You are on page 1of 11

(Türk Dil Kurumu VI.

Uluslararası Türk Dili Kurultayı, 20-25 Ekim 2008, Ankara)

Dede Korkut Hikâyelerini Poema Formunda Yeniden Yazma Uğraşısı

Mitat DURMUŞ*

Dede Korkut hikâyelerinin manzum hale getirilişi Güney Azerbaycan sahasında


Sehend Karaçorlu ile1 Anadolu sahasında Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu ile2 ve Kuzey
Azerbaycan sahasında Nebi Hazri ile3 devam eder. Her üç şair tarafından da hikâye
kahramanlarının hâle taşınması ve onların dünyaya bakış açılarından olayların
değerlendirilmesi son derece başarılı verilir.
Nebi Hazri’nin, “Dağlar Dağımdır Menim” (1962), “Güneşin Bacısı” (1963-1964),
“İki Hezer” (1965-1967), “Sumgayıt Sehifeleri” (1960-1963), “Ürek” (1954-1955), “Kiçik
Tepe” (1957-1961), “Hetireler” (1947), “Ana” (1967-1969), “Efsaneli Yuhular” (1970-1973)
isimli dokuz poemasını içine alan ve Gençlik Neşriyatınca 1974’te yayımlanan Seçilmiş
Eserleri4 isimli çalışmasında yer alan Efsaneli Yuhular poeması, Dede Korkut Hikâyelerinin
poema formunda (biçiminde) işlenmesi ile oluşur. Bu poema aynı zamanda şair Nebi
Hazri’nin ifadesi ile; “Gehremanlığın Dastanı”dır. Dede Korkut Hikâyelerinden biri olan
"Salur Kazan'ın Evinin Yağmalanması"nı konu alan poema, maziyi hal ile birleştirmesi
bakımından dikkat çekicidir. Burla Hatun, Nebi Hazri’nin annesi Perihanım’ın öz bacısı
olarak sunulur. Poema, 1970-1973 yılları arasında yazılmıştır. Eserin 200. sayfası ile 242.
sayfaları arasında yer alır. Nebi Hazri’nin Dede Korkut Hikâyelerini poema formu içinde
işlemesi bununla da sınırlı kalmaz. 1985 yılında Gençlik Neşriyatı tarafından yayımlanan
Nesiller-Esrler isimli eserinde “Dramatik Poema” olarak adlandırdığı “Torpağa Sancılan
Gılınç” isimli poeması da “Dede Korkut Hikâyeleri”nden “Salur Kazan’ın Evinin
Yağmalanması”nı anlatır. “Efsaneli Yuhular” isimli poemanın daha fazla dramatize edilerek
sunulmasından oluşan bu poema, eserin, 113. sayfası ile 204. sayfaları arasında yer alır. Dede
Korkut Hikâyelerindeki anlatımın dil ve üslup bakımından sunulmaya çalışıldığı dikkati
çekicidir. 208 sayfa tutarındaki eserin ilk 112 sayfası şiirler bölümüne (61 şiir metni ile) diğer
sayfalar ise, tahlile imkân tanımak düşüncesi ile poemaya ayrılmıştır. Bunun dışında 1996
*
Yrd. Doç. Dr., Kafkas Üniversitesi Fen-Edb. Fak. TDE Böl. mithat.durmus@gmail.com
1
Bulud Karaçorlu Sehend, Sazımın Sözü, (Haz. : Dursun Yıldırım), KBY., Ank. 1980
2
N.Yıldırım Gençosmanoğlu, Dedem Korkut'tan Boğaç Han Destanı, Ötüken Yay., İst., 1977 (Ayrıntılı bilgi
için bkz. Mitat Durmuş; Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlunun Hayatı, Eserleri ve Şiirlerinin Tematik
İncelenmesi, (Yayınlanmamış Lisans Tezi), Elazığ, 1994
3
Nebi Hazri, "Efsaneli Yuxular", (Seçilmiş Eserleri II Cildde.), C. II., Gençlik, Bakû 1974;
4
Nebi Hazri, Seçilmiş Eserleri II Cildde., C. II., Gençlik, Bakû 1974, 248 s.
yılında Azerbaycan Devlet Neşriyatı tarafından yayımlanan Esrin Ganlı Lalesi isimli
eserindeki Burla Hatun (Dramatik Poema) da Dede Korkut Hikâyelerinin poema formu
içinde yeniden işlemesi üzerine kurulur. Toprağa Sancılan Gılıç ve Burla Hatun poemaları
manzum birer piyes özelliği gösterir. Bu iki poemada Dede Korkut Hikâyelerinde yer
almayan kahramanların da ismine rastlarız. Burla Hatun, Salur Kazan ve bunlar üzerine
kurulan hikâyeler bir bakıma yaşanılan zamana getirilmiştir. Yoğun bir şekilde sembol dil
kullanılarak, yaşanılan zamanın sorunları Dede Korkut Hikâyeleri aracılığı ile işlenmiştir.
Nebi Hazri’nin şiirlerinde millîlik kendini en fazla bu poemalarda gösterir. M. Fuat
Köprülü’nün Dede Korkut Hikâyeleri için söylediği; “Bütün Türk edebiyatını terazinin bir
gözüne, Dede Korkut’u öbür gözüne koysanız, yine Dede Korkut ağır basar.”5 ifadesinden
kalkarak Nebi Hazri’nin eserlerini değerlendirdiğimizde bu üç poemanın Nebi Hazri’nin tüm
eserlerinden ağır geldiğini görürüz.
Azerbaycan sahsı Türk edebiyatında önemli bir tür olan poemanın ne olduğuna dair
açıklayıcı kısa bilgi verdikte sonra Nebi Hazri’nin Dede Korkut Hikâyelerini poema formunda
nasıl işlediğini ve hangi temalara değindiğine geçebiliriz.
Azerbaycan sahası Türk edebiyatında 1950'li yıllara gelindiğinde özellikle şiir
vadisinde önemli değişiklikler olur. Bu dönem genç şairlerinin kendilerine örnek aldığı
Samed Vurgun, Resul Rıza, Süleyman Rüstem, Memet Rahim, Mikail Müşfik, Mehdi
Seyyidzade'nin yanı sıra Rus şairlerinden A. Tvordaviski, M. Dudu, A. Prokof Lev, M.
Lukanin'in işledikleri poema türü, genç şairler için açılan yeni bir kapı olur.
Samed Vurgun'un "Zencinin Arzuları", "Zamanın Bayrağdarı", "Mugan", özellikle
"Aygün" poeması, Resul Rıza'nın "Lenin"", Süleyman Rüstem'in "Gafur'un Gelbi", Memmed
Rahim'in "Leningrad Göylerine" gibi poemaları edebiyatla ilgilenen gençler için yeni bir
türün de yolunu açmış olur. Ancak yeni bir tür olarak algılanan poemanın edebî tenkit
bakımından cevaplandırılamayan yönleri vardır. 1950'li yıllardan günümüze kadar poema türü
etrafında ciddî edebî-bediî tartışmalar yürütülmekte olup, bunlardan bazıları türün sınırlarının
çok geniş olmasından diğerleri ise, bu genişliğin edebî bir imkân olarak
değerlendirilemeyişinden şikâyetçidirler.
1950 yılında poema türünün "nazarî problemlerinin hazırlanmasının ehemmiyeti"
üzerinde durulur ve bu türün özelliklerinin araştırılıp açıklanması istenir. N. Gribecev'in : "V
Meiskih Nomerah Zametki O Stihah (Mayıs Ayındaki Şiirler Hakkında Makale)6 isimli yazısı

5
Muharrem Ergin, Dede Korkut Kitabı, Boğaziçi Yayınları, İstanbul 1988, s.5
6
N. Grebecev, "V Meiskih Nomerah Zametki O Stihah", Litereturnaya Gazete, 29 May. 1952 (Not: Rusça
metinlerin çevirilerinde Kafkas Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünde 1996
yılında görev yapan Prof. Dr. Alisa Şükürlü’nün bilgisine başvurulmuştur.)
türün bir problem olarak gündeme gelmesini sağlar. Poema, gerçekliği diyalektik şekilde
bütün karşıtlık ve karışıklığı ile -zamanın önemli toplumsal - siyasî sorunlarını, bireyin iç
dünyası ile birlikte işlemiş, tekdüze konulardan uzaklaşmış, temaya felsefî ve estetik
özellikler kazandırmıştır. Resul Rıza'nın; "Gızıl Gül Olmayaydı", "Bir Gün de İnsan
Ömrüdür", "Halq Hekimi"; Memed Rahim'in ; "Hezer Sularında", "Ögey Ana", "Natevan";
Bahtiyar Vahabzâde'nin "Sade Adamlar", "Istırabın Sonu", "Şeb-i Hicran"; Ali Kerim'in ; "İlk
Sinfoniya" poemaları, 1950-1960 arasında yazılmış tür için güzel örneklerdir. Fakat türün
henüz ne olduğu, belirgin bir şeklinin bulunup bulunmadığı tartışma konusudur.
1965 yılında A. Adalis, "Çto Est Poema?" (Poema Nedir?) isimli makalesinde türü
çeşitli yönlerden sorgulamaya başlar. Makale içinde sürekli tekrarlanan "Çto Est Poema?"
(Poema Nedir?), "Çto ye vsetaki znasit poema" (Poemadan ne anlamalıyız) gibi sorular,
makalenin sonunda şöyle cevaplandırılır: "Zakanov poemı, nikoqda ne bılai ne budet. Poe ma
nujnı ne kanonı, a krily" [Poema türünün belirgin kanunları yoktur. (Hiç kimse tenkitçiler,
nazariyatçılar ve hatta poema sanatkârları da bunun ne olduğunu açıklamamışlardır). Oysa
her türün kendine özgü kanunları olmalıdır.7 Adalis'in bu görüşüne G. Mirzayev8 ve İ.
Selvinski9 de katılır. L.İ.Timofevv ve S.V.Turaev’in 1974’te birlikte hazırladıkları kitapta bu
konuya genişçe yer verilmiş olmasına rağmen, poemayı tanımlayıcı bir sonuca varılamamıştır.
Timofeev ve Turaev poemayı şu şekilde tanımlarlar: “Poema, lirik ve epik türün bir formu
olarak şiir tarzında yazılmış eserlerdir. Şiir tarzında roman ya da öykü”10 “Poema”ya
Türkiye'de ise, manzum hikâye, büyük manzume11 gibi isimler verilmiş, tür hakkında
herhangi bir özel araştırma yapılmamıştır.12
Rusya’daki ve Türk Cumhuriyetlerindeki şiir kitaplarında şairlerin poema türünde
yazdığı şiirler, kitaplaştırılırken “Şiirler ve Poemalar” başlığı altında verilir. Örneğin
Bahtiyar Vahapzade’nin Vatandaş, Nebi Hazri’nin Dereler, Halil Rıza Ulutürk’ün Hara
Gedir Bu Dünya ve Ahmed Cevad’ın Sen Ağlama Men Ağlaram gibi sayısı çoğaltılabilecek
şiir kitaplarının kapak sayfasında şu ifade yer alır: “Şiirler-Poemalar”. Şiir kitabının
üstündeki bu tanıtımdan da anlaşılacağı üzere poema, şiirden farklı bir tür olarak
değerlendiriliyor. Şurası da dikkat çekicidir ki, poemalar genellikle şiir kitapları ile birlikte ya

7
A. Adalis, "Çto Est Poema", Literaturnay Gazeta, 29 May 1965
8
G. Mirzayev, Q. "Ne Kanoni, A Krily" , Literaturnay Gazeta, 22 İyul 1965
9
İ. Selvinski, "Vezrojdeie Poemi" Literaturnay Gazeta, 22 İyul 1965
10
L.İ. Timofeev, – S.V. Turaev, Slovar Literaturovedçeskiy Terminov, Moskva “Prosveşçeniye”, 1974, s.286-
287
11
Yavuz Akpınar, Azerî Edebiyatı Araştırmaları, Dergâh Yayınları, İst. 1994, s. 81
12
Türkiye’de konuya ilişkin ilk inceleme tarafımızca yazılmıştır. bkz. Mitat Durmuş, “Bolşevik İhtilâlinden
Sonraki Azerbaycan Sahası Türk Edebiyatında Şiir ve Poema Türü”, Türkoloji, C.XV, S.1, Ankara 2002, s.261-
267
da ayrı olarak yayımlanıyor. Bu da bize poemanın, şiirden farklı, fakat şiirden ayrı bir tür
olarak algılandığını düşündürtüyor. Poema, şiirle iç içedir. O hem şiir, hem de anlatı esasına
dayalı bir metindir. Roman ve öyküye ait kimi unsurlar poema içinde de yer alır. Zaman,
mekân, olay örgüsü, kişiler kadrosu, çatışma unsuru, tematik güç – karşıt güç...gibi unsurlar
poemada yer alabilir. Ona şiirsel özelliği katan dil tasarrufudur. Fuzulî’nin Leylâ vü Mecnûn
mesnevisi ne kadar roman ve ne kadar şiir ise, poema da o kadar roman ve o kadar şiirdir. Bu
ifademizden poema = mesnevi anlaşılmamalıdır. Çünkü mesneviye ait türü belirleyen ölçüler
poemada yoktur. İşte bu tür ayrıcalıklarından dolayıdır ki, o romandan, öyküden ve şiirden
farklı bir tür olarak değerlendirilmektedir.
Poema, klasik şiirimizin bir türü olan mesnevinin, modern sanat anlayışında yeniden
yorumlanması, buna sosyal-siyasî sorunların bireyin iç dünyasına etkisini de katarak, belirgin
bir yapı içine girmeden, tahlil / anlatım/ öyküleme esasına bağlı kalarak oluşmuş şiirsel
anlatımdır, diyebiliriz. Poema bir bakıma bütün edebî türlerin biçimsel kuruluşunu şiir
formuna dönüştürerek şekil bulmuş gibidir.
Bu açıklayıcı bilgilerden sonra üzerinde inceleme yapacağımız metinlere geçiş
yapabiliriz.
“Efsaneli Yuhular” başlığı altında yazılan poema uyku hâlinin söylemlerini
hatırlatır. Sovyet döneminde okunması yasaklanan kitaplardan biri olan Dede Korkut
Hikâyelerini Nebi Hazri'nin şiir metinleri halinde modern sanat âlemine sunması dikkat çekici
olduğu kadar, takdire de layıktır. Poemaya verilen “Efsaneli Yuhular” ismi uzaklaşılmış bir
dünyanın ufuklarını yeniden aralar. “Efsane” ve “Yuhu” kelimeleri gizli bir anlatım içerisinde
iştiyak duyulan hayatın beklentilerini yansıtır.
Efsane, rivayet olunmuş, olma ihtimali en az hayatı anlatan, olağanüstü özellikleri
bünyesinde toplayan tür olması bakımından uyku kelimesi ile bütünlük arz eder. Uyku hâli,
insanın gerçek âlemle bağlantısının bir nebze de olsa kesildiği bir zaman bölgüsüdür. Günlük
hayatının yaklaşık üçte birini uyku bölgüsü ile geçiren insan, en büyük uyku olan ölüm kadar
karmaşık, fakat rüya denilen başka bir iklime meftundur. Efsaneler, milletlerin rüyasını
süslemiş hadiselerin dil ile anlatımıdır.
Rüya fenomeni ile ilgili estetik düşünceler çok geniş bir araştırma içinde belirli
ölçülere bağlanabilir. Fakat biz onu Sadık Tural’ın ifadeleri ile vermekten yanayız:
“İrademizi ortadan kaldıran zaman ve mekân kategorilerini kendine göre bir düzen içerisinde
karşımıza getiren rüya, beş duyumuzun ve muhakememizin tanımadığı bir yaşama anıdır.”13
Bu yaşama anı sanatkâr tarafından tahayyül edilen hayatın özüdür. Psikolojik araştırmalarda
13
Sadık Tural, Zamânın Elinden Tutmak, Ecdâd Yay., Ank. 1991, s.172.
rüya, insanın şuur altına yer eden olayların, uyku anında, şuur üstüne çıkması olarak
değerlendirilir. Şuur altına yerleşmiş olaylar, özlemi duyulduğu an ortaya, şuur üstüne
çıkarlar. Efsaneler ve destanlar da millet belleğinde yer etmiş olayların, alt şuurudur. Özlem
duyulduğu an bunlar üst şuur halinde belirir. Bu, bireyde aidiyet bilincinin silsileler halinde
saklanmasıdır. Dede Korkut Hikâyeleri, milletimizin bir dönem içinde gördüğü rüyanın
adıdır. Rüyalar anını doyunca yaşamış bir millet olarak, destan geleneğimizi asırlardır devam
ettirmişiz.
Şurası da unutulmayacak bir gerçektir ki, rüya görmeyen insanlarda psikolojik
bakımdan rahatsızlık doğmuş demektir. Evet, Sovyet Rusya'nın sansürel hâkimiyeti altında
yaşamış Azerbaycan halkı, rüya dünyasından mahrum bir haldedir. Arif Nihat Asya'nın
cümleleriyle “rüyalar dahi sansüre tabidir.”14 Nebi Hazri’nin Dede Korkut Hikâyelerine ilişkin
yazdığı ilk poemaya “Efsaneli Yuhular” demesinin arkasında böylesine gizli bir gönderim
vardır.
Dede Korkut Hikâyelerini manzum halde sunan şair Nebi Hazri, Dede Korkut’a
yeniden can vermeye, asırlar ötesinin kahramanı ile hâldeki kahramanı birleştirip şairlik
vasfının sorumluluk bilincini okurlarına ulaştırmaya çalışır. Zira şairin vazifesi, geleceğin
namusunu omuzlarına alıp, milletinin rüya görmesine vesile olmaktır. Nebi Hazri, yeniden
görülmeye başlayan bu “efsaneli uykuları” haldeki kahramanla birleştirir ve poemanın
yazılma sürecini klasik şiirimizde gördüğümüz "sebeb-i nazmı" belirterek başlar ve şöyle
anlatır: "Ana" poeması üzerinde işleyirdim. Mende bele bir fikir doğdu: Bu gün 20-çi esrin
goynunda gururla yaşayıb ömrünü başa vermiş anamın me'nevi bacıları kimler olmuşdur?
Heyalım uzag esrlere getdi... Hatıırma Burla Hatun geldı; Nüşabe göz önümden keçti.
Mehzetini düşündüm. Hecer'in gehremanlığını hatırladım. Mene ele geldi ki, anam öz
bacılarının saf analıg duyğularını, gadın müdrikliyini, gadın şairaneliyini ve gadın merdliğini
özünde cemleşdirmiş ve menim esrime geder getirib çattırmışdır. Onun üçün de men "Anamın
bacıları" adı altında silsile poemalar yazmag fikrine düştüm. Azerbaycan medeniyyetinin
gedim ve edebi abidesi "Kitabı Dede Gorgut"a müraciet etdim. Burla Hatun gözönümde
canlandı. Onun tekçe oğlu Uruz'un yolunda keçirdiyi ağlasığmaz keder ve ızdırabların ağrısı
ele bir eks-seda kimi menim üreğimde seslendi... ve "Efsaneli Yuhular" poeması yazıldı.15
Annesi ile Dede Korkut Hikâyesinin asil kahramanı ve ideal Türk kadın tipi
konumundaki Burla Hatun'u bacı telakki etmesi, şairin ruh dünyasının altındaki gizli
fenomenleri açığa çıkarır.

14
Beşir Ayvazoğlu, Türkün Kültür Coğrafyasında Bir Gezinti, Ötüken Yay., İst. 1991, s.149.
15
Nebi Hazri, Seçilmiş Eserleri 2 Cildde, 2.C., Gençlik, B. 1974, s.200
Dede Korkut Hikâyelerinde Salur Kazan'ın obası Gürcü Kralı Şöklü Melik
tarafından yağma edilir ve Salur Kazan’ın hanımı, Burla Hatun, oğlu Uruz'la birlikte kaçırılır.
Burla Hatun'un yanında kırk ince belli kız da vardır. Bu sebepten Şöklü Melik, Salur Kazan'ın
hanımının hangisi olduğunu bilemez. Amacı öğrenip onu kendisine cariye etmektir.
Kadınların içinden hangisinin Burla Hatun olduğunu öğrenmek için Uruz'un etinden yemek
yaptırıp kadınlara yedirmek ister. Eti yemeyenin Uruz'un annesi olduğuna karar vereceklerdir.
Burla Hatun oğlunun etini yeme pahasına da olsa kendisini saklamaya çalışır. Çünkü
o, erinin yüksek burçlarda dalgalanan bayrağıdır. Bayrağa leke düşmemesi için oğlunun etini
yemeyi göze almıştır. Durumu, oğlu Uruz'a anlatmak için gelen Burla Hatun, Nebi Hazri
tarafında şöyle sunulur:
"-Bala sensen?
-Ana sensen?
Eli titrek,
Sesi titrek
Göy üzünden
Gemli bahan
Parlag ayın
Parçasıtek,
Ana birden
Düşür övlad ayağına.
Uruz beyse eyilerek
Basır onun gucağına:
-Dur, ay ana!
Galh, ay ana!
Sen ki, mene uca dağsan,
Diz çökermi dağ, ay ana!"
(Seçilmiş Eserleri 2 Cildde, 2.C., s.207)
Oğluna durumu anlatan Burla Hatun, Uruz Bey'den şu cevabı alır. Verilen bu cevap
aynı zamanda şairin, kadın mevzusuna gösterdiği hassasiyetin ve kadını yüce kılan değerlerin
de cevabı olur:
"Ata gartal-
Ana gartal ganadıdır.
Temiz adla
Temiz vicdan
Analığın ilk adıdır."
(Seçilmiş Eserleri 2 Ciltde, 2.C., s.224)
Uruz Bey'in verdiği bu cevap, annesinin ona ninnilerle sunduğu bir kişiliğin
yansıması olarak karşımıza çıkar. Nebi Hazri de kadını önce anne sonra terbiyeci olarak
değerlendirir. Prof. Dr. Tofig Haciyev bu hususta şunları kaydetmektedir: ""Ana" Nebi
Hazri'nin ve umumen edebiyatımızın yen yaradıcılıg müveffagiyyetlerinden sayıla biler.
Poemada ana obrazını şair çoh hassaslığa, zariflikle işlemiştir. Şairin anası ince, zarif insan
övlatlarını aile ve cemiyyet üçün zövgle yetiştirmiş bir terbiyeci kimi ohucunun yaddaşına
hekk olunur (işlenir).16
“Efsaneli Yuhular” poemasının yapısı, altı uyku hâlinin iki bölümde
düzenlenmesiyle oluşur. Birinci ve ikinci bölümde -şair buna hissede diyor- üç ayrı uyku hâli
tematik bir adlandırma ile verilir. Bu adlandırma şairin sembol bir dil kullanımı içinde temayı
vermek istediğinin de ilk işareti gibidir. Şair sembolik kullanımdan, tematik anlamlandırmaya
geçiş yaparken, geçmiş, hâl ve gelecek kurgulamasını da gerçekleştirmenin endişesini yaşar.
Efsaneli Yuhular poeması yapı bakımından şöyle bir şekil ortaya koyar:
Efsaneli Yuhular:
A- Birinci Hisse
I- Birinci Yuhu (Yuhuda bir talan gördüm]
II- İkinci Yuhu (Yuhuda bir ana gördüm)
III- Üçüncü Yuhu (Yuhuda bir çoban gördüm)
B - İkinci Hisse
I- Dördüncü Yuhu (Yuhuda bir oğul gördüm)
II- Beşinci Yuhu (Yuhurda bir Yuhu gördüm)
III- Altıncı Yuhu (Yuhuda bir seher gördüm)
Uykunun talanla başlaması, seherle bitmesi son derece dikkat çekicidir. Çünkü şair
için yeni bir seher (sabah) doğmaktadır. Milli romantik duyuş ve milli kaynaklara yönelme bu
seherin adıdır.
“Efsaneli Yuhular” adlı poemada destanî kahraman tipinin modern çağda yeniden
yorumlandığını görürüz. Poemadaki tematik gücü temsil eden tipler Alp tipinin bir
yansımasıdır. Kocasının şeref ve sadakati uğruna oğlunun etini yemeyi göz alan bir kadın,
annesinin düşman karşısında oynamasına vicdanının tahammül edemediği ve bu sebepten
kendi etinin kesilip kebap yapılmasına razı olan oğul, hanımı ve evladı uğruna düşman
güçlerinin hepsine birden meydan okuyan ve vuruşan baba, namus, şeref, sadakat, gibi
16
Tofig Haciyev, "Ressam Şair", Kommunist Gezeti, 10 İyul 1973
sembolik değerlere sahip kahramanlardır. Karşıt gücü temsil eden Gürcü Kralı Şökli Melik,
yukarda bahsi geçen kavramların ve olguların model tip oluşturma değerinden uzak bir insan
tipini temsil eder.
Poemada, Salur Kazan'ın evinin yağma edilmesi anlatılır. Fakat sembolik değerler
altında bir şeye karşı duyulan nefret hissettirilir:
“-Merd yanında
Çoban olmaq
Namerd ile
Han olmagdan daha hoşdur.”
(Seçilmeş Eserler 2 Ciltde, 2.C., s.218)
Kahramanlara verilen “Gara Çoban”, “Demirgüç”, “Poladgüç”... gibi isimler, onların
fiziki tasvirini ortaya koyar. Nebi Hazri bununla da yetinmez kahramanını efsanevi boyutu ile
verir:
“Kimdir tanımayan
Onu cahanda
Ellere yayılıb merdlik sedası
Her defe atanda
Goyur sapanda
On iki batmanlıg gaya parçası.
Eyilib önünde
Düşmen başları
Tekdir igidlikde, tekdir hünerde.
Onun sapandından çıhan daşların
Üç il ot bitmeyir
Düştüyü yerde.”
(Seçilmiş Eserler 2 Ciltde, 2.C., s.214)
Dede Korkut Hikâyelerine karşı büyük bir ilgi besleyen Nebi Hazri, Türk
Dünyasının mihver şahsiyeti olarak Dede Korkut'u görür.17 Doğu Anadolu ve Azerbaycan
sahasının ortak birleştirici gücü, Uluğ Kişi Dede Korkut'tur diyen şair Nebi Hazri, bu eserinde
dönemin baskısından tamamen uzak bir ruh hali içindedir ve poemada, Türk düşüncesinin
dünyayı ve insanlığı algılayış biçimlerini verme, bir bakıma gelecek neslin yol haritasını
hazırlama düşüncesi içindedir. Şuur altındaki milli aidiyet bilinci uyku halinden reel dünyaya
doğru geçiş yapar.
17
24.10.1995 tarihinde Bakû’de yaptığımız söyleşide ifade etmişlerdir.
Bahsi geçen bu üç poemanın dışında Nebi Hazri’nin 1991 yılında yazdığı "Salatın"
poemasındaki gazeteci genç kadın kahraman Sevil Salatın Eskerova’nın davranışları da Burla
Hatun’un davranışları ile özdeşleştirilerek verilir. Bu yolla şair, Burla Hatun’u fiziki bir varlık
olmaktan çıkarıp, kültürel bir varlık haline getirmek ister.
"Salatın" poeması, Azerbaycan tarihine ve edebiyatına "Kanlı Yanvar" olarak geçen
20 Ocak 1990 tarihindeki Ermeni'lerin Karabağ katliamında şehit edilen Sevil Salatın
Eskerova'nın şehit edilmesi anlatılır. Tarihi bir gerçeğin poema formu içinde işlendiği ve
buradan kalkarak tarihsel olanın ardına düşüldüğünü görürüz. Karabağ olaylarını
değerlendirmek ve haber programı hazırlamak düşüncesi ile Karabağ'a giden Salatın, bir
gazetecidir. Altı yaşında ve Ceyhun isminde bir oğlu olan Sevil Salatın aynı zamanda bir
annedir. Onun anne olması anlatılan vakanın daha da trajik bir boyut kazanmasına vesile olur.
Masallardan, efsanelerden süzülerek gelen ve bir huma kuşu olarak değerlendirilen Salatın,
poemanın başında fiziki tasviri yapılarak verilir:
"Allah sahla onu
sen bednezerden!
Sanki meğrur-meğrur
bir humay guşu
Geldi nağıllardan,
efsanelerden.
Hansı ilahesen
sen bele söyle?
Gözel görmemişem
Bu gözel kimi."
(Salatın, s.6)
Poemaya, Sevil Salatın'ın, babasından izin alması ve oğlu Ceyhun'u ona emanet
etmesi ile devam edilir. Bu bölümde baba-kız, anne-çocuk ve kadın-vatan unsurları bir biri ile
birleştirilerek sunulur. Vatan toprağının savunulması fikri ile çocuğunu bırakıp giden bir
kadın, kızının bu davranışından son derece etkilenen ve gurur duyan bir baba ve ilerde
anneden de yetim kalacak bir çocuk, tek bir ideal etrafında birleştirilir. Vatan toprağının
kutsiyeti ve vatan sevgisi!.. Baba maziyi, kız hali, çocuk ise geleceği temsilen vardır.
Babasının da Karabağ katliamında kaybeden altı yaşındaki Ceyhun, annesinin de şehit
edilmesiyle bir yandan Ermenilere karşı kinini artırmakta, diğer yandan hayatın zorluklarına
göğüs germektedir.
Çocuğunun zorluklar içinde kalacağını bilmesine rağmen Sevil Salatın Eskerova
vatanın birliğini ve namusunu korumak için cepheye gider.
Nebi Hazri'nin ifadesi ile "kara katil" Ermeni'nin kurşunları ile sevdalısı olduğu
toprağın bağrında kendine mekân bulan "huma kuşu" Salatın'ın şehit edilmesi şu dizelerle
anlatılır:
"Gara zülmet dünyasını
yara-yara huma guşu?
Gara gatil güllesiyle
Garabağda
Düşdü gara torpağlara
huma guşu."
(Salatın, s.14)
Huma kuşunun toprağa düşmesi ve öksüz kalan Ceyhun'un yaralarını Nebi Hazri
"Böyük bir milletin,/Derdi de böyük olar..."18 diyerek sarmaya çalışır. Azerbaycan'ın Bakû
şehrindeki şehitler mezarlığı olan "Şehidler Hiyabanı"na defnedilen Sevil Salatın Eskerova'yı
annesi karşılar ve anne, toprakla konuşturulur. Bu konuşmada vatan sevgisi ve annenin çocuk
sevgisi birlikte verilir:
"Ana:
Seller, sular ahır, torpag,
Ne ağırsan, ağır torpag.
Gızım donar soyuğundan ki,
Üstüne gar yağır torpag!
Torpag
Men torpağam, sor neyim var,
Merd keslerden dileyim var,
Ağlama, anam, ağlama,
Menim isti üreyim var."
(Salatın, s.19)
"Kanlı Yanvar" olayları hikâyeci İngilab Velizade'nin 19 şair Bahtiyar Vahabzade'nin20
ve Mehmed Arslan'ın kaleminde yeniden gündeme gelir. Bu şair ve yazarlarca da şiddetle
lanetlenir. Memmed Aslan'ın "karanfil"21 diye adlandırdığı genç irisi şehitler Bahtiyar
Vahabzade'de mezarlıkları süsleyen gül olur:
"Biz nereden bileydik doksanıncı yıl,
Şadlığ yarışıgı gızıl gerenfil
Şehid gebrini kucaklayacak,
Canlı da, cansız da ağlıyor bugün,
Matem içindedir ülke büsbütün.
Kızıl karanfille kara bayraklar,
Halkın kederine çifte kan ağlar."
(Şehitler, s.36)

18
Nebi Hazri, Salatın, Gençlik , Bakı 1991, s.17
19
İngilab Velizade, Kanlı Yanvar, Azerb.Dövlet nşr., Poligrafiya Birliyi, Bakı 1992
20
Bahtiyar Vahabzade, Şehitler, Cönk Yay., İst. 1992
21
Memmed Aslan, Bilmecedi Bildiyimiz Bu Dünya, Yazıcı, Bakı 1990, s. 99
Karanfil sembolünde birleşen "huma kuşu" Sevil Salatın Eskerova aynı zamanda
mazi ile hali birbirine bağlayan bir köprü vazifesi de görür. Nebi Hazri "Efsaneli Yuhular"
poemasında Burla Hatu'nu kaçıran Gürcü Kralı Şökli Melik ile Sevil Salatın'ı şehit eden
Ermenileri aynı ruhun insanı olarak değerlendirir. Bu bakımdan Salatın, mazinin haldeki
yansımasıdır:
"O, geldi dünyaya
Salatın kimi,
Burla Hatun kimi
getdi dünyadan."
(Salatın, s.19)
"Salatın" poemasına takdim yazan Hidayet Orucov bu hususta şunları
kaydetmektedir: "Burla Hatun herden hisse gapılan eri Gazan Hanı ayıldırdı, "düşmenden
kişilik gözlemek olar?" -şübhesiyle onu döyüşe sesleyirdi. Gazan Hanın gatı düşmeni (özü de
namerd düşmeni!) gonşusu Şöklü Melik idi. Sen de ulu Anamızın min sınahdan (sınavdan)
çıhmış inamına (inancına) inanırdın: "Ata, Garabağa gedirem yene". Çünkü bugünkü ermeni
saggalı başkesenler Şöklü Melik'in neve-neticeleridir, bilirdi ki, ne namertlik, ne cinayet
desen gözlemek olar. Gazan Hanların, Burla Hatunların, Uruzların, Garaca çobanların
hüneri, geyreti Şökli Melik'in gözlerini kellesine çıhardı:
"Tanrı, Azerbaycan nece torpagdır,
Bu, nece ölkedir, bu, nece halgdır?
Millet görmemişem bu millet kimi,
Udur yalanı da hegiget kimi.
Ahiret dünyası bu günmü, tanrı,
Bunlarla bacarmag mümkünmü, tanrı?!
Yoh mümkün deyil, getiyyen mümkün deyil. Ne geder geri çekilsek de uduzsag da
(yenilsek de) Şehidler Hıyabanımız aydan-aya, günden-güne böyüse de mümkün deyil
Rekviyemin (ağıtımın) bir mısrası deyir:
Gana yerikleyen ganda boğular! ve o gün uzagda deyil bacım. 22

22
Hidayet Orucov, "Heyret, Ey Büt...", Nebi Hazri, Salatın, Gençlik , Bakı 1991, s.5’den aktarma ile.

You might also like