Professional Documents
Culture Documents
Karadeniz'de çıktığım (Trabzon'dan başlayıp tekrar aynı yerde biten) 8 günlük yayla
gezisi gerçekten de çok yoğun geçti.
Maçahel'den başlayan, Borçka Karagöl, Pokut, Sal, Hazindak yaylaları, sonu vit
(Ermenice yayla demekmiş) ile biten bilimum yaylayı, Çat ve Ayder Yaylalarını, çılgın
akan Fırtına deresi ve vadisini ve Sümele manastırını içeren bir gezi geride kaldı. Doğada
yapılan gündüz/gece yürüyüşleri, yağmur altında yürümek, geceleri hava izin verirse
yıldızları izlemek çok güzeldi.
Karadeniz'in birçok güzelliğini görme, kültürünü tanıma şansına eriştim. Horon oyunu
seyrettim, bir miktar da oynamaya çalıştım. Pek gülmeyen Karadeniz insanının, horon
teperken ne kadar şen olduğunu gördüm (horon ciddi bir mesele olarak algılandığından
oynanmaz, ya "horon tepilir" ya da "horon edilir").
Her yerinden su fışkıran Karadeniz'de, derelerin şarkılarını dinledim.
Yaylalar
Yaşlılar burada olmaktan çok memnunlar, ah bi de her yaylaya yol açılsa diyorlar.
Şehirlerden gelen bazı çocuklar yaylaları severken, bazıları da sıkılmış ve bir an önce
dönmek istiyor. Bizim gibi gezenler için cennet olan bu yerler, bazı yayla insanları
tarafından "yeşil cehennem" diye adlandırılabiliyor.
Birkaç gün tadına baktığımız ve gerçekten bizi büyüleyen bu mekanlar, daha uzun
kalmak zorunda kalsak, belki bizim için de aynı olacak kim bilir. o alıştığımız medeniyet
imkanlarından (TV, bilgisayar, internet... vb) uzak(yaylaların bazılarında hala elektrik
yok mesela), en yakın yerleşim birimine ulaşımın saatler aldığı ve bazen yolların
tıkandığı ve geçit vermediği bir yerde gerçekten de uzun bir süre yaşayabilir miydik?
Özellikle benim gibi doğa özlemi yaşayan kişiler için güzel bir mola oldu. Sonuçta yine
döndük medeniyete.
Bir daha en yakın ne zaman dağlardan gelen suya ağzımı dayayıp kana kana su içeceğim;
dalından böğürtlen, fındık, frambuaz yiyeceğim? Umarım çok zaman geçmez...
Horon
Pokut'ta kaldığımız gece, gözlemlediğimiz horon akşamı muhteşem bir deneyim oluyor.
Milyar yıldızlı pansiyonumuzdan ayrılıp tepeye tırmanmaya başlıyoruz. Tökezlememek
ve patikayı bulmak için fenerle yolumuzu aydınlatıyorum. Tepede, tek tük ışık gelen
evlere doğru, uzaktan zorlukla duyulan tulum sesinin hangi evden geldiği anlamaya
çalışarak yolumuzda ilerliyoruz. Sonunda bir evin alt katındaki ahıra ulaşıyoruz. İçerisi
tıklım tıklım insan dolu. Kenardaki yükseltilere çıkıp horon akşamını, onları rahatsız
etmeden izleme çalışıyorum. Yaylalardan uzak kalmış, şehirlerde yaşayan gençlerin hatta
küçük çocukların, onların kültürünün en önemli parçalarından biri olan horon
oynamalarını, hatta öğrenme süreçlerini gözlemliyoruz.
Horon başının direktifleriyle yayla insanı bir bütün olup dans etmeye başlıyor. Yaşlılar
oluşturulan çemberin ortasında, getirdikleri ufak taburelere oturup gülümseyen yüzlerle
oyunu takip ediyorlar. Kim bilir belki de uşaklarına kız beğeniyorlar.
Horon başı(ve bazen yanındaki kişi) bazen türkü söylüyor, bazen de horon akşamına
katılan birisini hedef alıp (bir yabancıysanız muhtemelen bu sizsiniz) 2 dizeden olan
manisiyle atışıyor. Sözler sonra çemberin geri kalanı tarafından tekrar ediliyor.
Horon başı arada dansı etkileyen direktifler de veriyor:
Yaylan yaylan ...
Sağdan soldan
Yürü ... ha .... ha ....
Gel buraya ... ha ...ha ...
Ha buraya bak
Bezma bezmaaaa (bezme!)
Aslında horonu bir oyun olarak nitelendirmek yanlış, başlı başına ciddi bir ritüel, sosyal
bir olgu. Yayla insanının kaynaştığı, tanıştığı, kız beğendiği (bizim gruptan bir arkadaşa
teklif geldi misal) bir sosyal aktivite.
Yağmur
Karadeniz hep yağışlı. Yağmur bir başladı mı durmak bilmiyor. Zaten her dağdan akan
ufak su akıntıları derelere dönüşüyor. Dereler çoşup buldukları her şeyi beraberledinde
sürüklüyor, modern dünyanın asfaltını parçalıyor, ufak köprüleri yıkıyor. Doğa izin
vermedikçe dağlar geçit vermiyor.
Gezimizin ilk gününde, yağmurun kapattığı yollar yüzünden yolumuzu ve gezi planını
değiştirmek zorunda kalıyoruz. Gerçi sonraki günlerde doğa izin verecek ve tekrar bu
yolları geçeceğiz.
Ama içimizden birisi yoğun bir şekilde anti-yağmur duası yapmış olmalı ki yağmursuz
bir 5 gün geçiriyoruz. Sonra yine içimizden birisi, "Biraz da yağmur görelim,
Karadeniz'deyiz" diyor ve kalan üç gün, çok sık olmasa da yağmuru yaşıyoruz.
Yollar
Maçka yolları taşlı, geliyor sarı saçlı ...
Özellikle yayla yolları toprak yollar. Ufacık dereler, her yağmurda taşıdıkları kaya,
toprak, dal, tomruk ve bilimum öte beriyle yolları kapatıyorlar. Dozerler, kamyonlar,
istinat duvarları ile insanoğlu tabiatı dizginlemeye çalışsa da doğa bir şekilde yolunu
buluyor.
Aracımız olan Ford transit, gerçekten de bu yolların kralı olduğunu kanıtlıyor. Ama
konfor açısından aynısını demek zor. Araba içindeyken tabir yerindeyse içimiz dışımıza
çıkıyor. Araba dursa da yürüsek, doğa yürüyüşü yapacağımız yere çok var mı dediğimiz
çok oldu. Bir 4x4 araba, en pahalılarından birşey (Land Rover misal) daha iyi konfor
sağlayacaktır.
Buranın insanı olan şöförümüz en gidilmez sandığımız yerlerden bile geçmesini
başarıyor. "En büyük kaptan bizim kaptan"
Suyun Türküsü
Ladin ve çam ağaçlarının , birçok yerde kayaları bile göstermeyecek şekilde kapladığı bir
yeşil deniz burası. Dağların her köşesinden dereler akıyor ve suyun sesi türküleşip her
yeri dolduruyor.
Eskiyi Korumak
Karadeniz'in gözlerden uzak kalmış cenneti Maçahel, taş ve tahtadan yapılmış evleriyle
yaylalar bu şekilde korunmalı. Geçen zamanın durdurularak o zamanların türksünü
dinlemek isteyen biz yeni zaman gezginlerine bir müze olarak bırakılmalı.
Şarkılar ...
Erkek
Divane Aşık Gibi De Dolanırım Yollarda
Kız Senun Sebebine Kaldım İstanbul'larda
Kız
Boban Beni Bobamdan Da Bir Kerrecuk İstesun
Allah'ın Emru İlan Gelinum Olsun Desin
Erkek
Sar Belune Belune Da Trabulus Kuşağı
E Sen De Der Misun Alsam Ha Bu Uşağı
Kız
Yüksek Dağun Guşuyum Da Selviye Gonacağum
İste Beni Bobamdan Vermezse Gaçacağum
Beraber
Al Şalum Yeşil Şalum Da Dünyayı Dolaşalım
Sen Yağmur Ol Ben Bulut Maçka’da Buluşalım