Professional Documents
Culture Documents
VIII-XIII.YÜZYILLAR TÜRK
EDEBİYATI
Yazarlar
Prof.Dr. Mehmet ÖLMEZ (Ünite 1)
Prof.Dr. Adnan KARAİSMAİLOĞLU - Yrd.Doç.Dr. İsmet ŞANLI (Ünite 2)
Prof.Dr. Zühal ÖLMEZ (Ünite 3)
Prof.Dr. Kemal YAVUZ - Prof.Dr. Adnan KARAİSMAİLOĞLU (Ünite 4)
Prof.Dr. Kemal YAVUZ (Ünite 5, 7)
Prof.Dr. Aysu ATA (Ünite 6)
Editörler
Prof.Dr. Kemal YAVUZ
Yrd.Doç.Dr. İsmet ŞANLI
ANADOLU ÜNİVERSİTESİ
Bu kitabın basım, yayım ve satış hakları Anadolu Üniversitesine aittir.
“Uzaktan Öğretim” tekniğine uygun olarak hazırlanan bu kitabın bütün hakları saklıdır.
İlgili kuruluştan izin almadan kitabın tümü ya da bölümleri mekanik, elektronik, fotokopi, manyetik kayıt
veya başka şekillerde çoğaltılamaz, basılamaz ve dağıtılamaz.
Genel Koordinatör
Prof.Dr. Levend Kılıç
Öğretim Tasarımcısı
Doç.Dr. Cemil Ulukan
Kapak Düzeni
Prof. Tevfik Fikret Uçar
Dizgi
Açıköğretim Fakültesi Dizgi Ekibi
ISBN
978-975-06-1041-7
1. Baskı
İçindekiler
Önsöz .................................................................................................................... vi
Önsöz
Sevgili öğrenciler,
Türk edebiyatı, Türk milletinin tarih sahnesine çıktığı topraklarda doğmuş ve bu mil-
letin tarihte oynadığı rollere göre gelişerek devam etmiştir. Bu itibarla edebiyatımız ilk
defa sözlü şekilde ortaya çıkmışsa da tarihte rastladığımız yazılı metinler sekizinci yüzyıl-
da, bugün Moğolistan sınırları içinde bulunan Orhun nehri boyunda ve çevresinde dikil-
miş olan Orhun Abideleri’dir. Bu yazılardaki Türkçenin edebî bir dil olması, dilimizle il-
gili belgelerin daha öncelere götürülebileceği fikrini de beraberinde getirmiştir. Göktürk
Abideleri ile başlayan Türk dili, Türklerin batıya çekilişlerinde yeni yeni kültür merkezleri
kurmaları ile, çeşitli edebî verimlerin ortaya çıkmasına da zemin hazırlamıştır. Bu coğrafî
farklılaşmalar, dinî ve kültürel arayışlar zamanla Türk edebiyatında da bir çeşitlilik ve zen-
ginlik ortaya çıkarmıştır.
Orhun bölgesinin bilinen ilk kültür merkezi oluşu, daha sonra Uygur Türklerinin or-
taya koyduğu edebî verimler, Türklerin İslam dinini kabul etmeleri ile Karahanlı devle-
tindeki edebî faaliyetler, coğrafî saha itibariyle, hep doğuda gerçekleşmiştir. İslamî dev-
re girerken doğuda Karahanlı ve Gazne devletleri, hemen arkasından tarih sahnesine çı-
kan Büyük Selçuklu Devleti ile Türk coğrafyası da batıya doğru bir genişleme göstermiş-
tir. Doğuda Çin, batıda Bizans sınırlarına dayanan bu coğrafyada Türk dili de kendine
göre bir gelişmenin içinde olmuştur. Büyük dil bilgini Kaşgarlı Mahmud yazdığı Divanü
Lugati’t-Türk adlı eserinde Türkçenin bu durumuna yer vermiş, özellikle iki edebî şive-
nin varlığına işaret etmiş ve bunları doğuda Karahanlı, batıda Oğuz Türkçesi olarak gös-
termiştir. Karahanlı Türkçesindeki edebî faaliyetler Göktürk Türkçesinin bir devamı ola-
rak ve ilk İslamî eserleri de içine alarak varlığını sürdürmüştür. Bu edebî faaliyet, devle-
tin 1210 yıllarında çöküşüne kadar sürmüştür. Ancak bundan sonra Kuzey-Doğu Türk-
çesi şeklinde devam ederek yeni kültür merkezlerinde yeni edebî verimleri de beraberin-
de getirmiştir.
Harezm-Altınordu bölgesi, bu kültür merkezlerinin başında geldiği gibi, Oğuz ve
Doğu Türkçelerinin birlikte yaşadığı bir yer olmuştur. Kuzey Türkçesi, Kıpçak Türkçe-
si olarak devam ederken Doğu Türkçesi de Çağatay Türkçesi adı ile kendini göstermiş-
tir. Çağatay Türkçesi ile Semerkand, Buhara, Herat gibi kültür ve hükümet merkezlerin-
de yeni edebî eserler yazılmıştır. Bu şive daha ziyade Orhun, Uygur ve Karahanlı devrini
içine alan Eski Türkçenin devamı ve daha gelişmiş şekli durumundadır. XV. yüzyılın bü-
yük şairi Ali Şir Nevâî ile en parlak devrini yaşayan Çağatay Türkçesi, XVI. yüzyıla bu şe-
kilde girmiştir. İşte doğuda yer alması sebebi ile Doğu Türk Edebiyatı diye adlandırdığı-
mız edebiyat budur.
XIII. yüzyılda eserlerini vermeye başlayan Oğuz Türkçesi de Azerbaycan ve Osmanlı
coğrafyasının dili durumundadır. Türkçenin bu kolu Türklüğün XXI. yüzyıla kadar kesin-
tisiz devam eden en büyük edebî dilidir. Bu dille gelişen edebiyat, batıda yer alması sebe-
bi ile kitabımızda Batı Türk Edebiyatı şeklinde belirtilmiştir.
Bütün bunların yanında Türklerin komşu olup temasta bulundukları, gitgide iç içe
yaşadıkları Müslüman milletler de bulunmaktadır. Türkler İslam dinini kabul ettiklerin-
de, dillerini ve edebiyatlarını da birlikte getirmişler, bu dinin değerlerini benimsemişler
ve inançları doğrultusunda yeni edebî verimler ortaya koymuşlardır. Bu edebî verimler-
de Arap ve Fars edebiyatı ile karşılıklı ilişkiler oluşmuş ve bu milletlerin edebiyatlarından
etkilenmişlerdir.
İşte elinizdeki eser, bu bilgiler doğrultusunda, Anadolu Üniversitesi Açık Öğretim Fa-
kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için VIII-XIII. Yüzyıllar Türk Edebi-
Önsöz vii
yatı Ders Kitabı olarak hazırlanmıştır. Yedi üniteden meydana gelen bu kitapta her ünitenin
kim veya kimler tarafından yazıldığı ayrı ayrı belirtilmiştir. Kitabın 1. ünitesinde “VIII-IX.
Yüzyıllar Türk Edebiyatı” olarak Göktürk ve Uygur dönemi anlatılmıştır. 2. ünitede “Arap
ve Fars Edebiyatları” verilmiş; 3. ünitede “Karahanlı Dönemi Türk Edebiyatı” ortaya kon-
muştur. 4. ve 5. ünitede “XII-XIII. Yüzyıllar Batı Türk Edebiyatı” yani Anadolu’da ortaya çı-
kan edebiyat üzerinde durulmuştur. 6. ünitede “Harezm-Altınordu Türkçesi ve Edebiyatı”
verilmiş; “XII-XIII. Yüzyıllar Batı Türk Edebiyatı: Metinler” başlığını taşıyan 7. ünitede ise,
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, Sultan Veled ve Hoca Dehhânî’nin şiirlerinden seçilen örnek-
lere yer verilerek gerekli görülen kısımlarda açıklamalar yapılmıştır.
Ünitelerde, önce ele alınan dönemle ilgili tarihî bilgiler verilmiş, sonra da edebi-
yat tarihimizin önde gelen şahsiyetleri ve eserleri işlenmiştir. Ancak konunun geniş ol-
ması, her şair üzerinde ayrı ayrı durulmasını zorlaştırdığından anlatılan şahsiyetler dı-
şındakiler ele alınan ünitede, özet halinde ortaya konmuştur. Türk tarihinin XV. yüzyı-
la kadar gelen zamanında bir dağınıklık olması sebebi ile, bu anlatımlarda yüzyıllar göz
önünde tutulmuştur.
Editörler
Prof.Dr. Kemal YAVUZ
Yrd.Doç.Dr. İsmet ŞANLI
1
VIII-XIII. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI
Amaçlarımız
Bu üniteyi tamamladıktan sonra;
Göktürkler dönemine ait en önemli yazıtları tanıyabilecek,
Eski Türk Yazıtlarının edebî değerini açıklayabilecek,
Uygurları tanıyacak ve Budist Uygur edebiyatını ana başlıklarıyla özetleyebileceksiniz.
Anahtar Kavramlar
• Göktürk edebiyatı • Sûtralar
• Orhon Yazıtları • Saddharmapuṇḍarīka-sūtra
• Tunyukuk Yazıtı • Avataṃsakasūtra
• Kül Tigin Yazıtı • Abhidharma Metinleri
• Bilge Kağan Yazıtı • Vinayalar
• Uygur edebiyatı • Tövbe Metinleri
• Eski Uygur edebiyatı • Büyü Metinleri
• Tripitaka • Maniheist Uygur Edebiyatı
• Abhidharmakośabhāṣyatīkā • Huastuanift
Tattvārtha • Hristiyan Uygurlara Ait Metinler
• Vyākaraṇa • Dindışı Uygur Edebiyatı
• İtivṛttakalar • Irk Bitig
• Budist Uygur edebiyatı • Eski Uygur Şiiri
• Kalyāṇaṃkara ve Pāpaṃkara • Turfan Türküleri
İçindekiler
• GİRİŞ: GÖKTÜRKLERİN KISA TARİHİ
• TÜRK EDEBİYATININ EN ESKİ
ÖRNEKLERİ
• GÖKTÜRK DÖNEMİ TÜRK EDEBİYATI
VIII-IX. Yüzyıllar Türk Edebiyatı: • UYGUR DÖNEMİ TÜRK EDEBİYATI
VIII-XIII. Yüzyıllar Türk Edebiyatı Göktürk ve Uygur Dönemi Türk • ESKİ UYGUR EDEBİYATI
Edebiyatı • BUDİST UYGUR EDEBİYATI
• MANİHEİST UYGUR EDEBİYATI
• HRİSTİYAN UYGURLARA AİT METİNLER
• DİNDIŞI UYGUR EDEBİYATI
• ESKİ UYGUR ŞİİRİ
VIII-IX. Yüzyıllar Türk
Edebiyatı: Göktürk ve Uygur
Dönemi Türk Edebiyatı
Türk bodun yok bolmazun tėyin, bodun bolçun tėyin, kaŋım ėltėriş kaganıg ögüm ėlbilge katu-
nug teŋri töpösinte tutup yügerü kötürmiş erinç. Kaŋım kagan yėti yėgirmi erin taşıkmış. Taşra
yorıyur tėyin kü ėşidip balıkdakı taşıkmış. Tagdakı ėnmiş, tėrilip yetmiş er bolmış.
“Belli ki Türk ulusu yok olmasın diye, millet olsun diye babam Ėltėriş Kağanı, annem Ėlbilge
sultanı göğün tepesinden çekip yükseltmişler. Babam hakan on yedi savaşçıyla ortaya atılmış.
‘İsyan başlıyor’ diye haber gelince şehirdekiler (de) ileri atılmışlar. Dağdakiler de aşağı inmiş-
ler. Toplanıp yetmiş savaşçı olmuşlar” (Kül Tigin Yazıtı, doğu yüzü, 11-12. Satırlar)
Çin’e karşı başlatılan isyanı başarıya ulaştıran Kutluğ, halkı bir araya toplaması, derle-
mesi dolayısıyla “ülkeyi, halkı derleyen” diye çevirebileceğimiz Ėltėriş (ėl “ülke; halk” ve tėr-
iş “derme, toplama”) unvanını almıştır. Bağımsızlığını kazanan Türkler 682’den 744’e kadar
geçen sürede Moğolistan’ın doğusundan Kore’ye kadar, güneyde Çin’in iç kesimlerine ve
Tibet’e kadar, batıda Semerkant’ı geçip Afganistan’a kadar, kuzeyde Altay, Tuva bölgelerine
kadar geniş bir bölgeye seferler düzenleyerek bu bölgeleri eğemenlikleri altına almışlardır:
tokuz oguz begleri bodunı bo sabımın edgüti ėşid katıgdı tıŋla ilgerü kün tugsıkúa bėrgerü kün
ortosıŋaru kurıgaru kün batsıkıŋa yırıgaru tün ortosıŋaru anta içreki bodun kop maŋa körür
ança bodun kop ėtdim ol.
“Tokuz Oğuz Beyleri ve ulusu, bu sözümü iyice işitin, dikkatle dinleyin! Doğuda güneşin
doğduğu yere, güneyde aydınlığın ortasına, batıda güneşin battığı yere, kuzeyde karanlığın
ortasına kadar, bu (sınırların) içerisindeki halkın tamamı bana bağlıdır. Bu kadar halkın ta-
mamını düzene soktum” (KT G 2-3).
4 VIII-XIII. Yüzyıllar Türk Edebiyatı
ilgerü şantuŋ yazıka tegi süledim taloyka kiçig tegmedim bėrgerü tokuz ersinke tegi süledim tö-
pötke kiçig tegmedim kurıgaru yėnçü ügüz keçe temir kapıgka tegi süledim yırıgaru yir bayır-
ku yėriŋe tegi süledim bonça yėrke tegi yorıtdım.
“Doğuda Şantung ovasına kadar sefer ettim. Denize bir kez bile varmadım. Güneye doğru
Tokuz Ersinlere kadar sefer ettim. Tibet’e bir kez bile varmadım. Batıda Sır Derya’yı geçip Te-
mir Kapıg’a kadar sefer ettim. Kuzeyde Yer Bayırkuların topraklarına kadar sefer ettim. Bu
kadar yere sefer ettirdim.” (KT G 3-4)
Kül Tigin gerçekte bu anıtların dikilmesine vesile olan, Kutlug Kağanın iki oğlundan
biri, Bilge Kağan’ın küçük kardeşidir. Bir çok savaşa katıldıktan, kahramanlıklar göster-
dikten sonra Oğuzların bir baskınında karargahı yiğitçe savunur ve çarpışma esnasında
47 (?) yaşında iken ölür. Bu zamansız ölüme çok üzülen ağabeyi Bilge Kağan da onun ha-
yatını ölümsüzleştirmek amacıyla bu yazıtları hazırlatır ve diktirir. Daha sonra da çevre-
sinde düzenlemeler yaptırarak bir tür anıt kabir haline getirir. Bilge Kağan, Kül Tigin için
baba gibidir, çünkü babası vefat ettiğinde daha yedi yaşındadır:
kaŋım kagan uçdukda inim kül tigin yėti yaşda kaltı “Babam hakan vefat ettiğinde küçük er-
kek kardeşim Kül Tigin yedi yaşındaydı” (KT D 30)
oguz yagı ordug basdı kül tigin ögsüz akın binip tokuz eren sançdı ordug bėrmedi ögüm katun
ulayu öglerim ekelerim kunçuylarım bonça yeme tirigi küŋ boltaçı erti ölügi yurtda yolta yatu
kaltaçı ertiŋiz kül tigin yok erser kop ölteçi ertiŋiz inim kül tigin kergek boltı.
“Düşman Oğuzlar ordugahı bastılar. Kül Tigin öksüz boz ata binip dokuz askeri mızrakladı,
ordugahı teslim etmedi. Annem sultan ve analarım, ablalarım, prenseslerim; bunların dirisi
cariye olacak, ölüsü de sağda-solda ortalıkta dökülüp kalacaktı. Kül Tigin olmasaydı hepiniz
ölecektiniz. Küçük kardeşim Kül Tigin vefat etti.” (KT K 8-10)
Bilge Kağan, bu üzüntüsünü oldukça edebî ve hüzünlü bir şekilde anlatır, bir taraftan
da yas tutmanın, fazla dövünmenin görevlerinin önüne geçeceğini düşünür ve deyim ye-
rindeyse kalbine taş basarak gerçek hayata döner:
inim kül tigin kergek boltı özüm sakıntım körür közüm körmez teg bilir biligim bilmez teg bol-
tı özüm sakıntım öd teŋri aysar kişi oglı kop ölgeli törimiş ança sakıntım közde yaş kelser tida
köŋülte sıgıt kelser yanturu sakıntım katıgdi sakıntım ėki şad ulayu iniygünüm oglanım begle-
rim bodunum közi kaşı yavlak boltaçı tėp sakıntım.
“Küçük kardeşim Kül Tigin vefat etti. Kendi kendime düşündüm. Gören gözlerim görmez,
bilen bilincim bilmez gibi oldu. Kendi kendime düşündüm: “Zamanın sahibi emrettiğinde
(herkes ölecek), insanoğlu hep ölümlü yaratılmış”. diye düşündüm. Gözümden yaş geldiğin-
de (gözyaşımı) durdurdum, içimden haykırmak geçtiğinde (ağıtımı) bastırdım. Düşündüm.
İyice düşündüm. “İki Şad ve küçük erkek kardeşlerim, çocuklarım, beylerim, halkım (hepsi-
nin) gözü kaşı (matem tutmaktan) hebâ olacak” diye düşündüm.” (KT K 10-11)
süke talıkaŋ
bokukgı tutaŋ
Bugünkü Türkçeye “Sü’yü çıkartın, Bokuk’u tutun!” veya “Orduyu gönder, Bokuk’u ya-
kalat!” şeklinde çevirebileceğimiz bu beyit, en eski Türkçe metinlerden, Moğolistan’daki
Eski Türk Yazıtları’ndan bir kaç yüzyıl geriye, 4. yüzyıla kadar gider. Çin yazısıyla yazıl-
mış olan ve Çin kaynaklarına “Jie” diline, kimi araştırmacıya göre Hunlara ait olan bu be-
1. Ünite - VIII-IX. Yüzyıllar Türk Edebiyatı: Göktürk ve Uygur Dönemi Türk Edebiyatı 5
yit bugün ancak Türkçe ile açıklanabilmektedir (Zieme, 1991: 13; Ölmez, 1994). “Uygur-
ca Xuanzang-Biyografisindeki Çince Alıntılar”, Türk Dilleri Araştırmaları 4: 109-143). Ge-
nellikle Türkçe en eski şiirsel veri yukarıdaki beyit kabul görür.
Türklerden kalma ikinci kayıt bugün Moğolistan’da koruma altına alınan ve “Bugut
Yazıtı” adıyla bilinen, bir kısmı Eski Hintçe, geri kalanı Soğdca (İranî, eski bir dil) olan ya-
zıttır. İlk Türk Kağanlığına (552-630) ait olan bu anıtta dönemin kağanlarının adı (örne-
ğin Bumın Kağan) çok net bir şekilde tespit edilmektedir. Bulunuş tarihi 50 yıldan geriye
giden bu yazıt hakkında son yıllarda özellikle japon bilim adamları yeni değerlendirme-
lerde bulunmuşlardır (bkz. Klyaştornıy, S. G., Livşiç, V. A., 1992). “Bugut’taki Sogtça Ki-
tabeye Yeni Bir Bakış”, çeviren: E. Gürsoy-Naskali, Türk Dili Araştırmaları Yıllığı-Belleten
1987: 201-241; Çağatay, S. ve Tezcan, S., 1976). “Köktürk Tarihinin Çok Önemli Bir Bel-
gesi: Sogutça Bugut Yazıtı”, Türk Dili AraştırmalarıYıllığı-Belleten 1975-1976: 245-252).
Türklerin İslamiyet öncesi hayatı, tarihi, edebî ürünleri söz konusu edildiğinde akla
ilk gelen Göktürkler ve Uygurlardan günümüze ulaşan yazıtlar ve kağıda yazılı metinler-
dir. Pratik amaçlı olarak coğrafya ve kültür olarak birbirinden iki farklı bölgede gelişen bu
edebiyat Eski Türkçe veya İslamiyetten Önceki Türk Edebiyatı adı altında tek bir başlık-
la ele alınmaktadır. Bu çerçevede önce Göktürk sonra da Uygur edebiyatı ele alınacaktır.
5. bolmış erinç oglıtı kagan bolmış erinç anta kėsre inisi eçisin teg kılınmaduk üçün oglı kaŋin
teg kılınmaduk üçün biligsiz kagan olurmış erinç yavlak kagan olurmış erinç buyrukı yeme
biligsiz ermiş erinç yavlak ermiş erinç D 6. begleri bodunı tüzsüz üçün tavgaç bodun tevli-
gin körlügin üçün armakçısin üçün inili eçili kikşürtükin üçün begli bodunlıg yoŋaşurtukin
üçün türk bodun ėlledük ėlin ıçgınu ıdmış D 7. kaganladuk kaganın yitürü ıdmış tavgaç bo-
dunka beglik urı oglin kul boltı ėşilik kız oglin küŋ boltı türk begler türk ātin ıttı tavgaçgı beg-
ler tavgaç ātin tutupan tavgaç kaganka D 8. körmiş elig yıl işig küçüg bėrmiş ilgerü kün tug-
sıkda bökkúüli kaganka tegi süleyü bėrmiş kurıgaru temir kapıgka tegi süleyü bėrmiş tavgaç
kaganka ėlin törösin alı bėrmiş türk kara kamag D 9. bodun ança tėmiş ėllig bodun ertim ėlim
amtı kanı kemke ėlig kazganur men tėr ermiş kaganlıg bodun ertim kaganım kanı ne kagan-
ka işig küçüg bėrür men tėr ermiş ança tėp tavgaç kaganka yagı bolmış D 10. yagı bolup ėtinü
yaratunu umaduk yana içikmiş bunça işig küçüg bėrtükgerü sakınmatı türk bodun ölüreyin
urugsıratayin tėr ermiş yokadu barır ermiş üze türk teŋrisi türk ıduk yėri: D 11. suvı ança et-
miş türk bodun yok bolmazun tėyin bodun bolçun tėyin kaŋım ėltėriş kaganıg ögüm ėlbilge
katunug teŋri töpösinte tutup yügerü kötürmiş erinç kaŋım kagan yėti yėgirmi erin taşıkmış.
B 2. bilge : kagan : uçdı B 3. yay bolsar : üze : teŋri B 4. kövürgesi : eterçe ança B 5. tagda : sıgun
: etser ança B 6. sakınur men : kaŋım kagan B 7. taşin : özüm : kagan —
“ (B 2) Bilge Kağan vefat etti. (B 3) İlkbahar gel-
diğinde yukarıda gökyüzü (B 4) davullarının güm- Resim 1.2
bürdemesi misali, tıpkı öyle, (B 5) dağlarda geyik-
Resim 1.2
ler melediği vakit olduğu gibi, işte böyle (B 6) dü- Tunyukuk Yazıtı, I. Taş
şünürüm. Babam hakanın anıt (B 7) taşını ben ken- (Avyılmaz 2005: 192)
dim hakan ... ....”
Tunyukuk Yazıtı’ndan
I. Taş, Batı Yüzü
1. bilge tunyukuk ben özüm tavgaç ėliŋe kılıntım türk bodun tavgaçka körür erti 2. türk bo-
dun kanin bulmayin tavgaçda adrıltı kanlantı kanin kodup tavgaçka yana içikdi teŋri ança
tėmiş erinç kan bėrtim: 3. kanıŋin kodup içikdiŋ içikdük üçün teŋri öl tėmiş erinç türk bodun
ölti alkıntı yok boltı türk sir bodun yėrinte 4. bod kalmadı ıda taşda kalmişi kuvranıp yėti yüz
boltı ėki ülügi atlıg erti bir ülügi yadag erti yėti yüz kişig: 5. uduzugma ulugi şad erti aygıl tėdi
ayıgmasi ben ertim bilge tunyukuk kagan mu kışayin tėdim sakıntım toruk bukalı semiz bu-
kalı ırakda 6. bilser semiz buka toruk buka tėyin bilmez ermiş tėyin ança sakıntım anta kėsre:
teŋri bilig bėrtük üçün özüm ök kagan kışdım bilge tunyukuk buyla baga tarkan 7. birle ėltėriş
kagan bolayın bėrye tavgaçıg öŋre kıtanyıg yırya oguzug üküş ök ölürti bilgesi çavışi ben ök
ertim çugay kuzin kara kumug olurur ertimiz: kiyük yėyü tavışgan yėyü olurur ertimiz.
ların) iki bölüğü atlı, bir bölüğü (de) yaya idi. Yedi yüz kişiye (B 5) kumanda edenlerin
başı Şad unvanını taşıyordu. “Akıl ver!” dedi. Danışmanı bendim, Bilge Tunyukuk. “Ha-
kan mı yapayım?” dedim. Düşündüm. “Zayıf bir boğayla semiz bir boğa uzakta (bir yer-
lerde) (B 6) kapışsalar, (hangisi) semiz boğa, (hangisi) zayıf boğadır bilmek mümkün de-
ğilmiş” diye, bu şekilde düşündüm. Daha sonra Tanrı (bana) bilinç/bilgi verdiği için (onu)
ben kendim hakan yaptım, Bilge Tunyukuk. Buyla Baga Tarkan (B 7) ve Ėltėriş Kağan bir
araya gelip güneyde Çinlileri, doğuda Kıtanyları, Kuzeyde Oğuzları epeyi öldürdüler. (Bu
sırada) bilgeleri ve Çavış’ı bendim. Çugay’ın kuzeyinde Kara Kum’da yaşıyorduk. (G 1) Ge-
yik, yabanî av hayvanları yiyerek, tavşan yiyerek yaşayıp gidiyorduk.”
Orhon yazıtlarının Türk tarihi ve edebiyatı açısından önemi hakkında kısaca bilgi veriniz.
1
Yenisey Yazıtlarından Birinci Altın Köl Yazıtı
Moğolistan dışında, Sibirya’nın güney bölgesinde yer alan ve sayıları 200’e yaklaşan çeşitli ya-
zıtlar da vardır. Üslup ve imla açısından Moğolistan’daki yazıtlardan farklılık gösteren bu yazıt-
lar çok kısadır. Bunlardan birisi olan İkinci Altın Köl yazıtından bir bölüm aşağıda verilmiştir:
Eski Türk Yazıtlarına Göre Türklerde Takvim Sistemi: Eski Türk yazıtlarında Kül Ti-
gin ve Bilge Kağan’ın ölüm tarihlerinin verildiği takvim sistemi, hem günümüzde kullan-
dığımız sistemden hem de Avrupa ve Ortadoğu’da kullanılan takvim sistemlerinden fark-
lıdır. Bugün yaygın olarak Çin kültür çevresinde görülen ve hâlâ Kore, Japonya, Vietnam,
Çin vb. ülkelerde Avrupaî takvimin yanı sıra geleneksel olarak kullanılan takvim sistemi
12 hayvanın adıyla anılan, 60 yıllık dilimlere dağılmış bir sistemdir. Yazıtlarda da kullanıl-
dığı anlaşılan bu takvime göre her yıl bir hayvanın adıyla anılır: 1. sıçgan veya küskü “sı-
çan”, 2. ud “sığır”, 3. bars “kaplan”, 4. tavışgan “tavşan”, 5. ulu veya lu “ejderha” 6. yılan “yı-
lan”, 7. yunt “at”, 8. koyn “koyun”, 9. bėçin “maymun”, 10. takıgu “tavuk”, 11. ıt “köpek, it”,
12. lagzın “domuz”.
Bu sisteme göre Kül Tigin’in ölüm tarihi şu şekildedir:
kül tigin kony yılka yėti yėgirmike uçdı tokuzunç ay yėti otuzka yog ertürtümiz barkin bedizin
bitig taşin bėçin yılka yėtinç ay yėti otuzka kop alkdımız kül tėgin özi kırk artukı yėti yaşıŋa
boltı taş bark ėtgüçig bonça bedizçig tuygun ėltever kelürti.
“Kül Tigin koyun yılının (27 Şubat 731) on yedisinde (sonsuzluğa) uçtu. Dokuzuncu ayın
yirmi yedisinde matemini tamamladık (1 Kasım 731). Türbesini, süslemelerini, yazıt taşını
maymun yılının yedinci ayının on yedisinde tamamen bitirdik (21 Ağustos 732). Kül Tigin
kendisi otuz yedi yaşına gelmişti. Taş türbe yapacak olan ustayı, bunca süsleme sanatçısını
Tuygun Ėltever getirdi.” (Kül Tigin Kuzey-Doğu Yüzü)
1. Ünite - VIII-IX. Yüzyıllar Türk Edebiyatı: Göktürk ve Uygur Dönemi Türk Edebiyatı 9
Thomsen’e göre Tukyu’larda “Bir adam ilkbaharda veya yazın ölürse, onu gömmek için
yaprakların sararıp ağaçlardan düşmesi beklenir. Sonbaharda veya kışın ölürse, yaprakla-
rın tekrar çıkması ve bitkilerin çiçeklenmesi beklenir. O zaman bir çukur kazılıp adam gö-
mülür.” [Tukyu: Çin kaynakları Türk sözünü Çincenin verdiği imkanlar çerçevesinde, iki
kelime ile, tu ve kyu şeklinde yazmaktaydı, bugünkü modern imla ile tu-jue /tucüe/ eski
Türkleri göstermektedir.]
Buna göre “Kül Tigin 11 şubat 731’de başlayan 19. k’ai-yuan yılının başlarında ölmüştü;
bu tarih Çin anlayışına göre ilkbaharın başına rastlar. Gömme törenini (Türkçe yog) yap-
mak için aynı yılın 9. ayı ve bu ayın da 27. günü (Çin
takviminde kasım başları), yani ‘yaprakların ağaçlar- Resim 1.3
dan düşmesi’ beklenmiştir. Her şey Tukyu geleneğine Radloff ’un ilk
tamamen uygundur. yayınından bir sayfa
Türkçe yazıtın kuzeydoğu yüzünde kronolojik
sıraya göre zikredilen işlere -anıtın dikilmesi, süs-
lenmesi ve son olarak metinlerin kazılması- gelin-
ce, bunlar zorunlu olarak uzunca bir zaman almıştır.
Ancak gömme töreninden (yog) sonra başlayıp 10 ay
sonra, bir sonraki yılın (732) 7. ayının 27’sinde, yani
bizim ağustos ayımızın ikinci yarısında bitirilmiş ol-
malıdır. (Bazin, III. Bölümden)
557-581 yıllarını kapsayan bir Çin kaynağında
Türkler için “Yılların biribirini izleyişini bilmezler ve
onları ancak yeşeren otlara göre sayarlar.” denir. Türk-
ler arasında Çin takvim sistemi “6. kai-huang yılı, bi-
rinci ay, keng-wu gününde (12 şubat 586)” dağılır.
(Bazin III. Bölümden)
Bilge Kağan’ın oğlu Tengri Kağanca babasının ölüm tarihi şöyle kaydedilir:
bonça kazganıp kaŋım kagan ıt yıl onunç ay altı otuzka uça bardı lagzin yıl bėşinç ay yėti otuz-
ka yog ertürtüm.
“Bu kadar şeyi temin edip babam hakan köpek yılında, onuncu ay, yirmi altıncı gün vefat etti
(25 Kasım 734). Domuz yılının beşinci ayının yirmi yedisinde cenaze törenini yaptırdım (22
Haziran 735).” (BK G 10)
Resim 1.4
Buna göre Bilge Kağan 25 Kasım 734 gününde
ölmüş, cenaze töreni ise ‘Domuz yılının beşinci ayı- Yazıtların ilk grameri
nın yirmi yedisinde’, yani 22 Haziran 735 tarihinde
yapılmıştır.
Bu takvim sistemi Anadolu’ya kadar ulaşmışsa
da bugün tamamen unutulmuştur. Ancak en azın-
dan yıl adları Türkmenistan’dan Tuva’ya kadar Orta
Asya ve Sibirya Türk halklarınca hala bilinmekte ve
kullanılmaktadır.
Eski Türk Yazıtlarına Göre Türklerde Sayı siste
mi: Eski Türk takvimi gibi sayı sistemi de bugünden
bir ölçüde farklıdır. Ondalık sayılarda “10”un üzeri
bir üst rakam ile ifade edilir:
10 VIII-XIII. Yüzyıllar Türk Edebiyatı
bėş otuz süledimiz üç yėgirmi süŋüşdümiz “25 defa sefer ettik, 13 defa savaştık”, altı yėgirmi
“16”, altı otuz “26”, yėti yėgirmi erin taşıkmış “17 kişiyle ayaklanmış”.
Otuz veya kırktan sonrası söz konusu olunca artukı “artığı, fazlası” kullanılır:
kırk artukı yėti yolı sülemiş “47 defa sefer etmiş”, otuz artukı bir yaşıma “31 yaşımda”, otuz ar-
tukı üç yaşıma “33 yaşımda”.
Bazin’in belirttiğine göre artukı ile kurulan sayı sisteminin kalıntıları Yakutlar arasında 19.
yüzyıla kadar sürmüştür: uon orduga bir (= *on artukı bir) “on bir”. L. Clark’a göre de bugün
Çin’in Gansu eyaletine bağlu Sunen bölgesinde yaşayan Sarı Uygurlar arasında bu system
hala canlılığını korumaktadır (Clark, 1996).
Edebî değeri yüksek, hacmi geniş olan bu üç yazıt dışında hem Türk Kağanlığı (Gök-
türkler) hem de Uygur Kağanlığı döneminden kalan eski Türk yazısıyla yazılmış başka ya-
zıtlar da vardır. Bunların kimisi uzun (Ongi yazıtı), kimisi de çok kısadır (Suci yazıtı). Bu
yazıtlarda kullanılan dil ve üslup Kül Tigin, Bilge Kağan ve Tunyukuk yazıtlarında kulla-
nılan dil ile hemen hemen aynıdır. Bunlar Ongi Yazıtı
Resim 1.5 (732?), Küli Çor (İhe-Hüşötü) Yazıtı (722-723), Taryat
(Terhin) Yazıtı (753), Moyun Çor (Şine Us) Yazıtı (759-
Yazıtların Türkiye’deki
ilk toplu yayımı, 760), Suci Yazıtı (840?), Çoyr ve Tes yazıtlarıdır.
birinci cilt Üslup ve söz dağarcığı farklı olanlar ise, bugün Tuva
ve Hakasya’da bulunan, daha kısa nitelikteki yazıtlardır.
Bu yazıtlar her iki kağanlığın yazıtlarından üslup olarak
bir ölçüde ayrılır. Kullanılan alfabede de kimi harf ayrı-
lıkları yanında ilave harfler de söz konusudur. Bunların
kimisi de taştan ziyade kayalara yazılmış, çiziktirilmiştir
(özellikle Dağlık Altay bölgesinde bulunanlar). Bu ya-
zıtlar kısaca “Yenisey Yazıtları” adıyla anılırlar.
Bunun dışında, Kırgızistan’da dil olarak Yenisey ya-
zıtlarına benzeyen, yine kısa yazıtlar, yuvarlak, büyük
yumurta şeklinde, 1 metre uzunluğundaki taşlara yazıl-
mış yazıtlar bulunmaktadır. Kısaca Talas Yazıtları ola-
rak anılan bu yazıtlar, her biri birer ikişer satırdan olu-
şan kısa cümleli bir kaç taşı geçmez.
Eski Türk yazısı, yalnızca yazıtlarda kullanılmamış, İpek Yolu bölgesinde, bugünkü
Turfan havzasında ortaya çıkartılan kitaplarda da kullanılmıştır. Bunlardan en hacimli
ve bütünlüklü olanı “Fal Kitabı” diye çevirebileceğimiz Irk Bitig’dir. Irk Bitig’in yazısı eski
Türk yazısı olsa da, bulunduğu bölge ve bağlı bulunduğu kültür itibariyle Uygur Edebiya-
tı içerisinde ele alınması daha uygundur.
İkilemeler: Orhon yazıtları dilinde (ve genellikle Eski Türkçede) anlatımı güçlü ve et-
kili kılan, güzelleştiren öğelerin başında eş, yakın ya da karşıt anlamlı ikilemeler, onların
sıkça kullanımı gelir. Türkçe bu en eski döneminde de ikilemeler bakımından gerçekten
çok zengindir ve bunların çoğunda da ses tekrarı, yani alliteration vardır:
12 VIII-XIII. Yüzyıllar Türk Edebiyatı
Resim 1.6
Türk Kağanlığı
dönemine ait harita
(D. Sinor’dan, İletişim
Yayınlar)
Anlatılar, Masallar
Anlatı ve masallar, Eski Uygurcada avdan ya da çatik adıyla karşımıza çıkar. Daha çok tek
başlarına bir kitap değil de, değişik kitapların -örneğin sūtraların- içerisinde yer alırlar. Bu
masallar belirli bir kalıp çerçevesinde ele alınmaktadır: Kalıp, bir öğrencinin (titsi) ustası-
na (bahşı) soruları ve ustanın da öğrencisine bir öykü aracılığıyla verdiği cevaplar şeklin-
de kurulmuştur (PhTF II, s. 222).
1. Ünite - VIII-IX. Yüzyıllar Türk Edebiyatı: Göktürk ve Uygur Dönemi Türk Edebiyatı 15
Tek başına bu tür masallara, öykülere ayrılan Uygurca kitapların başında
Daśakarmapathāvadānamālālar (= DKPAM) gelmektedir. Eski Uygurcada on edgü kılınç-
lıg yol ile karşılanan Daśakarmapathā ‘On iyi davranışın yolu’ olarak Türkçeye çevrilebi-
lir. Bu öykülerden ilki U II’de yayımlanmıştır (s. 20-24). Aşağıda bu metinden bir parça
verilmiştir:
(01) toŋa yaŋa teg küçlüg (02) erser yime .. anta ok tolp marım-(03)-ları etözleri barça kogşa-
yur .. kögüz-(04)-inte yüreki suçınur .. bütün etöz-(05)-intin ter akıp üner .. kün teŋri (06) ya-
rukı kapkara közünür (07) ol irinç ölümçi tınlıg (08) irnin yalvanu isig öziŋe (09) umugı üzü-
lüp kim erser özümke (10) ara turgay mu tėp umug ınag tileyü (11) törtdin sıŋar körür .. tili
tamgakı (12) kurıyur .. kırtışı sargarur kanı katıp (13) barır .. ölürteçi kişi yiti kılıç elginte (14)
tuta yakın tursar .. ol kılıç köz-(15) -iŋe ört yalın teg közünüp (16) inçe sakınır .. yėr yarılzun
erti .. (17) yėrke kireyin erti .. azu uçugma (18) kuş bolup kökke uçayın (19) (erti …)..
“Yiğit (bir) fil kadar güçlü olsa da, hemen bütün organları, vücudu zayıflayıp tümden diren-
cini yitirir. Göğsünde yüreği çarpar, bütün vücudundan ter boşanır. Güneş ışığı (gözüne)
kapkara görünür. O zavallı, ölüme mahkum canlı, dilini çıkarıp, dudaklarını yalayarak yaşa-
mından ümidini kesmiş (bir halde): “Benim yerime geçecek kimse yok mu?” diye umut ara-
yarak dört tarafına bakınır. Dili damağı kurur. Güzel yüzü sararır, kanı gider. Öldürecek kişi
elinde keskin kılıcı tutarak yaklaşınca, o kılıç gözüne alevlenmiş ateş gibi görünüp (içinden)
şöyle geçirir: “Yer yarılsaydı da içine girseydim yahut uçan kuş olup göğe çıksaydım.”
eştilür öŋre ertmiş üdün adın bir arıgda sėmekde tişi aslannıŋ tugurguluk üdi kolusı yakın kel-
ti, anta ok buzagulaçı kotuz ingekig tirig tutup için içegüsin teşip kotuz ingek ... tugurdı, ötrü
ol yagurukıya tugmış arslan enükkiyesi anasınıŋ emigin emgeli ugradı ol kotuz ingek buzagusı
yme başın örü kötürüp arslan emigin emgeli katıglantı anı körüp ol tişi arslan bulganıp övke-
si kelip köŋülinte inçe sakıntı bo utun tınlıg meniŋ emigimin neteg emer tep, anta ok yene köni
bügüş urup inçe tėp tėdi munuŋ anasın men ölürdüm anı üçün bo irinç tınlıg ögsüz bolup kaltı
muŋar ne erser yazuk yok, mini anası ol tėp sakınur, meniŋ oglum neteg…ançulayu yme yılkı
ajunınta barmış tınlıglarnıŋ oglanı … ok… ögsüz kalmış bo irinç tınlıg emigimin emip bolzun
meniŋ oglum, ötrü ol tişi arslan iki oglanın igidip kėçmetin ara bir emig emizmiş iki iniçi olga-
nı ulgaddılar, birisi alku keyiklerniŋ begi ulug küçlüg … bütdi, ikintisi alku kotaz ingeklerniŋ
eligi hanı teg kotuz
“Rivayet edilir: Geçmiş zamanda farklı bir ormanda2 dişi bir arslanın doğum vakti yaklaşır.
O sırada yavrulayacak bir yakı (Tibet sığırı) tutup karnını deşip yak ... ... doğurdu. Sonra ya-
kın vakitte doğmuş olan arslan eniği anasının göğsünü emmeye çalıştığı sırada yakın buza-
ğısı da başını uzatıp arslanın göğsünü emmeye yeltendi. Onu görüp o dişi arslan hiddet ve
öfkeyle gönlünden şöyle geçirerek: “Bu utanmaz hayvan benim göğsümü nasıl emer?” dedi.
Daha sonar aklı selimle düşünüp şöyle dedi: “Bunun anasını ben öldürdüm. Bu nedenle bu
zavallı canlı, öksüz kaldı. Buna çok yazık. Beni anası sanıyor. Benim evladım nasıl … böyle-
likle hayvanlar aleminden gelmiş canlıların oğulları … öksüz kalmış bu zavallı canlı, göğsü-
mü emip benim oğlum olsun.” Daha sonra o dişi arslan iki oğlunu beslemiş. Çok geçmeden
iki kardeş büyüdüler. Birisi bütün vahşi hayvanların beyi, büyük güçlü … oldu; ikincisi bü-
tün yakların hükümdar hanı gibi …”
16 VIII-XIII. Yüzyıllar Türk Edebiyatı
Şeytan Āṭavaka (PhTF II, s. 224) ile Maitrisimit’i de bu bölüme, anlatılara eklemeliyiz (Ga-
bain, 1957). Maitrisimit. [I]. Wiesbaden, sayfa 16). Son olarak da Araṇemi-jātaka, Sundarī kız
öykülerini buraya katmak gerekir (Tezcan, 1974). Das uigurishe Insadi-Sutra, Berlin).
Sūtralar
Budist külliyatın Uygurcada en yaygın kitaplarından olan sūtra’nın sözlük anlamı “ip, si-
cim; kuşak, bağ; öğreti, yasa, kural, öğreti kitabı” olup Uygurcada genellikle sudur (Çin.
jing = Uyg. ki, ke) sözcüğüyle karşılanmaktadır.
Uygurcaya çevrilen sūtraların başında Suvarṇaprabhāsa-sūtra gelmektedir. Uygurca
adı kısaca altun yaruk sudur olan metnin bütününün yazıçevrimi yapılmış, ancak tüm
bölümlerin çevirisi tamamlanmamıştır. 20. yüzyılın başın-da Çin Halk Cumhuriyeti’nin
Gansu bölgesinde bulunan metin 700 sayfanın üzerindedir.
Sūtralar ve çoğu Budist metin öncelikle Buda’ya, öğretisine ve cemaatine saygı ile baş-
lar, işte Altun Yaruk’tan bir bölüm:
Resim 1.7 namo buddaya namo darmaya namo saŋgaya amtı mon-
ta bo nomnuŋ kėŋürü ulalmış süü tıltagın az teŋinçe yene
Eski Uygurca Altun
ukıtalım bo yme altun öŋlüg yaruk yaltrıklıg kopda kötrül-
Yaruk’un Radloff ve
Malov tarafından miş nom ėligi atlıg nom erdinig boşguntaçı tutdaçı okıda-
yapılan yayımından çı tıŋladaçı bitideçi bititdeçi tözünler oglı tözünler kızı to-
bir sayfa yın şamnanç upasi upasanç tört türlüg tėrin kuvraglarnıŋ
köŋülüŋüzlerte antag sakınçıŋızlar tursar bar mu erki antag
tınlıglar kim bo nom erdini tıltagınta bo ok közünür ajunta
edgü tüşke tegdeçi (…)
“Buda’ya saygı, öğretisine saygı, cemaatine saygı. Bu öğre-
tinin açılarak eklenmiş olan önsözünün sebebini az biraz-
cık yine anlatalım. Bu ‘Altın renkli, parlak, ışıltılı, her şe-
yin üzerinde yüceltilmiş öğreti hükümdarı’ adlı öğreti mü-
cevherini talim eden, (emirlerini) tutan, okuyan, dinleyen,
yazan, yazdıran soylular oğlu, soylular kızı, rahip, rahibe,
mümin, mümine, dört tür cemaatin2 kalplerinde bu şekil-
de bir düşünce ortaya çıkarsa var mıdır acaba böylesi can-
lılar bu öğreti mücevheri sayesinde içinde bulunduğumuz
âlemde iyi bir karşılık bulacak (…)”
Aşağıda aynı sūtranın sonunda, 10. bölümünde yer alan bir hikaye, bir tür Jātaka’dan
bir parça yer alır:
öŋre ertmiş üdde bo çambudivip uluşta maharatė atlıg ėlig han bar erti, ol yme maharatė ėlig
han ertiŋü ulug bay barımlıg tsaŋlarları agılıgları ı tarıg ed tavar üze tolu alp atım süülüg
küçiŋe tükellig törttin sıŋar yėr oronug iymiş basmış üküşke ayatmış agırlatmış ürüg uzatı köni
nomça töröçe başladaçı imerigme kamag bodunın karasın asmış üklitmiş koptın sıŋar yagısız
yavlaksız erti, ol antag osuglug çoglug yalınlıg küçlüg küsünlüg ėlig hannıŋ ulugı hatunınta tug-
mış körgeli seviglig körklüg meŋizlig üç oglanı erti.
“Çok eski devirlerde, bu dünyada2 Maharade adlı (bir) hükümdar2 vardı. O, Maharade hü-
kümdar2 fazlasıyla zengin2, ambarları2 tahıl ve mal mülk ile dolu olup kahraman ve nişancı
ordusu güçlüydü. Dört bir yanındaki ülkeleri2 kendine bağlamış2, çok saygı kazanmış2, dai-
ma2 doğru kanun ve öğretiye göre halkına önderlik edip, çevresindeki bütün halkını2 çoğal-
tıp artırmış, her tarafı düşmandan arındırılmıştı2. O, öylesine parlak (haşmetli)2 güçlü (kuv-
vetli)2 hükümdarın2 büyük eşinden doğmuş, görünüşü sevimli, güzel yüzlü üç oğlu vardı.
1. Ünite - VIII-IX. Yüzyıllar Türk Edebiyatı: Göktürk ve Uygur Dönemi Türk Edebiyatı 17
Saddharmapuṇḍarīka-sūtra adıyla bilinen sūtranın sözlük anlamı ise “Doğru Öğreti-
nin Nilüfer Çiçeği” olup Uygurcada sadece 25. bölümün çevirisi bulunmaktadır.
Bir çok yazması bulunan Yitikensudur ise Tantra Budizmine ait bir metin olup TT
VII içerisinde R. R. Arat tarafından yayımlanmıştır. Bu metin esasen Türkçe ilk astrono-
mi metnidir.
Bunların dışında değişik Sutralardan arta kalan yapraklar çeşitli araştırmacılarca ya-
yımlanmıştır:
“Hamam-Sūtrası”, Ārya rājāvavādaka sūtra, Ārya-trāta-Buddhamātrika-vimsati-pūga-
stotra-sūtra, Āṭānāṭikasūtra ve Āṭānāṭihṛdaya, Bhaiṣajyagurusūtra (sadece 11 satırı günü-
müze ulaşmıştır) gibi metinlerden küçük parçalar kalmıştır (Ölmez, 1997).
Abhidharma Metinleri
Yukarıda değinilen Abhidharmakośaśāstra’nın Uygurcada tam bir çevirisi bulunmayıp,
sadece Sthiramati’nin yorumunun çevirisi mevcuttur. Bu çeviri Çinceden yapılmış olup,
asıl Sanskritçe metin bugün kaybolmuştur. Çince metinden ise sadece üç sayfa kalmıştır.
Uygurca çeviriye göre metnin aslı manzum ve 28 000 grantha olmalıdır.
Vinayalar
“Kural, düzen, disiplin (kitabı)” demek olan Vinayalara Uygurcada rastlamayız. Ancak
son dönem Uygurca metinlerden İnsadi-Sūtra adıyla yayımlanan metin Vinayalara yakın-
dır. Yazıçevrimi ve çevirisi S. Tezcan tarafından yayımlanan, esas olarak rahiplerin yağ-
mur mevsiminde yaptıkları işleri, törenleri anlatan metin için W. Scharlipp’in çalışması-
na bakılabilir.
Tövbe Metinleri
Uygurcada, tövbe yoluyla günahlardan arınmayı anlatan metinler de vardır. Bu metinle-
rin çoğunluğu küçük metinlerdir. Konuyla ilgili ilk metni Müller yayımlamıştır. Bunu, TT
IV’te yer alan metin izlemiştir (Gabain, 1931).
Çincesi 40 bölümden oluşan bir başka metin ise BT dizisinin ikinci kitabı olarak ya-
yımlanmıştır. Bu metinlerin kimisi cenaze törenleriyle ilişkilidir. Konuyla ilgili öteki
metinler ise, I. Warnke, P. Zieme, M. Shōgaito ve son olarak da J. Wilkens tarafından ya-
yımlanmıştır. Metinden bir bölüm aşağıdadır:
1. Ünite - VIII-IX. Yüzyıllar Türk Edebiyatı: Göktürk ve Uygur Dönemi Türk Edebiyatı 19
yene meniŋ bo bir yalıŋ esri etözümin telim üküş kurtlar avıp kelip etimin terimin isirmekleri ...
üze inçe kaltı bizin sançmış ///// artokrak açıg tarka emgek emgenür men, men yene öŋre tug-
mış törümiş uzatıkı yılan ermez men, belgürtme etözin törüp belgürüp munta kelmiş erür men,
ap yme siziŋ bo ergülük ordoŋuzta agır ulug ada tuda kılgalı kelmiş ermez men ... ... ... amtı
meniŋ bir küsüşüm ol, mėni üçün kayu erser bir yėg üstünki buyan edgü kılınçıg kılıp mėni
bo emgekimtin tartıp ozgursar sız, anta tėmin amrak (?) edgülüg utlı sevinç tegürmiş bolgay
erdiŋiz tėp tėdi (,) han bo savıg eşidip açıgı kelip yėriŋüyü boguzı sıkılıp yıglayu anıŋ küsüşin
tilikin takı yme ança sözletgeli sakınıp turur erken ançgınça ol yılan közünmedin yitlinip bardı
“(...) ‘yine benim yalın, benekli vücudumu bir çok kurt dolaşıp gelip etimi derimi ısırmak su-
retiyle bizi öyle sokmuş ki ... çok fazla acı, ıstırap ve eziyet çekiyorum. Ben ayrıca geçmişte
doğmuş, yaratılmış, her zamanki yılan değilim. Yeniden şekil bulmuş vücutla yaratılıp orta-
ya çıkarak buraya geldim. Ayrıca da sizin bu sarayınıza2 büyük tehlikeler yaratmak için gel-
miş değilim. Benim isteğim şimdi şudur: Benim için bir yol ile çok iyi, üstün bir sevap2 iş-
leyip beni bu eziyetten çekip çıkarsanız ... işte o vakit hoş, iyi karşılığa, sevince ulaşmış ola-
caksınız’ dedi.”
Büyü Metinleri
Berliner Turfantexte dizisinde yedinci kitap olarak yayımlanan Tantra ile sekizinci kitap,
Tibet Budizmine ait metinler olup, Tibet Budizminin, Lamaizmin Türkler arasında ne de-
rece yaygın olduğuna dair bizim için önemli ipuçları vermektedir. Tibetçeden çeviri bir
metin olan Tantra, Sa-Skya okulu ile ilgilidir.
Bunların dışında Nāropa okuluna bağlı Tibet’in Ölüler Kitabı’nın Uygurca çevirisi de
günümüze ulaşmıştır. Metinde, ölüm ve yeniden doğumun önlenmesi konuları ele alın-
mıştır. Öteki metin ise yine Nāropa okuluna ait olup Tört türlüg keziglerig yolça uduzmak-
lıg teriŋ nomlug tamŋak “dört türlü düzeni yoluyla izlemek için derin öğretinin eğitimi”
adını taşımaktadır.
Ayrıca kimi büyü metinlerinin yer aldığı Dhāraṇī-Sūtralar da Uygurcaya çevrilmiştir.
Bunlardan 38 satırlık bir metin işlenip yayımlanmıştır.
Karabalgasun’a, dört Maniheist rahiple birlikte döner. Uzun süren tartışmaların ardından,
Bögü kağan devlet yönetimindeki bazı komutanların tüm karşı çıkışlarına rağmen tebası-
nın Maniheizmi kabul etmesi için bir bildiri yayımlar (Mackerras, 1990: 330).
Bögü Kağan’ın Maniheizmi kabul edişini anlatan bu metin, ilk kez W. Bang tarafından
TT II’de yayımlamıştır (Bang, W.-Gabain, A.V., 1929).
Maniheist Uygur metinleri üzerine ilk çalışmalar,
Resim 1.9
Turfan şehri yakınlarındaki Hoço ve Bezeklik mağa-
Maniheist Uygur ralarında bulunan metinlerin Albert von Le Coq adlı
yazısıyla bir metin (P.
Zieme yayını) Alman arkeoloğun bunları yayımlamasıyla başlamıştır.
İlk çalışma “İdikut Şehrinde Bulunan Maniheist Uygur
Metin Parçası”dır. Le Coq, çalışmasında İdikut’ta (bu-
günkü Hoço, Çince Gao-chang) bulunan metni tanıtıp
dil yönünden inceler, transkripsiyonlu metnini ve Al-
manca çevirisini verir.
Bu çalışmanın ilki ülkemizde Türkçe Māni El Yazıları adı ile Fuat Köseraif tarafından
Türkçe olarak da yayımlanmıştır.
Le Coq’un çalışmalarına paralel olarak W. Bang da yazdığı çeşitli makalelerle Manihe-
ist Uygur metinlerine ait çeşitli konuların çözümüne katkıda bulunmuştur. Gerçekte Or-
tadoğu kökenli olan Maniheizm tarihte ilk ve tek olarak Uygurlarca, 762 yılında devlet
dini olarak kabul edilmiştir. Bögü Kağan’ın Mani rahipleriyle yaptığı görüşmeden bir bö-
lüm aşağıdaki gibidir:
Uygur Maniheizminin tarihi, belgeler eşliğinde Japon araştırmacı Takao Moriyasu ta-
rafından hazırlanmıştır: Uiguru Manikyōshi no kenkyū “Uygur maniheizmi Üzerine İnce-
lemeler” (Osaka, 1991; Almanca çevirisi: Die Geschichte des uigurischen Manichäismus an
der Seidenstraße, 2004)
Moriyasu, çalışmasında öncelikle bölgedeki Budist ve Maniheist mağaralardaki araş-
tırmalara değinmekte, bu mağaraların yapısını anlatmaktadır. Mağaralarda yer alan resim-
ler ve Eski Uygurca Maniheist yazılar hakkında bilgi verdikten sonra bölgedeki diğer Ma-
niheist mağaraların niteliklerine de değinmektedir. Çalışmada Batı Uygur Kağanlığı’nda
1. Ünite - VIII-IX. Yüzyıllar Türk Edebiyatı: Göktürk ve Uygur Dönemi Türk Edebiyatı 21
Maniheizmin yükselişi, gerileyişi ve Budizmin güçlen- Resim 1.10
mesinin nedenlerine değinmektedir. Daha sonra ise Maniheist Uygurların
İslam kaynaklarında Batı Uygur Maniheizminin nasıl tövbe duasından bir
geçtiğine değinir. sayfa (Radloff yayını)
Maniheizmin kurucusu Mani’nin resimle yakın-
dan ilgilenmesinden, Maniheizmin esasını oluşturan
aydınlık, ışık üzerine resimler çizmesinden dolayı Ma-
niheist yazmalar ve tapınaklar resimlerle, çiçek motifli
tasvirlerle süslüdür. Bu konuda Zsuzsanna Gulácsi’nin
ayrıntılı bir çalışması vardır. Çalışmada Berlin’de
bulunan metin ve resim parçaları kataloglanarak
tanıtılmış ve bu parçalar, resimli kitap parçaları, deri kitap ciltleri, ipek kitaplar, boyanmış
ve işlenmiş kumaş parçaları, duvar resimleri gibi ana başlıklar altında sınıflandırılarak
ayrı ayrı değerlendirilmiştir.
Maniheist Uygurlardan günümüze ulaşan “tövbe duası” W. Radloff ve A. von Le Coq tarafın-
dan hemen hemen yanı tarihlerde yayımlanmış (1911), 1940’ta da Le Coq’un çalışması Türkçe-
ye çevrilmiştir. Aşağıda bu metnin (Huastuanift) yeni bir yayımından bir parça yer almaktadır:
Huastuanift’ten
Hormuzta t(e)ŋri bėş t(e)ŋri
birle kam(a)g t(e)ŋriler sözinlüg(ü)n
yekke süŋüşgeli k[el]ti,
inti, anıg kılınçl(ı)g ş(ı)mnulugun
bėş türlüg yeklerlügün süŋüşdi,
t(e)ŋril[iy]ekli y(a)ruklı karalı ol
üdün k[at]ıldı, hormuzta t(e)ŋri
oglan[ı] bėş t(e)ŋri, bizniŋ özüt(ü)müz
sön[ye]klügün süŋüşüp balıg başl(ı)g
boltı, yme kam(a)g yekler [ulug]lar[ınıŋ]
todunçsuz uvutsuz suk yek[niŋ]
yüz artokı kırk tümen yek[niŋ yavlak]
biligiŋe katılıp ögsüz köŋül-
süz boltı, k(e)ntü tugmış kılınmış
meŋigü t(e)ŋri yėrin unıtu ıddı,
y(a)ruk t(e)ŋrilerde adrıltı, antadata
berü t(e)ŋrim yek kılınçıŋa
anıg kılınçl(ı)g ş(ı)mnu ögümüzni
sakınçım(ı)znı azgurdukın a[r]kun,
biligsiz ögsüz boltukumuz üçün
Metnin bugünkü Türkçeye çevirisi
Hormuzta Tanrı, beş tanrı ile birlikte bütün tanrılar sözleşerek şeytanlarla savaşmak
için geldiler, indiler ve günahkâr şımnu ile beraber beş farklı türde şeytanla (daha) savaş-
tılar. O zaman tanrı ve şeytan, ışık ve karanlık (birbirine) karıştı. Hormuzta tanrının ço-
cukları beş tanrı ile bizim ruhlarımız ezelde şeytanlarla savaşıp yaralandı; dahası en bü-
yük şeytanın utanmaz, ahlaksız ihtirasları, yüz kırk tümen şeytanın kötülüğü ile karışıp
düşüncesiz oldu, kendi doğduğu yaratıldığı ezeli tanrı yerini unuttu ve ışık tanrılardan ay-
rıldı. O zamandan beri tanrım, şeytanca davranışlarla günahkâr şımnu aklımızı baştan çı-
kardıktan (sonra) düşüncesiz, akılsız hale geldiğimiz için…
22 VIII-XIII. Yüzyıllar Türk Edebiyatı
Aşağıda hasat sonrası şenliği ve sevinci anlatan bir metin (Mólnár ve Zieme) ile son
dönem Uygur metinleri arasında sayabileceğimiz manzum bir ağıt yer alır (Arat ve Bang,
“Turfan’dan Türküler” adlı bu metin için Uygur Şiiri bölümüne bakınız). Bunu bir satış bel-
gesi izler (SUK II, Sa02 Ot. Ry. 1414a RDT), ayrıntılar ve kaynaklar için bkz. Civelek, Ö.
(2005). Dindışı Uygurca Metinlerin Karşılaştırmalı Sözvarlığı, Yüksek Lisans Tezi, Yıldız
Teknik Üniversitesi, İstanbul.
Satış Belgesi
(1) koyn yıl aram ay bir bir yaŋıka men karanıŋ yėg bürt (2) yuŋlaklık tavar kergek bolup
bėrgüm yok üçün (3) kėdin kırata kazı kitrin?te içim kançuk bile tüz (4) ülüşlüg üç şıg yėrim
atı kutlug taşka toguru (5) tumlıtu sattım satıg kunpusın ınça sözleşdimiz üç (6) yüz bėş
otuz kunpuka üzüştümüz bu bitig kılmış kün (7) üze men kutlug taş üç yüz bėş otuz kunpuni
bir (8) egsüksüz tükel sanap bėrtim men yig yme tükel sanap (9) altım bu yėrniŋ sıçısı örü
yıŋak ögen adırar öŋ- (10) tün yıŋak toyıçak? yėri adırar kudı yıŋak ögen (11) lusay yėriŋe
bargu ögen adırar kėdin yıŋak yanyak? (12) ınal yėri adırar bu tört sıçılıg yėr üze miŋ (13)
yıl tümen künketegi kutlug taş erklig bolzun taplasar (14) özi tarızun taplamasar adın kişike
24 VIII-XIII. Yüzyıllar Türk Edebiyatı
Irk Bitig
Eski Uygurlardan günümüze ulaşan, ancak Uygur yazısıyla değil de runik harfli eski Türk
yazısıyla yazılan bir kitap olan Irk Bitig, A. Stein tarafından yine İpek Yolu bölgesinde
bulunmuş ve İngiltere’ye getirilmiştir. Esas olarak bir tür öğüt, nasihat kitabı olan Irk
Bitig’in Çin kültürü tesirinde yazıldığı çeşitli araştırıcılarca ortaya konmuştur. İlk kez V.
Thomsen’in yayımladığı Irk Bitig’i son olarak Talat Tekin yayımlamıştır.
Dindışı Uygur edebiyatına ait metinleri sıralayıp belirgin özellikleri hakkında kısa bilgi veriniz.
3
1. Ünite - VIII-IX. Yüzyıllar Türk Edebiyatı: Göktürk ve Uygur Dönemi Türk Edebiyatı 25
kamag iş kodgıl
buyan edgü kılıç kıl
“her işi bırak, iyilik ve hayırlı işlerle meşgul ol” (Ş. Tekin, aynı yer, s. 61).
Yine 14. yüzyıldan kalma Kıpçakça bir bilmecede de benzer kullanımları görürüz:
Ş. Tekin’den 20 yıl kadar sonra, Türk Dili dergisinin bir sayısı yine “Eski Türk Şiiri”ne
ayrılmıştır. Üç ayrı yazıya yer verilen dergide ilk yazı T. Tekin’e ait olup “İslam Öncesi Türk
Şiiri” başlığını taşımaktadır. Uygur şiirinin çeşitli özelliklerine (konu, ölçü, uyak vb.) de-
ğinilen incelemede Mani dinine ait, cehennem betimlemesini içeren bir şiir yine bugün-
kü Türkçeye dize ve hece sayısı korunarak (tamu “cehennem” sözünün de kullanımıyla)
çevrilmiştir. Örnek olması amacıyla hece sayısını ve durak yerlerini de göstererek bu şii-
re aşağıda yer veriyoruz:
tüpinte ol ok ma ölmeki bar Sonunda yine şu ölmesi var
tünerig tamuka tüşmeki bar Karanlık tamuya düşmesi var
tümenlig yekler kelir tėyür Binlerce şeytan gelir derler
tumanlıg yekler ayar tėyür Dumanlı şeytanlar hükmeder derler
tardıç teg etözin kodur tėyür Ardıç (?) gibi bedenini bırakır derler
tavarı turkuru kalır tėyür Malı mülkü cümle kalır derler
tetrü saçlıg kurtga yek kelir tėyür Aksi, kıllı, kart şeytan gelir derler
tolılıg bulıt teg tunkı kaşlıg tėyür Dolulu bulut gibi çatık kaşlı derler
Şiirin hece sayısı ise şöyledir:
tüpinte / ol ok ma / ölmeki bar (3+3+4)
tünerig / tamuka / tüşmeki bar (3+3+4)
tünerig / tünçüle / basar tėyür (3+3+4)
tardıç teg / etözin / kodur tėyür (3+3+4)
tavarı / turkuru / kalır tėyür (3+3+4)
tümenlig yekler / kelir tėyür (5+4)
tumanlıg yekler / ayar tėyür (5+4)
körügme kün teŋri · siz bizni közetiŋ gören güneş tanrı / siz bizi koruyun
körünügme ay teŋri · siz bizni kurtgarıŋ görünen ay tanrı / siz bizi kurtarın
V. bölümde şiirler biçim, dış görünüş, yazım vb. noktalardan ele alınmıştır. Yeri geldik-
çe şiirlerdeki koşutluklara, karşıtlıklara da yer verilmiştir. Karşıtlık için aşağıdaki parça iyi
bir örnektir (Zieme, 1991: 416; Arat, 1965: 120):
yazın suyuna kış günü buz derler
yaykı suvnı kışkı ödte buz tėp tėyürler
kışın buzuna yazın da su derler
yene yayın kışkı buznı suv tėp tėyürler
yanılınca asıl Buddha’ya gönül derler
yaŋıltukda çın burhannı köŋül tėyürler
yanılmadıkları vakit de bizzat gönüle
yaŋılmadukta köŋülni ök burhan tėyürler
Buddha derler
Dize sonu uyağa değil de esas olarak dize başı uyağa ve dize içi ses tekrarlarına daya-
nan Uygur şiirlerinden sevgi konusunu ele alan bir şiir şu şekildedir:
28 VIII-XIII. Yüzyıllar Türk Edebiyatı
... ...
kasınçıgımın ö[yü] Yavuklumu düşünüp
kadgurar men kaygılanıyorum;
kadgurtuk[ça] kaşı körtlem kaygılandıkça, kaşı güzelim
kavışıgsayur men kavuşmak istiyorum!
öz amrakımın öyür men Öz sevgilimi düşünüyorum;
öyü evirürmen ödü … çün düşünüp durdukça …
öz amrak[ımın] öz sevgilimi
öpügseyür men öpmek istiyorum!
barayın tėser Gideyim desem,
baç amrakım güzel sevgilim,
baru yime umaz men gidemiyorum da
bagırsakım merhametlim!
kireyin tėser Gireyim desem,
kiçigkeyem küçücüğüm,
kirü yime umaz men giremiyorum da;
kėn yıpar yıdlıgım misk (ve) anber kokulum!
yaruk teŋriler Nur, ışık sahipleri
yarlıkazunın lütfedip buyursun:
yavaşım birle yumuşak huylum ile
yakışıpan adrılmalım kavuşup (hiç) ayrılmayalım!
küçlüg piriştiler Kudretli melekler
küç bėrzünin güç versin:
közi karam birle gözü karam ile
k[ül]üşüp[en] oluralım gülüşerek (neşe ile) oturalım!
Kısaca belirtmek gerekirse, eski Türk şiiri, özellikle Budist Uygur şiiri elimizdeki ör-
neklerine göre çeviri esaslı, dinî şiirlerdir. Bu şiirlerde Budizme ya da Maniheizme ait çe-
şitli konularda manzum bir üslupla kaleme alınmışlardır. Bu konuların dışında sevgi, doğa
vb. üzerine yazılmış şiirler de vardır. Eski Türk şiirine ait verimlerin çoğunluğu bugün iş-
lenip yayımlanmıştır (Zieme, 1985; Tekin, 1980 ve ötekiler).
Yukarıda değindiğimiz, muhtemelen İslamî döneme ait olan ağıttan bir bölümü aşağı-
da örnek olarak veriyoruz:
Turfan’dan Türküler
Özet
Göktürkler dönemine ait en önemli yazıtları tanımak. Kısaca değinmek gerekirse, bu özelliklere şu örnekler
1
Türklerden kalma bu en eski yazıtlar ilk başta Kül Ti- verilebilir:
gin, Bilge Kağan ve Tunyukuk adıyla anılan yazıtlar- İkilemeler: arkış tėrkiş “kervan kafile”, ev bark “ev
dır. Bunlardan Kül Tigin yazıtı bir yüzü Çince, diğer bark”, iş küç “iş güç”; koşutluk: körür közüm körmez
üç yüzü Türkçe olmak üzere 4 metreye yakın yüksek- teg / bilir biligim bilmez teg; üze kök teŋri / asra yagız
liği olan bir tür mermer taşa yazılmıştır. Anıtın ge-
yer; deyimler: atı küsi yok bol- “adı sanı yok olmak”,
niş yüzünde (doğu) 40, dar yüzlerinde (kuzey ve gü-
atasözleri: yuyka erkli topulgalı uçuz ermiş, yinçge
ney) 13’er satır yazı vardır. Anıt, aslında Çin’deki ben-
erklig üzgeli uçuz; yuyka kalın bolsar topulgalı alp er-
zer yazıtlar gibi uzun ömrün, kalıcılığın simgesi olan
büyük mermer bir kaplumbağa altlığa oturtulmuştur. miş, yinçge yogun bolsar üzgülük alp ermiş “(Bir şey)
Bu altlık anıta yakın yerde bulunmuştur. Yazıtta ilk yufka iken (onu) delmek kolay imiş; ince olanı kırmak
Türk devletinin kuruluşu, yıkılışı ve daha sonra Çine kolay; yufka kalın olursa (onu) delmek zor imiş, ince
bağlanan Türk halkının bir isyanla nasıl bağımsız ol- yoğun olursa (onu) kırmak zor imiş”; benzetme sa
duğu ele alınır. natı: (Teŋri küç birtük üçün) kaŋım kagan süsi böri teg
Bilge Kağan yazıtı da içerik olarak Kül Tigin yazıtına ermiş, yagısı koy teg ermiş “(Tanrı güç verdiği için),
benzer. Bu yazıt, Kül Tigin yazıtından birkaç santim babam hakanın askerleri kurt gibi, düşmanları da ko-
daha yüksektir. Ancak Kül Tigin yazıtına göre daha yun gibi imiş”, örtçe kızıp kelti “(Düşman) ateş gibi kı-
çok tahrip olmuş olup bazı yerleri okunamamaktadır. zıp (üzerimize) geldi”.
Bu yazıtta da Çince bir yüz varsa da çok harap du-
rumdadır. Toplamı 70 satırı aşan yazıt içerik olarak
Uygurları tanımak ve Budist Uygur edebiyatını ana
çoğunlukla Kül Tigin ile örtüşür. Yazıtın Kül Tigin ya-
3 başlıklarıyla özetlemek.
zıtından sonra dikildiği tahmin edilmektedir.
Her iki yazıt da şiirsel, birbirine koşut ifadelerle, ata- Uygurlardan Çin belgelerinde ve ilk Türk Kağanlığı-
sözleri ve ikilemelerle heybetli, zengin ve hitabete yer na ait yazıtlarda, Göktürk Anıtlarında bahsedilse de
veren bir anlatım gücüyle hazırlanmıştır. Uygurca metinler denince akla 840’ta Moğolistan’dan
Tunyukuk yazıtı iki ayrı taştan oluşur. Dikildiği tarih Hoço, Tarım, Turfan bölgelerine göç etmiş olan Uy-
kesin belli değilse de Tunyukuk’un yaşadığı dönemde, gurların, 13. yüzyılın başlarına değin bu bölgelerde
8. yüzyılın ilk çeyreğinde dikilmiş olması gerekir. Her yarattığı eserler, Budist ve Maniheist çeviri edebiya-
iki taşın toplamı 62 satırdır. İlk taş daha iyi korun- tı akla gelir. Çeşitli dinlerle, Hıristiyanlık, Manihe-
muş, ikinci taş ise bir hayli, yıpranmıştır. Tunyukuk, istlik ve Budizmle tanışan Uygurların çoğunluğu za-
Göktürk devletinin kurucuları arasında yer alır. Ken- manla, aynı bölgede yaşayan, Budizmi daha önce-
di ifadesine bakılırsa, Türkler Çin’e bağımlı iken dün-
den benimseyen Soğdların da etkisiyle Budist olmuş-
yaya gelmiş, devletin kuruluşunda ve kağan seçimin-
tur. Budist Uygurlar kendi dillerine Budist edebiyata
de önemli bir rol almış, kağanlara danışmanlık ve ve-
ait önemli eserleri çevirmişlerdir. Denilebilir ki Bu-
zirlik etmiştir.
dist Uygur edebiyatının esasını bu çeviri eserler oluş-
Eski Türk Yazıtlarının edebî değerini açıklamak. turmaktadır. Bu eserler arasında çok az bir kısmı öz-
2 gün, telif eserlerdir. Çoğunluğu ise Budist külliyata
Talat Tekin ve daha sonra Doğan Aksan’ın belirttiği-
ne göre yazıtlarda kullanılan etkili anlatım ve deyi- ait çeviri eserlerdir. Budist külliyatın, Tripiṭaka’nın
şi sağlayan öğeler şöyle sıralanabilir: 1. İkilemeler; 2. içerisinden Uygurcaya çoğunlukla sūtralar çevril-
koşutluk; 3. deyimler; 4. atasözlerinden yararlanma; miştir. Vinayalardan çevrilen eser olup olmadığı bu-
5. edebî sanatlar. Muharrem Ergin ise ifâde şeklinden gün bilinmemektedir. Abhidharmalardan ise sa-
içerik durumuna, dil ve sanatına kadar daha geniş bir dece Vasubandhu’nun Abhidharma-kośabhāṣyatīkā
açıdan bakar. Tattvārtha’sına Sthrimati tarafından yazılan yorumun
Yazıtlarda en çok öne çıkan kullanım, ifadeyi zengin-
çevirisine ait iki kitap elimize geçmiştir. Bunun dışın-
leştiren unsur koşutluktur. Bu koşutluğa bakarak kimi
da bir kaç küçük Abhidharma vardır.
araştırmacılar yazıtların manzum olduğunu ileri sür-
Budist Uygur edebiyatına ait eserler kısaca: a) Anla-
müştür. Ancak, yazıtlar yeryer aliterasyonlu, uyaklı
ifadeler taşısa da, o dönem için bir şiirin gerektirdiği tılar, Masallar, b) Sūtralar, c) Tövbe duaları, d) Büyü
ölçüden uzaktır. metinleri ve e) Felsefî metinler olarak sıralanabilir.
30 VIII-XIII. Yüzyıllar Türk Edebiyatı
Kendimizi Sınayalım
1. İlk Göktürk devleti ne zaman kurulmuştur? 6. Aşağıdakilerden hangisi Budist Uygur metinleri arasında
a. 630 yılında bulunmaz?
b. 552 yılında a. Fallar
c. 744 yılında b. Anlatılar
d. 680 yılında c. Tövbe duaları
e. 840 yılında d. Büyü metinleri
e. Sūtralar
2. Göktürk yazıtlarını diktiren kişi aşağıdakilerden hangisidir?
a. Kül Tigin 7. Sūtraların türü aşağıdakilerden hangisidir?
b. Elteriş a. Anlatı kitapları
c. Bögü Kağan b. Tıp kitapları
d. Bilge Kağan c. Öğreti kitapları
e. Bumın Kağan d. Astronomi kitapları
e. Tarih kitapları
3. Bilge Kağan yazıtı içerik olarak aşağıdaki yazıtlardan
hangisine benzer? 8. Uygurlar arasında kabul edilmeyen din aşağıdakilerden
a. Tunyukuk hangisidir?
b. Altınköl a. Hristiyanlık
c. Kül Tigin b. Musevîlik
d. Yenisey c. Maniheizm
e. Talas d. Budizm
e. Şamanizm
4. Aşağıdakilerden hangisi Eski Türk takviminin özellikle-
rinden biridir? 9. Bögü Kağan aşağıdaki dinlerden hangisini kabul etmiştir?
a. Hicrî takvim gibidir a. Hristiyanlık
b. 12 yıllık hayvan takvimidir b. Musevîlik
c. Miladî takvim gibidir c. Maniheizm
d. Takvim sistemi yoktur d. Budizm
e. Haftalıktır e. Şamanizm
5. Eski Türk yazıtlarının belirleyici edebî yönünü oluşturan 10. Aşağıdakilerden hangisi Uygur şiirinin belirleyici özel-
özelliği aşağıdakilerden hangisidir? liklerinden biri değildir?
a. İkilemelerin bulunması a. hece ölçüsü
b. Eksik anlatımın olması b. baş kafiye
c. Cümlelerin devrik yapıda olması c. ses tekrarı
d. Beyitlerle anlatım d. serbest kafiye
e. Secili anlatım e. tezat
1. Ünite - VIII-IX. Yüzyıllar Türk Edebiyatı: Göktürk ve Uygur Dönemi Türk Edebiyatı 31
Āgama adı verilen geleneksel, külliyat metinlerinden ise Uy- Bunların dışında Nāropa okuluna bağlı Tibet’in Ölüler
gurcada fazla metin yoktur, var olanların bir bölümünü ise Kitabı’nın Uygurca çevirisi günümüze ulaşmıştır. Metin Ti-
Kōgi Kudara ve Peter Zieme yayımlamıştır. Avataṃsakasūtra betçe Bardo thos-grol ile ilgili olup ölüm ve yeniden doğu-
(Gaṇḍavyūha)’dan çeşitli parçalar ise M. Shōgaito, Kōgi mun önlenmesi konularını ele almaktadır.
Kudara-Juten Oda ve Geng Shimin tarafından yayımlanmış- Öteki metin ise yine Nāropa okuluna ait olup Tört türlüg
tır. Bu sūtranın bir bölümü ise Radloff ’un Kuan-ši-im Pusar keziglerig yolça uduzmaklıg teriŋ nomlug tamŋak “dört tür-
yayınında “Ek III” başlığıyla yayımlanmıştır. lü düzeni yoluyla izlemek için derin öğretinin eğitimi” adı-
Bir çok yazması bulunan Yitikensudur ise Tantra Budizmi- nı taşımaktadır.
ne ait bir metin olup TT VII içerisinde R. R. Arat tarafın-
dan yayımlanmıştır. Bu metin esasen Türkçe ilk astronomi Sıra Sizde 3
metnidir. Dindışı Uygur edebiyatına ait metinlerin bir bölümünü Bu-
Bunların dışında değişik Sutralardan arta kalan yapraklar çe- dizme, Maniheizme ve Hristiyanlığa ait dinî metinlerin dı-
şitli araştırmacılarca yayımlanmıştır. şında kalan, gündelik hayata ilişkin, manastır dışındaki ha-
3. Abhidharma Metinleri: Abhidharmakośaśāstra’nın Uy- yat ile standart dile ait olmayan metinler oluşturur. Bunların
gurcada tam bir çevirisi bulunmayıp, sadece Sthiramati’nin önemli bir bölümünü “Uygur Hukuk Belgeleri” adıyla anılan
yorumunun çevirisi mevcuttur. Bu çeviri Çinceden yapılmış alım-satım belgeleri, kira sözleşmeleri (tarla kiralanması),
olup, asıl Sanskritçe metin bugün kaybolmuştur. Çince me- borç senetleri, evlat edinme, ipotek, köle azadı, vasiyet vb.
tinden ise sadece üç sayfa kalmıştır. Uygurca çeviriye göre konulara ilişkin metinler oluşturur. Bu metinlerin dili klasik
metnin aslı manzum ve 28 000 grantha olmalıdır: yomdarsar dilden, standart dilden ayrılıklar gösterir.
iki tümen sekiz miŋ girantlar ol “(metnin tümü) bir araya ge- Bu metinler içerisinde mektupları, tedavi metinlerini, tıp
tirilirse 28 000 grantha (bölüm, parça) tutar”. metinlerini, gökbilimine ilişkin metinleri ve falla ilgili me-
4. Vinayalar: “Kural, düzen, disiplin (kitabı)” demek olan Vi- tinleri de anabiliriz. Bu metinlerde yer alan kimi atasözleri
nayalara Uygurcada rastlamayız. Ancak son dönem Uygurca de bugün dahi benzerlerinin bulunması dolayısıyla dikkat
metinlerden İnsadi-Sūtra adıyla yayımlanan metin Vinayala- çekicidir.
ra yakındır. Yine bu bölümde ele alabileceğimiz, Amitābha
kültüne ilişkin metinler de yazıçevrimleri ve çevirileriyle bir- Açıklama ve Kısaltmalar
likte yayımlanmıştır Eski Türkçe metinde ikileme ile ifade edilen yapının Türkçede
5. Tövbe Metinleri: Uygurcada, tövbe yoluyla günahlardan tek bir sözcükle gösterildiğini belirtmek için 2 kullanılır, örne-
arınmayı anlatan metinler de yer almaktadır. Bu metinlerin ğin yėr oron “ülke2”.
çoğunluğu küçük parçalardır. BK: Bilge Kağan Yazıtı
Çincesi 40 bölümden oluşan bir başka metin ise BT dizisinin BT: Berliner Turfantexte
ikinci kitabı olarak yayımlanmıştır. Bu metinlerin kimisi ce- KT: Kül Tigin Yazıtı,
naze törenleriyle ilişkilidir. TT: Türkische Turfantexte
Konuyla ilgili öteki metinler ise I. Warnke, P. Zieme, M. U : Uigurica
Shōgaito ve son olarak da J. Wilkens tarafından yayımlanmıştır.
Budist Uygur metinleri arasında yer alan ünlü kşanti kılguluk
nom bitig dışında Maniheist Uygur metinlerinden Huastua-
nift “tövbe duası” da çok tanınmıştır.
6. Büyü Metinleri: Uygurca büyü metinlerinden olan Tantra,
BT dizisinde yedinci kitap olarak yayımlanmış Tibet Budiz-
mine ait bir metindir. Tibetçeden çeviri olup Sa-skya Okulu
ile ilgilidir. İkinci bir metin yine aynı dizinin sekizinci kitabı
olarak yayımlanmıştır.
Bu metinler Tibet Budizminin, Lamaizmin Türkler arasın-
da ne derece yaygın olduğuna dair bizim için önemli ipuçla-
rı vermektedir.
1. Ünite - VIII-IX. Yüzyıllar Türk Edebiyatı: Göktürk ve Uygur Dönemi Türk Edebiyatı 33
Yararlanılan ve Başvurulabilecek
Kaynaklar
Aksan, D. (2000). En Eski Türkçenin İzlerinde, İstanbul. Sinor, D. (1935-1939). “A középázsiai török buddizmusról”,
Alyılmaz, C. (2005). Köktürk Yazıtlarının Bugünkü Duru Kőrösi CsomaArchivum, cilt I, “On Turkish Buddhism
mu, Ankara. in Central Asia”.
Arat, R. R. 1965 (19913). Eski Türk Şiiri, Ankara. Sinor, D. (2000). Erken İç Asya Tarihi, (derleyen) İstanbul.
Bazin, L. (1991). Les systemes chronologiques dans le Tekin, Ş. (1965). “Uygur Edebiyatının Meseleleri (Şekiller-
monde Turc ancien, Budapest. Vezinler)”, Türk Kültürü Araştırmaları, cilt II.
Clark, L. (1997). “The Turkic Manichaean Literature”, Emer- Tekin, T. (1968). A Grammar of Orkhon Turkic, Bloomington.
ging From Darkness. Studies in the Recovery of Manic Tekin, T. (1986). “İslâm Öncesi Türk Şiiri”, Türk Dili, C. 51,
haean Sources. Nag Hammadi and Manichaean Studi No. 409.
es, Leiden, New York, Köln. Tekin, T. (1988). Orhon Yazıtları, TDK, Ankara.
Elverskog, J. (1997). Uygur Buddhist Literature, Brepols. Tekin, T. (1995). Tunyukuk Yazıtı, TDAD 5, Ankara.
Ergin, M. (1970). Orhun Abideleri, İstanbul, 1. basım, 1000 Tekin, T. (20033). Orhon Yazıtları: Kül Tigin, Bilge Kağan,
Temel Eser: 32, M.E.B. Devlet Kitâpları. Tunyukuk, İstanbul.
Gabain, A. v. (1964). “Alttürkische Schreibkultur und Druc- Tekin, T. (20032). Orhon Türkçesi Grameri, İstanbul.
kerei”, Philologiae turcicae fundamenta, II. Tezcan, S. (1978). “En eski Türk dili ve yazını”, Bilim, Kültür
Hamilton, J. R. (1971). Le Conte Bouddhique du bon et ve Öğretim Dili Olarak Türkçe, Yayımlayan: Türk Tarih
du mauvais prince en version ouïgoure. Paris [Buda Kurumu, Ankara.
cı iyi ve kötü kalpli prens masalının Uygurcası. Ka Yang F. (1995). “Inner Asia, The Translation of Buddhist Lite-
lyāṇaṃkara ve Pāpaṃkara. Çevirenler: Ece Korkut, İs- rature in Uygur as found in the Dunhuang Documents”,
met Birkan. Ankara 1998]. Dunhuang Yanjiu, cilt 4.
Kaya, C. (1994). Uygurca Altun Yaruk, Giriş, metin ve dizin, Zieme, P. (1985). Buddhistische Stabreimdichtungen der
Ankara Uiguren, Berlin.
Laut, J. P., A. Weiss (2000). Bibliographie alttürkischer Stu Zieme, P. (1991). Die Stabreimtexte der uiguren von Turfan
dien, Wiesbaden. und Dunhuang, Akadémiai Kiadó, Budapest.
Mackerras, C. (2002 ). “Uygurlar”, Erken İç Asya Tarihi, Der- Zieme, P. (1996). Altun Yaruq Sudur, Vorworte und das ers-
leyen: Denis Sinor, bölümü çeviren: Ş. Tekin, İstanbul: te Buch, Turnhout.
İletişim Yayınları.
Müller, F.W.K. (1908-1931). Uigurica, IIV, Berlin.
Orkun, H. N. (1936-1941). Eski Türk Yazıtları, IIV, Ankara.
Ölmez, M. (1997). “Kurzer Überblick über die Buddhistische
Übersetzungsliteratur in Alttürkisch (Eski Türkçe Budist
Çeviri Edebiyatına Kısa Bir Bakış)”, Çağdaş Türk Ede
biyatına Eleştirel Bir Bakış: Nevin Önberk Armağanı,
yay. M. Ölmez, Ankara.
Ölmez, M. (2004). “Burkancı (Budist) ve Manici (Maniheist)
Türk edebî çevreleri”, “Nesir”, Türk Dünyası Ortak Edebiy
atı. Türk Dünyası Edebiyat Tarihi, 4, Ankara: Atatürk
Yüksek Kurumu. Atatürk Kültür Merkezi Yayını. 287. Kay-
nak Eserler Dizisi:2.
Röhrborn, K. (1997-1998). Uigurisches Wörterbuch,
Sprachmaterial der vorislamischen türkischen Texte
aus Zentralasien, 16, Wiesbaden.
Scharlipp, W. (1980). “Kurzer Überblick über die buddhis-
tische Literatur der Türken”, Materialia Turcica, cilt. 6.
Sertkaya, O. F. (1986). “Eski Türk Şiirinin Kaynaklarına Top-
lu Bir Bakış”, Türk Dili, Sayı 409, Ocak 1986.
2
VIII-XIII. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI
Amaçlarımız
Bu üniteyi tamamladıktan sonra;
Arap edebiyatının tarihî sürecini açıklayabilecek,
Fars (İran) edebiyatının tarihî sürecini açıklayabilecek,
Türk edebiyatında etkisi olan Fars şair ve yazarları ile eserleri hakkında değer-
lendirmeler yapabileceksiniz.
Anahtar Kavramlar
• Arap Edebiyatı • Fars Edebiyatı
• Recez, Urcûze, Müzdevice, Risâ • Edebî Üsluplar
• Kasîde, Muvaşşah, Zecel, • Behrâm-ı Gûr, Rûdekî
Tegazzül • Firdevsî
• Mu’allakatü’s-Seb’a • Şeh-nâme
• Hassân b. Sâbit • Nizâmî
• Ka’b b. Züheyr • Hamse
• Kasîde-i Bürde • Ferîdüddîn-i Attâr
• el-Ahtal, Ferezdak, Cerîr • Sa’dî-i Şirazî
• Kays b. el-Mulevveh • Hâfız-ı Şirazî
• Buhturî, Ebu Temmâm • Molla Câmî
• İbn Haldûn, Süyûtî • Şevket-i Buhârî, Sâib-i Tebrîzî,
• Hitâbet, Mürâselât, Siyer, Bîdil
Megâzî, Muhâzarât, Ensâb,
Emsâl, Tabakât
İçindekiler
• GİRİŞ: ARAPLARIN KISA TARİHİ
• ARAP EDEBİYATI
• ARAP EDEBİYATINDA NAZIM
VIII-XIII. Yüzyıllar ŞEKİLLERİ VE NESİR
Arap ve Fars Edebiyatları
Türk Edebiyatı • İRAN’IN KISA TARİHİ
• FARS (İRAN) EDEBİYATI
• TÜRK EDEBİYATINDA ETKİSİ OLAN
FARS ŞAİR VE YAZARLARI
Arap ve Fars Edebiyatları
ARAP EDEBİYATI
Arap edebiyatı, tarihî süreci ve geçirdiği safhalar göz önüne alınarak, zamana ve çevreye
göre değişen şartlar altında verilen edebî eserlerin tasnifini kolaylaştırmak için çeşitli dö-
nemlere ayrılmıştır. Bu dönemleri şu şekilde belirtmek mümkündür:
1. Cahiliye devri veya İslamiyetten önceki Arap edebiyatı
2. İslamî devir edebiyatı (ilk dört halife ve Emevîler devri)
3. Abbâsîler ve Endülüs Emevîleri devri edebiyatı (VIII. yüzyıl ortaları-VIII/XIV.
yüzyıl ortaları)
4. Abbâsîlerden sonra XIX. yüzyıl başlarına kadar uzanan dönem (Çöküş Dönemi)
5. Yeni Arap edebiyatı (XIX. yüzyıldan günümüze kadar gelen dönem; Modern Dönem)
Cahiliye Dönemi
Arap edebiyatının bugün elde bulunan en eski örnekleri, m.s. V. yüzyılda yazıldığı tahmin
edilen şiirlerdir. Arap toplumunda, Cahiliye diye anılan İslamiyetten önceki dönemde şi-
irin ve hitabetin sosyal hayatta önemli bir yeri ve tesiri vardı. Bu sebeple Arapça şiirlerin
ilk örnekleri de “Cahiliye Dönemi” diye isimlendirilen İslam öncesine aittir. Daha çok ha-
fızada bulunan bilgilerin hatırlanmasına yardımcı olabilecek özellikteki bir yazıyla sonra-
ki nesillere aktarılan bu şiirlerin en eskilerinin ait olduğu tarih, miladî 500 yılından önce-
ki yıllar olmalıdır. Bu şiirlerin gerçekliği ve yazıldıkları yıllar tartışma konusu olmuşsa da,
Arap şiir geleneğinin böyle bir maziye sahip olduğu açıktır. Çeşitli kaynaklarda İslamlık-
tan önce yaşamış 50 civarında şairden şiirler yer almaktadır. Mesela, el-Mufazzal ez-Zebbî
(öl. 785), el-Mufazzalîyât’ta Cahiliye dönemi şairlerinden 47, İslamî döneme ulaşmış 14 ve
İslamî dönemde doğmuş 6 şaire ve bunların 128 şiirine yer vermektedir.
İslamdan önceki Arap şiirinin en güzel örnekleri el-Mu’allakât adı altında bir araya getiril-
miştir. Bu şiirlerin şairleri şunlardır: İmru’u’l-Kays, Tarafa, Züheyr, Lebîd, Amr b. Kulsûm,
Antere (veya el-Hâris bin el-Hillize), en-Nâbigat ez-Zubyânî (veya el-A’şâ). Asılı anlamında-
ki mu’allaka sözcüğü, bu yedi şairin şiirinin seçilerek Kâbe’nin duvarına asılmış olması sebe-
biyle kullanılmıştır ve bu şiirler el-Mu’allakatu’s-Seb’a (=yedi askı) diye adlandırılmıştır. Ay-
rıca hitabette Kus bin Saide’nin önemli yeri vardır.
2. Ünite - Arap ve Fars Edebiyatları 37
İslamî Dönem
610 yılı dolaylarında başlayan ve 661 yılına kadar devam eden dönem, Hz. Peygamber ve
dört büyük halife dönemini kapsar. İslamın gelişi, cahiliye dönemi edebiyatını büyük öl-
çüde etkilemiş ve önemli değişikliklere uğramasına sebep olmuştur. Bu dönem edebiyatı-
nın başlıca kaynakları, Kur’an-ı Kerim, hadis, cahiliye edebiyatı ve yabancı edebiyatlardır.
Hz. Peygamber’in şairi olarak tanınan Hassân bin Sâbit’in (öl. 680?) yanı sıra Arapların
en meşhur kadın şairi el-Hansâ (öl. 644’den önce), Peygamber’e yazdığı hicviyeden sonra
af dilediği şiiri Kasîdetü’l-bürde (=kasîde-i bürde, Hırka kasidesi) ile ünlü Ka’b bin Zü-
heyr (öl. 645?), Abdullah b. Revâha (öl. 630) ve mu’allaka şairlerinden Lebîd bin Rebî’a
(öl. 660 veya 661) bu dönemin aynı zamanda sahabeler arasında yer alan büyük şairleridir.
Genel bir değerlendirme yapmak gerekirse ilk İslamî dönemde (610-661) her ne kadar
İslam’a ait değerler şiirde yer almaya başlamış olsa da, edebî bir gelenek olarak şiirde ca-
hiliye dönemi düşünce ve ifadeleri çoğunluktadır. Bu sebeple şiirdeki üslubun da aynı ol-
duğu bu dönemde şiire karşılık, dinî muhtevanın öne çıktığı nesrin daha çok yaygınlaştı-
ğını belirtmek gerekir.
Cahiliye dönemi, ilk İslam ve Emevîler dönemlerine ait şiirlerde çoğunlukla dövüş ve
kavga önde gelirdi. Cinsellik ve müstehcenlik ise oldukça azdı. Hz. Peygamber zamanı dı-
şında zühd ve hikmet konulu şiirler ile beyitler, bu dönemlerde Arap edebiyatında olduk-
ça azdır. Cahiliye devrinde de mükemmel insandan söz eden; ölümü, beşerin aczini anla-
tan ve öğütler içeren beyitler söylenmiştir.
Cahiliye devrinde, şiirinde şaraba yer vermeyen şair azdı. Şiirde şarap, kadeh ve şa-
rapla ilgili çeşitli kaplar tavsif edilirdi. Şarap (hamr) şiirde bağımsız bir konu olmadan
önce cahiliye devrinde özellikle A’şâ’nın (629?) şiirinde yer aldı. İlk İslamî dönemde me-
dih (=övgü) ve hiciv (=yergi) gibi bu konu da itibar görmedi ve şiirde pek yer almadı.
Emevîler devrinde ise özellikle Hristiyan Ahtal’ın (öl. 710), kasidelerinde yer alan ko-
nulardan biri oldu. Emevîlerden el-Velîd b. Yezîd (hilafeti: 743-744) de hamr (şarap) ve
mucûna (=müstehcenlik) şiirde özel yer vermekle öncü ve yenilikçi görülmektedir. Şarap,
başlı başına bir konu olarak Ebû Nuvâs’ın (öl. 813) şiirinde yer kazandı. Bu şair şarap, ka-
dın ve erkek köleler için yazdığı gazellerle öne çıktı.
Hicrî II., miladî VIII. yüzyılın hemen başında müstehcenliğin ortaya çıkışı ve yayı-
larak halifelerin saraylarına girmesi, Abbâsîlerin (750-1258) hilafete geçmesi, Farsların
Araplar üzerinde etkin hale gelmesi, hilafet merkezinin Şam’dan Irak’a taşınması, edebi-
yatta Şam ve bedevî özelliklerin yerini Irak özelliklerinin alması, Fars medeniyetinin tesi-
riyle bir arada değerlendirilmektedir.
VIII. asırda Arap asıllı olmayan şairler çoğalmış, Arap şairlerle rekabete girişmişlerdi.
Arapça, Arap yarımadasının kuzeyinde İran bölgesinde kullanılır hâle gelmiş, birleştiri-
ci bir rol üstlenmiştir. Fars, Şam, Irak, Mısır, Kuzey Afrika, Anadolu bu yeni medeniyette
birleşti. Arap edebiyatı bu eski bölgenin edebiyatı hâline geldi. Fars bölgelerinde Hicret-
ten sonraki ilk üç asırda şiir ve ilim dili Arapça olurken kültürlü, bilgili ve etkili olmak is-
teyenler için Arapça bilmek zaruriydi.
Emevîler Dönemi
Arap edebiyatında Emevîler devri (661-750), şairler arasında daha çok siyasî düşüncele-
rin öne çıktığı bir dönem olmuştur. “Siyasî görüşleri savunan şairler” diye nitelendirilen
şairler arasında “Alevî-Şiî şairler”, “Hâricî şairler”, “Emevî şairler” ve “Zübeyrî şairler” sı-
nıflaması yapılmaktadır. Bunlardan etkin olmaları açısından Emevî siyaseti yanlısı şairler
ve şiirde bıraktıkları tesir açısından Şia taraftarı şairler önemlidir.
Emevîler döneminde şiir, düşünce ve üslup bakımından Cahiliye dönemi şiirinin özel-
liklerine daha çok benzer hale gelmiştir. Ancak övgü (=medh), yergi (=hiciv), övünme
38 VIII-XIII. Yüzyıllar Türk Edebiyatı
Risâ: Bir kimsenin ölümü üzerine (=fahr) ve risâ’nın (=mersiye) ana konuyu teşkil ettiği şiirdeki kabilecilik hissiyatının yeri-
duyulan acı ile ölen kimsenin iyi
ve güzel vasıflarının anlatıldığı ni, siyasî taassup ve şairlerin birbirlerine nazîreler şeklinde söyledikleri nakîzalar (çoğulu
şiirlerdir. nekâ’iz) almıştır. Üç büyük hiciv şairi Hıristiyan el-Ahtal (öl. 710-711) ile el-Ferezdak (öl.
732) ve Cerîr (öl. 728?) methiyelerinden çok bu özellikleriyle ün kazanmıştır.
İlk İslam döneminde fazla ilgi görmeyen tegazzül ve nesîb, Emevîler döneminde tek-
rar yaygınlık kazandı ve kasidede amaca ulaşmak için değil, bizatihi kasidenin konusu
olarak iki yönde gelişti: Birincisi Ömer b. Ebî Rabî’a’nın (öl. 719) öncülük ettiği güzelli-
ğe ve kadına tutkun, hayatın zevklerini elde etmek isteyen ve kasidelerini bu düşüncelere
tahsis eden şehirli şairlerin yolu oldu. İkincisi de, özellikle Benî Uzra kabilesi şairlerinin
dile getirdiği bir anlayışı taşıması nedeniyle “Uzrî Gazel” diye isimlendirilen ve Cemîl b.
Ma’mer’in (öl. 701) öncüsü olduğu güzelliği ve sevgiyi öne çıkaran, samimi duyguları ak-
taran, kavuşsa da kavuşamasa da ölünceye kadar bir kadın için şiirler söyleyen bedevî şair-
lerin yolu idi. Birinciler gazel söylemekte yoğunlaştıkları ve kasideyi gazel söylemeye tah-
sis ettikleri için bir dereceye kadar yenilikçi sayılırdılar. İkinciler ise böyle bir konuyu yani
iffetli aşkı, şiire ilk defa aktardıkları için yenilikçi kabul edildiler. Fars ve Türk şiirinde yay-
gın olarak görülen aşk konusuna kaynaklık teşkil eden Mecnûn (Kays b. el-Mulevveh, öl.
689) da bu şairlerdendir. Bu şairler sevdiklerinin adlarıyla birlikte anıldılar: Cemîlu Bu-
seyne (Buseyne’nin Cemîl’i); Mecnûnu Leylî (Leylâ’nın Mecnûn’u) gibi. Uzrî şairlerin bu
temiz, hazin ve ulvî aşk anlayışı daha sonra tasavvufî ve romantik eserlerde geliştirildi.
Nazım Şekilleri
Arap edebiyatında VIII. yüzyılın ikinci yarısına kadar nazmı belirli kurallara bağlayarak
izah eden teori kaynakları bulunmaz. el-Halîl b. Ahmed el-Ferâhîdî (öl. 791), aruz ilminin
sistemli bir izahını yapmış, kafiye ve nazımla ilgili terimlerin çoğunu tespit ve tarif ederek
nazım tekniğini sistemleştirmiştir.
Arap şiirinde en küçük nazım birimi beyit olup eskiden beri beyitte anlam bütünlüğü-
nün bulunması şart sayılmıştır. Cahiliye devrinde ve bu devrin şiir anlayışının devam etti-
ği VII. yüzyılın ilk yarısında recez ve kasîd adları verilen iki nazım şekli görülür. Yapı ba-
kımından diğerlerinden çok farklı olan recez, aruzun aynı adı taşıyan bahriyle yazılır. Re-
cez, birbiri ile kafiyeli, ancak bir mısra uzunluğunda kısa beyitlerden meydana gelir. Arap
şiirinin en eski nazım şekli kabul edilen recezlerin Cahiliye devrinden çok az örneği kal-
mıştır. Deveci ezgileri, savaşçıların birbirlerine meydan okumaları, kadınların savaşçıla-
ra serzenişleri, ninniler gibi âni ilhamların gönüle doğduğu gibi irticâlen söylenmesinden
oluşan kısa şiirler şeklindeki recezi, planı kaside şeklinde, uzun şiirler haline getiren şair
el-Ağleb b. Cüşem el-İclî (öl. 642)’dir. İclî’nin şekillendirdiği ve sonraları gittikçe rağbet
gören bu yeni tip recezlere urcûze denmiştir. Urcûzeler, Arap şiirinde müzdevic şiir veya
müzdevice denilen mesnevi nazım şeklinin doğmasını da sağlamıştır.
40 VIII-XIII. Yüzyıllar Türk Edebiyatı
Arap şiirinde recez ve urcûzeden başka görülen eski nazım şekillerinden diğeri ise
kasîd’dir. Kasîd, receze göre ikişer mısra uzunluğunda ve birbiri ile kafiyeli beyitlerden
oluşan, tam ve meczû (=eksik, bir cüz’ü eksik) vezinlerle yazılan manzumelerdir. Kasîd
ile aynı kökten türeyen kasîde ise, kasîd şeklinde fakat, ondan daha uzun bir şiir olup bel-
li konuların dâhilî bir plan içinde işlendiği nazım şeklidir. Arap şiirinde, kasidenin nesîb
kısmından ayrı, müstakil aşk şiirleri (gazel yazmaya) nazmetmeye tegazzül denmiştir.
İran ve Türk edebiyatlarında görülen gazel, Arap şiirinde yoktur. Gazel nazım şekli, klasik
biçimini İran edebiyatında kazanmıştır.
Kafiye örgüsü ile birbirine bağlı kıtalardan kurulan halk şiiri nazım şekilleri, Arap şiiri-
ne büyük bir çeşitlilik kazandırmıştır. Özellikle Endülüs’te çok gelişen bu nazım şekillerinin
bend veya kıtalardan oluşan çeşitli şekilleri bulunmaktadır. Muvaşşahlar ve İbn Kuzmân’ın
Zecel: Herkesin anlayabilmesi (öl. 1160) nazım türleri arasına kattığı zecel, bunların başında gelir. İran edebiyatından alı-
için halk diliyle söylenmiş, sanatlı
ifadelerden ve zorlamalardan
nan dübeyt (=iki beyt) veya rüba’î de Arap edebiyatında görülen bir başka nazım şeklidir.
uzak, halkın ilgisini çeken, akıcı, Arap şiirinde, onuncu yüzyıla kadar kaside nazım şeklinin yaygın olmasından dola-
şaka yönü ağır basan avamî yı bu dönemlere ait Arapça şiir divanları ve mecmuaları, konu itibariyle bölümlere ayrı-
sözlerden oluşan şiirlerdir.
lırken Farsça ve Türkçe divanlarda olduğu gibi nazım şekilleri dikkate alınarak düzen-
lenmiştir. Meselâ İbnu’l-Mu’tez’in (öl. 908) Arapça divanının babları; el-fahr, el-gazel,
el-medîh ve’t-tehânî, el-hicâ ve’z-zemm, eş-şarâb ve’l-hamrîyât, el-mu’âtebât, et-tardîyât,
el-muleh ve’l-evsâf, el-merâsî ve’t-te’azzî, ez-zuhd ve’l-âdâb ve’ş-şeyb ve’l-hikme konu baş-
lıklarını taşımaktadır. Arap şiirinde nazım şekillerinin çeşitlilik kazanması ve ilgi görme-
si, X. yüzyıldan itibaren giderek artacaktır.
Müslüman toplumun hissiyatı ve sanat zevkine, bazen de tasavvufî düşünceye yer ve-
ren şiir anlayışı, genel olarak bütün İslam dünyasında Selçuklular döneminde yaygınlaş-
mıştır. Doğu şiirinde bilhassa XII. yüzyılda genelleşme özelliği kazanan bu durum, tarihî
seyir içerisinde açıkça gözükmekte; günümüz Arap ve Fars edebiyat tarihçileri de bu yön-
de değerlendirmeler yapmaktadırlar.
Cahiliye döneminde ferdî duyguları ve kabile hissiyatını dile getiren; Emevîlerde ge-
nel Arap siyasetine dönük ve Abbâsîler devrinde ise, topluma ve toplumdaki maddî zevk-
lere yönelmiş olan şiir XI. yüzyıl civarında toplumun hemen her kesiminde, medrese ve
tekkede; devlet adamları, âlimler ve sûfîler arasında ortak değer ve anlayışları yansıtan bir
hüviyete bürünmüştür. Selçuklular dönemine kadar Arap edebiyatında başta şarap, kadın
ve müstehcenlik olmak üzere maddî zevkler üzerine söylenen şiirler, bundan sonra ancak
nadir örnekler olarak görülmüştür.
Arap edebiyatının ilk nazım şekillerini belirtiniz ve bunlardan türeyen diğer nazım şekille-
1 ri hakkında bilgi veriniz.
yazıların toplandığı eserlere muhâzarât denir. Bu türün en önemli yazarı Câhiz Ebû Os-
man Amr b. Bahr (öl. 869)’dır.
Edebiyat: Arap edebiyatında edebî sanatlar ile nazım ve nesrin çeşitli konuları-
nı ele alan eserler de yazılmıştır. Bu tür eserleriyle tanınan yazarların bazıları şunlar-
dır: Dâvûdu’z-Zehrî (öl. 909), Kitâbu Zehreti’l-Ulûmi ve’l-Edeb; Ebû Hilâl Hasan İbn
Abdillahi’l-Askerî (öl. 1004), Kitâbü’s-Sınâ’ateyn (nazım ve nesir); İbn Reşîk (öl. 1070),
el-Umdetü fi Sınâ’ati’ş-Şi’r, Sekkâkî (öl. 1229), Miftâhu’l-Ulûm.
Emsâl (=misaller, örnekler): Atasözleri, deyimler ve halk arasında yaygın olan meşhur
sözler bu tür eserlerde toplanmıştır. Çeşitli düşüncelerin ya da yaşanmış olayların veciz bir
şekilde ifade edildiği bu tür eserlerin en tanınmış olanı Meydânî Ebû’l-Fazl Ahmed b. Mu-
hammed Nîşâbûrî’nin (öl. 1124) Emsâlü’l-Arab isimli eseridir.
Hikâye: Arap edebiyatında hikâye kelimesi daha sonraları kullanılmıştır. Arapçada bu
kelime yerine önceleri esmâr, hurâfât, kısas, rivâyet, ahbâr, ahâdis, emsâl ve nevâdir ke-
limeleri kullanılmıştır. Esmâr, gece toplantılarında söylenen masallar; hurâfât, gerçekle il-
gili olmayan uydurma masallar; kısas, peygamberlerin başından geçen ibret verici olaylar;
rivâyet, birisinden aktarılan sözler; ahbâr ve ahâdis, çeşitli konulardaki sözler; emsâl, bir
düşünceyi veya ibret verici bir hayat sahnesini anlatan eserler ve nevâdir ise birbiriyle ilgi-
si olmayan zarif ve nükteli küçük hikâyelerdir.
Makâme: Meclislerde okunan, hoş ve merak uyandıran kısa hikâyelerdir. Çoğulu ise
“makâmât”tır. Abbâsîler zamanında “kısas”dan çıkan makâmelerde esas olan söz güzelli-
ğidir. Câhiz’in başlattığı makâme türünü geliştiren İranlı Bedî’üzzamân-ı Hemedânî (öl.
1007) dir. Daha sonra Harîrî (öl. 1122) bu türün içeriğini genişleterek bu alanda büyük
ün kazanmıştır.
İlim: İslamiyetten sonra kaynağı Kur’an olan tefsir, fıkıh, kelâm ve hadis ilimleri orta-
ya çıkmıştır. Bunlardan başka çeviri yoluyla da “ulûm-ı dahîle” adı verilen kimya, heyet
ve tıpla ilgili eserlerin Arapçaya çevrildiği görülür. Yabancı ilimlerin yayılması, Abbâsîler
zamanındadır. Önce çeviri yoluyla başlayan bu çalışmalar daha sonra aktarma, açıklama
veya benzerini yazma yoluyla genişlemiştir. Heyet âlimi ve müneccim Sâbit İbn Kurra (öl.
901), hekim Huneyn İbn İshak (öl. 911), filozof el-Kindî (öl. 860), Türk filozofu ve mu-
siki âlimi Farâbî (öl. 950), Türk filozofu ve âlimi İbn-i Sinâ (öl. 1036) ilimle uğraşan çok
sayıdaki âlimin en tanınmış olanlarıdır.
Ensâb (=soylar): Araplar soyları ve kabileleri ile övünen bir toplumdur. Bu sebep-
le Araplarda kişilerin kendi adlarından başlayarak en büyük kabilesine kadar bütün soy
kütüğünü saymak bir ilim haline gelmiş ve “ilmü’l-ensâb” adını almıştır. Soylar üzeri-
ne yazılan eserlerin en eskisi İbn Kelbî (öl. 819)’nin eserleridir. Bu konuda bilinen di-
ğer eserler; İbnü’l-Esîr (öl. 1332)’in el-Lübâb ve Süyûtî (öl. 1505)’nin Lübbü’l-Elbâb fî
Tahrîri’l-Ensâb’ıdır.
Tabakât: İslamiyetten sonra tefsir ve hadis ilimleri ortaya çıkınca, bu alanlarda söyle-
nen sözlerin doğrusunu yanlışından ayırmak için, sözleri aktaranların biyografilerini araş-
tırmak zorunluluğu doğmuş, böylece tabakât adı altında eserler yazılmıştır. En eski tabakât
yazarı Kâtibü’l-Vâkidî (öl. 844)’dir. Daha sonra râviler, müfessirler, muhaddisler, şairler ve
tabibleri konu alan çeşitli mesleklerle ilgili çok sayıda tabakât kitapları yazılmıştır.
XX. yüzyıldan itibaren yetişen yazarlar, nesirde devam edegelen klasik üslubu bıraka-
rak doğal ve serbest bir üslup benimsemişlerdir. Bu dönemde Arap edebiyatında Batı’dan
yapılan serbest tercümeler ve tarihî konuları işleyen telif eserler vasıtasıyla hikâye, roman,
tiyatro, makale ve eleştiri türünde eserler de yazılmaya başlanmıştır.
Eskiden Arap edebiyatında hikâye türünde yazılan eserlere verilen adları belirtiniz ve bu
2 eserlerin özellikleri hakkında bilgi veriniz.
2. Ünite - Arap ve Fars Edebiyatları 43
Arap edebiyatının şairlere göre dönemleri: Arap edebiyatında, birbirini takip eden
devirler ve nesiller göz önüne alınarak şairler çeşitli guruplara, dolayısıyla Arap şiiri de
tarihî devrelere ayrılmıştır. Daha çok devirlere dayanan, kendi içinde de nesil nesil ta-
bakalara bölünen bu ana guruplar şunlardır: 1. Cahiliyyûn: Cahiliye, yani İslamiyet-
ten önceki dönem şairleri. 2. Muhadramûn: Hayatlarının bir kısmını Cahiliye bir kıs-
mını da İslamî dönemde geçirmiş olan şairler. 3. İslamiyyûn: İslamî dönemin ilk şair-
leri. Emevîler döneminin sonuna kadar geçen dönemde yaşayan ve bir önceki nesli ta-
kip eden şairlerdir. 4. Müvelledûn veya muhdesûn: Şehirli, yeni şairlerdir. Muhdes şa-
irlerin ilki Beşşâr b. Bürd (öl. 783) sayılmıştır. 5. Asriyyûn: Müellifler, muhdes şairler-
den sonraki asırlarda, kendi zamanlarında yaşayan şairler için mu’asır (=çağdaş) an-
lamına gelen “asriyyûn” tanımını yapmışlardır. İlk üç gruptaki şairler, dil ve edebiyat
âlimleri tarafından şiirleri şâhid (=örnek) olarak kullanılan kudemâ (=eskiler) deni-
len sanatkârlardır.
Firdevsî
Tûs şehrine bağlı Tâberân’ın Bâj köyünde doğan Firdevsî’nin adı kaynaklarda Ahmed,
Hasan ve Mansûr şeklinde geçmektedir. Künyesi Ebü’l-Kâsım, lakabı Fahreddîn olup
Firdevsî ise mahlasıdır. Çocukluk dönemi ve öğrenim hayatı hakkında kaynaklarda yeter-
li bilgi bulunmamaktadır. Eski İran tarihi hakkında Pehlevî dilinde yazılmış eserlere kar-
şı büyük ilgi duyan ve Zerdüşt rahiplerden veya babasından Pehlevîce öğrenen Firdevsî,
şiir yazacak kadar da Arapça bilmekteydi. Ünlü mesnevisi Şeh-nâme’yi Sultan Mahmud’a
sunmak için önce Gazne’ye daha sonra Bâvend hanedanından İspehbed Şehriyâr’a sun-
mak için Tâberistân’a gittiği ve buradan tekrar Tûs’a döndüğü bilinmektedir. Kırk yaşına
kadar rahat bir hayat süren Firdevsî’nin hayatının sonraki dönemleri sıkıntı ve yoksulluk
içinde geçmiştir. Ölüm tarihi bazı kaynaklarda 1020 şeklinde gösterilmekte, bazılarında
ise 1025 olarak verilmektedir.
Şeh-nâme: Başlangıçta diğer şairler gibi gazel ve kasideler yazan Firdevsî’nin Şeh-
nâme’yi 980 veya 990 yılında yazmaya başladığı tahmin edilmektedir. Firdevsî, eserdeki
destanları, önce parçalar halinde yazmış daha sonra bunlar arasındaki bağlantıları sağla-
yacak ilaveleri yaparak 1003-1004 yılında eserin ilk şeklini tamamlamıştır. Eseri ikinci kez
gözden geçirdikten sonra 1014 yılında Gazne’ye giderek Sultan Mahmud’a sunduğu, an-
cak eserinin değerine layık bir ödül alamadığı için Sultan Mahmud için bir hicviye yazdı-
ğı rivayet edilir.
Şeh-nâme, İran tarihinin, hükümdarlar ve aileleri, gelenekler, mitoloji, masal, menkı-
be ve kahramanlık hikâyeleri çerçevesinde manzum olarak, mesnevi şeklinde anlatıldığı
bir eserdir. Aruzun fe‘ûlün fe‘ûlün fe‘ûlun fe‘ûl vezniyle yazılan Şeh-nâme, yazarın belirtti-
ğine göre 60 bin beyittir, ancak yazmalardaki beyit sayıları 48-52 bin arasında değişmek-
tedir. İran tarihinin kronolojik sıraya göre sülalere, sülalerin de hükümdarlara ayrılarak
anlatılmasından oluşan eserin kurgusu basittir. Padişahların anlatılmasına, gece gündüz
değişikliklerine ait küçük tasvirlerle başlanan eserde, önemli şahısların ölümünden sonra
dünyanın faniliği ve kötülüğüne dair düşünceler tekrarlanır. Savaş tasvirleri genelde bir-
birine benzeyen eserde anlatım şekli, başından sonuna kadar aynı biçimde devam eder.
Şeh-nâme’nin büyük ilgi ve rağbet görmesi, aynı veya yakın türde Sam-nâme, Gürşasb-
nâme, Feramurz-nâme, Cihângir-nâme, Behmen-nâme vd. gibi eserlerin yazılmasına sebep
olmuş, İskender-nâmeler ise, şeh-nâme türünün bir kişi etrafında gelişen farklı bir türü
olarak ortaya çıkmıştır.
2. Ünite - Arap ve Fars Edebiyatları 47
Seyyid Şerîfî (öl. 1544), Kansu Gavrî’nin isteğiyle Şeh-nâme’yi manzum olarak Türkçe-
ye tercüme etmiştir. Kaynaklarda Bursalı Celîlî (XVI. yy.) ve Cevrî’nin (XVII. yy.) de Şeh-
nâme tercümelerinin bulunduğu belirtilmektedir. Dervîş Hasan’ın (Mehdî) tercümesi ise
mensur olup 1621’de II. Osman’a sunulmuştur. Şeh-nâme-Rustam destanının kıssası adıy-
la Doğu Türkçesiyle yapılmış, yazarı ve tarihi bilinmeyen bir tercümesi daha vardır. Kutb,
Fahrî ve Şeyhî, Hüsrev ü Şîrîn mesnevilerini yazarken Şeh-nâme’den de faydalanmışlardır.
Genceli Nizâmî
Tezkirelerde hayatı hakkında yeterli bilgi bulunmayan Nizâmî’nin doğum ve ölüm tarih-
leri kesin olarak bilinmemektedir. Bazı kaynaklarda Türk bir babanın oğlu olarak Kum
veya Tefreş’te doğduğu belirtilse de babasının Gence’ye gelip yerleştiği ve Nizâmî’nin ora-
da doğduğu kabul edilmektedir. Gence’de iyi bir eğitim gördüğü, dil ve edebiyatın yanında
matematik, astronomi, felsefe, coğrafya ve tıp okuduğu, mûsikîye meraklı olduğu, Farsça,
Arapça, Pehlevîce, Süryânice, İbrânîce, Ermenice ve Gürcüce öğrendiği anlaşılmaktadır.
Eğitim döneminden sonra resmî bir görev almayan Nizâmî, döneminin hükümdarlarına
yazdığı şiirler karşılığında aldığı parayla mütevazi bir hayat sürmüştür. Nizâmî’nin ölüm
tarihiyle ilgili olarak kaynaklarda farklı bilgiler bulunmaktadır. Eserlerinin yazılış tarihle-
rinden hareketle onun altmış yaşlarında iken 1201-1214 yılları arasında vefat ettiğini söy-
lemek mümkündür. Mezarı eski Gence’de olup burada son zamanlarda Azerbaycan mi-
marisine göre bir anıtmezar yaptırılmıştır.
Nizâmî, Firdevsî’nin Şeh-nâme ile ortaya koyduğu destansı şiir türünü zirveye taşıma-
nın yanında manzum aşk hikayelerinin en büyük şairi unvanını da kazanmıştır. Fars ede-
biyatında ilk hamse sahibi şair olan Nizâmî’de Firdevsî ve Senâî’nin etkisi görülür. Fars ve
Türk edebiyatlarında kendinden sonra gelen pek çok şairi etkilemiş ve onlara örnek ol-
muştur. Nizâmî Mevlânâ, Sa’dî-i Şirazî, Hâfız-ı Şirazî, Şeyhî, Fuzûlî, Molla Câmî ve Emir
Hüsrev-i Dihlevî gibi şairlere etki etmiştir.
Eserleri: Nizâmî’in bilinen eserleri Divan’ı ile Penc Genc adlı, yaklaşık 35.000 beyitten
oluşan Hamse’sidir.
Hamse’de yer alan mesneviler şunlardır:
1. Mahzenü’l-Esrâr: Nizâmî, yaklaşık 2400 beyit tutarındaki bu mesnevisini, 1174 ta- Hamse: İran ve Türk edebiyatında
beş mesnevinin bir araya
rihinde, Anadolu Selçuklularından Kılıç Arslan’a bağlı olan ve Erzincan ile çevresinde hü- getirilmesiyle oluşturulan eserlere
küm süren Fahrüddîn Behrâmşâh (öl. 1225) adına yazmıştır. Nizâmî, Senâî’nin (öl. 1150) verilen addır. Hamse sahibi olmak,
Hadîkatü’l-Hakîka adlı tasavvufî mesnevisinden esinlenerek müfte‘ilün müfte‘ilün fâ‘ilün bir şair için varılacak yüksek
makamlardan biridir. Hamse
vezniyle yazdığı bu eser karşılığında Behrâmşâh’tan önemli miktarda câize almıştır. yazımını İran’da ilk kez başlatan
2. Hüsrev ü Şîrîn: Nizâmî’nin Hamse’sinin ikinci mesnevisi olan ve mefâ‘îlün mefâ‘îlün Nizâmî’dir.
fe‘ûlün vezniyle yazılan eser, 1180-81’de tamamlanmıştır. Beyit sayısı nüshalara göre 5700-
7700 arasında değişen eserde Sâsânî hükümdarı Hüsrev-i Pervîz ile Ermeni prensesi
Şîrîn’in aşk hikayesi anlatılır. Hüsrev-i Pervîz’le ilgili anlatılanlar, Şeh-nâme’deki bölüm-
le benzerlik gösterir.
Türk edebiyatında XIV. yüzyılda Kutb, Fahrî; XV. yüzyılda Şeyhî, Ahmed Rıdvan,
Mu’îdî, Sadrî, Hayâtî Hüsrev ü Şîrîn; Ali Şir Nevâî ve Harîmî (Şehzâde Korkud) Ferhâd ü
Şîrin, Âhî (Benli Hasan) Hikâyet-i Şîrîn ü Pervîz ve Rivâyet-i Gülgûn-ı Şebdîz; XVI. yüzyılda
ise Celîlî Hüsrev ü Şîrîn ve Lâmi’î Ferhâd-nâme adlarıyla aynı konuda eserler yazmışlardır.
3. Leylâ vü Mecnûn: Şirvanşah Celâlüddevle Ahsitân’ın (sal. 1160-1170) isteği üze-
rine dört ayda yazılarak 1188’de tamamlandı. Yaklaşık 5000 beyitten oluşan eser, aruzun
mef ‘ûlü mefâ‘ilün fe‘ûlün vezniyle yazılmıştır. Nizâmî’nin konusunu Arap kültür ve ede-
biyatından aldığı, ancak kahramanlarını İranlı kimliğine büründürdüğü bu eseri, kurgu,
üslup ve ifade yönünden diğerlerinden daha başarılıdır. Nizâmî’nin Leylâ vü Mecnûn’una
çok sayıda nazire yazılmış, ancak bunlardan sadece Fuzûlî aynı adlı eseriyle ona yakın bir
başarı elde edebilmiştir.
48 VIII-XIII. Yüzyıllar Türk Edebiyatı
Ferîdüddîn-i Attâr
Asıl adı Ebû Hâmid Ferîdüddîn Muhammed b. Ebî Bekr İbrahîm-i Nîşâbûrî olan Attâr’ın
Selçukluların son zamanları olan 1142-1145 yıllarında doğduğu tahmin edilmektedir. Ço-
cukluk ve gençlik dönemleri hakkında kaynaklarda bulunan bilgiler farklı ve çok yeter-
sizdir. Ancak eserlerinden, bir yandan eczacılık ve tıpla uğraşırken bir yandan da ilmî ve
tasavvufî bilgiler edindiği ve çeşitli şeyhlere hizmet ettiği anlaşılmaktadır. Eczacılık ve tıp-
la uğraştığı için “Attâr” lakabıyla meşhur olmuştur. Kaynaklara ve kendi eserlerinde ver-
diği bilgilere göre, küçük yaşlarda tasavvufa yönelen Attâr, Irak, Şam, Mısır, Mekke, Me-
dine, Hindistan ve Türkistan’a seyahatlerde bulunduktan sonra Nîşâbûr’a dönerek inzi-
vaya çekilmiştir. Uzun yıllar süren bu inziva hayatı sonunda oldukça ileri bir yaşta iken
Nîşâbûr’da Moğollar tarafından şehit edilmiştir (1221).
Eserlerinden devrindeki birçok mutasavvıf ve şeyhle tanıştığı, onların eserlerini oku-
yarak tasavvuf merhalelerini aşmak için gayret gösterdiği anlaşılmaktadır. Mevlânâ,
Mahmud-ı Şebüsterî, Sa’dî, Hâfız ve Molla Câmî gibi kendisinden sonra gelen pek çok
mutasavvıf-şair ve edibi etkilemiş, onlar için bir örnek olmuştur.
Attâr’ın eserlerinde klasik nazım şekillerinin pek çoğu görülmekle birlikte öne çıkan-
lar ve başarı sağladıkları gazel ile mesnevidir. Hayyâm derecesine ulaşamamış olsa da yer
yer aşk konulu orijinal rüba’îler de yazmıştır. Na’t, öğüt ve tasavvufun önemli meselele-
ri hakkında yazdığı kasideleri vardır. Onun şairliğinin ve ustalığının ortaya çıktığı şiirle-
ri, tasavvufî gazelleridir. Mesnevilerinin hepsi, tasavvufla ilgilidir. Mesnevilerinde şiire ve
edebî sanatlara hakim olduğu anlaşılan Attâr, tasavvufî meseleleri, çerçeve hikâyeler için-
de açık ve anlaşılır bir plâna göre iç içe geçmiş daha küçük hikâyelerde anlatarak konu-
yu sıradan biri için bile daha açık bir hâle getirmiş ve böylece manaları ana hikaye ile bir-
leştirmede büyük bir ustalık göstermiştir. Attâr’a has bir özellik olan bu anlatım tarzını,
Mevlânâ da bazı yönlerden geliştirerek başarıyla uygulamıştır.
Eserleri: Manzum ve mensur önemli eserleri bulunan Attâr, eserlerinde daha çok
hikâye anlatımına yer veren şair olarak bilinir. Attâr’ın hikâyelerinin büyük bir kısmı, sûfî
vâizlerin anlattıkları dokunaklı hikâyelerin manzum şeklinden ibârettir. Onun eserlerin-
de, Ahmed el-Gazâlî’nin (öl. 1111) vaazlarında anlattığı hikâyelerin çoğuna rastlandığı
2. Ünite - Arap ve Fars Edebiyatları 49
gibi, İbn Sînâ (öl. 1037), Ebû Saîd Ebü’l-Hayr (öl. 1049), Sühreverdî (öl. 1191) ve başka-
larının da bu tür hikâyelerinden faydalanmıştır. Onun faydalandığı bu hikâyelerden ba-
zılarının kaynağının eski Yunan’a kadar gittiği bilinmektedir. Attâr’ın günümüze kadar
gelen ve onun olduğundan şüphe duyulmayan eserleri İlâhî-nâme, Esrâr-nâme, Musîbet-
nâme, Hüsrev-nâme, Muhtar-nâme, Mantıku’t-Tayr, Bülbül-nâme, Pend-nâme, Divan ve
Tezkiretü’l-Evliyâ’dır.
1. İlâhî-nâme: 6500 beyitten oluşan bir mesnevidir. Na’t, tahmîd ve methiyelerden
sonra 22 makale (=bölüm) ve bir hâtimeden (=sonuç) meydana gelmiştir. İlâhî-nâme,
Türkçeye ilk kez Şemseddîn Sivasî (öl. 1597) tarafından III. Murad (sal. 1574-4595) için
kısaltılarak İbret-nümâ adıyla manzum olarak çevrilmiştir. Nâbî’nin 1705’te Halep’te yaz-
dığı Hayr-âbâd’ı, Attâr’ın İlâhî-nâme’sindeki “Hikâyet-i Fahrüddîn-i Gürgânî ve Gulâm-ı
Sultân” adlı hikâyenin genişletilmesinden meydana gelen bir eserdir. İlâhî-nâme, Abdül-
baki Gölpınarlı tarafından mensur olarak Türkçeye çevrilmiştir (1947).
2. Esrâr-nâme: Attâr’ın ilk tasavvufî mesnevisi olan eser, yirmi altı bölümde anlatılan
küçük hikâyelerden meydana gelmiştir. Mefâ‘îlün mefâ‘îlün fe‘ûlün vezninde yazılan eserin
yazma nüshalarındaki beyit sayıları 2880-3380 arasında değişmektedir. Attâr’ın bu mes-
nevisi, özellikle mistik çevrelerde çokça rağbet gören eserlerden biri olup edebiyatımızda
Esrâr-nâme adıyla manzum ve mensur bir dizi eserin yazılmasına kaynaklık etmiştir. Ese-
rin bilinen ilk Türkçe manzum tercümesi, Tebrîzli Ahmedî tarafından 1479’da yapılmıştır.
3. Musîbet-nâme: Cevâb-nâme adıyla da bilinen eser, 5740 beyitten oluşan ve
Attâr’ın tasavvufî görüşlerini düzenli bir şekilde yansıttığı mesnevisidir. Kırk bölüme
ayrılan eserin çerçeve hikâyesi, sâlikin melekler arasında, ahirette ve bu âlemde dolaş-
ması, peygamberlere danışması, duygu, hayal, akıl ve ruha Allah’ı sorması ve sonunda
Allah’ı kendinde bulmasıdır.
4. Hüsrev-nâme: Attâr’ın konusu tasavvuf olmayan tek mesnevisi olan ve Gül ü Hüs-
rev veya Gül ü Hürmüz adlarıyla da bilinen bu eser, mesnevi tarzında “dünyevî (=maddî)
bir aşk romanı”dır. Eserde, Rum kayserinin bir câriyeden doğan oğlu Hüsrev ile Hûzistân
şahının kızı Gül’ün arasında geçen maceralar anlatılır.
Tutmacı’nın 1406’da yazdığı Gül ü Hüsrev’i, Ferîdüddîn-i Attâr’ın Hüsrev-nâme’sinin
Türkçeye kısaltılarak yapılmış bir tercümesidir.
5. Mantıku’t-Tayr: Makâmât-ı Tuyûr, Makâlâtü’t-Tuyûr veya Tuyûr-nâme adlarıyla da
anılan eser 1187’de yazılmıştır. Attâr’ın en çok bilinen eseri olan bu mesnevi, Gazâlî’ye (öl.
1111) atfedilen Risâletü’t-Tayr’dan alınan bir çerçeve hikâye ile araya sokulan çok sayıda küçük
hikâyelerden meydana gelmiştir. Mesnevide sâlikleri temsil eden kuşlar vasıtasıyla, “vahdet-i
vücûd” inancı temsilî olarak anlatılır. Hüdhüdün mürşit (=rehber, kılavuz) olarak yer aldığı
eserde, sîmurg (=otuz kuş, anka) ise temsilî olarak Allah’ın zuhûr ve taayyününü (=Allah’ın
varlıkta tecellîsini) ifade eder. Gülşehrî, Mantıku’t-Tayr; Ali Şir Nevâî, Lisânü’t-Tayr; Şemsî,
Deh-mürg; Ârifî (öl. 1563), Ravzatü’t-Tevhîd; İbrahim Gülşenî (öl. 1533), Sîmurg-nâme ve
Şemseddin Sivâsî (öl. 1597), Gülşen-âbâd ismiyle benzer eserler yazmışlardır.
6. Muhtâr-nâme: Bu eser, Attâr’ın rüba’îlerinden seçip konularına göre elli bölüm ha-
linde düzenleyerek oluşturduğu en eski bir rüba’î mecmu’asıdır.
7. Bülbül-nâme: Küçük bir mesnevi olan bu eserde, bülbül ile diğer kuşlar arasında ge-
çen anlaşmazlık hikâye edilmiştir. Kuşlar, gül için sürekli şarkılar söylemek suretiyle ken-
dilerini rahatsız eden bülbülü Süleyman peygambere şikayet ederler. Bunun üzerine Sü-
leyman peygamber de bülbülü huzuruna çağırtıp dinler. Sonunda bülbülün haklı olduğu-
na kanaat getirerek rahat bırakılmasını ister. Bülbül-nâme’yi, Münîrî (XVI. yy.), Gülşen-i
Ebrâr ve Ömer Fuadî, (öl. 1636), Bülbüliyye adlarıyla manzum olarak Türkçeye çevirmiş-
lerdir. Manisalı Birrî (öl. 1715) de, Ömer Fuadî’nin Bülbüliyye’sini yine aynı adla men-
sur olarak yazmıştır.
50 VIII-XIII. Yüzyıllar Türk Edebiyatı
Sa’dî-i Şirazî
Şiraz’da doğan Sa’dî, ilk eğitimini burada tamamladıktan sonra Moğol istilası üzerine
Bağdat’a giderek Nizamiye Medresesi’nde okumuştur. Bağdat’ta eğitimini tamamlayarak
Şiraz’a dönen Sa’dî, aralarında İlhanlı devlet adamı Atâ Melih el-Cüveynî (öl. 1281) ile
kardeşi Şemseddin el-Cüveynî’nin (öl. 1284) de bulunduğu bazı devlet adamları ile tanış-
mış ve bunları öven şiirler yazmıştır. Eserlerine ve ondan bahseden kaynaklara göre, daha
sonra Suriye, Hicaz, Anadolu, Mısır, Merakeş, Azerbaycan ve Belh’e gittiği anlaşılmakta-
dır. Bu uzun süren seyahatleri sırasında ünlü mutasavvıflardan Şehabeddin Sühreverdî
(öl. 1234) ile tanışmış, 1256’da Şiraz’a dönmüştür. Dönemin hükümdarlarından Ebube-
kir b. Sa’d b. Zengî (1231-1260) ile tanışarak dostluğunu kazanan Sa’dî, Bostân adlı meşhur
eserini 1257’de bu hükümdar adına yazmıştır. Gülistân’ı ise kendisine büyük saygı göste-
ren Zengî’nin oğlu II. Sa’d adına 1258’de yazmıştır.
Sa’dî, yaşadığı dönemde büyük bir şöhret kazanmış, çağdaşı şairlerden Emir Hüsrev-i
Dihlevî ve Hasan-ı Dihlevî gazellerinde onun etkisinde kalmışlardır. Bütün şiirlerinde bi-
linen ve yaygın olarak kullanılan kelimeleri tercih eden Sa’dî, eserlerinde Farsçada kullanı-
lan Türkçe kelimelere de yer vermiştir. Onun şiir ve nesrinin en dikkat çeken özelliği, akı-
cı ve sehl-i mümtenî olmasıdır. Sa’dî, döneminde yaygın nazım şekli olan gazelin müstakil
bir nazım şekli haline gelmesini sağlamıştır. Manzum ve mensur eserlerinde atasözlerin-
den yararlanan Sa’dî’nin toplumun düşünce ve isteklerine tercüman olan özlü sözleri, halk
arasında atasözü gibi yayılmıştır. Sa’dî sadece Fars edebiyatını etkilemekle kalmamış, Türk
ve Urdu edebiyatlarıyla Batı dünyasında da önemli izler bırakmıştır.
Eserleri: Sa’dî’nin manzum ve mensur eserleri, Ahmed b. Ebubekr-i Bîsütûn tara-
fından 1326-1333 yıllarında “Külliyyât” adıyla toplanmıştır. “Bîsütûn” adıyla da tanınan
Külliyyât, on altı kitap ile altı veya yedi risâleden meydana gelmektedir.
Manzum Eserleri: Bostân (=Sa’dî-nâme), Kasâ’id-i Arabî, Kasâ’id-i Fârisî, Mülemma’ât,
Tercî’ât, Tayyibât, Bedâyi’, Havâtîm, Gazeliyyât-ı Kadîm, Sâhibiyye, Mukatta’ât, Rübâ’iyyât,
Müfredât, Hubsiyyât, Hezliyyât, Mudhikât.
Mensur Eserleri: Gülistân, Su’âl-i Sâhib-dîvân, Takrîr-i Dîbâce, Nasîhatü’l-mülûk,
Risâle-i Akl u Işk, Mecâlis-i Pencgâne, Risâle-i Selâse (Mülâkat-ı Şeyh Sa’dî bâ Abaka Han,
Risâle-i Engiyânu, Risâle-i Melik Şemseddin).
Sa’dî’nin Türk edebiyatında etkisi olan eserleri Gülistân ve Bostân’ıdır.
Gülistân: Sa’dî’nin bilgi ve tecrübesini belâgat ve fesahatle yoğurup yazıya geçirdiği,
manzum ve mensur karışık bir nasihatnâmedir. 1258’de yazılan bu eser, bir dîbâce (=ön-
söz, mukaddime) ve sekiz bâbdan (=bölüm) oluşmaktadır. 1. bâbda hükümdarların hâl
2. Ünite - Arap ve Fars Edebiyatları 51
ve hareketleri, 2. bâbda, dervişlerin ahlâkı, 3. bâbda kanaatin fazileti, 4. bâbda susmanın
faydası, 5. bâbda aşk ve gençlik, 6. bâbda ihtiyarlık, 7. bâbda terbiyenin önemi ve etkisi, 8.
bâbda sohbet âdâbı ile ilgili hikâyeler ve fıkralar bulunmaktadır. Sadi’nin bu eserinde ken-
di hayatından izler de yer almaktadır.
Başta Türkçe olmak üzere çeşitli dillere çevrilen ve şerhleri yapılan Gülistân’ı Seyf-i
Serâyî, 1391’de Kıpçak Türkçesine çevirmiştir. Za’îfî’nin (öl. 1557’den sonra) Kitâb-ı
Nigâristân ve Hadîka-i Sebzistân’ı, Gülistân’ın manzum Türkçe tercümesidir. Üsküdar-
lı Sâfî’nin Cidâl-i Sa’dî Bâ-Müdde’î isimli mesnevisi, Gülistân’da anlatılan bir hikâyenin
tercümesidir. Câmî’nin Bahâristân’ı ile Kemal Paşazâde’nin (öl. 1534) Nigâristân’ı,
Gülistân’a nazire olarak yazılmış eserlerdir. Türkçe şerhleri içinde en tanınmış ve önem-
li olanı Sûdî (öl. 1596)’nin şerhidir. Ayrıca, Şâhidî (öl. 1550), Şem’î (öl. 1592-3), Hevâyî-i
Bursevî (öl. 1608) ve Hüseyin el-Kefevî (öl. 1602)’nin şerhleri bulunmaktadır. Lâmi’î (öl.
1532) ise Gülistân’ın dîbâcesini şerh etmiştir.
Bostân: Şeh-nâme vezni olan fe‘ûlün fe‘ûlün fe‘ûlün fe‘ûl kalıbıyla yazılmış bu eser,
ahlâkî bir mesnevidir. Adalet, ihsan, mertlik, tevazu, rıza, kanaat, terbiye, şükür, tevbe vs.
konuların işlendiği on bâbdan oluşmaktadır. Nasihatlerin arasında anlatılan fıkralar ve
hikâyeler ile esere akıcılık sağlanmaya çalışılmıştır. Fikirler ve nükteler, hikmetli bir söy-
leyiş içinde fakat süsten uzak, kolay anlaşılır bir şekilde ifade edilmiştir. Gülistân’da oldu-
ğu gibi bir sehl-i mümtenî üslubu görülen Bostân, ifade yönünden sağlamdır. Gülistân gibi
İslam âleminde yüzyıllar boyu büyük ilgi görmüş, medreselerde ders kitabı olarak okutul-
muş ve çok sayıda tercümesi ve şerhi yapılmıştır. Ferheng-nâme-i Sa’dî, Hoca Mesud ta-
rafından Bostân’ın kısaltılarak manzum şekilde Türkçeye yapılan ilk tercümesidir (1354).
Hâfız-ı Şirazî
Hâfız’ın hayatı hakkında çok az bilgi vardır; bunlar da rivayetlere dayanmaktadır. Şiir-
lerinden iyi bir öğrenim gördüğü anlaşılan Hâfız, Zemahşerî’nin (öl. 1143) Keşşâf’ını,
Sekkâkî’nin (öl. 1299) Miftâhu’l-Ulûm’unu, Mutarrizî’nin (öl. 1213) Misbâh’ını, Urmevî’nin
(öl. 1283) Mefâtihü’l-Envâr’ını, Adudüddin el-Îcî’nin (öl. 1355) Mevâkıf’ını okumuştur.
Öğrenimi sırasında Kur’an-ı Kerim’i ezberlediği için “Hâfız” lakabını almıştır. Şiirlerin-
den dinî ilimlerin yanında başta Arap edebiyatı olmak üzere çok iyi bir edebiyat kültürü
aldığı, dönemin musikisi ve çeşitli sanatları hakkında bilgi edindiği anlaşılmaktadır. Ti-
mur, Şiraz’ı fethettiği zaman onunla görüştüğü rivayet edilir. Hâfız, 1303-1357 yılları ara-
sında Şiraz’da hüküm süren İncû hanedanı hükümdarlarından Ebû İshak, oğlu Şah Şüca
ve Zeynelâbidîn zamanlarında sarayda bulunmuş ve bu sürede rahat bir hayat geçirmiştir.
Zeynelâbidîn’in ölümüyle hayatında sıkıntılar başlayan Hâfız, 1389-90 yılında Şiraz’da öl-
müş ve bugün türbesinin bulunduğu Hâfıziye semtine gömülmüştür.
Kasîde, rüba’î ve kıt’a nazım şekilleriyle yazdığı şiirleri de bulunan Hâfız, Fars edebi-
yatının en başarılı gazel şairidir. Onun gazelleri bu nazım şeklinin en gelişmiş örnekleri-
dir. Hâfız, ilmî, ahlakî ve felsefî mazmunların bulunduğu gazellerinde bir çok edebî sana-
ta yer vermesine rağmen manayı ve ifadeyi bu sanatlarla boğmamıştır. Onun en önem-
li özelliği, dilinin sade, açık ve veciz olmasının yanında şiirlerinin akıcı ve âhenkli olma-
sıdır. Şiirlerinde Hâcû-yi Kirmanî, Selmân-ı Sâvecî ve Hayyâm’ın etkileri görülen Hâfız,
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, Sa’dî-i Şirazî ve Kemâleddîn-i İsfahanî gibi şairlerden de ikti-
baslarda bulunmuş, onların şiirlerine nazireler yazmış veya şiirlerini tazmin etmiştir. Ser-
best bir dünya görüşüne sahip olan Hâfız, insana saadet veren bu felsefesi ile karışık siyasî
ortam içindeki kitlelere teselli kaynağı olmuştur. Yunus Emre gibi insana saygıya büyük
önem veren Hâfız, insanı incitmeyi de büyük günah saymıştır.
Hâfız’ın bilinen tek eseri, başkaları tarafından derlenen Divan’ıdır. Hâfız Divanı, Türk
edebiyatında Mesnevî ve Gülistân’dan sonra en çok okunan Farsça eserdir.
52 VIII-XIII. Yüzyıllar Türk Edebiyatı
Lisânü’l-Gayb adı da verilen Hâfız Divanı, uzun süre bir fâlnâme (=fal kitabı) ola-
rak da kullanılmıştır. Hâfız’ın İslam âleminde Sa’dî gibi geniş bir etkisi olmuş, şiirleri
çok okunmuştur. Adnî (Mahmud Paşa, öl. 1474), Hâfız’ın gazellerine nazireler söyle-
miş, Bâkî ise onun gazellerini tahmîs etmiştir. Divan’ına Sürûrî, Şem’î, Sûdî ve Mehmed
Mehdî Konevî (XIX. yy.) Türkçe şerhler yazmışlardır. Hâfız Divanı, -yukarıda belirtilen
şerhlerdeki çeviriler dışında- Türkçeye ilk defa Abdülbaki Gölpınarlı tarafından tercü-
me edilmiştir (1944).
Câmî’nin Eserleri
Manzum Eserleri
1. Divan(ları): Câmî, kaside, tercî’-i bend, terkîb-i bend, gazel, kısa mesnevi, kıt’a, rüba’î
ve muammalardan oluşan şiirlerini üç divanda toplamış ve Ali Şir Nevâî’nin isteği üzerine
bu divanların her birini yazıldıkları dönemleri belirtecek şekilde adlandırmıştır. Üç diva-
nına yazdığı mukaddimelerde (=önsöz), sözün öneminden, yazarlık gibi şairliğin de asla
vazgeçilmeyecek işlerden olduğunu belirterek şiir ve edebiyatın değerini, âyet ve hadis-
lerden getirdiği delillerle açıklamaya çalışmıştır. Gençlik dönemi şiirlerinin yer aldığı ve
Fâtihatü’ş-Şebâb adını verdiği ilk divanını 1479’da, orta yaş şiirlerinin yer aldığı Vâsıtatü’l-
Ikd adlı ikinci divanı 1489’da ve yaşlılık dönemi şiirlerinden oluşan Hâtimetü’l-Hayât adlı
üçüncü divanını ise 1490-1’de düzenlemiştir. Câmî’nin divanlarının İstanbul, İran, Lek-
nev, Kanpûr ve Lahor’da baskıları yapılmıştır.
Heft Evreng: Büyük ayı 2. Heft Evreng: Câmî, İran edebiyatında Nizâmî ile başlayan hamse geleneğine uyarak
burcundaki yedi yıldıza verilen önce Tuhfetü’l-Ahrâr, Sübhatü’l-Ebrâr, Yûsuf u Züleyhâ, Leylî vü Mecnûn, Hıred-nâme-i
Farsça isimdir.
İskenderî’yi yazmış, daha sonra Silsiletü’z-Zeheb ve Salamân u Absâl’ı da ekleyerek mesne-
vilerinin sayısını yediye çıkarmış ve Heft Evreng adı altında toplamıştır.
2. Ünite - Arap ve Fars Edebiyatları 53
Tuhfetü’l-Ahrâr: Nizâmî’nin Mahzenü’l-Esrâr’ına ve Emir Hüsrev-i Dihlevî’nin
Matla’u’l-Envâr’ına nazire olarak 1481’de yazılan bu eser, dinî, ahlâkî ve edebî konuları içe-
ren 20 makale (=bölüm, hikâye)den oluşmaktadır. Son makalede, oğlu Yûsuf Ziyâeddin için
yazdığı bir öğüt bulunmaktadır. Câmî bu eserini şeyhi Ubeydullah Ahrar’a ithaf etmiştir.
Sübhatü’l-Ebrâr: Konu itibariyle Tuhfetü’l-Ahrâr’a benzeyen eser Hüseyn-i Baykara’ya it-
haf edilmiştir. Eser, dinî, tasavvufî ve ahlâkî konuların yer aldığı kırk bölümden oluşmaktadır.
Yûsuf u Züleyhâ: Câmî, Yusuf kıssasından hareketle 1483’de yazdığı bu mesnevisi-
ni Sultan Hüseyn-i Baykara’ya sunmuştur. Câmî’nin tanınmış eserlerinden olan mesnevi,
Nizâmî’nin Hüsrev ü Şîrîn’i ile aynı vezindedir.
Leylâ vü Mecnûn: Câmî, bu eserini 1484’te Nizâmî ve Emir Hüsrev-i Dihlevî’nin Leylâ
vü Mecnûn’una nazire olarak yazmıştır. Celîlî’nin (öl. 1569) Leylâ vü Mecnûn’unda etkisi
görülen eser, Fransızcaya ve Almancaya tercüme edilmiştir.
Hıred-nâme-i İskenderî: İskender’in akıl kitabı anlamına gelen bu mesnevide Aristo,
Eflatun ve Sokrat gibi filozofların İskender’e öğütleri, İskender ile bu filozoflar arasındaki
konuşma ve mektuplaşmalar yer almaktadır. Nizâmî’nin İskender-nâme’sine nazire olarak
yazılan mesnevi, Sultan Hüseyn-i Baykara’ya ithaf edilmiştir. Lâmi’î tarafından Türkçeye
çevrilen eser, Taşkent ve Leknev’de basılmıştır.
Silsiletü’z-Zeheb: Ahlâkî, dinî ve felsefî çeşitli konularda yazılmış üç ciltten oluşan bir
eserdir. 7200 beyit olan bu mesnevinin Hüseyn-i Baykara’ya ithaf edilen birinci bölümün-
de tasavvufî ve ahlâkî konular işlenmiş; ikinci bölümde ilâhî aşk konusu sûfîlerin menkı-
beleri ve sözleriyle desteklenerek açıklanmaya çalışılmıştır. Üçüncü bölüm ise 500 beyit-
ten oluşan kısa bir mesnevi olup II. Bayezid’e ithaf edilmiştir
Salamân u Absâl: 1130 beyitten oluşan bu mesnevinin konusu, Tevrat’taki Salamon ve
Absalon’un İskenderiye mektebi vasıtasıyla Yunancadan Arapçaya ve oradan da bütün ya-
kın doğuya geçen hikâyesine dayanmaktadır. Ruhun şehvet ve hazla mücadelesinin işlen-
diği bu mesnevide Salamân, hikmet ve zekâyı; Absâl ise nefis ve şehvetin sebep olduğu ka-
rışıklıkları temsil etmektedir.
Mensur Eserleri
Bahâristân: Câmî, Sa’dî’nin Gülistân’ını örnek alarak 1487 yılında yazdığı bu eseri Sultan
Hüseyn-i Baykara’ya ithaf etmiştir. Eser, düzenleniş biçimi ve üslup yönünden Gülistân’a
benzer ancak muhteva açısından farklıdır. Ravzatü’l-Ahyâr ve Tuhfetü’l-Ebrâr adlarıyla da
anılan Bahâristân, Gülistân gibi manzum-mensur karışık bir eser olup bir mukaddime, se-
kiz ravza (=bölüm) ve bir hâtimeden (=sonuç) meydana gelmiştir. Birinci bölüm tasavvu-
fa, ikincisi ahlâka, üçüncüsü siyasete, dördüncüsü cömertliğe, beşincisi aşka, altıncısı la-
tifeye, yedincisi şiire ve sekizincisi hayvan hikâyeleri ve bu hikâyelerden çıkarılması gere-
ken derslere ayrılmıştır.
Nefehâtü’l-Üns min Hazarâti’l-Kuds: Meşhur mutasavvıflar hakkında bilgilerin
yer aldığı ve çeşitli tasavvufî terimlerin açıklandığı bir eserdir. Ali Şir Nevâî tarafından
Nesâimü’l-Mahabbe adıyla Çağatay Türkçesine çevrilmiştir.
Şevâhidü’n-Nübüvve: Câmî, peygamberliğin delilleri ve Hz. Peygamber’in risaletin-
den, ehl-i beyt ve sahâbeden başlayarak din büyüklerinin hayatı ve faziletlerinden bahset-
tiği bu eserini, Ali Şir Nevâî’nin isteği üzerine 1480 yılında yazmıştır. Nefehâtü’l-Üns’ü ta-
mamlar mahiyette olan bu eseri, Lâmi’î, Ahizâde Abdülhalim Efendi ve Senâî Muhammed
Efendi Türkçe’ye çevirmişlerdir.
Levâyih: Câmî’nin mistik konuları ele aldığı ve rüba’îlerinin de bulunduğu bir eser-
dir. Onun Şerh-i Rubâ’iyyât ve Levâmî adlı eserleri de aynı tür ve konudadır. Bu üç eser,
İstanbullu İsmail Müfid Efendi tarafından Mecmû’a-i Molla Câmî adıyla yayımlanmıştır.
54 VIII-XIII. Yüzyıllar Türk Edebiyatı
Hamsenin tanımını yapınız ve Fars edebiyatında yazılan ilk hamse hakkında bilgi veriniz.
4
2. Ünite - Arap ve Fars Edebiyatları 55
Özet
Arap edebiyatının tarihî sürecini tanımak ve açıklamak. Fars (İran) edebiyatının tarihî sürecini tanımak ve
1 2
Arap edebiyatının tarihi süreci: Arap edebiyatını, ta- açıklamak.
rihi gelişim ve değişime göre Cahiliye devri edebi- Milattan önce VI-V. yüzyıllarda İran’da şiir ve edebiyat
yatı, İslamî devir edebiyatı, Abbâsîler ve Endülüs geleneğinin olduğu anlaşılmakla birlikte o dönemden
Emevîleri devri edebiyatı, Abbâsîlerden sonra XIX. günümüze herhangi bir örnek ulaşmamıştır. Zerdüşt’ün
yüzyıl başlarına kadar uzanan dönem (Çöküş Döne- kutsal kitabı olan ve Sâsânîler döneminde yazıya geçiri-
mi) ve Yeni Arap Edebiyatı (XIX. yüzyıldan günümü- len Avesta, Fars edebiyatının en eski örneklerinden bi-
ze kadar gelen dönem; Modern Dönem) şeklinde dö- ridir. İlk tezkirelerde İslamiyetten önce Farsça şiir söy-
nemlere ayırmak mümkündür. leyen ilk ve tek kişi olarak Behrâm-ı Gûr’un adı geçer.
Arap toplumunda, sosyal hayatta önemli bir yeri ve Ayrıca Ebû Nuvâs gibi bazı Arapça şiir söyleyen İranlı
tesiri olan şiirlerin ilk örnekleri “Cahiliye Dönemi” şairlerin ilk İslamî dönemlerdeki şiirlerinde Farsça keli-
diye isimlendirilen İslam öncesine aittir. İslamdan ön- me ve ibarelere yer verdiği görülmektedir.
ceki Arap şiirinin en güzel örnekleri “el-Mu’allakat” İslam’dan sonra ilk Yeni Farsça şiirler, Tâhirîler ve
adı altında bir araya getirilerek Kâbe’nin duvarına Saffârîler zamanında yazılan ancak, bazıları bu döneme
asılmıştır. Kâbe’ye şiirleri asılan şairler; İmru’u’l- ait oldukları tartışılan az sayıdaki şiirlerdir. Kaside şeklin-
Kays, Tarafa, Züheyr, Lebîd, Amr b. Kulsûm, An- de olan bu ilk şiirlerde, Arapça kasideler örnek alınmıştır.
tere (veya el-Hâris bin el-Hillize) ve en-Nâbigat Farsça şiir söyleyenler arasındaki ilk büyük şair,
ez-Zubyânî (veya el-A’şâ) olup bu yedi şairin şiiri el- Rûdekî’dir. Senâî, Hâkânî, Cemâleddîn-i İsfahanî,
Mu’allakatu’s-Seb’a (yedi mu’allaka= yedi askı) şek- Nizâmî ve Attâr Fars edebiyatının tanınmış mutasav-
linde adlandırılmıştır. vıf şairleridir. Mevlânâ ise tasavvufî şiirde en önde ge-
Emevîler döneminde (661-750) şiir, düşünce ve üslup len şahsiyet olmuştur.
bakımından Cahiliye dönemi şiirinin özelliklerine Fars şiirinde İslam’dan sonra, ortak özelliklere ve an-
daha çok benzer hale gelmiştir. Ancak övgü (medh), latım tarzlarına göre Türkistan/Horasan Üslubu,
yergi (hicv), fahr (övünme) ve risânın (mersiye) ana Irak/Selçuklu Üslubu, Hint Üslubu ve Geriye Dö-
konuyu teşkil ettiği şiirdeki kabilecilik düşüncesinin nüş Üslubu şeklinde adlandırılan çeşitli üsluplar gö-
yerini, siyasî taassup ve şairler arasındaki karşı koyuş- rülür. Bu üsluplar arasındaki geçiş zamanlarında gö-
lar (nekâiz) almıştır. Bu dönemin üç büyük hiciv şai- rülen çeşitli üsluplar için de Sebk-i Türkistanî, Sebk-i
ri Ahtal, Ferezdak ve Cerîr methiyelerinden çok bu Horasanî, Ara Dönem Üslubu, Azerbaycan Üslubu
özellikleriyle ün kazanmıştır. ve Mekteb-i Vukû’ adları kullanılmıştır. Meşrutiyet
VIII. yüzyıldan itibaren Abbâsîlerin (750-1258) hi- dönemi şiir anlayışından sonra Fars şiirinin yapısın-
lafete geçmesi, Farsların Araplar üzerinde etkin hale da ve muhtevasında yeniliklerin olduğu tarza ise Yeni
gelmesi, hilafet merkezinin Şam’dan Irak’a taşınmasıy- Şiir Üslubu denmiştir.
la Arap edebiyatında Fars medeniyetinin etkisi görü- Farsça nesirde de zamanla birbiriyle farklılaşan dö-
lür. Beşşâr b. Bürd ile Ebû Nuvâs Fars asıllı ve ser- nemler oluşmuştur. IX. yüzyılın sonlarından XI. yüz-
best davranan şairlerin öncüsüdür. Daha çok dinî şiir- yılın ortala-rına kadar (Sâmânîler Dönemi) nesir;
leriyle tanınan Ebu’l-Atâhiye, Arap şiirinin mükem- sade, kolay anlaşılır ve sonraki dönemlere göre daha
mel örneklerini bir araya getiren el-Hamâse’nin yaza- az Arapça kelimeler barındırırken, XI. yüzyılın orta-
rı Ebû Temmâm, İbnu’l- Mu’tez, döneminin önemli larından XII. yüzyıl ortalarına kadar (Gazneli ve Sel-
edebî şahsiyetlerindendir. çuklu Dönemi) cümleler uzamış ve Arapça kelimeler
Moğolların önce Orta Asya ve İran’ı, sonra 1258 yılın- çoğalmıştır. XII. yüzyılın ikinci yarısında (II. Selçuklu
da Bağdat’ı istila etmeleriyle Arabistan sahasında bü- ve Hârezmşâhlar Dönemi) nesirde seci ve Arapça ke-
yük bir çöküş dönemi yaşanmış ve edebiyata da yansı- limeler gittikçe artmıştır. XIII. yüzyıldan XVIII. yüz-
yan bu durum XIX. yüzyılın başlarına kadar sürmüş- yıla kadar olan dönemde nesir (Irak üslubu -Sanatlı
tür. Ancak İslam coğrafyasında daha önceki asırlarda Nesir Dönemi) sanatlı bir görünüme bürünmüştür.
diğer bölgelerde başlamış olan Arapça eser verme ge-
leneği Selçuklu, Endülüs, Osmanlı, Timurlu gibi dev-
letlerin bulunduğu bölgelerde devam etmiştir.
56 VIII-XIII. Yüzyıllar Türk Edebiyatı
Kendimizi Sınayalım
1. Arap edebiyatının ilk şiir örnekleri hangi döneme aittir? 6. Fars edebiyatında dinî, tasavvufî ve ahlâkî düşünceleri şiir-
a. Emevîler dönemi lerine ilk kez başarıyla aktaran şair aşağıdakilerden hangisidir?
b. Abbâsîler dönemi a. Mevlânâ
c. Çöküş dönemi b. Attâr
d. Endülüs Emevîleri dönemi c. Senâî
e. Cahiliye dönemi d. Fahreddîn-i Irakî
e. Câmî
2. Aşağıdakilerden hangisi “Kasîdetü’l-bürde” şairidir?
a. Ka’b bin Züheyr 7. İskender-nâme türü eserlerin yazılmasına örnek olan ilk
b. Lebîd bin +Rebî’a eser aşağıdakilerden hangisidir?
c. Abdullah bin Revâha a. Camasb-nâme
d. Hassan bin Sâbit b. İskender-nâme
e. el-Hansâ c. Sam-nâme
d. Cihângir-nâme
3. Cahiliye dönemi Arap edebiyatında da yaygın olarak gö- e. Şeh-nâme
rülen nesir türü aşağıdakilerden hangisidir?
a. megâzî 8. Fars edebiyatının bilinen ilk hamse şairi aşağıdakilerden
b. kısas hangisidir?
c. siyer a. Nizâmî
d. hitâbet b. Câmî
e. mürâselât c. Emîr Hüsrev-i Dihlevî
d. Hâcû-yi Kirmanî
4. Fars edebiyatında Farsça şiir söyleyen ilk şair aşağıdaki- e. Molla Câmî
lerden hangisidir?
a. Behrâm-ı Gûr 9. Câmî’nin çok sayıda eserini Türkçeye tercüme ettiği
b. Firdevsî için “Câmî-i Rûm” lakabını alan şair-yazar aşağıdakilerden
c. Nizâmî hangisidir?
d. Rûdekî a. Mehmed Fevzî
e. Ömer Hayyâm b. Şem’î
c. Lâmi’î
5. Aşağıdakilerden hangisi Fars edebiyatında görülen üs- d. Ref ’et
luplara verilen adlardan biri değildir? e. Hâcibî
a. Selçuklu üslubu
b. Kûfe okulu 10. Aşağıdakilerden hangisi Fars edebiyatında “gazel şairi”
c. Horasan üslubu olarak tanınır?
d. Hint üslubu a. Firdevsî
e. Geriye dönüş üslubu b. Sa’dî
c. Câmî
d. Hâfız
e. Urfî
58 VIII-XIII. Yüzyıllar Türk Edebiyatı
Yararlanılan ve Başvurulabilecek
Kaynaklar
Akpınar, A. (1990). “Nizâmî İlyas” TDEA, 7, İstanbul: Dergâh Kedkenî, Muhammed Rizâ Şefî’î (1366), Suver-i hayâl der
Yayınları. şi’r-i Fârsî, Tahran.
Aksoy, H. (1977). “Câmî”, TDEA, 2, İstanbul: Dergâh Yayınları. Kut, G. (1986). “Mantıku’t-Tayr”, TDEA, 6, İstanbul: Dergâh
Allan, J. (1997). “Sa’dî”, İA, 10, MEB Yayınları. Yayınları.
Avşar, Z. (2007). “Evrensel Bir Hikâye: Salamân u Absâl ve Levend, A. S. (1988). Türk Edebiyatı Tarihi, I. Cilt, Anka-
Kökeni”, Turkish Studies International Periodical For ra: TDK Yayınları.
the Languages, Literature and History of Turkish or Muhammed-i Avfî (1903-1906). Lubâbu’l-elbâb, I-II,
Turkic, Volume 2/4 Fall. London-Leiden, I.
Ayan, G. (1996). Tebrizli Ahmedi, Esrar-name (İnceleme- Muhammed Ca’fer-i Mahcûb (1345), Sebk-i Horâsânî der-
Metin), Ankara: TTK Yayınları. şi’r-i Fârsî, Tahran.
Ayan, G. (2007). “Tebrizli Ahmedi ve Esrar-name İsimli Mes- Okumuş, Ö. (1991). “Bahâristân”, TDVİA, 4, İstanbul.
nevisi”, Turkish Studies/Türkoloji Araştırmaları, Volu- Okumuş, Ö. (1993). “Câmî, Abdurrahman”, TDVİA, 7, İstanbul.
me 2/3, Summer. Ömer Ferruh (1983). Târîhu’l-edebi’l-Arabî, I-VI, Beyrut,
Aydın, M. (2006), “Müveşşah”, TDVİA, 32, İstanbul. 5. baskı.
Barthold, V.V. (1981). Türkistan, Haz. Hakkı Dursun Yıldız, Ritter, H. (1997). “Attâr”, İA, 2, MEB Yayınları.
İstanbul. Ritter, H. (1997). “Hâfız”, İA, 5-1, MEB Yayınları.
Berthels, E. (1997). “Nizâmî”, İA, 9, MEB Yayınları. Ritter, H. (1997). “Câmî”, İA, 3, MEB Yayınları.
Corci Zeydan (tarihsiz), Târîhu âdâbi’l-lugati’l-Arabîye, Sadi, (1991). Gülistan, çev. Hikmet İlâydın, İstanbul: MEB
nşr. Sevki Dayf, I-IV, Kahire, I. Yayınları.
Çetin, N. M. (1991). “Arap (Edebiyat)”, TDVİA, 3, İstanbul. Sadi, (1993). Bostan, çev. Hikmet İlâydın, İstanbul: MEB
Çetin, N. M.(1973). Eski Arap Şiiri, İstanbul. Yayınları.
Çiçekler, M. (2008). “Sa’dî-i Şîrâzî”, TDVİA, 35, İstanbul. Sezgin, F. (1983). Târîhu’t-türâsi’l-Arabî, II. cilt, 1. cüz (eş-
Ferideddin-i Attâr, (1993). İlâhiname, çev. Abdülbaki Gölpı- Şi’r), terc. M. Fehmî Hicâzî, Riyad.
narlı, İstanbul: MEB Yayınları. Süleyman, T. (2006). Leyla ile Mecnun (Haz. Kemal Yavuz), İs-
Firdevsî, (1992). Şehnâme, I-III, Çev. Necati Lugal, İstanbul: tanbul, MVT Yayıncılık.
MEB Yayınları. Şahinoğlu, M. N. (1991). “Attâr, Ferîdüddin”, TDVİA, 4, İstanbul.
Gökyay, O. Ş. (1997), “İskender-nâme”, İA, 5-2, MEB Yayınları. Şentürk, A. - Kartal, A. (2010). Üniversiteler İçin Eski Türk
Gülşehrî, (1957). Mantıku’t-tayr [Tıpkı Basım], (Önsözü Ya- Edebiyatı Tarihi, İstanbul: Dergâh Yayınları.
zan: Agâh Sırrı Levend), Ankara: TDK. Şevkî Zayf (1963). el-Asru’l-İslâmî, Kahire.
Gürer, A. (1987). Hafız Divanı’nın Türkçe Tercüme ve Şerh- Şiblî-i Nu’mânî (1368). Şi’ru’l-Acem, çev. Seyyid Muham-
leri, AÜSBE, YL Tezi, Ankara. med Takî-i Fahr-i Dâgî-i Gîlânî, I-V, Tahran.
Hannâ el-Fâhûrî (1991), el-Mûcez fi’l-edebi’l-Arabî ve Tâhâ Huseyn (1976). Hadîsu’l-erbi’a, II, Kahire.
Târîhihi, II, Beyrut . Tâhâ Hüseyn (1969), Min hadîsi’ş-şi’r ve’n-nesr, Kahire.
Karaismailoğlu, A. (2001). Klâsik Dönem Türk Şiiri İncele- Toprak, M. F. (1999), “İbn Kuzmân”, TDVİA, 20, İstanbul.
meleri, Ankara. Turan, O. (1965). Selçuklular Tarihi ve Türk-İslâm Mede-
Karaismailoğlu, A. (2002). “İslâmiyet Sonrasında İlk Farsça niyeti, Ankara.
Şiirlerde Türkler”, Türkler, 5, Ankara. Turan, O. (1979). Türk Cihan Hakimiyeti Mefkûresi Tarihi,
Karaismailoğlu, A. (2002). “Karşılaştırmalı Edebiyat araştır- İstanbul.
maları Açısından Klâsik Türk Edebiyatı ile İran Edebiya- Ünver, İ. (2000), “İskender (Edebiyat)”, TDVİA, 23, İstanbul.
tı”, Bilig, Güz, S. 23. Yavuz, K. (2007). Gülşehrî’nin Mantıku’t-Tayrı (Gülşen-
Kanar, K. (1996). “Firdevsî” TDVİA, 13, İstanbul. nâme), Kırşehir Valiliği yayını: 12, Ankara.
Kanar, K. (2007), “Nizâmî-i Gencevî”, TDVİA 33, İstanbul. Yazıcı, T. (1990). “Sâdî-i Şîrâzî”, TDEA, 7, İstanbul: Dergâh
Kara, K. (1998). “Şehnâme”, TDEA, 8, İstanbul: Dergâh Yayınları. Yayınları.
Karahan, A. (1995). “Enverî”, TDVİA, 11, İstanbul. Yazıcı, T. (1997). “Hâfız-ı Şîrâzî”, TDVİA, 15, İstanbul.
Karlığa, H. B. (1996). “Gazzâlî (Eserleri)”, TDVİA, 13, İstanbul. Yıldız H. D. (1988). “Abbâsîler”, TDVİA, I, İstanbul.
Kartal, A. (2010) Şiraz’dan İstanbul’a Türk- Fars Kültür Coğ- Zebîhullâh-i Safâ (1370). Târîh-i edebîyât der-Îrân, I-V,
rafyası Üzerine Araştırmalar, İstanbul: Kurtuba Kitap. Tahran.
3
VIII-XIII. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI
Amaçlarımız
Bu üniteyi tamamladıktan sonra;
Karahanlı dönemi edebiyatının Türk edebiyatı tarihi içindeki yerini belirleye-
bilecek,
Karahanlı Türkçesiyle yazılmış eserleri ve yazarlarını tanıyabilecek,
Karahanlı döneminde yazılmış eserleri anlatım özelliği, içerik, üslup ve genel
özellikleri bakımından değerlendirebileceksiniz.
Anahtar Kavramlar
• Kutadgu Bilig • Karahanlı Dönemi Edebiyatı
• Divanü Lugati’t-Türk • Kur’an Tercümeleri
• Atebetü’l-Hakâyık • Hece Ölçüsü
• Halk Şiiri • Aruz Ölçüsü
• Aydın Zümre Şiiri
İçindekiler
oğlu Tuğrul ile Harun bulunmaktaydı. Kaşgar’da 1056 yılına kadar hüküm süren Süley-
man Arslan Han zehirlenerek öldürülmüş, on yıllık bir aradan sonra yerine oğlu Tavgaç
Ulug Buğra Hasan Kara Han geçmiştir. Tavgaç Buğra Hasan Han hem adaletli ve dürüst
yönetimi hem de bilim ve sanat adamlarını korumasıyla ün salmıştır. Türk edebiyatının
İslamın kabülünden sonra yazılmış olan ilk ve en önemli iki eseri Kutadgu Bilig ile Diva-
nü Lugati’t-Türk onun zamanında yazılmıştır.
Tavgaç Ulug Buğra Han’dan sonra Karahanlı Devleti’nde birkaç hakan daha değişmiş-
tir. Son olarak, doğuda III. Mehmet Han (öl. 1211), batıda Mehmet Han (öl. 1182), Fer-
gana bölgesinde Osman Han (öl. 1212) hüküm sürmüşlerdir. Doğudan gelen Moğol asıllı
Kara Hıtaylar 1212’de Karahanlı Devleti’ne son vermişlerdir.
Kara Han ‘büyük, baş han’ demektir. Eski kültürümüzde Çinlilerin etkisinde kalarak
yönlerin renk adlarıyla anılması söz konusuydu. Buna göre, kuzey = kara, güney = kızıl,
doğu = gök (mavi), batı = ak idi. Kuzeyde oturan Türk kağanı ‘büyük han’ sayılırdı. Kara
adı ‘büyüklük, yükseklik, yücelik’ anlamlarını taşımıştır. Bu nedenle Kara adı, özel adların
önünde unvan olarak da kullanılmıştır: Kara Temür, Kara Yusuf, Kara Bekir gibi.
Etnik yapı itibariyle Karluklar, Yağmalar, Türgişler, Argular, Kıpçaklar, Oğuzlar gibi
boyları bünyesinde bulunduran bu devletin coğrafî sınırları Doğu Türkistanla Maveraün-
nehir sahasını aşmıştı. Bu devletin hüküm sürdüğü alan, 1047’deki bölünmeden önce şöy-
leydi: Doğuda, Doğu Türkistan’ın batı bölümü; kuzeyde Tarbagatay dağları, Balkaş gölü,
Aral gölü; batıda Karakum çölü, Amuderya ırmağı; güneyde Hindistan ve Hindikuş, Pa-
mir ve Karakum dağları. Fergana bölgesi ise, bu alanın ortasında bulunmaktaydı. 1047’den
sonra da devletin batı bölümünü Maveraünnehir bölgesi, Fergana bölgesinin bir bölümü,
Buhara, Semerkand ve Amu Derya’nın yukarı kesimi; doğu bölümünü ise, eski adıyla Şaş
(bugünkü Taşkent), Talas ve İsficab oluşturmaktaydı. Bu coğrafya içinde bulunan Semer-
kand, Buhara, Otrar ve Taşkent başta gelen önemli kültür merkezleri idi.
Karahanlı Devletinin kuruluşu ve Orta Asya’daki coğrafyası hakkında kısa bilgi veriniz.
1
KARAHANLI DÖNEMİ TÜRK EDEBİYATI
Karahanlı Türkçesi (XI-XIII. yüzyıllar)
Eski Türk yazı dilinden gelişen İslamî Orta Asya Türk yazı dilinin ilk evresi, Karahanlı
Türkçesiyle yazılmış eserlerin oluşturduğu ‘Karahanlı Dönemi’dir. XI-XIII. yüzyıllar ara-
sında gelişen bu yazı dilinin merkezi Doğu Türkistan’da Kaşgar’dı. Orhon ve Uygur Türk-
çesinin devamı olan bu dönem Türkçesi için Hakaniye Türkçesi terimi de kullanılmak-
tadır. On birinci yüzyılda başlayıp on dokuzuncu yüzyılın ortalarına kadar devam eden
İslamî Türk edebiyatı dönemindeki edebî eserler, Doğu Türkçesi ve Batı Türkçesi ile kale-
me alınmış eserlerdir. Orta Asya’daki bu yazı dilinin, İslamî Dönem Doğu Türk edebiyatı-
nın başlangıç döneminin devamını ise Harezm-Altınordu Türkçesi (XIII-XIV. yüzyıl) ve
Çağatay Türkçesi (XIV-XVI. yüzyıl) ile yazılmış eserler oluşturur.
30. Mahşer gününde beni sevgili Peygamberle birlikte kaldır; o adalet gününde benim
elimden tutsun bana yardım etsin.
31. Onun dört arkadaşına da binlerce aralıksız, kesintisiz selam ulaştır.
32. O büyük günde bana onların yüzünü göster, şefaat edici sözlerle elimden tutsunlar.
33. Seni layık olduğun gibi övemiyorum bile, seni sen kendin öv, sözüm kesildi.
tözü tört ėşiñe tümen miñ selam (c) Aliterasyon: ‘t’ ünsüzünün tekrarı
tėgürgil kėsüksüz tutaşı ulam (c) Aliterasyon: ‘t’ ünsüzünün tekrarı
Tanrı’ya övgüden sonra Peygamber’e ve dört sahabeye övgü kısmı gelir. Bir mesnevi-
de olması gereken bu bölümlerden sonra IV. bapta yine bu tarzın gereklerinden olan dö-
nemin hükümdarının övüldüğü “Bahar mevsiminin tasviri ve Ulug Buğra Hanın övgüsü”
adlı 61 beyitlik bir manzume yer alır. Bu kısım Kutadgu Bilig’in en lirik parçasıdır. V. bapta
evren anlatılır. Bu bölümde yedi gezegen, on iki burç ve mevsimler hakkında bilgiler bu-
lunur. VI-X. baplarda bilgi, dil ve iyilikle ilgili konular üzerinde durulur. ‘Kitap Sahibinin
Özrünü Söyler’ adlı kısımda ise kendisinden bahseder. XI. bapta kitabın adı, anlamı ken-
di sağlık durumu hakkında bilgi verir.
Yukarıda adlarını verdiğimiz dört kişi arasındaki konuşmaya dayanan asıl hikâye kısmı,
XII. bapla başlar. Buradan eserin sonuna eklenmiş olan üç kasideye kadar olan kısımda Yu-
suf, devlet yönetimi, ahlak, din, tasavvuf, bilginin ve iyilik etmenin yararları, dünyaya ve ge-
çici zevklere düşkün olmama gibi konularda düşüncelerini belirtir, bu yönde öğütler verir.
Eserin sonunda bulunan üç kaside de Yusuf Has Hacib tarafından yazılmıştır. İlk iki ka-
side fe‘ûlün fe‘ûlün fe‘ûlün fe‘ûlün üçüncüsü ise, fe‘ûlün fe‘ûlün fe‘ûlün fe‘ûl ölçüsüyle kale-
me alınmıştır. Uyak düzeni kaside nazım şeklinde olduğu gibi aa/ba/ca/da… biçimindedir.
Yusuf Has Hacib ilk kasidede gençliğine acır, yaşlılığından bahseder; ikinci kasidede
içinde bulunduğu devrin bozukluğundan, dostlarının çektiği cefalardan söz eder. Üçün-
cü kaside ise daha çok kendine öğüt verir nitelikte olup yaşadıklarından edindiği dene-
yimlerin özeti gibidir. Bu şiirde bunların yanı sıra bilgiyi över, eseri ne kadar sürede yaz-
dığını da anlatır. Bu kasidelerden ilkinden örnek vererek hem metnin içeriğini hem de şe-
kil özelliklerini inceleyelim:
Beyitlerde görüldüğü gibi uyak düzeni kaside nazım şeklinde olduğu gibi ilk beyit ken-
di arasında, diğer beyitlerin ilk dizesi serbest ikinci dizesi ilk beyitle uyaklıdır. Redifleri
ayırdığımız zaman ortaya yarım uyak çıkmaktadır.
ıd-tım, tüket-tim, akıt-tım, çökit-tim, tokıt-tım sözcüklerindeki -tım redifinden önce-
ki -t- ekiyle uyak sağlanmıştır.
Eserin birçok beyitinde görüldüğü gibi bu beyitlerde de ses tekrarları, sözcük koşma-
ları, aynı ünsüzlerin ve hecelerin tekrarına dayanan aliterasyonlu sözcük gruplarıyla şiir
içi ahenk sağlanmıştır:
70 VIII-XIII. Yüzyıllar Türk Edebiyatı
Kutadgu Bilig’de şair, şiirin tüm anlatım özelliklerine başvurmuş, söz sanatları ve ben-
zetmelerden yararlanmıştır. Böyle olunca da eser, özdeyişler, ikilemeler ve deyimler açı-
sından zengin bir hale gelmiştir. Eserde yer alan konularla ilgili özdeyişlerden bir kısmı
şöyledir: 1. Bilgiyi ve anlayışı anlatan dildir 2. Bilgisizin sözü kendi başını yer. 3. Akıl ka-
ranlık gecede bir meşale gibidir. 4. Beylik iyi bir şeydir, ama doğru uygulanan yasa ondan
da iyidir. 5. İyi (olmak) yokuş tırmanmak gibi zordur, kötü (olmak) ise yokuş inişi gibi ko-
laydır. 6. Çok dinle az konuş, sözü akıl ile söyle bilgi ile süsle vd.
Türk Edebiyatının ilk mesnevisi olarak kabul edilen Kutadgu Bilig’i türü ve anlatımı açısın-
2 dan değerlendiriniz ve içeriği hakkında bilgi veriniz.
nasıl kendi mensubu olduğu lehçenin dışına çıkıp diğer lehçelere de yer vermişse edebi-
yat malzemesini sunarken de aynı yolu izlemiş; sadece kendi mensubu olduğu boyun ede-
biyat malzemesini değil, aynı zamanda kendi döneminde yaşamış olan ulaşabildiği bütün
Türk boylarına ait edebî malzemeyi de yazıya geçirmiştir.
Eserini oluştururken nasıl bir yol izlediğini şöyle ifade eder: “Ben onların (yani Türk-
lerin) en uz dillisi, en açık anlatanı, akılca en incesi, soyca en köklüsü, en iyi kargı kulla-
nanı olduğum halde onların şarlarını (= şehirlerini), çöllerini baştan başa dolaştım. Türk,
Türkmen, Oğuz, Çiğil, Yağma, Kırgız boylarının dillerini, kafiyelerini belliyerek faydalan-
dım. Öyle ki, bende onlardan her boyun dili en iyi şekilde yer etti. Ben onları en iyi suret-
te sıralamış, en iyi düzenle düzenlemişimdir”. Eserinde her lehçeye aynı derecede ağırlık
vermemiştir. Örneğin yukarıda verdiğimiz kendi ifadesinde yer almasına rağmen eserde
Kırgızların diliyle ilgili hiçbir bilgi yer almamaktadır.
DLT’nin edebî değeri hem bize ulaştırdığı bu sözcüklerden, hem de sözcükleri açık-
larken örnek olarak verdiği manzum parçalar (dize sayısı 764’tür) ve atasözlerinden (289
tane) kaynaklanmaktadır.
İslamiyetin kabul edildiği dönemde meydana getirilmiş olan bu manzumeler üzerine
eserin ilk yayımlandığı zamandan itibaren çalışmalar yapılmış ve şiirlerin hece ölçüsüyle mi
aruz ölçüsüyle mi yazıldığı tartışılmıştır. Eserdeki manzumeler üzerine ilk yapılan çalışma-
larda şiirlerin hepsinin hece ölçüsüyle yazıldığı görüşü hakimdir. Daha sonra başka araştı-
rıcılar tarafından tam tersi görüş savunulmuş ve şiirlerin tamamının aruz vezniyle yazıldığı
iddia edilmiştir. Sonuçta bu şiirlerin hem eski Türk halk şiiri örneklerini hem de XI. yüzyıl-
da Karahanlılar çevresinde yetişen ilk müslüman Türk şairlerinin aruzla yazılmış eserlerin-
den alınmış manzum parçaları içerdiği, halk şiiri ve aydın zümre şiiri olarak iki kolda gelişti-
ği ortaya konmuştur. Şiirlerde kullanılan nazım birimi ise beyit ve dörtlüktür. DLT’deki dört-
lük ve beyitler madde başlarında verilen sözcüklere ilişkin örnekler olduğu için eserde da-
ğınık halde bulunmaktadırlar. Bu manzum parçalar konularına göre bir araya getirilmiştir.
Manzumeleri örneklerle inceleyerek daha yakından tanıyalım:
Dörtlükler ve beyitler halinde yazılmış olan bu manzumeler halk şiirinden farklı olarak az
ya da çok İslam etkisi altında oluşturulmuş şiirlerdir. Bu şiirlerin konusunu ise genellikle şun-
lar oluşturmaktadır: Savaş ve kahramanlık, av ve avcılık, aşk, doğa, dinî-ahlakî öğütler ve övgü.
Savaş ve kahramanlık şiirleri içinde en uzunu olan Katun Sini (Hatun Mezarı) hal-
kı ile Tangutlar arasında yapılan savaşı anlatan manzume on bir dörtlükten oluşmaktadır.
4+4=8’li hece ölçüsüne uymakla birlikte şiirin mefâ‘îlün mefâ‘îlün kalıbıyla yazıldığı be-
lirlenmiştir; çünkü uzun heceye denk gelen ünlüler genel eğilime uygun olarak harekeyle
değil, uzatma harflerini gösteren elif, vav, ye ile yazılmıştır. Eser içinde dağınık olan dört-
lüklerin bir araya getirilmesiyle oluşturulan manzumenin dörtlük sayısının kimi araştırı-
cılar tarafından on dokuz ya da yirmi olduğu da ileri sürülmüştür. Şiirin hepsini buraya al-
mak mümkün olmadığından ancak birkaç dörtlüğü örnek olarak veriyoruz:
Mende bulnur sėwinç otı kadgu atar Tamga suwı taşra çıkıp tagıg öter
Karşı körüp sağdıç anı uçmak atar Artuçları tegre ünüp tizgin yėter
Korday kuğu anda uçup yumgın öter Bolsa kiming altun kümüş irle iter
Kuzgun yangan sayrap anın üni büter Anda bolup tengrigerü tapgın öter
Yazın katıglansa kışın sewnür “ (İnsan) yazın çalışıp çabalayan kışın sevinir” (III.159)
Suw körmegünçe etük tartma “Suyu görmeden ayakkabını çıkarma” (III.426)
Alımçı aslan, bėrimçi sıçgan “Alacaklı aslan, borçlu sıçan (gibidir) (I. 75)
Tamu kapugın açar tawar “Mal (zenginlik) cehennemin kapısını (bile) açar” (III. 234)
Aç ne yėmes, tok ne tėmes “Aç önüne konan yemeği (tamamiyle) yer, tok alan da aç kimse-
ye neler demez” (I.79)
Kutsuz kudugka kirse kum yagar “Bahtsız, talihsiz kimse kuyuya girse üzerine kum yağar”
(I. 457)
Awçı nėçe al bilse adıg ança yol bilir “Avcı ne kadar hile bilirse (kurnazsa), ayı da o kadar
kaçıp kurtulacak yol bilir” (I.332)
Etli tırngaklı adırmas “Et tırnaktan ayrılmaz” (I.77)
Kuş kanatın, er atın “Kuş kanatla, adam atla (kuş amacına kanadıyla, insan da atıyla) ulaşır”
(I.34)
ėl kaldı, törü kalmas “Memleket kalabilir, bırakılabilir, ama töre bırakılmaz” (II.25)
Alplar birle uruşma, bėgler birle turuşma “Yiğitlerle savaşma, beylere karşı gelme” (I.182)
Atebetü’l-Hakâyık’tan beyitler
Emir Muhammed Dâd İspehsâlâr Beg Övgüsü’nden üç beyit
Karahanlı Dönemi Türk Şiiri konusunda daha geniş bilgi edinmek için Talât Tekin’in XI.
Yüzyıl Türk Şiiri Divanü Lugati’t-Türk’teki Manzum Parçalar (Ankara: TDK Yay., 1989) adlı
kitabına başvurabilirsiniz.
3. Ünite - Karahanlı Dönemi Türk Edebiyatı 79
Özet
Karahanlı dönemi edebiyatının Türk edebiyatı tarihi ve Fars dilini, kültürünü, batıdaki klasik bilgileri değil,
1 içindeki yerini belirlemek. İslamdan önceki Türk dünyasını ve kültürünü de çok
Türk edebiyatı içinde “İslamî dönem Türk edebiyatı”nın iyi biliyordu.
başlangıç dönemini oluşturan Karahanlı Türkçesiyle Divanü Lugati’t-Türk’ün yazarı ise, Kaşgarlı Mahmud
yazılmış eserler, XI-XIII. yüzyıllar arasında meydana bin Hüseyin bin Muhammed’dir. Eserinde kendi ha-
getirilmiştir. On birinci yüzyılda başlayıp on dokuzun- yatına dair verdiği bilgiler, çok belirgin değildir. Kita-
cu yüzyılın ortalarına kadar devam eden Türk edebiya- bında yazdıklarıyla sınırlı olan bilgilere göre babasının
tının bu dönemindeki edebî eserler, Doğu Türkçesi ve adı Hüseyin’dir. Kendisinin Kaşgar’da doğduğu eserin-
Batı Türkçesi ile kaleme alınmıştır. Eski Türk yazı dilin- den anlaşılıyorsa da Barsgan şehrini anlatırken kullan-
den gelişen İslamî Orta Asya Türk yazı dilinin merke- dığı bir ifadeden babasının Barsganlı olduğu anlaşıl-
zi Doğu Türkistan’da Kaşgar’dı. Orhon ve Uygur Türk- maktadır. Yine eserinden anlaşıldığına göre, Türkçeyi,
çesinin devamı olan bu dönem Türkçesi için Hakaniye Türkçenin lehçelerini ve Arapçayı iyi bilmektedir.
Türkçesi terimi de kullanılır. Orta Asya’daki bu yazı di- Atebetü’l-Hakâyık’ın yazarı ise Edib Ahmed
linin, İslamî dönem doğu Türk edebiyatının başlangıç Yüknekî’dir. Edib Ahmed’in yaşadığı dönem ve çev-
döneminin devamını ise Harezm-Altınordu Türkçesi resi hakkında açık ve net bilgilere sahip değiliz. Ese-
(XIII-XIV. yüzyıl) ve Çağatay Türkçesi (XIV-XVI. yüz- rine eklenen parçalar ve yazar için söylenen sözler de
yıl) ile yazılmış eserler oluşturur. bize istediğimiz bilgileri vermekten uzaktır. Kime ait
olduğu bilinmeyen bir dörtlükte yazarın kör olduğu
Karahanlı Türkçesiyle yazılmış eserleri ve yazarlarını ve Emir Seyfeddin’e ait bir dörtlükte ise, “edipler edi-
2 tanımak. bi” olduğu belirtilmektedir.
Karahanlı Türkçesiyle yazılmış eserler; Kutadgu Bilig, Karahanlılar döneminde Karahanlı Türkçesiyle satır-
Divanü Lugati’t-Türk ve Atebetü’l-Hakâyık’tır. Bu eser- arası tercüme niteliğinde yapılmış Kur’an tercümele-
lerden ilkinin yazarı Yusuf Has Hacib’dir. Yusuf ’un do- ri de dönemin önemli eserlerindendir. İlk çevirilerin
ğum ve ölüm tarihleri bilinmemektedir, ancak eserin- ne zaman yapıldığı konusunda elimizde kesin bilgiler
de yaşı hakkında verdiği bilgilerden yola çıkarak do- bulunmamaktadır. Karahanlılar dönemine ait olduğu
ğum tarihini yaklaşık olarak tespit etmek mümkün- tahmin edilen çeviriler şunlardır:
dür. 1069–1070 yılında tamamladığı eseri üzerinde 1. Türk İslam Eserleri Müzesi (TİEM) No. 73’te kayıtlı
18 ay çalışmıştır. Yine kendisinin verdiği bilgiye göre olan nüsha: 902 sayfadan oluşan bu tercümenin Kur’an
eserini yazmaya başladığı zaman 50 yaşlarında oldu- tercümeleri içinde en eskisi olduğu kabul edilmektedir.
ğuna göre 1019–1020 yılları dolayında doğduğu tah- 2. Anonim Tefsir: Bu eser Orta Asya Tefsiri, Anonim
min edilmektedir. Hakan Tavgaç Buğra Hasan Han, Tefsir ve Müellifi Meçhul Kur’an Tefsiri adlarıyla da bi-
1103 tarihine kadar tahtta olduğuna göre, Balasagunlu linmektedir. Kopya ediliş tarihi, yeri ve kopyalayanın
Yusuf ’un da onun zamanında öldüğü düşünülmekte- kim olduğu bilinmemektedir. Bu tercümenin diğerle-
dir. Balasagun’da doğan Yusuf, çalışkan, akıllı, anlayışlı rinden farkı satır-arası tercümenin yanı sıra surelerle
ve bilgili bir kişiydi. Ana dilinden başka Arapça, Farsça ilgili tefsir ve hikâyelere de yer vermesidir.
ve İran dillerinden Soğdçayı bilmekteydi. Firdevsî’nin 3. Manchester-John Rylands Nüshası: Manchester,
Şeh-nâme’sini, Fârâbî’nin ve İbn-i Sinâ’nın Arapça fel- Rylands Kitaplığı Arapça Yazmalar Bölümü 25-38’de
sefe kitaplarını okuduğunu, efsanelere, aruza, belâgata, kayıtlı olan nüshanın telif ve istinsah tarihi belli değil-
İslam bilgilerine, Türk atasözlerine, devlet örgütüne, dir. Rylands nüshası, Türkçe ve Farsça çeviriyi içer-
felsefeye, matematiğe, astronomiye, düş yorumuna, mektedir. Dili hakkında ileri sürülen değişik görüş-
hekimliğe ve toplumbilimine merak saldığını ve bun- leri değerlendiren Eckmann, tercümenin XI. yüzyılın
lar hakkında bilgi sahibi olduğunu eserinden anlamak- sonu ile XIII. yüzyılın başına ait Karahanlı Türkçesi
tayız. Yusuf Has Hacib’in İbn-i Sinâ’nın ve Fârâbî’nin dil özelliklerini gösterdiğini belirtir.
doğrudan öğrencisi olup olmadığı hakkındaki bilgileri- 4. Taşkent, Özbek Bilimler Akademisi, No. 2854’te
miz belirgin olmamakla birlikte, her ikisinin de yazıla- kayıtlı olan bu nüsha da satır-arası Türkçe ve Farsça
rını okuduğunu ve onların görüşleri hakkında bilgi sa- çeviridir, yorumlar içermez. Türkçe çeviri, Karahan-
hibi olduğunu eserinden anlamaktayız. O yalnız Arap lı Türkçesi dil özelliklerini yansıtır.
80 VIII-XIII. Yüzyıllar Türk Edebiyatı
Karahanlı döneminde yazılmış eserleri anlatım özelliği, Bu edebî malzemeyi sözcüklerin anlamını açıklar-
3 içerik, üslup ve genel özellikleri bakımından değerlen- ken örnek olarak verdiği manzumeler ve atasözleri
dirmek. oluşturmaktadır. İslamiyetin kabul edildiği dönemde
Bu dönemde yazılmış eserlerin hepsi birbirinden meydana getirilmiş olan bu manzumeler hece ve aruz
farklı amaç ve biçimlerle oluşturulmuş eserlerdir. Ku- vezniyle yazılmışlardır. Şiirlerde kullanılan nazım bi-
tadgu Bilig didaktik bir eser olmasına rağmen yer yer rimi ise beyit ve dörtlüktür. DLT’deki dörtlük ve be-
şiirsellik ve lirizm görülmektedir. Bu özellik en çok yitler madde başlarında verilen sözcüklere ilişkin ör-
eserin başındaki Tanrı ve Peygamber övgüleri, ba- nekler olduğu için eserde dağınık halde bulunmakta-
har tasviri ve hükümdar övgüsü bölümlerinde görü- dırlar. Bu manzum parçalar konularına göre bir araya
lür. Dört kişi arasında geçen münazarayı andıran eser, getirilmiştir.
eski dönemlerden kalma atasözleri ve bilgelik ifadesi Atabetü’l-Hakâyık ise Kutadgu Bilig gibi öğretici bir
taşıyan deyimlerle süslenmiştir. eserdir. Eserin baş kısmındaki övgü ve sebeb-i te-
Karahanlılar döneminde yazılmış iki önemli eser olan lif kısımları beyitlerle ve kaside tarzında asıl eser ise,
Kutadgu Bilig ve Divanü Lugati’t-Türk, bu dönemde aaba/ccdc/eefe biçiminde kafiyelenmiş dörtlükler-
Türk şiirinin başlıca iki kolda geliştiğini göstermekte- le yazılmıştır. Anlatım tekniği ve edebî açıdan Kutad-
dir: 1. Halk şiiri, 2. Aydın kesimin şiiri olup dili halkın gu Bilig kadar başarılı bir eser değildir. Ayrıca İslami-
konuştuğu dildir. Kutadgu Bilig, halk şiirinin dışında yet öncesi Türk şiirinde görülen dize başı uyak da çok
kalan ve araştırıcılar tarafından “Aydın zümre şiiri” ola- kullanılmıştır. Tam ve yarım uyakların yanı sıra bazen
rak değerlendirilen ikinci grup içinde yer alır. Bu tür- rediflere de yer verilir.
deki şiirler aruz vezni ile yazılmıştır. Yusuf Has Hacib,
alışık olmadığı bir vezin türü olmasına rağmen bunu
şiirine başarıyla uygulamıştır. Kutadgu Bilig’in vezni
fe‘ûlün fe‘ûlün fe‘ûlün fe‘ûl’dür. Eserin başında sonra-
dan yazılıp eklenen mensur ve manzum mukaddime-
ler ile babların fihristi bulunmaktadır. Bunlardan son-
ra yer alan Tanrı övgüsü ve Tanrı’ya yakarış İslamî Türk
edebiyatının bize kadar gelen ilk tevhid ve münacat ör-
neğidir. Otuz üç beyitten oluşan bu manzume mesnevi
şeklinde yazılmıştır.
Ansiklopedik bir sözlük olan Divanü Lugati’t-Türk
ise, içerik olarak bize o dönemdeki Türk boyları, bu
boyların kullandıkları Türkçe arasındaki farklılıklar
ve en önemlisi de sözcükler hakkında bilgi veren ge-
niş bir sözlüktür. Araplara Türkçe öğretmek, sözvarlı-
ğı, anlatım özelliği, kültürel zenginlik açısından Türk-
çenin Arapçadan hiç de geri kalmayan bir dil oldu-
ğunu göstermek amacıyla meydana getirilmiş olan
eser, Türkçenin en önemli kültür hazinesidir. Kaşgarlı
Mahmud eserini oluştururken bir alan araştırıcısı gibi
çalışmış, Türk dilinin lehçelere göre dilbilgisi kuralla-
rını ilk kez başarıyla belirlemiştir. Kaşgarlı Mahmud,
dilbilgisi özelliklerini verirken nasıl kendi mensu-
bu olduğu lehçenin dışına çıkıp diğer lehçelere de yer
vermişse edebiyat malzemesini sunarken de aynı yolu
izlemiş; sadece kendi mensubu olduğu boyun edebi-
yat malzemesini değil, aynı zamanda kendi dönemin-
de yaşamış olan ulaşabildiği bütün Türk boylarına ait
edebî malzemeyi de yazıya geçirmiştir.
3. Ünite - Karahanlı Dönemi Türk Edebiyatı 81
Kendimizi Sınayalım
1. Aşağıdakilerden hangisi Karahanlı Devleti’nin kurulu- 6. Divanü Lugati’t-Türk’teki manzum parçalarla ilgili aşağı-
şuyla ilgili ileri sürülen teorilerden biri değildir? daki bilgilerden hangisi doğrudur?
a. Uygur teorisi a. Manzum parçalar dörtlüklerle yazılmıştır.
b. Yağma teorisi b. Manzum parçalar sadece hece ölçüsüyle yazılmıştır.
c. Karluk-Yağma teorisi c. Manzum parçalar hem aruz, hem de hece ölçüsüyle
d. Çigil teorisi yazılmıştır.
e. Kırgız teorisi d. Manzum parçaların konusu genellikle savaştır.
e. Manzum parçalar sadece aruz ölçüsüyle yazılmıştır.
2. Aşağıdakilerden hangisinde Kutadgu Bilig’in nüshaları
tam ve doğru olarak verilmiştir? 7. Divanü Lugati’t-Türk’ün yazıldığı diller aşağıdakilerden
a. Viyana, Semerkand, Ayasofya hangisidir?
b. Fergana, Viyana, Semerkand a. Türkçe-Farsça
c. Semerkand, Mısır, Viyana b. Türkçe-Arapça
d. Mısır, Fergana, Viyana c. Arapça-Farsça
e. Mısır, Semerkand, Fergana d. Türkçe
e. Arapça
3. Aşağıdakilerin hangisinde Kutadgu Bilig’in vezni doğru
verilmiştir? 8. Atebetü’l-Hakâyık ile ilgili aşağıdaki ifadelerden hangisi
a. fe‘ilâtün mefâ‘ilün fe‘ilün yanlıştır?
b. fe‘ûlün fe‘ûlün fe‘ûlün fe‘ûl a. Uyak düzeni aaba/ccdc/eefe biçimindedir.
c. müfte’ilün müfte’ilün fâ’ilün b. Aruzun fe‘ûlün fe‘ûlün fe‘ûlün fe‘ûl ölçüsüyle yazıl-
d. fe‘ilâtün fe‘ilâtün fe‘ilün mıştır.
e. mütefâ’ilün mütefâ’ilün c. Eserin bilinen iki nüshası vardır.
d. Beyitlerin uyak düzeni kaside tarzındadır.
4. DLT’yi sahafta bularak satın alan ve böylece bu sözlükten e. Yazarı Edib Ahmed Yükneki’dir.
haberdar olmamızı sağlayan kişi aşağıdakilerden hangisidir?
a. Kilisli Rıfat 9. Atebetü’l-Hakâyık aşağıdaki hükümdarlardan hangisine
b. Muallim Naci sunulmuştur?
c. Ali Emirî Efendi a. Tavgaç Ulug Buğra Han
d. Muhammed Dâd İspehsalar Bey b. Muhammed Dâd İspehsalar Bey
e. Zeki Velidi Togan c. Ötüken Begi
d. III. Mehmed Han
5. Aşağıdakilerden hangisi Kutadgu Bilig’de yer alan ana e. Kadır Buğra Han
karakterlerden biri değildir?
a. Kün Togdı 10. Karahanlı Türkçesiyle yazılmış Kur’an tercümeleri ile il-
b. Ersig gili aşağıdaki ifadelerden hangisi yanlıştır?
c. Küsemiş a. Karahanlı Türkçesiyle yazılmış dört Kur’an çevirisi
d. Odgurmış vardır.
e. Ögdülmiş b. Hepsi satır-arası Kur’an çevirileridir.
c. Rylands nüshası Türkçe ve Farsça çeviriyi içerir.
d. Anonim Tefsir iki dillidir.
e. TİEM’deki nüshalar üzerine çalışma yapılmıştır.
82 VIII-XIII. Yüzyıllar Türk Edebiyatı
Yararlanılan ve Başvurulabilecek
Kaynaklar
Eserindeki anlatım tarzı genel olarak karşılıklı konuşmaya Arat, R. R. (1979). Kutadgu Bilig I Metin. Ankara: Türk Dil
dayanmaktadır. Yusuf Has Hacib eserinde dört soyut kavra- Kurumu Yayınları.
mı kişileştirmiş, bu kişilere de uygun adlar vermiştir: Arat, R. R. (1975). Kutadgu Bilig II Çeviri. Ankara: Türk Dil
Kün Togdı (hükümdar) adaleti, Ay Toldı (vezir) ikbali, Ög- Kurumu Yayınları.
dülmiş (vezirin oğlu) anlayışı, Odgurmış (vezirin kardeşi) ise Arat, R. R. (1951). Atebetü’l-Hakayık. İstanbul: Türk Dil Ku-
dünya işlerinin sonunu temsil eder. Eserin ilk yarısı bu ka- rumu Yayınları.
rakterlerin ilk üçü arasındaki ilişkileri anlatır. Eserin ikinci Atalay, B. (1985-1986). Divânü Lûgat-it-Türk Tercümesi I,
yarısı ise, daha çok muhalif karakter olan Odgurmış üzerinde II, III. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.
yoğunlaşır ve sufilik ya da İslam mistisizmine ilişkin dinî te- Atalay, B. (1986). Divânü Lûgat-it-Türk Dizini “Endeks”.
maları gündeme getirir. Kutadgu Bilig didaktik bir eser olma- Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.
sına rağmen yer yer şiirselliğin ve lirizmin görülmesi (özel- Birtek, F. (1944). Divan-ı Lügat-it-Türk’ten Derlemeler I, En
likle eserin başındaki Tanrı ve Peygamber övgüleri, bahar Eski Türk Savları. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.
tasviri ve hükümdar övgüsü bölümleri) Yusuf Has Hacib’in Dankoff, R. (1983). Wisdom of Royal Glory (Kutadgu Bilig)
duyarlı bir şair olduğunu göstermektedir. Dört kişi arasında A Turko-Islamic Mirror for princes, Chicago.
geçen münazarayı andıran eser, eski dönemlerden kalma ata- Dilaçar, A. (1972). 908. Yıldönümü Dolayisiyle KUTADGU
sözleri ve bilgelik ifadesi taşıyan deyimlerle süslenmiştir. BİLİG İNCELEMESİ. TDK Ankara: Türk Dil Kurumu
Yayınları.
Sıra Sizde 3 Eraslan, K. (1994). “Divânü Lugati’t-Türk’te Aruz Vezniyle
Divanü Lugati’t-Türk ansiklopedik bir sözlüktür. İçerik ola- Yazılmış Şiirler”. Türk Dili Araştırmaları Yıllığı Belle-
rak bize o dönemdeki Türk boyları, bu boyların kullandıkları ten 1991, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.
Türkçe arasındaki farklılıklar ve en önemlisi de sözcükler hak- Eraslan, K. (1994). “Divânü Lugati’t-Türk’te Aruz Vezniyle
kında bilgi veren geniş bir sözlüktür. Türk Lehçeleri Divanı an- Yazılmış Şiirler”. Türk Dili Araştırmaları Yıllığı Belle-
lamını taşıyan DLT, eserin yazarının yaşadığı dönemdeki Türk ten 1991, Ankara Türk Dil Kurumu Yayınları
toplulukları ve onların dili hakkında ses, biçim, anlam ve söz- Ercilasun, A. (1984). Kutadgu Bilig Grameri-Fiil, Ankara:
varlığı konusunda bilgiler vermektedir. Araplara Türkçe öğret- Gazi Üniversitesi Yayınları.
mek, sözvarlığı, anlatım özelliği, külterel zenginlik açısından Hunkan, Ö. S. (2007). Türk Hakanlığı, Karahanlılar (766-
Türkçenin Arapçadan hiç de geri kalmayan bir dil olduğunu 1212), İstanbul, IQ Yayınları
göstermek amacıyla yazılan eser, Türkçenin en önemli kültür Kelly, J., Dankoff, R. (1982 ve 1985). Mahmud al-Kaşgarı,
hazinesidir. DLT’nin temel sözvarlığını Kaşgarlı’nın kendisinin Compendium of the Turkic Dialects (Dıwan lugat at-
de mensubu olduğu dönemin ve ülkesinin yazı dili olan Ka- Turk) I, II, III. Sources of Oriental Languages and Lite-
rahanlı (Hakaniye) Türkçesi, yazarın kendi tabiriyle “Türkçe” ratures 7, Turkish Sources VII, Cambridge: Harvard Uni-
oluşturur. Bunun yanı sıra Hakaniye Türkçesinin yayılma ala- versity Press.
nına en yakın boyların dillerine ve tamgalarına yer verilmiş- Ölmez, M. (1995) “Çağdaş Türk Dillerinde Kutadgu Bilig Çe-
tir. Bunların belli başlıları Çigil, Yağma, Yemek, Karluk, Oğuz, virileri”, Kebikeç 1, 43-52.
Bulgar, Suvar, Argu, Kençek, Basmıl’dır. Kaşgarlı Mahmud ese- Tekin, T. (1989). XI. Yüzyıl Türk Şiiri Divanu Lugati’t-
rini oluştururken bir alan araştırıcısı gibi çalışmış, Türk’teki Manzum Parçalar. Ankara: Türk Dil Kurumu
Türk dilinin lehçelere göre dilbilgisi kurallarını başarıyla ilk Yayınları
kez belirlemiştir. Tekin, T. (1986): “Karahanlı Dönemi Türk Şiiri”, Türk Dili,
DLT sadece bir sözlük olarak değerlendirilmemelidir. Türk Türk Şiiri Özel Sayısı I (Eski Türk Şiiri). Sayı 409/Ocak
Edebiyatının XI. yüzyıldaki durumunu, edebî yapısını ve özel- 1986.
liklerini de öğrenmemize yarayan eşsiz bir eserdir. Kaşgarlı Yavuz, K. (2009). “Yusuf Has Hacib ve Kutadgu Bilig”, İ.Ü.
Mahmud, dilbilgisi özelliklerini verirken nasıl kendi mensubu Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, 37,
olduğu lehçenin dışına çıkıp diğer lehçelere de yer vermiş- İstanbul.
se edebiyat malzemesini sunarken de aynı yolu izlemiş; sade-
ce kendi mensubu olduğu boyun edebiyat malzemesini değil,
aynı zamanda kendi döneminde yaşamış olan ulaşabildiği bü-
tün Türk boylarına ait edebî malzemeyi de yazıya geçirmiştir.
4
VIII-XIII. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI
Amaçlarımız
Bu üniteyi tamamladıktan sonra;
XII-XIII. yüzyıllarda gelişen batı Türk edebiyatının Türk edebiyatı tarihi için-
deki yerini belirleyebilecek,
XIII. yüzyılda Anadolu’da Türkçenin durumunu ve ilk Türkçe şiir/eser yazan-
ları tespit edebilecek,
XIII. yüzyıla kadar Anadolu’da yazılan karışık dilli eserleri ve bunların özellik-
lerini sıralayabileceksiniz.
Anahtar Kavramlar
• Anadolu Selçuklu Devleti • Türkçenin Önderleri
• Anadolu Beylikleri • Anadolu’da yazılan İlk Türkçe
• Anadolu’da Yazılan İlk Farsça Eserler
Eserler • Karışık Dilli Eserler
• Anadolu’da Türkçeye Yöneliş
İçindekiler
Anadolu Selçukluları
Malazgirt zaferinden sonra üç dört yıl içinde Anadolu’nun büyük bir kısmının fethedil-
mesinde önemli rolü olan Süleyman Şah, büyük bir mücadeleden sonra Bizanslılardan
İznik’i alıp başşehir yaparak Anadolu Selçuklu Devleti’ni kurmuştur (1075-1080). Süley-
man Şah’tan sonra oğlu I. Kılıç Arslan (1092) devletin başına geçmiştir. Kılıç Arslan’dan
sonra hükümdar olan I. Mesud zamanında Konya, Niğde, Afyonkarahisar, Eskişehir, An-
kara, Çankırı, Kastamonu bölgeleri ve doğuda Elbistan yöresi ile bazı yerler Selçuklu ha-
kimiyetine girmiştir.
I. Anadolu birliğini kendi adlarına kurmak isteyen Danişmendliler beyliği, Anadolu
Selçukluları tarafından 1175’te ortadan kaldırılmıştır. Daha sonra Saltuklular 1201’de ve
Mengücekler 1228’de istekleri ile Anadolu Selçuklularına katılarak Anadolu’da Türk birli-
ğinin büyümesine ve güçlenmesine katkı sağlamışlardır.
Alâeddin Keykubâd dönemi (1220-1237), Anadolu Selçuklu Devleti’nin her yönden
en yüksek devri olmuştur. Bu dönemde Anadolu’da siyasî birlik ve asayiş sağlanmış, top-
lum huzurlu bir hayata kavuşmuştur. Alâeddin Keykubâd, vefatından önce gelen Moğol
istilasını, -kısa bir süreliğine de olsa- akıllıca siyasî tedbirlerle geciktirmiştir. Bu dönem-
de, Anadolu’nun siyasî ve iktisadî yönlerden güçlü oluşu, büyük merkezlerde ilim ve san’at
faaliyetlerinin gelişmesini sağlamıştır. I. Alâeddin Keybkubâd’ın ölümünden sonra (1237)
86 VIII-XIII. Yüzyıllar Türk Edebiyatı
Selçuklu Devleti’nin yükseliş devri sona ermiş ve yerine geçen oğlu II. Keyhüsrev ile bir-
likte çöküş dönemi başlamıştır. II. Keyhüsrev’in hükümdarlık zamanında devletin sınır-
ları, Erzurum’un doğusundan başlayarak Van gölüne iniyor, oradan Âmid (=Diyarbakır)
önündeki Dicle’ye, güneyde Urfa ve Ayıntab’ın (=Gaziantep) kuzeyinden geçerek Maraş’ın
güneyindeki Nur dağlarına uzanıyor, batıda Dalaman çayından başlayıp Denizli önünden
geçerek kuzeyde Sakarya’ya ulaşıyordu. Çukurova’daki Ermeni Krallığı, Halep Eyyûbî Me-
likliği, Artuklular, Trabzon Rum Devleti, İznik Bizans Devleti bu dönemde Anadolu Sel-
çuklu Devleti’ne tâbi oldu. Ancak devlet maddi bakımdan güçlü olsa da manen çökmüştü.
II. Keyhüsrev zamanında Malatya bölgesinde Baba İshak’ın önderliğinde çıkan ayaklan-
mada (1240) Selçuklu ordusu önce yenilmiş daha sonra bu ayaklanma kanlı bir şekilde
bastırılarak Baba İshak öldürülmüştür. Azerbaycan’daki Moğol kumandanı Baycu Noyan,
Anadolu’ya yürüyüp Selçuklu ordusunu Sivas’ın kuzeydoğusundaki Kösedağı eteklerinde
mağlup etmiştir (1243).
Bu yenilgi üzerine Moğollara yıllık vergi vermeyi kabul ederek anlaşma yoluna giden
Anadolu Selçuklu Devleti, bundan sonra kendini toparlayamamıştır. Sultan II. Mesud’un
1308’de ölmesiyle birlikte Anadolu Selçuklu Devleti yıkılmıştır.
Anadolu’ya Türklerin gelişi ve Selçuklular ile ilgili olarak Osman Turan’ın Selçuklular Za-
manında Türkiye (İstanbul: Ötüken Neşriyat, 2010) adlı kitabına başvurabilirsiniz.
Anadolu Beylikleri
XIII. yüzyılın ortalarına doğru Selçuklu ordusunun Kösedağ’da Moğollara yenil-
mesinden sonra Anadolu Selçuklu Devleti zamanla eski gücünü ve otoritesini iyice
kaybetmiştir. Anadolu Selçuklu Devleti’nin zayıflaması ve Moğol baskısının zaman-
la azalmasından faydalanan Türkmen beyleri de bulundukları bölgelerde yavaş ya-
vaş Selçuklularla ilişkilerini keserek bağımsızlıklarını ilan etmişlerdir. Anadolu Sel-
çuklularının hakimiyetindeki topraklarda kurulan bu beyliklere Tavaif-i Mülûk veya
Anadolu beylikleri denilir. Bunların çoğu Bizans İmparatorluğu’na yakın uçlarda
ve kıyı bölgelerinde kurulmuştur. Selçuklu-Moğol idaresinin daha kuvvetli olduğu
Orta Anadolu’da kurulan beylik sayısı ise daha azdır. Anadolu’da kurulan bu beylik-
ler şunlardır: Karamanoğulları Beyliği, (Ermenek, 1256-1483), Lâdik (İnançoğulla-
rı) Beyliği, (Honaz/Dalaman, 1261-1368), Sâhip Ataoğulları Beyliği, (Afyonkarahi-
sar, 1275-1341), Menteşeoğulları Beyliği, (Milas/Muğla, 1280-1424), Karesioğulları
Beyliği, (Balıkesir, 1297-1360), Germiyanoğulları Beyliği, (Kütahya, 1300-1429), Eş-
refoğulları Beyliği, (Beyşehir/Seydişehir, XII. yüzyılın ikinci yarısı), Saruhanoğulları
Beyliği, (Manisa, 1302-1410), Aydınoğulları Beyliği, (Birgi/Ayasluk (Selçuk), 1308-
1426), Alâiye Beyliği, (Alanya, 1293-1471), Hamîdoğulları Beyliği, (Isparta, 1301-
1423), Dulkadiroğulları Beyliği, (Maraş, 1339-1521), Eratnaoğulları Beyliği, (Sivas-
Kayseri, 1335-1381), Çobanoğulları Beyliği, (Kastamonu, 1227-1309), Candaroğul-
ları Beyliği, (Kastamonu, 1292-1462), Pervâneoğulları Beyliği, (Sinop, 1277-1322),
Tâceddinoğulları Beyliği, (Niksar, 1348-1428), Kadı Burhâneddin Ahmed Beyliği,
(Kayseri, 1381-1398).
Türklerin Anadolu’ya gelişi ve burayı yurt edinme süreçleri hakkında bilgi veriniz.
1
4. Ünite - XII-XIII. Yüzyıllar Batı Türk Edebiyatı I: Anadolu’da Gelişen Türk Edebiyatı 87
tüğü Sultan Alâeddin’in emriyle 30 defter hacminde Farsça manzum bir Selçuk-nâme yaz-
mıştır, ancak bu eser günümüze ulaşmamıştır. Alâeddin Keykubâd, Konya’ya 1229 yılın-
da gelen Bahâeddîn Veled’i ve oğlu Mevlânâ’yı hürmetle karşılamıştır. Bahâeddîn Veled’in
vefatı üzerine Mevlânâ onun yerine layık görülmüştür.
Farsça yazılmış eserlerde Türklere, soylarına, tercih ve hedeflerine dair ifadeler de bu-
lunmaktadır. Anadolu Selçuklu sarayı şairlerinden Kâni’î’nin Sultan II. İzzeddîn Keykâvûs
(slt. 1245-1257) için yazdığı Farsça bir kasidesinde Selçukluların (Türklerin) namuslu, şe-
refli, yiğit ve usta binici oldukları, bu millete mensup olan hemen herkesin bir sanatı oldu-
ğu, ünlerinin doğu ve batı ülkelerine yayıldığı ve insanlığın onlar sayesinde huzur buldu-
ğu belirtilmiştir. Aynı yılların şairi Mevlânâ’nın eserlerinde de buna benzer, Türk’ü ve ça-
balarını öne çıkaran, Alp Arslan ile Sultan Mahmûd’dan bahseden çok sayıda beyit vardır.
Anadolu’daki ilmî ve edebî tercihleri, bunun yanı sıra Türkçe konuşulan çevrelerde
Arapça ve Farsça eser yazılmasını, Anadolu’dan önce yaşanan bölgelerde oluşan gelenek-
le açıklamaya çalışmak daha doğrudur. Tarihî seyir içerisinde Türkler tarafından büyük
rağbet gören Farsça ile Anadolu’da, Anadolu Selçukluları ve Beylikler döneminde çok sa-
yıda Farsça eser yazılmıştır. Tespit edilen ve bilinen eserlerin sayısı, yazılmış olanların ya-
nında oldukça azdır. Çünkü o dönemde çok sayıda din ve bilim adamının Anadolu’ya gel-
mesiyle İslam dünyasındaki ilmî ve edebî gelenek de Anadolu’ya taşınmıştır. Selçuklu sul-
tanlarının yanı sıra Karaman, Germiyan ve Candaroğulları gibi Anadolu beylikleri, miras
aldıkları geleneğe sahip çıkarak ilim, edebiyat ve sanat erbabına kucak açmış, onların eser
yazmalarını teşvik etmişlerdir.
Farsça şiire ve geleneğe bu şekilde yakın duran nesiller Anadolu’da günümüze kadar
Türkçenin yanında Farsça da eserler yazmışlardır. Anadolu Selçukluları ve Beylikler dö-
neminde Farsça yazılmış olan eserleri, bu açıdan da değerlendirmek gerekir. Bu ilk dö-
nemlerden günümüze ulaşabilen Farsça eserler bazı bilim adamları tarafından tespit edi-
lip sıralanmıştır. Büyük bölümünün yazarları ve kitap adları şu şekildedir:
Hubeyş (Hüseyn) b. İbrahim et-Tiflîsî’nin (öl. 1231) II. Kılıç Arslan için yazdığı alfa-
betik rüya tabirnâmesi Kâmilu’t-Ta’bîr ile Sihhatü’l-Ebdân, Kânûnu’l-Edeb, Kifâyetü’t-Tıb,
Usûlu’l-Melâhim (Melhemet Danyal) ve Beyânu’n-Nücûm isimli eserleri.
Nizâmî’nin (öl. 1214?), Mengücek hânedanından Fahreddîn Behrâmşâh’a (slt. 1169-
1225) ithaf ettiği Mahzenü’l-Esrâr isimli mesnevisi.
Sühreverdî-i Maktûl’ün (öl. 587/1191) muhtemelen II. Kılıç Arslan’a ithaf ettiği Pertev-nâme.
Muhammed b. Gâzî’nin Süleyman Şah (1196-1204) adına tamamladığı Marzubân-
nâme’nin bir tür yeniden yazımı olan Ravzatu’l-Ukûl’u ve İzzeddîn Keykâvûs b.
Keyhusrev’in (1211-1220) arzusuyla 40 hadisle hikmetli sözlerden ve bunların izahından
oluşan Berîdü’s-Sa’âde’si (tamamlanışı 1209).
er-Râvendî Muhammed b. Ali’nin 1203’te başlayıp iki veya üç yılda tamamladığı ve
Gıyâseddîn Keyhusrev’e ithaf ettiği Selçuklu tarihi Râhatu’s-Sudûr ve Âyetü’s-Sürûr.
Burhân-i Anevî Kadı Burhâneddin Ebû Nasr b. Mes’ûd’un Sultan I. İzzeddîn Keykâvûs’a
(1211-1220) takdim ettiği manzum tarih Enîsü’l-Kulûb.
Ebû Hanîfe Abdulkerîm’in Muhyiddîn b. Kılıç Arslan adına hazırladığı Mecma’ur-Rübâ’îyât.
Necmeddîn Dâye’nin, 1223’de Sivas’ta tamamladığı tasavvufî eseri Mirsâdü’l-İbâd.
Kâni’î Ahmed b. Mahmûd et-Tûsî’nin İzzeddîn Keykâvûs (öl. 1278-1279) için yazdı-
ğı manzum Kelile ve Dimne. Şairin ayrıca ele geçmemiş 30 ciltlik manzum Selçuklu Şeh-
nâmesi adlı eseri de bilinmektedir.
Muhammed b. el-Hüseyn al-Mu’înî’nin 1252’den öce yazılmış olması gereken Kur’an-ı
Kerim ve dinî konularla ilgili Beşâ’rü-n-Nezâ’ir adlı eseri.
Sadreddîn Konevî’nin (öl. 1274) Tabsıratü’l-Mübtedî’si.
4. Ünite - XII-XIII. Yüzyıllar Batı Türk Edebiyatı I: Anadolu’da Gelişen Türk Edebiyatı 89
Sa’îdeddîn Muhammed b. Ahmed Fergânî’nin (öl. 1279-1280) tasavvufî konulu eserle-
ri Menâhicu’l-İbâd ile’l-Me’âd ve Şerh-i Kasîde-i Tâ’iyye.
İbn Bîbî’nin (öl. 1285’ten sonra) 1281’de tamamladığı Selçuklu tarihi el-Evâmirü’l-Alâ’îye.
XIII. yüzyılın sonlarında Aksaray’da yaşamış olan sûfî şair Seyfeddîn Muhammed el-
Fergânî’nin Divan’ı.
Kutbeddîn eş-Şîrâzî’nin (1311) Kastamonu Beyi Hüsameddîn Çoban’ın oğlu
Muzafferüddîn Yavlak Arslan’a ithaf ettiği heyet, hendese ve tabiî ilimlerle ilgili
İhtiyârât-i Muzafferî.
Sultan Veled’in (öl. 1312) çağdaşı Nâşirî’ye ait tasavvufî eserler Fütüvvet-nâme ve İşrâkât.
Ebû Bekr b. ez-Zekî’nin (öl. XIV. asrın ilk yarısında) mektuplardan oluşturduğu
Ravzatu’l-Kuttâb.
Kerîmeddîn Mahmud Aksarâyî’nin 1323’te İlhanlılar’ın Anadolu valisi Timurtaş adı-
na yazdığı Müsâmeretü’l-Ahbâr ve Müsâyeretü’l-Ahyâr.
Niğdeli Kadı Ahmed’in 1371-1372’de İlhanlılardan Ebû Sa’îd adına yazdığı el-Veledü’ş-Şefîk.
Anonim Târîh-i Âl-i Selçûk (yazılışı 1363’ten sonra).
Azîz b. Erdeşîr-i Esterâbâdî’nin Sivas hükümdarı Kadı Burhâneddin Ahmed adına
1397-1398’de yazdığı Bezm ü Rezm.
Hoca Dehhânî’nin büyük ihtimalle III. Alâeddin Keykubâd’un (öl. 1302?) emriyle naz-
mettiği 20 bin beyitlik Selçuklular Şeh-nâmesi ile Yârcânî’nin Alâeddin Bey (1356-1391)
isteğiyle yazdığı Karaman Şeh-nâmesi varlıkları bilinen fakat ele geçmeyen önemli Fars-
ça eserlerdendir.
Rûmî nisbesi yanında Belhî ve Konevî nisbeleriyle de anılan ünlü sûfî Mevlânâ
Celâleddîn’in (öl. 1273), aile fertlerinin ve takipçilerinin söyleyip yazdıkları Farsça eser-
ler ise, XIII. ve XIV. asrın hacim ve muhteva açısından şaheserleridir. Sultan Veled’in oğlu
Ulu Ârif Çelebi’nin (öl. 1320) Divan’ı, Sipehsâlâr’ın Risâle’si (yazılışı 1300’lü ilk yıllar),
Ahmed Eflâkî’nin (öl. 1360) Menâkibu’l-Ârifîn’i (Mevlânâ hakkında yazılan eserlerin ve
Mevlevîliğin kaynaklarının başında gelen bu eserin tamamlanış tarihi 1318’dir) bu tür eser-
lerdendir. Bu arada Anadolu’da bulunup Farsça eser veren etkili sûfîlerden Evhadüddîn-i
Kirmânî (öl. 1238) ve Fahreddîn-i Irâkî (öl. 1289) de burada anılmalıdır. Hacı Bektaş-ı
Velî ise manzum ve mensur çevirileri bulunan Makâlât’ını Arapça yazmış olmakla birlikte
halk arasında, özellikle köylü ve göçebe çevrelerinde büyük ilgi görmüştür.
XIII. yüzyılda Anadolu’da yazılan ilk eserlerin Farsça olmasının sebeplerini belirtiniz.
2
ANADOLU’DA TÜRKÇEYE YÖNELİŞ VE TÜRK EDEBİYATININ
ÖNCÜLERİ
Anadolu’ya XI. yüzyıldan itibaren gelmeye başlayan Türkler, 1071’de yapılan Malazgirt
Savaşı ile buradaki varlıklarını kabul ettirmişlerdir. Zamanla bir Türk yurdu haline gelen
Anadolu’da gelişen Türk edebiyatının temelinde ise, Türklerin daha önce yaşadıkları Orta
Asya ve İran bölgelerinde kazandıkları birikim ve ortaya koydukları edebî eserlerin önem-
li yeri vardır. Türk edebiyatının Anadolu’da gelişimine geçmeden önce Orta Asya’da Türk-
çenin ve Türk edebiyatının genel durumuna değinmek gerekir.
rahanlılar döneminde Kutadgu Bilig gibi bir eserin birden karşımıza çıkması, Türk edebi-
yatının zengin ve büyük bir edebiyat, Türkçenin de işlenmiş, üstün ve büyük bir dil oldu-
ğunu göstermektedir.
Türklerin İslâm dini ve kültürüyle karşılaşmalarından sonra Türk edebiyatında Arap ve
Fars edebiyatındaki -başta Arap alfabesi olmak üzere- nazım şekilleri ve türleri, aruz vez-
ni ve yeni kafiye sistemi ile edebî eserler yazılmaya başlanır. Bu durum ise, Türk edebiyatı-
nın zamanla zenginleşmesine ve gelişmesine katkı sağlamıştır. Türk şairleri, şiirde önem-
li bir ahenk unsuru olan aruzun hece vezni ile benzer ve ortak yönlerine dikkat etmişler;
heceye yakın, özellikle on birli hece veznine uyan aruz kalıplarını tercih etmişlerdir. An-
cak Türkçede uzun ünlü olmadığı için aruz vezninin uygulanması, imâle ve med (=imâle-i
memdûde) gibi normal ünlünün uzatılmasına yol açan durumları da beraberinde getirmiş-
tir. Bu sebeple normal ünlüler vezin gereği uzatılmaya başlandığı gibi Arapça ve Farsçada
görülen uzun ünlülerin de bazen kısa okunması (zihaf) gerekmiştir. İlk zamanlar Kutad-
gu Bilig gibi eserlerde açık ve anlaşılır bir dil kullanılırken, Türkçe kelimelerin (hece yapısı-
nın) aruza tam olarak uymamasından dolayı, zamanla Arapça ve Farsçadan alınan kelime-
ler artmıştır. Bu kelimelerin bir kısmı Türkçenin bünyesine uygun hale getirilse de sayıları-
nın giderek artması, dilin açık ve anlaşılır durumunu ortadan kaldırmıştır.
Türklerin Orhun alfabesinden sonra kullandıkları Uygur alfabesi, Karahanlılar döne-
minde satır altı Kur’ân tercümelerinde ve Atabetü’l-Hakayık gibi eserlerde de karşımıza
çıkar. Uygur alfabesi, yazım benzerliğinden dolayı Arap alfabesine geçişi kolaylaştırmış-
tır. Ancak bu alfabe çeşitliliği Selçuklu ve Gaznelilerde görülmez. Bu devletler dönemin-
de doğrudan Arap alfabesi kullanılmıştır. Bu dönemlerde Arapça ve Farsçanın baskın çık-
ması ve bu dillerin kuralları oturmuş bir imlâsının olması, henüz böyle bir imkânı bulun-
mayan Türkçeyi ikinci plâna itmiştir. Bu durum ise, Türkçe ile eser yazmayı zorlaştırmış-
tır. Kâtipler Arapça ve Farsçanın imlâsını ve kelimelerin nasıl yazılacağını bildikleri için
Türkçeye itibar etmemişlerdir. Karahanlı devletindeki hükümdarların dil şuurunun gö-
rülmediği bu devletlerde hükümdar, halk ve ordu Türk olduğu halde Farsça resmî ve edebî
dil, Arapça da ilim dili olarak benimsenmiş, Türk hükümdarı kendi dilinde yazılan şiirler-
le değil Farsça manzumelerle övülmüştür. Bütün bunlardan dolayı Türkçe eserlerin yazıl-
maması, bu dönemlerde Türkçenin sadece konuşma dili olarak kalmasına sebep olmuştur.
Karahanlılar döneminde edebî faaliyetler, devletin yıkıldığı 1212 yılına kadar kesintisiz
devam etmiştir. Hoca Ahmed-i Yesevî’den (öl. 1166) sonra gelen ve onun yolun izleyen şair-
lerin başında yer alan Hakim Süleyman Ata (öl. 1187), Zengi Ata, Seyyid Ata ve Şeref Ata gibi
sûfîler Yesevîlik’i devam ettirdikleri gibi Türkçe eserler de vererek halkı aydınlatmışlardır.
XIII. yüzyılın başında Moğol istilası baş göstermiş ve Necmeddin-i Kübrâ (öl. 1221)
gibi büyük sûfîler bunlarla mücadele ederken şehit düşmüşler, ancak bunların öğrencile-
rinden (=dervîşler) bazıları Anadolu’ya gelmişlerdir. Bu Yesevî ve Kübrevî dervişlerinin
Anadolu’da Türk kültür ve edebiyatının yerleşip gelişmesinde önemli katkıları olmuştur.
Âşık Paşa, yukarıdaki beyitlerde görüldüğü gibi Türkçenin Arapça ve Farsça gibi dillerden
farkı olmadığını, her dilin mutlaka doğruyu, güzeli ve gerçeği (Hakk’ı) anlattığını belirtmiştir.
Türkçeye hor bakılmasından yakınan Âşık Paşa, her dilin kayıt altına alındığını, gra-
mer kurallarının tespit edilip sözlüklerinin yazıldığını, ancak Türkçe üzerinde kimsenin
çalışmadığını üzülerek ifade eder. Türklerin dilbilimini bilmediklerini ve kendi dilleri
üzerinde çalışmadıklarını vurgulayan Âşık Paşa, Türkçeye büyük hizmette bulunan, dili-
mizin ve milletimizin eksik taraflarını görüp ikaz ederek devrinde Türkçeye ilk sahip çı-
kanlardan biridir. Her şeyden önce onda bir “dil” ve “gramer bilinci” vardır. O, bu şuura
diğer dilleri inceleyerek ulaşmış ve Türkçeyi bu açıdan değerlendirmeye çalışmıştır. Türk-
çenin en önde gelen eserleri arasında bulunan Garib-nâme’si ise, Türkçe üzerinde çalış-
mak isteyenler için hazine değerinde bir malzemeye sahiptir.
Türkçe, Karahanlı dönemi hariç, yönetim Türk hakanında ve Türk milletinde oldu-
ğu halde, iki yüz yıla yakın bir zaman Arapça ve Farsça karşısında geri plânda kalmıştır.
Edebî ve resmî dil hep Farsça olmuştur. Arapça ise, din ve bilim dili olarak Farsçadan üs-
tün tutulmuştur. Bu durum XIII. yüzyılın ortalarına kadar sürmüş, ancak bundan son-
ra halkta bir uyanış başlamıştır. Türk halkı Arapça ve Farsça gibi anlamadığı dillerde de-
ğil kendi anladığı dilde kitapların yazılmasını istemiştir. Toplumun bilginler ve edebiyat-
la uğraşanlardan Türkçe eserler yazmaları yönündeki bu talepleri giderek artmıştır. Her
yönü ile Türk olan bir devlette Türkçenin garip hali, XIV. yüzyılın bilgin ve edipleri yanın-
da beylerini de harekete geçirmiş;tir. Germiyanoğulları, Aydınoğulları ve İsfendiyaroğul-
ları beylikleri ile beylik olarak kurulan ve zamanla büyük bir devlete dönüşen Osmanlıda
daha kuruluşundan itibaren Türkçeye büyük önem verilerek şair ve yazarların Türkçe telif
4. Ünite - XII-XIII. Yüzyıllar Batı Türk Edebiyatı I: Anadolu’da Gelişen Türk Edebiyatı 95
veya tercüme eser yazmaları teşvik edilmiştir. Anadolu beyliklerinde ve Osmanlıda Türk-
çeye verilen önemle birlikte toplumda Türkçe eserlere olan talep, Âşık Paşa, Yunus Emre,
Gülşehrî, Tursun Fakih ve Şeyyâd Hamza gibi şair ve yazarların daha XIV. yüzyılın başın-
da dil bilinci ile eser vermelerinin önünü açmıştır. Türkçe telif ve tercüme eserlerin yazıl-
ması, bu asırdan itibaren sonraki yüzyıllarda artarak devam etmiştir.
Anadolu Selçukluları döneminde edebî eserlerin Farsça yazılması bir gelenek olarak devam
ederken Mevlânâ ve Sultan Veled’in yer yer Türkçe beyit ve şiirler yazmalarının, Gülşehrî’nin 3
ise Türkçe eser yazmasının sebeplerini açıklayınız.
Nasreddin Hoca (öl. 1284), XIII. yüzyılda Selçuklular devrinde yaşamış Türk miza-
hının büyük bir temsilcisidir. Onun hakkındaki yetersiz ve rivayetten öteye gitmeyen
bilgilerden dolayı tarihî kişiliğini tespit etmek güçtür. Bugüne kadar yapılan çalışmala-
ra göre Nasreddin Hoca, Sivrihisar’ın Hortu köyünde doğmuş, babasının ölümünden
sonra Akşehir’e gitmiş ve orada ölmüştür. Fıkralarına göre Nasreddin Hoca, toplumun
her kesimindeki insan tipinin temsilcisi olup kimi zaman kadılık ve müderrislik yaptı-
ğı görülür. Nasreddin Hoca, bazen ciddî geçim sıkıntısı çeken saf bir insan olarak kar-
şımıza çıksa da o, daima sergilediği hazır cevaplılığı ile Türk zekasının, nükte ve mizah
gücünün millî bir sembolü olmuştur. Nasreddin Hoca fıkraları, Osmanlı devleti idare-
sinde yaşamış milletler arasında, özellikle Balkanlarda çok yayılmış ve birçok yabancı
dile de çevrilmiştir. Ayrıca bu fıkraların şerhleri de yapılmıştır.
Özet
XII-XIII. yüzyıllarda gelişen batı Türk edebiyatının sonra halkta bir uyanış başlamıştır. Türk halkı Arap-
1 Türk edebiyatı tarihi içindeki yerini belirlemek. ça ve Farsça gibi anlamadığı dillerde değil kendi anla-
Anadolu’nun Müslüman Türklerle başlayan tarihin- dığı dilde kitapların yazılmasını istemiştir. Her yönü
de Türklerin daha önce yaşadıkları Doğu ve Batı Tür- ile Türk olan bir devlette Türkçenin garip hali, XIV.
kistan, Horasan ve İran bölgelerinde kazandıkları bi- yüzyılın başında bilgin ve ediplerin yanında beyleri
rikimlerin büyük yeri vardır. Aynı şekilde Anadolu, de harekete geçirmiş; Germiyanoğulları, Aydınoğul-
Selçuklularla yeni kimlik kazanmaya başladığında ları ve İsfendiyaroğulları beylikleri ile beylik olarak
Türklerin daha önce bulundukları coğrafyalarda ge- kurulan ve zamanla büyük bir devlete dönüşen Os-
lişen şiir anlayışı ve zevki de bu yeni vatana taşınmış- manlıda daha kuruluşundan itibaren Türkçeye büyük
tır. Bunların yanında Anadolu Selçuklu Devleti’ni ku- önem verilerek şair ve yazarların Türkçe telif veya ter-
ran Türklerin yazı dilinin gelişmemiş olması ve söz- cüme eser yazmaları teşvik edilmiştir. Anadolu bey-
lü edebiyat dışında edebî geleneklerinin bulunmama- liklerinde ve Osmanlıda Türkçeye verilen önemle bir-
sı, Selçuklu sultanlarının İran’ın Sasanî devri saray ge- likte toplumda Türkçe eserlere olan talep, Âşık Paşa,
leneğini örnek almaları, kimi zaman Arapçanın kimi Yunus Emre, Gülşehrî, Tursun Fakih ve Şeyyâd Ham-
zaman da Farsçanın resmî dil olması, Farsçanın edebî za gibi şair ve yazarların daha XIV. yüzyılın başında
dil, Arapçanın da bilim dili olarak kullanılması sonu- dil bilinci ile eser vermelerinin önünü açmıştır. Türk-
cu Anadolu’da ilk zamanlarda Farsça ve Arapça çok çe telif ve tercüme eserlerin yazılması, bu asırdan iti-
sayıda eser yazılmıştır. Ancak Anadolu’da Türk nüfu- baren sonraki yüzyıllarda artarak devam etmiştir.
sunun zamanla artmasına bağlı olarak Türk edebiya- Anadolu’da Türkçeye yönelişin başında Mevlânâ bu-
tı da gelişmeye başlamış, Arapça ve Farsça eserlerin lunmaktadır. İlk kez Mevlânâ’nın eserlerinde kar-
Türkçeye çevrilmesinin yanında bu dönemde ilk kez şılaştığımız mülemmâlar ile Türkçe beyitler, Sultan
Türkçe eserler de yazılmıştır. Veled’de manzume boyutuna ulaşmıştır. Bunları müs-
XII-XIII. yüzyılda yazılan ilk eserlerin çoğu Arapça, takil eserler yazan Ahmed Fakih, Gülşehrî, Yunus
Farsça ve bu dillerde yazılan eserlerden çeviri olsa da, Emre ve Âşık Paşa takip etmiştir.
bu dönemde Mevlânâ’nın ve Sultan Veled’in Farsça
eserlerinde bulunan az sayıda Türkçe beyitler ve şiir- XIII. yüzyıla kadar Anadolu’da yazılan karışık dilli
ler, Ahmed Fakîh ile Hoca Dehhânî’nin yazdığı Türk- 3 eserleri ve bunların özelliklerini sıralayabilmek.
çe şiirler Anadolu’da gelişen Türk edebiyatının önü- XI-XIII. yüzyıllar arasındaki Oğuz Türkçesinin
nü açmış, bunlardan sonra Yunus Emre, Âşık Paşa ve Karahanlı-Harezm yazı dili özellikleri ve bir derece-
Gülşehrî başarılı eserler vermişlerdir. Bu dönemde ye kadar da Kıpçak Türkçesi özelliklerinin karışma-
yazılan az sayıdaki Türkçe eserler, Türk edebiyatının sından meydana gelmiş, geçiş dönemine özgü karışık
gelişmesine zemin hazırlamaları ve öncülük etmeleri bir dil olduğu görülmektedir. Oğuz Türkçesinde görü-
bakımından oldukça önemlidir. len Karahanlı Türkçesi ile ortak özellikler XIII. yüzyı-
lın sonlarında azalmış ve bu dil giderek bir “edebî dil”
XIII. yüzyılda Anadolu’da Türkçenin durumunu ve ilk özelliği kazanmıştır.
2 Haliloğlu Ali’nin Kıssa-i Yûsuf’u ile Fahreddin bin
Türkçe şiir/eser yazanları tespit edebilmek.
Türkçe, Karahanlı dönemi hariç, Gazneliler ve Büyük Mahmûd ibni’l-Hüseyn ibni Mahmûd et-Tebrîzî’nin
Selçuklular dönemlerinde olduğu gibi Anadolu Sel- Behçetü’l-Hadâyık fi Mev’izeti’l-Halâyık adlı eseri
çukluları zamanında da yönetim Türk hakanında ve XIII. yüzyılda yazılan karışık dilli Türkçe verimler-
Türk milletinde olduğu halde Arapça ve Farsça kar- dir. Şeyyâd Hamza’nın Mecmu’atü’n-Nezâ’ir’de bulu-
şısında geri plânda kalmıştır. Edebî ve resmî dil Fars- nan bir gazeli de karışık dilli bir manzume olarak kar-
ça, bilim ve eğitim dili ise Arapça olmuştur. Yazılı me- şımıza çıkmaktadır.
tinlerin ve edebî eserlerin Arap harfleriyle, Arapça ve
Farsça yazılması, şair ve yazarları henüz imlâsı ve gra-
mer kuralları tespit edilmemiş olan Türkçe ile eser
yazma konusunda sıkıntıya sokmuştur. Bu durum
XIII. yüzyılın ortalarına kadar sürmüş, ancak bundan
4. Ünite - XII-XIII. Yüzyıllar Batı Türk Edebiyatı I: Anadolu’da Gelişen Türk Edebiyatı 99
Kendimizi Sınayalım
1. Aşağıdakilerden hangisi Anadolu’da ilk alınan yerlerdendir? 6. Aşağıdakilerden hangisi zamanla gelişip batı Türk edebi-
a. İznik yatının edebî dili olmuştur?
b. Kayseri a. Harezm Türkçesi
c. Konya b. Karahanlı Türkçesi
d. Alanya c. Oğuz Türkçesi
e. Şirvân d. Kıpçak Türkçesi
e. Çağatay Türkçesi
2. Bizanslılardan 1075-1080 yılları arasında İznik’i alıp baş-
şehir yaparak Anadolu Selçuklu devletini kuran sultan aşağı- 7. Anadolu’da yazılan ilk Türkçe eser aşağıdakilerden
dakilerden hangisidir? hangisidir?
a. Süleyman Şah a. Bezm ü Rezm
b. Alp Arslan b. Târîh-i Âl-i Selçuk
c. I. Kılıç Arslan c. Makâlât
d. Melikşah d. Fihî-mâ-fîh
e. I. Rükneddin Mesud e. Behçetü’l-Hadâyık
3. İbn Bîbî’nin (öl. 1285’ten sonra) 1281’de tamamladığı 8. Aşağıdakilerden hangisi Yesevîlik’i devam ettirenlerden
Selçuklu tarih kitabının adı aşağıdakilerden hangisidir? biri değildir?
a. Selçuklu Şeh-nâmesi a. Hakim Süleyman Ata
b. Tabsıratü’l-Mübtedî b. Zengi Ata
c. İskender-nâme c. Seyyid Ata
d. el-Evâmirü’l-Alâ’îye d. Şeref Ata
e. İhtiyârât-i Muzafferî e. Şair Ali
4. Kâni’î Ahmed b. Mahmûd et-Tûsî’nin İzzeddîn Keykâvûs 9. Menâhic-i Seyfî adlı Farsça eser aşağıdakilerden hangisi-
(öl. 1278-1279) için yazdığı manzum eser aşağıdakilerden ne aittir?
hangisidir? a. Sultan Veled
a. Kelile ve Dimne b. Zengi Ata
b. Târîh-i Âl-i Selçûk c. Ahi Evren
c. Bezm ü Rezm d. Seyfeddin Tuğrul
d. Ravzatu’l-Küttâb e. Şeref Ata
e. Şerh-i Kasîde-i Tâ’iyye
10. Aşağıdakilerden hangisi Anadolu’da gelişen Türk Edebi-
5. Mevlânâ hakkında yazılan eserlerin ve Mevlevîlik kaynak- yatının öncülerinden biri sayılamaz?
larının başında gelen eser ve yazarı aşağıdakilerden hangisidir? a. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî
a. Karaman Şeh-nâmesi - Yârcânî b. Sultan Veled
b. Menâkibu’l-Ârifîn - Ahmed Eflâkî c. Ahmed Fakîh
c. Risâle - Sipehsâlâr d. Tursun Fakîh
d. Fütüvvet-nâme - Nâşîrî e. Bâkî
e. Beşâ’rü’n-Nezâ’ir - Muînî
100 VIII-XIII. Yüzyıllar Türk Edebiyatı
Yararlanılan ve Başvurulabilecek
Kaynaklar
Açık, N. (2002). Eski Türk Edebiyatında Mevlevîlik Etkisi Jalâlu’ddîn Rûmî (1925-1940). The Mathnawî, nşr. R. A. Nic-
ve Mevlevî Şairler, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Anka- holson, I-VII, London.
ra: Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Karaismailoğlu, A. (1996). “Selçuklu Sarayında Şiir ve Şair”,
Ahmed Paşa Divanı (1966). haz. Ali Nihad Tarlan, İstanbul. V. Milli Selçuklu Kültür ve Medeniyeti Semineri, Bil-
Akün, Ö. F. (1994). “Divan Edebiyatı”, TDVİA, 9, İstanbul: diriler, Konya.
TDV Yayınları. Karaismailoğlu, A. (2007). “Mesnevî’de Türk Adı ve Kulla-
Aşkar, M. (2005). “Molla Fenari’nin ‘Şerhu Dîbaceti’l- nım Özellikleri”, Mevlânâ Araştırmaları 1, Ankara: Ak-
Mesnevî’ Adlı Risalesi ve Tahlili”, Tasavvuf İlmi ve Aka- çağ Yayınları.
demik Araştırma Dergisi-Mevlânâ Özel Sayısı, Yıl: 6, Kartal, A. (2005). “Anadolu’da Farsça Şiir Söyleyen Türk Şair-
S. 14, Ankara. ler (XI-XVI. Yüzyıllar)”, Türkler, V, Ankara.
Ateş, A. (1940-1945). “Hicrî VI-VIII. (XII-XIV.) asırlarda Kartal, A. (2006). “Anadolu’da Türk Edebiyatının Gelişimi”,
Anadolu’da Farsça Eserler”, Türkiyat Mecmuası, VII-VIII. Türk Edebiyatı Tarihi I, Ankara: KTB Yayınları.
Bâkî Dîvânı (1994). haz. Sabahattin Küçük, Ankara: TDK. Kartal, A. (2006). “Anadolu’da Türk Edebiyatının Öncüleri”,
Cahen, C. (1979). Osmanlılardan Önce Anadolu’da Türk- Türk Edebiyatı Tarihi I, Ankara: KTB Yayınları.
ler, trc. Yıldız Moran, İstanbul. Kartal, A., Şentürk, A. A. (2004). Üniversiteler İçin Eski
Canpolat, M. (1968). “Behçetü’l-Hadâ’ik’ın Dili Üzerine”, Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul: Dergâh Yayınları.
TDAY Belleten 1967. Kemâleddîn Efendi (1313). Mevzû’âtu’l-’ulûm, I-II, İstanbul.
Çelebioğlu, A. (1998). “XIII-XV. Yüzyıl Mesnevîlerinde Koca, K. (1997). İzzeddin Keykâvüs (1211-1220), Ankara:
Mevlânâ Tesiri”, Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları, İs- TTK Yayınları.
tanbul: MEB Yayınları. Koç, M. (2011). “Anadolu’da İlk Türkçe Telif Eser”, Bilig, Ba-
Çelebioğlu, Â. (1998). Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları, har, Sayı 57, Ankara.
İstanbul: MEB Yayınları. Korkmaz, Z. (1995). Türk Dili Üzerine Araştırmalar I, An-
Çelebioğlu, A. (1999). Türk Edebiyatında Mesnevi, İstanbul. kara: TDK Yayınları.
Değirmençay, V. (2005). Kâni’î-yi Tûsî ve Kelîle ve Dimne’de Köprülü, M. F. (1926). “Selçukiler Devrinde Anadolu Şairle-
II. İzzeddin Keykâvûs’a Methiyeleri, Erzurum. ri, Hoca Dehhânî”, Hayat Mecmuası, Ankara 1926, S. 1.
Demirci, İ., Teslim, E. (2006). Mevlâna Hakkında Şiirler Köprülü, M. F. (1943). “Anadolu Selçukluları Tarihinin Yerli
Antolojisi, Konya: İl Kültür ve Turizm Md. Yayınları. Kaynakları”, Belleten, VII.
Duru, N. F. (2000). Mevleviyâne, İstanbul. Köprülü, M. F. (2003). Türk Edebiyatı Tarihi, Ankara: Ak-
Eflâkî, (1986-1987). Ariflerin Menkıbeleri, I-II, trc. Tahsin çağ Yayınları, 5. bas.
Yazıcı, İstanbul. Kuban, D. (1993). “Ortaçağ Anadolu - Türk Sanatı Kavramı
Erdoğan M. (2009). “Klasik Türk Şiirinde Mevlânâ Medhiye- Üzerine”, Malazgirt Armağanı, Ankara.
leri ve Mecmua-i Medâyih-i Mevlânâ”, Mevlânâ Araştır- Külliyât-ı Şems yâ Dîvân-ı Kebîr I-X, (1957-1967). Tahran:
maları-3, Ankara. İntişârât-ı Dânişgâh-i Tahrân
er-Râvendî, Muhammed b.Ali, (1957-1960). Râhatu’s-sudûr Mansuroğlu, M. (1947). Anadolu Türkçesi (XIII. Asır)
ve âyetu’s-surûr, trc. Ahmed Ateş, I-II, Ankara. Dehhânî ve Manzumeleri, İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Türk
Genceî, T. (1987), “Çarhnâme’nin Müellifi ve Tarihi Hakkın- Dili ve Edebiyatı Mezunları Cemiyeti Yayını: 2, İstanbul.
da Notlar”, Türk Kültürü, S. 286, Ankara. Mansuroğlu, M. (1956). Ahmed Fakîh, Çarhnâme, İstanbul.
Gölpınarlı, A. (1992). Dîvân-ı Kebîr I, Ankara. Mazıoğlu, H. (1972). “Selçuklular Devrinde Anadolu’da Türk
Gölpınarlı, A. (1999). Mevlânâ Celâleddin Hayatı, Eserleri, Edebiyatının Başlaması ve Türkçe Yazan Şairler”, Malaz-
Felsefesi, İstanbul: İnkılâp Kitabevi. girt Armağanı, Ankara: TTK Yayınları.
Hüseyn Muhammedzâde-i Sadîk (1369). Seyrî der eş’âr-i Mazıoğlu, H. (1974). Ahmed Fakı, Kitâbu Evsâfı Mesâcidi’ş-
Türkî; Mekteb-i Mevlevîye, Tahran. Şerîfe, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayını.
İbn Bîbî (1956). el-Evamiru’l-alaiyye, Faksimile, Ankara, Mazıoğlu, H. (2009). “Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî’nin Türk-
İbn Bîbî (1957). el-Evamiru’l-alaiyye, nşr. Necati Lugal- çe Şiirleri”, Eski Türk Edebiyatı Makaleleri, Ankara:
Adnan Sadık Erzi, cilt I, Ankara. Türk Dil Kurumu Yayınları.
İbn Bîbî (1996). el-Evâmiru’l-alâiyye, haz. Mürsel Öztürk, Mengi, M. (2000). Eski Türk Edebiyatı Tarihi Edebiyat
I-II, Ankara. Tarihi-Metinler, Ankara: Akçağ Yayınları. 6. Bas.
102 VIII-XIII. Yüzyıllar Türk Edebiyatı
Amaçlarımız
Bu üniteyi tamamladıktan sonra;
XIII. yüzyılda Anadolu’da tasavvuf edebiyatının ortaya çıkışı ve yayılma sebep-
lerini belirleyip önemli temsilcilerini sıralayabilecek,
XIII. yüzyılda Anadolu’da yaşayan şair ve yazarlar ile bunların eserleriyle ilgili
değerlendirmeler yapabilecek,
Klâsik Türk şiirinin Anadolu’da XIII. yüzyılda ortaya çıkan ilk örneklerini
tanıyacaksınız.
Anahtar Kavramlar
• XII-XIII. Yüzyıllarda • Sultan Veled
Anadolu’da Gelişen Tasavvufî • İbtidâ-nâme, Rebâb-nâme,
Türk Edebiyatı İntihâ-nâme
• Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî • Ahmed Fakîh
• Mesnevî, Divan-ı Kebir, • Çarh-nâme, Kitâbu Evsâfı
Fîhi Mâ-Fîh, Mecâlis-i Seb’a, Mesâcidi’ş-Şerîfe
Mektûbât • Hoca Dehhânî
İçindekiler
• GİRİŞ: ANADOLU’DA GELİŞEN
TASAVVUFÎ TÜRK EDEBİYATI
XII-XIII. Yüzyıllar Batı Türk • MEVLÂNÂ CELÂLEDDÎN-İ RÛMÎ
VIII-XIII. Yüzyıllar Edebiyatı II: XII-XIII. Yüzyıllarda • SULTAN VELED
Anadolu’da Gelişen Tasavvufî Türk • AHMED FAKÎH
Türk Edebiyatı
• DİNDIŞI (LÂ-DİNÎ) KLÂSİK TÜRK
Edebiyatı
ŞİİRİNİN İLK ÖRNEKLERİ
• HOCA DEHHÂNÎ
XII-XIII. Yüzyıllar Batı Türk
Edebiyatı II: XII-XIII. Yüzyıllarda
Anadolu’da Gelişen Tasavvufî
Türk Edebiyatı
GİRİŞ
Selçukluların siyasî hâkimiyet kurmak amacıyla yaptığı sürekli savaşlar, taht kavgaları,
Moğol istilâsı ve ardından Moğollara ödenen ağır vergiler sonucunda düzen ve asayişin
bozulması üzerine yaşama gücü oldukça zorlaşan Anadolu halkı, uzun süre barış ve huzur
yüzü görememiştir. Böyle bir ortamda ortaya çıkan Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî (öl. 1273),
Sühreverdî (öl. 1234), Âhî Evren (öl. 1261), Muhyiddîn-i Arabî (öl. 1240) ve Sadreddîn-i
Konevî (öl. 1274) gibi mutasavvıf şahsiyetler, Farsça ve Arapça yazdıkları eserlerle, oku-
muş çevrelerde tasavvufu yaymışlardır. Bunların yanında Anadolu’ya Horasan’dan gelen
Yesevî dervişleri dinî, tasavvufî düşünceleri halk arasında yayarak onları ilâhî aşkın hu-
zuru ile rahatlatmaya çalışmışlardır. Bunun sonucunda hem şehirlerde oturan halk hem
de göçebe Anadolu insanı, manevî güç bulduğu tasavvufa yönelmiş ve tekkelerin etrafın-
da toplanmıştır.
XIII. yüzyılda tekkelerin yaygınlaşmasını sağlayan siyasî ve sosyal gelişmelerin yanında
Arapça ve Farsça ile İslam kültürünü iyi öğrenmiş aydınların bulunması, Anadolu’da dinî-
tasavvufî edebiyatın başlayıp gelişmesini ve bu edebiyatın önemli temsilcilerinin yetişmesini
sağlamıştır. Bu dönemde ilmî eserlerin Arapça ve edebî eserlerin de Farsça yazılması, bu dil-
leri bilmeyen Türk halkına dini ve tasavvufu kendi dilleriyle öğretme ihtiyacını doğurmuştur.
Bütün bunların sonucunda Anadolu’da İslamiyeti Türkçe olarak anlatan bir dil ile buna da-
yalı bir tasavvuf edebiyatı ortaya çıkmıştır. Şehirde yetişmiş aydın tabaka sufileri Farsça şiir-
ler söylerken, Anadolu’ya yayılan Yesevî, Haydarî ve Bektaşî dervişleri de Türkçeyi kullanarak
tekke edebiyatını meydana getirmişlerdir. Anadolu’da ortaya çıkan bu dinî-tasavvufî edebiya-
tın ilk temsilcileri, Mevlânâ, Sultan Veled ve Yunus Emre’dir. Mevlânâ, eserlerini Farsça yaz-
makla birlikte az sayıdaki Türkçe şiirleri ve mülemmaları ile Türk edebiyatını yönlendirmiş,
onun meclisinde bulunan Hoca Ahmed Fakîh (öl. 1252) de Türkçe şiirler söylemeye başla-
mıştır. Mevlânâ’nın oğlu Sultan Veled Türkçe şiir söylemede bir hayli ileri gitmiş, onu Yunus
Emre, Gülşehrî, Âşık Paşa, Elvan Çelebi ve Şeyyâd Hamza gibi şairler izlemiştir.
buluştuğu ve İslamiyetle kaynaştığı önemli bir merkezdi. Belh ve çevresi, uzun süre Gaz-
neliler (963-1186) ile Selçukluların (1038-1194) idaresinde kalmış, 1198’de Gûrlular’ın ve
1206’da Hârezmşâhlar’ın hâkimiyetine girmişti. Belh’in kuzeyindeki bölgeler ise Karahan-
lıların (992-1211) etki alanı içerisindeydi.
Ailenin Horasan’dan hareketle dolaştığı bölgelerde Hârezmşahlar, Abbasi Halifeliği
(750-1258), Eyyûbîler (1171-1252), Mengücüklüler (yıkılışı 1228) ve ve sonuçta vardığı
Konya’da ise Anadolu Selçukluları hakim durumdaydı.
Mevlânâ’nın babası, Hüseyin oğlu Sultânu’l-Ulemâ Bahâeddîn Muhammed, Belh şeh-
rinde âlim ve arifleriyle meşhur bir ailedendi ve büyük bir üne sahipti. Annesinin adı Mü-
mine Hatun’dur.
1207’de Horasan’ın Belh şehrinde doğan Mevlânâ’nın asıl adı Muhammed olup bü-
tün kayıtlara göre babası da aynı adı taşımıştır. Babası Sultanü’l-ulemâ lakabı ile anılan
ve dönemin tanınmış âlimlerinden Muhammed Bahâeddîn Veled’dir. Mevlânâ’nın lakabı
Celâleddîn’dir. Dedesi Hüseyin’in lakabı da Celâleddîn idi.
İslam dünyasında hürmet belirtmek için önemli kişilerin isimlerinin önünde kullanı-
lan “efendimiz” anlamındaki “mevlânâ” lakabı, Mevlânâ Celâleddîn Muhammed’le birlik-
te özel bir isme dönüştü. Hüdâvendigâr, Hünkâr, Hazret-i Mevlânâ, Mevlevî, Şeyh, Mollâ-
yı Rûmî, Rûmî ve Hazret-i Pîr lakap ve unvanları da Mevlânâ için kullanılmıştır. “Hazret-i
Mevlânâ” ve “Hazret-i Pîr” gibi saygı hitapları, Mevlevî çevrelerinde ve Anadolu’da daha
çok tercih edilmiştir. Bugün İran ve Pakistan’da “Mevlevî”, Batı’da “Rûmî”, onun için kul-
lanılan lakaplardır.
Doğduğu şehre nispetle Belhî (=Belhli) sıfatı, bilhassa ilk kaynaklarda babası ve ken-
disinin adlarının yanında yer almaktadır. Mevlânâ çocukluk döneminin dışındaki yılla-
rının hemen tamamını, önceki asırlardaki isimlendirmeyle “Diyâr-ı Rûm”da geçirdiği ve
bu bölgedeki Konya’yı vatan edindiği için “Rûmî” (Rum ülkesinden; Anadolulu) sıfatıyla
anılmıştır. Bunların yanı sıra vatan edindiği şehre işaret etmek üzere XIII. asırdan itibaren
Konevî (Konyalı) sıfatı da adıyla birlikte birçok eserde yer almıştır.
Mevlânâ çocukluk veya ilk gençlik yıllarındayken, Belh’te ve çevresinde siyasî istik-
rar bozulmuştu. Bunun üzerine babası Bahâeddîn Veled 1219 yılı civarında Belh’ten ayrıl-
mayı gerekli gördü. Çünkü Belh şehrinin Moğollar tarafından istila edildiği 1220 yılında
Arabistan’a doğru yol almaktaydılar.
Belh’ten ayrılan Bahâeddîn Veled, önce Nişabur’a gelmiştir. Burada devrin büyük
sûfîlerinden Feridüddin Attar ile görüşmüştür. Attar, bu görüşmede Esrar-nâme’sini, bir
rivayete göre de Mantıku’t-Tayr adlı eserini Muhammed Celaleddin’e hediye etmiştir.
Daha sonra Bağdat’a ulaşan Bahâeddîn Veled, bir müddet sonra hac için Hicaz’a gitmiştir.
Hicaz’dan Şam yoluyla önce Malatya’ya sonra Erzincan’a, oradan da Larende’ye (Karaman)
gelmiş ve yedi sene burada kalmıştır. Ailenin Karaman’da yedi yıl kadar süren ikameti es-
nasında Mevlânâ’nın annesi Mümine Hatun ile ağabeyi Alâeddin Muhammed vefat etti.
Kabirleri bugün Karaman’da Mâder-i Mevlânâ (Aktekke) Camii’nin içindedir.
Bahâeddîn Veled ailesiyle birlikte, bazı rivayetlere göre Sultan Alâeddin Keykubâd’ın
ısrarlı davetleri üzerine, 1228’de Karaman’dan gelerek Selçuklu devletinin başkenti
Konya’ya yerleşti. Altuniye medresesinde hocalık yapan ve vaazları ile çevresinde saygın-
lık kazanan Bahâeddîn Veled, 85 yaşındayken Konya’da 1231 yılında vefat etti.
Bahâeddîn Veled, on yedi veya on sekiz yaşındaki Mevlânâ’yı Karaman’da 1225 yılın-
da kafilenin üyelerinden Semerkantlı Lala Şerefeddin’in kızı Gevher Hatun’la evlendirdi.
Mevlânâ Celâleddîn Muhammed’in hayatı boyunca üç oğlu ve bir kızı oldu. Büyük oğlu
Bahâeddîn Muhammed Sultan Veled (1226-1312) ile ondan bir veya iki yaş küçük oğlu
müderris Alâeddin Muhammed’in (öl. 1262) anneleri, Semerkantlı Şerefeddin’in kızı olan
Gevher Hatun’dur (öl. Karaman’da 1229’dan önce). Diğer oğlu Selçuklu sarayında hazine-
5. Ünite - XII-XIII. Yüzyıllar Batı Türk Edebiyatı II: XII-XIII. Yüzyıllarda Anadolu’da Gelişen Tasavvufî Türk 107
darlığa kadar çeşitli görevlerde bulunan Muzafferüddin Emîr Âlim (öl. 1277) ve kızı Me-
like Hatun’un (öl. 1306) anneleri ise, Gevher Hatun’un vefatından sonra evlendiği Konya-
lı Kira Hatun’dur (öl. 1292). Mevlânâ’nın çocuklarının kabirleri, kendisinin ve babasının
yanlarında, aynı türbe içinde bulunmaktadır.
İlk eğitimini babasından alan Mevlânâ, ciddî bir tahsil görmüş ve tasavvufî bir ter-
biyeden geçmiştir. Belh’ten Anadolu’ya gelirken uğradıkları Şam’da Muhyiddin-i Arabî,
Sadeddin-i Hamavî, Osmanü’r-Rûmî, Necmeddin-i Kübrâ’nın müridlerinden olan
Evhadüddin-i Kirmanî ve Sadreddin-i Konevî gibi sûfîlerle sohbet etmiş, onlardan dersler
almıştır. Arapça ve lugatla ilgili ilimler başta olmak üzere, fıkıh, hadis ve tefsir gibi ilim-
leri tahsil ederek zamanın önde gelen âlimleri arasında yerini alan Mevlânâ, yukarıda adı
geçen bilginlerden başka yine Şam’da iken Mevlânâ Kemâleddin bin Adim’den de ders al-
mıştır. Babası vefat ettiğinde 24 yaşında olmasına rağmen medresede onun yerini alma-
sı uygun görülmüştü, ama o yine de tahsiline devam etti. Mevlânâ, babası hayattayken
1221-1228 yılları arasında eğitimini tamamlamak için Halep ve Şam’a gitmiştir. Ancak
1225 yılında Karaman’da evlendiği ve sonrasında art arda iki çocuğunun dünyaya geldiği
gözden uzak tutulmamalıdır. Daha sonra babası Bahâeddîn Veled’in öğrencisi olan Sey-
yid Burhâneddin Tirmizî, Mevlânâ’ya tasavvufla ilgili bilgileri öğretmiş ve onun düşünce
dünyasının şekillenmesinde etkili olmuştur. Seyyid Burhâneddin Tirmizî’nin 1240 yılın-
da Kayseri’ye dönüşünden sonra Mevlânâ, Konya’da dersler vermiş ve onun tavsiyesi üze-
rine yeniden Şam ve Haleb’e giderek eğitimini tamamlayıp Konya’ya dönmüştür. Mevlânâ,
Seyyid Burhâneddin Tirmizî’nin ölümünden sonra içine kapanarak çevresinden kopmuş
ve yalnız kalmayı tercih etmiştir. Onun bu hâli, Şems-i Tebrizî ile karşılaştığı 1244 yılına
kadar devam etmiştir.
Mevlânâ’nın hayat hikâyesinde Tebrizli Şems’in özel bir yeri vardır. Karşılaşmaları
ve birbirlerine olan sevgileri etrafında çok şeyler anlatılmış ve yazılmıştır. Kaynaklarda
Konya’daki karşılaşmalarıyla ilgili farklı rivayetler vardır. Bunlarda zihinsel bir genişleme
ve ruhsal bir etkileşim söz konusudur. Ayrıca bu rivayetlerde tasavvufî ve şairce anlatımın
önemli bir yeri vardır.
Şemseddin Muhammed-i Tebrizî, Konya’ya ilk olarak 29 Kasım 1244’de gelmiştir.
Şems ile tanışmasından sonra Mevlânâ’nın maneviyâtı üzerinde büyük değişiklik meyda-
na gelmiş, onun eski sûfîyâne anlayışlarında değişiklikler olmuştur. Hatta yalnız Şems’in
dostluğu ile yetinmeye başlamıştır.
Mevlânâ’nın yalnız Şems’in varlığı ve dostluğu ile yetinmesi ve aralarındaki samimi-
yet, Mevlânâ’nın öğrenci ve müritlerinde, kendileriyle önceki gibi ilgilenilmediği için bü-
yük hoşnutsuzluğa ve Şems’ten yakınmalarına sebep oldu. Bunun üzerin Şems, 11 Mart
1246’da Konya’yı terk ederek Şam’a gitmiştir. On altı ayı biraz aşan bu zaman diliminde,
aralarında gerçekleşen anlaşma ve sevgiden sonra bu ayrılış Mevlânâ’yı son derecede etki-
ledi. İlgi ve himaye bekleyen müritler yaptıklarından pişman olup çare aradılar. Onu ara-
maya giden Sultan Veled’le 15 ay kadar sonra Şam’dan birlikte geri döndüler. Ancak bera-
berlik uzun sürmedi. Daha sonra Mevlânâ’nın ortanca oğlu ile Şems arasında eskiden beri
devam eden karşılıklı nefret, bu defa Şems’in sessizce ve kesin olarak 1247-1248 yılı içe-
risinde Konya’dan ayrılmasına sebep oldu. Şems, gelişmeler üzerine Sultan Veled’e “Bu se-
fer öylesine bir gitmek istiyorum ki hiç kimse benden bir nişan bile bulamayacak” demişti.
Şems’i aramaya çıkan Mevlânâ, Şam’a, bazı rivayetlere göre ise Tebriz’e kadar gidip gelmiş-
se de ondan haber alamamıştır (Köprülü, 2003: 270).
Şems’den ayrılmanın üzüntüsüyle kendisini daha fazla şiire veren Mevlânâ, bu hasretle
48 bin beyti bulan Divan-ı Kebir’i yazmaya başlamıştır. Şems’e olan sevgisinden eserinde
Şems ve Hâmûş kelimelerini mahlas olarak kullanmıştır. Divan’ı, Şems’e izafeten Divan-ı
Şems adı ile anılmıştır.
108 VIII-XIII. Yüzyıllarda Türk Edebiyatı
Mevlânâ, arayış ve üzüntülerden sonra kendisine “nâib ve halife” olarak Konyalı ku-
yumcu Şeyh Selâhaddin’i seçti. Onunla on yıl bir arada bulundu ve bu arada oğlu Sultan
Veled’i Şeyh’in kızı Fatıma Hatun’la evlendirdi. Şeyh Salâhaddin 29 Aralık 1258 günü vefat
etti. Daha sonra, Mevlânâ’nın eserlerinde Şems-i Tebrîzî’den sonra üstün sıfatlarla en çok
andığı ikinci kişi olan Ahî-Türkoğlu Hüsâmeddin Hasan onun hemdemi ve halifesi olarak
büyük kabul gördü. Mevlânâ, Hüsâmeddin Çelebi’nin ısrarıyla, müritlerine sülûk âdâbını
öğretmek amacıyla Mesnevî’yi yazdı.
Yaşadığı dönemde her zaman saygı gören, her sınıf halk arasında yüzlerce mürit ve sevgi-
Mevlânâ, Hüsâmeddin Çelebi’yi li kazanan Mevlânâ, 17 Aralık 1273 tarihinde Konya’da vefat etti. Onun yerine Hüsâmeddin
Mesnevî’sinde anmış ve eserini
ona ithaf ederek ismini Hüsamî- Çelebi halife oldu. Mevlevî tarikatının ilk şeyhi olan Hüsâmeddin Çelebi, Mevlânâ’nın ölü-
nâme koymuştur. münden 12 yıl sonra 1284 yılında vefat etmiş ve yerine Sultan Veled geçmiştir.
Dönemin birçok devlet adamı, Mevlânâ’yı sık sık ziyaret eder, kimi zaman mektuplar-
la ulaştırdığı ricalarını yerine getirirlerdi. Mevlânâ’nın ve takipçilerinin Anadolu’da son-
raki yüzyıllarda Beylikler, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinde daima itibar gördüğü,
birçok beyin ve sultanın Mevlevî olduğu, Osmanlı sultanlarının ve devlet adamlarının ge-
rek irsî, gerekse gönül bağları sebebiyle bu ilişkiyi sürdürdükleri, Mevlevîhâneleri koru-
yup imar ettikleri pek açıktır.
2. Mesnevî: Anadolu’da asırlar boyunca birlikte okunan Farsça önemli birkaç kitap-
tan biri, Mevlânâ’nın Mesnevî’sidir. Türkçeye çok sayıda çevirisi yapılan ve şerhler yazı-
lan Mesnevî’yi ezberleyip icazet aldıktan sonra dinleyicilere okuyup açıklayan kişilere
Mesnevîhân (Mesnevi okuyan) unvanı verilmiştir.
Mesnevî, Mevlânâ’nın sırdaşı Hüsâmeddin Çelebi’nin ısrarları üzerine yazılmıştır.
Hüsâmeddin Çelebi’nin bir eser yazma isteği üzerine Mevlânâ eserin ilk on sekiz beytini
kendisi yazmış, daha sonra o söylemiş ve Hüsâmeddin Çelebi yazmıştır. Altı defter/cilt ve
yaklaşık yirmi dört bin beyit civarında olan Mesnevî’ye hatimeyi (=sonucu) Sultan Veled
yazmıştır(Bkz. K. Yavuz: “Cevdet Paşa’nın Abidin Paşa’ya Yazdığı Mektup”, Türk Dili ve Ede-
biyatı Dergisi, S. 26-27, 1986, s. 441.). Mevlânâ ikinci defterin ilk beyitlerinde bu deftere 13
Mayıs 1264 günü başlandığını açıkça ifade etmektedir.
Mevlânâ tarafından Hüsâmî-nâme adı ile de anılan bu eser, tarikata mensup olanları
(müritleri) ve acemileri irşat etmek ve toplumun eğitimi için yazılmıştır. Mevlânâ, bilgi-
lendirici ve öğretici bir yol izlediği, dinî ve tasavvufî bilgileri, yaşadığı yıllara kadar hayata
geçen anlayış ve tavırları konu edindiği, özellikle hayatının son on beş yılının ürünü olan
Mesnevi’si ile asırlar boyu öncü ve kılavuz kabul edilmiştir.
Mevlânâ’nın Mesnevî’si ile Divan’ı arasında benzerlikler de vardır. Abdülbaki
Gölpınarlı’nın tespitlerine göre bazı gazelleri Mesnevî’deki hikâyelerin özeti durumun-
dadır. Ayrıca anlatım açısından Mesnevî didaktik olmasına rağmen lirizm yönü de bulu-
nan bir eserdir.
Kaynak olarak Kur’an ve hadislere dayanan Mesnevî’de konunun gelişine göre Kelîle
ve Dimne’den, Mantıku’t-Tayr’dan hikâyelere yer verilmiş, Hakîm Senâî’nin Hadîkatü’l-
Hakîka’sından da yararlanılmıştır. Mevlânâ hikâyelerini doğrudan değil, başka hikâyelerle
zincirleme olarak, iç içe bir şekilde anlatır. Böylece konu içinde konuyu, hikâye içinde
hikâyeyi devam ettirerek sonuca en iyi şekilde ulaşır. Bu anlatım tarzı başka şairlerde gö-
rülmez. Eserin düzenine, dilin kullanılışına ve nazmın temizliğine fazla önem verilmemiş
olması, “şekilcilik”ten ve sanat düşüncesinden tamamıyla uzak kalındığına işarettir. Türk
edebiyatında Mesnevî kadar başka bir eser etkili olmamıştır. Hatta Mevlânâ’nın ölümün-
den 44 yıl sonra Gülşehrî Mesnevi’den hikâyeler alarak tercüme ve şerh etmiştir. Değişik
zamanlarda gerek bölümler halinde gerekse bütün olarak, Mesnevî’nin Türkçe, Farsça ve
Arapça tercüme ve şerhleri yapılmış, çeşitli dillere çevrilmiştir. Kendinden sonra dinî-
ahlâkî konularda yazılan çok sayıda eseri etkileyip onlara kaynaklık etmiş olan Mesnevî,
yüzyıllar boyu Mevlevî tekkelerinde okutulmuştur.
Osmanlı döneminde Mesnevî’nin tamamını tercüme veya şerh edenler; Sürûrî (öl.
1562), Sûdî (16. yy.), Şem’î (öl. 1600’den sonra), İsmail Rüsûhî Dede (Ankaravî) (öl. 1631),
Yûsuf Dede (öl. 1669), Nahîfî (öl. 1738), Şâkir Mehmed (öl. 1836), Mehmed Murâd (öl.
1847)’dır. Sürûrî’nin oldukça hacimli olan şerhi, Farsça; Yûsuf Dede’nin Ankaravî’den özet-
leyerek yaptığı şerh, Arapça; diğerleri Türkçe’dir. Nahîfî ve Şâkir Mehmed’in eserleri, man-
zum tercümedir. Mesnevî’nin bir kısmının -özellikle birinci cildinin (=defterinin)- çok sa-
yıda tercüme ve şerhi yapılmıştır. Sultan II. Murad devri şairerinden olan Muînî bunların
başında gelir. Mesnevî’ye yapılan manzum, mensur pek çok çeviri ve şerhler ile Mevlânâ’nın
diğer eserleriyle ilgili yapılan çalışmalar, Türk tasavvuf edebiyatının fikrî yönden işlenme-
sinde, dil ve edebiyatın gelişip zenginleşmesinde önemli katkı sağlamışlardır.
Mesnevî bütün dünyada çok ilgi toplamış ve üzerinde asırlar boyu tespiti neredeyse
imkânsız sayıda şerh, tercüme, seçme, konulara göre tasnif ve sözlük çalışmaları yapılmış-
tır. 280’i bulan öğüt amaçlı hikâyeleri de birçok çalışmaya konu olmuştur. Mesnevî’de Fars-
ça beyitlerin arasında yüzlerce Arapça beyit de bulunmaktadır.
5. Ünite - XII-XIII. Yüzyıllar Batı Türk Edebiyatı II: XII-XIII. Yüzyıllarda Anadolu’da Gelişen Tasavvufî Türk 111
3. Fîhi Mâ Fîh: “Onun içindeki odur” veya yorumla, “ne varsa onda var” anlamına ge-
len bu eserde, Mevlânâ’nın bazı sohbetleri sırasında sorulan sorulara verdiği cevaplara; tasav-
vuf, din, ahlak ve felsefe ile ilgili görüşlerini anlattığı, dünya, insan ve şiir anlayışından söz
ettiği konuşmalarına yer verilmiştir. Bu eser de, diğer eserlerinin çoğunda olduğu gibi Sul-
tan Veled ve ona bağlı kimseler tarafından tutulan notlar olup vâkıât (=ders notları) türünün
Anadolu’daki ilk örneğidir. Söyleniş zamanları belli olmayan eserin bölümleri, yazmalar ve
yayımlarda biraz farklılık arz etse de birbirine yakındır. Fîhi mâ fîh Mevlânâ’nın diğer eserle-
rinden, babasının Ma’ârif’inden ve Tebrizli Şems’in Makâlât’ından izler taşımaktadır.
Fîhi Mâ Fîh’in Meliha Tarıkâhya (Anbarcıoğlu) ve Abdülbaki Gölpınarlı tarafından
yapılmış iki Türkçe çevirisi bulunmaktadır (Meliha Ülker Tarıkâhya, Fihi-ma-fih Tercü-
mesi, İstanbul 1954; Abdülbaki Gölpınarlı, Fihi Ma Fih, İstanbul 1959).
4. Mecâlis-i Seb’a: Mevlânâ’nın yedi vaazının yakın çevresi tarafından kaydedilip bir
araya getirilmesiyle meydana gelen bir eserdir. Her vaazda ele alınan bir hadis, çeşitli ör-
nekler ve hikâyelerle açıklanmıştır. Mevlânâ’nın bu eseri, gerek üslup ve gerekse konular
yönünden diğer eserleriyle benzerlik ve bütünlük taşımaktadır. Eserde Divan-ı Kebir’den
112 VIII-XIII. Yüzyıllarda Türk Edebiyatı
Mevlânâ ve eserleri ile ilgili geniş bilgi için Abdülbaki Gölpınarlı’nın Mevlânâ Celâleddîn
Hayatı, Eserleri, Felsefesi (İstanbul: İnkılâp Kitabevi, 1999) adlı kitabına başvurabilirsiniz.
beyti ile zamanın önde gelen şahsiyeti olduğunu belirtmiştir. Kirdeci Ali ve İzzetoğlu gibi
dönem şairleri tarafından da Mevlânâ’dan şiirlerde söz edilererek büyüklüğüne vurgu ya-
pılmıştır. Bunlardan İzzetoğlu;
beytinde Mevlânâ’ya gönülden bağlı olduğunu belirtir. Bu durum daha pek çok şairde
görülür.
Mevlânâ ile gençlik yıllarında görüşmüş olması muhtemel Yunus Emre (öl. 1320)
onun adına şiirinde yer vermektedir:
114 VIII-XIII. Yüzyıllarda Türk Edebiyatı
Yazıcıoğlu Mehmed (öl. 1451) Anadolu’da halk arasında en çok okunan kitaplardan
ünlü eseri Muhammediye’de (yazılışı 1449) Mevlânâ’nın Mesnevî’sinin,
İştiyak derdini anlatmak için, ayrılıktan parça parça olmuş sine istiyorum.
anlamındaki 3. beytini dizelerine şöyle aktarmıştır:
SULTAN VELED
Mevlânâ’nın büyük oğlu olan Sultan Veled, 1226 yılında Lârende’de (=Karaman) doğmuş-
tur. Çocukluğunun ilk yıllarını dedesi Bahâeddîn Veled ile birlikte geçiren Sultan Veled,
ilk eğitimini babasından almıştır. Konya’da ve Şam’da çeşitli âlimlerden, özellikle baba-
sından medrese ilimlerini öğrendiği gibi, Seyyid Burhâneddin Tirmizî, Şems-i Tebrizî,
Hüsâmeddin Çelebi’ye kadar birçok büyük sûfîyle ve zamanın âlimleri ve şairleriyle sürek-
li münasebetlerde bulunarak ilim ve sülûk yönünden yükselmiştir. Onun yetişmesinde,
inanış ve duyuş tarzı ile düşüncelerenin şekillenmesinde babasının büyük bir etkisi vardır.
Sultan Veled, eserlerini Farsça yazmakla birlikte epeyce Türkçe şiirleri de bulunmak-
tadır. Bu açıdan O, Ahmed Fakîh ile birlikte, Anadolu Türk edebiyatında bir öncü duru-
mundadır. Sultan Veled’in sistemli bir tarikat haline getirdiği Mevlevîlik, Anadolu Türk-
lüğünün yetiştirilmesinde ve terbiye edilmesinde önemli rol oynamış, Mevlevî dergâhları
bir okul gibi halkın aydınlatılmasında büyük hizmetler görmüştür. Tarikatın ilk şeyhi de
Hüsâmeddin Çelebi olmuş, 1284 yılında vefat etmesi ile yerine Sultan Veled geçmiştir.
116 VIII-XIII. Yüzyıllarda Türk Edebiyatı
Mevlevilik zamanla yayılmış, Bursa ve Edirne başta olmak üzere, Osmanlı devleti içinde
itibar görerek gelişmiş, hatta padişahların da ilgisini, yardımını ve desteğini görmüştür.
1312 tarihinde vefat eden Sultan Veled, az da olsa, gerçek manada Türkçe gazel ya-
zan ilk şairdir. İlk olması bakımından bazı aksaklıklar bulunsa da bu şiirler edebî yön-
den önemlidir. O gazellerinde daha ziyade babasının etkisi altında, topluma hitap eder.
Sultan Veled’in Farsça yazdığı bilinen beş eseri bulunmaktadır. Divan’dan başka İbtidâ-
nâme, Rebâb-nâme, İntihâ-nâme mesnevileri ile nesir olarak yazdığı Ma’ârif adlı eseri var-
dır. Manzum eserlerinin toplam beyit sayısı 30.000’e ulaşan Sultan Veled’in devrinde velûd
(=çok eser veren) bir şair olduğu görülür.
1. Divan: Beyit sayısı yaklaşık 12700 olan, kaside, gazel, terci-bend ve rüba’î gibi çeşit-
li nazım şekilleri yer alan bu büyük eserde otuza yakın vezin kullanılmıştır. Divan’ın ga-
zeller bölümünde Türkçe-Farsça-Rumca yazılmış mülemma manzumeler de bulunmak-
tadır. Şiirler vezinlere ayrılarak alfabetik bir sırada yazılmıştır. Divan’daki Türkçe beyitleri
Veled Çelebi ile Feridun Nafiz Uzluk tarafından yayımlanmıştır (Veled Çelebi (İzbudak),
Divan-ı Türki-i Sultan Veled, İstanbul 1925; Feridun Nafiz Uzluk, Divan-ı Sultan Veled, İs-
tanbul 1941). Mecdut Mansuroğlu ise daha sonra Divan ve mesnevilerde yer alan Türkçe
şiirlerin tamamını eklediği bir inceleme bölümüyle tekrar yayımlamıştır (Mecdut Mansu-
roğlu, Sultan Veled’in Türkçe Manzumeleri, İstanbul 1958).
AHMED FAKÎH
Yapılan araştırmalara ve çeşitli görüşlere göre Türk edebiyatında birkaç Ahmed Fakîh adı
ile karşılaşmaktayız. Bunların birincisi Konya’da yaşayan ve 1221 yılında vefat eden Hoca
Fakîh veya Fakîh Ahmed’dir. İkincisi 1251 yılında ölen ve Bahâeddîn Veled’in öğrencisi
olan Ahmed Fakîh’tir. İkinci Ahmed Fakîh’in hayatı, Mevlânâ’nın hayatı ile paralellik gös-
terir. Fuad Köprülü, Mecdut Mansuroğlu ve Hasibe Mazıoğlu, Çarh-nâme’nin şairi ola-
rak bunu gösterirler. Menâkıbü’l-Ârifîn adlı eserin yazarı olan Eflâkî bu iki şahsı birbiri-
ne karıştırarak ikincisini, birinci Ahmed Fakîh gibi göstermiştir. 1251 yılında ölen Ah-
5. Ünite - XII-XIII. Yüzyıllar Batı Türk Edebiyatı II: XII-XIII. Yüzyıllarda Anadolu’da Gelişen Tasavvufî Türk 119
med Fakîh için torunu Seyyid Ahmed 1288 yılında ayrıca bir de türbe yaptırmıştır. İşte
Eflâkî’nin bahsettiği Ahmed Fakîh bu olmalıdır. Tasavvufî yönü bulunan ve İslamî ilimle-
re sahip bu şair için Yunus Emre bir şiirinde yer alan aşağıdaki beyitte,
şeklinde yer vermekte ve ona Kutbuddin demektedir. Ancak bunlardan başka XIV. yüz-
yılda yaşamış olan üçüncü (Karamanlı) Ahmed Fakîh ile ne zaman öldüğü bilinmeyen ve
Akşehir (Konya)’de mezar taşı bulunan dördüncü Fakîh Ahmed de bulunmaktadır. Son
araştırmalar Çarh-nâme ve Mesâcidi’ş-Şerîfe’nin, dil özellikleri yönünden XIV. yüzyılda
Karamanlı Ahmed Fakîh tarafından yazılmış olabileceğini göstermekle birlikte, şimdilik
bu konu, başka belgelere muhtaç olup tam olarak aydınlatılmış değildir.
Edebiyat tarihleri ile farklı kaynaklarda verilen birbirinin benzeri bilgilere göre,
Horasan’da doğan Hoca Ahmed Fakîh, Konya’ya gelerek Mevlânâ’nın babası Bahâeddîn
Veled’den fıkıh dersleri almış, bundan dolayı kendisine Fakîh denmiştir. Hac için Hicaz’a
giden ve Hac dönüşünde iki ay Kudüs’te kalan Ahmed Fakîh, Kitâbu Evsâfı Mesâcidi’ş-
Şerîfe adlı eserinde Hicaz yolculuğunu anlatmıştır. Kaynaklara göre Ahmed Fakîh’in
Çarh-nâme ile Kitâbu Evsâfı Mesâcidi’ş-Şerîfe’den başka eseri bulunmamaktadır.
Çarh-nâme, Eğirdirli Hacı Kemâl’in Câmi’ü’n-Nezâir adlı nazire mecmuasında
yer alan, kaside nazım şekli ile yazılmış 83 beyti elimizde olan eksik bir manzumedir.
Câmiü’n-nezâir’in sonundaki listeye göre 100 beyit olması gereken eserin son 17 beyti bu-
lunan yaprağının eksik olduğu anlaşılmaktadır. Mefâ’îlün mefâ’îlün fe’ûlün vezni ile ya-
zılmış olan Çarh-nâme, yüzyılın diğer eserlerinde görüldüğü gibi insan kaderi, insanla-
rın kardeş oldukları ve Tanrı’ya kulluk için yaratıldıkları, feleğin acımasızlığı ve dünya-
nın faniliği, ölümün gerçekliği gibi dinî-tasavvufî konuların işlendiği ve insanların hayatta
olanlardan ibret alarak iyilik yapmaları gibi öğütlerin verildiği, öğretici yanı öne çıkan bir
manzumedir. Yer yer sosyal konulara da temas edilen eserde özellikle Anadolu’da 1239 yı-
lından sonraki kargaşa ve bölünme zamanları, insanların acımasız davranışları işlenmiş-
tir. Aynı durum daha sonra Yunus Emre’de de görülmektedir.
Câmi’ü’n-Nezâir’de “Çarhname-i Ahmed Fakîh der bî-vefâî-i Rûzgâr” başlığı ile veri-
len bu kasideyi bilim dünyasına ilk defa tanıtan ve yazarı hakkında bilgi vererek yayım-
layan Fuad Köprülü’dür (M. Fuad Köprülü, Anatolische Dichter in der Seldschukenzeit II.,
Ahmed Faqîh, Körösi Csoma Archivum, II/1-2, 1926, s. 20-38). Daha sonra Mecdut Man-
suroğlu tarafından dönemin dil özellikleri dikkate alınarak yeni harflerle yayımlanmıştır
(Ahmed Fakîh, Çarh-nâme, yay. Mecdut Mansuroğlu, İstanbul 1956).
Kitâbu Evsâfı Mesâcidi’ş-şerîfe, Ahmed Fakîh’in ikinci eseridir. Aslı Londra, British
Museum’da olan bu eser Hasibe Mazıoğlu tarafından bulunmuş ve yayımlanmıştır. Tek nüs-
ha olan eser 347 beyitlik küçük bir mesnevidir. Çarh-nâme gibi mefâ’îlün mefâ’îlün fe’ûlün
vezni ile yazılan bu eserde hece vezni ile yazılmış dörtlükler de bulunmaktadır. Yapı bakı-
mından Kutadgu Bilig ile benzerlik gösteren eser, Türk edebiyatında yazılmış ikinci Türk-
çe mesnevidir. Anadolu Türk edebiyatında ise bir ilk olarak karşımıza çıkmaktadır. Kitâbu
Evsâfı Mesâcidi’ş-Şerîfe dil yönünden açık ve sade olup gerçekçi bir anlatıma sahiptir. Za-
man zaman dünyanın geçiciliği, iyilerle arkadaş olunması ve sabrın elden bırakılmaması
gibi öğütlerle dikkat çeken eserde, Peygamberin Medine’ye hicreti ve ravzası, Hazreti Ebu-
bekir ve Hazreti Ömer’in mezarları, Mekke, Kabe’yi tavaf edişi, Hacerü’l-esved ve Harem’in
özellikleri gibi konulara yer verilmiştir. Kubeys Dağı ile Hıra Mağarası’nı anlatan Ahmed
Fakîh, Kudüs, Mescid-i Aksa, Kubbetü’s-sahra, Makam-ı Halil hakkında bilgi verdikten
sonra Şam şehrinden övgüyle söz eder. İçerik yönünden bir çeşit seyahatname gibi görü-
nen eseri, hacca dair yazılan ilk Türkçe mesnevi olarak da değerlendirmek mümkündür.
120 VIII-XIII. Yüzyıllarda Türk Edebiyatı
Çarh-nâme’den beyitler
mefâ’îlün mefâ’îlün fe’ûlün
HOCA DEHHÂNÎ
Hayatı hakkında fazla bilgi bulunmayan Hoca Dehhânî, elde bulunan tek kasidesine göre
Anadolu’ya Horasan bölgesinden gelmiştir. III. Alâeddin Keykubâd (1298-1302) devrin-
de Selçuklu sarayında bulunan ve saraydaki meclislere (=eğlence toplantılarına) katılan
Dehhâhî, Sultan tarafından Farsça bir Selçuklu şeh-nâmesi yazmakla görevlendirilmişse
de bu eser bugün elde yoktur. Şair, Sultan III. Alâeddin Keykubâd’a sunduğu kasidesinde,
Horasan’a dönmek istediğini belirtir. Şairin,
beytinde dile getirdiği bu isteğine ulaşıp ulaşmadığının yanında nerede, ne zaman ve na-
sıl öldüğü de bilinmemektedir. Dehhânî’nin Sultan I. Alâeddin Keykubâd (1221-1237) za-
manında yaşadığı da ileri sürülmüştür. Ancak, Türk şiirinin Anadolu’daki gelişme seyri ile
Dehhânî’nin geniş ve zengin anlatıma sahip Türkçesi dikkatle incelendiği zaman bunun
mümkün olmadığı görülür.
5. Ünite - XII-XIII. Yüzyıllar Batı Türk Edebiyatı II: XII-XIII. Yüzyıllarda Anadolu’da Gelişen Tasavvufî Türk 121
Dehhânî, devrinin şiir zevki olan ve sanat yönü ağır basan şairlerindendir. Şiirlerin-
den iyi bir eğitim gördüğü, Farsçayı ve Fars edebiyatını çok iyi bildiği, saray ve zevk şairi
olduğu anlaşılır. O dînî, edebî ve tasavvufî bilgisi yüksek bir şairdir ancak, onun şiirlerin-
de edebî taraf ağır basar. Çağdaşı şairlerden farklı bir yol izleyen ve şiirlerinde tasavvufa
yer vermeyen Dehhânî, yaşadığı zamanı elden geldiğince zevk ve eğlence içerisinde geçir-
mekten yana olduğunu şiirlerinde vurgulamıştır.
Dehhânî, İran şiirinin edebî sanatlarını ve mazmunlarını Anadolu’da yeni kurulan
Türk şiirinde kullanmasıyla, klâsik edebiyatımızda divan şiirinin temelini atan şair ola-
rak dikkati çeker. Türk edebiyatında ilk defa Türkçe kaside yazan ve Anadolu’da sultanla-
ra ilk kez kaside sunan şair Dehhânî’dir. Ayrıca bu kaside Selçuklu sultanlarına sunulan
son kaside olmuştur.
Arap edebiyatındaki kasidelere benzer planda yazılan bu kaside, baharı anlatan bir ne-
sip ile başlar. Bu ilk kısım, on iki beyitten meydana gelir. Şair on üçüncü beyitten sonra on
altıncı beyite kadar Sultan III. Alâeddin’i övmüştür. On yedinci beyitte sözü kendine geti-
rir ve on sekizinci beyitte şiirinden bahsederek övünür. On dokuzuncu beyitte de memle-
keti olan Horasan’a gitmek için padişahtan izin ister. Daha sonra padişahı öven ve ona dua
eden şair yirmi dördüncü beyitte padişahlığın din, adalet, yiğitlik ve ihsanlarla yapılabi-
leceğini belirtir. Yirmi beşinci beyitte gördüğü iyilik ve lütufları dile getirerek, son beyit-
te sağ olduğu müddetçe padişah için nice defterle divanı onun adına yazıp dolduracağını
söyler. Dehhânî’nin mefâ’îlün mefâ’îlün mefâ’îlün mefâ’îlün vezniyle yazdığı kasidede fiil-
leri çok kullanmasından kaynaklanan hareketli bir üslûbu vardır. Bu kasidede olduğu gibi
gazellerinde de aynı hareketli üslupla karşılaşırız.
Kasidesinde, daha sonraki şairlerin şiirlerinde yer verdikleri İran kahramanlarından
söz etmeyen Dehhânî için örnek kahraman Hazreti Ali’dir. Dehhânî, Türk edebiyatında
İran kahramanlarına ilk kez şiirlerinde yer veren Gülşehrî’den bu yönü ile ayrılır.
Edebiyat dünyasına ilk defa Fuad Köprülü tarafından tanıtılan Dehhânî’nin elimizde
dokuz gazeli vardır. Bu gazeller ile kasidesi, Mecdut Mansuroğlu tarafından yayımlanmış-
tır (İstanbul, 1947). Bu yayına göre, Dehhânî şiirlerinin ilk dördünü, mefâ‘îlün mefâ‘îlün
mefâ‘îlün mefâ‘îlün, beşincisini mefâ‘îlün mefâ‘îlün fe‘ûlün, altıncısını mefâ‘ilün fe‘ilâtün
mefâ‘ilün fe‘ilün, yedincisini mef ‘ûlü mefâ‘îlü mefâ‘îlü fe‘ûlün, sekizincisini mef ‘ûlü
fâ‘ilâtün mefâ‘îlü fâ’ilün, dokuz ve onuncusunu ise fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilün vez-
ni ile yazmıştır. Şiirlerinde çok vezin kullanması ve Farsça tamlamalara yer vermesi, şairin
dile ve vezne olan hâkimiyetini göstermektedir.
Dehhânî’nin şiirlerinde, şekil bakımından, İslam öncesi Türk şiirinin özellikleri görü-
lür. Şiirlerinin çoğu musammat veya musammata benzer bir şekilde karşımıza çıkar. Şi-
irlerinde kendine mahsus bir hünerle, kelimeleri seçerek yerli yerine koyması, onun ince
zevkini göstermesi bakımından önemlidir. Devrinde kendisine dil yönü ile en yakın şair
Gülşehrî’dir. Dehhânî’nin,
beyti ile başlayan gazeli ile Gülşehrî’ye tesir ettiği açıkça görülür. Gülşehrî de Şeyh-i San’an
Hikâyesi’nde benzer duyguları aynı kelimelerle dile getirmiştir. Bu söyleyiş ve edâ yönü ile
görülen etki, Gülşehrî’nin Dehhânî’yi okuduğunu göstermektedir.
Açık bir dil kullanmasına rağmen Hoca Dehhânî’nin şiirlerini anlayabilmek için belir-
li bir edebî bilgi ve birikime sahip olmak gerekir. Bugün sadece on şiiri bulunsa da eski şi-
irin daha sonra kullanılacak olan unsurlarına bu şiirlerinde yer veren Dehhânî, az sayıda-
ki şiirleri ile divan şirininin sınırlarını çizmiştir. Türk edebiyatında tesiri on altıncı yüzyı-
la kadar devam eden şairin bazı beyitleri Bâkî’yi, bazı beyitleri de Nedîm’i çağrıştırmakta-
122 VIII-XIII. Yüzyıllarda Türk Edebiyatı
dır. Gazellerini genellikle yedi ve dokuz beyit olarak yazan Dehhânî’nin, kasidesi de dâhil,
eldeki şiirlerinin toplam beyit sayısı doksan dörttür. Şairin bu kadar şiirde, otuzdan fazla
Farsça tamlamaya yer vermesi, devri için dikkat çekici bir durumdur. Hâlbuki devrin di-
ğer şairleri eserlerinde Dehhânî gibi yabancı tamlamalara yönelmezler ve Türkçeyi tabiî
hali ile kullanırlar. Hoca Dehhânî, her ne kadar şiirlerinde Farsça tamlamaları dönemine
göre fazla kullanmışsa da üstün sanatı ve akıcı üslûbu ile kendini kabul ettirmiş bir şairdir.
XIV. yüzyıl Anadolu şairlerinden Yarcânî’nin Karamanoğulları Şeh-nâmesi’nde,
Dehhânî’nin Sultan Alâeddin Keykubâd’dan Firdevsî’nin Şeh-nâme’si biçiminde bir
şehnâme yazması için emir aldığı ve bu emir üzerine 20.000 beyitlik Farsça bir Selçuklu
Şâh-nâmesi yazdığı kayıtlıdır. Ancak, bu eser henüz ele geçmemiştir.
Özet
XII-XIII. yüzyıllarda gelişen batı Türk edebiyatının retiyle Divan-ı Kebir’i yazan Mevlânâ, eserinde Şems
1 Türk edebiyatı tarihi içindeki yerini belirlemek. ve Hâmûş kelimelerini mahlas olarak kullanmıştır.
Anadolu’nun Müslüman Türklerle başlayan tarihin- Divan’ı, Şems’e izafeten Divan-ı Şems adı ile de anıl-
de Türklerin daha önce yaşadıkları Doğu ve Batı Tür- mıştır.
kistan, Horasan ve İran bölgelerinde kazandıkları biri- Mevlânâ’nın en önemli iki eseri, her ikisi de man-
kimlerin büyük yeri vardır. Aynı şekilde Anadolu, Sel- zum olarak yazılan Mesnevî (=Mesnevî-i Ma’nevî)
çuklularla yeni kimlik kazanmaya başladığında Türk- ile Divan-ı Kebir’idir. Fîhi Mâ Fîh, Mecâlis-i Seb’a
lerin daha önce bulundukları coğrafyalarda gelişen şiir ve Mektûbât ise başkalarının düzenlediği, özellikle
anlayışı ve zevki de bu yeni vatana taşınmıştır. Bunla- öğrencileri ve sevenleri tarafından derlenen mensur
rın yanında Anadolu Selçuklu Devleti’ni kuran Türk- eserlerdir.
lerin yazı dilinin gelişmemiş olması ve edebî gelenek- Divan-ı Kebir: Gazel, tercî’-i bend ve rüba’îlerden
lerinin bulunmaması, Selçuklu sultanlarının İran’ın oluşan Divan-ı Kebir’de (=Külliyât-ı Şems) ilahî aşk,
Sasanî devri saray geleneğini örnek almaları, kimi za- gönül derdi, sabır, hoşgörü, insanlara iyilik etmek ve
man Arapçanın kimi zaman da Farsçanın resmî dil ol- yardımda bulunmanın önemi gibi konular anlatılmış-
ması, Farsçanın edebî dil, Arapçanın da bilim dili ola- tır. Divan-ı Kebir, duygu yüklü ve oldukça hacimli bir
rak kullanılması sonucu Anadolu’da ilk zamanlarda eserdir. 40 binden fazla beyitten oluşan ve çeşitli yaz-
Farsça ve Arapça çok sayıda eser yazılmıştır. Ancak ma nüshaları bulunan eser, değişik dillere de çevril-
Anadolu’da Türk nüfusunun zamanla artmasına bağ- miştir. Divan-ı Kebir, Mithat Bahari (1959) ve Ab-
lı olarak Türk edebiyatı da gelişmeye başlamış, Arapça dülbaki Gölpınarlı tarafından Türkçeye çevrilmiştir
ve Farsça eserlerin Türkçeye çevrilmesinin yanında bu (1957-1960). Divan-ı Kebir’in batı dillerine yapılmış
dönemde ilk kez Türkçe eserler de yazılmıştır. çevirileri arasında en tanınmış olanı Nicholson’un
XII-XIII. yüzyılda yazılan ilk eserlerin çoğu Arapça, yaptığı çeviridir (Cambridge, 1898).
Farsça ve bu dillerde yazılan eserlerden çeviri olsa da, Mesnevî: Mevlânâ’nın başta Kur’an’ı ve hadisleri kay-
bu dönemde Mevlânâ’nın ve Sultan Veled’in Farsça nak olarak alıp tarikata mensup olanları (müridleri)
eserlerinde bulunan az sayıda Türkçe beyitler ve şiir- ve toplumu eğitmek için yazdığı bu eserde, konunun
ler, Ahmed Fakîh ile Hoca Dehhânî’nin yazdığı Türk- gelişine göre Kelile ve Dimne’den, Mantıku’t-Tayr’dan
çe şiirler Anadolu’da gelişen Türk edebiyatının önü- hikâyelere yer verilmiştir. Ayrıca Hakîm Senâî’nin
nü açmış, bunlardan sonra Yunus Emre, Âşık Paşa ve Hadîkatü’l-Hakîka’sından da yararlanılmıştır. Fâ’ilâtün
Gülşehrî başarılı eserler vermişlerdir. Bu dönemde fâ’ilâtün fâ’ilün vezniyle yazılan ve yaklaşık yirmi dört
yazılan az sayıdaki Türkçe eserler, Türk edebiyatının bin beyit olan Mesnevî’nin hatimesini (=sonucu) Sul-
gelişmesine zemin hazırlamaları ve öncülük etmeleri tan Veled yazmıştır. Mesnevî’nin gerek bölümler halin-
bakımından çok önemlidir. de gerekse bütün olarak, Türkçe, Farsça ve Arapça deği-
şik zamanlarda tercüme ve şerhleri yapılmış, eser çeşitli
XIII. yüzyılda Anadolu’da yaşayan şair ve yazarlar ile dillere çevrilmiştir. Kendinden sonra dinî-ahlâkî konu-
2 bunların eserleriyle ilgili değerlendirmeler yapabilmek. larda yazılan çok sayıda eseri etkileyip onlara kaynak-
Mevlânâ, Ahmed Fakîh, Sultan Veled ve Hoca lık etmiş olan Mesnevî, yüzyıllar boyu Mevlevî tekkele-
Dehhânî, XIII. yüzyılda Anadolu’da gelişen ve batı rinde okutulmuştur. Sürûrî, Sûdî, Şem’î, İsmail Rüsûhî
Türk edebiyatı adı ile anılan edebiyata öncülük ede- Dede, Yûsuf Dede, Nahîfî, Şâkir Mehmed ve Mehmed
rek yön veren şair ve yazarlardır. Bu yüzyılın ortaları- Murâd, Mesnevî’nin tamamını tercüme veya şerh et-
na doğru doğan Yunus Emre’nin asıl verimli dönemi mişlerdir.
XIV. yüzyılın başlarına rast gelir. Fîhi Mâ Fîh: “Onun içindeki odur” veya yorumla, “ne
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî:1207’de Horasan’ın Belh varsa onda var” anlamına gelen bu eserde, Mevlânâ’nın
şehrinde doğan Mevlânâ, 17 Aralık 1273 tarihinde bazı sohbetleri sırasında sorulan sorulara verdiği ce-
Konya’da ölmüştür. Şems-i Tebrizî ile tanıştığı1244 yı- vaplara; tasavvuf, din, ahlak ve felsefe ile ilgili görüşle-
lından sonra manevî yönden büyük değişiklik yaşa- rini anlattığı, dünya, insan ve şiir anlayışından söz et-
yan Mevlânâ, Şems’in 1247 yılında Konya’dan ayrıl- tiği konuşmalarına yer verilmiştir.
masından sonra kendisini şiire vermiştir. Şems’in has-
124 VIII-XIII. Yüzyıllarda Türk Edebiyatı
Mecâlis-i Seb’a: Mevlânâ’nın yedi vaazının yakın XIII. yüzyılda Anadolu’da tasavvuf edebiyatının orta-
çevresi tarafından kaydedilip bir araya getirilmesiyle 3 ya çıkışı ve yayılma sebepleri ile önemli temsilcilerini
meydana gelen bir eserdir. Eserde Divan-ı Kebir’den sıralayabilmek.
ve Mesnevî’den beyitler de bulunmaktadır. XIII. yüzyılda Anadolu’da tasavvuf edebiyatının orta-
Mektûbât: Mevlânâ’nın devlet adamlarına, dönemin ile- ya çıkışı ve yayılmasının başlıca sebepleri; a) Selçuk-
ri gelenlerine, dostlarına ve oğullarına yazdığı 1+50 ka- lular döneminde Anadolu’da siyasî hâkimiyet kur-
dar mektubun toplanmasıyla meydana gelen bir eserdir. mak için yapılan sürekli savaşlar, taht kavgaları ve
Mülemmaları ve Türkçe Şiirleri: Ayrı bir eser halin- Moğol istilâsı sonucunda düzen ve asayişin bozulma-
de olmayan ve Farsça eserleri içinde yer alan bu şiir- sıyla yaşama gücü oldukça güçleşen, uzun süre barış
ler, bazı araştırıcılar ve ilim adamları tarafından za- ve huzur yüzü göremeyen Anadolu halkının sığına-
man zaman yayımlanmışsa da, Hasibe Mazıoğlu tara- cak bir yer araması, b) Böyle bir ortamda ortaya çıkan
fından topluca neşr edilmiştir(2009). Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, Sühreverdî, Âhî Evren,
Sultan Veled: 1226 yılında Lârende’de (=Karaman) do- Muhyiddîn-i Arabî ve Sadreddîn-i Konevî gibi muta-
ğan Sultan Veled, 1312’de vefat etmiştir. Mevlevîlik, Sul- savvıf şahsiyetlerin ve Horasan’dan gelen Yesevî der-
tan Veled zamanında tarikat haline gelmiş ve zamanla vişlerinin dinî ve tasavvufî görüşlerini toplumun çe-
yayılmış, Bursa ve Edirne başta olmak üzere, Osmanlı şitli kesimlerinde anlatmaları ve bu görüşlerinin yer
devleti içinde itibar görerek gelişmiş, hatta padişahların aldığı eserler yazmalarıdır.
da ilgisini çekmiş, yardımını ve desteğini görmüştür. Bu dönemde eserlerin Arapça ve Farsça yazılması, bu
Sultan Veled, eserlerini Farsça yazmakla birlikte az da dilleri bilmeyen Türk halkına dini ve tasavvufu ken-
olsa Türkçe beyitlere ve şiirlere de yer vermiştir. Bu di dilleriyle öğretme ihtiyacını doğurmuştur. Bütün
açıdan o, Ahmed Fakîh ile birlikte, Anadolu’da başla- bunların sonucunda Anadolu’da Türkçe ile anlatılan
yan Türk edebiyatında öncüdür. Sultan Veled’in Farsça bir din ve tasavvuf edebiyatı ortaya çıkmıştır. Şehir-
manzum olarak yazdığı Divan, İbtidâ-nâme, Rebâb- de yetişmiş aydın tabaka sufileri Farsça şiirler söyler-
nâme, İntihâ-nâme mesnevileri ile nesir olarak yazdı- ken, Anadolu’ya yayılan Yesevî, Hayderî ve Bektaşî
ğı Ma’ârif, adlı eseri vardır. Manzum eserlerinin top- dervişleri de Türkçeyi kullanarak tekke edebiyatının
lam beyit sayısı 30.000’e ulaşan Sultan Veled’in devrin- meydana çıkmasına öncülük etmişlerdir. Anadolu’da
de velûd (=çok eser veren) bir şair olduğu görülür. ortaya çıkan bu dinî-tasavvufî edebiyatın ilk tem-
Ahmed Fakîh: Horasan’da doğan Ahmed Fakîh, silcileri, Mevlânâ, Sultan Veled ve Yunus Emre’dir.
Konya’ya gelerek Mevlânâ’nın babası Bahâeddîn Mevlânâ, eserlerini Farsça yazmakla birlikte az sayı-
Veled’den fıkıh dersleri almış, bundan dolayı kendi- daki Türkçe şiirleri ve mülemmaları ile Türk edebi-
sine Fakîh denmiştir. Ahmed Fakîh’in kaynaklarda, yatını yönlendirmiş, onun meclisinde bulunan Hoca
Çarh-nâme ile Kitâbu Evsâfı Mesâcidi’ş-Şerîfe adlı iki Ahmed Fakîh (öl. 1252) de Türkçe şiirler söyleme-
eseri bulunduğu ve 1251’de öldüğü belirtilmektedir. ye başlamıştır. Mevlânâ’nın oğlu Sultan Veled Türk-
Hoca Dehhânî: Elde bulunan bir kasidesin- çe şiir söylemede, babasına göre bir hayli ileri gitmiş,
den Anadolu’ya Horasan bölgesinden geldiği, III. onu bu yüzyılın sonunda Yunus Emre, XIV. yüzyılda
Alâeddin Keykubâd (1298-1302) devrinde Selçuklu ise Gülşehrî ve Âşık Paşa gibi şairler izlemiştir.
sarayında bulunduğu ve saraydaki meclislere (=eğlen-
ce toplantıları) katıldığı anlaşılan Dehhâhî, Farsçayı ve
Fars edebiyatını çok iyi bilen, dînî, edebî ve tasavvufî
bilgisi yüksek bir saray şairidir. Şiirlerinde tasavvufa
yer vermeyen Dehhânî, yaşadığı zamanı elden geldi-
ğince zevk ve eğlence içerisinde geçirmekten yana bir
anlayışa sahiptir. Bugün elde sadece bir kaside ile do-
kuz gazeli bulunan Dehhânî, İran şiirinin edebî sanat-
larını ve mazmunlarını Anadolu’da yeni kurulan Türk
şiirinde kullanmasıyla, klâsik edebiyatımızda divan şi-
irinin temelini atan şair olarak dikkati çeker.
5. Ünite - XII-XIII. Yüzyıllar Batı Türk Edebiyatı II: XII-XIII. Yüzyıllarda Anadolu’da Gelişen Tasavvufî Türk 125
Kendimizi Sınayalım
1. Aşağıdakilerden hangisi Anadolu’da ilk alınan yerlerdendir? 6. Aşağıdakilerden hangisi zamanla gelişip batı Türk edebi-
a. İznik yatının edebî dili olmuştur?
b. Kayseri a. Harezm Türkçesi
c. Konya b. Karahanlı Türkçesi
d. Alanya c. Oğuz Türkçesi
e. Şirvân d. Kıpçak Türkçesi
e. Çağatay Türkçesi
2. Bizanslılardan 1075-1080 yılları arasında İznik’i alıp baş-
şehir yaparak Anadolu Selçuklu devletini kuran sultan aşağı- 7. Anadolu’da yazılan ilk Türkçe eser aşağıdakilerden
dakilerden hangisidir? hangisidir?
a. Süleyman Şah a. Bezm ü Rezm
b. Alp Arslan b. Târîh-i Âl-i Selçuk
c. I. Kılıç Arslan c. Makâlât
d. Melikşah d. Mirsâdü’l-İbâd
e. I. Rükneddin Mesud e. Çarh-nâme
3. İbn Bîbî’nin (öl. 1285’ten sonra) 1281’de tamamladığı 8. Aşağıdakilerden hangisi Mevlânâ’nın mensur eserlerin-
Selçuklu tarih kitabının adı aşağıdakilerden hangisidir? den biridir?
a. Selçuklu Şeh-nâmesi a. Mektûbât
b. Tabsıratü’l-Mübtedî b. Divan-ı Kebir
c. İskender-nâme c. Mesnevî-i Ma’nevî
d. el-Evâmirü’l-Alâ’îye d. İbtidâ-nâme
e. İhtiyârât-i Muzafferî e. İntihâ-nâme
4. Kâni’î Ahmed b. Mahmûd et-Tûsî’nin İzzeddîn Keykâvûs 9. Aşağıdaki şairlerden hangisi Mevlânâ’nın Mesnevî’sini
(öl. 1278-1279) için yazdığı manzum eser aşağıdakilerden manzum olarak Türkçe tercüme etmiştir?
hangisidir? a. Yûsuf Dede
a. Kelile ve Dimne b. Şem’î
b. Târîh-i Âl-i Selçûk c. Nahîfî
c. Bezm ü Rezm d. Rüsûhî
d. Ravzatu’l-Küttâb e. Sûdî
e. Şerh-i Kasîde-i Tâ’iyye
10. Hoca Dehhânî ile ilgili aşağıda ifade edilenlerden hangi-
5. Mevlânâ hakkında yazılan eserlerin ve Mevlevîlik kaynak- si doğrudur?
larının başında gelen eser ve yazarı aşağıdakilerden hangisidir? a. Şiirlerini hece vezni ile yazmıştır.
a. Karaman Şeh-nâmesi - Yârcânî b. Şiirlerinde İslam öncesi Türk şiirinin özellikleri
b. Menâkibu’l-Ârifîn - Ahmed Eflâkî görülmez.
c. Risâle - Sipehsâlâr c. Şiirlerinde İran kahramanlarına yer veren ilk şairdir.
d. Fütüvvet-nâme - Nâşîrî d. Bugün elde bulunan şiirleri bir kaside ile dokuz
e. Beşâ’rü’n-Nezâ’ir - Muînî gazeldir.
e. Mürettep bir divanı vardır.
126 VIII-XIII. Yüzyıllarda Türk Edebiyatı
Sıra Sizde 2
XIII. yüzyılda Anadolu’da yazılan ilk eserlerin Farsça olma-
sının başlıca sebeplerini şöyle sıralamak mümkündür: a)
Anadolu, Selçuklularla yeni kimlik kazanmaya başladığında
Türklerin daha önce bulundukları coğrafyalarda gelişen dev-
let ve divan geleneklerini, kayıt ve hesap usulleri, dinî yöne-
lişler, edebî ve mimarî tercihleri, şiir anlayışı ve zevkini de
bu yeni vatana taşımaları, b) Anadolu Selçuklu devletinde
Farsçanın zaman zaman resmî dil olması, c) Anadolu’ya ge-
len Türkler arasında hakim dil konumunda olan Oğuz leh-
çesinin bu dönemde henüz “edebî bir dil” özelliği kazana-
mamış olması, d) Fars edebiyatında XI. yüzyılda Şeh-nâme
gibi önemli ve büyük bir eserin yazılması ve XIII. yüzyılda
bu edebiyatın edebî geleneği olan gelişmiş bir örnek olma-
sı, e) Hakanî-i Şîrvânî (ö. 1198), Ferruhî-i Sîstânî, Nizâmî-i
Gencevî (ö. 1212-14?), Mu’izzî-i Semerkandî (ö. 1224-1227
yıllarında), Emîr Hüsrev-i Dihlevî (1253-1324) ve Mevlânâ
Celâleddîn-i Rûmî (ö. 1273) gibi Türk asıllı şairlerin Farsça
başarılı eserler yazmaları doğal olarak Anadolu’da bu dilde
eserlerin yazılmasını ve ilgi görmesini sağlamıştır.
5. Ünite - XII-XIII. Yüzyıllar Batı Türk Edebiyatı II: XII-XIII. Yüzyıllarda Anadolu’da Gelişen Tasavvufî Türk 127
Yararlanılan ve Başvurulabilecek
Kaynaklar
Sıra Sizde 3 Açık, N. (2002). Eski Türk Edebiyatında Mevlevîlik Etkisi
Mevlânâ fikirleriyle, şiirdeki tercihleriyle ve aynı zamanda ve Mevlevî Şairler, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Anka-
az sayıdaki Türkçe dizeleri ve ifadeleriyle Anadolu’daki Türk ra: Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
şiirinin kaynağında önemli bir yer edinmiştir. Mevlânâ’nın Ahmed Paşa Divanı (1966). haz. Ali Nihad Tarlan, İstanbul.
Türk edebiyatındaki yeri ve önemini iki madde halinde ifa- Akün, Ö. F. (1994). “Divan Edebiyatı”, TDVİA, 9, İstanbul:
de etmek mümkündür: TDV Yayınları.
1. Şahıs olarak Mevlâna’nın Türk edebiyatındaki yeri ve önemi. Aşkar, M. (2005). “Molla Fenari’nin ‘Şerhu Dîbaceti’l-
2. Mesnevî’sinin Türk edebiyatındaki durumu ve Türk şair ve Mesnevî’ Adlı Risalesi ve Tahlili”, Tasavvuf İlmi ve Aka-
yazarların Mesnevî’yi ele alış şekilleri. demik Araştırma Dergisi-Mevlânâ Özel Sayısı, Yıl: 6,
Türk edebiyatında pek çok şair ve yazar, Mevlânâ’yı üstat
S. 14, Ankara.
ve mürşit olarak kabul ederek eserlerinde şahsına yer ver-
Ateş, A. (1940-1945). “Hicrî VI-VIII. (XII-XIV.) asırlarda
mişler, ona olan hürmet ve hayranlıklarını söylemekten
Anadolu’da Farsça Eserler”, Türkiyat Mecmuası, VII-VIII.
geri kalmamışlardır. Bu şairlerin başında Şeyyâd İsa, Yu-
Bâkî Dîvânı (1994). haz. Sabahattin Küçük, Ankara: TDK.
nus Emre, Gülşehrî, Kirdeci Ali, İzzetoğlu ve Elvan Çe-
Cahen, C. (1979). Osmanlılardan Önce Anadolu’da Türk-
lebi gibi Mevlânâ ile aynı veya yakın dönemde yaşamış şa-
ler, trc. Yıldız Moran, İstanbul.
irleri saymak mümkündür. Yazıcıoğlu Mehmed (öl. 1451)
Çelebioğlu, A. (1998). “XIII-XV. Yüzyıl Mesnevîlerinde
Anadolu’da halk arasında en çok okunan kitaplardan
Mevlânâ Tesiri”, Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları, İs-
ünlü eseri Muhammediye’sine (yazılışı 1449) Mevlânâ’nın
Mesnevî’sinden mealen beyitler aktarmıştır. Aynı şekilde Ah- tanbul: MEB Yayınları.
med Paşa (öl. 1492), Bâkî (öl. 1600), Şeyhulislâm Yahyâ (öl. Çelebioğlu, Â. (1998). Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları,
1644), Nef ’î (öl. 1635) ve Şeyh Gâlib (öl. 1799) gibi çok sayıda İstanbul: MEB Yayınları.
şair şiirlerinde Mevlânâ’dan, eserinlerinden ve Mevlevîlerden Çelebioğlu, A. (1999). Türk Edebiyatında Mesnevi, İstanbul.
büyük övgüyle söz etmişlerdir. Değirmençay, V. (2005). Kâni’î-yi Tûsî ve Kelîle ve Dimne’de
Osmanlı âlimlerinin de Mevlânâ’ya ilgisi büyük olmuş- II. İzzeddin Keykâvûs’a Methiyeleri, Erzurum.
tur. Örnek olarak Osmanlı’nın ilk şeyhülislâmı kabul edilen Demirci, İ., Teslim, E. (2006). Mevlâna Hakkında Şiirler
Molla Fenârî (ö.834/1431), Şerhu Dîbâceti’l-Mesnevî adlı ri- Antolojisi, Konya: İl Kültür ve Turizm Md. Yayınları.
salesiyle Mesnevî’nin önsözünü Arapça olarak şerh etmiş, Duru, N. F. (2000). Mevleviyâne, İstanbul.
Mevlânâ’yı yücelterek anmıştır. Şeyhülislam Kemalpaşazâde Eflâkî, (1986-1987). Ariflerin Menkıbeleri, I-II, trc. Tahsin
(ö.1534) de Mevlânâ’nın adını anarak veya anmadan eserle- Yazıcı, İstanbul.
rinde Mevlânâ’nın şiirlerinden alıntılar yapmış, ondan yarar- Erdoğan M. (2009). “Klasik Türk Şiirinde Mevlânâ Medhiye-
lanmıştır. Taşköprüzâde İsâmeddîn Ahmed Efendi (öl. 1561) leri ve Mecmua-i Medâyih-i Mevlânâ”, Mevlânâ Araştır-
ve onun Arapça eserini ilavelerle Türkçeye tercüme eden maları-3, Ankara.
oğlu Kemâleddîn Efendi (öl. 1621) de, bilimler hakkında bil- er-Râvendî, Muhammed b.Ali, (1957-1960). Râhatu’s-sudûr
gi veren Mevzû’âtu’l-’ulûm isimli eserde Mevlânâ hakkında ve âyetu’s-surûr, trc. Ahmed Ateş, I-II, Ankara.
bilgi verip değerlendirmelerde bulunmaktadır. Genceî, T. (1987), “Çarhnâme’nin Müellifi ve Tarihi Hakkın-
Mevlânâ’nın eserlerinde bulunan düşünce, yorum, mazmun da Notlar”, Türk Kültürü, S. 286, Ankara.
ve deyimlere sonraki şairlerde aynen veya benzer şekilde gö-
Gölpınarlı, A. (1992). Dîvân-ı Kebîr I, Ankara.
rülebilmektedir. Türk edebiyatının büyük şairleri Nef ’î ve
Gölpınarlı, A. (1999). Mevlânâ Celâleddin Hayatı, Eserleri,
Şeyh Gâlib’e gelene kadar çok sayıda şair Mevlânâ’ya şiirle-
Felsefesi, İstanbul: İnkılâp Kitabevi.
rinde yer verirler ve onu övmekten geri kalmazlar. Aynı du-
Hüseyn Muhammedzâde-i Sadîk (1369). Seyrî der eş’âr-i
rum halk edebiyatı içinde yer alan şairlerde de görülür.
Türkî; Mekteb-i Mevlevîye, Tahran.
Mevlânâ, Mesnevî’de ve Divan-ı Kebir’de zaman zaman Türk-
İbn Bîbî (1956). el-Evamiru’l-alaiyye, Faksimile, Ankara,
çe yazdığı ibâreler, mülemmalar ve beyitler ile XIII. yüzyıl-
İbn Bîbî (1957). el-Evamiru’l-alaiyye, nşr. Necati Lugal-
da kendinden sonra Ahmed Fakîh ve Sultan Veled de görül-
düğü gibi Türkçe şiirlerin yazılmasına rehberlik ederek önü- Adnan Sadık Erzi, cilt I, Ankara.
nü açmıştır. Mesnevî’nin yazıldığı günden bu yana hemen her İbn Bîbî (1996). el-Evâmiru’l-alâiyye, haz. Mürsel Öztürk,
yüzyılda Türkçe tercümesi ve şerhinin yapılması, Anadolu’daki I-II, Ankara.
Türk edebiyatının gelişmesinde ve şekillenmesinde Mevlânâ ve Jalâlu’ddîn Rûmî (1925-1940). The Mathnawî, nşr. R. A. Nic-
eserlerinin başlıca kaynaklardan biri olduğunu göstermektedir. holson, I-VII, London.
128 VIII-XIII. Yüzyıllarda Türk Edebiyatı
Karaismailoğlu, A. (1996). “Selçuklu Sarayında Şiir ve Şair”, Mevlânâ Celâleddin (1992). Dîvân-ı Kebîr I-VII, haz. Ab-
V. Milli Selçuklu Kültür ve Medeniyeti Semineri, Bil- dulbaki Gölpınarlı, Ankara: Kültür Bakanlığı.
diriler, Konya. Mevlânâ Güldestesi (tarihsiz), hzl. Feyzi Halıcı-Bahar Gök-
Karaismailoğlu, A. (2007). “Mesnevî’de Türk Adı ve Kulla- filiz, Ankara: Yücel Ofset.
nım Özellikleri”, Mevlânâ Araştırmaları 1, Ankara: Ak- Muhammed Emin Reyâhî (1369). Zebân ve Edeb-i Farsî der
çağ Yayınları. Kalemrov-i Osmanî, Tahran.
Kartal, A. (2005). “Anadolu’da Farsça Şiir Söyleyen Türk Şair- Öçal, Ş. (2009). “Mevlânâ ve Kemalpaşazâde’de Varlık Kavra-
ler (XI-XVI. Yüzyıllar)”, Türkler, V, Ankara. mı ve Işık Sembolü”, Mevlânâ Araştırmaları 3, Ankara.
Kartal, A. (2006). “Anadolu’da Türk Edebiyatının Gelişimi”, Önder, M. (1973). Mevlâna Şiirleri Antolojisi, İstanbul:
Türk Edebiyatı Tarihi I, Ankara: KTB Yayınları. Işık Yayınları
Kartal, A. (2006). “Anadolu’da Türk Edebiyatının Öncüle- Sertkaya, O. F. (1989). “Ahmed Fakîh”, TDVİA, 2, İstanbul.
ri”, Türk Edebiyatı Tarihi I, Ankara: KTB Yayınları. Şeşen, R. (2004). “Selçuklular Devrindeki İlme Genel Bir Ba-
Şeyhûlislam Yahya Divan (2001). Haz. Hasan Kavruk, kış”, III. Uluslar Arası Mevlâna Kongresi (5-6 Mayıs
Ankara 2003), Bildiriler, Konya: Selçuk Üniversitesi Yayınları
Kartal, A., Şentürk, A. A. (2004). Üniversiteler İçin Eski Şeyhülislislâm Yahyâ Divanı (2001). Haz. Hasan Kavruk,
Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul: Dergâh Yayınları. Ankara.
Kemâleddîn Efendi (1313). Mevzû’âtu’l-’ulûm, I-II, İstanbul. Tatçı, M. (1990). Yunus Emre Divanı Tenkitli Metin, Anka-
Koca, K. (1997). İzzeddin Keykâvüs (1211-1220), TTK Ya- ra: Kültür Bakanlığı Yayınları
yınları. Ankara. Tekcan, M. (2007). Hakim Ata Kitabı, Beşir Kitabevi, İstanbul.
Korkmaz, Z. (1995). Türk Dili Üzerine Araştırmalar I, An- The Mathnawi of Jalálu’ddín Rúmí I-VIII, (1925-1940), by Rey-
kara: TDK Yayınları. nold A. Nicholson, ed. from the oldest mss. Available; with
Köprülü, M. F. (1926). “Selçukiler Devrinde Anadolu Şairle- critical notes, tr. and commentary, London: Luzac & Co.
ri, Hoca Dehhânî”, Hayat Mecmuası, Ankara 1926, S. 1. Turan O. (1998). Türkiye Selçukluları Hakkında Resmî Ve-
Köprülü, M. F. (1943). “Anadolu Selçukluları Tarihinin Yerli sikalar, Ankara.
Kaynakları”, Belleten, VII. Turan, O. (1971). Selçuklular Zamanında Türkiye, İstanbul.
Köprülü, M. F. (2003). Türk Edebiyatı Tarihi, Ankara: Ak- Turan, O. (1997). “Keykubâd I, Alâ al-Dîn”, İslâm Ansiklo-
çağ Yayınları, 5. bas. pedisi, VI, Eskişehir: MEB Yayınları
Kuban, D. (1993). “Ortaçağ Anadolu - Türk Sanatı Kavramı Turan, O. (2010). Selçuklular Zamanında Türkiye, İstanbul.
Üzerine”, Malazgirt Armağanı, Ankara. Uzunçarşılı, İ. H. (1948). “XII. Ve XIII. Asırda Anadolu’daki
Külliyât-ı Şems yâ Dîvân-ı Kebîr I-X, (1957-1967). Tahran: Fikir Hareketleri İle İçtimaî Müesseselere Bir Bakış”, III.
İntişârât-ı Dânişgâh-i Tahrân Türk Tarih Kongresi Tebliğleri, Ankara.
Mansuroğlu, M. (1947). Anadolu Türkçesi (XIII. Asır) Uzunçarşılı, İ. H. (2003). Anadolu Beylikleri, Ankara.
Dehhânî ve Manzumeleri, İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Türk Yavuz, K. (1986). “Ahmed Cevdet Paşa’nın Abidin Paşa’ya Yaz-
Dili ve Edebiyatı Mezunları Cemiyeti Yayını: 2, İstanbul. dığı Mektup”, Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, İstanbul.
Mansuroğlu, M. (1956). Ahmed Fakîh, Çarhnâme, İstanbul. Yavuz, K. (2000). “Türk Edebiyatında Mesnevî’den İlk Tercü-
Mazıoğlu, H. (1972). “Selçuklular Devrinde Anadolu’da Türk me Hikâyeler ve Bazı Dikkatler”, Uluslararası Mevlânâ
Edebiyatının Başlaması ve Türkçe Yazan Şairler”, Malaz- Bilgi Şöleni, (15-17 Aralık 2000), Ankara.
girt Armağanı, Ankara: TTK Yayınları. Yavuz, K. (2007). Muinî, Mesnevî-i Muradiye, cilt I-II, Kon-
Mazıoğlu, H. (1974). Ahmed Fakı, Kitâbu Evsâfı Mesâcidi’ş- ya: Selçuk Üniversitesi Yayınları.
Şerîfe, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayını. Yavuz, K. (2007). Gülşehrî’nin Mantıku’t-tayr’ı (Gülşen-
Mazıoğlu, H. (2009). “Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî’nin Türk- nâme), Ankara: Kırşehir Valiliği Yayını: 12.
çe Şiirleri”, Eski Türk Edebiyatı Makaleleri, Ankara:
Türk Dil Kurumu Yayınları.
Mengi, M. (2000). Eski Türk Edebiyatı Tarihi Edebiyat
Tarihi-Metinler, Ankara: Akçağ Yayınları. 6. Bas.
Mevlânâ (1992). Divân-ı Kebîr, I-VII, çev. Abdülbaki Gölpı-
narlı, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları
6
VIII-XIII. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI
Amaçlarımız
Bu üniteyi tamamladıktan sonra;
“Harezm”in anlamını ve tarihini açıklayabilecek,
“Harezm Türkçesi” kavramını tanımlayabilecek ve bu lehçenin tarihî gelişim
sürecini açıklayabilecek,
Harezm Türkçesi ile yazılmış eserleri tanıyabileceksiniz.
Anahtar Kavramlar
• Harezm • Nehcü’l-Ferâdîs
• Altın Ordu Türkçesi • Mi‘râc-nâme
• Harezm Türkçesi • Mu‘înü’l-Mürîd
• Hüsrev ü Şîrîn • Mukaddimetü’l-Edeb
• Kısasü’l-Enbiyâ • Dâsitân-ı Cumcuma
• Muhabbet-nâme
İçindekiler
Harezm bölgesi, 717 yılında Emevîlerle birlikte İslam orduları tarafından fethedilmiş
Afrigoğullarından İskecmük yalnızca şahlık unvanı olan yetkileri kısıtlanmış harezmşah
olarak bırakılmıştır.
995 yılında Samanoğulları, ticaret merkezi olan Gürgenç’i kendilerine bağladılar. Ayrı-
ca buraya vali atadılar; bu vali zamanında Samanoğullarının hâkimiyet sahası genişledi ve
ilk Harezmşahlar döneminin başkenti olan Kat şehri zaptedildi. Afrigoğullarının son tem-
silcisi ise öldürülerek başkenti Gürgenç olan yeni bir hanedanlık kuruldu.
X. yüzyılda Arap coğrafya ve tarihçilerinin kaydettikleri “kılavuz, kara tigin, bagırkan,
barkan, çakıroguz, karasu, temirtaş” gibi Türkçe kelimelerin yaşamakta oluşu, Abbâsîler
devrinde Basra valisi sübaşı el-Hâcib el-Harezmî et-Türk gibi Türk valilerin yönetimde
bulunuşu ile bu dönemde söz konusu bölgede Türklerin varlığı ortaya çıkmaktadır. Yine
Arap tarihlerinde Gürgenç ve daha batıdaki Zencan’a “Türk kapısı” denilmesi bu dönem-
de bölgedeki Türklerin önemini vurgulaması bakımından önemlidir. Ayrıca XI. yüzyılın
ikinci yarısında Kaşgarlı Mahmud’un sözlüğünde (Divanü Lûgat-it-Türk Tercümesi I, (Çe-
viren: B. Atalay), s. 357) “Harezm’de yerleşmiş bir Türk boyu” karşılığı olarak Küçet ismi-
nin geçmekte oluşu da bu konuda önemli bir tanıktır.
1017 yılında ise Gazneliler, Harezm’i zaptederek kendi idarelerini kurdular. Komutan-
larından Altuntaş’ı buraya vali tayin ederek yeni bir Harezmşahlar dönemini başlattılar.
Altuntaş’ın ölümünden sonra oğlu Harezmşah Harun, Gazneli Mahmud’un yerine geçen
Sultan Mesud’a isyan etmiş ve Buhara havalisinden Selçuklu Türkmenleri ile işbirliğine gi-
rişmişti. Bu dönemde Cend emiri Sultan Şah Melik, Selçukluları bir gece baskınında boz-
guna uğratmış ve Harezmşah Harun’u da öldürmüştü. 1041 yılında Cend emiri Gürgenç’e
girerek Gazne hükümdarı Sultan Mesud ve kendi adına hutbe okutmuştu. Bu arada Sel-
çuklular Horasan’da Gaznelilere karşı parlak zaferler kazanmışlar ve nihayet Dandanakan
muharebesi ile Gaznelileri Horasan’dan sürmüşlerdi. Harezm’den sürülen Altuntaşoğulla-
rı Horasan’a giderek Selçuklulara sığınıp yardım istemişlerdi. Bunun üzerine Selçuklu sul-
tanları Tuğrul ve Çağrı kardeşler Harezm’e giderek Şah Melik’i mağlup etmişler ve böylece
Harezm, Selçuklulara geçmişti. Mangışlak seferinden sonra Gürgenç’e uğrayan Alp Ars-
lan, Harezm’in idaresini oğluna vermiş ise de daha sonra gerek kendi döneminde gerek-
se Sultan Melikşah döneminde Harezm bu sultanların tayin ettiği valiler tarafından ida-
re olunmuştur. Bu elden ele dolaşan idarenin Kıpçak ve Kanglı boylarından olan komu-
tanların eline geçmesiyle bölgeye bir süreden beri yerleşmeye başlayan Oğuzların yanısı-
ra Kıpçak ve Kanglıların da yerleşmesi Harezm’in etnik yapısındaki değişimi Türklerin le-
hine çevirmişti.
Sultan Melikşah zamanında sultanın taştdarı Anuştigin Harezm mutasarrıfı ve valisi
olarak tayin edilmişti. Fakat Anuştigin ülkeyi fiilen idare etmemiş, Kıpçak Türklerinden
Ekinci bin Koçkar asıl görevi üstlenmişti. Bu dönemde Harezm’in Türkleşme işi tamam-
lanmış, böylece Harezm’de Kıpçak, Kanglı ve Oğuz Türkçelerinin karışımı “Harezm Türk-
çesi” de oluşmuştur. Fakat gerek Gazneliler gerekse Selçuklular zamanında idare ve ordu
Türklerde olmasına rağmen Türkçe yazı ve edebiyat dili olamamıştı. Bu durum Kutbüddîn
Muhammed ile başlayan son Harezmşahlar döneminde gerçekleşmiş ve Harezm Türkçe-
si, eserlerini vermeye başlamıştır.
Anuştigin Garçai, Reşîdüddîn’in Câmi‘ü’t-Tevârîh’ine göre Oğuzların Begdili boyuna
mensuptur. Reşîdüddîn, Harezmşahlar bahsinde esas itibarı ile Cüveynî’ye dayanmasına
rağmen bu bilgi Târîh-i Cihângüşâ’da bulunmamaktadır. Bu nedenle F. Köprülü Câmi’ü’t-
Tevârîh’teki bu kaydı kabul ederken Z. V. Togan Anuştigin’in Kanglı Türklerinden oldu-
ğuna dair açıklamalarda bulunmuştur (Kafesoğlu, 1956: 39-40).
1097 yılında Selçuklu hükümdarı Sultan Sencer, Anuştigin’in oğlu Kutbüddîn
Muhammed’i Harezmşah tayin edince Harezm’in en parlak devri başlamış ve 1231 yılına
6. Ünite - Harzem-Altın Ordu Türkçesi ve Edebiyatı 133
kadar hüküm sürecek olan Harezmşahlar hanedanının temeli atılmıştır. Atsız (1127-1156)
devrinde yarı müstakil bir devlet hâline gelen Harezm, İl Aslan (1156-1172) ve Alâeddîn
Tekiş (1172-1200) zamanında güçlenip gelişmiş, Alâeddîn Muhammed (1200-1220) dev-
rinde imparatorluk olmuş iken Celâleddîn Muhammed’in (1220-1231) kötü idaresi sonu-
cunda Cengiz Han’ın yönettiği Moğol güçlerine yenilmiştir.
Cengiz Han’ın ölümünden sonra (1227) dört oğlu arasında yapılan taksimde Harezm
bölgesi -doğu kısmı hariç- en büyük oğlu Cuci’nin payına düşmüştür. XIV. yüzyılda Cuci
Hanlığının yönetimi Kongrat Türklerine geçmiştir. Bu yüzyılda bölgeyi gezen İbn Batuta
buradaki çarşı-pazar, medrese ve camilerin güzelliğine ve halkın iş bilirliğine dikkat çek-
miştir. Kongratlardan Hüseyn Sûfî’nin Çağatay ulusuna bırakılan Harezm’in doğu tarafla-
rını (Kas ve Hive) işgal etmesi ile Timur, 1373 yılında Harezm’e yürümüş ve yağmalamış-
tır. Timur’un ölümünden sonra (1405) Özbekler (Şeybânîler) Harezm’i işgal etmişlerdir.
XVI-XIX. yüzyıllar arası Harezm’in gerileme devresi olmuştur. Hanlıkların yöneti-
minde bölgede ilim ve kültür hayatı gerilemiş, XVII. yüzyılda Kalmuk saldırıları ile ticarî
faaliyetler altüst olmuş ve nihayet 1873’te de Ruslar bölgeyi tamamen ele geçirerek Batı
Harezm Hanlığı Ruslara tabi olarak yönetilmiştir. Bolşevik ihtilalinden sonra hanlığa son
verilerek 1920’de Harezm Halk Cumhuriyeti, 1921’de Harezm Sovyet Sosyalist Cumhuri-
yeti kurulmuştur. 1924’te ise Hive Hanlığı’nın doğu tarafı Özbekistan, batı tarafı ise Türk-
menistan Cumhuriyetlerine bırakılmıştır. (Kafesoğlu, 1956; Ata, 2002)
Altın Ordu sahasında konuşulan mahallî şiveye Harezm Türkçesinin de katılması ile Türk
dilinin Kıpçak kanadında yeni bir yazı dili ortaya çıkmıştır. Harezm Türkçesi rehberliğin-
de oluşan Altın Ordu veya Cuci ulusu edebî dilinin Harezm bölgesinde oluşan yazı dilin-
den farklı olacağı ortadır. Ancak bugüne kadar Türk dilinin bu sahasında, bu farkları or-
taya koyacak çalışmalar yapılmamıştır.
Bu kadar geniş bir sahada kullanılan bu edebî dil, birlik sağlayamamış, eski ve yeni şe-
killer yerli ağız özellikleri ile karışmıştır. Bu dil evresi Timurlular devrinde sona ermiş ve
yerini Çağatay Türkçesine bırakmıştır.
F. Köprülü, XIV. asırda Türkistan, Horasan, Harezm ve Altın Ordu’da yazılmış bütün
eserleri Çağatay Türkçesi kapsamında ele almıştır. Ona göre bu bölgelerde ortaya konu-
lan eserlerde lehçe farkları vardır, fakat dil ve edebiyat tarihini devrelere ayırırken filo-
lojik karakterleri ihmal etmemek gerekli ise de birinci şart toplayıcı tarihî ve edebî ka-
rakterleri göz önünde bulundurmaktır. Bu bakımdan Çağatay Türkçesinin meydana ge-
lişinde sözünü ettiği ortak karakter Cengiz istilasıdır. Köprülü, XV. yüzyıl Çağatay ede-
biyatını hazırlayan ve edebî karakterleri bakımından ondan tamamıyla farksız olduğunu
kaydettiği XIII. ve XIV. yüzyıl eserlerini ilk Çağatay devri içinde ele alıp değerlendir-
miştir. Ancak bu dönemi de “Timur devrinde edebî inkişaf ”, “Altın-Ordu’da edebî in-
kişaf ” ve “Hˇarizm’de edebî inkişaf ” olmak üzere alt başlıklara bölmüştür. Ona göre
“XII. asır Hakaniye Türkçesi ile XV. asır klâsik Çağataycasını birbirine bağlayan bu uzun
devirde önce Çağataylar ve İlhanlılar memleketlerinde, daha sonra Hˇarizm ve Altın-
Ordu sahalarında edebî bir faaliyet başlamış ve bu inkişaf Timurlular devrinde XV. as-
rın ilk yarısında büsbütün kuvvetlenerek, bu asrın son yarısında Nevâî ve arkadaşlarının
himmeti ile klâsik Çağataycayı vücuda getirmiştir.” Köprülü, ilk Çağatay devri eserleri
(Bu devir içinde yer aldığı bildirilen Hüsrev ü Şîrîn, Muhabbet-nâme, Cumcuma-nâme
“Altın Ordu’da”, Alî’nin Kıssa-i Yûsuf’u, Rabgûzî’nin Kısasü’l-Enbiyâ’sı, Mu‘înü’l-Mürîd,
Nehcü’l-Ferâdîs ise “Hˇarizm’de edebî inkişaf ” maddelerinde işlenmiştir.) arasındaki ba-
riz farkları, bu devirde siyasî ve edebî muhtelif merkezlerin bulunmasına, şair ve mu-
harrirlerin farklı etnik gruplara ve coğrafî sahalara mensup olmasına ve bunlar arasın-
daki kültür farklarına bağlamıştır (Köprülü, 1945: 275, 285).
V. V. Barthold ise Orta Asya Türk Tarihi Hakkında Dersler (İstanbul 1927) çalışmasında
Çağatay Türkçesinin Moğol istilası sonucunda teşekkül etmiş olduğunu fakat Türkistan’ın
Altın Ordu’ya değil bilakis Altın Ordu ve Harezm sahalarının Türkistan’a tesiri ile bu edebî
Türkçenin oluştuğunu ileri sürmektedir. Barthold böylece bizim de kabul ettiğimiz bir gö-
rüşü yani Harezm ve Altın Ordu Türkçelerinin Çağatay Türkçesine geçiş devresi teşkil et-
tiğini dile getirmiştir.
Harezm Türkçesinin Orta Asya Türk yazı dili içerisinde özel bir devre teşkil ettiği-
ni ortaya koyan Türkologlardan biri de A. N. Samoyloviç’tir. Samoyloviç, Kutb’un Hüs-
rev ü Şîrîn’i ile Harezmî’nin Muhabbet-nâme’sinin dil özelliklerine dayanarak Orta Asya
edebî dilini üç döneme ayırmış ve Harezm Türkçesine Oğuz-Kıpçak Türkçesi adını ver-
miştir (Samoyloviç, 1928): 1. faaliyet merkezi Kaşgar olmak üzere Karahanlı veya Haka-
niyye Türkçesi dönemi (XI-XII. yy.), 2. Seyhun’un aşağı kıyıları ve Harezm merkez olmak
üzere Oğuz-Kıpçak dönemi (XIII-XIV. yy.), 3. Timur çocuklarının idaresi ile başlayan Ça-
ğatay bölgesinde Çağatayca dönemi (XV-XX. yüzyıl başları).
A. Caferoğlu, “bu çağ Türk dünyasının geniş bir sahaya yayılmasına rağmen, Türk-
ler arasında kendini hissettirecek derecede müşterek bir yazı dili olmuş ve bu dilde bir
edebiyat vücuda getirilmiştir” dediği dönemi yani Müşterek Orta Asya Türkçesini türlü
kültür merkezleri ve Türk boylarının etnik ve diğer özellikleri bakımından üç devreye
ayırmıştır (Caferoğlu, 1984:74): 1. Karahanlılar devrinden itibaren Kaşgar şivesinde inki-
şaf eden Türkçe ki buna hem Hakaniye hem de Doğu Türkçesi adı verilmektedir, 2. Batı
6. Ünite - Harzem-Altın Ordu Türkçesi ve Edebiyatı 135
Türkistan’ın Seyhun ırmağının aşağı mecrası ile Harezm’in muhtelif merkezlerinde geli-
şen Harezm (Altın Ordu) Türkçesi, 3. Orta Asya Türkçesinin en parlak devrini teşkil eden
Çağatay Türkçesi.
Tarihî ve çağdaş Türkçeleri bir arada değerlendiren J. Benzing, Philologiae Turcica
Fundamenta (Wiesbaden 1959. Türkçeye çeviren: Mehmet Akalın, Tarihi Türk Şiveleri,
Ankara 1988) adlı çalışmasında Doğu Türkçesi-Uygurca grubunda çağdaş Türkçelerden
Özbekçe ve Uygurcayı ele almış tarihî Türkçeler için ise şunları ifade etmiştir: “Bu grup
için de elimizde VIII. ve IX. yüzyıllardan (Eski Uygurca) kesintisiz olarak gelen ve XIII.
yüzyıl Çağataycası ile modern devirde (Özbekçe ve Yeni Uygurca) oldukça zengin tarihî
malzeme vardır: Buraya Karahanlı ve Harezm Türkçesi de girer.”
K. H. Menges de Fundamenta’daki “Türk Dillerinin Sınıflandırılması” adlı yazı-
sında Orta Türkçe dönemi dillerini şöyle göstermiştir (Tarihi Türk Şiveleri, s. 8): “Kaş-
garlı Mahmud’un lügati ve Karahanlı İmparatorluğu metinleri tarafından temsil edi-
len Uygurcadan Çağataycaya geçiş dönemindeki bir doğu lehçesi ve Harezm (XI. ve XII.
yüzyıllar)’deki bir kuzeydoğu lehçesi.”
Yukarıda da görüleceği üzere Harezm Türkçesi, Ali Şir Nevâî’den başlayarak bazen
Samoyloviç’te olduğu gibi farklı isimlendirmelerle (Oğuz-Kıpçak gibi) de olsa Orta Türkçe
dönemi içinde ayrı bir devre olarak ele alınıp değerlendirilmiştir. Ancak bu dönem eserle-
rinin yayımının geç zamanlarda yapılması ve bugüne kadar bile ayrıntılı bir Harezm Türk-
çesi gramerinin ortaya konulamamasından dolayı, bu eserler yukarıda adı geçen Türko-
loglar tarafından Orta Türkçe döneminin farklı devrelerinde ele alınıp değerlendirilmiştir.
Örneğin; Harezm Türkçesinin en kapsamlı eseri olan Rabgûzî’nin Kısasü’l-Enbiyâ’sını A.
Caferoğlu, Orta Türkçe döneminin ilk grubunda yani Hakaniye Türkçesi içinde ele almış,
Atebetü’l-Hakâyık ve Ahmed Yesevî’nin hikmetleri ile bir arada değerlendirmiştir. Cafe-
roğlu, bu eserler arasındaki dil farklılıklarını ise eserlerin yazıldığı sahalara ve buralarda
kazanmış olduğu yeni dil unsurlarına bağlamıştır. Yine aynı eseri, J. Thúry, Millî Tetebbu-
lar Mecmuası II’deki “Ondördüncü Asır Sonlarına Kadar Türk Dili Yadigârları” başlıklı
çalışmada, Çağatay edebiyatının ilk ürünü olarak değerlendirmiş ve bu fikri Ş. Süleyman
Efendi de destekleyerek Lugat-i Çagatay ve’t-Türkî ‘Osmânî adlı sözlüğüne bu eserden pek
çok kelime almıştır. Ancak Kısasü’l-Enbiyâ’nın yazıldığı dönemde henüz Çağatay Türkçe-
si edebî bir dil hâlini alıp eser vermeye başlamamıştır.
Yine dönemin önemli eserlerinden Nehcü’l-Ferâdîs’in dili için de Türkologlar arasında
ihtilaf vardır. Z. V. Togan, eserin Harezm Türkçesiyle kaleme alındığını beyan ederken, A.
N. Nadjib (“Nehcü’l-Feradis ve Dili Üzerine”, Çev. Nazif Hoca, Türk Dili ve Edebiyatı Der-
gisi, 1977, s. 22), Ş. Mercânî ile aynı görüşü paylaşmakta yani eserin Volga Bulgar Türkçe-
si ile yazıldığını tanıklarıyla ispat etmeye çalışmaktadır.
Kısaca, bugüne kadar dil tarihi ve edebiyat tarihi çalışmalarında Harezm Türkçesi ve
bu Türkçe ile yazılmış eserler konusunda fikir birliği olmamıştır.
J. Eckmann, Fundamenta’daki “Harezm Türkçesi” maddesinde dönemin eserleri-
ni “Muhabbet-nâme (Mah), Miftâhü’l-‘adl (Mif), Mi‘râc-nâme (Mi’r), Muînü’l-Mürîd
(MM), Nehcü’l-Ferâdîs (NF), Kisas-i Rabgûzî (Rab.), Hüsrev ü Şîrîn (HŞ)” olarak göster-
miş ve bu eserlerle ilgili kısa bilgiler vermiştir. PhTF’nın II. Edebiyat cildinde (1964:275-
296) ise Eckmann, bu saha ve bu dönem eserlerini Kiptschakische Literatur ana başlığı al-
tında a) Die Literatur von Chwarezm und der Goldenen Horde maddesinde işlemiş ve yu-
karıdaki eserlere satır-arası Kur’an tercümeleri ile Dâsitân-ı Cumcuma’yı da eklemiştir.
Bu yazıda eserlerin yazıldığı yer, müelliflerin yetiştiği bölge dikkate alınarak
Mukaddimetü’l-Edeb, Rabgûzî’nin Kısasü’l-Enbiyâ’sı, Nehcü’l-Ferâdîs, Mu‘înü’l-Mürîd ve
Satır-arası Kur‘ân Tercümesi Harezm Türkçesi eserleri olarak ele alınmakta, bunun ya-
nında aynı sebeplerle Kutb’un Hüsrev ü Şîrîn’i, Muhabbet-nâme, Mi‘râc-nâme, Dâsitân-ı
136 VIII-XIII. Yüzyıllar Türk Edebiyatı
Cumcuma ve Altın Ordu sahasına ait yarlık ve bitikler ise Harezm-Altın Ordu eserleri baş-
lığı altında işlenmekte, bu eserlerin benzer ve farklı gramer özellikleri ortaya konulmakta-
dır. Altın Ordu sahası eserleri için “Harezm-Altın Ordu” ismini kullanma nedenimiz Al-
tın Ordu Türkçesi ile Harezm Türkçesini biri birinden ayıran ölçütlerin ortaya konulama-
mış olmasıdır.
Zemahşerî ve Mukaddimetü’l-Edeb’i
Mukaddimetü’l-Edeb, ünlü tefsir ve lügat âlimi Mahmud bin Ömer ez-Zemahşerî tarafın-
dan yazılıp Harezmşah Atsız bin Muhammed bin Anuştigin’e sunulmuştur.
Harezmşah Atsız (1099-1156) 1127 yılında Sultan
Resim 6.1
Sencer tarafından babası Kutbüddîn Muhammed’in ölü-
Mukaddimetü’l- mü üzerine Harezmşah ilân edilmiştir. Devrin ilim dili
Edeb’in 1257 yılında
istinsah edilen
olan Arapçaya ilgi duyan Atsız, lügat âlimi Zemahşerî’den
Yozgat nüshasının ilk kendisinin saray kütüphanesi için bir sözlük yazması-
sayfaları nı istemiş ve Zemahşerî de bu isteği yerine getirmek
için Mukaddimetü’l-Edeb adını verdiği eserini yazmıştır.
Zemahşerî, eserin önsözünde “devrin hükümdarı Ha-
rezmşah Atsız’ın Arap dilini öteki dillere tercih ettiğini ve kendisine, çok zengin olan sa-
ray hazinesi için bir nüsha yazmasını emrettiğini, kendisinin de bu emre uyarak kitabı yazıp
Atsız’a ithaf ettiğini ve kitabının bütün memleketlerde makbûle geçerek Atsız’ın yüce adının
her zaman, her yerde ve bütün dillerde anılmasını istediğini” belirtmektedir.
Mukaddimetü’l-Edeb’in yazılış tarihi eserin hiçbir nüshasında kayıtlı değildir. Fa-
kat Atsız’ın hüküm sürdüğü yıllar (1127-1156) ve Zemahşerî’nin ölüm tarihi (1144) göz
önünde bulundurulursa yazılış yılının 1128-1144 yılları arasında olduğu düşünülebilir.
Mukaddimetü’l-Edeb’in Harezm Türkçesi, Farsça, Moğolca, Çağatayca, Osmanlıca gibi
pek çok dile satır altı tercümesi yapılmış nüshası bulunmaktadır. Ancak sözlüğün oriji-
nali kayıp olduğu için Harezmşah Atsız’a sunulan eserin herhangi bir dilde tercümesi-
nin olup olmadığı, tercümesi var ise hangi dilde yapıldığı bilinmemektedir. Fakat ese-
rin ithaf edildiği kişi yani hükümdar Atsız Türk’tür (Kafesoğlu, 1956:38-42) ve bu neden-
le orijinal nüshadaki satır altı tercüme büyük bir ihtimalle Türkçe yani dönemin Türk-
çesi ya da eserin yazıldığı dönem ve bölgede Türkçeden sonra en çok konuşulan Farsça
veya Harezmîce olmalıdır. Mukaddimetü’l-Edeb’in “Önsöz”ünde Atsız’ın yüce adının bu
kitap sayesinde “bütün dillerde” her zaman ve her yerde anılmasını istediğini anlatan ifa-
dede “bütün diller”den kasıt bu üç dil olmalıdır. Z. V. Togan, “Zimahşerî’nin doğu Türk-
çesi ile “Mukaddimetü’l-Edeb”i” (Türkiyat Mecmuası XIV, 1964, İstanbul 1965, s. 81) baş-
lıklı çalışmasında eserin orijinal yazmasındaki tercümeyi tespit etme konusunda şu açık-
lamayı yapmıştır: “Zimahşerî’nin Türkçe glossarının aslî ilk şeklini tespit etmek için onun
aynı kitaba yazdığı Horezmce ve Farsça glossarlarını da ele alarak her üçünü karşılaştır-
mak şarttır. Türkçe glossar gibi Farsçası da, ya Zimahşerî’den tamamen müstakil olarak
yeniden yapılmış yahud da Zimahşerî’nin bu farsça glossarı zaman ve mekâna göre tadi-
lata uğramıştır.”
Mukaddimetü’l-Edeb, Arapça öğretmeyi amaçlayan, Arapça kelime ve kısa cümleler-
den oluşan pratik bir sözlüktür. Bu nedenle ele alınan kelime ve kısa ibareler arasında her-
hangi bir ilgi bulunmamaktadır.
6. Ünite - Harzem-Altın Ordu Türkçesi ve Edebiyatı 137
Alfabetik sırada olmayan bu sözlük beş bölümden oluşmaktadır: İsimler, Fiiller, Harf-
ler (Edatlar), İsim Çekimi, Fiil Çekimi. Bu bölümler arasında fiiller, eserin ¾’ünü oluş-
turmaktadır. Mukaddimetü’l-Edeb’de son üç bölüme çok az yer verilmiştir. Sözlüğün Ha-
rezm Türkçesi ile yapılmış tercümelerinin hiçbirinde bu son üç bölüm yer almamaktadır.
Eski Türkçe ve Orta Türkçe dönemi sözlüklerinde bulunmayan, hapaks (=hapax) Hapaks (hapax) : Bir eserde
sadece bir defa kullanılmış
durumundaki pek çok kelimenin yer aldığı Mukaddimetü’l-Edeb, bu yönüyle Divanü (kelime) veya tek bir kelimede
Lugati’t-Türk’ten sonra Orta Türkçe döneminin en zengin kelime hazinesini içine alan bir görülen şekil.
sözlüktür.
Mukaddimetü’l-Edeb’in Nüshaları: Eserin Harezm Türkçesi ile bilinen yirmi nüsha-
sı vardır.
1. Yozgat Kütüphanesi, 396 (10 cumadi’ü’l-evvel 655/25 Mayıs 1257)
2. Berlin Devlet Kütüphanesi, Nr. Ms. Orient Fol. 66 (Safer 681/1282)
3. Paris Supplément turc, 287 (XII. yy.)
4. Şuşter Nüshası (XIII. yy): Nuri Yüce’nin bu nüsha üzerindeki çalışması Türk Dil
Kurumu tarafından 1988 yılında yayımlanmıştır.
5. İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi, Edebiyat nr. 4655 (veya A.Y.114), (715/1315)
6. Rampur Saray (Rezâiye) Kütüphenesi, 3810 (XIV. yy)
7. Topkapı Sarayı, Ahmed III, 2243 (XIV. yy.)
8. Topkapı Sarayı, Ahmed III, 2740 (XIV. yy.)
9. Topkapı Sarayı, Ahmed III, 2741
10. Millet Kütüphanesi, 2009 (749/1348)
11. Beşir Ağa, 648 (14 Rebîü’l-evvel 797/1394)
12. Damat İbrahim Paşa Kütüphanesi, 1149 (738/1338)
13. Atıf Efendi, 2768 (799/1397)
14. Yeni Cami Kütüphanesi, Hatice Turhan Yazması, 322 (769/1367)
15. İstanbul Arkeoloji Müzesi, 1619 (1340)
16. Manisa Kütüphanesi, 2850, (25 Ramazan 800/1398)
17. British Museum, Add 7429 (760/1359)
18. Kastamonu Kütüphanesi, 2487
19. Hive, (1338)
20. Taşkent, 2699 ve 3807
Rabgûzî ve Kısasü’l-Enbiyâ’sı
Rabgûzî, “Ribat Oğuzlu” olmasına rağmen eserini o zamanın ortak edebî dili olan Harezm
Türkçesi ile yazmıştır. Yazar hakkında kendi açıklamalarından başka bilgi bulunmamaktadır.
Kendisinin “Ribat Oguzlug” yani Oğuzlarla meskun Ribat adlı mevkiden olduğunu
belirten yazarın, Rabgûzî mahlasını bundan dolayı aldığı anlaşılmaktadır. Bu yer için kay-
nak çalışmalarda sadece “henüz yeri tespit edilmemiş” ifadesi kullanılmıştır. “kervansa-
ray” anlamına gelen “Ribat” yer adının Oğuzlarca meskun olduğu anlaşıldığından burası-
nın F. Sümer’in Eski Türklerde Şehircilik (TTK Yayınları, Ankara 1994, s. 87-88) adlı çalış-
masında “Seyhun kıyılarından Cend yakınlarında” açıklaması ile geçen Çirik Ribat olma-
sı ihtimal dahilindedir
Rabgûzî, tÀrìò yeti yüz toúuzda it yılınıñ evvelinde úaãıd yetildi kim peyġÀmber
úıããalarıġa (“tarih yedi yüz dokuzda it yılının öncesinde peygamber kıssalarına maksat
ulaştı” 2v13) diyerek esere başlama tarihini vermiştir. Sonra da,
beyitlerinden anlaşılacağı gibi çektiği sıkıntıları dile getirmiş, yetti yüz on erdi yılġa bitildi
bu kitÀb (“yedi yüz on idi yıla, yazıldı bu kitap”) diyerek eserini bitirme tarihini vermiştir.
Yazar, 710H.=1310M. yılında tamamladığı bu eseri, aşağıdaki mısralarda ve açıklamala-
rında görüldüğü üzere Nâsırüddîn Tok Buga’ya sunduğunu belirtmiştir:
Anı topraúdın yaratġan, úudret birle törütgen, ediz kökke aġġan, uçmaó içre kirgen,
ÓavvÀ teg cüft birilgen, İblis vesvesesiŋe ilingen, yaruú uçmaódın adrılġan, úaraŋġu
dünyÀge ingen, üç yüz yıl ‘alemnÀ enfüsenÀ (VII-23) tip yıġlaġan, ve lÀ-taúrebÀ hÀzihi
eş-şecere (II-35) òiùÀbın işitgen, sümme ectebayehu rabbühü (XX-122) tÀcın başınġa
urġan, inne’llÀhe ısùafÀ Àdeme (III-33) òil‘atin kedgen, escedü’l-Àdem (II-34) kerÀmeti
birle mükerrem bolġan, ve ‘alleme Àdeme’l-esmÀ-i küllehÀ (II-31) teşrìfini bulġan Ādem-i
ãafì ol òalìfe-i vefì (5r21-5v5)
Onu topraktan yaratan, kudret ile türeten, yüce göğe ağan, cennet içine giren,
Havva’leyin eş verilen, İblis vesvesesine yetişen, aydınlık cennetten ayrılan, karanlık
dünyaya inen, üç yüz yıl ‘alemnÀ enfüsenÀ diye ağlayan, lÀ-taúrebÀ hÀzihi eş-şecere hi-
tabını işiten, sümme ectebayehu rabbühü tacını başına vuran, inne’llÀhe ısùafÀ Àdeme
elbisesini giyen, escedü’l-Àdem bağışı ile bağışlandırılan, ve ‘alleme Àdeme’l-esmÀ-i
küllehÀ şerefini bulan Âdem-i safî, o halife-i vefî.
Ayrıca yazar söz ustalığını kıssalarla ilgili olarak verdiği Arapça, Türkçe ve Arapça-
Türkçe şiirlerle de pekiştirmiştir. Eserde toplamı 484 dize tutan 43 Türkçe şiir bulunmak-
tadır. Eserdeki manzum parçalar çoklukla kaside şeklinde yazılmıştır. Peygamberlere ve
din büyüklerine yazılan kasideler dışında aşk, tabiat ve burçlarla ilgili konuların işlendiği
gazeller de bulunmaktadır. Bu şiirlerin bir kısmı Arapçadan satır-arası tercümedir. Kıssa-
ların içerisinde en çok anlattığı ve en fazla kaside yazdığı peygamber Hz. Muhammed’dir.
Bu şiirler incelendiğinde bunların, Süleyman Çelebi’ye Vesîletü’n-Necât adlı mevlidi yazar-
ken ne derece kaynaklık ettiği daha iyi anlaşılacaktır.
6. Ünite - Harzem-Altın Ordu Türkçesi ve Edebiyatı 139
Aşağıda verdiğimiz burçlarla ilgili manzum parça ile Kutadgu Bilig’de geçen aynı ko-
nulu şiir arasındaki benzerlik dikkat çekicidir.
On eki ükek yeti aúrÀn úılıú On iki burç yedi benzer mizaç
Eŋ ilki úozı uy erendend úarçıú En ilki koç, boğa, ikizler, yengeç
Kür arslan ma buġday başı ülgü ol Aslan ve başak, terazidir
Çıyan hem yay oġlaú könek hem balıú Akrep hem yay, oğlak, kova hem balık
İslâm ve Mu‘înü’l-Mürîd’i
Harezm sahası eserlerinden biri de Mu‘înü’l-Mürîd’dir. Eserde yer alan ve aşağıda verilen dört-
lüklerde, yazarın adının İslâm olduğu ve bu eseri 713/1313 tarihinde yazdığı anlaşılmaktadır.
140 VIII-XIII. Yüzyıllar Türk Edebiyatı
Bu kaç söz ayıtġan atı İslÀm ol Bu birkaç söz söyleyenin adı İslâm’dır
Tilegi Àòir vaút islÀm ol Dileği son deminde İslâm’dır
Atam baba İslÀm veliyyü’l-verÀ Atam Baba İslâm, ermiş kişi
Özi õikri tilde tümen aslam ol Kendi zikri dilde binlerce kazançtır
İdi birdi tevfìú bu bir kaç kelÀm Allah yardım etti, bu birkaç söz
Oruç ayı içre me boldı tamÀm Tam oruç ayı içinde oldu tamam
TÀrìò yitti yüz on üç irdi yılı Tarih yedi yüz on üç idi yılı
SelÀmun ‘aleyküm ‘aleyküm selÀm Selamun aleyküm aleyküm selam
İlk dörtlükten müellifin Baba İslâm’ın İslâm adlı oğlu olduğu anlaşılabilir. Bu dörtlüğe
dayanarak J. Eckmann da Mu‘înü’l-Mürîd için “Harezm Türkçesi” adlı çalışmasında ese-
rin müellifini “İslâm” olarak vermiştir. Fakat Z. V. Togan, bu dizelerden müellifin adını ta-
yin etmenin güç olduğunu belirtmiştir (Togan, 1928:322).
Ebulgazi Bahadır Han ise Şecere-i Terâkime adlı eserinde Mu‘înü’l-Mürîd’in müelli-
fi olarak Şeyh Şeref Hâce’yi göstermiştir. Mu‘înü’l-Mürîd için Ebulgazi Bahadır Han’ın
Şecere-i Terâkimesi’ndeki bu açıklamalar Aşkabad Türkmen rivayetinde tespit edilen
Revnaku’l-İslâm için de aynı biçimde tekrar edilmektedir.
F. Köprülü, Türk Edebiyatı Tarihi çalışmasında Z. V. Togan gibi Mu‘înü’l-Mürîd’in mü-
ellifi hususunda kararsızdır ve şöyle söylemektedir: “Acaba kendisine İslâm diyen şair
Şeyh Şeref midir? Yoksa Türkmen an’anesi bu eseri Şeyh Şeref ’e isnadda hata mı ediyor?”
Mu‘înü’l-Mürîd, dinî-tasavvufî konuların ele alındığı didaktik manzum bir eserdir.
Şah-nâme, Kutadgu Bilig ve Atebetü’l-Hakâyık gibi mütekarip bahrinde fe‘ûlün fe‘ûlün
fe‘ûlün fe‘ûl vezninde dörtlüklerle yazılmıştır.
“… bilhassa Harezm’deki o eski edebî an’anelerin deymumetini (=süreklilik) göstermek
itibarıyle de Mu‘înü’l-Mürîd’in pek mühim bir mevkii vardır.” diyen F. Köprülü Mu‘înü’l-
Mürîd’in, az sayıda eseri içine alan fakat Türk dili tarihi konusunda Karahanlı ve Çağa-
tay Türkçelerine geçiş dönemini kapsayan Harezm Türkçesi dairesindeki önemini vurgu-
lamıştır (Köprülü, 1926: 343).
Dil ve üslubu açısından geniş halk kitleleri için yazıldığı anlaşılan Mu‘înü’l-Mürîd’in
bugüne kadar bilinen tek nüshası Bursa Orhan Kütüphanesi, No:1605’tedir. Eser, adı ge-
çen kütüphanede bulunan mecmuanın 186-211. varakları arasında yer almaktadır. Bu
nüshanın fotoğrafları Agah Sırrı Levend tarafından Türk Dil Kurumu’na bağışlanmış-
tır. Tamamı 26 varak olan bu nüshanın her sayfasında ortalama 16-17 satır yer almak-
ta olup metinde hareke işaretleri daha çok okumada güçlük çıkarabilecek yerlere konul-
muştur. Mu‘înü’l-Mürîd’in Türk Dil Kurumu’nca tıpkıbasımı yapılmışsa da, eseri yayı-
na hazırlayan Ali Ulvi Elöve ile bir anlaşmazlık ortaya çıktığından basılan tıpkıbasım ki-
tap hâline getirilmemiş, fakat pek çok bilim adamına dağıtılmıştır. Eser üzerinde Recep
Toparlı’nın 1988 yılında Atatürk Üniversitesi yayınlarından olan çalışması vardır. Ali Feh-
mi Karamanlıoğlu’nun profesörlük takdim tezi olarak hazırladığı Mu‘înü’l-Mürîd üzerine
çalışması, 2004 yılındaki ölümünden dolayı yayımlanmamıştır. Karamanlıoğlu’nun eser
üzerindeki notları 2006 yılında yayına hazırlayan Osman Fikri Sertkaya’dır. Eser üzerinde
en son çalışma ise 2008 yılında Recep Toparlı ve Mustafa Argunşah tarafından yapılmıştır.
Mu‘înü’l-Mürîd’in bu nüshasında Cevâhirü’l-Esrâr adlı eserden alınmış 7 dörtlük ile
kime ait olduğu belli olmayan bir kıssa ve dizeler de yer almaktadır. Esas eserin kenarın-
da yer alan bu eklemelerin kimin tarafından ve ne zaman yazıldığına dair herhangi bir ka-
yıt yoktur. Fakat bu alıntılar konu itibarıyla Mu‘înü’l-Mürîd’le aynıdır. Cevâhirü’l-Esrâr
konusunda F. Köprülü, Türk Edebiyatı Tarihi adlı kitabında şu açıklamayı yapmıştır: “Ki-
min tarafından, nerede ve hangi zamanda yazıldığına dair elimizdeki parçalarında ne de
6. Ünite - Harzem-Altın Ordu Türkçesi ve Edebiyatı 141
sair tarihî menbalarda hiçbir malumata tesadüf edilmemektedir. Yalnız kıtalardan biri-
nin son mısraında Hıtay, Hind, Mogal, Rus, Çerkes, As’lardan bahsetmesi ya Altınordu’da
veya onunla pek alakadar olan Harezm’de yazıldığına bir delil olabilir... Bundan başka
eserin lisanî mahiyeti, mevzu’u, şekil ve vezin itibariyle edebî hususiyetleri, onu Mu‘inü’l-
Mürid’den pek farklı olmayan bu eser, bize 14. asır esnasında Harezm’de, dinî-sofiyâne
mahiyette bir klâsik Türk edebiyatının kuvvetle inkişaf ettiğini gösterebilir. Bu eserin Şeyh
Şeref ’e aid olması da şüphesiz faraziyye olarak hatıra gelmektedir.”
Hangi iman eden ve Allah’ın birliğine inanan kırk hadisi benim hadislerimden işitme-
yenlere ulaştırırsa bilmeyenlere öğretirse Yüce Allah o kişiyi âlimler grubunda yazacak ve
6. Ünite - Harzem-Altın Ordu Türkçesi ve Edebiyatı 143
kıyamet günü geldiğinde -inandık ve yürekten bağlandık- şehitler grubunda diriltecek ve
hangi kişi benim söylemediğim hadisi, benim söylemediğimi bilip kasıtla benim hakkımda
yalan söyleyip “Peygamber ‘aleyhisselam söyledi” derse “cehennemden oturacak yerini ha-
zırlasın” diyerek konuştu. Bu hadise bağlanıp kırk hadis topladık, Peygamber ‘aleyhisselam
hadislerinden ve güvenilir kitaplardan. … Ve her bir bölüm öncesinde tamamı kırk hadis
olan Peygamber aleyhisselam hadislerinden bir hadis getirdik.
Úaçan Òüsrevde bar irdi bu sìret Ne zaman Hüsrev’de bu hâl ortaya çıktı
Melek tig úayda ol Şìrìnde ṣūret Orada Melek gibi Şirin’de suret
Tümen Òüsrev úuluñ bolsa yarar kim Onbinlerce Hüsrev kulun olursa
Bu Şìrìn şahã birle sen mülÀzım Bu Şirin kişinin yanındasın
Bu òalúnıñ çın SüleymÀnı sen iy şÀh Bu halkın gerçek Süleyman’ısın ey şah
Kim uş Belúìs tig yanıñda bar mÀh Ki işte Belkıs gibi yanında bir ay var
144 VIII-XIII. Yüzyıllar Türk Edebiyatı
Kutb, eserini Nizâmî’nin aynı adlı mesnevisinden tercüme etmiştir. Ancak esere yapı-
lan ilaveler ve eserin hacmi bakımından kelimesi kelimesine bir çeviri olmadığı anlaşıl-
makta ve Kutb’un şairlik yeteneği de ortaya çıkmaktadır.
Kutb, Hüsrev ü Şîrîn’in Farsça orijinalinden farklı tarihî ve sosyal ilişkileri eserine ka-
tarak bu unsurlarla onu Altın Ordu halkının hayatına uygun hâle sokmuştur.
Bugüne kadar kaynaklarda herhangi bilgiye ulaşılamayan Kutb için Eckmann, “Ha-
rezm veya Mâverâünnehir menşeli” ifadesini kullanmıştır. F. Köprülü ise eserin dil özel-
liklerinden yola çıkarak Kutb’un menşeini tespite çalışmış ve eserde edebî Hakaniye lehçe-
si tesirlerinin çokluğundan dolayı Maveraünnehir civarından olduğunu belirtmiştir.
Faruk Kadri Timurtaş, “Türk Edebiyatında Husrev ü Şirin ve Ferhad u Şirin hikâyesi”
(Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, 1959, s. IX) adlı yazısında Kutb’un bu eserinin Türk edebi-
yatında bugüne kadar bilinen 21 Hüsrev ü Şîrîn veya Ferhâd u Şîrîn mesnevisinin ilki ol-
ması bakımından önemli olduğunu vurgulamıştır. Ayrıca romantik bir mesnevi olan Hüs-
rev ü Şîrîn, yazıldığı saha ve dönemde konusu itibarıyla da ilk olması bakımından dikkat
çekicidir.
Altın Ordu sahasında yazıldığı bilinen ilk edebî eser olan Hüsrev ü Şîrîn’in bugüne ka-
dar gün ışığına çıkan tek nüshası Paris Bibliothèque Nationale (Mss. Turcs A.F. 312)’dedir.
Bu nüsha 1383 yılında Berke Fakih adlı bir Kıpçak tarafından İskenderiye’de Altın Boga
adına istinsah edilmiştir. Bu bilgiler, eserin sonunda esas metnin dilinden farklı olmayan
66 beyitlik ilavede müstensih tarafından şu şekilde verilmektedir:
Altın Boġa atlıġ bir big úatında Altın Boga adlı bir bey katında
Turur men mülÀzım uş òıdmatında Ayrılmadan dururum işte hizmetinde
TÀrìò yiti yüz seksen bişinde Tarih yedi yüz seksen beşte
Sefer ayınıñ yigirmi bişinde Sefer ayının yirmi beşinde
Yol üzre ni bolsa bitidim kitÀb Yol üzerinde ne olursa kitap yazdım
Òatımnı øa’ìf tip úılmaġıl ‘itÀb Yazdıklarımı güçsüz diyerek beni ayıplama
Harezmî ve Muhabbet-nâme’si
Muhabbet-nâme, 754H.=1353M. yılında Harezmî tarafından Sir Derya’da Muhammed
Hâce Beg’in Sıgnak’taki sarayında yazılmış, Altın Ordu sarayı etrafında oluşmuş klâsik
edebiyata örnek teşkil eden manzum bir eserdir. Muhabbet-nâme’nin sonundaki Farsça
hikâyeden şairin Harezm’den Altın Ordu’ya geldiği, o devirde Altın Ordu adına Sıgnak
eyaletini idare eden Muhammed Hâce Beg’in isteği üzerine kışı onun sarayında geçirdi-
ği ve söz konusu eseri yazdığı anlatılmaktadır. F. Köprülü’nün yazdığı “Çağatay Edebiyatı”
(İslâm Ansiklopedisi, C. III, 24. cüz, s. 281) maddesine göre Muhammed Hoca Beg, Berdi
Beg Han’ın saltanatı (1356-1360) zamanında Moskova’ya kaçan Hânzâde Muhammed’dir.
Sevgi ve sevgilinin güzelliği konularının işlendiği Muhabbet-nâme’de bazı bölümler
Farsça yazılmıştır. Hatime bölümünde eserin adı, yazılış yeri, müellifi ve yazılış tarihi ve-
rilmektedir:
Bu defter kim bolupdur Mıãr úandı Bu defter Mısır’ın şeker kamışı oldu
Yiti yüz illi tört içre tükendi Yedi yüz elli dörtte tamamlandı
nâme’nin tenkitli metin neşri ve İtalyancaya tercümesini tanıttığı yazısında ise Muhabbet-
nâme’yi Harezm-Altın Ordu edebiyatının başlıca eserlerinden biri olarak görmektedir (J.
Eckmann, 1979:187).
Muhabbet-nâme’nin Nüshaları: Eserin biri Uygur harfleriyle olmak üzere dört nüs-
hası bulunmaktadır:
1. British Museum Or. 8193’te Uygur harfli metin mecmuanın 160a-173b yaprakları
arasındadır.
Şçerbak, 1959 yılındaki çalışmasında Uygur harfli nüshanın bulunduğu yazma
hakkında bilgi verdikten sonra bu nüshanın transkripsiyonlu metnini ve tercüme-
sini vermiş, ayrıca eserin dil özellikleri üzerinde durmuştur.
2. British Museum Add. 7914’te Arap harfli bir mecmuanın 290b-313b varakları
arasındadır.
T. Gandjei, Uygur ve Arap harfli bu iki nüshanın tenkitli metnini, Uygur harfli
nüshanın tıpkıbasımını ve metnin İtalyancaya tercümesini vermiştir. E. N. Nadjib
ise Muhabbet-nâme’nin Arap harfli nüshasının transkripsiyonunu, tercümesini, dil
özelliklerini, sözlüğünü ve nüshanın tıpkıbasımını vermektedir.
3. İstanbul, Millet Kütüphanesi, Arabî, No:86’da kayıtlı Arapça tefsirin haşiyesinde-
dir. Ayrıca yine bu tefsirin haşiyesinde Hocendî’nin Letâfet-nâme’si de yer almak-
tadır. Ketebe kaydı olmayan bu nüsha hakkında ilk olarak F. Köprülü bilgi vermiş-
tir (Köprülü 1926:362).
XIV. ve XV. yüzyılda yazıldığı tahmin edilen Letâfet-nâme vezin, şekil, tertip ve
konu itibarıyla Muhabbet-nâme’nin naziresi sayılabilecek niteliktedir. Hocendî,
Emîr-zâde Mahmud Tarhan’a takdim ettiği bu eserini Harezmî’nin Muhabbet-
nâme’sine cevap olarak yazdığını eserinde bildirmektedir.
4. İstanbul, Millet Kütüphanesi, Ali Emirî, Manzum No:949.
Muhabbet-nâme’nin üzerinde son ilmî çalışmalar Clauson ve O. F. Sertkaya’ya
aittir. Sertkaya Türkiyat Mecmuası’ndaki yazısında İstanbul Millet Kütüphanesi,
Arabî No:86’daki nüshayı esas alarak eserin tenkitli metnini yayımlamıştır. Ayrıca
çalışmanın giriş bölümünde Muhabbet-nâme’nin nüshaları ve üzerinde yapılan ça-
lışmalar hakkında bilgi vermiştir.
Mi‘râc-nâme
Mi‘râc-nâme, gerek dil ve üslup ge- Resim 6.6
rekse işlediği konu açısından Nehcü’l-
Uygur alfabesiyle
Ferâdîs’e benzeyen anonim bir eserdir.
yazılmış, Mi‘râc-
Miraç olayını anlatan bu eser, konula- nâme.
rın sıralanışı itibarıyla Nehcü’l-Ferâdîs (MS Paris,
ile aynı olmakla beraber sadece gök Bibliotheque
Nationale, Suppl.
tasviri konusundaki ayrıntılarda ay- Turc 190)
rılmaktadır. Eserin mukaddimesin-
de bu kitabın Nehcü’l-Ferâdîs (veya
Nehecü’l-Ferâdîs) adlı bir eserden ter-
cüme edildiği ifade edilmektedir. Eck-
mann, buna dayarak Mi‘râc-nâme’nin
Farsça yazılmış Nehcü’l-Ferâdîs’ten
tercüme edilmiş olabileceği üzerin-
de durmuştur. Mi‘râc-nâme’de işlenen
konu, Türk-İslam edebiyatında edebî
tür olarak ilgi çekmiş ve pek çok man-
zum mirac-nâme yazılmıştır.
Mi‘râc-nâme’nin Uygur harfleri
ile yazılmış tek nüshası Paris Bibliot-
heque Nationale (Suppl. Turc No:190,
1v-69r) bulunmaktadır. Bu nüsha Ma-
lik Bahşı tarafından 840H.=1436M.’da
Herat’ta istinsah edilmiştir. XV. yüzyılın ilk yarısında istinsah edilen bu eser, bir XIV. yüz-
yıl eseri olarak kabul edilmektedir. Köprülü de bu eserin Timur devrine ait olması ihtima-
lini vurgulamaktadır.
Necip Asım, 1918 yılındaki Hîbetü’l-Hakâyık adlı çalışmasında bu nüshanın 1672-
1673’te A. Galland tarafından eski kûfî yazısı ile yazılmış bir yazma zannedilerek 25 kuru-
şa satın alınıp Paris’e götürüldüğünü, Uygur harfleri ile yazılı olduğundan metnin çözüm-
lenemediğini ancak arada yazılmış olan Arapça kısımlardan miraca dair bir eser olduğu-
nun anlaşıldığını ifade etmektedir. Eserin Fransızca tercümesi ile beraber Arap harfleriy-
le yazılan metni A. Pavet de Courtille tarafından yayımlanmıştır: Mirâdj-Nâmeh, Le ma-
nuscript Oigour de la Bibliothéque Natonale, Paris 1882. Osman Fikri Sertkaya, 1968 yılın-
da Mi’rac-nâme (Metin, İndex, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi; Türk Dili ve Ede-
biyatı Bölümü mezuniyet tezi, İstanbul 1968) üzerine bitirme tezi hazırlamıştır.
Mi‘râc-nâme’nin Arap harfleriyle Çağataycaya tercüme edilmiş nüshası İstanbul Sü-
leymaniye Kütüphanesi (Fatih No:2848, 1v-12v)’dedir. Bu nüsha 13 Ekim 1511 tarihin-
de Nûreddîn Alî bin Kiçkine Seyyid Alî et-Talikanî tarafından Mısır’da istinsah edilmiştir.
Özet
“Harezm”in anlamını ve tarihini açıklamak. bölgesi -doğu kısmı hariç- en büyük oğlu Cuci’nin pa-
1
Harezm, bugün Özbekistan ve Türkmenistan sınırları yına düşmüştür. XIV. yüzyılda Cuci Hanlığının yö-
içinde kalan Ceyhun (Amu Derya) ırmağının dökül- netimi Kongrat Türklerine geçmiştir. Kongratlardan
düğü Aral gölünün güneyinde ve bu nehrin her iki ta- Hüseyn Sûfî’nin Çağatay ulusuna bırakılan Harezm’in
rafında uzanan bölgeye verilen addır. Bu bölgede ya- doğu taraflarını (Kas ve Hive) işgal etmesi ile Timur,
şayan halka ise Harezmî denilir. Semerkand ve Buha- Harezm’e yürümüş ve yağmalamıştır (1379). Timur’-
ra gibi merkezler dışında geniş bozkır ve çöllerle kap- un ölümünden sonra (1405) Özbekler (Şeybaniler)
lı Batı Türkistan’ın ortasında önemli bir yerleşim mer- Harezm’i işgal etmişlerdir. XVI-XIX. yüzyıllar ara-
kezi olan Harezm, Doğusundaki Kırgız bozkırları ve sı Harezm’in gerileme devresi olmuştur. Hanlıkların
Kızılkum çölü, batısındaki Karakum çölünün ortasın- yönetiminde bölgede ilim ve kültür hayatı gerilemiş,
da Ceyhun nehri ve deltası ile bölge için hayat kayna- XVII. yüzyılda Kalmuk saldırıları ile ticarî faaliyet-
ğı olmuş ve verimli toprağı ile tarih boyu halkları ken- ler altüst olmuş ve nihayet 1873’te de Ruslar bölgeyi
dine çekmiştir. tamamen ele geçirmiş, Batı Harezm Hanlığı Ruslara
Harezm’in tarihi: Harezm’de Pers İmparatorluğu yıl- tabi olarak yönetilmiştir. Bolşevik ihtilalinden sonra
larından başlayıp 995’e kadar hüküm süren hane- hanlığa son verilerek 1920’de Harezm Halk Cumhu-
danlık Afrigoğulları’dır. Harezm bölgesi, 717 yılın- riyeti, 1921’de Harezm Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti
da Emevîlerle birlikte İslam orduları tarafından fet- kurulmuştur. 1924’te ise Hive Hanlığı’nın doğu tarafı
hedilmiş Afrigoğullarından İskecmük yalnızca şah- Özbekistan, batı tarafı ise Türkmenistan Cumhuriyet-
lık unvanı olan yetkileri kısıtlanmış harezmşah ola- lerine bırakılmıştır.
rak bırakılmıştır. 995 yılında Samanoğulları, ticaret
merkezi olan Gürgenç’i kendilerine bağlayıp bura- “Harezm Türkçesi” kavramını tanımlamak ve bu dilin
ya vali atamışlardır. Bu vali zamanında ilk Harezm- 2 tarihî gelişim sürecini açıklamak.
şahlar döneminin başkenti olan Kat şehri ele geçiri- Harezm Türkçesi, XI-XII. yüzyıllarda gerek etnik
lerek Afrigoğullarının son temsilcisi öldürülmüş ve yapı gerekse siyasî hayat bakımından Türkleşen Ha-
başkenti Gürgenç olan yeni bir hanedanlık kurul- rezm bölgesinde Oğuz, Kıpçak ve Kanglı boylarının
muştur. 1017 yılında ise Gazneliler, Harezm’i zaptede- yerleşik hayata geçmelerinin sonucu olarak Türk di-
rek kendi idarelerini kurmuşlar ve komutanlarından linin doğu kolunu teşkil eden Karahanlı (Hakani-
Altuntaş’ı buraya vali tayin ederek yeni bir Harezm- ye) Türkçesi temelinde, güneybatı kolunu teşkil eden
şahlar dönemini başlatmışlardır. XI. yüzyılın ortala- Oğuz Türkçesi ve kuzeybatı kolunu teşkil eden Kıpçak
rında Selçuklulara geçen Harezm’i, Selçuklu sultanla- Türkçesinin bu bölgede karışıp kaynaşmasından olu-
rının tayin ettiği valiler yönetmiştir. Harezm yöneti- şan bir Türkçedir.
minin Kıpçak ve Kanglı boylarından olan komutan- Harezm Türkçesinin Oğuz, Kıpçak ve diğer Türk boy-
ların eline geçmesiyle bölgeye bir süreden beri yerleş- larının ağızlarından alınan unsurlar ile şekil bilgisi ve
meye başlayan Oğuzların yanısıra Kıpçak ve Kanglı- kelime hazinesi bakımından kazandığı farklı bir ya-
ların da bulunması bölgenin etnik yapısındaki değişi- pısı bulunur. Harezm Türkçesi bu özelliği ile Doğu
mi Türklerin lehine çevirmiştir. Kıpçak Türklerinden Türkçesinin, Karahanlı Türkçesinden Çağatay Türk-
Ekinci bin Koçkar zamanında Harezm’in Türkleşme- çesine geçiş dönemini oluşturmaktadır.
si tamamlanmış, böylece Harezm’de Kıpçak, Kanglı XIII. yüzyıl sonlarında Harezm’de gelişen kültür faa-
ve Oğuz Türkçelerinin karışımı “Harezm Türkçesi”de liyetine, XIV. yüzyılda Altın Ordu’nun başkenti Saray
oluşmuştur. Atsız (1127-1156) devrinde yarı müstakil ve Kırım da katılmış, Harezm’den birçok bilgin, şair ve
bir devlet hâline gelen Harezm, İl Aslan (1156-1172) yazar Altın Ordu’ya göç ederek bu bölgede konuşulan
ve Alâeddîn Tekiş (1172-1200) zamanında güçlenip Türk yazı dilinin Altın Ordu sınırları içinde de yayıl-
gelişmiş, Alâeddîn Muhammed (1200-1220) devrinde masını sağlamıştır. Böylece Altın Ordu sahasında ko-
imparatorluk olmuş iken Celâleddîn Muhammed’in nuşulan mahallî şiveye Harezm Türkçesinin de katıl-
(1220-1231) kötü idaresi sonucunda Moğolların ha- ması ile Türk dilinin Kıpçak kanadında yeni bir yazı
kimiyetine girmiştir. Cengiz Han’ın ölümünden sonra dili ortaya çıkmıştır. Bu kadar geniş bir sahada kulla-
(1227) dört oğlu arasında yapılan taksimde Harezm nılan bu edebî dil, birlik sağlayamamış, eski ve yeni
6. Ünite - Harzem-Altın Ordu Türkçesi ve Edebiyatı 149
şekiller yerli ağız özellikleri ile karışmıştır. Bu dil ev- Hüsrev ü Şîrîn, Altın Ordu şairi Kutb’un Altın Ordu
resi Timurlular devrinde sona ermiş ve yerini Çağatay hükümdarı Tını Beg Han ile eşi Melike Hatun adına,
Türkçesine bırakmıştır. Nizâmî’nin aynı adlı eserinden tercüme ve ilaveler
yaparak muhtemelen 1341-2 yılında yazdığı tahmin
Harezm Türkçesi ile yazılmış eserleri tanımak. edilen bir mesnevidir. Eser, Türk edebiyatında bugü-
3
Harezm Türkçesi ile yazılan eserler, Mukaddimetü’l- ne kadar bilinen 21 Hüsrev ü Şîrîn veya Ferhâd u Şîrîn
Edeb, Kısasü’l-Enbiyâ, Mu‘înü’l-Mürîd, Nehcü’l- mesnevisinin ilkidir. Altın Ordu sahasında yazıldığı
Ferâdîs, Hüsrev ü Şîrîn, Muhabbet-nâme, Dâsitân-ı bilinen ilk edebî eser olan Hüsrev ü Şîrîn’in bugüne
Cumcuma ve Mi‘râc-nâme’dir. kadar gün ışığına çıkan tek nüshası Paris Bibliothèque
Mukaddimetü’l-Edeb, Arapça öğretmeyi amaçlayan, Nationale (Mss. Turcs A.F. 312)’dedir. Bu nüsha
Arapça kelime ve kısa cümlelerden oluşan pratik bir 1383 yılında Berke Fakih adlı bir Kıpçak tarafından
sözlüktür. Zemahşerî tarafından yazılıp Harezmşah İskenderiye’de Altın Boga adına istinsah edilmiştir
Atsız bin Muhammed bin Anuştigin’e sunulmuştur. Muhabbet-nâme, 754H.=1353M. yılında Harezmî
Kısasü’l-Enbiyâ, Nâsırüddîn bin Burhânüddîn tarafından Sir Derya’da Muhammed Hâce Beg’in
Rabgûzî tarafından yazılmış ve Nâsırüddin Tok Sıgnak’taki sarayında yazılmış, Altın Ordu sarayı et-
Buga’ya sunulmuştur. Peygamber hikâyelerini konu rafında oluşmuş klâsik edebiyata örnek teşkil eden
eserde başta Hz. Muhammed olmak üzere Kur’an’da manzum bir eserdir. Sevgi ve sevgilinin güzelliği ko-
geçen bazı peygamber kıssaları anlatılmıştır. Ya- nularının işlendiği Muhabbet-nâme’de bazı bölümler
zar, eserde kıssalarla ilgili olarak Arapça, Türkçe ve Farsça yazılmıştır.
Arapça-Türkçe şiirlere yer vermiştir. Eserde toplamı Dâsitân-ı Cumcuma veya Cumcuma-nâme, Hüsâm
484 dize tutan 43 Türkçe şiir bulunmaktadır. Kâtib tarafından edebî bir gaye güdülmeden geniş
Mu‘înü’l-Mürîd, İslâm tarafından 1314’te yazılmış halk kitleleri için Altın Ordu’da 770H.=1368-1369M.
didaktik mahiyette bir eser olup dinî-tasavvufî ko- yılında mesnevi nazım şekli ile yazılmış dinî li-
nularda bilgi vermeyi amaçlamış manzum bir eser- rik bir hikâyedir. Cumcuma-nâme, nazım şekli, vez-
dir. Atebetü’l-Hakâyık gibi aruzun mütekârib bahri- ni ve muhtevası bakımından Attâr’ın aynı isimli ese-
nin fe‘ûlün fe‘ûlün fe‘ûlün fe‘ûl vezninde dörtlüklerle rinin tercümesidir. Fakat İsa peygamber ile Kesikbaş
yazılmıştır. hikâyesini anlatan bu eser, cennet ve cehennem konu-
Nehcü’l-Ferâdîs, Kerderli Mahmud bin Ali’nin eseri larına daha ayrıntılı olarak yer vermesi bakımından
olup Türkçe yazılmış ilk kırk hadis kitabıdır. Dünya ve asıl metinden ayrılmaktadır.
ahirette mutlu olmanın yollarını ortaya koyan bilgile- Mi‘râc-nâme, gerek dil ve üslup gerekse işlediği
rin yer aldığı dinî ve didaktik nitelikte bir eserdir. Ya- konu açısından Nehcü’l-Ferâdîs’e benzeyen anonim
zar sade bir dil kullandığı bu eserini akıcı hikâyelerle bir eserdir. Miraç olayını anlatan bu eser, konuların
süslemiştir. Dört bölümden meydana gelen eserde her sıralanışı itibarıyla Nehcü’l-Ferâdîs ile aynı olmak-
fasıl bir hadisle başlamış, arkasından bunun Türkçe- la beraber sadece gök tasviri konusundaki ayrıntı-
ye tercümesi yapılmış, sonra da zamanın tanınmış İs- larda ayrılmaktadır. Mi’rac-nâme’nin Uygur harfle-
lam âlimlerinin bu hadisle ilgili görüşlerine ve aktar- ri ile yazılmış tek nüshası Paris Bibliotheque Nati-
dıkları hikâyelere yer verilmiştir. Müellif, bilinen bazı onale (Suppl. Turc No:190, 1v-69r) bulunmaktadır.
hikâyelerde istediği değişikliği yapmaktan sakınma- Bu nüsha Malik Bahşı tarafından 840H.=1436M.’da
mıştır. Ayrıca gerektiği yerde Türkçe tercümeleri ile Herat’ta istinsah edilmiştir. XV. yüzyılın ilk yarısın-
birlikte zaman zaman ayetlere de başvurulmuştur. da istinsah edilen bu eser, bir XIV. yüzyıl eseri olarak
kabul edilmektedir.
150 VIII-XIII. Yüzyıllar Türk Edebiyatı
Kendimizi Sınayalım
1. Harezm bölgesi günümüzde aşağıdaki ülkelerden hangi- 4. Nehcü’l-Ferâdîs ile ilgili aşağıdaki ifadelerden hangisi
lerinin sınırları içindedir? doğrudur?
a. Azerbaycan-Türkmenistan a. “Cennetlerin Açık Yolu” anlamına gelen eserin İs-
b. Türkmenistan-Özbekistan tanbul Süleymaniye Kütüphanesi’ndeki nüshası, ha-
c. Kırgızistan-Kazakistan rekeli oluşuyla Harezm döneminin dil özelliklerini
d. Türkiye-Azerbaycan tespit etmek için en önemli kaynak eserlerden biridir.
e. Tataristan-Başkurdistan b. Eser, mensur olarak yazılmış fakat yazar söz ustalığı-
nı konuyla ilgili verdiği Arapça ve Türkçe şiirlerle de
2. Harezm Türkçesi ile ilgili aşağıdaki ifadelerden hangisi pekiştirmiştir.
yanlıştır? c. Eserin Leningrad ve İsveç’te de nüshaları vardır.
a. XI-XII. yüzyıllarda Oğuz, Kıpçak ve Kanglı boyları d. Nehcü’l-Ferâdîs, ünlü tefsir ve lügat âlimi Mahmud
ile Türkleşen Harezm bölgesinde oluşan dildir. bin Ömer ez-Zemahşerî tarafından yazılıp Harezmşah
b. Bölgenin etnik yapısı gibi oluşan dil de karmaşık bir Atsız bin Muhammed bin Anuştigin’e sunulmuştur.
şekil almıştır. e. Eser, dinî-tasavvufî konuları ele almış ve bu konular-
c. Türk dilinin doğu kolunu teşkil eden Karahanlı Türk- da bilgi vermeyi amaçlamış manzum bir eserdir.
çesi temelinde şekillenmiştir.
d. Harezm Türkçesi, kendisinden önce gelen Köktürkçe 5. Aşağıdakilerden hangisinde Mukaddimetü’l-Edeb’in ko-
ile kendisinden sonra gelen Çağatayca arasında geçiş nusu ve yazarı doğru verilmiştir?
dönemi Türkçesidir. a. Aşk / Kutb
e. Türk dilinin güneybatı kolunu teşkil eden Oğuz Türk- b. Didaktik / Kerderli Mahmud bin Ali
çesi ve kuzeybatı kolunu teşkil eden Kıpçak Türkçesi- c. Dinî / Nâsırüddîn bin Burhânüddîn Rabgûzî
nin bu bölgede karışıp kaynaşmasından oluşan Türk- d. Dinî-tasavvufî / İslâm
çeye verilen addır. e. Sözlük / Mahmud bin Ömer ez-Zemahşerî
3. Rabgûzî’nin Kısasü’l-Enbiyâ adlı eseri ile ilgili aşağıdaki 6. Bu kaç söz ayıtgan atı İslâm ol
ifadelerden hangisi yanlıştır? Tilegi ahir vakt İslâm ol
a. Eser, peygamber hikâyelerini konu almaktadır. Atam baba İslâm veliyyü’l-verâ
b. 1310 yılında yazılmış ve Nâsırüddîn Tok Buga’ya su- Özi zikri tilde tümen alsam ol
nulmuştur. Yukarıdaki dörtlük hangi esere aittir?
c. Eser, baştan sona manzum olarak kaleme alınmıştır. a. Hüsrev ü Şîrîn
d. Eserin dil özelliklerini yansıtması bakımından en iyi b. Mu‘înü’l-Mürîd
nüshası, British Museum (Londra)’dadır. c. Nehcü’l-Ferâdîs
e. Ahmet Caferoğlu, eseri Karahanlı Türkçesi içinde d. Mukaddimetü’l-Edeb
alarak Atebetü’l-Hakâyık ve Ahmed-i Yesevî’nin hik- e. Muhabbet-nâme
metleri ile bir arada değerlendirmiştir.
6. Ünite - Harzem-Altın Ordu Türkçesi ve Edebiyatı 151
Yararlanılan ve Başvrulabilecek
Kaynaklar
Ata, A. (2002). Harezm-Altın Ordu Türkçesi, İstanbul. 4. Boeschoten H. E. – Vandamme, M. – Tezcan, S. (1995).
Barthold, V. V. (1927). Orta Asya Türk Tarihi Hakkında Al-Rabghûzî. The Stories of the Prophets, I. Critically
Dersler, İstanbul. Edit; II. Translate, Leiden.
Caferoğlu, A. (1971). Türk Dili Tarihi, İstanbul: 2.cilt, 3. baskı. 5. Grønbech, K. (1948). Rabguzi, Narrationes de Prophe-
Eckmann, J. (1959). “Das Chwarezmtürksiche”, Philologiae tis, Cod. Mus. Brit. Add. 7851 [=Monumenta Linguarum
Turcicae Fundamenta I, Wiesbaden: 113-137 (Çeviri- Asiae Maioris 4], Kopenhagen.
si: M. Akalın, “Harezm Türkçesi”, Tarihî Türk Şiveleri, 6. Hacıyeva, N. (1994). “Rabguzi’nin Kısasü’l-Enbiya Eseri-
Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları:73, Seri: nin Bakü Yazması”, Türk Dili, S. 514.
IV, S.A. 21, Ankara 1988). 7. Hüseyn, Ş. (1881). Kısas-ı Rabguzi, Kazan.
Eckmann, J. (1964). “Kiptschakische Literatur”, Philologi- 8. İlminskiy, N. I. (1859). Kısas-ı Rabguzi, Kazan.
ae Turcica Fundamenta, Wiesbaden: 275-296 (“Kıpçak 9. Fåzilov E. İ.- Yunusov, A. (1991). Qisasi Rabguziy, Taşkent.
Edebiyatı”, Türk Dünyası Edebiyatı, Çev. H. Açıkgöz, İs- 10. Katanov, N. F. (1898). Rabguzi Kısasu’l-Enbiya türki,
tanbul 1991: Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı). Taşkent.
Ercilasun, A. B. (2008). Türk Dili Tarihi, Ankara, 5. baskı. 11. Schinkewitsch, J. (1926-1927). “Rabguzi’s Syntax”,
Hacıeminoğlu, N. (1997). Harezm Türkçesi ve Grameri, Mémoires de la Société Fino-Ougrienne II, S. XXIX, S.
Ankara. XX, (Türkçeye Çeviren: S. Paylı, Türk Dili Belleten III,
İnan, A. (1953). “XIII.-XIV. Yüzyıllarda Mısır’da Oğuz- S. 8-9-10-11, 1947).
Türkmen ve Kıpçak Lehçeleri ve “Halis Türkçe”, Türk 12. Thúry, J. (1903). Török nyélvemlek a 14. század végéig,
Dili Belleten. Budapeşte, (Türkçeye Çeviren: R. Hulusi, “Ondördüncü
Kafesoğlu, İ. (1992). “Harzemşahların Soyu Meselesi”, Ha- Asır Sonlarına Kadar Türk Dili Yadigârları”, Millî Teteb-
rezmşahlar Devleti Tarihi, Ankara: Türk Tarih Kurumu bular Mecmuası, II)
Yayınları.
Köprülü, F. (1926). Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul. Nehcü’l-Ferâdîs Üzerinde Yapılmış Belli Başlı Çalışmalar
Köprülü, F. (1945). “Çağatay Edebiyatı”, İslâm Ansiklopedi- 1. Ata, A. (1998). Nehcü’l-Ferâdîs. Uştmahlarnıñ Açuk Yolı
si, C.3, 24. cüz, İstanbul. (Cennetlerin Açık Yolu). III. Dizin-Sözlük, Ankara:
Sağol, G. (2002). “Harezm Türkçesi ve Harezm Türkçesi ile Türk Dil Kurumu Yayınları:518.
Yazılan Eserler”, Türkler, C. 5, Ankara 2002. 2. Eckmann, J. (1956). Nehcü’l-Feradis: I. Tıpkıbasım, Ön-
Samoyloviç, A. N. (1928). K istorii literaturnago sözü Yazan. J. Eckmann, Ankara: Türk Dil Kurumu Tıp-
sredneziatsko-turetskogo yazıka, Leningrad. (Çeviren: kıbasımlar Dizisi:35.
A. İnan, Ankara Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Yıl- 3. Eckmann, J. (1956). Nehcü’l-Ferâdîs. Uştmahlarnıñ Açuq
lık Çalışmaları I). Yolı (Cennetlerin Açık Yolu): II Metin, (Yayımlayanlar:
Samoyloviç, A. N. (1935). “Cuci Ulusu veya Altın Ordu Edebî S. Tezcan, H. Zülfikar), Ankara: Türk Dil Kurumu Yayın-
Dili”, Türk Dili, S. 12. ları: 518.
Thúry, J. (1331). “Ondördüncü Asır Sonlarına Kadar Türk Dili 4. Eckmann, J. (1959). “Das Chwarezmtürksiche”, Philologi-
Yadigârları”, Millî Tetebbular Mecmuası II, İstanbul. ae Turcicae Fundamenta I,
Wiesbaden, (Çevirisi: M. Akalın, Tarihî Türk Şiveleri, (“Ha-
Kısasü’l-Enbiyâ Üzerinde Yapılmış Belli Başlı Çalışmalar rezm Türkçesi”) Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Ya-
1. Arifgan, G. H. (1916). Rabguzi Kısasu’l-Enbiya, Starıy yınları:73, Seri: IV, S.A.21, Ankara 1988)
Taşkent. 5. Eckmann, J. (1964). “Die Kiptschakische Literatur I. Die
2. Ata, A. (1997). Nâsırü’d-dîn bin Burhânü’d-dîn Literarur von Chwarezm und der Goldenen Horde”, Phi-
Rabgûzî. Kısasü’l-Enbiyâ (Peygamber Kıssaları). I. lologiae Turcicae Fundamenta II, Wiesbaden.
Giriş-Metin-Tıpkıbasım, TDK Yayınları:681-1; II. Di- 6. Eckmann, J. (1988). “Nehcü’l-Feradis’in Bilinmeyen Bir
zin, TDK Yayınları: 681-2, Ankara. Yazması”, Türk Dili Araştırmaları Yıllığı-Belleten 1963,
3. Ata, A. (2008). “Rabguzi’nin Kısasü’l-Enbiyâ’sında Naz- Ankara.
mın Gücü”, Modern Türklük Araştırmaları Dergisi, C. 7. Karamanlıoğlu, A. F. (1968). “Nehcü’l-Feradis’in Dil Husu-
V. S.2, Ankara. siyetleri I, Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, S. XVI.
154 VIII-XIII. Yüzyıllar Türk Edebiyatı
8. Karamanlıoğlu, A. F. (1969). “Nehcü’l-Feradis’in Dil Hu- 10. Yüce, N. (1977). “Eine neu entdeckte Handschrift der
susiyetleri II”, Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, S. XVII. “Muqaddimat al-Adab” von az-Zamaòšari mit chwo-
9. Karamanlıoğlu, A. F. (1970). “Nehcü’l-Feradis’in Dil Hu- resmtürkischer Übersetzung”, ZDMG Suppl. III, 2, Wi-
susiyetleri III”, Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, S. XVIII. esbaden.
10. Karamanlıoğlu, A. F. (1971). “Nehcü’l-Feradis’in Dil Hu-
susiyetleri IV”, Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, S. XIX. Mu‘înü’l-mürîd Üzerinde Yapılmış Belli Başlı Çalışmalar
11. Sağol, G. (1988). Nehcü’l-Ferâdîs. İlk İki Bap. Giriş- 1. Ata, A. (1988). “Recep Toparlı, Mu‘înü’l-Mürîd”, Atatürk
Metin-Sözlük-Dizin-Arapça İbareler, (Doçentlik Ça- Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Yayınları No:15, Er-
lışması). zurum, LXXII+287s., Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uy-
12. Tülücü, S. (1994). NEHCÜ’L-FERADİS – Uştmahlar- gulama Merkezi Dergisi, S.10.
nıng Açuq Yolı (Cennetlerin Açık Yolı). Mahmûd b. 2. Bodrogligeti, A. J. E. (1976). “The Autorship and sources of
Alî el-Kerderî, II. Metin, Çevriyazı: J. Eckmann, Yayım- the Mu‘ìnü’l-Mürìd”, Tractata Altaica, Wiesbaden.
layanlar: S. Tezcan – H. Zülfikar, Türk Dil Kurumu Ya- 3. Halimov, N. – Göklenov, Ç. (1995). Şıh İslâm Şeref Hoca
yınları:518, XI+312+1s.”, Türk Dili Araştırmaları Yıllığı Horezmi. Mu‘inu’l-Mürid, Aşgabat.
Belleten 1991, Ankara. 4. Karamanlıoğlu, A. F. (2006). Şeyh Şeref Hace. Mu‘înü’l-
Mürîd (Transkripsiyonlu Metin-Dizin-Tıpkıbasım),
Mukaddimetü’l-Edeb Üzerinde Yapılmış Belli Başlı İstanbul: Beşir Kitabevi.
Çalışmalar 5. Toparlı, R. - Argunşah, M. (2008). Mu‘înü’l-Mürîd, An-
1. Benzing, J. (1968). Das Chwaresmische Sprachmateri- kara: TDK Yayınları.
al der “Muqaddimat al-Adab” von Zamaxšarî. I. Text, 6. Toparlı, R. (1988). Mu‘înü’l-Mürîd, Atatürk Üniversitesi
Wiesbaden. Fen-Edebiyat Fakültesi Yayınları No:15, Erzurum.
2. İmam, M. K. (1342/1963-1343/1965). Abu’l-Kâsım
Mahmûd b. ‘Omar az-Zamahşarî: Pîşrev-i Adab ya Hüsrev ü Şîrîn Üzerinde Yapılmış Çalışmalar
Mukaddimat al-Adab (The Oldest Arabic-Persian phi- 1. Hacıeminoğlu, N. (1968). Kutb’un Hüsrev ü Şirin’i ve Dil
lological dictionary). Part I: Nouns, Part 2: Verbs, Part Hususiyetleri, İstanbul: İstanbul Üniversitesi Yayınları.
3: Index, Tehran. 2. İnan, A. (1953). “XIII.-XIV. Yüzyıllarda Mısır’da Oğuz-
3. İshak Hocası Ahmed Efendi. (1313/1895), Aksa’l-ereb fî Türkmen ve Kıpçak Lehçeleri ve “Halis Türkçe””, Türk
tercemeti Mukaddimeti’l-Edeb, I-II, İstanbul. Dili Araştırmaları Yıllığı Belleten.
4. Poppe, N. (1938-1939). Mongol’skiy slovar’ Mukaddi- 3. İnan, A. (1951). “Kutb’un Hüsrev ü Şirin’inden Örnekler”,
mat al-adab I. II, Moskva-Leningrad; III, Ukazateli, Türk Dili Belleten, S. III, No:14-15, Ankara.
Moskva-Leningrad. 4. Eckmann, J. (1958). “Tourkhan Gandjei, II “Muhabbat-
5. Poppe, N. (1951). “Eine viersprachige Zamaxšari- nâma” di Horazmì: Annali dell’istituto Universitario Ori-
Handscrifts. I. Das Çagataitürkische Sprachmaterial”, entale di Napoli”, Nuova Serie, Vol VII, Roma; Türk Dili
ZDMG 101, Wiesbaden. ve Edebiyatı Dergisi, C. IX (1 Kasım 1959).
6. Togan, Z. V. (1951). Documents on Khorezmian Cultu- 5. Gandjei, T. (1957). II “Muhabbat-nâma” di Horazmì: An-
re. Part I. Muqaddimat al-Adab with the Translation nali dell’istituto Universitario Orientale di Napoli”, Nuo-
in Khorezmian, İstanbul. va Serie, Vol VI, Roma.
7. Togan, Z. V. (1965). “Zimahşerî’nin doğu türkçesi ile 6. Gandjei, T. (1958). II “Muhabbat-nâma” di Horazmì: An-
“Mukaddimet-ü’l-edeb”i”, Türkiyat Mecmuası, C.XIV nali dell’istituto Universitario Orientale di Napoli”. Nuo-
(1964), İstanbul. va Serie, Vol VII, Roma.
8. Ülkütaşır, M. Ş. (1949). “XI. yüzyıldan günümüze kadar 7. Nadjib, E. N. (1961). Horezmî. Muhabbet-name, İzdanie,
yazılmış başlıca sözlüklerimiz”, Türk Dili-Belleten, Seri: teksta, transkripsiya, perevod i issledovanie, Moskova.
III (Ocak-Aralık 1948), S. 12-13, İstanbul. 8. Sertkaya, O. F. (1972). “Hworezmî’nin Muhabbet-
9. Yüce, N. (1988). Mukaddimetü’l-Edeb. Hºarizm Türkçe- nâme’si”, Türkiyat Mecmuası, C. XVII.
si İle Tercümeli Şuşter Nüshası. (Giriş – Dil Özellikle- 9. Şçerbak, A. M. (1959). Oguz-nâme, Muhabbet-nâme,
ri –Metin – İndeks), Ankara. pamyatniki drevne uygurskoy i staro uzbekskoy
pis’mennosti, Moskova.
6. Ünite - Harzem-Altın Ordu Türkçesi ve Edebiyatı 155
Amaçlarımız
Bu üniteyi tamamladıktan sonra;
Mevlânâ’nın Türkçe, Farsça-Türkçe (mülemmâ) beyitlerinden seçilmiş örnek
metinleri okuyup günümüz Türkçesi ile nesre çevirebilecek,
Sultan Veled’in Türkçe manzumelerinden seçilmiş örnek metinleri okuyup gü-
nümüz Türkçesi ile nesre çevirebilecek, beyitlerde ele alınan konuları açıklaya-
bilecek,
Hoca Dehhânî’nin manzumelerini okuyup günümüz Türkçesi ile nesre çevire-
bilecek, manzumelerin vezin ve kafiyelerini belirleyebileceksiniz.
Anahtar Kavramlar
• Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî • Mülemmâ
• Sultan Veled • Gazel
• Hoca Dehhânî • Kaside
• Beyit
İçindekiler
1. اوصك واريسه اى غافل الدامناغل زهنار مالهUããuñ var-ısa iy àÀfil aldanmaàıl zinhÀr mÀla
شول نسنه يه كه سن قويوب كيدرسني اول كريو قالهŞol nesneye ki sen úoyup gidersin ol girü úala
müstef èilün müstef èilün müstef èilün müstef èilün
us: (t.i.) akıl, fikir.
şol: (t.s.) şu.
aldanmaàıl: aldanma. Kelimenin sonundaki -gıl eki, bugün kullanılmayan eski bir
emir kipi ekidir.
zinhâr: (f.e.) sakın, asla anlamında uyarı bildirmek için kullanılan Farsça bir ünlemdir.
àÀfil: (a.s.) dikkatsiz, ihtiyatsız, ilerisini düşünmeyen.
ol: (t.s.) o.
Beytin kafiyesi: mÀla-ala kelimelerindeki –al harflerinden meydana gelen mürdef kafiyedir.
Kafiye hakkında geniş bilgi için Eski Türk Edebiyatına Giriş (Eskişehir: Açıköğretim Fakül-
tesi Yay., 2011) ve M. A. Yekta Saraç’ın Klâsik Edebiyat Bilgisi, Biçim-Ölçü-Kafiye (İstanbul:
3F Yay., 2007) adlı kitaplara başvurabilirsiniz.
2. سىن اونيدر دوستلرك اوغلك قيزك عورتلركSeni unudur dostlaruñ oàluñ úızuñ èavratlaruñ
اول مالك اولشه لر حساب ايدوب قيلدن قيلهEvvel mÀluñ üleşeler óisÀb idüp úıldan úıla
müstef èilün müstef èilün müstef èilün müstef èilün
3. قيلمايه لر سكا وفا بونلر باى اوله سن كداÚılmayalar saña vefÀ bunlar bay ola sen gedÀ
سنك اوچون ويرمه يه لر بر پاره ايتمك يوقسولهSenüñ üçün virmeyeler bir pÀre etmek yoúãula
müstef èilün müstef èilün müstef èilün müstef èilün
4. بر دملكه آغالشه لر آندن واروب پايالشه لرBir demlige aàlaşalar andan varup paylaşalar
سىن چوقوره كومشوب تيز دونه لر كوله كولهSeni çuúura gömişüp tìz döneler güle güle
müstef èilün müstef èilün müstef èilün müstef èilün
dem: (f.i.) an, vakit. tìz: (f.s.) tez, çabuk, hemen
Mevlânâ’nın Uããuñ var-ısa iy àÀfil aldanmaàıl zinhÀr mÀla/Şol nesneye ki sen úoyup gider-
1 sin ol girü úala beyitinde üzerinde durduğu konu hakkında bilgi veriniz.
Mülemmâ: Mısraları veya bir
kısmı Türkçe-Farsça, Türkçe- Mevlânâ’nın Farsça-Türkçe Mülemmâ Beyitlerinden Örnekler
Arapça, Farsça-Arapça, Farsça-
Türkçe vb. farklı dillerde yazılmış
(Hasibe Mazıoğlu, Eski Türk Edebiyatı Makaleleri, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara
manzumelerdir. 2009’dan)
1. من كجا شعر كجا ليكن مبن در ميدمدMen kücÀ şièr kücÀ lìkin be-men der mìdemed
آن يكى تركى كه آيد كويدم هى كيمسن Án yeki Türkì ki Àyed gÿyedem hey kimsen
fÀèilÀtün fÀèilÀtün fÀèilÀtün fÀèilün
2. هر دم خبشم كوىي بار كيت منم قامتدنHer dem be-òışm gÿyì bar git menüm úatumdan
من روى سخت كرده نزديك تو طورر منMen rÿy-i saòt-kerde nezdìk-i tÿ turur men
mef èÿlü fÀèilÀtün mef èÿlü fÀèilÀtün
3. من يار با وفامي بر من جفا قيلورسنMen yÀr-ı bÀ-vefÀyem ber-men cefÀ úılur sen
با آنچون اين جفاها سندن قاچن قاچر منBÀ-Ànçün ìn cefÀhÀ senden úaçan úaçar men
mefèÿlü fÀèilÀtün mefèÿlü fÀèilÀtün
ايشيت مندن قاراقوزم قارا قوزİşit menden úara úuzum úara úoz
اكر طاتسن و كر رومسن و كر توركEger Ùatsen ve ger Rÿmsen ve ger Türk
زبان ىب زبانرا بياموزZebÀn-ı bì-zebÀn-rÀ beyÀmÿz
(Dilsizlerin dilini öğren)
ويردى سكا ماىل چاالب تا خريه قيالسني سببVirdi saña mÀlı Çalab - tÀ òayra úılasın sebeb
خري ايله ده قيل حق طلب وارمادن اول مالك ييلهÒayr eyle de úıl óaú ùaleb - varmadan ol mÀluñ yile
بوكون سوينرسني بينم آلتومن آقچه م چوق ديوBugün sevinürsin benüm - altunum aúçam çok diyü
آكمازمى سني اول صوكى كم حمتاج اوالسني بر پولهAñmaz mısın ol ãoñı kim - muótÀc olasın bir pula
آصى ايتميه مالك سنك خوش اوملايه حالك سنكAãã’itmeye mÀluñ senüñ - òoş olmaya óÀlüñ senüñ
نسنه ايرميه ألك سنك كر صومنادكسه ال الهNesn’irmeye elüñ senüñ - ger ãunmaduñsa el ele
اول مال ديديكك مار اوله حقا كه كورك دار اولهOl mÀl didigüñ mÀr ola - óaúúÀ ki gÿruñ dar ola
هركز مدد بوملايه سني چوره باقوب صاغه صولهHergiz meded bulmayasın - çevre baúup saàa ãola
آلتون ايسه آنده چوراق اوله سكا آنده طوراقAltun ise anda çoraú - ola saña anda ùuraú
نيلر طاشم قيلدم ياراق آنلر سكا قارشو كلهN’eyler ùaşum úılduñ yaraú - anlar saña úarşu gele
مال سرمايه اولسه آزيق حقه اينانورسني باييقMÀl sermÀye olsa azıú - Óaúú’a inanursın bayıú
ياب آخرت دنياىي ييق تا ايره سني خوش منزلهYap Àòiret dünyÀyı yıú - tÀ iresin òoş menzile
چون اوله الكده درم كوج ييتدكجه قيلغل كرمÇün ola elüñde direm - güç yitdükçe úılàıl kerem
اوكود بودر كه بن ديرم دولت آنك اوكود آلهÖgüd budur ki ben direm - devlet anuñ ögüd ala
7. Ünite -XII-XIII. Yüzyıllar Batı Türk Edebiyatı: Metinler 161
ايتمه مالك اوله تلف حق برى بيك ويرر خلفEytme mÀluñ ola telef - Óaú biri biñ virür òalef
اولغل سلف قيلمه علف ويرمه قامو ضايع اولهOlàıl selef úılma èalef - virme úamu øÀyiè ola
ديلر ايسك عيشى ابد طوتغل نه ديديسه احدDiler-isen èayşı ebed - ùutàıl ne didiyse Aóad
اندن ديله هر دم مدد تا ايريشه سني حاصلهAndan dile her dem meded - tÀ irişesin óÀãıla
بويله بويوردى مل يزل بيلك بوىن قيلك عملBöyle buyurdı Lem-yezel - bilüñ bunı úıluñ èamel
ترك ايلكز طول امل اومياكز هر بر باطلهTerk eyleñüz ùÿl-ı emel - uymañuz her bir bÀùıla
يوقسول ايسك صرب ايلهكلكر باى ايسك خري ايلهكلYoúãul iseñ ãabr eylegil - ger bÀy isen òayr eylegil
هر بر حاله شكر ايله كل حق دونده رر حالدن حالهHer bir óÀle şükr eylegil - Óaú dönderür óÀlden óÀle
دنيا آنك آخرت آنك نعمت آنك حمنت آنكDünyÀ anuñ Àòret anuñ - nièmet anuñ miónet anuñ
طامو آنك جنت آنك دولت آنك كه آىن بولهÙamu anuñ cennet anuñ - devlet anuñ k’anı bula
حقا بكا نه مال كرك ديلكم اىي حال كركÓaúúÀ baña ne mÀl gerek - dilegüm iyi óÀl gerek
نه قيل كرك نه قال كرك كندوزىن بيلن قولهNe úìl gerek ne úÀl gerek - kendüzini bilen úula
بن بر ىب جامن اى الَه باوالق جوق ايله دم كناهBen bir bi-cÀnum iy İlÀh - yavlaú çoú eyledüm günÀh
يازوقلرمدن آه آه نه شرح ايدم كلمز ديلهYazuúlarumdan Àh Àh - ne şeró idem gelmez dile
اى مشس ديله حقدن حقى بز فانييز اولدر باقىİy Şems dile Óaú’dan óaúı - biz fÀniyüz oldur bÀúì
قامولر آنط مشتقى تا خود كه اول كيمك اولهÚamular anuñ müştaúı - tÀ òod ki ol kimüñ ola
müstef èilün müstef èilün müstef èilün müstef èilün
هر روز خوش است منزيل بسپردنHer gün bir yerden göçmek ne iyi
چون آب روان و فراغ از افسردنBulanmadan, donmadan akmak ne hoş
دي رفت و حديث دي چودي هم بگذشتNe kadar söz varsa düne ait
امروز حديث تازه بايد گردنŞimdi yeni şeyler söylemek lazım
162 VIII-XIII. Yüzyıllar Türk Edebiyatı
7. بوكون عشقك اوديندن اسى آلدوخBu gün èışúuñ odından ıssı alduò
بزه قايو دكل كر قار و قايدرBize úayu degül ger úar u úaydur
8. بكا هر كيجه سندن يوز بيك اصىBaña her gice senden yüz biñ aããı
بنم هر كون ايشم سندن قواليدرBenüm her gün işüm senden úolaydur
Sultan Veled’in Senüñ yüzüñ güneşdür yoúsa aydur / CÀnum aldı gözüñ daúı ne aydur bey-
tinde üzerinde durduğu konuyu açıklayınız. 2
6. Senin boyun bu dağı aşıp geçti. Dünya şimdi senin yüzünden bahar ve yaz mevsi-
mini yaşamaktadır.
yaz(t.i.): bahar mevsimi, ilkbahar; yay(t.i.): yaz mevsimi.
Sevdiğinin boyunun dağı aşacak kadar uzadığını, bundan dolayı her tarafta sevgiliyi
gördüğünü (mübâlağa) söyleyen şair, bu yüzden (yüzü güneş ve ay gibi olan sevgili sebe-
biyle; boyunun uzaması sebebiyle) dünyanın bahar ve yaz mevsimini yaşadığını ifade et-
mektedir. Çünkü sevgilinin bulunduğu yer cennettir.
7. Bugün senin aşk ateşinden ateş (sıcaklık) aldık. İster kar isterse yağmur olsun bizim için
endişe edecek bir durum değildir. Sevgilinin ilgisi şairi başka varlıklardan uzaklaştırmıştır.
ışk(a.i): aşk, ıssı(t.i.): sıcaklık; kayu(t.i.): kaygı, endişe, tasa.
Aşkını ateşe benzeten şair (teşbîh-i belîğ), bu aşk ateşine sahip olduğu ve sevgili ile bu-
lunduğu için soğuğun (yağmurun, karın) kendisini etkilemeyeceğini ve bundan dolayı da
endişe edilecek bir durumun olmadığını belirtmektedir.
8. Bana senden her gece yüzbin fayda dokunmaktadır. Sen olduğun sürece benim her
işim kolaydır.
assı(t.i.): yarar, kazanç, kâr.
9. Veled, sana kavuşmadan önce fakirdi, yoksuldu; artık seni bulduğu için bundan son-
ra bey ve zengindir.
beg(t.i.): bey, bây: (f.s.) zengin.
Klâsik şiirde şairlerin (âşık) en önemli varlığı sevgilidir. Sevgiliye ulaşan, gönlünde
onun aşkı bulunan şair, mutlu ve huzurlu olur, çünkü sevgiliyi bulmuştur. Âşık için de sev-
gili her şeydir. Bu da zenginlik ve beylik demektir. Hayatının merkezinde bir sevgili bulu-
nan şair için üstesinden gelinemeyecek hiçbir zorluk yoktur.
1. قره قاشلر قاره كوزلر جامن الدى جامن الدىÚara úaşlar úara gözler cÀnum aldı cÀnum aldı
مسلمانلر ندر بو كم بكا كلدى بكا كلدىMüsülmÀnlar nedür bu kim baña geldi baña geldi
2. مسلمانلر عاشق الدم سجى ايچدم دلو اولدمMüsülmÀnlar èÀşıú oldum süci içdüm delü oldum
دوكلى چغرك كوترو دوا قيلدى دوا قيلدىDükeli çaàıruñ götrü devÀ úıldı devÀ úıldı
3. سىن كوردم سكا كلدم امل دوتغل اوده دوشدمSeni gördüm saña geldüm elüm dutàıl oda düşdüm
اسم ويردى دلو اولدم بىن تاكرى سكا صالدىİsim virdi delü oldum beni Tañrı saña saldı
4. نه داتلودر سنك عشقككه بندنكوكلمى الدىNe datludur senüñ èışúuñ ki benden göñlümi aldı
اكا بر جان فدا قيلدم ايكى بيك جان بكاكلدىAña bir cÀn fedÀ úıldum iki biñ cÀn baña geldi
5. انككن جاىن نورليدى عيسىكىبكوكه اغدىAnuñ kim cÀnı nÿrluydı èÌsì gibi göge aàdı
قاراكو جانلو ير اوزره اشك كىب كرو قالدىÚarañu cÀnlu yer üzre eşek gibi girü úaldı
6. سىن بولدم سكا كلدم كوزن اچدم يوزك كوردمSeni buldum saña geldüm gözüm açdum yüzüñ gördüm
اسم ويردى دلو اولدم بىن عشقك سكا صالدىİsim virdi delü oldum beni èışúuñ saña ãaldı
7. Ünite -XII-XIII. Yüzyıllar Batı Türk Edebiyatı: Metinler 165
7. سىن كوردم كچر ايدك جامن يولن اچار ايدكSeni gördüm geçer idüñ cÀnum yolın açar idüñ
عاشقلرى سچر ايدك قاالنك يولدرم چالدىèÁşıúları seçer idüñ úalanuñ yuldurum çaldı
8. اولوكچى سىن سور سىن ايسرت سوزك سويلرUlu kiçi seni sever seni ister sözüñ söyler
كونشكىب يوزك طوغر قامو عامل نورك طولدىGüneş gibi yüzüñ ùoàar úamu èÀlem nÿrun ùoldı
9. خاليقلر جاىن سچك بو دنيادن برو قاچكÒalÀyıúlar cÀnı seçüñ bu dünyÀdan berü úaçuñ
كوزى اچككوزى اچككورك تاكرى نلر قيلدىGözi açuñ gözi açuñ görün Tañrı neler úıldı
10. ولد كلدى سزه ايدر نه ايسرتسز سزكله درVeled geldi size aydur ne istersiz sizüñledür
كم اصلويسه بىن بيلدى دكز اولدىكوهر بولدىKim uãluysa beni bildi deñiz oldı güher buldı
mefÀèìlün mefÀèìlün mefÀèìlün mefÀèìlün
3. قانغى كيشى كم بو سوزدن يول وارهÚanàı kişi kim bu sözden yol vara
تاكرى انك مزديىن بكا ويرهTañrı anuñ müzdini baña vire
4. يوق ايدى مامل داوارم كم ويرمYoú idi mÀlum davarum kim virem
دوستلغن مال ايله بللو كوسرتمDostlıàın mÀl ile bellü gösterem
5. مال كم تاكرى بكا ويردى بودرMÀl kim Tañrı baña virdi budur
كم بو ماىل ايسته يه اول اوصلودرKim bu mÀlı isteye ol uãludur
fÀèilÀtün fÀèilÀtün fÀèilün
1. صون اى ساقى كوله كوله بزه اول راح رحياىنSun ey sÀúì güle güle bize ol rÀó-ı reyóÀnı
كه كل يينه بزمشدر بوكون صحن كلستاىنKi gül yine bezemişdür bugün ãaón-ı gülistÀnı
2. مجال صورت ليلى كله مى ويردى جمنوندرCemÀl-i ãÿreti Leylì güle mi virdi Mecnÿn’dur
كه بلبل كوكه ايرردى بو دم دردندن افغاىنKi bülbül göge irürdi bu dem derdinden efàÀnı
168 VIII-XIII. Yüzyıllar Türk Edebiyatı
3. عجب دكل اكر بلبل قيلورسه نغمهٴ داودèAceb degül eger bülbül úılursa naàme-i DÀvÿd
كه كل استنه دومتشدر سوكود چرت سليماىنKi gül üstine dutmışdur sögüd çetr-i SüleymÀnı
4. چو يوسف مصر شهرنده عزيز اولدىكل و بلبلÇü Yÿsuf Mıãr şehrinde èazìz oldı gül ü bülbül
اوش ايدر كيجه و كوندز فغان چون پري كنعاىنUş ider gice vü gündüz fiàÀn çün pìr-i KenèÀnì
5. اكر اوق اورماديسه كل يينه بلبل يوركنهEger oú urmadıysa gül yine bülbül yüregine
نيچون قانه بوالشوبدر سراسر مجله پيكاىنNiçün úana bulaşupdur ser-À-ser cümle peykÀnı
6. كل صورى كل سوسن كل نسرين كل رعناGül-i ãÿrì gül-i sÿsen gül-i nesrìn gül-i raènÀ
بو دروديله بزمنشدر جهانك چار اركاىنBu dördiyle bezenmişdür cihÀnuñ çÀr erkÀnı
7. بو دورىل كللر ايسرتسك بقا باغنده وار ايستهBu dürlü güller isterseñ beúÀ bÀàında var iste
دريغا كم وفا ايتمز بزه بو عامل فاىنDirìàÀ kim vefÀ itmez bize bu èÀlem-i fÀnì
8. بو كل دورنده عمركى كچورمه ضايع اى غافلBu gül devrinde èömrüñi geçürme øÀyiè iy àÀfil
كه كل دورى بكى تيزجك كچر بو عمر دوراىنKi gül devri bigi tìzcek geçer bu èömr devrÀnı
9. مدام ايچ بر ياكاغى كل ايله نكار كلستاندهMüdÀm iç bir yañaàı gül nigÀr ile gülistÀnda
كه قارشوكه قيله هر دم ياكاقلرله كل افشاىنKi úarşuña úıla her dem yañaúlarla gül-efşÀnì
10. بو مومسده كل و ميله كشى بسلمه سه جاننBu mevsimde gül ü meyle kişi beslemese cÀnın
صان اىن بر قورى كوده كه يوقدر عقلى و جاىنäan anı bir úuru gevde ki yoúdur èaúlı vü cÀnı
11. جهان جنت اولوب سراسر كر اينامنازسكCihÀn cennet olup durur ser-À-ser ger inanmazsañ
كوزك نركس كىب اچ كور كه كلدر حور و غلماىنGözüñ nergis gibi aç gör ki güldür óÿr u àılmÀnı
12. مكر بزم شهنشهدر لطافتده بوكون كلشنMeger bezm-i şehenşehdür leùÀfetde bugün gülşen
كاولوبدر بلبل و قمرى ندمي و هم خوش احلاىنK’olupdur bülbül ü úumrı nedìm ü hem òoş-elóÀnı
13. شهنشاه فلك رفعت عالء دين و دنيا چونŞehenşÀh-ı felek-rifèat èAlÀ-i dìn ü dünyÀ çün
كه قتل ايتدى على بكى جهانده نسل مرواىنKi úatl itdi èAlì bigi cihÀnda nesl-i MervÀn’ı
14. على واردر اكر هر كم كوره ظاهر ديلر ايسهèAlì-vÀrdur eger her kim göre zÀhir diler ise
على كىب كوز اچوب كور جهانده شري مرداىنèAlì gibi göz açup gör cihÀnda şìr-merdÀnı
7. Ünite -XII-XIII. Yüzyıllar Batı Türk Edebiyatı: Metinler 169
15. سليمان روحى شاد اولدى كه فتنه ديويىن بندهSüleymÀn rÿóı şÀd oldı ki fitne dìvini bende
برياغوبان بزمشسك سليمان بكى دوراىنBıraàuban bezemişsin SüleymÀn bigi devrÀnı
16. ايا شاه فلك رفعت كه دامي خبت ايله دولتEyÀ şÀh-ı felek-rifèat ki dÀyim baòt ile devlet
قيلور دركاهكه سجده اورر طوپراغه پيشاىنÚılur dergÀhuña secde urur ùopraàa pìşÀnı
17. ايشيدوب ادكى شاهم سفر قيلدم بو اقليمهİşidüp aduñı şÀhum sefer úıldum bu iúlìme
ايرشدم يوزكى كوردم ديدم ذى وجه نوراىنİrişdüm yüzüñi gördüm didim zì-vech-i nÿrÀnì
18. مهيشه تا بو مومسده مجال طلعت كونكHemìşe tÀ bu mevsimde cemÀl-i ùalèati günüñ
سنك يوزك بكى شاها بزه مز باغ و بوستاىنSenüñ yüzüñ bigi şÀhÀ bezemez bÀà u bostÀnı
19. سخاوتده شجاعتده دخى ادك ايشيدردمSeòÀvetde şecÀèatde daòı aduñ işidürdüm
سىن حق مستدام ايتسن سورسني ديىن امياىنSeni Óaú müstedÀm itsün seversiñ dìni ìmÀnı
20. مروتده نه كم واردر بنم حقمده قيلدك سنMürüvvetde ne kim vardur benüm óaúúumda úılduñ sen
وفانك معدىن اولدك سخانك لطف ايله كاىنVefÀnuñ maèdeni oldun seòÀnuñ luùf ile kÀnı
21. يوز اوروب طاپوكه كلدى اجازت وير اكا شاهاYüz urup ùapuña geldi icÀzet vir aña şÀhÀ
كه يينه دولتكده بن كورم ملك خراساىنKi yine devletüñde ben görem mülk-i ÒorÀsÀnı
22. حبمد اهلل كه مدحك ايده بوكون جملس ايچندهBi-óamdillÀh ki medóüñ eyde bugün meclis içinde
دهانندن در معىن دوكر سوزيله دهاىنDehÀnından dür-i maènì döker söziyle DehhÀnì
23. يريى دورر قوالغكده دوتاسني سوزمك درنYiri durur úulaàunda dutasın sözümüñ dürrin
كه اول دردن خجالتده قالوبدر در عماىنKi ol dürden òacÀletde úalupdur dürr-i èUmmÀnì
24. ديلكم بو دورر سندن بو دوردى صاقاللغل حمكمDilegüm bu-durur senden bu dördi ãaúlaàıl muókem
مهيشه دين ايله عدىل شجاعتله خوش احساىنHemìşe dìn ile èadli şecÀèatla òoş iósÀnı
25. ديرى اولدقجه بن قولك ايشيده سك ايا شاهمDiri oldukça ben úulın işidesin eyÀ şÀhum
سنك مدحكله دولدرم نيجه دفرتله ديواىنSenüñ medóüñle dolduram nice defterle dìvÀnı
26. كمال دولتك كوىن بزه سن باغ دنياىيKemÀl-i devletüñ güni bezesün bÀà-ı dünyÀyı
دخى نقصان حزانندن اهلم صاقالسن اىنDaòı noúãÀn óazÀnından İlÀhum ãaúlasun anı
mefÀèìlün mefÀèìlün mefÀèìlün mefÀèìlün
170 VIII-XIII. Yüzyıllar Türk Edebiyatı
Sun ey s Àúì güle güle bize ol r Àó-ı rey óÀnı / Ki gül yine bezemişdür bugün ãaón-ı
3 gülistÀnı beytinin kafiyesi hakkında bilgi veriniz.
2. عجب مى سحر اوقيوب سحر ييلى اوردىèAceb mi siór oúıyup seóer yili ürdi
كه جنت ايتدى كل ترله باغ و بوستاىنKi cennet itdi gül-i terle bÀà u bÿstÀnı
3. قدح املده و ساقى ندمي و قارمشه كلÚadeó elümde vü sÀúì nedìm ü úarşuma gül
ديسون حسود كوروبن ذى عيش سلطاىنDisün óasÿd görüben “õì-èayş-ı sulùÀnì”
4. كچرمه فرصىت بوينك اكوب بنفشه كىبGeçürme furãatı boynuñ egüp benefşe gibi
كه كل بكى كچر اوش تيز عمر دوراىنKi gül bigi geçer uş tìz èömr devrÀnı
5. سجى يريك قانيدر يري يومتادن سن ايچSüci yirüñ úanıdur yir yutmadın sen iç
بو كل دمنده كه قارون حمتشم قاىنBu gül deminde ki ÚÀrÿn-ı muóteşem úanı
172 VIII-XIII. Yüzyıllar Türk Edebiyatı
6. چو عمر باقى دكلر كل و شراب ايله خوشÇü èömr bÀúì degüldür gül ü şarÀb ile òoş
بو باقى عمركى سر تا كه عمردر فاىنBu bÀúì èömrüñi sür tÀ ki èömrdür fÀnì
7. نيچه ندمي و نيچه دوست ديدى قمرى بكىNiçe nedìm ü niçe dost didi úumrı bigi
يارندن ايرو دوشلدن بو رمسه دهاىنYÀrinden ayru düşelden bu resme DehhÀnì
mefÀèilün feèilÀtün mefÀèilün feèilün
Kendimizi Sınayalım
1-2. sorular aşağıdaki beyite göre yanıtlanacaktır. 5-7. sorular aşağıdaki beyite göre yanıtlanacaktır.
اوصك وارايسه اى غافل الدامناغل زهنار ماله متاشاچون برو كل كم كوره سني
شول نسنه يه كه سن قويوب كيدرسني اول كريو قاله نته كوزم ياشى ايرماق و چايدر
1. Yukarıdaki beyitin kafiyesi aşağıdakilerden hangisinde 5. Yukarıdaki beytin vezni aşağıdakilerden hangisidir?
doğru olarak verilmiştir? a. mütefāèilün feèūlün mütefāèilün feèūlün
a. mürdef kafiye b. mefāèilün fāèilün mefāèilün fāèilün
b. mücerred kafiye c. mefāèilün feèilātün mefāèilün feèilün
c. müesses kafiye d. mefāèilün mefāèilün feèūlün
d. müreddef kafiye e. feèilātün feèilātün feèilātün feèilün
e. mukayyed kafiye
6. Yukarıdaki beyitte aşağıdaki sanatlardan hangisi vardır?
2. Yukarıdaki beytin vezni aşağıdakilerden hangisidir? a. iştikâk
a. mef èūlü fāèilātün mef èūlü fāèilātün b. tevriye
a. müstef èilün müstef èilün müstef èilün müstef èilün c. tezâd
c. müfteèilün müfteèilün müfteèilün müfteèilün d. cinâs
d. mef èūlü mefāèìlü mefāèìlü feèūlün e. teşbîh
e. fāèilātün fāèilātün fāèilātün fāèilün
Sıra Sizde 2
Senüñ yüzüñ güneşdür yoúsa aydur
Cânum aldı gözüñ daúı ne aydur
beytinde şair, muhatabın (sevilenin) güzellik unsurlarından
yüzü ve gamzesi (imalı yan bakış) üzerinde durmaktadır.
Sıra Sizde 3
Sun ey sâkî güle güle bize ol râh-ı reyhânı
Ki gül yine bezemişdür bugün sahn-ı gülistânı
beytinin kafiyesi; reyhânı-gülistânı kelimelerindeki –ân
harflerinden meydana gelen mürdef kafiyedir.