You are on page 1of 14

1

Tarihimizdeki bir partinin yol haritası…

Prof. Dr. Ali Demirsoy, Hacettepe Üniversitesi

Anayasa değişikliği referandumda ortaya çıkan önemli bir gerçek


oldu. Sonuçlara bakılarak MHP tabanının kaydığı, hatta bazı aşırı
yorumlamalarda bu partinin bittiği-tükendiği ifade ediliyor. Böyle bir
yoruma girenler aşağıdaki sonuçlardan örnekler veriyorlar. Örneğin:

MHP’nin kalesi MHP’nin son CHP’nin son Anayasa MHP’nin


olarak bilinen seçimde aldığı seçimde aldığı referandumunda gerçek
birkaç ilden oy yüzdesi oy yüzdesi çıkan hayır tabanının
örnekler oylarının yüzdesi yüzdesi
Erzurum 21 3 12 12-3 = 8
Aksaray 27 8 25 15-8 = 17
Yozgat 30 7 23 23-7 = 16
Amasya 19 22 39 39-22 = 17
Osmaniye 42 12- 48 48-12 = 36
Bahçeli’nin
doğduğu şehir

Buradaki hesap basittir. CHP’nin oyları referandumdaki hayır


oylarından çıkarılırsa, gerçek milliyetçi MHP’lilerin oyları çıkar, geriye
kalan da dinciliği Türkçülüğü birbirine karıştırmış, 1970’lerin kendini
saklamış; aslında geçmişte zorluklar nedeniyle MHP’nin içinde
konuşlanmış AKP zihniyetindeki insanlardır. Örneğin Erzurum’da
MHP’lilerin oy oranı 21 değil, 12-8 = %4, Aksaray’da 27.3 değil, 25-8 =
17; Osmaniye’de bile 42.1 değil, 48-12.15 = 35.85’dir. Yani oylar gerçek
yerlerine dönmeye başlamışlardır. Dolayısıyla AKP’nin oylarını toplam
oyların %40’ı gibi algılayanlar yanılmıştır; yanılacaktır.
2

Burada kişiler özgür iradelerini kullanmıştır yaklaşımı da inandırıcı


değildir. Çünkü aynı yöntemle yani verilen talimatlara göre hareket eden
bir kitleye sahip bir diğer partinin boykot çağırısına hedef iller neredeyse
tümüyle uyarak, katılım oranını 4-5 ilde yüzde %30’lara düşürmüştür.
Benzer yöntemle idare edilen MHP partisinin bugüne kadar emanet
olan kesimi böyle bir talimata uyma gereğini artık duymadığı için oy
dağılımı gerçek oranlarına oturmuştur. MHP, belki ilk defa gerçek
tabanıyla tanıştı. Ümmetçi ve Osmanlı yanlı tavrını sürdürmeye, batının
oyununa alet olmaya devam ederse (artık daha yetenekli alet olmayı
becerenler türediği için) yakında o kesimi de yitirmiş olacaktır.

Evet oyu veren şu kesimleri kendi açılarından baktıklarında


suçlayamıyoruz. Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana Cumhuriyete hep
muhalif hatta düşman olanlar (onlar belliydi; onları palazlandıranlar
suçludur); hedeflerine varmak için evetçi yönetimin hazırlamayı taahhüt
ettiği yeni anayasa ile ülkenin bir kısmına egemen olmak isteyen ya da
ülkenin yönetimine farklı bir anlayışla ortak olmak isteyen –kendini farklı
bir millet gibi algılamaya alıştırılan kesim; 12 Eylül 1980 darbesinde
suçsuz yere işkence çeken ve darbecilerden hesap sorulmasını yıllardır
bekleyen (bekleye dursunlar!!!) bir zamanların sağ ve sol sempatizanları
(en çok da bu son iki kesimin evet yaklaşımı şaşkınlık yaratmıştır).
Bunların önceliği belli ki Türkiye Cumhuriyetinin önümüzdeki yıllardaki
esenliği ile ilgili değil; kendi hesaplaşmaları ile ilgilidir.

Dini söylemlere geçildiğinde BBP’nin de MHP’nin de, hatta belirli


oranlarda DYP’nin ve ANAP’ın tabanının da AKP’ye yöneleceği açıktır.
Geçmişte, 1970’li yıllarda AKP’nin selefi olan partilere kaymamasının
nedeni irticaya duyulan nefretten ve devletin egemen güçlerinin eliyle
tehdit edilmesindendi. Bugünkü AKP zihniyetindeki kesim o gün
3

milliyetçi-tutucu olarak tanınan partilere sığınmakta buldular çareyi.


1970’in Milli Eğitim Bakanlığını düşünün, daha sonra milletvekili olan
Ayvaz Gökdemir, çeşitli tehdit araçlarını da kullanarak Milli Eğitim
Bakanlığında o gün milliyetçi-mukaddesatçı olarak bilinen kesimin
haricinde kimsenin sesinin çıkmasına izin vermiyordu. Esasında
beslediği kesim, bugünkü gerçek milliyetçi duyguları taşıyan MHP’lilerin
ateş püskürdüğü kesimdi. MHP’nin bugün yitirdiği taban o günün
besleme çocuklarıdır. Kendine şırınga edilmiş İslami değerleri daha iyi
yaygınlaştıran ve ön plana geçiren bir parti ya da hükümet ortaya
çıkmışsa, sığınmış olduğu partiyi ne yapsın bu kesim… O nedenle
MHP’nin gerçek profili bu referandumla ortayı çıkmıştır. Dincilerin hiç
tahammül edemeyeceği kesim milliyetçi kesimdir; çünkü ümmetçiliğe
ters düşür. Bu nedenle topun ağzında zannetmeyin ki, sol partiler ya da
CHP vardır; topun ağzında MHP’nin gerçek milliyetçi kesimi
bulunmaktadır. Pekâlâ, MHP bunu hak etti mi? Gelin biraz geriye
dönerek olayları sırasıyla gözden geçirelim.

Türkiye’deki milliyetçiliğin devletten ayrı bir örgüt şeklinde


yapılanması, eldeki bilgilere göre, 1940’ların ortasında Alpaslan
Türkeş’in de bulunduğu bir grup tarafından başlatılır. Kımız içer,
kahramanlık türküleri söylerlerdi. Turancı olarak da bilinirlerdi. Yaklaşık
1967 yılına kadar da bu tavırlarını sürdürdüler. Koyu bir Türkçüydüler.
İsrail devleti kurulma aşamasındaydı ve Orta Doğuda kendilerinden
nefret etmeyen güçlü bir devletin desteğine ihtiyaçları vardı. Buna
İsrail’in kurulmasına destek verenlerin (yani bugünkü sözde stratejik
ortaklarımızın) de ihtiyacı vardı. Bu Türkiye’den başkası olamazdı.
Ancak İsrail ve ona büyük destek verecek devlet batı kapitalizminin Orta
Doğudaki çıkarlarının da bekçisi olacaklardı; ancak mazlumların ve
sömürü düzeninin düşmanı olduğunu söyleyen komünist Sovyetler
4

Birliği önemli bir engel olarak görülüyordu. Türkiye’nin sol yapılanması,


sömürgeci vahşi kapitalizmi ve dolayısıyla İsrail için tehdit olabilirdi. Bu
nedenle kendi iç dinamikleri ile kalkınmayı hedefleyen Türkiye’nin sol bir
rejime kayması ve emperyalist ülkelerin yörüngesinden çıkması kabul
edilemezdi. Böyle bir kalkınma modelini “Köy Enstitüleri” ile
yerleştirmeye çalışan Tonguç ve özellikle batının klasikleri ile önemli
ders kitaplarını Türkçeye çevirterek yaygınlaştırmaya çalışan Hasan Ali
Yücel başta olmak üzere, o günün geleceği gören ve gerekli önlemleri
öneren aydınları, Orta Asya’daki kardeşlerimiz üzerinde baskı
uygulayan, özellikle dini ret eden rejimin yani komünist sistemin yandaşı
gibi gösterilerek etkisiz hale getirilmeliydi. Bu görevi ileride aşırı
eylemlere de kayacak sağ kesim yüklendi. Dağa taşa Gomünist Hasan
Ali Yücel ve Tonguç yazıldı. Gelişmekte olan ya da geri kalmış ülkelerin
sanayileşmesini baltalamak için en ekonomik kara taşıma aracı olan
demiryollarının yapımını önlemek amacıyla, Amerika; Türkiye’deki
yandaşlarına “demiryolları komünist sistemin aracıdır” dedirtmeye
başladı. Sayısız bakan, başbakan, cumhurbaşkanı ve sözüm ona
yazarlar bu sloganı 21’ci yüzyıla kadar tekrarlayıp durdular; halkın
kafasını yıkadılar. 10 Kasım 1938 tarihinden sonraki, özellikle 1950’den
sonraki iktidarlar bu tuzağa iyici düştüler, düşürüldüler. 1950’li yıllarda
Demokrat Parti’nin de sağında yer alan Mareşal Fevzi Çakmak ve daha
sonra Osman Bölükbaşı’nın liderliğini yaptığı 1948 kuruluş tarihli Millet
Partisi dini duyguları kaşımaya çalıştıysa da başaramadı; 1954 yılında
laikliğe ağır hücum yaptığı gerekçesiyle kapatıldı. Ancak burada
eğitilmişlerin bir kısmı daha sonraki Cumhuriyet Köyle Millet Partisi
(1969) ve Milliyetçi Hareket Partisinin nüvesini oluşturdu.

1967 yılı, yani Arap-İsrail Savaşı dönüm noktası oldu. İsrail 6 gün
içinde Arapların en güçlü üç devletini yerle bir etti. Bu savaş ile İsrail bir
5

şeyi kanıtladı ve anladı. Artık Orta Doğuda destek alacağı çok güçlü bir
devlete gereksinme kalmamıştı. Hatta Müslüman kimlikli böyle bir devlet
İsrail için tehlike de olabilirdi. İşte bu noktada Alpaslan Türkeş ve
çevresinin o bilinen marşları bırakarak tekbir getirdiğini, kımız yerine
zemzem içtiğine şahit oluyoruz. İsrail ve onun yandaşları hem Türkiye’yi
hem de Alpaslan Türkeş’i ve çevresini gözden çıkarmıştı. Başka bir
misyona yönlendirmeliydiler. Ancak tutucu-mukaddesatçı bir yapı, diğer
tüm İslam ülkelerinin yolunu kestiği gibi, Türkiye’nin de yolunu
kesebilirdi. 1970’li yıllar bu zihniyetteki kişilerin devlete egemen olduğu
bir süreçti, yukarıda değindiğimiz Gaziantep milletvekili olacak, daha
sonra da devlet bakanı olacak Komando lakabıyla da anılan Ayvaz
Gökdemir Milliyetçi Cephe Hükümetleri döneminde Milli Eğitim
Bakanlığında milliyetçi yetiştiriyorum diye tutucu-dinci bir kesimin
yetiştirilmesi için gerekli zemini hazırladı. O günkü MHP’lilerin en önemli
görevi kendi yanlış tanımları ile solcu ilan etme ve o solcuları dövmekti.
Bugün düşündüğümüzde o günün MHP tabanının sol ve solcular ile ilgili
herhangi bir fikrinin olmadığını açıkça görüyoruz. On küsur yıl çalıştığım
Erzurum Atatürk Üniversitesinde oruç tutmayan, cuma namazına
gitmeyen, uygulanan dinin aksak taraflarını dile getirenler bu kesim
tarafından komünist ya da solcu olarak tanımlandı. Komünistliğin üretim
araçlarının ve ekonominin farklı bir tarzda yönetildiğini bilen belki de tek
bir kişi yoktu. Zaman zaman da bu nedenle komünistlere ölüm diye
şehir üniversiteye saldırıyordu. Ben ve tanıdığım birçok öğretim elemanı
- ki bunların hemen hemen hiç birinin komünistlikle hatta solculukla
herhangi bir ilişkileri olmadığı gibi, yaşamları boyunca gerçek bir
komünisti bile tanımadıklarını hatta öyle bir insanın elini sıkmadıklarını
da söyleyebilirim; kimsenin böyle bir eğilimi yoktu- kızıl komünist ya da
solcu damgası ile dışlandılar. Sonunda da birçoğu Atatürk Üniversitesini
6

terk etmek zorunda kaldı. Erzurum’da yaşanan şöyle bir olay bile bu
mantığı anlatmaya yeterlidir:

Erzurum’da 1970’li yıllarda içki veren birkaç lokantası vardı.


Yeşilyurt Lokantası hem yemekleri hem de servisi ile gözde
lokantalardan biriydi. İçki servisi de yaparda; galiba o zamanlarda
ramazanda da iftardan sonra içki servisine izin verirdi. Bunu duyan halk
bir gün bu lokantaya saldırıp çamını çerçevesini kırarken, oradan
geçmekte olan ehramlı bir kadın, lokantanın hemen yanında bulunan ve
her düşünceden gence hizmet veren Hemşin Pastanesinin sahibi, kendi
dükkânına da taş atmasınlar diye kapının önünü çıkınca, ehramlı kadın
Hemşin Lokantasının sahibine soruyor:

Kadın: -Dadaş bunlar ne yapi?

-Komünistler rakı içiler; onun için bacı…

Kadın: Demek ki en baş gominist benim herif, her akşam raki içi…

Esasında bugün AKP’ye kaymış o günkü MHP tabanı, Atatürk


İlkelerini duymaktan nefret ediyordu. Bu camiadan yakasında Atatürk
rozeti taşıyan pek az kişiyi tanıdım. Hatta o gün bu hareket içinde
konuşlanmış olan daha sonraki yıllarda –zamanı gelince- dinci partilere
kaymış olanlar, bana, Atatürk’ü aşağılayan, Türkiye Cumhuriyetinin ilk
Maarif Vekili (Milli Eğitim Bakanı), Moskova ve Lozan müzakerelerinin
delegasyonunda yer almış Rıza Nur’un” Hayat ve Hatıratım” adlı 3 cilt
kitabı okumam için 2 günlüğüne verdiler. Biraz zaman isteyince de bu
kitabı olabildiğince çok kişiye okutmaları gerektiğini ifade ettiler…

Hayat ve Hatıratım olarak bilinen 3 ciltlik kitabın birincisi kendi


yaşamını ve analarını, ikincisinde İnönü ile ilgili anılarını son cildinde ise
Atatürk ile ilgili anılarını anlatır. Atatürk hakkında inanılmaz hakaretler
7

ve ithamlar vardır. Yakın zamana kadar ikinci şef olarak bilinen İnönü’yü
Kürt, Orbay’ı Çeçen, Atatürk’ü Alman işbirlikçisi olarak tanımladığı gibi,
Atatürk’ün ailesi ve kendisi ile son derece çirkin iddialar ileri sürüyordu.
Rıza Nur, anılarını 1935 yılında, British Museum'a 1960 yılına kadar
yayımlanmamak kaydıyla gönderir. 1968 tarihinde Altındağ Yayınları
tarafından mikrofilm olarak getirilen "Hayat ve Hatıratım" toplatılmasına
karşın, kurumsal olmasa da, değindiğimiz zihniyet tarafından bir çeşit el
altından dağıtıldı. Vikipedia’ya göre Rıza Nur Türk Milliyetçiliği
düşüncesinin referans isimlerinden biridir.

Yol ayarımı

Cumhuriyetle hiçbir zaman barışık olmayan dini açıdan


köktencilerin dinci-milliyetçi kesimden ayrılarak kendilerini gösterme
zamanı gelmişti. Böylece Türkiye’nin ilk dinci-mukaddesatçı partisi
kuruldu. Kendilerini ortada zanneden ya da sağcı olarak nitelendiren o
zamanın egemen partilerinin liderleri gerici kesime göz kırpmasına
karşın, tehlikenin farkına varan Cumhuriyet Başsavcıları ilk olarak bu
dinci partiyi ve bu partiden köken alan daha sonra çeşitli adlarla
sahneye çıkan partileri kapattılar.

Ancak gelişmekte olan tehlikeyi gören –hiçbir zaman komünizm ile


bağlantıları teyit edilmemiş- çok sayıda aydın vardı. Bugün yaşadığımız
olumsuzlukları o gün gören, sol cenahtan sayılan çok sayıda aydın
(Uğur Mumcu, Muammer Aksoy, Bahriye Üçok, Taner Kışlalı, Bedrettin
Cömert, Abdi İpekçi, Bedri Karafakioğlu, Cavit Orhan Tütengil, Kemal
Türkler, Çetin Emeç) ve onlarcası teker teker öldürüldüler. Zamanın en
yetkili ve gözde yöneticisi, bunları öldürenleri araştırma yerine, sadece:
Bana “Sağcılar suç işliyor dedirtemezsiniz” diyerek sorumluluktan kaçtı.
8

Bu öldürülen aydınların ne o gün ne da bugün başka bir ülke ile ya


da ülke dışındaki bir akım ile organik bağı olduğu tespit edilemedi.
Ortak tarafları emperyalist ülkelerin oyununu önceden görmeleriydi ve
tepki göstermeleriydi. Hiç biri Amerika başkanının oval ofisinde ya da
başka bir ülkenin lideriyle içeriği halkımıza açıklanmayan baş başa
görüşme yapmadı. Ayaklarına kırmızı halılar serilmedi. Hiç biri gücünü
Türkiye’deki yıkıcılığın her zaman hamisi olan ülkeler tarafından özenle
korunan cemaatlere, derneklere ya da vakıflara dayandırmadı. Her
toplantıda bölücülüğü ısıtıp ısıtıp önümüze koyan ülkelerin liderleriyle
kol kola olmadı; onlardan talimat almadı; tüm dertleri ayaklarının
üstünde duran bir Türkiye özlemiydi. Hepsi gerçek Türk Milliyetçisiydiler.

1967 yılında Amerika 6. Filosunun Türkiye’yi ziyareti, birçok genç


tarafından 1969’yılına kadar, Türkiye’nin emperyalist güçlerin etkinliği
altına gireceği öngörüsüyle şiddetle protesto edildi; bu protestoyu yapan
gençler o günkü işbirlikçiler ve daha sonra Türk güvenlik güçlerince
kıstırılarak öldürüldü ve daha sonra bağımsız Türkiye diye bağıran
gençler ya asıldı ya da işkence gördü. O gün Türk polis teşkilatının
içerisinde solcu kesimi de barındırmasıyla birlikte, teşkilata egemen olar
kesimin milliyetçi-mukaddesatçı görüşte olduğu ve daha çok o günkü
partinin militanlarından oluştuğu çok yazıldı ve söylendi (daha sonra bu
örgütlenmenin yüzyılın sonuna doğru nasıl F tipi teşkilata dönüştüğü,
bizzat olaylara tanık olan emniyet müdürleri tarafından kitap haline
getirilmiş bulunmaktadır). Ne yazık ki tam bağımsız Türkiye diye
bağıranların bu malum çevre tarafından solcu ya da komünist ilan
edilmesi Türkiye’nin talihsizliği olmuştur. Kimlerin yaptıklarını ya da bu
tuzakları kimlerin nasıl hazırladığını araştırırsanız (araştırmaya gerek
yok biliniyor) laik Türkiye Cumhuriyetine hazırlanan aşağılık tuzağı
9

öğrenmiş olursunuz. Kim bilir o tuzağı hazırlayanları bugün yönetimin


en kritik noktalarında bulabilirsiniz…

Devreye Atatürkçü görünen, gerici 1980 darbecileri sokuldu ve


yaklaşık 10-12 yıl boyunca Türkiye tarihine damgasını vurmuş belirli bir
cemaate üye olan yetkili bir kişi, darbeyi izleyen birkaç gün içinde
Amerika Elçisi’nin talimatı ile egemen kılınarak gerçek dincilerin
yeşermesine zemin hazırlandı. Kürtçülük, özerk bölgeler, merkezi
idareye son, federasyon, başkanlık, özelleştirme gibi alışık olmadığımız
sözleri bu yetkiliden duymaya başladık. Yadırgayanlara da: “Alışırlar
alışırlar” diyerek gelecekte olacakları üstü kapalı anlatmaya başlamıştı.
Böyle bir yapılanmanın ümmetçi bir parti içinde yürütmesi hala tehlikeli
olabilirdi. Çünkü ümmetçiliği savunan parti (ya da partiler) hala tehdit
altındaydı; çünkü Atatürkçü güçler etkinliğini sürdürüyordu. En iyisi
gelecekte ümmetçiliği savunan yeni bir partinin içindeki kadroları bu
liberal görünümlü partinin içinde yetiştirmekti. Öyle de oldu. Yeni
harekete destek sağlayacak yazarçizer, güya aydın olarak tanımlanan
kesim de 1960’ların ortasından bu yana sinsi sinsi hazırlanıyordu.
Kemikleşmiş dinci, tutucu yazarçizer kadro bir taraftan işlevlerine
devam ederken; zamanı geldiğinde etkinlikle kullanılabilmek için sol
(hatta komünist) görünüşlü başka bir kadro aynı amaçla hazırlanıyordu.
Hatta babadan oğullara geçecek bir miras ile… Bu dönek kesimin
gerçek yüzünü gösterebilmesi ve –genel kanaat, okyanus ötesinde
hazırlanan- planın yürürlüğe konabilmesi için bunların etkinlikle boy
göstereceği uygun yayın organlarının hazırlanması gerekecekti. Bunun
için devlet desteği ile ya da çeşitli baskı, şantaj ve bildiğimiz ya da
bilmediğimiz birçok yollarla Türkiye basını ele geçirilerek bu kişilerin
ayaklarının altına serildi. Sıra zehrin akıtılmasına gelmişti…
10

Türkiye’nin elinin kolunun, Türk hukukunun üstündeki bir organ


tarafından bağlanması gerekirdi. Bunun adı da ne zaman gireceğimiz
(bana göre hiçbir zaman) Avrupa Birliği oldu ve ticari işlevlerimiz de
-daha sonra kabul edilse de- tahkim mahkemelerince bizim dışımızdaki
organlara devredildi. Büyük damarları kesme zamanı gelmişti. DSP,
ANAP ve MHP koalisyonunda, bugünkü ekonomik gelişmelere temel
oluşturacak önemli yasalar çıkarılıp ilk aşamadaki zorlukları atlatıldıktan
sonra, yani Türkiye’nin yolu tam inişe düştüğü bir anda, koalisyon ortağı
MHP, durup dururken Bursa’da erken seçim istedi. Hâlbuki MHP’nin
bugünkü başkanlık sistemi bu partinin tarihinde ilk defa içinde
barındırdığı dincilerin bu ülkeye ve partisine yarardan çok zarar
getirdiğinin farkına varmış ve belirli ölçüde tavrını koymuş bir yönetimdi.
Galiba pusuya düşürüldü…

Zaman ve gelişmeler gerçek kimliğini saklayan zihniyet için çok


uygun seyrediyordu. Çünkü Cumhuriyetin partisi olarak kurulmuş ve
kendini Cumhuriyetin bekçisi gibi gören parti, elini kolunu sallamadan
Atatürk’ün mirasını kolay yoldan yemeye alışmıştı; kemikleşmiş oyunu
almayla yetiniyordu. Aydınlanma için, Atatürk İlkelerini yerleştirme için
hiçbir organizasyona girişmemiş, kısa vadeli çıkarlarının peşinde
yuvarlanarak zor şer bu günlere gelmişti. Yapabildikleri tek şey,
-kendileri için- zor günlerde Türk Bayrağı ve Atatürk Posterleri alarak
Anıtkabirde yürüyüşler yapmak oluyordu. Bu parti laik Türkiye
Cumhuriyetinin tehdit olarak gördüğü kadroların yetişmesine önayak da
olmuştu. 1970 yıllarında Bülent Ecevit başbakan iken imam hatipler
yasada okul olarak geçiyordu; yani sadece bir mesleğe uzman adam
yetiştirme okulları olarak… Bülent Ecevit’in önüne bu okullar lise
olmalıdır diye – daha sonra planın bir parçası olacaklar tarafından- bir
evrak konuyor. Ecevit çevresine ve bir bilene sormadan danışmadan,
11

tutucu kesime hoş görünsün diye İmam Hatip Okullarını İmam Hatip
Liseleri olarak değiştiriyor. Böylece İmam Hatiplilerin üniversiteye
başvuru hakkı doğmuş oldu. Daha sonra amaca uygun kullanılacak
savcı, yargıç, kaymakam, vali ve bürokratlar bu yolla yetiştirildi. Bülent
Ecevit bununla da yetinmiyor, çok sayıda imam hatip lisesini açıyor,
açtırıyor; olanların kapasitesini de genişletiyor. Bunun sonucu olarak
malum zihniyetin kadro yetiştirme planının da yolu böylece açılmış
oldu…

Laik Cumhuriyeti içine bir türlü içine sindiremeyen kesim, büyük bir
olasılıkla dış destekli yönlendirmeler ile çok planlı, akıllıca girişimlerle
kadrolarını yetiştiriyor ve önemli yerlere gelmesi için her türlü yolu
deniyor; yerine göre büyük özverilerde bulunuyor. Atatürkçülerin bitaraf
edilmesi ve amaca giden yolun temizlenmesi için yasal suç oluşturacak
sert girişimlerde bulunmalarına da gerek görmüyorlar. Çünkü o iş –
birileri tarafından- MHP’nin sertlik yanlısı kesimine zaten ihale edilmişti.

Türbanı simge yaparak tartışmayı başlatan kesim, özünde Doğru


Yol Partisini de, Anavatan Partisini de, Milliyetçi Hareket Partisini de ve
hatta Cumhuriyet Halk Partisini de tuzağa düşürdü. Bu partiler
başlangıçta tepki gösterseler de, sonunda Atatürk İlkeleri olarak bilinen
cumhuriyetin ilkelerini bırakıp, -kısa vadeli çıkarları için- türban bir
haktır, bu öğrenciler üniversiteye girebilirler, kamusal alanda
dolaşabilirler ve buna benzer malum sloganlara sahip çıkmaya başladı.
Halk amiyane bir tabirle bu takiyeyi yemedi. DYP, ANAP ve şimdi de
MHP’nin geleneksel tutucu-dinci tabanı sahtesini bırakarak aslını tercih
etmeye başladı; bu nedenle ilk iki parti seçim barajını bile geçemedi.
MHP, gerek 1970’li yıllarda Milliyetçi Cephe olarak bilinen iktidarlar
döneminde gerekse DSP-ANAP-MHP koalisyonu döneminde
12

yandaşlarına önemli olanaklar sağladığı (devlet içinde kadrolaştığı) için


belirli bir kesimi yanında tutmuştu. Ancak emanetçi olarak tuttuğu bu
kesime artık devlet olanakları ile verebileceği bir şey kalmadığı için asıl
sahiplerine dönmelerini engelleyemedi. Böylece anayasa değişikliği
oylamasında dramatik bir şekilde oyları düştü. Seçim barajını geçip
geçemeyeceği tartışmaları başladı…

Çarşaflılara rozet takmayla laçkalığını belgeleyen CHP, türban


sorununu ben çözerim, türbanlı öğrencilerin üniversitede serbestçe
okumasını ben sağlarım demeye başladı… AKP partisinin dışındaki
partiler, eşlerinin başına türban takmadan halkın önüne çıkarmayan,
uluslar arası toplantılara bile bu örtünme biçimiyle çıkaran kesimin bu
sorunu –kendi açılarından- çoktan çözmüş olduğunu görmemekte ısrar
ediyorlar. Yöneticileri CHP’ye AKP ile aynı ya da benzer görünümü
vermeye kalkışırlarsa, aynı ilkeleri savunduklarını söylerlerse, AKP’nin
sorun olarak gördüğü bazı dayatmaları Laik Türkiye Cumhuriyetinin
olmaz ise olmaz ilkeleri ile çeliştiğini göz ardı etmeye devam ederlerse,
onlara zaman içinde ancak nal toplamak düşecektir…

Ayağa kalkma zamanı gelmişti

O güne kadar birçok badire atlatmış gerçek müminlerin partisinin


kendini gösterme zamanı gelmişti. Öyle de oldu. Beklenilmeyen, bana
göre ilk defa seçime giren bir parti için ezici bir çoğunlukla, AKP, oyların
%48’ini alarak mecliste çoğunluğu ele geçirdi. Ancak büyük yetkilerle
donatılmış eskiden kalma o günün Cumhurbaşkanı, hala eski berbere
tıraş oluyordu; yani Atatürk ilkelerini ödünsüz sürdürme eğilimindeydi.
Bu öngörülen planları altüst ediyordu. Cumhurbaşkanının görev süresi
bitti; yeni bir cumhurbaşkanının seçilmesi gerekiyordu. Halkın her
13

kesiminin benimseyeceği bir cumhurbaşkanı birçok bakımdan yararlı


olacaktı. Ancak eski partisindeki yolsuzluklardan dolayı (bu partinin
başkanının yolsuzluk nedeniyle yediği hapis ve para cezası ile işlenen
suçun sabit olmasına karşın) aynı partide ikinci yetkili olarak çalışmış ve
bu nedenle yargı önünde ağır suçlama dosyası bulunan bir kişi,
üstünlüğü eli geçirmiş bu parti tarafından cumhurbaşkanlığına aday
gösterilmişti. Üstünlüğü elde tutan partinin sayısal gücü
cumhurbaşkanını tek başına seçmeye (daha doğrusu meclisi
toplamaya) yeterli değildi. 1946 yılından bu yana görevini şu ya da bu
şekilde aksatmadan yerine getiren zihniyet, en son görevini de
yapmalıydı. Beklenilen desteği verdi. MHP’nin desteği ile
cumhurbaşkanı seçildi. Böylece yıllardır planlanan ideal kadro kuruldu.

İstenilene kavuşulmuştur. Böyle bir tabloda geçmişteki eylemlerine


devam edecek tutucu-ülkücü-milliyetçi- MHP’ye yer kalmamış gibi
gözükmektedir. Çünkü en etkili güç olan tutuculuğun gerçek sahibi belli
olmuştur; hem de çok daha organize ve güçlü –dış- ilişkilere sahip
olarak. Polis teşkilatında da emanetçilerin yerini asıllarının alma zamanı
geldi; F tipinin bu teşkilata nasıl egemen olduğu bizzat bir emniyet
müdürü tarafından kitap haline getirildi. Artık emanetçinin sonu
gelmiştir. Referandum sonuçları bunu açık açık göstermektir. Ancak sis
aralandığı için, MHP de gerçeği görüyor olmalıdır. Bugüne kadar bilerek
ya da bilmeyerek bu ülkenin aydınlarının, gerçek Atatürkçülerin, laik
Türkiye’nin yoluna tıkamada araç olarak kullanılan MHP, ilk defa bu
referandum ile yıllarca sinsi sinsi taşımış olduğu safradan kurtulmuş
gözükmektedir. Gelişen olaylara bakıldığında, Türkiye’nin bugüne kadar
olmadığı kadar, Atatürk ilkelerini benimsemiş, laik cumhuriyete sahip
çıkan bir MHP’ye gereksinmesi doğmuştur. Esasında MHP teşkilatında
Atatürk ilkelerini benimsemiş kesim bunun epeyi bir zamandır bunun
14

farkına varmıştı. Ülkücülerin bu kesimi, bir zamanlar kanlı bıçaklı olduğu


ulusalcılarla, bu cümleden bir zamanlar düşman ilan ettiği Türkiye İşçi
Partisi yöneticileri ile kol kola gezmeye başladı. Ama gerçeği ve
emperyalistlerce düşürüldükleri tuzağı anlamakta çok geç kaldılar; yine
de zararın neresinden dönülürse kardır. Bundan böyle bu partinin
yapabileceği tek şey gerçek milliyetçiliğe, laik cumhuriyete, yani Atatürk
milliyetçiliğine sarılmaktır; eğer geriye böyle bir kitle kalmış ise…

Prof. Dr. Ali Demirsoy

Sayın Kardeşim

Önemli günler yaşadık, çok daha önemlilerini yaşayacağa benziyoruz.


Ancak geçmişi doğru yorumlayamazsak gelecek için de doğru tanıyı
koyamayız. Önümüzdeki günlerde yaşayacağımız ilginç gelişmelerin
kökünün 10 Kasım 1938’de çimlenmeye bırakılan ve benim de mensup
olduğum kuşağın çıkarcı, vurdumduymaz, gününü gün etmeye alışmış,
ilgisiz, bilgisiz, aymaz yapısından yararlanarak nasıl serpildiğinin
öyküsünü ve bu olumsuz gelişmelerde rol alan baş aktörleri, orta yaşlı
iseniz hatırlamak genç iseniz öğrenmek için okuyunuz derim...

Saygılarımla

You might also like