Professional Documents
Culture Documents
Sen bir asker olduðun için askerlik temsilâtiyle,
hikâyecikler ile birkaç hakikatý nefsimle beraber dinle. Çünki ben nefsimi herkesten ziyade na
muhtaç görüyorum. Vaktiyle sekiz âyetten istifade ettiðim “Sekiz Sözü” biraz uzunca nefsime dem
Þimdi kýsaca ve avam lisaniyle nefsime diyeceðim. Kim isterse beraber dinlesin.
BÝRÝNCÝ SÖZ
“Bismillâh” her hayrýn baþýdýr1. Biz dahi baþta ona baþlarýz. Bil ey nefsim! Þu mübarek k
Ýslâm niþaný olduðu gibi, bütün mevcudatýn lisaný hâliyle virdi zebânýdýr.
“Bismillâh” ne büyük tükenmez bir kuvvet, ne çok bitmez bir bereket olduðunu anlamak isters
temsilî hikâyeciðe bak, dinle... Þöyle ki:
Bedevî Arab çöllerinde seyahat eden adama gerektir ki bir kabile reisinin ismini alsýn ve hima
girsin. Tâ þakîlerin þerrinden kurtulup hâcâtýný tedarik edebilsin. Yoksa tek baþiyle, hadsiz düþm
ihtiyacatýna karþý periþan olacaktýr. Ýþte böyle bir seyahat için iki adam, sahraya çýkýp gidi
Onlardan birisi mütevâzi idi... Diðeri maðrur... Mütevâzii, bir reisin ismini aldý. Maðrur almadý...
her yerde selâmetle gezdi. Bir katýüttarika rastgelse der: “Ben filân reisin ismiyle gezerim.”
def’olur, iliþemez. Bir çadýra girse, o nâm ile hürmet görür. Öteki maðrur, bütün seyahatinde öyle b
çeker ki târif edilmez. Daima titrer, daima dilencilik ederdi. Hem zelil, hem rezil oldu.
Ýþte ey maðrur nefsim! Sen o seyyahsýn. Þu dünya ise, bir çöldür. Aczin ve fakrýn had
Düþmanýn, hâcâtýn nihayetsizdir. Madem öyledir; þu sahranýn Mâliki Ebedîsi ve Hâkimi Eze
ismini al... Tâ bütün kâinatýn dilenciliðinden ve her hâdisatýn karþýsýnda titremeden kurtulasýn...
Evet, bu kelime öyle mübarek bir definedir ki senin nihayetsiz aczin ve fakrýn, seni niha
kudrete, rahmete raptedip Kadîri Rahîmin dergâhýnda aczi, fakrý en makbul bir þefaatçi yapar. Ev
kelime ile hareket eden, o adama benzer ki askere kaydolur. Devlet nâmýna hareket eder. Hiçbir kim
pervâsý kalmaz. “Kanun nâmýna, devlet nâmýna” der, her iþi yapar, her þeye karþý dayanýr.
Baþta demiþtik: Bütün mevcudat lisaný hâl ile “Bismillâh” der. Öyle mi?
Evet, nasýl ki görsen: Bir tek adam geldi. Bütün þehir ahalisini cebren bir yere sevk etti ve c
iþlerde çalýþtýrdý. Yakinen bilirsin: O adam, kendi nâmiyle, kendi kuvvetiyle hareket etmiyor. Belk
askerdir. Devlet nâmýna hareket eder. Bir padiþah kuvvetine istinat eder.
Öyle de her þey, Cenâbý Hakk’ýn nâmýna hareket eder ki zerrecikler gibi tohumlar, çekird
baþlarýnda koca aðaçlarý taþýyor. Dað gibi yükleri kaldýrýyorlar. Demek her bir aðaç “Bismillâh
Hazinei Rahmet meyvelerinden ellerini dolduruyor, bizlere tablacýlýk ediyor. Her bir bostan “Bism
der. Matbahai Kudretten bir kazan olur ki çeþit çeþit pek çok muhtelif leziz taamlar, içinde b
piþiriliyor. Her bir inek, deve, koyun, keçi gibi mübarek hayvanlar “Bismillâh” der. Rahmet feyzind
süt çeþmesi olur. Bizlere, Rezzâk nâmýna en latîf, en nazîf, âbý hayat gibi bir gýdayý takdim edi
Her bir nebat ve aðaç ve otlarýn ipek gibi yumuþak kök ve damarlarý, “Bismillâh” der. Sert olan
topraðý deler geçer. “Allah nâmýna, Rahman nâmýna” der, her þey ona musahhar olur.
Evet, havada dallarýn intiþarý ve meyve vermesi gibi, o sert taþ ve topraktaki köklerin k
sühuletle intiþar etmesi ve yer altýnda yemiþ vermesi, hem þiddeti hararete karþý aylarca nâzik
yapraklarýn yaþ kalmasý, tabiiyyunun aðzýna þiddetle tokat vuruyor. Kör olasý gözüne parm
sokuyor. Ve diyor ki: En güvendiðin salâbet ve hararet dahi emir tahtýnda hareket ediyorlar ki o ipe
yumuþak damarlar birer Asâyý Mûsa (as) gibi, 2 emrine imtisal ederek taþlar
eder. Ve o sigara kâðýdý gibi ince nâzenin yapraklar birer âzâyý Ýbrahim (as) gibi ateþ saçan ha
karþý 3 âyetini okuyorlar.
Madem her þey mânen “Bismillâh” der.. Allah nâmýna Allah’ýn ni’metlerini getirip b
veriyorlar. Biz dahi “Bismillâh” demeliyiz. Allah nâmýna vermeliyiz, Allah nâmýna almalýyýz. Öy
Allah nâmýna vermeyen gâfil insanlardan almamalýyýz.
Sual: Tablacý hükmünde olan insanlara bir fiat veriyoruz. Acaba asýl mal sahibi olan Allah, n
istiyor?
Elcevap: Evet, O Mün’imi Hakiki bizden o kýymettar ni’metlere, mallara bedel istediði fiat
þeydir. Biri: Zikir. Biri: Þükür. Biri: Fikirdir.
Baþta “Bismillâh” zikirdir. Âhirde “Elhamdülillâh” þükürdür. Ortada, bu kýymettar hârikai
olan ni’metler; Ehad, Samedin mu’cizei kudreti ve hediyei rahmeti olduðunu düþünmek ve derke
fikirdir. Bir padiþahýn kýymettar bir hediyesini sana getiren bir miskin adamýn ayaðýný öpüp, h
sahibini tanýmamak ne derece belâhet ise, öyle de; zâhirî mün’imleri medih ve muhabbet edip, Mü
Hakikiyi unutmak, ondan bin derece daha belâhettir.
Ey nefis! Böyle ebleh olmamak istersen, Allah nâmýna ver.. Allah nâmýna al.. Allah nâmýna b
Allah nâmýna iþle. Vesselâm.
ÝKÝNCÝ SÖZ
4
Ýmanda ne kadar büyük bir saadet ve ni’met ve ne kadar büyük bir lezzet ve rahat bulund
anlamak istersen, þu temsilî hikâyeciðe bak, dinle...
Bir vakit iki adam, hem keyif, hem ticaret için seyahata giderler. Biri hodbîn, talihsiz bir
diðeri, hudâbîn, bahtiyar diðer tarafa sülûk eder, giderler. Hodbîn adam, hem hodgâm, hem hod
hem bedbîn olduðundan, bedbînlik cezasý olarak nazarýnda pek fena bir memlekete düþer. Bakar k
yerde âciz biçareler, zorba müthiþ adamlarýn ellerinden ve tahribatlarýndan vaveylâ ediyorlar.
gezdiði yerlerde böyle hazîn, elîm bir hâli görür. Bütün memleket bir matemhânei umumî þeklini a
Kendisi, þu elîm ve muzlim hâleti hissetmemek için sarhoþluktan baþka çare bulamaz. Çünki: Herk
düþman ve ecnebi görünüyor. Ve ortalýkta dahi müthiþ cenazeleri ve me’yusane aðlayan yetimleri
Vicdaný, azap içinde kalýr. Diðeri, hudâbîn, hudâperest ve hakendiþ, güzel ahlâklý idi ki nazarýnd
güzel bir memlekete düþtü.
Ýþte bu iyi adam, girdiði memlekette bir umumî þenlik görüyor. Her tarafta bir sürur, bir þehr
bir cezbe ve neþ’e içinde zikirhâneler... Herkes ona dost ve akraba görünür. Bütün memlekette yaþa
ve teþekkürler ile bir terhisatý umumiye þenliði görüyor. Hem tekbir ve tehlil ile mesrûrane ahzý
için bir davul, bir mûsikî sesi iþitiyor. Evvelki bedbahtýn hem kendi, hem umum halkýn ele
müteellim olmasýna bedel, þu bahtiyar, hem kendi, hem umum halkýn süruru ile mesrur ve müferra
Hem güzelce bir ticaret eline geçer, Allah’a þükreder.
Sonra döner, öteki adama rastgelir. Hâlini anlar. Ona der: “Yahu sen divane olmuþsun. Batný
çirkinlikler, zâhirine aksetmiþ olmalý ki gülmeyi aðlamak, terhisatý soymak ve talan etmek teve
etmiþsin. Aklýný baþýna al, kalbini temizle. Tâ þu musibetli perde senin nazarýndan kalksýn. Ha
görebilesin. Zira nihayet derecede âdil, merhametkâr, raiyetperver, muktedir, intizamperver, müþf
Melikin memleketi, hem bu derece göz önünde âsârý terakkiyat ve kemâlât gösteren bir memleket,
vehminin gösterdiði surette olamaz.” Sonra o bedbahtýn aklý baþýna gelir. Nedamet eder. “Eve
iþretten divane olmuþtum. Allah senden razý olsun ki Cehennemî bir hâletten beni kurtardýn” der.
Ey nefsim! Bil ki: Evvelki adam kâfirdir. Veya fâsýk gafildir. Þu dünya onun nazarýnd
matemhânei umumiyedir. Bütün zîhayat firak ve zeval sillesiyle aðlayan yetimlerdir. Hayvan ve ins
ecel pençesiyle parçalanan kimsesiz baþýbozuklardýr. Daðlar ve denizler gibi büyük mevcudat; ru
müthiþ cenazeler hükmündedirler. Daha bunun gibi çok elîm, ezici, dehþetli evham, küfründ
dalâletinden neþ’et edip, onu mânen ta’zip eder.
Diðer adam ise mü’mindir. Cenâbý Hâlýký tanýr, tasdik eder. Onun nazarýnda þu dün
zikirhânei Rahmân, bir tâlimgâhý beþer ve hayvan ve bir meydaný imtihaný ins ü cândýr.
vefiyâtý hayvaniye ve insaniye ise terhisattýr. Vazifei hayatýný bitirenler bu dârý fâniden, m
mesrurâne, daðdaðasýz diðer bir âleme giderler. Tâ yeni vazifedarlara yer açýlsýn, gelip çalýþs
Bütün tevellüdatý hayvaniye ve insaniye ise, ahzý askere, silâh altýna, vazife baþýna gelmektir.
zihayat birer muvazzaf mesrur asker, birer müstakîm memnun memurlardýr. Bütün sadalar ise, ya
baþlamasýndaki zikir ve tesbih ve paydostan gelen þükür ve tefrih veya iþlemek neþ’esinden neþ’e
naðamattýr. Bütün mevcudat, o mü’minin nazarýnda, Seyyidi Kerîminin ve Mâliki Rahîminin
mûnis hizmetkârý, birer dost memuru, birer þirin kitabýdýr. Daha bunun gibi pek çok latîf, ulvî ve
tatlý hakikatlar, imanýndan tecelli eder, tezâhür eder.
Demek iman, bir mânevî Tûbai Cennet çekirdeðini taþýyor. Küfür ise mânevî bir Zakk
Cehennem tohumunu saklýyor.
Demek selâmet ve emniyet, yalnýz Ýslâmiyette ve imandadýr. Öyle ise, biz daima
demeliyiz.
ÜÇÜNCÜ SÖZ
6
Ýbadet, ne büyük bir ticaret ve saadet.. fýsk ve sefahet, ne büyük bir hasâret ve helâket old
anlamak istersen, þu temsilî hikâyeciðe bak, dinle...
Bir vakit iki asker, uzak bir þehire gitmek için emir alýyorlar. Beraber giderler, tâ yol ikileþ
adam orada bulunur. Onlara der: “Þu saðdaki yol, hiç zararý olmamakla beraber onda giden yolcu
ondan dokuzu büyük kâr ve rahat görür. Soldaki yol ise menfaatý olmamakla beraber on yolcus
dokuzu zarar görür. Hem ikisi kýsa ve uzunlukta birdirler. Yalnýz bir fark var ki intizamsýz, hükûm
olan sol yolun yolcusu çantasýz, silâhsýz gider. Zâhirî bir hiffet, yalancý bir rahatlýk görür. Ýnti
askerî altýndaki sað yolun yolcusu ise, mugaddî hülâsalardan dolu dört okkalýk bir çanta ve her a
alt ve maðlûp edecek iki kýyyelik bir mükemmel mîrî silâhý taþýmaya mecburdur.”
O iki asker o muarrif adamýn sözünü dinledikten sonra þu bahtiyar nefer saða gider. Bir b
aðýrlýðý omuzuna ve beline yükler. Fakat kalbi ve ruhu, binler batman minnetlerden ve korku
kurtulur. Öteki bedbaht nefer ise askerliði býrakýr. Nizama tâbi olmak istemez. Sola gider. Cism
batman aðýrlýktan kurtulur. Fakat kalbi binler batman minnetler altýnda ve ruhu, hadsiz korkular a
ezilir. Hem herkese dilenci, hem her þeyden, her hâdiseden titrer bir surette gider. Tâ mahalli ma
yetiþir. Orada, âsî ve kaçak cezasýný görür.
Askerlik nizamýný seven, çanta ve silâhýný muhafaza eden ve saða giden nefer ise kimseden m
almýyarak, kimseden havf etmiyerek rahatý kalb ve vicdan ile gider. Tâ o matlûp þehire yetiþir. O
vazifesini güzelce yapan bir namuslu askere münasip bir mükâfat görür.
Ýþte ey nefsi serkeþ! Bil ki: O iki yolcu; biri, mutîi kanunu Ýlâhî.. Birisi de âsî ve hevây
insanlardýr. O yol ise hayat yoludur ki âlemi ervahdan gelip kabirden geçer, âhirete gider. O ça
silâh ise ibadet ve takvâdýr. Ýbadetin çendan zâhirî bir aðýrlýðý var. Fakat mânâsýnda öyle bir ra
ve hafiflik var ki târif edilmez. Çünki âbid, namazýnda der:
Yâni: “Hâlýk ve Rezzâk, O’ndan baþka yoktur! Zarar ve menfaat, O’nun elindedir. O hem Hak
abes iþ yapmaz. Hem Rahîmdir; ihsaný, merhameti çoktur” diye itikat ettiðinden her þeyde bir ha
rahmet kapýsýný bulur. Dua ile çalar. Hem her þeyi kendi Rabbisinin emrine musahhar görür. Rab
iltica eder. Tevekkül ile istinat edip, her musibete karþý tahassun eder. Ýmaný, ona bir emniyeti t
verir.
Evet, her hakiki hasenat gibi cesaretin dahi menbaý; imandýr, ubûdiyettir. Her seyyiat gibi ceb
dahi menbaý; dalâlettir!
Evet, tam münevverülkalb bir âbidi, Kürei Arz bomba olup patlasa, ihtimaldir ki onu korku
Belki hârika bir Kudreti Samedaniyyeyi, lezzetli bir hayret ile seyredecek. Fakat, meþhur bir mün
ülakýl denilen kalbsiz bir fâsýk feylesof ise, gökte bir kuyruklu yýldýzý görse, yerde titrer. “Ac
serseri yýldýz arzýmýza çarpmasýn mý?” der.. evhama düþer. (Bir vakit böyle bir yýldýzdan Am
titredi. Çoklarý gece vakti hânelerini terkettiler.)7
Evet, insan nihayetsiz þeylere muhtaç olduðu halde, sermayesi hiç hükmünde... Hem niha
musibetlere maruz olduðu halde, iktidarý hiç hükmünde bir þey... Âdeta sermaye ve iktidarýnýn d
eli nereye yetiþirse o kadardýr. Fakat emelleri, arzularý ve elemleri ve belâlarý ise; dâiresi, gözü,
nereye yetiþirse ve gidinceye kadar geniþtir. Bu derece âciz ve zaif, fakir ve muhtaç olan ruhu b
ibadet, tevekkül, tevhid, teslim; ne kadar azim bir kâr, bir saadet, bir ni’met olduðunu, bütün bütü
olmayan görür, derk eder. Mâlûmdur ki: Zararsýz yol, zararlý yola velev on ihtimâlden bir ihtim
olsa tercih edilir. Halbuki mes’elemiz olan ubûdiyet yolu, zararsýz olmakla beraber, ondan dokuz i
ile bir saadeti ebediye hazinesi vardýr. Fýsk ve sefahet yolu ise hattâ fâsýkýn itirafiyle dahi menf
olduðu halde, ondan dokuz ihtimâl ile þekaveti ebediye helâketi bulunduðu icma ve tevatür derece
hadsiz Ehli Ýhtisasýn ve müþahedenin þehadetiyle sabittir ve ehli zevkin ve keþfin ihba
muhakkaktýr.
Elhâsýl: Âhiret gibi dünya saadeti dahi, ibadette ve Allah’a asker olmaktadýr. Öyle ise biz
8 demeliyiz ve Müslüman olduðumuza þükretmeliyiz...
DÖRDÜNCÜ SÖZ
9
Namaz, ne kadar kýymettar ve mühim hem ne kadar ucuz ve az bir masraf ile kazanýlýr.
namazsýz adam, ne kadar divane ve zararlý olduðunu, iki kere iki dört eder derecesinde kat’î an
istersen, þu temsilî hikâyeciðe bak, gör:
Bir zaman bir büyük hâkim, iki hizmetkârýný her birisine yirmi dört altýn verip iki ay uza
has ve güzel bir çiftliðine ikamet etmek için gönderiyor. Ve onlara emreder ki: “Þu para ile yol v
masrafý yapýnýz. Hem oradaki meskeninize lâzým bazý þeyleri mübayaa ediniz. Bir günlük mesafe
istasyon vardýr. Hem araba, hem gemi, hem þimendifer, hem tayyare bulunur. Sermayeye göre binili
Ýki hizmetkâr, ders aldýktan sonra giderler. Birisi bahtiyar idi ki istasyona kadar bir parça
masraf eder. Fakat o masraf içinde, efendisinin hoþuna gidecek öyle güzel bir ticaret elde ed
sermayesi birden bine çýkar.
Öteki hizmetkâr, bedbaht, serseri olduðundan istasyona kadar yirmi üç altýnýný sarf eder. Ku
mumara verip zâyi eder. Bir tek altýný kalýr. Arkadaþý ona der: “Yahu, þu liraný bir bilete ver.
uzun yolda yayan ve aç kalmayasýn. Hem bizim efendimiz kerîmdir; belki merhamet eder, ettiðin k
affeder. Seni de tayyareye bindirirler. Bir günde mahalli ikametimize gideriz. Yoksa, iki aylýk bir
aç, yayan, yalnýz gitmeye mecbur olursun.” Acaba þu adam inat edip, o tek lirasýný bir define an
hükmünde olan bir bilete vermeyip, muvakkat bir lezzet için sefahete sarfetse; gayet akýlsýz, z
bedbaht olduðunu en akýlsýz adam dahi anlamaz mý?
Ýþte ey namazsýz adam! Ve ey namazdan hoþlanmayan nefsim!
O hâkim ise Rabbimiz, Hâlýkýmýzdýr. O iki hizmetkâr yolcu ise biri mütedeyyin, namazýný
ile kýlar. Diðeri, gafil, namazsýz insanlardýr. O yirmi dört altýn ise, yirmi dört saat her gündeki öm
O has çiftlik ise Cennettir. O istasyon ise kabirdir. O seyahat ise, kabre, haþre, ebede gidecek
yolculuðudur. Amele göre, takvâ kuvvetine göre o uzun yolu mütefavit derecede kat’ederler. Bir k
ehli takvâ berk gibi, bin senelik yolu bir günde keser. Bir kýsmý da hayal gibi, elli bin senel
mesafeyi bir günde kat’eder. Kur’âný Azîmüþþan þu hakikate iki Âyetiyle iþaret eder10. O bi
namazdýr. Bir tek saat, beþ vakit Namaza abdestle kâfi gelir.
Acaba, yirmi üç saatini, þu kýsacýk hayatý dünyeviyeye sarf eden ve o uzun hayatý ebediye
tek saatini sarfetmiyen; ne kadar zarar eder, ne kadar nefsine zulmeder, ne kadar hilâfý akýl hareket
Zira, bin adamýn iþtirak ettiði bir piyango kumarýna yarý malýný vermek, akýl kabul ederse, h
kazanç ihtimâli binde birdir. Sonra yirmi dörtten bir malýný yüzde doksan dokuz ihtimâl ile ka
musaddak bir hazinei ebediyeye vermemek ne kadar hilâfý akýl ve hikmet hareket ettiðini, ne
akýldan uzak düþtüðünü, kendini âkýl zanneden adam anlamaz mý?
Hâlbuki namazda ruhun ve kalbin ve aklýn büyük bir rahatý vardýr, hem cisme de o kadar aðýr
deðildir. Hem namaz kýlanýn diðer mübah dünyevî amelleri, güzel bir niyet ile ibadet hükmünü al
surette bütün sermayei ömrünü, âhirete mâl edebilir. Fâni ömrünü bir cihette ibka eder.
BEÞÝNCÝ SÖZ
11
Namaz kýlmak ve büyük günahlarý iþlememek, ne derece hakiki bir vazifei insaniye ve ne
fýtrî, münasip bir neticei hilkati beþeriye olduðunu görmek istersen, þu temsilî hikâyeciðe bak, din
Seferberlikte bir taburda, biri muallem vazifeperver; diðeri acemi nefisperver iki asker b
bulunuyordu. Vazifeperver nefer, tâlime ve cihada dikkat eder, erzak ve tâyinatýný hiç düþünmezdi.
anlamýþ ki: Onu beslemek ve cihazatýný vermek, hasta olsa tedavi etmek, hattâ indelhace lok
aðzýna koymaya kadar devletin vazifesidir. Ve onun asýl vazifesi tâlim ve cihaddýr. Fakat bazý erz
cihazat iþlerinde iþler. Kazan kaynatýr, karavanayý yýkar, getirir. Ona sorulsa: “Ne yapýyo
“Devletin angaryasýný çekiyorum” der. Demiyor: “Nafakam için çalýþýyorum.”
Diðer þikemperver ve acemi nefer ise tâlime ve harbe dikkat etmezdi. “ O devlet iþidir. Ban
derdi. Dâim nafakasýný düþünüp onun peþine dolaþýr, taburu terkeder, çarþýya gider, alýþveriþ e
Bir gün muallem arkadaþý ona dedi: “Birader, asýl vazifen tâlim ve muharebedir. Sen onun için b
getirilmiþsin. Padiþaha itimat et. O seni aç býrakmaz. O, onun vazifesidir. Hem sen âciz ve fakirsi
yerde kendini beslettiremezsin. Hem mücahede ve seferberlik zamanýdýr. Hem sana âsidir der
verirler. Evet, iki vazife peþimizde görünüyor.
Biri : Padiþahýn vazifesidir. Bazen biz onun angaryasýný çekeriz ki: Bizi beslemektir.
Diðeri : Bizim vazifemizdir. Padiþah bize teshilât ile yardým eder ki tâlim ve harptir.”
Acaba o serseri nefer, o mücâhit mualleme kulak vermezse, ne kadar tehlikede kalýr... Anlarsýn
Ýþte ey tembel nefsim! O dalgalý meydaný harb, bu daðdaðalý dünya hayatýdýr. O taburlara t
edilen ordu ise cemiyeti beþeriyedir. Ve o tabur ise þu asrýn Cemaatý Ýslâmiyesidir. O iki nefer i
feraizi diniyesini bilen ve iþliyen ve kebairi terk ve günahlarý iþlememek için, nefis ve þe
mücahede eden müttaki Müslümandýr. Diðeri, Rezzâký Hakikiyi ittiham etmek derecesinde
maiþete dalýp, feraizi terk ve maiþet yolunda rastgelen günahlarý iþleyen fâsýký hâsirdir. Ve o tâ
tâlimat ise baþta namaz ibadettir. Ve o harb ise nefis ve heva, cin ve ins þeytanlarýna karþý müc
edip günahlardan ve ahlâký rezileden, kalb ve ruhunu helâketi ebediyeden kurtarmaktýr. Ve o iki
ise, birisi hayatý verip beslemektir. Diðeri, hayatý verene ve besleyene perestiþ edip yalvarmaktý
tevekkül edip emniyet etmektir.
Evet, en parlak bir mu’cizei san’atý Samedaniye ve bir hârikai hikmeti Rabbâniye olan h
kim vermiþ, yapmýþ ise, rýzýkla o hayatý besleyen ve idame eden de O’dur. O’ndan baþka olmaz!
mi istersin? En zayýf, en aptal hayvan, en iyi beslenir. (Meyve kurtlarý ve balýklar gibi.) En âciz, en
mahlûk, en iyi rýzký o yer. (Çocuklar ve yavrular gibi.)
Evet, vasýtai rýzký helâl, iktidar ve ihtiyar ile olmadýðýný; belki, acz ve zaaf ile olduðunu an
için balýklar ile tilkileri, yavrular ile canavarlarý, aðaçlar ile hayvanlarý muvazene etmek kâfidir. D
derdi maiþet için namazýný terk eden, o nefere benzer ki tâlimi ve siperini býrakýp çarþýda dile
eder. Fakat, namazýný kýldýktan sonra Cenabý Rezzâký Kerîmin matbahai rahmetinden tayin
aramak baþkalara bâr olmamak için bizzat gitmek güzeldir, mertliktir; o dahi bir ibadettir.
Hem insan ibadet için halk olunduðunu, fýtratý ve cihazatý mâneviyesi gösteriyor. Zira, h
dünyeviyesine lâzým olan amel ve iktidar cihetinde en edna bir serçe kuþuna yetiþmez... Fakat, h
mâneviye ve uhreviyesine lâzým olan ilim ve iftikâr ile tazarru ve ibadet cihetinde hayvanatýn sulta
kumandaný hükmündedir.
Demek ey nefsim! Eðer hayatý dünyeviyeyi gayei maksat yapsan ve ona dâim çalýþsan, en ed
serçe kuþunun bir neferi hükmünde olursun. Eðer hayatý uhreviyeyi gayei maksat yapsan ve þu
dahi ona vesile ve mezraa etsen ve ona göre çalýþsan, o vakit hayvanatýn büyük bir kuma
hükmünde ve þu dünyada Cenabý Hakkýn nazlý ve niyazdar bir abdi, mükerrem ve muhtere
misafiri olursun.
Ýþte sana iki yol... Ýstediðini intihap edebilirsin.. Hidayet ve tevfiki Erhamü’rRâhimînden iste
ALTINCI SÖZ
12
Nefis ve malýný Cenâbý Hakka satmak ve Ona abd olmak ve asker olmak; ne kadar kâr
ticaret, ne kadar þerefli bir rütbe olduðunu anlamak istersen, þu temsilî hikâyeciði dinle...
Bir zaman bir padiþah, raiyetinden iki adama, her birisine emaneten birer çiftlik verir ki
fabrika, makine, at, silâh gibi her þey var. Fakat fýrtýnalý bir muharebe zamaný olduðundan, hiçb
kararýnda kalmaz. Ya mahvolur veya tebeddül eder gider. Pâdiþah, o iki nefere kemâli merhame
bir Yaveri Ekremini gönderdi. Gayet merhametkâr bir Ferman ile onlara diyordu:
“Elinizde olan emanetimi bana satýnýz. Tâ sizin için muhafaza edeyim. Beyhude zâyi olm
Hem, muharebe bittikten sonra, size daha güzel bir surette iade edeceðim. Hem gûya o e
malýnýzdýr; pek büyük bir fiat size vereceðim. Hem, o makine ve fabrikadaki âletler, benim nâmým
benim tezgâhýmda iþlettirilecek. Hem fiatý, hem ücretleri birden bine yükselecek. Bütün o kâr
vereceðim. Hem de siz âciz ve fakirsiniz. O koca iþlerin masarifatýný tedarik edemezsiniz.
masarifatý ve levazýmatý ben deruhte ederim. Bütün varidatý ve menfaatý size vereceðim. He
terhisat zamanýna kadar elinizde býrakacaðým. Ýþte beþ mertebe kâr içinde kâr! Eðer bana satmaz
zaten görüyorsunuz ki hiç kimse elindekini muhafaza edemiyor. Herkes gibi elinizden çýkacaktýr
beyhude gidecek, hem o yüksek fiattan mahrum kalacaksýnýz. Hem o nâzik kýymettar âletler, miz
istimal edilecek þahane madenler ve iþler bulmadýðýndan, bütün bütün kýymetten düþecekler. Hem
ve muhafaza zahmeti ve külfeti baþýnýza kalacak. Hem, emanette hýyanet cezasýný göreceksiniz
beþ derece hasâret içinde hasâret!.. Hem de bana satmak ise, bana asker olup benim nâmýmla ta
etmek demektir. Âdi bir esir ve baþý bozuða bedel, âli bir Padiþahýn has, serbest bir yaveri
olursunuz.”
Onlar, þu iltifatý ve Fermaný dinledikten sonra, o iki adamdan aklý baþýnda olaný dedi:
“Baþ üstüne, ben maaliftihar satarým. Hem bin teþekkür ederim.”
Diðeri maðrur, nefsi fir’avunlaþmýþ, hodbin, ayyaþ, gûya ebedî o çiftlikte kalacak gibi,
zelzelelerinden, daðdaðalarýndan haberi yok. De diki: “Yok!.. Padiþah kimdir? Ben mülkümü sa
keyfimi bozmam!..
Biraz zaman sonra birinci adam, öyle bir mertebeye çýktý ki herkes hâline gýpta ederdi. Padi
lütfuna mazhar olmuþ, has sarayýnda saadetle yaþýyor. Diðeri, öyle bir hâle giriftar olmuþ ki hem
ona acýyor, hem de “Müstahak!” diyor. Çünki hatasýnýn neticesi olarak, hem saadeti ve mülkü g
hem ceza ve azap çekiyor.
Ýþte ey nefsi pürheves! Þu misalin dürbünü ile hakikatin yüzüne bak. Amma o Padiþah ise
ebed Sultaný olan Rabbin, Hâlýkýndýr. Ve o çiftlikler, makineler, âletler, mizanlar ise, senin d
hayatýn içindeki mâmelekin ve o mâmelekin içindeki cisim, ruh ve kalbin ve onlar içindeki göz
akýl ve hayal gibi zâhirî ve bâtýnî hasselerindir. Ve o Yaveri Ekrem ise, Resûli Kerîmdir. Ve o Fer
Ahkem ise; Kur’âný Hakîmdir ki bahsinde bulunduðumuz ticareti azimeyi, þu âyetle ilân e
Ve o dalgalý muharebe meydaný ise, þu fýrtýnalý dünya yüzüdür ki durmuyor, dönüyor, bozuluyor
insanýn aklýna þu fikri veriyor: “Madem her þey elimizden çýkacak, fâni olup kaybolacak. Acaba b
tebdil edip ibka etmek çaresi yok mu?” deyip düþünürken birden semavî Sadâyý Kur’ân iþitiliyor
“Evet var. Hem beþ mertebe kârlý bir surette güzel ve rahat bir çaresi var.”
Sual : Nedir?
Elcevap: Emaneti sahibi hakikisine satmak... Ýþte o satýþta beþ derece kâr içinde kâr var.
Birinci Kâr: Fâni mal bekâ bulur. Çünki Kayyumu Bâki olan Zatý Zülcelâle verilen ve
yolunda sarfedilen þu ömrü zâil bâkiye inkýlâp eder. Bâki meyveler verir. O vakit ömür dakikalarý,
tohumlar, çekirdekler hükmünde zâhiren fenâ bulur, çürür. Fakat, âlemi bekada saadet çiçekleri aça
sünbüllenirler. Ve âlemi berzahta ziyadar, mûnis, birer manzara olurlar.
Ýkinci Kâr: Cennet gibi bir fiat veriliyor.
Üçüncü Kâr: Her âzâ ve hasselerin kýymeti, birden bine çýkar. Meselâ: Akýl bir âlettir. Eðer C
ý Hakk’a satmayýp belki nefis hesabýna çalýþtýrsan, öyle meþ’um ve müz’iç ve muacciz bir âlet o
geçmiþ zamanýn âlâmý hazinânesini ve gelecek zamanýn ehvâli muhavvifânesini senin bu
baþýna yükletecek yümünsüz ve muzýr bir âlet derekesine iner. Ýþte bunun içindir ki fâsýk adam,
iz’aç ve tâcizinden kurtulmak için galiben ya sarhoþluða veya eðlenceye kaçar. Eðer Mâliki Haki
satýlsa ve Onun hesabýna çalýþtýrsan; akýl öyle týlsýmlý bir anahtar olur ki þu kâniatta olan niha
rahmet hazinelerini ve hikmet definelerini açar. Ve bununla sahibini, saadeti ebediyyeye müheyya
bir Mürþidi Rabbânî derecesine çýkar.
Meselâ: Göz, bir hassedir ki ruh bu âlemi o pencere ile seyreder.
Eðer Cenabý Hakk’a satmayýp belki nefis hesabýna çalýþtýrsan; geçici, devamsýz
güzellikleri, manzaralarý seyr ile þehvet ve hevesi nefsaniyeye bir kavvat derekesinde bir hizmetkâ
Eðer gözü, gözün Sânii Basirine satsan ve Onun hesabýna ve izni dairesinde çalýþtýrsan; o zam
göz, þu kitabý kebiri kâinatýn bir mütalâacýsý ve þu âlemdeki Mu’cizatý San’atý Rabbaniyen
seyircisi ve þu kürei arz bahçesindeki rahmet çiçeklerinin mübarek bir arýsý derecesine çýkar.
Meselâ: Dildeki kuvvei zâikayý, Fâtýrý Hakimine satmazsan, belki nefis hesabýna, mide nâ
çalýþtýrsan o vakit, midenin tavlasýna ve fabrikasýna bir kapýcý derekesine iner, sükut eder.
Rezzâký Kerîme satsan; o zaman, dildeki kuvvei zâika, Rahmeti Ýlâhiye hazinelerinin bir n
mâhiri ve Kudreti Samedaniye matbahlarýnýn bir müfettiþi þâkiri rütbesine çýkar.
Ýþte ey akýl! Dikkat et! Meþ’um bir âlet nerede? Kâinat anahtarý nerede? Ey göz! Güzel bak
bir kavvat nerede? Kütüphanei Ýlâhinin mütefennin bir nâzýrý nerede? Ve ey dil! Ýyi tad! Bir
kapýcýsý ve bir fabrika yasakçýsý nerede? Hazinei Hassai Rahmet nâzýrý nerede?
Ve daha bunlar gibi baþka âletleri ve âzâlarý kýyas etsen anlarsýn ki hakikaten mü’min c
lâyýk ve kâfir cehenneme muvafýk bir mahiyet kesbeder. Ve onlarýn her biri öyle bir kýymet almala
sebebi mü’min, imaniyle Hâlýkýnýn emanetini, Onun nâmýna ve izni dairesinde istimal etmesid
kâfir, hýyanet edip nefsi emmare hesabýna çalýþtýrmasýdýr.
Dördüncü Kâr: Ýnsan zaiftir, belâlarý çok. Fakirdir, ihtiyacý pek ziyade. Âcizdir, hayat yük
aðýr. Eðer Kadiri Zülcelâle dayanýp tevekkül etmezse ve itimat edip teslim olmazsa vicdaný dâim
içinde kalýr. Semeresiz meþakkatler, elemler, teessüfler onu boðar. Ya sarhoþ veya canavar eder.
Beþinci Kâr: Bütün o âzâ ve âletlerin ibadeti ve tesbihatý ve o yüksek ücretleri, en muhtaç ol
bir zamanda, cennet yemiþleri suretinde sana verileceðine, ehli zevk ve keþif ve ehli ihtis
müþahede ittifak etmiþler.
Ýþte bu beþ mertebe kârlý ticareti yapmazsan, þu kârlardan mahrumiyetten baþka, beþ
hasâret içinde hasârete düþeceksin.
Birinci Hasâret : O kadar sevdiðin mal ve evlât ve perestiþ ettiðin nefis ve heva ve meftun ol
gençlik ve hayat zâyi olup kaybolacak. Senin elinden çýkacaklar. Fakat, günahlarýný, elemlerin
býrakýp boynuna yükletecekler.
Ýkinci Hasâret : Emanette hýyanet cezasýný çekeceksin. Çünki en kýymettar âletleri, en kýym
þeylerde sarfedip nefsine zulmettin.
Üçüncü Hasâret : Bütün o kýymettar cihazâtý insaniyeyi hayvanlýktan çok aþaðý bir de
düþürüp, Hikmeti Ýlâhiyeye iftira ve zulmettin.
Dördüncü Hasâret : Acz ve fakrýn ile beraber, o pek aðýr hayat yükünü, zaif beline yükleyip ze
firak sillesi altýnda dâim vaveylâ edeceksin.
Beþinci Hasâret : Hayatý ebediye esasatýný ve saadeti uhreviye levazýmatýný tedarik etme
verilen akýl, kalb, göz ve dil gibi güzel Hediyei Rahmâniyeyi cehennem kapýlarýný sana açacak
bir surete çevirmektir.
Þimdi satmaða bakacaðýz... Acaba o kadar aðýr bir þey midir ki çoklarý satmaktan kaçý
Yok!.. Kat’a ve asla! Hiç öyle aðýrlýðý yoktur. Zira helâl dairesi geniþtir, keyfe kâfi gelir. H
girmeye hiç lüzum yoktur. Ferâizi Ýlâhiye ise hafiftir, azdýr. Allah’a abd ve asker olmak, öyle lezze
þereftir ki târif edilmez. Vazife ise yalnýz bir asker gibi Allah nâmýna iþlemeli, baþlamalý.. ve
hesabiyle vermeli ve almalý.. ve izni ve kanunu dairesinde hareket etmeli, sükûnet bulmalý... Kusu
istiðfar etmeli: “Yâ Rab! Kusurumuzu affet... Bizi, kendine kul kabul et. Emanetini kabzetmek zam
kadar, bizi emanette emîn kýl. Âmin!..” Demeli ve Ona yalvarmalý...
YEDÝNCÝ SÖZ
Þu kâinatýn týlsýmý muðlakýný açan
13 ruhu beþer için saadet kapýsýný fetheden, ne kadar kýymettar iki týlsýmý mü
küþâ olduðunu ve sabýr ile Hâlýkýna tevekkül ve iltica ve þükür ile Rezzâkýndan sual ve dua, ne
nâfi ve tiryak gibi iki ilâç olduðunu ve Kur’ân’ý dinlemek, hükmüne inkýyat etmek, namazý ký
kebâiri terketmek; ebedülâbâd yolculuðunda ne kadar mühim, deðerli, revnektâr bir bilet, bir
âhiret, bir nuru kabir olduðunu anlamak istersen, þu temsilî hikâyeciðe bak, dinle...
Bir zaman bir asker, meydaný harb ve imtihanda, kâr ve zarar deverânýnda pek müthiþ bir va
düþer. Þöyle ki:
Sað ve sol iki tarafýndan dehþetli derin iki yara ile yaralý ve arkasýnda cesîm bir arslan
saldýrmak için bekliyor gibi duruyor. Ve gözü önünde bir daraðacý dikilmiþ, bütün sevdiklerin
mahvediyor. Onu da bekliyor. Hem bu hâli ile beraber uzun bir yolculuðu var. Nefyediliyor. O bîça
dehþet içinde me’yusâne düþünürken, sað cihetinde Hýzýr gibi bir hayýrhah, nurânî bir zat peyda
Ona der: “Me’yus olma! Sana iki týlsým verip öðreteceðim. Güzelce istimal etsen, o arslan sana mu
bir at olur. Hem o daraðacý sana keyif ve tenezzüh için hoþ bir salýncaða döner. Hem sana ik
vereceðim. Güzelce istimal etsen, o iki müteaffin yaralarýn, iki güzel kokulu Gülü Muham
Aleyhissalâtü Vesselâm denilen latif çiçeðe inkýlâp ederler. Hem, sana bir bilet vereceðim. Onunl
gibi bir senelik bir yolu bir günde kesersin. Ýþte eðer inanmýyorsan bir parça tecrübe et. Tâ
olduðunu anlayasýn.” Hakikaten bir parça tecrübe etti. Doðru olduðunu tasdik etti.
Evet ben, yâni þu biçâre Said dahi bunu tasdik ederim. Çünki: Biraz tecrübe ettim. Pek
gördüm. Bundan sonra birden gördü ki sol cihetinden þeytan gibi dessas, ayyaþ, aldatýcý bir adam
zînetler, süslü sûretler, fantâziyeler, müskirler beraber olduðu halde geldi. Karþýsýnda durdu. Ona
“Hey arkadaþ! Gel gel, beraber iþret edip keyfedelim. Þu güzel kýz sûretlerine bakalým. Þu hoþ þar
dinleyelim. Þu tatlý yemekleri yiyelim.”
Sual: Hâ hâ.. Nedir aðzýnda gizli okuyorsun?
Cevap : Bir týlsým.
Býrak þu anlaþýlmaz iþi... Hazýr keyfimizi bozmýyalým.
S Hâ þu ellerindeki nedir?
C Bir ilâç.
At þunu. Saðlamsýn. Neyin var?! Alkýþ zamanýdýr.
S Hâ þu beþ niþanlý kâðýt nedir?
C Bir bilet. Bir tâyinat senedi.
Yýrt bunlarý. Þu güzel bahar mevsiminde yolculuk bizim nemize lâzým.. der. Her bir desise i
iknaa çalýþýr. Hattâ o biçare ona biraz meyleder. Evet, insan aldanýr. Ben de öyle bir dessasa aldand
Birden sað cihetinden, ra’d gibi bir ses gelir. Der: “Sakýn aldanma! Ve o dessasa de ki:
Eðer arkamdaki arslaný öldürüp, önümdeki daraðacýný kaldýrýp, sað ve solumdaki ya
def’edip, peþimdeki yolculuðu menedecek bir çare sende varsa, bulursan; haydi yap, göster, gö
Sonra de: Gel keyfedelim. Yoksa sus hey sersem!.. Tâ Hýzýr gibi bu zâtý semâvî dediðini desin...”
Ýþte ey gençliðinde gülmüþ, þimdi güldüðüne aðlýyan nefsim! Bil!.. O biçare asker ise sen
insandýr. Ve o arslan ise eceldir. Ve o daraðacý ise ölüm ve zeval ve firaktýr ki gecegün
dönmesinde, her dost veda eder.. kaybolur. Ve o iki yara ise: Birisi müz’iç ve hadsiz bir aczi b
diðeri elîm, nihayetsiz bir fakrý insanîdir. Ve o nefy ve yolculuk ise; âlemi ervahtan, rahmý mad
sabavetten, ihtiyarlýktan, dünyadan, kabirden, berzahtan, haþirden, sýrattan geçer bir uzun
imtihandýr. Ve o iki týlsým ise Cenâbý Hakka iman ve âhirete imandýr. Evet, þu kudsî týlsým ile
insaný mü’mini, zindaný dünyadan bostaný cinana, huzuru rahmana götüren bir musahhar at ve
suretini alýr. Onun içindir ki ölümün hakikatini gören kâmil insanlar, ölümü sevmiþler. Daha
gelmeden ölmek istemiþler.
Hem zeval ve firak, memat ve vefat ve daraðacý olan müruru zaman, o iman týlsýmý ile,
Zülcelâlin taze taze, renk renk, çeþit çeþit mu’cizatý nakþýný, havarýký kudretini, tecel
rahmetini, kemali lezzetle seyr ve temaþaya vasýta suretini alýr. Evet, güneþin nurundaki re
gösteren âyinelerin tebeddül edip tazelenmesi ve sinema ve perdelerinin deðiþmesi, daha hoþ, daha
manzaralar teþkil eder.
Ve o iki ilâç ise biri, sabýr ile tevekküldür. Hâlýkýnýn kudretine istinat, hikmetine itimattýr
mi? Evet, emri “kün feyekûn” e mâlik bir Sultaný Cihana, acz tezkeresiyle istinat eden bir adam
pervasý olabilir? Zira, en müthiþ bir musibet karþýþýnda: 14 deyip itmi’naný k
Rabbý Rahîmine itimat eder. Evet, ârifi billâh; aczden, mehafetullahtan telezzüz eder. Evet, h
lezzet vardýr. Eðer bir yaþýndaki bir çocuðun aklý bulunsa ve ondan sual edilse: “En leziz ve en
hâletin nedir?” Belki diyecek: “Aczimi, zaafýmý anlayýp, vâlidemin tatlý tokatýndan korkarak
validemin þefkatli sinesine sýðýndýðým hâlettir.” Halbuki: Bütün validelerin þefkatleri, ancak bir le
tecellii Rahmettir15. Onun içindir ki kâmil insanlar, aczde ve havfullahda öyle bir lezzet bulmuþ
kendi havl ve kuvvetlerinden þiddetle teberri edip, Allah’a acz ile sýðýnmýþlar. Aczi ve
kendilerine þefaatçi yapmýþlar.
Diðer ilâç ise, þükür ve kanaat ile talep ve dua ve Rezzâký Rahîmin rahmetine itimattýr. Öy
Evet, bütün yer yüzünü bir sofrai ni’met eden ve bahar mevsimini bir çiçek destesi yapan ve o sof
yanýna koyan ve üstüne serpen bir Cevâdý Kerîmin misafirine, fakr ve ihtiyaç, nasýl elîm ve
olabilir? Belki fakr ve ihtiyacý, hoþ bir iþtiha suretini alýr. Ýþtiha gibi, fakrýn tezyidine çalýþýr.
içindir ki kâmil insanlar, fakr ile fahretmiþler. (Sakýn yanlýþ anlama! Allah’a karþý fakrýný hi
yalvarmak demektir. Yoksa, fakrýný halka gösterip, dilencilik vaziyetini almak demek deðildir.)
Ve o bilet, senet ise; baþta namaz olarak edâi ferâiz ve terki kebâirdir. Öyle mi? Evet, bütün
ihtisas ve müþahedenin ve bütün ehli zevk ve keþfin ittifakiyle; o uzun ve karanlýklý ebedü
yolunda zâd ve zahîre, ýþýk ve burak; ancak Kur’ân’ýn evamirini imtisal ve nevahisinden içtinap il
edilebilir. Yoksa, fen ve felsefe, san’at ve hikmet, o yolda beþ para etmez. Onlarýn ýþýklarý
kapýsýna kadardýr.
Ýþte ey tembel nefsim! Beþ vakit namazý kýlmak, yedi kebâiri terketmek, ne kadar az ve ra
hafiftir. Neticesi ve meyvesi ve faidesi ne kadar çok, mühim, ve büyük olduðunu aklýn
bozulmamýþ ise anlarsýn. Ve fýsk ve sefahete seni teþvik eden þeytana ve o adama dersin:
“Eðer ölümü öldürüp, zevâli dünyadan izale etmek ve aczi ve fakrý beþerden kaldýrýp
kapýsýný kapamak çaresi varsa, söyle dinleyelim. Yoksa sus!.. Kâinat mescidi kebirinde, Kur’ân k
okuyor. Onu dinleyelim. O nur ile nurlanalým. Hidayetiyle amel edelim. Ve Onu virdi zeban e
Evet, söz Odur. Ve Ona derler. Hak olup, Haktan gelip, Hak diyen ve hakikatý gösteren ve nurani h
neþreden Odur!..”
SEKÝZÝNCÝ SÖZ
Þu dünya ve dünya içindeki ruhu insanî ve insanda dinin mahiyet ve kýymetlerini ve eðer Din
olmazsa, dünya bir zindan olmasý ve dinsiz insan, en bedbaht mahlûk olduðunu ve þu âlemin týlsý
açan, ruhu beþerîyi zulûmattan kurtaran olduðunu anlamak istersen, þu t
hikâyeciðe bak, dinle:
Eski zamanda iki kardeþ uzun bir seyahate beraber gidiyorlar. Gitgide tâ yol ikileþti. O i
baþýnda, ciddî bir adamý gördüler. Ondan sordular: “Hangi yol iyidir?” O dahi onlara dedi ki: “Sað
kanun ve nizama tebaiyet mecburiyeti vardýr. Fakat o külfet içinde bir emniyet ve saadet vardýr. Sol
ise serbestiyet ve hürriyet vardýr. Fakat o serbestiyet içinde bir tehlike ve þekavet vardýr. Þimdi intih
ihtiyar sizdedir.”
Bunu dinledikten sonra güzel huylu kardeþ sað yola 18 deyip gitti. Ve nizam ve int
tebaiyeti kabul etti. Ahlâksýz ve serseri olan diðer kardeþ, sýrf serbestlik için sol yolu tercih etti. Z
hafif, mânen aðýr vaziyette giden bu adamý hayalen takip ediyoruz. Ýþte bu adam, dereden tepeden
gitgide tâ hâli bir sahraya girdi. Birden müthiþ bir sadâ iþitti. Baktý ki dehþetli bir arslan, meþe
çýkýp ona hücum ediyor. O da kaçtý. Tâ altmýþ arþýn derinliðinde susuz bir kuyuya rast
Korkusundan kendini içine attý. Yarýsýna kadar düþüp elleri bir aðaca rast geldi, yapýþtý. Ku
duvarýnda göðermiþ olan o aðacýn iki kökü var. Ýki fare, biri beyaz, biri siyah, o iki köke musalla
kesiyorlar. Yukarýya baktý gördü ki: Arslan nöbetçi gibi kuyunun baþýnda bekliyor. Aþaðýya baktý
ki: Dehþetli bir ejderha içindedir. Baþýný kaldýrmýþ otuz arþýn yukarýdaki ayaðýna takarrüp
Aðzý kuyu aðzý gibi geniþtir. Kuyunun duvarýna baktý gördü ki: Isýrýcý muzýr haþarat etr
almýþlar. Aðacýn baþýna baktý gördü ki: Bir incir aðacýdýr. Fakat hârika olarak muhtelif çok aða
meyveleri, cevizden nara kadar baþýnda yemiþleri var.
Ýþte þu adam sûi fehminden, akýlsýzlýðýndan anlamýyor ki bu, âdi bir iþ deðildir. Bu
tesadüfî olamaz. Bu acip iþler içinde garip esrar var. Ve pek büyük bir iþleyici var olduðunu
etmedi. Þimdi bunun kalbi ve ruh ve aklý, þu elîm vaziyetten gizli feryat ve figan ettikleri halde
emmaresi, gûya bir þey yokmuþ gibi tecâhül edip, ruh ve kalbin aðlamasýndan kulaðýný kapayýp,
kendini aldatarak bir bahçede bulunuyor gibi o aðacýn meyvelerini yemeðe baþladý. Halb
meyvelerin bir kýsmý zehirli ve muzýr idi. Bir Hadisi Kudsîde Cenâbý Hakk buyurmuþ :
Yâni: “Kulum beni nasýl tanýrsa, onunla öyle muamele ederim.”19 Ýþte bu bedbaht adam, sû
ile ve akýlsýzlýðý ile gördüðünü, âdi ve ayný hakikat telâkki etti. Ve öyle de muamele gördü. Ve gö
Ve görecek!.. Ne ölüyor ki kurtulsun. Ne de yaþýyor. Böylece azap çekiyor. Biz de þu meþ’um
azapta býrakýp döneceðiz. Tâ öteki kardeþin hâlini anlýyacaðýz.
Ýþte, þu mübarek akýllý zat gidiyor. Fakat biraderi gibi sýkýntý çekmiyor. Çünki güzel a
olduðundan güzel þeyleri düþünür, güzel hülyâlar eder. Kendi kendine ünsiyet eder. Hem birade
zahmet ve meþakkat çekmiyor. Çünki nizamý bilir, tebaiyyet eder. Teshilât görür. Asayiþ ve em
içinde serbest gidiyor. Ýþte bir bahçeye rastgeldi. Ýçinde, hem güzel çiçek ve meyveler var.
bakýlmadýðý için murdar þeyler de bulunuyor. Kardeþi dahi böyle birisine girmiþti. Fakat murdar þ
dikkat edip meþgul olmuþ, midesini bulandýrmýþ. Hiç istirahat etmeden çýkýp gitmiþti. Bu zat ise
þeyin iyisine bak” kaidesiyle amel edip, murdar þeylere hiç bakmadý. Ýyi þeylerden iyi istifad
Güzelce istirahat ederek çýkýp gidiyor.
Sonra gitgide bu dahi evvelki biraderi gibi bir sahrai azimeye girdi. Birden hücum eden bir ars
sesini iþitti. Korktu. Fakat biraderi kadar korkmadý. Çünki hüsnü zanniyle ve güzel fikriyle
sahranýn bir Hâkimi var: Ve bu arslan o Hakimin tahtý emrinde bir hizmetkâr olmasý ihtimali var
düþünüp teselli buldu. Fakat yine kaçtý. Tâ altmýþ arþýn derinliðinde bir susuz kuyuya rastgeldi; k
içine attý. Biraderi gibi ortasýnda bir aðaca eli yapýþtý; havada muallâk kaldý. Baktý iki hayv
aðacýn iki kökünü kesiyorlar. Yukarýya baktý, arslan; aþaðýya baktý, bir ejderha gördü. Ayný k
gibi bir acip vaziyet gördü. Bu dahi tedehhüþ etti. Fakat kardeþinin dehþetinden bin derece hafif...
güzel ahlâký ona güzel fikir vermiþ. Ve güzel fikir ise, ona her þeyin güzel cihetini gösteriyor. Ý
sebepten þöyle düþündü ki: “Bu acip iþler birbiriyle alâkadardýr. Hem bir emir ile hareket ederle
görünüyor. Öyle ise bu iþlerde bir týlsým vardýr. Evet bunlar bir gizli Hâkimin emriyle dönerler. Öy
ben yalnýz deðilim; o gizli Hâkim bana bakýyor; beni tecrübe ediyor; bir maksat için beni bi
sevkedip dâvet ediyor.” Þu tatlý korku ve güzel fikirden bir merak neþ’et eder ki: “Acaba beni te
edip kendini bana tanýttýrmak isteyen ve bu acip yol ile bir maksada sevkeden kimdir?”
Sonra tanýmak merakýndan týlsým sahibinin muhabbeti neþ’et etti. Ve þu muhabbetten tý
açmak arzusu neþ’et etti. Ve o arzudan týlsým sahibini râzý edecek ve hoþuna gidecek bir güzel v
almak iradesi neþ’et etti.
Sonra aðacýn baþýna baktý, gördü ki: Ýncir aðacýdýr. Fakat baþýnda binlerle aðacýn mey
vardýr. O vakit bütün bütün korkusu gitti. Çünki kat’î anladý ki: Bu incir aðacý bir listedir, bir fihri
bir sergidir! O mahfî Hâkim bað ve bostanýndaki meyvelerin nümunelerini bir týlsým ve bir mu’ciz
aðaca takmýþ ve kendi misafirlerine ihzar ettiði et’imeye birer iþaret suretinde o aðacý tezyin
olmalý. Yoksa bir tek aðaç, binler aðaçlarýn meyvelerini vermez.
Sonra niyaza baþladý. Tâ týlsýmýn anahtarý ona ilhâm oldu. Baðýrdý ki:
“Ey bu yerlerin Hâkimi! Senin bahtýna düþtüm. Sana dehalet ediyorum ve sana hizmetkârý
senin rýzaný istiyorum. Ve seni arýyorum.”
Ve bu niyazdan sonra birden kuyunun duvarý yarýlýp, þâhâne nezih ve güzel bir bahçeye bir
açýldý. Belki ejderha aðzý o kapýya inkýlâb etti. Ve arslan ve ejderha, iki hizmetkâr suretini giydil
onu içeriye dâvet ediyorlar. Hattâ o arslan, kendisine musahhar bir at þekline girdi.
Ýþte ey tembel nefsim! Ve ey hayâlî arkadaþým!
Geliniz. Bu iki kardeþin vaziyetlerini muvazene edelim. Tâ iyilik nasýl iyilik getirir ve fenalýk
fenalýk getirir... Görelim, bilelim.
Bakýnýz: Sol yolun bedbaht yolcusu, her vakit ejderhanýn aðzýna girmeye muntazýrdýr, titriy
þu bahtiyar ise, meyvedar ve revnektar bir bahçeye dâvet edilir. Hem o bedbaht, elîm bir dehþette ve
bir korku içinde kalbi parçalanýyor. Ve þu bahtiyar ise leziz bir ibret, tatlý bir havf, mahbup bir m
içinde garip þeyleri seyir ve temâþa ediyor. Hem o bedbaht, vahþet ve me’yusiyet ve kimsesizlik
azap çekiyor. Ve þu bahtiyar ise ünsiyet ve ümit ve iþtiyak içinde telezzüz ediyor. Hem o bedbaht k
vahþi canavarlarýn hücumuna mâruz bir mahpus hükmünde görüyor. Ve þu bahtiyar ise bir aziz mis
ki, misafiri olduðu Mihmandarý Kerîmin acip hizmetkârlarý ile ünsiyet edip eðleniyor. Hem o be
zâhiren leziz mânen zehirli yemiþleri yemekle azabýný tâcil ediyor. Zira, o meyveler nümune
Tatmaya izin var, tâ asýllarýna tâlip olup müþteri olsun. Yoksa hayvan gibi yutmaya izin yoktur.
bahtiyar ise tadar, iþi anlar, yemesini tehir eder. Ve intizar ile telezzüz eder. Hem o bedbaht kendi ke
zulmetmiþ. Gündüz gibi güzel bir hakikatý ve parlak bir vaziyeti, basiretsizliði ile kendisine muz
zulûmatlý bir evham, bir cehennem þekline getirmiþ. Ne þefkate müstahaktýr. Ve ne de kim
þekvaya hakký vardýr.
Meselâ: Bir adam güzel bir bahçede, ahbablarýnýn ortasýnda, yaz mevsiminde, hoþ bir ziya
keyfe kanaat etmeyip kendini pis müskirlerle sarhoþ edip, kendisini kýþ ortasýnda canavarlar içind
çýplak tahayyül edip, baðýrmaya ve aðlamaya baþlasa; nasýl þefkate lâyýk deðil. Kendi ke
zulmediyor. Dostlarýný canavar görüp tahkir ediyor. Ýþte bu bedbaht dahi öyledir. Ve þu bahtiy
hakikati görür. Hakikat ise güzeldir. Hakikatin hüsnünü derk etmekle, hakikat sahibinin kemâline h
eder. Rahmetine müstahak olur. Ýþte “Fenalýðý kendinden, iyiliði Allah’dan bil” olan hükmü Kur’
sýrrý zâhir oluyor. Daha bunlar gibi sâir farklarý muvazene etsen anlayacaksýn ki: Evvelkisinin
emmaresi, ona bir mânevî cehennem ihzar etmiþ. Ve ötekisinin hüsnü niyeti ve hüsnü zanný ve h
hasleti ve hüsnü fikri, onu büyük bir ihsan ve saadete ve parlak bir fazilete ve feyze mazhar etmiþ.
Ey nefsim! Ve ey nefsimle beraber bu hikâyeyi dinleyen adam!
Eðer bedbaht kardeþ olmak istemezsen ve bahtiyar kardeþ olmak istersen Kur’ân’ý din
hükmüne muti ol! Ve Ona yapýþ! Ve ahkâmiyle amel et!.
Þu hikâyei temsilîyede olan hakikatlarý eðer fehmettin ise, hakikatý dîni ve dünyayý ve insa
imaný ona tatbik edebilirsin. Mühimlerini ben söyliyeceðim. Ýncelerini sen kendin istihraç et.
Ýþte bak! O iki kardeþ ise; biri, ruhu mü’min ve kalbi sâlihdir. Diðeri, ruhu kâfir ve
fâsýktýr. Ve o iki tarikten sað ise, tariki Kur’ân ve imandýr. Sol ise, tariki isyan ve küfrandýr.
yoldaki bahçe ise, cemiyeti beþeriye ve medeniyeti insaniye içinde muvakkat hayatý içtimâiye
hayýr ve þer, iyi ve fena, temiz ve pis þeyler beraber bulunur. Âkýl odur ki : 20 kaid
amel eder, selâmeti kalb ile gider.
Ve o sahra ise þu arz ve dünyadýr. Ve o arslan ise ölüm ve eceldir. Ve o kuyu ise bedeni in
zamaný hayattýr. Ve o altmýþ arþýn derinlik ise ömrü vasatî ve ömrü galibi olan altmýþ s
iþarettir. Ve o aðaç ise müddeti ömür ve maddei hayattýr. Ve o siyah ve beyaz iki hayvan ise ge
gündüzdür. Ve o ejderha ise aðzý kabir olan tariki berzahiye ve revaký uhrevîdir. Fakat o aðýz, m
için zindandan bir bahçeye açýlan bir kapýdýr. Ve o haþaratý muzýrra ise musîbâtý dünyeviyedir.
mü’min için, gaflet uykusuna dalmamak için tatlý îkazatý Ýlâhiye ve iltifatatý Rahm
hükmündedir. Ve o aðaçtaki yemiþler ise dünyevî ni’metlerdir ki Cenabý Kerîmi Mutlak, onlarý
ni’metlerine bir liste, hem ihtar edici, hem müþabihleri, hem cennet meyvelerine müþterileri dâve
nümûneler suretinde yapmýþ. Ve o aðacýn birliðiyle beraber, muhtelif baþka baþka meyveler verm
Kudreti Samedaniyenin sikkesine ve Rububiyeti Ýlâhiyenin hâtemine ve Saltanatý Ulûhiyetin turr
iþarettir.
Çünki: “Bir tek þeyden her þeyi yapmak”; yâni, bir topraktan bütün nebatat ve meyveleri ya
hem bir sudan bütün hayvanatý halketmek21; hem basit bir yemekten bütün cihazatý hayvaniyey
etmek; bununla beraber “Her þeyi bir tek þey yapmak” yani, zîhayatýn yediði gayet muhtelifü
taamlardan o zîhayata bir lâhmý mahsus yapmak; bir cildi basit dokumak gibi san’atlar, Zâtý E
Samed olan Sultaný Ezel ve Ebedin sikkei hassasýdýr. Hâtemi mahsusudur... Taklit edilm
turrasýdýr. Evet, bir þeyi her þey ve her þeyi bir þey yapmak, her þeyin Hâlýkýna has ve Kadiri
Þeye mahsus bir niþandýr, bir âyettir. Ve o týlsým ise, sýrrý iman ile açýlan sýrrý hikmeti hilkatt
o miftah ise: dur. Ve o ejderha aðzý bahçe kap
inkýlâp etmesi ise iþarettir ki:
Kabir ehli dalâlet ve tuðyan için vahþet ve nisyan içinde zindan gibi sýkýntýlý ve bir ejderha
gibi dar bir mezara açýlan bir kapý olduðu halde, ehli Kur’ân ve iman için zindaný dünyadan bo
bekaya ve meydaný imtihandan ravzai cinana ve zahmet–i hayattan rahmeti Rahmâna açýl
kapýdýr24 . Ve o vahþi arslanýn dahi mûnis bir hizmetkâra dönmesi ve musahhar bir at olma
iþarettir ki mevt, ehli dalâlet için bütün mahbubatýndan elîm bir firaký ebedîdir. Hem kendi ce
kâzibei dünyevisinden ihraç ve vahþet ve yalnýzlýk içinde zindaný mezara idhal ve hapis olduðu
ehli hidayet ve ehli Kur’ân için öteki âleme gitmiþ eski dost ve ahbablarýna kavuþmaya vesiledir
hakiki vatanlarýna ve ebedî makamý saadetlerine girmeye vasýtadýr. Hem zindaný dünyadan bo
cinana bir davettir. Hem Rahmâný Rahîmin fazlýndan, kendi hizmetine mukabil ahzý ücret etme
nöbettir. Hem vazifei hayat külfetinden bir terhistir. Hem ubûdiyet ve imtihanýn tâlim ve tâlimatýnd
paydostur...
Elhâsýl : Her kim hayatý fâniyeyi esas maksat yapsa zâhiren bir cennet içinde olsa da, m
cehennemdedir. Ve her kim hayatý bâkiyeye ciddî müteveccih ise, saadeti dâreyne mazhardýr. Dü
ne kadar fena ve sýkýntýlý olsa da dünyasýný, Cennetin intizar salonu hükmünde gördüðü için hoþ
tahammül eder, sabýr içinde þükreder.
DOKUZUNCU SÖZ
25
Ey birader! Benden, namazýn þu muayyen beþ vakte hikmeti tahsîsini soruyorsun. Pe
hikmetlerinden yalnýz birisine iþaret ederiz.
Evet her bir namazýn vakti, mühim bir inkýlâp baþý olduðu gibi, azîm bir tasarrufu Ýl
âyinesi ve o tasarruf içinde ihsanatý külliyei Ýlâhiyenin birer ma’kesi olduðundan, Kadîri Zülce
vakitlerde daha ziyade tesbih ve tâzim ve hadsiz ni’metlerinin iki vakit ortasýnda toplanmýþ yekû
karþý þükür ve hamd demek olan namaza emredilmiþtir. Þu ince ve derin mânâyý bir parça fehm
için beþ nükteyi nefsimle beraber dinlemek lâzým.
Birinci Nükte: Namazýn mânâsý, Cenâbý Hakk’ý tesbih ve tâzim ve þükürdür. Yâni, Ce
karþý, kavlen ve fiilen “Sübhanallah” deyip takdis etmek... Hem Kemâline karþý, lâfzen ve a
“Allahu Ekber” deyip tâzim etmek... Hem Cemâline karþý, kalben ve lisanen ve bedenen “Elhamdü
deyip þükretmektir. Demek Tesbih ve Tekbir ve Hamd, namazýn çekirdekleri hükmündedirler. Ond
ki namazýn harekât ve ezkârýnda bu üç þey, her tarafýnda bulunuyorlar. Hem ondandýr ki nam
sonra, namazýn ma’nâsýný te’kit ve takviye için þu Kelimatý Mübareke, otuz üç defa tekrar
Namazýn ma’nâsý, þu mücmel hülâsalarla te’kit edilir...
Ýkinci Nükte : Ýbadetin mânâsý þudur ki: Dergâhý Ýlâhîde abd, kendi kusurunu ve acz ve fa
görüp kemâli Rububiyetin ve Kudreti Samedâniyenin ve Rahmeti Ýlâhiyenin önünde hay
muhabbetle secde etmektir. Yâni, Rububiyetin saltanatý nasýl ki ubûdiyeti ve itaati ister; Rubub
kudsiyeti, paklýðý dahi ister ki abd, kendi kusurunu görüp istiðfar ile ve Rabbýný bütün nekaisten p
müberra ve ehli dalâletin efkârý bâtýlasýndan münezzeh ve muallâ ve kâinatýn bütün kusurât
mukaddes ve muarra olduðunu Tesbih ile, Sübhanallah ile ilân etsin.
Hem de Rububiyetin kemâli kudreti dahi ister ki abd, kendi za’fýný ve mahlûkatýn aczini gör
Kudreti Samedaniyenin azameti âsârýna karþý istihsan ve hayret içinde Allahu Ekber deyip hu
rükûa gidip, Ona iltica ve tevekkül etsin.
Hem, Rububiyetin nihayetsiz hazinei rahmeti de ister ki abd, kendi ihtiyacýný ve bütün mahlû
fakr ve ihtiyacatýný sual ve dua lisaniyle izhar ve Rabbinin ihsan ve in’amatýný þükür ve sena
Elhamdülillâh ile ilân etsin. Demek, namazýn ef’al ve akvali, bu mânâlarý tazammun ediyor ve
için tarafý Ýlâhîden vaz’edilmiþler.
Üçüncü Nükte : Nasýl ki insan þu âlemi kebîrin bir misâli musaððarýdýr. Ve Fâtihai Þerî
Kur’âný Azimüþþanýn bir timsâli münevveridir. Namaz dahi bütün ibadatýn envaýný þâmil bir fih
nurâniyedir. Ve bütün esnafý mahlûkatýn elvaný ibadetlerine iþaret eden bir haritai kudsiyedir.
Dördüncü Nükte: Nasýl ki haftalýk bir saatin sâniye ve dakika ve saat ve günlerini sayan m
birbirine bakarlar, birbirinin misâlidirler ve birbirinin hükmünü alýrlar. Öyle de Cenâbý Hakk’
saatý kübrasý olan þu âlemi dünyanýn sâniyesi hükmünde olan gece ve gündüz deverâný.. ve daki
sayan seneler.. ve saatleri sayan tabakatý ömrü insan.. ve günleri sayan edvârý ömrü âlem; bir
bakarlar, birbirinin misâlidirler ve birbirinin hükmündedirler ve birbirini hatýrlatýrlar. Meselâ:
Fecir zamaný: Tulûa kadar; evveli bahar zamanýna, hem insanýn rahmý madere düþtüðü âvâ
hem semavat ve arzýn altý gün hilkatinden birinci gününe benzer ve hatýrlatýr ve onlardaki þu
Ýlâhiyeyi ihtar eder.
Zuhr zamaný ise: Yaz mevsiminin ortasýna, hem gençlik kemâline, hem ömrü dünyadaki hi
insan devrine benzer ve iþaret eder. Ve onlardaki tecelliyatý rahmeti ve füyuzatý ni’meti hatýrlatýr
Asr zamaný ise: Güz mevsimine, hem ihtiyarlýk vaktine, hem âhirzaman Peygamb
(aleyhissalâtü Vesselâm) Asrý Saadetine benzer. Ve onlardaki þuunatý Ýlâhiyeyi ve in’a
Rahmâniyeyi ihtar eder.
Maðrib zamaný ise: Güz mevsiminin âhirinde pek çok mahlûkatýn gurubunu, hem insanýn vef
hem dünyanýn kýyamet iptidasýndaki harâbiyetini ihtar ile tecelliyâtý Celâliyeyi ifham ve beþeri
uykusundan uyandýrýr.. ikaz eder...
Ýþâ vakti ise: Âlemi zulûmat, nehar âleminin bütün âsârýný siyah kefeni ile setretmesini
kýþýn beyaz kefeni ile ölmüþ yerin yüzünü örtmesini, hem vefat etmiþ insanýn bâkiyei âsârý dah
edip nisyan perdesi altýna girmesini, hem bu dârý imtihan olan dünyanýn, bütün bütün kapanm
ihtar ile Kahhârý Zülcelâlin celâlli tasarrufatýný ilân eder.
Gece vakti ise: Hem kýþý, hem kabri, hem âlemi Berzahý ifham ile ruhu beþer Rahmeti Rah
ne derece muhtaç olduðunu insana hatýrlatýr.
Ve gecede teheccüd ise: Kabir gecesinde ve berzah karanlýðýnda ne kadar lüzumlu bir
olduðunu bildirir.. ikaz eder. Ve bütün bu inkýlâbat içinde Cenâbý Mün’imi Hakikinin niha
ni’metlerini ihtar ile ne derece hamd ve senaya müstahak olduðunu ilân eder.
Ýkinci sabah ise: Sabahý haþri ihtar eder. Evet, þu gecenin sabahý ve þu kýþýn baharý ne
mâkul ve lâzým ve kat’î ise haþrin sabahý da, berzahýn baharý da o kat’iyyettedir.
Demek bu beþ vaktin her biri, bir mühim inkýlâp baþýnda olduðu ve büyük inkýlâplarý ihtar
gibi, Kudreti Samedaniyenin tasarrufatý azîmei yevmiyesinin iþaretiyle, hem senevî, hem asrî
dehrî kudretin mu’cizatýný ve rahmetin hedayasýný hatýrlatýr.
Demek, asýl vazifei fýtrat ve esasý ubûdiyet ve kat’î borç olan farz namaz, þu vakitlerde lây
ve enseptir.
Beþinci Nükte: Ýnsan, fýtraten gayet zaifdir. Halbuki her þey ona iliþir, onu müteessir ve müt
eder. Hem, gayet âcizdir. Halbuki belâlarý ve düþmanlarý pek çoktur. Hem gayet fakirdir. H
ihtiyacatý pek ziyadedir. Hem, tembel ve iktidarsýzdýr. Halbuki hayatýn tekâlifi gayet aðýrdýr.
insaniyet onu kâinatla alâkadar etmiþtir. Halbuki sevdiði, ünsiyet ettiði þeylerin zevâl ve f
mütemâdiyen onu incitiyor. Hem, akýl ona yüksek maksatlar ve bâki meyveler gösteriyor. Halbu
kýsa, ömrü kýsa, iktidarý kýsa, sabrý kýsadýr.
Ýþte bu vaziyette bir ruh, fecir zamanýnda bir Kadîri Zülcelâlin, bir Rahîmi Zülcemâlin derg
niyaz ile, namaz ile müracaat edip arzý hâl etmek, tevfik ve medet istemek, ne kadar elzem ve peþ
gündüz âleminde baþýna gelecek, beline yüklenecek iþleri, vazifeleri tahammül için ne kadar lüzum
noktai istinat olduðu bedaheten anlaþýlýr.
Ve zuhr zamanýnda ki o zaman gündüzün kemâli ve zevale meyli ve yevmî iþlerin â
tekemmülü ve meþâðilin tazyikinden muvakkat bir istirahat zamaný ve fâni dünyanýn bekasýz ve
iþlerin verdiði gaflet ve sersemlikten ruhun teneffüse ihtiyaç vakti ve in’amatý Ýlâhiyenin tezahür
bir andýr. Ruhu beþer o tazyikten kurtulup, o gafletten sýyrýlýp, o mânâsýz ve bekasýz þeylerden ç
Kayyumu Bâki olan Mün’imi Hakikinin dergâhýna gidip el baðlayarak, yekûn ni’metlerine þük
hamd edip ve istiâne etmek ve Celâl ve Azametine karþý rükû ile aczini izhar etmek ve K
Bîzevâline ve Cemâli Bîmisâline karþý secde edip hayret ve muhabbet ve mahviyetini ilân etmek d
olan zuhr namazýný kýlmak; ne kadar güzel, ne kadar hoþ, ne kadar lâzým ve münasip old
anlamayan insan, insan deðil...
Asr vaktinde ki o vakit hem güz mevsimi hazinânesini ve ihtiyarlýk hâleti mahzunânes
âhirzaman mevsimi elîmanesini andýrýr ve hatýrlattýrýr. Hem yevmî iþlerin neticelenmesi zamaný
o günde mazhar olduðu sýhhat ve selâmet ve hayýrlý hizmet gibi niamý Ýlâhiyenin bir yekûnu
teþkil ettiði zamaný; hem o koca güneþin ufûle meyletmesi iþaretiyle, insan bir misafir memur ve h
geçici, bîkarar olduðunu ilân etmek zamanýdýr. Þimdi, ebediyeti isteyen ve ebed için halkolunan ve
karþý perestiþ eden ve firaktan müteellim olan ruhu insan; kalkýp abdest alýp þu asr vaktinde
namazýný kýlmak için Kadîmi Bâki ve Kayyumu Sermedînin dergâhý Samedaniyesine arzý mü
ederek zevalsiz ve nihayetsiz Rahmetinin iltifâtýna iltica edip, hesapsýz ni’metlerine karþý þükür ve
ederek, Ýzzeti Rububiyetine karþý zelîlâne rükûa gidip Sermediyeti Ulûhiyetine karþý mahviyetk
secde ederek, hakiki bir teselli.. bir rahatý ruh bulup, huzuru Kibriyasýnda kemerbestei ubûdiyet
demek olan asr namazýný kýlmak; ne kadar ulvî bir vazife, ne kadar münâsip bir hizmet, ne kadar y
bir borcu fýtrat eda etmek, belki gayet hoþ bir saadet elde etmek olduðunu insan olan anlar.
Maðrib vaktinde ki o zaman hem kýþýn baþlamasýndan yaz ve güz âleminin nazenin ve
mahlûkatýnýn vedayý hazinanesi içinde gurub etmesinin zamanýný andýrýr. Hem, insanýn ve
bütün sevdiklerinden bir firaký elîmane içinde ayrýlýp kabre girmek zamanýný hatýrlatýr.
dünyanýn zelzelei sekerat içinde vefatiyle bütün sekenesi; baþka âlemlere göçmesi ve bu darý im
lâmbasýnýn söndürülmesi zamanýný andýrýr, hatýrlatýr. Ve zevâlde gurub eden mahbublara pe
edenleri þiddetle ikaz eder bir zamandýr. Ýþte akþam namazý için böyle bir vakitte fýtraten bir C
Bâkiye âyinei müþtak olan ruhu beþer, þu azîm iþleri yapan ve bu cesîm âlemleri çeviren, tebdi
Kadîmi Lemyezel ve Bâkii Lâyezâlin arþý azametine yüzünü çevirip, bu fânilerin üstünde “A
Ekber” deyip, onlardan ellerini çekip, hizmeti Mevlâ için el baðlayýp Dâimi Bâkinin huzurunda k
edip, “Elhamdülillâh” demekle.. kusursuz kemâline, misilsiz Cemâline, nihayetsiz Rahmetine karþý
ü senâ edip, 26 demekle.. muînsiz Rububiyetine, þeriksiz Ulûhiyetine, ve
Saltanatýna karþý arzý ubûdiyet ve istiâne etmek, hem nihayetsiz Kibriyâsýna, hadsiz kudreti
acizsiz izzetine karþý rükûa gidip bütün kâinatla beraber zaaf ve aczini, fakr ve zilletini izhar etm
27 deyip, Rabbi Azimini tesbih edip, hem zevâlsiz Cemâli Zâtýna, tegayyürsüz S
Kudsiyesine, tebeddülsüz Kemâli Sermediyetine karþý secde edip, hayret ve mahviyet içinde
mâsiva ile muhabbet ve ubûdiyetini ilân edip, hem bütün fânilere bedel bir Cemîli Bâki, bir Ra
Sermedî bulup, 28 demekle; zevâlden münezzeh, kusurdan müberra Rabbý A’l
takdîs etmek.. sonra teþehhüd edip oturup bütün mahlûkatýn tahiyyatý mübarekelerini ve sal
tayyibelerini kendi hesabýna o Cemili Lemyezel ve Celîli Lâyezâle hediye edip ve Resuli Ekr
selam etmekle, bîatýný tecdid ve evâmirine itaatýný izhar edip ve imanýný tecdid ile tenvir etmek i
kasrý kâinatýn intizamý hakîmanesini müþahede edip Sânii Zülcelâlin Vahdâniyetine þehadet e
hem Saltanatý Rububiyetin dellâlý ve mübelliði marziyatý ve kitabý kâinatýn tercümaný âyâtý
Muhammedi Arabî Aleyhissalâtü Vesselâmýn Risâletine þehadet etmek demek olan maðrib nam
kýlmak ne kadar latîf, nazif bir vazife, ne kadar aziz, leziz bir hizmet, ne kadar hoþ ve güzel bir ubû
ne kadar ciddî bir hakikat ve bu fâni misafirhânede bâkiyane bir sohbet ve dâimane bir saadet old
anlamýyan adam, nasýl adam olabilir!..
Ýþâ vaktinde ki o vakit gündüzün ufukta kalan bâkiyei âsârý dahi kaybolup gece âlemi, k
kaplar. 29 olan Kadiri Zülcelâlin, o beyaz sahifeyi bu siyah sahifeye çevirmes
tasarrufatý Rabbâniyesiyle yazýn müzeyyen yeþil sahifesini kýþýn bârid beyaz sahifesine çevirmes
30 olan Hakîmi Zülkemâlin icraatý Ýlâhiyesini hatýrlatýr. Hem, müruru zamanla
kuburun bâkiyei âsârý dahi þu dünyadan kesilmesiyle bütün bütün baþka âleme geçmesindeki “H
mevt ve hayâtýn” þuunatý Ýlâhiyesini andýrýr. Hem, dar ve fâni ve hakir dünyanýn tamamen harap
azîm sekerâtiyle vefat edip, geniþ ve bâki ve azametli âlemi âhiretin inkiþafýnda “Hâlýký a
semavatýn” tasarrufatý Celâliyesini ve tecelliyatý Cemaliyesini andýrýr, hatýrlattýrýr bir zamandý
Hem, þu kâinatýn Mâlik ve Mutasarrýfý Hakikisi, Ma’bud ve Mahbubu Hakikisi, O Zât olab
gece gündüzü, kýþ ve yazý, dünya ve âhireti bir kitabýn sahifeleri gibi sühuletle çevirir, yazar,
deðiþtirir; bütün bunlara hükmeder bir Kadîri Mutlak olduðunu isbat eden bir vaziyettir.
Ýþte nihayetsiz âciz, zaif, hem nihayetsiz fakir, muhtaç, hem nihayetsiz bir istikbal zulüm
dalmakta, hem nihayetsiz hâdisat içinde çalkanmakta olan ruhu beþer, yatsý namazýný kýlmak i
mânâdaki Iþâda, Ýbrâhimvâri 31 deyip Ma’budu Lemyezel, Mahbûbu Lâyezâlin derg
namaz ile iltica edip ve þu fâni âlemde ve fâni ömürde ve karanlýk dünyada ve karanlýk istikbald
Bâkii Sermedî ile münâcat edip bir parçacýk bir sohbeti bâkiye, birkaç dakikacýk bir ömrü bâki
dünyasýna nur serpecek, istikbâlini ýþýklandýracak, mevcudatýn ve ahbabýnýn firak ve zevâlinde
eden yaralarýna merhem sürecek olan Rahmâný Rahîmin iltifatý Rahmetini ve nuru hidayetini
istemek.. hem muvakkaten onu unutan ve gizlenen dünyayý, o dahi unutup, dertlerini kalbin aðlam
dergâhý Rahmette döküp.. hem ne olur ne olmaz, ölüme benziyen uykuya girmeden evvel son v
ubûdiyetini yapýp, yevmiye defteri amelini hüsnü hâtime ile baðlamak için salâte kýyam etmek
bütün fâni sevdiklerine bedel bir Ma’bud ve Mahbubu Bâkinin ve bütün dilencilik ettiði âcizlere
bir Kadiri Kerimin ve bütün titrediði muzýrlarýn þerrinden kurtulmak için bir Hafîzi Rahîmin huz
çýkmak.. hem Fâtiha ile baþlamak, yâni bir þeye yaramýyan ve yerinde olmýyan nâkýs, fakir mahl
medih ve minnettarlýða bedel, bir Kâmili Mutlak ve Ganiyyi Mutlak ve Rahîm, Kerîm olan Ra
âlemini medh ü senâ etmek.. hem 32 hitabýna terakki etmek; yâni, küçüklüðü, h
kimsesizliði ile beraber ezel ve ebed Sultâný olan Mâliki Yevmiddine intisâbiyle þu kâinatta nazd
misafir ve ehemmiyetli bir vazifedar makamýna girip 33 demekle bütün mah
nâmýna kâinatýn cemaatý kübrâsý ve cemiyeti uzmasýndaki ibadat ve istianatý Ona takdim etmek
Hem, 34 demekle, istikbal karanlýðý içinde saadeti ebediyeye giden, nurân
olan Sýratý Müstakîme hidayeti istemek.. hem, þimdi yatmýþ nebâtat, hayvanat gibi gizlenmiþ gün
hüþyâr yýldýzlar, birer nefer misillü emrine musahhar ve bu misafirhânei âlemde birer lâmba
hizmetkârý olan Zâtý Zülcelâlin Kibriyasýný düþünüp “Allahu Ekber” deyip rükûa varmak.. hem
mahlûkatýn secdei kübrâsýný düþünüp, yâni þu gecede yatmýþ mahlûkat gibi her senede, her as
envaý mevcudat, hattâ arz, hattâ dünya, birer muntazam ordu, belki birer mutî nefer gibi v
ubûdiyeti dünyeviyesinden Emri 35 ile terhis edildiði zaman, yâni âlemi gayba gönde
vakit, nihayet intizam ile zevalde gurub seccadesinde, “Allahu Ekber” deyip secde ettikleri.. hem
den gelen bir sayhai ihya ve ikaz ile yine baharda; kýsmen aynen, kýsmen mislen haþrolup kýyam
kemerbestei hizmeti Mevlâ olduklarý gibi; þu insancýk, onlara iktidaen o Rahmâný Zülkemâ
Rahîmi Zülcemâlin bârgâhý huzurunda hayretâlûd bir muhabbet, bekaâlûd bir mahviyet, izzetâl
tezellül içinde “Allahu Ekber” deyip sücûda gitmek; yâni, bir nevi Mi’râca çýkmak demek ola
namazýný kýlmak, ne kadar hoþ, ne kadar güzel, ne kadar þirin, ne kadar yüksek, ne kadar aziz ve
ne kadar mâkul ve münasip bir vazife, bir hizmet, bir ubûdiyet, bir ciddi hakikat olduðunu e
anladýn.
Demek þu beþ vakit; her biri, birer inkýlâbý azimin iþârâtý ve icrâatý cesîmei Rabbân
emarâtý ve in’amatý külliyei Ýlâhiyenin alâmatý olduklarýndan borç ve zimmet olan farz nama
zamanlara tahsisi, nihayet hikmettir..
YÝRMÝBÝRÝNCÝ SÖZ
(Ýki Makamdýr)
Birinci Makam
36
Bir zaman sinnen, cismen, rütbeten büyük bir adam bana dedi: “Namaz iyidir. Fakat hergün h
beþer defa kýlmak çoktur. Bitmediðinden usanç veriyor?”
O zâtýn o sözünden hayli zaman geçtikten sonra, nefsimi dinledim. Ýþittim ki ayný sözleri söy
Ve ona baktým gördüm ki tembellik kulaðýyla þeytandan ayný dersi alýyor. O vakit anladým: O
sözü, bütün nüfusu emmarenin nâmýna söylemiþ gibidir. Veya söylettirilmiþtir. O zaman ben
dedim: “Madem nefsim emmaredir. Nefsini ýslâh etmeyen baþkasýný ýslâh edemez. Öyle ise nefs
baþlarým.”
Dedim: Ey nefis!.. Cehli mürekkeb içinde, tembellik döþeðinde, gaflet uykusunda söyledið
söze mukabil “BEÞ ÝKAZ” ý benden iþit...
Birinci ikaz : Ey bedbaht nefsim!. Acaba ömrün ebedî midir?. Hiç kat’î senedin var mý ki g
seneye, belki yarýna kadar kalacaksýn?. Sana usanç veren tevehhümü ebediyettir. Keyf için,
dünyada kalacak gibi nazlanýyorsun. Eðer anlasa idin ki ömrün azdýr, hem faidesiz gidiyor. Elbette
yirmi dörtten birisini, hakiki bir hayatý ebediyenin saadetine medar olacak bir güzel ve hoþ ve ra
rahmet bir hizmete sarfetmek; usanmak þöyle dursun, belki ciddî bir iþtiyak ve hoþ bir zevki t
sebep olur.
Ýkinci ikaz : Ey þikemperver nefsim! Acaba her gün her gün ekmek yersin, su içersin, h
teneffüs edersin; sana onlar usanç veriyor mu? Madem vermiyor; çünki, ihtiyaç tekerrür ettiðinden
deðil, belki telezzüz ediyorsun.
Öyle ise: Hânei cismimde senin arkadaþlarýn olan kalbimin gýdasý, ruhumun âbý hayatý ve l
Rabbâniyyemin havayý nesimini cezp ve celbeden namaz dahi, seni usandýrmamak gerektir.
nihayetsiz teessürat ve elemlere maruz ve müptelâ ve nihayetsiz telezzüzata ve emellere meft
pürsevda bir kalbin kut ve kuvveti her þeye kadir bir Rahîmi Kerîmin kapýsýný niyaz ile çalmakl
edilebilir. Evet, þu fâni dünyada kemâli sür’âtle vaveylayý firaký koparan giden, ekser mevc
alâkadar bir ruhun âbý hayatý ise her þeye bedel bir Ma’bûdu Bâkinin, bir Mahbûbu Serm
çeþmei rahmetine namaz ile teveccüh etmekle içilebilir. Evet, fýtraten ebediyeti istiyen ve ebe
halkolunan ve ezelî ve ebedî bir Zâtýn âyinesi olan ve nihayetsiz derecede nâzik ve letâfetli bu
zîþuur bir sýrrý insanî, zînur bir latîfei Rabbâniye, þu kasâvetli, ezici ve sýkýntýlý, geçici ve zulü
ve boðucu olan ahvâli dünyeviye içinde, elbette teneffüse pek çok muhtaçtýr. Ve ancak nam
penceresiyle nefes alabilir.
Üçüncü ikaz: Ey sabýrsýz nefsim! Acaba geçmiþ günlerdeki ibadet külfetini ve nam
meþakkatini ve musibet zahmetini, bugün düþünüp muzdarip olmak; hem gelecek günlerdeki
vazifesini ve namaz hizmetini ve musibet elemini, bugün tasavvur edip sabýrsýzlýk göstermek, hiç
akýl mýdýr? Þu sabýrsýzlýkta misalin þöyle bir sersem kumandana benzer ki düþmanýn sað
kuvveti onun saðýndaki kuvvetine iltihak etmiþ, ve ona taze bir kuvvet olduðu hâlde o tutar müh
kuvvetini sað cenâha gönderir, merkezi zayýflaþtýrýr. Hem, sol cenahta düþmanýn askeri yok ik
daha gelmeden büyük bir kuvvet gönderir, “ateþ et” emrini verir! Merkezi bütün bütün kuv
düþürtür. Düþman iþi anlar; merkeze hücum eder, tar ü mar eder. Evet, buna benzersin. Çünki g
günlerin zahmeti, bugün rahmete kalbolmuþ. Elemi gitmiþ, lezzeti kalmýþ. Külfeti, kerâmete iltih
meþakkati, sevâba inkýlâp etmiþ. Öyle ise ondan usanç almak deðil belki yeni bir þevk, taze bir ze
devama ciddî bir gayret almak lâzým gelir. Gelecek günler ise mâdem gelmemiþler. Þimdiden dü
usanmak ve fütur getirmek, aynen o günlerde açlýðý ve susuzluðu ile bugün düþünüp baðýrýp çaðý
gibi bir divâneliktir. Madem hakikat böyledir, âkýl isen, ibadet cihetinde yalnýz bugünü düþün. Ve
bir saatini, ücreti pek büyük, külfeti pek az, hoþ ve güzel ve ulvî bir hizmete sarfediyorum” de. O
senin acý bir füturun, tatlý bir gayrete inkýlâp eder.
Ýþte ey sabýrsýz nefsim! Sen, üç sabýr ile mükellefsin.37
Birisi : Tâat üstünde sabýrdýr.
Birisi : Ma’siyetten sabýrdýr.
Diðeri : Musibete karþý sabýrdýr. Aklýn varsa, þu üçüncü ikazdaki temsilde görünen ha
rehber tut. Merdâne: “Yâ sabûr” de! Üç sabrý omuzuna al. Cenâbý Hakkýn sana verdiði sabýr kuv
eðer yanlýþ yolda daðýtmazsan her meþakkate ve her musibete kâfi gelebilir.. ve o kuvvetle dayan...
Dördüncü ikaz : Ey sersem nefsim! Acaba þu vazifei ubûdiyet neticesiz midir? Ücreti az mý
sana usanç veriyor? Halbuki bir adam sana birkaç para verse veyahut seni korkutsa, akþama kada
çalýþtýrýr. Ve fütursuz çalýþýrsýn. Acaba bu misafirhânei dünyada âciz ve fakir kalbine kut ve gý
elbette bir menzilin olan kabrinde gýda ve ziya ve her halde mahkemen olan mahþerde senet ve be
ister istemez üstünden geçilecek Sýrat Köprüsünde nur ve burak olacak bir namaz, neticesiz m
Veyahut ücreti az mýdýr?
Bir adam sana yüz liralýk bir hediye va’detse yüz gün seni çalýþtýrýr.. hulfü’lva’d edebilir; o a
itimat edersin, fütursuz iþlersin. Acaba, hulfü’lva’d hakkýnda muhal olan bir Zât, cennet gibi bir üc
saadeti ebediye gibi bir hediyeyi sana va’detse.. pek az bir zamanda, pek güzel bir vazifede seni ist
etse, sen hizmet etmezsen veya isteksiz, suhre gibi veya usançla, yarým yamalak hizmetinle Onu va
ittiham ve hediyesini istihfaf etsen, pek þiddetli bir te’dibe ve dehþetli bir tâzibe müstahak olac
düþünmüyor musun? Dünyada hapsin korkusundan en aðýr iþlerde fütursuz hizmet ettiðin
cehennem gibi bir hapsi ebedînin havfý, en hafif ve latîf bir hizmet için sana gayret vermiyor mu?
Beþinci ikaz : Ey dünyaperest nefsim! Acaba ibadetteki füturun ve namazdaki kusurun, meþ
dünyeviyenin kesretinden midir? Veyahut derdi maiþetin meþgalesiyle vakit bulamadýðýndan m
Acaba sýrf dünya için mi yaratýlmýþsýn ki bütün vaktini ona sarfediyorsun? Sen istidat cihetiyle
hayvanatýn fevkinde olduðunu ve hayatý dünyeviyenin levazýmatýný tedarikte iktidar cihetiyle bir
kuþuna yetiþemediðini biliyorsun. Bundan neden anlamýyorsun ki vazifei asliyen hayvan gibi çaba
deðil, belki hakiki bir insan gibi, hakiki bir hayatý dâime için sa’yetmektir. Bununla beraber meþ
dünyeviye dediðin, çoðu sana ait olmýyan ve fuzûli bir surette karýþtýðýn ve karýþtýrdýðýn mâ
meþgalelerdir. En elzemini býrakýp, güya binler sene ömrün var gibi, en lüzumsuz malûmat ile
geçiriyorsun. Meselâ: “Zühalin etrafýndaki halkalarýn keyfiyeti nasýldýr? Ve Amerika tavukla
kadardýr?” gibi kýymetsiz þeylerle kýymettar vaktini geçiriyorsun. Güya, kozmoðrafya ilmind
istatistikçi fenninden bir kemâl alýyorsun!..38
Eðer desen: “Beni namazdan ve ibadetten alýkoyan ve fütur veren öyle lüzumsuz þeyler deðil
derdi maiþetin zarûrî iþleridir.” Öyle ise ben de sana derim ki: “Eðer yüz kuruþ bir gündelik ile çalý
sonra biri gelse, dese ki: “Gel on dakika kadar þurayý kaz, yüz lira kýymetinde bir pýrlanta ve bir z
bulacaksýn.” Sen ona: “Yok, gelmem. Çünki on kuruþ gündeliðimden kesilecek. Nafakam aza
desen.. ne kadar divanece bir bahane olduðunu elbette bilirsin. Aynen onun gibi, sen þu baðýnda na
için iþliyorsun. Eðer farz namazý terketsen, bütün sa’yin semeresi, yalnýz dünyevî ve ehemmiyet
bereketsiz bir nafakaya münhasýr kalýr. Eðer sen, istirahat ve teneffüs vaktini ruhun rahatýna,
teneffüsüne medar olan namaza sarfetsen, o vakit bereketli nafakai dünyeviye ile beraber, senin na
uhreviyene ve zâdý âhiretine ehemmiyetli bir menba olan iki mâdeni mânevî bulursun:
Birinci Mâden: Bütün baðýndaki (Hâþiye) yetiþtirdiðin çiçekli olsun, meyveli olsun her ne
her aðacýn tesbihatýndan, güzel bir niyet ile bir hisse alýyorsun.
Ýkinci Mâden: Hem, bu baðdan çýkan mahsulâttan kim yese hayvan olsun, insan olsun, inek
sinek olsun, müþteri olsun, hýrsýz olsun sana bir sadaka hükmüne geçer.39 Fakat o þart ile k
Rezzâký Hakiki nâmýna ve izni dairesinde tasarruf etsen ve O’nun malýný O’nun mahlûkatýna ver
tevziat memuru nazariyle kendine baksan...
Ýþte bak: Namazý terk eden ne kadar büyük bir hasâret eder. Ne kadar ehemmiyetli bir s
kaybeder. Ve sa’ye pek büyük bir þevk veren ve amelde büyük bir kuvvei mânevî te’min eden
neticeden ve o iki mâdenden mahrum kalýr, iflâs eder. Hattâ ihtiyarlandýkça bahçecilikten usanýr
gelir. “Neme lâzým” der.. “Ben zâten dünyadan gidiyorum. Bu kadar zahmeti ne için çekece
diyecek, kendini tembelliðe atacak. Fakat evvelki adam der: “Daha ziyade ibadetle beraber, sa’yi
çalýþacaðým. Tâ kabrime daha ziyade ýþýk göndereceðim. Âhiretime daha ziyade zahire t
edeceðim.”
Elhâsýl : Ey nefis! Bil ki: Dünkü gün senin elinden çýktý. Yarýn ise senin elinde senet yok
mâliksin. Öyle ise hakiki ömrünü bulunduðun gün bil. Lâakal günün bir saatini ihtiyat akçesi gibi,
istikbâl için teþkil olunan bir sandukçai uhreviye olan bir mescide veya bir seccadeye at. Hem bil k
yeni gün; sana, hem herkese bir yeni âlemin kapýsýdýr. Eðer namaz kýlmazsan, senin o günkü â
zulûmatlý ve periþan bir halde gider. Senin aleyhinde âlemi misalde þehadet eder. Zira herkesi
günde, þu âlemden bir mahsus âlemi var. Hem o âlemin keyfiyeti o adamýn kalbine ve ameline t
Nasýl ki âyinende görünen muhteþem bir saray, âyinenin rengine bakar. Siyah ise, siyah gö
Kýrmýzý ise, kýrmýzý görünür. Hem onun keyfiyetine bakar. O âyine þiþesi düzgün ise, sarayý
gösterir. Düzgün deðil ise, çirkin gösterir. En nâzik þeyleri kaba gösterdiði misillü sen, kalbinle, ak
amelinle, gönlünle, kendi âleminin þeklini deðiþtirirsin. Ya aleyhinde ya lehinde þehadet ettireb
Eðer namazý kýlsan, o namazýn ile, o âlemin Sânii Zülcelâline müteveccih olsan, birden sana
âlemin tenevvür eder. Âdeta namazýn bir elektrik lâmbasý ve namaza niyetin onun düðm
dokunmasý gibi, o âlemin zulûmatýný daðýtýr. Ve o herc ü merci dünyeviyedeki karmakar
periþaniyet içindeki tebeddülât ve harekât, hikmetli bir intizam ve mânidar bir kitabeti kudret old
gösterir. 40 âyeti pürenvarýndan bir nuru, senin kalbine serper. Senin o
âlemini, o nurun in’ikâsiyla ýþýklandýrýr. Senin lehinde nurâniyetle þehadet ettirir.
Sakýn deme: “Benim namazým nerede.. þu hâkikatý namaz nerede!” Zirâ bir hurma çekirde
hurma aðacý gibi kendi aðacýný tavsif eder. Fark yalnýz icmal ve tafsil ile olduðu gibi, senin ve
gibi bir âmînin velev hissetmezse namazý, büyük bir velinin namazý gibi, þu nurdan bir hissesi v
hakikattan bir sýrrý vardýr velev þuurun taallûk etmezse. Fakat, derecata göre inkiþaf ve tenevvür
ayrýdýr. Nasýl bir hurma çekirdeðinden tâ mükemmel bir hurma aðacýna kadar ne kadar m
bulunur?.. Öyle de: Namazýn derecatýnda da, daha fazla merâtip bulunabilir. Fakat bütün o merâti
hakikatý nurâniyenin esasý bulunur...
41
HÂTÝME
42
(Gafil kafaya bir tokmak ve bir dersi ibrettir)
Ey gaflete dalýp ve bu hayatý tatlý görüp ve âhireti unutup, dünyaya talip bedbaht nefsim
misin neye benzersin? Deve kuþuna. Avcýyý görür uçamýyor; baþýný kuma sokuyor; tâ avc
görmesin. Koca gövdesi dýþarda. Avcý görür. Yalnýz o, gözünü kum içinde kapamýþ görmez. Ey
Þu temsile bak, gör:
Nasýl dünyaya hasrý nazar; aziz bir lezzeti, elîm bir eleme kalbeder. Meselâ þu karyede
Barla’da) iki adam bulunur. Birisinin yüzde doksan dokuz ahbâbý Ýstanbul’a gitmiþler, g
yaþýyorlar. Yalnýz bir tek burada kalmýþ. O dahi oraya gidecek. Bunun için þu adam Ýsta
müþtaktýr, orayý düþünür, ahbaba kavuþmak ister. Ne vakit ona denilse: “oraya git!” Sevinip g
gider. Ýkinci adam ise, yüzde doksan dokuz dostlarý buradan gitmiþler. Bir kýsmý mahvolmuþla
kýsmý ne görür, ne de görünür yerlere sokulmuþlar. Periþan olup gitmiþler zanneder. Þu biçâre ada
bütün onlara bedel yalnýz bir misafire ünsiyet edip teselli bulmak ister. Onunla o elîm âlâmý
kapamak ister.
Ey nefis! Baþta Habîbullah, bütün ahbabýn kabrin öbür tarafýndadýrlar. Burada kalan bir ik
ise, onlar da gidiyorlar. Ölümden ürküp, kabirden korkup, baþýný çevirme! Merdâne kabre bak, di
talep eder! Erkekcesine ölümün yüzüne gül; bak ne ister! Sakýn gafil olup ikinci adama benzeme!
Ey nefsim! Deme: “Zaman deðiþmiþ, asýr baþkalaþmýþ, herkes dünyaya dalmýþ, hayata pe
eder, derdi maiþetle sarhoþtur.” Çünki ölüm deðiþmiyor. Firak, bekaya kalbolup baþkalaþmýyor.
beþerî, fakrý insanî deðiþmiyor, ziyadeleþiyor. Beþer yolculuðu kesilmiyor, sür’ât peyda ediyor.
Hem deme: “Ben de herkes gibiyim.” Çünki herkes sana kabir kapýsýna kadar arkadaþlýk
Herkesle musibette beraber olmak demek olan teselli ise, kabrin öbür tarafýnda pek esassýzdýr.
Hem kendini baþý boþ zannetme! Zira, þu misafirhânei dünyada, nazarý hikmetle baksan
þeyi nizamsýz, gayesiz göremezsin. Nasýl sen nizamsýz, gayesiz kalabilirsin? Zelzele gibi vâkýala
þu hâdisâtý kevniyye tesadüf oyuncaðý deðiller.
Meselâ: Zemine nebatat ve hayvanat envaýndan giydirilen birbiri üstünde, birbiri içinde,
muntazam ve gayet münakkaþ gömlekler, baþtan aþaðýya kadar gayelerle, hikmetlerle müz
mücehhez olduklarýný gördüðün ve gayet âlî gayeler içinde kemâli intizam ile meczup mevlev
devredip döndürmesini bildiðin hâlde, nasýl oluyor ki kürei arzýn; Benî Âdemden, bahusus
imandan beðenmediði bir kýsým etvarý gafletin sýkleti mâneviyesinden omuz silkmeye ben
zelzele gibi (Hâþiye) mevtâlûd hâdisâtý hayatiyesini, bir mülhidin neþrettiði gibi gayesiz, te
zannederek bütün musîbetzedelerin elîm zâyiatýný bedelsiz hebâenmensur gösterip müthiþ bir
atarlar. Hem büyük bir hata, hem büyük bir zulüm ederler. Belki öyle hâdiseler bir Hakîmi Ra
emriyle, ehli imanýn fânî malýný, sadaka hükmüne çevirip ibka etmektir. Ve küfraný ni’metten
günahlara keffarettir. Nasýl ki bir gün gelecek, þu musahhar zemin; yüzünün zîneti olan âsârý beþe
þirkâlûd, þükürsüz görüp, çirkin bulur. Hâlýkýn emriyle, büyük bir zelzele ile bütün yüzünü
temizler. Allah’ýn emriyle, ehli þirki cehenneme döker. Ehli þükre: “Haydi, cennete buyurun” der.
Yâni “Ey insanlar! Sizi ve sizden evvelkileri yaratan Rabbinize ibadet ediniz ki takva merte
vâsýl olasýnýz. Ve yine Rabbinize ibadet ediniz ki arzý size döþek, semayý binanýza dam yapm
semadan sularý indirmiþ ki sizlere rýzk olmak üzere yerden meyve ve sâir gýdalarý çýkartsýn. Öy
Allah’a misil ve þerik yapmayýnýz. Bilirsiniz ki Allah’dan baþka ma’bud ve Hâlýkýnýz yoktur.” (B
2/2122)
MUKADDÝME
Akaidî ve imanî hükümleri kavî ve sabit kýlmakla meleke haline getiren, ancak ibadettir.
Allah’ýn emirlerini yapmaktan ve nehiylerinden sakýnmaktan ibaret olan ibadetle vicdanî ve akl
imanî hükümler terbiye ve takviye edilmezse, eserleri ve te’sirleri zayýf kalýr. Bu hâle, âlemi Ýsl
hâli hazýrdaki vaziyeti þahittir. Ve keza ibadet, dünya ve âhiret saadetlerine vesile olduðu gibi ma
maade, yâni dünya ve âhiret iþlerini tanzime sebebdir; ve þahsî ve nevî kemalâta vâsýtadýr; ve Hâ
abd arasýnda pek yüksek bir nisbet ve þerefli bir râbýtadýr.
Ýbadetin dünya saadetine vesile olduðunu izah eden cihetler:
Birisi : Ýnsan, bütün hayvanlardan mümtaz ve müstesna olarak acîp ve latîf bir miz
yaratýlmýþtýr. O mizaç yüzünden insanda çeþit çeþit meyiller, arzular meydana gelmiþtir. Meselâ:
en müntehap þeyleri ister; en güzel þeylere meyleder; zînetli þeyleri arzu eder; insaniyete lâyýk bir m
ve bir þerefle yaþamak ister.
Þu meyillerin iktizasý üzerine yiyecek, giyecek ve sâir hâcetlerini istediði gibi güzel bir þ
tedarikinde çok san’atlara ihtiyacý vardýr. O san’atlara vukufu olmadýðýndan ebnayý cinsiyle te
mesai etmeye mecbur olur ki her birisi, semerei sa’yiyle arkadaþýna mübadele suretiyle yard
bulunsun; ve bu sayede ihtiyaçlarýný tesviye edebilsinler.
Fakat insandaki kuvvei þeheviyye, kuvvei gadabiyye, kuvvei akliyye Sâni’ tarafýndan
edilmediðinden ve insanýn cüz’i ihtiyarisiyle terakkisini te’min etmek için bu kuvvetler ba
býrakýldýðýndan muamelâtta zulüm ve tecavüzler vukua gelir. Bu tecavüzleri önlemek için ce
insaniye, çalýþmalarýnýn semerelerini mübadele etmekte adâlete muhtaçtýr. Lâkin her ferdin aklý a
idrakten âciz olduðundan, küllî bir akla ihtiyaç vardýr ki fertler, o küllî akýldan istifade etsinler. Öyl
bir akýl da ancak kanun þeklinde olur. Öyle bir kanun, ancak Þeriattýr.
Sonra, o þeriatýn te’sirini, icrasýný, tatbikini te’min edecek bir merci, bir sahip lâzýmdýr. O
ve o sahip de ancak Peygamberdir. Peygamber olan zâtýn da zâhiren ve bâtýnen halka olan hâkim
devam ettirmek için maddî ve mânevî bir ulviyete ve bir imtiyaza ihtiyacý olduðu gibi, Hâlýk il
derecei münasebet ve alâkasýný göstermek için de bir delile ihtiyacý vardýr. Böyle bir delil de
mu’cizelerdir.
Sonra, Cenâbý Hakk’ýn emirlerine ve nehiylerine itaat ve inkýyadý te’sis ve te’min etmek
Sâniin azametini zihinlerde tesbit etmeye ihtiyaç vardýr. Bu tesbit de ancak akaid ile, yâni ah
imaniyyenin tecellisiyle olur. Ýmanî hükümlerin takviye ve inkiþaf ettirilmesi, ancak tekrar ile tec
eden ibadetle olur.
Ýkincisi : Ýbadet, fikirleri Sânii Hakîme çevirttirmek içindir. Abdin Sânii Hakîme olan teve
itaat ve inkýyadýný intaç eder. Ýtaat ve inkýyat ise, abdi intizamý ekmel altýna idhal eder. Abdin in
altýna girmesiyle ve nizama ittiba etmesiyle hikmetin sýrrý tahakkuk eder. Hikmet ise,
sahifelerinde parlayan san’at nakýþlariyle tebarüz eder.
Üçüncüsü : Ýnsan, santral gibi bütün hilkatin nizamlarýna ve fýtratýn kanunlarýna ve kâin
nevâmisi Ýlâhiyyenin þualarýna bir merkezdir. Binaenaleyh, insanýn o kanunlara intisap ve irtibat e
ve o namuslarýn eteklerine yapýþýp temessük etmesi lâzýmdýr ki umumî cerayaný te’min ets
tabakatý âlemde deveran eden dolaplarýn hareketlerine muhalefetle o dolaplarýn çarklarý a
ezilmesin. Bu da ancak, o emir ve nevahîden ibaret olan ibadetle olur.
Dördüncüsü : Emirleri imtisâl, nehiylerden içtinap etmek sayesinde bir fert, hey’eti içtimaiyed
mertebelerle nisbet peyda eder ve alâkadar olur. Bilhassa ahkâmý diniyye ve mesalihi um
hususunda bir fert, bir nev’ hükmüne geçer. Yâni pek çok hukuklar, haysiyetler, irþadlar, tâlimler, ýs
gibi vazifeler, bir þahsa yüklenir. Eðer o emri imtisâl, nevahîden içtinap eden o þahýs olmasa o va
tamamen pâyimal olur.
Beþincisi : Ýnsan, Ýslâmiyet sayesinde, ibadet saikasiyle bütün müslümanlara karþý sab
münasebet peyda eder; ve kavi bir irtibat ve baðlýlýk elde eder. Bunlar ise sarsýlmaz bir uhuvvete,
bir muhabbete sebep olur. Zaten hey’eti içtimaiyenin kemaline ve terakkisine ilk ve en birinci basam
uhuvvet ile muhabbettir.
Ýbadetin þahsî kemalâta sebeb olduðunun izahý:
Ýnsan; cismen küçük, zaif ve âciz olmakla beraber, hayvanattan addedildiði halde pek yüks
ruhu taþýyor ve pek büyük bir istidada mâliktir ve hasredilmiyecek derecede meyilleri vardýr ve
mütenahî emeller sahibidir ve addedilemez fikirleri vardýr ve gayri mahdud þeheviyye ve gadabiyy
kuvveleri vardýr ve öyle acaip bir yaratýlýþý vadýr ki sanki bütün enva ve âlemlere fihriste
yaratýlmýþtýr.
Ýþte böyle bir insanýn o yüksek ruhunu inbisat ettiren, ibadettir; istidadlarýný inkiþaf e
ibadettir; meyillerini temyiz ve tenzih ettiren, ibadettir; emellerini tahakkuk ettiren, ibadettir; fiki
tevsi’ ve intizam altýna alan, ibadettir; þeheviyye ve gadabiyye kuvvelerini had altýna alan, iba
zâhirî ve bâtýnî uzuvlarýný ve duygularýný kirleten tabiat paslarýný izale eden, ibadettir; i
mukadder olan kemalâtýna yetiþtiren, ibadettir; abd ile Ma’bud arasýnda en yüksek ve en latîf olan n
ancak ibadettir.
Evet, kemalâtý beþeriyenin en yükseði þu nisbet ve münasebettir.
Ýhtar : Ýbadetin ruhu, ihlâstýr. Ýhlâs ise, yapýlan ibadetin, yalnýz emredildiði için yapýlma
Eðer baþka bir hikmet ve bir faide ibadete illet gösterilse, o ibadet bâtýldýr. Faideler, hikmetler y
müreccih olabilirler; illet olamazlar.
(ÝþârâtülÝ’caz’dan)
LÛGATÇE
A
Abd : Kul, köle, insan.
Abes : Boþ, faydasýz, saçma
Abý hayat : Hayat suyu, içene ebedî hayat baðýþlayan efsanevî su, çok tatlý ve hafif su
Acîb : Þaþýlacak þey.
Addetmek : Saymak, itibar etmek.
Adüvv : Düþman.
Âdil : Doðru, Allah’ýn emirlerini noksansýz tatbik eden.
Ahlâký rezîle : Fena huy, kötü ahlâk.
Ahzý asker : Askere almak.
Ahzý ücret : Ücret alma.
Akâidî : Ýman esaslarýyla alâkalý.
Âkil : Akýllý kimse, düþüncesi saðlam.
Aksetmek : Ses ve ýþýk bir yere çarpýp geri dönmek, ýþýk yere vurmak, ters, için
yansýmasý.
Âlâmý hazînâne : Üzüntü veren elemler.
Âlemi berzah : Kabir âlemi.
Âlemi ervah : Ruhlar âlemi, madde âleminden baþka olan ruh âlemleri.
Âlemi misâl : Rüyada görülen âlem.
Âmî : Avama ait, avamca.
Ârifi Billâh : Allah’ý bilen.
Arzý münâcât : Allah’a duaya yöneliþ.
Âsârý terakkiyât : Ýlerleme belirtileri, alâmetleri.
Âsî : Ýsyan eden, günah iþleyip emirlere itaat etmeyen, þakî, haydut.
Asrý saâdet : Hz. Muhammed (sav)’in devri.
Asr vakti : Ýkindi vakti.
Avam : Halk, halkýn büyük kýsmý, herkes, ayak takýmý, fakirler sýnýfýndan, hakikat
erememiþ, tevhîdin derin hakikatlerinden haberdâr olmayan.
Âvan : Zaman.
Âyet : Kimsenin inkar edemeyeceði açýk delil, niþan, alâmet, iþaret, ibret, Ku
Kerim’deki her bir cümle.
Azameti Âsâr : Eserlerin büyüklüðü.
Âzâyý Ýbrahim : Ýbrahim (as)’ýn vücudu.
Azîm : Büyük.
B
Bâkiyei Âsâr: Geriye kalan izler.
Bâr : Yük.
Bârgahý huzur : Allah Teâlâ’nýn huzuru, dua yeri.
Bârid : Soðuk.
Batman : Aðýrlýk ölçüsü birimi (8 kg).
Batn : Ýç
Bedâheten : Açýkça.
Bedbaht : Talihsiz.
Bedbîn : Kötümser.
Bedevî : Çölde yaþayan, göçebe.
Bekââlud : Bekâ yörüngeli.
Belâhet: Kalýn kafalýlýk, bönlük.
Berk : Þimþek.
Bostaný bekâ : Bekâ bahçesi.
Bostaný cinân : Cennet bahçesi.
CÇ
Cebânet : Korkaklýk.
Cehli Mürekkep : Bilmemekle beraber bilmediðini de bilmemek, kat kat cahillik.
Cemaati Ýslâmiye : Ýslâmî cemaatler.
Cemâli bî misal : Emsalsiz güzellik.
Cenneti kâzibei dünyevî : Yalancý dünya cenneti.
Cesim : Büyük.
Cevâdý kerîm : Yüce ve cömert olan Allah.
Cihâzâtý hayvâniye : Organik cihazlar.
Cihâzâtý maneviye : Mânevî cihazlar.
Çendan: O kadar, o derece, o yönde.
D
Daðdaða : Gürültü, boþ yere telaþ ve zorluklar.
Dârý fâni : Dünya.
Dehr : Zaman, dünya.
Derdi mâiþet: Geçim sýkýntýsý.
Derecât : Dereceler.
Dereke : Aþaðý mertebe.
Derketmek : Anlamak.
Deruhde etmek : Üstüne alma, yüklenme.
Dersi hikmet : Ýbret dersi.
E
Ebedü’lâbâd : Sonsuzluk yolu.
Ebleh : Ahmak, pek akýlsýz.
Ebnayý cins : Ayný cinsten olanlar.
Efkârý bâtýla : Bâtýl fikirler.
Ehad : Bir olan Allah.
Ehli ihtisas : Mütehassýs, uzman kiþiler, veliler.
Ehli keþif : Gerekli olan ve zâhir duyularla bilinemeyen hakikatleri Allah’ýn onlara
lütuf ve ihsanýyla bilen veliler.
Ehli takva : Takva sahipleri
Ehli tuðyan : Azgýn kiþiler.
Ehvâli mütehavvife : Dehþetli korkular.
Ehli zevk : Cenâbý Hakk’a yakýnlýk veya uyanýk kalble iman ve Kur’ân hakikatle
zevk alanlar.
Elvâný ibâdet : Ýbâdet türleri.
Enseb : En uygun.
Envâ : Çeþit.
Etvarý gaflet : Gaflet halleri.
F
Fatýrý Hakîm : Hakim yaratýcý, Allah.
Ferâizi dîniyye : Ýslâm Dininde Allah’ýn farz kýldýðý, yapýlmasý mecbûrî olan din
ve ibadetler, beþ vakit namaz gibi.
Feyiz : Bolluk, verimlilik, çokluk, ihsan, fazl, kerem.
Firaký ebedî : Ebedî ayrýlýk.
Fýtrî : Tabiî, yaratýlýþtaki.
Fütûr : Býkkýnlýk, usanç.
G
Gayrý mahdut : Sýnýrsýz.
Ganiyyi Mutlak : Mutlak zengin, Allah (cc).
H
Hadisât: Olaylar.
Hadisâtý kevniyye : Yer yüzü hadiseleri.
Hakendiþ : Hakký arayan, Hakký düþünen.
Hakîm : Herþeye hükmeden ve hikmetli iþ yapan Allah.
Hakîmi Ezelî : Ezelî hakîm, Allah.
Haleti maznûnâne : Hüzünlüce bir hal.
Hâlî : Boþ, ýssýz.
Hâlýk : Yaratýcý olan Allah.
Harikai Hikmeti Rabbâniye : Rabbânî hikmet harikasý.
Harikai sanat : Ýnsanda hayret uyandýran sanatlar.
Hasâret: Manevî zarar.
Hasenât : Ýyi ameller.
Hasrý nazar : Sadece bir þeye bakýp dikkat etme.
Haþarâtý muzýrra : Zarar verici haþereler.
Haþr : Kýyamet.
Hâtem : Mühür.
Hâtime : Son, nihayet.
Hâvârýký Kudret : Kudret harikalarý. Allah’ýn kudreti nin harikalarý.
Havf : Korku.
Hayatý ebediye : Ahiret hayatý.
Hayatý dünyeviye : Dünya hayatý.
Hayretalûd : Hayret yörüngeli.
Hayýrhah : Ýyilik sever.
Hazinei ebediye : Sonsuz hazine, cennet ve Allah’ýn cemâli.
Hazinei rahmet : Rahmet hazineleri. Allah’ýn rahmet hazinesi.
Hebâen mensûr : Boþa gitmiþ, uçuþan toz zerrecikleri.
Hediyei rahmet : Rahmet hediyesi.
Helâketi ebediye : Ebedî yýkým.
Herc ü merc : Karmakarýþýk, darmadaðýnýk.
Hevâ : Arzu
Hevâyý nesîm : Hafif esen rüzgâr.
Hevesi nefsâniyye : Nefse ait arzu.
Heyeti içtimaiyye : Sosyal hayat.
Hiffet : Hafiflik.
Hikmeti tahsis : Ayrýlýþ hikmeti.
Hilâfý akl : Akla zýd.
Hodbin: Bencil, egoist.
Hodendiþ : Kendini düþünen.
Hodgam : Kendini beðenmiþ.
Hulfu’lva’d : Sözünden dönme.
Hüdâ bîn : Hakký ve hakikatý gören, Allah’u tanýyan.
Hüdâperest : Allah’a ibadet eden.
Hülâsa : Öz, kaynak.
Hüsnü zann : Güzel zan beslemek.
Hüsnü haslet : Güzel huy.
Hûþyâr: Akýllý, ayýk, uslu.
Ý
Ýbka : Ebedî kýlmak.
Ýcma : Ýslâm âlimlerinin dinle ilgili bir mevzuda birlik olmalarý.
Ýcraatý Cesimei Rabbaniye : Rabbe dayalý büyük icraatlar.
Ýftikar : Alçakgönüllülük.
Ýhbârat : Anlatmalar, haber vermeler, bildirmeler.
Ýhtiyar: Seçim.
Ýmtisal etmek : Uymak.
Ýmtiyaz : Diðerlerinden ayrýlmak, farklý olmak.
Ýnbisat : Geniþlik.
Ýndelhace : Ýhtiyaç anýnda.
Ýn’ikas etmek : Aksetmek.
Ýnkiþaf : Açýlma.
Ýntihap : Seçmek, seçilmek.
Ýntiþar etmek : Yayýlmak, daðýlmak.
Ýstiane etmek : Yardým dilemek.
Ýstihraç : Çýkarmak.
Ýstihsan : Güzel görme.
Ýþâ : Yatsý vakti.
Ýþret : Ýçki içme, içki kullanma.
Ýttiham : Suçlamak.
Ýz’ac : Usandýrmak.
Ýzzetâlud : Ýzzet yörüngeli.
K
Kadîri külli þey : Her þeye kadir olan Allah.
Kadîri Rahim : Tükenmez kudret sâhibi olan. Merhamet sâhibi Allah.
Kadîri Zülcelâl : Celal sâhibi kadir olan Allah.
Kalbetmek : Çevirmek.
Karye : Köy.
Katiu’ttarîk : Yol kesen, eþkiya.
Kavvad: Pezevenk.
Kayyumu Bâki : Bâki ve kâim olan Allah.
Kebâir : Büyük günahlar: Allah’ý inkar etmek, Allah’a þirk koþmak, katiyyen sâbit olan d
hükme inanmamak. Allah’ýn rahmetinden ümîdini kesmek, Allah’ýn cezâsýndan ve azâbýndan
olmak. Günah üzerinde ýsrar etmek. Namazý, orucu terketmek. Allah yolunda cihaddan kaçmak;
babaya âsi olmak, yalan yere þehâdet veya yemin etmek. Bir kimseyi haksýz yere öldürmek,
kadýnlara veya erkeklere fuhuþ isnad etmek. Faiz yemek, yetim malý yemek, zina yapmak
günahlardýr.
Kemali bî zeval : Zeval bulmayan kemal.
Kemali suhulet : Tam bir kolaylýk.
Kemerbestei ubudiyet : Ýbâdete ve kulluða hazýr ol mak.
Kerim : Cömert.
Kesret : Çokluk.
Kýyye : Aðýrlýk ölçü birimi (1282 gr).
Kitabý kebiri kainat : Büyük kâinat kitabý.
Kudreti Samedâniye : Kuvvet ve kudreti olan Allah.
Kudsiyet : Azizlik.
Kût : Azýk.
Kuvvei akliyye : Akýl kuvveti.
Kuvvei gadabiyye : Öfke, kýzgýnlýk duygusu.
Kuvvei mânevî : Manevî güç.
Kuvvei þeheviyye : Ýstek, yemekiçmek arzusu.
Kuvvei zâika: Tad alma duygusu.
Küfraný nimet : Nimetlere nankörlük etme. Allah’ýn bize verdiklerinin kýy
bilememe.
L
Lâakal : En azýndan
Latîf : Hoþ, yumuþak, güzel, nâzik.
Lisaný hâl : Hâl dili, insan yüzünün hareketlerinden ve duruþundan anlaþýlan þey.
M
Maðrib : Akþam vakti.
Maðrur: Gururlu
Mahalli ikamet : Kalýnacak yer.
Mahalli maksut : Varýlmak istenen yer.
Mahfî : Gizli.
Maîþet : Geçim.
Mâliki Ebedî : Daimî sahib, Allah.
Masârifat : Harcanan paralar, giderler.
Matbahai kudret : Kudret mutfaðý, Allahü Teâlâ’nýn açýkça kuvvet ve kudretiyle bahçe, bað
ve bostan gibi yerlerde (piþmiþ gibi hazýr) gýda maddelerinin yetiþtiði yer.
Mâtemhânei umûmî : Umûmî yas tutulan yer.
Matlub : Ýstenen, arzulanan.
Meczub : Aþký ilâhî ile kendinden geçmiþ.
Medâr : Sebep.
Meftûn : Tutkun, vurgun, hayran olmuþ.
Meleke: Tekrar tekrar yapýlan bir iþ ve tecrübeden sonra hâsýl olan bilgi ve maharet.
Memât : Ölüm.
Menbâ : Kaynak.
Merâtib : Mertebeler.
Merdâne : Mertçesine, cesurca.
Mesâlihi umûmî : Toplumun faydasýna sunulan iþler.
Meþâgil : Meþgûliyetler.
Meþ’um : Uðursuz.
Mevcûdat : Var olan þeyler, yaratýklar. Evren.
Mevtâlûd : Ölüm yörüngeli.
Meydaný imtihaný ins u cin : Ýnsan ve cinlerin imtihan meydaný.
Mezraa: Tarla, (dünya ahiretin ziraat tarlasýdýr, ibadet ekilir ahirette sevap biçilir).
Mir’î : Devlet hazînesine ait.
Misali musaððar : Küçültülmüþ misâl.
Muallâk : Asýlmýþ, asýlý.
Muallem : Tâlim görmüþ.
Muâmelât : Muâmeleler, iþler.
Muarrâ : Arýndýrýlmýþ, soyulmuþ.
Muarrif : Tarîf eden, tanýtan.
Mu’cize : Dîni te’yid maksadýyla ve Allah’ýn emriyle peygamberler tarafýndan yapý
halký hayrette býrakan harikulâde iþler, hareketler, haller.
Mu’cizei kudret : Allah’ýn ezelî gücünün mu’cizesi.
Mu’cizei San’atý Samedâniye : Sonsuz sanat mu’cizesi.
Mugaddî : Gýda veren.
Muhtelifu’lcins : Cinsleri çeþit çeþit olan.
Mukaddime : Önsöz.
Muntazýr : Bekleyen, gözleyen.
Murdâr: Kirli, pis. Ýslâmî þeriat hükümlerine göre kesilmemiþ hayvan ölüsü.
Mururu zaman : Zaman aþýmý.
Musaddak : Doðruluðu tasdik edilmiþ.
Musahhar : Boyun eðmiþ, emre hazýr.
Mûtii kanunu ilâhî : Ýlâhî kanuna boyun eðen.
Muzlim : Zulmet, karanlýk.
Mübâyaa : Satýn alma.
Mübelliði marziyat : Allah’ýn hoþnut ve razý olacaðý þeyleri teblið eden.
Mücehhez : Donanmýþ.
Mücmel : Kýsa ve az sözle anlatýlmýþ.
Müferrah olmak : Sýkýntýdan, üzüntüden kurtulmuþ olmak.
Müheyyâ : Hazýr.
Mülhid : Dinden çýkan, dinsiz, kâfir.
Mümtaz : Seçkin, farklý.
Münakkaþ : Nakýþlý, iþlemeli.
Münevverü’lakl : Aklý uyanýk.
Münevverü’lkalb : Kalbi Ýslâm nûruyla aydýnlanmýþ.
Mün’imi Hakîkî : Hakîkî nimet veren; yedirip içiren Allah.
Müskir : Sarhoþ edici.
Müþkilkûþâ : Problemleri çözen.
Müþtak : Ýþtiyaklý, arzulu.
Müteaffin : Kokan, kokuþmuþ, çürük.
Mütedeyyin : Dindar.
Müteellim : Acý duyan.
Mütefâvit : Çeþitli.
Mütefennin : Teknik bilgi sahibi, fen âlimi.
Müteveccih : Yönelmiþ, yönelen. Hakka dilbeste olan.
Müzeyyen : Süslenmiþ, süslü.
Müz’ic : Usandýran, rahtsýzlýk veren.
N
Nâm : Ad, isim, þöhret, ün, þan.
Nâzenin : Ýnce yapýlý, narin.
Nazýrý mâhir : Mâhirâne teftiþ eden.
Nazîf : Temiz.
Nefsi emmâre : Kötülük emreden nefis.
Nefsi serkeþ : Ýsyankar nefis.
Nefsi pürheves : Hevasýyla dopdolu nefis. Heva dolu nefis.
Nekais : Noksanlýklar.
Neþ’et etmek : Meydana gelmek, doðmak.
Neticei hilkati beþeriye : Ýnsanlýðýn yaratýlýþ neticesi.
Nevahî : Nehiyler, Allah’ýn yasakladýklarý.
Nevamisi ilâhiyye : Ýlahî kanunlar.
Nisyan : Unutkanlýk.
Nizamperver : Tertip sever, intizama düþkün.
Nükte : Ýnce mânâlý söz, anlaþýlmasý nezaket ve inceliðe dayanan nazik husus, he
anlayamadýðý ince mânâ.
Ö
Ömrü zâil : Kaybolup giden ömür.
Ömrü vasati : Ortalama ömür.
P
Pâyimâl : Mahvolmuþ, ayaklar altýnda kalmýþ.
Perestiþ : Tapmak.
Perva : Korku, çekingenlik.
Pürenvar : Nurlarla dopdolu, nurlu.
Pürsevda : Sevda dolu, sevdalý.
R
Rabbâni Mürþid : Kendisini olanca gücüyle maddeten ve manen Allah’a vermiþ mürþi
Ra’d : Yýldýrým.
Rahmý mâder : Anne rahmi.
Râiyetperver : Teb’asýna iyi bakan hükümdar.
Ravzai cinan : Cennet bahçeleri, cennetlere giden yol.
Revaký uhrevî : Ahirete müteveccih sofa.
Revnaktar : Parlak.
Rezzak : Bütün mahlukatýn rýzkýný veren Allah.
Rezzaký Hakikî : Hakikî rýzýk veren Allah.
Rubûbiyet : Allah’ýn her zaman, her yerde, her mahluka muhtaç olduðu þeyleri ve
terbiye ve tedbir etmesi.
S
Saâdeti ebediye : Sonsuz mutluluk, cennet ve cemalul lah mutluluðu.
Saâdeti dareyen : Dünya ve ahiret mutluluðu.
Sabâvet : Çocukluk.
Salâbet : Sertlik, katýlýk, peklik.
Samed : Kimseye ve hiçbir þeye muhtaç olmayan, yüce Allah.
Sandukçai uhrevî : Ahiret buutlu (derinlikli) sandýk.
Sani : Yaratan, yapan.
Sanii basîr : Her þeyi gören yaratýcý, Allah.
Sa’y etmek : Çalýþmak, gayret etmek, koþmak, yürümek.
Sayhai ihya : Diriltici ses.
Sekerât: Ölüm öncesi sýkýntý, sarhoþluk.
Sermayei ömür : Ömür sermayesi, hayat.
Semerei sa’y : Çalýþmanýn neticesinde alýnan verim.
Senâ etmek : Övmek.
Sermediyet : Dâimîmik, süreklilik, ebedîlik.
Seyyah : Yolcu.
Seyyiat : Kötü emeller, günahlar.
Seyyidi kerim : Yüce efendi, Allah.
Sýkleti mâneviye : Mânevî aðýrlýk, günah.
Sikke : Mühür.
Sinnen : Yaþça.
Suhre : Zoraki iþ gören.
Sûi fehm : Kötü anlayýþ.
Þ
Þakketmek : Parçalamak, yarmak.
Þâki : Haydut, yol kesen.
Þehrâyin : Donanma, þenlik.
Þekâveti ebediye : Ardý arkasý gelmeyen bir talihsizlik. Cehennem ve azaba düçâr olmak.
Þekva : Þikayet.
Þiddeti harâret : Sýcaðýn þiddeti.
Þikemperver : Midesini düþünen.
Þimendifer : Tren.
Þirkâlud : Þirk yörüngeli.
Þuâ : Parýltý, ýþýk tayfý.
Þuûnâtý ilahiye : Ýlahî vak’alar, iþler.
T
Tabiiyyun : Tabiattan baþka hiçbir realite ve deðer kabul etmeyenler, tabiatý Allah say
natüralistler.
Ta’cil etmek : Acele etmek, öne almak.
Tahassun : Siper edinmek.
Tahdit : Sýnýrlama, kýsýtlama.
Tahtý emr : Emir ve komuta altý.
Takarrub : Yaklaþmak.
Talimgâhý beþer : Ýnsanlýðýn talim yeri.
Tariki berzahiye : Kabir yolu.
Târumar : Darmadaðýn.
Tasarrufatý azimei yevmiyye : Günlük büyük tasarruflar.
Tayinat : Erzak.
Tazib etmek : Azablandýrmak.
Tebâiyet : Tâbi olmak, uymak.
Tebarüz etmek : Ortaya çýkmak, belli olmak.
Tebeddül : Deðiþmek.
Teberri etmek: Yüz çevirmek, sevmemek.
Tecahül etmek : Bilmemezlikten gelmek.
Teceddüd : Yenilenme, tazelenme.
Tecelliyâtý rahmet : Rahmet tecellileri.
Tedehhüþ : Dehþete kapýlmak, korkmak.
Teðayyur : Deðiþmek.
Tahýyyâtý mübareke : Mübarek selam ve dualar.
Tehlil : La ilahe illallah demek.
Tekalif : Yükler, külfetler.
Temessük : Baðlanmak, yapýþmak, sarýlmak.
Temsilât : Misaller, temsiller.
Terhisâtý Umûmiye : Umûmî izin.
Teshilât : Kolaylýklar.
Teþrîki mesâi : Ortaklaþa iþ yapma.
Tevatür : Yalan söylemesine ihtimal verilmeyen bir topluluðun yine bu vasýfta ola
topluluða bir haberi nakletmesi.
Tevehhüm etmek : Kuruntuya düþmek.
Tevekkül : Ýþi Allah’a býrakýp kadere rýza göstermek.
Tevellüdât : Doðumlar.
Tevsi’ : Geniþletme.
Tevziat memuru : Daðýtým memuru.
Týlsým: Gizli ve sihirli güç.
Týlsýmý muðlak : Açýlmasý müþkil olan týlsým, kapalý ve gizli haber.
Timsali münevver : Nurlu görüntü.
Turra : Mühür.
Tûbai cennet : Cennette Sidre’de bulunan ve dallarý bütün cenneti kaplayan ilahî aðaç.
U
Ubûdiyet : Kulluk.
Ufûle meyletmek : Batmaya meyletmek.
Uhuvvet : Kardeþlik.
Ü
Ünsiyet: Alýþkanlýk, ahbablýk, arkadaþlýk.
V
Varidat : Ýbadet ve taat gibi þeylerden elde edilen manevî gelirler.
Vasýtai rýzký helal : Helal rýzký kazanma yolu.
Vâveyla : Ah u vah.
Vazifeperest : Vazifesine baðlý.
Vefiyat : Ölümler.
Vehim : Kuruntu, yersiz korku.
Virdi zeban : Diline dolama, belli zamanlarda okunmasý adet olan Kur’ân cüzleri ve d
sürekli olarak okumak. Dili dua ile ýslak tutmak.
Vukuf : Vâkýf olma, bir þeyi anlama.
Y
Yakinen : Hiç þüphe edilecek bir tarafý bulunmaksýzýn.
Yaveri Ekrem : En yüce yaver (peygamber).
Yekünü azim: Büyük yekün.
Yümünsüz : Bereketsiz.
Z
Zâdý ahiret : Âhiret azýðý.
Zahîre : Gerektiðinde harcanmak üzere ambarda saklanan hubûbat, yiyecek.
Zelîl : Hor, hakîr, aþaðýlanan.
Zelzelei sekerât : Sarhoþluk sarsýntýsý.
Zeval : Yok olma.
Zîhayat: Hayat sahibi.
Zikirhanei Rahman : Allah’ýn zikirhanesi.
Zîþuur : Þuur sahibi.
Zuhr : Öðle vakti.
Zühal : Satürn gezegeni, kâinat.
Zülûmât : Karanlýklar.