You are on page 1of 32

ORTA DOĞU TEKNİK ÜNİVERSİTESİ

AVRUPA BİRLİĞİ OFİSİ

AVRUPA BİRLİĞİ POLİTİKALARI

Adalet ve İçişleri

Balıkçılık

Bilgi Toplumu

Bilim ve Araştırma

Bölgesel Politika

Çevre

Eğitim

Ekonomik ve Parasal Birlik

Enerji

Gümrük Birliği

KOBİ´ler

Ortak Dışişleri ve Güvenlik

Rekabet

Sanayi Politikası

Sosyal Politika

Tarım

Taşımacılık Politikası

Ticaret Politikası

Tüketici Politikası

Vergilendirme

1. Adalet ve İçişleri Politikası:

Adalet ve İçişleri konusunun AB’nin Kurucu Antlaşması’nda yer alması, 10 Aralık 1991 tarihinde
imzalanan ve 1993 yılının Kasım ayında yürürlüğe giren Maastricht Antlaşması’yla gerçekleşmiştir.
AB’nin üç temel direğinden (Topluluk politikaları, Ortak Dışişleri ve Güvenlik Politikası ve Adalet ve
İçişleri Politikası) üçüncüsü olan Adalet ve İçişleri Politikası kapsamında, göç ve siyasi iltica alanlarında
üye devletler arasındaki işbirliği geliştirilmiş ve Europol isimli Avrupa Polis Ofisi’nin kurulması
yönünde karar alınmıştır. Buradaki amaç, AB’nin kişilerin serbest dolaşımı ilkesine uygun bir güvenlik
alanı haline gelmesidir. Mülteci politikası, üye ülkeler dış sınırlarının açılmasına ilişkin kurallar, göç
politikası, uyuşturucu ve hileyle mücadele, ceza hukuku ve medeni hukuk alanlarında işbirliği, gümrük
alanında işbirliği ve polisiye alanlarda işbirliği konuları, adalet ve içişleri politikası kapsamında
değerlendirilmektedir.

Türkiye’nin Uyumu:

Türkiye’nin AB tam üyeliğine adaylığının 1999 yılında Helsinki Zirvesi ile teyidi sonrasında hazırlanan
Katılım Ortaklığı Belgesi’nde adalet ve içişleri alanında, ikisi kısa vadeli olmak üzere toplam on
öncelikli konuya yer veriliyor. Buna bağlı olarak Türkiye’nin hazırlamış olduğu Ulusal Program’da,
iltica, dış sınırlar, göç, örgütlü suçlar, sahtecilik ve yolsuzluk, yasa dışı uyuşturucu ticareti, polis
işbirliği, gümrük işbirliği, medeni ve ceza hukuku alanında adli işbirliği, yasa dışı uyuşturucu ticareti ve
Schengen müktesebatına yer veriliyor.

Türkiye için hazırlanmış olan 2003 yılı İlerleme Raporu’nda, Türkiye'nin adalet ve içişleri konusundaki
AB müktesebatı ve uygulamalarıyla uyuma yönelik ilk stratejileri benimseme yolunda önemli
ilerlemeler kaydettiğine değiniliyor. Türkiye, yasadışı göç ve organize suça karşı mücadele gibi birçok
alanda AB ve üye ülkelerle işbirliğini geliştirdi. Genelde Türkiye'nin benimsediği stratejilerin
uygulamasına geçmesi ve hukuki ve kurumsal çerçevesinin uyumlaştırma çabalarını yoğunlaştırması
gerekiyor. Adalet ve içişleri alanındaki kurumlar arasındaki koordinasyon ve işbirliğinin geliştirilmesi,
yargının reformu, AB ile yasadışı göç konusunda daha fazla aktif işbirliği ve mültecilere ilişkin 1951
Cenevre Sözleşmesi üzerindeki coğrafi kısıtlamanın kaldırılması ve insan kaçakçılığı konusunda AB ile
işbirliği, daha somut adımlar atılması gereken konulardır. Türkiye'nin ayrıca, AB ile geri kabul
anlaşması görüşmelerini başlatması gerekiyor.

2003 yılı İlerleme Raporu’ndan 2004 yılı Ilerleme Raporu'na kadar olan sürede Türkiye, adalet ve
içişleri alanında kendi mevzuatının müktesebat ve AB uygulamaları ile uyumlaştırılmasında ilerleme
kaydetmeye devam etti. Türk mevzuatı, AB müktesebatıyla belli bir ölçüye kadar uyumludur.

Böyle olmakla birlikte, yargıda reform, yolsuzluğa karşı mücadele, yasadışı göç ve insan ticaretine
karşı mücadelede Avrupa Birliği ile yoğunlaştırılmış ve aktif işbirliği ve sığınmacılar konusunda 1951
Cenevre Sözleşmesine konulan coğrafi sınırlamanın kaldırılması gibi bazı önemli konularda ilerleme
kaydedilmesi gerekiyor. İlgili kurumlar arasında işbirliği ve eşgüdümü geliştirmek için yeni adımlar
atılmalıdır.
Detaylı bilgi için: http://europa.eu.int/pol/justice/index_en.htm

2. AB Ortak Balıkçılık Politikası:

Avrupa Birliği çerçevesinde, balıkçılık alanındaki ilk ortak uygulamalar, balıkçılık sahalarına girişin,
Pazar ve yapılarla ilgili konuların düzenlenmesi amacıyla 1970’li yılların başlarında gündeme geldi.
Buna göre, üye ülke balıkçılarının av sahalarına eşit haklarda girebilmelerinin önü açıldı. Üye ülkelerin,
balıkçılık yönetiminin kendi kontrollerindeki sularda en iyi şekilde yerleşmesi ve uluslararası
anlaşmalara göre haklarının korunması için ortak bir politika belirlenmesi yönünde karar alındı. Bu
çerçevede AB’nin Ortak Balıkçılık Politikası, 1983 yılında başlatıldı.

Ortak Balıkçılık Politikası’nın 1992 yılında gözden geçirilmesi sonrasında, tüm alt sektörlerde yeniden
yapılanmaya gidildi. Balıkçılık ve yetiştiricilik sektörleri için kullanılabilir tüm bütçe kaynaklarının
bütünleştirilmesini hedefleyen Balıkçılığın Yönlendirilmesi Mali Aracı (FIFG) 1993 yılında oluşturuldu.
Söz konusu mali araç ile, avlanma, pazarlama, işleme ve su kültürü sektörlerinde yapısal tedbirlerin
hayata geçirilmesi, sahil suları içerisinde korunmuş bir bölge yaratılması ve liman faaliyetlerinin
geliştirilmesi için gerekli olan fonlar kullanıma açıldı. 1993 yılıında balıkçılık sektörünün farklı dallarına
ilişkin bütçenin tamamı FIFG içinde birleştirildi. 2000-2006 dönemi için FIFG’e 3,7 milyar Euro ayrıldı.

Ortak Balıkçılık Politikası, yeniden yapılanma süreci içinde bulunuyor. 2001 yılının Mart ayında Avrupa
Komisyonu, Topluluktaki balıkçılığın durumuna ilişkin Yeşil Kitap’ı hazırladı. Yeşil Kitap’ta, mevzuat ve
Ortak Balıkçılık Politikası’nın sorunları değerlendirilerek, bunlara ilişkin reformlara yer veriliyor Buna
göre, balık stoklarının aşırı tüketildiği ve balıkların olgunlaşmadan avlandığı belirtilerek, deniz eko-
sistemlerinin korunması gerektiğinin altı çiziliyor. Ortak Balıkçılık Politikası’nın gıda güvenliği, çevre ve
kırsal bölgelerin kalkındırılması gibi alanlara daha fazla önem vermesi gerekliliği vurgulanıyor.

AB’nin yeni üyelere balıkçılık alanında yaptığı katkı SAPARD programı altında gerçekleşti. Bu program
kapsamındaki farklı önlemlerden biri de tarım ve balıkçılık ürünlerinin işlenmesi ve pazarlanmasının
geliştirilmesidir. Bu amaçla, 2000-2006 dönemi için 954 milyon Euro ayrıldı. (SAPARD bütçesinin
%26’sı)

AB’ye katılım müzakerelerini tamamlamış olan ülkeler balıkçılık alanında, kaynak kullanımı, AB ile
uyumlaştırdılar.

Türkiye’nin Ortak Balıkçılık Politikası’na Uyumu:


2003 yılı Kasım ayında açıklanmış olan İlerleme Raporu’nda, Türkiye’nin balıkçılık alanında yapması
gerekenlere değiniliyor. Rapor’da, kaynak ve filo yönetimi ile denetim ve kontrol organlarında reform
yapılması, insan kaynaklarının eğitilmesi, tesis ve donanımların geliştirilmesine yönelik çabalara hız
verilmesi gerekliliği üzerinde duruluyor.

Balıkçı tekneleri kayıtlarının modernleştirilip müktesebat ile uyumlu hale getirilmesi gerekiyor.

Piyasa politikası alanında, Türkiye’nin üretici örgütleri kurulmasına yönelik çabalarını arttırması,
balıkçılık ve kültür balıkçılığı faaliyetlerinin ruhsatlandırılması ve tescil edilmesini iyileştirmesi ve
işletmelerin, balık elden geçirme, balık piyasaları ve balık işleme konularında, Kritik Kontrol
Noktalarında Tehlike Analizi (KKNTA) sistemine uymalarının sağlanması gerekiyor. Deniz biyolojisi
verileri yanında, uyumlulaştırılmış balıkçılık istatistikleri ve piyasa bilgilerinin toplanması önemli.

Uluslararası balıkçılık anlaşmaları konusunda, Türkiye’nin Atlantik Ton Balığının Korunması İçin
Uluslararası Komisyon’a üyelik başvurusunun sonuçlanması bekleniyor.

Kısaca, Avrupa Komisyonu tarafından 5 Kasım 2003 tarihinde yayınlanan İlerleme Raporu’nda,
Türkiye’nin balıkçılık alanında sınırlı ilerleme kaydettiğinden bahsediliyor. Rapor’a gore, balıkçılık
sektöründe müktesebat ile uyuma yönelik bir strateji kabul edilmiş olmakla birlikte, özellikle kaynak
yönetimi ve denetim ile ilgili alanlarda, AB’nin balıkçılık politikasının ana unsurlarıyla önemli farklar
devam ediyor. Kurumsal konularla ilgili olarak balıkçılık için, Bakanlık bünyesinde veya onun
kontrolünde (kültür balıkçılığı dahil) sorumlulukları kapsamlı ve açıkça belirlenmiş ayrı bir müdürlük
veya ajans kurulması tavsiye ediliyor.

2004 yılı Ilerleme Raporu'na göre, gerek müktesebata genel uyum, gerekse mevcut yönetmeliklerin
uygulanması konusunda sağlanan ilerleme sınırlı gözükmektedir.

Türkiye balık stoklarının korunması, kaynak yönetimi ile üretim ve pazarlama yapılarının
modernizasyonu konusunda çabalarını artırmalıdır. İdari yapıların iyileştirilmesi ve gerekli denetim ve
kontrol kapasitelerinin güçlendirilmesi için büyük çaba sarf edilmesi gerekmektedir.

Türkiye, balıkçılık alandaki eksiklerinin giderilmesi için, Temmuz 2003 tarihinde yürürlüğe giren Ulusal
Program’da verilen öncelikler çerçevesinde çalışmalarını yürütmeye devam ediyor. Buna istinaden
gerçekleştirilen çalışmalar çerçevesinde, ilk etapta gerekli olan yasal değişikliklere yönelik bir Su
Ürünleri Kanunu Değişiklik Taslağı (Su Ürünleri Çerçeve Kanunu yerine) hazırlandı. Uyum çalışmasının
detaylandırılacağı Su Ürünleri Sektörünün Yasal ve Kurumsal Olarak AB Su Ürünleri Müktesebatına
Uyum Projesinin eşleştirme (twinning) sözleşme hazırlıkları ise devam ediyor.

Detaylı bilgi için: http://www.europa.eu.int/pol/fish/index_en.htm

3. Bilgi Toplumu:

Avrupa Birliği’nde bilgi toplumuna yönelik ilk politikalar 1980’lerin ortalarında uygulanmaya
başlanmıştır:

1984’te uygulanmaya başlayan ESPRIT Programı (Bilgi Teknolojisi), 1986’da uygulanan telematik
programlar (taşımacılık, sağlık ve uzaktan eğitim) ve RACE programı (İleri Telekomünikasyon
Teknolojileri)

1987’de ‘Yeşil Kitap’ ile uygulanmaya başlayan Telekomünikasyon’da serbestleşme politikası. Bu


politikanın bugün de geçerli olan üç ana hedefi:

1. Tekelle yönetilen Pazar segmentlerinin özelleştirilmesi

2. Avrupa telekomünikasyon sektörünün ortak kural ve kanunlarla uyumlaştırılması

3. Özelleştirilen Pazar segmentlerinde rekabet kurallarının toplu anlaşmaları ve pazarda hakim


pozisyonun kötüye kullanımını engelleyecek şekilde uygulanması.

Bilgi toplumu alanındaki en önemli politika uygulaması 1994’te AB Komisyonu’nun ‘Büyüme, Rekabet
ve İstihdam’ adlı Beyaz Kitapçığı ile başlatıldı. Bunu takiben ‘Avrupa ve Global Bilgi Toplumu’ adlı bir
rapor hazırlandı. Rapora dayanarak, Haziran 1994’te ilk AB Bilgi Toplumu Aksiyon Planı hazırlandı.
Amaç telekom hizmetleri ve altyapısının özelleştirilmesi olup bu 1998 yılında gerçekleştirildi.

Başarılı ilk uygulamalara rağmen, 1999 yılında AB bilgi toplumu politikalarının yeni bir vizyona ihtiyaç
duyduğu ortaya çıktı. Bunun üzerine Aralık 1999’da ‘eEurope – Hepimiz için Bilgi Toplumu’ başlıklı
bildiri yayınlanarak uygulamaya kondu. Avrupa Konseyi tarafından da kabul edilen bu insiyatif Mart
2000’de gelecek on yıl için stratejik hedefleri ortaya koymaktaydı: Dünyadaki en rekabetçi ve dinamik
bilgi bazlı ekonomi olmak. Bu amaca ulaşmak için de Aralık 2002’yi hedefleyen eEurope 2002 aksiyon
planı hazırlandı.

Detaylı bilgi için: http://europa.eu.int/pol/infso/index_en.htm

4. Bilim ve Araştırma Politikası:

Araştırma ve geliştirme politikalarına yapılan yatırımın sınai rekabetliliğine olan katkısından hareket
eden Avrupa Birliği, öncelikli teknoloji alanlarında araştırma faaliyetlerini koordine etme gereğini
duymuştur. Bu tür politikalar tüketiciyi koruma ve çevre politikaları açısından da önem taşımaktadır.
Çok yakın bir geçmişe kadar üye ülkeler tarafından yönetilen araştırma politikaları, münferit
çalışmalara ve kaynakların boşa harcanmasına neden olmuştur. Oldukça kompleks bir yapıya sahip
olan araştırma çalışmalarının AB çapında koordine edilmesi ve yönetilmesi daha da önemli hale
gelmiştir. Belli başlı rakip ülkeler karşısında AB’de araştırmaya ayrılan bütçe, GSMH’nın %1.8’ini
oluşturmakta olup bu ABD’de ve Japonya’da %3’tür ve bir program oluşturulmasını gerekli kılmıştır.

AB’nin bu alandaki ilk çalışması ESPRIT (Enformasyon Teknolojilerinde Avrupa Stratejik Araştırma
Programı) 1984 yılında, özellikle mikroelektronik alanındaki çalışmaları desteklemek amacıyla
uygulamaya konulmuştur.

1990’lı yıllarda artan uluslararası rekabet sonrasında AB çapında araştırma ve geliştirme


politikalarının birleştirilmesi daha da önemli hale gelmiş, Avrupa Komisyonu 18 Ocak 2000 tarihinde
‘Avrupa Araştırma Alanı’ ile ilgili ilk bilgi dökümanını yayınlamıştır.

Bilim ve Araştırma alanında Türkiye’nin Uyumu:

Türkiye için 4 Mart 1998’de uygulamaya konan Avrupa Stratejisi araştırma, bilgi teknolojisi ve
telekomunikasyon gibi alanlarda mevzuat uyumunu gerektiriyor. Türkiye’de araştırma ve bilimsel
çalışmaların büyük çoğunluğu üniversiteler tarafından ve kamu sektöründeki araştırma kurumları
tarafından yürütülüyor ve KOBİ’lerin rolü sınırlıdır. Araştırmanın GSMH içindeki payı (1997’de %0.49)
düşüktür ve 8. Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda (2001-2005) bu sayının 2005 yılı itibariyle %1.5’e çıkması
hedefleniyor.
Türkiye’de 6. Çerçeve ve 7.Çerçeve konusundaki ulusal temas noktası Tübitak'tır.

Türkiye için yayınlanan 2003 İlerleme Raporu’na göre, Türkiye'nin Altıncı Çerçeve Programı'na tam
katılımı olumlu bir gelişme ve Türkiye'nin, ulusal bilim ve teknoloji politikasını AB'nin bilim ve
teknoloji politikasıyla uyumlu kılma sürecini hızlandırmaya hazır olduğunun bir kanıtı olarak
görülebilir. Bununla birlikte, katılım sonuçlarının değerlendirmeye tabi tutulmasına ihtiyaç bulunuyor.
Genel olarak bakıldığında Türkiye'nin, gelecekteki ekonomik rekabet gücünün temellerinin atılması ve
iş alanlarının açılmasına hızla katkıda bulunulması için bilim ve araştırma alanında yapılan yatırım
miktarının artırılması gerekiyor.

2004 İlerleme Raporu’na göre ise, bilim ve araştırma alanında Türkiye’nin kapasitesi sınırlı kalıyor.
Ancak Türkiye, araştırma ve geliştirme programlarına ve faaliyetlerine katılımı artırmak için sürekli
çaba harcıyor.

Türkiye; Altıncı Çerçeve Programına başarılı ortaklığının yanı sıra Avrupa Araştırma Alanına etkin
biçimde katılımı için araştırma ile ilgili idari kapasitesini ve alt yapısını daha da güçlendirmek için çaba
göstermelidir. Türkiye’de araştırma ve geliştirme alanındaki en önemli kurumlardan biri olan TÜBİTAK
içindeki idari sorunların ve yönetim problemlerinin ele alınması gerekiyor.

Detaylı bilgi için: http://www.europa.eu.int/pol/socio/index_en.htm

5. Bölgesel Politika:

Roma Antlaşması’nın girişinde, ekonomilerin güçlendirilmesi ve değişik bölgeler arasındaki


farklılıkların azaltılmasına duyulan ihtiyaç yer alıyor. Buna istinaden, Avrupa Sosyal Fonu ve Avrupa
Tarımsal Yönlendirme ve Garanti Fonu 1958 yılında oluşturuldu. Avrupa Bölgesel Kalkınma Fonu ise
1975 yılında en yoksul bölgelere üye ülkelerin destek sağlaması amacıyla oluşturuldu. 1986 tarihli
Avrupa Tek Senedi’nde, güney ülkeler ve diğer az gelişmiş bölgeler için bir uyum politikası öngörüldü.
1989-1993 döneminde dayanışma fonları (bugünkü adıyla Yapısal Fonlar) için 68 milyar ECU’lük (1997
fiyatları ile) bir kaynak ayrıldı. 1993 yılında yürürlüğe giren Avrupa Birliği Antlaşması, uyum konusunu
ekonomik ve parasal birlik ve tek pazarın yanı sıra AB’nin temel hedefleri içine aldı. Uyum Fonu,
AB’nin en az gelişmiş bölgelerine destek amacıyla, çevre ve taşımacılık alanındaki projeler için ayrıldı.
1994-1999 dönemi içinse, Topluluk bütçesinin üçte birini oluşturan 177 milyar ECU (1999 fiyatlarıyla),
uyum politikası için tahsis edildi. Yapısal Fonların yanı sıra, Balıkçılık Yönlendirme Mali Aracı
oluşturuldu. 1997 tarihli Amsterdam Antlaşması’nda, uyumun önemi teyid edilirken, işsizliğin
azaltılması için çaba sarfedilmesi gerektiğini vurgulayan İstihdam başlığına yer verildi. 1999 yılının
Mart ayında gerçekleştirilen Berlin Avrupa Konseyi Zirvesi’nde yapısal fonların reforme edilmesi ve
Uyum Fonu’nun işleyişinin düzenlenmesi konusunda karar alındı. Söz konusu fonlara 2000-2006
döneminde her yıl için 30 milyar Euro’yu bulacak şekilde yedi yıl için toplam 213 milyar Euro kaynak
aktarılmasına onay verildi. Buna göre, 195 milyar Euro’nun Yapısal Fonlar (Avrupa Bölgesel Kalkınma
Fonu, Avrupa Sosyal Fonu, Balıkçılık Mali Yönlendirme Aracı ve Avrupa Tarımsal Garanti ve
Yönlendirme Fonu’nun Yönlendirme bölümü) için ayrılması öngörülüyor. 18 milyar Euro’nun ise
Uyum Fonu’na aktarılması planlanıyor.

Görüldüğü üzere, AB Bölgesel Politikası’nın mali araçları dört yapısal fondan oluşuyor.

Avrupa Bölgesel Kalkınma Fonu (ERDF): Birliğin bölgeleri arasındaki sosyo-ekonomik dengesizliklerin
azaltılması amaçlanıyor. Buna göre en az gelişmiş bölgelerin kalkınması için mali destek sağlanıyor.

Avrupa Sosyal Fonu (ESF): Avrupa İstihdam Stratejisi ve istihdam politikaları tüzüğüne bağlı olarak,
mali destek sağlanıyor.

Balıkçılık Yönlendirme Mali Aracı (FIFG): Bölgesel kalkınma ve ortak balıkçılık politikalarının
geliştirilmesine destek sağlanıyor.

Avrupa Tarımsal Garanti ve Yönlendirme Fonu (EAGGF): Tarım sektörünün yapısının düzenlenmesi ve
kırsal alanların kalkınmasına destek sağlıyor.

Söz konusu dört fonun yanı sıra, AB’nin en az gelişmiş olarak kabul edilen dört bölgesine yönelik
Uyum Fonu ile çevre ve ulaşım alanlarında altyapı projelerine mali destek sağlanıyor.

Yapısal fonlar kapsamında üç temel hedef bulunuyor. Bunlar;

Hedef 1: Kalkınmada geri kalmış bölgelerdeki yapısal uyum ve gelişmenin desteklenmesi. (Az gelişmiş
bölgeler AB’nin toplam nüfusunun yaklaşık %22’sini kapsıyor. Ancak, bu bölgeler toplam yapısal
harcamaların %70’ini alıyorlar.)

Hedef 2: Ekonomik ve sosyal dönüşüm içerisinde olan bölgelerin desteklenmesi yoluyla, karşılaşılan
yapısal güçlüklerin giderilmesi. (Yapısal sıkıntılar yaşayan bölgelere ekonomik ve sosyal dönüşümün
desteklenmesi amacıyla yapısal fonların %11,5’i tahsis ediliyor. AB’nin toplam nüfusunun %18’ini
kapsıyor.

Hedef 3: Öğretim, eğitim ve istihdam politikaları ile sistemlerinin modernizasyonu ve


uyumlaştırılmasının desteklenmesi. (AB genelinde Hedef 1 bölgeleri dışındaki bölgelerin
desteklenmesini öngörüyor. Yapısal fonların %12,3’ü bu amaçla ayrılıyor.)

Ayrıca, bazı sorunlara ortak çözüm bulunmasını amaçlayan Topluluk girişimleri bulunuyor. Yapısal
fonların % 5,35’i bu amaç için kullanılıyor;

Interreg III: Topluluk içindeki ortak sınır bölgelerinde, Topluluk üyesi ülkelerle, sınırları bulunan
ülkelerin sınır bölgeleri arasında ve Topluluğun kendi içindeki bölgeler arasındaki işbirliklerini sağlıyor.

Urban II: Krizde bulunan kentsel alanların ve semtlerin ıslah edilmesi amacıyla geliştirilen yenilikçi
stratejileri ve işbirliklerini destekliyor.

Leader +: Sürdürülebilir kalkınmanın yeni yerel stratejilerinin belirlenmesi amacıyla kırsal alanlardaki
sosyo-ekonomik eylem gruplarının işbirliğini destekliyor.

Equal: İstihdam pazarına girişte sorunlara neden olan eşitsizliklerin ve ayrımcılığın sebepleriyle
mücadele etmek için destek veriliyor.

Genişleyen AB’de Bölgesel Politika konusunda ise, 2000-2006 dönemi için üç değişik katılım öncesi
araç kabul edildi;

SAPARD : Tarım ve Kırsak Kalkınma için Özel Katılım Programı (yılda 520 milyon Euro)

PHARE: Kurumsal kapasite, Topluluk programlarının geliştirilmesi, bölgesel ve sosyal kalkınma ve sınai
yeniden yapılanma/KOBİ gelişimi (yılda 1,56 milyar Euro)
ISPA: Katılım öncesi yapısal politika aracı (yılda 1,04 milyar Euro) Çevre ve ulaştırma altyapısı
alanlarında mali destek sağlanıyor. Söz konusu yardımlar, geri ödenmeyen doğrudan yardımlar, geri
ödemeli yardımlar ve diğer finansman araçları şeklinde oldu.

10 yeni üye ülke 1 Mayıs 2004 tarihinden itibaren ISPA desteğini kaybedip, yerine yapısal fonlardan
destek almaya başladılar. Avrupa Komisyonu’nun yeni üye ülkelere sağlanacak Yapısal Fonlara yönelik
hazırladığı strateji çerçevesinde, AB bütçesinden aktarılacak miktar, uyum fonları ödenekleriyle
birlikte, 2004-2006 dönemi için 24 milyar Euro olarak kabul edildi.

Türkiye’nin AB Bölgesel Politikası’na Uyumu:

Avrupa Komisyonu tarafından Türkiye için en son hazırlanmış olan 2003 Yılı İlerleme Raporu’nda
Bölgesel Politika alanında yapması gereken çalışmalara değiniliyor. 2003 yılı Temmuz ayında Resmi
Gazete’de yayınlanan Ulusal Program’da ise Türkiye’nin bu alanda yapacakları belirtiliyor. İlerleme
Raporu’nda yer verilen çeşitli konular çerçevesinde, Türkiye tarafından yapılan bazı düzenlemelere
ilişkin bilgiler aşağıdadır;

Türkiye, NUTS II düzeyinde 26 bölgeyi içeren bir geçici NUTS sınıflandırması gerçekleştirerek, Avrupa
Komisyonu ile mutabakata vardı. Devlet Planlama Teşkilatı (DPT), özellikle katılım öncesi AB kalkınma
programları konusunda çalışacak yeni bir departman kurdu. Ayrıca, bölgesel politika konusunda Türk
mevzuatının müktesebat açısından durumunu sistematik olarak gözden geçirmek üzere, AB Genel
Sekreterliği’nin desteğinde, DPT ve diğer ilgili bakanlıkların temsilcilerinden oluşan bir çalışma grubu
kuruldu.

Kurumsal yapılara ilişkin olarak Türkiye’nin bölgesel politikası, DPT’nin sorumlu olduğu merkezi bir
planlama sistemi çerçevesinde yürütülüyor. Güneydoğu’da bölgesel ofisi bulunan ve Güneydoğu
Anadolu Projesi’nin (GAP) yürütülmesinden sorumlu kurum haricinde, Ankara dışında planlayıcı ve
uygulamacı bir birim bulunmuyor. GAP İdaresi’nin gelecekteki varlığı ve statüsü ise henüz net değildir.

Bölgesel politikanın uygulanması için merkezi ve bölgesel düzeyde yeterli kapasitenin kurulması
gerekiyor. İzleme ve değerlendirmenin yanı sıra mali yönetim ve kontrol için de kurumsal yapıların
oluşturulması ve faaliyete geçirilmesi gerekiyor.

2004 İlerleme Raporu’na göre, bölgesel politika alanındaki müktesebat genel olarak iç hukuka
aktarılmayı gerektirmiyor. Böyle olmakla birlikte, Türkiye'nin bölgesel politika alanında ve yapısal
araçların kullanımında AB ile kendisini uyumlaştırması için hâlâ kapsaması gereken önemli alan
bulunuyor.

Detaylı bilgi için: http://www.europa.eu.int/scadplus/leg/en/s24000.htm

6. AB’nin Çevre Politikaları:

Avrupa Birliği çevre konusunda politika üretmeye 1972 yılında eylem planlarıyla başladı. Bu dönem
içerisinde atıkların geri dönüşümü, su ve hava kirliliği ile ilgili minimum standartların oluşturulması ve
yasal zeminin oturtulması gerçekleştirildi. Ancak, yasal zeminin oluşturulması kirliliğin önlenmesini
sağlayamadığından çevre konusu özellikle Amsterdam Antlaşması’yla Topluluk programları arasına
alındı. Bu amaçla 1 Ocak 1993 tarihinde yürürlüğe giren Sürdürülebilir Çevre için Beşinci Çerçeve
Programı oluşturuldu. Sanayi, enerji, turizm, ulaştırma ve tarım gibi diğer sektörleri de kapsayan bu
programla birlikte AB’de yürütülen tüm çalışma ve programlar çevre boyutunu da gözönüne almak
zorunluluğunda bırakıldı.

2001 yılından beri uygulanmakta olan Çevre için 6. Çerçeve Programı ise 2010 yılına kadar çevre ile
ilgili Topluluk önceliklerini ortaya koyuyor. “Çevre 2010: Geleceğimiz, Tercihimiz” adı verilen
Program’da belirlenen öncelikli alanlar şöyledir:

İklim değişikliklerinin önlenmesi

Doğa ve bio-farklılıkların korunması

Çevre kirliliğinin insan sağlığına zarar vermesinin önlenmesi

Doğal kaynakların sürdürülebilir kullanımı ve atık yönetiminin geliştirilmesi

Çevre Politikaları ve Türkiye’nin AB’ye Uyumu:

Avrupa Komisyonu tarafından Türkiye için en son hazırlanmış olan 2003 Yılı İlerleme Raporu’nda
Sosyal Politika alanında yapması gereken çalışmalara değiniliyor. Türkiye ile ilgili 2003 İlerleme
Raporu’na göre, Türkiye’de AB Mevzuatının yürürlüğe girmesi ve idari kapasitenin güçlendirilmesi
amacıyla, hava kalitesi, doğanın korunması, kimyasallar, gürültü kirliliği ve nükleer güvenlik ve
radyasyondan korunma konularında bazı sınırlı ilerlemeler kaydedildi. Ancak gerek hukuki uyum,
gerekse bu bölümdeki bütün alt-başlıklarda uygulama açısından Türkiye’nin daha büyük çaba
harcamasına ihtiyaç duyuluyor. 2004 Yılı İlerleme Raporu’na göre ise bazı ilerlemelere rağmen, AB
çevre müktesebatının iç hukuka aktarılması genel olarak düşük seviyede kalıyor. Ayrıca, uygulama ve
yürütmedeki zayıflıklar hala büyük endişe kaynağıdır.

Türkiye, bu alandaki eksiklerinin giderilmesi için, Temmuz 2003 tarihinde yürürlüğe giren Ulusal
Program’da verilen öncelikler çerçevesinde çalışmalarını yürütmeye devam ediyor.

Detaylı bilgi için: http://europa.eu.int/pol/env/index_en.htm

7. Eğitim Politikası:

Eğitim AB üyesi tüm ülke hükümetlerinin en önemli gündem maddelerinden biri olmakla beraber
eğitimin yapısı tüm ülkelerde farklılıklar göstermektedir. Avrupa Birliği eğitim alanında tek bir
politikanın olmadığı ancak ülkeler arasında görüş alışverişinde bulunulduğu bir forum niteliğindedir.
Üye ülkeler eğitimin içeriği ve organizasyonu açısından özgür olup Avrupa Birliği nezdinde işbirliği
yapabilmektedirler. Avrupa Birliği’nin eğitim alanında sunduğu olanaklar:

Uluslararası eğitim, mesleki eğitim ve gençlik ortaklıkları;

Değişim programları ve yurtdışında eğitim olanakları;

Yenilikçi öğretim ve eğitim programları;

Eğitimde yeni teknolojilerin kullanılması ve diplomaların karşılıklı tanınması;

Akademisyenler ağı ve mesleki uzmanlık;

Karşılaştırma ve politika üretme amaçlı danışma platformu.


Topluluk eğitim politikası özel okullardan öğretmenlere, velilerden öğrenci ve idarecilere, üniversite
rektörlerinden mesleki kuruluşlara, uzmanlardan bakanlara her türlü alanı ve eğitim şeklini
kapsamakta ve üye devletlerin programlarını tamamlamaktadır.

Türkiye'nin AB Eğitim Politikalarına Uyumu

2003 İlerleme Raporu'na göre Türkiye, eğitim ve öğretimde bir miktar ilerleme sağladı. Bununla
birlikte rapora göre, üniversitelerin daha fazla işgücü piyasasına yönelik olmasını sağlamak için
YÖK'ün koordinasyon rolünün yeniden ele alınması gerekiyor. Türkiye, özel eğitim ihtiyacı olan
çocukların erken yaşta belirlenmesi için gerekli önlemleri almalı ve bu çocuklara okul öncesi eğitim
olanakları sağlama konusunda gerekli özeni göstermelidir. Türkiye'den, orta öğretime ilişkin
planladığı hedef ve stratejileri gözden geçirmesi ve orta öğretimin yüksek öğretim üzerindeki baskısını
hafifletmesi bekleniyor.

Ancak 2004 yılının Mayıs ayında, Türkiye'nin üç Topluluk programına (Socrates, Leonardo da Vinci ve
Youth) katılımı doğrultusundaki çalışmalar tamamlandı. Türkiye, Haziran ayının başından itibaren her
üç programa da dahil oldu. Bu çerçevede, Türk üniversitelerinden 73'ü Erasmus programına basvurdu
ve bunlardan 65'i programa kabul edilerek, Mayıs 2004'ten itibaren bu programda yeralmaya basladı.
Türk kurumları, aynı tarihte Leonardo ve Gençlik (Youth) programlarına da katılım hakkı elde ettiler.
Şu anda, çok sayıda Türk kurumu bu programlara katılmaktadır.

2004 Yılı İlerleme Raporu'na göre, Türkiye üç Topluluk Programa katılmaya devam etmelidir. Topluluk
Programlarından tam olarak yararlanabilmesini sağlamak için çalışmaların daha fazla geliştirilmesi
gerekiyor. Türkiye eğitim ve öğretim alanındaki reform çabalarına devam etmelidir. Üniversiteleri
daha fazla iş piyasalarına yönelik hale getirmek için Yüksek Öğretim Kurulunun koordinasyon rolü
yeniden gözden geçirilmelidir. Türkiye’nin ayrıca, iş piyasası ile eğitim arasındaki bağları artırması
gerekiyor.

Detaylı bilgi için: http://europa.eu.int/scadplus/leg/en/cha/c00003.htm

8. Ekonomik ve Parasal Birlik:


Ekonomik ve Parasal Birlik (EPB), üye devletler arasında tek paranın kullanımının sağlanması amacıyla
söz konusu ülkelerin ekonomik ve parasal politikalarının uyumlu hale getirilmesini hedefleyen
süreçtir. Bu nedenle, kişilerin, malların, hizmetlerin ve sermayenin serbest dolaşımı ile de yakından
ilgilidir. Söz konusu amaçları hedefleyen ortak para politikası, ekonomik politikaların yakınlaştırılması
ve başta maliye politikası olmak üzere birçok alanda uyum sağlanması gibi konular da EPB ile ilgili
konular arasında yer almaktadır.

1959 yılının Kasım ayında, “Avrupa Maliye Politikası” oluşturulması amacıyla Jean Monnet
başkanlığındaki Komite tarafından hazırlanan raporda EPB’nin ana hatları belirlenmiştir. Roma
Antlaşması, genel olarak ekonomik bütünleşme hedefini içermekle birlikte, bununla ilgili
mekanizmaların hukuki temeline yer vermemektedir. 1970’li yıllarda Topluluk bünyesinde EPB’ye
ulaşma yolunda siyasi irade beyanlarında bulunulmuş olmakla birlikte, EPB’nin temel hedef olarak
belirlenmesi ancak dönemin Komisyon Başkanı Delors tarafından oluşturulan bir Komite tarafından
hazırlanan ve 1989 yılının Haziran ayında gerçekleşen Madrid Zirvesi’nde tüm üyelerce kabul edilen
raporda söz konusu olmuştur.

1 Kasım 1993 tarihinde yürürlüğe giren Maastricht Antlaşması’nda taahhüt edilmiş olan EPB, tek
pazar kavramının tamamlayıcısı olması bakımından ön plana çıkmıştır. Bilindiği üzere, tek para
birimine geçilmesi, para dönüşümlerinin neden olduğu işlem maliyetlerinin kalkması ve ticareti ve
yatırımları aksatan döviz kuru değişimlerinin giderilmesi açısından büyük önem taşımaktadır.
Maastricht Anlaşması’nda, tek paraya uygulamasına geçiş düzenlenmiş, aynı zamanda üçüncü
aşamaya geçiş ile birlikte üye ülkelerin parasal alandaki yetkilerinin Avrupa Merkez Bankası’na
devredilmesi esası belirlenmiştir. Bu çerçevede, enflasyon, faiz oranları ve kamu maliyesiyle ilgili
ekonomik politika ilkeleri belirlenmiştir. Ayrıca, ekonomi politikalarının idaresi Avrupa Konseyi içinde
sağlanacak mutabakat çerçevesinde, nitelikli çoğunlukla alınacak bir karar ile tespit edilecek genel
ilkeler doğrultusunda üye ülkelerin denetimine bırakılmıştır. EPB, üç aşamadan oluşmuştur;

a. Birinci aşama: Üye devletler arasında sermayenin serbest dolaşımı, ekonomi politikaları arasındaki
işbirliğinin güçlendirilmesi ve Merkez Bankaları arasındaki işbirliğinin yoğunlaştırılması hedeflenmiştir.
1 Temmuz 1990 tarihinde başlamış, 31 Aralık 1993 tarihinde son bulmuştur.

b.İkinci Aşama: Fiyat istikrarı ve sağlıklı bir kamu finansmanı sağlamak amacıyla, üye devletlerin
ekonomik ve parasal politikalarının birleştirilmesini kapsayan dönemdir. 1 Ocak 1994 tarihinde
başlamış ve 1 Ocak 1999 tarihine kadar yürürlükte kalmıştır.

c.Üçüncü Aşama: 1 Ocak 1999 tarihinden bu yana yürürlükte olan süreçtir. Avrupa Merkez
Bankası’nın (AMB) kurulmasını, döviz kurlarının sabitleştirilmesini, Euro’nun hesap birimi olarak
kullanılmaya başlanmasını, Euro cinsinden devlet tahvili çıkartılmasını içermektedir. Euro cinsinden
paraların en geç 1 Ocak 2002 tarihi itibariyle dolaşıma girmesi ve Euro’ya geçişin tüm sektörler
itibariyle en geç 1 Temmuz 2002’ye kadar tamamlanmasını kapsamaktadır.

Üçüncü Aşama’nın henüz başlangıcında, 11 üye ülkenin Tek Para’ya geçiş için gerekli kriterleri yerine
getirdiği Avrupa Konseyi tarafından nitelikli çoğunlukla kabul edilmiştir. Yunanistan, 1 Ocak 2001
tarihi itibariyle Konsey’in aldığı nitelikli çoğunluk kararıyla Tek Para alanına dahil edilmiştir. İngiltere,
Danimarka ve İsveç kendi istekleri doğrultusunda Birliğin dışında kalmayı tercih etmektedir.

Türkiye'nin Ekonomik ve Parasal Politika Alanında AB'ye Uyumu:

Türkiye için hazırlanmış olan 2003 Yılı İlerleme Raporu'nda, katılım konusunda Türkiye'nin, Euro'yu bir
para birimi olarak kabul etmeksizin Ekonomik ve Parasal Birliğe iştirak edeceğinden bahsediliyor.

Türkiye, TC Merkez Bankası'na daha fazla bağımsızlık veren Merkez Bankası Kanunu'nu uygulamaya
koyuyor. Ancak, enflasyon hedefi Hükümet ile mutabakat içinde belirleniyor. Kişisel ve kurumsal
bağımsızlık konusunda, özellikle de Merkez Bankası Başkanı'nın görevden alınması ve yönetim
kurulunun görev süresi bakımından, müktesebat ile tam uyum sağlanması için değişiklikler gerekiyor.
Merkez Bankası Kanunu, kamu sektörünün Merkez Bankası tarafından doğrudan finanse edilmesini
yasaklıyor. Ancak, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu tarafından devralınan bankaların kurtarılmasında
devletin yaptığı harcamaların desteklenmesi gibi bazı istisnalar devam ediyor.

Kamu sektörünün mali kurumlara imtiyazlı erişimi bulunuyor. Bunun sebebi, sigorta şirketlerinin
yükümlülükleri cinsinden menkul kıymet tesis etmek zorunda olmaları, ancak Türkiye'de yurtiçi mali
piyasaların kamu borçlanma kağıtlarının hakimiyeti altında olması nedeni ile genelde Hazine
tarafından ihraç edilen senetleri portföylerine alabilmeleridir.

2003 yılı İlerleme Raporu'na göre, son İlerleme Raporundan bu yana Türkiye, EPB alanında
müktesebatın üstlenilmesinde gelişme kaydetmedi.

Rapor'a göre, Türkiye'nin yasal çerçevesi müktesebatla uyumlu değildir. Merkez Bankası Kanunu'nu,
enflasyon hedefinin belirlenmesi yönünden, müktesebat ile daha uyumlu hale getirmek suretiyle
Merkez Bankası'nın bağımsızlığı üzerinde özellikle durmak gerekiyor. Ayrıca, kişisel ve kurumsal
bağımsızlık konusunda, başka değişiklikler yapılması son derece önemlidir. Merkez Bankası tarafından
bütçenin doğrudan finansmanına olanak veren hükümlerin kaldırılması gerekiyor.
2004 yılı İlerleme Raporu'na göre de Türkiye’nin, genel olarak EPB müktesebatına uyumu sınırlıdır.

Detaylı bilgi için: http://europa.eu.int/scadplus/leg/en/s01000.htm

9. Enerji Politikası:

Avrupa Birliği’nin enerji politikası, kömür konusunda Avrupa Kömür Çelik Topluluğu’nu (AKÇT) kuran
Paris Antlaşması, nükleer enerji konusunda ise EURATOM Antlaşması’na dayanıyor. AET’yi kuran
Roma Antlaşması’nda da düzenlemelere gidilmiş olmasına rağmen, diğer alanlara ait herhangi bir
hüküm bulunmuyor. Bu yüzden, Nisan 1974 tarihli Konsey kararına kadar, Topluluğun enerji politikası
tam anlamıyla oluşturulamadı. 1973 tarihli OPEC krizi nedeniyle Topluluk, petrole olan bağımlılığını
azaltmak için, enerji konusunda yeni kaynaklara yönelme kararı alarak, nükleer santrallerin yapımına
başlandı. Üye ülkelerin enerji sektöründe kendilerine yeterli hale gelmelerini hedefleyen Eylül 1986
tarihli Konsey kararı ve 1988 tarihinde Komisyon’un hazırlamış olduğu Enerji İç Pazarı oluşturulmasına
dair rapor, enerji alanında daha liberal bir politika izlenmesine yol açtı.

Tek Pazar’ın kurulması sonrasında, bazı üye ülkelerin ucuz enerji kullanmalarından ortaya çıkan
sorunların giderilmesi amacıyla enerji sektörünün de Tek Pazar’a dahil edilmesine karar verilerek, bu
konudaki çalışmalara hız verildi. 1995 yılında kabul edilen ve AB enerji iç pazarı için genel ilkeleri ve
amaçları ortaya koyan “Avrupa Birliği için Bir Enerji Politikası” başlıklı Beyaz Kitap, enerji arzının
güvenliği, çevrenin korunması ve genel rekabet gücü üzerinde duruyor.

AB’de enerji arzının güvenliğini konu alan ve 2000 yılının Kasım ayında hazırlanan Yeşil Kitap
çerçevesinde, Avrupa sanayinin daha rekabetçi hale gelmesi ve çevreye zarar veren sera etkili gaz
emisyonlarının azaltılması konuları büyük önem kazandı. Söz konusu yaklaşım çerçevesinde, elektrik
ve doğalgaz konularında enerji kaynaklarının serbestleştirilmesi konusunda da çalışmalar yürütüldü.
Bu çerçevede, 2002 yılının Mart ayında Barselona’da gerçekleştirilen Avrupa Konseyi Zirvesi’nde,
elektrik ve doğalgaz alanlarında serbestleştirmenin işyerleri için 2005 yılına kadar tamamlanması
yönünde karar alındı. Bu gelişmeler sonrasında, 25 Kasım 2002 tarihinde gerçekleştirilen Enerji
Konseyi toplantısında, Fransa ve Almanya’nın da onayı alınarak enerji piyasasının rekabete açılması
konusunda karar verildi. Bu çerçevede, elektrik ve gaz piyasaları işyerleri için 1 Temmuz 2004’de, tüm
tüketiciler için ise 1 Temmuz 2007 tarihinde rekabete açılmasına onay verildi.

Türkiye’nin AB Enerji Politikası’na Uyumu:


Avrupa Komisyonu tarafından Türkiye için en son hazırlanmış olan 2003 Yılı İlerleme Raporu’nda
Taşımacılık Politikası alanında yapması gereken çalışmalara değiniliyor. 2003 yılı Temmuz ayında
Resmi Gazete’de yayınlanan Ulusal Program’da ise Türkiye’nin bu alanda yapacakları belirtiliyor.
İlerleme Raporu’nda yer verilen bazı konular çerçevesinde, Türkiye tarafından yapılan bazı
düzenlemeler belirtilmiştir.

Avrupa Komisyonu tarafından 5 Kasım 2003 tarihinde yayınlanan İlerleme Raporu’nda, Türkiye’nin
gaz piyasasının rekabete açılması dahil, iç enerji piyasasında rekabet yeteneği açısından ilerleme
kaydettiği üzerinde duruluyor. Rapor’a göre, enerji verimliliği ve yenilenebilir enerji kaynakları ile
sektörde idari kapasitenin güçlendirilmesi alanlarında ilerleme kaydedildi. Bununla birlikte, mevzuatın
uyumlulaştırılmasının tamamlanması ve etkili biçimde uygulanmasının sağlanması için, bütün
alanlarda daha çok çalışma yapılması gerekiyor. Türkiye, bu alandaki eksiklerinin giderilmesi için,
Temmuz 2003 tarihinde yürürlüğe giren Ulusal Program’da verilen öncelikler çerçevesinde
çalışmalarını yürütmeye devam ediyor.

2004 yılı İlerleme Raporu’na göre ise Türkiye, Topluluk müktesebatının kabul edilmesiyle ilgili olarak
ilerleme sağlama ve bunun etkili biçimde uygulanmasını hızlandırmaya çalışmakla birlikte, enerji
politikasının değişik alanlarındaki genel uyumu sınırlıdır ve dengeli değildir.

Detaylı bilgi için: http://europa.eu.int/pol/ener/index_en.htm

10. Gümrük Birliği:

1957 tarihli Roma Antlaşması'nda, Avrupa bütünleşmesi yolunda hedef olarak, Topluluk içinde üretim
unsurlarının (Mal, kişi, hizmet, sermaye) serbest dolaşım hakkına kavuşması öngörülüyor.

Roma Antlaşması'nın Tek Avrupa Senedi ile getirilen değişiklikler çerçevesinde düzenlenen, 8A, 8B ve
8C maddeleri iç pazarın tanımının yapıldığı ve bu pazarın kuruluşu ile ilgili ilkelerin düzenlendiği
maddelerdir. Buna göre Roma Antlaşması'nın 8A maddesinde (Tek Avrupa Senedi'nin 13. maddesi)
Topluluğun amacının iç pazarın aşamalı olarak kuruluşunun sağlanması olduğu belirtiliyor. Ayrıca, iç
pazarın 'malların, kişilerin, hizmetlerin ve sermayenin Roma Antlaşması hükümlerine uygun olarak
serbest dolaşıma kavuşturulduğu, iç sınırlardan arındırılmış bir alan' olduğu ifade ediliyor.

Bu çerçevede Gümrük Birliği, malların ülkeler arasında hiçbir gümrük vergisi ve eş etkili vergi
uygulanmaksızın serbestçe alınıp satılması ve tarafların üçüncü ülkelerden gelen ithalat için aynı
gümrük vergisini ve aynı ticaret politikasını uygulamaları anlamına geliyor. Bu nedenle, Gümrük
Birliği'ne taraf olan ülkeler üçüncü ülkelerden yaptıkları ithalatta, kendi ulusal gümrük tarifeleri yerine
ortak gümrük tarifesini uyguluyorlar.

AB içinde gümrük birliği sanayi alanlarında 1968, tarım ürünleri alanında ise 1970 yılında gerçekleşti.
Bu sayede üye devletlerin gümrük alanları, tek bir gümrük alanı haline geldi. AB üye devletleri
arasında gümrük vergileri ve eş etkili vergilerin kaldırılarak serbest dolaşımı söz konusu oldu. Üçüncü
ülkelere Ortak Gümrük Tarifesi uygulanıyor. AB'ye sonradan üye olan ülkelerin gümrük birliğine uyum
sağlamaları için bu ülkelere bir geçiş dönemi tanınıyor. Ayrıca, Ortak Gümrük alanının korunması
amacıyla, damping uygulamalarına karşı koruyucu önlemler ve menşei kuralları saptanıp, serbest
bölgelerin işleyişi düzenlenerek ve üçüncü ülkelerle ticaret müzakereleri AB organlarına bırakılıyor.

Türkiye’nin Gümrük Birliği alanında AB’ye Uyumu:

Türkiye-AB Gümrük Birliği çerçevesinde, Türkiye ve AB arasında sanayi ürünleri ticaretinde gümrük
vergileri kaldırıldı. Türkiye üçüncü ülkelere karşı Ortak Gümrük Tarifesi uygulamaya başladı. Yalnızca
1996 yılında başlayan ve 2001 yılı başına kadar süren geçiş dönemi içinde, otomobiller, ayakkabılar,
deriden mamuller ve mobilyalar gibi kısıtlı sayıdaki hassas ürünler için üçüncü ülkelere karşı Ortak
Gümrük Tarifesi'nden daha yüksek gümrük vergileri uygulandı. 2001 yılında ithalat rejiminin
yürürlüğe girmesi ile ilgili geçiş süreci sona ererek, Ortak Gümrük Tarifesi'nin tüm sanayi ürünleri için
geçerli olması sağlandı.

2004 yılı İlerleme Raporu'nun Gümrük Birliği ile ilgili bölümüne göre, bazı özel alanlardaki istisnalar
hariç olmak üzere, uyum düzeyi ileri durumdadır. Türkiye, bilgisayarlaşma dahil olmak üzere idari
kapasitesini güçlendirmeye devam etti.

Türkiye, bu alandaki mevzuatını 1999 ve sonraki yıllardaki müktesebat itibarı ile tamamlamış olsa da
henüz çözüme kavuşturulamayan bazı sorunların hala ele alınması gerekiyor. Topluluk Gümrük Kodu
ve 2001 ile 2002 yıllarında kabul edilen Gümrük Kodunun uygulama hükümleri ile serbest bölgelerde
uygulanan gümrük-dışı mevzuata uyum hala endişe konusudur. Gümrük denetimlerinde fikri mülkiyet
haklarından kaynaklanan tedbirler zayıf kalıyor ve önemli ölçüde iyileştirmeye ihtiyaç duyuluyor. Sınır
kapılarında bilgisayar sistemine geçilmesi ve AT sistemleriyle bağlantı sağlanmasına yönelik çabaların
sürdürülmesi gerekiyor.

Detaylı bilgi için: http://europa.eu.int/scadplus/leg/en/s28000.htm

11. Avrupa Birliği’nin KOBİ Politikası:


AB’nin KOBİ politikası esas olarak, Küçük İşletmeler Sanayi yılı olan 1983 yılında KOBİ’ler için ilk eylem
planının kabul edilmesi ile başladı. İkinci eylem planı 1987 yılında düzenlenirken, 1989 yılında
Komisyon bünyesinde işletme politikasından sorumlu yeni bir genel müdürlük kuruldu.

Avrupa Birliği KOBİ politikasına, 1992 yılında imzalanan Maastricht Antlaşması’nın 157. maddesinde
yer verildi. Bu madde ile sanayinin rekabet gücünün artırılması için sorumluluk AB’ye ve üye
devletlere verildi. AB’nin sanayi politikasında temel amacı, sanayinin yapısal değişime uyumunun ve
KOBİ’lerin gelişimi için gerekli olan elverişli iş ortamının sağlanması ve teknolojik araştırma ve
geliştirme alanında var olan potansiyelden daha fazla yararlanılmasıdır.

1993 yılında hazırlanan “Beyaz Kitap”ta belirtilen hedeflerin gerçekleştirilmesi amacıyla Komisyon,
KOBİ’ler ve küçük sanayi için bir çalışma programını 1994 yılında kabul etti. KOBİ’ler için Üçüncü Çok
Yıllı Program (1997-2000) ise Amsterdam Antlaşması çerçevesinde düzenlendi.

2000 yılında kabul edilen AB’nin Lizbon stratejisi çerçevesinde, bilgiye dayalı daha rekabetçi bir
ekonomi yaratılmasında KOBİ’ler önemli bir yer tutuyor. Lizbon Stratejisi’ni destekleyen AB’nin
girişimcilik politikasına istinaden Girişimler Genel Müdürlüğü “Girişimcilik Politikası için Çalışma
Programı 2000-2005” başlıklı bir rapor hazırlayarak, girişimcilik faaliyetlerinin desteklenmesi için
çeşitli tedbirler önerdi.

21 Ocak 2003 tarihinde ise Avrupa Komisyonu, KOBİ’lere yönelik politikaları içeren ve “KOBİ Paketi”
olarak adlandırılan bir paket kabul etti. Bu paket, üye ve aday ülkeler ile Avrupa Komisyonu’nun
Avrupa KOBİ Şartı’nda belirlenen ilkeleri nasıl uyguladıklarına dair değerlendirmeler bulunan dört
rapordan oluşuyor. Ayrıca, AB’nin uygulamakta olduğu KOBİ’ler politikasındaki son gelişmeler ve
gelecekte planlanan eylemlere değiniliyor.

2000-2006 döneminde yapısal fonlardan KOBİ’lere ayrılan miktar, 16 Milyar Euro’yu buluyor. Söz
konusu rakam, toplam yapısal fonların % 11’ini oluşturuyor. Ayrıca, Lizbon stratejisi çerçevesinde
AB’nin, dünyanın bilgi toplumuna dayalı rekabet ve istihdam gücü gelişmiş en büyük ekonomisi haline
gelmesini hedefliyor. Bu amaçla, AB düzeyinde geliştirilen bilim ve teknoloji alanındaki 6. Çerçeve
Programı’na KOBİ’lerin katılımına destek veriliyor. Buna göre, 2,100 milyon Euro’luk bir kaynak
KOBİ’lerin desteklenmesi için ayrıldı.

Türkiye’nin AB KOBİ Politikası’na Uyumu:


Avrupa Komisyonu tarafından Türkiye için en son hazırlanmış olan 2003 Yılı İlerleme Raporu’nda KOBİ
Politikası alanında değerlendirmelere yer verilmiştir. Avrupa Komisyonu tarafından 5 Kasım 2003
tarihinde yayınlanan İlerleme Raporu’nda, Türkiye’nin AB KOBİ politikasını izlemede bir miktar
ilerleme sağladığı ve şirket kurmak ve tescil etmek için öngörülen usüllerin basitleştirilmesinin olumlu
bir gelişme olduğundan bahsediliyor. Teknoloji geliştirme bölgeleri ve merkezleri açısından da
Türkiye’nin gayet iyi durumda olduğu belirtiliyor. Bununla birlikte, KOBİ stratejisi ve eylem planının
resmen kabul edilip uygulamaya koyulması gerekiyor. Ayrıca, KOBİ’ler için iş ortamı ve finans
olanaklarına erişimin iyileştirilmesi amacıyla ek çabalar gösterilmesi büyük önem arz ediyor. Ayrıca,
KOBİ tanımının AB’ninki ile uyumlaştırılması gerekiyor.

2004 yılında yayınlanan İlerleme Raporu’na göre, Türkiye’nin KOBİ politikası büyük ölçüde AB
girişimcilik politikasının prensip ve amaçlarıyla uyum içindedir.

Türkiye, bu alandaki eksiklerinin giderilmesi için, Temmuz 2003 tarihinde yürürlüğe giren Ulusal
Program’da verilen kısa ve orta vadeli öncelikler çerçevesinde çalışmalarını yürütmeye devam ediyor.

Detaylı bilgi için: http://europa.eu.int/pol/enter/index_en.htm

12. Ortak Dışişleri ve Güvenlik Politikası:

Roma Antlaşması’nın imzalanmasından 1970’li yıllara kadar ortak dış politika kavramı, Topluluk için
üzerinde durulan konulardan biri olmamıştır. 1970’de kabul edilen Davignon Raporu, Avrupa Siyasi
İşbirliği (ASİ) projesini başlatmıştır. 1986 tarihli Tek Avrupa Senedi, söz konusu projenin kurumsal hale
getirilmesi açısından ayrı bir önem taşımaktadır. Aralık 1991 tarihli Maastricht Antlaşması (AB’yi
kuran Antlaşma), Ortak Dışişleri ve Güvenlik Politikası’nın AB’nin dayandığı üç temel sütundan biri
olarak kabul edilmesi açısından ayrı bir önem taşımaktadır. 1999 tarihinde yürürlüğe giren
Amsterdam Antlaşması, ODGP alanındaki temel sorunların giderilmesine yönelik önemli yasal
düzenlemeler içermektedir. Ortak stratejiler, Birliği ilgilendiren belirli bir Ortak Dışişleri ve Güvenlik
Politikası konusunu içermektedir. Bakanlar Konseyi, AB Konseyi tarafından tanımlanan genel
kuralların ve ortak stratejiler çerçevesinde, ortak tutum ve ortak hareketleri tanımlamaktadır. Aralık
1999 tarihli Helsinki Zirvesi, askeri kabiliyetler bakımından ana hedefin belirlenmesi açısından ayrı bir
önem kazanmıştır. Bu çerçevede 2003 yılına kadar, tüm Petersberg görevlerini yerine getirebilecek
60,000 kişilik Acil Müdahale Gücü’nün kurulması yönünde karar alınmıştır. 2003 yılının Şubat ayında
yürürlüğe giren Nice Antlaşması çerçevesinde, BAB’ın AB içindeki rolüyle ilgili maddeler AB
Antlaşması’ndan çıkarılmış, ODGP ile ilgili özel temsilcilerin seçiminde ve anlaşmaların
onaylanmasında çoğunluk sistemi kabul edilmiş, ODGP alanında daha çok işbirliğinin başlatılmasını
herhangi bir üye devletin durdurma hakkı saklı tutulmuştur.
Türkiye'nin Ortak Dışişleri ve Güvenlik Politikasına Uyumu:

Türkiye için 2003 yılında hazırlanmış olan İlerleme Raporu'nda, Ortak Dışişleri ve Güvenlik Politikası
alanında Türkiye'nin AB'ye uyumu değerlendirilmektedir. Rapora göre, Türkiye’nin bir NATO üyesi
olarak, AB üyesi olmayan Avrupalı müttefiklerin AB liderliğinde yürütülen operasyonlara NATO
olanaklarını kullanarak katılmalarına onay vermesi, Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası’nın başarılı
bir şekilde uygulamaya konulmasına katkıda bulunmuştur.

2003 yılı İlerleme Raporu'na göre, Türkiye’nin dış politikası Avrupa Birliği’nin dış politikasıyla uyumlu
konumunu sürdürmüştür. Türkiye, kendi dış politikasının AB’nin gelişen dış ve güvenlik politikası ile
uyumlu kalmasını sağlamak ve gerekli idari yapıyı geliştirmeyi tamamlamak için daha fazla çaba
göstermelidir. Türkiye’nin özellikle kendi ulusal politikalarının ve uygulamalarının AB’nin ortak
tutumları ile uyumlu olmasını sağlaması, bu tutumları uluslararası ortamlarda savunması ve tüm
yaptırımların ve kısıtlayıcı tedbirlerin tamamen uygulanmasını temin etmesi gerekmektedir. Türkiye
ayrıca kendi bölgesinde, yani Balkanlar, Kafkaslar, Doğu Akdeniz ve Orta Doğu’da istikrar ve güvenliği
geliştirmeye devam etmelidir. Bu bağlamda komşularıyla ilişkilerini sürekli olarak geliştirmesi büyük
önem taşımaktadır. Türkiye ayrıca Irak’ın istikrara kavuşmasında önemli bir rol oynayabilir.

2004 yılı İlerleme Raporu'na göre, Türkiye’nin dış politikası büyük ölçüde, Avrupa Birliği’nin dış
politikasıyla aynı çizgide yer almaya devam etti.

Detaylı bilgi için: http://www.europa.eu.int/pol/cfsp/index_en.htm

13. Ortak Rekabet Politikası:

AB Rekabet Politikası, Avrupa Topluluğu’nu kuran Roma Antlaşması’nda da yer verildiği üzere, üye
ülkelerin serbest rekabetin olduğu açık piyasa ekonomi ilkesine uygun olarak yürütülecek bir ekonomi
politikasını kabul edecekleri ilkesi üzerine kuruldu. Bu çerçevede, Birlik içinde rekabetin korunması ve
geliştirilmesi hedefleniyor.

AB içindeki rekabet kuralları, piyasa ekonomisini işleten, rekabetin hukuka aykırı olarak
sınıflandırılmasına izin vermeyen, rekabeti kuran ve koruyan hukuk kurallarıdır. Bu çerçevede, Birliğin
kurumlarıyla iyi bir biçimde işleyebilmesi ve üye ülkeler arasındaki hukuksal uygulamaların
uyumlaştırılması hedefleniyor. AB rekabet politikası esas olarak, Birliğin AT Anlaşması’nın 81’den 90’a
kadar olan maddelerine dayanıyor.
Türkiye’nin Avrupa Birliği Rekabet Politikası’na Uyumu:

Avrupa Komisyonu tarafından Türkiye için en son hazırlanmış olan 2003 Yılı İlerleme Raporu’nda
Rekabet Politikası alanında yapması gereken çalışmalara değiniliyor. Avrupa Komisyonu tarafından 5
Kasım 2003 tarihinde yayınlanan İlerleme Raporu’nda, anti-tröst alanında bir miktar gelişme
sağlandığı belirtiliyor. Rapora göre, anti-tröst kuralları sahasında müktesebatla ve Gümrük Birliğini
kuran Ortaklık Konseyi kararından ileri gelen yükümlülüklerle uyumlaşma yüksek düzeydedir. Ancak,
grup muafiyetlerinde ve devlet tekelleri ile inhisari ve özel haklara sahip şirketlerin intibakı
konusunda uyuma yönelik ilave çabalar gereklidir. Türkiye, hızla, devlet yardımlarının izlenmesi ile
ilgili mevzuat kabul etmeli ve bir devlet yardımları izleme otoritesi kurmalıdır.

2004 yılında yayınlanan İlerleme Raporu’na göre ise, anti-tröst kuralları alanında müktesebat uyumu
oldukça ileri seviyededir. Ancak, devlet yardımları çerçeve kanunu kabul edilmedi ve bu nedenle AT
Antlaşmasının devlet yardımlarının kontrolüne ilişkin kurallarına uyum söz konusu değildir.

Devlet tekelleri ve özel ve münhasır haklara sahip teşebbüsler konusunda uyum için büyük çaba
gerekiyor. Bütün rekabet kurallarının etkin bir biçimde uygulanması temin edilmeli ve Rekabet
Kurumunun ekonomi politikalarının oluşturulma sürecindeki rolü önemli ölçüde güçlendirilmelidir.
Türkiye, acilen, AT devlet yardımları kuralları ile uyumlu bir devlet yardımları izleme mevzuatı kabul
etmeli ve işlevsel olarak bağımsız bir devlet yardımları izleme otoritesi kurmalıdır.

Türkiye bu alandaki eksiklerinin giderilmesi için, Temmuz 2003 tarihinde yürürlüğe giren Ulusal
Program’da verilen öncelikler çerçevesinde çalışmalarını yürütmeye devam ediyor.

Detaylı bilgi için: http://europa.eu.int/pol/comp/index_en.htm

14. Sanayi Politikası:

Avrupa Birliği sanayi politikasında, Avrupa Komisyonu’nun 1970 tarihli “AB Sanayi Poliikası” başlıklı
Memorandum önemli bir yer tutuyor. Bakanlar Konseyi’nin 1973 yılında kabul ettiği ilk eylem
programı, Topluluk içi ticaretin önündeki engellerin kaldırılması, şirketler hukuku gibi yatay
önlemlerin yanında, havacılık, enformatik, gemi sanayilerini kapsayan sektörel önlemleri de içine
alıyor.
Avrupa Birliği, 1992 yılında imzalanan Maastricht Antlaşması’nın 157. maddesinde sanayi politikasına
yer verdi. 2000 yılına kadar AB sanayi politikası ve KOBİ politikası, bürokrasinin iki farklı birimi
tarafından yürütülen iki ayrı politika olarak kabul gördü. Avrupa Komisyonu’nun yeniden yapılanması
çerçevesinde, Ocak 2000 tarihinde Komisyon bünyesinde Girişimler Genel Müdürlüğü (DG) kurularak,
Sanayi ve KOBİ Genel Müdürlükleri ile Bilgi Toplumu Genel Müdürlüğü’nün yenilikçilik alanındaki
faaliyetleri bu yeni Genel Müdürlük tarafından yürütülmeye başlandı.

Mart 2000 tarihinde gerçekleştirilen Lizbon Avrupa Konseyi’nde, sürdürülebilecek şekilde yüksek
seviyede istihdam ve yaşam koşulları sağlanmasının önemi vurgulandı. Bunun için de, AB imalat
sanayinin rekabet gücünün geliştirilmesi ve devamlılığının sağlanması büyük önem taşıyor.

Avrupa Birliği, 2001-2005 dönemini kapsayan İşletmeler ve Girişimcilik Çok Yıllı Programı’nı
2000/819/EC sayılı Konsey Kararı ile kabul etti.

Sanayi politikasına ilişkin konular, İç Pazar ve Araştırma Konsey Toplantısı ile Sanayi Konseyi
Toplantısı’nda yılda dört kez ele alınıyor. Bu alanda gerçekleştirilecek faaliyetlerin belirlenmesi için
Bakanlar Konseyi ve üye ülkelerin kararı gerekiyor. Şubat 2003 tarihinde yürürlüğe giren Nice
Antlaşması ile bu alandaki kararların nitelikli oy çokluğu ile alınması mümkün oldu.

Türkiye’nin AB Sanayi Politikası’na Uyumu:

Avrupa Komisyonu tarafından Türkiye için en son hazırlanmış olan 2003 Yılı İlerleme Raporu’nda
Sanayi Politikası alanında değerlendirmelere yer veriliyor.Avrupa Komisyonu tarafından 5 Kasım 2003
tarihinde yayınlanan İlerleme Raporu’nda, Türkiye’nin kamu sektörü reformunda belli bir ilerleme
sağladığı ve yeni bir doğrudan yabancı yatırım kanunu çıkardığından bahsediliyor. Bununla birlikte,
özelleştirme dahil, devlet işletmelerinin ve çelik sanayinin yeniden yapılandırılması için yeni çabaların
gerektiği üzerinde duruluyor.

2004 yılında yayınlanan İlerleme Raporu’na göre Türkiye'nin AB sanayi politikası prensipleriyle belirli
bir uyumu bulunuyor.

Detaylı bilgi için: http://www.europa.eu.int/comm/enterprise/index_en.htm

15. Sosyal Politika:


AB’nin Sosyal Politikası, üye ülkelerdeki çalışanların yaşam ve çalışma koşullarının iyileştirilmesi, işçi
ve işveren kesimleri arasında diyaloğun sağlanması ve üye ülkelerin sosyal politikaları arasında uyum
sağlanması amacıyla kuruldu. Birlik, sosyal alanda üye devletlere belirli bir modeli uygulama
zorunluluğu getirmiyor. Bu çerçevede üye devletler, kendi yapılarına uygun sistemi seçmekte
serbesttirler. Bununla birlikte, ulusal sistem içinde yer alması gereken belirli sosyal standartlar
bulunuyor.

Türkiye’nin Avrupa Birliği Sosyal Politikası’na Uyumu:

Avrupa Komisyonu tarafından Türkiye için en son hazırlanmış olan 2003 Yılı İlerleme Raporu’nda
Sosyal Politika alanında yapması gereken çalışmalara değiniliyor. Avrupa Komisyonu tarafından 5
Kasım 2003 tarihinde yayınlanan İlerleme Raporu’nda, Türkiye’nin Sosyal Politika ve İstihdam
alanında bazı ilerlemeler kaydetmiş olmakla birlikte, özellikle sosyal diyalog, sosyal koruma ve sosyal
katılımın geliştirilmesi ile ilgili yapması gerekenler olduğuna değiniliyor. Rapor’da ayrıca, yeni çalışma
yasasının uygulanmasının sağlanması, sosyal katılımın geliştirilmesi, Avrupa İstihdam Stratejisi’ne
uygun bir ulusal istihdam stratejisinin oluşturulması konularının altı çiziliyor.

2004 yılı İlerleme Raporu’na göre ise, Türkiye’nin mevzuatını AB müktesebatıyla uyumlaştırma süreci
olumlu bir şekilde başlamakla birlikte, henüz tamamlanmadı. Gerek mevzuat, gerek idari bakımdan
daha fazla çabaya ihtiyaç bulunuyor.

Türkiye, özellikle iş hukuku, cinsiyet eşitliği, ayrımcılıkla mücadele, sosyal diyalog ve sosyal koruma
konularındaki çabalarını yoğunlaştırmalıdır. AB ortalamasının altında bulunan nüfusun sağlık
durumunun iyileştirilmesi ve sağlığa ayrılan mali kaynakların artırılması gerekiyor. Türkiye, Avrupa
İstihdam Stratejisi ile uyumlu bir ulusal istihdam stratejisi geliştirmeye yönelik çabalarını sürdürmeli
ve sosyal içermenin teşvik edilmesi bir öncelik olarak kabul edilmelidir. Her şeyden önce, bu başlık
altında Türkiye için temel zorluk, müktesebatın tam anlamıyla uygulamaya geçirilmesi ve
yürütülmesiyle ilgilidir. Türkiye çabalarını bu alana öncelikli olarak yoğunlaştırmalıdır. İdari
kapasitenin güçlendirilmesine devam edilmelidir.

Türkiye ise bu alandaki eksiklerinin giderilmesi için, Temmuz 2003 tarihinde yürürlüğe giren Ulusal
Program’da verilen öncelikler çerçevesinde çalışmalarını yürütmeye devam ediyor.

Detaylı bilgi için: http://www.europa.eu.int/pol/socio/index_en.htm


16. Ortak Tarım Politikası:

Avrupa Birliği üyesi ülkelerin tarım politikalarının gerek ekonomik gerek siyasi anlamda ortak bir
çerçevede yönetilmesi esasına dayanan Ortak Tarım Politikası (OTP), AB'nin ilk ortak politikası
olmakla birlikte, halihazırda Birlik bütçesinin yarısını oluşturması bakımından AB'nin en önemli
politikalarından biridir.

Ortak Tarım Politikası'nın karar alma sürecinde Birlik, üye devletler üzerinde diğer politikalarda
olmadığı kadar yetki sahibidir. Bu çerçevede OTP'nin fiyat ve pazar mekanizmalarının belirlenmesi
tümüyle Birliğin yetkisindedir. Karar alma sürecinde Komisyon yasa taslaklarını hazırlamanın yanı sıra,
piyasaların denetlenmesi ve gerektiğinde değişiklik yapılmasından sorumludur. Konsey, Komisyon'un
kendisine ilettiği yasa tasarıları üzerine karar almadan önce Parlamento'ya danışmaktadır. OTP'ye
ilişkin zorunlu harcamaların miktar ve içeriğinin belirlenmesinde ise son söz Konsey'e aittir.

OTP, üç temel ilkeye dayanıyor: Tek Pazar ilkesi, üye ülkelerde tarım ürünlerinin serbest dolaşımını
engelleyen tüm kısıtlamaların kaldırılarak bir Tek Pazar oluşturulmasını öngörüyor. Topluluk tercihi
ilkesi, Birlik içinde üretilen ürünlere öncelik tanınmasını amaçlıyor, bunun için AB tarım ürünlerinin
ithalata karşı korunmasını, ihracatının ise sübvanse edilmesini gerektiriyor. Ortak mali sorumluluk
ilkesi, OTP'ye ilişkin tüm harcamaların Birlik üyeleri tarafından ortaklaşa üstlenilmesini amaçlıyor.

OTP’nin başlangıcından beri Birlik, üreticilerinin gelir düzeyini iki ana mekanizma yoluyla
desteklemeyi amaçladı. Bunlar, çiftçinin eline geçmesi hedeflenen fiyatın altında kalmayacak şekilde
ithal ürünlere gümrük vergisi ve diğer eş etkili vergiler uygulamak ve piyasa fiyatlarının kabul edilen
asgari fiyatın veya müdahale fiyatının altına düşmesi sorunu oluştuğunda arz fazlasını satın almaktır.
Söz konusu iç pazar desteğinin Birlik dışından yapılacak düşük fiyatlı ithalat yoluyla zarara
uğratılmasının engellenmesi amacıyla ithalatta vergi sistemi Birlik tarafından uygulandı. Bunun
sonucu olarak, Birlik dışından yapılan tarım ürünleri ithalatında ürünlerin eşik fiyat altında girmesini
önlemek için değişken nitelikli vergiler ve asgari ithalat fiyatı belirlendi. 1995 yılının Temmuz ayında
yürürlüğe giren Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) Tarım Anlaşması, eşik fiyat uygulamasına son verirken,
değişken nitelikli vergileri tarifelere dönüştürdü.

Ortak Tarım Politikası Reformları:

Ortak Tarım Politikası’nda yapılan reformlar devam etmekte olan bir süreçtir. Buna göre son yıllarda
yapılan reform çalışmaları çerçevesinde, AB Komisyonu, 9 Temmuz 2002 tarihinde OTP’nin gözden
geçirilmesine ilişkin bir tebliği kabul etti.Tebliğ’e göre;
Çiftçilerin çevre, gıda güvenliği ve kalitesi ile hayvan gelişimine ilişkin gerçekleştirdikleri hizmetleri
temel alarak gelir desteği alması,

Çiftçilerin ürünlerinin tüketicilere ve piyasaya yöneltilmesine destek olmak amacıyla ek fonlar


oluşturulması,

Tarımsal gelirin istikrarı ve desteklenmesinin güvence altına alınması,

İdari işlemlerin hafifletilerek, çiftçilerin çalışmalarına yoğunlaşmaları yönünde desteklenmesi,

Çiftçilere gelişmekte olan piyasalardan yararlanma imkanı sağlanması,

Tarımın tüketiciler tarafından talep edilen ürün ve hizmetlere yönlendirilmesi,

Gıda güvenliği ve kalitesi ile hayvan gelişimi konularının OTP ile bütünleştirilmesi

Doğal değeri yüksek olan geleneksel üretim sistemlerinin daha çok desteklenmesi

Gelişmekte olan ülkelere imkanlar sunan, uluslararası ticarete yönelik modern bir tarım politikası ile
tarım ürünleri ticaretine ilişkin uluslararası müzakerelerde daha fazla söz sahibi olunmasına yönelik
hedefler vurgulandı.

Türkiye’nin AB Ortak Tarım Politikası’na Uyumu:

Türkiye'nin toplam nüfusunun yaklaşık üçte biri tarım sektöründe faaliyet göstermekte iken,
38,883,000 hektar alanı tarım faaliyetlerinde kullanılıyor. AB 15' in ise tarım sektöründe faaliyet
gösteren ortalama nüfusu % 4,0 olmakla birlikte 128,305,000 hektar alanı tarım sektöründe
kullanılıyor. Üretim açığı ve kalite ve maliyet sorunları olan Türk tarımının verimliliği sınırlıdır. Çevre,
kırsal kalkınma, işlevsellik temel özelliklerini taşıyan ve sürekli reforma tabi tutulan bir tarımsal yapıya
uyum sağlaması için Türkiye'nin büyük ölçüde çaba sarfetmesi gerekiyor.
Avrupa Komisyonu'nun Türkiye'deki tarım sektörünün durumuna ilişkin 2003 yılının Kasım ayında
hazırladığı raporda, sektöre ilişkin gelişmeler analiz ediliyor. Buna göre, Türkiye'deki ortalama çiftlik
ölçeği Avrupa'dakilere göre çok daha küçüktür. Tarımsal arazilerin yapısı incelendiğinde, 5 hektara
kadar olan küçük ölçekli işletmelerin toplam işletmelerin % 65'ini oluşturduğu görülüyor. İşletmelerin
% 94'ünün ise 20 hektardan daha düşük bir büyüklüğe sahip olduğu izleniyor. Düşük üretim, yüksek
gizli işsizlik ve düşük rekabet gücü gibi özelliklerle karakterize edilen geçimlik ve yarı geçimlik tarım,
Bulgaristan ve Romanya da dahil, 25 üyeli AB'deki bir çok bölgede olduğu gibi Türk tarım sektörünün
de karakteristik özelliklerini oluşturuyor. Buna rağmen bu tip tarım, kırsal nüfusun büyük çoğunluğu
için geçim kaynağını oluşturuyor. Buna paralel olarak belirli alanlarda gücü fazla olan piyasaya yönelik
tarım da mevcut. Bu çerçevede, kamusal destek kaynakları ve tarımsal politikaların doğru
yönlendirilmesi son derece önemlidir.

2003 yılı Kasım ayında açıklanmış olan İlerleme Raporu'nda da Türkiye'de tarım sektörünün durumu
değerlendiriliyor. Buna göre, 2001 yılında Türkiye'de tarım, gayri safi katma değerin %12,1'ini, 2002
yılında ise %11,5'ini oluşturdu. 2002 yılında, Türk işgücünün %33,2 'si tarım sektöründe çalıştı. 2002
yılında, Türkiye'nin AB'ye ihracatı bir miktar azaldı. 2001'de 2,192 milyar Euro iken, 2002 yılında 1,992
milyar Euro tutarına indi. Topluluktan yaptığı ithalat ise, 773 milyon Euro düzeyinden 941 milyon Euro
tutarına çıktı. AB ithalatında en başta gelen ürünler bir önceki yıla göre azalmış da olsa meyveler,
kabuklu yemişler, işlenmiş sebze ve meyveler oldu. AB gıda ihracatında ise en en fazla artış gösteren
ürünler, hububat, yağlı tohumlar ve süt ürünleri oldu. Türk hükümeti, çiftçilere doğrudan gelir
ödemeleri, bazı tarımsal ve işlenmiş tarımsal ürünler için ihracat geri ödemeleri, kredi
sübvansiyonlarının kademeli olarak kaldırılması ve tütün, çay ve fındık için alternatif ürün programı
niteliğini taşıyan 2000 yılında kabul edilen tarım politikasını uygulamaya devam etti.

İlerleme Raporu'na göre, çiftçilere doğrudan ödemeler, arazi ve çiftçilerin kayıt altına alınması,
büyükbaş hayvanların tanımlanması ve kayıt altına alınması ile ilgili olarak sürdürülen çabaların
devam ettirilmesi gerekiyor. Tarımsal ve kırsal sektörlerin yeniden yapılandırılması ve
modernleştirilmesine yönelik kırsal kalkınma stratejisinin oluşturulması gerekiyor. Hayvan ve bitki
sağlığı alanlarının belirli kesimlerinde, özellikle de hayvan hastalıklarının kontrol edilmesi, büyükbaş
hayvanların tanımlanması ve kayıt altına alınması ve patatesle ilgili zararlı organizmalar bakımından
ilerleme kaydedilmesine rağmen, daha fazla çaba sarfedilmesi son derece önemli. Ayrıca idari
kapasitenin artırılması, kontrol ve denetim sistemlerinin geliştirilmesi ve tarımsal gıda işletmelerinin
yenilenmesine yönelik çaba gösterilmesi gerekiyor.

Helsinki Zirvesi'nden bu yana 43. kez gerçekleştirilen Mayıs 2004 tarihli AB-Türkiye Ortaklık Konseyi
toplantısında tarım ürünleri ticaretine ilişkin değerlendirmeler bulunuyor. Buna göre, 1/98 sayılı
Ortaklık Konseyi kararına atıfta bulunularak, Türkiye'nin AB'den canlı sığır ve sığır etine ithal izni
vermeyişi belirtiliyor. Bu çerçevede, sığır eti ve diğer hayvansal ürünleri etkileyen ithalat yasağının
hızla kaldırılması gerekliliği üzerinde duruluyor.
2004 yılı İlerleme Raporu'na göre ise, tarım başlığındaki müktesebata genel uyum sınırlıdır.

Tarım sektörünün başlıca önceliği, bir kırsal kalkınma stratejisinin uygulanmasıdır. Hayvan sağlığı,
bitki sağlığı ve gıda konularında, müktesebatın aktarılması ve uygulanması, tam uyumu sağlamak için
önemli ölçüde çabayı gerekli kılıyor. Hayvan hastalıklarının ortadan kaldırılması ile kontrol
sistemlerinin güçlendirilmesi ve iyileştirilmesi için bir stratejinin oluşturulmasına özel önem
verilmelidir.

Türkiye tarafından, Temmuz 2003 tarihinde hazırlanarak yürürlüğe giren Ulusal Program'da tarım
alanında yer verilen öncelikler de bulunuyor. Buna göre, yatay konulara ilişkin düzenlemelere uyum,
veteriner mevzuatına uyum, bitki sağlığı mevzuatına uyum ve gerekli kurumsal kapasitenin
oluşturulması, ulusal kırsal kalkınma ve ormancılık stratejisinin oluşturulması, gıda güvenliği ve
kontrolü, ortak piyasa düzenlerinin oluşturulması ve uygulanmasına ilişkin düzenlemelerin
gerçekleştirilmesi ile tarım piyasalarının daha etkin izlenmesi, söz konusu öncelikleri oluşturuyor.
Ulusal Program'daki bu öncelikler çerçevesinde, AB Ortak Tarım politikasına uyuma yönelik çalışmalar
yürütülüyor.

Detaylı bilgi için: http://europa.eu.int/pol/agr/index_en.htm

17. Ortak Taşımacılık Politikası:

AB’de sosyal uyumun sağlanmasının ve ekonomik açıdan kalkınma için büyük önem taşıyan ortak bir
taşımacılık politikasına dair genel esaslar, Roma Antlaşması’nın 74 ve 84. maddeleri arasında veriliyor.
Avrupa Komisyonu’nun 1985 yılında yayınladığı Beyaz Kitap çerçevesinde, taşımacılık alanında
uyumlaştırma ve serbestleştirme çabalarına hız verildi. 1992 tarihli Maastricht Antlaşması ile,
taşımacılık politikasının siyasi, kurumsal ve mali esasları geliştirildi. Ayrıca, Trans-Avrupa Taşımacılık
Ağı oluşturuldu.

Avrupa Komisyonu’nun 1992 yılında yayınladığı diğer Beyaz Kitap ile, AB’nin ortak taşımacılık
politikası, sürdürülebilir hareketliliğe dayalı, bütünleştirilmiş bir politika olarak ele alınmaya başlandı.
Haziran 1995’te yine Avrupa Komisyonu tarafından hazırlanan “Ortak Taşımacılık Politikası: 1995-
2000 dönemi için Eylem Planı” kabul edildi. Bunu, Aralık 1995 tarihinde yayınlanan “Taşımacılıkta adil
ve etkin fiyatlandırma” adlı Yeşil Kitap ve Aralık 1998’de yayınlanan ve 2000-2004 dönemini kapsayan
başka bir bildiri takip etti. Yine Komisyon tarafından Eylül 2001’de hazırlanan “2010 yılı için Ortak
Taşımacılık Politikası; Karar verme zamanı” başlıklı Beyaz Kitap, bu alanda yapılan bir başka önemli
çalışma oldu. Burada, 2010 yılına kadar modern, sürüdürülebilir bir ulaştırma sisteminin
oluşturulması için ekonomik kalkınma ile toplumun kalite ve güvenlik talepleri arasında bir denge
kurulması amaçlandı.

Türkiye’nin AB Taşımacılık Politikası’na Uyumu:

Avrupa Komisyonu tarafından Türkiye için en son hazırlanmış olan 2003 Yılı İlerleme Raporu’nda
Taşımacılık Politikası alanında yapması gereken çalışmalara değiniliyor. 2003 yılı Temmuz ayında
Resmi Gazete’de yayınlanan Ulusal Program’da ise Türkiye’nin bu alanda yapacakları belirtiliyor.
İlerleme Raporu’nda yer verilen bazı konular çerçevesinde, Türkiye tarafından yapılan bazı
düzenlemelere ilişkin bilgiler verilmektedir. Kısaca, 2003 yılında yayınlanan İlerleme Raporu’nda
Türkiye’nin taşımacılık müktesebatının aktarılmasında sınırlı gelişme kaydettiği üzerinde duruluyor.
2004 yılında yayınlanan ise, Türk mevzuatının Topluluk ulaştırma müktesebatı ile uyumunun sınırlı
olduğundan bahsediliyor.

Çabalar, müktesebatın daha fazla aktarılması ile daha iyi uygulanmasına ve yürütülmesine yönelik
kapsamlı alt-sektörel eylem planlarının geliştirilmesine yoğunlaşmıştır.

Detaylı bilgi için: http://europa.eu.int/pol/trans/index_en.htm

18. Ortak Ticaret Politikası:

Avrupa Birliği’nin ortak ticaret politikası, Avrupa Topluluğu’nu Kuran Antlaşma’nın 23. maddesinde
yer alıyor. Söz konusu madde Topluluğun, tüm malların serbestçe dolaştığı bir Gümrük Birliği’ne
dayandığını vurguluyor. Gümrük Birliği ise, üye ülkeler arasında ithalat ve ihracat gümrük vergileri ile
eş etkili diğer vergileri içine aldığı gibi üçüncü ülkelere karşı ortak gümrük tarifesi uygulamayı da
içeriyor. Bu çerçevede, malların serbest dolaşımını amaçlayan Gümrük Birliği, üye ülkelerin arasındaki
gümrüklerin kaldırılması ve üçüncü ülkelere karşı Ortak Gümrük Tarifesi uygulanmasının yanı sıra,
ticaret ve rekabet politikası alanlarında da uyumu gerektiriyor.

Ortak Ticaret Politikası genel olarak, AB’nin ekonomik bütünleşme sürecinin devamı için ihtiyaç
duyulan, iç pazar hedefi doğrultusunda üye ülkelerin dış ticaret politikalarını ortak kurallar
çerçevesinde belirlemesiyle oluşmuş düzenlemeler bütünüdür. AT’yi Kuran Antlaşma’nın 133.
maddesinde, Ortak Ticaret Politikası’nın, tarife oranlarındaki değişiklikler, tarife ve ticaret
anlaşmaları, liberalizasyon önlemlerinde uyum sağlanması, damping ve sübvansiyona karşı ticaretin
korunması ve ihracat politikası hakkında ortak kurallardan oluşacağı belirtiliyor.
Türkiye’nin Ortak Ticaret Politikası’na Uyumu:

Malların serbest dolaşımı, AB müktesebatının temel konularından bir tanesini oluşturuyor. Türkiye, 1
Ocak 1996 tarihinden itibaren Gümrük Birliği çerçevesinde, AB’ye karşı tüm sanayi mallarındaki
gümrük vergilerini, kotaları ve eş etkili önlemleri sıfırlamaya başladı. Malların serbest dolaşımı
açısından önemli olan teknik mevzuatın uyumlaştırılması konusunda da, 2/97 sayılı Ortaklık Konseyi
kararı ile AB’nin teknik mevzuatının üstlenilmesi kabul edildi. Malların Serbest Dolaşımı alanındaki
teknik mevzuat sayısı 591 olmakla birlikte, Türkiye’nin uyum sağladığı direktif sayısı yaklaşık 200
kadardır.

2003 yılı Kasım ayında açıklanmış olan İlerleme Raporu’nda, Türkiye’nin AB’nin malların serbest
dolaşımı, gümrük birliği ve dış ilişkiler politikalarına uyum sağlaması için yapması gerekenlere
değiniliyor. 2004 yılında açıklanmış olan İlerleme Raporu’nda da, Türkiye’nin AB’nin malların serbest
dolaşımı, gümrük birliği ve dış ilişkiler politikalarına uyum sağlaması için yapması gerekenlere
değiniliyor.

Detaylı bilgi için: http://www.europa.eu.int/pol/comm/index_en.htm

19. Tüketici Politikası:

AB vatandaşlarının yaşam kalitesinin sürekli olarak yükseltilmesini hedefleyen tüketici politikası, AB


Kurucu Antlaşması’nda yer almıyor. Birlik bünyesinde tüketici politikasının gündeme gelmesi, 1972
yılında Paris Zirvesi’nde oldu. Tüketici politikasına ilişkin ilk faaliyet programı bu Zirve’de kabul edildi.
Bu çerçevede, Topluluk mevzuatının esasını oluşturacak 5 temel hak oluşturuldu. Bunlar, tüketicinin

Sağlık ve güvenliğinin korunması;

Ekonomik çıkarların korunması;

Aldığı kusurlu ürünün düzeltilmesi;

Bilgilendirilmesi ve eğitimi;
Temsil edilmesidir.

AB içinde tüketici politikası, 1986 yılında Avrupa Tek Senedi’nin imzalanmasından sonra işlerlik
kazandı. 1992 tarihli Maastricht Antlaşması’nın 129a maddesinde tüketici politikasına yer verildi.
1997 tarihli Amsterdam Antlaşması’nda da bu konuya yer verilerek, AT’yi Kuran Antlaşma’nın
tüketicinin güvenliğine ilişkin 153. maddesi oluşturuldu. Söz konusu madde çerçevesinde Birlik,
tüketicinin çıkarlarını desteklemek ve yüksek seviyeli bir tüketici koruması temin etmeyi amaçlıyor.
Aynı maddeye dayanarak Birlik, bugün yürürlükte olan pek çok direktif ile tüketici politikasını
şekillendiriyor.

Türkiye’nin AB Tüketici Politikası’na Uyumu:

2003 yılı Kasım ayında açıklanmış olan İlerleme Raporu’nda, Türkiye’nin tüketici politikası alanında
yapması gerekenlere değiniliyor. Avrupa Komisyonu tarafından 2003 yılında yayınlanan İlerleme
Raporu’nda, Türkiye’nin tüketici politikası alanında önemli ilerleme kaydettiğinden bahsediliyor.
Rapor’a göre, Müktesebatla uyuma yönelik çerçeve kanun ve belirli mevzuatlar kabul edildi. Ayrıca,
çerçeve kanunun yürürlüğe girmesiyle, bir dizi direktif Türkiye’nin içi hukukuna aktarıldı. 2004 yılında
yayınlanan İlerleme Raporu’na göre ise, tüketicinin korunmasının muhtelif yönleri bakımından
müktesebat ile uyum düzeyi eşit değildir.

Detaylı bilgi için: http://www.europa.eu.int/scadplus/leg/en/s16000.htm

20. Vergilendirme Politikası:

Avrupa Birliği’nin vergi alanındaki düzenlemelerinin hukuki temeli Roma Antlaşması’nın 95,96,99 ve
100. maddeleri, Amsterdam Antlaşması’nın ise 90,91,93 ve 94. maddeleri ile belirleniyor. Vergi
politikası, ulusal egemenliğin temel konularından biri olmakla birlikte, ülkelerin ekonomi
politikalarının bir parçasını oluşturuyor. Buna göre, AB’de vergilendirme temel olarak üye devletlerin
yetkisinde kalıyor. AB, zorunlu vergilerle ulusal sistemleri standart hale getirmekten çok, birbirleriyle
ve AT’yi kuran Antlaşmayla uyumlu hale gelmelerini amaçlıyor. Bu kapsamda, Amsterdam
Antlaşması’nın vergi le ilgili hükümlerini kapsayan 90-94. maddeleri, Topluluğun Politikası başlıklı
üçüncü bölümde yer alıyor. Üye devletlerin uyguladıkları ekonomik ve sosyal politikalar kendi ulusal
yetki alanları içinde kaldığından vergilendirme, AB’nin ekonomik ve sosyal politika amaçları ile
kullanılmıyor. Bu çerçevede, AB’nin vergi yaratma yetkisi bulunmuyor.
Birlik içinde doğrudan vergilendirmenin uyumlaştırılmasında fazla ilerleme sağlanamamış
durumdadır. Bununla birlikte 23 Mayıs 2001 tarihinde, AB’nin gelecekteki vergilendirme politikasına
ilişkin strateji rapor hazırlandı. Raporda, Birliğin vergi politikalarının, Lizbon Stratejisi gibi politikaları
desteklemesi gerektiği belirtiliyor. Ayrıca, kurumların ve kişilerin vergilendirilmesinde üye ülkeler
arası koordineli yaklaşımın vergi paketinin parçası olarak karara bağlanması gerektiği ifade ediliyor.

Türkiye’nin AB Ortak Vergilendirme Politikası’na Uyumu :

2003 yılı Kasım ayında açıklanmış olan İlerleme Raporu’nda, Türkiye’nin vergilendirme alanında
yapması gerekenlere değiniliyor. Avrupa Komisyonu tarafından 2003 yılında yayınlanan İlerleme
Raporu’nda, Türkiye’nin vergilendirme alanında sınırlı ilerleme kaydettiğinden bahsediliyor. Rapor’a
göre, mevzuat alanında, uygulanan muafiyetlerin ve indirimli oranların kapsamına özellikle dikkat
edilerek, KDV konusunda daha fazla uyum için çalışması önem taşıyor. Tüketim vergileri konusunda
da, özellikle alkol ve tütün ürünleri üzerindeki verginin yapısında ve muafiyetlerin kapsamında uyum
gerekiyor. Türkiye’nin, vergi ertelemesi içeren dolaşım rejimini de uygulamaya koyması önem taşıyor.
Ayrıca, dolaysız vergilendirme alanında uyum sağlanması için daha çok çaba gösterilmesi ve
İşletmelerin Vergilendirilmesi üzerine Davranış Kuralları’na dikkat edilmesi de gerekiyor. Vergi
tahsilatının ve vergi mükelleflerinin riayetinin artırılması için, vergi idaresinin modernleştirilmesine
devam edilmesi ve idari kapasitesinin güçlendirilmesi de önem taşıyor. 2004 yılında yayınlanan
İlerleme Raporu’na göre ise Türk vergi rejimi, gerek dolaylı, gerekse dolaysız vergilendirmeyle ilgili
olarak müktesebat ile kısmen uyumludur.

Türkiye, vergilendirme alanındaki eksiklerinin giderilmesi için, Temmuz 2003 tarihinde yürürlüğe
giren Ulusal Program’da verilen öncelikler çerçevesinde çalışmalarını yürütmeye devam ediyor.

Detaylı bilgi için: http://www.europa.eu.int/scadplus/leg/en/s10000.htm

You might also like