You are on page 1of 12

1

“Geri Denetim” yani “Feed Back” mekanizmasını bilmiyorsanız,


bilip de uygulamıyorsanız er ya da geç yok olursunuz

A/D
“Demokrasinizin kalitesi seçmenlerinizin kalitesine bağlıdır ”

Prof. Dr. Ali Demirsoy, Hacettepe Üniversitesi


Düşün...
Kim üzebilir seni senden başka?
Kim doldurabilir içindeki boşluğu, sen istemezsen?
Kim mutlu edebilir seni, sen hazır değilsen?
Kim yıkar, yıpratır sen izin vermezsen?
Kim sever seni, sen kendini sevmezsen?
Her şey sende başlar, sende biter...
Yeter ki yürekli ol, tükenme, tüketme,
Tükettirme içindeki yaşama sevgisini...
Ya çare sizsiniz ya da çaresizsiniz…
Öyle bir hayat yaşadım ki, cenneti de gördüm cehennemi de.
Öyle bir aşk yaşadım ki tutkuyu da gördüm pes etmeyi de.
Bazıları seyrederken hayatı en önden, kendimi bir sahnede buldum.
Oynadım…
Öyle bir rol vermişlerdi ki okudum, okudum anlamadım.
Kendi kendime konuştum bazen evimde, hem kızdım hem güldüm halime.

Nietszche’den seçmeler (psikolog Mine Aktaş’tan)

Canlı sistemlerinde çoğumuzun hayranlık duyduğu bir işletim sistemi


vardır. Böyle bir sistemin canlılıkla birlikte ortaya çıkıp çıkmadığını
bilemiyoruz. Ancak, en kısa zamanda böyle bir sistemin canlılar
dünyasına yerleştiğini söyleyebiliriz. Bu sistemin adı çoğunluk bilim
dilinde İngilizceden gelme “Feed Back” olarak kullanılır, Türkçeye ise
yerine göre geri bildirim, geri denetim, başa tepki olarak çevrilir.
Bu sistemin özü şudur: Üretilen ya da ortaya çıkan ürün, sistemi
denetler, işlemin devamına, hızına, miktarına, gerekliliğine karar
verilmesini sağlar. Örneğin bir hücrede bir takım tepkimelerle A maddesi
(örneğin bir sindirim enzimi) meydana getirilirse; bu A maddesinin
işleviyle meydana gelen diğer maddeler, yani son ürünler, daha sonra
sistemin başına etki ederek, duruma göre çalışmayı durdurur ya da
2

yavaşlatır. Sistemin başını denetim altında tuttuğu için de başa tepki


adını alır. Sistemin ortalarından bir yerden devreye girerek müdahale
etmesi, malzeme yitirilmesine neden olur. Çünkü o kademeye kadar
üretilmiş malzeme herhangi bir şekilde hücrede kullanılamaz; yıkılıp
yeniden temel bileşenlere ayrılması gerekir; bu da enerji yitirilmesi
anlamına gelir.
Bu sistem doğanın, 3.5 milyar yıl içerisinde, sayısız türü ve her türe
ait sayısız bireyi tarafından defalarca denenmiş ve geliştirilerek canlılar
dünyasına sokulmuş evrensel bir sistemdir. Bu işletim sistemini
kullanamayanlar büyük bir olasılıkla savurganlıklarının cezasını çekerek
yaşam sahnesinden silinmiş ya da daha başarılı birileri tarafından
sahnenin dışına çıkarılmışlardır. Bu denetim madde düzeyinde de olur,
sinirsel düzeyde de olur, mekanik düzeyde de olur. Örneğin bir bitki
sürekli su alarak hücrelerini patlatmaz. Belirli bir doygunluğa ulaşınca su
giriş yollarını denetleyen yolları kapatır. Siz sürekli yemek yiyemezsiniz;
midenizin genişlemesi ya da glukozun kana geçmesi belirli merkezleri
uyararak yeme işlemini sonlandırır. Böyle bir mekanizme öncelikle
zaman, enerji ve madde kullanımında mutlak bir tasarruf sağlar. Eğer bir
ortamda ayni işi yapan aynı nitelikli iki canlıdan biri, kaliteyi düşürmeden,
bir yapım sırasında bir birim daha az malzeme kullanmaya başlıyorsa
örneğin, yapım sırasında diğerinden farklı olarak tek bir tuğla daha az
kullanarak tasarruf edebiliyorsa er ya da geç savurgan olanı ortadan
kaldıracaktır. Bu evrim mekanizmasının önemli sonuçlarından biridir.
Doğaya yönelik böyle bir evrensel sayılabilecek bir işletim sistemini
açıkladıktan sonra, ulaşmış olduğumuz sosyal bir yapıda acaba geri
denetimin olup olmaması hangi sonuçları doğurabilir sorusu aklımıza
gelir. Böyle bir denetimi geliştiren topluluklar ile geliştiremeyenler
arasında ne fark oluşmuştur; gelecekleri açısından nasıl bir değişim
beklenebilir? Bu mekanizmanın bilinmesi ve uygulanması, görünürde
3

kusursuz bir yönetim şeklinin bulunması demektir. Acaba böyle bir


yönetim geçmişte oldu mu, bugün uygulanabiliyor mu, uygulanan
topluluklar varsa nasıl bir etkinlikle uygulanıyor, gelecekte
uygulanabilecek mi?
İlk olarak şunu söyleyebiliriz, geçmişte böyle bir denetime
uğramamış yönetimlerin (idarelerin) hepsi çöktü. Bunun idare sisteminde
adı padişahlık, krallık, imparatorluk ya da faşizm, teokratizm, despotizm
vs olarak tanımlanmıştır. Burada tek yönlü bir akış vardır. Üsteki
emreder, alttaki uygular. Geriye dönüş ya yoktur ya da sistemi
değiştiremeyecek kadar zayıftır. Sistem (bu arada en baştaki yetkili dahi)
hiçbir zaman uygulananlar tarafından başarılı bir yöntemle
denetlenemez. Ancak ayaklanma dediğimiz vahşi bir yol denenerek,
baştaki alaşağı edilir. İsyanlar, başkaldırmalar, tarihimizde hiç eksik
olmayan yıkımlar böyle bir tepkinin sonucunda oluşmuştur.
Geçmişte bir çıkış yolu olarak denetlemeye tanrılar da sokulmuş,
örneğin batıda Vatikan, bizde Şeyhülislamlar, krallar ya da padişahlar
üzerinde söz sahibi olmuş ve sonuçta sistem daha da vahim bir duruma
sürüklenmiştir. Çünkü bu sefer denetleyenler, hiç kimsenin bilemeyeceği
ve kanıtlayamayacağı güçleri arkasına alarak istediği gibi at koşturmaya
başlamıştır. Avrupa’nın özellikle Orta Çağda kan kusmasının kökünde bu
yatar.
Sonuçta, bugün demokrasi olarak tanımlanan sistemin, yani ürünün
başı denetleyeceği ya da uygulananların uygulayıcıları denetlendiği
sistem, her ne kadar ilkeleri bundan yaklaşık 3.000 yıl önce Eflatun
(Plato) tarafından atılmış ise de, Fransız Devrimi ile uygulamaya
sokulmuştur. Böylece ebedi hükümranlık kavramı sonlanmış oldu.
Sistem kendini yenileme ya da onarma şansına kavuştu. Canlıların 3.5
milyar yıl önce bulduğu sistemi, insanoğlu, sosyal olarak biraz geç de
olsa keşfetti. Ancak bir taraftan dinsel güdümlemenin bir taraftan
4

emredici-baskıcı feodal anlayışın devamı nedeniyle, yeni sistem, yani


demokrasi, olması gerektiği şekilde yürütülemediği için sorunlar ortaya
çıkmakta ve zaman zaman da darbe dediğimiz müdahaleler ile kesintiye
uğramaktadır. Çünkü demokrasi birçoğunun inandığı ve savunduğu gibi
ayak takımının değil elit insanların uygulayabileceği bir sistemdir.
Demokrasinin olmazsa olmaz koşulu, sistemin her yerine, o yere en
uygun (beceri, yetenek, eğitim, öğretim vs bakımından) kişinin
gelmesidir. Eğer yeteneksizler ya da çıkarcılar bu sistemin bir yerlerine
yetkin olarak yerleşirlerse, ürünün bozuk çıkması kaçınılmaz olur. Yani
biyolojide fenokopi denen anomali görülmeye başlar. Bugün demokratik
ülke olarak bilinen birçok ülkede yaşanan olumsuzlukların ve
karışıklıkların nedeni budur: Eski alışkanlıklarla yeni sistemi yürütme
çabası. Bütün bunlar bir de parti başkanının tek seçici olduğu bir
uygulamaya dönüşmüşse, artık bunun adı demokrasi değil, modern
faşizm, modern krallık ya da modern padişahlıktır.

Belli ki demokraside böyle bir denetimin –canlılardan elde ettiğimiz


bilgilere göre- bazı koşulları vardır.

1. Bir defa ürün ile sistemin başı arasına hesapta olmayan etmenler ya
da ajanlar girerse, sistemin düzenli akışı kesintiye uğrar ya da
hedefinden sapar. Biyoloji dünyasında da böyledir. Örneğin
aldığımız birçok zararlı madde, özellikle gebelik sırasında alınan
yapay bazı maddeler, kalıtsal olarak bir bozukluk varmış gibi
yavruda kendini gösterir. Buna fenokopi denir.
Sosyal yaşama uyguladığımızda, sistemin doğru işlemesini, baskı,
şantaj, rüşvet, torpil, çıkar ilişkisi ve benzer girişimler ya saptırır ya
da bloke eder. Hukuk sisteminden güvenlik sistemine, yönetimden
eğitime kadar böyle bir etki toplum açısından çok kötü sonuçlar
5

doğurur. Yaşadığımız ülkede böyle bir şey var mı? Kararı siz verin!
Dünyada yaygın mı; yazılana çizilene bakılırsa tahminimizden daha
yaygın. Neyi kaldırsanız altından bir koku çıkıyor.

2. Sistemin ürettiği son ürün, kullanılabilir olmalı; harcanan enerji geri


alınabilmeli; en önemlisi de ortaya çıkan son ürün, sistemin en
başını denetleyebilmeli; dikkatinizi bir daha çekelim sistemin giriş
maddelerini, yani en başını denetleyebilmeli. Daha sonraki
kademeleri etkilerse, aşağıya doğru gittikçe madde ve enerji
yitirilmesinin bilançosu artar. Bu nedenle meclisini denetleyemeyen
bir sistemin daha sonraki kademeleri denetlemeye kalkışması yeterli
sonucu hiçbir zaman vermeyecektir.
Son şıktaki hususun özellikle açılması gerekir. Öyle bir sistem
tasarlamalısınız ki, size gerekli olacak sayıda ya da miktarda, gerekli
zamanda üretilmeli ve oluşan ürün hiçbir zaman atıl olarak bir kenarda
bekletilmemeli ya da yok edilmemeli. Ancak en önemlisi, bu denetimi
kendi kendinize değil, son ürünlerin sizin üzerinizdeki etkisi ile
yapabilmelisiniz. Eğer böyle bir işletim sistemi kuramazsanız, ürettiğiniz
üründen haberdar olamayacağınız için, aldığınız kararlar doğru ya da
isabetli olmayacaktır; yani çok yaygın bir terimle “baştan ayağa haberiniz
olmayacaktır”.
Bugünkü demokrasinin zorluk ve aksamasında da bu neden yatar.
Aile yapısı, inancı, geleneği ve bugüne kadar ki yaşam tarzı evrensel
demokrasiye ayak uyduramamış bir sistemden gelen insanlara birden
bire demokrasi gibi, bilgi, beceri ve uzun süreli bir uygulama gerektiren
sistemi denetlettiriyorsunuz. Buradaki sorun şu: Ürün, yani sistemi
denetleyecekler, demokrasi sisteminin ürünleri değil; başka sistemlerin
ürünü; aşiretin uzantısı, tarikatın uzantısı, etnik köktenciliğin uzantısı, say
sayabilirsen. Dolayısıyla fenokopi oluşuyor. Siz zannediyorsunuz ki bu
6

bozukluklar demokrasi kavramından kaynaklanıyor; hâlbuki demokrasiyi


denetleyen katmanların bozukluklarından kaynaklanıyor. Bu nedenle
demokrasi rejimi uzun soluklu bir rejim olarak kabul ediliyor. Akşam yatıp,
sabah demokrat olarak kalkamıyorsunuz. Bunu görenlerden biri de
Atatürk olmalı. Çünkü söylendiği kadarıyla, İsmet İnönü’ne 1936 yılında
“çok partili sisteme 1975 yılından önce geçmeyin” diye öneride ve bir
anlamda vasiyette bulunuyor. Belli ki sistemi denetleyecek kesimin, bu
süreç içerisinde süzülerek, ayıklanarak, merdivenlerin basamaklarından
yavaş yavaş çıkarak; ancak her basamakta eski gelenekteki anti
demokratik unsurları arındırarak, sistemi gerçek demokrasinin evlatlarına
denetlettirmek istiyordu. İnönü, 1940’lı yıllarda bu vasiyetin ne anlama
geldiğini anlayamadı ve vasiyeti görmemezlikten geldi; bugün bile aydın
geçinen birçok yazarçizerimiz Atatürk’ün bu öngörüsünü kavrayabilmiş
değil. Sonunda yozlaştırılmış bir demokrasi sistemine düştük. Uzağa
gitmeye gerek yok, 2009 Mart’ında yapılacak yerel seçimlerde 6.000.000
kişinin hayali seçmen olarak sisteme sokulduğuna ilişkin ciddi iddialar
var. Ben ve eşim, yerleşmiş bir mahallede, daha önceleri oy kullanmama
karşın, 30 yıldır oturduğum evde bu seçimde oy kullanamıyorum.
Basında çıkan haberlere göre, birçok ilde arsalara bile oy kullanacak
insan isimleri yazılmış. Seçim demokrasinin ve o gün ülkeyi yöneten
hükümetin namusudur ve yasal yükümlülüğüdür. Yasal yükümlülüğü
hangi organlarıyla yürütür: Bağımsız yargısıyla. Bakıyorsunuz yasal
olmayan telefon dinlenmesine dayalı olarak birçok kişi hakkında dava
açılıp, tutuklanırken, demokrasinin yaşatılması için olmazsa olmaz
denebilecek oy hakkının korunması konusunda çıt çıkmıyor.
Kılık kıyafet devrimini getiren bir parti, oy alma için “demokrasi
söylemi” ile çarşaflılara rozet takmaya başladı. Yetmedi, daha doğrusu
kesmedi, “her mahallede kuran kursları açacaklarını” beyan ettiler.
Yetmedi, 60 yaşını geçen herkesi Hacca götüreceklerini beyan ettiler.
7

Demokrasiyi denetleyenler artık, çarşaflılar, türbanlılar, sarıklılar, ırkçılar,


bölücüler, batı hayranı aydınlar, tarikatlar, hocalar, aşiret reisleri, seyitler,
dedeler ve belki mafya babaları oldular. Uygarlığı ve demokrasiye
bağlılığı ile bilinen rahmetli Bülent Ecevit bile–kendi yanına çekebilmek
için- bir zamanlar Fetullah Hocaya göz kırpmıştı.
Dünyanın birçok ülkesinde, özellikle büyük bir olasılıkla bugün onun
bunun oyuncağı haline gelmiş ülkelerde; hatta denebilir ki, en gelişmiş
ülkelerde biraz daha az vahim olmasına karşın durum böyledir. Ancak
demokratik ülkelerde sanki böyle bir denetim yapılıyormuş izlenimi
yaratılmaktadır. Ancak buradaki en can alıcı nokta, demokratik sistemin
başı olarak varsayılanları (kurum ya da kişileri) denetleyen ürün,
demokrasinin ortaya çıkardığı ürünler değildir. Bugün demokrasiyle idare
edildiğini sandığımız birçok ülkede de gerçek bir halk denetimi yoktur;
var gibi görünse de, esas halkın yönlenmesini uluslar arası şirketler,
dünya ticaretini yönlendiren ve herhangi bir milliyete sahip olmayan
güçlerin uzantıları olan basın organları ya da benzeri aracı kuruluşlardır.
Başarılı olarak demokrasiyi yürüttüğünü varsaydığımız ülkelerin önemli
bir kısmında, başarıyı getiren, bizdekilerden farklı olarak, belirli yerlere
getirilecek insanlar için liyakat (yetenek, beceri ve bilgi bağlamında)
koşulundan vazgeçilmemesidir. Bugün Amerika Başkanının atama
yetkisi olduğu kişi sayısı 620 kadarmış. Yani Amerika’yı (bu bağlamda
dünyayı) idare eden insanların sayısı özünde sadece 620 kişi; ama
büyük bir olasılıkla hepsi kendi alanında bir numara. Bize geliyoruz,
Bitlis’in küçük bir beldesinde bile belediye başkanının adaylığı, o günkü
parti başkanının ya da başbakanın onayından geçiyor. Sistemi
demokrasinin ürünü değil, bizzat baştakiler denetliyor; böyle bir sistem
de doğada bilinmiyor. Dogması olan, bir ırka, bir dine, bir aileye, bir
ekonomik modele katıksız olarak bağlı olan bir sistemin ürettiği ürün,
demokratik sistemin ürünü gibi doğru denetim yapamaz ve daha önce
8

anlattığımız gibi ara kademelerden sisteme sızarak hiçbir şeye


yaramayan ürünlerin doğmasına neden olur. Kendi adamımızı, kendi
yandaşımızı, akrabamızı, dostumuzu, olmaması gereken yerlere yani
hak etmedikleri yerlere soktuğumuz an, sistem yara almaya başlamış
demektir. Ülkemizde böyle bir şey var mı? Kararı size bırakıyorum…
Ancak geri denetim mekanizmasının en önemli kısmı, her gün
yaşadığımız plansızlık, bilgisizliktir ve başın ayaktan, ayağın baştan
haberi olmamasıdır. Dolayısıyla gerçek denetim mekanizmasının
çalışmamasıdır; var olduğu söylenenlerin çoğunun da göstermelik
olmasıdır.
Canlı bünyesinde bir ihtiyaç ortaya çıkarsa, bildirimle hedef organa
bilgi verilir ve hedef organ, ihtiyaca göre neyi üretecekse onu üretir;
fazlası ve eksiği zamanında bildirilir. Örneğin ortamdaki şekere göre
belirli bir miktar insülin üretilir; fazla olduğunda üretim durdurulur. Her şey
ihtiyaca göre düzenlenir. Devletin düzeni de böyle olmalıdır. Yapılacak
işin planı ve programı başından hazırlanmalıdır. Yarı yolda sisteme
müdahale ederseniz ya gereken verimi alamazsınız ya da aksaklıklar
ortaya çıkar. Bunun için başşehrimiz Ankara’da devletin bu geri bildirim
mekanizması olmadan nasıl çalıştığına çok çarpıcı örnekler verebiliriz.
Gelişmiş ve organize bir ülkede bir bina belirli bir işi yapmak için planlanır
ve mimarisi o işe göre tasarlanır. Her bina her işe uygun değildir; özellikle
günümüzde bin bir çeşit teknik cihazın kullanıldığı bir zamanda. Ancak
baştan ayağa haberi olmayan toplumlarda, ne koparırsam o kardır
anlayışı ile her şeye sahip olma tutkusu vardır. Dolayısıyla bu
toplumlarda “idare eder ağabey” ya a benzeri bir terim yaygın olarak
kullanılır. Bakalım bizde bu geri bildirimli (daha doğrusu bildirimsiz)
kafalar –Ankara’dan Eskişehir yönüne seyahat ederken yolun kenarında
körlerin bile görebileceği plansızlığın örneklerini bu anlamda nasıl –
sadece görünür üç örnek- verdiler.
9

1. Bugün Başbakanlık ve DPT teşkilatının binaları, PTT Genel Müdürlüğü olarak


yapıldı; ancak biter bitmez Başbakanlık el koyarak ellerinden aldı. PTT işletimi
için ihtiyaçlar nerede başbakanlık için ihtiyaçlar nerede?
2. Bahçelievler son durakta Emlak Bankası Genel Müdürlüğü olarak yapılan
binaya, biter bitmez devlet tarafından bir çeşit el konarak Hazine Dış Ticaret
Müsteşarlığı yapıldı. Banka işletimi için ihtiyaçlar nerede dış ticaret için
ihtiyaçlar nerede?
3. Eskişehir yolu üzerinde TEKEL Genel Müdürlüğü olarak yapılan, sadece yapımı
için 87 milyon dolar harcanan (arsa bedeli hariç) ikiz binalar, 73 milyon dolara
Türk Odalar ve Borsalar Birliğine verildi. Tekel işletimi için ihtiyaçlar nerede
odalar ve borsala için ihtiyaçla nerede?

Herkesin kolayca anlayabileceği bir örnekle anlattıklarımızı


pekiştirelim. Başa denetimin en iyi uygulanabileceği yer üniversiteler ve
okuttuğu öğrenciler olabilir. Çeşitli nedenlerle, özellikle de politik yatırım
olarak birçok yere üniversite açıldı, açılıyor. Bir üniversiteden beklenileni
vermek kaydıyla, üniversite açılmasına karşı hiç kimsenin itirazı olamaz.
Ancak, bulunduğu şehre öğrencilerin bir miktar para aktarması ya da
üniversite hastanesine kavuşmak için üniversite açılmasını istemek
sonunda kendini kandırmak olacaktır. Bu kadar üniversite açılıp, bu
kadar öğrenci alınmış ise geri denetim mekanizmasını çalıştıralım,
bakalım hangi sonuçları elde edeceğiz. Bu üniversitelerden mezun
olanların kaçı bileğinin hakkı ile bir yerlere girerek mesleğini yapabiliyor?
Kaçı mesleğini yapabiliyor? Mezun olduktan sonra kaçı meslek sahibi
oluyor? Geri denetim mekanizmasının ilk basamağını uygularsak: Mezun
olduğu gün, mesleği ile ilgili yapılacak bir sınav yaparsak, dünya
genelinde ve Türkiye genelinde, o mesleği yapabilmek için sahip olması
gereken asgari bilginin ne kadarını öğrenmiş ne kadarını özümsemiş?
Eğer ürünün (mezun öğrencilerin) kalitesini öğrenmeye yanaşırsanız,
sistemin (üniversitelerin ve o üniversitede çalışan akademisyenlerin)
doğru çalışıp çalışmadığını hemen denetleyebilirsiniz. Öğrencisini belirli
bir başarıya ulaştıramayan üniversiteleri (kuruluş aşamasındaki süreleri
10

hariç) uyarabilir, kısıtlama uygulayabilir ve belirli konuları vermekle


yükümlü olan öğretim elemanlarını gerçek başarılarıyla
değerlendirebilirsiniz. Mezunlarla bu kurumları denetleyemediğiniz için,
her diplomanın yetkisi, her üniversitenin mezunu, unvanı aynı olan her
bilim adamının ya da eğiticinin değeri aynı tutuluyor. Bu da neme
lazımcılığın körüğü oluyor.
Bu neme lazımcılık toplumun her kesimine yayıldığı için en hayati
şeylerde dahi suskun kalmamızı hiç kimse anlayamıyor. Sadece ne
duyarsız milletiz demeyle yetiniyor. Kendi duyarlılığını da arkadaş ya da
meslektaş çevresinde dedikodu mahiyetinde belirli şikâyetlerini dile
getirmenin ötesine götüremiyor… Örgütlü bir karşı koyuşu hiçbir zaman
beceremiyor, organize edemiyor; organize edilene de –kuşkuları
nedeniyle- katılmıyor, katılamıyor… Sonuçta herkesin katılabileceği
toplumsal kararlar ortaya çıkarılamıyor.
Esasında yarışmaya dayanan serbest ekonomide bu geri denetim
mekanizması başka bir adla uzun zamandan beri kullanılıyor. Bunun en
çarpıcı belgesi, garanti belgesidir. Garanti belgesi, ben malımı şu kadar
süreyle kusursuz olarak kullanmasına kefil oluyorum demektir. Biz de
garanti süresi en uzun olanı ve en kapsamlı olanı tercih ediyoruz.
Pekâlâ, toplumun geleceğini en derinden etkileyecek kurum ve
sistemlerde bu yolu niye denemiyoruz? Deneyemiyoruz, denemiyoruz;
çünkü biliyoruz ki çoğumuz bu eleğin altında kalacaktır.
Türk demokrasisini bekleyen en büyük tehlike “sadece” son ürünün
(yani halkın) sistemin başını denetleyememesi değildir. En az yarım
asırdır sistematik olarak –ve bana göre halkı aşağılayan- uygulamaların
halkın artık doğru, evrensel ya da hukuksal normlara göre karar verme
yeteneğini bozmuş olmasıdır. Halk artık evrensel değerlere değil günlük
çıkarlarına göre karar vermektedir. Bu, demokrasinin en önemli çarkının
11

kırılmış olması demektir. Kapı kuluna döndürülmüş halkın demokrasisi mi


olur?
2009 Mart seçimlerine bir bakın, aylarca sosyal yardım adı altında
yapılan kömür, makarna ve benzer şeylerle yapılan seçim yatırımı,
Tunceli’nin en küçük ilçesi olan Nazmiye’de su üzerine çıkan başka bir
rezaletle (05.02.2009) ayyuka çıktı. Her eve bir buzdolabı, çamaşır
makinesi, yat çek, fırın ve akla gelebilecek her türlü eşya karşılıksız
olarak dağıtıldı. Daha sonra birçok ilde aynı şekilde yağmacı hasanın
börek dağıtma işinin yapıldığı anlaşıldı; hem de anayasadaki sosyal
devlet maddesiyle ilişkilendirilerek. Oyların eşya ile satın alındığı bir
demokrasiyi “demokrasi olarak tanımlayanlar” ahlaksızdır. Bir eşya ile
oyunu, bir anlamda namusunu satan bir kitleye sistemi denetletmenin
ortaya çıkaracağı demokrasi “makarna demokrasisi”den öte gidemez.
Halkın tepkisi oldu mu oldu; bu eşyaların esnaftan eşit olarak satın alınıp
dağıtılmadığından dolayı –yani herkesin bu yağmadan pay
almamasından- şikâyetçi oldular; yoksa eşyaların dağıtılmasına
eşyaların dağıtıldığı yöreden kimsenin itirazı olmadı. Bu eşyaların
dağıtılmadığı yörelerde tepki dolu sesler çıktı; eğer bu yörelerde de
yağma hasanın böreği dağıtılsaydı kimsenin sesi çıkmayacaktı. Gerçek
ses gelecek nesillerde çıkacak; ama bu ses feryat olacak…
Karadenizli hemşerimiz hapse düşüyor ve bir demir eğesi bularak
demir parmaklıkları kesmeye başlar. Gardiyan bunu görünce
- Temel ne yapıyorsun diye sorar
- Kemençe çalıyorum
- Nasıl bir kemençe çalmadır ki sesi çıkmıyor?
- Onun sesi yarın çıkacak
Diye cevap veriyor Karadenizli… Demokrasinin bu şekilde tahribinin
sesi de yakında çıkar ve gelecek kuşak bunun bedelini öder…
12

Geçmişten günümüze doğru toplumların yönetimine baktığımızda bu


anlatılanlara ilişkin çok sayıda örneği görmemiz mümkündür. Biz
isterseniz en güncelinden, bu günkü durumdan başlayalım. Diğer
ülkelerden örnek vermeye gerek yok, galiba her çeşidi ülkemizde
bulunmaktadır.
Kararı size bırakıyorum! Ancak bu sefer size şunu da soruyorum.
Sistemin aralarından bir yerden sızmamışsanız ve gerçekten ülkenizin
gidişinden, geleceğinden ve halinizden memnunsanız; kutlarım. Sorun
var diyorsanız, geleceğiniz ve çocuklarınız için kolları sıyırmanın zamanı
çoktan gelmiştir diyorum.

Prof. Dr. Ali Demirsoy


Hacettepe Üniversitesi

Sunuş yazısı
Sevgili Kardeşlerim
Canlılar dünyasında ya da sosyal bir organizasyonda bir şeylerin
çarpık gitmesinin bilinen önemli bir nedeni vardır. Ürünün sistemin başını
kontrol edememesidir. Bunun bilimde adı başa tepki, geri bildirim ya da
feed backtir.
Bu yazıda demokrasideki, eğitimdeki, idaredeki çarpıklığın esas
nedeni ve çözümü tartışılacaktır.
Evrensel işletim sistemine birlikte bakmaya ne dersiniz…

You might also like