Professional Documents
Culture Documents
http://www.hiperkitap.com/images/covers/BOOK2009062119142879798616_f.jpg 26.03.2010
D I N VE LAIKLIK
Ord. Prof. Dr. ALİ FUAD BAŞGİL
Kurucusu: İSMAİL DAYI
DİN ve LÂİKLİK
O r d . Prof. Dr. Alİ F u a d BAŞGİL
8. B a s k ı : Haziran 2 0 0 7
Y a y ı n Sıra N o . : 8
I S B N : 978-975-7747-15-7
Sertifika N o : 1 2 0 6 - 3 4 - 0 0 4 0 6 2
B a s ı m Y e r i / C İ l t : Kitap Matbaacılık
Tel.: ( 0 2 1 2 ) 5 6 7 4 8 8 4
Y A Ğ M U R YAYINEVİ
Cağaloğlu Yokuju, Narlıbahçe Sokak No. 1
Özhekim Işham Kat 2/23 Eminönü / İSTANBUL
Tel.: (O 212) 513 51 26 Faks: (O 212) 519 74 53
e-posla: yagmur@yagmuryayİnevi,com.tr
www.yagmuryayinevi.com.tr
Ord. Prof. Dr.
ALİ FUAD BAŞGÎL
D I N VE LAIKLIK
- H U K U K Î VE İÇTİMAÎ ETÜD -
* DİN NEDİR?
* DÎN HÜRRİYETİ ve LÂİKLİK NE DEMEKTİR?
8 . BASKI
İSTANBUL — 2 0 0 7
Dinen günahkâr olmak,
dini sevmeye ve dindarm tükenmez saadetine
imrenmeye mani değildir.
Azız e ş i m N ü v i d e m !
S e n i n gayret v e r i c i teşvil<lerin
v e sıcak h a r i m i n o l m a s a y d ı
bu esercik g ü n g ö r m e z d i .
M i n n e t sana...
Azız okuyucu,.
Tevfik Allahtandır.
İsmail DAYI
Yağmur Yayınevi Kurucusu
O r d . Prof. Dr.
Yağmur Yayınevi
ONSOZ
(2) Çerçi mevzu üzerinde bazı gazete ve mecmualarda zaman zaman tanın
mış İmzalı yazılar çıkmıştır; fakat bunlar ciddî ve itmîolmaktan utanılacak kadar
uzaktır.
Bazılarına göre, herhangi bir memlekette c a m i l e r M ü s l ü
manlara, kiliseler Hıristiyaniara, havralar M u s e v i l e r e açık
b u l u n u y o r v e kimse, bir din tutmaya v e y a t u t m a m a y a , m e n
sup olduğu m a b e d e gidip gitmemeye zorlanmıyorsa, o
memlekette din hürriyeti vardır.
(3) Bizde din hürriyetinin ne ağır bir baskı y e tahakküm altında bırakıldığını
göstermek için resmi bir vesikayı aynen aşağıya alıyoruz:
Tarihi Vesika:
Sayı: 653
Muhterem efendim.
Mektubunuzu aldım. Biz her ne şekil ve suretle olursa olsun
memleket dahilinde dini neşriyat yapılarak dini bir atmosfer ya
ratılmasına ve gençlik için dini bİr zihniyet fideliği vücuda geti
rilmesine taraftar değiliz.
Zat-ı âlilerinin herkesçe de müsellem olan ilim ve faziletini
ze hürmetkarız. Ancak günün bu kabil neşriyata tahammülü ol
madığını siz de takdir edersiniz.
Matbuat U m u m Müdürü
Vedat Nedim (Tör)
(4) Bu satırları karaladığım sırada lie Monde) isimli meşhur bir Paris
gazetesinde Henry Shapiro tarafından "Stalİn'den Sonra Rusya" başlığı altında
neşredilmekte olan ÇOK enteresan bir röportaj serisinin 21.1.1954 sayısındaki
yazıyı ibret ve dehşet duyarak okuduk. Bu yazıdan açıkça anlaşılıyor ki, bazı
memleketlerde otuz beş seneden beri güdülen din düşmanlığı politikası, Bolşevik
Rusya'da takip olunan politikanın pek az bir farkı İle aynıdır.
(5) 1926 senesine kadar. Osmanlı devri kanunu esasileri gibi, 1924 tarihli
Anayasamız da dini esasa dayanmakta; yani İslâmiyet resmen devlet dini kabul
edilmekte ve şeriat ahkamının yerine getirilmesi, devlet vazifeleri arasında yer
almaktaydı.
Daha sonra, 1937'de Anayasa'da yapılan başka bir tadil neticesinde, 2'nci
maddeye konulan (Cumhuriyet Halk Partisi'nin altı umdesi arasında "lâiklik"
sözünün de bulunduğu malûmdur.) Fakat bu tâdil, yukarıda bahsettiğimiz 1928
tâdiliyie varılan "lâiklik" neticesine yeni bir şey ilâve etmiş değildir, sadece bunu
teyid etmiştir.
Bugün R u s y a ' d a n başka daha bazı memleketler v a r ki, b u
ralarda politika adamları, kendilerini din âlimleri y e r i n e koya
rak, dinin ibadet diline bile el uzatmakta beis göstermemişler
v e bu uğurda aksaçh dindarlan sürgüne göndermekten, hattâ
darağacma çekmekten utanmamrşiardır. Y i n e b u memleket
lerde aynı din düşmanı politikacılar, devletin lâikliğini ilân et
tikleri halde, dini, bütün teşkilatı v e personeli ile, kendi poli-
tikalanna bağlamışlardır. H ü l â s a , lâiklik bahsinde bugün h a
kikaten ciddî v e ilmî bir izah yokluğu karşısındayız/"'
B u yokluğu görerek, z a m a n z a m a n i ç i m d e b u m e v z u l a r
üzerinde bir şeyler y a z m a k arzusu v e aklımm erdiği kadar ef
kârı aydınlatmak gayreti doğdu. A n c a k 1945 yazı başlarında,
yani İkinci D ü n y a H a r b i ' n i n G a r p demokrasileri tarafından
kazanılmasına kadar geçen devri yaşamış olanlarımız hatır
larlar ki, o devirde Türkiye'de hükümet adamlarının icraatmı
tenkit etmek, hususiyle din hürriyeti v e lâiklik gibi tekkeieş-
miş mevzulan ele almak, âdeta intihar etmek demekti. Bunda
mübalâğa yoktur. Ş ü p h e edenler, o devrin gazete kolleksiyon-
lannı karıştırabilirler. V e kanaati uğruna darağacma çekilen
ak sakallı adamların resimlerini görebilirler.
Madde: /• Siyasi ve şahsi nüfuz veya menfaat temin etmek maksadiyle dini
veya dini hisleri, yahut dince mukaddes tanılan şeyleri veya dini kitapları âlet
ederek, her ne suretle olursa olsun, propaganda yapan veya telkinde bulunan
kimse, bir seneden beş seneye kadar ağır hapis cezası İle cezalandırılır.
Fiil, neşren işlenirse hükmolunacak ceza yan nisbetinde arttırılır.
Din v e Lâiklik / F. 2 17
y e , ilmi v e tarihi hakikatlere ait satırlar v e sahifeleri çıkarma
ya, hülâsa, kanunun çizdiği yasak çerçevesi dairesinde eseri
âdeta yeniden y a z m a y a mecbur olduk. B u yüzden, eserin
hem intişarı gecikti v e bütünlüğü bozuldu; hem de fikir v e ka
naatlerimizden y a p m a k zorunda kaldığımız hesapsız fedekâr-
lıklar sebebiyle orijinal çehresi buruştu. Buna esef eder v e
meşhur Lâtin Mütefekkiri Puplîus Syrus'un""bundan ikibin se
ne evvel İfade ettiği acı bir hakikati, yirminci asrın ortasında
memleketim hesabına üzülerek tekrar eder v e sözü bitiririm.
(8) P. Syrus Milâddan evvel 1. asırda yaşamış ve yazmış, Romalı bir şair ve
mütefekkirdir.
ÖNSÖZ
İstanbul, 1962
camier - Paris VIII eme) başlığını taşıyan bir mektup aldım. Bu mektupla, hülâsa
olarak "le Monde"gazetesinin Türkiye muhabirinin bildirdiğine göre, son aylar
da Türkiye'de ortaya çıkan anOlâik hareketlerin başında siz bulunuyormuşsunuz.
Biz buna ihtimal veremedik. Fakat hakikati de bir türlü Öğrenemedik. Bizi bu hu
susta aydınlatmanızı rica ediyoruz" deniliyordu. Bu mektuba şu cevabı verdim:
"Laiklik aleyhtarı olduğum, benim eserlerimi ve yazılarımı okumayan muar-
rızlarımın, bana sırf bîr isnat ve iftİrasıdır. Ben lâiklik aleyhtarı değilim. Allahsız
lık aleyhtarıyım. Bu iki tabirin mânalan arasındaki farkı siz Fransız dostlarım çok
iyi bilirsiniz. Çünkü Fransa, tarihle ve bugün her ikisini de yaşamış ve yaşamak
ladır. Ben medeni bir memleket İçin lâiklik ne kadar lâzım ise, Allahsızlığın da o
kadar zararlı ve tehlikeli bir gidiş olduğuna kaniyim.
Ben tahsilimi Fransa'da yaptım. Allahsız bir cemiyetin huzur ve rahat yüzü
görmeyeceğini sizin Alain, Blondel ve Chevalier gibi büyük filozof ve Edgar Qu-
İnet gibi devlet adamlarmızdan öğrendim. Memleketimin karşılaştığı bu büyük
tehlike İle mücadelem eğer bir suç ise, asıl suçlu ben değilim; bunu bana öğreten
Fransa'dır." •
Bu mektubuma verilen cevapta, aydınlatıldığından dolayı, adı geçen
cemiyet bana teşekkür etti.
BİRİNCİ KISIM
D İ N VE H A Y A T T A K İ Y E R Î
_ I _
İNKARCI GÖRÜŞLER VE
YANILDIKLARI NOKTALAR
Ansiklopediciler ne diyorlardı?
Din n e d i r ? Sualine o n sekizinci a s r ı n Voltaire ve Di
derot gibi akliyeci'" fılîzofları v e ansiklopedicileri'^^^ şöy
le c e v a p veriyorlardı:
(1) Felsefede akliyecilik veya akliye mezhebi, insan aklınm sonsuz kudretine
ve hakikati bulduran yanılmaz bir rehber olduğuna inananlann mesleğidir. Buna
göre, akıl realiteleri aydınlatan yegâne ışık venakikatleri bize gösteren aynadır.
Akla uygun olan ve akıl ile bilinen her şey hakikattir ve her hakikat akla uygun
dur ve akıl ile idrâk olunabilir. Akla uygun gelmeyen hİç bir şey de hakikat de
ğildir.
(3) On sekizinci asnn din düşmanları arasında, hattâ başında meşhur edip ve
filozof Voltaire (1694-1778) gelir. Bu acı sözlü, hırçın adam, diyanete hücumda,
muasırlarının hepsini geride bırakmıştır. Dini, sahtekârlık ve din adamlarını ya
lancı ve sahtekâr diye vasaflandırmağa kadar giden Voltaire'in din düşmanlığı
pek genç yaşında iken başlamıştır. Daha 1718'de yazdığı bir şiir mecmuasında
din adamları ve âlimleri hakkında, "Bunlar, aptal halkın düşündüğü gibi adam
lar değildir, bunların ilmi sermayesi, bizim loyluğumuzdur" diyordu. Voltaire'e
göre din, tıpkı kalp para gibidir; onu, ancak bilmeyenler kabul eder. Hazret-i Mu
hammed'e kadar dil uzatmaya cür'et eden Voltaire, bütün ömrü boyunca en cid
di eserlerinde bile, rahipleri sahtekârlıkla itham etmiş ve dinleri, milletlerin ha
yatında acı bir tesadüf eseri göstermiştir. J742'de neşrettiği "Essai sur les moeurs"
adlı eserinde kendi kendine "Diyaneti ilk icat eden kimdir?" diye soran Voltaire,
buna: "Cünün birinde bir ahmağa rastlayan bir hilekârdır" cevabını veriyordu.
(Cilt: 1, sah. 133, Kbl.). Voltaire'e göre dinler, insaniyette çiftçilik, hayvancılık ve
sanayi hayatı gibi maddi medeniyet şart ve imkânlan doğduktan sonra, sırf bir lüks
ve İstismar vasıtası olarak zuhur etmiştir. Yukarıda zikrettiğimiz eserinin bir başka
yerinde Voltaire: "Asırlar geçtikten ve cemiyetler kurulduktan sonra dır ki,bazı
dinler zühür etmiş ve bazı kaba âyinler icat edilmiştir" diyordu. (Cilt 1, s. 14).
Hemen ilâve edelim kî, bütün bu noktalarda bugün tarih ve sosyoloji, Volta-
ire'i kal'i surette yakalamakta ve bu iddiaları gülünç bulmaktadır. Bugün az çok,
felsefe ve tarih kültürüne sahip olanlarca Voltaire'in bu iddia ve isnatları, kindar
bir mütefekkirin sırf masa başı kuruntuları olmaktan başka bir kıymet taşımamak
tadır.
~ DIN ve LAİKLİK —
H i ç b i r İlmî v e t a r i h î e s a s a d a y a n m a y a n v e sırf o n s e
kizinci a s n n politika m ü c a d e l e l e r i n d e h e m mutlakiyet
rejimini, h e m d e kiliseyi d e v i r m e k için, iki ağızlı b i r b a l
t a gibi kullanılmış olan b u telâkki v e isnadlar, maalesef,
z a m a n ı m ı z ı n bazı câhil v e inatçı insanları m u h i t i n e k a
d a r s ü r ü p gelmiştir. B u g ü n bile bazı yarı bilgin v e y a p
m a c a mütefekkirler t a r a f ı n d a n b u fikirlerin ciddiye alı
n ı p , m ü d a f a a edildiği g ö r ü l m e k t e d i r .
(6) R. Worms, Conclusions des sciences soctâles Paris, 1920, Lib. Giard, p.
16a.
(7) Salomon Reİnaclı: Orpheus (Histoire Generale des Religions) Paris, Lib.
d'Educalion Nalionale, 1930, p. 13-14.
(9) On allına asır başlarında İtalya'da hükümet süren geniş bir ailenin adı
dır. Bu ailenin meşhur İsimleri 6'ncı Alexandre (Papa) Sezar Borgia ve iükres
Borgia'dır.
W) II. Bayezid, Yavuz Selim ve Kanunî devirlerinde şeyhülislâmlık makamı
na şeref vermiş olan meşhur Zenbillİ Ali Efendi bu sayısız din adamlarından bi
ridir.
(n) Bakınız: Prof Daurice Halbwadis, Les origines du sentimetn religieux,
Paris, Lib. Stock (La Culture Moderne) p. 7.
İle dolu b i r b a h s i ele almak, yarı bilginlere m a h s u s b i r
pervasızlıktı. O n d o k u z u n c u v e yirminci a s ı r l a r d a ilim
lerde, hususiyle dinler t a r i h i n d e v ü c u d a gelen g e l i ş m e
ler v e ilerlemeler dinin nasıl b i r d e r i n i n s a n v e cemiyet
ihtiyacına c e v a p v e r d i ğ i n i v e Allah d u y g u s u n u n nasıl
b i r ince ve saf sezişe d a y a n d ı ğ ı n ı g ö s t e r m i ş v e aynı za
m a n d a , ansiklopedicilerin d ü ş t ü ğ ü h a t a n ı n kabalığını
da ortaya koymuştur.
Din, i n s a n v e cerniyetle b e r a b e r d o ğ m u ş , sayısız
asırlar v e milletler içinde b i n b i r çeşit inkilâp v e istiha
lelerin m u ş t a s ı altında b u g ü n e k a d a r yaşamıştır. B u - '
g ü n , dünyayı sevk v e i d a r e e d e n kuvvetlerin d e b a ş ı n
d a gelmektedir. Böyle b i r m ü e s s e s e , yalan, hile v e m e n
faat ü z e r i n e k u r u l m u ş v e b ü t ü n b i r insanlık d ü n y a s ı , b u
b a h i s t e asırlarca yanılmış olamaz. B u n u iddia e t m e k
için m ü ş t e r e k v e m â ' ş e r i k a n a a t l e r i n e h e m m i y e t i n i v e
içtimaî m ü e s s e s e l e r i n m â n a s ı n ı a n l a m a m ı ş o l m a k lâ
zımdır. Din m ü e s s e s e s i n i n kökleri, i n s a n ı n yaradılışın-
dadır. Ve b ü t ü n d i n l e r d e b u yaradılışa c e v a p v e r m e k
üzere, Allah ve âhiret akideleri gibi, bazı m ü ş t e r e k h a
kikatler vardır. Bu h a k i k a t l e r d i r ki, dinlere y a ş a m a k v e
tarihi fırtınalara karşı d a y a n m a k kuvvet v e i m k â n ı n ı
sağlamıştır."^'
Din v e Lâiklik / F. 3 33
ç a r e ilmimiz, s o n s u z b i r m e ç h u l l e r deryası i ç i n d e bir
s a m a n ç ö p ü gibi kalmaktadır. Hayır! Din iflâs e t m e d i ,
ilim b u g ü n aczini anladı.
G ö r m e y e n gözlü m ü n k i r ! D ü ş ü n ki, ü s t ü n d e y a ş a d ı
ğın şu y e r yuvarlağı, sayısız e c r a m ve s o n s u z b i r k â i n a t
içinde e n küçük bir varlık ve â d e t a b i r noktadır. S e n ise,
b u n o k t a n ı n içinde ve s a t h ı n d a k i z e r r e l e r d e n b i r z e r r e
sin. Varlığın fâni, ö m r ü n m a h d u t , akim âcizdir. Sen, b u
hiçliğini u n u t u y o r s u n d a , h u d u t s u z v e s o n s u z b i r kâi
natı i d r a k ve i h a t a y a kalkışıyor ve kendi hayâlini haki
kat s a n a r a k , i n k â r a s a p ı y o r s u n . G ö r m ü y o r s u n ki, çok
g ü v e n d i ğ i n ve d ü n y a l a r ı n ışığı s a n d ı ğ ı n aklın s a n a kâ
i n a t m u a m m a s ı k a r ş ı s ı n d a hiç değilse, insaf e d i p s u s
mayı olsun ö ğ r e t e m e m i ş t i r .
Hayır, okuyucum! E m i n olunuz ki, b u g ü n Voltaire ve
emsalinin izinden y ü r ü y e n tek bir yüksek ilim a d a m ı ve
filozof yoktur. Olamaz, çünki ilmin h a r e k e t noktası
şekk'tir. Felsefeninki t e m a ş a ve hayrettir. İnkâr ise, m ü -
c e r r e d bir cehalettir. A n c a k cahillerdir ki, inkâra cesaret
bulur.
(13) Rivayete göre, nıaddeciliğin ilk hocası Leucippe = Lösip adında Trakya
lı bir filozoftur. Fakat, bunun ne bir esen ele geçmiş, ne de hayatına dair doğru
bir bilgi edinmek mümkün olmuştur.
ç ü r ü r v e n e t i c e d e asli v e iptidaî m a d d e l e r i n e r ü c ü eder.
Bu b i r devr-i daim (=Devenir eternel)dir. Bu ezeli devir
ve t a h a v v ü l içinde d e ğ i ş m e y e n , d a i m ve e b e d i k a l a n b i r
şey v a r s a , o d a m a d d e d i r . Şeyler v e cisimler, m a d d e n i n
sonsuz bir surette şekillenmesinden me y d a n a gelmek
tedir. B i n â e n a l e y h , k â i n a t m a d d e d e n ibarettir. H e r ş e
yin asli v e ezeli cevheri m a d d e d i r .
M a d d e , " a t o m " d e n i l e n ve p a r ç a l a n m a s ı m ü m k ü n
o l m a y a n z e r r e c i k l e r d e n t e r e k k ü b eder.""" Şu h a l d e , b ü
t ü n varlıklar, b i r e r a t o m m ü r e k k e b i o l m a k t a n b a ş k a b i r
şey değildir. Gökler, b i r a t o m fezası; yeryüzü, ay, g ü n e ş
ve d i ğ e r b ü t ü n s e y y a r e l e r b i r e r a t o m kümesi; h a r a r e t
ve ziya d a , b i r e r a t o m h ü z m e s i d i r . R u h bile a t o m m ü
r e k k e b i b i r m a d d e d i r . Yalnız r u h u v ü c u d a g e t i r e n
a t o m l a r b a ş k a cinstendir. Bunlar, g a y e t şeffaf v e sey
yaldir. Fakat, m a d d e d e n ayrı v e m a d d î varlık d ı ş ı n d a
r u h diye g a y r i m a d d î b i r varlık yoktur.
H e r h a n g i b i r cismi v ü c u d a g e t i r e n atomlar, b i r za
m a n s o n r a birbirini bırakır; t e r k i p çözülüp d a ğ ü a r a k
ezeli t a b i a t ı n k u c a ğ ı n a düşer. Fakat, b u a t o m l a r y o k ol
m a z ; d a h a b a ş k a a t o m l a r ile b i r l e ş e r e k yeni b i r k o m b i
n e z o n teşkil eder, b i r b a ş k a f f o r m a d a yeni b i r varlık vü
c u d a getirir. Hilkatin sırrı d e n i l e n hakikat b u n d a n iba
rettir. B ü t ü n c a n t a ş ı y a n m e v c u t l a r ı n ölmesi d e m e k , r u
h u t e r k i b e d e n a t o m l a r ı n b i r b i r i n i b ı r a k m a s ı ve s o n n e
fesle çıkıp, cismi t e r k e t m e s i demektir. Fakat, m u a y y e n
b i r cismi t e r k e d i p , d a ğ ı l a n b u a t o m l a r yeni b i r t e r k i p ile
y e n i d e n birleşir v e yeni b i r m e v c u t h a l i n d e y e n i d e n h a
yata d ö n e r . D o ğ m a k , ölmek b u d u r .
D ü n y a v e h a y a t m m e n ş e i v e yaratıcısı (ilâhlar) o l m a
dığı gibi, âlemin n i z a m ı n d a ve gidişinde d e o n l a r ı n hiç
b i r r o l ü v e tesiri yoktur. Mabet, ibâdet, âhiret... b ü t ü n
(14) Dikkat olunsun ki, eski maddecilerin (Cüz'ü lâ yetecezza) yani parça
lanmaz en son parça kabul ettikleri "atom" bugün parçalanmış ve bundan hari
kulade bir kuvvet elde edilmiştir.
b u n l a r b o ş şeylerdir. Ö b ü r d ü n y a diye, ö l d ü k t e n s o n r a
y a ş a n a c a k b a ş k a b i r d ü n y a t a s a v v u r etmek, h a y a t m
k a y n a ğ m a zehir akıtmaktır. Aklı b a ş ı n d a o l a n l a r için
h a y a t v e s a a d e t a n c a k b u d ü n y a d a d ı r . B u d ü n y a ise,
h a y a t v e kâinatın aslı v e m e n ş e i olan m a d d e d e n i b a r e t
tir."^'
(15) Demokrit - Epikür maddeciliği üzennde daha geniş bilgi edinmek iste
yen okuyucularıma İslâmın Nuru" Mecmuasında "Din Felsefesi Bahisleri" baş
lığı altında çıkan iki yazımı tavsiye ederim. (Nisan 1951, sayı 1 ve Haziran 1951,
sayı 2).
DIN ve LAİKLİK —
Rönesans ve
modern ilim hareketlerinin başlangıcı:
Hatırlatalım ki, R ö n e s a n s , yani G a r p ' t a ilim, felsefe,
e d e b i y a t ve s a n a t s a h a l a r ı n d a o r t a y a çıkan .ilk kımılda
malar, Avrupalıların eski Yunan d ü n y a s i y l e t a m a s a gel
meleri, hususiyle Eflâtun ve Aristo gibi ü s t a d l a r ı oku
y u p ö ğ r e n m e l e r i ile başlar. R o m a İ m p a r a t o r l u ğ u ' n u n
yıkılmasından s o n r a , b ü t ü n O r t a z a m a n l a r d a A v r u p a ,
k a i m bir cehalet p e r d e s i y l e örtülü kalmış ve eski Yu-
n a n ' ı n ilim, felsefe ve s a n a t eserleri h e m e n h e m e n kay
b o l m u ş t u . Tasavvur o l u n s u n ki, ilim t a r i h i n i n en b ü y ü k
siması ve bilgide istikrar (^induction) u s û l ü n ü n banisi
sayılan Aristo bile, A v r u p a ' d a asırlarca m e ç h u l kalmış
tı. Bu filozofun m u a z z a m e s e r l e r i n d e n Avrupalılarca
bilineni, vaktiyle Bizans'tan Şarieman'a h e d i y e g ö n d e
rilen (Organonydan ibaretti. O k u y u p , anlayanı o l m a d ı
ğı için, b u n u d a k ü t ü p h a n e raflarında ö r ü m c e k l e r b ü
r ü m ü ş t ü . B u n u n başlıca sebebi, Hıristiyan A v r u p a ' n ı n
o z a m a n k i cahilane t a a s s u b u idi. A v r u p a ' d a kilise Aris
to felsefesine ve e s e r l e r i n e karşı d e r i n b i r düşmanlık
b e s l e m e k t e ve b u felsefeyi dinsizliğe g ö t ü r e n bir şeytan
yuvası g ö r m e k t e y d i ; B u n u n içindir ki, kilise Aristo ye
eserlerini muhtelif t a r i h l e r d e , ezcümle 1209 ve 1295'te
şiddetle m a h k û m etmiş ve b u eserlerin Hıristiyanlar t a
r a f ı n d a n o k u n m a s ı n ı yasaklamıştı. Bu şiddetin d e s e b e
bi, kilisenin eski Y u n a n filozoflarını ve eserlerini bilme-
m e s i , yalnız u z a k t a n u z a ğ a b u n l a r a d a i r riavayetler işit
m i ş olmasıydı/"''
O n b e ş i n c i a s r ı n s o n l a r ı n d a n itibaren, b u vaziyet d e
ğ i ş m e y e b a ş l a m ı ş v e A v r u p a ' d a ilim v e felsefe y e p y e n i
b i r m e c r a y a d ö k ü l m ü ş t ü r . Artık yavaş y a v a ş eski a m p i
rizm"*' v e d o g m a t i z m i n yerini t e c r ü b e ve m ü ş a h e d e y e
m ü s t e n i d ilim zihniyeti v e b u zihniyetin d o ğ u r d u ğ u
m ü s b e t a r a ş t ı r m a g a y r e t l e r i almıştır. B u n u n neticesi
o l a r a k d a m a d d e v e t a b i a t ilimleri p e y d e r p e y g e l i ş m e
ye y ü z t u t m u ş ve ilmi keşifler birbirini takip etmiştir/"'
Gittikçe hızlanan b u h a r e k e t ve gayret, onsekizinci asır
d a orijinal b i r m a n z a r a almış v e b u asrın G a r p cemiyet
lerini t e m e l l e r i n d e n s a r s a n b i r tenkid t u f a n ı m y a r a t -
(19) Birbirini takip eden ilmî keşiflerden, İlmin ve teknolojinin bugün erişti
ği fevkalâde gelişmeden dolayı insanlık, Rönesans adamlarına, şüphe yok kİ
minnettardır. Ancak bugünkü hayat muvazenesizliğinden ve maneviyat buhra
nından ve bunun doğurduğu sefaletten de, geniş bir ölçüde, yine Rönesans
adanılan mes'uldür. Rönesans'ta atılan yanlış bir adım, insanlığı bugünkü mad-
deperestliğe ve bundan iteri gelen barbarlığa sürüklemiştir. Filhakika, Rönesans,
keyfiyeti bir tarafa bırakıp kemmiyele kıymet vermiş; (qualite)yi atarak, (quanti-
te)yi almıştır. Sokrat'ın "kendini bil" hikmetini unutarak insanı bırakıp, eşya ve
kâinatı bilmeye Özenmiştir. Bunun neticesi olarak l)ugün madde ve tabiat ilimleri
yanında, İnsan ve ruh ilimleri geri ve cılız kalmıştır. Bunun da neticesi olarak,
muvazeneli bir hayat ve bir keyfiyet medeniyeti yenne bugünkü madde medeni
yeti, yani zekâ ve vefanın sefaleti, kütük enseli küstahlığın sefaheti doğmuştur.
mıştır. O suretle ki, bir tarafta iktisatçı ve siyasiyatçılar
o d e v r i n sınıf imtiyazlarına ve halk köleliğine d a y a n a n
devlet rejimlerini ve iktisadi nizamı t e n k i d eder, ansik
lopediciler de kiliseyi s i p e r alan aynı rejimlere d ü ş m a n
lık gösterirken; d i ğ e r tarafta bir kısım fikir a d a m l a r ı d a
sırf m ü s b e t ilim, y a n i t e c r ü b e ve m ü ş a h e d e y e m ü s t e n i d
bilgi n a m ı n a d o ğ r u d a n d o ğ r u y a dine ve dini i n a n ç l a r a
h ü c u m a kalkmışlardı. Artık, onsekizinci asır s o n u Av
r u p a ' s ı n d a dini v e Allah'ı k ö k ü n d e n i n k â r e t m e k b i r
m o d a haline gelmiş ve b u m o d a y a u y a n l a r c a dindarlık,
b i r nevi gerilik telâkki o l u n m a y a b a ş l a n m ı ş t ı r .
İlmî maddecilik:
İlmî denilen m a d d e c i l i ğ i n yahut, d i ğ e r b i r t a b i r ile,
ilimciliğin (=scîentisme) yolunu m e ş h u r Fransız tabi-
iyatçı Lamark açmıştır. Bu zat, dinlerin temelini teşkil
e d e n "hilkaf'i i n k â r e d e r e k , h a y a t ı n m a d d e d e n v e i n s a
n ı n h a y v a n d a n istihale v e t e k â m ü l yolu ile v a r o l d u ğ u
n u açıkça iddia e d e n ilk âlimdir. 1809'da n e ş r e t t i ğ i
" H a y v a n a t Felsefesi" a d h e s e r i n d e Lamark, b u iddiası
nı u z u n uzadıya i s p a t a çalışmıştır.
Lamark^m açtığı y o l d a n y ü r ü y e n l e r a r a s ı n d a İngiliz
t a b i a t ç ı Darwin ile A l m a n tabip-fılozof B ü c h n e r (=Bülı-
ner) p e k m e ş h u r olan iki m a d d e c i d i r . Buhner, 1855'te
"Kuvvet v e M a d d e " y i , Darwin d e 1859'da " H a y v a n N e -
vilerinin M e n ş e i " adlı kitabı neşretmiştir.*^'
M o d e r n m a d d e c i l e r , y a h u t ilimciler a r a s ı n d a v e ilim
n a m ı n a din d ü ş m a n l ı ğ ı s a ç a n l a r ı n b a ş ı n d a J e n a Üni
versitesi p r o f e s ö r l e r i n d e n Ernest Haeckel'e m ü h i m b i r
y e r v e r m e k icabeder. B u zat, s o n y a r ı m asırlık d e v r i n
e n m ü n k i r ve m ü t e m e r r i d m a d d e c i l e r i n d e n d i r . 1906'da
n e ş r e t t i ğ i "Din v e T e k â m ü l " adlı b i r seri k o n f e r a n s t a n
müteşekkil, e s e r i n d e m o d e r n t e k â m ü l c ü l ü ğ ü n b i r t a
rihçesini yaptıktan, (halikı) v e (hilkati) t o p t a n i n k â r et
tikten s o n r a ; h a y a t v e k â i n a t ı n sırf m a d d e n i n t e k â m ü
l ü n d e n v e milyonlarca senelik b i r mazi içinde, g a y r i u z -
vinin uzviye istihale e t m e s i n d e n ibaret o l d u ğ u n u isba-
t a çalışmıştır.'^"
tahminden ibaret olan tekâmül nazariyesi, bugün ilmi bir faraziye olarak bile, İl
mi bir surette, müdafaa edilemez. Çünkü İlmi bir faraziye aklın idrak hududu içi
ne girmesi ve iimin tetkik vasıtalan olan müşahede, mukayese ve tecrübe imkân
larını aşan ve aklı tamamiyle âciz bırakan metafizik mes'elelerdir.
İş böyle olduğu halde, mekteplerde bu ve emsali nazariyelerin sanki birer
mütearife kabilinden ve objektif hakikatler nevinden birer hakikat imiş gibi oku
tulması, işte "gayri ilmi" olan budur ve orta zamanlar zihniyetine mahsus bir ta
raf tutarlık ve bir fuzuli taassuptur. Modern mektep bu türlü taassuplardan ken
dini kurtarıp yükseldiği gün, hakkıyle vazifesini yapacak ve insanlığa hizmet
edecektir
Hülâsa, makale sahibi bütün bunları bilseydi, incir çekirdeği doldurmaz bir
bilgi çıkını ile ortaya atılıp en muğlak mes'eleler hakkında indi hükümler verme
ğe kalkışmazdı. Esasen, ifadesinde dini tahkir ve tazyif kasdİ olmadığına kani bu
lunduğum için, tekrar ederim kİ, kendisini sadece mazur görürüm.
Yolumuzun b u n o k t a s ı n d a birazcık d u r a r a k , h e m e n
deyiverelim ki, insanlık tarihini sırf m a d d î şartlar, ikti-
Din d u y g u s u v e dini m ü e s s e s e l e r i n s a n z e k â s m m
d a h a z e n g i n l e ş m e s i v e incelmesiyle, k a y b o l m a k v e ze
val b u l m a k şöyle d u r s u n ; bilâkis, d a h a k ö k l e ş m e k t e v e
r u h î bir ihtiyaç o l a r a k kendilerini d a h a d a şiddetle his
settirmektedirler. B u g ü n , İkinci D ü n y a H a r b i f e r d a s m -
da, yüksek d u y g u l u i n s a n l a r m d i n v e m a n e v i y a t a karşı
hissettikleri ihtiyaç k a d a r , yakın d e v i r l e r d e ihtiyaç his
sedilmemiştir, denilebilir.
Hülâsa, t a r i h î m a d d e c i l i k b i r h ü c u m silâhı olarak işe
y a r a r . Nitekim fiiliyatta y a r a m ı ş v e b i r a s ı r d a n b e r i mil
letler içinde p a n i k l e r v e kargaşalıklar koparmıştır.'^^'Fa-
k a t b u g ö r ü ş , ilmi b i r izah sistemi olarak, b ü y ü k b i r kıy
m e t t a ş ı m a z . H a t t â dikkat edilir v e i n s a f ile d ü ş ü n ü l ü r
se, ilmî b i r izah v e m ü d a f a a sistemi olarak, "ilmî m a d
decilik" bile b ü y ü k b i r kıymet t a ş ı m a z .
(25) Tarihi maddecilik lıakkında dalıa etraftı malûmat için bakınız: Esas Teş
kilat Hukuku Dersleri, İkinci Kısım, Demokrasiye Karşı Direnen Doktnnter Faslı
- Ati Fuad Başgil.
d a n m ü n e z z e h , vâcib-ül v ü c u t (=Etre'necessaire) ve kâ-
diı--i mutlak (=Toutpuissant) bir Allah vardır.
Allah, ezelidir. Yani o n u n başlangıcı yoktur; k i m s e
d e n d o ğ m a m ı ş ve b a ş k a b i r varlıktan istihale e t m e m i ş
tir. Allah, ebedidir. Yani s o n u yoktur; ölmez ve asla yok
olmaz; k u d r e t ve i r a d e s i n d e n h i ç b i r şey eksilmez. Al
lah, m a d d e d e n m ü n e z z e h t i r ve lâ m a d d i d i r . Yani bizim
fâni hislerimizin ü s t ü n d e d i r ; gözle g ö r ü l m e z , elle tutul
m a z , h ü l â s a hiç b i r veçhile hislerimiz altına g i r m e z . Al
lah, z a m a n ve m e k â n d a n d a m ü n e z z e h t i r . Yani h i ç b i r
y e r d e ve hiçbir z a m a n içinde değildir; fakat h e r y e r d e
dir ve h e r z a m a n d a vardır. Allah'tan b a ş k a olan şey
m ü m k ü n - ü l v ü c u t t u r (~Etre possible). F a k a t Allah
vacib-ül v ü c û d t u r (Etre necessaire). Yani o n u n varlığı
zaruridir. Ve y o k l u ğ u n u n m a n t ı k a n t a s a v v u r u bile
m ü m k ü n değildir.
(31) Imam-ı Nesefi'nin meşhur "Akaid" kitabı: "Hakaİk-ı eşya sabit tir ve ona
ilim mütehakkıklır" diye başlar. Bu fikn Şeyhülislâm Mûsa Kâzım Efendi merhum,
neşrettiği bir makalede ispata çalışmıştır. Fakat, merhumun, bu nokta üzerindeki
izah ve müdafaalan, bizi tatmin etmemiştir. Bakınız: Külliyat-ı Musa Kâzım - Dİ-
ni içtimaî makaleler, Evkaf-ı İslâmiye Matbaası, 1336, sahife: 132 ve devamı.
(32) Bu ^kirler etrafında Prof James'İn şu güzel eserini tavsiye ederiz. La Fone-
tion sociale de la religion, par E.O. James, Prof. d'Histoİre et de P. Fiosöphie des re
ligions a 'Üniversite de Londra Payot, Paris, 1940 - Umumiyetle İlim ve din bahsin
de bakınız: Emile Boutroux: Science et religion. E. Flammarion, Paris. Şu nefis ese
re de bakınız: Les Fondemenets de la religions, par.). V. Linden, Payot, Paris. 1957.
(33) Bu bakımdan yukarıdaki notta adı geçen İmam Nesefi'nin Akaid kitabı
başındaki sözü bize yerinde görünüyor. Evet "şeylerin hakikatlan sabittir." Fakat
bu hakikatlara bizim İlmimiz mütebakkik midir? Bizim ilmimiz şeylerin hakikat-
larına değil, araz ve evsafına attir. Şeylerin künhünü ve hakikatlarını yalnız onları
yaratan bilir.
kuvvet ü z e r i n d e çalışan âlim, b u n l a r m h a k i k a t ve m a h i
y e t i n d e n h a b e r d a r değildir. N e r e d e n g e ü p , n e o l d u ğ u
n u bilmez. G ü n l ü k h a y a t ı m ı z d a b i n b i r çeşit işde kul
landığımız elektrik n e d i r ? N e r e d e n çıkıp, nasıl v a r ol
m a k t a d ı r ? İlim bize b u n u söylemez.'^""
İlmin b u n u söylemesi v e a r a ş t ı r m a s ı lâzım d a değil
dir. İlme lâzım olan, m a d d e n i n v e kuvvetin n e r e d e n çı
kıp, n e o l d u ğ u n u bilmek değil; b u n l a r d a n h a y a t için
faydalar elde etmektir. B u n u elde ettiği z a m a n v e tak
d i r d e ilim, g a y e s i n e v a r m ı ş v e r o l ü n ü o y n a m ı ş olur. Ni
t e k i m b u g ü n iş böyledir. M e n ş e v e m a h i y e t b a h s i n d e
sekler v e i b h a m l a r içinde b o ğ u l a n m o d e r n ilim, p r a t i k
h a y a t s a h a s ı n d a h a r i k u l a d e ilerlemeler k a y d e t m e k t e v e
h a y a t gittikçe m a k i n e l e ş m e k t e d i r . Yalnız, ş u v a r ki,
m e n ş e v e m a h i y e t i n i bilmediğimiz m a d d e n i n evsaf ve
a r a z ı n d a y a n ı l m a m ı z d a i m a m ü m k ü n d ü r . İşte m o d e r n
ilmin t e v a z u u d a b u n d a n ileri gelmektedir. B u g ü n ilim,
elde ettiği n e t i c e l e r d e yanılabileceğini, b u n u n m ü m k ü n
o l d u ğ u n u kabul e t m e k t e v e eski t a a s s u p v e t o y l u ğ u n
dan kurtulmuş bulunmaktadır.
İmdi, m a d e m k i ilmin s a h a s ı genişlik v e derinlik iti
bariyle v e m e t o d u n u n imkânları b a k ı m ı n d a n h u d u t l u
dur; o h a l d e ilmin h u d u d u n u n ö t e s i n d e b i r akideler ale
m i n i n v a r olabileceğini k a b u l e t m e k m a n t ı k e n z a r u r i
dir. M a d d e c i l e r i n zannettiği gibi, ilim b u z a r u r e t i inkâr
e d e m e z v e dini akide v e inançları i n s a n h a y a t ı n d a n
k o v m a k lâzımdır, diyemez. G ö z ü m ü z ö n ü n d e n süratle
g e ç e n b i r o t o m o b i l i n h a r e k e t ve m u v a s a l a t noktalarını
g ö r m e y i ş î m î z , b u n o k t a l a n i n k â r için b i r s e b e p teşkil
etmez. Bilâkis, kat'i s u r e t t e bilir v e teyit ederiz ki, b u
Din v e Lâiklik / F. 5 65
— n—
DİN NEDİR?
Allah v e din:
Evvelâ Allah n e d i r ? Nasıl t a h a y y ü l e d e r s e n i z o d e -
ğildir/^^'Fakat O vardır. O ' n u t a n ı m a m a k m ü m k ü n d ü r .
Nitekim İnsan kıhğmdaki bazı h a y v a n l a r l a , h a y d u t l a r
t a n ı m a z . O ' n u n varlığına delil istemek, o n u inkâr için
vesile aramaktır. O ' n u n :
Varlığın bilme ne hacet kürre-i âlem ile
Yeter isbatına halkettiği bir zerre bile.
O ' n u i n k â r e t m e k bâtıla t a p m a k t ı r . O ' n u i s p a t a ç a h ş -
m a k , b e y h u d e yorulmaktır. O vardır, ç ü n k ü i n s a n v e
kâinat vardır. Fakat:
Hurşîd'i ezelden nasıl ister ki haberdar
Olsun daha bir zerreyi derketmeyen efkâr.
O ' n u n v a r h ğ m a delil; O ' n u d u y a n v i c d a n ı m , O ' n u i s
t e y e n v e a r a y a n g ö n l ü m d ü r . D ü ş ü n e n i n s a n için O ' n u
i n k â r a m e c a l yoktur:
Allah'ı ne yolda etsem inkâr
İkrar çıkar netice-i kâr.
Din nedir?
Din, b u ilâhî n u r n e d i r ? O, h e r ş e y d e n evvel, r u h u
m u z l a sezdiğimiz v e akl-ı selim ile d ü ş ü n ü p , kabul etti
ğimiz ilâhî b i r k a n u n d u r . İ n s a n b u k a n u n u , yüksek
s a n ' a t , ahlâk v e insanlık d u y g u s u gibi, fakat d a h a ince
ve d a h a y ü c e b i r d u y g u olarak sezer; aklı ile m u h a k e m e
edip, kabul v e t a s d i k eder. Din, i n s a n r u h u n u n b u e n t e -
Çünkü bizim ifademiz Kur'an-ı Kerim'in İlılâs Süresindeki ilâhi İşarete aykırı
düşmekte ve bir nevi (şirk)e götürmektedir ve (lâ nazire leh) hakikatiyle tenaku
za düşmektedir.
Filhakika îhlâs Süresinde Allah'ın (küfvü) yani eşi, misli ve nazın olmadığı
ifade buyurulmaktadır.
Halbuki bizim tarifimiz, hayalen de olsa, Allah'ın bir nevi eşi ve haziri mev
cut olabileceğine ihtimal veriyordu. Hazret-İ Mubyiddin'in İfadesi ise bundan
kaçınmakta ve İhlâs Süresindeki beyana uygun gitmekte idi.
Bu defaki baskıda biz, Hazretin aynen kendi ifadelerini almak suretiyle, azız
ruhlarından af dileyerek, hatamızdan döndük.
Bizim ilk baskıdaki ifademiz ne kadar basit ve (şirk)e götürmekte İdiyse, Haz
ret-i Mubyiddin'in ifadeleri de o kadar derin ve şirkten kaçınmaktadır. Bununla
beraber her iki İfade arasıda maksat bakımından fark olup olmadığı üzerinde dü
şünülebilir.
Hazret-i Muhyiddin "Allah, nasıl tasavvur ederseniz, ondan başkadır" sözüy
le şunu demek istiyor:
İnsan, Allah'ı tasavvur ve tahaylül bile edemez. O'na hayalinde de olsa bir
suret veremez ve bir eş bulamaz . Çünkü o varlık, insan İdrâkine ve hayâline sığ
maz.
Bir şeyi tasavvur ve tahayyül etmek, zihinde, İç gözüyle, o şeyin hariçteki
vadığının suret ve hayalini görmek demektir. Yeryüzünde görülen ve duyulan
şeyler arasında Allah'ın bir benzen ve nazin yoktur ki, insan, zihninde. O'nun
suret ve hayalini görebilsin.
Bunun içindir ki, Allah'ın bütün (sıfât-ı zâtiyesi) ile varlığı akıl ile doğrudan
doğruya idrak ve ispat edilemez. Eğer edilebilseydi, onu inkâr mümkün olmaz
dı. Zira aklın sabit ve mütehakkık gördüğü şeyi aklen inkâr mümkün olmaz. Bu
nun aksi, farz edilirse aklın kendisiyle tenakuza düştüğü kabul edilmiş olur. Ak
lın tenakuzu ise, aklı nefyeder, binaenaleyh mümkün değildir.
Allah'ın varlığı en çok kendi yarattığı eserlen ile yani insan ve kâinatla bil
vasıta idrâk ve mantıki muhakeme ve istidlal yolu ile ispat edilebilir. Ooğnıdan
ispat, akıl ile değil, "nakil" ile mümkündür. Fakat herkes nakli kabul etmediği ay
nı mantıki İstidlali de yürütmediği, binaenaleyh aynı neticelere varmadığı içindir
ki, Allah'ı İnkâr mümkün olmakta ve fiiliyatta birçok da İnkâr edenlere rastlan
maktadır.
Yine bunun İçindir ki, büyük İslâm mütefekkirlen Allah'ın varlığından çok,
birliği üzerinde durmuş ve bunu ispata çalışmışlardır. Gayet tabii: Allah'ın varlı
ğını kabul etmeyen kara kalbli, sağır kulaklı ve kör gözlülere onu kabul ettirme
ye imkân yoktur. Çünkü akıl ve mantık kudretİ,^ insanın görüp duyduğu şeylere
yetişebilir. Bunun dışında kalan ve sırf "nakil" ile sabit olan Allah hakikati üze
rinde akıl ve mantık âciz kalır, yürümez.
İşte Hazret-i Muhyiddin, "Allah, nasıl tasavvur ederseniz, ondan başkadır"
demekle bu hakikate İşaret ve filozofların üç beş sabifelik yazı ile anlatmak iste
diklerini iki çift sözle ifade etmiştir.
miz m e k t e b i , h a y v a n l ı k t a n sıyrıhp, y ü k s e l e n i n s a n zekâ
sının hiç d u r m a d a n a r a d ı ğ ı ''evveli illet"\n = (premiere
cause) e n t a t m i n edici izahıdır. " N e r e d e n geliyor, n e r e
ye gidiyoruz" sualinin ş a ş m a z cevabıdır; yok olmaktan,
hiçliğin karanlıklarına g ö m ü l ü p , g i t m e k t e n ü r p e r e n in
s a n içinin ışığı; ü m i t ve i m k â n l a r ı n t ü k e n i p , s ö n d ü ğ ü
y e r d e n b a ş l ı y a n ü m i t ve i m k â n yolu; ilâçların d i n d i r e -
m e d i ğ i acıların ilâcı; h a r a p g ö n ü l l e r i n şenliği; iyilik,
adalet, feragat, s a d a k a t , fazilet, s a m i m i y e t kaynağı; in
s a n v i c d a n ı n d a y a ş ı y a n i n a n m a ihtiyacının en p a r l a k v e
b e r r a k tecellisidir.
î n s a n ; d u y a n , d ü ş ü n e n , dileyen v e i n a n a n m a h l û k
tur. İ n s a n ı n t a m tarifi b u d u r . Dikkat e d e r s e k , d u y m a ,
h a t t â b i r d e r e c e y e kadar, d ü ş ü n ü p dileme, h a y v a n d a
d a m e v c u t olan hasselerdir. F a k a t i n a n m a melekesi, sırf
i n s a n o ğ l u n a m a h s u s t u r . B u n u n içindir ki, insanı "din
d a r m a h l û k t u r " diye de tarif ederler. Filhakika, i n s a n
olan i n s a n , i n a n m a k ihtiyacmdadır. Bu, i n s a n r u h u n u n
e n temiz v e en d e r i n b i r t e m a y ü l ü d ü r . İ n a n m a y a n ve
içinde i m a m t a ş ı m ı y a n i n s a n , suya k a n m a y a n bir h a s t a
gibidir; servete, k o n f o r ve s e f a h a t e k a n m a z . Fert için
o l d u ğ u kadar, c e m i y e t için de felâketlerin k a y n a ğ ı , b u
kanmamazlıktır. Din, i h s a n ihtiraslarını fi'enleyen en
kuvvetli m a n e v i dizgindir.
B u n u bildikleri içindir ki, dini b i r iktidar rakibi g ö r e
rek, o n u n l a m ü c a d e l e y e girişen s o n d e v r i n diktatörleri,
kovdukları din m a b u d u n u n y e r i n e , devlet diye b a ş k a
b i r m a b u t yerleştirmeyi i h m a l etmemişlerdir. Bu a d a m
lar seziyorlar ki, b i r millet, millet olarak y a ş a y a b i l m e k
için b i r i n a n c a ve-yüksek b i r ideale m u h t a ç t ı r . Kitle için
m â b u t s u z d a i n a n ç olmaz. Fakat, k o v u l a n m a b u d u n y e
r i n e o t u r a n Jüpiter'in oğlu Baküs, n e azgın b i r m a b u t
imiş ki, müzminlerini b a r l a r d a ve m e y h a n e l e r d e b i r b i
riyle b o ğ a z l a ş t ı r ı p s e y r e t m e k t e n b a ş k a b i r şeyle a v u n a
mıyor.
Din ve kendiliğinden var olma fikri:
Din, şekk i ç i n d e b u n a l a n i n s a n r u h u n u n ışığıdır.
H e m d e yalnız i n a n m a değil, aynı z a m a n d a bilme ihti
yacının ifadesidir. D ü ş ü n e n i n s a n , v a r h k l a r v e h â d i s e
ler zincirinin ilk halkasını g ö r m e , h a y a t v e kâinatın ilk
illeti (Premiere cause) h a k k ı n d a kendisini t a t m i n e t m e
i h t i y a c m d a d ı r . î n s a n , vicdaniyle b a ş b a ş a k a h p d ü ş ü n
d ü ğ ü z a m a n , n e r e d e n ve niçin geldik, n e r e y e gidiyo
ruz? sualine cevap aramaktadır.
Biliyorum ki b e n , a n n e m ile b a b a m ı n s e v i ş m e s i n d e n
d o ğ u p v a r o l d u m . O n l a r da, b ü y ü k a n n e v e b ü y ü k b a b a
mın; o n l a r da, d a h a b ü y ü k a n n e v e b ü y ü k b a b a m ı n se
v i ş m e s i n d e n d ü n y a y a geldiler. F a k a t ilk a n n e ve b a b a
nasıl v a r o l d u ? Tutalım ki insanlar, m a d d e c i l e r i n dediği
gibi, yüz m i l y o n l a r c a senelik b i r istihale ve istifa m a h
sulüdür, fakat istihale e d e n v e istifaya u ğ r a y a n h a y v a n
nevilerinin ilki n e r e d e n geldi ve nasıl v a r oldu? Tutalım
ki m a d d e , m a d d e n i n bir nevi istihalesidir, fakat m a d d e
d e n c a n n a s ı l çıktı? Ş u u r s u z m a d d e d e zekâ ve i r a d e gi
bi ş u u r halleri ve yüksek r u h î m e l e k e l e r nasıl p e y d a ol
d u ? M a d d e n i n m a d d e y e istihalesi m ü m k ü n d ü r , b u n u
kabul e d e r i m . Ç ü n k ü gözlerimle g ö r ü y o r u m ki, a ğ a ç
biter, b ü y ü r , kurur, dökülür, t o p r a k olur ve t e k r a r biter.
Bu d a i m i b i r t e k e r r ü r ve istihaledir. F a k a t siz b a n a ,
cansız m a d d e n i n c a n ve ş u u r a istihalesini izah ediniz.
C a n v e ş u u r u n ölümle hiçliğe istihalesi h a k k ı n d a n e
dersiniz? Nasıl b i r sırdır ki, cansız m a d d e d e evvelâ
d u y m a , s o n r a d ü ş ü n m e , dileme ve n i h a y e t i n s a n d a ol
d u ğ u gibi, i n a n m a h a s s a ve melekeleri d o ğ d u ?
(36) İsbat-ı Vâcİb hakkında Batı dünyasının Hnstiyan alimlen de çok çalış
mışlardır. Bu hususta okuyucuma, Fransa'da 1950 yılında on birinci baskısı ya
yınlanan "Allah, Varlığı ve Mahiyeti" başlığını taşıyan şu nefis eseri tavsiye ede
riz. Prof P. Fr. R. Garrigu - Lagrange : "Dieu - Son Erİstence et Sa Nature" 1950.
11. baskı. Paris. (Büyük boy 894 sahife) - "Allah, İnsan ve Kâinat "başlıklı şu mü
him esed de tavsiye ederiz. "Essaisur Dieu, l'homme et l'univers". Bu eser beş-
yüz sahifelik müşterek yazılmış bir eserdir. Casterman, Journal - Paris, 1951.
m ı ş v e s o n u n d a , m a d d e y e r ü c u v e istihale edecektir.
Hilkat h a k k m d a k i b u i z a h m t a t m i n edici olması için ş u
suale c e v a p verilmesi lâzımdır: M a d d e n i n kendisi n e r e
d e n çıkmış ve nasıl v a r o l m u ş t u r ? E s r a r ile dolu o l a n b u
sualime "kendiliğfinden v a r o l d u " (=Generation sponta-
nee) ile c e v a p vermeyiniz, rica e d e r i m . Hilkat h a k k ı n
daki b u cevabınız, n a m ı n a k o n u ş t u ğ u n u z , ilmin m e t o d -
larına aykırıdır. Ç ü n k ü ilmin i s p a t usûlü, t e c r ü b e v e
raüşahadedir. Milyar s e n e evvelki hilkat b a h s i n d e ,
" k e n d i ğ i n d e n v a r olma" k a n â a t i n i h a n g i t e c r ü b e v e
m ü ş a h e d e d e n elde ettiniz. T e c r ü b e ve m ü ş a h a d e l e r , b i
lâkis, b u k a n a a t i n zıddmı i s p a t e d e r g ö r ü n ü y o r . Zira
h i ç b i r şey h i ç t e n çıkıp v a r o l m u y o r . Ş u r a s ı m u h a k k a k t ı r
ki, m a d d e c i l e r i n hilkat h a k k ı n d a k i (kendiliğinden v a r
olma) fîkri, dindeki  d e m v e H a v v a a k i d e s i n d e n d a h a .
kuvvetli değildir. Bu akide, b a s i t b i r t a h a y y ü l ise, o fikir
de ilmen ispatı ve izahı gayr-i kabil b i r faraziyedir.
Yoksa m u h t e r e m m ü n k i r , sizin t a n r ı l a ş t ı r d ı ğ m ı z
m a d d e , dinin "vacib-ül v ü c u d Allah"ımn aynı o l m a s ı n ?
Ş u farkla ki, sizin m a d d e n i z , kötülükler t a n r ı s ı ve h e r
t ü r l ü sefahet kaynağıdır. Dinin "vacib-ül v ü c u d Allah"ı
ise y e r y ü z ü n d e iyilik, fazilet ve adaletin timsalidir. F a
kat b e ğ e n d i ğ i n i z m a d d e y e t a p m a k l a , b i r vacib-ül v ü -
c u d ' a i n a n m a k a r a s ı n d a k i farkın, ferd için, cemiyet ve
insaniyet için, g ö t ü r d ü ğ ü yola dikkat ediniz.
Ş u n a dikkat ediniz ki, mazi o l m u ş ve b u g ü n k ü h a y a t
ta yeri ve r o l ü kalmamış s a n d ı ğ ı n ı z b u mes'eleler, h e
nüz halledilme yoluna bile girmemiştir. Bu h u s u s t a ile
riye s ü r ü l e n ezeli ve e b e d i m a d d e (=matiere eternelle)
fîkri, istihale (-transformationl t e k â m ü l (=evolution)wQ
tabii istifa (=selection natureüe] gibi izahlar ve k a n u n
lar h â l â b i r e r faraziye ve b i r e r m u a m m a o l m a k t a n k u r
tulamamıştır. İlmin b i r hayli ilerlemiş o l m a s ı n a r a ğ
m e n , hilkat ve h a y a t ı n sırrı h e n ü z m u a z z a m bir m e ç h u l
olmakta d e v a m ediyor. D a h a d ü n e k a d a r m a d d e n i n a s
li ve n i h a i bir u n s u r u sayılan ve p a r ç a l a n m a z k a b u l edi-
len a t o m b u g ü n p a r ç a l a n m ı ş v e b u n d a n h â r i k a l a r d o ğ
m u ş t u r . Ş u h a l d e , eski Yunan filozofu ihtiyar Demok-
r/t'ten b e r i ilmin s a r s ı l m a z b i r k a n a a t l e b a ğ l a n d ı ğ ı eski.
"cüz'ü lâ y e t e c e z z â " y a h u t " p a r ç a l a n m a z a t o m " k a n a a t i
suya d ü ş m ü ş t ü r . Yarın d a h a n e l e r i n s u y a d ü ş e c e ğ i n i
bilmiyoruz. Yalnız ş u n u biliyoruz ki, ilim ilerledikçe v e
n u r u d a h a g e n i ş kitleleri aydınlattıkça, dinin gerileye
ceğini v e dini g ö r ü ş l e r i n iflâs e d e c e ğ i n i s a n a n l a r yanıl
mışlardır. Bilâkis, ilmin ileriye d o ğ r u attığı h e r a d ı m v e
h e r yeni b u l u ş , d ü ş ü n e n i n s a n h ğ ı dini akidelere biraz
d a h a y a k l a ş t ı r m a k t a v e Allah'ın b ü y ü k l ü ğ ü n ü biraz d a
h a y a k ı n d a n g ö s t e r m e k t e d i r . İ n k â r kolaydır. G ü ç olan
ve mertlik i s t e y e n ispattır. D ü ş ü n e m e y e n , tefekkür ve'
t e m a ş a h a y a t ı n d a n a s i b i o l m a y a n l a r d ı r ki, kolayca ink
âr ederler. Vaktiyle, g ü n e ş i n değil, d ü n y a n ı n d ö n d ü ğ ü
n ü iddia v e i s p a t e d e n Galiîe'nin b u n u n l a , bilmeyerek,
d i y a n e t e n e b ü y ü k h i z m e t ettiğini " E n g i z i s y o n " d ü ş ü -
nebilseydi, o n u m a h k û m etmek değil, a l n ı n d a n ö p e r d i .
H e m h â d i s e v e v u k u a t h e p Allah'ın izniyle v e O ' n u n
iradesi v e ö n c e d e n tertibiyle c e r e y a n ettikten s o n r a , is
t e r d ü n y a d ö n s ü n , ister g ü n e ş , a iz'ansız Engizisyon,
b u n d a n n e çıkar? Bereket ki, Galileyi v e d a h a nice
âlimleri m a h k û m e d e n din değil, cehalettir. İlerleyen il
min m e ş ' a l e s i ö n ü n d e , cehaletin p e r d e l e r i b i r e r b i r e r
kalktıkça Allah'ın a z a m e t i d a h a iyi belirmektedir. İlmin
b u l d u ğ u h e r yeni hakikat, a r a y a n insanlığı, hakikatlerin
h a k i k a t i n e b i r a z d a h a yaklaştırmaktadır.
Zavalh g e n ç filozof Guyau"^' 1886'da, h e n ü z otuz iki
y a ş ı n d a iken yazdığı "İstikbalin Dinsizliği" a d ı n d a k i
e s e r i n d e g e l e c e k t e dinin yerini t a m a m i y l e ilmin alaca
ğını s ö y l ü y o r d u . B u g ü n , altmış k ü s u r s e n e s o n r a , ilmin
k e n d i n d e n ş ü p h e y e d ü ş t ü ğ ü n e ş a h i t oluyoruz. Kabul
e d e r i m ki, y ü k s e k bilginlerin dini, ilimdir. Ç ü n k ü , b e n -
40) Bu görüşler etrafında geniş bilgi edinmek isteyenlere tavsiye ederiz. Les
Formes elementaires de la vie religieuse, Durkheim. Alcan. 1925 - Qu'est-ce que
la sociologle, Bougie, Paris. Alcan - La Responsabilİtâ, Fauconnet. Paris, Alcan.
Ç ü n k ü , e n â l i m i n d e n e n cahiline k a d a r i n s a n , n e r e
d e n gelip n e r e y e gittiğini kendi k e n d i n e s o r a c a k ; fev
k a l b e ş e r â l e m l e r d e n y ü k s e k bir ideal m e s n e d i ve bir
h a r e k e t v e faaliyet p r e n s i b i arayacaktır. F a k a t b u a r a
dıklarına v e s o r d u k l a r ı n a n e ilimde v e n e d e felsefede
t a t m i n edici v e iç ferahlatıcı b i r c e v a p b u l a m a y a c a k t ı r .
Neticede, y a d i n d a r olup, dinî hakikatlere g ö n ü l b a ğ l a
y a c a k v e i n s a n h a y a t ı yaşayacaktır; y a h u t d a h a y v a n l a -
şıp; fizik hisleri v e b a y a ğ ı zevkleriyle y a ş a m a y o l u n u tu
tacaktır. Bu yol, insanlığı u ç u r u m a götürecektir. A ç m a
lım ki, m o d e r n i n s a n b u yolu t u t m u ş a benziyor. Terak
ki b a h s i n d e çok ilerlediğini s a n a n b u g ü n k ü , i n s a n , h a
kikatte, h a y a t realitesinin muhtelif v e ç h e l e r i n d e n yalnız
birini, m a d d e y i g ö r e b i l m i ş ; ilim a ğ a c ı n ı n çeşitli m e y v a -
l a r ı n d a n yalnız m e m n u olanını k o p a r ı p yemiştir. B u n u
d a h a z m e d e m emiştir, ç ü n k ü m e y v a h e n ü z h a m d ı . Rö-
n e s a n s t a n b e r i zekâlarını yalnız m a d d e y e y ö n e l t e n l e r
d ü ş ü n m e d i l e r ki, h a y a t ilimleri, m a d d e ilimlerine nis
betle d a h a m ü h i m d i r ; fakat çok geridedir. H a y a t ilimle
rinin b u g e r i l i ğ i n e mukabil, m a d d e ve t a b i a t ilimlerinin
fevkalâde inkişafı, m o d e r n insanı şaşırtmıştır. Tapın
m a k için m a d d e y i t a n n l a ş t ı r a n b u i n s a n , insanlığı k ü
tük e n s e y e v e k u b b e g ö b e ğ e feda etmiştir. Refahı s a
a d e t e , k o n f o r u h u z u r v e m e s e r r e t e t e r c i h eylemiştir. F i
zik âlemin eşkâl v e evsafını ö ğ r e n m i ş , k a n u n l a r ı n ı b u l
m u ş , fakat kendini u n u t m u ş t u r . N e t i c e d e , b ü y ü k m ü t e
fekkir Alexis Carrerm d e d i ğ i gibi, k e n d i hakiki ihtiyaç-
l a n n a c e v a p v e r m e k t e n âciz v e i ç i n d e d a i m a y a b a n c ı
kalmaya mahkıım olduğu bir makineler dünyası yarat
mıştır.*'*^'
(42) Reflexions sur la conduite de la we. Lib. Plan, Paris, sah. 47.
m u y o r d u m . Ve k e n d i m i e b e d i s a n ı y o r d u m . Heyhat! Ya
v a ş y a v a ş inkişaf e d e n fizik, fikrî v e r u h î melekelerim,
z a m a n t ö r p ü s ü a l t m d a , yine y a v a ş y a v a ş silindikçe,
A d e m k o k u s u d u y m a y a ve bir u ç u r u m a d o ğ r u gittiğimi
h i s s e t m e y e b a ş l a d ı m . G ö r ü n m e z v e m u k a v e m e t kabil
olmaz b i r kuvvet b e n i b u u ç u r u m a d o ğ r u itiyor. Direni
y o r u m , h a y a t y o l u n u y ü r ü y ü p b i t i r m e k v e yok olmak
i s t e m i y o r u m . Hayır! diyor, hafiften gelen ve y ü r e ğ i m i
eriten b i r s e s . H a y a t y o l u n d a d u r u p , dikilemezsin. G e
r i d e n gelenlerin y o l u n u k e s e m e z s i n . Yürüyecek ve yok
olacaksın. Bu b i r k a n u n d u r ki, y a ş a y a n h e r fâni ölecek
tir. N e r e d e , c a n ı n gibi sevdiğin a n n e c i ğ i n ? Ö n ü n d e
h ü r m e t l e eğilip elini ö p t ü ğ ü n b a b a c ı ğ ı n n e r e d e ? O sev
diklerin ve saydıkların... O n l a r n e r e d e ? H e p , h a y a t y o
l u n u y ü r ü y ü p bitirdiler. Ağladılar, güldüler, sevdiler,
sevindiler, nihayet... Öldüler. Yok m u oldular? Biliyo
r u m ki, cismi v a r h k toz t o p r a k oldu. Ya r u h i varlıkları
n e r e d e ve n e o l d u ? Bir z e r r e n i n bile k a y b o l u p yok ol
m a d ı ğ ı ş u g ö k k u b b e altında r u h i varlıkları d a mı yok
oldu d e r s i n i z ?
H a y a t t a n gidiş, h a y a t a gelişten d a h a b ü y ü k bir h â r i
ka, d a h a d ü ş ü n d ü r ü c ü ve ü r k ü t ü c ü b i r istiftiam n o k t a
sı değil m i ? F a k a t b u n o k t a n ı n sırrı d e v a m ettikçe ve
h a y a t t a n ötesi k o r k u n ç b i r m u a m m a o l u p kaldıkça, b e
şeriyet, din v e m a n e v i y a t ihtiyacı d u y m a k t a d e v a m
edecektir. Bu m u a m m a ise, ç ö z ü l e m e y e c e k ve o l d u ğ u
gibi kalacaktır. İ n s a n aklının ve ilminin h a y a t m u a m
m a s ı n a , h a y a t a geliş ve h a y a t t a n gidiş s ı r r ı n a verdiği
tarif ve izahlar d a i m a cıhz ve sathi olacaktır.
A n c a k b u t ü r l ü y o l s u z l u k l a r d a n dini mes'ul g ö r m e k ,
i n s a n l a r m h o d g â m tıynetini v e hayvanlık m a h i y e t i n i
u n u t m a k t ı r . D i n d e n b u gibi yolsuzluklara m e y d a n v e r
m e m e s i n i beklemek, ölecek h a s t a b a ş ı n d a h e k i m d e n şi
fa u m m a k t ı r . M e s ' u l olan d i n değil; i n s a n o ğ l u n u n için
deki h o d g â m l ı k ve k e n d i n i d ü ş ü n ü r l ü k , şeytanıdır. Kö
tülüklerin m e s ' u l ü b u d u r . Dinin b e ş e r i ve içtimaî g a y e
si d e i n s a n içinden b u ş e y t a n ı kovmaktır. Dinin gayesi,
d i y o r u m ; i n s a n o ğ l u n u n içini " m u k a d d e s " d u y g u s u ile
temizleyerek, ferdi ulvi v e ilâhi sıfatlarla b e z e t m e k ve
b u s a y e d e , o n u b ü y ü k i n s a n h k idealine d o ğ r u , y ü k s e l t -
mektir. Evet, dinin b e ş e r i m â n a s ı ve en üstün gayesi in
sanlıktır. Ç ü n k ü , dinin n a z a r ı n d a , b ü t ü n i n s a n l a r "Zât-ı
Ecel"in kullarıdır ve imanlı i n s a n l a r kardeştirler.
M ü n k i r s e n , m u a y y e n v e h u d u t l u bir hayatın d e m i r
d e n ç e m b e r i içinde, k u y r u ğ u n u ç a r k a kaptırmış b i r fi
n o gibi, d ö n e dur. M ü ' m i n , vakarlı bir tevekkülün göl
gesi altında, i n a n d ı ğ ı yarınki e b e d i hayatı sakin b i r iç
ferahlığı ile beklemektedir.
Bırakınız,
herkes gönlünün ışığını kendisi yaksın:
M a d e m k i " n e r e d e n gelip, n e r e y e gidiyoruz?" sualini
k e n d i k e n d i m i z e s o r u y o r ve e n çok n e r e y e gittiğimizi
d ü ş ü n ü y o r u z ve m a d e m k i b u suale, d i n d e n b a ş k a , n e il
m i n dilinde, n e d e akim m a n t ı ğ ı n d a ümit verecek ve iç
f e r a h l a t a c a k b i r cevap b u l a m ı y o r u z ; o h a l d e bırakınız-
da h e r k e s içini aydınlatacak ışığı kendisi arasın v e d i n
darlığı ü m i t verici ve ihtirasları yatıştırıcı h a r i m i n d e
m e s ' u d o l s u n . M a d e m k i h e r k e s e u m d u ğ u k a d a r ve h e r
kesle eşit s u r e t t e varlık t e m i n edemiyor, herkesi özledi
ği s e r v e t e , i m k â n ve refaha k a v u ş t u r a m ı y o r u z ve asla
k a v u ş t u r a m a y a c a ğ ı z ; ç ü n k ü i n s a n o ğ l u n u n arzu v e ihti
raslarının hudutsuzluğuna mukabil, kâinat içinde bir
n o k t a d a n i b a r e t olan k ü r e m i z i n cirmi gibi, n i m e t l e r i d e
m a h d u t t u r ; m a d e m k i b u fâni h a y a t t a kimimiz ballı b ö
rek y e r k e n , kimimiz s o ğ a n e k m e k dilenmekte, kimimiz
s e r v e t y ü k ü altında ezilirken, kimimiz h a s t a m ı z a ilaç
b u l a m a m a k t a y ı z , bırakınız o h a l d e isteyen d e r d i n i n ila
cını tevekkülde, g ö n l ü n ü n a r a d ı ğ ı m k a n a a t t e b u l s u n ,
isteyen varlık v e s a a d e t ü m i d i n e i n a m p , özlediği'yarın
ki h a y a t a b a ğ l a n s ı n . Bu s a y e d e içleri alt-üst e d e n h ı r s
fırtınası dinsin, t ü k e n m e k b i l m e y e n a r z u l a r s ü k û n e t
b u l s u n , yoksulluk tesellisini kıskançlıkta, sefaletin d e
vasını i n t i k a m d a v e k a n d a a r a m a s ı n . Aksi h a l d e i n s a n
lığı b e k l e y e n akıbet çok fecidir. D ü ş ü n ü l s ü n ki, i n a n m a
y a n i n s a n , h a y a t t a ümitsizliğin d o ğ u r d u ğ u v a h ş i b i r
h ı r s ile sarılmakta ve ö m r ü n ü n ş a r a b ı n ı s o n k a t r e s i n e
k a d a r içip s a r h o ş o l m a k için sefahet sofrası a r a m a k t a
dır. İ n a n m a y a n i n s a n , kolayca m a d d e ve ş e h v e t t a n r ı s ı
n ı n i r a d e ve idaresi altına d ü ş m e k t e d i r . C e m i y e t t e h e r
çeşit kötülüğü, zulmü, sefalet ve rezaleti d o ğ u r a n b u
m e l ' u n t a n r ı n ı n adı " ş e y t a n " dır. İnsanı b u ş e r i r i n elin
d e n k o r u y u p k u r t a r a n b i r k u v v e t vardır, o d a Allah
d u y g u s u ve sevglsidir.
M a d d e v e ş e h v e t t a n r ı s ı n a t a p a n i n s a n d a , insanlık
seciyeleri silinmekte, fazilet, f e r a g a t ve fedakârlık y e r i
n e feci b i r " b o ş v e r " zihniyeti h â k i m olmaktadır. Bu zih
niyet ise, b i r cemiyet için felâkettir.
A r a n ı l a n b u n i z a m ı n m i h v e r i , m ü k â f a t ve m ü c a z a t
fikrine d a y a n m a y a n b i r iyilik v e kötülük olacaktır.
İ n s a n iyiliği sırf iyüik o l d u ğ u için sevecek; kötülük
t e n d e sırf kötülük o l d u ğ u için kaçınacaktır. Bu bilgin
lere g ö r e , din ahlâkiyatı (Edoniste) faydacıdır ve c e n n e t
s a a d e t i n i satın almak için m i s k i n c e bir p a z a r h k t a n iba
rettir.
D i n d a r , iyiliği ve adaleti sırf b u faziletleri sevdiği ve
fazilet bildiği için değil, i n a n d ı ğ ı yarınki ahiret h a y a t ı n
d a m ü k â f a t ı m almak için y a p m a k t a ve aksi h a r e k e t l e r
d e n d e m ü c â z a t t a n k u r t u l m a k için kaçınmaktadır. Din
d e iyilik v e adalet, bizzat b i r kıymet ve fazilet değil, sırf
m ü k â f a t s a t m almaya y a r a y a n çil akçedir. Hıristiyanlık
taki " G ü n a h ç ı k a r m a " v e Müslümanlıktaki "Şefaat" di
l e n m e l e r i n ve u m u m i y e t l e i b a d e t l e r i n gayesi, diyorlar,
h e p mükâfat ümidi ve mücâzât korkusudur.
Din h a k k ı n d a y ü r ü t ü l e n b u m ü t a l â a yalan değil, fa
kat âdice bir pazarlık şeklinde ileri s ü r ü l m e s i yanlış,
h a t t â iftiradır.
D i n d e mükâfat ve m ü c â z â t fîkri vardır. C e n n e t ve
C e h e n n e m hakikati b u fikrin m ü ş a h h a s şekilde ifadesi
dir. Zira din, i n s a n l a r içindir. M ü k â f a t v e m ü c â z â t ise,
i n s a n ı n h a m u r u n d a v a r o l a n b i r e r histir. İ n s a n g ö n l ü n
d e n b u hisleri kazıyıp a t m a k m ü m k ü n değildir. K u d r e t
eli, i n s a n ı "Haz"zı s e v e r ve " E l e m " d e n k a ç a r t ı y n e t t e
yaratmıştır. Mükâfat, i n s a n d a k i "Haz"zı a r a m a meyli
nin, m ü c â z â t d a "Elem" d e n k a ç m a yaradılışının ceva
bıdır.
Kaldı ki, d i n d a r l a r ı n y ü k s e k t a b a k a l a r ı , dini vazifele
ri y e r i n e g e t i r i r k e n aslâ m ü k â f a t ve m ü c â z â t kaygısı
içinde değillerdir. Yüksek seviyeli b i r d i n d a r için iyilik
v e adalet Allah'ın emridir. B u n u y e r i n e g e t i r m e k ise,
sırf kulun Halikına kulluk vazifesidir. Z u l ü m ve kötülük
d e Allah'ın y a s a k ettiği hareketlerdir. B u n l a r d a n k a ç ı n
m a k d a yine kulluk vazifesidir. Yüksek seviyeli d i n d a r
"zâhid" ve "muttaki" dir, ibadetierini sırf "livechillâh"
y a p a r . Kıldığı n a m a z ı n , t u t t u ğ u o r u c u n , verdiği s a d a k a
n ı n mükâfatını b e k l e m e z v e b u n u aklına bile g e t i r m e z .
(43) Guyau'nun meşhur bir eseri, bu adı taşımaktadır: Esquise d'une Morale
sans obligation ni sanetion. Paris, Alcan, 20. baskı.
ve şırf adalet için h a r e k e t e d e c e k l e r i m u m u y o r d u . G e n ç
filozof, böyle t a s a v v u r ettiği v e melekleşeceklerini u m
d u ğ u insanların et yiyen v e k a n y a l a y a n erkekli, dişili
m a h l û k l a r o l d u ğ u n u u n u t u y o r d u . Zavallı Guyau, g e n ç
y a ş ı n d a yattığı m e z a r ı n d a n kalkıp d a Birinci v e İkinci
D ü n y a H a r p l e r i n i n fecaatlerini seyredebilseydi; gele
cekte melekleşeceklerine i n a n d ı ğ ı i n s a n l a r m gittikçe v e
bilgileri arttıkça s ı r t l a n l a r d a n d a h a k o r k u n ç b i r hal al
dıklarını g ö r ü r v e h a t â s ı n ı anlar, ü z ü l ü r d ü .
Biraz farklı y o l d a n g i t m e k ü z e r e , Gustave Belo'^' d a
a ş a ğ ı yukarı aynı h a t a y a d ü ş m ü ş t ü r . Ç ü n k ü b u m ü t e
fekkir d e iyiliği, güzelliği v e adaleti sırf cemiyet vakı
a s ı n d a a r a m ı ş ; D u r k h e i m sosyolojisi gibi, ahlâkı sırf c e
m i y e t e irca etmekle, o d a çölün s e r a b ı m h a v u z z a n n e t
miştir.
Hakikat ş u d u r ki, b u g ü n yirminci a s r ı n o r t a s ı n d a b i
le, ciddi yüksek seviyeli b i r d i n d a r ı n r u h m e t a n e t i n e v e
seciye yüksekliğine iletecek, d i n d e n b a ş k a , hiçbir felse
fî e s a s m e v c u t değildir. E ğ e r y a r ı n m e v c u t olur v e din
k u d r e t v e a y a r ı n d a , b i r ahlâk esası b u l u n a b i l i r s e , b u
e s a s ı n s a d e c e f o r m a d e ğ i ş t i r m i ş b i r din o l a c a ğ ı n d a n
ş ü p h e etmemelidir.
Bahsi h ü l â s a edip neticelendirelim: Din ferd için e n
kuvvetli b i r m â n e v i d e s t e k v e b i r iyilik v e fazilet k a y n a -
ğıd-n D i n d a r insan, h e r veçhile m e s ' u t t u r , B u i n s a n ı n
h a y a t t a gözü tok, g ö n l ü zengindir. H a y a t t a n ö t e s i n e gi
d e r k e n d e gözü a r k a d a değildir. Ç ü n k ü b u i n s a n için
hakiki saadet, h a y a t t a n ötesindedir. O n u n n a z a r ı n d a
ölmek, s a d e c e varlık s a h a s ı n ı değiştirmek; " F e n a âle-
m i " n d e n "Bekâ âlemi"ne geçmektir. B u n u n içindir ki,
i n a n m a ve i n a n ç m e v z u u n a samimiyetle b a ğ l a n m a ,
ferd için başlı, b a ş ı n a v e t ü k e n m e z b i r s a a d e t v e b i r fe
rahlık kaynağıdır. Allah sevgisi ve k o r k u s u i n ş a n d a
(44) Bakınız: Etudes de Morale possitive, Paris, Alcan (C. Belo'nun bu iki
ciltten İbaret eserinin hususiyle son kısımlan enteresandır.)'
kuvvetli b i r i r a d e v e çok s a ğ l a m b i r seciye y a r a t m a k t a
dır. G ö n l ü n d e Allah d u y g u s u t a ş ı y a n insan; iyi, h a s b i ,
d o ğ r u v e f e d a k â r i n s a n d ı r . D i n ahlâkıyatmı b a y a ğ ı b i r
p a z a r h k t a n i b a r e t g ö r e n l e r yanılıyorlar. Dindeki i b a d e t ,
y a r ı n m ü k â f a t a e r m e k v e C e n n e t e gitmek için değildir;
sırf Allah'ın rızasını tahsil e t m e k ve o n a karşı kulluk
b o r c u olan " ş ü k r " ü e d a etmektir. Mükâfat, vazife y a p
m ı ş v e " ş ü k r " ü e d â etmiş o l m a n ı n b i r neticesi v e b i r
ilâhi i h s a n d ı r . Kabul edelim ki, a v a m n a z a r ı n d a iyilik
y a p m a k gibi, k ö t ü l ü k t e n k a ç ı n m a k d a sırf m ü k â f a t ü m i
di v e m ü c â z â t k o r k u s u n a b a ğ l a n ı r . F a k a t z â h i d - m ü ' m i -
n i n i b a d e t l e r i n d e , fiil v e h a r e k e t l e r i n d e mükâfat v e m ü
câzât fiilinin s e b e p v e sâiki değil, s a d e c e neticesidir.
O n u n n a z a r ı n d a Allah'a kulluk e t m e k v e b u s a y e d e o n a
y a k l a ş m a k b i r vazifedir. Ciddi m ü ' m i n , iyiliği Allah'ını
sevdiği için yaptığı gibi, k ö t ü l ü k t e n d e b u sevgiyi kay
b e t m e k t e n k o r k t u ğ u için kaçınır. İşte, din ahlâkıyatanın
kuvvetli v e içtimâi h a y a t için y e r i d o l d u r u l m a z faydası
d a b u r a d a d ı r . B u ahlâkıyatta i n s a n vicdanı s e v g i n i n ol
d u ğ u gibi, k o r k u n u n d a ilhamını aynı b i r k a y n a k t a n al
m a k t a ; i n s a n , b ü t ü n fiil v e h a r e k e t l e r i n d e , d a i m a b i r ilâ
hî k u d r e t i n m u r a k a b e s i altında b u l u n d u ğ u n u d u y m a k
tadır.
(46) Bu tarif, din üzerine İslâm İlâhiyatçılarının verdiği tariftir. Yani din, ferdi
dünya ve âhiret saadetine ulaştıran ilâhî yoldur.
İKİNCİ KISIM
D İ N HÜRRİYETİ N E D E M E K T İ R ?
(48) 1924 Anayasasının 75'İna maddesi: "Hiç biriiimse mensup olduğu fel
sefi içtihad, din ve mezhepten dolayı muaheze edilemez. Asayiş ve umumî mu
aşeret âdabına ve kanunlar hükümlerine aykırı bulunmamak üzere her türlü dini
âyinler yapılması serbesttir."
îman ve amel:
B u g ü n ü n maruf dinlerinden h e r h a n g i birinin esas
ları ü z e r i n d e d u r u r v e d ü ş ü n ü r s e k , b u n u n iki t e m e l u n
s u r d a n m ü r e k k e p o l d u ğ u n u g ö r ü r ü z . B u n l a r d a n biri
i m a n (=foil diğeri d e amel f=acte/dir. B u h u s u s t a İslâ
m i y e t gibi v a h d a n i y e t akidesi ü z e r i n d e o t u r a n , k e m â l
b u l m u ş b i r dini g ö z ö n ü n e getirelim. B u n u n ilk v e asli
bir u n s u r u v a r ki, b u " i m a n " y â n i i n a n m a d ı r . Yalnız,'
dikkat edelim kî, i m a n alielâde v e h e r h a n g i b i r şekilde
ki i n a n m a değildir. İ m a n , alelade i n a n m a d a n d a h a d e
r i n b i r r u h haletidir. Bir k e r e , u m u m i y e t itibariyle,
i n a n m a öyle b i r r u h î m e l e k e d i r ki, b u n u n l a i n s a n , haki
kat olarak k a b u l ettiği b i r t a s a v v u r u , s a d e c e hakikattir
deyip g e ç m e z ; o n u b e n i m s e r v e o n a gönlüyle iltihak
e d i p kuvvetle b a ğ l a n ı r . İ m a n ise, b u b e n i m s e m e v e
b a ğ l a n m a n ı n en yüksek derecesidir. İ m a n sahibi olan
b i r i n s a n , b u yüksek dereceli inancı s a y e s i n d e , a l d a n m a
k o r k u s u n d a n v e t a m hakikati b u l a m a m ı ş o l m a e n d i ş e
s i n d e n uzak kalır. Bu s a y e d e ve t a m h a k i k a t e ermiş ol
m a hazzı içinde, imanlı insan, d e r i n b i r iç h u z u r u ve b i r
r u h sekineti duyar.
Fevri ve yakını iman:
İ m a n kelimesiyle ifade edilen b u r u h haleti sırf "tak
l i p t e n n e ş ' e t e d i p "Fevrî" olabildiği gibi " t e y a k k u n " d a n
n e ş ' e t edip "fitrî" v e "yakını" d e olabilir.'^"' İster "taklidi
ve fevrî", ister "yakmî v e fikrî" olsun; imanı, b i r r u h h a
leti olarak a y ı r d e d e n n o k t a , şahsın i m a n m e v z u u n a
kat'iyetle i n a n ı p o n u d e r u n î b i r s u r e t t e tasdik e t m e s i ve
b u s a y e d e iç h u z u r u n a v e r a h a t l ı ğ ı n a ermesidir.
H e r dinin, k e n d i n e m a h s u s , i m a n u m d e l e r i vardır.
Ve bunlar, o dinin "akide"lerini v ü c u d a getirir. Akideler
d i n l e r e g ö r e az çok d e ğ i ş i r s e de, b ü t ü n k e m â l b u l m u ş
d i n l e r d e , h i ç d e ğ i ş m e y e n , b i r t a k ı m t e m e l akideler v a r
dır. B u n l a r ı n b a ş ı n d a , z a m a n ve m e k â n d a n , cisim v e
şekilden â r i , h a y a t v e kâinatı y o k t a n v a r e d e n , şeriksiz
ve nazirsiz, ezeli v e e b e d i b i r k u d r e t s a h i b i n i n v e b i r
"vacib-ül v ü c u d " (=Etre necessaireMn varlığı akidesiy-
le b u fâni h a y a t m ö t e s i n d e b a ş k a b i r ebedi h a y a t ı n v a r
o l d u ğ u akidesi geKr. İslâmın i m a n u m d e l e r i " Â m e n -
t ü " d e gösterilmiştir.'^"
Dinin yalnız i m a n d a n i b a r e t olmadığını söylemiştik.
O h e m i m a n , h e m d e ameldir. Dinin sırf t e m e l akidele
r i n e i n a n m a k , ş ü p h e s i z ki, hiç i n a n m a m a k t a n d a h a iyi
ve ü s t ü n d ü r , fakat d i n d a r olmak için b u k a d a r ı kâfi d e
ğildir; aynı z a m a n d a , a m e l (=acte) yânî d i y a n e t i n e m
rettiği t a r z v e şekilde h a r e k e t e t m e k şarttır.
(50) Taklidden doğan İmana taklidi iman C = Croyance implicitej denir ki,
imanın edna derecesidir. Bir kimsenin bizzat görüp tetkik ederek şahsi bir karar
ve kanaate varmadan sırf başkasından işittiği bir şeye ve bir habere inanması tak
lididir. İnsanların büyük bir ekseriyetinin dini, siyasi, içtimaî hatta İlmî İnancı bu
kabildendir ve çoklarımızın İmanı taklididir. Yani başkasının imanına İmandan
ibarettir. Taklidi iman aynı zamanda fevri (= splontane) dir. Bunun mukabilinde
teyakkun ve tefekkürden hâsıl olan iman var ki, buna da fikri ve yakini {- Cro
yance explicite et reflecmie) denir. Asıl ve en yüksek iman budur. Peygamberler
den sonra, âlimlerin ve geniş kültür sahibi insanların çoğunun imanı bu şekilde
dir ve tabiatiyle, Allah indinde en makbul iman da budur.
(51) Âmentü İslâmın iman umdelerini İhtiva eder kİ, bunlar allıdır. Allah'a,
meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe, kadere, hayrın ve şer
rin Allah'ın takdiriyle vâki olduğuna inanmaktır
İmansız amel, riya v e salıtekârlıktır. Amelsiz iınan
ise sırf b i r felsefî kanaattir. Dini h e r h a n g i b i r k a n a a t t e n
ayıran h u s u s i y e t l e r d e n biri d e , dindeki i m a n ı n a m e l e
d a y a n m a s ı yâni m u a y y e n b i r h a r e k e t tarzı e m r e d e n v e
b u n u n l a haricileşen b i r i n a n ç olmasıdır. Hülâsa, a m e l
din m e f h u m u n u n ikinci b i r t e m e l u n s u r u d u r .
Amelin nevileri:
İ m a n gibi amel d e b i r k a ç çeşit olur v e ferdin cemiyet
içindeki vaziyetine v e m ü n a s e b e t l e r i n e g ö r e b i r k a ç n e
vi vazife şeklini alır. B u vazifelerin b a ş ı n d a v e dini
"ameller"in en hayırhsı olarak ferdin halikına karşı v e
halik ile m a h l û k a r a s ı n d a k i m ü n a s e b e t l e r e ait vazifeleri
gelir ki bunlar, en yüksek ifadelerini t a k d i s (=adoration)
fikrinde b u l a n , ibadet, d u â v e m ü n â c a t t ı r .
B u n d a n s o n r a , ferdin k e n d i n e f s i n e v e b a ş k a l a r ı n a
karşı vazifeleri gelir. B u n l a r ı n d a h e p s i n e b i r d e n " a h
lâk" (-morale) diyeceğiz. F e r d i n kendi nefsine karşı
olan vazifeleri "ferdi ahlâk"ı (=morale indJvidueUe) t e ş
kil eder. F e r d i n başkalarıyla m ü n a s e b e t l e r i n d e b u b a ş
kalarına karşı olan vazifeleri d e "içtimaî a h l â k " (= mo
rale sociale) i v ü c u d a getirir. İçtimaî ahlâk da, aile ahlâ
kı, meslek ahlâkı gibi kollara ayrılır.'^^^ Nihayet, dini v a
zifeler a r a s m d a en şerefli b i r vazife d a h a v a r ki, b u n a
"dine hizmet" vazifesi diyebiliriz. İ s l â m d a "i'lâ-yı keli-
(52) Okuyucum dikkat etmiştir ki dini amel ve ahkâmı tasnif eder kan huku
ka ayn bir yer yermedik ve bu amelleri sırf ibadet ve ahlâka hasrettik. Fillıakika
din, hususiyle İslâmiyet; ibadet ve geniş mânada alınmak şarliyle, ahlâktan İba
rettir. Bütün dinî amel ve ahkâm ya ibadet veya ahlâktır. İslâmiyetle hukukun alı-
lâktan ayn bir varlığı ve kendine hâs bir mevcudiyet ve mahiyeti yoktur islâmi
yet nazarında yalnız "Hüsün = iyilik" ve "Kubuh = kötülük" vardır. İnsan fiil ve
münasebetleri "Hasen = İyi" ve "Kabih = kötü" diye ikiye ayrılır. Birinciler "ah-
lâk-ı hamide" yi ikinciler de "ablâk-ı zemiye"yi teşkil eder. Bu iki nevi "ahlâk"in,
yâni fiil, hareket ve mürjasebet tarz ve şeklinin tâbi olduğu ahkâmdan devlet kuv
vetiyle müeyyidelenmiş olanları l}ukuku meydana getirir. Şu hafde İslâmda "Fı
kıh" adı alan hukukun ahlâktan ayrı bir yeri ve mahiyeti yoktur. -^^
D i n v e Lâiklik / F. 7 97
metuUah" tabiriyle ifade o l u n a n b u vazife, cihad, yâni,
i c a b ı n d a , h a k y o l u n d a m ü c a d e l e v e h a r b e t m e hizmeti
n e k a d a r g i t m e k üzere, dini o k u t m a , ö ğ r e t m e , n e ş i r v e
telkin e t m e gibi h i z m e t l e r ihtiva eder.
İşte din, u n s u r v e esasları itibariyle b u d u r , yâni ev
velâ i m a n s o n r a d a ameldir. A m e l d e Allah'a ibadet, di
n e hizmet v e i n s a n l ı ğ a h ü r m e t yâni a h l â k t a n ibarettir.
B ü t ü n m a r u f d i n l e r v e b i l h a s s a İslâmiyet b u e s a s l a r a
d a y a n m a k t a d ı r . D i n d e n b u esasları çıkarır v e i m a n ı
a m e l d e n ayırırsanız o r t a d a çıplak b i r ifade kalır ki, d i n
b u değildir. Din ile h e r h a n g i b i r felsefi i n a n ç a r a s ı n d a
ki fark - b u n u t e k r a r etmeyelim- dinin a m e l e d a y a n m a
sı; şekil v e ş a r t l a r ı Vahiy'e (=reveation) m ü s t e n i d n a s l a r
ile tayin v e t e s p i t edilmiş ameller y â n i vazifeler'^'^' ihtiva
e d e n b i r i n a n ç sistemi olmasıdır.
Takdis vazifesi:
Dini amellerin b a ş ı n d a , takdis (=adoration) vazifesi
gelir ki b u d a ibadet, d u a v e m ü n â c â t şeklini alır.
" İ b â d e t " kulluk d e m e k t i r v e d i n ıstılahı olarak, m a h
lûkun halikını, n a s l a r ı n v e dini ö r f v e içtihatların tâyin
Dikkat edersek, bugün de böyledir. Bugün de içtimâi bir nizam olarak huku
kun kendine hâs bir mevcudiyeti yoktur. Bugünkü lâik hukuk baştan aşağıya ah
lâk ve İktisat yahut da iyİ tedbir kaidesİdir. Başka bir deyişle, bugün bir mem
leketin hukukunu vücuda getiren kaideler, hakikatte devlet kuvvetiyle müeyyide
lenmiş ya ahlâk, yahut iktisad veya iyi tedbir kaidesidir. Bunlardan hariç huku
kun bir varlığı yoktur. Bu fikir etrafında bakınız:
Devlet nizamı ve hukuk (devletle hukuk arasındaki münasebet üzerinde bir
izah denemesi) Ali Fuad Başgil, istanbul Hukuk Fakültesi Mecmuası - cilt Vt, sa
yı 1-2, 1950 sahife 25 ve müteakip.
(53) Amel, yapılması dinen emredilmiş bir fiil ve hareket olmak itibariyle
"vazife" adı alır. Dikkat edelim ki, amel yahut vazife yalnız dinden doğmaz; her
hangi bir felsefi, siyasi ve iktisadi kanaatten de doğaiiilir. Meselâ doğruluğun bir
insanlık vazifesi olduğuna kani olan bir kimse işlerinde ve münasebetlerinde
doğrulukla hareket eder. Fakat dini kanaatten doğan amel, şekil ve şartlan esas
ta Vahy'e dayanan naslar ile tesbit olunmuş vazifelerdir. Dinde vahiy, peygam
berlere Allah tarafından vâki olan ilham, işaret ve "kelâm-i hafi" demektir.
ettiği şekil v e ş a r t l a r altında t a k d i s etmesidir. İbadet,
d i n d e en esaslı b i r vazife, h a t t â dinin direğidir. D i n d a
rın iç h a y a t ı m n u r l a n d ı r a n i m a n , k u v v e t v e gıdasını
i b a d e t t e n alır. Ve dindar, i m a n ettiği v e sevdiği Hâlikine
ibadetle yaklaşır; o n u n k e r e m v e i n a y e t i n e b u s a y e d e
nail. olur. " D u a v e m ü n â c â t " lisan ile v e y a kalbi o l a r a k
halikı y â d v e tezkir e t m e şeklindeki ibadettir. İslâmdaki
m a r u f tarikatlar, d u a v e m ü n â c â t şeklindeki i b a d e t esa
sına dayanır.
(54) Muhakkak ki, bugün dünyada en kuvvetli mâbed teşkilâtı Katolik kilise-
sidir. Ve rubanilenn en yetişkin ve seviyece en yükseği de Katolik ruhanileridir.
Katolik kilisesi, merkezi Roma'daki Vatikan ülkesi olmak üzere, ruhani bir dev
let halindedir. Bu devletin başında ve en mutlak bir hükümdar mevkiinde Papa
vardır. Papa dini içtihadiarında hata etmez kabul edilir ve iktidara bir nevi seçim
ile gelir. Fakat bir defa Vatikan hükümetinin başına geçtikten sonra, Papa'nın ma
nevi nüfuzu ve ruhani kudreti âdeta hudutsuzdur. Azleder, nasbeder, hattâ diya
netten tardeder. Elhasıl Papa, Katolik camiasını teşkil eden İsa ümmetinin kayıd-
sız şartsız ruhani reisi ve dini metbudur.
Vatikan hududları dışındaki Katolik dünyası -kİ, başlıca merkez memleket
leri İtalya, Fransa, ispanya ve Portekiz'dir- mahalli kilise ruhanilerinin İdaresi al
tındadır. Bu rubanilenn alt kademelerinde papazlar, dua okuyucular, vaiz ve za-
hidler üst kademelerinde de Evekler ve Kardinaller vardır. Bütün bu ruhaniler sa
dakat ve itaat yemini ile Papaya bağlıdırlar. (Bu hususta etraflı malûmat almak is
teyen okuyucularıma şu eseri tavsiye ederim. Les Institutions religieuses, par
Marcel Pacaut, Presses Unversitarires, 1951. Paris).
Katolik mabedinin teşkilâtı bundan İbaret değildir. Katolik kilisesi bİr çok ko
lejler, enstitü ve üniversiteleriyle mükemmel bir tâlim ve tedris cihazına ve en
modern İlim ve kültür İle bezenmiş din adamlarından mürekkep bir neşir ve tel
kin kadrosuna mâliktir. Bu teşkilât ve personelin hayatı vakaflar ve teberrularla besle
nir ve idare edilir.
Kilise emrindeki bu müesseseler ve bu seçkin kadro İlim, kültür ve seciyece bugün
dünyanın en kuvvetli genç zekâlarını yetiştirmektedir. Katolik aleminin, yalnız ilahiy
at, felsefe ve edebiyatta değil, aynı zamanda müsbet İlimler sahasmdaki büyük şöhret
leri ve üstün alimleri de bu zekâlar arasında sivrilip yükselmektedir. İşte okuyucum,
Avrupa'da komünizmin yıkamadığı Katolik kalesi böyle kurulmuştur. Faşizmin
bükemediği için öpüp başına koyduğu Katolik eli, İdiller ordularının yaramadığı
Katolik cephesi budur. *>
Mabet teşkilâtı ve personeli bakımından, büyük dinler arasında, bugün kalanı,
esef edelim ki İslâmiyettir. Biz burada bu fakirliğin tarihi ve sosyolojik sebepleri
üzerinde uzun uzadıya durmayacağız. Yalnız bize en esaslı görünen iki sebebi kısaca
hatırlatmakla iktifa edeceğiz. Bunlardan bin ve bizce en başta geleni, İslâm dünya
sında diyanetin bugün bile devletten yakasını kurtarıp politikaya karşı İstiklâl el
de edememiş olmasıdır. Kanaatimizce, İslâm mabedi politikanın koltuğu altında
ve politikacıların hizmetinde kalmakta devam ettikçe daha da çok fakirleşmeğe
mahkûmdur. Bu vaziyetten kurtulmak ve böyle bir mahkûmiyete düşmemek içİn
İslâm mabedinin tutması lâzım gelen tek yol muhtariyet, hattâ istiklâldir ve bu
sayade politikadan ve politikacılardan yakasını kurtarmaktır.
Bugün İslâmın mâbed teşkilâtı ve personeli bahsindeki fakirliğinin diğer
esaslı sebebine gelince, bunu bu dinin kendi bünyesinde aramak İcap eder. İslâ
mın diyanet bünyesi Idrıstiyanlıktan mühim bir noktada ayrılmaktadır: Hrıstİyan-
lık, ruhanilik ve dini ofis teşkilâtı üzerinde oturduğu halde. Müslümanlıkta ta ru-
hanilik ve dini ofis yoktur. İbadet hususunda ehliyetli olan her Müslüman öne ge
çerek İbadete riyaset, eder. Meselâ, cemaatle namaz kılmak için dinen resmî sı
fatı haiz vazifeli bir imamın bulunması şart değildir. Cemaat arasından imamete
ehli olan bir Müslüman başa geçer ve imamet İcra eyler. (Cuma namazlarının hu
susiyeti bu mütalâanın dışında kalır).
Şüphesiz ki, bu yokluk İslâmiyet İçin bir üstünlük ve pek büyük bîr meziyet
tir. Bu sayede İslâmiyet en liberal bir din vasfını kazanmış ve mensuplarını.
Hrıstiyanlıkta olduğu gibi, zaman zaman yükselip alçalan bir Ruhban sınıfının
sultasına tâbi kılmamıştır. Fakat buna mukabil, sorı. bir-ikİ asırlık vukuat göster
miştir ki, mâbed teşkilâtı ve ofis yokluğu İslâm dünyasını diyanet bahsinde bir
başı boşluğa sevketmiş ye büyük bir noksan mahzuru doğurmuştur. Kuvvetli bir
teşkilât ve seçkin bir kadro yokluğu yüzündendir ki, bugün İslâmiyet, mâruz kal
dığı hücumlara karşı, kendini müdafaa edecek yüksek seviyeli elemandan he
men hemen mahrumdur. Son devirde komünizmin, faşizmin ve nasyonal sossya-
lizmin yıkamadığı Hrıstiyanlık kalesine mukabil: Müslüman memleketlerin bazı
larında bir zamandan, beri şiddetle hüküm süren siyasî taassup feveranları karşı
sında, esef edelim ki, İslâmiyet malup olmuşa benziyor, nasıl malup olmasın ki?
O bâzı memleketlerde İslâmın yüksek İlmini ve felsefesini hakkiyle bilen kalma
mış ve din namına, ortalığı cehalet ve dalâlet bürümüştür. Bu gidiş devam eder
se, korkarım ki, yarın Müslümanlar, Müslümanlığı Hristiyan âlimlerden öğren
meğe muhtaç olup utanacaklardır.
— II —
İnanma hakkı:
Bu h a k en d e r i n r u h i b i r ihtiyacm ifadesi ve vicdanı
mızın hakkıdır. Böyle o l d u ğ u içindir ki, b u n a "vicdan
h ü r r i y e t i " d e denir. Yalnız d i n ve v i c d a n hürriyetlerini
b i r b i r i n e k a r ı ş t ı r m a m a l ı d ı r . Din hürriyeti, b i r nevi vic
d a n hürriyetidir, fakat v i c d a n hürriyeti m u t l a k a din
h ü r r i y e t i d e m e k değildir. B a ş k a bir t â b i r ile, v i c d a n
h ü r r i y e t i din h ü r r i y e t i n d e n d a h a geniştir ve yalnız dini
değil, aynı z a m a n d a h e r h a n g i bir siyasi, iktisadi v e y a
felsefi akide ve k a n a a t serbestliğini de ifade eder. Şu
h a l d e din h ü r r i y e t i y a h u t h e r h a n g i bir dinin akideleri
n e i n a n ı p b a ğ l a n m a hakkı, v i c d a n h ü r r i y e t i n i n b i r nevi
v e h u s u s î b i r şeklidir.
İlk v e h l e d e , ferdin v i c d a n evinde o t u r a n i m a n , hiç
b i r s u r e t l e ve hiç b İ r kuvvet t a r a f m d a n b a s k ı y a v u r u l a -
m a z zannedilir. Ç ü n k ü i m a n v i c d a n e v i n d e n çıkıp d a fi
il ve h a r e k e t h a l i n e g e l m e d i k ç e v a r mıdır, yok m u d u r
bilinemez. M e y d a n a v u r u l m a d ı k ç a , k i m s e n i n vicdanını
yoklayıp nasıl b i r i n a n ç beslediğini keşfe i m k â n ve v a
sıta yoktur. B i n â e n a l e y h ferd için i n a n m a h a k k ı n d a n ve
vicdan hürriyetinden bahsetme, âdeta damarlarımız-
daki k a n ı n ş e r b e t ç e d o l a ş m a s ı n ı t e m e n n i e t m e kabilin
d e n b i r manasızlık olur gibi g ö r ü n ü r . B u n u n l a b e r a b e r ,
dikkat e d e r ve t a r i h e göz gezdirirsek, en çok i n a n m a
h a k k ı n a h ü c u m edildiğini v e z a m a n z a m a n dinî, ilmî
feslefî h e r çeşit i n a n c ı n baskı altına alındığını g ö r ü r ü z .
Vaktiyle eski R o m a ' d a Hıristiyaniara yapılan işkence
ler, o r t a z a m a n l a r d a bâtıl denilen akide s a h i p l e r i n e kar-
şı G a r p t a ve Ş a r k t a r e v a g ö r ü l e n m u a m e l e l e r , A v r u
p a ' d a asırlarca d e v a m edip yüz b i n l e r c e i n s a n canı ya
k a n engizisyonlar ve P r o t e s t a n l a r a çektirilen ezalar, h a
kikatte, h e p akideye ve v i c d a n evine t e c a v ü z teşkU et
miştir.
Bu tecavüzler z a m a n ı m ı z d a b a m b a ş k a b i r şekil al
mıştır. B u g ü n insanları a k i d e l e r i n d e n v e dini i n a n ç l a
r ı n d a n dolayı n e m a h k e m e y e veriyor, n e d e d a r a ğ a c m a
çekiyorlar. B u g ü n i n s a n l a r ı n içlerindeki i m a n v e akide
yi ifsad edip k o r k u t m a k suretiyle iftia ediyorlar. Eski
devirlerin k a b a işkence usulü y e r i n e z a m a n ı m ı z d a , di
y o r u m , g a y e t ince, sessiz v e ş a m a t a s ı z b i r u s u l tatbik
edilmekte, i n s a n l a r ı n v i c d a n g ö z ü patlatılıp akıtılmak
tadır. Rivayete g ö r e b u u s u l ü n ilk ve i p t i d a î ö r n e ğ i n i
R u s Çarları vermiştir.
R u s y a ' n ı n Çarlık d e v r i n d e , Galiçya ve L i t u a n y a ülke
s i n d e o t u r a n İslâv ı r k ı n d a n " R u t h e n e s " d e n i l e n b i r halk
v a r d ı . Ç a r l a r b u halkın milli m e z h e p l e r i n i s ö n d ü r ü p
b u n l a r ı O r t o d o k s m e z h e b i n e s o k m a y a k a r a r vermişler.
B u n u n için, z u l m ü n klâsik t e d b i r i , R ü t e n kiliselerini ka
p a t m a k ve rahiplerini s ü r ü p halkı Rus O r t o d o k s kilise
sine g e ç m e y e zorlamaktı. Ç a r böyle y a p m a m ı ş t ı r . Böy
le y a p s a y d ı , d ü n y a d a , baskı y o l u n a g i t m i ş v e d i n h ü r r i
yetine aykırı h a r e k e t etmiş olmakla i t h a m o l u n u r d u .
Ç a r Rüten-kiliselerinin kapılarını açık b ı r a k m ı ş ve r a
hiplerin R ü t e n âyinlerini s e r b e s t ç e y a p m a l a r ı n a m ü s a
a d e etmiştir. H a t t â Rütenlerin m e k t e p ve m a n a s t ı r l a r ı
nı bile k a p a t m a m ı ş t ı r . Ç a r şu kadarcık b i r m ü d a h e l e d e
b u l u n m u ş t u r : R ü t e n kiliseleriyle m e k t e p v e m a n a s
t ı r l a r ı n ı h ü k ü m e t k o n t r o l ü altına almış v e b u m e k t e p
ve manastırlarda ders okutup ibadet eden genç rahip
leri yetiştirecek olan h o c a l a r ı , R ü t e n m e z h e b i n i n gizli
d ü ş m a n l a r ı n d a n o l m a k ü z e r e , kendisi t â y i n etmiştir.
Bu m ü d a h a l e kâfi g e l m i ş , kısa b i r z a m a n d a R ü t e n l e r i n
milli din ve m e z h e p l e r i sessiz v e soluksuz ç ö k ü v e r m i ş -
— DİN ve LÂİKLİK —
B u n u n içindir ki bir m e m l e k e t t e m a n e v i y a t b a ğ l a r ı
ç ö z ü l d ü ğ ü z a m a n sefahet ve h e r çeşit cinayet alıp yü
r ü r ; i n t i h a r l a r ç o ğ a l ı r ve i n s a n l a r b i r b i r i n i n k u d u r m u ş
k u r d u olur; k i m s e n i n k i m s e y e inanı ve g ü v e n i kalmaz;
k a r d e ş l e r b i r b i r i n e g ö z koyar; a n a l a r o ğ u l l a r ı n a âşık
olur; evlât a n a b a b a l a r ı n ı , t a l e b e h o c a l a r ı n ı v u r u p öldü
rür. En y ü c e m e v k i l e r e yükselmiş devlet a d a | n l a r ı elle
rini en âdi v e i ğ r e n ç işlere s o k u p bulaştırır.
F a k a t g a r i b i ş u d u r ki, b ü t ü n b u sefalet ve r e d a e t l e -
rin hakiki s e b e p l e r i a r a n m a z . H e r k e s birbirini ayıplar
v e i t h a m eder, fakat asıl ayıbın n e r e d e n n e ş ' e t ettiği
ü z e r i n d e d u r u l m a z . E m i n olunuz o k u y u c u m , hakiki s e
b e p r u h b o ş l u ğ u d u r ; asıl ayıp m a n e v i y a t ve mes'uliyet
duygusu yokluğudur.
Kabul e d e r i m ki, b i r cemiyette y ü k s e k m a n e v i y a t ı n
ve mes'uliyet d u y g u s u n u n k a y n a ğ ı s a d e d i n ve i b a d e t
değildir. Ü s t ü n ilim, felsefe ve s a n ' a t s a h i b i i n s a n l a r d a
m a n e v i y a t ı n y ü k s e k d e r e c e l e r i n e ulaşabilirler. Fakat,
y u k a r d a d a s ö y l e d i ğ i m gibi, din m a n e v i y a t ı n ı n ve k u d -
siyet d u y g u s u n u n (=îe sens du sacre) yerini t u t a c a k , o
kuvvet ve m e t a n e t t e , i n s a n için, b i r h a y a t d e s t e ğ i , h a t
tâ bir hayat rehberi bulunamamıştır. Dünya varolalıdan
b e r i d i n ile ahlâk, k u d s i y a t d u y g u s u n u n b i r e r nevi zu
h u r u halinde, d a i m a b i r b i r i n e b a ğ l ı kalmıştır. Sok-
r a t ' t a n b e r i filozoflar, d i n d e n ayrı v e m ü s t a k i l b i r ahlâk
sistemi a r a m ı ş , fakat b u l a m a m ı ş t ı r . B u l a m a z , ç ü n k ü din
ve ahlâk i n s a n d a ayni bir m a n e v i o l u ş u n t e z a h ü r ü ve
ayni b i r k u d s i y a t d u y g u s u n u n ifadesidir. B u n u n içindir
ki, t a r i h e dikkat e d e r s e k , kudsiyyat d u y g u s u d u m u r a
u ğ r a y a n ve m a n e v i y a t kültürü zayıflayan cemiyetlerde,
ferdi v e içtimaî şekliyle b ü t ü n ahlâk d a d ü ş m e k t e ve b u
s e b e p l e b u cemiyetler, içinden ç ü r ü y e r e k n i h a y e t yük
sek ahlâklı v e d i n ç cemiyetlerin b o y u n d u r u ğ u altına
girmektedir.
Ü m i d edelim ki, ileride c i h a n ş ü m u l b i r insanlık i d e
aline bağlı yeni b i r ahlâk kurulacak ve cemiyetler m u h
t a ç oldukları m â n e v i enerjiyi b u a h l â k d a bulacaklardır.
Bu m ü m k ü n d ü r . Fakat, iyi d ü ş ü n ü l ü r s e d i n ile insanlık
ideali birbirini nefyetmez; bilâkis, din ferdi insanlığa
g ö t ü r ü r ve cemiyeti yarının yüksek meziyetli insanlığı
n a b u g ü n d e n hazırlar. K a n a a t ı m c a , b ü y ü k dinlerin, h u
susiyle İslâmiyetin ferdi ve içtimaî ahlâkıyatı insanlık
ahlâktyatınm aynıdır. B a ş k a b i r deyişle, d i n halka i n m i ş
ve kitleye m a l o l m u ş insanlıktır. Böyle o l d u ğ u içindir ki,
dine ve m a n e v i y a t a d ü ş m a n olanlar, dikkat e d e r s e n i z ,
insanlığa d a d ü ş m a n d ı r l a r .
G ü n ü n m a k i n e m e d e n i y e t i ve fabrika g ü r ü l t ü s ü için
d e ş a ş k ı n a d ö n e n m o d e r n i n s a n , b u hakikati u n u t a r a k ,
zekâya d u y g u d a n d a h a ü s t ü n bir kıymet v e r m e k l e ; b ü
t ü n kuvvetini fikrî faaliyetlere yöneltip b u n a mukabil,
hissî faaliyetlerini i h m â l e t m e k l e hayatı v e s a a d e t i için,
n e b ü y ü k b i r h a t a y a d ü ş t ü ğ ü n ü n farkında değildir. H a
y a t t a m u v a i f a k v e m e s ' u t o l m a k için zekânın terbiyesi
k a d a r v e belki d a h a çok hislerin terbiyesi m ü h i m d i r .
B u g ü n ü n mektep ve maarifinin terbiye sisteminde ah
lâk, estetik v e kudsiyat d u y g u l a r ı n ı n inkişafına lâyık
olan e h e m m i y e t i n v e r i l m e m e s i t a m i r i v e telâfisi g ü ç b i r
h a t â d ı r . U n u t u l m a m a l ı d ı r ki, i n s a n ı n d e ğ e r i , yüklendiği
bilgi h a m u l e s i n d e n ziyade, ş a h s i y e t v e seciyesindedir.
Ş a h s i y e t v e seciye ise, iyi t e r b i y e g ö r m ü ş hislerin m e y
vesi dir.
Ş a h s i y e t v e seciye y a p a n h i s l e r a r a s ı n d a d i n d u y g u
s u v e Allah ş u u r u b a ş t a gelir. B u d u y g u v e ş u u r i s e e n
m ü k e m m e l ifadesini " i b a d e f ' t e bulur. İ b a d e t b i r t a k ı m
h a r e k e t l e r , o k u m a l a r v e y a l v a r m a l a r d ı r . Bazan d a eşya
ve k â i n a t ı n izafi v a r l ı ğ ı n d a n sıyrılıp ebedi ve m u t l a k
v a r l ı ğ a d o ğ r u yükselen levhayı d e r i n b i r hayranlık s ü
k û t u i ç i n d e temaşadır.'^^ H a r e k e t v e t e m a ş a şeklini alan
i b a d e t , g a y e s i itibariyle r u h u n levsiyyattan temizlenip
y ü k s e l m e s i v e ş u u r u n Allah hakikati içinde erimesi d e
mektir.
İ b a d e t v e d a h a şümullü b i r t a b i r l e din, m a n e v i y a t
â l e m i n e aittir. Bu âlem ise ilmin v e teknolojinin d ı ş ı n d a
kalır. Ç ü n k ü teknolojinin s a h a s ı m a d d e d i r . İlmin s a h a s ı
ise, m ü ş a h e d e altına alınabilen m u h i t v e hâdiselerdir.
Din d u y g u s u , tıpkı aşk v e güzellik d u y g u s u gibidir, ki
t a p t a n alınmaz. İnsan, i m a n s a h i b i olmak için âlim ol
m a k lâzım gelmez. İnsanların e n b a s i t v e cahili bile, g ü
lün y a p r a k l a r ı n d a n nefis gül, k o k u s u n u d u y d u ğ u gibi,
e ş y a v e e c s a m ı n b i n b i r e s r a r ı n d a n d a Allah'ı duyar. El
v e r i r ki d u y m a k istesin.
Bu b a h i s t e ş u r a s ı m u h a k k a k t ı r ki, b u g ü n e kadar, Al
lah ş u u r u n u n ulviyetine yükselebilen b i r d u y g u ve ş u u r
no
m e v c u t olmamıştır. Ve b i r m e m l e k e t için felâketlerin e n
b ü y ü ğ ü Allah ş u u r u n u kaybetmektir. Bu ş u u r u "kaybe
den bir millet her nevi idealden de mahrum kalır. İde
alden^ mahrum bir millet ise, hayat yolunda istikameti
ni kaybeder ve nereye gideceğini bilmeyen bir şaşkına
döner/"^^' Gayet tabiî; İ d e a l g e r e k ferd, g e r e k millet
için, h a y a t y o l u n u n k a r a n h k l a r ı içinde n u r s a ç ı p etrafi
a y d ı n l a t a n b i r ışıktır. İ d e a l d e n m a h r u m v e m a n e v i y a t ı
ç ü r ü m ü ş b i r cemiyette cinayetlerin ö n ü n e h a l k t a n silâh
t o p l a m a k l a , intiharların ö n ü n e b u n l a r ı n n e ş r i n i y a s a k
lamakla g e ç m e y e ç a h ş m a k b o ş t u r . Böyle b i r c e m i y e t t e
cinayetleri ceza k a n u n l a r i y l e ö n l e m e y e ç a h ş m a k , h a s t a -
hğı zehirle t e d a v i y e kalkışmaktır. Ç ü n k ü b ö y l e b i r cemi
yette yerine servet ve bilgi ile, n e tehdit ve tedhişle doldu
r u l a m a y a n b i r boşluk vardır: Maneviyat boşluğu.'""^
(59) Filozof ve devlet adamı Edgar Quinet Buguit'den naklen, Traite de Dro
it constitutionel, cilt V, sah. 402. 5'inci baskı.
Bu mevzuda meşhur Amerikan devlet^adamı ve Birleşik Amerika Devletleri
nin kurucusu Washington'un Amerika milletine yaptığı veda nasihatları arasında
ki şu nefis nasihati hatırlatmakta fayda vardır. "Bir milleti siyasî huzur ve saade
te götüren imkân ve desteklerin başında din ve ahlâk gelir. Ahlâksız bir halk
hükümetinin yaşamasına imkân yoktur. Dinsizde ahlâkın mevcut olmasına im
kân yoktur." Bakınız: Lesfondemeuts do la religion, par. ). V. ünden, Payot, Pa
ris, i 957, sail. 237.
(61) Bu bahiste ve sırası gelmişken biraz da ibadet dili üzerinde durmak istenm.
Dinlenn kendilerine mahsus ve bünyelennin mantığına uygun akideleri ve ibadet
usulleri olduğu gibi birer de İbadet ve dua dili vardır. Bu dİl o dine mahsus olarak
ve o dinin nasları ile ve asıdar içindeki teamülleriyle yerleşip kökleşmiştir. Meselâ
Hnstiyanlıkta Katolik kilisesinin ibadet dili, Lâtincedir. Müslümanlığın ibadet dili de
Arapçadır. Çünkü İslâmın mukaddes kitabı Kur'an Arapçadır. Müslüman ferdin iba
det hakkı, İbadeti İslâm dinince yerleşmiş olan usul, âdab ve lisan ile yâni Kur'an
diliyle yapabilmesini İcap eder. İslâm dinine malısus ibadetlenn usûl. âdab ve lisa
nı üzennde herhangi bir düşünce ile oynamak ve bunlan gelişi güzel değiştirmeğe
kalkışmak ve meselâ "ezan"ı asırlardan ben dünyanın dört köşesinde günde beş de
fa okunduğu dilden başka bir lisanla okutmağa zorlamak, yalnız diyanete değil, ay
nı zamanda Müslüman vatandaşın ibadet ve dua hakkına zalimce tecavüzdür.
Tekrar edelim ki. İslâmın ibadet dili Kur'an'dır. Kur'an ise kelimesi ve lâfzı ile,
ruhu ve mânası ile Kur'an'dır. Tercüme Kur'an, Kur'an değildir ve tercüme Kur'an
İle yapılan ibadet İslâmi ibadet değildir. Esasen Kur'an'ı başka bir dile çevirmek hem
imkânsızdır, hem de mânâsız ve faydasızdır. Çünkü bu ilâhi kitap, en sembolik bir
müzikten ve cn link bir şiirden daha ince bİr zevk, bİr mâna ve işaret taşımakta *,
Yalnız şu k a d a r diyelim ki, b i r u c u H i n d ' e v e Çin'e, b i r
u c u A v u s t u r y a v e İ s p a n y a ' y a u z a n a n İslâm-Türk d ü n
yasının b u genişlemesini sırf askeri ü s t ü n l ü ğ e v e iktisa
di b i r g a y e y e b a ğ l a m a k t a r i h i y a n h ş anlamaktır. B u g e
n i ş l e m e d e v e b u h a y r e t verici muvaffakiyetlerde " n e ş r -
i d i n " idealinin birinci d e r e c e d e r o l o y n a d ı ğ ı m u h a k
kaktır.
ve hiç bir Usanın ifade edemiyeceği kadar geniş ve zengin bir muhteva kucaklamak
tadır. Düşünülsün ki, insan meramını ya "nazım" veya "nesir" şeklinde ifade eder.
İnsan için. Usan ile, üçüncü bir İfade vasıtası yoktur. Kur'an ise, ne "nazım"dır; ne
de ''nesir"dir. Bu İlâhi kitabın dili ve ifade şekli, insanlara mahsus olan dillerin ve
İfade şekillerinin hiç biri değildir. Bunun içindir ki, Kur'an'ın en kısa bir suresi bile
en namlı şairler tarafından taklid edilememiş ve benzen ortaya konulamamıştır. Yi
ne bunun içindir kİ, Âhir zaman Peygamberinin en büyük mu'cizesi Kur'an-ı Kerim
olmuştur. Alelade bir şiirin bile yazıldığı dilden başka bir dile çevrilemediği herkes
çe bilinen bir hakikat İken, Kur'an gibi bir eserin bütün incelikleri ve ilâhi İşaret ve
aelâletleriyle bir dile tercümesi, elbet te imkansızdır. Hattâ yalnız imkânsız değil,
hem de mânâsız ve faydasızdır. Çünkü Kur'an ne bİr mektep kitabı,, ne de bir laho-
raluvar rehberidir. O bİr nevi nağmesi İle cana hitap eden ilâhi bir eserdir. Böyle bİr
eserin faydasını lafzında ve tercümesinde değil, beşer âleminin her asır ve devirde
ki vüs'atine ve İnkişafına göre, yapılacak tefsirinde aramalıdır. Hülâsa Kur'an,
Kur'an olarak tercüme edilemez ve Kur'an'ın tercümesi Kur'an olamaz.
Ç o r a k bir m a t e r y a l i z m çıkmazına s a p l a n m ı ş g ö r ü
n e n b u g ü n ü n bazı m e m l e k e t l e r i b u hakikati u n u t m a k l a
b i r şey k a z a n m a m ı ş , aksine, çok şey kaybetmiştir. S o n
s e n e l e r d e , tıp ilminin h a y r e t verici terakkilerine r a ğ
m e n , kalp ve k a n s e r gibi h a s t a h k l a n n k o r k u n ç b i r şekil
almasını, fizyolojik m e t a b o l i z m a b o z u k l u ğ u n d a n ziya
de, m â n e v i disiplin b o z u k l u ğ u n a b a ğ l a m a k d a h a y e r i n
d e olur. Şeker, kalp v e k a n s e r gibi hastalıkların s o n d e -
v i r d e d ü n y a d a v e b i l h a s s a bizde k o r k u n ç b i r şekilde
arttığı bilinen h a k i k a t l e r d e n d i r . D e d e l e r i m i z d e n a d i r e n
g ö r ü l e n b u hastalıklar, m ü t e h a s s ı s l a r ı n söylediklerine
g ö r e ; ü z ü n t ü , sinir gerginliği, h a y a t kaygısı, k o r k u ve
k e d e r gibi r u h sıkıntılarıyla y a k ı n d a n alâkalıdır. Aldığı
b i r acı h a b e r ü z e r i n e , b i r k a ç g ü n i ç i n d e saçı s a k a h a ğ a -
r a n , ş e k e r veya kalp hastalığına t u t u l a n l a r ı , h e m e n h e r
g ü n işitip g ö r m e k t e y i z . D ö v ü n m e y e l i m , k e n d i k u s u r u -
m u z d u r : K ü ç ü m s e d i ğ i m i z ve s e n e l e r c e i n k â r ettiğimiz
hakikatler, b u g ü n b i z d e n intikam alıyor. S o n o t u z b e ş
senelik devirde, R u s y a ' d a n b a ş k a d a h a bazı m e m l e k e t
lerde, dini i n a n ç l a r a v e m ü e s s e s e l e r e k a r ş ı girişilen
m ü c a d e l e l e r i , din a d a m l a r ı n a çektirilen ezayı ve r e v a
g ö r ü l e n h a k a r e t l e r i b u r a d a sayıp d ö k m e y e l ü z u m g ö r
m e m . Kısmen politika menfaatleri u ğ r u n d a , k ı s m e n de
kısa g ö r ü ş l ü b i r m a t e r y a l i s t d ü ş ü n c e üe y a p ı l a n b u y e r
siz m u a m e l e l e r ile h ı r s v e ş e h v e t ş e y t a n l a r ı n ı n zincirle
ri koparılmıştır. İstikbalde h a y ı r ile ş e r r i n m ü c a d e l e s i
çok çetin olacağa benziyor.
Neşir hakkı
din hürriyetinin en hayati cephesidir:
Bir fikir ve k a n a a t i n n e ş r i yazıyla v e y a sözle olabildi
ğine g ö r e , n e ş i r hakkı deyince b u n d a n evvelâ dini aki
de ve a h k â m ı y a y a n ve m ü d a f a a e d e n g a z e t e ve m e c
m u a çıkarma, e s e r v e risale b a s m a ve y a y m a ; s o n r a d a
dini m e v z u l a r ü z e r i n d e mev'ize, h i t a b e ve k o n f e r a n s gi
bi sözle ifade ve telkinde b u l u n m a hakları anlaşılmak
lâzım gelir.
Neşir hakkı din h ü r r i y e t i n i n en esaslı v e hayati b i r
cephesidir. H a t t â b u h a k din hürriyeti p r e n s i b i n d e n d o
ğ a n hakların en ehemmiyetlisi ve neticeleri itibariyle e n
kıymetli sidir. Ç ü n k ü d i y a n e t neşriyatla kendini k o r u y a
cak, m ü d a f a a e d e c e k ve t e k â m ü l imkânları bulacaktır.
Dini n e ş r i y a t d i n d a r l a r c a m i a s ı n ı n ağzı ve dilidir. Bu
neşriyattan m a h r u m olan bir memleketin dindarları,
tıpkı dili k o p a r ı l m ı ş b i r k ö t ü r ü m e d ö n e r . B u n a m u k a b i l
dini n e ş r i y a t ı n teşvik g ö r d ü ğ ü ve h ü r b i r s a h a b u l d u ğ u
m e m l e k e t l e r d e b u n e ş r i y a t fevkalâde bir inkişaf g ö s t e
r i r v e d ü ş m a n n e ş r i y a t ı n e n azıhlarını bile s u s t u r u r .
Ç ü n k ü , ilmî ve h a s b î olması şartiyle, dini n e ş r i y a t r u h
ları fetheder. B u n d a n dolayıdır ki, politikacılardan di
y a n e t e d ü ş m a n o l a n l a r ı n e n çok korktukları ve b u s e
b e p l e b a s k ı y a v u r m a k istedikleri h a k d a , dini m a h i y e t t e
ki n e ş r i y a t hakkıdır. F a k a t açıkça söylemelidir ki, dini
n e ş r i y a t ı n d i ğ e r n e ş r i y a t t a n ayrı olarak, h u s u s i m a k s a t
v e k a n u n l a r l a y a h u t , bazı m e m l e k e t l e r d e yapıldığı gibi,
el a l t ı n d a n i d a r e edilen h ü k ü m e t e m r i ile, b a s k ı y a vu
r u l d u ğ u , yıldırma v e s i n d i r m e politikasına b o ğ u l d u ğ u
m e m l e k e t l e r d e din h ü r r i y e t i yok olur.
H ü l â s a i b a d e t hakkı gibi, n e ş i r ve telkin, talim ve
t e d r i s hakkı d a din h ü r r i y e t i p r e n s i b i n d e n d o ğ a n kudsi
b i r haktır. Bu hakkı yok e d e r c e s i n e t a h d i t edip baskıya
v u r a n b i r i d a r e n i n a d a m l a r ı , n e m e m l e k e t içi siyasetin
d e , n e d e milletlerarası m ü n a s e b e t l e r i n d e din ve v i c d a n
hürriyetinden b a h s e d e m e z . Ederse yalan söylemiş
olur.
İlâve edelim ki, b u g ü n b u hakkın e n g e n i ş ve t e m i
natlı b i r şekilde t a n ı n d ı ğ ı ve h i m a y e g ö r d ü ğ ü m e m l e
ketler G a r p d e m o k r a s i l e r i d i r . B u g ü n lâik F r a n s a , İtalya
v e Belçika'da Hıristiyan din a d a m l a r ı t a r a f ı n d a n i d a r e
edilen t a m teşkilatlı b i r ç o k enstitü ve üniversiteler m e v
cuttur. Hıristiyanhk b u m ü e s s e s e l e r d e b ü t ü n incelikleri
ve a h k â m i y l e o k u t u l m a k t a ve değerli g e n ç din âlimleri
yetiştirilmektedir. Bizim bildiğimiz ve az çok n e ş r i y a t ı
nı t a k i p edebildiğimiz, F r a n s a , Belçika ve İsviçre gibi
m e m l e k e t l e r d e h e r s e n e dini m e v z u l a r etrafındaki ki-
t a p , m e c m u a , g a z e t e neşriyatı h a y r e t edilecelc b i r y e
kûn tutmaktadır.
B u g ü n dini tâlim, t e d r i s ve n e ş i r h a k k ı n ı n t a m v e t e -
minath bir himayeden m a h r u m olduğu memleketler
a r a s ı n d a , esef e d e r i m ki, Türkiye'miz d e vardır. Bizde
dini tahsil v e r e n v e t e d r i s a t y a p a n m ü e s s e s e l e r yani
m e d r e s e l e r , 1926'da çıkan "Tevhid-i T e d r i s a t K a n u n u "
île kapatıldıktan s o n r a , b u g ü n e k a d a r M ü s l ü m a n l ı ğ ı n
y ü k s e k ilmi, kelâmiyat v e bediiyatı okutulmamıştır. Ve
b u u z u n d e v r e içinde, tabiatiyle, T ü r k i y e ' d e d i n âlimi d e
yetişmemiştir. Kabul edelim ki, eski m e d r e s e l e r m o
d e r n d e v r i n ihtiyaçlarını karşılayacak b i r d u r u m d a d e
ğildi; fakat b u n l a r kapatıldıktan s o n r a , g ö n ü l isterdi ki,
yeni m ü e s s e s e l e r k u r u l s u n v e cemiyetin m u h t a ç o l d u ğ u
y ü k s e k din a d a m l a r ı v e âlimleri yetiştirilsin. Bu yapıl
m a d ı . F a k a t b u y a p ı l m a k için b u g ü n d e n tezi yoktur.'"^'
(62) Bu vaziyeti ıslâh için, yüksek İslâm İlimlerinin tahsil ve tedrisine mah
sus bir "İslâm İlimleri Enstitüsü" kurulması hakkında bir teklifimiz ve hazırlanmış
bir projemiz vardır. Bunu bu eserin son kısmına ilâve edeceğiz. Bu eserin ikinci
baskısı için yazdığımız Ön sözde bahsettiğimiz yüksek "İslâm İlahiyat Enstitü-
sü"kurulması hakkında I959'da kabul edilen kanun ile bu temennimizin tahak
kuk yoluna girdiğini görmekle sonsuz bir sevinç duymaktayız. Bu salıdan yazdı
ğımız sırada, bahsettiğimiz ensfitü üçüncü tedris yılına başlamış bulunuyor.
t e c a v ü z e u ğ r a y a n b i r a d a m ı n sesini k e s m e k için a ğ z ı n a
m e n d i l tıkadıkları gibi, evvelâ n e ş i r hakkı y o k edilir, di
ni n e ş r i y a t y ı l d ı r m a v e s i n d i r m e politikasına b o ğ u l u r .
Bu gibi işlerle u ğ r a ş a n l a r , suçlu v e y a s u ç s u z tevkif edi
lir; ailesine, eşine v e d o s t u n a k a r ş ı k a d r i v e itibarı kırı-
lır.'"^ Din m e v z u l a r m a t e m a s e t m e k b ü y ü k b i r c e s a r e t
m e s ' e l e s i halini alır. D i n d a r a d a m l a r ı n sessizce bakışla
r ı n d a n bile r a h a t s ı z olanlar, z a m a n z a m a n b i r y a y g a r a
k o p a r ı r . V u r u n , t u t u n ş a m a t a l a r ı a r a s ı n d a , k e n d i halin
d e v e z a r a r s ı z k a n a a t l a r i y l e y a ş a y a n ü ç b e ş kişi t a h k i r
edilip h a p s e tıkılır.
(64) Her türlü neşriyatın geniş bir müsaadekârlıkla himaye gördüğü memle-
ketlerden biri ve muhakkak başta geleni İngiltere'dir. Düşünülsün ki, iki Dünya
Harbinde harp zarureti olarak, hemen her memlekette neşir hürriyeti az çok kı
sıldığı halde. İngiltere'de normal zamanlara mahsus serbestiiğiyle devam etmiş
tir. Söz veyazı hürriyetinden korkan ve bunu kısmağa çalışan hükümetler, haki
katte, doğruluğundan kendilerinin de emin olmadıkları iş ve icraatlarının yanlış
lığının ortaya konulacağından korkmaktadırlar.
DIN HÜRRIYETI N E DEMEKTIR? —
Elhasıl, mantıklı d ü ş ü n ü r s e k , b u g ü n o k u t u l u p ö ğ r e
tilmesini y a s a k l a d ı ğ ı m ı z v e y a z a r a r h g ö r e r e k baskıladı
ğımız b i r fikir v e d o k t r i n , m ü m k ü n v e m u h t e m e l d i r ki,
cemiyetin v e i n s a n h ğ ı n yarınki t u t a c a ğ ı yolu ve g i d e c e -
Aradan seneler geçmiş olmasma rağmen biz bugün de aynı fikirdeyiz. Biz o
zaman ve konuşmamızda ezcümle şunlan söyledik:
"İçinde yaşadığımız İkinci Dünya Harbi sonu devrinin milletlerarası siyaset
bakımından, en açık vasfı, bunun, bir bloklaşma devri olması dır. Bütün millet
ler, haldeki menfaatlerine, tarihî ve siyasî yakınlıklarına göre birleşmekte ve İstik
bali İçin, birer blok teşkil etmeye çalışmaktadır. Slav peykleri bloku karşısında
Anglo-Amerikan mihven etrafındaki t>loklaşmanın mânası budur.
Bu arada Müslüman milletler niçin birleşmesin ve altı yüz milyonluk bir in
san ve iman bloku vücuda getirmesin? Bunda yalnız Müslüman milletler için, de
ğil, dünya sulbü için de fayda vardır. Bugünkü İslâm dünyası için sadece varlığı
muhafazadan başka ne bir ideoloji harbi, ne de bir toprak kavgası bahis mevzuu
değildir. Binâenaleyh Müslüman milletlerin birleşmesi sulh için ve insanlığın se
lâmeti için bir teminattan başka bir şey olamaz.
Bugün bloklaşan milletlerden bir çoklarını geçici tehlike hisleri ve menfaat
düşünceleri birleştirmiştir. Halbuki Müslüman İslâm dünyasında birlik ve bera
berlik .zaten mevcuttur. Bu babda bizim yapacağımız şey, aramızdaki tarihî ve
manevî bağlan kuvvetlendirmek; ırk. Usan, milli menfaat ayrılıklarının üstünde
ve bu ayrılıkların menfi tesirlerini bertaraf etmek üzere müşterek bir şuur yarat
maktadır.
Sözlerime son vermezden evvel, bir noktaya daha işaret etmek isterim: İslâ
miyet düşmanlan bir İslâm birliğinden bahsetmeyi tehlikeli görüyor ve böyle bir
teşebbüsün dünya Hrıstiyanlarını aleyhimize çevireceğini ve yeni bir Ehl-i Salip
ruhu yararacağını ileri sürüyor; ortalığa böyle bir vehim ve endişe salarak bir ta
raftan cesaretleri kırmaya, bİr taraftan da resmi ve mes'ul makamları aleyhte kış
kırtmaya çalışıyor. Diğer Müslüman milletleri bilmiyorum amma, Türkiye'de İki
de bir bu ağzı kullanan bazı gazeteciler var. Fakat temin ederim ki, bu bir ma
nevradır ve sadece bazı merdudların aklından geçen bir şeytanlıktır. Hnstiyan
Avrupa birleşti, federasyon kurdu. Amerika ile el ele verdi. Bu teşebbüsleri biz
Müslümanlar sevinçle karşıladık. Zira bunda sulhun bir teminatını gördük. Bu te
şebbüslerden gocunarak aklımızdan, uzak bir mazinin Ehl-i Salip hikâyeleri geç
medi ve geçemez. Din kavgaları çoktan tarihe İntikal etti. Bugün hakikatte ne
İslâm dünyasının düşmanı Hnstiyan garptır; ne de Hnstiyan garbın düşmanı İs
lâm dünyasıdır. Düşrnan başkadır ve garp ile aramızda müşterektir. Bunu herkes
biliyor. Bunu yalnız İslâm dünyasını kundaklamak isteyenler bilmez görünüyor.
Emin olunuz ki, bir İslâm birliği teşebbüsünden, İlk memnun olup sevinç du
yacak olan Avrupa ve Amerika'dır. Cün geçtikçe biraz daha kabaran İslav kini ve
silâhlı kuvvetleri karşısında, canlı ve imanlı yüreklerden örülmüş, bir İslâm birliği
kalesi Önünde, muhakkak ki, hürmetle ilk eğilecek olan Avrupa ve Amerika'dır.
Çünki İslâv kininin tuğyanından Avrupa ve Amerika'yı ve dolayisiyle bütün mede
ni dünyayı -eğer kurtulmalan mukadder ise- yalnız ve yalnız maneviyat kuvveti
kurtaracaktır."
Okuyucum, vaktiyle bazılarınca irticaî bir mahiyet verilen ve üstünde yaygara
koparılan, fakat bugün hükümet politikası olarak, kısmen de olsa, bakikatleşen bu
fikirleri burada tekrar etmekten maksadım şunu göstermektir:
Cemiyet İşlerinde çok kere bugün bâtıl olan yann hak, bugün hak olan da ya
rın bâtıl olur. Ve istikbal ilim sahasına değil, farz ve tahmin sahasına girer. Tahmin
de ise yanılmak daima mümkündür. Binâenaleyh her çeşit fikre ve kanaate karşı
müsaadekâr hattâ hürmetkar olmaya ahlâkan mecburuz.
ği İstikameti göster"sin. Bu t a k d i r d e , o k u t m a y a ve ö ğ
r e t m e y e k o y d u ğ u m u z y a s a k d a m g a s ı , n e t i c e itibariyle,
bizim k ö r l ü ğ ü m ü z ü ve cehaletimizi ilân e t m e k t e n b a ş k a
bir şeye y a r a m a z . Tarihte böyle o l m a m ı ş m ı d ı r ? Vaktiy
le iime ve s e r b e s t tefekküre karşı ş a h l a n a n cehalet ve
t a a s s u p , insanlığı t e k â m ü l y o l u n d a n a h k o y a m a m ı ş ise
de, neticeyi asırlarca g e c i k t i r m e m i ş m i d i r ? M e y d a n l a r
d a ve h a m a m k ü l h a n l a r ı n d a m u z ı r d ı r diye yakılan fikir
eserleri ve ilim kitaplariyle birlikte y a n ı p kül o l a n h a k i
katleri t e k r a r b u l u p m e y d a n a ç ı k a r m a k için asırlarca
b e k l e m e k ve çalışmak lâzım g e l m e m i ş m i d i r ? B u g ü n
dini eserlere, fikir ve hakikatlere ve b u n l a r ı n n e ş r i n e ,
tâlim ve t e d r i s i n e karşı bazı m e m l e k e t l e r d e g ö s t e r i l e n
d ü ş m a n l ı ğ ı n aynı neticeyi v e r m e y e c e ğ i n i ve b u d ü ş
m a n l ı ğ ı n yarınki insanlık n a z a r ı n d a b i r c i n a y e t teşkil
etmeyeceğini kim t e m i n e d e r ? O dini eserler, fikir ve
hakikatler ki, ü z e r l e r i n d e M ü s l ü m a n milletler asırlarca
d u r u p d ü ş ü n d ü , çalışıp göz n u r u d ö k t ü v e enerji tüket
ti.
"İnsan için insandan daha koricunç
bir mahlûk yoktur."
MONTAIGNE
İnsanda iç huzuru
maneviyat terbiyesinin meyvasıdır:
Biliyorum, s o n s e n e l e r d e , hususiyle b i z d e , dini t a h
sil ve tedrisini ve b u n a ait n e ş r i y a t ı n faydasız ve h a y a t
için y a r a r s ı z o l d u ğ u n d a n bol b o l b a h s e d e n l e r ve b u s a
h a d a köpeksiz köy b u l u p d e ğ n e k s i z g e z e n l e r var. B u n
lara g ö r e tahsil ve t e d r i s i n faydalısı, s a d e c e h a y a t ve t a
biat bilgileri verenidir. Ç ü n k ü i n s a n b u bilgilerle y a ş a r
ve h a y a t için lâzım o l a n serveti ve k o n f o r u a n c a k b u bil
gilerle t e m i n e t m e k k a b ü olur. Dinî ve metafizik bilgiler
İse, İnsanların fikrî enerjilerini israf e d i p t ü k e t m e k t e n
başka bir netice vermez.
Dikkat e d e r s e k , z a m a n ı m ı z ı n bazı m e m l e k e t l e r i n d e
h ü k ü m e t l e r i n b ü t ü n k u d r e t k a y n a k l a r ı n ı iktisadi varlık
v e k o n f o r g a y e s i n e t a h s i s e d i p , b u n a mukabil, m a n e v i
y a t t e r b i y e s i n i ve r u h î ihtiyaçları b i r t a r a f a a t m a l a r ı n -
daki sır ve m â n a b u d u r . B u g ü n sistemli bir şekilde din
ve m a n e v i y a t d ü ş m a n l ı ğ ı g ü d e n l e r , bilerek veya bilme
yerek, b u g ö r ü ş ü n tesiri altındadırlar.
H a r e k e t n o k t a s ı n ı Kari M a r x ' i n t a r i h i m a d d e c i l i ğ i n
d e b u l a n ve b u g ü n k ü Rus K o m ü n i s t l e r i t a r a f i n d a n d ü n
yayı a t e ş e v e r m e k için b i r fitil gibi kullanılan b u g ö r ü ş
h a k k ı n d a t a m a m i y l e yanlıştır, d e m e y e i m k â n yoktur;
fakat a ş i k â r bİr s u r e t t e eksik v e kifayetsizdir.
Ş ü p h e s i z ki servet, konfor, h ü l â s a iktisadi varlık h a
yat için lâzım v e faydalıdır. Bu h u s u s t a m ü n a k a ş a bile
yersizdir. M ü s b e t ilimler bize m a d d e ü z e r i n d e m ü e s s i r
olmayı v e dolayisiyle iktisadi varlığı a r t t ı r m a y ı ö ğ r e t
miş; inkişaf e d e n teknoloji z a m a n v e enerji iktisad et
m e n i n y o l u n u göstermiştir. Bu s a y e d e b u g ü n b e ş e r
k u d r e t i akla h a y r e t v e r e c e k b i r şekilde a r t m ı ş t ı n B ü t ü n
b u n o k t a l a r ş ü p h e g ö t ü r m e z . F a k a t b u n d a n , r u h ve ma
n e v i y a t t e r b i y e s i n i b i r tarafa b ı r a k ı p i h m â l edelim n e t i
cesi d e çıkmaz. İktisadi varlık, r u h ve m a n e v i y a t b o ş l u
ğunu doldurmaz. İnsan hayatı bakımından mes'ele,
s e r v e t v e k o n f o r gibi iktisadi varlıkta o l m a k t a n ziyade,
r a h a t y a ş a m a k t ı r . R a h a t y a ş a m a n ı n ise bir çok şartları
vardır. Ve iktisadi varlık b u n l a r d a n yalnız biridir, h a t t â ,
k a b u l e t m e k lâzımdır ki, b a ş t a geleni değildir. Başta g e
leni olsa v e s a a d e t sırf s e r v e t t e n d o ğ s a y d ı , etrafımızda
g ö r d ü ğ ü m ü z b i r çok b a h t ı k a r a zenginlerin b e d b a h t l ı
ğının m â n a s ı kalmazdı. Hülâsa, i n s a n için r a h a t h a y a t ı n
b i r şartı s e r v e t v e k o n f o r ise, ö b ü r şartı d a e m n i y e t
d u y g u s u , iç h u z u r u ve g ö n ü l zenginliğidir. Bu d u y g u ,
b u h u z u r v e zenginlik d e r u h ve m a n e v i y a t terbiyesinin
meyvasıdır. Din ise b u m e y v a n ı n ağacıdır. Dini tahsil v e
t e d r i s i n gayesi d e b u ağacı yetiştirecek v e i n s a n l a r a b u
terbiyeyi v e r i p onları iç h u z u r u n a k a v u ş t u r a c a k ehli
yetleri v a r etmektir.
(68) Bu fikir ve tasnif üzerine bakınız: Devlet nizamı ve Hukuk (Devletle Hu
kuk arasmdaki münasebet üzerinde bir izah denemesi) Ali Fuad Başgil, İstanbul
Hukuk Fakültesi Mecmuası, cilt VI. sayı, 1-2 1950.
line karışamaz/"^' Bu h u s u s l a r a , b i r din âlimi v e müçtehi^
di gibi, m ü d a h e l e d e b u l u n a m a z . Dinlerin i b a d e t v e âyin
leri devletin kontrol salahiyetine girmez, h ü k ü m e t a d a m
ları, b u sıfatla, b u n l a r a el s ü r e m e z . Sürerlerse, vazifeleri
dışına çıkmış, ehliyet v e salâhiyetleri s a h a s ı n a g i r m e y e n
bir işe fuzuli surette karışmış olurlar. İbadet m e v z u u n d a
a n c a k din âlimleri v e müçtehitler salahiyetlidir.™
Fakat, i b a d e t v e âyinler ferdi fiil olmaktan çıkar d a iç
timaî b i r h a r e k e t vasfi ahrsa, b u t a k d i r d e , h e r içtimaî fiil
gibi, lâik devleti alâkalandırır. Devlet, cemiyetin bekçisi
ve asayişin k o r u y u c u s u sıfatiyle, içtimaî b i r h a r e k e t şek
li alan i b a d e t v e âyinlere m ü d a h a l e eder, h a t t â i c a b ı n d a
b u n l a r d a n yasakladığı d a olur. Nitekim, F r a n s a ' d a K a t o
liklerin m e z h e b i âyinlerinden " P r o c e s s i o n " denilen n ü
mayiş v e bizde İranilerin M u h a r r e m ayında yaptıkları
gösterili y ü r ü y ü ş devletçe m e m n u âyinlerdendir.'^"
(69) Bununla beraber bizde devlet adamları lâik olduklannı ilân ettikleri hal
de, İslâmiyetin ibadet ve usul Sdâbma ve ibadet diline müdahale etmekte beis
görmemişlerdir. Bu hususta elde bulunan binbİr misalden birini zikredeyim:
Vaktiyle Beşiktaş semtinin camilerinden birinde imamlık vazifesi, gören yaş
lı bir zat, günün birinde (Arapça ezan) okumakla suçlandırılarak yakalanmış,
evinden ve ailesinden koparılıp Bursa'ya sürgün edilmiştir. Bu zatı bana yazdığı
mektuplardan tanıdım. Kendisi Samsunlu imiş. Bursa'da harap bir han köşesinde
ömür çürüttüğü senelerde bana her ramazan başı, bemşehn sıfatıyla ve Hoca
Mahmut Efendi imzasıyla bir mektup yazarak dert döker ve benden maddî yar
dım İsterdi. Ben de kendisine elimden gelen yardımı yapardım. Ûç-dört sene bu,
böylece devam etti. Nihayet bu mazlum ihtiyarın sesi kesildi. Öğredim ki, hasta
lık ve sefalet İçinde can vermiş.
(70) Gerçi resmî bir dine bağlı devletlerde, devlet ibadetlere fiilen müdahe-
le eder. Fakat bu nevi devletlerde müdahale eden, hakikatte devlet adamları de
ğil din adamlarıdır.
(71) İlâve edelim kİ, bir fiilin ferdi veya içtimâi olduğunu ve devlet müdaha
lesine mevzu olup olmayacağını tayin bahsinde, fiilin tek bir kimse tarafından
yapılmasiyle üç beş kişi taraftndan birlikte ve topluca yapılması arasında hiç bir
fark yoktur. Mesele fiili icra eden veya edenlerle başkaları, arasında bir hak ve
vazife münasebeti doğup doğmamasındadır. Doğmadığı takdirde, fiil daima fer
didir. Binaenaleyh devlet müdahalesine ve yasağına mevzu olamaz. Şu halde bir
ibadet ve âyinin, ferdi bir fiil ve hareket mahiyetini aşmaması yâni başkalariyle
bir nevi hak ve vazife münasebeti doğurmaması şartiyle, bir dindar tarafından tek
ijaşına yapılmasiyle bir araya gelen bir kaç dindar tarafından bidikte yapılması
hukukan tamamiyle müsavidir. Bu ibadet ve âyin ferdilik vasfını muhafaza eder
ve resmî müdaheleye mevzu olamaz.
İbadet ne zaman ve ne şartlarla
içtimaî fiil vasfı alır?
Ş i m d i kendi k e n d i m i z e ş u n u soralım: Bir i b a d e t fiili
n e z a m a n v e n e ş a r t l a içtimaî vasfı alır ve devlet m ü d a
halesini c e l b e d e r ? Bu h u s u s t a tatbik edilecek ölçü n e
dir. Bu sualin cevabını bize eski A n a y a s a m ı z ı n 75'inci
m a d d e s i vermektedir.''^' B u m a d d e n i n ilk fıkrasında fer
d e m u t l a k b i r i m a n v e k a n a a t hakkı t a n ı d ı k t a n s o n r a ,
ikinci fıkrasında " â s â y i ş v e u m u m i m u a ş e r e t â d a b ı n a
ve k a n u n l a r h ü k ü m l e r i n e aykırı b u l u n m a m a k ü z e r e h e r
t ü r l ü dini âyinler s e r b e s t t i r " denilmektedir. Şu h a l d e ,
p r e n s i p itibariyle, i b a d e t v e âyin serbesttir. H e r k e s
m e n s u p o l d u ğ u dinin i b a d e t , d u a v e âyinlerini s e r b e s t
çe, y â n i h i ç b i r m ü d a h a l e y e , t e h d i t v e t e d h i ş e m a r u z
kalmaksızın icra edebilir. A n c a k , i b a d e t v e âyinlerin
asayişi b o z a c a k b i r şekil a l m a m a s ı ve m e m l e k e t t e y e r
l e ş m i ş ahlâk v e u m u m î m u a ş e r e t kaidelerine aykırı ol
m a m a s ı şarttır. Aksi h a l d e , devlet d e r h a l h a r e k e t e g e
çer.
M a d d e d e k i "âsâyiş v e u m u m î m u a ş e r e t âdabı" mef
humları üzerinde durmayacağım. Bunlar hukukta
m a l û m olan e l e m a n t e r mefhumlardır. Yalnız eski 75'in-
ci m a d d e d e d i ğ e r b i r kayıt d a h a v a r ki, b u r a d a ü z e r i n
d e ısrarla d u r u l m a y a d e ğ e r . Filhakika, âyinlerin âsâyiş
ve u m u m î m u a ş e r e t k a i d e l e r i n e aykırı o l m a m a s ı n ı ş a r t
koşan yukarıdaki anayasa maddesi, b u kadarla kalma
y a r a k , b i r d e " k a n u n l a r h ü k ü m l e r i n e " aykırı o l m a m a k
k a y d ı n ı eklemektedir. B u g ü n d e m o k r a s i üe i d a r e e d ü e n
m e m l e k e t l e r d e n b i r ç o ğ u n u n a n a y a s a l a r ı n d a , din ve
âyin serbestliği b a h s i n d e , r a s t l a n m a y a n b u k a y d ı n m â
n a s ı n e d i r ? Bu k a y ı t d a n , a n a y a s a , alelade k a n u n v a z ı n a
(72) Eski Anayasanın 75'ind maddesini tekrar tiatırlatalım: "i-iiç bir kimse
mensup olduğu felsefi içtihad, din ve mezhepten dolayı muahaze edilemez. Asa
yiş ve umumi muaşeret âdabına ve kanunlar hükümlerine aykırı bulunmamak
üzere her türlü âyinler yapılması serbesttir."
İ b a d e t ve âyinleri dilediği gibi t a h d i t edip y a s a k l a m a y a
salâhiyet vermiştir, m â n a s ı çıkar m ı ? Aslâ! Eski A n a y a
s a n ı n 75'inci m a d d e s i n d e n b ö y l e b i r m â n a ç ı k a r m a k ,
alelade k a n u n v a z m a i b a d e t ve âyinleri dilediği gibi, y â
ni politikanın isteklerine g ö r e , t e h d i t e d i p y a s a k l a m a y a
salâhiyet t a n ı m a k , netice itibariyle, din h ü r r i y e t i n i t â
k ö k ü n d e n k o p a r ı p a t m a k d e m e k olur. V a t a n d a ş l a r a d i n
ve v i c d a n hürriyeti ve i b a d e t hakkı t a n ı y a n eski 75'inci
m a d d e ile a n a y a s a vazıı, m u h a k k a k ki, böyle b i r m â n a
v e netice k a s d e t m e m i ş t i r . B u n u n aksini iddia etmek,
a n a y a s a vazıını s a ğ eliyle v e r d i ğ i n i sol eliyle gizlice alan
b i r açıkgöz d u r u m u n d a g ö r m e k olur. O h a l d e , 75'inci
m a d d e d e " k a n u n l a r h ü k ü m l e r i n e " kaydının m â n a s ı n e
olsa gerektir?
Bizce b u kayıt, a n a y a s a n ı n 68'inci m a d d e s i n d e b e
y a n o l u n a n u m u m î b i r p r e n s i b i n değişik b i r t â b i r ile
tekrarıdır. Filhakika, eski 68'inci m a d d e d e h ü r r i y e t i n
ferd için tabiî b i r h a k o l d u ğ u ve m ü n a s e b e t l e r h a y a t ı n
da herkesin hürriyetine başkalarının hürriyetinin hu-
d u d teşkil ettiği ve h ü r r i y e t l e r i n h u d u d u n u a n c a k ka
n u n l a r ı n tâyin ve t e s b i t e d e c e ğ i söylenilmiştir. B u n a
g ö r e , i b a d e t ve âyin hürriyeti d e , g a y e t tabii olarak, ka
n u n l a r ile t a h d i t o l u n a c a k yâni i b a d e t ve âyin serbestli
ği k a n u n l a r ı n yasak h ü k m ü n e aykırı g i t m e m e k kaydiy-
le kayıtlanacaktır. Şu h a l d e eski A n a y a s a n ı n 68'inci
m a d d e s i n d e b e y a n o l u n a n b u h ü k m ü n 75'inci m a d d e
s i n d e tekrarı, m â n a d a bir ziyadelik hasıl etmez, s a d e c e
evvelki b e y a n ı k u v v e t l e n d i r m e k t e n i b a r e t kalır. F a k a t
b u n o k t a d a asıl m e s e l e i b a d e t ve âyin s e r b e s t l i ğ i n e ka
n u n l a r ı n n e y e ve h a n g i ölçüye g ö r e y a s a k h ü k m ü koya-
b ü e c e ğ i n i tâyindedir. K a n u n vazıı i b a d e t ve âyin hakkı
nı kendi keyfince ve dilediği gibi y a s a k l a y a m ı y a c a ğ m a
g ö r e , k o n u l a c a k y a s a ğ ı n y a h u t çizilecek h u d u d u n Ölçü
sü n e d i r ?
Dikkat edersek, b u ölçü eski 75'inci m a d d e d e g ö s t e
rilmiştir ve â m m e n i n asayişi ile u m u m î m u a ş a r e t â d â -
b i n a aykırılıktır. İ b a d e t v e âyin h a k v e h ü r r i y e t i n i n h u
d u d u v e b u b a b d a k o n u l a c a k k a n u n i yasakların m e s n e
di â s â y i ş v e u m u m î m u a ş e r e t kaideleridir. İbadet ve
âyinler, asayişi itilâl etmemek ve umumi muaşeret âdâ-
bma aykırı olmamak şartiyle serbesttir. İşte, ibadet ve
âyin iıakkınm hudutlanması bahsinde konulacak bir
kanunun veya hükümetçe alınacak bir tedbir ve müda
halenin ölçüsü budur. Bunun dışında ibadet ve âyinle
re konulacak kanunî veya idari her takyid ve yasak ana
yasaya aykırı olduğu gibi hukukun yüksek prensipleri
ne de aykırıdır.
Dindarın secdegâhma
hükümet kuvvetleri ayak basamaz:
N e t i c e itibariyle, devlet ferdi fiil şeklinde i b a d e t ile
m â b e d i ç i n d e veya h a r i m i n d e y a p ı l a n âyinlere h u k u k e n
m ü d a h a l e e d e m e z . Ç ü n k ü b u y o l d a yapılacak b i r i b a d e t
v e âyinin asayişi v e u m u m î â d a b ile hiç b i r alâkası yok
tur. Eski A n a y a s a n ı n 75'inci m a d d e s i i b a d e t ve âyinle
r e k a n u n î b i r m ü d a h a l e i m k â n ı m yalnız asayişi ihlâl v e
u m u m î m u a ş e r e t â d â b m a aykırılığa bağlamıştır. Eski
y a s a n ı n b u s a r a h a t i k a r ş ı s ı n d a tevile v e b a ş k a t ü r l ü b i r
i ç t i h a d a m a h a l yoktur.
M a b e d i n içi v e h a r î m i m u k a d d e s m e k â n d ı r v e din
d a r ı n s e c d e g â h ı d ı r . Devlet eli v e h ü k ü m e t kuvvetleri
b u r a y a a n c a k i ç e r i d e n i m d a t i s t e n i r s e girer. Halka,
A n a y a s a s i y l e ve İ n s a n H a k l a r ı B e y a n n a m e s i y l e , d i n
h ü r r i y e t i t a n ı y a n v e tabiatiyle b u n d a n d o ğ a n h a k l a r a
r i a y e t etmeyi yalnız T ü r k Milletine karşı değil, h e m d e
d ü n y a y a karşı t a a h h ü d e d i p söz v e r m i ş olan b i r devlet
t e , h ü k ü m e t a d a m l a r ı , h e r h a n g i b i r dinin yerleşmiş ve
m e n s u p l a r ı tarafından kabul olunmuş naslarma, ibadet
v e â y i n l e r i n e el s ü r e m e z . A n c a k b u n l a r ı u m u m î âsâyiş
ve m u a ş e r e t â d a b ı b a k ı m l a r ı n d a n m u r a k a b e eder.
hükümet adamJanmn herhangi bir dinde reform yap
maya kalkışmaları kadar haksız hatta gülünç bir hare
ket tasavvur olunamaz. Dinde reform lâzım gelebilir.
Fakat bunu yapmak ve dinin âdâb ve erkânına karış
mak hükümet adamlarının ne hakkıdır, ne vazifesidir,
ne de ehliyetli oldukları bir iştir. Dinde, eğer icap edi
yorsa, reform yapmak, buna karar vermek, bir dinin
akide ve erkânı üzerinde konuşmak o dinin müçtehitle-
rine, âlimlerine ait bir salâhiyettir, hükümet adamları
ise, ne müçtehitdirler, ne de ilahiyat doktoru.
B u g ü n ü n m e d e n i y e t i ve terakkileri k a r ş ı s ı n d a artık
dinin r o l ü ve h ü k m ü k a l m a m ı ş t ı r ve dinin yerini b u g ü n
ilim ve teknoloji almıştır d e n i l e m e z . B u n u d e m e k için 11-
min hududunu görmemek ve insan yaradıhşmm binbir
e s r a r m d a n hiçbirini a n l a m a m ı ş o l m a k lâzımdır. B u n
d a n evvel g ö s t e r d i k k i / " ' ilim ile din tıpkı, akıl ile his gi
bidir. B u n l a r b i r b i r i n i nefyetmez; bilâkis b i r b i r i n i lâzım
kılar v e t a m a m l a r .
140
m ü s a a d e edip bazılarmı y a s a k l a m a k t a d ı r . Din ile devle
tin birleşik o l d u ğ u y a h u t , d a h a d o ğ r u s u , devletin d i n e
b a ğ l a n d ı ğ ı eski d e v i r l e r d e b u vaziyetten b ü y ü k bir
m a h z u r d o ğ m a m a k t a idi. Ç ü n k ü b u vaziyette dinin ka
n u n u devletin a n a y a s a s ı m e s a b e s i n d e idi. Devletin y a
s a ve yasakları dinin k a n u n u n a u y m a k z o r u n d a idi. Fa
kat, z a m a n ı m ı z ı n b i r çok m e m l e k e t l e r i n d e o l d u ğ u gibi,
d i n ile devlet b i r b i r i n d e n ayrılır ve b u n l a r d a n h e r biri
n i n k a n u n u d i ğ e r i n e zıd b i r vaziyet alır d a b i r i n i n m ü
s a a d e ettiği b i r fiil ve m ü n a s e b e t i d i ğ e r i y a s a k l a r s a b u
t a k d i r d e n e yapılır v e d i n d a r v a t a n d a ş ı n hali n i c e olur?
Başka b i r deyişle m u a y y e n bir devlet v a t a n d a ş ı sıfatiy-
le d i n d a r için dinin emirlerini y e r i n e g e t i r m e h a k k ı n ı n
hududu nedir?
G ö r ü l ü y o r ki, m e s ' e l e h a k i k a t e n çetindir; fakat fik
r i m c e , halli imkânsız değildir. Elverir ki, din v e devlet
a d a m l a r ı iyi niyetle Ve m ü ş t e r e k b i r a n l a ş m a zemini
b u l m a gayretiyle h a r e k e t etsin.
Bu h u s u s t a , fiil ve h a r e k e t l e r ü z e r i n d e , b u n d a n evvel
yaptığımız bir tasnifi t e k r a r ele alalım. Ve b u tasnifin
din ve devlet n a z a r ı n d a k i kıymeti ü z e r i n d e d ü ş ü n e l i m .
Fiillerimiz, dedik, başkalariyle b i r nevi m ü n a s e b e t
v ü c u d a getirip g e t i r m e m e k b a k ı m ı n d a n , ya ferdi veya
içtimaî olur. H e m e n ilâve edelim kİ, b u tasnifin din n a
z a r ı n d a hiç b i r e h e m m i y e t i h a t t â m â n a s ı yoktur. Zira
din, ferdi ve içtimaî, b ü t ü n i n s a n fiillerini k o n t r o l eder.
D i n d a r olan ferdin h e r işi ve hareketi, e n gizli, t e n h a ve
karanlık bir k ö ş e d e işlenmiş olsa bile, ilâhî k a n u n l a r ı n
h ü k m ü n d e n k u r t u l a m a z . Dinin m u r a k a b e s i n d e n v e
dince tesbit o l u n a n kıymet k a d e m e s i n e girip d e k e n d i
sine m a h s u s olan yeri a l m a k t a n k u r t u l a n h i ç b i r i n s a n
fiili yoktur. Dikkat edersek, dinin g e r e k ferdi ve g e r e k
içtimaî kıymet ve kuvveti de b u h u s u s i y e t i n d e kendisi
ni gösterir. Ve b u n o k t a d a din h u k u k t a n ayrılarak ahlâk
ile birleşir.
Halbuki dinin b u genişliğine v e ş ü m u l ü n e mukabil,
devletin eli v e b e ş e r i k a n u n l a r m h ü k m ü i n s a n fiil v e h a
reketlerinin h e p s i n e değil, a n c a k m u a y y e n b i r k ı s m m a
uzanır. Beşeri k a n u n l a r m ş u m û l ü altına g i r e n fiil v e h a
reketler sırf içtimaî olanlardır. Yani başkalarını alâka
l a n d ı r a n , b a ş k a l a r ı y l a b o r ç v e alacak k a b i l i n d e n b i r n e
vi m ü n a s e b e t teşkil e d e n fillerdir. Yalnız b u n l a r d ı r ki,
k a n u n a ve devlet o t o r i t e s i n e m e v z u olur. F e r d i olan fi
iller ise t o p t a n devlet k a n u n l a r ı n ı n h ü k m ü d ı ş ı n d a ka-
hr.'^^'
Ş u h a l d e , devlet k a n u n l a r ı v e emirleri k a r ş ı s ı n d a ,
d i n d a r ferdin akide v e kanaatleriyle b a ş b a ş a kalıp t a
m a m i y l e s e r b e s t o l d u ğ u , rejimlere g ö r e , az v e y a çok
g e n i ş b i r s a h a vardır. Bu s a h a d a ferdi d e d i ğ i m i z yâni
başkalarıyla h u k u k î b î r m ü n a s e b e t tesis e t m e y e n v e n e
ticeleri sırf failinin ş a h s ı n a i n h i s a r e d e n fiiller y e r alır.
Bunlar, i b a d e t , d u a v e m ü n â c â t fiilleridir. Bu fiiller dev
let faaliyetleri s a h a s ı n a girmedikleri için, b u n l a r ı n ifa
s ı n d a dinin e m i r l e r i n i y e r i n e g e t i r m e hakkı ferd için
h e m e n h e m e n mutlaktır. Yukarıda kaydettiğimiz gibi,
gerek m a b e d içinde ve gerek m a b e d dışında gerek tek
b a ş ı n a v e g e r e k t o p l u c a yapılsın, 1924 Türk A n a y a s a s ı
n ı n 75'inci m a d d e s i n d e verilen ölçüye aykırı o l m a m a k
şartiyle, ibadetler, h u k u k e n serbesttir. Devlet eli ferdin
i b a d e t n e v ' i n d e n o l a n fiillerine u z a n a m a z .
(76) İçlİmaî fiillerin Iju şekilde gruplaşması ve gruplar arasındaki fark ve mü-
nasebellen görmek için İstanbul Hukuk Fakültesi mecmuasının yukarıda kaydet
tiğimiz sayısındaki etüdümüze bakınız.
— D İ N v e L A l K L I K —
İ77) Biz bu mütalâa ve görüşlerimizde normal bir hukuk devleti yâni faali
yetlerinde hukuka bağlı bir siyasî iklidan gözönünde bulunduruyoruz. Bu hakkı,
yalnız kanundan dcğan bir selâhiyet görmek, vatandaşı hükümet adamlarının
ayak türabı yapmaktır. Bizce hak ve kanun ayni bir şey değildir. Kanun, muay
yen bir zamanda ve muayyen bir kanun koyucusu tarafından hakkın iyi - kötü
İfade edilen bir kopyasıdır. Yüksek ve ince bir fikirle, bunun kalem veya sözle ifa
desi arasında nasıl bir ayrılık ve başkalık varsa, hak ile kanun arasında da Öyle
bir başkalık vardır.
Ş u h a l d e v e n e t i c e itibariyle, d i n d a r için m e n s u p o l
d u ğ u dinin emirlerini y e r i n e g e t i r m e h a k k i n m h u d u d u ,
k a n u n l a r m y a p veya y a p m a gibi b i r emirle y a p ı l m a s m ı
v e y a y a p ı l m a m a s m ı m e c b u r i kıldığı fiil v e m ü n a s e b e t
ler sahasıdır. Meselâ İslâm d i n i n d e kız v e erkek evlâd
a r a s ı n d a m i r a s t a k s i m i n d e k a i d e ikili birlidir. B u g ü n k ü
m e d e n i k a n u n d a ise m ü s a v i paydır. G ö r ü l ü y o r ki, b u iki
h ü k ü m b i r b i r i n e zıddır. F a k a t m e d e n i k a n u n u n m i r a s
kaidesi, içtimaî n i z a m kaidelerin d e n dir. Devletin t a p u
ve k a d a s t r o işleri v e mülkiyet rejimi b u k a i d e y e g ö r e
ayarlanacaktır. B i n a e n a l e y h mirasçıların b u k a i d e y e
u y m a l a r ı mecburidir.™
Bu s a h a n ı n d ı ş ı n d a k a l a n b ü t ü n fiil, h a r e k e t v e m ü
n a s e b e t l e r d e h u k u k a b a ğ l ı b i r devletin d i n d a r v a t a n
daşları, inandıkları dinin emirlerini y e r i n e g e t i r m e k t e
ve y a s a k l a r ı n a kulak v e r m e k t e serbesttirler. K a n u n u n
yapılmasını e m r e d i p d e dinin y a s a k ettiği v e y a b u n u n
aksine olarak k a n u n u n y a s a k edip d e dinin y a p ü m a s ı m
emrettiği h u s u s l a r d a d i n d a r v a t a n d a ş k a n u n a uymakla,
m e n s u p o l d u ğ u ' d i n n a z a r m d a g ü n a h işlemiş sayılmaz.
Çünkü buna mecburdur, binâenaleyh mazurdur.
H ü l â s a edelim:
H u k u k a b a ğ h b i r devlette, din h ü r r i y e t i , ferdin
h ü k ü m e t veya d i ğ e r ferdler t a r a f ı n d a n , k a n u n yolu ile
v e y a b a ş k a b i r vasıta ile, b a s k ı y a u ğ r a m a k s ı z m ; k o r k u t
m a , yıldırıp s i n d i r m e politikasına m a r u z bırakılmaksı-
zm:
(78) Bununla bereber alâkalılar kendi aralarında mutlaka dini miras kaidesi
ni tatbik etmek isterlerse, buna da kimse mani olamaz.
Dikkat olundu İse, biz burada evlenmeden hİç bahsetmedik ve misal verme
dik. Halbuki evlenme müessesesi dinî hukuk İle bugünkü medeni kanunun çok
çarpıştığı noktalardan biridir zannedilir. Hakikat böyle değildir. Bir kere İslâmda
evlilik üstüne evlenme bir emir değil, sadece bazı şartlar altında bir müsaadedir.
Medeni Kanunda ise evlilik üstüne evlenme memnudur. Birinde çok zevceli aile
bir müsaadedir, diğerinde tek zevceli aile mecburidir. Memnuniyet ve
mecburiyet müsaadeyi ifna etliğine göre, Türk vatandaşı için evlenme bahsinde
Medeni Kanuna tabi olma zaruridir.
1) Dilediği ve b e ğ e n d i ğ i b i r dinin akidelerine i n a n
ması ve bunları serbestçe benimsemesi;
2) İ n a n d ı ğ ı dinin i b a d e t v e dualarını o d i n d e y e r l e ş
m i ş u s û l â d â b ve lisan ü z e r e s e r b e s t ç e icra edebilmesi;
3) İ n a n d ı ğ ı ve kabul ettiği din üzerindeki d ü ş ü n c e ve
bilgilerini, sevgi ve hayranlıklarını, sözle veya yazı ile,
s e r b e s t ç e y a y m a s ı ve b a ş k a l a r ı n a d u y u r a b i l m e s i ;
4) Kabul ettiği dinin ilahiyatını ve a m e l a h k â m ı n ı
s e r b e s t ç e tahsil edip ö ğ r e n m e s i v e b u n l a r ı b a ş k a l a r ı n a
okutup öğretebilmesi;
5) Devlet k a n u n l a r ı n ı n y a p ı l m a s ı n ı veya y a p ı l m a m a
sını b i r k a n u n ile, yâni u m u m î objektif ve m ü c e r r e d bi
r e r k a i d e şeklinde e m r e d i p m e c b u r i kıldığı h u s u s l a r
m ü s t e s n a o l m a k v e b u n l a r l a t e n a k u z a g i r m e m e k şartiy
le, ferdî v e içtimaî h a y a t s a h a l a r ı n d a , i n a n d ı ğ ı dinin
emirlerini s e r b e s t ç e y e r i n e getirebilmesi demektir.
F e r d i n din h ü r r i y e t i h u d u d u n u , h e r h a k ve h ü r r i y e t
gibi evvelâ, b a ş k a l a r ı n ı n aynı kıymet ve mahiyetteki
h a k ve h ü r r i y e t i n d e ; s a n i y e n d e c a m i a n ı n e m n i y e t ve
a s a y i ş i n d e ve iyi m u a ş e r e t k a i d e l e r i n d e bulur. Bu h u
d u d u a ş m a d ı k ç a yâni b a ş k a l a r ı n ı n hürriyetini engelle-
m e d i k ç e ve m e m l e k e t i n h u z u r ve s ü k û n u n u b o z a r b i r
h a r e k e t şekli almadıkça ferdin din h ü r r i y e t i n e v e b u n
d a n d o ğ a n h a k l a r ı n a , indi ve siyasi m ü l â h a z a l a r l a , ka-
y ı d l a r k o n a m a z . Bu y o l d a k o n a c a k kayıdlar h e m A n a
y a s a n ı n r u h u n a ve m a k s a d ı n a , h e m İ n s a n Hakları D ü n
y a B e y a n n a m e s i n e , h e m d e H u k u k u n yüksek p r e n s i p l e
r i n e aykırıdır.
Bu izahımızla M ü s l ü m a n dindarlarımızı t a t m i n et
m i ş o l m a k t a n uzak b u l u n d u ğ u m u z u t a k d i r e d i y o r u z .
Nitekim, b u eserin ilk b a s ı m ı n d a bazı o k u y u c u l a r d a n
aldığımız m e k t u p l a r d a b u n o k t a ü z e r i n d e d u r u l m u ş ve
y u k a r ı d a k i izahımız tenkid edilmiştir. Bu o k u y u c u l a r ı
mız, saf İslâmiyet b a k ı m ı n d a n haklıdırlar. Ç ü n k ü İslâ-
— D I N HÜRRIYETI N E DEMEKTIR? —
LÂİKLİK N E D E M E K T İ R ?
LÂİKLİK VE MODERN DEVLET
Lâiklik nedir?
"Lâik" k e l i m e s i n d e n ve b u n u n lügatteki m â n a s m d a n
başlayalım. (Laîc=) ''laique" lâtince (laicus) a s l ı n d a n
alınmış F r a n s ı z c a b i r kelimedir. Ve l ü g a t m â n a s i y l e , r u
h a n î o l m a y a n kimse, dinî o l m a y a n şey, fikir, m ü e s s e s e ,
sistem, p r e n s i p demektir.
Katolik d ü n y a s ı n d a i n s a n l a r ikiye ayrılır. Bir kısmına
(Cîerge-) "Wer/'e" d e n i r ki, b u n l a r d î n a d a m l a r ı d ı r ve
r u h a n î l e r sınıfını teşkil ederler. Bu sınıf da, kendi için
d e tekrar, ''Regnlier'' ve "Secui/er" diye iki z ü m r e y e ay
rılır. Birinci z ü m r e y e dahil olan ruhaniler, h a y a t t a n
uzak y a ş a y a n ve m a n a s t ı r l a r a k a p a n ı p ö m ü r l e r i n i iba
detle geçiren zahitler (=tekkenîşinler)d\r, İkinci z ü m r e
ise, p a p a z , p i s k o p o s gibi halk İçinde ve h e r k e s l e birlik
t e y a ş a y a n Kilise h a d i m l e r i ve bilfiil dini vazife g ö r e n
âyin sahipleridir.
İşte, lâik diye, r u h a n i l e r sınıfının b u iki z ü m r e s i n d e n
hiç b i r i n e m e n s u p o l m a y a n , zahit v e y a p a p a z sıfatı al
m a y a n Hıristiyanlar a denir. Kelimenin b u ilk ve asli
m â n a s ı genişletilerek, dinî o l m a y a n ve r u h a n î b i r m a h i
yet t a ş ı m a y a n fikir, m ü e s s e s e , p r e n s i p , hukuk, ahlâka
da "lâik" denilmiştir. Şu h a l d e lâik h u k u k deyince b u n
d a n , dini o l m a y a n , esaslarını d i n d e n a l m a y a n hukuk;
lâik devlet deyince d e dini a k i d e v e e s a s l a r a d a y a n m a
y a n devlet a n l a m a k lâzım gelir. Lâik kelimesi h u k u k ıs
tılahları a r a s ı n a F r a n s ı z B ü y ü k İhtilâli ile girmiştir. İhti
lâlde F r a n s a Devleti v e h u k u k u kiliseden ayrılıp, dinilik-
t e n çıkınca yeni d o ğ a n b u ç o c u ğ a b i r a d v e r m e k lâzım
g e l m i ş v e lâik devlet, lâik h u k u k denilmiştir.
Bu kelime bize M e ş r u t i y e t yıllarında girmiş ve o za
m a n "ladini" diye t e r c ü m e o l u n m u ş t u r . G a r i p t i r ki, lâik
k e l i m e s i / b i z d e elli senelik b i r ö m r e malik o l m a s ı n a r a ğ
m e n , halkımızın b ü y ü k b i r e k s e r i y e t i n c e d e hâlâ lâyı
kıyla anlaşılmamıştır.
Ç ü n k ü , Hristiyanlığın a k s i n e olarak, M ü s l ü m a n l ı k t a
r a h i p l e r v e r u h a n i l e r diye ayrı v e imtiyazlı bir sınıf yok
tur. İslâmiyette kavim v e kabile, s o y v e s o p imtiyazı
m e v c u t o l m a d ı ğ ı gibi ş a h ı s v e sınıf imtiyazı d a yoktur.
İslâmiyet, b ü t ü n M ü s l ü m a n l a r ı n h u k u k t a , şeref v e imti
y a z d a eşitliği kaidesine d a y a n ı r . Bu kaidenin b i r t e k is
t i s n a s ı vardır, o d a "Allah i n d i n d e en m a k b u l v e m ü m
t a z olanınız, i b a d e t v e tâatleriyle Allah'a en yakın olanı-
n ı z d ı r " m e a l i n d e k i âyetin müjdelediği M ü s l ü m a n l a r d ı r .
•İki din a r a s ı n d a k i b u esaslı v e tarihî ayrıhk s e b e b i y
ledir ki, M ü s l ü m a n - T ü r k , lâikliği a n l a m a k t a güçlük çek
mektedir.
{79) Taassup lügatte, asabiyet sahibi olmak demektir. Asabiyet, asabeye men
sup olmaktır. Asebe de ferdin mensup olduğu ve âzası bulun-duğu kavim, kabile
yahut millettir. Şu halde taassup aslında bir kimseyi kendi kavim ve kabilesine ve
ya milletine bağlıyan ruhi bir bağdır. Taassup kelimesinin bu İlk ve asli manası ge
nişletilerek bir dine veya herhangi bir felsefî veya siyasî inanca bağlanan insanla
rın bu inanca karşı gösterdikleri sadakat ve fedakârlığa da taassup denilmiştir.
İslâm âlimleri dinî taassubu, tefrit, itidal ve İfrat olmak üzere üçe ayırmışlar
ve üç nevi taassup nıütalâ etmişlerdir.
T a a s s u p , b i r k i m s e n i n kendi i n a n a n d a n v e k e n d i n c e
h a k i k a t kabul ettiği g ö r ü ş v e k a n a a t t e n b a ş k a olan
i n a n ç , g ö r ü ş v e k a n a a t l e r e v e b u n l a r ı t a ş ı y a n l a r a karşı
d ü ş m a n l ı k b e s l e m e s i v e onları b o ğ u p s u s t u r m a y a kal
kışmasıdır. İşte, yalnız d i n h ü r r i y e t i n i n değil, u m u m i
yetle v i c d a n v e tefekkür h ü r r i y e t i n i n a m a n s ı z d ü ş m a n ı
b u d u r . T a a s s u p kelimesiyle ifade e d ü e n b u d ü ş m a n l ı k , .
" s a b i t fikirler" n e v i n d e n k ö t ü b i r r u h î hastalıktır. Ve d i
nî o l d u ğ u gibi, siyasî, felsefî d e olabilir.
Dinî veya b a ş k a t ü r l ü olsun, h e r şekliyle t a a s s u b u n
k a y n a ğ ı k a r a cahilKktir. H a t t â , b u n d a n d a h a k ö t ü s ü d ü r ,
ç ü n k ü h i ç o k u m a y ı p k a r a cahil kalan i n s a n , m ü m k ü n
d ü r ki, i n s a f e d e v e h i ç o l m a z s a , bilmediğini bile. H a l
b u k i az o k u y u p yarı caiıil v e s ı ğ bilgin olan, ç o k k e r e
öyle b i r a h m a k c a h ü d i r ki, bilmediğini d e bilmez; n e
d e d i ğ i n i n v e n e y a p t ı ğ ı n ı n f a r k ı n d a olmaz, ç i ğ n e d i ğ i
hakikatleri v e tekmelediği h a y r a t ı g ö r m e z . H ü l â s a , h a k ,
hakikat v e h ü r r i y e t için yarı c a h ü v e s a h t e bilgin k a r a
c a h i l d e n d a h a zalim v e d a h a tehlikelidir.
Hakkiyle bilen v e s a m i m i d ü ş ü n e n b i r i n s a n ı n t a a s
s u b a s a p m a s ı n a i m k â n g ö r e m e m . Ç ü n k ü , hakkiyle b i
len, bilir ki b e ş e r i hakikatler h e p izafi kıymet t a ş ı y a n
şeylerdir. D ü ş ü n ü n ü z ki, d ü n h a k olan, b u g ü n batüdır.
B u g ü n batıl o l a n d a , m ü m k ü n d ü r ki y a r ı n h a k ola. Ka
r a d e n i z ' i n b e r i kıyısında bâtıl olan, ö t e kıyısında haktır.
D a ğ l a r v e denizler b ü e hakikatlere sınır t e ş k ü e t m e k t e
dir. Ve i n s a n l a r b i r g ü n evvel taptıkları p u t l a r a b i r g ü n
s o n r a t ü k ü r m e k t e d i r . B i n a e n a l e y h hakkiyle bilen b i r
kimsenin t a a s s u b a s a p m a s ı n a v e kendi k a n a a t i n e o r -
Dini taassup:
T a a s s u b u n b u t ü r l ü s ü , d i n d a r l a r ı n cahilleri t a r a f m
d a n b a ş k a din, m e z h e p ve k a n a a t s a h i p l e r i n e karşı g ö s
terilen d ü ş m a n h k t ı r . Tarih b u nevi t a a s s u p y ü z ü n d e n
a k a n nice m a s u m kaniyle, m a a l e s e f lekelidir. Dini t a a s
s u b u n k a b a r t t ı ğ ı hırsla işlenen zulüm ve şenaatleri' b u
r a d a sayıp d ö k m e k t e b i r fayda g ö r m e m .
Halbuki, iyi d ü ş ü n ü l ü r s e , b ü y ü k dinlerin hiç b i r i n d e ,
hususiyle İslâmiyette t a a s s u b u n , fikir ve k a n a a t d ü ş -
m a n h ğ m m y e r i y o k t u r v e olamaz. Ç ü n k ü d i n d a r ı n n a
z a r ı n d a , k e n d i dini, hakikatin k e n d i s i d i r F a k a t t a a s s u p
g ö s t e r e n ve c e b e r u t l u k y o l u n u t u t a n b i r din, hakikatin
kendi t a r a f ı n d a o l d u ğ u n d a n ş ü p h e y e d ü ş m ü ş ve k e n d i
sini inkâr etmiş olur. Hakikat, zaferinden e m i n b i r in
s a n gibi, m e t i n ve mütevazıdır. Hususiyle, İslâmiyet gi
bi, m e n s u p l a r ı n ı " d i n d e i k r a h y o k t u r " vecizesinin e t r a
fında t o p l a y a n bir din t e c a v ü z e ve c e b e r u t l u ğ a yer
veremez.
İslâmiyet ve taassup:
T a a s s u p b a h s i n i n b u n o k t a s ı n d a o k u y u c u m belki b a
n a ş u n u s o r a c a k v e İslâmda c i h a d farzdır. K u r ' a n ' d a
" M ü c a h e d e " v e "Müşriklerle mukatele..." e m r e d e n , b i
n â e n a l e y h t e c a v ü z v e t a a r r u z u h o ş g ö r e n , h a t t a teşvik
e d e n âyetler vardır, b u n l a r h a k k ı n d a n e d e r s i n i z ? diye
cektir. İslâm ilâhiyatçılarının af v e m ü s a m a h a l a r ı n a sı
ğ ı n a r a k b u n a şu cevabı veririm:
Evvelâ kabul etmelidir ki, İslâmın ş a n h P e y g a m b e r i
insanları, c e b i r v e i k r a h ile değil, hikmetle y a n i akla v e
iz'ana h i t a p e d e r e k güzel söz, tatlı n a s i h a t v e inandırıcı
m ü n a z a r a ile ilâhi yola d a v e t e m e m u r edilmiştir.'^"' İs
l â m d a amellerin e n faziletlisi, i n s a n l a r ı s e v m e k v e in
sanlığa h a d i m olmaktır. Nitekim, H a z r e t - i M u h a m m e d ,
önceleri M e k k e ' d e , o n ü ç s e n e etrafını yalnız insanî v e
ahlâkî mev'izelerle i r ş a d a çalışmıştır. F a k a t o n u n b u
uzun m ü d d e t içinde, b u yoldaki tatlı m ü c a h e d e s i n i n
karşılığı k e n d i s i n e v e etrafına karşı yapılan d a y a n ı l m a z
eza v e h a k a r e t l e r o l m u ş ; b u n u n ü z e r i n e d i r ki. P e y g a m
b e r Mekke'yi t e r k e d e r e k M e d i n e ' y e g ö ç e t m e y e m e c
b u r kalmıştır. B u r a d a kuvvetlenen v e m u h i t i n i genişle
t e n İslâm, zulüm v e t e c a v ü z e karşı k o y m a imkânını b u l -
(8 V Bunu İsbat eden bir çok âyet vardır. Ezcümle Kur'an'da: "Ey Müslüman
lar! Sizinle dövüşmeye kalkışan düşmanlarla Allah yolunda dövüşünüz. Fakat
haddi tecavüz etmeyiniz, (Yâni ihtiyarlara, kadınlara ve çocuklara dokunmayı
nız. Sizinle muahede yapmış olan milletlere saldırmayınız. Allah tecavüz ve ta
arruz edenleri sevmez) denilmiştir. Görülüyor ki bu âyetle cihad farizası, evvelâ,
düşman tarafından vâki olacak bir taarruza ve bir harp hâli ihdisana, saniyen de
ahlâki kayıdlara bağlanmış ve bugün Devletler Hukukunun en büyük prensibi
olan "Ahde vefa" kaidesi vaz'edilmiştir.
Yirie Kur'an'da "Size taarruz ve tecavüz edenlere karşı siz de misliyle ve yo
luyla taarruz ve tecavüz ediniz ve Allah'tan korkup kendileriyle muharebeye me
zun .olmadığınız kimselere tecavüz etmekten sakınınız"
denilmiştirki, burada taarruza karşı taarruz daha sarih bir surette görülmekte; hu
susiyle harp halinde bile adalete riayet olunması ve harp musibetlerinin İmkân
nisbetinde hafifletilmesi emredilmektedir.
Diğer bir âyette de "Vatanınıza taarruz eden ve sizlen evlerinizden ve ocak
larınızdan süren düşmanlarınızı nerede bulursanız öldürünüz ve onları sizi çıkar
dıkları yerlerden çıkarınız" denilmektedir ki, burada taarruzun ancak taarruza
karşı olabildiği şüpheye mahal kalmayacak surette sarihtir.
p e y g a m b e r i b u ideali y a y m a y a a z m e t m i ş v e getirdiği
dini kökleştirmek için ilâhî b i r vazife yüklenmişti. İşte
ilk d e v r i n h a r p l e r i , d i y o r u m , b u a z m i n v e b u ilâhî vazi
fe hissinin tabii neticeleridir. İ s l â m ' d a h a r b i , t e c a v ü z v e
t a a s s u b u b i r kaide gibi g ö s t e r m e k açık b i r b ü h t a n d ı r .
Büâkis, İslâm eski b i r b a r b a r d ü n y a y a , dinî o l d u ğ u k a
dar, insanî b i r n i z a m g e t i r m i ş v e h a r p z a r u r e t i n i i n s a n
lık v e ahlâk kaideleriyle sımsıkı bağlamıştır.
İslâmiyetin, aslında, m u t a a s s ı p v e m ü t e c a v i z b i r din
o l d u ğ u iddiası, bizim bazı y a r ı aydınlarımızla G a r b ı n
M ü s l ü m a n d ü ş m a n ı tarihçilerinin v e k i n d a r m ü s t e ş r i k
lerinin ileri s ü r d ü ğ ü b i r fikirdir."^^^ Bu fikir, maalesef,
G a r p t e çok yayılmış ve asırlarca G a r p milletleri b u fîk
ri mütearifeler s ı r a s ı n d a b i r hakikat g ö r m ü ş t ü r . B e r e
ket, ki, s o n s e n e l e r d e h a k i k a t g ü n e ş i kin v e y a l a n b u l u t
ları altından sıyrılmaya başlamıştır. S o n s e n e l e r d e G a r
b i n e n selâhiyetli v e b i t a r a f tarihçileri v e fikir a d a m l a r ı
b u iddiaları y a l a n l a m a y a koyulmuşlardır. B u g ü n artık
anlaşılmıştır ki, "Dindarlık titizliğiyle m ü s a a d e ederlik
r u h u n u telif e d e n yalnız İslâm olmuştur. Yalnız M ü s l ü -
m a n l a r d ı r ki, dinlerini m ü d a f a a için giriştikleri h a r p l e r
de, İslâmiyeti k a b u l etmeyerek, k e n d i d i n l e r i n e b a ğ l ı
k a l m a k isteyenleri, s e r b e s t b ı r a k m ı ş v e o n l a r a m ü s a
m a h a göstermiştir. Hz. M u h a m m e d k u m a n d a n l a r ı n a
(82) Bunu anlamak için Hazret-İ Muhammed'in harp eden askerler ve ku
mandanlara verdiği şu hikmet dolu talimatı okuyahm:
"Çocuklan sakın öldürmeyiniz. Ve düşman ordusuyla kendi topraklan üstün
de harp ederken, rahat duran ahaliyi incitmeyiniz, kadınlara dokunmaymız, ev
leri yıkmayınız, tarlaları çiğnemeyiniz, meyveleri harap etmeyiniz. Hurma ağaç
larını kesmeyiniz. Cayn müslimlerin Allah'a kulluk eden rahip ve zahitlerine
dokunmayınız."
Peygamberin İzinde yürüyen ilk hatife Ebu Bekir'in kumandan ve valilere
gönderdiği şu tamimi de okuyalım:
"Ahaliye işkence etme. Onlan faydasız yere ayaklanmaya zorlama.
İyi ve âdil ol. Çocukları ve kadıniân öldürme. Evlere ve tarlalara dokunma...
Düşmanla bir muahede yaparken, şartlara riayet et. Hristiyan ülkelerde yolun
üzennde rahip ve zabit İnsanlar göreceksin ki, kiliselerde ve manastırlarda Al
lah'a ibadet ve dua ile meşguldürler, bunlara işkence etme. Kilise ve manastırla
rını tahrib etme." işte İslâmın muvaffak olup kök tutmasının ve asırlara yayılan
bir ömre sahip olmasının sırrı!
r a h i p v e zahidiere i ş k e n c e e t m e m e y i emretmiştir. H a h -
fe Ö m e r K u d ü s ' ü aldığı z a m a n H r ı s t i y a n i a r m kıhna d o -
k u n d u r t m a m ı ş t ı r . Aynı K u d ü s ' ü H a ç h l a r zaptettikleri
z a m a n M ü s l ü m a n l a r ı kıhçtan geçirmişlerdir."'*^' R a h i p
M i c h o u d " Ş a r k t a Dini S e y a h a t " a d h e s e r i n d e d i y o r ki:
" H n s t i y a n milletler h e s a b ı n a esef e d e r i m ki, b u n l a r di
nî m ü s a a d e k â r h ğ ı M ü s l ü m a n l a r d a n ö ğ r e n m e y e m u h
taçtırlar"'®*' " K u r ' a n kuvvetle değil, ikna yoluyla intişar
e t m i ş v e s ü r ' a t l e yayılmıştır."'*^' " M ü s l ü m a n l a r m a ğ l u p
ettikleri milletleri k e n d i dinlerini m u h a f a z a d a d a i m a
s e r b e s t b ı r a k m ı ş l a r d ı r . H n s t i y a n l a r fevc fevc M ü s l ü -
m a n h ğ ı k a b u l e t m i ş l e r s e , b u n u n sebebini M ü s l ü m a n
fatihlerin gösterdikleri b ü y ü k anlayış v e a d a l e t t e a r a -
mahdır."'^' H a t t â "İslâmiyet m ü s a a d e k â r h ğ ı yalnız fiilen
tatbik e t m e k l e k a l m a m ı ş , o n u ilâhi nizamın temeli y a p
mıştır."'""
Yanhş anlaşılmasın: İslâm d ü n y a s ı n d a d ü n v e b u g ü n
t a a s s u p yoktur, d e m i y o r u m . Hicretin ilk asrı o r t a l a r ı n
d a n i t i b a r e n İslâm c a m i a s ı n a t ü r l ü soy, cins v e m e d e n i
y e t t e n milletler katıldıkça İslâm dini b ü n y e s i n e h u r a f e
lerle birlikte c a h i l a n e b i r t a a s s u p d a girmiştir. A n c a k ,
d i y o r u m , İslâmın a s l ı n d a v e s a f M ü s l ü m a n l ı k t a t a a s s u p
ve t e m e r r ü d ü n yeri yoktur. O k a d a r ki, t a r i h t e d i n n a
m ı n a yapılan h a r p l e r i n ç o ğ u , hakikatte dini değil, t a
m a m i y l e siyasidir.
Yalnız, t a a s s u p ile dini s e l â b e t v e m e t a n e t i b i r b i r i n e
k a n ş t ı r m a m a h d ı r . Bir d i n d a r ı n i n a n d ı ğ ı dini akide v e
e r k â n ı n a sımsıkı b a ğ l a n m a s ı v e b u n d a m ü s a m a h a v e
m ü b a l â t s ı z h k g ö s t e r m e m e s i , t a a s s u p değil, dini s a l â b e t
v e m e t a n e t t i r v e b u lâzımdır. Din a n c a k d i n d a r ı n b a ğ -
(83) George Rivoİre: L'Islame en marche, Le mois Suisse, No. 60. Mars 1944,
sahife 139.
(86 ve 87) Laura Vecciya Vaglİerİ: Apologİc de L'Islame. Edil, Nİlson, Paris,
sah. 22-41.
lanacağı b ö y l e b i r iç disiplin s a y e s i n d e k o r u n u p d e v a m
edebilir. Tekrar edelim ki, t a a s s u p , h ı r ç m v e m ü t e c a v i z
dir. Dini s e l â b e t ise, h a k ve k u v v e t i n d e n e m i n b i r i n s a -
m n sessiz v a k a r ı gibi, m e t i n v e sakindir.
Siyasi taassup:
Dini t a a s s u p , dedik, cahil d i n d a r ı n k e n d i dini akide
lerini m u t l a k s u r e t t e h a k ve b a ş k a a k i d e v e k a n a a t l e r i n
d e mutlak s u r e t t e bâtıl o l d u ğ u n a i n a n m a s ı n d a n d o ğ a n
b i r t u ğ y a n ve hırçınlıktır. F a k a t din v e v i c d a n h ü r r i y e
tinin d ü ş m a n ı yalnız b u değildir; b u n u n k a d a r siyasi t a
a s s u p d a b u h ü r r i y e t i n d ü ş m a n ı d ı r . H a t t â belki d a h a
kindar, d a h a zalim ve yıkıcıdır. Ç ü n k ü , dini t a a s s u p t a
çok k e r e hasbilik h a k i m o l d u ğ u h a l d e , siyasî t a a s u p t a
h e m e n d a i m a ş a h s î fayda his ve hırsı h a k i m d i r .
Siyasî t a a s s u p , b i r ş a h s ı n h a y a t ve cemiyet h a k k ı n d a
kendi görüşlerini m u t l a k s u r e t t e h a k ve b a ş k a l a r ı m n k i -
ni bâtıl telâkki e t m e s i n d e n ileri gelen c a h i l a n e b i r d ü ş
manlıktır. Bu d ü ş m a n l ı ğ ı n b u g ü n bizim m e m l e k e t t e
başlıca hedefi din v e maneviyattır. Ç ü n k ü , h e m e n ilâve
edelim ki, siyasi t a a s s u p k o y u b i r s u r e t t e materyalisttir.
O n u n i n a n d ı ğ ı ve b a ğ l a n d ı ğ ı şey yalnız m a d d e v e m e n
faattir. F a k a t m a d d e v e m e n f a a t fikri etrafinda kitleleri
c o ş t u r u p h a r e k e t e g e t i r m e k kolay değildir. O n u n için
siyasi t a a s s u p b i r efsane (-Mythe) y a r a t m a y a v e b u s a
y e d e taraftar a v l a m a y a m e c b u r d u r . Bu efsane z a m a n ı
mızda, m e m l e k e t l e r e ve t e k â m ü l seviyesine g ö r e , fa
şizm, k o m ü n i z m gibi " î z m " ekli b i r kelime Üe s ü s l e n e n
b i r bayraktır.
H ü l â s a dinî t a a s s u p , k e n d i s i n e i n a n d ı r m a k için, dev
letten kılıç kuvveti ve hizmeti isteyen m a b e d i n hırçınlı
ğı ve t e c a v ü z ü d ü r . Siyasi t a a s s u p da, o m u z l a r a d a h a
kuvvetle çökebilmek için b ü t ü n hareketlerini m a b e d e
alkışlatmak isteyen politikanın hırçınlığı ve t e c a v ü z ü
dür. Fakat, tekfirleri v e afarozlariyle, dini t a a s s u p din
ve v i c d a n h ü r r i y e t i n i n bir d ü ş m a n ı ise; cezaevleri, d a -
r a ğ a ç l a r ı , t o p l a n m a ve s ü r g ü n k a m p l a r ı ile, siyasi t a a s
s u p da d i ğ e r b i r d ü ş m a n ı d ı r . Din h ü r r i y e t i n i n ve b u n
d a n d o ğ a n h a k l a r ı n b u iki d ü ş m a n a karşı k o r u n m a s ı lâ
zımdır. F a k a t nasıl? Ve n e gibi b i r t e d b i r ile?
162
Hatırlatalım ki, İ s l â m d a dinî u m u r v e a h k â m d a n h e r
h a n g i birinin b i r z a m a n d a i m â h m ü m k ü n olmazsa, o
h ü k ü m i m h a l olunur, y â n i takip v e tatbiki b a ş k a b i r za
m a n a bırakılır. Nitekim, İslâm H u k u k u n u n " u k û b a t "
kısmı yani ceza h u k u k u T ü r k i y e ' d e h e m e n b i r asır evvel
tatbik s a h a s ı n d a n kaldırılmış v e y e r i n e lâik b i r ceza h u
kuku k o n u l m u ş t u r . Bizim C u m h u r i y e t t e n evvelki d e v r i n
Ceza K a n u n u , F r a n s ı z Ceza K a n u n u n d a n h e m e n h e
m e n a y n e n iktibas edilmiştir. B u g ü n ise T ü r k i y e ' d e İs
l â m H u k u k u n u n yalnız " u k û b a t " kısmı değil " m u a m e
lât" v e " m ü n a k e h a t " ! yâni akidler ve b o r ç l a r ahkâmiyle
e v l e n m e v e b o ş a n m a sistemi, h ü l â s a hey'et-i u m u m i y e -
siyle b ü t ü n İslâm H u k u k u b u vaziyettedir. Biz istesek
de, i s t e m e s e k d e vaziyet b u g ü n b u d u r . B u vaziyet t a r i
hi b i r oluşun v e sosyolojik v u k u a t s e y r i n i n d o ğ u r d u ğ u
b i r neticedir.
Bu b a h s i b i t i r m e d e n b i r n o k t a y a d a h a t e k r a r g e l m e k
isteriz. Lâik devlet nizamı içinde y a ş a y a n b i r dindar,
m e n s u p o l d u ğ u dinin i b a d e t a h k â m ı n ı o l d u ğ u gibi,
" m u a m e l â t " v e " m ü n a k e h a t " yani b u g ü n k ü tabirlerle
akidler, b o r ç l a r v e e v l e n m e a h k â m ı n ı d a isterse, f e r d e n
ve ş a h s e n takip edebilir. B u n a m a n i v e b u n u n lâiklik
e s a s ı n a aykırı b î r ciheti yoktur. Meselâ, dini n i k â h ı n lü
z u m u n a kani olan, isterse, sivil n i k â h t a n s o n r a b i r d e
dini n i k â h y a p a r . Faizin d i n e n m e m n u o l d u ğ u n a kani
olan faiz a h p v e r m e z . Hülâsa, devletin k a n u n v e nizam
ile yapılmasını m e n e t m e d i ğ i veya y a p ı l m a m a s ı n ı e m
r e t m e d i ğ i h e r iş v e m u a m e l e y i dindar, m e n s u p o l d u ğ u
dinîn kaidelerine u y a r a k yapabilir.'"^' Şu halde bu ba
kımdan lâiklik, münasebetler hayatına dair olan dini
kaide ve kanunların, resmiyetten kalkması; bunların,
devlet müeyyidesini kaybederek, hususi hayata çekilip
-vicdanlarda yer almasıdır.
(89) Bakınız: İkinci Kısım (Dinin emirlerini yerine getirme hakkının hududu)
bahsi.
Lâiklik din düşmanlığı demek hiç değildir:
Gerçi vaktiyle F r a n s ı z İhtilâlini din d ü ş m a n h ğ ı ile
k a n a ve a t e ş e b o ğ a n J a k o b i n l e r d e n s o n r a , iki d ü n y a
h a r b i a r a s ı d e v i r d e , bazı m e m l e k e t l e r d e , lâiklik p e r d e s i
a r k a s ı n d a k i n d a r b i r din d ü ş m a n l ı ğ ı g ü d e n siyasi t a a s
s u p l a r g ö r ü l m ü ş t ü r . F a k a t b u n l a r d a n bazılarını İkinci
D ü n y a H a r b i fırtınası silip s ü p ü r m ü ş t ü r . B u g ü n ayakta
d u r a b i l e n bazıları da, oynadıkları facianın d e h ş e t i n d e n
kendileri bile ü r k m ü ş g ö r ü n ü y o r .
Lâiklik, d i y o r u m , n e münkirliktir, n e d e h u s u s i y l e din
d ü ş m a n l ı ğ ı d ı r . Lâiklik d i n ile devletin b i r b i r i n d e n ayrıl
m a s ı ; dinin m â n a ve r u h â l e m i n d e ve ferdin, h u s u s î h a
yatı ile ailesi h a r i m i n d e , devletin de m a d d e ve cisim
â l e m i n d e ve cemiyetin u m u m î h a y a t ı n d a h ü k ü m r a n ol
m a s ı demektir. Lâik devlette din v a t a n d a ş ı n r u h u n d a ve
ahlâkıyatında, h u s u s î ve m a n e v î h a y a t ı n d a , devlet ise
c i s m i n d e ve u m u m î m ü n a s e b e t l e r i n d e h ü k ü m s ü r e c e
ğ i n e g ö r e ; ferdin r u h u ile cismi b i r b i r i n d e n ayrılmış ve
iki ayrı k u m a n d a m e r k e z i n e b a ğ l a n m ı ş olacaktır.
F a k a t canlı, akü v e i r a d e sahibi b i r m e v c u d u n r u h u
ile cismi b i r b i r i n d e n ayrılır mı? Ayrılırsa m e v c u t y a ş a
yabilir mi? Diyecek ve ilâve edeceksiniz; y a ş a y a m a y a
c a ğ ı içindir ki, b ü n y e s i n d e n dinîliği k o v u p ç ı k a r a n m o
d e r n devlet, -tabir caizse- yeni b i r lâik din a r a m ı ş ve
b u n u n ırk ve i n s a n i y e t gibî fikirlerde b u l u n d u ğ u n u
sanmıştır. F a k a t s o r a r ı z : Bu berikiler din a k i d e s i n d e n
d a h a mı az {mytbiqu) ve metafizik (metaphysique) dir?
Çetin b î r m ü n a k a ş a m e v z u u , fakat b a h s i m i z i n dışında.
Biz b u r a d a lâikliğin G a r p h u k u k u n d a k i m a n a s ı üzerin
deyiz. Bu m a n a y a g ö r e , t e k r a r edelim ki, lâik devlette
din ve devlet ayrılacak, bîri r u h ve v i c d a n l a r s a h a s ı n d a ,
d i ğ e r i de m ü n a s e b e t l e r d ü n y a s ı n d a h ü k ü m sürecektir.
B u n u a n l a m a k ve b u vaziyeti iyice g ö r m e k için lâik dev
letin-tam zıddı olan d i ğ e r iki devlet sistemini g ö z d e n
g e ç i r m e k lâzımdır. B u n l a r "Dîne b a ğ l ı devlet" v e "Dev
lete bağlı d i n " sistemleridir.
Hülâsa, z a m a n ı m ı z d a v e t e k â m ü l ü n b u g ü n k ü m e r
h a l e s i n d e din h ü r r i y e t i n i n ve b u n d a n d o ğ a n h a k l a r ı n
t e m i n a t ı ancak devletin lâik olmasındadır. Lâik o l m a
y a n bir devlette b u h ü r r i y e t i n güvenilir b i r t e m i n a t ı
y o k t u r ve olamaz. Çünkü, evvelâ dine b a ğ h devlet sis
temini alırsak, b u s i s t e m d e devlet r e s m e n bir d i n e sa
h i p v e b ü t ü n hukukiyat v e teşkilâtiyle m u a y y e n b i r di
nin kaide ve p r e n s i p l e r i n e t â b i o l a c a ğ ı n d a n ; ''devlet dJ-
n i " n d e n b a ş k a bir d i n e s a h i p ve b ü t ü n h u k u k i y a t v e
teşkilatıyla m u a y y e n b i r dinin kaide ve p r e n s i p l e r i n e
t â b i o l a c a ğ ı n d a n ; devlet d i n i n d e n b a ş k a b i r dine s a h i p
veya h i ç b i r d i n e m e n s u p o l m a y a n kimseler için, t a b i
atiyle din ve v i c d a n h ü r r i y e t i t e m i n a t s ı z kahr. Bir k e r e
b u t a k d i r d e , devlet d i n i n d e n b a ş k a b i r d i n e s a h i p olan
lar, kendi d i n l e r i n d e n b a ş k a , k a n a a t l e r i n c e b â t ü b i r di
n i n a h k â m ı n a riayet e t m e y e m e c b u r edilmiş olur. Ç ü n
ki u n u t m a m a l ı d ı r ki, s a m i m i b i r d i n d a r ı n n a z a r ı n d a
kendi dini hak, b a ş k a dinler bâtıldır. Bu h a l d e "devlet
dinrnden b a ş k a b i r d i n e m e n s u p olanlar k e n d i h a k
dinleri d u r u r k e n , b a ş k a b i r bâtıl dinin kaidelerine tâbi
kılınmış ve b i n â e n a l e y h din h ü r r i y e t i n d e n m a h r u m bı
rakılmış olurlar. H i ç b i r d i n e m e n s u p o l m a y a n l a r ise,
b u n l a r d a i n a n m a d ı k l a r ı bir dinin e s a s l a r ı n a riayete
m e c b u r v e dolayisiyle v i c d a n h ü r r i y e t i n d e n m a h r u m
edilmiş olurlar.
S a n i y e n devlete b a ğ l ı d i n sistemini alırsak, b u r a d a
din d o ğ r u d a n d o ğ r u y a politikanın e m r i n e ve h i z m e t i n e
g i r m i ş , k u d s i y e t v e r u h a n i y e t i n i kaybetmiştir. Bu sis
t e m d e d e din a d a m l a r ı m e m u r l aştırılmış ve b u n l a r ı n
imanları m e n f a a t v e ü n i f o r m a m u k a b i l i n d e satın alın
mıştır. B i n â e n a l e y h b ö y l e bir r e j i m d e din h ü r r i y e t i n e
t e m i n a t a r a m a k e s e s e n mânasızhktır.
Lâiklik p r e n s i b i n i s a m i m i y e t l e kabul ve t a s v i p e d e n
bir devlette b ü t ü n b u aksakhklar b e r t a r a f edilmiş olur.
Dindarlar, m e n s u p oldukları m â b e d içinde inandıkları
din ile b a ş b a ş a bırakılmış, hiçbir dine m e n s u p olma
y a n l a r ise, o n l a r d a kendi talihlerine terkedilmiş olur.
Bu s a y e d e , din, ilim ve felsefeden h e r biri k e n d i s a h a
s ı n d a ve h e r ü ç ü aynı b i r g a y e y e yâni i n s a n ı n i n s a n t a
r a f ı n d a n istismarını ö n l e m e y e yürür.
DÖRDÜNCÜ KISIM
TÜRKİYE'DE D İ N V E D E V L E T
M Ü N A S E B E T L E R İ TARİHİNE
K I S A BİR B A K I Ş
Ey Hak!
Bildim seni âlemde penahım
Alemde budur varsa günahım
Abdülhak HÂMİD
03) "Şer'i Şerif", "Şeriat", "Şeriat Kanunları" İslâm dininin temel ahkâmını
vücuda getiren kaide ve kanunlardır. Bu kanunların başlıca kaynakları "Edille-İ
Erbaa" denilen dört delil veya rehberdir ki, bunlar, başta Kur'an gelmek üzere,
"Sünnet", "İcmâ-i Ümmet", "Kıyâs-ı Fukaba"dır. Tafsilât için Türkiye Siyasi Re
jimi ve Anayasa Prensipleri eseninizin giriş kısmına bakınız.
(94) Fatih devrine kadar bütün İslâm memleketlerinde olduğu gibi Osmanlı
ülkesinde de müftüler vardı. Ve devlet merkezindeki müftüler, taşra müftülerine
biraz mümtazca idiyseler de, arada büyük bir fark yoktu. Fatih Sultan Mehmed *.
hülislâmlık, ş e r ' i n muhafızı v e Halife-Sultamn dinî r e h
b e r i olarak, devlette e n m ü h i m v e e n nüfuzlu b i r m a
kamdır. Gerçi Şeyhülislâmı HaUfe-Sultan tayin e d e r v e
o n u b u m a k a m a o getirir; fakat b i r k e r e o m a k a m a gel
dikten s o n r a Ş e y h ü h s l â m fevkalâde b i r nüfuz v e k u d r e t
k a z a n ı r ki; b u nüfuz o n u n i c a b ı n d a v e r e c e ğ i b i r (hal'i)
fetvasıyla, Halife-Sultanı h ü k ü m d a r l ı k t a n azle k a d a r g i
der.
İşte g e ç e n a s r ı n birinci yarısı s o n l a r ı n a k a d a r Türki
y e ' d e b u telâkki v e sistem h ü k ü m s ü r m ü ş v e devlet h a
yatı b u telâkkiye g ö r e ayarlanmıştır. O suretle ki, b ü t ü n
teşkilâtı, k a n u n v e nizamlariyle devlet dine b a ğ l a n m ı ş -
tır'^^'
(95) Batıda da 16'inci asır sonlarına kadar Carp devletleri, biraz farklıca ol
makla beraber, aynı vaziyette İdiler. Meşhur St. Paui'ün, yukarıda kaydettiğimiz
hikmet dolu sözü çoktan unutulmuş, orta ve yenİ zamanlarda Hnstiyan Avrupa
(dine bağlı devlet) sisteminde yaşamıştır. Bu sisteme karşı ilk büyük reaksiyon
Fransız ihtilaliyle ortaya çıkmış ve Avrupa'da lâiklik 19'uncu asrın modası olmuş
tur. Bu noktada Garptan farkımız, bizde dine bağh devlet sisteminin daha uzun
sürüp yakın zamanlara kadar devam etmesidir. Bu bahiste tafsilât için Türkiye Si
yasî Rejimi ve Anayasa Prensİplen eserimizin giriş kısmına bakınız: (Türkiye'de
Anayasa Hareketleri Şimdiki Anayasamızın tarihi, fikn ve siyasî kaynaklan.)
(96) Gerçi bizde yenilik hareketlen Üçüncü Selim devrinden, hattâ daha ev
velinden başlar ve İkinci Mahmud devrinde geniş bir ıslâhat hareketi şeklinde
devam eder. Fakat bizim bahsimiz olan din ve mezhep hürriyet va emniyetine
dair ilk teminat, adı geçen fermanlarda görülür.
ve o k u n d u ğ u G ü l h a n e M e y d a n ı n a izafetle " G ü l h a n e
Hattı H ü m a y u n u " diye anılan m e ş h u r f e r m a n ile b u n u n
tatbik suretini g ö s t e r e n "Islâhat F e r m a n ı " açar.
Bu f e r m a n ile Türkiye halkına evvelâ c a n v e mülk, ırz
ve n a m u s emniyeti verilmiş, s a n i y e n d e , din v e m e z h e p
h ü r r i y e t i t e m i n a t altına a l ı n a r a k b u h u s u s t a lâzımgelen
k a n u n v e n i z a m l a r ı n k o n u l m a s ı v e b u n l a r ı n , din v e
m e z h e p farkı gözetilmeksizin, b ü t ü n t e b a a y a m ü s a v a t
d a i r e s i n d e tatbiki kararlaştırılmıştır. Bu k a r a r g e r e ğ i n
ce, b i r ç o k k a n u n l a r yapılmış v e devlet hayatı yeni b i r
n i z a m a bağlanmıştır.'^'-^'
Gerçi Tanzimat d e v r i n d e , y u k a r ı d a bahsettiğimiz,
"devlet i ç i n d e d i n " teşkilatı kalkmış değüdir. Bu teşkilat
d e v a m etmiş v e devlet, eskisi gibi, İslâm d î n i n e bağlı
kalmıştır. A n c a k Tanzimat d e v r i n d e :
a) İslâm dini, p r e n s i p itibariyle, devlet dinî o l m a k t a
d e v a m ü z e r e ise de, fiiliyatta, h ü k ü m l e r i n e devletçe
m e c b u r edilir o l m a k t a n y a v a ş y a v a ş çıkmış ve b u h a r e
ketle m u v a z i olarak, iktidar sivil ellere geçmiştir.
b) Yeni yapılan k a n u n ve n i z a m l a r d a , dinî e s a s l a r d a n
ziyade m ü n a s e b e t l e r h a y a t ı n ı n icapları g ö z ü n ü n d e t u
t u l m u ş v e dinî e s a s l a r b u İcaplarla uzlaştırılmaya çalı
şılmıştır.
c) Halk a r a s ı n d a k i M ü s l ü m a n h k v e Hrıstiyanlık fark
l a r ı n d a n n e ş ' e t edip y e r l e ş m i ş o l a n istisnalar kaldırıl-
Sırası gelmişken ilâve edelim ki, 1953 Maytsmda Irak Melikinin taç giyme
merasimine Irak hükümetinin davetlisi olarak gitrhiş ve bu fırsattan istifade ede
rek, Irak'daki dini tahsil durumu üzerinde bilgi edinmeğe çalışmıştım. Bu mak
satla Kâzimiye'deki İlahiyat Medresesini, ziyaret etmiştim. Yurtlu ve yatılı olan ve
kalabalık talebesi arasında bir kaç da değerli Türk talebeyi banndıran bu güzel
müessese bana yukarıda bahsettiğim, bizdeki Medresetül-Mütehassisin'in bir ör
neği ve bir devamı olduğu intibaını vermiştir. Bizde akamete uğrayan bu teşeb
büsün Irak'da yaşamasını ve muvaffak olmasını dilerim.
D I N ve L A I KLI K —
188
selâhiyetini Büyük Millet Meclisine, k a n u n l a r m icrası
ve infazı salâhiyetini de, o n u n teşkil e d e c e ğ i h ü k ü m e t e
v e r m i ş t i r ( M a d d e 1). Din işlerine g e h n c e aynı k a n u n ,
b u işleri d e sırf itikâd ve i b a d e t ahkâmiyle, cami, ı n e s -
cit, m e d r e s e gibi dini m ü e s s e s e l e r i n i d a r e s i n d e n i b a r e t
k a b u l etmiş ve b u a h k â m ı n tedviri ile dini m ü e s s e s e l e
rin idaresi için. Başvekâlete b a ğ h o l m a k ü z e r e ( M a d d e
4) devlet m e r k e z î n e bir Diyanet İşleri Reisliği k u r m u ş
t u r D i y a n e t İşleri Reisi, Başvekil t a r a f t n d a n seçilip i n h a
o l u n u r ve C u m h u r r e i s i t a r a f ı n d a n d a tâyin edilir ( M a d
d e 3), D i y a n e t İşleri ReisUği Başvekâlet b ü t ç e s i n e m ü l
h a k v e b ü t ç e ile i d a r e o l u n u r ( M a d d e 4).
Bu a r a d a tabiatıyla evkaf işlerine d e t e m a s e d e n b u
k a n u n d a b u işler için "Evkaf u m u r u milletin hakiki m e -
nafiine muvafik b i r şekilde halledilmek ü z e r e b i r M ü d i -
riyeti U m u m i y e h a h n d e şimdilik Başvekâlete tevdi edil
miştir" ( M a d d e 7) deniliyordu. Bu h ü k m ü n ü z e r i n d e n
otuz k ü s u r s e n e geçtiği h a l d e , b u g ü n bile evkaf işleri
Başvekâlete b a ğ h bir U m u m M ü d ü r l ü k şeklinde i d a r e
edilmekte o l d u ğ u noktasını g e ç e h m .
G ö r ü l ü y o r ki, ü z e r i n d e d u r d u ğ u m u z k a n u n . T ü r k i
y e ' d e din ile devlet işlerini b i r b i r i n d e n s a r i h ve kat'i s u
r e t t e ayırmıştır. Ve devleti d ü n y a işlerinde, dini d e iti
k â d ve i b a d e t a h k â m ı y l a dîni m ü e s s e s e l e r i n , i d a r e s i n d e
salahiyetli kılmak suretiyle din ve devlet m ü n a s e b e t l e r i
tarihimizin t a k i p ettiği gidişin n o r m a l ve m a n t ı k i b i r
varış noktasını teşkil etmiştir. B u n d a n dolayı b u k a n u
n u överiz. Fakat, d i n ve devlet a y r ı h ş m d a , b u k a n u n
devleti d i y a n e t e karşı r e ' s e n k a r a r salâhiyetini haiz
müstakil b i r d u r u m a k o y d u ğ u h a l d e , d i y a n e t e d e hiç ol
m a z s a m u h t a r bir faaliyet s a h a s ı a y ı r a c a k y e r d e , lâikhk
u m d e s i n i n b u m a n t ı ğ ı n ı bir t a r a f a b ı r a k a r a k , diyaneti,
b ü t ü n teşkilat ve personeliyle birlikte, h ü k ü m e t i n eh v e
e m r i altına k o y m u ş , yani, netice itibariyle s a d e c e "dev
lete bağlı din sistemi" k u r m u ş t u r .
Biz b u r a d a b u n u n niçinliği ü z e r i n d e yâni Türki
ye'mizin b i r a s ı r d a n b e r i t a k i p ettiği n o r m a l gidiş yolu
olan lâiklikten b i r d e n b i r e niçin uzakîaşıldığı ve niçin,
lâiklikten b i r nevi r ü c û ifade e d e n "devlete bağlı din sis-
t e m i " n e gidildiği n o k t a s ı n d a d u r m a y a c a ğ ı z . S a d e c e şu
n u hatırlatacağız ki, m e ş h u r F r a n s ı z filozofu H. Taine'in
F r a n s ı z Büyük İhtilâli h a k k ı n d a k i " M u a s ı r F r a n s a ' n ı n
M e n ş e ' l e r i " adlı m u a z z a m eseri gibi hakikatlerle dolu
b i r tenkit e s e r i n i n i n t i ş a r e d i p g ü n g ö r e b i l m e s i için in-
s a n h k t a m s e k s e n b e ş s e n e beklemiştir.'"""'
(103) 1924 Anayasasının bu ilk şeklini görmek için yalnız B.M.M. Kavanin
Mecmuası cilt 2, sah. 365. - Yahut Kanunlarımız, elit I, sah. 1.
e l e m a n l a r a karşı yapılan tâvizlerin zaruri neticeleri idi.
Hakikatte, O s m a n h İ m p a r a t o r l u ğ u n u tasfiye e d e r e k y e
r i n e Türkiye C u m h u r i y e t i n i kuranlar, b u y e n i devletin
lâik vasifda o l m a s ı n a k a r a r vermişlerdir.'""' Bu k a r a r ı n
i c r a s ı d a h a fazla geciktirilmeyerek 10 N i s a n 1928'de
Teşkilâtı Esasiye K a n u n u n u n 2 ve 26'ncı m a d d e l e r i y l e
d a h a bazı m ü t e f e r r i k m a d d e l e r i n d e k i d i y a n e t e m ü t e d a
ir ftkra v e c ü m l e l e r kaldırılmış v e m e v z u a t t a k i t e n a k u z
lar b u s u r e t l e b e r t a r a f edilmiştir.'"^' Nihayet, 1937 Şu
b a t ı n d a , Teşküâtı E s a s i y e K a n u n u n d a y a p ı l a n b a ş k a b i r
tadil ile b u k a n u n u n ikinci m a d d e s i n e g i r e n altı p r e n s i p
a r a s ı n d a "Lâiklik" tâbiri d e y e r almış v e Türkiye Devle
tinin lâik o l d u ğ u t a s r i h o l u n m u ş t u r .
F a k a t Teşkilâtı E s a s i y e K a n u n u n d a n d i y a n e t e m ü t e
d a i r cümle ve fıkralar kaldırılmakla v e b u k a n u n d a Tür
kiye Devleti lâiktir d e n i l m e k l e devlet h a k i k a t e n lâik ol
muş mudur?
K a n a a t i m c e hayır. Ç ü n k ü lâik olabilmesi için Şer'iye
ve Evkaf Vekâletini ilga e d e n 429 sayıh k a n u n u n d a t a
dil edilmesi v e b u k a n u n l a d o ğ r u d a n d o ğ r u y a h ü k ü m e t
e m r i n e verilen d i y a n e t işleri teşkilatına, üniversiteler
k a d a r olsun; b i r m u h t a r i y e t t a n ı n m a s ı ; dinî g a y e ile t e
sis o l u n a n İslâmi vakıfların tesis o l u n d u ğ u m a k s a t v e
g a y e y e t a h s i s o l u n m a s ı v e y ü k s e k din a d a m ı v e âlimi
yetiştirecek dini ö ğ r e t i m m ü e s s e s e l e r i k u r u l m a s ı i c a b e -
d e r d i . B u n l a r yapılmamıştır. Bir devletin lâik olması
için, k a r a r v e h a r e k e t l e r i n d e dini m ü l â h a z a v e p r e n s i p
lere y e r v e r m e m e s i , yalnız b u k a d a r l a kalması kâfi d e -
(104) Nitekim bunu Atatürk 1927 nutkunda şöyle ifade etmişti: "ilk Teşkilatı
Esasiye Kanununu hazırlayanlara bizzat riyaset ediyordum. Yapmakta olduğu
muz kanun ile. Ahkâmı Şer'iyenin bir münasebeti olmadığını anlatmağa çok ça
lıştım. Fakat, bu tâbirlerden kendi zanlarınca bambaşka bir mâna murad edenle
ri ikna mümkün olmadı. Kanunun gerek ikinci ve gerek 26'ncı maddelerinde za-
id görünen ve Yeni Türkiye Devletinin aslî karakteriyle kabili telif olmayan tâbir
ler, inkılap ve cumhuriyetin o zaman için beis görmediği tâvizlerdir. Millet, Teş
kilâtı Esasiye Kanunundan bu zevaldi ilk münasip zamanda kaldırmalıdır."
(106) Bakınız: Kavanin Mecmuası, dit 2, s. 242 - Yalıut Kanunlanmız, cilt I, s. 96.
(107) Maamafih askeri mektepler, bu kanun ile Maarif Vekâletine devir edil
diklerinden bir sene kadar sonra kanuna ilâve olunan müzeyyel bir madde ile ye
niden Milli Müdafaa Vekâletine İade ve devir olunmuştur.
" M e b a l i ğ m a a r i f b ü t ç e s i n e nakil" edilmiş, fakat, m ü e s
s e s e l e r i n kendileri kapatümıştır. Gerçi k a n u n d a b u n l a
r m k a p a t ü m a s m ı e m r e d e n b i r h ü k ü m yoktur. Bilâkis,
k a n u n u n 1, 2, 3 ' ü n c ü m a d d e l e r i n d e n anlaşılan m â n a y a
g ö r e , dinî m e k t e p v e m e d r e s e l e r de, tıpkı askeri mek
t e p l e r l e D a r ü l e y t a m l a r gibi. Maarif Vekâletine devrolu-
n a c a k v e b u Vekâlet t a r a f ı n d a n i d a r e edilecekti. Ancak,
k a n u n u n 4 ' ü n c ü m a d d e s i n e g ö r e "Maarif Vekâleti Yük
sek D i y a n e t m ü t e h a s s ı s l a r ı yetiştirmek ü z e r e Darülfü
n u n d a b i r İlahiyat Fakültesi tesis v e i m a m e t v e h i t a b e t
gibi h i d e m a t ı milliyenin ifası vazifesiyle mükellef m e
m u r l a r ı n y e t i ş m e s i için d e ayrı m e k t e p l e r k ü ş a d e d e
cek" idi. Şu h a l d e b u d ö r d ü n c ü m a d d e y e g ö r e , o t a r i h
t e m e v c u t o l a n m e k t e p v e m e d r e s e l e r e artık lüzum kal
m a m ı ş t ı . Ç ü n k ü , b u m e k t e p v e m e d r e s e l e r iki z ü m r e
d i n a d a m ı y e t i ş t i r m e k t e idi: Biri yüksek d i y a n e t m ü t e
hassısı m ü d e r r i s , müellif v e vaizlar, d i ğ e r i d e i m a m ve
h a t i p gibi dinin yalnız e z b e r a h k â m ı n ı ö ğ r e n m i ş olan
lar. Tevhidi Tedrisat K a n u n u , y ü k s e k d i y a n e t m ü t e h a s
sısı y e t i ş t i r m e k ü z e r e M a a r i f Vekâletince D a r ü l f ü n u n d a
b i r İlahiyat Fakültesi k u r u l m a s ı n ı ; i m a m v e h a t i p yetiş
t i r m e k ü z e r e d e y e n i d e n m e k t e p l e r açılmasını emretti
ğine g ö r e m e v c u t m e k t e p v e m e d r e s e l e r i n kapatılması
nı z ı m m n e n â m i r idi, denilebilir. H e r n e ise... Vakıa şu
d u r ki, Tevhid-i T e d r i s a t K a n u n u ile o t a r i h t e m e v c u t
olan dini ö ğ r e t i m m ü e s s e s e l e r i b ü s b ü t ü n kapatılmış v e
u z u n z a m a n açılmamıştır. B u n l a r ı n ıslâhı v e y e n i d e n
tanzimi y a h u t y e r l e r i n e yenilerinin tesisi d a h a iyi ve
m e m l e k e t m e n f a a t l e r i n e d a h a u y g u n olmaz mıydı, nok
t a s ı n a geçelim. Yalnız ş u n a dikkat edelim ki, Tevhid-i
T e d r i s a t K a n u n u n u n vâzıı bilerek v e y a b i l m e y e r e k
"Yüksek D i y a n e t M ü t e h a s s ı s ı " ile İlahiyat Fakültesin
d e n yetişecek olan y ü k s e k ilâhiyatçıyı b i r b i r i n e karıştır
mıştır. İlâhiyatçı, din felsefesi, dinler t a r i h i v e din s o s
yolojisi ö ğ r e n m i ş b i r m ü t e h a s s ı s veya filozoftur, fakat
din a d a m ı değildir. "Yüksek d i y a n e t m ü t e h a s s ı s ı " ise
h e r ş e y d e n evvel, z ü h d ü takva sahibi b i r d i n d a r d ı r ; s a
n i y e n d e m u a y y e n b i r d i n d e yüksek ilim v e k e m â l sahi
bi o l m u ş b i r din a d a m ı d ı r . B u n l a r d a n biri hakkıyla
İ n a n m ı ş , Öbürü ise s a d e c e i m a n ü z e r i n d e zekâ o y u n u
o y n a m a y ı ö ğ r e n m i ş t i r . M a a r i f Vekâletine bağlı v e o n u n
m u r a k a b e s i altında y a h u t b u g ü n ü n i v e r s i t e camiası
i ç i n d e ç a h ş a n b i r İlahiyat F a k ü l t e s i n d e , itiraf e d e r i m ki,
yüksek ilahiyat felsefecisi v e s o s y o l o g u yetişebilir. F a
kat "yüksek d i y a n e t m ü t e h a s s ı s ı " d i n a d a m ı v e âlimi a s
lâ yetişemez. Ç ü n k ü , t e k r a r edelim ki, "yüksek d i y a n e t
m ü t e h a s s ı s ı " h e r ş e y d e n evvel h a h s b i r d i n d a r d ı r , z a h i d
v e müttekidir; s o n r a d a i n a n d ı ğ ı v e içinin samimiyetiy
le kani o l d u ğ u d i n d e yüksek ilim v e k e m â l sahibidir. B u
vasıflardaki b i r i n s a n ı n yetişmesi için nasıl b i r h a v a v e
m u h i t i n m e v c u t olması lâzım geldiğini o k u y u c u m u n
t a k d i r i n e b ı r a k ı y o r u m . Ş u r a s ı m u h a k k a k t ı r ki, d ü n y a
n ı n h i ç b i r y e r i n d e , lâik üniversite ç a ü s ı altındaki ilahi
yat Fakültelerinde d i n a d a m ı v e âlimi yetişmemiştir.
Ü n i v e r s i t e gibi lâdinî b i r c a m i a i ç i n d e d i n a d a m ı v e âli
mi elbette yetişemez. Ve b u n u n y e t i ş m e m e s i n e değil,
y e t i ş m e s i n e h a y r e t edilse yeridir. Kayahkta p i r i n ç bit
mez.""*' Devlet m e k t e p l e r i n d e , o r t a o k u l v e h s e n i n lâdinî
havası, h a t t â d i n aleyhtarı m u h i t i içinde yetişip onsekiz,
o n d o k u z y a ş m a gelen b i r g e n ç , aldığı b u a l e y h t a r t e r
biye v e b u menfî zihniyetle, idaresi v e h o c a l a r ı çok k e
r e dine m u a r ı z olan, sivil b i r İlahiyat F a k ü l t e s i n d e oku
y u p d a d i n a d a m ı olamaz.
Şu h a l d e , İslâm dininin m u h t a ç o l d u ğ u yüksek diya
n e t m ü t e h a s s ı s ı v e d i n âlimi yetiştirmek ü z e r e . Darülfü
n u n d a b i r İlahiyat Fakültesi k u r u l m a s ı n ı e m r e d e n Tev
hidi Tedrisat K a n u n u , kapattığı dini ö ğ r e t i m m ü e s s e s e
leri a y a r ı n d a b i r m ü e s s e s e k u r m u y o r d u , s a d e c e İslâmî
s a h a d a y ü k s e k diyanet m ü t e h a s s ı s ı a d a m l a r ı n k ö k ü n ü
k u r u t u y o r d u . Filhakika, y a ş a y a n d i n a d a m ı v e âlimleri
b i r e r ikişer e b e d i y e t diyarına g ö ç e t m i ş , fakat a r k a d a n
boşlukları d o l d u r a c a k a d a m l a r y e t i ş m e d i ğ i için," otuz
(108) Gerçi ileri Garp memleketlerinde yüksek din adamı ve âlimi bilhassa
İlahiyat Fakültesinden yetişir, fakat bu Fakülteler, Tevhidi Tedrisat Kanununun ta
savvur ettiği şekilde. Darülfünun veya Üniversite gibi, lâdini bir müessesesenin
içinde ve çatısı altında değildir, katolik veya protestan enstitü ve üniversitelerinin
içindedir. Bu enstitü ve üniversitelerin ve bu ilahiyat fakültelerinin bocalan gibi
idarecileri de tamamiyle (Yüksek Diyanet Mütehassısı) âlimler ve din adamlarıdır.
b e ş s e n e s o n r a , b u g ü n T ü r k i y e ' d e İslâm dininin m u h
taç olduğu yüksek diyanet mütehassısı adamlar hemen
h e m e n yok olmuştur.
(111) 163. maddenin 1949 tadilinde aldığı şekil aynen şöyledir: "Lâikliğe
aykın olarak, devletin içtimaî veya siyasiî veya hukukî nizamlarını, kısmen de ol
sa, dinî esas ve inançlara uydurmak amacıyle cemiyet tesis, teşkil, tanzim veya
sevk ve idare eden kimse iki yıla kadar ağır hapis cezası ile cezalandırılır.
Böyle cemiyete girenler veya girmek için başkalarına yol gösterenler altı ay
dan aşağı olmamak üzere hapis cezasiyle cezalandınlır. Dağıl-malan emredilmiş
olan yukarıda yazılı cemiyetleri, sahte nam altında veya muvazaa şeklinde olsa
dahi yeniden tesis veya teşkil, tanzim veya sevk ve idare edenler hakkında veri
lecek cezalar üçte birden eksik olmamak üzere artırılır.
Lâikliğe aykırı olarak devletin İçtimaî veya iktisadi veya siyasi veya hukuki
temel nizamlarını kısmen de olsa dini esas ve İnançlara uydurmak amaciyle ve
ya siyasi menfaat veya şahsi nüfuz temin ve tesis eylemek maksadiyle dini ve di
ni hayatı veya dince mukaddes tanılan şeyleri âlet ederek her ne suretle olursa
olsun ve propaganda yapan, veya telkinde bulunan kimse bir yıldan beş yıla ka
dar ağır hapis cezasiyle cezalandınlır. Yukarıdaki fıkrada yazılı fiil yayın vasıta-
siyle İşlendiği takdirde verilecek ceza üçtebirden yarıya kadar arttırılır.
Yayım yeri veya yayım vasıtası veya yayım konusu bakımından az zarar
umulan hallerde faile altı aydan bir yıla kadar bapis cezası verilir.
(112) Biz burada bu hükmü yalnız İslâm dinini nazara alarak veriyoruz. İs-
lamdan başka olan dinlere ait, tedris ve telkin faaliyetleri ötedenberi ola geldiği
gibi devam etmiş, etmektedir.
Diyanet teşkilâtına
muhtariyet tanımak lâzımdır:
Bizce b u g ü n Türkiye'de İslâmî s a h a d a , yapılacak işle
rin ve ele alınacak mes'elelerin b a ş ı n d a , diyanet işlerini
y e n i d e n t a n z i m edip teşkilatlandırmak ve v ü c u d a getiri
lecek yeni teşkilatı devletten ayırıp, hiç olmazsa üniver
siteler gibi, m u h t a r b i r m ü e s s e s e haline koymak gelir
B u n d a h e m diyanet, h e m d e devlet için faydalar v a r
dır. Bir kere d i y a n e t için fayda v a r d ı r Zira b u s a y e d e
d i y a n e t işleri v e dini m ü e s s e s e v e teşkilat, h ü k ü m e t i n
yani, netice itibariyle, h e r a n d e ğ i ş e n bir h a v a ve poli
tikanın b a s k ı s ı n d a n k u r t u l a c a k ve k e n d i n e s a h i p , k e n d i
m u k a d d e r a t ı n a h â k i m b i r m ü e s s e s e halini alacaktır.
Devlet için d e fayda vardır, zira b u s a y e d e devletin lâ-
ikUk u m d e s i n o r m a l m â n a s ı n ı alacak ve b u u m d e , b u
g ü n o l d u ğ u gibi, m a n t ı k s ı z v e k a y p a k b i r m e f h u m h a
linde k a l m a k t a n k u r t u l a c a k t ı r
T ü r k i y e ' d e b u g ü n d i y a n e t işleri ve teşkilatı d o ğ r u
d a n d o ğ r u y a Başvekâlete b a ğ h d ı r . Diyanet İşleri Reisi
ve o n a bağlı b ü t ü n teşkilât ve p e r s o n e l Başvekilin e m r i
a l t ı n d a d ı r Diyanet İşleri Reisini d o ğ r u d a n , d i ğ e r diya
n e t teşkilâtı p e r s o n e l i n i ise dolayisiyle t â y i n e d e n v e
i c a b ı n d a , işten el çektiren hükümettir. Vakıflar devlete
b a ğ h d ı r ve h ü k ü m e t i n e m r i n d e d i r . B u n u n l a b e r a b e r ,
T ü r k i y e ' d e devlet lâiktir Hayır, o k u y u c u m ! Bu olamaz,
— DINveLAIKLIK —
Z A M A N I M I Z D A İLÎM VE D İ N
MÜCADELESİ
—I—
(120) Burada nas kelimesini (kitap) (dogme=) karşılğı alıyor ve bundan bir
dinin akide ve erkânının esaslarını ihtiva eden İbare ve metinleri, nakil kelimesi
ni "sünnet", "badis" (tradition^) karşılığı alıyor ve bir dinin Peygamberinden nak
len gelen söz ve hareketlerin mecmuu ve (vahiy) kelimesinden de bir dinin Al
lah tarafından peygambere bildirilen hakikatlerini kasdediyorum.
(126) Evet fikir ifadeden, mana kelimeden ibaret değildir. Fakat ifadeden ay-
n fikir, kelimeden ayn mana, fikir ve mana değil, bu sadece bir vehim ve hayal
dir. Fikir, fikir olmak için ifadeye, mana, mana olmak için kelimeye nasıl muhtaç
ise, din de din olmak için nas'a ve nakl'e muhtaçtır
Kabul ederim ki, Allah'a iman dinin en asli bir rüknüdür Mü'min İle münkir
her şeyden evvel bu noktada ayn lir. Fakat imanın dince tarif edildiği üzre olması
şarttır. Böyle olmayıp da, mesela,tabiat üstü mücerret bir kuvvetin varlığına
inanmak yahut Allah'ı (Pantheiste)lerin yaptığı gibi, yarattığı eşya ve kainaün ay
nı almak İman değildir.
(P3ntheiste)Ier ve (Pantheİsme) = (vücudiye mezhebi) de üstün bir kuvvetin
varlığına inanmaktadır. Fakat onlara göre, bu kuvvet eşya ve tabiat ten ayrı, zati
sıfatlarla muttasıf bir varlık değil, eşya ve tabiatte meknuz ve onun aynıdır. (Bu
mevzuda bakınız: Maddiyyün Mezhebinin İzmihlali, İsmail Fenni, Merhum.)
vasıtasiyle P e y g a m b e r gösterir. Din ise, v a h y i n bildir
diği ve P e y g a m b e r i n g ö s t e r d i ğ i yol demektir.
Din, d i y o r u m , yalnız r u h v e m a n a değildir, aynı za
m a n d a ameldir, yani m u a y y e n b i r h a r e k e t tarzı ve t u t u
lacak b i r h a y a t yoludur. Bu yolu v a h y a ç a r ve i ş a r e t
eder. İ n s a n için b u yolun ışığı ve r e h b e r i n a s ve naki yâ
ni, b i r kelime ile. P e y g a m b e r d i r . Vahysiz, p e y g a m b e r
olmaz. N a s ve nakilsiz de. din olamaz. İnsan, t e k r a r e d e
yim ki, akh ile Allah'ı bulabilir, fakat dini yâni A l l a h ' a
isal e d e n yolu b u l a m a z . Bu yolu P e y g a m b e r gösterir.
D i n d e n nebiyi ç ı k a r m a k sırf akla kıymet v e r i p o n a b a ğ
l a n m a k v e netice itibariyle m a h d ü d e ve faniye b a ğ l a n
m a k ve şehvaniliği m ü d a f a a etmektir. B i n â e n a l e y h , in
s a n yalnız nebiye değil, veliye d e m u h t a ç t ı r . Ç ü n k ü n e
b i d e n veli'de m ü r ş i t ye hadidir. Nebi gibi hakiki veli d e
mürşittir. Ç ü n k ü veli, z ü h d ü ve takvasiyle Allah'a yak
laşmış b i r insandır. Fikir t a r i h i n i n en b ü y ü k d e h a s ı s a
yılan Eflâtun, aklı ile ve i n s a n a h a y r e t v e r e n ilminin
vüs'atiyle Allah'ı b u l m u ş t u r . H a t t â Allah'ın v a r h ğ ı n ı ve
birliğini eskimez delillerle ispat b ü e etmiştir. B u n u n l a
b e r a b e r Eflâtun, b i r din tesis e d e m e m i ş , b i r p e y g a m
b e r h a t t â bir d i n d a r olamamıştır. Bu h u s u s t a Eflâ-
t u n ' d a eksik olan, akıl ve ilim d e ğ ü d i . O n d a p e y g a m b e r
o l m a k için eksik olan vahiydi, d i n d a r olmak için de "hi
d a y e t " y â n i Allah'a g ö t ü r e n yola girmekti. B u n a m u k a
bil, b i r d e Hazret-i M u h a m m e d ' i d ü ş ü n ü n ü z : Bu şanlı
P e y g a m b e r , ü m m i idi. Yâni fâni b i r h o c a d a n d e r s a h p
ö ğ r e n m e m i ş t i . O ' n u n bir h o c a s ı v a r d ı ki, h o c a l a r ı n h o
casıydı. O ' n u n hocası, v a h y yolu ile, Allah idi. B u n u n
içindir ki, Hazret-i M u h a m m e d ' i n ilmi Eflâtun'un v e y a
h e r h a n g i b i r âlim ve filozofun ilmi gibi, akim, t e c r ü b e
ve m ü ş a h e d e n i n h u d u t l a r ı içine sıkışıp kalmamıştı.
Şanlı P e y g a m b e r ' i n ilmi, bilâkis, akim ö t e l e r i n d e ve h e r
fâninin idrâk h a v s a l a s ı n a s ı ğ m a y a n â l e m l e r d e y ü z m e k
teydi.
Netice: B u g ü n Eflâtun'u bilen v e o n a intisap e d e n
m a h d u t z e k â l a r a m u k a b i l , Hazret-i M u h a m m e d y ü z
lerce m i l y o n i n s a n g ö n l ü n d e y a ş a m a k t a d ı r . İşte b u fark,
i n s a n l a r a h a k i m olmakta v e o n l a r ı sevk ve i d a r e e t m e k
t e akıl ile v a h y a r a s ı n d a k i f a r k t a n ileri gelmektedir.
H ü l â s a , dini n a s ve n a k i l d e n ayırmak, t e k r a r e d e y i m
ki, d i n fikrini k ö k ü n d e n baltalamaktır. N a s ve nakU h u
r a f e d e n temizleyelim v e dini ilk devirlerinin temizliğine
kavuşturalım denirse, b u n u üzerinde durulmaya değer
b i r fikir k a b u l e d e r i m . F a k a t dini n a s ve n a k i l d e n ayıra
lım v e o n u sırf b i r g ö n ü l işi h a l i n e koyalım, d e n i r s e , b u
n a c e v a b ı m : H a y ı r asla!
(127) İman ve İslâm aynî bir şey midir, ayrı şeyler midir? İman ile amel
arasındaki münasebet nedir? Amelsİz İmanın büİımü ve kıymeti nedir? gîbi
mes'eleler İslâm ulemasını ihtilafa düşürmüş ve Ehl-i Sünnet ile Mutezile arasın
da uzun münakalaşalar ayol açmıştır. Bu hususta etraflıca bilgi edinmek istiyen-
lere tavsiye ederim: İhyâu'l-Ulûm, birinci cilt, İman ve İslâm ayni midir, gayri
midir bahsi.
tır/'^* İslâm'ın ilim ile t e a r u z e d e n v e hakikat a r a y a n ak
la a y k ı n g i d e n h i ç b i r h ü k m ü yoktur. H n s t i y a n i ı ğ m e s
r a r e n g i z l i ğ i n e m u k a b i l , İslâm'ın h e r c e p h e s i açık, h e r
y ö n ü s a d e v e basittir. İ s l â m ' d a h e r k e s , âlim ve câhil
a r a d ı ğ ı n ı b u l u r v e içini t a t m i n eder.
b) İhm k a r ş ı s ı n d a H r ı s t i y a n h k z o r d u r u m d a kalabilir
ve kalmıştır. Ç ü n k ü H r ı s t i y a n h ğ ı n m u k a d d e s kitabı İ n
cil, rivayete m ü s t e n i t t i r . Hazret-i İ s a ' d a n ç o k s o n r a k a
l e m e ahnmıştır. B u s e b e p l e İncil, h a t t a Tevrat, h a y a l ve
h u r a f e ile karışmıştır. B u n u n içindir ki, H n s t i y a n âlim
v e ilâhiyatçıları n a s l a r ı Hrıstiyanlıktan s a y m a m a k v e
bunları dinden çıkarmak dâvasına sapmışlardır Müs-
l ü m a n h k t a böyle b i r d a v a b a h i s k o n u s u olamaz. Ç ü n k ü
M ü s l ü m a n h ğ m n a s l a r ı y a n i K u r ' a n İslâm'ın aynıdır.
K u r ' â n - ı K e r i m b u g ü n y e r y ü z ü n d e m e v c u d olan m u
k a d d e s kitapların e n s a h i h v e s a ğ l a m ı d ı r K u r ' a n , riva
y e t e değil, v a h y e v e d o ğ r u d a n t e b h ğ e m ü s t e n i t t i r
O n u n , o n d ö r t a s r a y a k ı n b i r z a m a n içinde, h i ç b i r aye
t i n d e , h a t t â k e l i m e s i n d e h i ç b i r suretle ihtilaf edilme
m i ş , hiçbir c ü m l e s i n i n sıhhati ü z e r i n d e t e r e d d ü d ile d u
rulmamıştır.
Bilindiği gibi, K u r ' a n â y e t âyet nazil o l m u ş ve âyetin
n ü z u l ü n d e P e y g a m b e r t a r a f ı n d a n a s h a b ı n a ezberletti-
r i l m i ş t i r Ayrıca d a "Vahiy katipleri" t a r a f ı n d a n yazü-
mıştır Peygamber'in devrinde hemen herkes Kur'an
hafızı idi. Ayrıca K u r ' a n hafızları v a r d ı ki, b u n l a r ı n b a
ş ı n d a d a ü ç ü n c ü Halife Hazret-i O s m a n b u l u n m a k t a
idi. K u r ' a n , b u g ü n k ü kitap h a l i n d e b u halife z a m a n ı n d a
toplanmıştır Binaenaleyh, İslâm'da n a s s m dinden sa
y ı l m a m a s ı gibi b i r d a v a o r t a y a atılmaz. Ç ü n k ü İslâm'ın
K u r ' â n - ı Kerim'i, İncil gibi, rivayete değil, d o ğ r u d a n
t e b h ğ e yani "Vahye" d a y a n m a k t a d ı r
(128) İslâm'da ilme leşvil< ve lergib mahiyetinde bir çol< ayet ve hadis vardır.
Bunlar ehlince malûmdur. Biz burada ayrıca zikre hacet görmüyoruz. Merak
edenler, İmam-ı Cazali'nin İhyâu'-I Ulûm'una bakabilirler. Cilt I, ilmi Fazileti
bahsi.
c) Bizde ilim a d m a d i n e ç a t a n l a r m ç o ğ u , n e ilim ve
n e din h a k k m d a d o ğ r u ve esaslı b i r bilgisi o l m a y a n
a m a t ö r k a b i l i n d e n kimselerdir. Bu h u s u s u g ö z ö n ü n d e
t u t a r a k b u r a d a İslâmiyet n e d i r ve ilimle m ü n a s e b e t i ni
cedir? suali ile s ö z e b a ş l a y a c a k ve b u n d a n evvel v e r d i
ğimiz ş e m a y ı m ü m k ü n olan kısahkta hatırlatacağız.
(130) İslâmî ilimler muhtelif bakımlardan tasnif edilir ve bir tasnife göre âlet
ve gaye İlimlen diye ikiye ayrılır. "Âlet ilimleri" sarf, nahv, bedi' beyan gibi...
Kitap ve sünneti anlamağa yarayan ilimlerdir "Gaye İlimleri" ise kitap ve sünnet
ten çıkarılan ilimlerdir ki, bunlar da başlıca ikiye ayrılır. Fıkıh, kelâm, "kelâm il
mi" İslâmî mantık ve metafiziktir. Fıkıha gelince, "usûl" ve "fürû" kısımlariyle
fıkıh, İmam-ı Azam'dan gelen bir tarife göre, şahsın hak ve vazifelerini bilmesi
demektir. Bu tariften de anlaşıldığı gibi, İslâm'da fıkıh, bütün hukuk, ahlâk ve
siyaseti içine almak üzere çok geniş bir saha kaplar ve İjugünkü "içümaî ilimler"
mefhumuna tekabül eder. Şu halde fıkıh, İslâmî hukuk, ahlâk ve siyaset İlmi
demektir.
(131)^ Fıkıh ile hadis hafızı arasındaki farkı şu rivayet pek güzel canlandırır:
İmam-ı Azam'ın değerli telabesi İmam-ı Ebû Yûsuf'a bİr gün, A'meş adındaki
hadis hafızlarından biri, bir mes'ele danışır. Aldığı cevaptan son derece memnun
olarak, bu cevabı nereden istihraç ettiğini sorar. Bunun üzenne, aralarında şöy
le bir muhavere geçer:
- Sizin bana rivayet ettiğiniz hadisten çıkardım.
- Allah razı olsun, ben bu hadisi sen henüz dünyaya gelmezden evvel bile
biliyordum ama, böyle bir mânası olduğunu hiç düşünmemiştim.
Allah'ın v e R e s û l ' ü n ü n m u r a t ettiği m â n â olmak ü z e r e
i n s a n l a r a t e b l i ğ e d e n fakihtir. Müftü, ş e r ' i n h ü k ü m l e r i
ni d o ğ r u d a n d o ğ r u y a kitap v e s ü n n e t t e n değil, b i r
m ü ç t e h i t t e n ö ğ r e n i p tebliğ e d e n ; k a d ı ise, yalnız t e b l i ğ
ile k a l m a y ı p aynı z a m a n d a ş e r ' i n a h k â m ı n ı tatbik v e i n
faz eyleyen fakihtir. Gerçi m ü ç t e h i t h a d d i z a t ı n d a müf
t ü d ü r ; fakat h e r m ü f t ü n ü n aynı z a m a n d a m ü ç t e h i t ol
ması, kitap v e s ü n n e t t e n h ü k ü m i s t i h r a ç e t m e s i ş a r t d e
ğildir. B u n u n gibi, kadıların d a a y m z a m a n d a m ü ç t e h i t
olmaları t e m e n n i y e şayandır, fakat b u n u t e ' m i n m ü m
kün olmadığı için, k a d ı ' m n b i r m ü ç t e h i t i taklit e t m e s i
v e o n u anlayabilmesi kâfidir.'"^'
133) Bakmız: "Kitabülifta velkaza" Izmİdİ İsmail Hakkı, merhum. Darül Hik-
melül İ.<^lâmiye neşriyatı. Evkaf Matbaası, 1338.
b a n c ı b i r gidiş alır v e y a v a ş y a v a ş k a l b l e r d e i m a n şu'ie-
si s ö n e r .
İ s l â m ' d a , hicretin ikinci a s r ı n d a , b a ş t a î m a m - ı Â z a m
v e IVÎâlik olmak ü z e r e , z u h u r e d e n içtihat hareketleri
b ö y l e b i r ihtiyaçtan d o ğ m u ş v e b ö y l e b i r tehlikeyi ö n l e
miştir. Bu b ü y ü k m ü ç t e h i t l e r i n c e h d v e gayreti sayesin
de, İslâmiyet, o d e v i r d e m a r u z kaldığı çok tehlikeh
a n a r ş i k b i r d u r u m d a n k u r t u l m u ş t u r . Bu d u r u m , İs
l â m ' ı n Hicaz h u d u t l a r ı m a ş a r a k Irak, İran, Suriye v e
M ı s ı r gibi eski m e d e n i y e t l e r i n m e r k e z i o l a n kıtalara y a -
yılmasıyle hasıl o l m u ş t u r İslâm'ın kitap v e s ü n n e t i b u
s a h a l a r d a , b i r taraftan, eski Y u n a n ' m R o m a ' n m v e Bi
z a n s ' ı n i h m v e felsefesiyle, d i ğ e r t a r a f t a n d a H i n t - İ r a n
kültürüyle karşılaşmıştır Bu karşılaşmada İslâm'ın
m a ğ l û p o l m a m a s ı için t e k ç a r e h a s m a kendi silâhiyle
m u k a b e l e etmekti. H a s m ı n silâhı ise, s a d e c e m a n t ı k v e
m a ' k û l â t îdi. B i n a e n a l e y h İslâm'ın kitap v e s ü n n e t i sırf
"rivayet" s a h a s ı n d a k a l m a m a l ı , " d i r a y e t " s a h a s ı n a g e ç
meli, y â n i m a n t ı k v e m a k û l a t d a i r e s i n d e tefsir edilip a n
laşılmalıydı. İslâm'ın b i r k ü l t ü r h a r e k e t i v e b i r akla h i
t a p e d e r d i n o l a r a k y a ş a m a s ı için b u lâzımdı. Bilhassa
İ m a m - ı Â z a m E b û Hanife, t e ş r i h u s u s u n d a "re'y", "kı
yas" ve "îstihsan" kaidesine geniş bir yer vermekle bu
n u t e ' m i n etmiştir. İ s l â m ' d a h a k m e z h e p l e r i n h e p s i ak
la v e i ç t i h a d a b ü y ü k b i r kıymet vermiştir. A n c a k î m a m -
1 Â z a m ' m akla, ilme v e i ç t i h a d a v e r d i ğ i kıymet h e p s i n
den üstündür. Bu dâhi imama göre, İslâm'da hakikate
g ö t ü r e n kat'i delil ü ç t ü r : N a s , icma, akıldır "Akhn s u
r e t - / kafiyede iptal ettiği şeyi, şeriat tecviz etmez. Ak
len muhal olan şey, şer'an mümkün olmaz. Akim hilâfı
na şer'in vürudu müstehildlr.'^"^'
(134) (Fıkıb-ı Hanefi'nin esasalı) ve (Kıyas ve dine müteallik mesail), Seyyid Nesib
Efendi, Darül Hikmelül İslâmiye neşnyatı. Evkaf Matbaası, 1339..
İle k e n d i s i n d e n s o n r a g e l e n l e r e h a k i k a t ve s e l â m e t i n
y o l u n u göstermiştir. Elverir ki, biz b a k a r k ö r l ü k t e n k u r
tulalım d a b u yolu görebilelim.
(135) İslâm (t'itri, tabii ve umumi bir dindir), Matbaa Ehuzziya, istanbul 1943,
s. 506.
İki yol d a ehl'i s ü n n e t y o l u d u r ve haktır, o h a l d e b u iki
m e z h e b i a y ı r a c a ğ ı m ı z a v e ister b u yolu, ister ş u yolu
t u t u n diyeceğimize, te'lif y o l u n a g i d e r ve iki m e z h e b i
m e z ç v e te'lif ederiz. O s u r e t l e ki, bazı a m e l m e s ' e l e l e -
riyle b ü t ü n ilim ve m a r i f e t m e s ' d e l e r i n d e te'vil y o l u n u ,
itikad m e s ' e l e l e r i n d e d e h a k k a tefviz ve nakle t e m e s s ü k
y o l u n u t u t a r ı z . Başka b i r ifade ile, " â m e n t ü " u m d e l e r i
b a h s i n d e , n a s s ve nakli o l d u ğ u gibi alır, kitap v e s ü n n e
t e t e r e d d ü d s ü z c e ve h e r veçhile bağlanırız. F a k a t h u s u
siyle ilim ve felsefe m e s ' e l e l e r i n d e , akü ile nakil a r a s ı n
d a bir ayrılık g ö r ü l ü r s e , d a i m a te'vil ve içtihat y o l u n a
gider, nakli akla ve ilme tevfik e d e r ve yaklaştırırız.
Dikkat o l u n s u n ki, bizim teklif ettiğimiz şekilde iki
m e z h e b i te'lif yolu, m e z h e p l e r d e n birini d i ğ e r i n e t e r c i h
y o l u n d a n h e m d a h a m a k u l h e m d e d a h a salimdir. Ç ü n
kü:
a) Â m e n t ü u m d e l e r i b a h s i n d e n a s s ve nakle t e m e s
sük ve teslimiyetten b a ş k a ç a r e yoktur. Zira b u u m d e
ler, çok defalar t e k r a r ettiğimiz gibi, akim ve ilmin h u
d u d u dışındadır. B i n a e n a l e y h b u n l a r ı aklen ve ilmen is
p a t ve izah imkânsızdır. F a k a t aklen ve ilmen izah ve i s
p a t e d i l e m e y e n bir şey, yine aklen ve ilmen i n k â r d a
edilemez. A k h n idrâk e d e m e d i ğ i b i r şeyi inkâr e t m e k il
m î u s u l ve zihniyete aykırıdır.
S o n r a , â m e n t ü u m d e l e r i ferdin v i c d a n ı n a h i t a p e d e r
ve d e r û n i h a y a t ı n d a yaşar. Bunları fert, içinin s a m i m i
yetiyle ister kabul ve ister r e d d e d e r . H a t t â n e kabul, n e
d e r e d d e d e r , fakat d e r i n b i r şekk içinde b u n a h p kahr.
F e r d i n â m e n t ü u m d e l e r i n i g e r e k kabulü g e r e k r e d d i ve
g e r e k b u h u s u s l a r d a k i şekki aklî ve ilmî dehllerin şevki
ve i b r a m i y l e değildir. F a k a t sırf r u h î ve içten gelen b i r
h a m l e ile vâki olmaktadır. Fert, Allah'a ve d i ğ e r â m e n
t ü u m d e l e r i n e i n a n m a k için aklî ve ilmî delU a r a m a m a k
t a bilâkis içinin derinliklerinden k o p u p gelen b i r h a m l e
ile i m a n etmektedir. İ m a n etmek için delil ve b u r h a n is-
teyenler, i m a n e t m e m e k için b a h a n e a r a y a n l a r d ı n H ü
lâsa i m a n delilden^ m ü t a l â a v e m ü l â h a z a d a n değil, fa
k a t r u h u n h u s u s i b i r istidat v e kabiliyetinden d o ğ a r ki,
b u n a İslâmi bh- t â b i r ile " h i d a y e t " denir. Gerçi, K u r ' â n -
1 K e r i m ' d e denildiği gibi'""' g ö k l e r d e v e y e r y ü z ü n d e
olup b i t e n l e r e dikkat v e i m ' â n ile b a k a r s a k , h e r şey b i
ze Allah'ın v a r h ğ m ı v e birliğini lisan-ı h â l ile bildirmek
t e v e bizi i m â n a davet e t m e k t e d i r . Elverir ki, biz b u dik
kati g ö s t e r e b i l e l i m v e b u lisanı anlıyabilelim. M a n e v i
y a t gözleri kör, kulakları tıkah v e kalbleri m ü h ü r l ü olan
l a r a g ö k l e r d e v e y e r d e o l u p bitenler, hiçbir şey söyle
m e m e k t e v e b i l d i r m e m ekte dir.
H ü l â s a , i m a n v e akîde m e s ' e l e l e r i n d e akıl âciz, ihm
kifayetsizdir. Allah'ın v a r h ğ m ı zati v e kemâli sıfatlarını
akıl v e i d r a k v e ilim ile izah v e i s p a t a çalışmak, vâcib-ül
v ü c û d ' u m ü m k i n - ü l v ü c û d ile, k a d i m i hadîs ile, ebediyi
zail ile i d r a k v e i h a t a y a kalkışmaktır v e ilâhi v a r h ğ ı
m ü m k i n a t a r a s ı n a koymaktır. B i n a e n a l e y h itikad b a h
s i n d e nakli o l d u ğ u gibi a l m a y a v e te'vilden k a ç ı n m a y a
mecburuz.
b) F a k a t a m e l v e ahlâk m e s ' e l e l e r i n d e iş böyle değil
dir. B u s a h a d a n a s s v e nakil, v i c d a n a v e derûni h a y a t a
değil i n s a n l a r ı n fiil v e h a r e k e t l e r i n e ve birbirleriyle
olan m ü n a s e b e t l e r i n e teallûk eder. A m e l s a h a s ı n d a k i
nakillerin h e p s i b i r e r " t e k l i f t a z a m m u n e d e r v e i m a n
ehline b i r e r "mükellefiyet" yükletir, ş u n u y a p , b u n u
y a p m a gibi b i r e m i r v e n e h y i ifade eder. İslâm'da m ü
kellefiyet v e mes'uliyetin m e d a r ı v e m e s n e d i ise, b i r k e
l i m e ile "akıl"dır. Ş u h a l d e fert, ş e r ' i n h e r h a n g i b i r h ü k
m ü y l e mükellef olmak ve m e s ' u l t u t u l m a k için, teklif-i
şer'iyi aklının kabul e t m e s i v e b e n i m s e m e s i lâzım gehr.
Aksi h a l d e , fert aklının e r m e d i ğ i v e kabul etmediği b i r
teklif ile mükellef v e m e s ' u l t u t u l m u ş , aklının hilâfına
242
h a r e k e t e t m e y e z o r l a n m ı ş olur ki, böyle b i r ş e y İslâmî
e s a s a kat'i s u r e t t e aykırıdır. İslâmî e s a s a g ö r e :
''Allah kimseyi verebileceğinden fazlasiyle mükellef
tutmaz/'^"''
"Allah kimseye takatmdan fazlasmı teklif etmez.
"Dinde cebir ve zorlama yoktur."^'
İmdi m a d e m k i İ s l â m ' d a m e d a r - ı teklif akıldır v e m a
d e m ki aklımızın almadığı bü* nakil karşısındayız; o h a l
d e nakli akla y a k l a ş t ı r m a y a v e akıl ile nakli b a r ı ş t ı r m a
y a çalışırız. B u n u n için d e k â h lisan k a i d e l e r i n d e n tefsir
u s u l l e r i n d e n , k â h bizzat k i t a p v e s ü n n e t i n d i ğ e r a h k â
m ı n d a n , k â h İslâmî t e a m ü l d e n istifade ederiz. Fakat,
amel, hususile ilim v e marifet m e s ' e l e r i n d e n a s s ' a bile
r e k v e içimizden k a b u l e d e r e k t â b i oluruz.
B u g ü n içinde b u l u n d u ğ u m u z diyanet b u h r a n ı n d a n
k u r t u l m a n ı n , b e n c e ç a r e s i akıl ile nakli v e ilim ile dini
barıştırmaktır. Ve y u k a r ı d a g ö s t e r m e y e çalıştım ki, b u
m ü m k ü n d ü r . İslâm dininin h a k i k a t i n d e ilim ü e din, akıl
üe nakil a r a s ı n d a t e z a d v e t e a r u z yoktur. Ç ü n k ü b i r k e
re, dinin e s a s akideleri aklın v e ilmin h u d u d u d ı ş ı n d a
dır. Binaenaleyh h u d u t dışı b i r s a h a d a ç a r p ı ş m a ola
m a z . Saniyen, a m e l m e s ' e l e l e r i n d e akıl ile nakil v e ilim
ile din a r a s ı n d a b i r ayrılık g ö r ü l ü r s e , İslâmî u s u l d e , h a
kikat t a a d d ü t e t m e y e c e ğ i v e akla, ilme aykırı b i r ş e y d e
hakikat o l a m a y a c a ğ ı için aklın m a n t ı ğ ı v e ilmin m u t a s ı
hakikat olarak kabul edilir. N a s v e nakil ise s a r a h a t b u
l u n m a y a n m e s e l e l e r d e b u n a g ö r e te'vil o l u n u p y e n i d e n
mânâlandırılır. F a k a t karşılaştığımız n a s s ' m İslâmî t e -
Hülâsa edelim:
Bu çok m ü h i m mes'elemiz, b u g ü n birbiriyle m ü c a
dele h a l i n d e b u l u n a n ilim ile dinî ve d i n ile akılı barıştır
mak ve bunları hayat yolunda omuz omuza yürütmek
tir.
Bu h u s u s t a , bir teklif olarak, dini n a s v e n a k i l d e n
a y ı r m a k ve Uim ile m u a r a z a y a g i r e n n a s s ı ve nakli din
d e n çıkarıp dini b i r g ö n ü l hayatı haline k o y m a k fikriyle
karşılaştık. Biz b u fikri reddettik. Ve, n a s s v e nakilden
s o y u l m u ş b i r din t a s a v v u r etmek, din fikrini k ö k ü n d e n
devirmektir, dedik. B u n u n l a b e r a b e r , ilim ve akıl ile t e
aruz eden nass'lar üzerinde d e ehemmiyetle düşünmek
lâzım o l d u ğ u n u kabul ettik. Bu n o k t a d a İslâm'ın kabul
ettiği iki m ü h i m esası ele aldık. Bu e s a s l a r a g ö r e , t e a r u z
h a l i n d e bakarız: E ğ e r n a s sarih, m â n a s ı ve delâleti kat'i
ise, n a s s ı alırız. E ğ e r n a s s t a m ü b h e m l i k ve m â n a s ı n d a
t e r e d d ü t edersek, b u t a k d i r d e ilmin mu'tasını kabul
e d e r ve n a s s a , muvazi ş e k ü d e te'vil ederiz. Dinin ameli
mes'eleleri b u e s a s t a n h a r e k e t edilerek yeni b i r içtihat
n i z a m ı n a tabi t u t u l u n c a , kanaatimizce, ilim ve din m ü -
cadeleleri o r t a d a n kalkar v e b u iki disiplin h a y a t için
birbirini t a m a m l a y ı c ı b i r şekil alır.
Şu h a l d e din ilimden k o r k u p sığınacak ayrı b i r s a h a
a r a m a m a h d ı r . Bilâkis, evvelâ, kendi b ü n y e s i n i tasfiye
etmeli ve yeni içtihatlarla b e z e n e r e k ilme yaklaşmalıdır.
Saniyen d e , ilmin zayıf ve kifayetsiz taraflarını keşfet-
meli ve b u n l a r ı t a m a m l a y ı c ı b i r disiplin haline gelmeli;
h ü l â s a din i n s a n zekâsının k u d r e t derecesini ve ilmin
h u d u d u n u t â y i n v e t e s b i t e çalışmalıdır.
(141) Ebu Ali Hüseyin bin abdullah İbn-i Sinâ:Şarl(ta şeyh reisi ve Av
rupalılarca hekimlerin prensi adı verilen İbn-i Sina, İslâm dünyasının, fİkİr ve fel
sefe tarihinin en büyük simalarından biridir (980-1037).
(142) Kâzı Ebû Elvelid Muhammed bin Ahmed ibn-İ Rüşd: Düşünen insan
lığın en büyük simalarından bir diğeri ve İslâm medeniyetinin medarı iftiharıdır.
Hicretin 514 yani miladın 12. asrı başlarında Kurtuba'da doğmuştur. İbn-i
Rüşd'ün fikir ve felsefesi Hrıstiyanlan delâlete düşürdüğü iddiasıyle gerek Paris
Üniversitesi'nce ve gerek Papalıkça afaroz edilmiş ve eserlen üzerine yasak
konulmuştur. (1198). Buna rağmen bu büyük fıkır adamının eserlen elden ele
dolaşmış ve yakalananlar cezalandırılmıştır.
(]44} Rationalisme - Vahyi inicâr edereii herşeyi sırf akıl ile idrak ve izah et
mek isteyen ve akıl ile idrak edilemiyen şeylerin var olabileceğini kabul etmeyen
felsefi mezheptir.
aynı z a m a n d a v e aynı b i r şahısta y a n y a n a yaşayabiUr-
di. Nitekim i n s a n l a r ı n b i r ç o ğ u n d a y a ş a m ı ş v e y a ş a
maktadır. F a k a t m o d e r n ilim d a h a d o ğ u ş u n d a k e m i y e
ti keyfiyete, m a d d e y i r u h v e m â n a y a t e r c i h e d e r b i r gi
diş almış, insanı bırakıp eşyaya, cansız v e ş u u r s u z m a d
d e y e yönelmişti. İlim b u yolda ilerledikçe v e cansız
m a d d e s a h a s ı n d a h a r i k a l a r yarattıkça, y a v a ş y a v a ş
m a d d e c i pozitivizmin'"^' h ü k m ü altına girmiştir.
Maddeci pozitivizm:
Bu doktrinin n a z a r ı n d a ise, yaratıcı b i r k u d r e t kay
n a ğ ı akidesi t a m a m i y l e b i r h a y a l m a h s û l ü d ü r v e t a r i h e
karışmış b i r faraziyedir. H a y a t ve k â i n a t s â d e m a d d e
d e n v e b u n u v ü c u d a g e t i r e n m o l e k ü l l e r d e n ibarettir.
M a d d e b i r takım m e k a n i k v e zaruri k a n u n l a r l a k e n d i
kendini v a r etmiş v e aynı k a n u n l a r vasıtasıyle, kendi
kendini i d a r e etmektedir. Hepimiz ezeli v e c i h a n ş ü m u l
b i r m a d d e n i n b i r e r p a r ç a s ı h a l i n d e tecelliyiz, ve h e p i
miz t o p r a k t a n v a r olduk, y a r ı n d a t o z t o p r a k olup g i d e
ceğiz. Bu h a y a t ı n ö t e s i n d e b a ş k a b i r h a y a t b e k l e m e k
b o ş t u r . Ç ü n k ü b u , m ü ş a h e d e v e t e c r ü b e ile sabit o l m u ş
bir şey değildir. R u h v e b ü t ü n r u h i melekelerimiz fizik
varhğımızı teşkil e d e n o r g a n i z m a n ı n b i r e r nevi fonksi
y o n u d u r . K a r a c i ğ e r i n safra ifraz ettiği gibi beyin d e fi
kir v e his ifraz eder. Ruhi melekelerimize b u n d a n b a ş
ka b i r m a n a v e r m e k manasızlıktır. İşte, b u g ü n İhm n a
m ı n a ileri sürülen m a d d e c i fikirlerin h ü l â s a s ı .
İlmin Zaferi:
A ş i k â r ki, ihm ve o n u n m a d d e y e tatbik şekh d e m e k
olan teknoloji cansız m a d d e (=Matiere inerte) s a h a s ı n
d a b ü y ü k zaferler k a z a n d ı ; Bu z a f e r l e r d e n b u g ü n ü n
m u a z z a m m a k i n e d ü n y a s ı d o ğ d u v e i n s a n l a r yeryüzü
n e h a k i m oldu. Z a m a n ı m ı z ı n ileri m e m l e k e t l e r i n d e in
sanlar, eski devirlerin zor ve z a h m e t h h a y a t ı n d a n k u r
t u l m u ş b u l u n u y o r B u g ü n artık s o ğ u k t a n , sıcaktan, fır
t ı n a d a n , ' y a ğ m u r ve k a r d a n , k a r a n h k t a n k o r k m u y o r u z .
B ü t ü n b u âfetlere karşı b u g ü n elimizde k o r u n m a
imkânları v a r B u g ü n u z u n kış geceleri ışıklar içinde
geçiyor
B u g ü n m e s a f e a d e t a o r t a d a n kalkmış ve milletler
b i r b i r i n e y a k l a ş m ı ş t ı r Bilgi u m u m i l e ş m i ş , eski İmtiyaz
ların ve eski m ü s a v a t s ı z h k l a r m yerini hak ve k a n u n al-
mıştır. Eskiden köyleri ve şehirleri s ö n d ü r e n salgın
h a s t a h k i a r ı n ilâcı b u l u n m u ş , i n s a n l a r b i r ç o k âfet ve fe
lâketlere karşı e m n i y e t kazanmıştır.
F a k a t fizik ve teknik s a h a d a elde e d ü e n b ü y ü k t e r a k
kilere r a ğ m e n , m a n e v i y a t s a h a s ı n d a , ahlâk ve seciye
b a k ı m ı n d a n m a a l e s e f h e m e n h e m e n hiç i l e r l e n m e m i ş -
tir. H a t t â b u s a h a d a b u g ü n k ü i n s a n l a r d ü n k ü n e n a z a
r a n belki d a h a geridir. M a n e v i faydalarını ve iç h u z u r u
n u m a d d i s e r v e t e ve lükse feda e d e n b u g ü n ü n insanı,
b i n b i r çeşit b u h r a n i ç i n d e h u z u r ve r a h a t s u s u z l u ğ u
çekmektedir.
Gerçi m o d e r n ilmin ve teknolojinin s a y e s i n d e b u g ü
n ü n g e r i m e m l e k e t l e r i n d e bile servet ve m a d d i k o n f o r
aklı h a y r e t e d ü ş ü r e c e k şekilde çoğalmıştır. D ü n ü n bir-
iki milyonerli Türkiyesi y e r i n d e b u g ü n m i l y o n e r l e r i
â d e t a s a y ı l a m a y a c a k k a d a r ç o ğ a l a n bir Türkiye var. Fa
kat dikkat edilirse, b u s e r v e t m u a y y e n k a n a l l a r d a n m u
a y y e n kuytulara akmış ve m a h d u t ellerde t o p l a n m ı ş t ı r .
B u g ü n m ü s a v a t ve v a t a n d a ş h k , y ü r e k l e r d e n ziyade
m e y d a n n u t u k l a r ı n d a y e r almaktadır. B u g ü n b ü y ü k ş e
hirlerin serveti, lüksü v e g ü n d ü z geceleri içinde k a r a n
lıkta y a ş a y a n aileler, h a s t a h a n e k a p ı l a r ı n d a s ü r ü n e n
hastalar, açlıktan helak o l a n b i ç a r e l e r var. Büyük ş e h i r
lerin işçi mahalleleri v e s a n a y i kartiyeleri fizik ve ahlâ
ki sefaletin yuvası h a l i n d e d i r . B u g ü n k u m a r , fuhuş, al
kol suıstimali ve h e r çeşit s e f a h a t hayatı köylere v a r ı n
caya k a d a r zehirini saçıyor, h a y a t kaynaklarını k u r u t u p
nesillerin enerjisini tüketiyor. Ümitsizlik h e r g ü n inti
h a r şeklinde sayısız k u r b a n l a r veriyor. Ö b ü r tarafta d a
i m a ç o k satıp çok k a z a n m a k t a n b a ş k a bir e m e l b e s l e
m e y e n g a z e t e ve m e c m u a l a r ı n etrafa yaydığı g a y e t k ö
t ü b i r p r o p a g a n d a ve ş e h v e t edebiyatı d i m a ğ l a r ı u y u ş
t u r u p ruhları ö l d ü r ü y o r . G a z e t e c i y a y g a r a s ı n ı n ve g a
zete edebiyatının, b i l h a s s a Türkiyemiz gibi g e r i kalmış
m e m l e k e t l e r d e yaptığı fenalıkları aklıbaşında olan h e r
kes g ö r ü y o r ve biliyor. M a d d e c i pozitivizmin b a ş p r o -
p a g a n d a c i s i o l a n b i r kısım gazetelerin nesilleri, nasıl
zehirlediği ve nasıl b i r fesat k a y n a ğ ı o l d u ğ u m a l û m d u r .
Asrımızdaki m a k i n e m e d e n i y e t i n i n , m u h a k k a k ki iyi ve
ü s t ü n tarafları v a r . B u g ü n i n s a n h k t a b i a t ı n esiri o l m a k
t a n k u r t u l m u ş ve â d e t a , t a b i a t a h â k i m o l m u ş t u r Fakat,
b u m e d e n i y e t i n sefalet ve ıztırap d o ğ u r a n ve i n s a n ı
i n s a n l ı ğ ı n d a n uzaklaştırıp sukut ettiren tarafları d a v a r
Halbuki diyoruz, ilim yalnız m a d d e y e ve m a d d î y e kıy
m e t v e r m e y i p d e i n s a n a ve i n s a n l ı ğ a d a y ö n e l m i ş ol
saydı, b u g ü n ü n t o p a l m e d e n i y e t i y e r i n d e , m a d d i y a t ı
k a d a r m a n e v i y a t ı d a ilerlemiş v e m u v a z e n e l i b i r m e d e
niyet d o ğ a r d ı . . .
Hastahğm sebebi:
Bu s e b e b i o n altıncı asırda, yani m u a s ı r m e d e n i y e t i n
m e n ş e l e r i n d e , atılan y a n h ş bir a d ı m d a a r a m a h d ı r . Bu
yanlış a d ı m , t e k r a r edelim ki, keyfiyeti k e m i y e t e , r u h u
m a d d e y e feda etmektir. M o d e r n m e d e n i y e t , m a d d i ve
ruhi, iki c e p h e s i o l a n h a y a t realitesini yalnız b i r c e p h e
s i n d e n g ö r ü p aldı; yalnız m a d d e y e e h e m m i y e t verdi ve
b u suretle m a d d e c i pozitivizme s a p l a n d ı . A ş i k â r ki, in
s a n yalnız m a d d e v e cisim değil, h e m d e r u h v e ş u u r
dur. İşte m o d e r n m e d e n i y e t b u hakikati i h m a l etti ve in
sanı bırakıp, yalnız m a d d e y i ö ğ r e n m e y e çalıştı. Yeryü
z ü n d e ve göklerin n a m ü t e n a h i l i k l e r i n d e k i h e r şeyi bil
m e k istedi. B u n d a n yalnız hayatı ve i n s a n g ö n l ü n ü is
tisna etti. Hülâsa, m o d e r n m e d e n i y e t , h e r ş e y d e n evvel
"kendini bil" hakikatini u n u t t u .
R ö n e s a n s ile d o ğ a n m o d e r n ilim, tetkiklerine yalnız
m a d d e d ü n y a s ı n ı m e v z u aldı ve b u d ü n y a n ı n nimetleri
ni elde e t m e y e yöneldi. Tekâmül e d e n t e k n i k i n s a n l a r a
servet, k o n f o r ve h e r t ü r l ü y a ş a m a kolaylıkları getirdi.
Fakat b u a r a d a insanı, i n s a n r u h u n u ve r u h i t e m a y ü l l e
rini ihmal etti. M o d e r n i n s a n kendini ö ğ r e n m e d e n
m a d d e y i ö ğ r e n d i ve m a d d e ilimlerini h a y a t ilimlerine
tercih etti. Halbuki, h a y a t ilimleri i n s a n için m a d d e
ilimlerinden h e m d a h a m ü h i m , h e m d e d a h a g e r i idi.
Böylece İnsari; k e n d i eliyle, s a d e c e m a d d i terakkilere
y a r a y a n bir d ü n y a yarattı. Fakat kendisi, yarattığı b u
d ü n y a içinde, y a b a n c ı kaldı. B u g ü n i n s a n l a r ı n birbiriy
le m ü n a s e b e t l e r i , g e ç i m ş a r t ve şekilleri, h ü k ü m e t ve
i d a r e usulleri a s ı r l a r c a evvelkinden ç o k farklı d e ğ i l d i r
B u g ü n k ü h ü k ü m e t ve idarecilerde, adı ve sıfatı n e olur
sa olsun, h â l â Makyavel p r e n s i p l e r i hakimdir. B u g ü n
G a r b ı n en ileri m ü l e t l e r i n d e bile, ö r n e k hukuk, hâlâ es
ki R o m a H u k u k u d u r . Eski devirlerin i n s a n e s a r e t i n d e n
k u r t u l a n ferdi, b u g ü n k e n d i yarattığı m a k i n e n i n e s a r e
tine girmiştir. D i ğ e r taraftan r e s m i m a k a m l a r a v a r ı n c a
ya k a d a r yalancüık ve s a h t e k â r h k ıstırap v e r e c e k h a d d e
çıkmıştır.
B u n u n l a b e r a b e r i n s a n h a y a t ı n ı düzeltebilir v e c e m i
yet işlerini t a n z i m edip insanlığı ı s t ı r a p t a n k u r t a r a b i l i
riz. M a d d e y e tatbik ettiğimiz zekâmızı h a y a t a , r u h a ve
m a n e v i y a t a d a tatbik e d e r s e k , m a d d e d ü n y a s ı n d a m u
vaffak o l d u ğ u m u z gibi r u h ve m â n a d ü n y a s ı n d a d a m u
vaffak olabiliriz. Ve olmalıyız; gelecek nesiller bize ve
b i z d e n evvelkilere belki de şaşacaklardır. Ellerimizde
g e n i ş i m k â n l a r v a r k e n , m a d d e y e ve gayrı uzviye, israf
e d e r c e s m e t a t b i k ettiğimiz zekâmızı kendi h a y a t ı m ı z a
n i z a m v e r m e k için kullanamayışımıza acıyacaktır.
Kurtulmanın çareleri;
Bu vaziyetten nasıl k u r t u l m a l ı d ı r ? B u n d a n kurtul
m a k için ilk ve s o n ç a r e , m a d d e c i pozitivizmin yıkıcı t e
siri ile b i r b i r i n e d ü ş m a n olan iki kuvveti, mazi ile istik
bali, ilim ile m a n e v i y a t ı b a r ı ş t ı r ı p uzlaştırmaktır. B u g ü n
efkâr m a z i ile istikbal, ilim ile din a r a s ı n d a m ü t e r e d d i t
tir. İ n s a n l a r d a n bir kısmı kaybettiği Allah'ı a r a m a k t a ,
bir kısmı d a o n u n l a a ç ı k t a n m ü c a d e l e y e g i r m i ş b u l u n
m a k t a d ı r . B u g ü n h e m e n h e r m e m l e k e t t e halk kitleleri
b u iki k u t u p a r a s ı n d a b o c a l a m a k t a d ı r . B u n u n zararlı
neticeleri ferd h a y a t m d a , ailede, m e k t e p t e ve cemiyet
t e g ö r ü l m e k t e d i r . Bu neticeler, hususiyle, taklitçi m e m
leketlerde çok ü r k ü t ü c ü b i r m a n z a r a arzetmektedir.
M a z i ile istikbalin, ilim ü e din v e m a n e v i y a t ı n b a r ı ş ı p
uzlaşması İse f e r d d e ve cemiyette b i r m u v a z e n e y a r a t a
cak ve h a y a t a b i r istikamet verecektir.
Kabul e t m e k lâzımdır ki, b u g ü n ş a r k t a v e g a r p t a e s
ki devirlerin din ve m a n e v i y a t kuvveti m e v c u t değildir.
F a k a t m o d e r n i h m v e m e d e n i y e t d e eski i m a n ı n b o ş ka
lan yerini d o l d u r a m a m ı ş , i n s a n hayatını din v e m a n e v i
yat t e r b i y e s i n d e n m ü s t a ğ n i kılamamıştır. Kılamaz ç ü n
kü i n s a n m ü c e r r e t iyiliğe ve yüksek b i r a d a l e t e i n a n m a
ğ a ve fizik âlemlerin ü s t ü n d e y ü k s e k b i r ideale b a ğ l a n
m a y a m u h t a ç t ı r . Bu insanı ve b u ideali ise i n s a n b u g ü n
a n c a k m a n e v i y a t t e r b i y e s i n d e bulabilmektedir. Din ise,
m u h a k k a k ki, b u t e r b i y e n i n e n m ü k e m m e l mektebidir.
B i n a e n a l e y h memleketin, h a t t â insanlığın, h a y r ı ve s e
lâmeti dinin ve dini m ü e s s e s e l e r i n yıkılıp yok olmasın
da değildir; bilâkis kemale erip y a ş a m a s ı n d a ve e n yük
sek i n s a n zekâsının bile a n l a m a ihtiyacına c e v a p v e r i r
bir m e r t e b e y e çıkmasındadır. B a ş k a b i r ifade ile, i n s a n
hğın selâmeti, m a d d e c i ve inkarcı pozitivizmin " E ğ e r
Tanrı v a r ise, o n u yok etmelidir" f o r m ü l ü n d e değil, fa
kat " E ğ e r Tanrı yok ise, o n u v a r etmeli" ha.kikatindedir.
Ç ü n k ü t e c r ü b e l e r g ö s t e r i y o r ki, i m a n s ı z h a y a t insanla
rı m e s ' u t etmiyor. Allahsız m e m l e k e t l e r ş e y t a n l a r ı n is
tilâsına u ğ r u y o r . İnançsız insanlar, k u d u r m u ş kurtlar
gibi birbirleriyle b o ğ u ş u y o r Âlemlerin nizamı, t a b i a t
ü s t ü ve lâ m a d d i bir AUah idealindedir. Bu i d e a l d e n
m a h r u m olan memleketler, a n a r ş i y e ve r u h sefaletine
düşmeye mahkûmdur.
MÜSLÜMANLIKTA
REFORM LÂZIM MIDIR?**'
(*) Bu yazı Türk Düşüncesi Mecmuası tarafından yapılan bir ankete cevap
olarak aynı mecmuada çıkmıştır. Türk Düşüncesi: Nisan 1959 sayısı). Yazı, hlâm
mecmuası tarafından iktibas edilerek tekrar neşredilmiştir.
İslâmiyet g e r e k akideleri ve g e r e k ameli h ü k ü m l e r i y
le P e y g a m b e r t a r a f m d a n nasıl tâlim edildi ve gösteril
diyse, hiç b i r şekil d e ğ i ş t i r m e d e n , o n d ö r t a s r a yakın
bir z a m a n d a n b e r i d e v a m edip gelmektedir. İslâmiyetin
n e itikadiyatında, n e d e a m e l i y a t ı n d a " d e f o r m e " o l m u ş
b i r cihet y o k t u r ki " r e f o r m e " olması b a h i s m e v z u u ola
bilsin.
BiUndiği gibi İslâmiyetin a n a kaynakları Kur'ân-ı
Kerim ile P e y g a m b e r i n s ü n n e t i , y â n i gittiği yoldur.
K u r ' â n - ı Kerim b ü t ü n d ü n y a d a m e v c u t m u k a d d e s ki
t a p l a r a r a s ı n d a , o l d u ğ u gibi m u h a f a z a edilebilen y e g a
n e m u k a d d e s kitaptır. Kur'an âyet â y e t nazil olmuş ve
h e r nüzul e d e n a y e t P e y g a m b e r t a r a f ı n d a n e s h a b ve
c e m a a t i n e d e r h a l tebliğ edilerek ezberletilmiştir ve
Kur'an k â t i p l e r i n e yazdırılmıştır. Kur'an, P e y g a m b e r i n
d e v r i n d e b ü t ü n yakınlarının e z b e r i n d e y d i ve Kur'an
hafızlarının b a ş ı n d a Râşidin Mahfelerinin ü ç ü n c ü s ü
Hazret-i O s m a n gelmekteydi. B e n a e n a l e y h Kur'an'ın
yazılması, İncil gibi nakil ve rivayet ş e k h n d e değildir;
h e r k e s i n e z b e r i n d e , o l a n âyetlerin b i r a r a y a t o p l a n m a
s ı n d a n i b a r e t t i r K u r ' a n ' ı n o n d ö r t a s ı r d a n b e r i hiç b i r
âyeti n e i n k â r a u ğ r a m ı ş , n e de ü z e r i n d e ihtilaf edilmiş
tir. Hazret-i P e y g a m b e r i n tebliğ ettiği gibi m u h a f a z a
e d i l m i ş t i r Yalnız bazı kelimelerin o k u n m a s ı n d a ihtilaf
edilmiştir ki, b u d a "Kıraat-i s e b ' a " adiyle ayrı bir ihti
s a s m e v z u u teşkil etmiştir.
KANUN TEKLİFLERİ
1
YÜKSEK İSLÂM ENSTİTÜSÜNE AİT
TEŞKİLÂT PROJESİ
Enstitünün gayesi:
Bizce, Yüksek İslâm Enstitüsünün, biri ideal, diğeri praük
başlıca iki gayesi vardır. İlişik ders cedvelleri ve bu teşkilat pro
jesi bu iki gaye gözününde tutularak hazırlanmıştır.
A) î d e a l g a y e :
İslâm dininin Kur'an ve Hadis'ten ibaret olan ana kaynakları
nı gerek (rivayet) ve gerek bilhassa doğrudan, (dirayet) metodu
ile anlayıp izah etmeye; "Ehl-i Sünnet" yolundan aynlmaksızm,
bu iki kaynaktan zamanın ihtiyacına göre re'sen hüküm çıkar
maya muktedir yüksek ehliyet, dini terbiye ve seciye sahibi âlim
ler yetişmesine imkân hazırlamaktır.
Türkiyemiz, hattâ bütün İslâm Dünyası, bu vasıfta din âlimle
rine çoktan beri şiddetle ihtiyaç duymaktadır. Milâdm sekizinci
asrından ondördüncü asrına kadar altıyüz sene dünyanın şark
ve garp ülkelerine, hemen her sahada, marifet ve medeniyet ru
hu saçmış olan yüksek İslâm varlığının gittikçe fakirleşip gerile
mesinin ve müslüman milletlerin bugünkü perişan hale düşme
sinin başlıca sebebi arzedilen iktidar ve ehliyette din adamların
dan mahrum kalmış bulunmasıdır.
— D IN ve L A İ KLİK —
1- Î m a m - H a t i p O k u l l a r ı n d a v e d i ğ e r o k u l l a n n
d i n d e r s l e r i n d e h o c a ihtiyacı:
Bu ihtiyacı İstanbul İmam-Hatip Okulu'na yaptığım ziyarette
daha iyi gördüm. Bu okulun dörtyüz kadar mevcudu arasında
Arapça bir metni düriistçe okuyup tercüme edecek yalnız birkaç
öğrenci çıktı. Yüksek İslâm Enstitüsü'nün bu sene imtihanla alı
nan yetmiş kadar talebesi arasmda aynı iktidarda üç-beş kişi bu
lunduğunu gördüm. Dini bir müessesede seneler süren bir tah
silden sonra bu netice hazin bir muvaffakıyetsizliktir.
Katolik dünyası için Lâtince ne ise Müslüman dünyası için de
Arapça odur, yani mabed lisanıdır. İleride mabed hadimi olacak
gençler bu dili bilmezlerse, dini vazifelerini ifa edemezler ve
İmam-Hatip okulları eski medreselerin daha zararlı bir tekrarın
dan ibaret kalır.
Bu netice gösteriyor ki, İmam-Hatip okullarında Arapça ve
buna kıyasen diğer meslek öğretimi hem ehliyetli ellerde değil
dir hem de takip edilen öğretim metodu bozuktur.
Kabul edelim ki Arapça, Lâtince gibi öğrenilmesi güç lisan
lardandır. Eski medreselerde talebe senelerce Arapça okur, yine
de lâyıkı ile öğrenemezdi. Fakat bu güçlük geniş bir ölçüde takip
edilen öğretim metodunun bozukluğundan ileri gelmektedir.
Bunun delili, bugün Paris'teki Şark Lisanları Mektebi'nde bir
grup teşkil eden Arapça ve Türkçe üç senede öğretilmektedir.
Bu mektepten mezun olan talebe edebi Arapçayı okuyup anla
maktadır. Şu halde mes'ele, hocada ve takip edilecek metodda-
dır. İşte İslâm Enstitüsünün ilk pratik gayesi aradığımız bu hoca
yı yetiştirmektir.
Buna bağlı olarak enstitünün pratik bir gayesi de, okullarda
ki din derslerinin hoca ihtiyacını karşılamaktır. Mekteplerdeki
din dersleri ancak bir hususi formasyon ile yetişmiş hocalar ta
rafından okutulursa faydalı olur. Aksi halde ve bugünkü şeldin-
de devam ederse, bu esaslar faydasız hattâ zararlıdır. Çünkü din
dersleri dini bilgi dersleri olduğu kadar, dini telkin ve terbiye
dersidir. Bu ise ancak inanan ve din ile amel eden kimseler tara
fından yapılabilir.
Enstitüden mezun olan talebeden, derecelerine göre, bazıla
rı İmam-Hatip okullarına, bazüan da mekteplerdeki din dersleri
hocalığına tayin edilir, aynı bir hoca beş, altı mektebin muhtelif
gün ve saatlerindeki din derslerin! okutur. Zaman zaman Öğren
cilerini toplayıp camiye götürür ve orada dini farizaların nasıl ifa
edildiğini bilfiil gösterir. Bu işi garp memleketlerinde kısmen ai
le büyükleri, kısmen de rahipler yapar.
3- E n s t i t ü y ü g a y e s i n e u l a ş t ı r a c a k a s i s t a n ,
d o ç e n t ve p r o f e s ö r i h t i y a c ı :
Enstitünün son bir pratik gayesi de bu ihtiyacı karşılamaktır.
Bugün ne kadar çalışılsa enstitüye arzu edilen kalitede öğretim
kadrosu temin edilemez. Enstitü muhtaç olduğu elemanları ken
disi yetiştirecektir. Nitekim üniversitelerimizde böyle olmuştur.
Fakat enstitünün şimdiden buna göre teşkilâtlanması yarınki
hoca kadrosunu bugünden hazırlamaya başlaması lâzımdır.
S o n iki sınıfın i k i ş e r d e v r e l i i h t i s a s ş u b e l e r i ş u n l a r d ı r :
Enstitüde ç a l ı ş m a ve a r a ş t ı r m a l a r :
Bu araştırma ve çalışmalar:
a) günlük dersler,
bl mütalâalar,
c) toplu müzakereler,
d) konferanslar,
e) seminerler,
fl mezuniyet tezi safhalarına ayrılır.
Günlük dersler:
Mütalâalar:
Toplu müzakereler:
Hocalardan biri, her gün, öğleden sonra tesbit edilecek saat
te talebe ile başbaşa vererek müzakere yapar. Bu müzakerelerde,
icabına göre, kâh yazılı vazifeler okunur ve bunlar üzerinde tale
beye tenkid ve münakaşa yaptırıhr, kâh derste geçen bazı mev
zu ve bahisler üzerinde durulur, kâh talebeden bazıları muayyen
bir mevzu üzerinde konuşturulur.
Seminerler:
İhtisas şubelerinde talebeye müzakere yerine seminer yaptı
rılır. Şubelerin her hocası haftada en az bir seminer tertib eder.
Her sömestr içinde ele alınacak seminer mevzuları hocalar tara
fından sömestr başında tesbit olunarak talebeye bildirilir. Semi
nerlerde ele alınan mevzular tenkidli ve münakaşalı bir surette
derinliğine incelenir.
M e z u n i y e t tezi:
Umumi imtihanlar:
Enstitüde imtihanlar yazılı ve sözlü olmak üzere iki şekilde
yapılır.
Yazılı i m t i h a n l a r :
a) M ü ş t e r e k s ı n ı f l a r d a ;
Müşterek sınıflarda yazılı imtihan İki dersten yapılır. Bunlar
dan birisi ders senesinin ilk ayı içinde meslek derslerinden biri
Enstitü Meclisi tarafından birinci yazılı imtihan dersi olarak tes
pit edilir ve idarece talebeye bildirilir.
İkinci yazılı imtihan dersi ders kesiminden bir hafta evvel sı
nıfın bütün dersleri arasında telebe önünde kur' a ile çeküir.
b) i h t i s a s ş u b e l e r i n d e ;
Talebeye Kur'an veya Hadisten yahut Arapça muteber bir
eserden bir parça yazdırılır ve bunun evvela tercümesi, sonra da
izah ve münakaşası istenilir.
Yazıh imtihan kağıtları dersin hocasından başka ders ile alâ
kalı diğer bir hoca tarafından okunur. Her ikisinin takdir ettikle
ri notların ortalaması alınır. İki hoca arasında ihtilaf halinde der
sin hocasının verdiği nota itibar olunur. Yazılı imtihanlarda ta
lebede aydın bir anlayış, muhakeme ve münakaşa ediş melekesi
aranır. Gerek müşterek sınıflan ve gerek ihtisas şubelerinde söz
lü imtiharilara kabul olunmak için yazılı imtihanlarda her ders
ten en az beş not almış olmak şarttır.
Sözlü imtihanlar:
Yazüılardan sonra başlanacak sözlü imtihanlar en çok birer
gün fasüa ile yapılır. Sözlü imtihanlarda mümeyyiz ve müfettiş
bulundurulabilir. Sözlü imtihanlarda talebenin selis Türkçe ifa
desine serbest ve kolay konuşma kabiliyetine dikkat edilir.
Yazüı ve sözlü imtihanlarda tam not (on)dur. Müşterek sınıf
larda, sınıf ve ihtisas şubelerinde devre geçmek için yazılı ve söz-
İÜ İmtihanlardan kazanılan notların (7) ortalamayı tutması şart
tır. Ortalama hesabına (5) den aşağı notlar girmez.
İkmal imtihanları:
Bu imtihanlar ders başlamına tekaddüm eden on beş gün
içinde ve yukarıda gösterilen usul üzere yapılır. Yalnız ikinci ya
zılı imtihan dersi idarece tesbit olunur. Bir hafta evvel talebeye
bildirilir.
Üst üste iki sene sınıfta kalan veya devre geçemeyen talebe
nin kaydı silinir.
M e t o t ve h o c a m e s e l e s i :
Enstitünün en büyük mes'elesine geliyoruz.
a) M e t o t ;
Bir tahsil müessesesinde metodun bizzat ilim kadar mühim
olduğu malûmdur. Bugün şark ile garbı ayıran ne zekâ ve kabi
liyettir ne de çalışkanlık, fakat metoddur. Yukarda arzedildiği gi
bi Paris Şark Lisanları Mektebinde üç senede öğretilen Arapça
bizim eski medreselerde onbeş senede Öğretilemiyordu. Bu fark
bir kelime ile metot farkıdır.
Yalnız bu noktada çok iyi anlaşmak lâzımdır.
Din ilimleri İle müsbet hattâ sosyal ve moral ilimlerde metot
aynı değildir ve olmaz. Müsbet ilimlerde sahasına göre "inducti
on" yolu ile tecrübe, müşahade ve mukayese metotları tatbik
edildiği halde din ilimlerinde bu yoldan gitmeye ve bu metotla
rın hepsini tatbik etmeye imkân yoktur. Çünkü müsbet ilimler
"Ratİonel", din ilimleri "dogmatique" dir. Müsbet ilimlerde zekâ
tamamiyle serbest ve rasyonel bir sahada hareket ettiği halde
din ilimlerinde önceden hakikat kabul edilen dogmatik mebde-
lerden hareket etmek zorundadır. Bilindiği gibi her dinin kendi
sine has dogmatik mebdeleri yani vahye müstenit nassları var
dır. İslâmın nassları "Kur'an" ve "Hadis"dir. Din adamı bu nass
ları tereddütsüz ve münakaşasızca bir üstün hakikat kabul etme
ye, dini ahkâmı bu nasslara istinat ettirmeye mecburdur. Böyle
kabul etmez de nasslar üzerinde tereddüt gösterir ve münakaşa
ederse, din adamı olmaktan çıkar ve filozoflar zümresine girer.
Din adamı ile filozof arasında bu fark vardır. Bir filozof hususiy
le bir metafizikçi de din adamı gibi evveli illetler ve hakikatler
üzerinde durur ve düşünür. Metafiziğin mevzu ve mes'eleleri de
din gibi evveli illet ve hakikatlerdir. Ancak filozof bu sahada ken
disini tamamiyle serbest gördüğü haide dîn adamı bu serbestli
ğe malik değildir. Din adamı (âmentü) umdelerini birer evveli
hakikat ve birer "donnees immediotes" kabul etmek zorundadır.
Bu durum din adamı için zannedilebileceğİ gibi bir noksan
değil bilakis kemaldir. Çünkü insan aklı ve zekâsı varlığı gibi aciz
ve fanidir ve insanın üstünde yaşadığı toprak parçası gibi mah-
dudtur. Aklın idrak sahası maddi ve mahsûs alemdir. Fakat dü
şünen insan içinin derinliklerinden gelen bir hisle büyüyor, ki
maddi ve mahsûsun dışında namütenahi bir saha kaplayan la
maddi ve gayr-İ mahsus bir âlem var. Bu âlemi akıl ile idrak et
mek mümkün değildir. Din adamı bu alemin hakikatlerinin akıl
ile değil "nakil" ve "vahiy'le bilineceğine inanmakta ve bu nok
tada filozoftan ayrılıp ''atheisme'"den uzaklaşmaktadır. Din ada
mının filozofa üstünlüğünde bu noktada olduğunu ve vaziyet te
min etmektedir. Bir Aristo, insanhk tarihinin benzerini kaydet
mediği harikulade bir zekâya ve mucizevî bir ihataya malikti.
Hazret-i Muhammed ise ümmi bir insandı. Fakat ondört asırdan
beri milyarlarca insan Hazret-i Muhammed'e tabi yaşamış, Aris
to ise çok mahdut bir zümre tarafından tanınmıştır.
Hülâsa metot bahsinde din ilimleri ile müsbet ilimler birbi
rinden esaslı bir surette ayrılır. Berikilerin "induction" usulüne
mukabil din üimleri "deduction" usûlü kullanır ve bunu "Exege-
tisme" yani tahlil ve tefsir metodu ile ikmal eder.
Bu noktada da iyi anlaşmak lâzımdın Din ilimleri "deduction"
tatbik eder demek, müsbet ilimlerin müşahede ve mukayese
metotlarına arka çevirir demek değildir. BUakis din ilimlerinde
aydın mânası ile "Exegetisme" müsbet ilimlerdeki müşahede ve
mukayeseden başka bir şey değüdir. Yetişkin bir din adamı nass-
1ar üzerinde yaptığı tahlil ve tefsirleri zamanın ihtiyacını ve dur
madan tekamül eden hayat ve münasebetleri dikkatle müşahede
ve mukayeseden geçirmek suretiyle hakikatleştirecektir.
Yukanda mütalâa üzerinde mutabık isek enstitünün meslek
derslerinde takib edümesi gereken metot kendiliğinden ortaya
çıkmış olur. Bu metot müşahede ve mukayese ile takviye edilmiş
ve hakikatleştirilmiş "tahlil" ve "tefsir" usulüdür. Vaktiyle Ebu
Hanife gibi büyük müçtehitlerin usulü de bu idi. (Ezmanın tegay-
yürü ile ahkâm tebeddül eder) kaidesi bu usul ile ortaya konul
muştur. İmam-ı Azam mezhebindeki "Rey" ve "Kıyas" bahsetti
ğimiz müşahede ve mukayese metodu ile takviye edilmiş bir
"Exegetisme"den başka bir şey değildir. Enstitü programına ba
zı kültür dersleri bu metodun iyi anlaşılıp tatbik edilmesine im
kân vermek için konulmuştur.
b) Hoca meselesi:
metot hakikate varmak için bir yol ve vasıtadır. Asıl mes'ele
bu vasıtayı kullanacak olan hocalardadır. Hoca mes'elesinin en
hayırlı bir şekilde hallini bizzat enstitüden beklemek lâzımdır.
Fakat bugün için ne yapmalıdır? Bizde hali hazırda İslâmm yük-
sek ilimlerini hakkıyle okutacak ancak bir iki zat vardır. Bunlar
da hayli yaşlı insanlardır.
Bu vaziyette muhtaç olduğumuz öğretim elemanlarını vaktiy
le üniversitenin kuruluşunda yapıldığı gibi dışarıdan tedarik et
meye mecburuz. Üniversite bu işi Nazizmden kaçan Alman oto
riteleriyle kolayca halledebilmişti. Enstitünün hususiyeti göz
önünde tutulunca bu müessese için dışarıdan hoca tedarikinde
ki güçlük aşikârdır. Enstitü aradığı şart ve vasıftaki hocaları bu
gün için ancak Müslüman memleketlerden tedarik edebilir. Bu iş
buradan ısmarlama suretiyle olmaz. Enstitü namına selahiyetli
bir zatın bazı Müslüman memleketlere gitmesi ve yerinde yapa
cağı soruşturma ve araştırma ile lâzını.olan hocaları bulup üçer-
beşer sene angaje etmesi icabeder. Ümit edilir ki bir-iki devre
sonra Enstitü kendi elemanlarını kendisi temin etsin. Nitekim
üniversitelerimiz temin etmektedirler.
Talebe disiplini:
Enstitüde İslâmi terbiye ve ahlâkın emrettiği esaslar daire
sinde sıkı bir disiplin tatbik edümeli ve müessesede dini bir ha
va ve hareket hükiim sürmelidir. İleride birer din adamı olacak
gençler bu sayede İslâmi terbiye ve ahlâkı yalnız kitaptan nazari
olarak değil bilfiil yaşamak suretiyle öğrenmeli ve benimsemeli
dir. Askeri bir okul mesleğin icabına göre nasıl bir disiplin altm
da ise enstitü de kendi gayesine uygun dini bir disiplin içinde ça
lışmalıdır. Binaenaleyh talebenin dini fariza ve vazifeleri vaktin
de ve usulüne uygun olarak yerine getirmelerine en büyük dik
kat ve ihtimam gösterilmelidir. Talebeden hem akide sağlamlığı,
hem de amel bakımından dini salâbet istenilmelidir. Amelsiz ve
laubali din adamlarmdan cemiyete fayda yerine zarar geleceği
ni unutmamalıdır.
Enstitü meclisi:
Meclis Enstitü Reisinin riyaseti ile müdür ve bütün enstitü
hocalarından teşekkül eder. Meclis ilmi terbiyevi ve idari işler
den reisin havale ettiği hususlara karar verir. Enstitü meclisinin
verdiği kararlar maarif Vekâletinin tasdiki ile kesinlesin
('} Bu tasarıyı burada son ve kat'i bir düşünce otarak değil, sırf bir ön tasan olarak
sunuyor ve bunu umumi efkann tenkidine arzediyoruz.
DİYANET İŞLERİ TEŞKİLAT
K A N U N U TASARISI
BİRİNCİ KISIM
UMUMİ HÜKÜMLER
C) Diyanet İşleri Reisi, kaydı bayat ile seçildiği kabul edilirse, bu takdirde. Şûraya
Diyanet Reisi veya vekili riyaset eder.
ler ve devlet memurları maaş ve ücret baremine muvazi bir şe
kilde. Diyanet Reisliğince, tanzim olunacalc bir barem üzerinden
maaş ve ücret alırlar.
Madde 6- Diyanet İşleri Reisliğine bağlı teşkilât ve müesse
selerde vazife görenlerin tayin ve terfileri ile, vazifelerine son ve
rilmesi ve Diyanet İşleri Reisliği emrine alınması, emekliye ayrıl
ması ve emeklilik maaşı keyfiyetleri, bu husularda devlet me
murları hakkında tatbik olunan kanun hükümleri esas tutularak.
Diyanet İşleri Reisliğince tesbit olunur.
IKINCI KISIM
1. FASIL
DİYANET İŞLERİ TEŞKİLÂTI
Merkez Teşkilâtı
Madde 7- Diyanet İşleri Merkez Teşküâtı: Reislik, Diyanet
Şûrası, Başmüşavirlik, Yüksek Müşavere Hey'etî, Başmüfettişlik,
Varidat ve Evkaf, Tedris ve Neşriyat, İmar, Muhasebe ve Zat İş
leri Müdürlükleriyle Hukuk Müşavirliği ve İnzibat Meclîsini ihti
va eder.
Reis
Madde 8- Diyanet İşleri Reisi, İslâm Enstitüsü müderrisle
rinden, Medresetü'l-Mütehassisin mezunları üe icazetli veya
enstitü mezunu müftülerden. Dersiam payesini haiz, veya İslâm
ilimlerine vukufu eserleriyle sabit, itikad ve amelce diyanete
bağlılığı ile maruf kimseler arasından Diyanet Şûrası tarafından,
gizli rey ve mutlak ekseriyetle beş sene için (yahut yaşadığı müd
detçe) seçüir. Birinci seçimde mutlak ekseriyet hâsıl olmazsa,
tekrar yapılacak seçimde izafi ekseriyetle iktifa edilir. Müddeti
biten reis, tekrar seçilebilir.
Madde 9- Reis seçimi Eylül ayı içinde yapılır. Ölüm veya is
tifa halinde, yeni reis seçimine kadar reisliİc vazifesi Başmüşavir
tarafından görülür.
Diyanet Şûrası
Madde 10- Diyanet Şûrası, İslâm İlahiyat Enstitüsü Müder
risleri ile, Medreset'ül Mütehassisin mezunlarından, icazetli ve-
ya enstitü mezunu vilayet müftülerinden, dersiam payesine haiz
veya İslâm İlimlerine vukufu, eserleriyle sabit, İtikad ve amelce
diyanete bağhhğı ile mâruf kimseler arasından, yüksek müşave
re he/etinin teklifi üzerine. Diyanet İşleri Reisliğince seçilip da
vet edilenlerden teşekkül eder.
Yüksek Müşavere Hey'eti ve İslâm Enstitüsü reisi ve muavin
leri ile Diyanet İşleri müşavir, müfettiş ve müdürleri, şûrası'nm
tabiî âzası sayılır.
Madde 11- Diyanet Şûrası her beş senede bir. Eylül ayı İçin
de toplanır. Ve Diyanet İşleri Reisi seçimi var ise, bunu takip
eden günün ertesi günü, müzakereye başlar.
Şûra gündemi, yüksek müşavere hey'etince tesbit olunarak
toplantıdan en az iki ay evvel reislikçe şûra azasına bildiriHr.
Şûra riyaset divanı, seçilecek bir reis ve bir reis vekili ile üç
aza ve iki kâtipten teşekkül eder'"'.
Şûraca, ekseriyetle karar verildiği takdirde, gündemde tadil
ve ilâve yapılabilir. Şûra kararlarının icrasına Diyanet İşleri Re
isi memurdur.
Baş Müşavir
Madde 12- Başmüşavir, Diyanet İşleri reisinin baş yardımcı
sı ve yüksek müşavere hey'etinin reisidir.
Başmüşavir, bütün kolları ile, tek meclis halinde toplanan,
yüksek müşavere hey'etince gizli rey ve izafî ekseriyetle seçilip
gösterilen üç namzet arasından birini tercih suretiyle Diyanet
Reisliğince tayin olunur.
Müşavere hey'eti
"Talim ve Terbiye", "plan, program ve talimat", "te'lif, tetkik.
ve tercüme" olmak üzere beşer kişilik üç kola ayrılır. Her kolun
reis ve kâtibi ile, iş sahası. Diyanet Reisliğince tayin ve tespit olu
nur.
Madde 14- İlk yüksek müşavere hey'etini teşkil eden âzâ. Di
yanet İşleri Reisi tarafmdan re'sen seçilip tayin olunur. İleride
DIN ve LÂİKLİK
Baş Müfettiş
Madde 1 5 - Baş müfettiş, diyanet teşkilat müesseselerinin
idari ve mali işleri ile tedris faaliyetlerinde teftiş ve murakabeyi
temin eder. Baş müfettişliğe bağh lüzumu kadar diyanet, ders ve
idare ve evkaf müfettişi bulunur. Diyanet müfetdşlikleri, imam,
hatip, vaiz ve müftü gibi vazife görenlerden Türkiye Cumhuriye-
ü kanun ve nizamlarma, din, edep ve ahlâkma ve diyanet teşki-
lâtmm kanun, nizam, talimat ve tebligatma riayet derecelerini,
ders müfettişleri, reisliğe bağh tedris faaliyetlerini; idare ve ev
kaf müfettişleri ise, teşkilatm maU ve idare kısımları ile vakıflar
idaresini teftiş ve murakebe eder.
Madde 1 6 - Müfettişler baş müfettişin inhası üzerine, baş
müfettiş de, tek meclis halinde toplanan yüksek müşavere
hey'etince gösterilen namzetler arasından birini tercih etmek
suretiyle. Diyanet İşleri Reisi tarafından tayin olur.
11. FASIL
VİLÂYET ve KAZA TEŞKİLÂTI
Vilâyet Müftüsü
M a d d e 2 2 - Vilâyet müftüsü, vilâyette Diyanet İşleri Reisinin
mümessili ve bu sıfatla vilâyetin diyanet teşkilat ve müessesele
rinin başı ve kaza müftülerinin ilk merciidir. Vilâyet ye kaza müf
tüleri, ileride İslâm Enstitüsü mensuplarından seçilmek üzere,
şimdilik mevcut ve müteamel usûle göre tayin olunurlar.
Müftü Müşaviri
M a d d e 2 3 - Müftü müşaviri, müftünün yardımcısı olup onun
inhası üzerine veya, icabında, re'sen Diyanet Reisliğince tayin
olunur.
Müşavir, müftü tarafından verilen işleri görür ve mazereti
halinde müftüye vekâlet eder.
Vilâyet müftülüklerinde lüzuma göre kâtip ve memur bulunur.
Diyanet Meclisi
Madde 24- Diyanet meclisi, vilâyet ve İcaza merkezlerinde,
nahiye ve köylerde vazife gören müderris, vaiz, hatip ve imam
lar arasmdan ve tarafmdan, üç sene için seçüen; lüzumu kadar
azadan teşekkül eder. Meclis, mutad üzere, her aym ilk cuma gü
nü Müftülükte, müftü veya vekilinin reisliğinde toplanır. Azadan
biri, meclisin kâtiplik vazifesini görür.
Diyanet meclisi, müftü tarafından vaz'olunan mes'elelerle,
mahalli bilûmum diyanet işleri ve ihtiyaçları hakkında müzakere
edip karar verir.
Meclisçe verilen kararlardan. Diyanet Reisliğinden istizâne
muhtaç olmayanları, müftülüklerce icra olunun Ne gibi kararla
rın istizana muhtaç olduğu. Diyanet Reisliğince tesbit olunur.
Diyanet Meclisi ile aşağıdaki maddede gösterilen Diyanet İş
leri İdare Meclisinin senelik faaliyetleri, kararları ve bunlardan
icra olunanları her sene kaza müftülüklerince de umumi bir ra
por halinde Diyanet İşleri Reisliğine bildirilin
Gelirler
Madde 30- Vilâyet, kaza, nahiye ve köylerde, vakıflar ve te
sisler şümulüne girmeyen diyanet ihtiyaçları, bağış, para yardı
mı, kurban derisi satımı ve sadaka gibi gelirlerle temine çalışır.
Yardım Kutuları
Madde 3 1 - Diyanet İşleri Teşkilât ve müesseselerine mensup
olanlar ile, dini hayrat hademesinin ve diğer kimselerin mabet
içinde sadaka, zekât ve fitre istemesine ve toplamasına müsaade
edilmez.
Bu gibi dini borçların ifasını kolaylaştırmak üzere; cami ve
mescidlerde para atmaya mahsus lüzumu kadar yardım kutuları
bulundurulur.
Yardım kutuları her hafta Cuma namazından sonra. Diyanet
İdare Meclisince kararlaştırılacak usûl dairesinde açılarak muh
teviyatı sayılıp, cami veya mescidin yardım defterine kaydedil
dikten sonra. Diyanet İdare Meclisi sandığına, makbuz mukabi
linde yatırılır.
Yardım Hasılatı
Madde 32- Yardım kutuları ve umumiyetle para yardımları
ve bağışlar hasılatı. Ramazan ve Kurban Bayramlarının ilk gün
lerinde aşağıdaki tertip üzere hisselere ayrılır; Diyanet İşleri Re
isliğince tesbit edilecek miktarı aşan hasılatın, bu miktardan faz
lasının yüzde 15'i muhtaç vilâyetlerin müslüman fakirlerine ve
diyanet mensuplarına yardım hissesi olarak Diyanet Reisliği em
rine verilir. Mütebaki hasılatın yüzde 25'ini âni ihtiyaçları karşı
lamak üzere, ihtiyaç akçesi olarak. Diyanet İdare Meclisi sandı
ğında bırakılır. Geride kalan hasılat. Diyanet Meclisince karar-
laştirılacak usûl ve nisbet dairesinde müstehliklerine dağıtilır.
İnzibat Meclisi
Madde 33- Vüâyet ve kazada müftü veya vekilinin reisliği al
tında, bir inzibat meclisi kurulur.
Vilâyet ve kaza İnzibat meclislerinin vazife ve salâhiyetleri İle
teşekkül suretieri. Diyanet Reisliğine bir talimat ile tesbit olunur.
ÜÇÜNCÜ KISIM
IH. FASIL
E n s t i t ü d e Dİsİplİn ve İ d a r e
D Ö R D Ü N C Ü KISIM
ÇEŞİTLİ M E S E L E L E R
Muvakkat Maddeler
M a d d e 5 2 - Evkaf teşkilâtını ve vakıflar idaresini, bu kanun
hükümleri dairesinde, yeniden düzenlemek üzere. Diyanet İşleri
Reisliğince, bir sene içinde, bir kanun tasarısı hazırlanacaktın
M a d d e 5 3 - Bu kanunda derpiş edilen teşkilat ve müessesele
ri kurup İşler bir hale getirmek üzere, devletçe Diyanet İşleri Re
isliğince bir defaya mahsus olarak lüzumu kadar para verilecek
tir.
M a d d e 5 4 - İlk Diyanet Şûrası bu kanunun neşrini takip eden
üçüncü senenin Eylülünde toplanır ve İlk Diyanet İşleri Reisi se
çimine kadar Reislik vazife ve salâhiyetleri bu kanunun neşri ta
rihinde reis bulunan zat tarafından ifa olunur.
İÇİNDEKİLER
önsöz 11
İkinci Baskı için önsöz 19
BİRİNCİ KISIM
D İ N V E HAYATTAKİ YERİ
I -- İ N K A R C I G Ö R Ü Ş L E R V E Y A N I L D I K L A R I N O K T A L A R
Son devrin jnlcârcıiık modası v e çeşitli inkarcı kollar 27
Ansiklopediciler ne diyorlardı? 28
Ansiklopediciler nerede yanılıyorlardı? 30
Ansiklopedicileri yanıltan sebepler 31
D i n , İflâs etmedi v e etmeyecektir. 33
Maddeciler ne düşünüyor v e ne diyoriar? 34
Eski zaman maddecileri n e diyodar? 35
Maddecilik karşısında Eflâtun maneviyatçı lığı ". 37
Rönesans v e modern ilim hareketlerinin başlangıcı 39
Modern maddeciliğin doğuşu 41
İlmi'maddecilik ^l
Pozİtîvİstler v e pozitivizm 44
Tarihî maddecilik 45
Tarihî maddeciler ne diyor v e nerede yanılıyorlar? 46
İlmî maddeciler ne diyodar? 48
Dinlere göre hayat v e kâinat 48
Maddeciliğe göre hayat v e kâinat 50
İlmî maddeciliğin tenkidi 53
İlim mefhumunda vukua gelen değişiklikler 54
İirhin sahası dışında kalan hakikatler 57
İlim v e ameli hayal 57
İlmin kendi sahasındaki kıymeti " 61
II - D İ N N E D İ R ?
Allah v e din 67
D i n nedir? 68
Din v e kendiliğinden var olma fikn 70
D i n , insan vicdanının ilk v e doğrudan bir mu'tasıdır 75
D i n derin bir temayülün v e hayalî bir ihtiyacın ifadesidir 78
İlim v e hayat muamması 79
Din v e hayat muamması 80
Bırakınız, herkes gönlünün ışığını kendisi yaksın 82
D i n ahlâkiyatının kuvveli v e İçtimaî hayat için ehemmiyeti 83
İKİNCİ KISIM
D İ N HÜRRİYETİ N E DEMEKTİR?
Bugünkü devletlerde dİn v e devlet münasebetleri 91
303
I - D İ NMEFHUMUNUN UNSURLARI
İman ve amel --- 95
Fevri v e yakınî iman 96
Amelin nevileri 97
Takdis vazifesi 98
M a b e d teşkilâtı v e ruhanîlik mesleği 99
II - D İ N H Ü R R İ Y E T İ P R E N S İ B İ N D E N D O Ğ A N H A K L A R
inanma hakkı 104
İbadet ve dua hakkı 106
Talim v e tedris, neşir v e lelkin hakkı 112
Dini okutup öğretmek bir haktır 114
Neşir hakkı din hürriyetinin en hayalî cephesidir 117
D i n neşriyat ile himaye v e müdafaa edilir 119
Dinî talim v e tedris faaliyetinin içtimaî v e millî ehemmiyeti 120
İnsanda iç huzuru, maneviyat terbiyesinin meyvasıdır 125
Dinin emirlerini yerine getirme hakkı 127
III - D İ N H Ü R R İ Y E T İ N İ N V E B U N A B A Ğ U H A K L A R I N HUDUDU
D i n hürriyetinin hudutlanması mı lâzımdır? 129
İnanma hakkı hudutlanabilir mi? 130
D i n hürriyeti ve ibadet hakkı 131
Fiil v e hareketlerimizin tasnifi 132
İbadet ne zaman v e ne şartla içtimaî fİİl vastı alır? 134
Dindarın secdegâhma hükümet kuvvetleri ayak basamaz 136
Talim v e tedris, neşir v e lelkin hakkının hududu 137
Dinî neşriyatın tahdidi •- 139
Dinin emirlerini yerine getirme hakkının hududu 140
ÜÇÜNCÜ KISIM
DÖRDÜNCÜ K I S I M
TÜRKİYE'DE D İ N V E DEVLET M Ü N A S E B E T L E R İ T A R İ H İ N E KISA BİR BAKIŞ
Türkiye'de ü ç devir v e ü ç sistem 179
1 - Türkiye'de dine bağlı devlet sistemi 179
2 - Türkiye'de yan dİnİ devlet v e lâikliğe doğru gidiş 181
İlk kanunu esasî v e lâiklik hareketleri 183
İkinci meşrutiyet v e sonrası lâiklik hareketlen 185
3 - Türkiye'de devlete bağlı din sistemi 186
Şeyhülislâmlıktan Şer'iye Vekilliğine 187
Şer'iye Vekilliğinden Diyanet İşleri Reisliğine 188
Lâiklik prensibinin mantığı v e 429 sayılı kanun 190
Tereddüt v e tenakuzların mânası 191
Dini öğretim müesseseleri v e Tevhidi Tedrisat Kanunu 193
Zaruretler miktarlannca ölçülmek lâzımdır 196
Diyanet bahsinde bir çıkmazdayız 200
Çıkmazdan kurtulmanın çaresi 202
Diyanet teşkilâtına muhtariyet tanımak lâzımdır 203
Vakıflan Diyanet Teşkilâtına bağlamak lâzımdır 205
Yüksek bir «İslâm İlimleri Enstitüsü» kurulması lâzımdır 206
BEŞİNCİ K I S I M
Z A M A N I M I Z D A İLİM VE D İ N MÜCADELESİ
II - l l l M V E İ S L Â M
islâmda ilim v e din münakaşası 227
İslâm'ın esaslara v e itimle münasebelleri 229
İlmin karcısında İslâm'ın astî akideleri --- 230
İslâm'ın amel ankâmı v e ilim 231
islâm'da tlim v e felsefe ahkâmı v e modern îlim - 232
İslâm'da her v e ç h i l e nassı lercih eden İçlİhat 233
Akılcı v e nakilci görüşlerin teklifi 234
İçtihad fikri meselenin can noktasıdır 235
Akıl k a r ş ı s ı n d a ' n a s ' v e ' n a k i l ' 239
Naklin tefsir v e te'vilini kimler yapabilir? 244
Serbest tefsir v e te'vil yerine bir nevi resmi te'vil v e İçtihad yolu tutulmalıdır 246
Hülâsa edelim 247
SON SÖZ
EKLER
KANUN TEKLİFLERİ
Yüksek islâm Enstitüsü'ne ait teşkilât projesi 279
Diyanet İşleri Teşkilâtı kanun tasansı 291
so ZLUK
istinbat müçtehit veya büyük bir alimin gizli bir manayı İçtihadı
ile meydana çıkarması
istihale başkalaşmak, imkansızlık,
İştiyak fazla arzu v e şevk. özlemek
itikat inanmak, inanç
ittirat intiamli, uygun şekilde
izafî bağıntılı, göreceli, nîspi
310
udini din dı;t,
lâ-maddî madde dışı
levsiyyât kirli v e pis şeyler
livechillâh Allah için, Allah namına, Allah aşkına
312
mümkinat : mümkün olanlar, İmkânda olanlar
mürai : İki yüzlü kimse, dalkavuk, riyakâr
mürekkeb : birkaç maddeden yapılmış
mürşit : doğru yolu gösteren
müsavat : eşitlik, aynı haklara sahip olmak
müsavi : aynı seviyede olmak, denk, aynı derecede
müstağni : elinde olanla yetinen, gerekli v e lüzumlu bulunmayan
müstenit : bir şeye dayanan, güvenen
P - R
pen^ sığınma, sığınacak yer
râci geri dönen, aid, alâkası olan
reel gerçek, hakiki, sahici
redaet kötülük, fenalık, bayağılık
remiz sembol, rumuz
re'y görüş, görmek, fikir
riayet ulmak, iyi karşılamak, tabi olmak, hıfzetmek
s-ş
safvet temizlik
sâni sanatkârca yapılmış, yaratan
saniyen ikinci olarak, ikinci derecede
saik sürükleyen, sevkeden, götüren, sebep
salâbet metanet, sağlamlık
sarih açık, belirli, aşikâr
sa'y çalışma, gayret sarfetme
sefahet zevk v e e y l e n c e y e düşkünlük
sefih zevk ve eylenceye düşkün
sekİnet temkin, nefisteki telâşın kesilmesi ile hasıl olan kalp huzuru
sermedi daimi, ebedî, sürekli
sevkıtabii hayvan veya insanların düşünmeksizin Allah'ın şevki
ile hizmete uygun olan hareketleri
seyyal yer değiştiren her şey, akıcı
skolastik ortaçağlarda Hristiyan aleminde papazların dini görü
şüne v e onların baskısı altındaki dini fikirlerine göre
yapılan tedrisat usulü
sübut sabit, kati olarak meydana çıkmak
şek-k şüphe, bir şeyin varlığı ite yokluğu arasında
tereddüt etmek
şenaat fenalık, kötülük, Allah'ın emirlerine muhalif hareket
şerik arkadaş, ortak
şümul ihtiva etmek, hükmü altına almak, kaplamak
taassub bir düşünüşe, bir İnanışa kürü körüne bağlanıp ondan
başkasını düşünmemek hali
taalckut hatırlama, akıt erdirme
tebaa birisinin veya bîr devletin emri altında olanlar
tadil aslına zarar vermeden değiştirmek, doğrulaştırma
tahakküm zorbalık, baskı v e şiddet göstermek
tahavvül değişmek, bir halden başka hale geçmek, dönmek
tahkir hakaret etmek, hor gömıek
takdis büyük hümıet görmek, mukaddes bilmek, Allah'a şükretmek
u-u
ukûbat cezalar, işkenceler, eziyetler
ukûl akıllar
umde İnanılacak şey, prensip, temel fikir
umur emirler, işler, hususlar
ü s s - ü l esas hakiki sağlam teniel
http://www.hiperkitap.com/images/covers/BOOK2009062119142879798616_b.jpg 26.03.2010