛC – II

1- Açık saçık dolaşmayı maharet sayan, güzelliklerini teşhir için gece gündüz sokak sokak
dolaşan kadınların; yabancı nazarların şehevi bakışları karşısında utana sıkıla
arzularının hilafına, kısacık elbiseleriyle tenlerini kapatabilmek için elbiselerinin
sağından solundan çekiştirerek, gayrı ihtiyari yaptıkları hareketlerin; aslında
örtünmenin, kadınların fıtratına en uygun, büyük bir nimet olduğunu, farkında
olmadan kendi haraketleriyle ispat ve tasdik ediyor olmaları.
2- Fani dünya refahı ve zenginliğinin; maddi planda çalışmaya bağlanması, bunun
yanında ahiret kazancının ise ihlasa ve samimiyete bağlanmasındaki, ilahi işaretleri
anlayabilmenin, ölçüsünün ilahi kudret karşısındaki teslimiyet ölçüsünde oluşu...
3- Ah şu kadınlığını kötüye kullanmaktan, başka meziyeti olmayan kadınların;
yaratılıştan gelen eksikliğini ve sevilmeye muhtaç olarak yaratılmasını suistimal
ederek, şeytanın ayak izlerini takip ettiği için şeytanlaşan, şeytanlaştığı için erkekler
için bir fitneye dönüşen, azdırıcı ve saptırıcı olan vücudunu zevk için, sex objesine
dönüştürmekten utanmayan, menfaatperest, dünyaya ve hazlarının esiri olmuş,
zavallı mahluklara açık bırakılan tek ve son kapı olarak henüz ölmeden tövbe etmeyi
acilen düşünmelerinin, ateşe olan yakınlıklarıyla, ters orantılı olarak artması
karşısında takınılan şuh ve umursamaz tutumun, bu kapının da işledikleri büyük
günahlardan ötürü onların büyük kısmına kapalı olduğunu göstermesi.
4- İlkesizlerin vezir yapıldığı, güç savaşlarının siyasi arenada ilkesizce yaşandığı, garip bir
ülke gerçekten çok garip.
5- Ruhen erken yaşta olgunlaşmanın sırrı, insanın her şeyden uzaklaşıp, kendi özüne
dönerek ruhunun ve bedenin ihtiyaçlarını, eş zamanlı olarak karşılayabilmesinin, ön
şartını teşkil ediyor oluşu.
6- İnsanlığa yatırım yapan, sermaye sahibi herkes, ilerde hasat zamanı geldiği vakit, er
yada geç dünyada ekim yapıp, yüzlerinin gülecek olması.
7- ‘Samimiyetin lisanı yoktur. Samimiyet sözlerle açıklanamaz. O, gözlerden ve
tavırlardan anlaşılır.(Atatürk)’
8- Gücünü haksız yere işgal ettiği makamlarından alanların; haksız ve adaletsiz tutum ve
davranışlarının, makamlarını itibarsızlaştırdığı gibi devletin geleceğinden, halkın
güvenini çalanların, hayati öneme haiz kurumlarda oluşturdukları, tamiri gayrı-kabil
zararlar ve tahrifatlar.
9- Meleklerin kendisine imrenerek baktıkları kimseler; bir kere gönüllerinden
geçirdiklerinin veya dualarında Rabbinden yardım isteyenlerin, vakit kaybetmeksizin
derhal zaman ve mekânı aşan bir kudret eli tarafından, kaza planına geçirtilmesi
mucizesi ve ve anında kendilerine cevap verilen ve dileği yerine getirilen halis kullar
olması.
10- Namazın kıraatındayken okuduğu ayetlerin manasını tam olarak bilememenin;
insanda oluşturduğu menfi bir duygu olarak, aidiyyat ve ülfet alışkanlığının namazın
ruhuna tamamen aykırı olması hasebiyle, şuuraltımıza yerleştirdiği Rabbimize karşı
bizi içine sürüklediği, güven bunalımı ve sebep olduğu ruhsal bozukluklar.
11- İnsan en çok sevdiği şeyle imtihan olmadan ölmez. Bu dünyanın, imtihan dünyası
olduğunu içselleştirememenin; tevekkül hususunda insana yaşattığı tereddütler ve
yol açtığı pskolojik travmaların, yaşantımıza kattığı huzursuzluk hali.

26
12- Kendisinde yüksek kaabileyet olduğunu vehmedenlerin; aldıkları tüm tedbirlere
rağmen, sonuçlar karşısında, sergiledikleri tahammülsüz tavırlar.
13- İmanı kâvi olanlara; ibadet yapmalarının asla ruhlarına ve bedenlerine ağır
gelmemesi, imanın ve ibadetin iştiyakı; çiçeklerin hoş kokularının bal arıları
tarafından, diğerlerine ekilmesi gibi onları da aynı cazibeyle çekmesi.
14- Zahmetsiz elde edilen nimetlerin, kıymetlerinin yeterince takdir edilememesi, o
nimetlerden mahrum kalmak suretiyle, yaşayarak öğrenmenin ve öğretmenin en
sağlam öğrenim metodunu oluşturması.
15- İstiharenin kişinin niyetinden bağımsız olarak, bir işin sonucunda, bizim hakkımızda
yapmaya niyet ettiğimiz işlerin hayır mı, yoksa şer mi olduğu hususunda bize bir ip
ucu vermesi.
16- Yalnız Allah’a dayananların diğer insanların; dünyası için gösterdiği canhıraşane
gayretlerine ve çektikleri binbir sıkıntı karşısında, onların bu gafletleri yüzünden,
duyduğu acıma hissinin büyüklüğü.
17- Sadece çok konuşan bazı boşboğazların, dinde aşırıya giderek, dinî değerleri anlatma
adına işledikleri cinayet sebebiyle, söylediklerini yaşama konusunda içine düştükleri
ibretâmiz ikircikli ruh haletleri.
18- Gereksiz yere uykuları kaçan bir insanın; tüm gece boyunca yattığı yatağın boylu
boyunca genişliğine rağmen, o kişiye dar gelmesi nedeniyle, hitame erdirilemeyen
haksızlığa ve zulme karşı, adaleti savunan fikir çilesinin yaşattığı nihayetsiz vuslat
arzusu ve ölüm hakikatine duyulan yakınlığın zirveye çıktığı bir anda kirpiklerine dolan
tonlarca uyku yüküne karşı, dayanamabilmenin, tarifinin imkansız oluşu.
19- Beni Haşim kavminin, nail oldukları büyük nimete karşılık zekatın kendilerine haram
kılınmış olmasındaki, nimet külfet dengesi.
20- Zekât olma ihtimali az dahi olsa, karşısına çıkan hurmaları yememe hususunda
Efendimizin(sav) gösterdiği şayana değer, harkûlade dikkat.
21- Günümüz mütedeyyin Müslümanlarının en çok düştükleri yanılgı; ‘işine geldiği kadar
Müslüman olmak’ yani ahkâmı İslâm’iyeye yaşayışıyla muhalefet etmesine rağmen
işine geldiği durumlarda, meselâ; bir alacak verecek meselesinde dilinden dini
hikayeleri hiç düşürmemeleri ve bu riyakârlık hastalığına yakalandığının farkına
varmak istememelerinin onları sürüklediği ikircikli ruh hallerinin; doğruluklarına,
dürüstlüklerine ve zorda kalmışa, borçluya, fakire, yoksula, yetime yardım etme
duygularının; dünyevi endişelerle ve rızık kaygılarıyla törpülenmesinin bir sonucu
olarak; toplumun kardeşlik, isar ve cömertlik duygularına verdiği tarifi imkansız
zararlar.
22- Nefisleri için başkalarına kızanların, şeytanın oyuncağı olduktan sonra; kendilerinde
geriye kalmış olan pişmanlık duygusunun büyüklüğünden dolayı, bir anlık
hiddetin,çekilen pişmanlığa değmemesi.
23- Yüce Kitabımız Kur’anı Kerim’in Efendimiz’le(sav) birlikte gönderilmesinin kainata ve
insanlığa bir rahmet, hidayet, nur ve şifa kaynağı olarak, birbirinden asla
ayrılamayacağı ve bunu Efendimizin(s.a.v)’in: ‘‘Dikkat edin! Agâh olun! Allah bana
kitap gönderdi ve bunun bir misli kadar daha kitap verildi. Muhtemeldir ki; tahtına
yaslanmış, karnı tok bir adam kendisine benden bir söz nakledildiğinde, beni
yalanlayacak ve o şöyle diyecek: ‘Resulullah böyle söz söylemez; çünkü bu Kur’an’da
yok, bırak o sözü bize Kur’an yeter, siz kitapta ne helâl varsa ona uyun, ne haram

27
varsa ondan uzak durun, der. Siz böylelerinden uzak durun, sakın onların sözlerine
aldanmayın.” Diyerek, O(sav) ümmetini ahir zamanın fitnelerine karşı uyarmıştır.
24- Hayatının uzun bir kısmını sadece ilim tahsiliyle geçirenlerin; sosyal hayattan
kopmalarına paralel olarak, meseleler karşısında tutundukları aşırı bencil ve ilimlerine
haddinden fazla güvenmenin getirmiş olduğu ukâla sayılabilecek, gayrı ahlâki
tutumları.
25- ‘Arifin huzuru marifet, surûru muhabbet, nuru hakikat birliğidir’ sözündeki tevhid
hakikatini fısıldayan marifet-nur ve hakikat birliği ifadelerinin ardı ardına
gelmesindeki fevkalede tevafuk. Aklı aşka kurban edenin maşukun yüzüne hayran
kalacağı muhakkaktır. (Erzurumlu İ.Hakkı)
26- Bilmiş ol ki, işleyeceğin her amel namazına bağlıdır. Rabbimizin ihsanlarının eseriyiz.
İnsanlarda iyiliklerin eseridir.(Hz.Ali kv)
27- Siyaseten iktidara kendilerini yakın hisseden, köyden şehre sonradan gelen
kimselerin; toplum hayatına alışmakta gösterdikleri uyum problemi. Devlet
memurlarına karşı haksız yere takındıkları, aşağılama ve tahkir etme alışkanlıklarının
ahlâki açıdan irdelenmeye muhtaç oluşu.
28- İsrailoğulları’nın işlemiş olduğu cinayetlerden birisi de; haram olan faizi yemek, temiz
ve saf olan Hz. Meryem’e, toplum içindeki konumlarını korumak için büyük bir iftira
atmaları, Allah’ın ayetlerini az bir fiyat karşılığında satmaları, haksız yere
peygamberleri katletmeleri ve bunun neticesi çok azı dışında, hidayet yollarının
onlara kapanarak, lanetlenmiş olmalarının verdiği bir ders olarak, ümmet-i
Muhammed-i şükre sevketmesinin gerekliliği.
29- İsrailoğullarına kardeşi Harun(as)’ı bırakarak kırk gün bir dağa inzivaya çekilen
Hz.Musa(as)’ın Allah’ın kendisini Levh-i mahfuzdan indirtip verdiği, altı levhayla
birlikte kavminin yanına dönmesi esnasında, karşılaştığı manzara karşısında çok
öfkelenerek, gazaplanıp elindeki kutsal tabloları yere atması sonucu, silinen iki
levhada büyük bir ihtimalle, İsrailoğullarına gönderilecek olan son peygamberin
adının geçiyor olma ihtimalinin, Yahudilerin onca verilen mucize karşısında, yalnız
Allah’a değil gösterilen mucizelere tapınma alışkanlığının, bir riyakârlık göstergesi
olarak, bu gazaba duçar olmaları, ibretlik bir tarihî ders olarak ortada duruyor olması.
30- İbadetin en üstünü ilim öğrenmektir. Kim ondan bir parça öğrenirse ister onunla amel
etsin, ister etmesin; bin rek’at namaz kılmış kadar sevap alır. Bu öğrendiği ilmin
sevabı durduğu gibi durmaz, sürekli artarak, taşar. Eğer mürşid, başkasına da bu ilmi
öğretirse, mürid bunları uyguladığı müddetçe, kazandığı sevapların aynısı, eksiksiz
olarak mürşide de verilmesindeki, ilahi rahmet ve lütufların seyredilmesi.
31- Ehl-i Kitab’ın materyalist hayat anlayışı sonucu; içine düştükleri iman edecekleri
şeylerin, tamamiyle dünyevileşmesi neticesinde, bir türlü tatmin olamamaları ve
sürekli bir arayış içinde yaşayarak, kısa ömürlerini zevk-ü sefa peşinde tüketiyor
olmaları.
32- Kendilerini güvende hissedemeyenler; başkalarına kötülük etmektende hiç
çekinmeyenlerdir. Bu kaide gereğince sürekli Batı ülkelerinin terör korkusu içinde

28
yaşamalarının asıl sebebi kendi elleriyle yaptıkları zulümlerin, bir neticesi olmasının
yanında, onların kalplerine yerleştirilen korkunun ilahi kaynaklı bir korku olduğu
hakikatinin, yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’de bizlere bildirilmesi. Ve nihayetinde de
zulmün dünya ve ahiret zilletini netice vermesi! ‘Olaylar önemli değildir, asıl onları
algılama şeklimiz önemlidir,’diyen Epiktetos ne kadar da haklıdır.
33- Evlenmeye gücü yettiği halde evlenmeyen Müslümanların; istisnai bir özel durumları
veya sağlık sorunları yok ise, bu halleriyle Hristiyanların ruhban sınıfı önderlerine
benzemesi, bu tür benzemelere karşı; Efendimiz(sav)’in onların adetlerine
benzememek konusundaki açık emrine muhalefet ediyor olmaları, yine Kainât’ın
Efendisi’nin başka bir sözünde: ‘Evlenmeyenin Salih olamayacağı ve yine evli birinin
ibadetinin, bekâr birinden yetmiş derece üstün olduğunu, beyan buyurması ve
yalnızlığın sadece yüce yaratıcıya has oluşu ve aile müessesinin insan-ı kâmile giden
yolda aldırdığı hızlı mesafenin, maalesef göz ardı ediliyor olması.
34- Harika bir ölçü olarak konuşurken sadece hakk olanı konuşmalı, susarken de hakkın
örtülmesine müsaade etmemeli. İnsanın başına büyük dert ve musibetler açabilecek
dil nimetinin, hakkını verebilmek ancak böyle mümkün olabilmesi.
35- Türk birliğinin, Türk kabiliyetinin, Türk vatanseverliğinin çelikleşmiş bir ifadesi olan
şerefli Türk ordusunun, kahraman bir neferi olan; ey Türk askeri! Dinle, bak,
başkomutanımız ulu önder Atatürk seni hangi özelliğinden dolayı dünyanın geri
kalanından ayırıyor ve seninle övünüyor: ‘ Dünyanın hiçbir ordusunda yüreği
seninkinden daha temiz daha sağlam bir askere rast gelinmemiştir.’
36- Hz. Peygamber(sav)’in Hudeybiye antlaşmasından sonra, hac ve umre için Mekke’ye
ilk girdiğinde, Müslümanların sa’y yaparken ilk üç sa’y da remil yapmalarına izin
vermiş olması, diğer dört say’ı ise normal yapmasındaki hikmetlerden biri de yapılan
her işte zamana, mekanın elverdiği şartlara göre hareket edip, aşırıya kaçanların
bulunabileceği ve bunu istenmeyen bir adet olarak sürdürmelerin engellenmesinin
yanında, o sırada müminlere diş bileyen, müşrikler karşısında da zayıf gözükmeme
isteği, arasındaki dengeyi kurarak, ümmetine her halini her hareketini örnek bir miras
olarak bırakması.
37- İlk saati keşfeden Hz. Yusuf(a.s)’ın tıpkı bir yılın on ikiye bölünmesi gibi gece ve
gündüzü de on iki eşit parçaya bölmesi, kainattaki makro ve mikro dengenin
uyumunu ispat eden, bir hakikati ortaya koyması.
38- İnsanın sahip olduğu manevi istidatları keşfedebilmesi için; kendisini etkileyen
dünyadan ve dünyaya ait maddi şeylerden olabildiğince uzaklaşarak, İbn Tufeyl’in Hay
b.Yekzan adlı romanında anlattığı gibi tek başına bir adada yaşamak zorunda kalan;
Hay adındaki kahramanın da yaptığı gibi; varlık ve doğa üzerinde derin derin tefekkür
eden muhakkiklerin, araştırmaları neticesinde, Allah’ı bulabilmesinin yegane şartının;
bedeninin ona çizdiği maddi boyutu aşarak, metafizik aleme, hayatın manâ boyutuna
yelken açabilmesi kendi aczini ve fakrını fark etmesinin yanında, şükür nimetini
lâyıkıyla idrak etmesinin gerekli ve olmazsa olmaz şartlarını oluşturması .

29
39- Sürekli ufak hesap peşinde koşanların; yaşamı kendileri ve başkaları için çekilmez hale
getiriyor olması. Çünkü hesap yaparak hareket etmenin, ihlasın ruhunu ortadan
kaldırması. Samimiyet ve dürüstlükten uzak her türlü ikili ilişkinin, fıtrata ters olması
nedeniyle insanı içine düşürdüğü, huzursuz ve sabırsız ruh haleti.
40- İnsana verilen her bir hasanenin çekirdek hükmünde olması, ilahi hudutları koruyarak
fıtratının temizliğine zarar vermemiş olanların, ahirette meyvasını ziyadesiyle
alacağını bilmelerinin, getirdiği sonsuz mutluluk ve huzur.
41- İnsanlar olaylar ve farklı durumlar karşısında üç farklı gözlüğe sahiptir. Birincisi akıl
gözlüğü, ikincisi kalbin gözlüğü, üçüncüsü ise ruh gözlüğüdür. Ruh gözlüğüyle
düşünüp akıl gözlüğüyle hareket etmesini bilenlerin; kararlarındaki isabet etme
oranlarının, sıradan insanlarınınkine göre çok yüksek olmasının nedeninin; kalp
gözlüğü olanların hükümlerinin mahşer-i vicdana uygun düşmesinden kaynaklanıyor
oluşu.
42- Ruh beden aracının şoförüdür. Beden aracının ruhu kalp, ruhun kalbi ise ilahi davete
evkat-ı hamse sorgusuz sualsiz icabet etmesindedir.
43- Peygamber’i(sav) görmek istiyorsan önce, işlediğin günahlardan bir tövbe et; daha
sonra da onlardan hicret et, tüm dünya ve onun içindeki dünya meta-ı namına her ne
varsa, kalanını da dağıtacak kadar cömert ol etrafındaki fakir fukaraya.
44- Nasıl ki yemeye ve içmeye şükür gerekirse; aynen öylede günahların da insanı
tövbeye sürüklemesinin gerekliliği. Bunu bilemeyen gafiller; karşılaştıkları her insanı
Allah’ın günahlarından bilmesine müsade ettiği kadarından, ibaret olduğunu sanırlar.
Çünkü meselenin kabuğuna takılmış, özüne niyetlerinin bozukluğundan dolayı
ulaşamamışlardır ki, Hz.Adem(as)’ın zellesine rağmen eşref-i mahkluk olarak
yaratılmasındaki hikmeti çözememiş, bu hallerinden ötürü herkese tepeden bakan
mütekebbir kimselerin, Firavun’un veziri Haman’la ne kadar çok benzeşiyor olmaları.
45- Şükrün Allah’ın(c.c) üzerimizde ki nimetleri artırdığı gibi, şikayetin de başımıza
gelebilecek bela ve musibetleri doğru orantılı olarak katlayarak artırıyor olması.
46- Nankör kelimesi aslen Farsça dan dilimize geçmiştir. Nan ekmek demektir. Ekmeğe
karşı kör manasına gelir. Kâfir de örten manasına gelir ki, Allah ayetlerini az bir
menfaate değişen, hakkı bilmesine rağmen; hasedi ve inadından bir türlü sadrı
açılmayan insanlara verilen bir addır. Bizi her türlü gıdayla rızıklandıran yalnız birkaç
nimetiyle sınırlayan, Rabbimize ne kadar şükretsek az olur, hiçbir zaman bunun
karşılığını veremeyiz. Şükrün üç aşaması vardır. Birincisi: Her şeyi Allah’tan bilmek;
ikincisi: Rabbinin üzerindeki nimetlerinin hakkı için şükretmek; üçüncüsü: Allah’a karşı
olan aczini fakrını ve hadsiz ihtiyacını hissetmek suretiyle gerçekleşir.
47- Kadir-i Mutlak olan yüce Rabbimiz, bir şeyi murad ettiği zaman; bu muradının yerine
gelmesi için sebepleri; istediği doğrultuda hâlk ederek, o istikamete kulunu
yönlendirmesi.
48- Meteryalist çağın insanlarının; çoğunda görülen dünyaya ait işlerde maddeci,
menfaatperest, aşırı bencil ve nobran davranışlar sergilemelerindeki, yabanilikten
cömert olan müslümanların dahi bir nebze etkilenmeleri sonucu, ilklere benzeme

30
sevdasında olanların bile, gerekli feragatı ve diğergamlığı göstermelerinde bir
tereddüte, bir endişeye sevkediyor oluşu.
49- Gerçekten ne kadar az düşünüp, şükrediyoruz ve işlerimiz de ne kadar az Allah’a
istiaze ediyoruz ve bunun sonucu olarak, ehl-i kitabın şeytanın vesveselerine uyarak
düştüğü hataların aynılarına, maalesef inananlar olarak biz de düşüyoruz.
50- Yüce Peygamberimiz(s.a.v)’in hicreti esnasında Hz. Ebu Bekir(r.a)’ın devesine; bunu
kendisine bir borç olarak vermesi karşılığında, binmeyi ancak o zaman kabul etmesi
karşısında, insanın dilinin tutulması, bu davranışın makamının yüceliğinin izahtan
vabeste oluşu. Nitekim daha sonraları ikinin ikincisi olarak sıddıyk olarak seçilmiş
olan, o mübarek zat bu gerçeği şöyle ifade edecekti: ‘ Allah sevgisinin özünü tadan
kimseyi, bu sevgi dünyadan alıkoyar ve insanların tümüne karşı yabancı kılar.’
51- Ben de Senin sesini var et Allah’ım. Ben de Seni aşkla bidayetten nihayete dek yaşat
Allah’ım. Ben de bizi bizle dirilt Allah’ım. Bizi mağfiretin nuruyla yıkayarak, arıtıp,
saflaştır Allah’ım…Amin.
52- Bir gün peygamber Efendimiz(sav)’in yanına biri gelir ve iç dünyasının huzursuz
olmasından, kendini yapayalnız hissettiğinden ve boşlukta olduğundan şikayetlenir.
Bunun üzerine Efendimiz(sav) ona şöyle dua etmesini tavsiye buyurur: “De ki, Ey
benim Rabbim; kulağımın şerrinden sana sığınırım(yalan dinler, münker olanı dinler,
iyi olan hayrı, tavsiyeyi dinlemez), gözümün de şerrinden sana sığınırım(harama
bakar, helal olanı ve tavsiye edilen Kur’ana, Kabe’ye ve ana-babasının yüzüne
bakmaz), diliminde şerrinden sana sığınırım(yalan söyler,hakla batılı değiştirir,küfür
eder, gönül yıkar), kalbimin şerrinden de sana sığınırım(duyguların merkezi kalptir,
orası berbatsa insan şeytanın peşinden gider), menimin şerrinden de sana
sığınırım(arzularımın şerrinden, haram olan cinsi arzularımın şerrinden Sana
sığınırım). De ki Ey benim yüce Allah’ım; ben senden öyle bir nefis istiyorum ki;
seninle huzur kesbetsin, sana kulluk etmekten zevk duysun, sükûnet bulsun, rahata
ersin, huzura seninle kavuşsun, bir gün gelip senin huzuruna çıkacağına –aynel yakin-
inanmış olsun, senin kaderine(hükmüne)-şartsız ve koşulsuz-razı olsun ve atana
(lütfuna, ihsanına bağışına, rızkına) da kanâat göstersin. De ki Ey Sübhan’el Melikil
Kuddus(Her türlü noksandan mukaddes olan, pak olan yüce olan hüküm sahibi Allah’ü
Teala’yı tesbih ederim), Rabbil melaiketil ver-Ruh(Meleklerin ve ruhu azamın Rabbidir
O), Cülli lettil-Semavatü vel ardu bil-izzeti vel-ceberrut (Semalar ve yer Onun izzet ve
ceberrutuyla yüce kılındı).”
Bu duayı yaptıktan sonra, soruyu soran ashab-ı ikramın manevi hali derhal düzeldi ve
o yalnızlık hissinden kurtularak, manen iç huzura ve bütünlüğe kavuştu...
53- Bilinmeyene aşık olma esrarının, sürüklediği engin denizlerin içinde, bir buhar
tanesinin soğuk havayla karşılaşarak, oluşturduğu rahmet hazinelerinin dağıtıldığı
kapıya, ziyaretçi olma bahtiyarlığı; bilmem ki değişilebilir mi, meleklerin yaşadığı nice
saadetlere.
54- Anadolu’ya aşkla Allah’ı ve Onun kullarını sevmeyi öğreten, sırlar sultanı Mevlana
Celaleddin-i Rumi(ks).

31
55- Hz. Hacer annemizin oğlu İsmail’e su bulabilmek için; gösterdiği çabanın ve daha
öncesinde Rabbine karşı gösterdiği tam teslimiyetin bir lütfu olarak, oğlunun
soyundan gelen son peygamberin(s.a.v) ümmetinin hacc farizasını eda ederken,
burayı koşmasını onların üzerine bir borç kılmasında; Allah-ü Teala ve Tekaddes
Hazretleri’nin Hz.İbrahim(as)’a ve ailesine karşı göstermiş olduğu büyük vefa nişanesi.
56- Wells (ö.1948) Körler Memleketi isimli romanında şöyle bir olayı anlatır: Romanın
kahramanı bir gün dünyadan çok uzak Andes Vadisi’nin dağlık arazisinde dolaşırken,
bütün mensupları anadan doğma kör olan, bir memlekete gider. Onların arasına girip,
dünyanın renklerini ve bin bir çeşit manzarasını onlara anlatır; fakat cahil yaratıldığı
için bilmediğine düşman olan ademoğlu, hiç kimseyi anlattıklarına inandıramaz.
Körlerin doktorları, gözleri gören bu adamı muayene edince, onun şizofrenik bir deli
olduğuna hükmederler.Ve normal hayata dönebilmesi için gözlerini dikmeye karar
verirler. İlahi vahiy yoluyla insanlara fizik ötesi alemin sırlarını anlatan peygamberlerin
hali, bazı yönleriyle romanın kahramanına benzetilebilir.“Hayat sadece bu dünyada
yaşadığımız hayattan ibarettir: Ölürüz, yaşarız. Bizi yalnız zamanın akışı helak eder”
diyen duyuların ve aklın sınırlı alanına hapsolan kimselerin, vahye muhalefetleri
inkârlarının bir sebebi bu olsa gerektir. Jean Herbert’in dediği gibi “ kıyıdakiler, engin
denize açılanların hikayelerini şüpheyle karşılar” En’am Süresi 50.Ayet: …”De ki: Kör,
görenle bir olur mu? Hiç düşün müyor musunuz? M.Hamdi Yazır bu ayeti tefsir
ederken şöyle demiştir: Peygamberle peygamber olmayanın farkı gözü olanlarla
a’maların farkı gibidir. A’malara gözü olanların delâil(delileri)ve âyâtı(Allah’ı tanıtan
varlıklar) olan elvanı(renkler) anlatmak mümkün olmaz.Sağır ve deli değillerse,
önlerindeki uçurumu söyleyerek, sakındırıp korunmalarını sağlamak ve âyâtı
semi’(duyma) ve kalb sayesinde doğru yolları anlatmak mümkün olur. Bunun için
buyruluyor ki; ‘kör ile gören müsavi(eşit) olur mu?’ İmdi peki siz hiç taakkul ve
tezekkür etmez misiniz? (Kalb Ülkesi, Şadi Eren)
57- Peygamber Efendimiz’e(s.a.v) nübüvvetin ümmi olarak verilmiş olmasında, o
tertemiz, pak saffaniyetinin yanında doğru sözlü ve emin olmasının getirdiği, duygu-
düşünce bütünlüğünün, yüksek ahlâkın kemâlini oluşturması.
58- Bitkilerin yeryüzüne polenleri aracılığıyla dağılmasına vesile olan, rüzgarın içindeki
gizli rahmet hazinelerinin çokluğu.
59- Kendini kurtarabilmenin isar hasletine sahip olarak, başkalarını kurtarmakla da
vazifeli olduğunun şuurunda yaşanarak, ancak mümkün olabilmesi.
60- Ayrımcılık yapanlara karşı tavır almanın; korunup kollananlar tarafından hoş
görülmemesi ve haksızlığı ahlâk edinenleri korumak suretiyle, nefislerini hakka tercih
ediyor olduklarının farkında olamayışları. Bu durumun herkese hakkını vermeyenleri
yaptıkları yanlış işlerde iki kat daha fazla cesaretlendiriyor olmasındaki kısır döngü.
61- Gereksiz yere sık sık kullanılan, bir malın çok çabuk eskimesi gibi, aynen öyle de
lüzumsuz yere kullanılan bedenin, zamanından önce yaşlanması neticesi artık
vücudunu taşımayacak hale gelmesinin, sahibine ve etrafındakilere verdiği eziyet.
62- Sen her ne zaman Rabbini hatırlarsan yol gösterecektir muhakkak O(c.c) sana. Bilmem
ki başka söze hacet kaldı mı artık bir işaretten anlayana?

32
63- Kimi kitabını taşır, kimi de çok yemekten göbeğini kaşır. Testi içinde bulunanı dışına
sızdırır hakikatince; söylenen sözlerin kişinin karakter yapısını ve moral değerlerini
ortaya koyarak kişiliğini ele vermesi; iki yüzlü olanların ve samimi olanların bir
karpuzun iki yarısı gibi birbirinden ayrılması. Elhamdülillah...
64- Misyonerlerle mücadele ederken, onları vesveseleriyle sapıtan, yakın dostları şeytana
gösterdiği yakınlık kadar, biz neden Rabbimize kendimizi bu kadar uzak hissettiğimizin
sebeplerini araştırarak, cevaplar bulmaya çalışmamızın, zamanı gelmedi mi sizce de
hâla?
65- Şeytanın Adem(a.s) ve Havva annemize yemin vererek ebediyetin anaharını verdiğini<
söyleyip; yasak meyvayı yemek suretiyle fitneye düşürmesinden sonra; avret yerlerini
örten libasların açılması hususunda çeşitli bahaneler ileri süren insanın nefsinin,
Allah’ın geniş olan rahmetinin ve affını suistimal ederek, Allah’a isyan etme cesaretini
kendinde bularak, Allah’tan korkmayanların, karşılacakları ilk musibetin edep yerlerini
muhafaza edemeyerek, bu kıssadan bir ibret alamadıklarından; aynı şekilde fitneye
düşme ihtimallerinin yüksek oluşuna karşılık; en hayırlı libasın takva libası olduğu
gerçeği. Bu remz hakikaten, insanın işlediği günahlara bir kılıf geçirmesi bakımından,
can alıcı bir yaraya tuz basmaktadır.
66- Şükrün şükrünü eda edebilmenin, böyle bir şükrün imkansızlığını, bilmekten geçmesi.
67- Aşkın zıt anlamlısı olarak; masivadan gayrısına sırt çevirmek olmasının, her duyguya
karşılık onu dengeleyen rakip bir duygunun yaratılmasındaki, takdire ve düşünmeye
şayan mükemmellikte yaratılan dengedeki ilahi ölçü.
68- Tamamen hayata hükmetmeyi arzulamak yerine, kaderin hayata nasıl hükmettiğini,
tefekkür penceresinden temaşaya dalmanın, verdiği lahûti zevk.
69- Aile yaşantısı itibariyle giderek batıya benzeyen ülkemizin, batının kaybettiği değerleri
yavaş yavaş bizim toplumumuzda da etkisini göstermesinin, yol açtığı ahlâki
erozyonun, toplumsal güven ve huzur ortamını, kökünden yıkma ve dinamitleme
tehlikesini bünyesinde barındırması.
70- Bir’e yedi yüz sevap verilen ameller:
1- Fisebilillah(sırf Allah rızası için) para harcamak
2- Hacc ve Umre’ye giderken harcanan para
3- Aile efreadına harcadığın para
4- Kişinin ana-babasına yaptığı harcama
5- Ramazan Bayramı’nda Allah rızası için kurban kesmek
6- Zikrullah(Allah’ı zikretmek): Allah’ın zikretmenin, sevabı Allah yolunda infak etmekten
yüz misli daha fazladır. Eğer bu zikir, dil ile değil de gönülden, kalp ile yapılırsa; kişinin
aldığı sevap yetmişe katlanır.(700*100*70 = 4.9 milyon)
71- İnsanlara sırf insan olmalarından dolayı kıymet vermenin; bunun kıymetini gerektiği
gibi idrak edememiş olanlar tarafından suistimal edilerek, müşterek zamanlarda elde
edilen bilgilerin, kötüye kullanmaya tevessül etmelerindeki karakter zaafiyetinin ve
ahlâk düşüklüğün, kelimelerle izahtan vareste oluşu.
72- İbadetlerin en efdali sürekli olanıdır sırrınca bu konuda sürekliliğe ehemmiyet
vermeli.
73- Yeryüzünün en kutsal mekanının tıpkı Kâbe olması gibi insan bedeninde tecelligahı,
Rabbani bir makama en lâyık organın, kalbimiz olması.
74- Günahkar nefsimizi kınayalım, tövbeyle kirlerden arınalım, kardeşçe birbirmize
sarılalım, paylaşmak varken ne diye kıskançlıkla birbirimize küsüp darılalım, haydi
kalkın ayağa aynı hizada saf olup, kendi affımız ve kardeşlerimizin de bağışlanması için

33
birlikte yalvaralım, müminlerin kanayan yaralarını tek tek saralım, gaflet içindekileri
müslümanları hilmle uyaralım, az kaldı vuslata sıkın kemerleri dayanalım, azim-i
dünya sırr-ı imtihanını asla unutmayalım, kıyamda durarak ilahi bir ipe, hep birlikte
nasıl sıralanalım, yalnız Kur’an ve sünnete uyarak yol alalım, emanetinden emin
olarak da inşallah, Hakk’a vasıl olalım ve dünyada dahi ayak izlerini, arayarak Ona(as)
ulaşmak için bir iz ve yol aradığımız, yüce Peygamberimiz(s.a.v)’e ve arkadaşlarına
kavuşarak haşrolunalım.
75- İnsan oğlu fıtraten kolayca erişemeyeceği, uzun çaba ve uğraşlar göstermeden ulaşıp
elde edemeyeceği, ruh dünyasında sürekli eksikliğini duyumsadığı, her türlü duygu,
düşünce ve nesneleri öncelikli olarak elde etmeyi, kendisine bir hedef olarak ittihaz
etmeye, çok meyilli olarak yaratılmıştır. Elde edilmesi güç olan her şey, eşyanın
tabiatının bir gereği olarak zaten kendiliğinden kıymetlenir.
76- Fransa’da ömrünü kominizme adadığı halde, altmış yedi yaşında İslâmiyet’i kabul
ederek Müslüman olan, Roger Garaudy: Henüz daha yirmi sekiz yaşındayken
Cezayir’de esir edilip, güneydeki Gardaya bölgesinde, arkadaşlarıyla birlikte kampın
komutanlarının emrine itaat etmeyerek, ona meydan okuduklarında, ateş emrini alan
bir Müslüman askerin komutana verdiği cevabı, yaklaşık kırk sene sonra hatırlayacak
ve şeref ve haysiyeti hak din olan İslâm’da bulduğunu şu eşsiz ifadelerle anlatacaktı:
‘Eksiksiz ve tensel tadı içinde anı yaşadım, sonsuzluk anını; zamanların ve sonsuzluğun
bir araya geldiği bir an bu. O zaman mucize kendini gösteriyor. Eli kırbaçlı âmir
adamlarını tehdit ediyor. Cezayirli Müslüman askerler hiç tereddütsüz Fransız
komutanın verdiği ateş emrini reddediyorlar. Silahlı bir adamın silahsız bir adama ateş
etmesi, bir Mağrib savaşçısının onuruna terstir. Savaş kanunlarına itaatte ya da
Allah’ın yüce emrinin zıddına olan bir şeyin reddinde, her şey kayıtsız şartsız onura
bağlı. O 4 Mart 1941’de henüz 44 yıl oldu, sağ kalmış olmamı ve o gün ölümün
ışıltısında insan hayatında aşkın boyutun mutlak bir norma kayıtsız şartsız İbrahimi
itaat olduğunu öğrenmiş olmamı, bu Kur’anî onur anlayışına borçluyum.’(XX.yy
Biyoğrafisi)
77- Bir insanın Allahü Teala yardımcısıysa tüm dünya bir araya gelse o insana bir zarar
veremez, onu yıkamaz. Ne tasa, ne gam!

34
KALP İKLİMİNDE FETH-Î URÛC – III

1. İlk inen vahiylerden olan Müddessir suresi, daha yeni risalet görevini üstlenmiş olan
Hz. Peygamber'i inşa eden -surelerin başında gelir. Bu surenin giriş ayeti,
“bilkuvve/potansiyel” iyiliği “bilfiil/kinatize” hale getirmeyi amaçlar. Onun için de ilk
muhatabına yekten seslenir: “Ey yatan kişi, kalk ve uyar!” Bunun açılımı şudur: “Ey
yatan iyi! Yatan iyi iyi değildir! Kalk ve uyar! Yani, pasif halden aktif hale geç ve iyiliği
yay! Bu emri alan Hz. Peygamber, emrin gereğini yapmak için kalkmış ve iyiliği de
ayağa kaldırma çabasına girişmiştir. İşte ne olmuşsa ondan sonra olmuş, o güne
kadar Kureyş'in en güvenilir, en akıllı, en barışçıl insanı, birden bire “yalancı”, “deli”,
“bozguncu” oluvermiştir. Önceki hayatında ona ilişmeyi aklından dahi
geçirmeyenler, o “aktif iyi” haline gelince varlığını ortadan kaldırmak için sıraya
girmişlerdir. (Mustafa İslamoğlu)
2. Ah şu dilin insanın başına neleri getireceğini bilmeden, dar evini dönüp durarak,
sürekli genişletmesi ve aşırı konuşma hırs ve şehvetinin insanı sürüklediği helâket ve
felaketlerin yanlış anlaşılmalar vukû bulduğunda, insanın gelişen olaylar karşısındaki
acizliğini ve başkalarının memnuniyetsizliklerini, yüzlerinde görmenin manâ
alemindeki izlerine rastlamanın, oluşturduğu hoşnutsuzluk tablosunda, belirgin bir
boya olmaktan başka bir şey yapamamanın kırıklığını, bu musibetin fiili müsebbibi
olarak, kırılması mümkün olmayan, dilin dahi yakından bu hakikati yaşayarak
hissetmesi.
3. Yalnız kendine iyi olan iyilerin; iyiliklerinin pek makbul olmadığının ve cehenneme
ekseri olarak cimrilerin girecek olmasının, birbirini işaret eden iki ulvi hakîkat olarak
ortada durması.
4. Nimet ve külfet dengesini kurabilenlerin; olayların sonucundan bağımsız olarak,
çevrelerinde gelişen olaylar karşısında, sürekli şükür yolunu tutabilmesi. Dengeyi her
konuda arayıp bulma gayretinin, İslam ahlâkının temel taşlarından birini teşkil ediyor
olması.
5. Müslüman şahsiyetin inandığı değerlere olan güveni, onda bir özgüvene
dönüşmüştür. En yüce bir velinin vekilliğine talip olanlar ise bu yolda asla zayi
edilmeyeceklerine olan inançlarının, sağlam duruşun kazandırdığı tam teslimiyet ve
tevekkül hali.
6. Bire bir araştırarak öğrenenlerin; kişileri ön yargıdan uzaklaştırarak, onları
kendisinden farklı yol izleyenleri de anlamaya çalışmak gayretine sevkederek, farklı
hayat tarzını benimsemiş olan insanlara karşı hoşgörülü olduğunu savunanlardan
daha fazla birbirlerine yakınlaştırması.
7. Akrabalardan en uzak olanına dahi gösterilen samimi ve sıcak bir davranışın, onların
nazarlarındaki sevgiyi celb ederek, makes bulması ve iyiliğin daha dünyadayken
karşılığının peşin olarak verilmesinin; din kardeşinin yüzünü gördüğünde gülmenin
sadaka olarak zikredilmesi ve ikisi arasında oluşan kuvvetli insibağ.
8. Kendisi üzerinde kendi nefsinden daha fazla ilahi bir kudretin kendine hükmettiğini
fark edebilenlerin; önlerine açılan rahmet ve muhabbet kapıları karşısında, duyulan
hayret ve gösterilen hayranlığın zirvesindeki rakım kabul etmeyen müşahedelerin,
ilahi bir diriltici nefesin beşerin günahla pörsümüş kalplerine hayat üflemesi.
9. Sahip olduğu makam ve mevkiden dolayı insanları aşağılayarak hor ve hakir
görmenin, insanı düşürdüğü zillet ve sosyal bir varlık olan insanın kendi eliyle

35
kendine verebileceği en büyük zararın; başkalarının nazarındaki kıymetini düşürürek,
bu davranışa müstehak olarak içine düştüğü kâale alınmama halinin getirdiği, giderek
kendini itibarsızlaştırılma sendromu.
10. Ana ve babasına karşı sorumluluklarını yerine getirmeyenlerin, tam bir mü’min
olamadıkları için Allah’tan daha çok, doğru ve dürüstlüklerinden dolayı tepki
görebileceklerini umduğu kimselerin; gerçeği öğrenmemelerini önlemek için
gösterdikleri yoğun çabanın bir neticesi olarak, geçici dünya nimetleri karşısında
gösterdikleri tamahın onları içine düşürdüğü kuyunun derinliğinin dünyadaki göz
nimetiyle algılamaktan aciz olmanın, esfeli safilini insana tekrar tekrar hatırlatıyor
olması.
11. Nesneleri ve olayları birbirine benzeterek anlatmanın, insan fıtratına uygun oluşu
karşısında farklı değer yargılarına sahip insanlarla, farklı şart ve koşullar altından
cereyan etmiş olayları birbirleriyle kıyaslamanın elma ile armudu mukayese etmenin
abesliğine benzemesi ve bunun şeytanın açtığı ilk kötü yol olarak karşımıza
çıkmasındaki tenasüp.
12. Asr-ı Saadeti on dört asır öncesine hapsetmenin, yaşanıldığı zaman dilimine ait en
çok malumatın ve en çok olayın nakledilmesindeki hakîkati hiçe saymanın, kılı kırk
yararak üzerinde düşünüldüğü için nice ömürler tüketerek yazılan kitaplara ve onca
evliyaullahın keşfi sadıkalarıyla bunları tasdik etmeleri karşısında; ashab-ı güzine karşı
yapılabilecek, en büyük bir saygısızlık, haksızlık ve vefasızlık olarak; bakıp da
göremeyen gözlerin, kalbi olup da hissedemeyen hissizlerin, duyup da anlamayan
bahtsızların, kendilerini o zamandan uzaklaştırmak suretiyle, takva dairesi dışındaki
kendi hareketlerini yumuşaklıkla karşılayıp, başkalarının hataları karşısındaki tavizsiz
bir tutum sergilemelerindeki davranış bozukluğunun, ahlâki açıdan tevilinin mümkün
olmaması ve o zamandan uzaklaşarak yaşamanın, günümüzde acı bir yansımasının,
toplumda birbirine karşı önyargı, nefret, anlayışsızlık, taassub ve anlayışsızlık olarak
tezahür etmesi.
13. Allah-ü Teâlâ’nın verdiği aklı Allah için kullanmanın, hidayet yolunu kaybetmemek
isteyen müminler için dualarında rahmet ve istiaze istemelerinin ön şart oluşu.
14. İnsanın ziyadesiyle lütfa ve merhamete mahzar oldukları, zaman dilimlerinin bir adı
olarak; ubudiyetin bu anlarda Rabb’le kurduğu ilahi bağ.
15. Yeryüzünü kaplayan suların oranının %75 olmasının; insan vücudundaki su oranıyla
benzerlik gösteriyor olmasının, şu yüce kainat kitabının bir misali musağgarı olan
insanın vücudundaki su oranıyla, benzerlik teşkil ediyor olmasındaki ilahi
hikmetlerinden birisi de her ikisinin -insan ve kainat- de yalnız tek bir yaratıcının
dilemesiyle ince ve mükemmel bir nizam ve intizam içinde yaratıldığının en büyük
delillerinden birini teşkil ve ispat ediyor olması.
16. Fıtrata uygun hareket eden insanların, diğer insanlarla olan ilişkilerinde sergiledikleri
eşsiz rahatlık ve bu tutumlarından ötürü bir kısım insanlar tarafından takdirden öte
bir imrenmeyle karşılamaları, fıtratlarının henüz bozulmamış olduğunun delilini teşkil
etmesi; diğer bir kısım insanların ise çekememezlik kıskançlık ve hasetlerinden ötürü
–şeytanı yoldan çıkaran ilk büyük günah kibirin ve gururun kaynağını oluşturan –
adeta hakkı savunmayı, savunan kişiden dolayı kabul etmeye yanaşmayarak inkâr
etme yolunu seçmeleriyle, içine düştükleri halin şeytanınkiyle benzerlik teşkil ediyor
olmasının, akıbetlerinin de aynı olacağı endişesini kuvvetlendiriyor olması.
17. Feminist geçinen kızların ve kadınların başkalarına hizmet ederek yaşamayı zul
addererek, kendi his ve hevalarının peşinden gitmeleri sebebiyle, aslen kendilerine

36
bu muameleyi reva gören erkeklere değil, kendilerini erkek olarak yaratmayan ilahi
kudrete düşman kesilmeleri. Buna karşılık gül kadar hassas ve narin olarak yaratılan
kadınların; şefkat bekledikleri nazarlardan hakettikleri sevgi ve ilgiyi görmek yerine,
kendilerine köle mualemelesinde bulunulması, sürekli hakaret etmeyi adet haline
getiren psikolojik yardıma muhtaç kocaların, aile müessesinin taşıdığı yüce değerden
habersiz, kaba kuvvetle hareket etmeyi maharet zanneden erkek müsveddelerinin de
ülkemizde bolca bulunması, toplumsal huzuru en az feministler kadar derinden
tehdit etmektedir.
18. Kötülüğe kötülükle muamele etmenin, gerçek erdem olmadığı, kendisine kötülük
yapanları ihsanlarla ezerek düşmanlıklarını azaltmanın, nebevi bir metod olarak
muhacirlerin yolundan gitmek isteyenlere, güzel bir örnek teşkil ediyor olması.
19. Yaptığı ibadetlerini sırf Rabbinin rızasına hasredebilenlerin; kalplerine doğan hak ve
hakikat nurlarının, dillerinden Kevser havuzunun suyu berraklığı ve tadında sadece
doğrulukla ve geçtiği tüm yerlere yeni bir hayat bahşederek ve adalet dağıtarak
çağlıyor olması.
20. Bir işin riyaya sebep olmasından korkuyorsanız, işinizin sonucu nasıl neticelenirse
neticelensin sizi insanların ayıplayıp kınamasında asla korkmayınız. Sizin nazarınızda
kulların yergisi de övgüsü de bir olabilmelidir. İhlasa sahip olmanın diğer iki alâmeti
daha vardır: Birincisi: Amelini görmemek, ikincisi: Ameline karşılık olarak verilecek
olan sevabı da ummamaktır.
21. Nihayetinde bir karşılık beklenerek yapılan iyiliklerin ve rızadan başka taleplerin,
umutların ve maddi menfaatlerin, dünyevi gailelerin Allah(c.c) katında hiç bir kıymeti
harbiyesinin bulunmamasına karşılık, Allah(c.c) hakkının her şeyden önce geldiğinin
ve ana babayı zor durumda bırakmamak şartıyla, ilahi davete icabeti ancak şükrü vird
edinmiş, Allahü Teala’nın şuur nasip ettiği, mü’min kullarının gerçekleştirebiliyor
olması.
22. Her yaptığı iyiliği halkın içinde bir bir sayıp dökerek, yaptıklarını başa kakmaktan
çekinmeyenlerin; iyiliklerinin karşılığını dünyada aldıklarının, farkında olmamaları
nedeniyle, yarın huzur-u mizanda eli boş olarak gidecekleri ve ahirette dillerinin
kendi aleyhlerinde açtığı elim ziyandan, iş işten geçtikten sonra pişman olancakların,
genellikle sadece kendine Müslüman olanlarda ve sık sık görülen ateşli cimrilik
hastalığına yakalanmış olanlarda tezahür etmesi.
23. Sevk-i İlahi’nin varlığına kalbiyle kuvvetli iman edenlerin, tüm iradelerini yaratana
teslim edebiliyor olmaları ve yaptıkları her işi ilahi kudretin parmakları arasındaki
kalbini cemaline müteveccih kılarak saadet-i dareyni, yakini ve onca evliyaullahın
keşfi sadıkaların yardımı sayesinde, yolumuzu aydınlatan ölçü güneşinin namütenahi
tayflarını temaşe ediyor olması.
24. Dünya da çok sıkıntı ve çile çeken fakirlerin; çektiklerinin günahlarına kefaret
sayılması sebebiyle, ilahi mesajın diriltici nefesini teneffüs etmeye zenginlere göre
çok daha fazla yatkın olmaları ve ilahi hudutları muhafaza etmek konusunda
gösterdikleri hassasiyetlerin, kendilerine ahiret zenginliğini yetmiş yıl önce
kazandırıyor olmasındaki harika denge.
25. Allah(c.c) yolunda yapılan harcamaların(infak etmenin) kemmiyete göre değil,
verilenlerin(sadaka) sahip olunan servete göre değerlendirilmesinin, ilahi adalete toz
konduramamasındaki harika ölçü.
26. Ademoğlu için yaratılan nimetlerden alınan lezzetlerin, fakirlik ve zenginlikle değil,
kişinin açlığıyla doğru orantılı olarak değişiyor olması.

37
27. Dünya hırsına kapılmış olanların; kanaatsizlikleri sonucu halinden memnun
olmayanların, içinde bulunduğu halden sürekli şikayet etmeyi adet edinmeleri.
28. Çalışırken ürettiği kadarıyla iktifa edip, çalışmanın sonucunda elde ettiği ürünün veya
hizmetin maliyetine iktifa etmemek, kanaatsizlik nişanesi olarak nefsimize ser levha
olmalıdır.
29. Namazda iken dünyevi olay, duygu ve düşüncelerden sıyrılmanın zorluğu karşısında
cemaatin ilahi bir rahmet olarak kulların üzerine doğması.
30. Dini bayramların getirdiği sevgi, kardeşlik, hoşgörü, sılay-ı rahim gibi özellikleri
taşıması nedeniyle aileleri bir arada tutan bir tutkal olarak ülkemizde yaşanmasının
yanında; Osmanlı’dan kalma hoş bir kültürel miras olarak evlerde bayram ziyaretine
gelen misafirlere ikram etmek için yapılan baklava, sarma ve böreklerin ziyaretçiler
için zahmetsiz, çok pratik olması nedeniyle günümüze kadar uzanarak asırlardır
devam ede gelen bir hars olması.
31. ‘İşte buna kıyasen Risale-i Nur'da pekçok muvazenelerle ehl-i sefahet ve dalalet,
dünyada dahi bir manevî cehennem içinde azab çektiklerini ve ehl-i iman ve salahat,
dünyada dahi bir manevî cennet içinde, İslâmiyet ve insaniyet midesiyle ve imanın
tecelliyatıyla ve cilveleriyle, manevî cennet lezzetleri tadabilirler. Belki derece-i
imanlarına göre istifade edebilirler. Fakat bu fırtınalı zamanın hissi ibtal eden ve
beşerin nazarını âfâka dağıtan ve boğan cereyanlar, ibtal-i his nev'inden bir sersemlik
vermiş ki; ehl-i dalalet manevî azabını muvakkaten tam hissedemiyor. Ehl-i hidayete
dahi gaflet basıyor, hakikî lezzetini takdir edemiyor.’
32. ‘Ümmetin beklediği, âhir zamanda gelecek zâtın üç vazifesinden en mühimmi ve en
büyüğü ve en kıymetdarı olan îman-ı tahkikîyi neşr ve ehl-i îmanı dalâletten
kurtarmak cihetiyle, o en ehemmiyetli vazifeyi aynen bitemâmiha Risale-i Nurda
görmüşler. İmam-ı Ali ve Gavs-ı Âzam ve Osman-ı Hâlidî gibi zatlar, bu nokta içindir
ki, o gelecek zâtın makamını Risale-i Nurun şahs-ı mânevîsinde keşfen görmüşler gibi
işaret etmişler. Bâzan da o şahs-ı mânevîyi bir hâdimine vermişler, o hâdime
mültefitane bakmışlar. Bu hakikatdan anlaşılıyor ki; sonra gelecek o mübarek zat,
Risale-i Nuru bir programı olarak neşr ve tatbik edecek. O zâtın ikinci vazifesi, Şeriatı
icra ve tatbik etmektir. Birinci vazife, maddi kuvvetle değil, belki kuvvetli îtikad ve
ihlâs ve sadakatle olduğu halde, bu ikinci vazife, gayet büyük maddî bir kuvvet ve
hâkimiyet lâzım ki, o ikinci vazife tatbik edilebilsin. O zâtın üçüncü vazifesi, Hilâfet-i
İslâmiyeyi İttihad-ı İslâma bina ederek, İsevî ruhanîleriyle ittifak edip Dîn-i İslâma
hizmet etmektir. Bu vazife, pek büyük bir saltanat ve kuvvet ve milyonlar fedakârlarla
tatbik edilebilir. Birinci vazife, o iki vazifeden üç-dört derece daha ziyade
kıymetdardır, fakat o ikinci, üçüncü vazifeler pek parlak ve çok geniş bir dairede ve
şa'şaalı bir tarzda olduğundan umumun ve avâmın nazarında daha ehemmiyetli
görünüyorlar. İşte o has Nurcular ve bir kısmı evliya olan o kardeşlerimizin tâbire ve
te'vile muhtaç fikirlerini ortaya atmak, ehl-i dünyayı ve ehl-i siyaseti telâşa verir ve
vermiş hücumlarına vesile olur. Çünki, birinci vazifenin hakikatını ve kıymetini
göremiyorlar, öteki cihetlere hamlederler.’
33. Nisa 59- Ey iman edenler! Allah'a itaat edin, Peygambere de itaat edin ve sizden olan
emir sahibine de itaat edin. Eğer herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz; Allah'a
ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız, onu Allah ve Resulüne arz edin. Bu, daha
iyidir ve sonuç bakımından da daha güzeldir. Ayetinde Allah, anlaşmazlığa düşülen bir
hususun çözümü için müracaat yeri olarak sadece Allah ve Rasûlünü göstermiştir,
34. Allah’a hakiki manada abd olabilenler kainatın mülküne sahiptir.(Yeryüzü Mirasçıları)

38
35. Cenab-ı Hak sevdiği kullarının huzurunda daha fazla kıyamda bulunmasına izin
vererek, zamanını o kulu için işlerini yoluna koymak suretiyle, daha bereketli kılar.
36. Bizleri İslam fıtratı üzerine halkeden ve ademoğullarının tövbesiyle kendilerini
arındırma fırsatı veren, mü’minleri mağfiretiyle yarlıgayacağını müjdeleyen
Rabbimize sonsuz hamd-ü senalar olsun. Ahzab, 73: ‘ Çünkü Allah münafık erkeklerle
münafık kadınlara, müşrik erkeklerle müşrik kadınlara azab edecek, mümin
erkeklerle mümin kadınların da tevbelerini kabul edecektir. Allah çok bağışlayıcıdır,
çok merhamet edicidir.’
37. Resulüne ve Kur’an’a sadece ona kulak verenler ve sadece hakkıyla onlara inananlar
istifade edebilir ve faydalanabilir, yoksa Allah’ın indirdiği ayetleri okumakta
insanların çoğunun aciz kalması, Allah’a tam manasıyla yönelmemelerinden
kaynaklanır ve bir ömür boyu mahrumiyetleri devam eder. Çünkü onların his ve
hevalarını tahrik ederek, körükleyen ve imanı törpüleyici vesveseleri kalbe atan
şeytan, en iyi arkadaşlarıdır.
38. Ehl-i Kitab’a mensup zengin ülkelerde yaşayanların, yeme ve içmede zenginliğin
getirdiği aşırılığın şehveti tahrik ederek, israfı çok ileri boyutlara götürmeleri sonucu,
sefahatin ve cinsel tatminsizliğinden kaynaklanan rezilliğin, en yüksek seviyelere
erişmesi.
39. Gerçek şu ki arkasını ağaya dayayan kişinin, sırtı zor yere getirilebilir.
40. Önü-arkası, sağı-solu, altı-üstü nur olanın kendisi de nur içinde kaybolur.
41. Kendi değerinden haberdar olan bir şahsiyetin en büyük gücü; inandığı değerlere
karşı olan sağlam güveni kendisine malederek, bunu bir özgüvene
dönüştürebilmesinden geçer. Ulu’l-Elbab’dan üstad bir araştırmacının da çok isabetli
tespit ettiği gibi imanın akidevi karşılığı nasıl ki şeksiz-şüphesiz Allah’ın varlığına ve
birliğine inanmaksa, imanın ahlâki karşılığı da hesapsız ve kitapsız olarak din
kardeşine güvenebilmekle yakından ilgilidir.
42. Peygamber Efendimiz(sav)’in babasının 120 deve karşılığında Hz.İsmail(as) gibi
kurban olmaktan kurtulduktan kısa bir süre sonra, ilk yaratılan nurun gölgesi henüz
dünyaya düşmeden evvel, vefat etmesinin ardından, altı yaşında da annesini
kaybederek öksüz kalması, onun kalbini yavaş yavaş ilahi vahye muhatap olabilmesi
için hazırlanarak, hayatta yalnızlaştırılması neticesinde, kendi hakikatine
yaklaştırılması ve bu ortak özelliği diğer bir çok peygamberin (Hz.İbrahim, Hz.Nuh,
Hz.Yunus, Hz.Musa, Hz.İsa gibi) de hayatlarında görülmesinde sünnetullahın aynı
şekilde tecelli etmesindeki esrar-ı Sübahaniye’sinin, insanın yüce Halîk ile olan
ilişkilerinde en yüce makamı oluşturuyor olması.
43. Allah Resulu(s.a.v)’in hediye kabul edip, sadaka kabul etmemesindeki incelik; hediye
sunulan kimseye karşı beslenen sevgi ve muhabbetin bir nişanesi olmasından başka
bir karşılık beklenmemesi, sadakanın karşılığında ise Allah’ın dünyada ve ahirette
vaat ettiği sevaplara ve nimetlere erişmenin yanında dünyada dahi bela ve
musibetleri uzaklaştırıyor olması.
44. Maalesef insanoğlu belli bir makama gelince, ruhunu o makamla sınırlandırma
temayülüne girişerek, geçmişe nazaran gelişen yeni olaylarla birlikte yaşama dair
önceliklerinin, teker teker değiştiriyor olmasındaki yaman çelişki.
45. Fıtraten nefsini sevmeye meyilli olarak yaratılan insanın; bu duyguyu kontrol altına
alamaması sonucu, makam-mevki ve iktidar gibi nimetler ve kendisini ilgilendiren
işlerle ilgili olarak, adaleti muhafaza edebilmesinin zorluğu ve bunun en önemli

39
istisnasını oluşturan; Hz.Ömer’e bir iltifat olarak Peygamberimiz(s.a.v)’ın ‘benden
sonra bir peygamber gelseydi adaletiyle Ömer olurdu’ demesi.
46. Hızla gelişen teknolojinin hayatı kolaylaştırması sonucu; uzun uzun tefekkür etmeye
vakit ayırabilecek kadar çok vakit bulma fırsatına sahip zamane insanının;
tefekkürlerinin sonucunda özlerini keşfederek, tekrar aslına rücû edecek yolları
keşfetmeleri neticesinde, artan yakinleri sayesinde ilimde derinleşebilmeleri...
47. Meselelerin karmakarışık keşmekeşliği içinde çözüm yolu arayanlardan, Kur’an-ı
Kerim’in tümüne derin vukufiyeti olanların, çok daha isabetli kararlar verebiliyor
olmaları.
48. Hayatı Allah’tan başka kimsesi bulunmayanların, temiz fıtratları bozulmadan önce
Rablerini bulabildikleri takdirde Allah’a yakın ve katında değerli kimseler olmaları.
49. ‘Kültür, okumak, anlamak, görebilmek, görebildiğinden anlam çıkarmak, ders almak,
düşünmek ve zekayı geliştirmektir. Bir milletin kültür düzeyi üç safhada; devlet,
düşünce ve ekonomideki çalışma ve başarılarının özüyle ölçülür.’ Başöğretmen
Atatürk’ün bize gösterdiği yüksek hedeflere ulaşabilmek için Türk gençliğine düşen
ödev: Kendisine verilenlerle yetinmeden daha fazla okumak ve sürekli araştırarak
daha fazlasını talep etmek, bilhassa geçmişte yaşanmış, tarihte iz bırakmış olayları
çok iyi bilmek, geleceği de planlarken; insanların uzun yıllar boyunca yapageldikleri
çok yönlü (psikolojik, sosyolojik, ekonomik, kültürel, toplumsal, bireysel, dini, tarihi)
karar alma süreçlerindeki davranışlarını etkileyen moral değerlerin tümünün(duygu
ve inanç) duyumsak hareket merkezlerindeki otonom yapıların etüdler analizini, en
isabetli şekilde yaparak, dünyada gelişen yeni olaylar karşısında, doğru tarafta yer
alarak doğru hareket etmeyi başarabildikleri takdirde; ellerinde kalan bir avuç toprak
parçası olan Anadolu’da gelecek nesillerin bağımsız ve huzur içerisinde başları dik
olarak yaşayabilmesi için çekinmeden kanlarını veren, yüksek seciyeli ecdatlarının
hakkını ödeyebilir ve atalarının ruhaniyetlerini ancak bu şekilde şad ve memnun
edebilirler.
50. Adaletli olabilmenin ilk şartı; herkesi bulunduğu konuma göre değerlendirerek, ona
göre bir muamelede bulunmayı, becerebilme sanatının altında gizlidir.
51. Babanın işlediği günahların daha çok oğullarında, annenin işlediği günahların ise daha
çok kızları üzerinde kendisini değişik suretlerde gösteriyor olması.
52. Dedelerin ve ninelerin nefislerine ettikleri zulme karşılık; tövbe etmemeleri halinde,
hiç istemedikleri halde torunları üzerinde bu isyanlarının, olumsuz izlerinin
yansımasını, ömürleri olduğu takdirde daha dünya gözüyle bunları müşahade edecek
olmaları.
53. Kesilen kurbanın kimin adına kesildiği bilinmediği takdirde, o kurbanın Allah adına
kesilmiş olduğu varsayılarak, yenilebilmesine cevaz verildiği gibi insanın caiz olup-
olmadığını bilmediği hususlarda, zorda kaldığı takdirde bu hükmü taklid edebilmesi.
54. Allah(c.c)’ya hakiki manada abd ve asker olabilenlerin, diline hakikati koyduğu gibi
işlerinde de adaleti muhafaza etmeleri hususunda onlara yardımcı olması.
55. Her doğru sözü, herkesin kaldırmaya kapasitesinin yetmeyeceği göz önüne alınarak,
herkesin seviyesine ve idrak kapasitesine göre konuşmanın, İslâm ahlâkının bir
yansıması olarak, her hikmetli hakikati kıymet bilmeyenlere vermenin; hikmete ve
hakka karşı bir saygısızlık ve haksızlık olduğunun nişanesini oluşturması.
56. Söz kadar iş, iş kadar söz üretebilecek dengeye sahip çok az insan görmüştür, yer ve
gök ehli. Onun için has mü’min olanlar bırakın gıybeti, lüzumsuz nefesten dahi
Rablerinin hıfzına sığınırlar.

40
57. Oruç tutmayan açın halini bilemeyeceği gibi, onun düçar olduğu sıkıntının
büyüklüğünü de idrak etmekten uzaktır, fakiri küçümsediği içinse kul hakkını
çiğnemekten kendini kurtaramaz.
58. Aslında başa gelen her olay bir imtihan meselesidir. Fakat bu sırrı ancak sabretmesini
bilen her halükârda; Allah’ın yardımıyla şükretmeyi düşünebilen, alicenap gönüller
bu hususta muvaffakıyet gösterebilir.
59. Musibete uğramış bir kula yardım etmenin yollarını ararken, ona dualarında yer
ayırmak, îsar hasletine sahip yaşatmak için yaşayan, ali gönüllere mahsus bir
haslettir. Bunun dışında kalarak nefsi için yaşayan, işine geldiği kadar Müslüman
olanlarsa -Allah muhafaza- kendi nefsini temize çıkarabilmek ve İslâmiyet’in ön
gördüğü kardeşliğin kendi üzerine yüklediği sorumluluktan kurtulabilmek için kim
bilir bu belaya hangi günahından dolayı maruz kaldı, demek suretiyle işin içinden
kendini kurtarabileceklerini zannederler. Unutmayın ki Hucurat Süresi 12. Ayeti
Kerimesi’nde yüce Rabbimiz: “ Ey iman edenler! Zannın bir çoğundan kaçının. Çünkü
zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz diğerini
arkasından çekiştirmesin. Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte
bundan tiksindiniz. O halde Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah, tevbeyi çok kabul
edendir, çok merhamet edendir. ” Evet hoşlanmadık Ya Rabbi şüphesiz Sen tevbeyi
çok kabul eden ve çok merhamet edensin!
60. İnsanların ekserisi üzüm tanesi gibidir. Yaşamak için hepsinin de ihtiyaçları eşit
ölçüde olduğu halde tıpkı üzüm taneleri gibi farklı farklı büyüklükte ve şekiller-
dedirler. Eğer bu üzümleri ezip de şeker şerbeti haline getirirsek bu hal de toplumun
genelini yani avam halk tabakasının çoğunluğunu temsil eder. Çünkü sıvı olan her
madde içine girdiği kaba göre şekil alır. Onun için sen başkalarına bakıp da asla ‘halk
nasılsa ben de öyleyim’ deme. Çünkü gerçekte herkese bu dünyadan kazandığından
başkası yoktur ve her koyun sevap-günah cihetiyle kendi bacağından asılır. En’am
Süresi 116. Ayeti Kerimesin de Yüce Rabbimiz: “Eğer yeryüzündekilerin çoğunluğuna
uyarsan seni Allah yolundan saptırırlar. Çünkü onlar sadece zann’a uyarlar ve
saçmalarlar. ”(Mevlana Celaleddin Rûmî)
61. Evet A’râfta kalan günümüz insanının A’râf Süresi’yle birlikte gelen hakikatleri ve
hikmetleri daha fazla tefekkür etmek suretiyle karşılaştığı problemlere çıkış araması
gerekir kanısında olduğum için 23 ile 58. Ayetlerin meallerini izliyoruz:
23- Dediler ki: "Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik, eğer bizi bağışlamaz ve bize
rahmetinle muamele etmezsen muhakkak ziyana uğrayacaklardan oluruz!
24- (Allah) buyurdu: "Birbirinize düşman olarak inin, sizin yeryüzünde bir süreye kadar
kalıp geçinmeniz gerekmektedir. "
25- "Orada yaşayacaksınız, orada öleceksiniz ve yine oradan (dirilip) çıkarılacaksınız!"
dedi.
26- Ey Âdemoğulları, size çirkin yerlerinizi örtecek giysi, süslenecek elbise indirdik.
Hayırlı olan, takva elbisesidir. İşte bu(nlar), Allah'ın âyetlerindendir, belki düşünüp öğüt
alırlar.
27- Ey Âdemoğulları. Şeytan, ana babanızı, çirkin yerlerini onlara göstermek için
elbiselerini soyarak cennetten çıkardığı gibi, sizi de (şaşırtıp) bir belaya düşürmesin!
Çünkü o ve kabilesi, sizin onları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler. Biz, şeytanları,
inanmayanların dostu yaptık.

41
28- Onlar bir kötülük yaptıkları zaman: "Babalarımızı bu yolda bulduk, bunu bize Allah
emretti. " derler. De ki: "Allah kötülüğü emretmez. Allah'a karşı bilmediğiniz şeyleri mi
söylüyorsunuz?"
29- De ki: "Rabbim bana adaleti emretti. Her mescidde yüzünüzü O'na doğrultun ve dini
yalnız kendisine has kılarak O'na yalvarın. İlkin sizi yarattığı gibi yine O'na döneceksiniz. "
30- (O) bir topluluğu doğru yola iletti, bir topluluğa da sapıklık hak oldu. Çünkü onlar,
şeytanları Allah'tan başka dostlar tuttular ve kendilerinin de doğru yolda olduklarını
sanıyorlar.
31- Ey Âdemoğulları! Her mescide gidişinizde güzel giysilerinizi giyin ve yiyin, için fakat
israf etmeyin, Çünkü Allah israf edenleri sevmez.
32- De ki: "Allah'ın kulları için çıkardığı zinetleri ve tertemiz rızıkları kim haram kılmış?"
De ki: "Bunlar, bu dünya hayatında inananlar içindir, kıyamet gününde de yalnız onlara
mahsustur". İşte böylece biz âyetleri bilen bir topluluğa uzun uzun açıklıyoruz.
33- De ki: "Rabbim, sadece fuhşiyatı, onun açık ve gizli olanını, günahları, haksız yere
isyanı, haklarında hiç bir delil indirmediği şeyleri Allah'a ortak koşmanızı ve Allah
hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemenizi yasaklamıştır".
34- Her ümmetin bir eceli vardır. O ecel geldiğinde, ne bir ân erteleyebilirler, ne de öne
alabilirler.
35- Ey Âdemoğulları! Size içinizden peygamberler gelip âyetlerimi anlattıklarında, kim
Allah'tan korkar ve kendini düzeltirse, işte onlar için korku yoktur. Onlar
üzülmeyeceklerdir de.
36- Kim de âyetlerimizi yalanlar ve onlara karşı büyüklük taslarsa, işte onlar
cehennemliktirler ve orada ebedî olarak kalacaklardır.
37- Allah'a karşı yalan uyduran yahut âyetlerini yalanlayandan daha zalim kim olabilir?
Onlara Kitap'tan nasipleri erişir. Canlarını alacak elçilerimiz gelince onlara: "Allah'tan
başka taptıklarınız nerede?" derler. Onlar: "O taptıklarımız bizden sapıp ayrıldılar. "
derler. Böylece kendilerinin kâfir olduklarına bizzat şahitlik ederler.
38- Allah onlara: "Sizden önce geçmiş cin ve insan topluluklarıyla beraber cehennem
ateşine girin!" der. Cehenneme giren her ümmet kendi din kardeşine lanet eder.
Nihayet hepsi oraya toplandığında, sonrakiler öncekiler hakkında derler ki: "Rabbimiz !
İşte şunlar bizi doğru yoldan saptırdı. Onlara cehennem ateşinden kat kat azab ver".
Allah der ki: "Herkesin azabı kat kattır, fakat siz bilemezsiniz".
39- Öncekiler de sonrakilere derler ki: "Sizin bizden bir üstünlüğünüz yoktur. O halde
yaptıklarınızdan dolayı azabı tadın".
40- Bizim âyetlerimizi yalanlayan ve onlara inanmaya tenezzül etmeyenler var ya, işte
onlara göğün kapıları açılmayacak ve deve (veya halat) iğne deliğinden geçinceye kadar
onlar cennete giremeyeceklerdir. İşte suçluları böyle cezalandırırız.
41- Onlara cehennemde ateşten bir yatak, üstlerine de (ateşten) örtüler vardır. Biz
zalimleri işte böyle cezalandırırız.
42- İman edenler ve iyi amellerde bulunanlar -ki biz hiç kimseye gücünün üstünde bir şey
teklif etmeyiz işte onlar cennet ehlidir ve orada ebedî olarak kalacaklardır.
43- Orada kalblerinde bulunan kini çıkarıp atarız. Onların altlarından ırmaklar akar. "Bizi
buna erdiren Allah'a hamdolsun. Eğer Allah bizi doğru yola sevk etmeseydi biz doğru
yola erişemezdik. Şüphesiz Rabbimizin peygamberleri bize gerçeği getirmişler. " derler.
Onlara şöyle seslenilir: "İşte size cennet! Yaptıklarınıza karşılık buna varis oldunuz".
44- Cennet ehli, cehennem ehline: "Rabbimizin bize vaad ettiğini gerçek bulduk. Siz de
Rabbinizin size vaad ettiğini gerçek buldunuz mu?" diye seslenirler. Onlar da "evet"

42
derler. Bunun üzerine aralarında bir çağırıcı şöyle seslenir: "Allah'ın laneti zalimler
üzerine olsun!
45- Onlar, Allah'ın yolundan men ederler ve onu eğriltmek isterler, ahireti de inkâr
ederlerdi".
46- Cennetliklerle cehennemlikler arasında bir perde vardır. A'raf üzerinde de, her iki
taraftakileri simalarından tanıyan kişiler vardır. Bunlar cennetliklere: "selâm olsun size"
diye seslenirler. Bunlar henüz cennete girmemiş, fakat girmeyi arzu eden kimselerdir.
47- Gözleri cehennemlikler tarafına çevrilince de :"Rabbimiz! Bizi zalim toplulukla
beraber eyleme!" derler.
48- A'raftakiler yüzlerinden tanıdıkları kişilere seslenerek şöyle derler: "Ne topluluğunuz,
ne de büyüklük taslamanız, size hiç bir yarar sağlamadı".
49- "Allah onları hiç bir rahmete erdirmiyecek, diye yemin ettiğiniz kimseler bunlar
mıydı?" (Cennetliklere dönerek): "Girin cennete, artık size ne korku vardır, ne de siz
üzüleceksiniz" derler.
50- Cehennemdekiler, cennettekilere: "Bize biraz su akıtın veya Allah'ın size verdiği
rızıktan bize de verin. " diye seslenirler. Cennettekiler de: "Allah, bunların ikisini de
kâfirlere haram kıldı. " derler.
51- Onlar ki, dinlerini bir eğlence ve oyun yerine koydular ve dünya hayatı kendilerini
aldattı. Onlar, bugüne kavuşacaklarını nasıl unuttular ve âyetlerimizi nasıl inkâr ettilerse,
biz de bugün onları öyle unuturuz.
52- Gerçekten onlara, bilgiye göre açıkladığımız, inanan bir toplum için yol gösterici ve
rahmet olan bir Kitap getirdik.
53- İlle onun te'vilini mi gözetiyorlar? Onun te'vili geldiği (verdiği haberler ortaya çıktığı)
gün, önceden onu unutmuş olanlar derler ki: "Doğrusu Rabbimizin elçileri gerçeği
getirmiş. Şimdi bizim şefaatçilerimiz var mı ki bize şefaat etsinler, yahut tekrar geri
döndürülmemiz mümkün mü ki eski yaptıklarımızdan başkasını yapalım?" Onlar,
kendilerini zarara soktular ve uydurdukları şeyler kendilerinden saptı, kaybolup gitti.
54- Şüphesiz Rabbiniz Allah, gökleri ve yeri altı günde yarattı, sonra Arş üzerine
hükümran oldu. O, geceyi durmadan onu kovalayan gündüze bürüyüp örter; güneş, ay
ve yıldızlar emrine âmâdedir. İyi biliniz ki yaratma ve emir O'nundur. Âlemlerin Rabbi
olan Allah ne yücedir.
55- Rabbinize yalvara yalvara ve gizlice dua edin. Çünkü O, haddi aşanları sevmez.
56- Düzeltildikten sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın. O'na, korkarak ve
rahmetini umarak dua edin. Muhakkak ki Allah'ın rahmeti, iyilik edenlere yakındır.
57- Rahmetinin önünde müjdeci olarak rüzgarları gönderen O'dur. O rüzgarlar, yağmur
yüklü bulutları yüklenince, onu kurak bir memlekete gönderir, sonra onunla yağmur
yağdırır ve onunla her çeşit ürünü yetiştiririz. İşte Biz, ölüleri de böyle diriltiriz. Gerekir
ki düşünür, ibret alırsınız.
58- Güzel memleketin bitkisi, Rabbinin izniyle çıkar; kötü olandan ise yararsız bitkiden
başka bir şey çıkmaz. İşte biz, şükreden bir toplum için âyetleri böyle açıklarız.

62- Kur’an-ın Rabbimizden kati bir bürhan olarak inmişken küfürde hala Ona isyan etmek
ne demek bilir misin sen? İşte bu ateşe odun olmaktır. Yüce Rabbimiz Kehf Süresi 99 ile
110. Ayet-i Kerime’ler arasında şöyle buyurur:
“99- Biz o gün (kıyamet günü) onları bırakıvermişizdir. Dalgalar halinde birbirlerine
girerler, Sûr'a da üfürülmüştür. Böylece onların hepsini bir araya toplamışızdır.
100- Ve cehennemi o gün kâfirlere öyle bir göstereceğiz ki!

43
101- Onlar ki, beni hatırlatan âyetlerimden gözleri bir örtü içindeydi. İşitmeye de
tahammül edemiyorlardı.
102- O kâfirler, beni bırakıp da kullarımı dostlar edineceklerini mi sandılar? Doğrusu biz
cehennemi o kâfirlere bir konukluk olarak hazırladık.
103- De ki: Amelleri en çok boşa gidenleri size bildirelim mi?
104- Onların dünya hayatında çalışmaları boşa gitmiştir. Oysa onlar güzel işler
yaptıklarını sanıyorlardı.
105- İşte onlar, Rabblerinin âyetlerini ve O'nun huzuruna çıkacaklarını inkâr etmişlerdir
de bu yüzden iyilik altında yaptıkları bütün amelleri boşa gitmiştir. Artık kıyamet günü
onlar için hiçbir ölçü tutturmayız.
106- İşte böyle, onların cezaları cehennemdir. Çünkü inkâr etmişler ve benim âyetlerimi,
peygamberlerimi alaya almışlardır.
107- İman edip salih ameller işleyenlere gelince, onlar için Firdevs cennetleri konak
olmuştur.
108- İçlerinde ebedî olarak kalacaklar, oradan hiç ayrılmak istemeyeceklerdir.
Bu hatırlatma ve uyarmayı yeterli görmeyip de daha fazla açıklama isteyenlere karşı ey
Muhammed!
109- Deki: "Eğer Rabbimin sözlerini yazmak için deniz mürekkep olsa, Rabbimin sözleri
tükenmeden önce, deniz muhakkak tükenecekti, bir mislini daha yardımcı getirsek bile. "
110- De ki: "Ben de sizin gibi ancak bir beşerim. Ne var ki, bana ilâhınızın ancak bir ilâh
olduğu vahyolunuyor. Onun için her kim Rabbine kavuşmayı arzu ederse iyi amel işlesin
ve Rabbine yaptığı ibadete hiç kimseyi ortak etmesin. "

63. Zuhruf Süresi 1-45 Ayetler:


“1- Hâ, mîm.
2,3- Apaçık kitaba andolsun ki biz onu iyice anlayasınız diye Arapça bir Kur'an yaptık.
4- Gerçekten o bizim nezdimizde bulunan ana kitapta mevcut yüce ve hikmet dolu bir
kitaptır.
5- Siz haddi aşan bir kavim oldunuz diye Kur'an'ı size göndermekten vaz mı geçelim?
6- Biz öncekilere de nice peygamberler göndermiştik.
7- Onlar kendilerine gelen her peygamberle mutlaka alay ediyorlardı.
8- Biz onlardan daha kuvvetli olanları helâk ettik. Kur'an'da öncekilerin örneği de
geçmiştir.
9- Eğer sen onlara: "Gökleri ve yeri kim yarattı?" diye sorsan elbette: "Onları çok güçlü ve
herşeyi bilen Allah yarattı. " derler.
10- O, yeryüzünü sizin için bir beşik yaptı ve doğru gidesiniz diye orada sizin için yollar
meydana getirdi.
11- Allah gökten belli bir ölçüye göre su indirdi. Biz onunla ölü bir memlekete yeniden
hayat verdik. İşte siz de kabirlerinizden böyle diriltilip çıkarılacaksınız.
12- Allah bütün çiftleri yaratmıştır. Sizin için bineceğiniz gemiler ve hayvanlar var
etmiştir.
13- Siz onların sırtına binip üzerlerine yerleştiğiniz zaman, Rabbinizin nimetini anarak
şöyle diyesiniz: "Bunları bizim hizmetimize veren Allah'ı tenzih ve tesbih ederiz. Yoksa
bizim bunlara gücümüz yetmezdi. "
14- "Gerçekten biz Rabbimize döneceğiz. "
15- Buna rağmen insanlar, Allah'ın kullarından bir kısmını O'nun bir parçası saydılar.
Gerçekten de insan apaçık bir nankördür.

44
16- Yoksa O, yarattıklarından kendisine kızlar edindi de erkek çocukları size mi seçti?
17- Onlardan biri Rahman olan Allah'a isnad ettiği kız çocuğu ile müjdelendiği zaman
yüzü simsiyah kesilir de öfkesinden yutkunur durur.
18- Yoksa onlar, süs ve zinet içerisinde yetiştirilip de mücadelede erkek gibi kendisini
savunmaya açık olmayan kızları mı O'na isnad ediyorlar?
19- Onlar Rahman olan Allah'ın kulları olan melekleri de dişi saydılar. Onlar meleklerin
yaratılışını gördüler mi? Onların şahitlikleri yazılacak ve onlar sorguya çekileceklerdir.
20- Onlar: "Eğer Rahman olan, Allah dileseydi, biz o meleklere tapmazdık. " dediler.
Onların bu hususta hiçbir bilgileri yoktur. Onlar sadece yalan söylüyorlar.
21- Yoksa biz kendilerine bundan önce bir kitap verdik de onlar, ona mı sarılıyorlar?
22- Hayır, onlar sadece: "Biz babalarımızı bu din üzerinde bulduk, biz de onların izinde
gidiyoruz. " dediler.
23- Ey Muhammed! Yine böyle biz senden önce de hangi memlekete bir uyarıcı
göndermişsek, mutlaka oranın şımarık varlıklı kimseleri: "Biz babalarımızı bir din
üzerinde bulduk, biz de onların izlerine uyarız. " dediler.
24- Gönderilen uyarıcı; "Eğer size babalarınızı üzerinde bulduğunuz dinden daha
doğrusunu getirmişsem de mi bana uymazsınız?" deyince, onlar: "Gerçekten biz sizin
tebliğ için gönderildiğiniz şeyi tanımıyoruz. " dediler.
25- Biz de onlardan intikam aldık. Bak peygamberleri yalanlayanların sonu nasıl oldu!
26- Hani İbrahim babasına ve kavmine: "Gerçekten ben sizin taptığınız şeylerden uzağım.
27- Ben ancak beni yaratana taparım. Şüphesiz ki O, beni doğru yola iletecektir. " dedi.
28- İbrahim, bu sözü, ardından gelecek olanlara devamlı kalacak bir miras olarak bıraktı
ki, onlar doğru yola dönsünler.
29- Doğrusu ben bunları da babalarını da kendilerine hak olan kitap ve gerçeği açıklayan
bir peygamber gelinceye kadar faydalandırıp geçindirdim.
30- Kendilerine hak geldiği zaman onlar: "Bu bir büyüdür doğrusu biz onu tanımıyoruz. "
dediler.
31- Yine Onlar: "Bu Kur'an, şu iki şehirden bir büyük adama indirilmeli değil miydi?"
dediler.
32- Ey Muhammed! Rabbinin rahmetini onlar mı taksim ediyorlar? Dünya hayatında
onların geçimliklerini aralarında biz taksim ettik. Birbirlerine işlerini gördürsünler diye
biz onların bir kısmını diğerlerinden derecelerle üstün kıldık. Rabbinin rahmeti onların
biriktirdikleri şeylerden daha hayırlıdır.
33- Eğer insanlar küfre sapan bir ümmet haline gelmeyecek olsalardı, biz O Rahman olan
Allah'ı inkâr eden kimselerin evlerine gümüşten tavanlar ve üzerine çıkacakları
merdivenler yapardık.
34- Onların evleri için gümüşten kapılar, üzerine yaslanacakları koltuklar yapardık.
35- Daha nice altın ziynetler verirdik. Çünkü bunların bizce hiçbir kıymeti yoktur. Bütün
bunlar dünya hayatının geçici menfaatinden başka bir şey değildir. Ahiret ise Rabbin
katında takva sahipleri içindir.
36- Her kim Rahman olan Allah'ın zikrinden yüz çevirirse biz ona bir şeytan musallat
ederiz. Artık o şeytan onun yakın dostudur.
37- Şüphesiz ki bu şeytanlar onları yoldan çıkarırlar. Onlar da kendilerinin doğru yolda
olduklarını sanırlar.
38- Nihayet kıyamet günü bize gelince, arkadaşına: "Keşke seninle benim aramda doğu
ile batı arasındaki kadar bir uzaklık olsaydı. Sen ne kötü arkadaşmışsın!" der.

45
39- Onlara: "Bugün pişmanlık duymanız size hiçbir fayda sağlamayacaktır. Çünkü siz
zulmettiniz. Şimdi de hepiniz azapta ortaksınız. " denir.
40- Ey Muhammed! O halde sağırlara sen mi işittireceksin? Yahut körlere ve apaçık bir
sapıklık içinde bulunanlara sen mi doğru yolu göstereceksin?
41- Eğer biz seni onlara azap gelmeden önce alıp götürsek bile onlardan intikam alırız.
42- Yahut da onlara vaad ettiğimiz azabı sana gösteririz. Çünkü bizim onlara azap
etmeye gücümüz yeter.
43- Öyleyse sen, sana vahyedilen Kur'an'a sarıl. Şüphesiz ki sen doğru bir yol
üzerindesin.
44- Doğrusu o Kur'an, senin için de, kavmin için de bir öğüttür ve siz ondan sorguya
çekileceksiniz.
45- Ey Muhammed! Senden önce gönderdiğimiz peygamberlerimize de sor, biz Rahman
olan Allah'tan başka kendisine ibadet edilecek ilâhlar yapmış mıyız?

64. Hacc Süresi 1-22. Ayetler:


“1- Ey İnsanlar! Rabbinizden sakının; şüphesiz o kıyamet gününün sarsıntısı çok büyük bir
şeydir.
2- Onu göreceğiniz gün, her emzikli kadın emzirdiğinden geçer. Ve her hamile kadın
çocuğunu düşürür. İnsanları hep sarhoş görürsün, halbuki sarhoş değillerdir. Fakat
Allah'ın azabı çok şiddetlidir.
3- İnsanlardan bazıları Allah hakkında bir bilgisi olmadığı halde tartışır da her azılı
şeytanın ardına düşer.
4- (O şeytanki) hakkında şöyle hüküm verilmiştir: Şüphesiz kim onu
dost edinirse, o muhakkak onu saptırır ve doğruca cehennem azabına götürür.
5- Ey insanlar ! Eğer öldükten sonra dirilmekten şüphede iseniz, (bilin ki) ne olduğunuzu
size açıklamak için şüphesiz biz sizi topraktan, sonra nutfeden (spermadan) sonra bir
alekadan (embriodan) sonra yapısı belli belirsiz bir et parçasından yaratmışızdır.
Dilediğimizi belli bir süreye kadar rahimlerde tutarız. Sonra sizi bir çocuk olarak
çıkartırız, sonra sizi, olgunluk çağına erişmeniz için bırakırız. Bununla beraber kiminiz
öldürülür, kiminiz de önceki bilgisinden sonra, hiçbir şey bilmemek üzere, ömrünün en
fena zamanına ulaştırılır. Bir de yeryüzünü görürsün ki kupkurudur; fakat biz onun
üzerine su indirdiğimiz zaman, harekete geçer, kabarır ve her güzel çiftten bitkiler bitirir.
6- İşte bunlar gösteriyor ki, Allah şüphesiz haktır. Şüphesiz ölüleri o diriltir ve o her şeye
kadirdir.
7- Kıyamet ise şüphesiz gelecek ve muhakkak ki Allah bütün kabirlerde olan kimseleri
tekrar diriltecektir.
8- İnsanlardan kimi de vardır ki ne bir bilgiye, ne bir delile, ne de aydınlatıcı bir kitaba
dayanmaksızın Allah hakkında tartışır.
9- Allah yolundan şaşırtmak (saptırmak) için büyüklük taslayarak (tartışır). Dünyada ona
bir rezillik vardır. Kıyamet gününde ise ona cehennem azabını tattıracağız
10 -Ona "Bunlar, senin ellerinle kazandığın günahlar sebebiyledir" denir. Şüphesiz Allah
kullarına zulmeden değildir.
11- İnsanlardan kimi de Allah'a bir yar kenarındaymış gibi ibadet eder, eğer kendisine bir
iyilik gelirse ona gönlü yatışır ve eğer başına bir bela gelirse yüzüstü dönüverir. Dünyayı
da ahireti de kaybeder. İşte apaçık kayıp budur.
12- Allah'ı bırakır da kendine ne zarar, ne menfaat veremeyecek şeylere yalvarır. İşte
derin sapıklık budur.

46
13- Herhalde o, zararı faydasından daha yakın olana yalvarıyor. Yalvardığı şey ne kötü
yardımcı ve ne kötü yoldaştır.
14- Şüphe yok ki Allah, iman edip salih amelleri işleyenleri altından ırmaklar akan
cennetlere koyacak. Şüphesiz Allah dilediğini yapar.
15- Allah'ın ona (peygambere) dünyada ve ahirette yardım etmeyeceğini sanan kimse
hemen yukarıya bir ip uzatsın, sonra (kendini intihar edip) boğsun da baksın bu hilesi
kendisini öfkelendiren şeyi giderecek mi?
16- İşte biz onu (Kur'ân'ı) böylece, apaçık âyetler olarak indirdik. Şüphesiz Allah
dilediğini doğru yola eriştirir.
17- Şüphesiz o iman edenler, yahudi olanlar, sabiîler (yıldıza tapanlar), hıristiyanlar,
ateşe tapanlar ve (Allah'a) eş koşanlar (yok mu?) Allah, kıyamet günü bunların arasını
şüphesiz ayıracaktır. Çünkü Allah her şeyi hakkıyla görüp bilendir.
18- Görmedin mi, göklerdeki kimseler, yerdeki kimseler, güneş, ay ve yıldızlar, dağlar,
ağaçlar, bütün hayvanlar ve insanlardan birçoğu hep Allah'a secde ediyor. Birçoğunun
üzerine de azab hak olmuştur. Allah kimi hor ve hakir kılarsa artık ona ikram edecek
yoktur. Şüphesiz Allah dilediği şeyi yapar.
19- Şu ikisi Rableri hakkında tartışmaya girmiş iki hasımdır. O'nu inkar edenler için
ateşten elbiseleri biçilmiştir. Başlarının üstünden kaynar su dökülür.
20- Bununla karınlarındaki ve derileri eritilir.
21- Bir de bunlara demirden kamçılar vardır.
22- Uğradıkları gamdan (dolayı) oradan ne zaman çıkmak isteseler, her defasında oraya
geri çevrilirler: "Yakıcı azabı tadın" denir.

65. Fussilet Süresi 1-25. Ayetler!in meali:


“1- Hâ Mîm.
2- Bu Kur'ân Rahmân ve Rahîm olan Allah tarafından indirilmiştir.
3- Bu, Arapça bir Kur'an olarak, âyetleri bilen bir kavim için ayırt edilip açıklanmış bir
kitaptır.
4- O, müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderilmiştir. Fakat insanların çoğu yüz
çevirmişlerdir. Artık onlar gerçeği işitmezler.
5- Onlar: "Ey Muhammed! Senin bizi davet ettiğin şeye karşı kalplerimiz kapalıdır.
Kulaklarımızda da bir ağırlık vardır. Seninle bizim aramızda anlaşmamıza engel bir de
perde vardır. Sen istediğini yap, çünkü biz yapıyoruz" dediler.
6- Ey Muhammed! De ki: "Ben sadece sizin gibi bir insanım, ancak bana ilâhınızın bir tek
ilâh olduğu vahyediliyor. Artık hep O'na yönelin ve
O'ndan bağışlanma dileyin. Vay O'na ortak koşanların haline!
7- Onlar, zekatı vermezler, ahireti de inkâr ederler.
8- Şüphesiz ki, iman edip, salih amel işleyenler için de bitmez tükenmez bir mükafat
vardır.
9- De ki: "Siz yeri iki günde yaratanı gerçekten inkâr edip duracak mısınız? Bir de O'na
eşler koşuyorsunuz ha? O bütün âlemlerin Rabbidir. "
10- O, yerin üstünde sabit dağlar yarattı. Orada bereketler meydana getirdi. Orada
araştırıp soranlar için rızıkları tam dört günde belli bir seviyede takdir edip, düzene
koydu.
11- Sonra duman halinde bulunan göğe yöneldi. Ona ve yerküreye: "İsteyerek veya
istemeyerek buyruğuma gelin. " dedi. Her ikisi de: "İsteyerek geldik" dediler.

47
12- Böylece Allah onları iki günde yedi gök olmak üzere yerine koydu. Her göğe kendi
işini bildirdi. Biz en yakın göğü kandillerle süsledik ve koruduk. İşte bu çok güçlü ve her
şeyi bilen Allah'ın takdiridir.
13- Eğer onlar, yine yüz çevirirlerse de ki: "Ben sizi Âd ve Semud'un başına gelen
yıldırıma benzer bir yıldırıma karşı uyardım. "
14- Onlara Allah'tan başkasına kulluk etmeyin diye önlerinden ve arkalarından
peygamberler geldiği zaman: "Eğer Rabbimiz dileseydi mutlaka melekler indirirdi. Biz
sizin tebliğ için gönderildiğiniz şeylere inanmayız. " dediler.
15- Âd kavmine gelince onlar yeryüzünde büyüklük tasladılar ve: "Bizden daha kuvvetli
kim vardır?" dediler. Onlar kendilerini yaratan Allah'ın kendilerinden daha kuvvetli
olduğunu görmediler mi? Onlar bizim âyetlerimizi bile bile inkâr ediyorlardı.
16- Bu yüzden biz de onlara dünya hayatında rezillik azabını tattırmak için o uğursuz
günlerde dondurucu bir kasırga gönderdik. Ahiret azabı ise elbette daha çok rezil
edicidir. Onlara yardım da edilmeyecektir.
17- Semûd kavmine gelince, biz onlara doğru yolu gösterdik. Fakat onlar körlüğü doğru
yola tercih ettiler. Bunun üzerine kazandıkları kötülük yüzünden alçaltıcı azabın yıldırımı
onları çarpıverdi.
18- Biz iman edenleri ve kötülükten sakınanları ise kurtardık.
19- O gün Allah'ın düşmanları cehennem ateşine sürülmek üzere hep bir araya
toplanırlar.
20- Nihayet oraya vardıkları zaman kulakları, gözleri ve derileri yaptıkları şeyler hakkında
onların aleyhinde şahitlik ederler.
21- Onlar derilerine: "Niçin aleyhimize şahitlik ettiniz?" derler. Derileri de: "Bizi her şeyi
konuşturan Allah konuşturdu, sizi ilk defa yaratan O'dur ve siz yine O'na
döndürülüyorsunuz" derler.
22- Siz kulaklarınızın, gözlerinizin ve derilerinizin aleyhinizde şahitlik edeceğinden
korkarak kötülükten sakınmıyordunuz. Fakat yaptıklarınızdan birçoğunu Allah'ın
bilmeyeceğini zannediyordunuz.
23- İşte Rabbiniz hakkında beslediğiniz bu zannınız sizi helak etti de zarara uğrayanlardan
oldunuz.
24- Şimdi eğer dayanabilirlerse onların yeri ateştir. Yok eğer hoşnutluğa dönmek
isterlerse bile artık onlar hoşnut edileceklerden değildirler.
25- Biz onlara birtakım arkadaşlar musallat ettik de onlar kendilerine önlerinde ve
arkalarında ne varsa hepsini güzel gösterdiler. Böylece kendilerinden önce gelip, geçmiş
olan cin ve insan toplulukları hakkındaki, azab sözü onlar için de hak oldu. Doğrusu
onların hepsi de kendilerine yazık etmişlerdir.

66. Münafikun Süresi 1-7. Ayetler:


1- Münafıklar sana geldikleri vakit: "Şahitlik ederiz ki sen muhakkak Allah'ın elçisisin. "
derler. Senin mutlaka kendisinin elçisi olduğunu Allah bilir ve Allah münafıkların yalancı
olduklarına şahitlik eder.
2- Yeminlerini kalkan yapıp (insanları) Allah'ın yolundan çevirdiler. Onların yaptıkları ne
kötüdür!
3- Bunun sebebi şudur: Onlar inandılar, sonra inkar ettiler, bu yüzden kalblerinin üzeri
mühürlendi. Artık onlar anlamazlar.

48
4- Onları gördüğün zaman kalıpları hoşuna gider, konuşurlarsa sözlerini dinlersin. Onlar
sanki dayanmış keresteler gibidirler. Her gürültüyü kendi aleyhlerine sanırlar. Onlar
düşmandır, onlardan sakın. Allah onları kahretsin! Nasıl olup da döndürülüyorlar?
5- Onlara: "Gelin, Allah'ın Resulü sizin için mağfiret dilesin. " denildiği zaman başlarını
çevirirler ve onların, büyüklük taslayarak yüz çevirdiklerini görürsün.
6- Onlara mağfiret dilesen de, dilemesen de onlar için birdir. Allah onları
bağışlamayacaktır. Çünkü Allah, yoldan çıkmış bir toplumu yola iletmez.
7- Onlar öyle kimselerdir ki: "Allah'ın elçisinin yanında bulunanları beslemeyin ki dağılıp
gitsinler. " diyorlar. Oysa göklerin ve yerin hazineleri Allah'ındır, fakat münafıklar
anlamazlar.

67. Şûrâ Süresi 49/53. Ayetler :

49-50 Allah'ındır bütün göklerin ve yerin mülkü *hükümranlığı+; dilediğini yaratır, dilediği
kimseye dişiler bahşeder, dilediği kimseye de erkekler bahşeder yahut da onları erkekli-
dişili ikizler (yapar), dilediğini de akîm *kısır+ kılar. Her halde *şüphesiz+ O'nun ilmi çok.
kudretine nihayet yoktur.
51 Bununla beraber, hiçbir beşer için kabil değildir ki Allah ona başka suretle kelam
söylesin; ancak vahiyle, veya bir hicap arkasından, veyahut (melekten) bir resul gönderip
de izniyle ona dilediğini vahyettirmesi müstesna; çünkü O çok yüksek, çok hakimdir.
52-53 Ve işte sana böyle emrimizden biz ruh vahyettirdik.
(Bu mesaj sana gelmeden önce) sen kitap nedir, iman nedir biliniyordun, velakin biz onu
bir nur kıldık, onunla kullarımızdan dilediğimize hidayet vereceğiz ve emin ol sen her
halde *hakikaten+ doğru bir yola çağırıyor/*kılavuzluyor+sun; o Allah'ın yoluna ki:
Göklerde ne var, yerde ne varsa hep O'nundur.
Uyan! Bütün işler, döner dolaşır Allah'a varır.

68. Dünya hayatının mahiyetini anlayanlar için başa gelen musibetlere tahammül edip
sabır göstermek ne güzel değil mi? Hadid Süresi 9/29 Ayetlerin Meali :

9- Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için kuluna apaçık âyetler indiren O'dur.
Şüphesiz Allah, size karşı çok şefkatli, çok merhametlidir.
10- Neden siz Allah yolunda harcamayasınız ki? Göklerin ve yerin mirası zaten Allah'ındır.
Elbette içinizden, fetihten önce harcayan ve savaşan bir olmaz. Onların derecesi,
sonradan infak eden ve savaşanlardan daha büyüktür. Bununla beraber Allah hepsine
de en güzel sonucu vaad etmiştir. Allah yaptıklarınızdan haberdardır.
11. Kimdir o, Allah'a güzel bir borç verecek olan ki, Allah da onun verdiğini kat kat
artırsın ve onun için şerefli bir mükafat da versin.
12. O gün inanan erkekleri ve inanan kadınları görürsün ki nurları, önlerinde ve
sağlarında koşuyor. (Kendilerine): "Bugün müjdeniz altlarından ırmaklar akan, içlerinde
ebedi kalacağınız cennetlerdir. " (denilir) İşte büyük kurtuluş budur!
13. O gün münafık erkekler ve münafık kadınlar o iman edenlere şöyle diyeceklerdir:
"Bize bakın da sizin nurunuzdan alalım?" Onlara: "Arkanıza dönün de nur arayın!" denilir.
Aralarına kapılı bir sur çekilir ki, onun içinde rahmet, dışında da azap vardır.
14. (Münafıklar) onlara: "Biz sizinle beraber değil miydik?" diye seslenirler. (Müminler)
de derler ki: "Evet ama, siz kendi canlarınıza kötülük ettiniz, gözlediniz, şüpheye

49
düştünüz ve kuruntular sizi aldattı. O çok aldatan (şeytan) sizi, Allah hakkında bile
aldattı. Nihayet Allah'ın emri gelip çattı.
15. Bugün artık ne sizden ne de inkar edenlerden fidye kabul edilir, varacağınız yer
ateştir. Size yaraşan odur. Orası ne kötü bir dönüş yeridir!
16. İnananlar için hâlâ vakit gelmedi mi ki, kalbleri Allah'ın zikrine ve inen hakka saygı
duysun ve bundan önce kendilerine verilmiş, sonra üzerlerinden uzun zaman geçmekle
kalbleri katılaşmış, çoğu da yoldan çıkmış kimseler gibi olmasınlar?
17. Biliniz ki Allah yer yüzünü ölümünden sonra diriltir. Belki aklınızı kullanırsınız diye
size âyetleri açıkladık.
18. Şüphesiz sadaka veren erkeklere ve sadaka veren kadınlara ve Allah'a güzel bir
ödünç verenlere, verdikleri kat kat artırılır ve onlara şerefli bir mükafat vardır.
19. Allah'a ve peygamberine iman edenler var ya, işte onlar, Rableri yanında sözü özü
doğru olanlar ve şehitlik mertebesine erenlerdir. Onların mükafatları ve nurları vardır.
İnkar edip de âyetlerimizi yalanlayanlara gelince, onlar da cehennemin adamlarıdır.
20. Biliniz ki dünya hayatı bir oyun, bir eğlence, bir süs ve kendi aranızda övünme, mal
ve evlat çoğaltma yarışından ibarettir. Bu, tıpkı bir yağmura benzer ki; bitirdiği ot,
ekincilerin hoşuna gider, sonra kurur, onu sapsarı görürsün, sonra çerçöp olur. Ahirette
ise çetin bir azab; Allah'tan mağfiret ve rıza vardır. Dünya hayatı, aldatıcı bir zevkten
başka bir şey değildir.
21. Rabbinizden bir mağfirete; Allah'a ve peygamberine inananlar için hazırlanmış olup,
genişliği gökle yerin genişliği kadar olan cennete koşuşun. İşte bu Allah'ın lütfudur. Onu
dilediğine verir. Allah büyük lütuf sahibidir.
22. Yeryüzünde vuku bulan ve sizin başınıza gelen herhangi bir musibet yoktur ki biz onu
yaratmadan önce, bir kitapta yazılmış olmasın. Şüphesiz bu Allah'a göre kolaydır.
23. Böylece elinizden çıkana üzülmeyesiniz ve Allah'ın size verdiği nimetlerle
şımarmayasınız. Çünkü Allah, kendini beğenip böbürlenen kimseleri sevmez.
24. Onlar cimrilik edip insanlara da cimriliği emrederler. Kim yüz çevirirse Allah,
zengindir, övgüye layıktır.
25. Andolsun biz peygamberlerimizi açık delillerle gönderdik ve insanların adaleti yerine
getirmeleri için beraberlerinde kitabı ve ölçüyü indirdik. Biz demiri de indirdik ki onda
büyük bir kuvvet ve insanlar için faydalar vardır. Bu, Allah'ın dinine ve peygamberlerine
görmeden yardım edenleri belirlemesi içindir. Şüphesiz Allah kuvvetlidir, daima
üstündür.
26. Andolsun, Nuh'u ve İbrahim'i elçi gönderdik, peygamberliği ve kitabı bunların
zürriyetleri arasına koyduk. Onlardan yola gelen de vardı, ama onlardan çoğu yoldan
çıkmışlardı.
27. Sonra bunların izinden ard arda peygamberlerimizi gönderdik. Meryem oğlu İsa'yı
da arkalarından gönderdik, ona İncil'i verdik ve ona uyanların yüreklerine bir şefkat ve
merhamet koyduk. Uydurdukları ruhbanlığa gelince onu, biz yazmadık. Fakat kendileri
Allah rızasını kazanmak için yaptılar. Ama buna da gereği gibi uymadılar. Biz de
onlardan iman edenlere mükafatlarını verdik. İçlerinden çoğu da yoldan çıkmışlardır.
28. Ey inananlar! Allah'tan korkun, O'nun Resulü'ne inanın ki size rahmetinden iki pay
versin, sizin için ışığında yürüyeceğiniz bir nur yaratsın ve sizi bağışlasın. Allah çok
bağışlayan, çok merhamet edendir
29-Böylece Kitab ehli, Allah'ın lütfundan hiçbir şey elde edemeyeceklerini bilsinler. Lütuf
bütünüyle Allah'ın elindedir, onu dilediğine verir. Allah, büyük lütuf sahibidir.

50
69. Ankebut Süresi 1-13.Ayetler Meali:

“1- Elif, Lâm, Mîm.


2- İnsanlar, imtihandan geçirilmeden, sadece "İman ettik" demeleriyle
bırakılıvereceklerini mi sandılar?
3- Andolsun ki, biz onlardan öncekileri de imtihandan geçirmişizdir. Elbette Allah,
doğruları ortaya çıkaracak, yalancıları da mutlaka ortaya koyacaktır.
4- Yoksa kötülükleri yapanlar bizden kaçabileceklerini mi sandılar? Ne kadar kötü (ve
yanlış) hüküm veriyorlar!
5- Her kim Allah'a kavuşmayı umuyorsa bilsin ki, Allah'ın tayin ettiği o vakit elbette
gelecektir. O her şeyi işiten ve bilendir.
6- Cihad eden ancak kendisi için cihad etmiş olur. Şüphesiz Allah, âlemlerden
müstağnidir.
7- İman edip iyi işler yapanların kötülüklerini elbette örteriz ve onlara, yaptıklarının daha
güzeli ile karşılık veririz.
8- Biz insana, ana babasına iyi davranmasını tavsiye etmişizdir. Eğer onlar, seni,
hakkında bilgin olmayan bir şeyi (körü körüne) bana ortak koşman için zorlarlarsa, onlara
itaat etme. Dönüşünüz ancak banadır. O zaman, size yapmış olduklarınızı haber
vereceğim.
9- İman edip iyi işler yapanları, muhakkak salihler (zümresi) içine katarız.
10- İnsanlardan kimi vardır ki, "Allah'a inandık" der; fakat Allah uğrunda eziyete
uğratıldığı zaman, insanların işkencesini Allah'ın azabı gibi tutar. Halbuki Rabbinden bir
yardım gelecek olsa, mutlaka, "Doğrusu biz de sizinle beraberdik" derler. Acaba Allah,
herkesin kalbindekileri en iyi bilen değil midir?
11- Allah, elbette (O'na gönülden) iman edenleri de, iki yüzlüleri de bilir.
12- Kâfirler, iman edenlere, "Bizim yolumuza uyun, sizin günahlarınızı biz yüklenelim"
derler. Halbuki onların hiçbir günahını yüklenecek değillerdir. Gerçekte onlar, kesinlikle
yalan söylemektedirler.
13- (Fakat gerçek şu ki) elbette kendi yüklerini, kendi yükleriyle birlikte nice yükleri
(başkalarını saptırmanın vebalini) taşıyacaklar ve uydurup durdukları şeylerden kıyamet
günü mutlaka sorguya çekileceklerdir.

70. Her aradığını Kur’an-ı Kerim’de bulamayanların ya anlayışında ya da mü’min


oluşunda bir problemi vardır.
71. İnsanın değeri dış görünüşüyle değil, sahip olduğu ilimle ölçülmelidir. Samimiyetinin
ve halk arasındaki itibarını ise sözleriyle fiilleri arasındaki uyum belirler.
72. İnsan ne kadar derinden yaralanmış ise kelimeler de o derece duygu yoğun ve
kuvvetli olarak imdat edercesine, o kırık kalbin yarasını sarmak için seferber olurlar.
73. Birbirine karşı savaşan iki topluluktan, galip olan tarafın ele geçirilen esirlere, kendi
bineklerini vererek, yaya olarak yolculuğa devam etmeyi tercih edebilmesi, yokluğun ve
kıtlığın hüküm sürdüğü bir belde de, kendisi ve ailesi de ihtiyaç içinde olmasına rağmen,
ekmeğini ve katığını esir düşen düşmanlarına ikram etmeyi düşünebilmesi, kendisini
öldürmeye gelen en azılı müşrikleri bile yakaladıktan sonra, belki kalbi yumuşayarak
İslâm’a girerler umuduyla, fidye almaksızın onları serbest bırakabilmesi, insan şeref, onur
ve haysiyetini korumayı dini bir vecibe olarak görüp, en ağır şartlar altında dahi bulunsa
gönül rızasıyla bu erdemli davranışların en yükseğini sergileyebilecek kadar bir insanın
kemâle ulaşması; olduğu gibi İslâm’ın tümünü özümseyip, içselleştirerek kutsal olan

51
manevi değerlerini hayatının merkezine yerleştirdiktinden sonra, bu merkezin etrafında
illiyyîndeki kişinin; yaşantısını bir dantela gibi örmesiyle ancak mümkün olabilir.
74. Adalet, hikmet ve kuvvet ile birlikte işler.
75. Sahip olduğu ilmi dünyevi kazanç vesilesi yapanlar emeklerin karşılığını peşinen
dünyada alan ahirete kullanabilecekleri bir amel bırakmayan bedbaht gafil kimselerdir.
76. Kur’an-ı Kerim bizi üç mahkeme huzurunda hesap vermekle baş başa bırakmaktadır.
İçimizde vicdan mahkemesi, etrafımızda kamuoyu mahkemesi, üstümüzde semavi
mahkeme. Bu üç mahkeme huzurunda hesap vermeyi, vicdanımızı üç boyutlu olarak
terbiye etmekle eş tutmaktayız: Ahlâki vicdanın terbiyesi, toplum vicdanının terbiyesi,
medeni vicdanın terbiyesi.(Prf.Dr.M.Abdullah Draz)
77. ‘Hayat, tabir edeceğimiz rüyaların evidir.’

52
KALP İKLİMİNDE FETH-Î URÛC – IV

1- Hayata hak ettiği kadar değer verenler; onun önünde diz çökmezler, kendi önlerinde
ona diz çöktürürler ve böylece dünya sultanlığını elde ettikleri gibi, ahiret sultanlığını
da hak etmiş olurlar.
2- Ruhumuzun evi bedenimizdir, ondaki tüm azaların şükrü en kapsamlı olarak bir
tohum gibi fiili bir dua olan namazın içerisine derc edilmiştir.
3- İbadet-ü tattan alınan lezzetlerin; devamlı olabilmesi için hayatın tümünün bir ibadet
neşvesi içinde yaşanabiliyor olması ve her an ibadet esnasında, Rabbimize karşı
takınılan manevi tavrın, devam ettirebilmesiyle bunun yakından alakalı olması.
4- Günahı küçümsemek; işlenen günahtan daha büyük bir günahın işlenmesi demektir.
Başkasının günahını büyük, kendi günahını küçük görmek; her duyduğunu söylemesi
gibi kişiye günah olarak yeter.
5- Şeytan sizi fakirlik korkusuyla, kendi mallarınızdan ve dünyalık namına sahip
olduklarınızın elinizden çıkarak fakir düşeceğiniz konusunda aldatmasın. Eğer hayırlı
bir işe niyet ederseniz, onu hemen gerçekleştirin ki çeşitli vesveselerle o hayırlı
kapının size kapanma olasılığını ortadan kaldırmak için acele edin.
6- Bir meseleyi bilmek ayrı şeydir; o meseleyi anlamak ayrı şeydir. Bildiğini zannederken
meselenin özünü kavramaktan aciz olanlara içinde bulundukları acınası durumu kabul
ettirmek; o mesele hakkında hiç malumatı ve ön yargısı bulunmayan başka birisini
bilinçlendirmekten çok daha zordur.
7- Kainatın etrafında döndüğü merkezin, insan olması nedeniyle, her şeyden önce
kendini iyi tanımasının ve sahip olduğu akıl nimetiyle, kâinat kitabını doğru okuyarak
onun kendisine verdiği mesajı doğru kavrayabilmesi saadet-i dareyni kazanmak
isteyenlerin, fark edebilecekleri ilk noktayı istinadı oluşturması.
8- Başkasının daha önce aynı tarzda söylediği bir söze katılmanın yanında üstüne üstlük
bir de bununla övünmeye kalkışmak fikir emekçiliğine yapılabilecek en büyük
saygısızlıktır.
9- Allah-ü Teala’ya yakın olan kullarının; kalplerinin sürekli haraketli ve çok hararetli
olması nedeniyle teskin edilerek, sakinleştirilip, sükun bulmasına ihtiyacın fazla
tekerrür etmesi hasebiyle hemcinslerinin değerini çok daha iyi takdir ederek, kadir-
kıymet biliyor olmaları.
10- Allah(c.c)’un başka bir mü’min kardeşine bahşetmiş olduğu nimetlere, ona
erişemeyenlerin; suizan ve hased ederek kardeşinin elindeki nimetlere düşmanlık
yapmadan, ön yargısız olarak bu nimetleri kullananlar hakkında olumlu ya da olumsuz
hüküm vermesinin çetinliği ve zorluğu.
11- Beşeri ilişki içerisinde bulunduğu insanların, davranış ve duygularından beğenip takdir
ettiklerini, kendi karekterine katmak isteyenlerin; öncelikle yine çevrelerindeki
insanlar içinde, gördüğü ve duyduğu olumsuzluklardan uzak durmaya çalışması ve
aynı hatalara düşmekten kaçınması, insanı ahlâken yüceltmesi.
12- Tarihte tam manasıyla güzel ahlâkın, dört dörtlük vesikasını görmek isteyenlerin;
öncelikle sırf bunu tamamlamak için gönderildiğini bildiren, Hz. Muhammed(sav)’in
hayatını ve olaylar karşısında takındığı tavır ve davranışları incelemelerinin onları
doğru bir istikamete götüreceği gerçeği. Resulullah’ı(sav), ondan sonra gelen dört
büyük halifeyi, o devirde yaşayan ashabı, tabiîni ve arkalarından onları tasdik etmek

53
için gelen binlerce evliyayı azamın hayatlarını incelesinler ki; Allah’a karşı iyi bir kul
olabilmenin hakkını vermenin ne demek olduğu kavrayabilsinler.
13- Bu hayatta ne mi yapacaksın? İşte sana harika bir yol haritası: Araştırmacı olacaksın,
akıl nimetinin hakkını, haddini aşmadan vereceksin; ancak bir tezi, bir fikri, bir
ideolojinin haklılığını ispatlamak için değil hakikate sadece hikmete ulaşabilmek
gayesiyle üzerinde tartışılan insanların merak ettiğin mevzuların en yalın şekilde
vuzuha kavuşup, herkes tarafından anlaşılabilmesi için okuyup, yazacaksın; bunu
yaparken de istifade ettiğin kaynakların güvenilirliklerini, sürekli sorgulamayı da ihmal
etmeyeceksin ve böylece fikirlerini, hiç kimseden korkup çekinmeden toplumla
paylaşacaksın. Yaptığın işi en iyi şekilde yapmaya çalışacaksın. İşte bunlar; senin
vatanına ve milletine karşı olan yegane sorumluluklarındandır.
14- Samimiyet ve inanç; ancak hak yolunda olursa makbuldur. Eğer bu sıfatlar, batıl işler
için kullanılır ise bunu yapanların; kapıldıkları kör bir inat uğruna, doğdukları ve
doydukları her günden, sonra akıbetleri hususunda endişe etmeye, herkesten ziyade
müstehak oluşları.
15- Bir konuyu anlatırken anlamın pekişmesi, dinleyenlerin dikkatinin o konuya çekilerek,
onların düşünmeye sevk edebilebilmesi için soru sorarak meseleleri açıklayarak
anlatmanın; ilahi ve nebevi bir metot olarak ortada durması.
16- İnsanları hataları ve sevaplarıyla birlikte kabul edebilmenin; sosyal hayatın önemli bir
köşe taşını oluşturuyor olması.
17- Beşeri sevgilerde aşırıya kaçanların, hadlerini aşarak sevdiği kimsenin Allah’a karşı
olan hatalarını temize çıkartmaya çalışarak, en büyük akılsızlığı yapmaları. Doğrusu
tarafgirlik şirkten sonra en büyük zulümdür.
18- Denge üzerine yaratılan, şu koca kainatta, dengesini belirlemesi kendisine bırakılmış
tek varlık olan insanın; bırakın kendi kimyevi dengesini korumayı, kainata yaptıkları
olumsuz müdahaleler ile iklimlerin bile değişmesine sebep olarak, hassas ölçüler
üzerine bina edilen uzayın ve yer kürenin tehditlerine karşı; savunmasız olan nebatat
ve hayvanatı teker teker yok etmesi ve bu dengesizliğin neticesinde ademoğlunun
ödeyemeyeceği tek fatura olan kıyameti yaklaştırmasının, ileride gelecek olan
nesillerimize verdiği tamiri mümkün olmayan zararlar ve bu günü yaşayan hali
hazırdaki insanlığın; bunu düşünerek vicdanlarına açtığı kapanması çok zor olan derin
yaralar.
19- Dünya hayatında çekilen sıkıntıların başında şükürsüzlüğün, bir neticesi olan
kanaatsizliğin, getirmiş olduğu insan olmanın değerini bilemeyenlerin yaşamı değer
dilenciliği yaparak, menfaat peşinde koşarak, rızık endişesiyle sürekli mal toplayıp, üst
üste yığarak hayatı eskiterek geçirenlerin; kendi elleriyle işledikleri amellerin azim bir
karşılığı olarak başlarına gelen zahiren ufak meseleleri çok büyük meselelermiş gibi
tevehhüm ettirerek, dünyada dahi huzur ve mutluluğu aşırı bir değer atfettiği cüz’i
aklı yoluyla ulaşacakları zannı galibinin sonucu olarak; his ve hevanın beşeri
arzularının istikametinde, gaflet içinde yaşantısını genel akıntı istikametinde
yönlendirenlerin ve böylece kendi nefislerine de zulmedenlerin kalplerindeki perde
kaldırıldıktan sonra, hakiki insan olmanın kendilerine yüklediği sorumluluk bilincinin,
adaletle sağlanabileceğinin gerçek manasını, maalesef iş işten geçtikten çok sonraları
fark edebilecek olmaları. Hacc, 46: Yeryüzünde dolaşmıyorlar mı ki olanları akledecek
kalbleri, işitecek kulakları olsun. Gerçek şudur ki, gözler kör olmaz, fakat asıl
göğüslerin içindeki kalpler kör olur.

54
20- Erkeklerin en büyük imtihanın, ta Hz. Adem(a.s)’dan beri kadınların oluşu.
(Allahümme ecirna min şerrin-belain-fitnetin nisa) Amin.
21- Herkese toplum içindeki konumlarını gözeterek değerlendirmenin; hakkaniyet
namına elzem oluşu. Hayatta Allah’ın dinine hizmet etmek ve ona abd ve asker olma
sevdasındakilerin; insanlara ve onların dostluklarına gönül bağlamadan, hareket
etmesinin gerekliliği; ölçü olarak da tebliğ ve irşad vazifesini ifa etmek için
başkalarıyla bir araya gelerek ortak hareket edebilmek için istişarede bulunmanın
zarureti.
22- ‘Herkes kendi günahını hatırlayarak; tövbe edip Rabbine yönelsin çünkü kıyamet günü
iyi meyve vermeyen ağaçlar kesilip, ateşe atılacaklardır.’ (Hz. İsa as )
23- Şükrün tam zıddı olarak, küfrün hayattaki en önemli hakikat olan; Allah’ın tüm
nimetlerini örtmenin ve gizlemenin ancak şükürsüzlük ve nankörlükle açıklanabiliyor
oluşu ve Allah’ın insanlara belli bir müddet istifade etmeleri için emanet olarak
verdiği vücüdun azalarını kötüye kullanmak, insanların hayatlarının devamını temin
için verilen, nimetlerin tümünü tekzip etmek, onları yok saymak, maddeye tapmak,
kısa dünya hayatı ve menfaati için Allah’ın elçilerini ve ayetlerini inkâr etmek, hakkı
kabul etmenin; getireceği sorumluluktan çekinmek, demek ne demek sen bilir misin?
Cehennemi hak etmek ona yakıt olmayı kabul etmek demektir! Vesselam…
24- Kendince vazifelerini tam yapmadıklarını düşünenlerin; bu zaaflarını kapatabilmek
için karşılaştıkları her farklı insana kendince iş olarak gözüken en son yaptıkları şeyi
alal acele sayıp, dökmeye kalkışması.
25- Dert etmediğin mesele hallolur, dert ettiğin mesele dert olur.
26- Bir elmanın iki yarısı gibi olan çiftler; mutluluklarını ebedileştirmek istiyorlarsa
birbirlerine hayrı tavsiye etmelidirler.
27- Yağmur yüklü iki bulutun rahmet hazinelerini yeryüzüne gönderebilmek için
birbirleriyle çarpışmalarının gerekli ve şart olması gibi aynen öyle de insanın başına
gelen musibetlerin onu düşünmeye sevk etmesinin gerekliliği. Göze perde olan zahiri
sebeplere takılarak, olayların batıni yönünü sezememek, hakikatin keşfinin önündeki
en büyük engeli teşkil ediyor olması.
28- Siyaset kırıp-dökmeden insanları küstürüp birbirine düşman etmeden bir arada
yaşatma maslahatı ve duruma vaziyet ederek Türkiye’de maalesef günü kurtarma
sanatının adı.
29- Hasmının toplum nezlindeki yanlışlıklarının ve eksikliklerinin sorgulanır hale gelmesini
temin ederek; sorgulamaların ardından insanların, gözünden düşmeleri sonucu
itibarsızlaşmanın ötesinde, onları en zor zamanlarında destekleyip, ihsanlarla onları
ezerek düşmanlıklarını en aza indirmek suretiyle, kötülüklerini bertaraf edip,
savuşturmak akıllıca bir iş gibi görünüyor.
30- İsyanın kaynağı olarak başlarına gelen musibetlerin; nefislerinin işlediği günahlar
yüzünden mi, yoksa Allah(c.c)’nin sadece kendi nefislerine has olarak daha önceden
takdir etmiş olduğu bir kaza mı olduğunun ayrımını, tam olarak yapamamalarında
yatmaktadır.
31- ‘İbrahim b. Ethem’in(k.s) yolundan giden Tubba’(Yemen) Meliki olan Es’adü’l-
Hımyeri’nin ordusuyla Yesrib’i kuşatmaya geldiğinde karşısına cesaretle dikilen
Tevrat’ı çok iyi bilen İsrail oğullarından iki genç taşlıklarla kaplı hurmalıklarıyla bilinen
bu mekanın yurdundan göç etmek zorunda bırakılacak olan son peygamberin kalacağı
yer olduğunu öğrenir, öğrenmez burasını kuşatmaktan vazgeçecek ve bu iki delikanlıyı
da yanında götürecek ilimlerinden istifa edecekti. Onların anlattıklarından çok

55
etkilenen Himyeri yıllar sonra tıpkı İbrahim b. Ethem gibi saltanatını,tahtını-tacını
Allah rızası için terk edecek ve o göç edince kalacağı evde rahat edebilmesi için iki
katlı bir evin inşasına girişecekti. Ne yazık ki ferasetinin genişliğine fani ömrü
yetişememiş Peygamberimize ulaşamadan vefat etmişti. Ancak nebevi iltifata mahzar
olmuş bu Cennet Sultanı kendi çocuklarından daha iyi tanıdıkları son Peygamber olan
Hz. Muhammed’in tüm vasıflarını Medine’deki dört yüz civarındaki Yahudi din
alimleriyle karşılaşmış onlara karşı da çok cömert ve yardımcı olduğundan alimlerin
en güvenilir olanlarından Son nebinin sıfatlarını teferruatıyla öğrenmiş ve kendisinden
sonra gelecek olan O Son Peygamber’e bir mektup ve bir şiir yazarak en yakın
arkadaşına bunu emanet etmeyi ihmal etmeyecekti. Ebu Leyla aracılığı ile Allah’ın
Resulüne ulaşan mektupta şu ifadeler vardı:
-Alemlerin Rabbi’nin Resulü ve peygamberlerle nebilerin hatemi, Abdullah’ın
oğlu Muhammed’e; Hımyer’in ilk Tübaa’ından:
Ya Muhammed! Ben, Sana, Senin ve her şeyin Rabbine, Rabbinden getirdiğin her
şeyin iman ve İslam şeairi olduğuna iman ettim. Bunun sebebi ise, bu kitap vesilesiyle
Sana ulaşıp yarın ahiret gününde bana şefaat etmen ve beni unutmaman içindir. Şunu
bil ki, ben daha sen gelmeden ve Allah daha Seni göndermeden önce sana iman etmiş
öncülerdenim. Ben, Senin ve İbrahim’in dini üzereyim.
Mektubu okunduktan sonra Efendimiz: “Başlangıçta da sonuçta da her iş Allah’a
aittir” ayetini okuduktan sonra; üç kere sana da merhaba Ey Tübaa beldesindeki Salih
kardeş diyecekti. Resulü Zişan Efendimiz Tubaa’ hakkında kötü konuşulmamasını
isteyecek; onun müslümanlığını nazara verecek ve gördüğü rüyaların tesiriyle o
zamanlar en kaliteli kumaşla Kabe’nin örtüsünü giydirenin Es’adü’l Hımyeri olduğunu
hatırlatacaktı ve şöyle diyecekti: Nebi midir, yoksa değil midir bilmiyorum, diyerek
onun ruhunu hoşnut eden taltif edici iltifatlarda bulunacaktı. Her ne kadar oğulları bu
halis niyetlerle yapılmış evin kıymetini idrakten yoksun olsalar da; yine babaları gibi
bir başka peygamber aşığının eline düşen yedi ay boyunca Kainatın Efendisi’ni
ağırlayacak olan bu kutsal mekan kaderin bir cilvesi olarak Peygamberimiz(sav)’den
duyduğu bir hadisin övgüsüne mahzar olmak isteyen Ebu Eyyübe’l Ensari doksan
küsür yaşlarında ata bağlanarak Bizans surları önüne gelecek ve bu seferde şehit
olarak vefat ederken kalenin alınamayacağını da anlayınca daha sonra gelen
Mücahid’lerin tekbir ve kılıç seslerini duyabilmek mülahazasıyla surlara en yakın yere
gömülmeyi vasiyet edecekti. Çünkü o yine Efendimiz’den dinlemişti kabirlerin
çevrelerinde olup bitenlerden haberdar olacağını çok iyi biliyordu. Milletimiz’e
İstanbul’un fethinden başka bir müjde daha verecekti Kainatın Sultanı: “Ashabımdan
bir kimse bir yerde vefat ederse; oradaki mü’min kimseler onunla birlikte haşr
olunurlar” diyecekti. Kusva’nın bir memur olarak seneler önceden takdir edilmiş olan
bu kutsal eve en yakın olan yerde konaklaması elbette Ebu Eyyüb el Ensari çok mutlu
etmiş ve sevincini ashab-ı ikram ile daha önceden evinde bulduğu muhtemelen
Tübaa’ Meliki Es’adü’l Himyeri tarafından kaleme alınmış şu şiiri dillendirerek
paylaşacaktı:
- Ben Ahmed diye birisini biliyorum ki O,
- Allah tarafından herkese gönderilen bir Resul ve yaratılmışların en şereflisidir.
- Şayet ömrüm, O’nun ömrüne yetişirse, O’na en sadık bir vezir ve yanındaki
amcaoğlu gibi olacağım.
- Bu gün ben kılıcımla, O’nun düşmanlarına savaş ilan etmiş bulunuyorum ki,

56
- Böylelikle O’nun sinesinde meydan gelebilecek sıkıntıları şimdiden bertaraf
etmiş olayım.’ (Halebi,Sire 2 / 278-279, Ahmed b. Hanbel Müsned 4/340,el-
Hindi, Kenzül-Ummal 12/80-81,Salihi,Sübülü’l Hüda ver’Reşad 3/274)
32 – Allah(c.c) mal ve servet için çalışan herkese dünyada hak ettiği dünyalığı verir;
ancak Allah-ü Teala ilmi yalnızca kendi zatına gönülden bağlı olanlara ve sevdiği kullarına
verir. İlim başkadır, marifet bambaşka bir şey.
33 – Kuba’ya kurulan ilk mescide Allah Resulü(sav) çıkmış, Medine’deki ilk hutbesini
irad ediyordu: Her zaman ki gibi öncelikle Rabbine hamdetti; layık olduğu şekilde O’nu bütün
noksanlıklardan tenzih etti ve yine O’na övgü dolu senalar ederek sözlerine başladı.
- ‘Ey insanlar! Kendiniz için ahiretiniz adına istikbalinize yatırım yapın; yarın bunların
hepsini görüp bileceksiniz! Allah’a yemin olsun ki, sizden biri yarın aklı başına gelip de
koyunlarını çobansız olarak yalnız bıraktığında, Rabbiyle baş başa kalacak; arada hiçbir
tercüman veya perde olmadan Allah(c.c) ona soracak:
- Sana peygamberim gelip de tebliğ de bulunmadı mı? Ben de sana, bu kadar mal
verip de onları önünde yığmadım mı? Peki, öyleyse sen, bugün için ne yatırım yaptın?
- Bu hitaba muhatab olan insan, önce sağ ve soluna bakar; tutunabilecek hiçbir dal
bulamaz! Sonra önüne bakar; bütün dehşetiyle önünde cehennem durmaktadır! Sizden her
kim, yarım hurma dahi olsa cehennemden kendini sakındırabiliyorsa bunu mutlaka yapsın!
Şayet, bunu da bulamıyorsa, en azından güzel söz söylesin! Çünkü burada her bir iyilik, en az
on kat karşılık görür ki bu, yedi yüz kata kadar çıkabilmektedir.
- Allah’ın rahmet ve bereketi üzerinize olsun.(Hutbenin ilk bölümü tamamlanmıştı)
- Şüphesiz ki hamd Allah içindir; ben de O’na hamdeder ve yine yardımı da O’ndan
dilerim. Nefislerimizin şerrinden O’na sığınır, amellerimizin kötü olanlarından da yine O’nun
rahmetine iltica ederiz. Şüphe yok ki Allah’ın hidayet verdiğini dalalete ulaştıracak yoktur;
dalalette ısrar edip de artık kalbine mühür vurulanı da hidayette tutmaya kimse güç
yetiremez.
- Ben şehadet ederim ki, Allah’tan başka ilah yoktur; O tektir ve şeriki yoktur.
Sözün en güzeli Allah’ın kitabıdır! Şüphesiz ki her kime Allah(c.c) küfürden sonra iman iklimini
nasip etmiş; kalbini iman nuruyla tezyin edip de, insanların alımlı sözleri yerine Rabbin kalıcı
ifadelerine ram olmayı nasip etmişse artık o, kurtulmuş demektir. Şüphe yok ki Allah kelamı,
sözün en güzeli, en güzel ve ahenkli olanıdır.
- Sizler, Allah’ın sevdiklerini sevin ve kalplerinize Allah’ın sevgisin yerleştirin! Allah
kelamı karşısında asla usanma konumunda kalıp da zikir-i ilahiden uzak kalmayın ki, kalbiniz
katılıkla baş başa kalmasın! Çünkü Allah(c. c), yarattıkları arasından bazılarını tercih edip
diğerleri arasından onları seçer!
- Amellerin en hayırlısını Allah bize bildirmiş ve önümüze koymuş, kulları
arasından bazılarını seçerek rehber yapmış ve sözlerin içinden de en güzel ve salih olanları
açıkça beyan etmiştir. İnsanlara verilen helal ve haram ne varsa artık bunlar, tebeyyün etmiş
gizli bir şey kalmamıştır.
- Gelin Allah’a kulluk yarışına girin ve asla O’na başka bir şeyi şerik
koşmayın!O’ndan, takvanın gerektirdiği gibi bir haşyet duyup rahmetine iltica ümidiyle
şahlanıp azabı karşısında da titreyin! Ağzınızdan çıkanların en Salih olanlarıyla Allah
huzurunda sadakatinizi ispat edin! Allah’ın rahmet ve bereketiyle aranızdaki muhabbetinizi
artırın! Şüphesiz ki Allah(c. c), ahdinin yerine getirilmemesinden hoşnut olmaz ve bunu
yapanlara buğzeder.
- Allah’ın selamı hepinizin üzerine olsun!’(İbn-i Hişam, Sire 3/30-31)

57
34- Çekilen her bir sıkıntının insanın olgunlaşmasına, onun manevi derecelerini
artırmada oynadığı rol ve kıymetli kullarına dua etme imkanı bahşeden Allah(c.c) onları sık sık
bela ve musibetlere maruz bırakması. Ve insanın Rabbine en yakın olduğu iki hal secde hali
ve dua anıdır.
35- Tabiînin büyük hadis alimlerinden olan Şabi hiç hadis yazmamıştır; çünkü o,
yazdıklarına güvenmesi nedeniyle hadislerin emirlerine muhalefet etmekten korkmuş,
öğrendiği her hadisi hıfz etmeyi yeğlemiştir.Ne büyük hassasiyet, ne büyük incelik.
36- İbret alan, basiret sahibidir.
37- Malını şükredenlerden saklayan, onu şükretmeyenlere miras bırakmak zorunda
kalır.
38- Ah şu sorusuz babalar; keşke çocuklarının günahları içinde sahip oldukları payın
büyüklüğünü görebilecek kadar basiret sahibi olabilselerdi.
39- Ne üzerine döner dersiniz şu koca kainat, ilahi aşkın etrafında.
40- Gökyüzündeki cisimlerin kaybolmasının, hikmetlerinden biri de Allah’ın azameti
ve büyüklüğü karşısında kulun acziyetini ve fakrını idrak etmesini murad ediyor olması.
41- Ey aşk; eğer kanım senden başkasına kaynarsa; muradıma ermeden helâl olsun
kanım sana. (Hz. Mevlana)
42- Ey gök ne diye dönüp durmadasın; yoksa sen de benim gibi aşık oldun da başın mı
dönüyor? (Hz. Mevlana)
43- Şeref ve izzetini İslâm’ın şeref ve izzetiyle özdeşleştirebilen kemalî imane
erişebilir.
44- Hz. İbrahim(a.s) şöyle demişti: ‘ Bana göklerin ve yerin melekutu bildirilmişken
size tabi olmamı mı istiyorsunuz şüphesiz Rabbim bana hidayet vermeseydi ben de kavminize
benzerdim. Ben hak üzere sizi ona davet edip; ona karşı gelmekten sakındırdığım halde siz
ondan korkmazken; ben mi sizlerin beni korkutmalarınızdan ve sizin taptıklarınızdan
korkayım. Ey kavmim şunu bilin ki, ben sizin taptıklarınızdan asla korkmam.
45- Rüyâlar üç grupta toplanabilir. Rahmani, şeytani ve bilinç altındaki bastırılmış
duygu ve düşüncelerin bir yansıması olarak ortaya çıkanlar.
I. Rahmani Rüyâlar: Allah’ın mü’min kullarına bir lütuf ve ihsanı olarak onlara yol
gösterici hatta müjdeleyici rüyâlar.
II. Şeytani Rüyâlar: Uyandığında gördüğü rüyadan dolayı pişmanlık verici, üzüntü ve
kederini artırıcı, Allah’a sığınılması gereken rüyâlar.
III. Bilinç Altı Rüyâları: İnsanın çevresinde yaşamış olduğu olayların etkisiyle, aşırı
korku, başına gelebileceğini düşündüğü bir kötülükten çok çekinmesi, psikolojik ruh haletinin
bir dışa vurum alanı olan rüyâlar.
46- Kâinatta bir yaprak bile lüzumsuz yere, yere düşmezken nasıl olurda insanoğlu
başına gelenlere şükretmek veya sabretmek yollarından birini tercih etmez, başına gelen her
bir musibeti manevi terakkisine bir vesile etmez, hâla kendine çeki düzen vermez.
47- Sahipsiz kalmış bir ülkenin evlatları! Uyanıp şahlanma zamanı gelmiştir, madden
büyük, manen küçük devletlerin içimizdeki hain işbirlikçileri aracılığıyla istediği yöne çektiği
zavallı bir ülke olmaktan kurtulmanın, askeriyle-siviliyle, yirminci yüzyılın başlarına külleri
savrulan yeni Osmanlıcılığın ikinci dirilişini, elinle tesis edip dağıttın adaletle, sen
muştulayacaksın, nevbahar da ab-ı hayat yudumlayacak, Mesih-i soluklar, Muhammed-i
ruhlar yardımımıza koşacak, sineler tekbirlerle, Lailaheillallah’la kabarıp, coşacak, Mücahidler
hicret için serhat boylarına alperenler gibi akın düzenleyip at koşturacak, yollar kutsilerin
ayak izleriyle nurlanacak, ehli batılın ayakları birbirine dolaşacak, çünkü artık hiçbir olay
Arifler’e gizli kalmayacak, Yavuzlar’ın Ulubatlılar’ın eliyle İslam’ın güzelliklerini ve sancağını

58
görmeyen kalmayacak, hikmet sofrasından doyan artık acıkmayacak, bu sırra ermiş ruhlar
saadetle ebediyen cennetlerde yaşayacak!. .
48- Ey mucize peşinde koşan hain nefs; vücudundaki azalara bir bak! Hepsi nasıl
kemâli ihtiramla muntazaman harika bir surette yaratılmış. Ruh ve bedeniyle birlikte
yaşayan bir insandan hiç daha büyük bir mucize olur mu?
49- Hz. Yusuf(a.s) da sana hayrandı, ben nasıl hayran olmayayım. Çok çalışkan ve çok
cömert olan Halilurrahman(a.s). Sen öyle mübarek bir peygambersin ki: Allah-ü Teala senin o
kuşatıcı duanı vesile yaparak ilk nurunu, yarattığı nübüvvet mührünün son halkasını, senin
pak ve temiz sulbünden yaratacaktı. Ve yüce Allah(c.c) yer yüzünde ademoğlunun kendi
nefsine zulmederek, günahlarıyla kirlenmiş bedenlerini ve ruhunu arındırmak ve onları
temizleyip affetmek için seçeceği o kutsal mekanı (Kâbe) inşa etme vazifesini senin
omuzlarına yükleyecekti. Hazret-i Allah senden sonra yine sana yaptırdığı gibi yapacak; çok
sevdiği iki kulunu Hz. Davud’u(a.s) ile Hz. Süleyman’ı(a.s), Kubbetü’s-Sahra’yı yapmakla
mükellef tutacaktı. İlahi ferman demek ki, sevilen mübarek kullar için hep aynı şekilde bu
alemde tecelli ediyordu. Bundan da elbette dünyadakiler adına, çıkarılacak dersler vardı.
Demek ki, seven sevgisini burada da hep aynı şekilde göstermeliydi. Sevgilinin emir ve
yasaklarına uymayı, ona itaat etmeyi en büyük vazife, huzur ve mutluluğun tek kaynağı
saymak gerekiyordu. Bu vazifeyi de ancak ve ancak ihsan şuuruna sahip ihlaslı kullar
omuzlayabilirdi.
50- Yüz kapılı gönül sarayında ey sır sahibi! Açık olan kapıyı bulursan, içeri gir.
Unutma ki yaratılan her insan dünyaya saf ve temiz olarak, İslâm fıtratı üzerine doğar.
51- Bir beşer olarak yaratıldığı için; hayatta kalma mücadelesi verirken, bin bir sıkıntı
ve belaya muhatap olmak zorunda kalan din kardeşim! Allah(c.c) sana kâmil bir insan olana
kadar karşılaştığın sıkıntılara sabır ve ondan sonra da şükür nimetini, engin fazl-u
kereminden, cümle mü’minlere bahşetsin…Amin.
52- Her türlü nimetine karşılık; şükrü yeterli bir ücret olarak kabul eden Allah’ım, bu
hamdin şükrünü hiçbir kelimeyle ifade edemeyeceğimi bilerek, tüm acizliğimle iki büklüm
olarak, şu kelimeleri senin için söylemekten kendimi alamıyorum: Kâinattaki tüm cansız
varlıklardaki zerrat adedince ve tüm canlı varlıkların bedenlerindeki hücrelerin nefes alıp
vermelerinde ortaya çıkan, atomlar adedince Sana hamdolsun!..
53- Hiç bir sırrı olmayan kulların, kalbleri ancak ilahi cemalin nuru ve ayinadarlığıyla
itminana kavuşabilir.
54- Yapılan kavli dualar fiili dualarla desteklenmediği sürece, dua sadece zor
zamanlara hasredildiği müddetçe, edilen duaların kabul olabileceği zehabına hiç bir zaman
kapınılmamalıdır.
55- Kaynağı sağlam olan, doğru bilgi yüzeysel olması hasebiyle eksik olmasına rağmen
bu zamanda önemli bir güçtür.
56- Problemleri öteleyerek, onları görmezden gelip, önemli sorunlardan sürekli
kaçarak yaşayanlar için yerin altı üstünden daha hayırlıdır. Hayat ancak imanla anlam
bulabilir, ruh yalnız onunla arınıp, özüne dönerek terakki edebilir, üzüntü ve kederden
kurtulabilir. Ancak Allah’a kul ve asker olanlar bu Rabbani iltifatlara mahzar olabilirler.
57- Yavuz Sultan Selim’in oğlu Süleyman’a olan vasiyeti: ‘Oğlum sana gelen her nimeti
Allah-ü Teala’dan bilmelisin. Eğer böyle yapmazsan o nimete lâyık olmadığını ortaya koymuş
olursun. Oğlum insanların dış görünüşüne aldanma önemli olan kalpleridir.’
58- Herkes itikadı ölçüsünde, Rabbani iltifatlara mazhar olur.
59- Kazanılan paranın helâl veya haram olmasına dikkat edilmeyen ailelerde, yetişen
gençlerin maddi yönden bir sıkıntısı bulunmadığı için çok kolay elde edebildikleri paraya olan

59
ihtiyaçlarının süreklilik arz etmesi böylece paraya bağımlı hale geldikleri için hayatlarının
ileriki aşamalarında bunun devamını sağlamak için olmadık yöntemlerle, kısa yoldan köşeyi
dönme gayreti içinde olmalarının, bir sonucu olarak toplumun iyi ve muteber kabul ettiği,
tüm genel ahlak kurallarını yok etmesi ve böylece materyalist, faydacı, bencil, duyarsız, adeta
duyguları alındığı ve hayatı ihtiyaçlarından ibaret gördüğü için robotlaşmış, sosyalleşememiş
bireylerin sayısının artması için her türlü çevresel faktörü barındıran, münbit toprakları da
cesetleriyle kirletmelerinin, aile bireyleri dahil kimse tarafından ölünün arkasından
konuşmamak perdesi altında gizlenmesi.
60- Hiç kuşkusuz insana verilen en büyük hazine sabır nimetidir.
61- Güçlü bir devlet kuramadığın veya oluşturamadığın sürece yeryüzündeki yamyam
devletlerin istihbarat servisleri satın aldıkları işbirlikçileriyle birlikte; kedinin fareyle oynadığı
gibi oynar senin her şeyini feda etmeye hazır olduğun, şu cennet timsali, güzel ülkenle.
62- Ölümsüzlüğün sırrını bulan Lokman Hekim(a.s) belki de şunu bulmuştu;
ölümsüzlüğün sırrı; ölümle varolabilmektir. Ölümle varolabilmekse ancak ve ancak sağlam bir
Allah(cc) inancı ve ahirete olan sarsılmaz bir itikatla mümkün olabileceği gerçeği.
63- Kâinattaki en yüksek hakikat tevhidden sonra adalettir.
64- İnsan eliyle yürütülen her savaşın kendine göre taktikleri vardır.
65- Mal ve servet uğruna kaypakça iki yüzlülük yapıp, hakkın üzerini örtenlerin,
menfaatleri istikametinde, iftirayla insanları karalayanların bu istikamette yaşayanların,
dünyada rahat edip zevk-ü sefa sürseler bile ahirete taşıdıkları, dünyadayken ceplerine
doldurdukları ancak avuç avuç ateş topları olacaktır.
66- Allah’a karşı hile ve mekir kuranların; kendi kazdıkları kuyuya düşerek; rezil rüsva
olmaları, onların kendi elleriyle kazandıklarının kendilerini bulmasından başka bir şey
değildir.
67- İnsanların fıtratlarında olmayanı onlardan beklemek, kaldıramayacağı
sorumlulukları onların omuzlarına yüklemek, arkadaşlık ve dostluk hukukunun icaplarını
yerine getirememek demektir.
68- Dünyada dinine uygun yaşamayıp, davranamayanlar, işlerine gelmediği için
Kelamullah’ı okumayanların, ölümü hiç düşünmeyerek mezarlıktan geçmeyi ar sayanların;
işte yalın ayak Sırat Köprüsü’nü kılıçtan keskin olarak bulacakları için ateşe yuvarlanacak
vücutların sahipleri olmayı hakediyor olmaları.
69- Firavun gibi ölürken yaşadığının farkına vararak uyananlar, acaba niçin uyurken
öldüklerinin hayatları boyunca hiç farkına varamazlar ?
70- Doymasını bilmeyen azgın nefisler, harama bulaşmadan da yaşayamazlar.
71- Sırf kendi dünyalık menfaatleri ve çıkarları için haksızlığa göz yumanlar, ilerde bir
gün aynı haksızlıktan dolayı muzdarip olmaktan hiç çekinmezler mi?
72- Hiç insan bilerek, isteyerek kendine nefsine karşı kötülük yapabilir mi ki başkasına
kötülük yapmayı aklının ucundan dahi geçirebilsin? Ne edersen kendine edersin kendi
kendine…
73- Bir evi olanın ikincisini, eski bir arabası olan yenisini, yaşlı bir eşi olan gencini,
akrabalarından şikayeti olanın, onlarla selamı-sabahı keserek konuşmamasının, doğrunun
yerine yalanın, bilginin yerine cehaletin, muhabbetin yerine şehvetin, vatan sevgisinin yerini
hamaset ve rüşvetin, yardımlaşmanın yerine adavetin, barışın yerine savaşın; peşinden koşan
bir milletin fertlerinin insanlıktan ve evrensel ahlâk kurallarından, güçlü bir ülkeden
bahsetmesi abesle iştigal ve kamu vicdanıyla girişilen asimetrik bir psikolojik savaş
hareketinin ta kendisidir.

60
74- Toplumların başına gelen büyük felaketlerin sebebini; o felakete maruz kalanlardan
bazılarının, o toplumun içinde yaygınlaşan zulümlerden, ayrı görmeleri bu felaketin sebebini
farkında olmadan, tasdik etmelerinin bir nişanesi olarak, ibretle izlenmeye muhtaçtır.
75- Dünyamız bile boş durmayıp, hem kendi etrafında hem de güneşin etrafında
dönerken insanoğlu acaba kendine tenbelliği nasıl yakıştırabiliyor?
76- Ne için yaşadığını bilmeyenler, kendi nefislerine bilmeyerek taptıklarının, acaba ne
kadar farkındadırlar?
77- Hayat arkadaşını kaybeden sevgilisini kaybetmiştir, belki bir nebze olsun onun
hatıralarıyla teselli bulabilir, ancak sevgisini kaybedense hayatının ışığını kaybetmiştir ve hep
karanlıkta kalmaya mahkûm olduğundan daha çok acınmaya muhtaçtır.

61
KALP İKLİMİNDE FETH-Î URÛC – V

1- Aziz Türk Milleti; Kurtuluş Savaşı'nda ulu önder Atatürk’ün aldığı ‘ ya bağımsızlık ya
ölüm’ kararını, halkımız tümüyle uygulanabilir hale getirebilmek ve vatanı düşman
işgalinden kurtarabilmek için en ağır ve zor şartlar altında bulunmasına rağmen
düşmanı yurttan kovmak ve asırlar boyunca onur ve haysiyetini muhafaza ederek,
yeryüzündeki adaleti tesis etmek için nice savaşlar ve şehitler vererek yaşamış Türk
ulusunun bağımsızlık aşkını en ufak bir tereddüte yer bırakmaksızın bugün de
südürebilmek için tüm yurttaşların bu hususta ittifak ederek, ulusun geleceği adına
verilen kararı tasdik eden imzaları; vatan topraklarını baştan başa kanlarıyla sulayarak
atmışlardı, günümüzün sözde aydınları onu ve ideallerini gerektiği gibi kavramaktan
ne kadar da uzak! Gelin hep birlikte bakalım, ilerde bütün bir ulusu kurtaracak olan o,
muhteşem destansı fotoğrafa; bir devrin kapanıp, yeni bir sayfanın açılışına şahitlik
edercesine, mürekkebinin sıcaklığını halâ yüreklerimizde hissettiğimiz, altın harflerle
tarihin sayfalarına nakış nakış işleyip, kıyamete kadar hatırlanacağından emin olarak,
istikbâlin münbit bağrına emanet ettiğimiz, o destansı metnin üzerindeki özgürlüğün
anahtarının üzerindeki muhteşem parolaya: ‘Bu kararın dayandığı en kuvvetli
düşünüş ve mantık şu idi: Esas; Türk milletinin haysiyetli ve onurlu bir millet olarak
yaşamasıdır. Bu esas ancak tam bağımsızlığa sahip olmakla sağlanabilir. Ne kadar
zengin ve refah içinde olursa olsun bağımsızlıktan yoksun bir ulusa, uygar insanlık,
uşaklıktan üstün bir nitelik yakıştırmaz. Yabancı bir devletin koruma ve kayırmasını
kabul etmek insanlık niteliklerinden yoksunluğu, güçsüzlüğü miskinliği
benimsemekten başka bir şey değildir. Gerçekten bu aşağılık duruma düşmemiş
olanların isteyerek başlarına bir yabancı efendi getirmelerine hiç olasılık yoktur.
Halbuki Türk’ün değeri ve onuru ve yeteneği çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir millet
tutsak yaşamaktansa, yok olsun daha iyidir. Bundan ötürü, ya bağımsızlık ya ölüm!
İşte gerçek kurtuluş isteyenlerin parolası bu olacaktı.’(Nutuk)
2- İnsanların; gelecekte olmak istedikleri kişilikleri ve yapmak istedikleri şeyleri; model
aldıkları başka insanların belirlermesi, onun için de yüce Allah(c.c) bu dünya da
sevdiklerini, hep sevdiği kullarıyla karşılaştırması.
3- İnsanlığın bir gereği olan fiil, söz ve davranışların başkalarının hareketlerine göre
değil, sahip oldukları iradeleriyle, Allah’ın rızası istikametinde isteklerini kendisine
doğru çeviriyor oluşu. Zünnûn Mısrî’nin de dediği gibi ‘hikmet sahibi eğri de olsa
selamete yakındır; irade sahibi doğru da olsa münafıktır’ sözünü akıldan çıkarmadan,
hûkemadan ve fudalâdan ilim talep ederek, güç ve kuvvetini bu istikamette
harcamalıdır.
4- İnsanların söz ve fiili nazara alarak zahire göre hüküm vermeleri ve şeytani bir fiil olan
aceleciliğin ve öğrenilen haberin olumsuzluğunun getirmiş olduğu ağır psikolojik
şartlar altında aklın örtülmesi neticesinde, meselenin sonunu iyice düşünerek,
soğukkanlılıkla analiz edilerek, yeterince teemmül ve tedebbür edilmeden atılan her
adımın, getirebileceği ödenmesi ağır faturalar ve bu nedenle hiç de içine düşülmesi
istenilmeyen durumlar.
5- Başına gelebilecek herhangi bir kötülüğü düşünerek iyilikten vazgeçmenin, iyiliğe
yapılabilecek en büyük haksızlık olması ve hayır peşinde koştuğunu iddia edenler için
bir samimiyet testi oluşturması.
6- Yardımlaşmanın üstesinden gelemeyeceği bir fakirlik yoktur.

62
7- Sağlık açısından büyük bir imtihana tabî tutularak, organ nakline ihtiyacı olan
hastaların, dertleriyle dertlenmek ve eğer elinde imkanı varsa organ bağışında
bulunmak, tamamen insani ve dini bir vecibedir. Dolayısı ile organ nakli helâldir.
8- Biz Türkler; üzeri de uzlaşamadığımız herhangi bir meselemizi kavga etmeden
halledemeyiz. Sonunda güçlü olanın dediğini kabul etmek zorunda kalırız.
9- Paranın ve iktidarın hükmedemediği maalesef çok az insan vardır.
10- Testi içindeki sıvıyı dışına sızdırır, iyiler hep iyilik düşünür, kötüler ise hep hainlik.
İyiliğin tamamına da insanın başkasından gizleyecek hiçbir şeyinin bulunmayacak
kadar dürüst ve düzgün olmasıyla, kendini gerçekleştirmesiyle mümkün olabilir. Ne
yazık ki, genelde hainlerin sesi günümüzde iyilerden çok çıkıyor. Bunu gören sadık ve
Salihlerden, en azından kötülerin gösterdiği kadar bir cesareti göstermelerini
beklemek, lükse kaçan bir istek olarak karşılanması bile içinde bulunduğumuz
durumun ne derece vahim olduğunun açık bir göstergesidir.
11- Salat ehl-i olan Müslümanlar Allah(cc)’ın zimmetindedir, haksız yere cana kıymadığı
müddetçe o zimmetin altından çıkmazlar.(Hz.Ömer r.a)
12- Hikmetin, taşıyıcısı üzerindeki hakkı; mahrem olana onu açmaman, ihtiyacı olandan
da onu saklamamandır.
13- Kainatta cereyan eden işlere bir sevk-î ilahi nazarıyla bakabilenler yalnız Hakk’ı iyi
bilenlerdir.
14- İnsanoğlu elindeki nimeti kaybetmedikçe, gerektiği şekliyle o nimetin şükrünü eda
etmekten, aciz olduğunu fark edemez; ancak elindeki nimetlerin varlığına sevinmeyen
ve yokluğundan da müteessir olmayan zahitler bundan müstesna.
15- Allah’a müteveccih olmayan, her icraatın sonu yokluktur.
16- Varken nefsini yok edemeyenler; kemâle erişemez, ilahi sırları sezemez, varlığın
kıymetini idrak şuuruna eremez, onca peygamber ve evliyalar ortada dururken ben
bunları bilmiyordum hiç denemez.
17- Vehbî (Allah vergisi) bir ilim sahibi olmanın; kişiye sağladığı her konuyla ilgili söz
söyleyebilme cür’etinin sonunda, kendine duyulan aşırı bir güvenle şımarmayıp,
haddini aşmayan ve bu günahı yüzünden Allah’a olan emniyeti azalmayan alim,
gerçekten çok azdır.
18- Karşılıklı bir terazinin kefelerini dengede tutan demir gibi kainatı da dengede tutan
ilahi adalettir.
19- Üstünlük yarışına giren mütekebbirler, hep kaybetmeye, acizlik yarışına giren
mütevaziler ise hep kazanmaya mahkûmdurlar. Sırf Allah’ın rızasına talip olarak Ona
yönelmeyenler; amansız bir mücadele olarak gördükleri yaşam yarışında, algılarındaki
bu eğrilik nedeniyle hep en gerilerde kalmaktan kurtulamazlar.
20- Yaratılanı yaratandan ötürü sevebilmek, ancak yaratanı iyi bilmeyle gerçekleşebilir.
21- Maksadı rızayı ilahi olan makasıtlardan geçerek, er ya da geç gayesine vasıl olacaktır.
Fani yaratılan her nefis, elbette, mutlaka bir gün ölümü tadacaktır.
22- Ölümden korkmamak için önce nefsini öldürebilmelisin, yaşadığın her şeye ibret
nazarıyla bak ve seni yaratan ilahi kudrete hangi şart ve ahvalde olursan ol, yalnız
O’na(c.c) dayan ve güven!
23- Rüyetullah’ın lezzetinin milyonda birini bile evlenmeden anlayabilmek ancak özel
vazifeli kimselere verilmiş özel lütuflardır. Çünkü insanı en güzel şekilde yaratan
Allah(c.c) nutfenin ala’k haline dönüşebilmesini sevilip, erkeğe bir arkadaş olarak
yarattığı kadının varlığına bağlamıştır.

63
24- Nefsini bilen kendini bilir, kendini bilen Rabbini bilir, Rabbini bilen varlıkta yokluğu
bulur, bunu bulansa kalb huzuruyla saadet-i dareyne vasıl olur. Eğer sen kendini
bilmezsen, başka hayatların sermayesi olmaktan kendini hiçbir zaman kurtaramazsın!
25- Yüzmeyi bilmeyenlerin pek tabidir ki denizden korkması, özle meşgul olmayanın da
pek tabidir ki kabuğa takılıp kalması.
26- Yerli yerince doğruyu dosdoğru söyleyebilmek, dilini boş sözle kirletmeyen hakîmlere,
müsrif olmayan zakirlere, ve dünyayı satmış zahitlere mahsus bir haslettir.
27- Geceleri rahat bir uykuya hasret olanların, şayet dertleri Allah ve O’nun Resulünü ve
dinini aziz tutmak değilse, hayatta uyudukları her an için istiğfar etmeleri gerekir.
28- Hayattayken uyuduğunun farkına varamayanlar; bir gün hiç uyanmamak üzere
gördükleri korkunç kâbusu, yaşamak için uyanması mukaderrattandır.
29- Hak bir söz; ancak işlediği günahlar sebebiyle henüz kalbi mühürlenmemiş, sadrı
tamamen İslam’a kapanmamış, hâla aradığını tam olarak bulamamış olanlara bir
faydası dokunabilir. Eğer içerde kimse varsa, bir söz de onun kulağına yetişir!
30- Kulağı sürekli yerde olanın kulağına ayakkabının tozundan başkası kaçmaz, kulağı
gökte olanın kulağına hiç su kaçmaz.
31- Yeryüzündeki bütün altın ve gümüş madenlerini ve tüm bankaların rezervlerini
toplayarak, yaptığınız bir haksızlığa keffâreten vermek üzere bir araya da getirseniz,
mağdur ve mazlum olan kişi, kendisine yapılan zulmü ve haksızlığı affetmediği
müddetçe, fidye olarak yığdığınız onca dünyevi servetlere rağmen, yaptığınız
zalimliğin dünya ve içindekilerden daha ağır olan vebalinden asla kurtulamazsınız.
32- ‘Her şeyden şikayet etmeyi adet haline getiren nasipsiz adam dinle ve kulağına küpe
yap: ‘Sağlının kıymetini hastalardan, uzuvlarının kıymetini, bedeninde özür bulunduğu
halde, canında özür bulundurmayanlardan, gençliğin kıymetini ihtiyarlardan, hayatın
kıymetini kabirlerden, tövbenin kıymetini cehennem ehlinden, tevhidin kıymetini
meleklerden, içkinin kıymetini sarhoşlardan, kendi kıymetini ailenden, eşinin
kıymetini şehvetinden, bir nutfenin kıymetini henüz rahme düşmemiş bir alâktan, bir
damla suyun kıymetini yolunu kaybedip susuz çölde kalmıştan, ana-babanın kıymetini
yetimlerden, yetimlerin kıymetini onların başlarını şefkatle okşayandan, ibadetin
kıymetini namazdan, namazın kıymetini miraçtan, miracın kıymetini niyazdan, niyazın
kıymetini halis olanlardan, ihlasın kıymetini riyakârlardan, helâl ticaretin kıymetini
tacirlerden, zenginliğin kıymetini fakirlerden, hicretin kıymetini muhacirlerden,
muhacirin kıymetini ensardan, ensarın kıymetini Allah ve Resulünden, ilahi aşkın
kıymetini maşuk olan evliyaullahdan, doğru sözün kıymetini yerli yerince konuşan
hakîmden, hakîmin kıymetini karşılıksız hak üzere konuşturulandan, özgürlüğün
kıymetini kölelerden, derdin kıymetini cennet ehlinden, Hz. Muhammed Musatafa-
’nın(sav) kıymetini ashabdan, ashabın kıymetini gökteki yıldızlardan, Hz.Ebu Bekir’in
kıymetini Hz. İsa(a. s)’dan, Hz. Ömer’in kıymetini Hz. Musa(as)’dan, Hz. Osman’ın
kıymetini Hz. İbrahim(as)’den, Hz. Ali’nin kıymetini gelen milyonlarca evliya ve
asfiyadan, İslâm’ın kıymetini mü’minlerden, mü’minlerin kıymetini ehl-i kitaptan, ehl-i
kitabın kıymetini yalancılığıyla ve helâkiyle meşhur olan şirk ehlinden hele bir sor!’
33- Dünyadayken insan bedeni, cismen kirlenirse, temizlenebilmek için onu suyla
arındırması kâfidir; ancak eğer insan kendi öz cevherinden habersiz olarak, nefsini
dünyevileştirerek kirletmiş ve kendi benliğine zulmetmişse bu kimsenin arınması nasıl
mümkün olacaktır? Bu zor sorunun cevabına gelince; bu manevi kiri temizleyebilmek
için tıpkı çeliğin, işe yarayan kısmın işe yaramayan kısmından yani cürufundan
arındıralabilmesi için ateşte eritilmesi gibi, bir günü bin yıl kadar olan bir zaman dilimi

64
içerisinde, topraktan yaratıldıktan sonra özünü muhafaza edemeyerek, yaratılış
hamuruna pis su ve cerahat bulaştırmaktan kaçınmayarak, karekterini çamurlaştıran,
bedeni altında ruhunu çekinmeden ezdirenlerin, kurutulması için gereken; tekrar
tekrar bedenlerinin ateşe sokulup sokulup, çıkarılması gerekir ki; insan tüm
kötülüklerden arınarak, tamamıyle cennete ehil hale gelerek, saflaşıp yeterince
günahlarından ve kirlerinden kurtulup temizlenebilsin.
34- Allah’ın affedemeyeceği büyüklükte hiç bir günah yoktur. Allah’ın samimi tevbeleri
kabul edeceğini bildirmesi bunun en açık delilidir.
35- Kınayıcıların kınamasından korkarak, Hakk’ı kabul etmemek, gerçekten kınanmayı hak
edecek kadar kötü bir iştir. Cahillerle karşılaşmaktan Allah’a sığınırım.
36- Kâinatta cereyan eden olaylara kuş bakışı bakacaksın; fakat bunları analiz edip,
yorumlarken bir kuş beynine sahip olmadığını farkında olacaksın ki, hatalı yargılara
vararak, Rabbimizin üzerimizdeki nimetlerini unutmak suretiyle, yalanlamak gibi bir
gazaba düçar olmaktan azade kalabilelim.
37- Arapça öğrenmeye değil, kalbini daha çok temizlemeye çalış.
38- Kalbinden dünya sevgisini çıkaranın kalbi, ilahi sevgiyle dolar. (Hz.İsa as)
39- Sırf Allah(c.c) adına yapılan fiil ve sözlerden, daha büyük bir amel yoktur.
40- Koyunları gütmek zorunda olan, mutlaka bir gün kurdu görür.
41- Ne için yaşatıldığını çözemeyenler, yaşadığı gibi çözüm üretirler.
42- Herkesin rağbet ettiği devlet kapısını çalmayan biri; başka bir alanda çok daha rahat
rızkına kavuşabilir.
43- İnsanlara karşı rıfk ve şefkat sahibi olarak muamele et ki; Rabbin de seni şefkat ve
merhametle yarlıgasın.
44- Sahip olduğun cevheri yeryüzünde taşıyabilecek kimse yoksa eğer; onu
saklayabileceğin, derin bir kuyu ara kendine. Kuyunun içindeki Hz. Yusuf(as)’ı
çıkarttırıp, Mısır’a sultan yaptığı gibi, o kuyudan sırlarına lâyık bir arife; su taşıtacaktır,
senden taşan sırları başka temiz gönüllere.
45- Daha önce hiç bu kadar câmi bir söz duymadım: ‘ İlm-i fenâ ve ilm-i bekâ, ihlas-ı
vahdaniyet ve sıhhat-ı ubûdiyyet üzere deveran eder. Bunun gayrisi, mugalit ve
zındıktan ibârettir.’ Çift bakıp tek görmesinden ibret alan yalnız kalp ehli ehlullahtır.
46- Öfkesi, kini ve keskin gayzı, insanın gözünü perdeler ve onu adaveti sebebiyle
dünyada dahi rezil ve zelil eder.
47- Dünyayı cennete çevirebilmek, Rabbani iltifat ve lütuflara mahzar olarak, tevfiği
inayetin refiğ olması sayesinde ancak mümkün olabilir.
48- İslâm’ın beş şey üzerine bina edildiği gibi insan da beş şey üzerine bina edilmiştir:
Adalet, Şükür, Her şeyi Allah’tan bilmek ve sadece Ona güvenmek, Allah’tan
başkasından korkmamak, Takva: Çakıllarla dolu bir arazide yürüyormuşcasına dünya
da yaşamak.
49- Şeytanın, nefsindeki en sağlam fırsatlarından biri de; sana kendini beğendirmek ve
nefsinden beğendiğin şeylere güvendirmek suretiyle övünmendir. Bu, iyilik yapanların
iyiliklerini siler süpürür.(Hz.Ali kv)
50- Semanın kapılarını mü’min kulunun kalbi üzerine kuran Allah’a sonsuz hamd-ü
senalar olsun!
51- Her nerede olursa olsunlar; Allah ve Resulüne en yakın olanlar müttakilerdir.
52- Gözle okumak başkadır, insanın kendini yazarın yerine koyarak ruhuyla okuması ise
bambaşka bir şeydir. Böyle olunca da anlatılan olaydan alınacak olan ibret vesikası

65
okuyanın beynine piksel piksel nakşedilmiş ve unutulma olasılığı, minumum düzeye
indirilmiş olur.
53- ‘Bir baba sadece çocuğunun kendisinden üstün olmasını ister. Veled babasından hak
iddia edemez, onu rencide edip, üzense insan bozması bir canavardır.’
54- Daha henüz dünyadayken cezası verilen amellerin biriside ana-babaya asi olarak,
onları koruyup-kollamamaktır. Böyle davrananlar mutlaka çocuklarından, aynı
hareketi görmedikçe ölmezler.
55- Ana-babaya karşı duyulan muhabbetin, Allah için olmasına delil; onların
yaşlılıklarında, onların hizmetinde bulunmak, onlara iyi davranarak hiçbir karşılık
beklemeksizin, onlara iyilik edebilmektir.
56- Çocuk sevgisinin, Allah için olduğuna delil; onların genç yaşta vefat etmeleri halinde,
bu olayı sabır ve şükürle karşılanmasındadır.
57- Hiç şüphesiz ki, mü’minler adına; Allah(c.c) var, Leilaheillallah hakikati sayesinde kayıp
hiçbir anı ve ameli yoktur şu fani dünyada.
58- Sahip oldukları dünyevi nimetleri nefsi namına sevenler; başlarına gelen en ufak bir
musibete dahi isyanlarla karşılık vermedeki sabırsızlıkları ve gösterdikleri cehalet.
59- ‘Batın-ı kalp ayineyi Samedaniyedir.’
60- Allah’ım bize sevgini ve sevgini yaklaştıracak şeylerin sevgisini nasip et. (Hz.Davud a.s)
61- Kıymetsiz bir hediye eğer çok kıymetli bir zatın elinde olursa, o kıymetsiz hediyenin
değeri birden bine çıkar. Bu nimetin şükrünü eda edebilmek de ancak ve ancak sürekli
hamd etmeye çalışarak, bu gayretinin yanı sıra da bu nimetlerin karşılığını
ödemekten, aciz olduğunun şuuru içinde olabilmek ve her fırsatta Rabbinden bu
hususta kendisine yardım etmesini talep etmekle, mümkün olabileceği umulur.
62- En aciz olan ölmeden önce, hadsiz acziyetinin farkında olamayandır.
63- Açmaktan aciz kalacağın bir hayır kapısını, bari kendi elinle kapatma.
64- Kimisi okur ilim sahibi olur, kimisi okur hikmet sahibi olur. Okudukları arasında hakkı
ve batılı ayırt edebilecek ferasete ulaşır.
65- Gerçekten seven, sevdiğinin kölesi olabilendir.
66- Herkesin aradığı biricik hakikat adalettir. Ancak iş adaleti nefsinden başlayarak
uygulamaya gelince; yan çizen nefis umumun adına istediği bir hakikati, kendi işine
gelmediği için uygulamaya yanaşmaz, dosdoğru yoldan sapar. İnsan ise nefsini temize
çıkarabilmek için bin dereden su getirir ve sonuçta bu halinden dolayı işlediği
günahlar sebebiyle, denizde yüzen balığın suyun kıymetini bilememesi gibi, aradığını
bulduğu halde, muradına eremeden göçüp gider fani dünya aleminden.
67- Bir toplumda günahkârların sayısı, iyilerin sayısını geçer de üzerlerine düşen görevi;
yalnızca kendisi için yaşayarak, pasif bir direnişi tercih eden Müslümanlar da emr-i bil
mağruf – nehyi ani’l münker vazifesini terk ederlerse, o toplumun kuşatıcı bir belaya
maruz kalmasından şiddetle korkulur. (Hadis Meali)
68- Nefse karşı adil olabilmek ancak ve ancak lütfun içindeki kahrı (örneğin bir nimete nail
olduğu halde bunu nefsinden bilmek gibi), kahrın içindeki lütfu (atlattığı ölümcül bir
kazadan sonra dinine daha sıkı bağlanmak gibi) görebilmekle mümkün olabilir.
69- Her olaya ibretle bakabilmek, Hz. Muhammed Mustafa(sav)’ın sünnetine harfiyen
uymak, gücü kuvveti yerinde olarak çalışıp rızkını elde edebildiği halde Rabbine
İbrahim(a.s) misal hesapsız olarak güvenebilmek, insanı Beyazıd-ı Bistami(k.s) misal
arifu’l sultan yapar, hayvanların zikrini duyarak onların lisan-i hallerinden bile
Allah(c.c)’ın izniyle ibret alacak mertebelere ulaştırır.

66
70- Günah sürekli insanın iç dünyasını huzursuz eder ve tövbe edilmediği takdirde; adım
adım sahibini, Rabbinden uzaklaştırır.
71- ‘Zulüm’e asla bir başka zulümle yanıt verilmez. Hak adına, başkasına zulmedenin,
zulümden şikayet etmeye hakkı olmadığı gibi zalimler zümresinden işlediği fiil
bakımından hiçbir farkı kalmaz. Zulüm’ü ortadan kaldırabilecek tek şey adalettin
kılıcıdır. Onun için zalimin cezası toplumun huzuru ve esenliği için derhal verilmeli ve
asla geciktirilmemelidir.’
72- İman öyle büyük bir nurdur ki; hangi kalbe girse orayı Kâbe’ye çevirir.
73- Tevekkül, Cennet köşklerinin en büyüğünde oturur. Onun kapısına İbrahim(a.s) vari
kullar kabul edilir.
74- Kulun Rabbi hakkındaki en güzel zannı, Rabbinden korktuğu kadardır. Allah(c.c)
hakkında en güzel zanda bulunanlar, ondan en çok korkanlardır. Sekerat halindeki,
her mü’mine farzdır ki; Rabbinin kendisini rahmetiyle kuşatıp affı mağfiretiyle
yargılayacağı hüsn-ü zannıyla ebediyete intikal etsin. Çünkü kutsi bir hadiste şanı yüce
Rabbimiz: “ Ben kulumun zannı üzereyim. ” Buyurmuştur.
75- İnsana en kıymetli bir hazine olarak verilen hayatı; kendisine bir vahid-i kıyasi
yapamayarak, dünyanın kendi etrafında döndüğü zannını taşıyan, yetmiş iki milletin
sırrından bihaber yaşayan, iz’an ve şükür yoksunu bedbahtlar aldanmıştır. Lâkin
farkında olmaksızın, daha fazla mal toplayabilmek için gece-gündüz dünyayı tavaf
edercesine, onun etrafında, menfaat devşirme peşinde dönerken gaye-i hayallerini
unutarak, kendilerini her şeyin üzerinde, nisyandan, hatadan ve her türlü kirden
müberra görme hastalığına müptela olmuş kimseler, iki kere aldanmıştır.
76- Beni merak eden ey perende dost; şu kâinatta insan namına söylenmiş ve insan
tarafından ifa edilmiş ne kadar güzellik varsa onların destekçisi ve taraftarı olarak; işte
ben oyum.
77- Bedenleri yaşlanırken, ruhlarını gençleştirmenin yolunu arayıp bulamayanlar;
maalesef hiç bir zaman emredildikleri gibi dosdoğru olmanın yolunu da
bulamayacaklardır.

67
KALP İKLİMİNDE FETH-Î URÛC – VI

1- Bizim sözümüz süt gibidir. Okuyan hem susuzluğunu giderir, hem de açlığını.
2- Ordunun en önünde yürüyorsan sebeplere riayet ederek, yanlış bir harekette
bulunmamak için çok gayret göstermelisin. Çünkü komutanın bir yanlışı, en arkadaki
nefere ulaşana dek yüze katlanır.
3- Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim her nefse hayrı şerden, adaleti zulümden, takvayı
fücurdan ayırt edebilecek fıtrî bir kabiliyetin verildiğini açıkça beyan etmektedir. İsrâ
Süresi 14: ‘Kitabını oku! Bugün hesap görücü olarak sana nefsin yeter! deriz.’Şems,
7/8: ‘Nefse ve onu düzenleyene de, ona takvasını ve fücûrunu ilham edene yemin
ederim ki,’, Kıyame, 14/5: ‘İnsan kendi başına iyiyi kötüden ayırt edicidir. Onlar ne
kadar mazaretler ileri sürseler bile.’ Sünnetten de bir delil getirmemiz gerekirse:
‘Fetvayı nefsinden sor, fetvayı vicdanından sor. İyi, kalbi mutmain eden şeydir. Kötü
nefiste ızdıraba sebep olur, gönülde tereddüt meydana getirir. İnsanlardan fetva
alsan bile onu kendi vicdanına da danış’(Hadis Meali). Yine başka bir hadis-i şerifte:
‘Kim yaptığı kötülükten huzursuzluk, işlediği iyilikten de içinde bir rahatlık hissederse,
işte o mü’mindir.’ Akıldan başka yol göstericiler tanımayanlar için sadece bir nur
vardır: Aklın nuru. Akıllarıyla Allah’ın dinine yapışanlar için iki nur vardır. Çünkü hiçbir
zaman nur, nuru ortadan kaldırmaz. Bu da Allah’ın şu beyanıyla ne güzel izah
edilebilir: ‘Nûrun alâ nur(Nur üstüne nur)’ Allah’ın insanoğluna tanıdığı iyiyi kötüden,
hayrı şerden ayırt etme, iyiye iyi, kötüye kötü hükmünü verme melekesini inkâr
etmeye hakkı yoktur. İnsan aklına tanınan bu vicdani yetkinin müstaki varlığını ve
kemâlini İslâm; kendisine henüz din ulaşmamış, İslâm’ın emirlerinden uzak kalanlar
için bu ilâhi emirler kendilerine ulaşıncaya kadar, geçerli olacağını tanımaktadır. Sonra
insana bir nur olarak Kerim olan yüce Allah tarafından, büyük bir nimet olarak verilen
aklın, iyiyi kötüden, hayrı şerden ayırt etme kabileyetinin yanında verilen, cüz’i iradesi
eliyle ademoğluna, iyiliği emir, kötülüğü men etme hakkını da tanınıyor; ancak
akıllarını kötüye kullananlar ise bir çok ayet-i kerimeyle kınanıyor. Tûr, 32: ‘Yoksa
onları bu tavra(peygambere şair demelerine) savruk akılları mı sevkediyor? Sakın
onlar isyanda sınır tanımayan azgın bir topluluk olmasın! Yunus Süresi, 100: ‘Allah'ın
izni olmadıkça hiçbir kişinin iman etmesi mümkün değildir. Akıllarını kullanmayanları
o pislik üzerine bırakır.’(Prf.Dr.M.Abdullah Draz)
4- Salihâ birisi tarafından bir erkek hakkında iyi niyetle, hüsnü zannını ifade sadedinde
söylenmiş bir sözün hangi büyük kapılarını açmaya vesile olacağı kestirilemez.
5- Ah yüce perende dost; ne güzel seninle karşılaşmak yerde de. Dost gelince dertler
gider, sen gelince beni de götürdün yine hamd iklimine. Sen de mazlumsun, garipsin
benim gibi de kimsen yok. Çünkü seni anlayabilecek yoktu çevrende. Kim bilir kaç
sene aradın Mevlana’yı. Olmasa da benim bir Mevlana etrafımda, kalem ve kağıdım
var hemen yanı başımda. Ey yüce Şems peki sen ne için gezerdin dünyayı. Senin de
derdin hicret etmek miydi hiç bilmediği, tanımadığı insanların yanlarına o ilk
muhacirun gibi. Doğru ya en büyük hicret günahlardan olanıydı değil mi? Baksana o
Davud’un (as) elindeki demir nasıl erir değil mi ya?
6- Ruhunun dünyadaki tek nasibi bedenin hacmi kadar yer kaplamak, olduğunu sananlar
sefih, bencil, hasetçi, zalim, nimet düşmanı, ham ruhlar benlik duvarını aşamadıkları
için bir ömür boyu bıkıp usanmadan, zavallı nefislerine zulmederler.

68
7- Allah’ı (cc) bilebilmek Hz. Muhammed Mustafa’yı (sav) yakından tanıyabilmekle, Onu
(sav) tanıyabilmekse altmış üç yılını geçirdiği devri saadeti ve daha sonra gelen
Hulefa-i Raşidin Dönemini anlamakla birlikte nübüvvet mührünü O’ndan(sav) önce
taşımış olan diğer Peygamberleri de yakından tanımakla mümkün olabilir. Çünkü
Müslümanlar itikadi açıdan daha önce Allah(c.c) tarafından gönderilmiş olan
peygamberlerin hepsinin de hak bir dava ile gönderildiklerini tasdik etmekle
mükelleftirler.
8- Güzel gören, güzel düşünür. Güzel düşünen hayatından lezzet alır.(Bediüzzaman)
9- Ana-babasının, rızasını almadan yola çıkan, yolda kalır.
10- Şeytana uyarak insanlara hile kuranların, cezalarının peşinen daha dünyadayken
verileceğinden şüphemiz yoktur.
11- İnsanlara ibret alıcı gözle bakabilmek; Şems gibi yaşayabilenlerin işidir.
12- İlmin avam halk karşısında insana sağladığı üstünlükten müstağni kalabilmek yalnızca
kâmil kulların şiarıdır.
13- Her şeyin bir delili vardır; tek olan şanı yüce Rabbimizin varlığına yegane ve yeterli
delil bizzat insanın ta kendisidir. Bunun hilafını vehmetmek küfürdür. Çünkü yüce
yaratıcı Hz. Adem’i yaratmakla abes iş yapmaktan uzaktır, münezzehtir.
14- Senin içerisinde bulunduğun dünya tıpkı bir pencereye benzer, kafanı pencereden
çıkarmayı denemezsen sahip olabileceğin malumat, gördüğün alan içerisinde cereyan
eden olaylar kadardır. Sen bu nedenle, herkesin de aynı şeyi gördüğünü zannedersin
ve kainatı bulutların üzerinden başka alemleri seyredenlerin de olabileceğine, ne diye
hiç ihtimal vermezsin?
15- Aklına haddinden fazla güvenen; nefis putunu ömrü boyunca kıramaz.
16- Zalimin zulmünün şiddetini, tatmayan bilmez.
17- İnançsız insan huzurlu yaşayamaz.
18- Her doğruyu herkesin içinde söyleyebilmek, bir kadirşinaslık ifadesidir.
19- Haksızlık karşısında kendi nefsine veya makamına bir zarar erişebileceğini
vehmederek bu korkuyla, mazlumu tek başına zalimin insafına terk etmek;
bencillikten öte bir çeşit zalimliktir.
20- İman ve küfür mücadelesinde; ehli imanın, sürekli çatışmadan ziyade Hudeybiye
örneğinde olduğu gibi davranmaları, inandıkları hakikatleri daha fazla gönüle
duyurmak açısından, faydalı hatta zamanımızda elzem olabilir.
21- Umumun huzurunu ilgilendiren, konulardaki kazanımlar için güçler dengesi değişene
dek bireylerin uğramış olduğu haksızlıklara, sabretmeleri daha münasip gibi görünen
bir davranıştır.
22- Ölümü hiç düşünmeden yaşayabilen başlar; ölmeye (yokluğa) en lâyık başlardır.
23- Toprak, çakıl, taş arasındaki münasebeti tersinden onlara bakmayanlar okuyamaz.
24- Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim insana doğru okumayı öğreten yegane kitaptır.
25- Okuduğu kitabı kritikten uzak olarak okuyan; bilgi hamallığı yapıyor demektir.
26- Yarınları için bir endişesi olmayan; tam manasıyla yarınların gerçek sahibidir.
27- İki günü birbirine denk olan kimse; bir gününü yaşamamış demektir. Hayat kısa
yapılacak iş ise pek çoktur. Bu bakımdan zaman; su ve ekmek kadar değerlidir.
28- Karşısına çıkan olayların hiçbirinden ibret almamak, Allah-ü Teala’nın Âlim, Hakim ve
Rahim isimlerinin hiç birisinden tek bir hisse dahi alamamak demektir. Çünkü bu üç
Esmay-ı İlahiye Allah-ü Teala’nın Adl ismine bakar, Adl ismi celilesine yarenlik ederler.

69
29- Gül Devrinden on dört asır sonra gelen; garip mü’minler üzülmeyin; sizler Hz. İsa’nın
Faran Dağları’ndan çıkacak olan son nebiyi Barnabas İncili’nde müjdelediği gibi
Resülün kardeşlerim, diye müjdelediği kimselersiniz.
30- İlahi Şems garip adamsın, konuşmalarının bir kısmını anlayabilmek için illa
Mevlana(k.s) mı olmak lazım? Efendimiz Habibimiz(sav)’in sünnetine ittibaa etmek
için Abdullah b. Ömer(ra) kadar titiz ve gayret gösterebilsek bilmem ki hiç mübah iş
ve söz kalır mı hayatımızda? Mesela dostsuz kalakalmak ortada ağır gelirdi değil mi bu
sana? Araştırırken kitapları ve insanları karşılaşmamış mıydın henüz en iyi şeyle? En
iyi şey nedir eminim sen de bilirsin. Hz. Ali (k.v) gibi başına geleni istemek. Zaten bu
da yalnız her şeyden çok Allah’ı sevebilmekle mümkün olabilecek bir şeydir, vesselam.
31- Gerçekten en zor iş, insanın bildiğiyle amel edebilmesidir.
32- Şems seni büyük yapan tıpkı Mevlana gibi ulaştığın mertebenin yüksekliğini ve
yüceliğini değil, karşılıksız onu halkla paylaşabilecek kadar cömert ve hayırsever
olmandandır. Ne derdin, konuşurken hep sen? “Allah konuşturunca ortaya çıkan
sözler kelimâttır. Bu durumda olan kul, sanki konuşmanın aktaran enstrümanı
olmuştur. Sözlerinde kendi katkısı devre dışıdır. Kalbine Allah neyi ilham ederse,
sadece onu söyler. Ve bu da sonsuzcadır, tükenmez bir deryadır.”
33- Gece insanların üzerini yorgan gibi kaplarken; gözüne uyku girmeyen Rabbiyle baş
başa kaldığının şuurunda olan, tüm kullara selam olsun…
34- Ay otuz güne bölünmüş, bu günlerin insanın karakteri üzerinde yaptığı etkiler mutlaka
astroloji ilmine vakıf olanlar tarafından araştırılmalıdır. Bunu acizane ben şöyle
açıklayayım: Karakterlerin tespitinde otuz aşama vardır. Günler bu aşamaları temsil
ederler. Her yönden insanı kamili temsil edenlerin ekserisinin doğumlarının ayın
yirmisine tevafuk ediyor olmasındaki dengenin bu konuda dahi korunmuş olması sizce
de vaz edilen ibretlik bir olay değil mi?
35- Söylediğin hak sözü, kaldıramayacak olan kişilere, açma ki hakkın hatırını korumuş
olasın. Ayrıca muhatabının, henüz kabul etmeye hazır olmadığını düşündüğün, hak
olan bir sözü hemen söyleme. Zemini hazırlayıp onu ikna edecek yardımcı örneklerle
anlatımını destekle ki anlattığın hakikatler, sırf senin tarafından dile getirildiği için
peşinen reddelip, yüz çevrilmesin.
36- Ben okumadan okumaya fark var demiyorum, okumadan anlamaya fark var diyorum.
37- Gerçekten de kainatta şaşılacak ve hayret edilecek kadar ilahi bir adalet hüküm
sürmektedir ki; bunu fark edemeyen yeryüzüne de halife olabilme liyakâtini
kesbedemez, tıpkı rüzgârın önünde savrulan bir yaprak gibi nereden gelip nereye
gittiğinin cevabını ömrü boyunca araştırsa bile doğru olarak veremez.
38- ‘Bu gün kıblesi mutfak olan kimselerin, İyi bil ki, yarın yeri cehennemin ortası
olacaktır.’
39- ‘Sürekli peşinden koşarak aradığın şeylere dikkat et, kumaşının kalitesini ortaya
çıkarır.’
40- ‘Muhabbet duygusuna muhabbet, adavet duygusuna da adavet ancak tam manasıyla
adil olabilmekle mümkün olabilir. ‘
41- Niyetine dikkat et. Hadi diyelim ki elimde yok diye bir şey veremiyorsun, peki öyleyse
gönlünde de mi verecek hiçbir şeyin yok ? Çevrendeki olup bitenler karşısında böyle
umursamaz ve vurdumduymaz tavır ve davranışlar sergileyebiliyorsun.
42- Kıyametin gölgesi insanoğlunun üzerine düşmüşken, hâla sıra gelmez mi akledip,
günahlardan tövbe etmek suretiyle, ölenlerden ibret almaya.

70
43- Denize ve ufka bakarken hiç dikkat ettin mi bu muhteşem manzaraya bir hudut
çizebildin mi? Tahayyülü sınırlı olarak yaratılmış olan gözlerin daha dünyadaki
denizlere ve ufuklara bir hudut çizemezken, neyine güvenerek Allah’ın rahmet
denizine hudut çizmeye çalışıyorsun, kendinden başkasını cehenneme layık
görebiliyorsun!
44- Asla kulları hakkında takdir ettiği şeylerden dolayı Allah’a isyana kalkışma, haddini
aşmaktan kork, nefsine acı, aklını kullan fakat bazı felsefecilerin yaptıkları gibi aklına
da tapma, başkaları hakkında karar vermek, senin işin ve haddin olmadığı gibi bu işe
yeltenmenin de bir çeşit şirk-i hafi olduğunu sakın unutma. Çünkü başkaları hakkında,
henüz daha o kimsenin nereye gidebileceğini bilmeden; kendi nefsini nihayi karar
verici olan, ilahi makama nasıl koyabilirsin? Kulların hatalarıyla değil, kendi hatalarınla
daha fazla meşgul olman, senin için daha hayırlı ve selametli bir yoldur.
45- Çevresindekilere hiçbir faydası dokunmayanların, imanında noksanlık olabileceğinden
korkulur.
46- Hatayı kabul ederek, ondan geri dönebilmek; yalnız alçak gönüllü, tevazu sahibi
insanların başarabilecekleri bir konudur.
47- Dostu çok ziyaret usandırır, az ziyaret ise aradaki muhabbeti kaldırır.
48- Vasl yani kavuşma penceresinin iki vechesi vardır. Pencerenin dışa dönük tarafı
dünyaya, içe dönük tarafı ise kalbinden geçerek ukbâya bakar.
49- Sırf kendisi için yaşayan, tek başına her hayırdan yoksun kalarak, ilahi huzura çıkmaya
mahkûmdur.
50- Sürekli Rabb’ine kul olduğunu hatırlarında tutarak, bu disipline uygun olarak
yaşayabilenler; hesapsızca bir özgürlüğü Ahiret’te tadarlar.
51- Dünya nimetlerinden her hangi birine bel bağlayanlar, boyunlarına bağladıkları yükle
acaba Sırat Köprüsü’nden geçebileceklerini mi düşünüyorlar?
52- Maide Süresi 77. Ayet ineli on dört asır olmuşken hâla mı bu kitap ehl-i, hak olanı
görmekten yüz çevirecek; “De ki: "Ey kitap ehli! Dininizde haksız yere aşırı gitmeyin.
Daha önce sapmış, birçoklarını da saptırmış ve böylece doğru yolu kaybetmiş bir
kavmin keyiflerine uymayın.”
53- Aklı her türlü bilimsel gerçekleri kabul etmeye alışkın olan; aydınlanma çağının
batısında dini mevzular, neden acaba sadece onların adına, Allah’la kul arasında ki
günahları bağışlayabilen, helâl ve haram koyabilen ruhbanlık sınıfına (rahiplere)
verilmiş de bireye haftada bir kiliseye giderek, onlara bağış yapmaya, ibadet-ü taat
ritüelleri indirgenmiş. Böylesi onlar için daha cazip olmalı çal, çırp, soy, başkalarını
sömür, gel kazandığınla cennetten köşk satın al. Ne de olsa Ortaçağ Avrupası çok
uzun bir süre, bu çok yetkili, her işe karışan rahipler yüzünden geri kaldıkları
düşüncesindeler. Aslında pek de haksız sayılmazlar; ancak yaptıklarının da yıllarca
süren kanlı bir zulümün intikamını aynı şekilde kiliseden çıkarmaya çalışmak, zulüme
zulümle mukabelede bulunmanın da bir çeşit zulüm olduğu gerçeğinden kendilerini
asla kurtulamazlar. Bilimin dünyadaki yerini doğru belirleyememek, insanlığın
yeryüzündeki gelişimi sürecinde bilimi bir maske olarak yüzlerine takıp, hiç
mümkünatı bulunmadığı halde, yalandan bir yeryüzü tanrıcılığının inşaasına,
meteryalizmin ve kapitalizmin reçeteleriyle huzur ve mutluluk arayışına, üstünlük
yarışına girmek, dünyanın ayaklarını karanlık ve çıkmaz bir sokağa zorla sokmaya
benzer ki, bu çok önemli olan yanılsamanın beşer medeniyetine kaybettirdikleri;
insani ve kutsal değerleri yok edilmesine göz yummak, aynı memeden süt emen ikiz
kardeşler olan din ve bilimi birbirine düşman edilmesine ses çıkarmayıp, zımmi olarak

71
bir nevi bu yapılan kardeş katline kayıtsız kalmak ve buna destek olan idareciler;
kendilerini bekleyen yakın bir zaman içinde, toplumsal terör ve anarşinin karşısında
aciz düşerek, şiddetle canları yandığında, geç de olsa şaşkınlıkla şunu farkedeceklerdir
ki, etle tırnağı birbirinden ayırmaya çalışan, kendini tanımayan bu diplomalı okumuş
cahiller, din düşmanı bağnazlara mani olmamakla, büyük bir akılsızlık yaptıklarını ve
sonuçları itibariyle çok derin bir gaflet ve dalalet içerisinde bocaladıklarını
farkedeleceklerdir. Teslis inancını, araştırma zahmetine girmeyen, akıllarını kıble
edinen, sözüm ona çağdaş laik burjuvazinin mahşerde halleri acep nice olacak? Acaba
yalan yanlış hikâyelerini okuyarak büyüdükleri, o kutsal Roma ve Grek Medeniyeti’nin
çok sevdikleri filozoflarının ortaya attıkları Logos kandırmacasına, şeksiz şüphesiz
iman etmiş olmanın getirdiği küfür sonucunun hesabını, mahşerde kimden soracaklar
ve sordukları sorulara, o aklının kulu filozofların verdiği cevaplar, Şeytan’ın
cehennemlik insanlara vereceği cevaplarla ne kadar da benzeşecek.
54- Akla dini uydurma gayesiyle yola çıkıp; Şeytan’ın oyuncağı olmaktan kurtulamayanlar
yaptıklarının ne kadar akıl kârı olup-olmadığını haşir günü anlayacaklar. Ancak iş işten
çoktan geçmiş olacak.
55- Bilmediği bir konu hakkında, kaldı ki bu ilahi bir konuysa, elçilerin yollarını onların
adına konuşup, yazdığını iddia ederek onların kutsal yolunu saptırmak ve son derece
açık ve anlaşılır haldeki ilahi mesajları keyiflerine göre tahrif edenler Hz. İsa(as)’ın da
dediği gibi, acaba yaptıkları bu kötü iş sebebiyle cennetten kovulacaklarının
farkındalar mıydı? Bu yapılan işin ne fena bir iş olduğunu, ileride anlayacaklar!
56- His ve hevasının emrinde yaşayanlar, haydi ölümü öldürün ki, ateşe girmekten
kurtulun, haydi eğer gücünüz yetiyorsa, dünyadayken birbirinizi yardımcı ve dostlar
edindiğiniz gibi, çağırın fayda umduğunuz tüm taptıklarınızı ve mallarınızı. Hiç
şüphesiz, küfür ehli olanlar mutlak mağlupturlar.
57- Bedir de cehlin babasını ilmin önde gelen alimlerinden birinin öldürmesindeki nükteyi
fark edebildik mi acaba?(Abdullah b. Mesud)
58- Ah şu anne ve babalar sanki kendileri hayatları boyunca, hiç hata yapmamış gibi
çocuklarının dört dörtlük yetişip, dünyada rahat edebilmesi adına; dinlerinden
yaptıkları onca eksiltmeye aldırış etmeksizin, yapmadıkları veya yapamayacakları
fedakarlık ve veremeyecekleri ahlâki taviz ne acıdır ki yok.
59- Sürekli doğru şeyler konuşmasına karşılık; güzel örnek olmayı beceremeyen aileler,
emeklerinin karşılığını daha dünyadayken hiç ummadıkları şekilde, çocuklarından
görürler.
60- Her olayı fırsat bilerek hareket ve sözlerinde ölçüyü kaçıranlar sevgi ve saygı
bekledikleri nazarlardan aynı şekilde hep tepki görürler.
61- İnsana dair anlatılmış o kadar çok şey var ki hangi maksatla ağzımı açarsam açayım,
ağzımdan çıkacak sözlerin, bazen başka bir kulağa daha önce çarpmış olduğu vehmine
kapılıyorum.
62- Her ne kadar söyleneceklerin çoğu, bu zamana kadar gelip geçenler tarafından
söylenmiş olsa da yepyeni şeyler söylemek için çalışanlar her zaman olagelecektir.
63- Yürürken dikkat et! Ayaklarının altından kayıp giden toprağa; onu sana tıpkı sakin bir
döşek gibi yayan, senin rızkın için ondan enva-i çeşit nebatatı yaratan, suyu insanlığa
hayat kılana karşı şükretmemek, özü toprakla yoğrulmuş ademoğlu için toprağa karşı
yapılmış en büyük bir ahde vefasızlık örneğini oluşturmaz mı?
64- Çok sevdiğim bir dostum vardı Ona şu on öğüdü vermekte fayda mülahaza ettim: Her
işinde dengeli fakat duanda ısrarcı ol. Müttaki ol, gizli ve açıkta Allah’tan kork.

72
Kanaatkar ve sabırlı ol. Ne edersen kendine edersin kendi kendine. 1. ve 2. aylar
hariç her ayın 20. ’de mutlaka oruçlu ol. Riya, kibir, ucb, dünya sevgisi ve cimrilikten
de Allah’a sığın!
65- Ey alevi olduğunu zanneden hakiki Müslüman kardeşim; gel de Hz. Ali(kv) tarafından
rivayet edilmiş olan şu hadisi bir tefekkür et: “Yâ Ali! Sen İsâ(a.s) gibisin. Yahudiler
ona buğz ettiler. Vâlidesi Meryem Hazretlerine hâşâ iftira ettiler. Nasâra, yani
Hristiyanlar da onu çok sevdiler ve kendi makamından yükseğe çıkardılar. [Hz.
Ali(kv)’den Rebi’a bin Nâcid (r.a) rivayet etmiştir.+ “
66- Sana sevdiklerinin tarafından yapılan her kötülüğü unut, aracılığı yoluyla ulaştığın
nimetlerin hatırına da sana iyilikte bulunmuş olanları hiç unutma.
67- ‘Dünya, yılan gibidir; dokunuşu yumuşak, zehri ise öldürücüdür.’
68- Siz asla Allah’ın emirlerini uygulamaktan korkmayın. Çünkü korktuklarınızdan sizi
emin kılacak olan yine yalnız Allah(c.c)’dur.
69- Bir insan yüzünün aydınlığını ayağından almadığı müddetçe özüne rücû edemez.
70- Yaşamayan bilmez, bilmeyen anlamaz, anlamadan da yaşanmaz.
71- Karşına çıkan herkesin Hızır’ı olmak istersen; önce karşındakinin kıblesinin neresi
olduğunu anlamaya çalışmalısın. Bunu tespit etmenin en iyi yolu da insanları
dinlemektir; çünkü insan dilinin altında gizlidir ve konuşurken de kendisi hakkında pek
çok ipucu verir. Bundan sonraki aşama ise Musa(as)’ın göze aldığı gibi azarlanmayı
göze alabilmen gerekir. Bunun sebebi Allah-ü Teala yalnızca dilediği mukarreb
kullarının boynuna esrar-ı Sübhaniye’sinin hikmet incilerini takar, bu konuda senin
aracılıktan başka bir yetki ve sorumluluğun mevzu bahis olamaz.
72- Sevgiden büyük yine sevgidir. İnsanı sevmek demek, Allah’ı sevmek demektir.
73- ‘Bir grup insan -bir taife- kıyamete kadar hak yol üzerinde Allah’ın istediği tarzda cihat
edecek Allah’ın istediği tarzda faaliyette bulunacak, Onu memnun edecek işler
yapacak, ister sen onların arasına, o zümreye katıl, istersen onlara muhalif ol, bu
onlara bir zarar vermeyecek. Allah-ü Teala’nın yakmış olduğu bu nuru kafirler
istemese bile hiç kimse kıyamete kadar söndüremeyecek.’(Hadis)
74- Rahmet gelip ona isabet etmeden, tohumun kabuğu çatlamaz.
75- Dünya insan bedenine,can ise ahirete denk olarak yaratılmıştır.
76- Sağlığının kıymetini bilmeyen, doktor reçetelerinde sağlık arar. Oysa ki sağlığın
reçetesi az yemektir. Seher vakti uyanık olan da zaten geçim derdi nedir ömrü
boyunca bilmez.
77- Bir doku kültürüne maymun sinir hücresi ve insan sinir hücresi birlikte konulduğunda;
maymun sinir hücresi uzantısını diğer maymunun sinir hücresine, insan sinir
hücresinin ise uzantısını kendi cinsinden olan bir hücreye bağladığı gözlemlenmiştir.
Muhtemeldir ki, böyle bir araştırma yapmayı düşünmüş olanlar kendilerince, agnostik
olmakla övünebilen, her ne kadar başlangıçta doğru bilgilere sahip olsa da bunlardan
yanlış sonuçlar çıkartarak; böcek beyniyle kendi beyni arasında bir fark olmadığını
söyleyebilecek kadar aklına ihanet etmiş bir zavallının, bilimsellikten uzaklaşıp, güç ve
iktidar sahiplerinin manyetik alanına girerek onların istediği doğrultuda, inkâr
psikolojisini destekleyecek açılımlar ve konuşmalar yapan, C.Darwin’in bu çürük
teorisini ispatlayabileceklerini ummuşlardı; ama her zaman olduğu gibi sükûtu hayale

73
uğramaktan yine kurtulamamışlar ve bu zihin yapısıyla da uzun süre
kurtulamaycaklarını söylemek de gaybdan haber vermek sayılmaz; çünkü görünen
köy kılavuz istemez. Yiğidi öldürelim de, hakkını teslim edelim. Bu araştırmayı
yapanların sonuçları çarpıtmadan vermelerini ve bilim ahlâkına bağlı kalmaları
karşısında saygı duyduğumuzu belirterek, harcanan bilimsel emeği veri kabul ederek,
biz de meseleye daha geniş bir pencerereden farklı bir boyut kazandıralım: Kâinattaki
her canlı varlık, kendi türünden olan bir benzeri varlığı arayarak bulmaya çalışır;
çünkü aynı duygu ve aynı düşünceleri kendisiyle paylaşanlarla ülfet ve ünsiyet etmek,
onaylanmanın getirdiği tarifi imkânsız haz ve memnuniyet, manen insanları daha
mutlu ve daha huzurlu kılar.

74
KALP İKLİMİNDE FETH-Î URÛC – VII

1- Kainatın ömrü kadar ömrüm olsa ve benim de tek bir söz söylemeye hakkım bulunsa
ben o tek kelimelik hakkımı ‘Lailahe illallah’ diyerek kullanmak isterdim.
2- Herkesle anladığı dilden konuşacaksın; çünkü dinsizin hakkından ancak imansız
olunarak gelinebilir.
3- Sevdiklerini kırmamayı, dostlarının kusurlarını örterek başarabilirsin.
4- İçinde beraber yaşadıkları toplumlarda ortak bir lügat üretmeyi başaramayan
milletler tarih sahnesinde figüran olarak rol almaya mahkûmdurlar.
5- Eğer ölüm bir sessizlikse; hayat çığlıktır, eğer hayat bir çığlıksa; ölüm sessizliktir.
6- Hz. Salih’e (a.s) bir mucize vermek için taştan kırmızı deveyi çıkartan Allah(c.c),
kullarının eliyle taştan ekmeği de çıkarır.
7- Yüzde yüz iman her kula nasib olmayan çok özel bir lütuftur. Onun için bu lütfa da çok
özel bir şükür gerekir.
8- Kendi nefsini aşmak, en sarp yokuşları en çetin dağ yollarını aşmaktan daha zordur.
9- Olgun insan tıpkı dalları meyveyle dolan ağaçlar gibi başını aşağılara eğer.
10- Kendi nefsini sadece şeytanlaşmış olan haddini ve kendini bilmez aşırılar sever.
11- İşlerinde adalet, hayatta saadet, ahirette rıza getirir.
12- Ayağını yorganına göre uzatmayan; ya ayaksız ya da yorgansız kalır.
13- Vicdan sahibi olan herkes; fakirlerin haline acır, onları sever, haklarını savunur, onlara
kol kanat gerer.
14- Enaniyetini sıfırlayamayanlar; onun aritmetik mi, yoksa geometrik mi artacağını
bilemezler.
15- Dost diye birini aradım. Bana seni gösterdiler, bilemiyorum seni gösteren başkası mı
yoksa kendim miyim?
16- Önce ölümle evlenmeyi öğren ki, hayata öğretmen olabilesin.
17- Hâl sahibi bir makamda bulunan her organın bir seması vardır. Muhakkik ariflerin
seması tevhid ekseni etrafında dönmek, kulağın seması ney ve rebabın lahûti seslerini
işitmek, ellerin seması birbirinden ayrılır ayrılmaz, aşk ile tekrar birbirine kavuşmayı
şiddetle arzulamak, dilin seması zikir, gözün seması ibret, aklın seması hakkı batıldan
ayıracak bir muhakeme gücü, aşkın seması ise vasldır. Mevlana gibi Hû diyen yerinde
duramaz, semazenler gibi döner durur aşkla, ilahi aşkın her bir zerresinin etrafında.
18- Sen bir kalemsin, hayatınsa bembeyaz bir kâğıt. İstersen çirkin şeyler yazarak onu
kirlet, istersen düzgün şeyler yazarak temizliğini muhafaza et, yoksa irade-i cüz’iyenin
hangi tercihi yapabilmen için sana verildiğini sanırsın?
19- Bilir misin neden döner durur şu dünya? Hem kendi etrafında hem güneşin etrafında.
Sende yüzünü güneşe dönersen, kalbine sığan güneş döner; gönül Kâbe’nin etrafında.
20- Hep kaybedeceğim korkusudur, insanları Hakk’a taraftar olmaktan vazgeçirerek,
ebediyetlerini onlara kaybettiren.
21- Öleceğini bilseydi şu hayvanlar, et ve süt yiyemezdi şu insanlar.(Hadis Meali)
22- Kanın bedeli candır. Kimse bilmez halbuki can kansız da yaşayandır.

75
23- Ağlayarak acziyetini fark etmek; bazen en müşkil meselelerin çözümünün anahtarı
olabilir.
24- Yayını ve okunu yanına almayarak ava çıkan bir avcı; avın kokusunu bile elde edemez.
25- Ademoğlunun başına bir sürü olay gelir; ama çoğu insan bunlardan gerekli dersleri
çıkarabilecek kadar henüz Rabbine inanamamıştır.
26- İnsanlar genellikle duymak istedikleri şeyleri kabul ederler, baktığı yerde hep görmek
istediklerini görürler, doğru bile olsa inançlarına aykırı olduğunu düşündükleri şeyleri,
düşünmekten istiğna ederler.
27- Her duyduğunu insanlara anlatma. Yalan olarak bu yeter. İnsanların sana anlattığı her
şeye karşı çıkma. Cahillik olarak bu yeter.
28- Fıtrata aykırı yapılan işleri, nefsi bir meyille menfaatlerine uygun düştüğü için kabul
edenlerin, çok mihnetler ve sıkıntılar çekmesi kuvvetle muhtemeldir.
29- Azgın olan kendini doyuramayınca, haram çubuklar arar kaldıracak onu havaya, o kül
attığını zannederken hevaya, düşer ateşle dolu gayyalara, hiç aramadı ki; kurtularak
bulsun Hüda’yı da.
30- İnsan hayatı o kadar kutsaldır ki, Allah’tan başkasının uğruna, o can feda edilemez.
31- Başkasının zararına müslüman sevinemez. Allah’ın düşmanları hariç.
32- Hakk’ı ve adaleti arayan insanlık elbet birgün İslâm’ı bulacak! Huzuru yudum yudum
kutsiler ordusunun ellerinden yudumlayacak.
33- Huzurlu kesintisiz bir uykuya sahipsen; üzülerek söylemeliyim ki, senin hiçbir ulvi
derdin yok demektir. İşin gücün yemek yemek, maddi ihtiyaçlarını karşılamak ve
uyumaktır.
34- Kendisini başkasından üstün görerek hareket edenlerin, kaynağı nefis olan bu
kibirlerinin farkına varır-varmaz, mahçup olarak, uyanmaya mahkûmdurlar.
35- Rüyaları hep karışık olanın; aklı ve ruhu, dünyaya fazlasıyla meyletmiştir.
36- Midelerinin kulları sürekli yemekle ve şehvetle meşgul olurken, Allah’ın kulları sürekli
zikir ve ibadetle meşgul olmalarına nasıl bir mana verirsiniz? Tüm bu söylenenlerden
sonra şu hadise ne dersiniz: ‘ Hak’tan bir cezbe, insanların ve cinlerin ibâdetinden
daha hayırlıdır.’
37- Milli ve Manevi olarak ortak değerlerimizi iç çekişme ve kavga meselesi yaparak, bu
değerlerimizi tüketen siyasilere; sağduyu sahibi, ülkesini ve vatanını seven her bir
yurtseverin; dur demesi ve dinin ve cumhuriyetin bizi bir arada tutan, tıpkı aziz
şehitlerimizin kanlarından rengini alan bayrağımız gibi birer ortak paydamız olduğunu
hatırlatılması ve vatandaşlarımızın onlardan Türkiye’nin yüzünü ağartacak iş ve
hizmetler üretecek büyük projeler beklediklerini, toplumda milli birlik ve beraberliğin
oluşturulabilmesi için buldukları her ortamda yüksek sesle bunların dillendirilme-
sinden çekinilmemesi, siyasi parti liderlerleri kendi aralarında uzlaşarak ülkedeki
cemiyetlerin barış ve huzur içerisinde bir arada yaşayabilmesi için karşılıklı olarak
saygı ve sevgiye dayanan hoşgörü kültürünün oluşturulmasına hizmet eder hale tüm
yöneticilerin getirilmesi, bölünmez bütünlüğümüzün ve devletin üniter yapısının
korunabilmesi adına gerçekleştirilmesi gereken hayati derecedeki önemli
mevzulardandır.

76
38- Yâre karşı vuslatı neden mi çok anıyorum, çünkü milyonda bir de olsa şuhud halinden
bir zerreye onun nazenin teniyle eriyorum, kalbimde onunla sükûnet buluyor, genç ve
dinç kalarak bu yönüyle dünyayı cennete benzetiyorum.
39- Söylüyorum söylüyorum ama ne söylediğimi bilmediğim için tekrar söylüyorum, ya
delirdim, ya da bana bir söyleten var bunca hikmetli remz taşıyan sözleri…
40- Hayatı bir cidal ve mücadele zannederek yaşamaya çalışanlar; bunu niha-i bir gaye
haline getirenler, hayatı kendilerine zehir etmekle kalmaz, aynı zamanda onlarla
birlikte yaşayan diğer insanlara da hayatı çekilmez ve yaşanmaz bir hale getirirler;
onların durumu Amazon Ormanları’nda vahşi hayvanların arasına düşmüş, zavallı bir
adamın haline benzer ki, bu zavallı adam, diğer tüm insanların da aynı ormana daha
önceden konulmuş olduğunu fark edemez ve aç kalmamak için vahşi hayvanlar gibi
mücadele etmek zorunda olduğunu zanneder. Böyle düşündükleri için de öncelikle
kendi nesline ve etrafındaki diğer tüm canlılara zulmettiğini göremez ve niçin
yaratıldığının ve neden yaşatıldığının hakikatine eremeden, bedenlerinin hayvanlar
gibi toprağa karışacak olması, her ne kadar fani bedenleri eğer toprak her zaman
yaptığı gibi bir Kerim’lik sıfatına ayna tutararak onları bünyesine kabul etse bile,
ruhları daha önceden sükut edip, tefessüh ettiği için kabir azabından başlayarak,
kıyamete kadar ve ardından İsrafil(as)’ın kalk borusuyla uyanıp, sonsuz bir cehennem
hayatına başlayacak olmalarının; Charls Darwin’in büyük bir yanılgıyla, ilahi nurun
aydınlatmadığı şeytanî bir akılla, kendi varlığını hayvanlardan bir familyayı esas alarak,
onu hayvanlardan ayıran, insanın hakikatını teşkil eden, en önemli özelliklerinden;
aklını, ruhunu ve özünü hesaba katmaksızın açıklamaya girişmesi, kendilerinin esfel-i
safilin denilen hemcinslerinden daha aşağı bir kuyuya yuvarlanmasını hatırlatıyor
olması…
41- İnsanlar karşılarındakileri kendi pencerelerinden, sahip oldukları değer yargıları
üzerinden, değerlendirme meyli içerisindedirler. Fakat kendi penceresinden daha
büyük pencere sahiplerinin de olabileceği ihtimalini, kişisel egoları sebebiyle akıllarına
getirmek dahi istemezler.
42- Fındığın ve cevizin özünü dış kabuğunda zannedenler, sürekli kabuğu kırmakla meşgul
olduklarından, kendi özlerini keşfetmeye de bir türlü yeterli vakit bulamazlar.
43- Bir yabancı dil öğrenmenin gayesi; evvela tebliğ ve irşat ekseninde ele alınmalıdır.
44- Dünyada doyamayan; dünyaya doymaya geldiğini zanneden insandır.
45- Zannı galiplerinin esiri olduğunun farkında olmayanların, dillerinden dökülenlerinin
kirini, dünyadaki tüm denizlerin suyuyla yıkasak, yine de bu kiri temizleyemezdi.
46- Soğukla acımasızlık ve zalimlik arasında kuvvetli bir bağ vardır. Sıcak ile de şefkat ve
merhamet arasında kuvvetli bir ilişki mevzu bahistir. Bu bağı ve ilişkiyi çözemeyenler
maalesef eşyanın hakikatini gerektiği gibi de kavrayamazlar.
47- Hayır adına gençken yürümeyi tercih edenler; ihtiyarlayınca ömürlerini sürünerek
tamamlamak zorunda kalacaklarını bilseler halâ ahesteverelik ederek zaman
kaybetmeye devam ederler miydi acaba?

77
48- Değer yargılarını kişiselleştirerek, insana has kılan, her insanın yaşamış olduğu hayat
tecrübelerinin birbirinden farklı olması, asla insana ve onun çevresindeki varlıklara
dair evrensel ahlâk kurallarının olmadığı anlamına gelmez. Eğer evrensel ahlâk
kuralları olmadığı kabul edilirse, insan olmanın getirdiği tüm olumlu hasletleri de
inkâr etmek zorunluluğu doğar ki, bunu da insanlıktan yana nasibi olan, aklı başında
hiç kimse iddia edemez.
49- Bir kulun ihtiyacını gidermek için gayret göstermek Gayretullah’ı harekete
geçirebilecek potansiyeli içerisinde ihtiva eden, kuvvetli bir fiili dua hükmündedir.
50- Ölüm ve huzur ancak aralarında, tevhid ve imana yer varsa anlamlı bir hale gelir ve bir
kişi hayatı dünyeviyesini dahi sahip olduğu imanı ölçüsünde, cennete çevirebilir.
51- Hayatını fani aşk aramakla tüketenlerin; kendilerine verilen ruhları, ilahi aşkı
anlayabilmeleri için verilmiş olan milyonda bir zevkin zerresi için bunu yapıyorlarsa
kim bilir aradıkları şeyin tamamının kokusuna muttali olabilselerdi, o zaman ilahi
aşkın cezbesinde ne hale gelirlerdi. Cezveden cezbeye geçemeyenler ise; ruh beden
bütünlüğünden ruhu kopararak ruhlarının üzerlerindeki haklarını da bedenlerine
yüklediklerinden, şu fani ömürleri boyunca bir türlü bellerini doğrultmaktan bile aciz
olarak ihtiyarlık günlerini binbir zahmet çile ve acılarla geçirmek zorunda kalan,
ecellerinin gelip, kendilerine ulaşmasını bekleyenlerdir.
52- Allah’ın davasına hizmet edenlerin; hizmeti dünya ve içindeki her şeyden büyüktür. O
Nazarenler(Allah’a kendilerini vakfedenler) işte hayatın hakkını tam manasıyla eda
etmek hususunda, tıpkı mallarıyla ve canlarıyla cihad edenler gibi, diğer mü’minlerin
bir adım önünde mukarrebundan olarak, Rabbani iltifatlara fazlasıyla erecek
olanlardır. Çünkü Allah Enfal Süresi, 53: ‘ Bu, Allah'ın bir kavme verdiği nimeti, onlar
kendilerini değiştirmedikçe değiştirmemesinden dolayıdır. Gerçekten de Allah
hakkiyle işiten, herşeyi bilendir.’ Buyurmuştur. Allah ve Resulünü her şeye tercih
edebilenler işte kurtuluşa erecek olan Salihler bunlardır.
53- Evet besmele öyle bir kimyevi iksirdir ki, her mübah hareketi ibadete çevirir.
54- İlime önem vermeyen, adalet hak, helâl ve haramı bilmemesinin hesabını vermekte
çok sıkıntı çeker; çünkü ilim dindir, namazda dindir. Bu ilmi kimden aldığınıza bir
bakın! Bu namazı kimin huzurunda kılıyorsunuz dikkat edin! Çünkü kıyamet günü, her
insan hayattayken yaptığıklarından mükellef tutulacaktır.
55- Göklere; yerde gezerken gönül kafesi boş olduğu halde gözleri ibretle dolan, karnı
sütle doyan, burnu misk-ü amber kokularına alışık, dilleri zikirle karışık, ruhu Rabbiyle,
bedeni nefsiyle barışık, kullar destursuz çıkabilir...
56- Ey Zülkarneyn(as)! Hz. İsa(as) gibi o kısa ömrüne Yüce Allah’ın iman edenler için
büyük bir mucizesi ve ayeti olarak ne büyük fetihler sığdırdın ki Ben-i İsrail’in önde
gelenlerine kendini hayran bıraktın? Bu hayranlıklarının sebebi dünyada adaleti tesis
ederek Ben-î İsraili de zulümden kurtarman olabilir mi acaba? Hani sen Rabbinin şu
emrine, ne kadar fevkâlede bir cevap vermiştin: ‘Ey Zülkarneyn! Seni yeryüzü halkının
çoğumluğunu teşkil eden çeşitli dillere sahip yeryüzü ümmetlerine gönderdim.
Onlardan iki ümmet, dünyanın boylamasına iki ucundadırlar. İki ümmet de, dünyanın

78
enlemesine iki ucundadırlar. Yeryüzünün ortasında da ümmetler vardır; insanlar,
cinler ve Ye’cüc-Me’cüc bunlardandır. Yeryüzünün boylamasına bir ucunda bulunan
ümmet Güneş’in battığı yerdedir ve onlara Nâsik denilir. Diğer ümmet de güneşin
doğduğu yerdedir; onlara da Mensek denilir. Yeryüzünün enlemesine iki ucundan biri
olan arzın sağ ucunda bulunan kavme Hâvil denilir; diğer sol ucundaki kavme de Tâvil
denilir.’ Zülkarneyn dedi: ‘Ya Rabbi! Sen’den başka kimsenin güç yetiremeyeceği bir
işe beni gönderdin. Beni gönderdiğin bu kavimler hakkında bilgi ver. Onlara hangi
kuvvetle üstün gelirim; hangi toplulukla galebe çalarım; hangi hile ile onları oyuna
düşürürüm; hangi sabırla tahammül ederim; hangi lisanla onlarla konuşurum; onların
lisanlarını nasıl anlarım; hangi kulakla sözlerini işitirim; hangi gözle onları görebilirim;
hangi delille onlara düşmanlık ederim; hangi kalple onları hissederim; hangi hikmetle
onların işlerini idare ederim; hangi ölçü ile aralarında adil davranırım; hangi kanunla
hapsederim; hangi bilgi ile aralarını bulurum; hangi ilimle işlerini düzenlerim; hangi
elle onlara saldırırım; hangi adamla onlara boyun eğdiririm; hangi güçle onları
zaptederim; hangi ordu ile onlarla savaşırım; hangi yumuşaklık ile onları dost ederim?
Bütün bunlar bende yoktur. Ya Rabbî! Senin söylediğin şeyi yapmaya güç, kuvvet
yetmez! Sen bir nefsi gücünün yettiğinden başkasıyla kılmayan, gücünün
yeteceğinden başkasını nefse yüklemeyen Rabbimsin! Sen nefsi kahr ve helak
etmeyen, bilakis ona merhamet eden, şefkat gösterensin!’ Bu kuşatıcı harkulade
istekler karşısında Rabbimiz şöyle buyurdu: ‘Sana yüklediğim yük için güç vereceğim,
göğsünü açacağım; her şeyi işiteceksin. Anlayışını artıracağım, her şeyi anlayacaksın;
lisanını genişleteceğim, her şeyi konuşacaksın; işitmeni açacağım, her şeyi işiteceksin;
görüşünü artıracağım, her şeyi göreceksin; işini düzenlerim, her şeyi sağlam yaparsın;
sana her şeyi öğretirim, bir şey önüne geçemez; seni korurum, sana bir şey zarar
veremez; seni desteklerim, seni bir şey yıkamaz; senin heybetini artırırım, bir şey sana
galip gelemez; kalbini güçlendiririm, bir şey seni korkutamaz; ışığı, karanlığı senin
emrine veririm, senin askerlerinden olurlar; ışık sana yol gösterir, karanlık seni
arkandan takip eder. Aklını kuvvetlendiririm, seni bir şey nefsin hoşlandığı şeye
meylettiremez; senin elindekileri artırırım, her şeye galip gelirsin; saldırı gücünü
artırırım; her şeyi yıkarsın; sana vakar veririm, her şey sana yönelir!’
57- Tıpkı yayın içine yerleştirilmiş ok gibi aşkla geril, sana emredilen hedefe kitlenerek aş
hayatın engellerini, sıva hedefe konulan ömrünün kollarını, duy kainattaki Hay ve Hû
yankılarını, aç gözlerini nurun güneşe vuran parıltılarına.
58- Gündüzle gecenin sana anlattığı hikaye; güneş ve ayla ilgili olduktan sonra, benim bu
sana anlattıklarım acep ne ola, boş kovalar su ile dola, fakirler sütün bereketiyle doya,
kalmayız inayetinle ahirette yaya, bindirirler cennet köşklerinde seni ata, arif olan
ricaller hikmet incileri saça, anlaşılan bu gece yine uyku yok bu satırları yazıp durana,
bunları tekerleme gibi okuyana, yüzündeki tebessüm hatrına, sen de aklederek, kavi
bir imanla hayatı yaşa.
59- Düzenli olmayanın kendini keşfetmeye, ayırabilecek zamanı da olamaz.

79
60- Her amelin kıymetli olduğu bir zaman dilimi vardır. Bu zaman dilimleri içerisine,
mutazarrır bir halde, kuvvetli bir ihtiyaç anında yapılan dualar; makbul olmaya şâyân
dualardır. Basiret ve feraset sahibi, gönlünü mutahhir ederek, tasfiye etmeyi
başarmış, o kişidir ki; başkalarının başına gelen hadiselerden ibret alır da gerekli
dersleri çıkarabilmek için kendi nefsinin de aynı akıbetlere düşmesini beklemeksizin,
zikrini ve şükrünü başka bir zamana erteleyip, asla dilini duasız bırakmaz.
61- Cimrilik ayıp, korkaklık noksanlıktır. Fakirlik, zeki kişinin delilini ortaya koyarken dilsiz
yapar. Fakir kendi yurdunda yabancıdır. Acizlik afet, sabır yiğitlik, züht servet, takva
sığınaktır.(Hz.Ali kv)
62- Bir işe kabul edilmek için mülakata girenin mülakat yapanlara ders vermesi, gerçekten
hem şaşılacak hem de böyle şeylere çok nadir şahit olunduğu için takdir edilmesi
gereken bir durum galiba.
63- Küçük hesap yapmayanlar, yaptıkları iş ufak dahi olsa, ihlaslı olarak yapmaya
çalışanlar, başlarına ne gelirse gelsin; bunların haklarında hayırlı bir neticeye sebep
olacağını da unutmayanlardır.
64- Her sert mizaçlı, kaba hayırdan alıkoyan kibirli kişi, cehennemdedir.(Hadis Meali)
65- Münakaşa ve mücadeleye devam etmen günah olarak bir Müslümana yeter.
Birbirinizle çekişmeyi terk edin. Zira onun hikmeti anlaşılmaz ve fitnesinden emin
olunmaz.
66- Enfal Süresi 20 ve 24. Ayetler :

20- Ey iman edenler, Allah'a ve Resulü'ne itaat edin. İşitip durduğunuz halde onun
emirlerinden yüz çevirmeyin!
21- Ve işitmedikleri halde "işittik" diyenler gibi olmayın!
22- Çünkü yeryüzünde dolaşan canlıların Allah katında en kötüsü anlamayan ve
düşünmeyen sağırlarla dilsizlerdir.
23- Allah onlarda hayır görseydi onlara işittirirdi, işittirseydi yine de aldırmaz arka
dönerlerdi.
24- Ey iman edenler! Peygamber sizi, size hayat verecek şeylere davet ettiği zaman,
Allah'a ve Resul'e icabet edin. Ve bilin ki Allah, kişi ile kalbi arasına girer. Ve siz kesinkes
O'nun huzurunda toplanacaksınız.

67- Merak edip araştırıp üzerinde inceden inceye düşünmediğin şeyi yok sanırsın halbuki
bütün bilgilerin kaynağı Kelamulah’tır.
68- Davud(as) bir çok yönden Hz. İbrahim(as)’a benzer. Davud(as) oğlu Süleyman’la(as)
birlikte Mescid-i Aksa’yı Hz. İbrahim(as) ise oğlu İsmail’le(a.s) birlikte Allah’ın Beyt’i
Kabeyi muazzamayı yapmıştır. Allah Hz. Süleyman(a.s)’a kimsenin dünyada
erişemeyeceği bir dünya saltanatını, Hz. İsmail(a.s)’da yine dünyada hiç kimsenin
erişemeyeceği zürriyetinden Hz. Muhammed Mustafa(sav) gibi bir ümmi peygamber
göndermiş ve iki kulunun da katındaki mevkilerini yükseltmiştir.
69- Hz. Hızır(as) ile Hz. Musa(as)’ın kıssalarından alınacak ders, kainatta vuku bulan hiçbir
olayın sebepsiz ve hikmetsiz yaratılmış olamayacağıdır. Çünkü Allah(c.c) abes iş
yapmaktan münezzehtir.
70- Yaşayan ölüler gibi olmayın; insanlara faydalı olacak işler ve eserler ortaya
çıkarabilmek için gayret gösterin.

80
71- Dünyevi dertlerini tek bir derde indirgeyebilenler; dertsizlik okyanusuna yelken açmış,
sahip olduklarını Rablerine vermek suretiyle, yüklerinden kurtularak hafiflemiş ve
nihayetinde gönül sultanlığını; tıpkı O’nun bize verdiği vücut emaneti gibi, kalbin
sahibine emanet ederek ulaşmış, hayatta sözüne en çok güvenilen hüküm, mühür ve
takva sahibi kimselerdir.
72- Kendisini en doğru yolda görüp; başkalarının yaptıklarını küçümsemek ve bu yaptığı
yanlışlığı fark edememek kadar insanları helak etmiş başka bir düşünce tarzı yoktur.
73- Yapılan her şey de bir eksik ve kusur arayan kendi kusurlarını görmekten mahrum
kalır.
74- Batılı hak diye sahiplenenlerin; gözlerine batmayan tek şey inanıp inanmadıklarının
kararını verip, kendi öz nefislerine karşı bile dürüst davranıp-davranamadıklarını
sorgulayacak cesareti kendilerinde bulamamalarıdır.
Ey atalarının cömertliği iliklerine kadar işlemiş olan Türk halkı! Yakışır mı hiç sana
sende olmayan bir nimete, kardeşinin sahip olmasını istemeyerek, Allah’ın nimetine
düşmanlık edip, elindekine kanaat etmeksizin, münafıklar gibi isyan ederek onlarda
bu kadar çok olduğu halde ben de neden yok demek suretiyle, ateşin odunu yemesi
gibi iyiliklerini tüketen bir sıfatı sahiplenerek, din kardeşine haset etmen, hırsla
kâfirlere süslü gösterilmiş dünyanın geçici zevklerine meyletmen, hiç akıl kârı mı?
Kaldı ki bu çirkin haslet atalarında da yoktu. Frenklerden bulaşmış olan bu şeytani
virüsü, yok edecek uhuvvet ilacını neden kullanmayı düşünmezsin de birlik naraları
atmakla huzuru yakalayacağın vehmine kapılırsın? İşte senin bu onulmaza hastalığına
nebevi bir reçete: Yaptığın her işte ihlası gözeteceksin, yöneticilerine düşmanlıktan
evvel nasihat edeceksin, ümmet-i Muhammedi her namazdan sonra dualarında ihmal
etmeyeceksin.
75- Firavun sihirbazlara demişti ki eğer Musa(as)’yı ilzam edebilirseniz tıpkı ilahi emir ve
yasakları gözetenlere yüce Allah’ın da vaad ettiği gibi, sizler benim en yakınlarımdan
olacaksınız. Firavun; şeytanın askeri olan kalbi mühürlenmiş vezirinin gözlerini
örtmesiyle göremedi ki, ondaki benlik ilahi birliği takviye etmek için bir vahidi kıyasi
olarak ona verilmiş. Haşa! İlahlık ittihaz etmek için değil!
76- Müttakiler; gayba inanırlar, namazı dosdoğru kılarlar, kendilerine rızık olarak verilen
şeyden de infakta bulunurlar, yaptıkları antlaşmaya karşı taraf bozmadıkça sağdık
kalırlar, doğru davranırlar, ahiret yurdu onların nazarında daha hayırlı bir dönüş
yeridir, kötülükten korundukları için de Kur’an onlar için bir hidayettir, önce yakın
çevrenizdeki kâfirlerle savaşırlar ki, kendilerinin güç ve kuvvet sahibi olduğunu onlar
görsün, ölümlerinden evvel sahip olduklarını yakınlarına vasiyet olarak bırakırlar,
kötülüklerden Allah’a kaçarlar. Allah katında güvenilir bir makamdadırlar, Allah
onlarla birlikte ve onların dostudur, hayır adına tüm yaptıklarının karşılıklarını eksiksiz
olarak Adn, Naim ve Firdevs, Meva cennetlerindeki nimetlerine nur içinde nail olarak
alacaklardır. İyiliğin karşılığı, yalnız iyilik değil midir?
77- Yüceliği yerde göremeyen, göklerin egemenliğini de göremez.

81
KALP İKLİMİNDE FETH-Î URÛC - VIII

1- Bir aşkınlık eylemi olan özgürlük, derin bir insani proje olup, bitip tükenmeyen
mükemmelleşme çabaları içinde, insanın kendisine mal edilmiş kabuk ve kırıntılardan
uzaklaşarak, benliğini, kendisini hakikatte bulunduğu gerçek üzere keşfe koyuluşudur.
Sürekli kendini aşma yolunda, en özgür, bütünüyle kendi doluluğunda ve özgün insan
oluncaya değin, her vadiyi ve her zirveyi geride bırakmadır… Ya da, büyük kopma
öncesinde, ‘varlık’ ve ‘var’ı külli varoluşsal bir teslimiyet ve sabır ile mahrem
varlığında tecrübe etmektir.(St.Augustin) Eflatun özgürlüğünüzü kaybedersiniz,
meziyetlerinizin yarısını yitirirsiniz diyor. Hayır neyiniz varsa hepsini kaybedersiniz.
Kölelik felaketine uğradığınız zaman çevrenizde ne varsa hepsinin derhal parçalanıp
yıkıldığını görürsünüz. Atatürk de cumhuriyetin ilelebet payidar kalabilmesini buna
bağlamış;‘Cumhuriyet, düşüncesi hür, anlayışı hür, vicdanı hür nesiller ister,’demiştir.
Özgürlük, şevk, onur, özlem, din, kuvvet gibi bütün üstün nitelikler ruhun bedeni terk
etmesi gibi sizi de bırakıp giderler. Asırlarca öz iradenizden yoksun olarak yaşarsınız
ve bu bezdirici süre boyunca, olmadık tesellilerle avunup, başkalarının mutluluğuna
ve büyüklüğüne hizmet edersiniz. Fakat insan hür olduğu kadar, aynı zamanda
yaratılan bir kul olduğunu da hiç unutmaması gerekir, sürekli Rabbine itaat çabası
içinde olmalıdır. İnsanın özgürlüğü, evrenin kuralları ve sınırlarını bilip/bilmediğiyle
ilgili olarak bir tür teste tabi tutulmaktadır. Bunun için evliyaullahdan çokları “kendini
bilen, Rabbini bilir,” demişlerdir. Nefsine arif olmak da diyebileceğimiz bu kavram
kalbin hallerinden olan ‘sırr’ makamıdır ki; bu makamın sahibi kimse nefsini tasfiye ve
teskiye ederek, nefsinin karanlık ve kötü taleplerinden ruhunu kurtarmıştır. Allah’a
doğru kurbiyyet makamlarında yükselmeye başlar. Kalp de yerleşik bulunduğu halden
çıkarak ruha doğru yönelir ve ondan gelecek emir ve işaretleri beklemeye başlar.
Ruha meyleden kalp, tabiî safvetine ilâve olarak, sırr makamına ulaşınca, ruhta ‘kalp
ikliminde feth-î urûc’ harekâtı geçekleştilirek ‘sırr’ makamına yükselir. Bu esnada tüm
dünyevi perde ve örtülerinden kurtulan, nefis de kalbe yönelir ve mutmain olmuş
nefsi ortaya çıkarır. En yüce mertebeye ulaşan nefs; muradlarının çoğunu kalpten
istemeye başlayınca, kalb de bütün kuvvet, kudret, irâde ve ihtiyarını Allah’a has kılar.
Kalp, nefsin yanında hâlis kulluğun tadına varınca, Yunus’un diliyle ballar balını
bulunca; irâde ve ihtiyarında hür hâle gelir, çünkü Hakk’ın irâdesinden başka bir şeyle
ilgilenemez bir hale gelir.
2- Çocukların dünyasını oyuncaklardan ibaret zannedenler, elbette büyüklerin
dünyasının da silahlardan ibaret olduğunu sanrısına kapılırlar.
3- Akıl kelimesi köken itibariyle bağlamak, sınırlamak ve engellemek manalarına gelir.
Aklın sınırlanması ise nefsinin aşırı arzu ve isteklerinin sınırlaması, kendi özgürlüğünü
başkalarının kötülüğü için kullanmamak, haksızlık yapmamak, menfaatlerini insani ve
ahlâki değerlere tercih etmemek gibi konularda olmalıdır; yoksa ilk yaratılan
nurlardan biri olarak akıl; gerçekten insani Rabbine dikey olarak bağlayan çok kıymetli
nurani bir varlıktır.
4- Eleştirirken ölçüyü kaçırmamak şarttır; çünkü yapmak zor, yıkmak ise ona nazaran
çok daha kolaydır. Bu nedenle yapıcı olmak, beşeri hayatın sağlıklı idamesi açısından
gereklidir. Allah azze ve celle hiç kimseye kaldıramayacağı yükü yüklemez,
ademoğlunun başına gelen her şey onun olgunlaşmasına ve yeni değerler
kazanmasına bir vesile olarak görülmelidir.

82
5- Mutlu ve huzurlu bir yeryüzünde yaşayabilmek için; yeni fikirler ve metodlar
geliştirerek, çözüm üretenler, ahiretteki karşılaşacakları nimetlere sahip olmayı
dünyaya tercih edenlerin zühd ve fakirlik içinde yaşarken, az bir rızıkla iktifa ederek
yaşayanlara karşı, tevazuyu asla elden bırakmamalıdırlar; çünkü yahudilerin
hristiyanları aldatmak için kullandığı, Allah fakir olanlarda bir hayır murad etseydi,
bizim yerimize onları zengin kılardı, bu nedenle seçilmiş ve kutsanmış topluluk yalnız
biziz ve seçilmiş olmak içinse tek şart; yeterli mal ve kazanca sahip olmaktır; mealine
gelebilecek yanlış ve sakat anlayışlarının kapsamına girmekten şiddetle
kaçınmalıdırlar.
6- Fıtratı bozmadan muhafaza etmeye çalışmak, ademoğlunun hiç unutmaması gereken,
karşılaşılan girift meselelerin doğru ve adil bir şekilde halli ve sulh içerisinde çözümü
için üzerinde hassasiyetle durulması gereken çok önemli bir hakikattir. Araf Süresi,
199: ‘Sen insan fıtratına uyan yolu tut, iyi olanı emret ve cahillerden yüz çevir.’
7- İnsanların sözlerine güvenebilmek; tam manasıyla insanın kendine ve öz değerlerine
yeterince güvenebilmesiyle mümkün olabilir.
8- Hak edilmiş bir hakkı gaspetmek için hakikate muhalif olarak, gerçek dışı, uydurma
bahaneler üretenler, bire bin katıp abartarak doğru ağacın gölgesini eğriltmeye
çalışanlar, şunu iyi bilsinler ki zulümleri dünyada dahi karşılıksız kalmaz ve zulümle
abad olunamaz ve eğer onlar tövbe etmeyi kendilerine yakıştıramıyorlar,
haksızlıklarını cansiperane müdafaa etmeyi tercih ediyorlarsa; biz de bir zamanlar
büyük bir alimin dediği gibi cihadın en büyüklüğünü gerçekleştirerek deriz ki: 'Zalimler
için yaşasın cehennem!'
9- İnsanlardan saygı bekleyenler, hiç kimseyi esirgemeden gönüllerindeki sevgiyi ve
şefkati diğer insanlarla paylaşmasını da bilmelidirler.
10- Aynı duyguyu paylaşanlar aynı kurallara uymakla mükelleftir; ancak alınan kararların
mahşeri vicdana ve adalete uygun olması bu mükellefiyetin ilk şartıdır.
11- Bir idarecinin asli vazifesi adaletle yönetmek olmazsa, kim ona saygı gösterir?
12- Kul hakkı büyük bir şeydir, onun için tecessüse dikkat etmemek; onun bir damlası
koca bir okyanusu zehir eden; zakkum ağacı gibi sosyal ve toplumsal hayatı ve din
kardeşliğini zehirlemeye yetebileceği için; ittihadı İslam'ı gerçekleştirebilmek için
çalışanların önünde aşılması gereken yalçın sıra dağlardan birisi olarak durmaktadır.
13- İnsan sevdiğini kıskanır, gerçekten bu inceden inceye üzerinde tezekkür ve teemmül
edilmesi gereken müthiş bir cilveyi Rabbaniyedir.
14- Hz.EbuBekir'in(ra) Hz.Ömer'e(ra) olan üstünlüğün Hz.İbrahim(as)'ın Hz.Musa(as)'a
olan üstünlüğü gibidir. Burada şu da asla unutulmamalıdır ki insanın fıtratını en saf ve
en temiz şekilde yaratan yüce Allah(cc) onun içerisine sevdiğini çok anmayı da
dercetmiştir. Nitekim maşukun neredeyse her sözü aşkıyla ilgilidir.
15- Annesinin-babasının terkettiği bir kedi yavrusu bile, bir insandan gördüğünü taklit
etmek suretiyle, hayatını idame ettirebiliyorsa; nasıl olurda birisi; hayvanlar arasında
görüp tasvip etmediği, zalimane bulduğu tutum, davranış ve haraketleri; onlardan
ibret almaz da diğer insanlara karşı uygulayabilir ve kedi kadar dahi olamaz, rızkını
temin için çalışırken başkalarının elindekine göz dikebilir, Allah'ın sayısız nimetinin
sahibi sanki kendisiymiş gibi bu taksimata rıza göstermeyerek, nimetlerin çeşitliliği ve
çokluğu karşısında, başkasına kin besleyerek, ona düşmanlık edebilir.
16- Arıya balı yaptıran; o ilahi ilhama olan mazhariyetidir.
17- Allah'ın büyük gördüğünü küçültmeye çalışmak, şirkle eş değer bir günahtır, sahibi
için taşınması çok ağır, altından kalkılması imkânsız bir vebaldir.

83
18- İslâm insanlığın huzur ve esenliğinin kaynağı, yolu cennete çıkan kapıyı açan yegane
doğru anahtardır.
19- Biz müslümanlar hiç bir peygamberi birbirinden ayırt etmeyiz, çünkü hepsi aynı hak ve
hakikat üzere gönderilmişlerdir ve hepsi de Allah'ın seçtiği emin birer elçisidirler.
Yalnız şunu unutmamak gerekir ki yine onlardan biri olarak son peygamber
Hz.Muhammed Mustafa(sav) Efendimiz; miracın sahibi, ilahi hikmetin dellalı, adalet
timsali ve büyük bir mücahid olarak; O(as) miraca çıkmadan önce topluca tüm
peygamberlere imamlık yapmış, önlerine geçerek onlara namaz kıldırmıştır.
20- Karalamak, yaftalamak, düşüncesizce başkalarını suçlayarak damgalama yolunu
seçenlerin, fitne ve fesad tohumlarını topluma pervasızca ekenlerin; ektikleri bu
bostandan; hasat olarak ne elde etmeyi bekliyorlar hiç düşünmüyorlar mı acaba?
21- Hatayı kabul etmek tövbenin ilk şartı ve insan onuruna muhalif gözükse bile Hakk'ın
hatırını kırmayı göze alamayanların âlî bir meziyetidir.
22- Cüneyd(ks) Allah'ın kendisine dost seçtiği ilahi rızaya ve ihlasa talip, son nefesteki
imanın çetinliğini kavramış, ilme meftun, dengeyi yakalamış, tam anlamıyla Allah'a
inanmış ve kendinden sonra gelerek ilahi aşkla kavrulanlara kıldan ince kılıçtan keskin
bir yol açmış, Kuran'da 'selam olsun alemler içinde Nuh'a(as)' denildiği gibi bu iltifat
kendisine de edilse buna lâyık olduğunu yaşantısıyla kanıtlamış, hayatını ticaretle
idame ettirmiş Bağdat’ta yaşamış Allah’ın çok sevgili bir kuludur.
23- İnsan günde 70 defa sürçer 5 vakit namaz bu günahların affına vesile olur tıpkı
Azrail(as)'ın günde 70 defa insanın yüzüne nazar etmesi gibi...
24- Kendisi için değil, hakkı aleyhine bile olsa üstün kılmak için büyük mücadeleleri göze
alabilenler; kainâta meydan okuyabilecek kadar imana sahip, kalp ehli yiğit kullardır.
25- Temiz olamayan bir yerde oturmayı kimse arzu etmez; fakat gönlünü temizlemeyi
düşünmeyenler, imanlarının kemâli ve akıbetleri hususunda ciddi ciddi endişe etmek
durumunda olduklarını, neden hatırlamaz da başkalarına takılarak kendi nefislerini
unuturlar?
26- Ramazanların özlenen Rabbi yeniden aramıza hoş geldin, 11 aydır nerelerdeydin peki
Sen?
27- Bakışları inkıtaya uğrayanlar; helal ve haram konusunda hassas davranmayanlardır.
28- Bu vatan için toprağa düşen şehitler müjdeler olsun sizlere; çünkü niceleri var ki,
sizinki gibi bir ölümü arzulamalarına rağmen bulamazken; kimisi de var ki sıcacık
yataklarında sağından-soluna dönmeye erindiklerinden, zillet içerisinde ölümü
beklemekteler.
29- Nefsi teskin edip arınabilmek için öğüt alan bir kulağa, ibret alan bir göze, düşünüp
tefekkür edebilecek bir akla sahip olmak gerekli değil mi? Peki aramızda bu nimetlere
sahip olmayan var mı? Cevabınız ‘yok’sa eğer hala üç maymunu oynamaya niyeti olan
kaldı mı ?
30- Gönlü hiç uyumayanların, korkması ve yapacakları işleri gerçekleştirmeden önce,
tereddüt etmesi farz-ı muhaldir.
31- Kim dünyasını severse ahîretini zarara uğratır, ahîretini seven de dünyasını zarara
uğratır; Agâh olun, gözünüzü açın! Baki olanı, fani olana tercih edin.(Hadis)
32- İki şey arasında kararsız kalırsanız Hz.İbrahim(as) gibi Rabbinizin yanında olanı tercih
edin!
33- Kıyamet günü duyulan pişmanlıktan daha büyük bir pişmanlık yoktur.(Hadis)
34- Dışı koyun, içi kurt insanlar gibi olmayın; onlar sizin yüzünüze gülerler ancak bir
tenhada sizi yalnız başınıza kıstırsalar parçalamaktan da geri durmazlar.

84
35- Dünya ummana benzer, insanın gönlü de deniz üzerindeki gemiye benzer. Eğer
kalbinize, beş duyunuz aracılığıyla dünya sevgisi akmaya başlarsa (tüm fenalıkların
başı budur), gemi de su almaya başlamış demektir ve batması yakındır.
36- İş hayatında dahi vazife ve sorumluluklarını Allah rızası için yapanlar; ibadet
ediyormuşçasına hesapsız olarak, nice sevaplara nail olurlar.
37- Cennete ilk gireceklerin içinde Allah’ın göndereceği rızka kanaat ederek, tevekkül
edenler, doğru sözlü tüccarlardır ve kıyamet günü sıddıklar ile birlikte haşr olurlar.
38- ‘Kim sayfasının kendisini sevindirmesini istiyorsa; istiğfarını çoğaltsın.(Hadis)’
39- ‘Kim bir kavmi amellerinden dolayı severse, kıyamet günü onlarla haşrolacak ve
onların hesabıyla birlikte hesabı görülecek .(Hadis)’
40- İlahi bir mertebeye ibadetleriyle eriştiğine inanan insanlar; sanırlar ki Allah-ü
Teala’nın gücü ve kuvveti, sürekli arkalarında hissederek aldanmışlardır. Oysa onlar
içine düştükleri gurur ve ucb bataklığından kurtulabilselerdi, yakînen bileceklerdi ki,
ilahi kudret ve siyanet daima hak ve haklı olanlarla birlikte hareket etmektedir.
41- Din sadece kendilerine yardımcı olacağına inananlara fayda sağlar. Bütün işlerinde
Allah’a güvenip, tevekkül edenbilenler; rahmetin ve gufranın üzerlerine ineceğinden
ümitvar olarak hareket ettikleri için, günahlara girebilirler, fakat kendi nefsine ve
benliğine güvenenler ise, Allah-ü Teala’nın Cebbâr ve Kahhâr isimlerinin tecellilerini
sürekli üzerlerinde hissettikleri için günaha düşmekten nefsini büyük ölçüde
alıkoyabilme gayreti içinde bulunduklarından, psikolojik olarak daha fazla korkuya
müptela ve deprosyonlara daha açık bir durumda olmalarının etkisiyle sanırlar ki,
kendileri tüm günahkârların önünde, Allah’a en yakın olan bir makamdadırlar; lâkin
onlar bilemezler ki; günah insanın ruhuna zarar veremez, sadece elbiseye bulaşan bir
necaset gibi yıkanması, herkese vacip olan tevbenin hükmünün, günahkâr için farz
halini almasından ibarettir. Böyle yanlış bir itikada sahip olanlar; her gün düzenli
olarak yaptıkları ibadete ve yaptıkları her hayra bir o kadarını daha ekleseler dahi,
kendi ibadetlerinden daha fazla Rabblerinin katındakine güvenmezlerse, Allah’a
yönelerek, imanlarını tazeleme yoluna girmeyerek, ilahi bir yardıma ve istiazeye
müracaat etmedikleri müddetçe, içine düştükleri bu halden kurtulup, ihlasla iman
ederek, Salih amel işleyenler zümresi içine katılmaya da hiçbir zaman güç
yetiremeyeceklerdir.
42- Aziz Türk Milleti: Dinle, bak: Ulu önderimiz en zor günlerde bile milletimizin kurtuluşu
için nasıl bir reçete yazmış: ‘Trakyanın moralini yükseltmek amacı ile bu talimata şu
bilgileri de koydum: Anadolu halkı baştan aşağı tek vücut bir duruma getirildi.
Kararlar, istisnasız tüm komuta kurulları ve arkadaşlarımızla ortakça alınıyor. Vali ve
mutasarrıfların hemen tümü bizimle birliktir. Anadoludaki ulusal örgütler ilçe ve
bucaklara kadar yayıldı. İngiliz koruması altında bağımsız bir “Kürdistan”
oluşturulması yolundaki propaganda ve bunun yandaşları yok edildi, Kürtler Türklerle
birleşti (Nutuk, Belge 19).’ Sürekli olarak batılı değerleri taklit ederek entelektüel
olabileceğini zanneden ey aydın takımı! Tarihte kurtuluş savaşı yıllarında etle tırnak
gibi birleşen bu halkı ayırabilmek için onun zaaflarını kullanmak; her duyduğuna ve
okuduğuna inanmayı adet haline getirdiği için, araştırma zahmetine katlanmayı zul
addetmesinin ağır bir bedeli olarak, emelleriniz doğrultusunda halkın geniş bir
kesimini etkileyerek, onların da maddi ve manevi desteğini arkanıza alabilmek için
akla hayale gelmeyen senaryolar üretip, halkı yemek ve içmekten başka derdi
olmayan, yapılan hiçbir şeyi anlamayan zavallı mahlûklar olarak görme temayülü
gösteren, dışarıdan aldıkları maddi destekle azgınlaşan, paralı kalemşörler; önce kanla

85
satın alınan ulusun dört bir yanında özgür olabilmenizin, hesabını her sabah baktığınız
aynalara dürüst olarak hele bi veriverin. Peki kanlarıyla bu vatan topraklarını satın
alarak, size hürriyeti ve bağımsızlığı armağan etmiş olan, aziz şehitlerimizin hakkını
nasıl ödeyeceksiniz? Bunun hesabını bir an önce yaparak, her fırsatta ülkenin milli ve
manevi değerlerine saldırmayı, neden üzerinize bir vazife bildiğinizi açıklayınız? Tabiki
hâla paranın satın alamayacağı değerlerin de yeryüzünde olabileceğini, o ufacık
akıllarınıza sığıştırabiliyorsanız! Eğer bugün, bu topraklar üzerinde özgürce, yaşayıp
dolaşabiliyor, yazıp, çizebiliyorsanız, nankörlüğü ve gafilliği bırakıp, fakirliğinden ötürü
beğenmediniz halkı aşağılayarak, ecdadınıza küfür etmekten derhal vazgeçin ve
içeriğini boşalttığınız halde hiç dilinizden düşürmediğiniz Atatürk’ün şu sözünü
kendinize rehber yapın: ‘Siyasi cidallerin çoğu basittir. Fakat içtimai mesai her vakit
için müsmirdir(faydalı netice verir).Bizim münevverlerimiz buna çalışmalı. Neden
Anadolu’ya gelip uğraşmazlar? Neden milletle doğrudan doğruya temasta
bulunmazlar? Memleketi gezmeli, milleti tanımalı, eksiği nedir görüp göstermeli.
Milleti sevmek böyle olur. Yoksa lafla muhabbet fayda vermez.(Ekim 1919).’ Bu
davranışlarınızı değiştirmez ve kendi grupsal çıkarlarınızı ülkenin âlî menfaatlerinin
üzerinde, tutmaya devam ederseniz, şunu iyi bilin ki; dünyada hakkı ve hakikati
savunan, geçilmez ve sarsılmaz muhkem bir kale gibi kadirşinas olan vatanperver, has
milliyetçileri daima karşınızda bulacaksınız, ahirette ise merak etmeyin sizinle
hesaplaşacağımız o mahşer gününü, zaten sabırsızlıkla beklediğimizden zerre kadar
bir şüpheniz olmasın!
43- Hiç doymadım ki acıkayım.
44- Cenneti bulmadan evvel dünyada gülmedim ki ağlayayım.
45- Ne güzel şeyler, İslâm şearinden olan, beldeleri süsleyen şu mahyalar.
46- Yaşarken toprak olmayı becerebilenler, hiç toprağa girmekten korkarlar mı?
47- İnsanın bedeni araz; ruhu ise cevherdir.
48- Hangi koşul ve şart altında olursa olsun adaleti tesis etmeye çalışmak, yalan ve
kandırmacalardan ibaret olan siyasi mülahazalara müraccah ve onun çok üzerinde
duran yüce bir hakikattir.
49- Yeryüzünde kim en huzurluysa, yeryüzü mirasçıları olmaya da onlar en layıktır.
50- Allah-ü Teala Hazretleri yarısı kardan yarısı ateşten bir melek yarattı. Ona da kıyamete
kadar şöyle dua etmesini ilham etti: “Allah’ım kar ve ateşi birleştirdiğin gibi Salih
kullarının da kalbini birleştir.” Amin…
51- Farklı iki kutup olan havf ve recayı aynı eksende kendi nefislerine karşı birleştirebilen
tek şey halis niyet, başkalarına karşı ise kalplerde beslenen hüsn-ü zandır.
52- Peygamber Efendimiz(sav) Ramazan ayında ordusuyla birlikte bir sefere çıkmıştı. Hava
çok sıcak olduğu için karşılarına çıkan dereden, ben sizin gibi değilim diyerek,
ashabının su içmelerini ve oruçlarını bozmalarını istedi; fakat hiç kimse orucunu
bozmaya yanaşmadı. Bunun üzerine Allah Resulü(sav) atından aşağıya indi, dizleri
üzerine çöktü ve eliyle nehirden bir yudum su alarak orucunu bozdu. Arkasından
diğer bütün askerler de oruçlarını bozdular. Kurban olayım ben sana, ey şefkat
peygamberi!
53- Sen sürekli kanadı kırık bir kuş gibi kendisine hep yardım götürülmek zorunda kalınan
kimse gibi olma; çalış, çabala ve başkalarına yardım götürebilecek bir konuma ulaş.
Ye, yedir bir gönül daha ele getir. Eğer yüzme bilmiyorsan, öğrenmek için acele
etmelisin, çünkü yaşın ilerledikçe karşılaştığın dağdağalı fırtınaların şiddetleri ve
boyları artacaktır; yüzmeyi biliyorsan, yine sorumluluğun bitmiş sayılmaz, bu sefer de

86
başkalarını da sahili selamete çıkarabilmek için gayret göstermeli, bunun için
çalışmalısın.
54- Bir gayri müslimin İslâm’a girmesi uğruna; eğer ömrümün geri kalanını ona hizmet
etmek zorunda kalarak geçireceğimi bilsem, yine de onun hidayetini her şeye tercih
ederdim. Bir vesileyle gurbet illere giderek, belki de farkında olmadan, ağır bir
sorumluluğun altına giren kardeşim; eğer sen de bu hakikati nefsine söyletemiyorsan,
tut elimi, haydi gel, seninle hayalen Ceziret’ül Arab’a gidelim ve orada imanımızı
yeniden tazeleyelim.
55- Batı ülkelerinde, özellikle metaryalist toplumlarda, İslâmiyet’i Allah’ın bir lütfu ve
ihsanı olarak kalplerinde bulan, sadrı ona açılmış, ihtida etmiş kimselerin; maruz
kalabilecekleri ailevi ve çevresel baskıları ortadan kaldırmak için vakıflar ve fonlar
oluşturarak aramıza yeni katılan bu din kardeşlerimizin yaşayabilecekleri muhtemel
olumsuzlukların ve sorunların önüne geçilmesi; evvela oralarda yaşayan
Müslümanlara düşen bir görev ve sorumluluk gibi gözükse de henüz tam olarak
manevi değerlerini kaybetmeyen ülkelerin değerlendirerek, yapılması gerekenleri
tespit etmek için bu hususta ümmetin ortaya koyabilecekleri çok önemli maddi ve
manevi katkıların olduğu, herkesin takdir edebileceği hayati denebilecek kadar
ciddiye alınması gereken çok önemli bir konudur.
56- Annesine yakın olan çocuklarda daha çok X kromozomunun genetik özellikleri
baskınken, diğer kardeşlerinde ise cinsiyetine göre Y veya X kromozomunun genetik
özellikleri daha baskın olabilmektir. Bu durum gördüklerini doğru okuyabilen mahir
doktorlar tarafından araştırılmayı fazlasıyle hak etmektedir.
57- Köken olarak insan kelimesi; unutan ve ünsiyet eden manalarına gelmektedir. Eğer
kelimeyi birinci manasına alacak olursak insanın unutkan bir beşer olarak yaratıldığı
için, küçük günahlarından dolayı hiç kimse kınanıp, toplumsal hayattan tecrit edilerek
dışlanamaz; ikinci manasına alacak olursak; gündelik hayatta insanın edindiği bir
takım alışkanlıklar ve dostluklar olacaktır ki bu durumda birlikte teşriki mesaî de
bulunmanın bir hakkı olarak; iyi günlerinde arkadaşının yanında olduğu gibi kötü
günlerinde de onun yanında olmasını bilmek demektir.
58- Bir gün sizin önünüze de bir zamanlar Bursa kadısı Mahmud Efendi’nin önüne geldiği
gibi meselenin zahiriyle batını arasındaki büyük uçurumdan dolayı haklının tamamiyle
değişebileceği bir dava gelirse; olayın zahirine baktığınız kadar işin batınî yönünü; size
açıklayanlara eğer itibar etmezseniz, sadece meseleyi ayet-i tekvineye aykırı
olmasından ötürü, bunu aklınıza sığıştıramaz, anlatılanları kabule yanaşmazsanız;
kadı Mahmud Efendi’yi Aziz Mahmud Hüdayi(ks) yapan âlî sırlardan mahrum olarak,
kararınızın haklılığını ispat etmek için olmadık yollara başvurmak zorunda kalabilir ve
basiret ve feraset sahibi müminlerin araya girmesiyle-Allah kişi ile kalbi arasına girer
ayetini hatırlatmadan geçemeyeceğim- hiç de içerisinde bulunmak istemeyeceğiniz
kötü durumlara düşebilirsiniz.
59- Sen sen ol, sahip olduğun ham bilgiyi; üzerine temel inşa edeceğin bir binanın temeli
yapma; çünkü eğer insanların yüzlerine baktığında kalplerinden geçeni henüz
okuyamıyorsan; haddini aşma, işin iç yüzünü bilmeden, çürük temel üzerine hüküm
binasını kurma, tam olarak niyetini kestiremediğin, dört mevsim bir arada
bulunmadığın kimseler hakkında kesin konuşarak, kendini ağır bir vebal altına sokma!
60- Ey ehli kitap! Gelin sizinle aramızdaki ortak bir kelimede birleşelim. Allah’tan başka
kimseye tapmayalım ve Ondan başkasına da kulluk etmeyelim. Çünkü biz
Hz.İbrahim’i(as) ve Hz.İsa(as)’ı da en az sizin kadar seviyoruz. Ve onlarla birlikte,

87
cennette sizi de aramızda görmek bize mutluluk verecektir. Kâinatta her kim varsa
nefes alıp veren biz hepsine karşı şefkat ve merhamet beslemekle emrolunduk çünkü.
61- Peygamber Efendimiz(sav)’in vahiy katiplerine, vahyi yazdırırken; bir kelimeyi atlamak
veya unutmak korkusuyla, acele etmesi karşısında; yine başka bir ayette
Efendimiz’in(sav) bu hususta ikaz edilmesi ve ona unutturmamayı ilahi teminat altına
sokması karşısında, ne zamana kadar ehl-i kitabın inceden inceye üzerinde düşünmesi
gerekilen bir konu olmaktan hâla uzak kalacak?
62- Bir şeyin zatının var olması şer değildir. Ancak bıçak, ateş ve silahta olduğu gibi bunları
kötüye kullanmak cüz’i iradenin emrine tabiî olması hasebiyle, bu vasıtalarla suç
işleyenlerin bir cürmüdür; yoksa haşa ilahi kudretin takdiriyle, insanlara zulmedip; kul
hakkına tecavüz ederek başkasının hayatiyet alanına müdahalesi, ademoğlunun
birbirlerine yaptıkları zulümlerdendir; fakat hiç kimse de kainatta mikro alemden,
makro aleme cereyan eden, cosmosun külli iradenin emri dışına çıkabileceğini iddia
edemez. Zaten gökteki yıldızların ve meteorların iplerini elinde bulunduran meleğin
elinden çıktığında, gök sofrası dürüldüğünde, yeryüzünde dağlar yürütüldüğünde,
kıyametin başlarına koptuğuna o gün yaşayan kâfirler gözleriyle şahitlik edeceklerdir.
63- Ey Müslüman! Madem namaz kılıyorsun, o halde Rabbi’nin emrine uy ve namazını;
farz bir ibadetin vebalinden kurtulmak için değil, sadece Rabbi’ni hatırlamak için aşk
ve şevkle, huşu içinde, ilahi nurun karşısında olmanın hassasiyetine sahip olarak,
sadece dilinle okuyarak değil, gönlünle birlikte söylediklerinin hakkını vermeye
çalışarak kıl.
64- Uzaktan ya da yakından İslamiyet’i alakâdar eden her konu, beni yakından alakâdar
eder. Çünkü garptaki bir mü’minin ayağına diken batsa, şarktaki bir mü’min bundan
elem duyup, müteessir olmuyorsa; ‘iman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi
sevmedikçe hakiki imanı elde edemezsiniz’ ikazından habersiz olarak, gaflet içinde
yaşıyor ve bu hareketiyle çok sağlam ve kavî olması gereken İslam Kalesi’nin duvarları
etrafında kendi şahsi ihmali ve duyarsızlığı yüzünden bir gedik açılmasına sebebiyet
veriliyor demektir ki, bu gedikten hücum eden ehl-i küfürün ve ehl-i dalaletin
mü’minlere, onların dırahşan çehrelerini kirleterek, İslam’a verdikleri zarar nispetinde
hesaplarının çetinliği ve ateşe olan yakınlıklarının artacak olması karşısında duyulan
elemin ancak böyle bir duygu ve düşünceye bağlı kalarak, hareket etmekle bertaraf
edilebileceğine yakinen inanmış olmamız, bize her konuda fikir serdetme yoluna
sevketmektedir; umulur ki bizim yazdıklarımızı reçete kabul edip, hayata
geçirebilecek olanlar, hiç kimseden korkmayan, mü’min ve müttaki olarak yetişen
Mehdi’nin ve Hz.İsa(as)’nın askerleri ittihad-ı İslam için çalıştığımız için bizleri de
dünya da rahmetle, ahirette de şefaatle anar.
65- Size verilen lütuf ve nimetlerle karşı, şükretmek varken onlarla faziletfüruşluk
nevinden gösterişe ve riyaya kapılmadan, keramet izharına soyunmadan, sümayı
ifnaya, özgürlüğü ahlâka tercih etmek de neyin nesi oluyor?
66- Bitkiler nasıl huzur içinde vakti gelince topraktan, Rablerinin ayat-ı tekviniyesine itaat
ederek serpilip boy veriyor, filizlenip dalları insanlara meyveye duruyor; aynen öyle
de kendisini eşref-i mahluk olarak yaratıp kâinata halife kılan yüce Allah’ın emirlerine
itaat etmek konusunda iradesinin hakkını zayi ederek, bitkiler kadar olamamak, esfel-i
safiline düşmek ademoğluna hiç yakışır mı? Dersiniz.
67- Bir hatanın bedeli asla bir topluluktan tecrit edilmek olmamalıdır; gerçi vahşi
hayvanlar arasında zayıf olanın sürünün dışına itilerek kendi halinde ölüme terk
edilmesi yaygın bir davranış olarak taklid edilebilir; pek tabiî ki kendilerine bunu

88
örnek alanlar olabilir; ancak en genel manâda yüce Rabbimizin emirlerinden
birincisinin kendine itaat, ikincisinin ise yarattığı canlılara karşı şefkat ve merhamet
göstermek olduğu hakikati, herhalde kâmil insan olma yolundakilere daha cazip gelen
bir alternatif yol olarak düşünülmesi gerekir.
68- Başkalarının başına gelen olayları açıklarken; bunları adl-i ilahiyle tefsir etmek; kendi
başlarına gelen musibetleri düşünüp, sebeplerini araştırıp, akıl etmek yerine,
Firavun’un İsrailoğulları’nı her türlü kötü muameleye ve köleliğe lâyık ve müstehak
görmesi gibi; kendi gruplarının çıkarlarını üstün tutarak, geçmişte birlikte çalıştığı
insanları aşağılamak suretiyle, onlara parya muamelesi yapmayı ve daha önce
başkalarının haklarını gasp etmeyi; nasıl tefsir edecekler: Hakk’a karşı bir vefa mı
yoksa inandıkları ulvî değerlere büyük bir sadakatsizlik olarak mı ? Doğrusu bu hayli
merak konusu.
69- Ufacık bir sivrisineğin, kendisine vereceği zararı gidermeye malik olamayan insan;
korkmaz mı hiç yaptıklarından ötürü, bir gün gazabı ilahiyeye muhatap olarak
sivrisineğin akıbetine düçar olmaktan?
70- Arkasını zahiren dünyada kuvvetli bir güce dayadığı için, yok olma korkusu yaşamayan
bir kimsenin; kendine aşırı derecede güvenmesine şaşılır; çünkü elinde olana, elinden
olmayandan daha çok güvenen birisinin; İslâmın içindekş çalışma mefhumunu doğru
anlamasına rağmen, tevekkül mefhumunu doğru-dürüst anlayamadığı aşikârdır.
71- Hak ile rahmet arasındaki ilişkiyi çözebilecek, basiret ve feraset sahibi müslümanlar
nerede?
72- Üç şey vardır ki; bunların bir kısmı imanın, bir kısmı da tevazunun alametidir. Birincisi:
Müslümanların başına gelenlerden dolayı kalbin keder duyması. İkincisi: Kötü
zanlarına aldırmadan herkese öğüt yayması. Üçüncüsü: Kendinden hoşlanmayarak,
onu cahil saysalar da buna aldırmadan, kendisini beğenmeyenleri irşat etmeye
çalışması. Tevazunun alametleri ise: Ayıbını bilip, nefsini küçültmek, tevhid akidesine
hürmeten insanları yüceltmek, kimden gelirse gelsin, hakkı ve nasihatı kabul etmek.
Ve nihayetinde marifetin de üç şekli vardır: Tevhide dair olan marifet: Bütün
mü’minler bu durumdadır. Hüccet ve beyana dair olan marifet: Hâkimlerin
belagatçıların ve ulemanın marifeti budur. Vahdaniyete dair olan marifet: Allah’ın
velilere ait marifeti de budur. Kalben Hakk’ı devamlı müşahede edenlere, Allah-ü
Teala hiç kimseye izhar etmediği gizli ilimleri bahşeder.(Hadis Meali)
73- ‘Ey dost! İnan ki insanlar şu puttan daha güçsüzdür, sen onlardan hiçbir şey bekleme;
çünkü sükûtu hayale uğraman mukadderdir. Sen yüreğini Samed olan yüce bir zata
bağla ki kimse seni sarsıp, hiç kimse senin dünyanı yıkamasın.’
74- En asil niyet; saffaniyeti en yüksek olan, her türlü gelişi güzel hareketten ve keyfilikten
arındırılmış olanıdır.(Kant)
75- Bilmem ki ne desem sırf yemek için yaratılmış gibi aklı fikri akşam ne yiyeceği, sabah
ne içeceği olan; bağırsağı vücudundaki damarlardan daha uzun ve eni daha geniş
olduğu için göbeği yağ, yüreği kasvet bağlamış, gaflet içinde geceleyen ve sabahlayan
hikmetten ve tefekkürden habersiz, aklı hep tatilde, bedeni sürekli dünya için
çalışmada olan zavallı insan görünümlü yaratıklara.
76- Kendilerini yüce bir mefkûreye ve davalarına adayan, sahip oldukları değerleri
insanlığın hizmetine sunabilmek adına ölümü göze alan, geleceğin nesillerinin sağlıklı
bir şekilde yetişmesi için onlara su ve toprak olmaya hazır, bu yola canla baş koyan,
gönlü ve kalbi aynı doğruluk ekseninde birleştirmeyi başarmış, milletiyle ağlayıp,
onlarla gülmesini bilen, ilahi rızaya talip, kalbinin emir eri, ruhunun esiri, nefsine arif,

89
gül kadar zarif, aşk kadar aziz, şevk kadar leziz, iyiliğin denizi, nimetlere perhizli,
iradesi sapasağlam, günaha kapalı, ukbâya açık, her nefesi zikir, özü cevher, dili bal,
dini kul, içi misk, işi nurefşan, ayakları istikamet üzere koşan, cömertçe saçan,
hesapsızca yaşayan, diğergamca çalışan, korkuyu kuyuya atan, emniyet ve güven
telkin eden, aldatılsa bile asla aldatmayan, kine, kibre, cehalete ve kavmiyetçiliğe
düşman, inanlara güzel bir dost, Alah’a ve Habib’ine(as) yakın bir sevgili olabilmek
uğruna, hayatlarına en yüksek fiyatı vererek; sahip oldukları her şeyi bu yolda
tüketebilenler; işte onlar asr-ı saadettekilere denk özlenen, gerçek sabır ve aksiyon
kahramanlarıdır.
77- Nas’dan sadır olan iş, söz ve hareketlerin genel olarak üç hükmü vardır: Sevap, mübah
ve günah. Bu kavramların hükümleri, zamana ve şartlara bağlı olarak kişiden kişiye
değişiklik arzedebilir. Mesela işlenen amel, aynı olmasına rağmen bir müslüman için
yapılan fiil mübah olurken, diğeri için günah olabilir. Yine aynı şekilde yapılan bir
ibadet aynı olmasına rağmen, gönüllerin Allah’a bağlanışı nisbetinde ondan alınacak
sevap; bir misline, ona veya yediyüz katına kadar çıkabilir. Buradaki espri, hükmün
kişinin içinde bulunduğu zaman, mekân, şartlara ve şahsi durumuna bağlı olarak,
farklılık arz etmesidir; ancak bu yol kıldan ince kılıçtan keskin bir yoldur, ilimde rüsuh
sahibi, hakkı, batıldan ayıracak yüksek bir basiret ve feraset sahibi, şeytanın
üzerindeki yönlendirici etkilerinden kurtulmuş, nefsani havatırların iyisini kötüsünden
ayırt etme gücüne sahip, nefisleri üzerine, kendilerine verilen ledünnî bir ilimle
hakîmiyet kurmuş, mahlûkatın korkusundan emin, Rabbi’nin gazabından ve nifaktan
çok çekinen, Vahdet-i Vücut içindeki tevhid sırrına ermiş, ruh tarlasında biten yabani
ve zehirli otların kökünü mahir bir bahçıvan titizliğinde kendini bilerek kesmiş; ancak
seçilmiş kişiler bu yolda yürüyebilirler. İslâm sadece insan hayatını korumayı esas
tutmamıştır, aynı zamanda dini korumayı, aklı korumayı, nesli korumayı ve malı
korumayı da esas kabul ederek, ruhsatla amel edebilme kolaylığına da cevaz
vermiştir. Malını savunurken öldürülen kimsenin, şehit olarak kabul edilmesi bu
hakîkatin tebeyyün etmiş bariz bir örneğidir. İslâm’ın va’z ettiği bu temel
prensiplerden birisi de neslin korunması, dolayısıyla zinânın engellenmesidir. Bunun
insanın cibiliyeti gereği nefsine, hevasına ve güzel olana karşı meyilli olmasının
getirdiği zaafı aşabilmek için dinin üçte ikisini muhafaza edecek olan evliliğin
kolaylaştırılması teşvik edilmeli, maddi imkânı yerinde olanların, bu vazifeyi üzerlerine
alarak, ehem bir sorumluluktan toplumun tamamını kurtarabilmek için, hiç kimsenin
yapmadığı takdirde farz-ı ayn olabilecek mühim bir meseleyi üstlenerek, farz-ı kifaye
haline getirmeleri, ahlâk ve yaşantılarıyla daha önce halka kendilerini kabul ettirmiş,
önde gelen ilim ve fikir adamlarının, aracılığıyla milli ve manevi değerlerin
yüceltilmesi, ticari kaygılar güderek çıkartılan yazılı ve görsel basın tarafından
toplumun gözünde her geçen gün değeri düşürülmeye çalışılan aile müessesinin
güçlendirilmesi, moral değerlerin öncelenerek özendirilmesi gerekmektedir. Nasıl ki,
murdar olan bir hayvan olan domuzun, etini yemek normal koşullarda haramken, hiç
yiyecek ve içeceğin bulunmadığı bir ortamda, ölümden sakınarak insan hayatını
koruyabilmek için bu etin yenmesine dinen izin verilmişse; aynen bunun gibi de ahir
zamanda zinâ gibi büyük bir günaha düşme tehlikesiyle, her an karşı karşıya bulunan
bekâr gençlerin; bundan korunabilmek için zaman zaman nutfelerini dışarı atarak
kendilerini tatmin etmeleri, ehven-i şer olarak, zinâya düşme korkusundan
kurtulabilmek için oruç tutarak korunmanın dışında, ademoğlunun nefislerinin
vücutları üzerindeki ihtiyaçlarını karşılamakla da mükellef tutulmasına binaen his ve

90
hevalarına uyarak haddini aşmamak ve kalp pusulalarının ibresinin, işlenen fiilin
manyetik alanından olumsuz etkilenerek rotasının sapmaması kaydıyla, ki bu da lahûti
bir destek ve yardımla ancak gerçekleşebilir, bu şartlar altında istislâh’da bulunarak
eli istimal ederek tatmin olma durumunda kalanın, Fethu’z- Zerâi prensibi gereğince
gerçekleşen eylemin vücuttan kan aldırmak gibi değerlendirilmesi gereken bir fiil
olup, neticesinde günah gibi gözüken bir amel, yemek ve içmek gibi mübah bir hale
geçebilir ve bu şartlar altındaki hiç kimse, gayrî ihtiyarı yaptığı bir hareketten dolayı
hiç bir mü’min kardeşi tarafından kınanıp tahkir edilerek, onun gıybetini kendi
aralarında meşru olarak göremez. Bu iğrenç davranışı kendilerine yakıştırmakta
herhangi bir beis görmeyenlerin; topluma atılan nefret ve fitne tohumlarının sosyal
huzuru ve uhuvveti kökünden söküp atmaları karşısında; bu zalimane davranışları;
asla kabul edilebilir ve maruz görülebilir iyi niyetli bir davranış olarak telakki edilemez
ve hiç kimsenin de hakkı batılla değiştirmeye gücü yetmez!

91
KALP İKLİMİNDE FETH-Î URÛC - IX

1- Algılarımızdaki birliği oluşturan psikonların; sinir hücreleri olan dentritleri aracılığıyla


dendronlardaki mikro kanalcıklarda bulunan aksonların birbirlerini aktifleştirmesiyle
beyinden çıkıp, omuriliğe kadar tek hücre olarak ilerleyen ve yaklaşık bir metre
uzunluğa sahip sinir hücrelerinin, kuantum fiziğindeki gibi tek bir sinir hücresinin beş-
on bin tane farklı bağlantı kurabilmesi gibi yol boyunca da karşılaşılan dentroitlerin
üzerindeki bağlantılara, taşıdıkları bilgiyi teker teker sinaps yaparak, nörotransmiter
molekülleri aracılığıyla iletilmesi gibi birbirleriyle tamamen farklı gibi gözüken
kavramların ve meselelerin doğru zamanda, doğru yerde, doğru anlamda, hikmetle
zikredebilmek, yalnız: fıtratı bozulmamış, sadrı tefessüh etmemiş, akl-ı selim bir kalp
ve marifet sahibi, hikmet ve hakîkate aşık, şefkat ve izzet kahramanı, ilme ve say’e
meftun, ihlasla emredildiği gibi istikamet üzere dosdoğru yaşayan, ilahi rızaya ve
cemale talip, hayatı ölümle aynı doğrultuda birleştirmiş, iç bütünlüğünü yakalayarak
huzura ve kemâle ermiş, kendi sırrını ve esrar-ı Sübhaniye’yi Kur’an ve sünnet
perspektifinden bakarak elde etmiş, en büyük düşmanı olan nefsiyle ve müşriklerle
sürekli cihat halinde, güzel ahlâka ve metafizik gerilime sahip, ruhunun bekâretini
dünya sevgisiyle ömrü boyunca bozmamaya kendini adamış, kalp iffetini ve
saffaniyetini muhafaza etmeyi Rahmani tecelliler ve lütûfların yardımıyla, iradesinin
sabır ve tevekkül kulpuna yapışarak başarabilmiş, alemde cereyan eden bin bir çeşit
olayı gözüyle, tefekkür atının üstünde fehmederken, taakkul gemisiyle ihtiyatı elden
bırakmayarak, imanı ve İslam’ı birinci dereceden hayatının maksadı haline
getirebilmiş, zihnen ve cismen bütün güzellikleri kendi nefsine mâl etmeyi;
başkalarına karşı Salih ve cömert davranarak yakalayabilmiş, tüm karşıtlıkları tevhid
potasında, adalet okyanusu içinde eritmiş, ilahi takdir karşısında boynu kıldan ince,
ilahi lütfun içindeki kahrı, kahrın içindeki lütfu görüp, her ikisine de ibadet ve şükürle
mukabelede bulunmayı kendisine yol olarak seçmiş, kullarının kınamasına ve
övgüsüne aldırmamayı, nefsine arif olarak aşabilmiş, kalbi ve diliyle hep Rabbini
zikrederken, elleri, ayakları ve beş duyu organı bu zikrini noksanlaştırıp, eksiltmemesi
için devamlı la ilahe illallah’ı ve estağfirullahı kelimelerini diline pelesenk etmiş,
herhangi bir nisyan vukû bulduğunda, hemen tövbe ve istiğfarla bunu temizlenmeyi
adet edinmiş, kendisini tek bir hedefe odaklayarak; tüm dertlerini âli bir dert içinde
cemedebilmiş, celali-cemali ve kemâli ilhamlara mazhar olmuş, ruhuna ve bedenine
düşen nurani şavkların zevk ve cezbesiyle mest olarak kendi benliğini yitirmiş, kendi
benliğini yitirirken ledünnî aleme yelken açmış, orada birbirinden kıymetli, paha
biçilemez, inci, elmas ve pırlantalarla karşılaşmış, kudreti ilahi tarafından seçilerek
hikmet incileri ve gayb hazineleri boynuna takılmış, bu yapılırken acizliği ve fakirliği
nedeniyle kendisi halka unutturulurken, Rableri katında mertebeleri yükseltilmiş,
gözleri, kulakları ve elleri daha dünyadayken asıl sahibinin emrine tahsis edilmesinden
dolayı, dünyadayken nurlandırılmış, kul olduğunun farkına ilahi bir inayetle varmış,
yer ile göğün irtibatını devam ettirirken erenler kervanına katılmış, daha doğmadan

92
evvel said ve eşref-i mahluk olarak Allah’ın boyasıyla boyanmış, adını yüceltmek için
yaşatılan muazzez, müberrâ ve mücellâ varlıklar, bu işin hakkını lâyıkıyla verebilir.
2- Ben zalimler için bir fitne ve onların ağızlarının tadını bozmak için cehennemden
sökülerek dünyaya gönderilmiş bir zakkum ağacıyım.
3- İnsan iyiyi ve iyiliği sevmeye mahkûm olarak yaratılmıştır.(Platon)
4- Cennet taamlarıyla, dünyadaki taamların birbirine benzeyen taraflarını farketmek
yalnızca önyargısız, basiret sahibi, adil müminlerin başarabileceği bir iştir.
5- Aldığınız bir karardan veya yaptığınız bir işten dolayı, bundan etkilenler size Allah’ı ve
ahîret gününü hatırlatıyorsa eğer; biliniz ki başkasının hakkına tecavüz ederek, onlara
zulmetmiş olmanız çok kuvvetli bir ihtimaldir. Ve şundan da emin olabilirsiniz ki;
mazlumun duası ilahî dergâhta sizin duanızdan daha çok kabule ve makbule şâyândır.
6- Mü’min bir kalbin sahibi; Allah’tan başkasının hayalini kalbine sokmaz ki; başka
hayallerle avunup, onlarla itminan bulsun.
7- ‘Allah Resulü(sav) bu âlemden ayrılıp gitti; fakat gökte kanat çırpan her kuş Ondan
bize bir ilim hatırlatıyor.(Ebu Zerr Gıffari ra)’
8- Düşmanlarınızı size karşı cesaretlendiren; sizin Hakk’a karşı olan vaadinizden; başınıza
gelebilecek bela ve ezalardan korkarak hulf etmeniz ve Ona karşı gösterdiğiniz
vefasızlık ve sadakatsizliğinizdir.
9- Mü’minler sağlam bir binanın taşlarına benzerler, lakîn eğer en alta yerleşmeye razı
olmayanların, hasbelkader kenet taşı gibi en üste yerleştirilmişlerse; bu ümmet
binasının sağlam yükseltilmediğine ve en ufak bir rüzgârda yahut düşman
taarruzunda yıkılabileceğine dalalet eder.
10- Hayata ikinci defa doğmak; ancak utanma bilmeyen küçük çocukların elbiselerini
çıkararak soyunmasına benzer ki; nefsinden ve benliğinden kesilmesini başarabilen
kimseler; bu kapıdan göklerin melekutuna, daha nuranî ve ebedi olan, bir aleme
buyur edileceklerdir.
11- İsrailoğullarından bir topluluk, zinakâr bir kadını tam recmetmek üzereydiler,
Hz.İsa(as)’ı görünce duraksadılar ve onu da davet ettiler. Her peygamberin kâfi
miktarda sahip olduğu gibi onda da şefkat ve merhamet vardı ve ordakilere şöyle
nasihat edecekti: ‘ İlk taşı, hiç günahı olmayan atsın’ ve bu emir bir kadını kurtaracak
ve bu kadın geriye kalan ömrünü şefkat ve merhamet abidesi Ruhullah’a(as) hizmet
etmeye adayacaktı.
12- Düşünmeden başka işi olmayan bir mütefekkire ne denebilir ki; ancak kolay gelsin ve
belki bir de ‘Allah akıl fikir versin’ değerlerin alt-üst olduğu bu zamanda başka işin mi
yok birader senin.
13- Mucizelere inanmayanların, yaşamın bizatihi kendisinin bir mucize olduğunu
algılamaktan aciz düşmüş, gördüklerine doğru bir anlam vermekten uzak kalmış,
dünya malı bakımından zengin dahi olsalar, manevi bakımdan en çok yardıma muhtaç
olan kimselerin, gerçek manada akıl nimetinin hakkını vermede dürüst
davranamadıkları için esfel-i safiline yakınlaşan zavallı mahlûkları oluşturması.

93
14- Yeryüzüyle gökyüzünün irtibatını devam ettiren, nâdir kullarından birinin vesilesiyle;
azıcık aralanan hakikat perdesinden bakarak daha önce şefkat ve merhamete layık
görmedikleri birinden, bunlarla birlikte hayır dua beklemek; azizane bir davranış mı
yoksa zelîlane bir davranış mı doğrusu tam olarak kestirme de biraz güçlük çekiyorum.
15- Hakk’a aşık olanların eğlencesinin tevhid olduğunu, hakkel yâkin çok aciz ve fakir olan
kullarına; iliklerine kadar hissettiren Tevhid-i Zat’a sonsuz hamdü senalar olsun.
16- Adaletin ve hikmetin hükümferma olmadığı bir yerde bulunmaktansa; gaybete
mazhar olarak, kendi halinde münzevi bir hayat yaşamayı yeğlerim.
17- Uzun müddet güneşin altında bekletilen süt bozulur, süt eğer belli bir sıcaklıkta
mayalanarak muhafaza edilirse yoğurda dönüşür, kıvamı tutturulamazsa süt kesilerek
peynir oluverir; demek ki süte kıvam kazandıran belli bir müddet hararete maruz
kalmasıdır, aynı şekilde bir süre ısıtılan elementlerin kendi varlığından vazgeçerek,
yepyeni bir maddeye dönüşmesi gibi buradaki sıcaklık ile de; teskin olmaya muhtaç
olarak yaratılan, ilahi tecellilerin makes bulmasıyla fokurdayan kalbin harareti
arasında ve yine bedenin üst kısmıyla alt kısmı arasındaki denge uyarınca; bu
hararetin bir yansıması olarak değişik organlarda tezahür eden süte benzeyen yaşlık
şeklinde açığa çıkan özle birlikte, kâmil insanın sahip olması gereken sevgi, şefkat ve
merhamet arasında da çok kuvvetli bir insibağ vardır. Bu üç şey arasındaki hassas
dengeyi kuramayanlar; İslâm ümmetinin niçin vasat bir ümmet olarak yaratılmış
olduğunun sırrını da asla çözemezler.
18- İnanmayan bir asker komutanına, hayatın sırrına henüz vakıf olmadığından dolayı
sorgusuz-sualsiz itaat edebilir ve rahatlıklar hayatından vazgeçebilir; fakat mümin
olmaya çalışan bir kimse nefsine arif olduğu için kendisinden yerine getirilmesi
istenen her emirden mes’ul olduğunun bilincinde hareket etmekle mükellef
olmasından mütevellit; kendisine verilen her emri yerine getirmeden önce, onu
mihenk taşına vurarak, tan vaktinde, kara ipliğin ak iplikten ayrılması gibi doğruyu
eğriden ayırıp, hakkı eksiksiz olarak ikame etmekle emrolunduğu için denebilir ki
sadık mücahidler böyle uyanık ve müteyakkız oldukça; Allah’ın izni ve inayetiyle,
yıkılamayacak ve kıyamete kadar hiç kimse tarafından mağlup edilemeyeceklerdir.
19- Bakış açılarının içerisinde odağı, niyetlerinin içindeki saffaniyetle aynı nokta üzerinde
çakıştıramayanların; retinaları üzerine ters olarak düşen görüntüyü, düzelterek
beyinlerinin doğru bir görüntü olarak algılayıp, onu yansıtması ve göz bebeklerine
bunun düzgün olarak aksetmesi mümkün değilken; zahiren eğri olan şekli aslına
uygun olarak doğrultmak ve bakışlarına doğru bir mana verebilmek, yalnızca çift
bakıp tek görebilen basiret sahibi ariflerin altından kalkabileceği çok zor bir iş olsa
gerektir.
20- Hz.İsa(as), Allah’ın bir mucizesi olarak tıpkı ilk insan Hz.Adem(as) gibi babasız olarak,
Hz.Meryem’e Cibril-i Emin vasıtasıyla ilka edilmesinin ardından, dünyaya gelir-gelmez
annesinin masumiyeti hakkında konuşması ve nitekim büyüdüğünde de yanındaki
havarilere ve halka sürekli kapalı ve anlaşılması derin ilim gerektiren bir üslupla
konuşması onun; Meratib-i Tevhid makamlarından en yükseği olan Tevhid-i Zat’a yani
yüce yaratıcıya en yakın olan makamdan, beşeriyete doğru inen tevhid
makamlarından ilki olan Cem makamında, insanlığa hitap ediyor olduğunu akla
getirmesi ve kullandığı dilin bu makamda konuşan birisinin özelliklerini
anımsatmasının yanında, kendi varlığından soyunduğu, kendinden geçtiği bir anda
Ene’l Hak dediği için idam edilen Hallac-ı Mansur’un yaptığı gibi Onun da kendi
varlığından tamamiyle soyunduğunu, secde esnasında birinin Rabbiyle konuşması

94
gibi, hesapsız bir rahmete ve iltifata mazhar olan, ilahi hikmetlerin mükemmelliği
karşısında coşkun bir aşka ve zevke gark olarak nefsini aşkın olanda eritmesi gibi, her
meseleyi Rabbine bağlayarak, “konuşması hikmet, bakışı ibret, düşüncesi tefekkür
olmayan işte hayır yoktur” demiş olmasının kendisine yüklediği ağır mesuliyetin
farkında olarak; Allah’a en yakın olan beşeriyet makamlarının ilkinden insanlığa vaaz
etmiş olmasını; inatla aklını perdelememiş, gözlüğünü filozofların gereksiz fikir
savaşlarına kaptırmamış, sadrını hakîkate tümüyle kapatmamış, adaleti toptan
unutmamış, samimi olarak Rabbine gönülden inanan, ehl-i kitaba hatırlatmak lazım;
lazım ki o canlar da bu dünyadan ağzı kuru olarak, iman balının ve İslam bahçesinin
güzelliklerinden haberdar olmayarak, hakikate kör olarak hayattan ayrılmasınlar.
21- Allah-ü Teala’nın yanına bir şeytanı sürekli arkadaş etmesi sebebiyle, kendisini
hatırlatmayı unutturduğu kimseler gibi olmayın. Çünkü dünyadayken Allah’ı(cc)
hatırlamayan ahirette kör olarak haşredilecek ve Ya Rabbi: ‘Ben dünyada kör değildim
beni neden kör olarak dirilttin’ dediğinde, ona: ‘ Dünyadayken senin nefsine uyup,
kendine zulmederek günahlara dalman sebebiyle bizi unuttuğun gibi bugün de biz
seni unutacağız denilecek.’ Bu dünyadayken Allah-ü Teala’nın varlığını ve birliğini
anlamak için kullanılmak üzere verilen göz nimetinin neredeyse akıl kadar kıymetli
olduğu ve insanın hakikati bulmasında akla en büyük yardımcı olarak kullanılması
gerektiğine kuvvetli bir remz vardır. Bu bakımdan göz nimetinin şükrünü dünyada
hiçbir ibadet karşılayamaz Kur’an-ı Kerim’i tefekkür ederek ve kâinata ibret alarak
bakmasını bilmek dışında. Hacc Süresi 46.Ayet: ‘Yeryüzünde dolaşmıyorlar mı ki
olanları akledecek kalbleri, işitecek kulakları olsun. Gerçek şudur ki, gözler kör olmaz,
fakat asıl göğüslerin içindeki kalpler kör olur.’ Yüce Rabbimizin bize bildirdiği bu
hakîkati; Hatib İsfahani bir beyitinde ne güzel cem etmiştir: ‘Her bir zerrenin kalbini
yararsan eğer. Görürsün orada bir güneş varmış meğer.’
22- Yüce bir mefkûreye matuf olarak; uzak diyarlara hicret ederek günahlarından arınmak
isteyen birinin günahlarını onun boynundan çıkarıp, hakkın âlî hatırını, uhuvveti ve
gıybeti bir anlık kalplerinin buğulanması sonucu unutarak, içtihatlarında hata ederek
pireyi deve yaparak, evhamlarıyla ufak bir kar topunu yuvarlaya yuvarlaya nerdeyse
üzerlerine düşecek bir çığ haline getirecek kadar dillerine dolayanların, boynuna
takmak suretiyle aciz ve fakir bir kulunun gönlünü ferahlatan, tüm dost ve
arkadaşlarını ondan soğutarak uzaklaştırırken; onu kendisine yaklaştıran ve bizi de
bunca nimete hakkel yakîn şahit tutan, Aziz ve Celil olan Allah’a sonsuz hamd-ü
senalar olsun.
23- Peygamberimiz(as) bile zaman zaman kalbinin buğulandığını ve günde 70 defa istiğfar
ettiğini söylerse, ahir zamanda yaşayan ümmeti Muhammedin, defterini gördüğünde
sevinebilmesi için bilmem ki günde kaç defa tövbe ve istiğfar etmesi gerekir?
24- Bazı evliyalar bırakın helâl yemek konusunda hassasiyet göstermeyi, yemeği
hazırlayan kimsenin dünya kelamı edip/etmediği, abdestli olup/olmadığına varıncaya
kadar dikkat etmişler; ne kadar uzak ve yabancı değil mi günümüzün müslümanlarına
bu kıldan ince kılıçtan keskin olan hassas duygular.
25- Nasıl oluyor da bir müslüman günaha düşme korkusundan nefsini halaskâr ederek,
karnını tıka basa doldurabiliyor; her kim yeme şehvetini sınırlayamıyorsa; bilsin ki, bu
fiiliyle daha çok müşriklere benziyor ve nasıl oluyor da bir özelliğiyle müşriklere
benzeyenler, onlarla birlikte haşredilebilecek olma ihtimalinden ötürü hiç endişe
duymayabilir?

95
26- Dünyaya karşı oruçlarını bozanlar, kalplerine dünya sevgisiyle birlikte, dünya
saltanatına da yer bulabilmek için dev güçlerin piyonluğuna razı olanlar, bunu
yaparken nefislerini ifa ettikleri uhrevi vazifelerinden soyutlayamayanlar,
profesyonellik uğruna gelişip neşv-ü nema bulmalarına vesile olan, hayati değerlerini
bir anda unutanlar, bir doğrunun içine hiç utanmadan bin yalan katanlar, akıllarınca
aldattıklarına hiç utanmadan sıkılmadan hain damgası vuranlar, ölümü-hayatla
eşitlemiş olanlara, duymak istemediklerini seslendirdiği için ona karşı kin ve nefret
duyarak ölümü hatırlatanlar, ellerinin tersiyle(zahiren) bal arılarını kovalayabilecekleri
zannı galiplerine uyanlar, maalesef her zaman korku içinde yaşamaya; tek bir kişiye
bağlandıklarından, imanlarını sorgulayarak itikatlarını ferdan ferda sağlam bir inanç
haline getiremediklerinden ve yeterince kendilerine güvenemediklerinden ve
yaptıkları işleri açık yüreklilikle tüm halkla paylaşamadıklarından dolayı, attıkları her
adımın, faaliyet içinde bulundukları toplumun ekseriyeti tarafından, sürekli şüpheyle
karşılanmaktan kurtulamazlar; çünkü gayri fıtrî davranışların tepkiyle karşılanması
mukadderattandır.
27- Peygamber Efendimiz(sav) vefat ettiği yıllardı, onu kabrine indirmeden önce ashab-ı
ikramdan biri onun cübbesini kabrinin altına sererek, ondan başkasına Resul’ün(as)
cübbesini kimseye layık görmediğini göstermek istemişti. Eğer ben orada olsaydım ve
önümde Nihat Hatipoğlu Hocam’ı da eğer yanı başımda bir yerlerde bulabilseydim,
yere serilen cübbeyi kaldırır sırasıyla 4 büyük halifeye teklif ettikten sonra o mübarek
cübbeyi; Peygamber ve ashabının maşuku, yedi senedir onların hayatlarını Türk
halkına anlatmak suretiyle Efendimiz’i(sav) halka sevdiren, kadife sesiyle, pamuk
tarlalarından gök yüzü yıldızları toplayan, kullarının dertleriyle dertlenen, gönlü geniş,
dili tatlı, gözyaşı yağmur gibi olduğuna yakinen şahit birisi olarak, oradaki ashab-ı
güzinin, aflarına sığınarak, daha önce yedi asır İslâm’ın bayraktarlığını yapan; fakat
sonraları maalesef moral değerleri büyük ölçüde kendilerine unutturulmuş olan
büyük bir millet namına, nur yüzlü hocamın da sırtına bir kez olsun kondurur, misk
kokusunun 14 asır evvelinden günümüze taşınmasına aziz milletim adına bir aracılık
yapmak isterdim.
28- Başkasının kötülüğünü ancak onlardan bir kötülük gören veya fıtratı bozulmuş, kalbi
kararmış, sadis ruhlu hayvanlaşan insanlar isteyebilir.
29- İlahi bir nura sahip olmayan iyiyi kötüden ayıramaz. Her gök gürlediğinde ilahi
rahmetin habercisi olan şimşeklerden korkarak, bu muhteşem ayete gözlerini
yumanlar, kendilerini yakalayacak olan şedid bir yıldırımın, nerede kendilerine
yetişeceğini bilemediklerinden dünyada devamlı korku içinde yaşamaktansa, ahiret
azabını burada kazanmaktansa; yer ve göklere hükmeden tek ilahi kuvvetin makarrı
saltanatı altına girip, her türlü şerden Allah’a sığınması feraset sahibi olan herkesin
kabul etmesi gereken bir durumdur.
30- Gaflet ve tembelliğin hiç bir mazareti olamaz.
31- Ölümle beraber barışık yaşamayı; ancak ölümsüzlük iksirini yaşarken içenler bilebilir.
32- ‘Her kimin dili ve kalbi doğruysa, karnı ve tenasül organı asil ise işte bu kişi ilimde çok
ileri gitmiş rasih kullardandır.(Hadis)’
33- ‘Eğer kullar hiç günah işlemeselerdi, melek gibi olsalardı, Allah gene günah işleyen
kullar yaratırdı onları yine mağfiret ederdi. Çünkü o çok Gafur ve çok Rahim’dir,
merhametlidir.(Hadis Meali)’
34- Şu üç müthiş ayetin anlamını gelin birlikte fehmedelim. Fatır, 10: ‘Her kim izzet
istiyorsa bilsin ki izzet tamamıyla Allah'ındır. O'na hoş kelimeler yükselir, onu da salih

96
amel yükseltir.’ Ankebut, 69: ‘Ama bizim yolumuzda cihad edenleri, elbette kendi
yollarımıza eriştireceğiz. Hiç şüphe yok ki Allah iyi davrananlarla beraberdir.’
Enfâl, 29: ‘Ey iman edenler! Allah'a karşı gelmekten sakınırsanız (Ona sığınır ve
korunursanız), O, size bir furkan (hakkı batıldan ayırdedecek bir anlayış) verir ve
günahlarınızı örtbas eder, sizi bağışlar. Allah büyük lütuf sahibidir.’
35- Sadık olmayanlar zekat vermeye bir türlü nefislerini ikna edemezler; çünkü sürekli
yarın aç kalma korkusu içinde yaşarlar; sonradan gördükleri zenginliğe azı dişleriyle
öylesine bir yapışırlar ki, sanki bir an bırakıverseler bir daha onu geri
yakalayamayacaklarını zannederler. Bu da yeme iştihalarını tatmin etmek isterken,
hayvanlaşmalarından ve midelerini hiç doymayacak ve dolmayacak zannetmelerinden
ileri gelmektedir. Dünyanın bütün nimetleri böyle bir adama verilse yine de bu adam,
aynı şekilde hareket etmekten kendini bir türlü kurtaramaz. Çünkü kâfir yedi
midesiyle yerken, mü’min midesinin üçte biriyle iktifa eder ve bunun için Rabbine
sonsuz hamd ve şükretmesi iktiza eder. Yalnız böyle bir davranış sergileyebilenler,
midesinin hükümranlığından kendisini kurtarabilirler.
36- İslâm’ın ilk vakıf arazisi; Uhud Savaşı’na Müslümanlarla birlikte katılarak canını ve
malını Allah ve Resulüne bağışlayan, zengin ve alîm bir Yahudi olan Muhayrık isminde
bir muvahhitti.
37- Zemzem suyu hangi maksatla içiliyorsa kişiye o faydayı sağlar. Örneğin sen ondan şifa
umarak içersen, o sana şifa verir, eğer şeytanın şerrinden Allah’a sığınmak için
içersen, onun şerrinden emin olarak korunursun, sadece susuzluğunu gidermek için
içersen, susuzluğunu giderir. İşte aynen bu nedenle de mü’minin niyeti amelinden
daha hayırlıdır, denilmiştir.
38- İç bütünlüğünü yakalamış kimselerin, manevi güzelliklerden haberdar olması gibi
maddi güzelliklere de kayıtsız kalması düşünülemez.
39- Aziz ve Celil olan yüce Allah’ın her kulunu ihsanın kölesi sanarak, ilerde onlardan daha
fazla bir karşılık ve hayır umarak bugün onlara yardım yolunu tutmak; hayvancılıkla
uğraşan Kabil’in sürüsü içerisinden en zayıf ve en çelimsiz olan ineği kurban olarak
Allah’a sunması gibi o ilahi makamın şanına layık olmayan eksik ve kusurlu bir iyilik ve
O’nun zatına yakışmayan bir sadakayı O’na verme biçimidir.
40- Canlı fakat akıl sahibi olmayan sineklerin sürekli insanları rahatsız etmeleri karşısında
merhamet sahibi insanlara ne düşer bilmem ki akılları kendilerine karşılıksız bir
surette hakkını vermeleri için armağan eden Rabbimize hesapsız şükürden başka.
41- İnsanın niyetiyle kalbi arasına yalnızca Aziz ve Celil olan Allah girebilir. Üstlerine vazife
olmadığı halde bu işe soyunanlara konuşmaktan daha çok sûkut yakışır. Yapmayan
ilahi ve nebevi azarlanmayı ve paylanmayı da hak etmiş olur.
42- Amiriyle memuru, patronuyla işçisi, komutanıyla emir subayı, fakir ile zengini, yaşlısı
ile genci Aziz ve Celil olan yüce Allah’ın karşısında, kulluk ortak paydasında
buluştuklarının bilincine varamayan Müslümanların, câmi de yan yana aynı safta
omuz omuza durduğu insanları, namaz biter bitmez tanımamazlıktan gelmeleri,
tekrar o dünyanın zulüm kokan fani yüzüne dönüvermeleri, makamlarıyla, mallarıyla,

97
paralarıyla insanların üzerinde tahakküm kurmaya ve insan onur ve haysiyetine
yakışmayan zalimane tavır ve davranışları emri altındakilere uygulayabilme cesaretini
kendilerinde görebilenler; namazın özünü anlayamayan, her an ilahi huzur da
bulunduğu için hayatın tamamının bir namazdan ibaret olduğu hakîkatini Cebrail(as),
Mikail(as), Azrail(as) ve İsrafil(as) ile birlikte mukarreblerin arasında ilk safta sürekli
ilahi huzurda bulunmanın yüceliğini kavrayamamış, yaşarken ruhu bedeninin altında
ezildiğinden, ceseti kıyamete kadar kendine lanet edecek, kılınan cenazesinin
namazından daha kıymetsiz bir bedenin sahibi olarak, toprağa geri dönecek olmasının
insanı gamîz bir üzüntüye sevketmesi.
43- Düşmanlarına dahi güzel davranabilmek nebevi bir metottur. Bu düşmanın görüş ve
fikirlerini kabul edip ona teslim olmak demek değildir; sadece onların da insan
olduklarını hatırdan çıkarmaksızın, en güzel şekilde mücadele ederken buna ahlâki bir
boyut kazandırarak; onların onur ve haysiyetlerini kırmadan, aşağılamadan onları tek
olan Allah’a hakkıyla iman etmeye, gerektiği gibi yaşamaya davet etmekten ibaret
olmalıdır.
44- Allah’ın yarattığı her canlı reşit oluncaya kadar masumdur, ondan sonra bu
masumiyetin sürmesi inayete bağlıdır. Masum olarak yaratılan herkesin Rabbini
tanıması ve bilmesi aynı seviyede olmadığı için; herkesi bildiği kadarıyla sorumlu
tutarak değerlendirmeli, bilmediği için yanlış hareket eden birini; haksız yere suçlayıp,
onu kırıcı söz ve davranışlar da bulunarak böyleleri incitilmemelidir. Çünkü bilmeyen
kimse özürlü sayılır; özürlü olanın hükmen durumu mazurdur, mazur olansa yaptığı
her hangi bir davranıştan dolayı kınanamaz; takî aklının hakkını verip, niçin
yaratıldığını, hayatı-ölümü ve ilahi adaletin neden dünyada dahi tecelli ettiğini
düşünüp, doğru yolu, özündeki iyiliği, ömrünü tüketmeden evvel keşfedene kadar.
Taha Süresi 115: ‘Doğrusu bundan önce Âdem'e (bu ağaçtan yeme diye) emrettik,
fakat unuttu ve biz onda bir azim (bir kararlılık) bulmadık.’ Ayetinden de anlaşılacağı
üzere öncelikle azim ve niyet bulunmadan, unutarak işlendiği için bir kast-ı mahsusa
yoksa, Hz.Adem(as) bu fiilinden dolayı nasıl ki iradesinin hakkını vermediği için
eleştirilemez ve kınanamazsa; her ferdin hayatında geçirdiği cahiliye dönemlerinden
dolayı, tövbe etmesinin kendisine bir fayda sağlamayacağı da söylenemez. Yalnız
tövbe etmeyi düşünmeyi, gururuna mağlup olarak yaşarken akıl etmezse; yukarıdaki
soruların doğru cevaplarını daha dünyadayken vermediği için ahirette kendi ruhu
başta olmak üzere, yüce Allah, melekleri ve tüm inananlar ona lanet edeceklerdir.
45- Ufak bir günahın terki yer ve gök ehlinin tüm ibadetlerinden hayırlıdır.(Hadis)
46- İnsan zulmani bir yerde yaşaması ve sürekli şeytan gibi bir düşmanın hile ve fitne
tohumlarına açık olması bakımından aklından veya kalbinden geçen her düşünceyi
aceleyle gerçekleştirmeye kalkışmamalıdır. Ölçüler bellidir, Kur’an ve sünnetin
belirlediği daire içerisinde kalmak için kendini zorlamalı ve Allah’ın koyduğu hudutları
gözetmeli, onları aşmamalıdır. İnsanın her an kalbini kontrol etmesi çok zor bir
meşguliyet olduğundan; bunun için ilahi yardıma günde beş defa dua ve namaz ile

98
müracaat etmeli ve onun saptırıcı ve azdırıcı iğfalarından Rabbimize sığınmayı ebedi
saadeti açısından ihmal etmeyip, hatırlamalı her kul.
47- Haksız olmasına rağmen kabilesinden veya ırkından birini tutarak, Hakk’ın âlî hatırına
en geniş akrabalık bağını tercih etmek; Hz.Musa(as)’a henüz risalet gelmeden önce,
bir Kıpti’yle kavga eden İsrailoğulları’ndan birini kayırarak, Kıpti olan adama bir tokat
aşkeylemesi sonucu adamın ölümüne sebebiyet vermesinin karşılığını ahiret günü
tüm insanların ondan diledikleri şefaatın önündeki tek engel olduğunu bilselerdi ne
bu fiili işler; ne de zalimce davranarak cehenneme girmeyi, cennet nimetlerine tercih
ederlerdi.
48- Şeriata göre zina eden bir bekâr erkeğe veya kadına 80 değnek acımaksızın sopa
vurulur, fakat eğer zina eden kişi evli ise ve buna da dört şahit varsa yahut kendisi
bilerek suçunu itiraf ediyorsa bu kimse de Allah ona bir çıkış yolu gösterene kadar bir
odaya hapsedilir. Burada dikkatimizi çekmesi gereken olay; aynı fiil karşısında, kişinin
medeni durumuna göre; hükmün birbirinden farklılaşmasıdır. Efendimiz(sav)’in
neredeyse karşılaştığı tüm insanlara nebevi bir metot olarak uyguladığı, muhatabın
durumuna göre aynı suale birbirinden çok farklı yanıtlar vermesi gibi kaide ve hüküm
herkesin şahsi durumuna göre değişebilmektedir. Her fert aynı kereste fabrikasından
çıkan birer torna olmadığına göre de, onları aynı kalıba dökerek, hepsine aynı
muamelede bulunmak, insanların kabiliyet ve istidatlarını köreltici, onları her
anlamda sınırlayan ve kınanmayı hak edecek kadar kötü bir davranış olduğu kadar,
gelişmenin önünü baştan kesen, fevkalade engelleyici son derece ilkel bir tutumdur.
Bu ancak insan hakları, demokrasi ve özgürlüğün adının dahi edilemediği,
diktatörlükle idare edilen, sömürgeleştirilen üçüncü dünya ülkelerinde mevzu bahis
olabilir
49- Yemek ve içmek suretiyle vücuduna aşırı yatırım yapanlar; ağırlaşan bedenlerine
ölene dek hamallık yapmaktan kurtulamazlar.
50- ‘Hiç bir nimet yoktur ki, aradan çok zaman geçse bile kul onu hatırlayarak tekrar
şükrederse, Allah-ü Teala o hamdi tazelediği için, nimetin hamdinin sevabını tekrar
ona kazandırmasın. Hiçbir musibet dert yoktur ki eğer eskiden bile olsa kul yine o
musibete inna lillahi ve inna ileyhi raciun diyerek onu anarsa onun ecrini noksansız
Allah ona tekrar vermesin.’(Hadis)
51- Hırs dünyevi meseleler karşısında olursa hasarete sebebiyet verebilir; ancak hak ve
hakikatin ortaya çıkması hususunda gösterilen hırs bilakis menduptur, övgüye layık
bir davranıştır. Nitekim Hz.Ali(kv) de bir hakkı açığa çıkarmak için belalarla dolu bir
denize dalmanız gerekse bile bundan kaçınılmaması gerektiğini belirtir.
52- Yaşanmayan din, içilmeyen bir ilaç gibidir.
53- Bir yerde namaza duranların üzerine, gökyüzünden yağan nurani lütuflar ve rahmet
öncelikle namaz kıldırana ulaşır, imama ulaşan bu ledünnî letâifler de camideki
cemaatin kalabalıklığına bağlı olarak, artarak veya azalarak gelmiştir, en ön safta
namaza duranlarla, arka saflarda namaz kılanların aldıkları sevapların aynı
olamayacağı gibi, cemaate inen bu nurani latifeler, imamın hemen sağındakilerden

99
başlayarak, namaza iştirak eden diğer kullara melekler tarafından camiye geliş
sıralarına göre, âdilane bir şekilde pay edilir. Bu nedenle denilebilir ki; eğer namazı
kıldıran imam rikkat sahibi, selim bir kalbe sahipse; bir pilin farklı uçlarına bağlanarak
elde edilen elektrik akımının farklı iki koldan gelerek tek bir lambayı yakması gibi,
Kur’an-ı Kerim’deki ayetlerinin manaları da duyularak namaz kıldırılmaya çalışılıyorsa,
kalbin Rabbiyle olan bu lütuflarla aydınlanması, itminana ve huzura kavuşması
neticesinde, herkeste farklı farklı tecelli etmesine rağmen, vücudun değişik
organlarında yansımalarının görülmesi, özellikle manevi dünyanın beyni olan kalbin
tetiklenmesi hadisesi vukû bulabilir. Hele bir de ancak avam tabakasının manevi bir
takım hal ve olaylardan habersiz olması, zahire göre hüküm vermesi, esrarı
Sübhaniye’nin cilvelerini her müminin keşfedebilmesinin maalesef mümkün olamayışı
gibi sebeplerden dolayı, halkın kolaylıkla riya ve kibir olarak niteleyebileceği hal ve
durumlarla itham edilmekten emin ve salim kalabilmek ve haksız yere hiçbir
müslümanın gıybet ve haset günahına girmesine neden olmamak için; samimi ve
evvah olan müminlerin, o makama insanlar içinde en layık kimseler olmalarına
rağmen; öne geçerek namaz kıldırmayı başka bir kardeşlerine bırakması daha uygun
bir davranıştır.
54- Kendilerinde her türlü gayrı meşru hakkı görme eğiliminde olanlar, nefislerinin
firavunlaşmasından hiç endişe etmezler mi? Daha önce tanışmış olsanız bile
başkasının mahremi olan evine; sanki kendi evinizmiş gibi izinsiz olarak, gizli odalarına
varıncaya dek teker teker girmeye hiç kimsenin hakkı yoktur. Eğer bu yetkiyi şahsî
vehimlerinize dayanarak kendinizde görme eğilimi içine girerseniz; orada hiç kimse
sizi kırmızı güllerle karşılamaz, lâyık olduğunuz biçimde, ne yaptığının farkında
olmayan bir hırsızın; sağ elinin kıymetini idrâkten yoksun olarak hareket etmesi gibi
hak ettiğiniz kelimelerle karşılanırsınız ve bundan dolayı da gocunmaya ve
yüksünmeye de salabetiniz kalmaz, eğer siz düşünürseniz. Ar damarı çatlamayan, aklı
başında hiç kimse; halkın arasında kendi halinde yaşayan sade birinin; özel hayatına
ilgi duyarak, onun eksiklerinin ve kusurlarının alenen peşinden koşmaz. Bu eylem açık
bir düşmanlık göstergesiyse şayet; nefis ve Şeytanla birlikte, zalimlere ve küffâra karşı
hasmâne bir tavır takınmanın gerekliliğini ve adavet beslenmeye daha lâyık
olduklarını, bu çirkin fiili kendilerine yakıştırabilenlere hatırlatırız; eğer siz bilirseniz.
Herkul Allah dostu olabilme istidatını yaratılış itibariyle ruh cevheri içinde barındırır.
Bunun için size düşmanlık yapanlar dışında, yeni ve daha kuvvetli düşman cepheleri
oluşturmaktan sakının, hiç kaybedeceğinizi yakînen bildiğiniz bir savaşa girmek ister
misiniz? Dostunu düşmanından tefrik edemeyenlerin hali ise mü’minliğinin
kemâlinden ciddi şüphe içinde olunması gereken bir adamın haline benzer ki, Allah’ın
kendisine dost olarak seçebileceği kimseleri de tanımaktan gözündeki ve kalbindeki
kalın perde sebebiyle mahrum kalan gafil kimseler ancak bundan müstesna
tutulabilir.
55- Necip Türk Milleti! Hazreti Kur’an ve Hazreti Peygamber’e göstermiş olduğun derin ve
samimi olan saygı ve sevgine alkış tutarken, ebedi bir hayata bedel olarak bu sevgi ve

100
saygıyla iktifa etmen, şifa ve rahmet kaynağı olan ilahi bir çağrıya, her gün yediğin
ekmek ve suyu elde edebilmek için göstermiş olduğun canhıraşane gayretkeş
çabalara tercih etmenin, ne kadar akıl kârı olup/olmadığını senin yüksek idrak ve
fehmine havale ediyorum.
56- Mikro ve makro alemde cereyan eden her hadiselerin ilahi bir denge ve nizam içinde
gerçekleşmesinin; deniz kabuğu içinde gizlenmiş muazzam iki inci gibi sekr ve sahv
hallerinden, ilkinin öbür alemden bir nüve taşımasına rağmen, geçici bir surette
teşekkül etmesinin tıpkı cihad gibi ömürün bir bölümünü andırması karşısında, diğer
halin ise içerisinde huzur-u tâm bulundurması bakımından, dünyaya müteveccih gibi
gözükmesine karşılık ahiretin devamlılığını andırmasının tıpkı kalp ile yapılan zikre
benzemesi, gerçekten kâinattaki her şeyin ilahi bir ölçüye göre yaratılmış olduğunu
tasdik ve ispat etmesi karşısında duyulan hayret ve hayranlık.
57- Fikir işçileri; milyonlarca yıllık arkeolojik kazılar içerisinden, yeniden ve temelden
inşasına giriştikleri toplumları sağlam temeller üzerine kurabilecek doğru bilgi
kırıntılarını toplayarak, iyi ve yararlı olanı tarihin asırlık harabeleri arasından
çıkarabilmek için gecesini-gündüzüne katarak, bir arkeoloğun yumuşak çekiç
darbeleriyle toprağı derinlemesine kazarken, incelemesi gibi kulağından giren her
sesin gözündeki retinada hassas bir iz düşümü bırakması işini, lâyık-ı vechile
üstlenebilecek olan aydınlar; samanlıkta iğne aramaya talip, tefekürün kanatlarıyla
okyanuslar ötesi alemi fehametle gezinmeye tâlib, mâzinin ayak izlerini takip
ederken, istikbâli nasıl, daha güzel ve verimli kucaklayabileceğinin hesabını zihnen her
an defalarca yapan, sırtına yüklenilen bir tomar kıymetli kağıdı istif ederek, toplamak
yerine, öğrendiği ilk on ayeti hemen hayatında uygulamaya çalışan ashab-ı ikram gibi
onları öğrenir-öğrenmez hayatta uygulayacakları alanı araştırmaya girişen, basiret ve
feraset sahibi, ilme ve irfana meftûn, nice yüce sırrın mazharı olarak yaşatılan,
yaratılmışlara karşı adalet ve merhamet sahibi olarak hareket edebilen, toplumu
çağdaş uygarlık seviyesine yönlendirebilen, ahlâki olanla/olmayanın ayrımını
rahatlıkla tespit edebilen, ve tüm bunların yanında kamu vicdanını doğru olarak
temsil edip, gerektiği gibi bunları seslendirilmesi beklenilen, önde gelen kanaat
önderleri ve münevverlerin omuzlarına yüklenen bu ağır mükellefiyetin bilincini
iliklerinde hissedebilecek olanlar, halka karşı olan sorumluluklarını bihakkın yerine
getirmiş olmanın verdiği huzur ve mutluluğun sıcaklığını yüreklerinde duyumsayacak
olanlardır.
58- Ramazan Ayı’nı oruç tutarak değerlendiren toplumumuzun, bu oruçla hatırladığı
manevi değerleri, diğer zamanlarda da yaşatılmasını sağlamak ve toplumda
yaygınlaşmakta olan yozlaşma, ahlâksızlık ve haksızlıkların önüne geçilebilmesi için;
toplumsal bir kardeşlik ve barış atmosferi içerisinde, yoksulun ve fakirin unutulmadığı
ve unutturulmadığı bir ortamda, çok verimli bir şekilde değerlendirilmesi gereken,
zaman dilimlerinin en başında gelir.
59- Ahlâki eylemi gerçekleştirebilmek için geçmiş ve geleceğin bir arada değerlendirilmesi
şarttır.

101
60- İslam bedenen ruhbanlığı reddeder, ancak ruhen ve manen arınıp, saflaşarak
ruhbanlaşmayanlar da göklerin melekûtuna kabul edilmeyeceklerdir. Kulluğunu
bildinse eğer, sırtını sağlam bir yere dayadın demektir, korkma.
61- Allah’ın dünyadayken kendilerine haram kıldığını kendilerine haram kılarak,
kendilerini müstağni kılarak fıtratlarından uzak kalmaya çalışanlar; yerine başka bir
şey koyamadıklarından vücutlarının bir yanı tamamlanamadığı için hep eksik kalır, bir
zaaf noktaları olarak zaman zaman bu nüksedebilir ve bunu kapatmak içinde
lüzumsuz yere agresifleşebilir, gözlerini kırpmadan pire için yorganı yakabilirler.
62- Kemmiyete bakmayarak, daha önce bin bir hile, yalan ve ayak oyunuyla üstü
kapatılmış olan bir hakikati ortaya çıkarmayı, keyfiyete göre hareket edebilmeyi;
dünyadan azade Salihler, Allah’tan başkasından korkmayan Süvariler, iç bütünlüğünü,
kalp itminanıyla sağlamış Mücahidler, Kurtuluş Savaşı’nda milletimizin bir kez daha
özgürlüğün bedelini canlarıyla ödemekten kaçınmadığı gibi yeryüzünde dahi ilahi
adaleti tesis edebilmek için başkalarından hiçbir şey beklemeksizin, ulu önder
Atatürk’ün gelecek nesillere miras bıraktığı hazinenin içinden çok kıymetli bir parçayı
yolumuzu aydınlatmak için çıkartalım: "Adalet dilenmek ve kendine acındırmak gibi
bir prensip yoktur. Türk milleti, Türkiye’nin yarınki çocukları, bunu, bir an hatırdan
çıkarmamalıdırlar." Prensibi kaidesince adaletsizliğin karşısına korkusuzca
dikilebilecek şecaate sahip kahramanlar, bu vazife için kudreti ilahi tarafından seçilmiş
münzeviler, ayın on dördü kadar parlak hakikati müşahede eden arifler, zahidane
yaşamayı başarabilen dervişler, ilim peşinde koşan müttakiler, şefkat abidesi
Muhsinler, kabre dünyadayken girmiş Sıddîkler, yalnız bu vasıflarla muttasıf olmayı
inayet ve istiazeden başka her şeyden istiğrak halinde yaşayarak, yakîni elde etmiş
veliler gerçekleştirebilir.
63- Sosyal hayatın huzurunu ve güvenini tehdit eden, toplumsal hayatı olumsuz olarak
etkileyen, genel ahlâk kurallarıyla sınırlanmamış, bireysel özgürlüklerin alabildiğine
yaygınlaşarak hükümferma olduğu bir ülkenin önde gelen münevverlerinin gelecek
nesillerin mutlu ve nitelikli yetişebilmesi adına ciddi ciddi bu günden düşünmeye
başlaması, yarının büyüklerinin ilme, kültüre ve sanata değer vererek, birbirlerine
saygı duyan bireyler olarak yetişmesi adına ihmal edilmemesi gereken çok önemli,
millî bir vazife ve sorumluluktur.
64- Bir işin başlangıcındaki safiyane niyet o kadar önemlidir ki, ya o ameli ifsat eder, ya da
onu sevabı bol bir amel haline getirebilir.
65- Ahireti vaat ederek güzel ve genç kızları kandırıp, onları ehl-i dünyanın hayvani ve
şehvani kucaklarına terk etmek, çok zalimane bir davranıştır. Hem böyle bir işe sebep
olmak ve arkasından onların sorunlarıyla ilgilenmeyenler, Rabblerinden hiç
korkmazlar mı? Mazlumun ahından ve bedduasından sakınmazlar mı?
66- Gerçek hasta kimdir? Sen bilir misin? Şekeri, tansiyonu, baş ağrısı olan değil; asıl
haline acınılası hasta, kalben hasta olduğu halde, bir türlü bu hastalığının farkına
varamayan kimselerdir.

102
67- Yüce Allah(azze ve celle) bazen mü’min bir kulunun taşıyla; daha önce işledikleri
günahta birbirlerine ortaklık ederek, hak etmiş bulunan farklı iki kuluna o taşı isabet
ettirerek; ilahi adaleti daha dünyadayken tesis ettirebiliyor, ne harika.
68- Elleri birbiri üzerinde açık olarak duran ve bu şekilde yedi kat semaya kadar ulaşan
Allah katında dualarının geri çevrilmeye haya edildiği Salih, mukarreb ve çok evvah
olarak yarattığı kulları vardır. Anlayan, anlasın!
69- Dünyada hiçbir şey haksız olan bir adamın kendini savunmaya çalışmasından daha zor
olamaz; çünkü düşen, düşerken tutunacağı dalı seçme hakkından mahrum kalmıştır.
70- Neden Kur’an-ı Kerim’de isim olarak aklın yerine he kalbin kullanıldığını hiç
düşünmüyorsunuz? Kur’anın insan tasavvurunda acaba bu aklı doğru düşünmeye akl-ı
sevkeden selim kaplerin bir evsafı olmasından, bu sıfatın da nasıl kazanılıp,
kullanacağınızı bilememenizden dolayı mı kaynaklanıyor, tezekkür ve tefekkür
pencerelerini, tamamiyle gözünüze ve aklınıza kapayan.
71- Med-Cezir(gel-git) olayı: Ay’ın dünyayı daha fazla çekmesi, güneşin ise onun yarısı
kadar çekmesi; insanın Sonsuz Nur’u kazanabilmesi için rahmetinin gazabını iki kat
geçmesine ve yer yüzündeki varlıkların tümünün tıpkı makro alemde olduğu gibi
mikro alemde de aynı şekilde tezahür etmesi; evrendeki her bir parçacığın diğer
parçalarla etkileşim halinde olduğunu, aralarında fiziksel bir kuvvetin varlığını,
maalesef Newton kendi zamanındaki ilim seviyesi ve bunun için gerekli araç
gereçlerin icat edilememiş olması gibi nedenlerle belki henüz keşfedememişti; ama
büyük bir filozof olan Platon ondan önce “eros” kavramıyla, ve yine büyük bir İslâm
alimi olan İbn-i Sina da “ışq” adını verdiği olayda, bu hakikati ifade etmişlerdi. Hem
madem artık bu gerçekler artık bilimsel olarak da ispatlanarak kabul ediliyor; o halde
biz de yerle gök arasındaki kainatın yaratıldığı günden beri berdevam olan bu ayat-ı
tekviniyenin, küçültülmüş bir alem misâli, yeryüzüne nâib olarak yaratılan insana
açılan dikey pencereden yeryüzüne bakabilen, mutasavvıfların kolaylıkla müşahede
edebileceği bir doğruyu, alem-i ervahta verdiğimiz ilk söze sadık kalarak,
seslendirelim: Hem madem kâinattaki her madde, birbirleri arasındaki uzaklığa ve
kütlelerine bağlı olarak; gözle görünmese bile aklın idrak edebileceği fiziksel bir
kuvvetin varlığıyla, birbirlerini etkilemekte; o halde sen de kendi gönlünü Allah’a
bağla ki; Sırat’ıl Müstakiym’den saparak, ilahi sevgiden uzaklaşıp, tümüyle hâyırlardan
mahrum kaldığın için hayatının sonunda nihayetsiz bir pişmanlık ve elem duymayasın!
72- Arşa değme istadını yüreklerinde bulunduranların, ayakları altına omuzlarımızı
koymaktan şeref ve onur duyarız. Biz öyle hamallarız ki, dünyayı sırtımıza koysalar,
onun ağırlığınından dolayı of bile demeyiz!
73- Bir gün Hz.Muhammed Mustafa(sav ) otururken yanına Azrail(as) o ulular ulusunu
ziyarete geldi. Hazret, kardeş, binlerce yıldır bu iştesin, binlerce kişiyi canından ettin;
binlerce çocuğu yetim bıraktın; hiç kimseye acıdın mı? Hiç kimseye yüreğin acıdı mı
diye sordu. Azrail(as), Ya Resulullah dedi, bunca zaman içinde iki kişiye gönlüm yandı:
Bir gün bir gemi, denizin dalgalarına, suyun şiddetine dayanamadı, paramparça oldu,
gemidekiler boğuldu; yalnız gebe bir kadın, bir tahta parçasının üstüne tutunarak diri

103
kaldı. Kimi dalgalarla denizin dibine inmede, kimi yelin kuvvetiyle göğe ateş
saçmadaydı. Bu arada kadın çocuğunu doğurdu. Zahmetten kurtulup, çocuğuna baktı;
denizin suyu bile o çocuğun yüzünden arınmadaydı; o kadar güzeldi. Kadın, memesini
çocuğun ağzına verip onu emzirmek isterken, o kadının canını al, çocuğu da denizin
dalgaları arasına bırak diye ferman geldi. Kadının canını aldım; ama hüzünler
zindanından kaçıp, uçsuz-bucaksız denizin dalgaları arasında kalan o çaresiz çocuğa
acıdım. Bir de Ad oğlu Şeddad’a acıdım. Yıllarca bir bağ-bahçe, bir cennet yapmaya
uğraştı; bütün alemin malını sarfetti. Bağının ovası altındandı; salkımları incidendi,
misktendi; çakıl taşları değerli mücevherlerdendi; ağaçları mercandan, dalları
zümrüttendi; suyu içkiydi, toprağı Çin ahularının göbeklerinin kanı. Buharı misk kokar,
yelinden amber tüterdi. O bağ-bahçe tamamlanınca gidip seyretmeye, canına can
katmaya niyetlendi. Atından inerken, sağ ayağını özengiden çıkarmıştı, sol ayağı
henüz özengideydi ki bu mel’unun canını al, şu dinsizi attan aşağıya at diye ferman
geldi; canını aldım ama gönlümde yandı hani. Biçare bütün ömrünü ümitle geçirdi,
mevkı’ dalı tam meyve vermişti, gözü göremedi gitti. Tam bu konuşma sırasında
Cebrail(as) geldi ve Ya Muhammed(as) dedi: Tanrı’nın sana selamı var; buyuruyor ki:
Üstünlüğüme, ululuğuma andolsun ki, o uçsuz-bucaksız denizde, o sonsuz dalgalar
arasında, anasız olarak görüp gözettiğim; sonra da padişahlığa ulaştırdığım çocuk Ad
oğlu Şeddad’dı ; nimetlerime karşı küfranda bulundu; benlik bayrağını yüceltti;
akıllılara, kâfirlere mühlet verdiğimiz fakat ihmal etmediğimiz malum olsun diye onu
suyun azabından kurtardım.
74- Makbul olarak kabul edilmeye en lâyık dua; mutazarrır bir mazlumun acz ve fakr
içerisinde, ruhen terakki ederek kalbini her an sücûd üzere bulundurarak, mirac
makamında yaşayabilen iman ve Salih amel sahibi kimselerin dualarıdır.
75- Elmas ve incilerin ona lâyık olmayan boyunlarda taşınması; çok kıymetli olan o, elmas
ve incilerin değerlerinden herhangi bir şey eksiltmez.
76- Başkalarına vahyin diriltici soluklarını taşımak, insanlığa yapılabilecek en büyük
iyiliktir; fakat Allah’a teslim olan kimselerin bundan bir karşılık beklemesi müslümana
yakışmaz, yaptığı her şeyi emri bi’l mağruf ve nehy-i ani’l münker ekseninde sırf Allah
rızası için yapmalıdır. Buna mânî olmak için gösterilen tepkilerden dolayı yılmamalı ve
doğru bildiği yolda direnmeli ve ısrar etmelidir.
77- ‘Şahsiyet ise insanın kime ve neye karşı olursa olsun, körü körüne itaati reddettiği ve
aklın, ruhun üstün değerini kabul ettiği yerden başlar.(Habâbî)’ Müslümanın
şahsiyetin inandığı değerlere olan güveni, onda bir özgüvene dönüşür. Vahyin
oluşturmaya çalıştığı kimliğin özünde kardeşine karşı emniyet ve güven duygusu yer
alır. Kendi kendini bilen bir şahsiyet, sınırlarını da bilir. Dolayısıyla, meziyetlerini de
bilir. Kendi sınırlarını bilen, eşya karşısındaki yüceliğini bilir ve eşyaya kul olmaz; insan
karşısındaki denkliğini bilir ve kim olursa olsun hiç bir insana kul-köle olmaz. Tabi ki
Rabbi karşısındaki acziyetinin ve fakrının da farkındadır.

104
KALP İKLİMİNDE FETH-Î URÛC - X

1- Marifet topluluğu olan ariflerin aslı sudandır. İşte bu su temiz ve temizleyicidir.O


halde arife hem temiz olmak hem de temizleyici olmak düşer. Eğer, “Ariflerin temizi
ne demektir, temizlediği nedir? Diye sorarlarsa şöyle cevap ver: Arifler katında her
sözün üç ön yüzü, bir ardı vardır. Öyle olunca arif olmayanlar, bilmediklerinden dolayı
sözün ardını söylerler, mahçup olurlar. Ancak arifler, sözün ön yüzünü söylerler,
utanılacak şey söylemezler. Bundan dolayı suyun temiz olması demek, aynı zamanda
temizleyici olması demektir. Hangi kaba girerse o kap su gibi temiz olur. Hem de
kendisinden başka nesne ona benzemez, rengi bilinir ve hem de murdar olanı dışarı
bırakırlar. O halde, ariflerin temiz olması aynı zamanda temizleyici olması demektir.
Geri aslına döner, birikir. Ve hem arifler katında şirk murdardır. İçlerinde koymayıp
dışarı bırakırlar, böylece kendilerini arıtıp, temizlerler. O halde şöyle bilmek gerekir ki,
kendisini temizleyemeyen başkalarını da temizleyemez. Şu kadar ki şeriat sözüne
göre; elbiseye ve vücuda pislik değse su ile yıkanınca hem elbise hem de vücut temiz
olur. Hem cünüplüğünü giderir ve sonra abdestli olur. Zira yıkayıcı temiz olmayınca
yıkadığı nasıl temiz olsun? O halde şimdi, insan suya yaramalı, su abdeste yaramalı,
abdest namaza yaramalı. Allah’a ulaşmak için namaz lazım. Nitekim noksanlıklardan
münezzeh olan yüce olan buyurur: ‘ Her sıradan insan beni anmaya layık değildir. Her
vücut bana ibadet edemez. Her sıradan ibadet de benim marifetimi bilmeye yaramaz.
O halde ey azizim! Çok sakınmak lazımdır ki, insanın pis olmasının sebebi içinde
şeytan fiili bulundurmasıdır. Eğer inanmazsan bir kaba içki koy, ağzını sıkıca kapat ve
denizin içine bırak. O kabın dış kısmını günde on kez yıkasan kabın içindeki yine
içkidir, pistir. Yine bir kuyuya bir damla içki damlasa, o kuyunun suyunu bir defa
çıkarıp başka yere dökseler, o suyun dökldüğü yerde ot bitse ve o otu koyun yese
takva ehlinin sözüne göre o koyunun eti haramdır. Bunun haram olmasının sebebi
nedir? İçinde şeytan fiili ve şeytan suyu olmasındandır. Yüce Allah şöyle buyurmuştur:
‘ Ey iman edenler! Şarap, kumar, dikili taşlar(putlar), fal ve şans okları birer şeytan işi
pisliktir; bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz’(Maide,90). O halde, kuyuya bir
damla içki(şeytan suyu) damladığı için o suyun bitirdiği otu yiyen koyunun eti haram
oluyorsa vay sana ki, içinde: kin, haset, cimrilik, tamahkârlık, öfke, gıybet, kahkaha,
maskaralık ve bunca şeytan fiili olduğu halde suyla yıkanıp nasıl temizlenip
arınacaksın? Şöyle bil ki: Asla arınamazsın. Şimdi bu saydığımız sekiz türlü nesneden
birisi bir kişi de olsa; onun bütün ibadetleri boşa gider. Ve eğer bu sekiz nesnenin
hepsi birden bir kişi de olsa; o kimse mutlaka şeytandır. Hem zaten şeytanın şeytanlığı
bizzat bu sekiz türlü nesne ile belli olur. Bundan dolayı ey benim azizim! Arifin aslı
sudandır; içinde murdar bir şey barınamaz. Ayrıca suyun aslı yeşil mücevherdendir.
Mücevherin aslı Allah’ın kudretindendir. Bundan dolayıdır ki arifleri yüce Allah sever.
Çünkü onların aslı O’ndandır. Aslın kendinden geldiği aslını sevmesine şaşılmaz.
İnşaallah bundan başka, arifleri, kişi kendi nefsini bildiği yerde hatırlatırız. Yine
bilmektir ki, ariflerin ibadeti hem tefekkürdür, hem de dünya ve ahreti terk etmektir.
Bunların yanında birilerinin kendilerine nazar edip, onlardan velayet beklemektir. Ve
hem de arifler içinde bulundukları hallerini bütün varlığa değişirler; bundan da kötü
bir endişeye kapılmazlar. Bunların dahi durumları bu kadardır.(Hacı Bektaş-ı Velî,
Makâlât)

105
2- Hayatlarının özellikle gençlik dönemlerinde, his ve hevalarına uyarak kadınlara tabii
olanlar; câmîde onlarla birlikte aynı safta durup, kıbleye ters dönen bir adamın haline
benzer ki, bu şaşkın adam onlarla aynı safta namaza durmayı dinin emri gereği hoş
karşılamazken, şeytanın hile ve aldatmalarına kanarak, onların iğfallerine mağlup
olduğundan, aslında hemcinslerine uymakla öz kıblesini kaybettiğini maalesef fark
edemez, şehvetlerine uyarak kadınların Kâbe’sine dönen kimselerin, her ne olursa
olsun ehl-i din tarafından kınanmayı daha önce göze almış olmaları gerekirdi.
Nebilere, evliyalara ve onların yolunda gitmeye gayret gösterenlere olan aşırı
muhabbeti ve İslam’ın güzelliklerini, içselleştirerek, kendilerine mâl etme hususunda
ki harisiyetleri had safhada olanların; ispat-ı sevgi yerine istiğfar dilemeleri, yapılması
gereken daha doğru bir davranıştır. Her ne kadar kendileri art niyetli olmayarak
hareket etseler bile, başkaları tarafından nasıl anlaşıldıklarına ve hareketlerinin nasıl
yorumlandığına pek ehemmiyet vermediklerinden; bir takım haksız, yersiz, yalan ve
uydurma iftiralara maruz kalsalar bile, onlara düşen zalim peşinde ömürlerini
tüketmek değil, kaderlerine rıza göstererek, zaman en iyi müfessirdir fehvasınca,
meselenin hallini zamana bırakmaları, cemiyete madden ve manen faydalı bir insan
olmaya çalışmaları, bu anlaşılamama krizinden herkesin bir şeyler kaybederek
çıkmaması için, en onurluca çözümün, tek doğru yol ve kulpu sulh ve selamete açılan
tek çıkar kapı bu gibi gözükmektedir. Elhamdülillahi ala dini’l İslam ve kemâli iman!
3- Muhasibi gibi dedim ki: Ya Rabbi! Kulların tam mü’min olmuyor. Dedi ki: Onlar bunu
yapmıyorlar diye neredeyse kendine kıyacaksın, baksana sen ehl-i kitabı İslâmla
şereflerini aşkla-şevkle arzulayıp dururken, onlar da senin tam Müslüman olmanı
talep ediyorlar. Hangisinin önce hangisinin daha sonra geldiğini Ben size bildirmemiş
miydim de sürekli birbirinizle çekişip durdunuz?
4- İman sahibi kimselerden daha fazla mümince hareketi bekleyenler, yalnız; saf, halis ve
Salih olan diğer mü’min kardeşleridir.
5- Hayatlarında hiç mağlup olmayanların, ilk defa mağlubiyeti hissettikleri bir anda, galib
olana karşı verebilecekleri ölçüsüz tepkinin şiddetinden ve şerrinden sakınmak
gerekir.
6- Şeref ve namusu aynı cümle içerisinde anıp, bunların birbirleriyle olan ilgisini ve
bağlantısını düşünmeyenler, onurlarını da muhafaza edemezler.
7- Kendileri için değil, başkaları için yaşayabilen, aşkın bir tasavvura sahip olan insanların
kibir ve bencilliğe düşme korkuları da olmaz.
8- Hz.İbrahim(as) kadar şefkat ve merhamet gösteremeyenler, onun Hz.Lut’un tercihini
kendi nefsine sadece isar hasretinin bir gereği olarak mı yoksa Salih mü’min ve
Muhsinlere has çok özel bir vasıf olarak mı kullandığının ayrımını yapamayanlar, onun
çocuklarına rehber ve muallim olmayı da hak etmediklerini, itiraf etmiş olurlar.
9- Uğradığın her haksızlık, daha önce yapmış olduğun zulümlerin bir neticesidir. Bu
böyledir ancak ilahi adaletin kılıcı olan zalimin, bundan dolayı kendini aklayıp,
paklayarak temize çıkarmaya da hiçbir zaman hakkı yoktur. Zalimler zaten yüce
Allah’tan ve ahiretten korkmadıkları için, onların kirli yüz ve yüreklerini Hakk’ın
hatırını ali tutan İlyas(as) vari, dili zikir kokan kullar tarafından gün ışığına
çıkartılacaktır; çünkü karakteri itibariyle hakikat bütün engelleri yener, alteder: ‘Vincit
omnia Veritas’
10- Ah şu kadınlar, ne olurdu sanki yaratılan her şeye karşı gösterdikleri şefkat ve
merhamet kadar akıllarını da yararlı ve faydalı bilgilere de ilgi göstererek

106
doldurabilselerdi, işte o zaman erkekleri cezbetmek için akla hayale gelmedik, garip
davranışlar sergilemekten kurtulacak, bundan uzak kalabileceklerdi.
11- Kendi gözlerindeki merteği göremeyenlerin, kardeşlerinin gözündeki çapağa
takılanlar, sevap ve hayrı sadece kendilerine hasretmeleri hususunda o kadar hırs ve
hasaret gösterirler ki sanki rahmet ve lütuf hazineleri kendi ellerindeymiş gibi gufran
ve mağfiret ayında dahi nasıl olup da tövbe ederek günahkâr insanların bundan
arınarak, analarından doğdukları günkü kadar temiz olabileceklerini, adl-i ilahiye
münafi gördüklerinden bir türlü akıllarına sığdıramazlar ve iyiliklerini başkalarıyla
paylaşmaya yanaşmaktan da imtina eden hasis ve bahillerdir.
12- Yürürken canlılara hayat veren suyu hatırlatan ve aynı canlıda avlarını birkaç dakika
içinde felç eden zehri cem ederek, çıyanın içinde birleştirdikten sonra, bunu bizlere
keşfettiren hakim olan keşşafa ve kudreti sonsuza sonsuz hamd-ü senalar olsun.
13- İyilere karşı en sert ve kuvvetli muhalefet kötülerden değil, yine iyilerden gelir, çünkü
eğer anlaşarak, ortak paydalarda ittifak edebilselerdi, sürtünme kuvvetinin etkisi gibi
birbirlerinin hızını kesmek yerine birbirlerine ivme katacaklardı. Eğer böyle
olabilseydi, kötülük zaten topluma hakim olamayacaktı.
14- Nerede günahkârlar, günahlarının ağırlığıyla kalbi kırılmış kullar, bekletilmiş üzüm
suyuyla sarhoş olanlar, nasıl düşünmesi gerektiğini bilemediği için beynindeki sinir
hücrelerini uyarabilmek için uyuşturucu madde müptezelleri, hakikatin peşinden
koşmanın lezzetini tadamadıkları için his ve hevasının peşinde koşarak ömrünü boşa
geçiren müsrif zinakârlar. Nerelerdesiniz, herkes sizden kaçarken ben sizi arıyorum,
çünkü manevi hastalıklarınızın reçetesi benim yüreğimde, ben de sizin gibi hayat
denen bir uçurumdan düştüm fakat ne hikmettir bilinmez, daha dünyadayken sanki
cennet bahçelerinden bir bahçeye düştüm, bu yüzden bana siz lazımsınız, şimdi gelin
yanıma aradığınız her şey var benim gönül bahçemde, hiç günah işlememişçesine
iyilik pazarlayıp, sevap satanlarla oturup, kalkmaktan, onların dilleriyle sohbet edip,
elleriyle inkâr ettiği masallardan artık bıktık usandık. Nefsine karşı suç işleyenleri
arıyorum, onları bulup getirin bana, elimdeki mücevherlerin kıymetini bir bilselerdi,
terk ederlerdi içinde bulundukları hallerin tümünü ve bırakırlardı ardısıra takip
ettikleri malayani işlerin her birini, onlarla birlikte ülfet ve ünsiyet etmeyi kibir sahibi,
ikiyüzlü ve dindar geçindikleri halde ham softa, kara yobazlarla birlikte bulunmaya
gerçekten yeğlerim.
15- İnsanların üzerlerine konarak, parazit gibi yiyecek ve temizlik ihtiyacını giderdikten
sonra onlardan tamamen ayrılan, bal kasesinin etrafında bir lokma aşırmak için dönüp
duran sinekler gibi olmayınız. İnsanların cömertliklerine ve ihsanına karşı
yapabiliyorsanız aynı şekliyle, yapamıyorsanız güzel sözlerle onları memnun etmeye
çalışınız. Arkadaşlık ve dostluğunuzu onlardan kesmeyiniz.
16- Bir demir parçası, kendisinde mıknatıslanma özelliği bulunan kuvvetli bir mıknatısla
temas ederek, birbirlerine sürtünmezse eğer, mıknatıslanma özelliğini kazanamaz.
Aynen bunun gibi de kendisine dost olarak Salih arkadaşlar seçmeyenler onlardaki
cömertlik, fedakarlık, yardımlaşma gibi hasletleri kazanarak, onlardan istifade
edemezler.
17- İki cisim arasındaki sürtünme eğer zıt yönde ise bu hareket eden iki cisme de
yavaşlatıcı bir etkide bulunur. Birbirine bir iple bağlı olarak hareket halinde olan
cisimlerin hızlarını ivmesi en yüksek olanın hızına bağlı olarak artırması beklenir.
Aynen bunun gibi de birbirlerine manevi bir bağla bağlı olanların, birbirlerine destek
olmak suretiyle, yolda takılıp kalmaların, dökülmelerin önüne ancak böyle geçilmesi

107
mümkün olabilir.Aynı zamanda aynı duygu ve düşünceyi paylaşarak aynı hedefe
odaklanan kimselerin; birbirlerinin aşk ve şevkini artırarak, birbirlerinin ivmesini
artırmaları beklenirdi.
18- Nedir bu yazdığınız kitaplar, Allah’ın kitabının yanında bir kitap daha mı yazmak
istiyorsunuz, mümkündür ki böyle yapmanıza Allah gazap eder ve bir gece de hepsini
yukarıya kaldırır ve içinden yazısı silinir, sadece Allah’ın kendisinde hayır murad ettiği
kimselerin kalbi üzerine Lailahe illallah kelimesinin manası bırakıverir.(Hadis)
19- Yasal olmayan işler yapanlar bir gün gelir çiğnedikleri yasalar gibi kendileri de ayaklar
altında kalarak, çiğnenmeye mahkûm olurlar.
20- İmamesi olmayan tesbih tanelerinin birer birer etrafa saçılması gibi, ümmeti
oluşturan ülkelerin de her biri farklı bir yol ve sevda tutturarak, çil çil dünyanın her
tarafına dağılmış olmasının başlıca sebepleri; müşterek ortak paydalar belirlenerek,
Müslümanların ortak çıkarları tespit edebilecek mekanizmalar büyük güçler ne der
korkusuyla tesis edilemediği için, ümmetin önde gelen alîmleri tarafından karara
bağlanabilecek, ortak hedeflere ulaşabilmek gayesiyle gösterilecek çalışmalarının hep
birlikte planlanıp, dünyanın dört bir yanındaki Müslümanların acil ihtiyaçları
doğrultusunda öncelik sıralamalarının tespit edilip, aksiyona geçilebilmesi için, İslam
Birliği’nin devreye girmesi ve ümmeti üzen elim facialar meydana gelmeden evvel
devreye sokulabilecek stratejik merkezlerin oluşturularak, onlara işlerlik
kazandırılabilmesi için gerekli malî ve siyasi açılımların yapılması; ilk etapta ümmet
bilincinin oluşturulması adına atılması gereken, hayati adımlar olarak düşünülmelidir.
21- Bir ülkenin güvenlik güçleri vatanı ve bayrağı sevdikleri kadar halkı ve halkın kutsal
değerlerini de sevip bunlara saygı göstermedikçe, o ülkede toplumsal barış ve
huzurun tesis edilerek, ülkenin her alanda gelişebilmesi, ulaşılmak istenen refah ve
ortak değerler etrafından güçlü sinerji eksenleri oluşturulabilmesi asla söz konusu
olamaz.
22- Sedef kabuğu içindeki incinin kendini en güzel şekilde muhafaza etmesi gibi kalplerini
de dünyanın her türlü istek ve arzularından arındırarak, emaneti sahibine kirletmeden
verebilmek için kalplerini muhafaza edebilenler, dünyanın fani ve eksik yüzünden de
selamette kalabilmeyi başarabilenlerdir.
23- Erkekleri ve kadınları Allah’ın yarattığı birer mahlûk olarak görüp, aralarındaki cinsiyet
ayrımını ortadan kaldırarak onlara muamele de bulunabilmek, nefsini arındırarak;
kötülüklerden kurtulmakla ancak mümkün olabilir.
24- İnsanlar sahip oldukları fikir ve ideallere göre değil kıyafet ve davranışlarına göre
değerlendirilirler. Her ne kadar cahilce bir tutum olarak görünse bile zahirin
hükmünün kıymet ifade ettiği, başkalarının nazarında önemli bir yer işgal etmektedir.
İnsanın başlangıçta çok zalim ve çok cahil yaratıldığın farkına varamayarak, bu
eksikliklerini gidermek için, zaman ayırıp çalışmamaları da zahire takılıp kalarak, bir
adım ötesi olan batına geçememelerinde ki en büyük etkendir.
25- Kendini manevi bir yola kaptırarak onda ifna olana sataşma, çünkü o şahsı lekelemeye
çalışırken, yok olduğu şeyi lekelemeye ve kirletmeye çalışmış olursun ki, fıtraten temiz
olarak yaratılanı karalamaya da senin gücün yetmez. Sen kim oluyorsun ki; haddini
bilmiyor, Allah’ın dost olarak kendine seçtikleriyle mücadeleyi göze alabiliyor, bilerek
ya da bilmeyerek Allah’ın sevdiklerini incitmek suretiyle, O’na harp açıyor, kendi
nefsine ve gururuna yenilerek, aklını devreden çıkarıp, açıkça kendi nefsine
zulmetmekten çekinmiyorsun? Peki Rabbin’den de mi hiç kork muyorsun?

108
26- ‘İman hem nurdur hem kuvvettir. Hakiki imanı elde eden adam kainata meydan
okuyabilir.’ Dışarıya karşı dimdik ve tavizsiz olarak davranabilenler, iç bütünlüğünü
sağlayarak kemâle erebilenlerdir.
27- Akılları Kur’an’ın kuşatıcı mesajıyla buluşturmak için, aklı örten tüm perdelerden, ön
yargılardan, kavmiyetçilikten, cemaatçilikten uzaklaşarak, maddi ve manevi açıdan
sağlıklı nesiller yetiştirebilmek için kendi gündemimizi belirleyebildiğimiz bir
toplumsal ortam oluşturulmalı ve düşünen beyinleri halkla buluşturularak, yaşayan
Kur’an’ın günün koşullarına göre tefsir edilmesi ve her konuda manevi aydınların
millete önderlik ve kılavuzluk yapmaları sağlanmalıdır.
28- İnsanlarla ülfet etmek isteyenler, onlardan gelen sıkıntılara katlanmayı göze almak
zorundadırlar.
29- Senden sadır olan eziyete kim katlanıyorsa, işte senin gerçek dostun onlardır.
30- Haklı bir mazareti redderek, keyfi hareket etme özgürlüğünü kendilerinde görenler,
duymak istemedikleri sözü işitmekten kurtulamazlar.
31- Allah katındaki makbuliyetini idrak edemediğin hiç kimseyi hor ve hakir görerek,
aşağılama, çünkü onun ahının etkisi çok şedidtir. Mazlumun duası ise can yakıcı bir
azabı pek tez olarak, mütekebbirlerin üzerine gönderiverir.
32- Ben hak olanı haykıran bir işaret fişeğiyim gökyüzünde yükselen ve alçalan
yıldızlardan insanlığa haber veren; ancak buna herkes tahammül edemez. Ve
yaşatıldığının farkında olanlar da şuna hakkel yakin şahittir ki: ‘Kader Adalet Eder Ama
Asla Zulmetmez!’
33- Sahip oldukları cömertçe toplumla paylaşabilmelerine rağmen iş, sahip oldukları
dünyalıkları onlarla paylaşmaya gelince bahilleşenler; saygı ve sevgi bekledikleri
nazarlardan kin ve hasedle karşılaşmaktan hiç haz etmeseler de kurtulamazlar. Bu
onların dünyada buldukları karşılıkları, yaptıklarının ahretteki karşılığına gelince;
mallarındaki hasislikleri ölçüsünde dinlerinin noksanlaştığını orada acıyla müşahede
edecek olmaları.
34- İnsan kendi sorumluluklarının farkında olduğu ölçüde başkalarının sorumluluklarıyla
ilgilenmelidir. Yoksa beşeri ilişkiler arasında telafisi çok zor problemler baş
gösterebilir.
35- Düşünürken aklını yitirmiş deli ve şizofren ilan edilmiş adamlar nerede? Bana siz
lazımsınız, içine düştüğüm bu vahşi ormanda; işlerine gelmediği vakit, bir zamanlar el
üstünde tuttuklarını, binbir iftira ile yaftalamak ve dangalamak için yarışanlar;
acımasızların arasında kaldığı için hakkını savunmaya kalkışana ölümün hatırlatılması
karşısında, vahşi hayvanlar bile bu davranışı sergileyenlerden daha akıllı ve dürüst,
birbirlerinin hakkını daha fazla gözeterek yaşıyor.
36- İnsan başkasının akıbetinden endişe ettiği kadar kendi akıbetinden endişe etmediği
müddetçe kemale ermiştir denemez.
37- Başkasına maddi anlamda bir faydan yoksa, onlar arasında saygı ve sevgi görerek
yaşamaya da hakkın yoktur diyebilenler; insanlıklarını ticari bir meta haline getirerek,
en önemli sermayeleri olan kişiliklerinden harcadıklarının da farına varamazlar.
38- Niyet öyle bir sırlı iksirdir ki bazen birinin sevabını alarak, onun bu davranışına su-i zan
besleyen başka birinin sırtına günah olarak yükleyiverir.
39- Câmî’de birlikte omuz omuza vererek cemaatle namaz kılan Müslümanların
birbirlerine destek olmaları, camiden çıkınca birbirlerini tanımamazlıktan gelmeleri
bencillikten öte, büyük bir gaflet ve ümmetin kalesinin surları etrafında bu ihmalden
ötürü açılan büyük gediklerden sızan düşman askerlerinin İslam’ın şeairine ve şahs-ı

109
maneviyesine verdiği zarar ölçüsünde cezaya müstehak olması ve ayrılık fitnesinin
topluma verdiği acıyı göğüsleyememe gafletini düşünememenin Müslümanları içine
düşürmüş olduğu durum karşısında; gözü yaşlı, kalbi kırık örtülü genç kızların göz
yaşları karşısında hissedilen çaresizliğin ve acizliğin ifadesinin kelimelere sığmayışı.
40- Allah için dünyayı talim edenin kıymeti ölçülemez.
41- Şeytandan başka düşmanı olmayan, yalnız Allah’tan başkasından korkmayan kâmil
müminlerdir.
42- İbn’ül vakt tahtının sultanları hesap yapmaz; sadece yapmaları gereken şeyi yaparlar.
Bunun sonucunda ise ya şehit olurlar ya da gazi olarak yaşamaya devam ederler.
43- Yüce bir makamdan kula akan vâridât ve kalbe gelen ilhâmât; kişinin o andaki sahip
olduğu bilgiyle uygunluk göstererek değişebilir, ilahi mevhibeler herkesin kabının
büyüklüğünden bağımsız olmayarak gelir. Böylece denilebilir ki; ruhani ve zevkî haller
aynı konularda olsa dahi kişiden kişiye göre değişiklik arz edebilir.
44- İnsanlara çok fazla nimet ve ihsanda bulunarak onları sehavetinizle ezmeyiniz. Çünkü
ademoğlu cibilliyeti icabı, kendisine aşırı olarak ihsanda bulunan kimselere karşı
haddinden fazla muhabbet besleyerek, bunu yapanları farkında olmadan -Allah
muhafaza- ilah olarak ittihaz edebilir.
45- Bir anlık nefsinin arzularına mağlup olmuş birinin, göstermiş olduğu cehd ve gayreti
yok sayarak tüm zamanını tıpkı bir tavşanmış gibi his ve hevasının peşinde geçirdiğini
varsaymak; şöyle bir adamın haline benzer ki geceleyin yatarken uçkurunu çözüp,
kalkınca bağlamayı unuttuğundan aklı fikri ona takılı kalan bir adamın; kendini bu
düşünceden kurtaramadığı için, ondan başka bir şeyi düşünemeyen, zavallı bir
meczubun haline benzer.
46- Kendini tanımayan gerektiği gibi hizmet edemez. Kendi tanıyansa Rabbinden
başkasına hizmet edecek başka bir makam bulamaz.
47- Tek boyutlu olarak bakıp, düşünen insanların; iç ve dış gözlükleriyle mücehhez olarak
meselelere bakabilen kimselerin de aralarında bulunabileceği ihtimalini asla
akıllarından çıkarmaması gerekir.
48- Bir hakkı gururu ve nefsi sebebiyle Allah’ın mağfiretine güvenerek geri sahibine iade
etmeyerek, kul hakkına göz yummak acı bir gaflet ve cehalet örneğidir.
49- Kıblesi yemekhane olanın varacağı yerin tuvalet olması gibi niyeti ve bakış terazisi
kaymış olanın da isabetli kararlar alarak, doğru bir icraat yapması da mümkün
değildir.
50- Hayat bir bütündür. Fani dünya ve ahiret olarak parçalanması insanı tehlikeli sulara
taşıyabileceği için boğulma riski fazlasıyla mevcut olan bir alandır. Lâkin dünyada dahi
cennet hayatı yaşayabilmek isteyenlerin; huzurun ve mutluluğun gerçek kaynağını
bulmak için araştırıcı olmaları gerekir. Huzur ve mutluluğun kaynağı ise insanın
kendini ve içinde bulunduğu vahyin ışığı altında doğru okuyabilmesi ve isabetli
yorumlayabilmesiyle alâkalı bir konudur. Akıl ve mantık süzgecini günahların
tıkamadığı herkes; eğer bu sorunun yanıtını bulabilmek için samimi bir gayret
içindeyse; er ya da geç böylelerinin sadrı Kur’ana açılacak ve gerçek huzur ve
mutluluğu, her şeyin anlamını İslâmiyet’te bulacaklardır.
51- Takdir ve saygı bekledikleri nazarlardan sürekli tekdir gören ve azar işiten kadınların;
layık olmadıkları bir davranışı kendilerine reva gören kocalarından intikam alabilmek
için, ebedi hayatlarını zehirlemeyi göze alarak, kocalarını aldatmak için bunu bir
bahane olarak görebilmelerindeki cehaletin büyüklüğünü tarif etmenin imkansızlığı.

110
52- Okuyarak tasdik etmekle, yaşadıktan sonra görerek tasdik etmek arasında yedi kat
yerle, yedi kat gök arasındaki mesafe kadar, büyük bir fark vardır.
53- Sen Rabbi’nin sana verdiği beş duyu organını Onun hizmetine tahsis etme de cömert
davranabilirsen, O(cc) da senin avucuna hikmet incilerini saçmada, daha önce
Hızır(as)’a ilmi ledünnî verdiği gibi, senin sehavetinden çok daha fazla sana karşı
cömert davranır.
54- ‘Helâk olsun, altın ve gümüş yığma peşinde koşarak ömürlerini tüketirken; kendilerini
yaratan yüce Zat’ın zikrini unutanlara, Onun(cc) nimetleriyle hesapsız rızıklandıkları
halde şükrü unutanlara, Saliha bir kadınla yetinmeyerek, zinaya yaklaşanlara.(Hadis
Meali)’
55- Alimin zekatı; ilmini başkalarıyla paylaşmak, midenin zekatı; oruç tutmak, Ramazan
orucunun zekatı; fitre vermek, fakirliğin zekatı; sabırlı ve itaatkâr olmak, zenginliğin
zekatı; hacca gitmek ve sadaka vermek, namazın zekatı; tadil-i erkana riayet etmek,
çalışmanın zekatı; işinin hakkını vermek, amelin zekatı; halisane niyet etmek, hakkın
zekatı; denizin dibine bile kaçsa onun peşinden gitmek, zamanın zekatı; malayani
işlerden yüz çevirmek, adaletin zekatı; geciktirilmesine izin vermeden tez vermek,
Kur’anın zekatı; doğru anlayabilmek için kılı kırk yararcasına teemmül, tezekkür,
tefekkür ve teşekkür etmesini bilerek okumak, ümmeti Muhammed’in zekatı;
Onun(sav) sünnetine eksiksiz ittiba etmek, sözün zekatı; tatlı olarak hayrı konuşmak,
gözün zekatı; kâinat kitabını okurken harama nazar etmemek, dilin zekatı; hakkı
beyan ederken yalan söylememek, kulağın zekatı; sohbet-i cananı dinlemek, ayağın
zekatı; istikâmet üzere olarak sırat-ıl müstakim üzere yürümek, kalbin zekatı;
nurlanmak, aklın zekatı; basirete ve ferasete sahip olmak, bedenin zekatı; rızık için
çalışmak, mü’minin zekatı; isar hasletine sahip olmak, akrabanın zekatı; ziyaret
etmek, evin zekatı; misafir kabul etmek, nutfenin zekatı; helalinden başkasına
dökülmemek, cihadın zekatı; yaşarken şahitlik etmek veya şahadet şerbetini kanla
içmek, caminin zekatı; nafile namaz kılmak, abdestin zekatı; uzuvları yıkarken abdest
dualarını etmek, yemeğin zekatı; besmele çekerek ona başlayıp, bu nimetleri bize
veren Rabbimize karşı şükretmek, hayatın zekatı; emri bil mağruf(iyiliği emredip) ve
nehyi anil münker(kötülüğü yasaklamak) yapmak; dinin zekatı; onun çizdiği dairedeki
emir ve yasaklara uymak, uykunun zekatı; gafleti izale etmek, aşkın zekatı; vuslata
ermek, kemâlin zekatı; helmin mezid diyebilmek, namusun zekatı; hoşlansa da
başkasının helaline(zinaya) yaklaşmamak, onur ve şerefin zekatı; İslam’ı kabul etmek,
iradenin zekatı; helal ve haramı bilerek sınırları aşmamaktır ve nihayet çoğunun
bilmesine rağmen yapamadığı, malının zekatı; kırkta birini yoksula ve muhtaca sırf
Allah rızası için verebilmektir.
56- İnsan psikolojisi bir suçla itham edildiğinde, otomatik olarak savunma mekanizmasını
devreye sokar, ya konuyla hiç alakası bulunmasa bile karşısındakinin eksik gördüğü
alanlarını dillendirmeye ya da kendisine yapılan ithamın doğru olmadığını ispatlamak
için konuyla uzaktan alakası olsa bile, çok uç bir örneği vererek, vaziyeti kurtarmaya
meyilli olarak yaratılmıştır, ancak iki yolda dengeyi yakalamayan, sürekli ifrat ve tefrit
arasında salınımlar yapanların dengeden uzak olarak, tutunacakları birer dal olarak
teberküz etmekteler.
57- Bana dersen ne zaman Allah’ı buldun? Derim ki: Hakk için yaşamaya karar verdiğim
gün Hakk’ı buldum.
58- Hz.İsa(as) der ki: İnsanların ayıp ve kusurlarını araştırmayınız. Eğer illa da bunu
yapacaksınız sakın sizin de bir kul olduğunuzu aklınızdan çıkarmayınız.

111
59- Müziğin dinleyicilere sağladığı yüksek motivasyon ve insanlara kattığı yaşama sevinci.
Hassas kimseler için müziğin ruh üzerindeki etkisi; güneşin kar üzerindeki etkisi
gibidir.
60- Doğru muhakeme edemeyen; iradesinin hakkını da düzgün verebilmesi beklenemez.
61- Engellemeye gücü yettiği halde, bir zulme mani olmamak, o zulmü işlemek gibidir.
62- Kimisinin kalbi doğuştan pamuk gibi, kimisininki de demir gibi serttir. Demir gibi bir
kalbe sahip olan zikri cehri ve kalbiyle onu ateş altında oruç topuzuyla tam kıvamına
gelene kadar döverek yumuşatmalıdır, ardından da içine şefkat ve merhamet katarak
hassaslaştırıp, rikkat sahibi yapabilmek için gece-gündüz çalışmalı ve son olarak da
insanlardan uzaklaşarak, nefsini inziva halinde tefekküre alıştırmalıdır.
63- Her zaman başkalarının ne düşüneceğini ve nasıl davranacağını, düşünerek
hareketlerini onlara göre belirlemek, insanları ikiyüzlü yapar.
64- Zaman zaman insanlar farkında olmadan, iki yüzlü davransalar bile, hiç kimsenin
kendilerine iki yüzlü davranmasını istemezler, herkesten içtenlik ve samimiyet
beklerler.
65- Aşk sevgilinin adını maşukun diline düşürmeden, gönül akılla gerdeğe girmeden, fikir
yelkeni tefekkür denizine açılmadan, henüz mâlûmât ilim ışığıyla yoğrulmadan, ilim
altın ve elmas kadar kıymetli sayılmadan, ben böyle bir zamanda ne desem boş.
66- Kur’anın ilk emri Oku’yu şöyle tefsir etmek gerekir: Arınarak özüne dön; çünkü eğer
kendine dönersen; atan Adem(as) gibi yalnız başına orada otururken bulacaksın
özündeki cevheri.
67- Bir bahçede güzel bir çiçekle karşılaşmışsan eğer; bir bal arısı hassasiyetiyle çiçekler
arasında dolaşmaya, onların kokularını takip etmeye devam et; çünkü kokusu ve
tadıyla cennet taamlarından birini insanlığın hizmetine sunmak için karşılaştığın her
güzellikten nefsine çıkaracağın bir pay olmalı ki, el uzatmadığın tek bir mahzun gönül
yeryüzünde himmetinin dışında kalmasın.
68- İlmi ledünni öğrenmek için başkasından yardım isteyen kimse; kilidini bulamadığın
avucundaki anahtara dikkat et, kalbinin kapısını açacak olan; o anahtar seni, göklerin
melekûtuna kabul ettirecek, ruh ve kalbin derece-i hayatında sülûk ettirecek, ve
gözlerinin önündeki perdeyi yavaşça kaldıracak, böylece her şeyin hakîkatini bulmuş
olacaksın.
69- İlahi vahyin nuruyla aydınlanmayan hiçbir akıl; kaptanı olduğu gemiyi fırtınalı ve
dağdağalı bir deniz olan şu dünya haytından sahil-i selamete çıkarmaya, hiçbir fikir ve
akıl yürütmesi yeterli olmayacaktır.
70- Nasırlı eller emeğin ve çalışmanın bir nişanesi olurken, insanın aklını hayır için
kullandığının ve ideallerinin nişanesi nerede?
71- İnsanları en kuvvetli şekilde birbirine bağlayan yegane şey aşkın olan, ilahi sevgiye en
yakın olduğu için aşk adını alan, çok güçlü olan sevgi bağıdır. Bu sevgi en çok
karşılıksız vermeyi ahlâk edinen annelerin; hayatın ağır tarafına omuz vermek
suretiyle, cennetin kapısının ayaklarının altına saklanmasındaki dünya ahiret dengesi.
72- Aynı idealleri gerçekleştirebilmek için bir araya gelen insanların oluşturduğu topluluğa
cemaat denir. Cemaatin olduğu bir yerde, gösterilen cehd ve gayretler de rıza-i ilahiye
muvafık düşüyorsa, Allah-ü Teala’nın bereket eli onlarla birliktedir. Ancak cemaati
oluşturan bireyler; her konuda doğru ve adaletli olanı bulamayabilirler, böyle bir
durumda hakkın tarafında bulunan her kimse, hakkın hatırının âlî olmasından dolayı,
Hz.İbrahim(as) gibi tek başına dahi kalsa bir kişi, o cemaati teşkil eder, karşısındaki
grup, bir topluluk dahi olsa, herhangi bir mevzuda haksızlık onlarla birlikte

112
bulunamayacağından, bu şartlar altında topluluk hükmünü kaybederek, akıllarını bir
kişiye bağladıklarından dolayı tek kişi hükmündedir, buna karşılık mazlum olan birisi
eğer haklıysa dışlanarak zahiren mağlup görünse bile hükmen galiptir ve ilahi
rahmetin ve kuvvetin mazharıdır; ancak burada gözden kaçırılmaması gereken husus;
haksızlığın kabul edilip/edilmemesi oluşturmalı, pire için yorgan yakılmamalı, yanlışlar
bütün bir topluluğa maledilmeden, yanlışı yapanlarla mücadele etmek, esas
tutulmalıdır.
73- Allah-ü Teala sıddık olarak seçip, kaydettiği kullarına; başkasının kalbinden geçenleri
bildirir. Bir kişi ise doğru söyleyip, doğrulukla meşgul olduğu sürece bu mertebeye
çıkabilir. Ancak şu da asla unutulmamalıdır ki; Allah dilediğine bu makamı verir, bu
mertebeyi her isteyene değil.
74- Alev alasıya dek, insanların enerji ve samimiyetleri hakkında fikir sahibi olabilmeleri
için altı saniyelik kısa bir sürenin yeterli olduğu araştırmalar neticesinde ortaya
çıkmıştır. Buna rağmen kısa bir sürede aşırı öfkelenenlerinin, sert bir mizaca sahip
olmaları nedeniyle, kimseyle kolay kolay geçinememeleri. Huysuz ve katı mizaçlı
olmaları, birlikte çalışmaya yatkın olmadıklarından, cemiyet hayatında ve her türlü
hayırdan da yoksun olarak, yalnızlaşarak hayatta tek başlarına kalakalmaları.
75- Bir kişinin, kendi nefsine hüsn-ü zann ettiği kadar, mü’min kardeşinden bu devleti
esirgeyerek, ona karşı art niyet taşıması günah olarak kendisine yeter.
76- Algılama bozukluklarına yaygın olarak sebep olan olayların başında, sanki ülkemizde
alanında yetkin hiç uzman kalmamışcasına, görsel ve yazılı medyada sürekli aynı
kişilerin her konu hakkındaki görüşlerine çok büyük bir kıymet-i harbiye atfederek,
belirli bir kesimin ideolojilerini yansıtmak amacıyla her konuda onlara mikrofon
uzatmak, toplumun zekâ seviyesine hakaret etmenin yanında, aynı zamanda bir nevi
laf-u güzaftır da. Çünkü düşünceleriyle halkı yönlendirmeye çalışan aydınların
geçmişte savundukları kişisel fikirlerine, ne derece de namus gözüyle
bakıp/bakmadıklarının çetelesini okuyucular çok daha doğru ve dürüst olarak yapıp,
notunu vermektedir.
77- Devamlı olarak insan iki tür manyetik alanın etkisi altındadır; birincisi rahmani ihsan
ve ikramların tecellileri, ikincisi ise şeytani vesvese ve havatırların şiddetli taarruzları
altındadır. Kişi bireysel çıkarlarından ve dünyevi hırs ve arzulardan yüz çevirdiği
oranda Rabbine yaklaşırken, nefsinin ve dünyaya dair uzun emellerinin peşinden
koştuğu sürece, yapılan her işi ifsat edebilmek için onu adım adım sürekli takip eden
bir şeytan peşi sıra bu kimsenin ardından gelmemiş olsun.

113
KALP İKLİMİNDE FETH-Î URÛC - XI

1- Günde beş defa ilahi huzura temiz çıkabilmek için abdest alarak zahirini kirlerinden
arındırmak zorunda olan ademoğlunun; nazargâh-ı ilahi olması hasebiyle her an
kullanıldığı için bundan çok daha mühim olan batınını teşkil eden hulûsi niyetini,
sürekli mirat-i kalbine düşen gölgeleri kontrol etmeyi ihmâl ederek, bamtelini akord
etmeksizin; nefes alıp vermesinin, şükründen aciz kaldığı yüce bir Hakim’den
habersiz kalmasına, bir nefeslik dahi olsun zikr-i kalbiyi ihmal etmesine, göz nurunu
kalp nuruyla birleştirememesine, hayatı ve ölümü aynı doğrultuda
kesiştirememesine, gayreti ve cihadı unutarak ölümü beklemesine, her biri Hakk
tarafından gönderildiğinde şüphe olmayan peygamberlerin izini takip etmemesine,
yaşatma arzusuyla yaşlanırken, hakikat ışığıyla etrafını tenevvür ettirememesine, ehl-
i tevhid olan bir mücahidin elinde, hedefe atılmak üzere aşk ve şevkle çekilen bir ok
olmayı, nefsine kabul ettirememesine, cahilliğinin ve zalimliğinin farkına vararak,
sürekli ilminin artırılmasını Rabbinden talep etmemesine, mal-mülk ve nam peşinde
koşarken, gençliğinin tükenmesine, düşmanın hışmından sakınacak ve korunacak
doğru bir cephe ve siper bulamayınca, deve kuşu gibi kafasını toprağa sokmasına,
çevresinde gelişen hâdisata ibret gözüyle bakmamasına, bir hakkı hak sahibine iade
etmeyi, kendi nefsine tercih etmeyecek kadar cesaret göstermesine, güç
yetiremeyeceğine inandığı iktidar sahibi bir zalimin karşısında, elini, ayağını ve dilini
ölüm korkusuyla bağlayarak, en büyük cihadın sevabından mahrum kalmasına, izzetli
bir ölümü, zillet içinde bir yaşamdan üstün tutmamasına, dini, onur ve haysiyeti,
namusu ve bayrağı için seve seve canını feda edememesine, nefsini sevdiği kadar
mü’min kardeşini sevememesine, niçin yaratıldığı sorusunun cevabını zor bularak
kendini sorgulamaktan, sürekli bir bahene ileri sürerek köşe bucak kaçmasına,
içerisinde mündemiç bulunan, kenz-i mahfileri ve manevi istidatları keşfederek gece-
gündüz geliştirebilecek, çalışma imkânı ve zamanı varken, tembellik ve tenperverlik
yapmasına, kitabı kâinatın ayetlerini okumaktan gafil olmasına, yaratılan her bir
varlığı okurken tefekkür, tefakkuf ve teemmül etmemesine, taalluk ve tedebbür edip
de kelime-i ihlası nefsine ve zerrata söyletememesine, tüm yaratılan zerrata tevhid
hakikatini söyletip de tahkiki imanı elde edememesine, tahkiki imanı elde edip de
namaz hususunda gevşeklik göstermesine, tadilî erkana riayet ederek namazı eda
edip de yine farz olan zekatı vermeye; fakirlik korkusuyla nefsini ikna edememesine,
zekatı verip de yeterince oruç tutmamasına, orucu artırarak tutup da her bir uzvuna
ve kalbine oruç tutturamamasına, azalarını günahlardan, kalbini kötü duygu ve
düşüncelerden koruyabilenlerin; Salihler zümresine katılamamasına, Salihler arasına
ilahi bir sevkiyatla girebilenlerin; istikamet üzere olmamasına, istikamet üzere
hareket edebilenlerin; Allah’dan başkasından çekinip, korkmasına, Allah’dan
gayrısından korkmayan Salih ve Salihaların; basiret ve feraset nuruna sahip
olamamasına, Allah’ın nuruyla basiret ve feraset sahibi olanların, hikmetle varlığı

114
ibret alarak doğurgan bir bakışla okuyamayıp, önlerine açılan kapılar arasından,
doğru olan hidayet yollarını seçememesine, hidayet nuruyla hiç ummadıkları bir
yerden desteklenenlerin; inayet ve rahmet deryalarına gark olmamasına, lütuf ve
ihsan boyasıyla mesh edilenlerin; mahlukâta şefkat ve merhamet nazarıyla
bakamamasına, yaratandan ötürü, yaratılanlara şefkat ve merhamet
gösterebilenlerin; ihlas sırrını selim olan kalplerinde bulamamasına, ihlas sırrını,
Allah’ın tevfik ve inayetiyle, gönlünde bulanların; Allah’ın sevdiği bir kul olarak,
sadakatle gönlünü Rabbine bağlayamamasına, bağlanması gereken yere kalplerini
bağlayarak hüsran ve kederden kurtulan sadıkların; başkalarına hilmle muamele
ederken, kendi akıbetlerinden ümitvar olarak yaşayamamasına, son nefesinde
imanını muhafaza etmeyi kuvvetle umanların; nefislerini bu işten muaf tutarak,
tövbe etmeyi unutmasına, geri dönmemek üzere ettiği tevbesinden sonra manevi bir
neşveyi, gönlünde bir safâ olarak duymamasına, kalbindeki süveydanın içinde safâ ve
sekineti avlayarak gıdalananların, melekler tarafından mukarrebûndan kimseler
olarak kaydedilmemesine, mukarrebûnun arasına yazılanların; insanlar içinden
seçilen evliyaullahın zümresine katılmamasına, velayet mertebesine fenafillah ile
erenlerin, haniflerin ilki, cömertliği dillere destan ve tağutlara düşman olan,
Hz.İbrahim’i(as) hayatını hiç merak etmemesine, Hz.İbrahim(as)’ı arayarak
bulanların; Allah’ın, onun için kâinatı yarattığı, mahbup olarak seçerek katında
mübarek ve üstün kıldığı, makam-ı Mahmud’un yegane sahibi Hz.Muhammed
Mustafa(sav)’ın sünnetine harfiyen ittiba etmek hususunda hassasiyet
göstermemesine, Nebiyi Zişan Efendimiz(sav)’in sünnetine, her hal ve şart altında
uymaya çalışanların; doğruya ulaştıran bir rehnüma olan, Kur’an-ı Kerim’in kıymetini
gereği gibi idrâk edememesine, Kur’an-ı Kerim’in değerini, emirlerine inkıyad ederek,
yasaklarından kaçınarak, hakkını vermeye çalışanların; emr-i bil mağruf, nehy-i anil
münker vazifesinden kaçınmasına, tebliğ ve irşad eksenli bir hayat yaşayanlara, sekiz
cennetin birden, müştak bir halde beklememesine, cenneti âla olan Firdevs’e
ulaşanların; Rüyetullah’ı görüp de Allah-ü Teala ve Tekaddes Hazretleri’nden razı
olarak, hayretfeza hallerden hallere tebeddül edip duran ruhlarının; an be an
rahmani zevk ve hazlarla dolup dolup boşalarak, ilahi bir coşkunluk halinden sonra
‘helmin mezit’ diyerek daha fazla bir süre Cemalullah’ı müşahede etmek istemesine
ve meleklerin de böyle fevkalede hallere sahip olan arifibillah kullara imrenerek,
hayranlık içinde iç geçirmesinden; yerde ve gökte bunlardan daha fazla şaşırılacak
başka bir şey gerçekten yoktur!
2- Bir ülkeyi ayakta tutan değerlerden bazıları; adalet, milli ve manevi değerler, iş ahlakı,
adil bir iş bölümü, demokrasi, özgürlük, bayrak ve cumhuriyet vb. toplumun ortak
değerlerdir. Bunların birinin yek diğerine tercih edildiği ülkelerin; iç bütünlüklerini
sağlayarak, ortak hedefler etrafında kenetlenmesi, iç çekişmelerden kurtularak
ülkenin geleceğini daha müreffeh kılabilmek için birbirleriyle yardımlaşarak, bilgi ve
enerjilerini aynı doğrultuda toplayarak kullanmaları ve böylece her yeni gün terakki

115
ederek ilerleyen, modern dünyaya ayak uydurarak yürüyebilmeleri, maalesef
mümkün değildir.
3- Minnacık elleriyle, kıvır kıvır saçlarıyla, şekerden tatlı yüzlerindeki tebessümleriyle,
boncuk boncuk bakan misket gibi gözleriyle ne kadar güzel yaratmışsın ya Rabbi, şu
afacan sevilesi, doya doya öpüp koklanası çocukları. Onlara yeterince zaman
ayırarak, onlarla küçülebilen, oyuncaklarını paylaşabilen anne-babalar; yarın sağlıklı
bir toplumun inşa edecek olan birer tuğla hükmündedir.
4- Allah-ü Teala yeryüzünde sevdiği kullarını çok zor durumda kalmış, başka canlılarıyla
karşılaştırır ki; onların derecelerini kendi katında, bu olayları vesile ederek çokca
yükseltebilsin.
5- Kalbinde ilahi ışığın nurunu bulan insan, Resülü Ekrem Efendimiz’in(sav) sünnetine
yakınlaşır.
6- İzzet sahibi olup, nefis sahibi olmayanlar; yalnız aff yolunu tutabilenlerdir. Allah’a kul
olabilen insanda benlik ve içerisinde yapmak isteyip de yapamadığı herhangi bir ukde
bulunmaz.
7- Tevhid akidesini doğru anlamanın iki şartı vardır. Birincisi Allah’tan başka ilah
olmadığını şeksiz şüphesiz tasdik etmek, ikincisiyse tüm insanların yaratılış cihetiyle
eşit olduklarının kabulüyle, ırk ve cinsiyet ayrımını ortadan kaldırılması ve ümmet
bilincinin oluşturulmasıdır.
8- Aziz ve Celil olan yüce Allah insanların amellerine ve dualarına karşı iki şekilde
mukabelede bulunur. Birincisi müşrik olanlara karşı adaletiyle, ikincisi mümin
kullarına karşı lütfu, keremi ve rahmetiyle. Adaleti bırakın yeryüzünde tesis etmeyi
henüz kendi aralarında dahi sağlayamayan, mikro ve makro alemdeki her topluluk;
rahmetten mahrum kalmaya da mahkûmdurlar.
9- Kalb-i selime sahip olamadığı için Kur’an’ın dilini konuşamayan, Arapçayı bilse dahi o
hidayet ve rahmet ve şifa kaynağı olan ilahi nuru, Hazreti Peygamber(sav)’ın anladığı
şekilde anlayamaz.
10- Aziz ve Celil olan yüce Allah bir kulunu kendine yakınlaştırmayı murad ettiğinde; o
kulunun günahlarını başkalarına açarken, gizli olan iyiliklerini de sadece kendisine
hasrederek gaybetine mazhar eder.
11- Her şey yerli yerince yapıldığı takdirde güzeldir. Zaten adalet de her şeyi yerli yerine
koyma manasına gelmektedir. Haksızlık karşısında sabır, Hakk’a karşı büyük bir
vefasızlıktır. Sabır haksızlık karşısında dişini sıkarak, ona boyun eğmek olarak
anlamak, dinin özünün doğru kavranamadığının da apaçık bir göstergesidir. Yalnız bir
hakkı savunurken, gerekli alt yapının oluşturularak, istenilen neticenin alınabilmesi
için psiko-sosyal ortamın müsait hale getirilmesi gerekir.
12- Sürekli tekerrür eden doğum gibi olaylar, içerisinde büyük bir mucize ihtiva
etmelerine rağmen; halkın avam tabakası, çocuğun doğmasına kadar geçen evreleri
ayrıntılarıyla bilemediklerinden, adiyyattan bir olaymış gibi algılanmaya meyilli
olması, insanların gözündeki perdelerdendir. İlk Nebî olan Hz.Adem(as) bana
darılmasın; ama onu çokça zikredenler, keşke bu hakikate vakıf olarak onu ansaydı,

116
yine de o saf, pak ve alîm olarak, başlangıçta Cennet’e denk olarak yaratılmış
olmasını da göz önüne alarak, rahatlıkla diyebilirz ki: Bu yapılan babamızın(as)
büyüklüğünden ve şanından hiçbir şeyi eksiltmiş olmazdı.
13- Gökyüzü ademoğlunun yaptığı tüm azgınlıklar ve haddi aşmalara rağmen hâla
üzerimize pişmiş taşlar yerine, hayat veren yağmurlar yağdırılıyorsa eğer, içimizdeki
Salihler ve zayıflar hürmetine yaşatılıyoruz, demektir bunu iyi bilesiniz. Haddini
aşarak ve kendi nefislerine zulmedenler; bâri elinizdeki kiri ve pası tevbe suyuyla
yıkamadan önce başkasının üzerine bulaştırmayın! A’raf, 196: “ Muhakkak ki, benim
dostum, kitabı indirmiş olan Allah'tır. Ve O(c.c), Salih kullarını dost olarak seçmiştir."
14- Yeryüzünde korunup, kollanmaya en lâyık olanlar fakir, kimsesi olmayan kimselerdir.
15- Yapmaları gereken şeyi yapmayanlar, başkalarının yapmaması gereken şeyleri
yapmalarına, kapı aralamış olurlar.
16- Allah-ü Teala ve Tekaddes Hazretleri iman edip Salih amel işleyenlerin; kötülüklerini
affedip, onları rahmet ve mağfiretiyle yarlıgayacağını vaad ederken, (En’am, 82:
‘İman edenler ve imanlarını zulüm ile karıştırmayanlar... İşte güven onlarındır ve
doğru yolu bulanlar da onlardır.’) şirk koşarak, kendisinden korkmayan kimselerin;
yere bir çöp atmalarına varıncaya kadar yaptıkları her şeyden sorumlu tutacağını ve
sahip oldukları azaların dahi aleyhlerinde teker teker şahitlik edecekleri gün;
cehennemin şedid olan azabına yaklaştırılacakları ve artık kendilerine bir yardım
edenin de bulunmayacağı açıkça beyan etmiştir; yaptıklarına karşılık olarak, şiddetli
ateşle tehdit edilmelerinin yanında, geçmişte yaşayan kavimlerin sonlarından ibret
almadıkları ve kendilerine verilmiş olan aklı, bu hayati konuda kullanmamış olmaları
kınanmakta ve bu cezayı hak etmiş bulundukları imâ edilmektedir.
17- Günün her anında yeryüzüne düşen ışık tayflarının dünyanın dönüşüne bağlı olarak,
şuaların miktarının değişmesi gibi mü’min bir kulun kalbine doğan hakîkat güneşlerin
de sürekli değişmesini ve farklılaşmasını doğru anlamlandırmak gerekir. Çünkü lahûti
meselelerin zamana-mekâna ve şahsa göre değişmesi gayet doğaldır. Burada
zamanın en büyük müfessir olduğu ve yeni dünya düzeninin insanlara dayattığı çok
farklı istek ve mecburiyetler göz ardı edilmemelidir.
18- Hadisler bir Müslümanın hayatında karanlık bir yerde, doğru yolu bulabilmesi için
etrafını onunla aydınlattığı, yakıtı ilahi kaynaklı bir nur olduğundan ışığı hiç
tükenmeyen kandiller gibidir.
19- İyiliğe ulaşmak istedikleri nihaî bir hedefi gerçekleştirebilmek maksadıyla, başkalarına
yardımcı olmaya değer bulanlar, bilemezler ki; Salihliğin ve cömertliğin ilk şartı
karşılıksız verebilme erdemine erebilmektir.
20- Erkeklerin kadınlara muhtaç olarak yaratılması, nefis putuna indirilen en kuvvetli ve
en yıkıcı darbedir.
21- Başkalarının açığını aramakla meşgul olanların; iç bütünlüğünü yakalayarak, huzura
erememiş olmalarının acısını çıkarmak isterken, göstermiş oldukları psikolojik ve
nörolojik davranış bozuklukları.

117
22- Yeme şehveti, konuşma şehveti, yazma şehveti ve üreme şehveti ne yazık ki
günümüzde neredeyse hepsi de birbirine eşit seviyede.
23- Ademoğlu tarihin hiçbir döneminde, insanî değerlerine ve ruhî melekelerine,
bugünkü kadar yabancılaşmamış ve kendi özünden bu kadar uzaklaşmamış
olmasının, ahirzamanın en büyük alametlerinden birisini olduğunu göstermesi.
24- Daha fazla dünyalık elde edebilmek için çıkar hesabı yapanların, amelleri gelirken
çoğu zaman ihlas ve samimiyet de hiç ardına bakmadan, intikam alırcasına oradan
çekip gider.
25- Rahmetin taksimine rıza gösteremeyenlerin soluğu, cehennemin sıcağına erişir;
çünkü Ebu Cehil ve Yahudiler de böyle yaparak, hiç utanmadan, arlanmadan ilahi
taksimi sorgulama cüretini kendilerinde bulabilmiş; ilahi gazabın hararetini de
enselerinde hissetmişlerdi.
26- Aklını başkalarına emanet edenlerin; bu akılsızlıklarının faturasının altından
kalkılamayacak kadar ağır oluşu.
27- Haksızlık yapanlarla niçin mücadele etmeli: Hakk’ın o ali hatırını korumak için.
Dünyada ve ahirette selam olsun bu hakikati insanlığa miras bırakan Hz.İlyas(as)’a.
28- Küfür etmek insan onur ve haysiyetine yapılmış en büyük tecavüz ve en vahim
saldırılardan birisi olarak, öfkenin insanı Şeytan’a daha fazla yaklaştırması
neticesinde, bu aşağılayıcı hakaretleri adet haline getirenlerin; sonlarının helakiyetle
neticelenmesinden en fazla endişe etmeye müstehak olmaları karşısında ne
yapacakları ve o anda sinir katsayılarının ne durumda olacağını
düşünüp/düşünmediklerinin cevabı hususunda insanı tereddüte sevketmesi.
29- Ne için yaşatıldıklarının farkına varamayanlar; ne için öldüklerinin de anlayamadan
geldikleri gibi göçüp giderler bu alemden.
30- Karşısındakini hafife alabilmek ve onu hor görebilmek, yalnız kendi değerinin
farkında olamayan, aşağılık ve karaktersiz kimseler için mevzu bahis olabilir..
31- Küfrün ve şirkin değişmeyen şekli, inananları çeşitli etiketler altında karalamak
suretiyle kendilerini temize çıkarabilmek ve yapılan haksız ve hukuksuz uygulamaları
mazur ve legal gösterebilmek için, müfterilerin psikolojik harp tekniklerini
uygulayarak temcit pilavı gibi ısıtıp ısıtıp gündeme getirdikleri, adını ‘irtica’ koyarak
ortaya attıkları, asılsız ve kof iddiaların, medeniyet tarihinin en büyük; kuyruklu
yalanını, iftira ve çarpıtma örneklerinden birini teşkil ediyor olması.
32- Hayatı yaşarken nefis ve hevalarına uyarak adaleti unutanların, kıyamet günü acıyla
ilahi adaleti müşahede edecek olmaları.
33- Cahil olarak yaratıldığının farkına varamayarak, ilime gerektiği kadar ehemmiyeti
vermeyenler, çukurlarla dolu bir yolda, gecenin en karanlık anında, zayıf bir fenerle
yola çıkan, zavallı bir adamın halini andırırlar ki, bu hal hamakâtin zirvesi olarak
görülüp, böyle birinin akıbetinin hüsran olacağı daha şimdiden söylenebilir.
34- Sosyal Psikoloji üzerine yapılan çalışmalar arttıkça, ehl-i kitabın muhakkiklerini,
tevhid akidesine yakınlaştıracak olması.

118
35- Hayatı başkalarına zehir edenler; kendi elleriyle hazırladıkları zakkumu içmeden
ölmezler.
36- Hayatın ağır tarafına omuz veren hanımların, nasıl olup da analık payesiyle cennetin
kapısını ayaklarının altına aldıklarına, doğrusu hiç şaşmamak gerek.
37- İnsanların fıtratları içerisine dercedilmiş bulunan, mücadeleci ruh; eğer nefis ve
batılla mücadeleye yönlendirilmediği takdirde, onun yanlış yerlerde konumlanmasına
ve doğru tarafı seçememesine neden olduğu için yokolmasına sebebiyet verebilir.
38- Hz.Nuh(as)’ın kavmine mensup Salih insanların içinde yaşadıkları toplum tarafından
çok sevildiği için daha sonraları onların aziz hatıralarını yanıbaşlarında devamlı
hatırlamak isteyenler tarafından; bu kimselerin oturdukları yerleri kutsal adak
mekanları olarak düzenlemeleri neticesinde, nesiller geçtikçe bu kimselerin,
kavimleri içerisinde kendilerini sevilen bir zat konumuna yükselten iyilikleri ve
kullukları unutularak, kendisine adak sunulan haşa birer tanrı olarak tapılmaya da
başlanması çok ibretamiz bir olaydır. Bu elim olaydan çıkarmamız gereken ders;
ademoğlu çok unutkan ve çok cahildir. Onun için insanları ifrat ve tefritten uzak
kalarak övmek veya yermek çok büyük bir tehlikedir.
39- Hz.Adem(as) zellesinde mazurdur. Çünkü Taha Süresi 115. Ayet-i Kerime de
Rabbimiz: “ Doğrusu bundan önce Âdem'e (bu ağaçtan yeme diye) emrettik, fakat
unuttu ve biz onda bir azim (bir kararlılık) bulmadık” buyurmuştur. Kendinden
sonrakilere insan adı verilmesi onun bu unutması ardından gerçekleşmiştir.
40- Hermes’in İdris(as) olduğuna dair rivayetler vardır. Hermetizm öğretisi ise nefis
terbiyesi ve ruh tezkiyesine dayandığı için peygamberlerin müşahede makamlarına
insanı yaklaştıracağını iddia etmesi bakımından incelenmeye değerdir. Ayrıca şunu
ifade etmek gerekir ki Allah-ü Teala İdris(as)’a yıldız ilmini (astroloji) öğretmiş ve
yıldızların gökyüzündeki hareketlerini okuyarak, gelecekte vukû bulacak hadiselerin
önceden tahmin edilmesi, kendisinden sonraki devirlerde bu ilmi bilen kâhinler
tarafından çoğu zaman kullanılmıştır. Hermetiz’in Tanrısı, “her şeyin babası, hayat ve
nur olan akıl” dır. O, Hermes’e “Nur benim, yani senin ilahın olan akıldır” der. Zatını
sevdiği için “kendisine benzeyen” Adem’i yaratmıştır: “Meydana getirdiği oğlunun
kendisine benzeyen güzelliğine hayran kalır. Gerçekte Allah oğlunda kendi suretini
sevmiştir. Bütün yaratıklarını onun hizmetine verir. Bu metnin 26.pasajında
tasavvuftaki fenafillah makamına denk düşebilecek bir öğreti vardır: “O da, diğer
kuvvetler gibi olduğu için sekizinci gök üzerine yerleşerek, Baba Tanrı’yı yumuşak bir
sesle tesbih eden diğer kuvvetleri duyar. O zaman hepsi birden işlerini bu kuvvetlere
havale ederek mükemmel bir nizam içinde Baba’ya doğru yükselip, bu kuvvetlerin
aynısı olurlar ve yüce Tanrı’yla birleşirler. Çünkü bu, irfana sahip insanların mutlu
sonudur. Bu son onların da tanrı haline gelmesidir. Şimdi ne bekliyorsun artık?
Benden bütün yolu öğrendiğine göre, hidayete ehil olanlara yol göstermeye
başlamayacak mısın? Belki tanrı senin aracılığınla tüm beşeriyeti kurtarır!”
41- Allah’ın büyük, âlim kulları, kendi zamanlarında nübüvvet devrine nisbetle nebiler
mesabesinde olmaktadır.

119
42- İnsana verilen benlik yani ‘ene’ sahibini dikey olarak yükseltip Rabbini bulmasına
vesile olabileceği gibi onun bir vahidî kıyası olduğunun iyi anlaşılamadığı durumlarda
insanı esfel-i safilin derekesine düşürerek; onu Firavunlara ve Nemrudlara arkadaş
yapma potansiyelini içinde barındırdığı için tahkiki imanı tam manasıyla elde
edememiş, ham ruhların bu yolda yaya olarak yürümesi, bir takım itikadi
problemlere yol açabileceği için çok tehlikeli ve sakıncalıdır.
43- ‘İnsanoğlu, selim akla yabancılaştığı oranda kendine yabancılaşmış, kendine
yabancılaştığı oranda da Allah’a ve onun mesajına yabancılaşmıştır. Kendisine,
Allah’a ve eşyaya karşı yabancılaşan insanı, kendisiyle bilişik, barışık ve tanışık kılmak
için, Allah peygamberleri aracılığıyla mesajlar göndermiş; fakat tarih boyunca bu ilahi
çağrıya muhatap olabilmeleri için kaybetikleri öz benliklerini bulmaya ve ona
dönmeye çağrılan hemen hemen tüm toplumlar, kendilerine gelen vahyin içeriğiyle
değil, kendilerine vahyi getirenin kimliğiyle ilgilenmeyi tercih etmişlerdir.’ Bu da
gösterir ki, önemli olan kimin söylediği değil, ne söylediğidir. Söylenen hak bir sözü
kabule yanaşmamak, bir mürüvetsizlik alâmetidir.
44- İşrak (içsel bir aydınlanma) yaşamadan kim olduğunu bulabileceğini sanıyorsan
yanılıyorsun. İnsanın cevheri nefsinin altına gizlenmşiştir, eğer onu öldüremezsen
özündeki hakikatlere de ulaşamazsın. Onun için, git, içini dışına çevirebilenleri ara,
bul!..
45- Hz.Peygamber’in örnek alınması, onun ahlaki tavır ve davranışların yeniden günümüz
şartlarına uyarlanarak üretilmesi demektir. Bunun tersi ise onu tüketmek demektir.
Onu(sav) tüketenler, ahlâkını örnek alamazlar. Sadece taklid edebilirler. Oysa Kur’an,
O’nun(as) hayatını mü’minlere bir usvetü’l hasene, güzel bir örnek olarak sunmuştur.
46- İnsanoğlunun mayasında tartışmaktan hoşlanan bir şey var.(Hadis)
47- Namazı bir hayat tarzı olarak algılayamanlar, Allah kaygısını önceleyen bir hayat
tasavvurunu da oluşturamazlar. Namazla hayatın birleştirdiğini parçalayanlar, ruh ve
bedenlerini de birbirinden ayırmış olurlar. Zaten namaz ve doğruluk arasında çok
yakın bir ilişki vardır. Birincisi insanın Rabbine karşı en önemli ve en öncelikli
vazifesiyken, doğruluk ise erdemli bir insan olmanın ilk şartıdır.
48- Her insan Allah’ın ruhundan üfleyerek yarattığı orijinal birer varlıktır. Onun için
insanları okumaya tabiî tutarken, bireyleri birbirinden ayıran özellikler dikkate
alınmalıdır. Birisine ilaç olarak verilen aspirin, diğerine zehir olabilir. Hızır(as) ve
Lokman(as) kadar hekimlikten anlamayanlar; öncelikle nefislerinden başlamalıdır,
tebliğ ve irşad vazifesine.
49- Kur’an’ı hayata muallim kılamamanın, çeşitli sebepleri vardır. Bunların başında onun
dilini anlayamamak, diğer insanların kınamasından korkmak, mesleğini kaybederek,
fakir düşme endişesiyle yaşamak, Peygamberin söz ve fiillerine karşı kayıtsız kalmak,
kendi batınını araştırmamak, ölümü unutup, dünyevi menfaatlerden daha fazla
yararlanabilmek için ömrünü harcamak, terk edilerek yalnız kalmaktan korkmak,
Şeytanın davetine kulak kesilerek, emrine âmade olmak, helâl ve haramı tespit

120
edecek ilme vakit ayıramamak gibi nedenlerle, insanların çoğu sonsuz bir hasareti ve
pişmanlığı daha dünyadayken kazandıklarının farkına varamayarak yaşamaktadır.
50- İnsanın yazarak kendini ifade etmeye çalışması, onu fevkâlade özgürleştirir.
Özgürleşen kimse ise hesapsız bir kuvveti benliğinde hisseder. Toplum içinde onların
yaşayış ve yaptıklarını tasvip etmediği için garipleşenlerin, tüketim toplumunda
azınlıkta kaldığını hissettikleri için yazı üzerinde duygudaşlık göstererek, ortak bir
payda da buluşmaları neticesinde birbirlerini, diğerlerinden çok daha iyi
anlayabilirler.
51- Her yer gül koksun istiyorsanız, boş bulduğunuz her toprağın, gerekirse vatanın her
metre karesine gül ağaçları dikecek, gelecek neslin sağlıklı yetişebilmesi için cehd ve
gayret göstermeyi, ailenize bakmak kadar kıymetli bir vazife bileceksiniz.
52- Başkasının kötülüğünü onlardan bir kötülük görmüş olanlar müstesna, tamamen
fıtratı bozulmuş, kalbi kararmış, sadis ruhlu, hayvan mizaçlı insanlar isteyebilir.
53- İlahi bir nura sahip olmayan, iyiyi kötüden ayıramaz. Tasavvur ve muhakeme
terazisini fıtratına uygun olarak, vahyin aydınlığında inşa edemeyen kimseler de bu
nuru gerektiği gibi kullanmaktan aciz kalır.
54- Gaflet ve tembelliğin bir mazareti olamaz.
55- İlim cüz'i iradeye, hikmet ise külli iradeye bağlanmıştır. Çünkü ilim peygamberlerin
mirasıdır, o güvenilir kaynaklardan okunarak temin edilebilir; ancak hikmet ise,
manâ, muhteva ve maksatlarıla âyetleri kavrama, Kitabı anlama ve hakkıyla yaşayıp,
onunla hükmetmenin ilmidir; eşyanın hakîkatini, hükümlerin illet, gaye ve
neticelerini bilme, ‘neden, niçin’ sorularına cevap verebilme ilmidir. Müfessirler buna
‘Sünnet’ de demişlerdir ki, hiç de yanlış değildir. Bu da, Kitap gibi Allah tarafından
Rasulüne inzal buyurulmuştur. Müceddid-i Elif-i Sani der ki; Ben ruhanî seyru
sülûkumda görüyordum ki, Rasulü Ekrem(as)’dan rivayet edilen kelimeler nurludur
ve Sünnet-i Seniyye’nin parıltılarıyla parlıyor. O’ndan gelmeyen parlak ve kuvvetli
evrada ise o nur yoktu. Bu kısmın en parlağı bile, evvelkinin en az parlağına denk
gelmiyordu. Bundan anladım ki, Sünnet-i Seniyye’nin ışığı bir iksirdir; hem Sünnet nur
arayanlara kâfidir, hariçte nur aramaya gerek yoktur. Zaten O(sav) kendilerinden de
buyurduğu gibi; ‘(ağzını işaret ederek) bundan haktan başka bir şey çıkmaz’(Necm
Süresi/53:3)
56- Aziz ve Celil olan yüce Allah’ın her kulunu ihsanın kölesi sanarak, ilerde onlardan
daha fazla bir karşılık ve hayır umarak bugün onlara yardım yolunu tutmak;
hayvancılıkla uğraşan Kabil’in sürüsü içerisinden en zayıf ve en çelimsiz olan ineği
kurban olarak sunması gibi Allah’ın şanına layık olmayan eksik ve kusurlu bir borç
verme biçimidir.
57- Yorgunluktan dili dışarı sarkan bir köpeğin üzerine yürüsen de yürümesen de onun
dilini çıkarmaktan başka yapacağı bir şeyin olmaması gibi canlı fakat akıl sahibi
olmayan sineklerin de insanları sürekli rahatsız etmeleri karşısında, şefkat ve
merhamet sahibi olarak yaratılan insanlara ne düşer bilmem ki, kalbin en güzel

121
amelini olan akılı kendilerine karşılıksız bir surette hakkını vererek kullanmaları için
armağan eden Rabbimize hesapsız şükürden başka.
58- İnsanın niyetiyle kalbi arasına yalnızca aziz ve celil olan Allah girebilir. Üstlerine vazife
olmadığı halde bu işe soyunanlara konuşmaktan daha çok sükut yakışır.
59- Düşmanlarına dahi güzel davranabilmek nebevi bir metottur. Bu düşmanın görüş ve
fikirlerini kabul edip ona teslim olmak manasında değildir; sadece onların da insan
olduklarını hatırdan çıkarmaksızın, en güzel şekilde mücadele ederken buna ahlâki
bir boyut kazandırarak; kimsenin onur ve haysiyetini kırmadan, aşağılamaksızın
onları tek olan Allah’a hakkıyla iman etmeye davet etmekten ibaret olmalıdır.
60- Allah’ın yarattığı her canlı reşit oluncaya kadar masumdur. Masum olarak yaratılan
herkesin Rabbini tanıması ve bilmesi aynı seviyede olmadığı için; herkesi bildiği
kadarıyla sorumlu tutarak değerlendirebilmek gerekir, bilmediği için yanlış hareket
eden birisini hiç kimse haksız yere asla suçlayıp, onu söz ve davranışlarıyla incitemez.
Çünkü bilmeyen kimse özürlü sayılır; özürlü olanın hükmen durumu mazurdur, mazur
olansa yaptığı her hangi bir davranıştan dolayı kınanamaz; takî aklının hakkını verip,
niçin yaratıldığını, hayatı-ölümü ve ilahi adaletin neden dünyada dahi tecelli ettiğini
düşünüp, doğru yolu ve özündeki cevheri, ömrü tükenmeden evvel keşfedene kadar.
Sadece bunu yapmak da yetmez, aklı bulmadan evvel zihnin içerisine dercedilmiş
olan ilahi nuru keşfetmelidir. Eğer bu nuru yaşarken bulamazsa; bu soruların doğru
cevaplarını şeytandan dinlemek zorunda kalır ve daha dünyadayken kendisine
verilenlerin hakkını vermediği için ahirette kendi ruhu başta olmak üzere, yüce Allah,
melekleri ve tüm inananlar bu düşüncesize lanet edeceklerdir.
61- Ufak bir günahın terki yer ve gök ehlinin tüm ibadetlerinden hayırlıdır.(Hadis)
62- İnsan zulmani bir yerde yaşaması ve sürekli şeytan gibi bir düşmanın hile ve fitne
tohumlarına açık olması bakımından aklından veya kalbinden geçen her düşünceyi
alel acele gerçekleştirmeye kalkışmamalıdır. Ölçüler bellidir, Kur’an ve sünnetin
belirlediği daire içerisinde kalmak için kendini zorlamalı ve Allah’ın koyduğu hudutları
gözetmeli, onları aşmamalıdır. İnsanın hayatını idame ettirmesi kalbinin her an
çalışmasına bağlı olmasından dolayı murabıtlar gibi sürekli kalbini kontrol etmesi çok
zor bir meşguliyet olduğundan; bunun için ilahi yardıma günde beş defa dua ve
namaz ile müracaat etmeli ve onun saptırıcı ve azdırıcı iğfalarından Rabbimize
sığınmak, ebedi saadetimiz açısından ihmal edilmemesi ve asla unutulmaması
gereken bir davranıştır.
63- Haksız olmasına rağmen kabilesinden veya ırkından birini tutarak, Hakk’ın âlî hatırına
en geniş akrabalık bağını tercih etmek; Hz.Musa(as)’a henüz risalet gelmeden önce,
bir Kıpti’yle kavga eden İsrailoğulları’ndan birini kayırarak, Kıpti olan adama bir tokat
aşkeylemesi sonucu adamın ölümüne sebebiyet vermesinin karşılığı olarak, ahiret
günü tüm insanların ondan diledikleri şefaatın önündeki tek engel olduğunu
bilselerdi ne bu fiili işler; ne de cehenneme girmeyi, cennet nimetlerine tercih
ederlerdi.

122
64- Eğer bir ağızdan hak ve hakîkat dökülüyorsa, ben o sözleri söyleyen kimsenin,
ayakları altına paspas olmaya hazırım.
65- Kendisini tanıyana and olsun ki! Kendisinden şüphe edilmeyen bir hakikate dikkat
çekmek için söze kıymetli varlıklar üzerine yemin ederek başlamak, sünnetullaha
uygun ve calib-i dikkat bir husustur.
66- Nereden geldiğini unutan insan her an kibir ve gurura kapılma tehlikesiyle karşı
karşıyadır; çünkü atılmış necis bir sudan yaratıldığını bilen; kendisine büyüklüğe ve
gösterişe kapılmak konusunda, nefsine bir yol bulamaz.
67- İbretle bakan göz ipliği, gönül iğnesinden geçerek, hayat kasnağına sürekli birer yeni
fırça darbeleri indirip dururken, dikkat et: Kur’an ve Sünnet çerçevesinden dışarı
taşan ömrünü dolduran o rengarenk boyalar, sen farkında olmadan hikmete münafi
bir iş ve söz; güzel olması için en değerli hazineni ona feda ederek verdiğin zamana
uygun düşmeyen hayatının resmini ilerde bir gün bir film şeridi gibi karşında
gördüğünde, şahit olduğun irtisamda hoşuna gitmeyen bir insibağ olmasın!
68- Bir şey icra ettiği fonksiyonlar bakımından birden fazla değişkene bağlı olarak hareket
edebilir. Örneğin Ay ışık yönünden Güneş’e, dönüş yönünden ise Dünya’ya bağlı
olarak haraket eder. Yine aynı şekilde Dünya’nın kendi ekseni etrafında dönmesiyle
gece-gündüzün, Güneşin etrafında dönmesiyle mevsimlerin oluşması gibi. Tıpkı bu
örneklerdeki gibi bir insan da ruh bakımından Kur’an-ı Kerim’e, beden bakımından da
Sünnet’e bağlı kalarak; çekirdeğin etrafında elektronların sürekli birer Mevlevi gibi
dönmesi gibi insanı kâmil makamına ulaşarak, kalp ikliminde feth-î ûruclar
gerçekleştirerek, rahatlıkla Arş’ı Alâ’nın çevresinde seyeran ve seyahat yapabilir.
69- Büyük düşünürleri büyük yapan yaşadıkları iç çatışma ve çekişmenin çok şiddetli ve
yoğun olarak gerçekleşmesi ve dert ve çile toplayarak geçen ömürleri içerisinde daha
önce kimselerin gemiyle gitmeye dahi cesaret edemediği, ulaşılmaz gördüğü evrenin
derinliklerine feraset ve basiret nuruyla kulaç atarken, topladıkları elmas ve incileri
yüreklerine sığdırarak, bu seyru sülük seferinden döndüklerinde, insanlığa alemin
tüm esrarını da armağan edecek kadar cömert ve vefalı oldukları kadar birr ve
takvanın da sevdalıları olabilmeleri, gerçekten kendilerine hayran bırakıyor insanı.
70- Allah’ı sevmenin tamamlayıcısı olan Allah korkusu değildir. Eğer illâ ki bir korkudan
bahsedilecekse bu da, ancak Allah’ın sevgisinden uzaklaşma korkusu olabilir. Çünkü
Allah’ı aşkla sevenin ondan korkması farz-ı muhaldir; fakat sevenin sevdiği için bazı
fedakarlıklarda bulunması, bu sevdanın gerçek oluşuna kuvvetli bir delildir. Allah
korkusu, Onun sevgisinden mahrum kalma endişesini içinde barındıran bir Allah
kaygısına inkılap edebiliyorsa, bu manevi güç insanı kâmili Muhammedî Nur’a
yaklaştıran en büyük ve en etkili ve ateşleyici bir itici güçtür. Ra’d Süresi, 20/21:
‘Onlar ki, Allah’a verdikleri söze sadakat gösterirler ve fıtrat sözleşmesini ihlal
etmezler. Yine onlar Allah’ın kurulmasını emrettiği bağları kurarlar. Zira onlar
Rablerinin sevgisini yitirme kaygısıyla titrerler ve hesabı kötü vermekten korkarlar.’
71- Dünya o kadar denîdir ki; din için dahi istenemez. Çünkü dünyada herhangi bir şey
yükselirse, Allah onu ahirette mutlaka alçaltacaktır. Ancak kafirlerin baskı ve

123
zulümlerinin şiddetine karşı koymak için dünya saltanatının istenmesi ancak bu
şartlar altında mazur görülebilir; yalnız bunu yaparken de meselenin beşerî boyutu
ihmal edilmemeli bu kutsal vazifeye talip olanların genişleyen maddi imkânlar
karşısında beşerin nefislerinin talep ve arzularına, meyletme ihtimali göz ardı
edilmemelidir. Bu o kadar hassas bir konudur ki kıldan ince kılıçtan keskin bir
konudur; çünkü nisyan ile malûl olarak yaratılan ademoğlunun nihayi gayesini
kaybederek, peşinden koştuğu dünyayı satın almasıyla hayatı inkıraza uğrayan insan
sayısı, maalesef hiç de azımsanmayacak kadar çoktur.Rahmet ve inayet çok çalışarak
veya çok ibadet edilerek elde edilmez; yalnız Allah’a abd olmakla ve Allah’ı tanıyarak
özgürleşmekle erişilen bir devlettir.
72- Gözü açılmadığından rızkını temin edebilmek için sürekli bir koloni içerisinde
yaşaması gereken gece-gündüz çalışan bir karınca gibi olmaktansa; ilkbahar gelince
tomurcuklanarak, yaza doğru cennet kokuları saçarak açan, bin bir çeşit çiçeği
özgürce tek başına tavaf edercesine dolaşıp, topladığı özütlerden billûr lezzetler
devşiren bal arılarının; günleri petekteli kovanlara çevirerek, doğal seleksiyon için
oynadığı büyük rolün bir benzerini, insanın baktığı her şeyde ûkbaya açılan bir
pencere bulunduğu hakikatini herkese gösterebilmek, dünya ile ahiret arasında
peygamberler eliyle kopmaz bir ip kullanılarak, hali hazırda kurulan köprünün
üzerinde adım adım ilerlerken, bu hayat köprüsünün halatlarına, kalp nurunun akla
düşürdüğü remizleri zikreden kimsenin her adımında, kopmaz iplerin üzerine onları
daha da sağlamlaştırmak için birer ilmek daha ekleyerek, sırat köprüsünden sağ-
salim karşıya geçmek isteyenlere; sırat’ıl müstakıym’in yolunu gösterebilmek, bakış
açılarındaki gönyelerinde; ekliptik düzlemi ile ekvator düzlemi arasında bulunan
eksen eğikliği kadar benliklerinde bulunan sapmayı giderebilmek ve onları daha fazla
ehl-i sünnet vel-cemaat çizgisine yaklaştırabilmek için, arı gibi hür ve çalışma
iradesine sahip olmayı, iradesizliğe, göz ve kalp nurum aklımı ve yolumu aydınlattığı
müddetçe tercih ederdim.
73- Kur’an, ülü’l-emr’e itaattan söz eder; ama kimin ülü’l-emr olduğu bilinmeden her
emire körü körüne itaat etmek, çok zaman şeytana itaat etmek demek olabilir.
Kur’an kıtalden, kâfirlerle savaşmaktan söz eder; ama hangi durum ve şartlarda ve
nasıl savaşılacağı bilinmezse, İslam adına katliamda bulunulabilir. Kur’an bazı önemli
suçlar karşılığında hadler koyar, fakat Kur’an’ın hayata hayat yapıldığı bir zemin
teşekkül ettirilmeden, İslam’ın kendi seyir çizgisinde bir Medine kurulmadan bu
hadleri uygulamaya kalkmak, İslam adına nice şerlere yol açabileceği gibi, İslam’ın
zihinlere, kalplere ve hayata hayat olan o diriltici nefesi ve ab-ı hayatı çokları
nezdinde yanlış değerlendirilebilir, istismar edilir ve İslam düşmanlarına propaganda
malzemesi verilmiş olur.(Ali Ünal, Din Etrafında)
74- Lebîd’in şu sözü ne kadar hoştur: ‘Kendisinden daha güzel terbiyeci yoktur, kabiliyetli
için. Salih bir arkadaş da islah edicidir, insan için.’ Allahü Teala’nın lütfuna ve ihsanına
en layık olan Salih bir kalp sahibiyle, sadece kendi hesapları için Salih olanlarlar
arasında çok büyük bir fark vardır ki, bu fark yedi kat gökle, yedi kat yer arası kadar

124
geniştir; çünkü kendi şahsi menfaatini düşündüğü kadar kardeşini düşünmemek, isar
hasletine ve kelimeyi tevhidin ruhuna tamamen aykırı bir durumdur. Kaldı ki insan
yaratıldığında çok cahil ve çok zalim bir vaziyette olmasının bir sonucu olarak; kime
dost kime düşman olacağı hususunda tereddüte düşmesi, aleyhinde olan her söz ve
davranışa karşı düşmanlık beslemesinin, haklıyı koruyarak, ona hakkını geri
verebilmek için mücadele etme erdemi ve izzetine nail olabilecek iktidar elinde
mevcutken, mazlumu hakkından vazgeçirebilmek için ona maddi ve manevi çeşitli
rüşvetler teklif edilmesi karşısında; gurura mağlup olmaktan kurtulamayarak,
uhuvveti Mısır’dan esen samyeline, ihlası okyanus ötesinden gelen sele
kaptırıldığının ve adalet kılıcının rahmet bulutlarına tercih edildiğinin bir nişanesi
olmasının yanında, kendi seslerinin yankısını, iradesini yalçın bir dağ olan Uhud
Dağı’nın taşına, toprağına emanet eden birisinin sinesine çarparak geri dönen
yankılarına dahi tahammül edemezlerken; nasıl olur da başkasından bu yapılan
haksızlık ve zulümleri affetmesi ve sabretmesi ondan beklenebilir? Zalimin zulmüne
ortak olmayı göze alanlar, onun kendisini savunmak için getirdiği doğru veya yanlış,
gayrî ahlâki yollardan elde ettiği uydurma bir takım delilleri kanıt kabul ederek, doğru
hüküm verdiklerine kendilerini ikna edebilmek için vahdeti unutarak, kesrete
güvenip, kalbe atılan her bir vesveseyi teker teker dillendirme cesaretini kendilerinde
bulanlar; Allah’ın şedid olan gazabından ve azabına uğramaktan; daha önce
yaptıklarına güvenerek, kurtuluşlarından hiç de bu kadar emin olmasınlar...
75- Kalbim temiz diyen ilk varlık; şeytandır, yalnız kalbini temizleyemeyenler, onun
hileleri karşısında aciz düşmekten kurtulamazlar. İnsan iki küçük organından ibarettir.
Kalbi ve dili. Kişi Allah’a teslim olamaz, kalbi ve dili ona teslim olmadıkça. ‘İnsanın
kalbinde bir nokta vardır. Bu nokta kilitliyse eğer, o kalbin sahibi hakkı görmede kör
olur. Allah-ü Teala bir kulu hakkında hayır murad buyurmuşsa o kilidi açar. Böylece o
kulun basireti de açılır. Nasıl ki düşen yağmurdan, yalçın kayalar değil, ekin ekilen
tarlalar en çok istifade ederse, aynen bunun gibi de o kalbe rahmani ikramlar ve
ilhamlar coşarak gelir. Bu gönül sahibi Allah’ın emirlerine inkıyad etmeyi başardığı
gibi, Allah’ın nuru sayesinde yakine kavuşur, kalbi huzura ve itminana erer, bu öyle
bir hal alır ki, artık oraya gelen letaifler oradan çıkamaz, kalb-i selim(kibir, hased, hırs
gibi hastalıklardan salim) bunların muhafaza edildiği geniş bir ambar gibi olur, oraya
her ne gelirse saklar ve konuşurken de dilini hak ve hakikatten ayırmayarak, sadakat
ve istikamet üzere kullanan sadıklardan olur.’(Hadis Meali)
76- Güçlüyken dik durmasını becerebilmek erdem değildir; gerçek erdem en zayıf
olduğun bir anda güç ve iktidar sahibi kimseler karşısında olsan bile, yapılan en ufak
bir haksızlığa dahi razı olmaman ve işin ucunda darağacı dahi bulunsa, doğru bildiğini
söylemekten, yeryüzünde dahi adaleti tesis edebilmek için bulunduğun yerden bir
adım bile olsun geri adım atmayı ar sayan bir adamın davranışıdır.
77- Suçlu arayan, suçunu itiraf edendir.

125
900 KATLI İNSANA DAİR SON ON SEKİZ REMZ

1- Benim dilim aracılığıyla insanoğlunun ortak kültürel bilgi ve birikimlerinin çağladığı


pınarlardan fışkıran ab-ı hayat suyundan, kalp kabının genişliği ölçüsünde biriktirdiğim
hikmet incilerinden kabına sığmayarak taşan sözlerim tıpkı aşılayıcı rüzgarların,
atmosferde yağmurla birleşmesi gibidir. Gök yüzünün meşîme-i şebinde sükun bulan,
bu nezih birleşmeden doğan her yeni nur; kimin kalbine düşmüşse, o damlayı
oluşturacak olan nüvenin özünde kenz-î mahfîlerin sırlarını ihtiva eden, nurefşan bir
nutfenin süveydayı döllemesiyle, yeniden hayata doğabilmek için, daha önce gözlerin
görmediği, kulakların işitmediği genişlikte bir okyanusta, ömür boyu sürecek olan,
gizemli bir yolculuğa yelken açmaya rıza gösteren herkes; hangi millete mensup
bulunursa bulunsun, hangi inanca sahip olursa olsun, sorgusuz-sualsiz benim manevi
müridliğime, doğrudan doğruya kabul edilecektir.
2- Allah ile arasındaki sırrı bilmeden kimse hakkında kesin hüküm verme. Başlarına gelen
bela ve musibetlerden ötürü insanları kınama; çünkü belaların en şedidi,
peygamberlere ve onu layıkıyla sevenlere sağnak sağnak gelir. Dolayısıyla, her bela,
eğer sabır ve rıza ile karşılanabilirse, içerisinde birer tuba-i cennet çekirdeği taşıyor
denebilir. Hz.Eyyüb(as)’ın bir fakire iyilik etme imkanı varken, bunu şeytanın
vesvesiyle unutması seni sakın aldatmasın. O bu ihmalinin faturasını daha
dünyadayken fazlasıyla ödemiş ve engin sabrı dolayısıyle Allah’ın mağfiretine ve affına
mazhar olduğu için övdüğü kutlu peygamberler arasındaki yerini çoktan almıştır.
3- Ananevi olarak Türk aile yapısında çocukların ve gençlerin ailevi meselelerde söz
haklarının bulunmamasının, kendilerini ilgilendiren meseleler olsa dahi hiçbir konuda
görüş ve fikirlerine değer verilmemesinin, olumsuz bir yansıması olarak, gençlerin
kişiliklerinin ve şahsiyetlerinin gelişimini olumsuz etkilediğinden, bireysel başarılarının
önünü kesen, bir davranış bozukluğuna sebebiyet vererek; aidiyyet duygusu içinde,
kendilerini bir grupla veya belli bir ideolojiyle özdeşleştirmek suretiyle, ilmi ve bilimsel
meselelerin birinde derinleşerek, onda uzmanlaşmak yerine, genel olarak toplumu
ilgilendiren gündelik meseleler hakkında, tam olarak bilgi sahibi olamasalar dahi,
olumlu ya da olumsuz bir görüşlerinin bulunmasını, tercih etmelerinin, gerçek
manada halkı iyiye ve doğru olana yönlendirecek olan aydınların, kendilerini çok iyi
yetiştirmiş ilim ve fikir adamlarının, ortaya çıkmasını engellemesinin bir sonucu
olarak, yol haritaları daha önceden birileri tarafından çizilmiş, çıkarcı, menfaatperest
tetikçi kalemşör yazar takımının milleti belirlenen istikamete kanalize edebilmek,
kutuplaşmayı temin edebilmek ve havayı dumanlaştırıp, suyu bulanıklaştırarak,
emelleri doğrultusunda daha rahat balık avlayabilmek için, her türlü maddi
imkanlarını ve manevi etkinliklerini kullanarak sürekli topluma pompaladıkları; korku
ve endişe ortamına zemin hazırlayabilmek için, tarihte çok acı ve kanlı bir şekilde
yaşanmasından dolayı, milli hafızada derin bir iz bırakan; olay ve hadiselerin arkasına
sığınarak, fikir ve çözüm üretmek yerine, gençliği tahrik edip, düşünmeyi ve
sorgulamayı ortadan kaldırarak, sırf sloganlarla yaşayan bir nesil haline getirebilmek

126
maksadıyla, devamlı insanları geçmişte yaşamaya zorlayarak, değişen ve gelişen
şartları ortadan kaldırarak, insanlara ve olaylara geçmişin penceresinden baktırmaya
çalışmak, antidemoktatik yollardan istedikleri koşulları dikte ettirebilmek için her
türlü gayr-ı meşru, yol ve yönteme başvuracak kadar gözünü karartan, asker veya sivil
idarecilerin yönetici olabildiği bir ülkede, hangi ulus olursa olsun böyle bir milletin
ileriye bakarak, geleceğin ulus devletini, sağlıklı bir şekilde inşasını sağladıktan sonra,
modern çağın ulaştığı medeniyet seviyesini yakalaması, maalesef gerçekleşmesi
imkansızın da ötesinde koskoca bir hayal ürününden başka bir şey değidir.
4- Her olay yaşandığı zaman, mekan ve şartların etkisi hesaba katılarak, özellikle doğru
ve adil kararlar alınabilmesi için ilgili olayın geçtiği zaman dilimi içerisinde kalınarak,
değerlendirilme de bulunmak zorunludur. Böyle olmalıdır ki; doğruyla eğri birbirine
karıştırılmasın, köprünün altından çok sular akmasın, dokuz köyden kovulanlar
onuncu köyden de kovulmak zorunda bırakılmasın, haksız yere kimse kınanmasın,
makam ve mevki sahibi, iktidar sarhoşu zalimlere kimse arka çıkamasın,
mukarrebunun seyyiatının, ebrarın hasenatı gibi olduğu unutulmasın, hakkı ve
hakikati söylemeyi dilsiz şeytan olmaya, tercih edenler hainlikle yaftalanıp, iffetsizlikle
damgalanmasın, yüceler yücesi ilahi bir makamda bulunan tevhid akidesine, toz
kondurulmasın, ihlas ve samimiyet bir inat uğruna riyaya ve ucuba satılmasın, bir
daha kimse ‘sırrını’ ifşa etmek zorunda bırakılmasın, batıl olandan hakk cesaretle
tutulup çıkarılsın, kimse borçlu olduğu birine, onun başkalarına olan borcunu
hatırlatılarak zelil bir duruma düşürülmesin, haklı ve üstün çıkabilmek için tecessüs
peşinde koşularak, mü’minin onuru ayaklar altında çiğnenmesin, hiç kimse kendi
hatalarının ortaya dökülmesine tahammül edemeyerek, takınılan adavetkârane
tavırları mazur gösterme gayreti içerisine girmesin, dostunu düşmanla karıştırma
gafletinin altına sığınarak, zevahiri kurtarmaya çalışmasın!
5- Ey iman edenler! Müslüman olarak can verin emri, bilmem ki ne zamana dek yalnız
emir olarak yüce Kur’anın raflarda durduğu gibi duracak ve bu yüce ayet şöyle tefsir
edilmekten hala ürkülecek. Ey iman edenler! Müslümanca yaşayın. Muhammed
Süresi, 7: ‘ Ey iman edenler! Eğer siz Allah'ın dinine yardım ederseniz Allah da size
yardım eder ve ayaklarınızı sabit tutar.’
6- Dünya saltanatından kurtulup, aile ve mal-mülkten yetim olarak yaşamayı; ancak
kendini iyi bilen arifler, hakkın hatırını en âlî makamda tutmayı başarabilen gönüller,
insanların hor görüp, kınamasına aldırmayan Muhsinler, Allah’tan başkasının öfke ve
gazabından korkmayan Salihler, o diriltici Mesihî soluğu ve Muhammedî ruhu
insanlara ulaştırmayı gaye edinen muhacirler, niçin yaşatıldığının esrarını çözmüş
sehavet ehli ensarlar, ahiret sultanlığını geçici dünya saltanatına değişmiş zahidane
dervişler, gönlüne yağan ilahi mevhibe ve varidatlarla kendinden geçerken, kendi
benliğini yitirmiş, ilahi kudreti daima sağ omzu üzerinde hissedebilen ademler,
başarabilir…
7- İnsanları bulundukları konum itibariyle değerlendirmek esastır, onlardan hiç günah
işlememelerini beklemek; ıssız çölde bir kanadın tüyü kadar esen rüzgara açık bir

127
beşer olarak yaratıldığı için unutabilen, zaman zaman his ve hevasına uyabileceğinden
dolayı, hassas olarak yaratılan bir nesneyi, nebilere has bir hususiyet olan ismeti tüm
insanlığa şamil kılmaya çalışmak eğer ulaşılmak istenen bir gaye ve hedefse makul ve
makbul karşılanabilir; fakat eğer bu tüm ademoğluna şamil kılınmaya kalkılırsa Araf
Süresi, 42: ‘ İman edenler ve iyi amellerde bulunanlar -ki biz hiç kimseye gücünün
üstünde bir şey teklif etmeyiz işte onlar cennet ehlidir ve orada ebedî olarak
kalacaklardır.’ Kaidesine ve Rahman, Rauf, Rahim, Kerim, Gafur, Hannan, Settar, Afuv
ve Vedud esma-i ilahisinin birer tecellisi olarak herkese taşıyabileceği kadar yük
yükleyen ilahi fermana aykırı bir işe kalkışmak olur ki bunda ısrar etmekse, farkında
olmadan ehli kitabın din adamlarının yaptığı gibi dinde aşırı giderek, insanları dinden
soğutmaya, Allah’ın affını ve mağfiretini küçümseyereye, kulların günahlarını bahane
ederek, kulla-Allah arasına kendilerini yerleştirerek kendilerine kudsiyet atfetmekten
öteye geçemeyen bir çaba olmaktan, şirk işmam eden bir istek olmaktan, kendini
kurtaramayan bir talep olmaktan öteye geçemez.
8- İnsanlara yalnızca samimi olarak sevgini verdiğini onlara hissettirirsen, henüz onlarla
yeni tanışmış olsan dahi bunun karşısında onlar sana hayatlarının en kıymetli
hazineleri olan tecrübelerinin içerisindeki inci ve mercanları cömertçe avucuna
saçmaktan kendilerini alamayacaklardır; çünkü sevgi eltaf-ı Sübhaniyye penceresinin
hikmet perdelerini aralayan bir kapıcı hükmündedir ve karşılık beklemez.
9- Eğer insanlar önemsiz görerek, işledikleri fiillerin ya da ifratkâr tüketim
alışkanlıklarının itidalden sapma, gaflet, kalp katılığı, dikkatsizlik ve aptallık gibi
marazları doğurduğunu, fazla sulanan bitkilerin yapraklarının sararıp solarak
dökülmesinden ibret alarak, anlayabilselerdi eğer; bayrağın üzerinde rüzgârın bir sağa
bir sola sallayarak hareket ettirdiği, nefis aslanının karşısına hiç tereddüt etmeden,
teyakkuz halinde beklediği için şeytanın vesvese ve iğfalleri karşısında uyanık olan
irade aslanını çıkartır, kendisine yeryüzünün halifesi olarak, emaneten bahşedilen;
akıl, göz, kulak, basiret, feraset, muhakeme gibi kuvvetli tüm askerlerini her an devam
eden büyük cihadı kaybederek, ebedi bir azaba düşme tehlikesinden halaskâr
kalabilmek için cepheye sevkeder, sahip olduğu maddi ve manevi bütün teçhizatını
nefsiyle olan cihadı kazanabilmek için bu uğurda seferber eder, doğumuyla başına
açılan bu en büyük davayı lehine sonuçlandırabilmek için tüm cehd ve gayretini
sergilerken, son nefesine kadar düşmanıyla yaka-paça olarak mücahede ve mücadele
etmekten de bir an olsun geri durmazlardı.
10- Sevilmesi için yaratılmış bir varlık olarak kadınlar, uzun saçları, göz alıcı endamları,
nazarları okşayan anaç olarak yaratılan vücut yapılarıyla, her biri birer Tekvin esmayı
ilahisinin tecellesine mazhar olarak yaratılmış, erkeklere bir yardımcı ve hoşlarına
giden bir hayat arkadaşı olarak dünyaya gönderildiği için, ricâllerin şükrünü edadan
aciz düştükleri, onların kıymetlerini idrakte adil davranamayacaklarının farkına
vararak, nazenin olarak yaratılan dünya hurilerine karşı insan haysiyeti ve onuruna
yakışan en güzel hal ve davranışlarda bulunabilmenin zorluğu ve çetinliği.

128
11- Ebeveynler çalıştığı için, çocuklarına karşı olan sorumluluklarını ve görevlerini tam
olarak yerine getiremediklerinden, vicdanî rahatlamayı gerçekleştirebilmek ve bu
açıklarını kapatabilmek için, çocukların tüm ilgiyi kendi üzerlerinde toplayabilmek için
yaptığı oyunvari kaprislerine aldanarak, en ufak meselelerde dahi onlara seçme ve
tercih hakkı bırakmayarak, kendilerini onların her istediğini yerine getirmek
mecburiyetinde hissetmeleri çocuğun ruh ve beden sağlığını olumsuz etkileyerek,
sabırsız, bencil, sinirli, ahlâksız ve saygısız olarak yetişmelerine zemin hazırlaması.
12- Kalpleri bir noktada toplama ve kaynaştırma sadece, dinini tesis hususunda Allah’tan
gelen bir yardımla mümkündür. Enfal Süresi, 63: ‘Müminlerin kalplerini birbirlerine O
ısındırdı. Yoksa yeryüzünde ne varsa sen hepsini harcasaydın yine de onların kalblerini
(böylesine) ısındıramazdın. Lâkin Allah, kalplerini kaynaştırdı. Muhakkak ki, O azizdir,
hakimdir.’ Kalpler batıl heva ve heveslere, dünya meyline çağrılırsa, rekabet hasıl olur,
ihtilaflar yaygınlaşır. Hakk’a döndürülür, batılı ve dünyayı reddeder ve Allah’a
yönelirse, cihetleri (ve gayeleri) birleşir, rekabet ortadan kalkar, ihtilafar azalır,
yardımlaşma ve dayanışmanın güzel bir şekli ortaya çıkar, bu husustaki kelimenin (ve
işbirliğinin) sahası genişler, bu suretle devlet büyümüş olur. Etnik azınlıkların ve
cemaatlerin çok yaygın olarak yer aldığı toplumlarda, bireyler arasındaki rekabet ve
hasedi ortadan kaldırarak millet şuurunun tüm kültürel ve moral değerlerin bir araya
getirilerek, kalplerin bir noktaya teksif edilmesiyle sağlanan ülkü birliğinin
oluşmasında din çok önemli bir işlev görmektedir. Bu nedenle denilebilir ki, sağlıklı bir
psiko-sosyal zeminde medeniyetin tüm görkemiyle üzerine inşâ edilebildiği; o
muhteşem iki direkten birisi asabiyetse,(dil, tarih, yurt ve ülkü birliği ile birlikte
yaşama iradesi) diğeri de hiç kuşkusuz dindir.
13- Peygamberlere ilimle birlikte hikmet de verilmiştir. Onlara verilen hüküm nasıl
şüpheye ve nefsaniliğe yer olmayan hüküm ise, onlara verilen ilim de, kendisinde asla
cehaletin yeri bulunmayan, eşya ve hadiselerin manâ ve hakikatine nüfuz, insanın iç
dünyasını, nefsinin hallerini tanıma ve onu terbiye ilmidir.(Fahreddin-i Razi,
Taberabâî)
14- ‘Halvet ve yalnızlığı anlamaya çalışmak, O’nu elde etmeye vesiledir. Mükâşefe
sınırında durmak, kurtuluştur. Allah’a yakınlığın ilmini öğrenmek, vuslattır. Cevap
vermemeyi çirkin görmek, azıktır. İlâhi hitâbı dinlemeye götürücü yolları kabulden
imtinâ etmek, tekellüf ve zorlamadır. Allah’a yönelişte sahip olunan ilmî idrâkin yok
olmasından korkmak, günahtır. Nefsin fısıltılarına kulak kabartmak, Hakk’tan
uzaklaşmaktır. Karşılaşma sırasında boyun eğebilmek, yiğitliktir. Üns makamında
sevinç, aldanmadır.’ (Ziyâuddin Ebu’n-Necib es-Sühreverdi)
15- Kalbi sürekli ağlamayanlar, ne kendilerine karşı ne de başkalarına karşı dürüst
davranabilirler.
16- Yarın Allah’ın meclisinde birlikte sohbet için oturacak olanlar; vera(takvada ileri
gitme) ve zühd(dünyaya ehemmiyet vermemek) sahibi kimselerdir.(Hadis Meali)
17- Doğrulukla ihlas arasındaki kuvvetli bağın bir benzerinin, hidayet ile rahmet arasına
da gizlenmiş olmasındaki esrar-ı Sübhanî.

129
18- Yeni ve daha adil bir dünya oluşturmanın zorluğu karşısında Kâfirlerden daha fazla
çalışmaktan kaçınanlar bu tembelliklerinin cezasının ağır bir bedeli olarak dünyanın
kulları olan Allah düşmanlarına köleleşerek ödemek zorunda kalabilirler. Zulümleri
ortadan kaldırabilmek için herkes kendi istidadı ölçüsünde gerekenleri yapmalıdır
tıpkı benim Allah’ın lütfu sayesinde sahip olduğum, hak ve hakikat olduğuna yakinen
inandığım sözlerimi, herkese ulaştırmaya çalışmam gibi. İlim tahsil etmek için
zamanını harcayan, bu yolda saçlarını ağartan ve alın teriyle kazandığı malını infak
eden cömert Mü’minlere, Allah yolunda kafirle gece-gündüz çarpışan Mücahidlere;
Allah’ın dinine her asırda sahip çıkmış olan; onca enbiyanın ve evliyaların yeni dünya
nizamını onların rehberliğiyle inşâ etmeye soyunanlara, tüm iman edip salih amel
işleyen kulların âlî hatırına muhabbetle, kucak dolu selamlar olsun!

130

You might also like