You are on page 1of 11

a

New Labour (İngiliz 'yeni' İşçi Partisi) veya Üçüncü Yol: 'yükselişten,
düşüşe'

5/22/2010 2:22:00 AM

“Sağ ve sol siyasetten farklı bir siyaset yapma biçimi” olarak


'Üçüncü Yol', Giddens, Blair, Clinton ve Schröder’in kullandığı
anlamda liberalleştirilmiş bir sosyal demokrasi
düşüncesinden farklı olarak, klasik sağ ya da klasik sol
politikaları dışlayan, değişen ve dönüşen çağımızda,
toplumlarının gereksinimlerine uygun, insan haklarına
dayalı, eşitlikçi, sosyal adaletçi, çevreci ve katılımcı bir
siyaseti hedefleyen politikaları ifade eden “yeni siyaset
anlayışı”dır. Üçüncü Yol'u, mucidi, Giddens', 'The New
Statesman' dergisi için yazdı; 'Le Monde' gazetesi de
yayınladı; İkinciGrup da yayınlıyor..

Giddens’ın düşüncelerinden etkilenen Tony Blair, 'Üçüncü


Yol' (1998) isimli bir kitap yayınlamış ve İngiltere’de İşçi Partisi’nin
liberalleştirilmiş sosyal demokrasi düşüncesinin savunuculuğunu
yapmıştı. Tony Blair’in düşünceleri, Almanya’da Gerhard Schröder
tarafından da destek görmüş ve Blair ile Schröder, Üçüncü Yol isimli
ortak bir bildiri yayınlamışlardı (A. Giddens, Üçüncü Yol ve
Eleştirileri). Üçüncü yol Bill Clinton'un ABD'sinde de gündeme
gelmiş ve Demokrat Parti de önemli tartışmalara sebep olmuştu.

“Sağ ve sol siyasetten farklı bir siyaset yapma biçimi” olarak Üçüncü


Yol, Giddens, Blair ve Schröder’in kullandığı anlamda
liberalleştirilmiş bir sosyal demokrasi düşüncesinden farklı olarak,
klasik Sağ ya da klasik Sol politikaları dışlayan, değişen ve dönüşen
çağımız toplumlarının gereksinimlerine uygun, insan haklarına
dayalı, eşitlikçi, sosyal adaletçi, çevreci ve katılımcı bir siyaseti
hedefleyen politikalar demetini ifade eden “yeni siyaset anlayışı” dır.

Kısır ve halktan kopuk eski siyasetten kurtuluş, yeni siyaset


anlayışının benimsenmesidir. Yeni siyaset anlayışı ise yeni politikalar
ve yeni siyaset yapma biçimleri ile başarılabilir. Eski siyaset tarzı,
ideolojik, kısır çekişmelere ve belirli kişiliklere dayalı siyaset
anlayışını dışlamadıkları sürece, ülkeye ve geleceğimize ışık
tutamazlar. Tutamadılar da.

Geleceğin kuralacağı yol olarak, yeni siyaset, toplumun her kesimini


ve sivil toplum örgütlerini demokratik karar alma süreçlerinin
ayrılmaz bir parçası haline getirmeye dayalı yönetim anlayışıdır.
Politikada bir 'üçüncü yol' bulma fikri yakın zamanlarda sadece
İngilterede değil, aynı zamanda Birleşik Devletler'de Bill Clinton'la ,
Kıta Avrupası'nda ve Latin Amerika'da son derece yoğun bir şekilde
tartışıldı. 

'Üçüncü Yol' ne anlama gelmektedir? 

Bu kavramın savunucuları ortak bir tanımda buluşamaması  bu


dönüşümün  gerçekleşmesine dair kuşkuları beslemektedirler.
Anthony Gidens üçüncü bir yol fikrini geliştirmenin modern
politikada bir olasılık değil, aynı zamanda bir zorunluluk olduğunu
da göstermektedir. Üçüncü Yol, eski Sol görüşlerin etkisini yitirdiği
ve yeni Sağ' ın fikirlerinin de yeni gelişmeler karşısında yetersiz
kaldığı ve tezatlar içerdiği bir dünyada sosyal demokrasinin yeniden
canlanmasını temsil etmektedir. Yeni bir sosyal demokrat gündem
uyumlu, güçlü ve geniş çaplı bir yaklaşım olarak ortaya çıkmaktadır.
Bu, politik idealizme yeniden eski gücünü kazandırabilecek bir
gündemdir. Tony Blair' in en gözde düşün adamı olan Anthony
Giddens, pek çok kişinin imkansız gördüğü bir şey yaparak üçüncü
yolu tutarlı bir ikna edici bir yapıya oturtmuştur. Fakat en önemlisi,
Sol' un ve Sağ' ın ötesini dile getirmekten ziyade sosyal
demokrasinin yeniden dirilişini dile getirmek suretiyle başarıya
ulaşmıştır. ( Arsen Ceyhan / İkinci Grup ) 

                                      ***********

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

New Labour ( yeni İşçi Partisi ): yükselişten, düşüşe


Antony Giddens / Le Monde 15-5-2010 / görüşler sayfası   

New Labour 'un ( Yeni İşçi Partisi ) egemenliği bitti artık. Ne gibi bir
bilanço çıkarabiliriz? 

Bugün,çokları, New Labour' un 13 yıllık iktidar dönemi faaliyetlerini


kınıyorlar. 

Tamamen muhalif olmayan siyasi gözlemciler bile çok az hedefe


ulaşıldığında fikir birligine varmaktalar. Gerçek muhalifler ise,
Labour (Işçi Partisi ), yani New Labour kılığına giren Labour, hayal
kırıklığının da ötesinde bir durum, gerçek bir felaket oluşturdu.
Parti, sivil özgürlükleri kıstı, solun ideallerine ihanet etti,
eşitsizlikleri azaltamadı, ve en kötüsü, Irak' ta belalı bir savaşa
girdi. Halbuki New Labour ''yeni bir şafak'' vadetmişti;
çokları ihanete uğradıklarına inandılar.

'New Labour' basit bir formül değil... 

Bu eleştirilerin bazılarını kabul ediyorum. 

Fakat, bu muhaliflere karşı, New Labour' un bazı temel konularda


yürüttüğü politikaları savunabiliriz. Eğer bu partinin gelecek için
etkin bir yol belirleyebilmesini istiyorsak, dengeli bir bilanço
yapmalıyız. Bunun için gerçekçi bir başlangıç, Işçi Partisinin
iktidarda olduğu dönemdeki faaliyetlerini, aynı dönemde başka
gelişmiş ükelerde kardeş partilerin faaliyetleriyle mukayese etmek
olur; ABD'de Bill Clinton ve Demokratlar, Fransa' da Lionel Jospin ve
soyalistler, Almanya' da Gerhard Schröder ve SPD. 

İşçi Partisi en uzun zaman iktidarda kalan parti oldu; yakın zamanın
Skandinav sol parti iktidarlarından da uzundu bu. ''New
Labour''tanımlamasının kabul edilmesini gerekli kılan ideolojik
değişiklikler bu seçim başarılarının izahını verebilir.
Zira ''New Labour'', siyasi bir boşluğu doldurmak için bulunmuş
basit bir formül değildi. Başından itibaren, New Labour' un
mimarları, neden ortanın solundaki bir siyasi çizginin, bazı
yeniliklere ihtiyacı olduğunu gösteren inandırıcı bir teşhis yaptılar;
ve sadece bu doğrultuda net bir siyasi gündem oluşturdular. Temel
olarak, bu teşhis şu noktaları belirliyordu: dayanışma, eşitsizlikleri
azaltma ve en savunmasız olanları koruma arzusu değişmiyordu,
ancak bu hedeflere varmak için gerekli politikaların, dünyanın ve
ingiliz toplumunun gördüğü derin değişiklikler nedeniyle, tekrardan
tanımlanması gerekiyordu. Bu değişiklikler, bilhassa
küreselleşmenin hızlanması, sanayileşme sonrası hizmet
ekonomisinin gelişmesi, içinde bulunduğumuz çok hızlı iletişim
ortamında kamu oyunun kendini daha çok ifade etmesi, ve bilhassa
daha hesap sorucu ve yetki temsilcilerine karşı daha az saygılı
olması ( internet bu olguyu daha da hızlandırdı ) gibi gelişmelerden
kaynaklanmaktadır.

Labour Partisi nin birçok siyasi önerisi bu analizin sonucudur.


Ekonomik teşebbüs üzerinde Devlet elinin son derece güçlü olduğu
bir bağlamda taleb' in keynesçi idaresi mümkündü; ancak bu
dönemi aşılmıştır. Hükümet ve ekonomik işletmeler arasında,
zenginliğin yaratılmasında işletmelerin can alıcı önemini kavrayan,
devlet gücünün sınırlarını kabul eden, yeni bir ilişkiler ağı örülmeli.
Ne kadar güçlü ve büyük olursa olsun, hiçbir ülke bu tür bir pazarı
kontrol edemez: bu yüzden Labour Partisi 1990 yılları ortalarına
doğru, Londra City' sini yanına çekebilmek için ''karides kokteyli
atağı'' na başvurmuştu.

Tony Blair saf bir labour cu olmaktan uzaktı

Hizmet ekonomisinin gelişmesi, Labour'un tarihi candamarı olan işçi


sınıfının cidden azalmasına sebep oldu. Bu yüzden, ortanın
solundaki bir partinin, seçimleri kazanabilmesi için daha geniş bir
seçmen kitlesine, hatta o zamana kadar Labour' a oy kullanmamış
topluluklara hitab etmesi gerekiyordu. Labour sadece belirli
sınıfların menfaatlarını müdafa etmekle yetinemezdi. Parti, saf bir
Labour cu olmaktan uzak Tony Blair' in şahsında bu hedefe
varabilecek lideri bulmuştu. Labour'un politikası hükümet yılları
boyunca evrime uğradı. Ancak bazı temel fikirler aynen kaldı. 

Küreselleşen bir pazar bağlamında, etkin


bir sosyal politikanın öncel şartı ekonomik
refah olmalıydı. Sadece giderek
zenginleşen bir ekonomi, kamu
yatırımlarını, yeni vergiler yaratmadan,
finanse edebilecek kaynakları
oluşturabilirdi. Labour, eski adeti olan
''harcamak için vergilendir'' dogmasıyla
bağlarını koparmaya çalıştı. ''Temkinli
olmak'' Maliye Bakanı Gordon Brown' ın
başlıca sloganı oldu. Eğer sosyal adaleti
geliştirmek ve soyal harcamaları çoğaltmak
istiyorsak, temkinli bir ekonomik idare
gereklidir.

Bu alanda, Labour, Thatcher yıllarının


felaket mirası ile mücadele vermek
zorunda kaldı. Bu yıllarda, eşitsizlikler, İngiltere' de tüm diğer
sanayileşmiş ülkelerden daha çok ilerledi ( aynı Thatcher politikasını
uygulayan Yeni Zelanda hariç ). Sosyal yardım sisteminin tamamen
nefessiz kaldığı bir durumda, kamu hizmetlerine yatırımlar, bu
hizmetleri daha esnek ve uyumlu kılacak reformların Meclis ten
geçirilmesi, Labour' un politik icraatlarının en önemli unsuru haline
geliyordu. Bundan böyle Labour ''daha çok Devlet'' in değil ''daha
akıllı Devlet'' in Partisi olacaktı.

New Labour' un başka bir özelliği de, muhafazakarların bazı


meselelere sahiplenmesine mani olmak ve bu meselelere devamlı
ortanın solu cevaplar getirmekti. Bazılarınca, sivil özgürlükleri
tehlikeye sokucu olarak nitelenen ve hücuma uğrayan bu strateji,
Labour' un uzun zaman iktidarda kalmasının da sırrı oldu. Benzeri
başka ülkelerde sosyal demokratların iktidarı kaybetmelerinin
sebebi aynı stratejiyi uygulayamamalarında aranmalıdır. Suça,
sosyal düzensizliğe, göçmenliğe, ve kütürel kimlik bağlı sorunların
karşısına doğrudan çıkmak yerine, sol daima açıklamalar getirmeye
ve esasında atlatmaya çalışmıştı; sanki vatandaşın tedirginlikleri
çirkin ve kanıtsızmış gibi.

Örneğin, birçok suçun, eşitsizliklerden kaynaklandığı prensibinden


hareket ederek, eşitsizliklerin telafi edilmesiyle otomatik olarak
azalacakları savunuluyordu. Bu prensibi inkar etmeksizin, Labour
başka bir tavır aldı. Tony Blair, 1997 yılında yayınladığı
manifestosunda ''suç şebekeleri ve nedenlerine karşı amansız bir
mücadele'' vermeyi vaad ederken sadece bir slogan atmıyordu; bu
tamamen bir eylem prensibi olarak tatbikkata kondu.

Eylemci etkin bir Dış Politika

Burada, Labour'un eylemci bir dış politikaya verdiği önemin


üzerinde durmak yukarda bahsi geçen konulardan uzak gözükebilir.
Fakat durum hiç de gözüktüğü gibi değil. Küreselleşme yüzünden iç
ve dış politikalar eskisinden daha çok örtüşmektedir. Tabii ki
Ingiltere istila tehlikesi ile karşı karşıya olmasa bile, dünyada aktif
bir rol oynamaya hazır olmak zorunda. Milli egemenlik, anlamınının
önemli bir kısmını yitirirken müdahalecilk giderek gerekli bir doktrin
olmktadır; artık evrensel insani kaygılar yerel menfaatların ötesine
geçmektedir. Küreselleşme olgusunun doğrudan bir sonucu olan
uluslararası terörizm, geçmişin yerel terörizm gruplarından daha
çok tehlike arzetmektedir. 

Bu strateji ve politikalar ne ölçüde bir hedefe ulaştılar? 

Labour Partisi hükümetinin bilançosu mükemmel olmamakla


beraber, yukarda sözü geçen diğer ortanın solu iktidarlarından daha
etkin bir dış ploitika güttüğü inkar edilemez. İngiltere, 10 yıl
boyunca duraksız bir ekonomik büyüme yaşadı; bu olguyu elimizin
tersiyle silip atamayız; bu büyümeyi sadece emlak ve kredi
kabarcıklarına borçlu olduğunu ileri sürmek haksızlık olur. Bu
büyümenin, aynı zamanda asgari ücretin oluşturulması dönemine
rast geldiği unutulmamalı. Kamu hizmetlerinde önemli yatırımlar
yapıldı, eğitim ve sağlık alanlarında cüretli reformlar gerçekleştirildi.
Ücret ve Gelir arasındaki eşitsizlik, belirgin biçimde azaltılmasa da,
durduruldu. Fakir tabakaların durumu net biçimde düzeldi. Çocuk
fakirliğinin azaltılması objektifine varılamadı, fakat 600 000 çocuk
belirli bir yoksulluktan çıkarıldı; mutlak bir standarta göre bu rakam
iki misline çıkabilir. 

'New Deal' ve 'Sure Start' programları olsun, vergi kredisi


politikaları olsun bazı zorluklar geçirdiler, fakat gerekliliklerini her
zaman kanıtladılar. Zamanında çok eleştirilen 'Private Finance
Initiative' adıyla bilinen program bile, bilhassa kamu finansman
sistemi ile mukayese edildiğinde daha olumlu neticeler vermiştir.
İskoçya ve Galler e verilen siyasi ve ekonomik egemenlik genellikle
başarılı oldu ve Kuzey İrlanda' da süren bir barışın temellerinin
atıldıği söylenebilir. İngiltere'de, suç statistikleri azaldı ve giderek
büyüyen kütürel çeşitlilik karşısında, diğer Avrupa ülkelerinden daha
çok uyum gösterdiği de başka bir gerçek. 

Çoğu zaman anti-liberal ve otoriter farzedilen bir partinin ters


istikamette gerçekleştirdikleri göz ardı edilemez. 

Labour Partisi, Avrupa Birliğinin sosyal çalışmalar bölümüne ve


Avrupa İnsan Hakları Konvansiyonuna katıldı ve bilhassa eşcinsel
çiftler doğrultusunda sivil bir birlik oluşturdu. İngiltere eskisine
nazaran daha liberal ve hoşgörülü bir toplum oldu, ve bu gelişmede,
Labour' un rolü büyüktür. Dış politikada ise, İngiltere' nin fakir
ülkelere yaptığı gelişme için yardımlar, bugüne kadar hiçbir
muhafazakar iktidarın erişemediği seviyelere ulaştı.

'Irak'la ilgili belalı bir karar'  

 
 

Bosna, Kosova ( Blair'in, Amerikalıları bu yönde eyleme sokmak için


çok önemli bir rol oynadığı yadsınamaz ) ve Sierra Leone askeri
müdahalelerin son derece başarılı olduğu kabul edilir. Ne yazık ki
Tony Blair bununla kalmadı ! G.W.Bush' un yanında Irak' ın
istilasına katılma kararı, kendi namını en çok lekeleyen belalı karar
oldu. 

Başka hatalar işlenmedi değil. Labour iktidarının ilk yıllarında


imgesel sembollerle oynama ve medyaları kontrol altında tutma
denemeleri tamamen beklenenin tersi neticeler verdi; New Labour,
politikadan çok iletişimle ilgileniyormuş izlenimi vermekte
gecikmedi. Blair, İngiltere'yi AB' ne daha iyi entegre etmekte
başarısızlığa uğradı, ve bazı avrupalı liderlerle, bilhassa İtalya
Başbakanı Berlusconi ile geliştirdiği ikişkiler herkesi şaşırttı. 

Labour'un iş çevreleriyle iyi ilişkiler kurmak istemesini vurgulamak


doğru idi, ve aynı zamanda ingiliz ekonomisi için City'nin öneminin
herkesce kabul edilmesinde büyük fayda vardı; fakat ''karides
kokteyli atağı'' nın tamamen City' ye köle olmasına müsade etmek
de büyük bir hata idi; bu bağımlılık İngiltere'yi muazzam bir vergi
cennetine dönüştürdü. Labour yandaşlarının ''pervazssızca
zenginleşenlere karşı tamamen rahat olmaları'' fikri sadece sosyal
katmanlar arasındaki eşitsizlikleri büyütmekle kalmadı, aynı
zamanda yeni bir sorumsuzluk kültürünün de belirmesine yol açtı;
bu ise, patronların, aldıkları risklerden korunmasına, ve hatta aynı
riskleri işçilerin üstlenmesini istemelerine kadar vardı !

Blair'izm Thatcher'izm den farklıdır

Blair'izmi tamamıyle Thatcher'izmin devamı olarak gören basit fikri


kabul etmiyorum. 

Labour politikası ekonomik hayata, bu daha çok arz seviyesinde


olmakla beraber, derin hükümet müdahaleleriyle kendini
göstermiştir. Ve bu politika, samimi bir şekilde, sosyal adaleti
iyileştirmeyi amaçlıyordu ( Margaret Thatcher, Keith Joseph ve akıl
babaları Milton Friedman' a tamamen yabancı bir kavramdı bu ! ).
Halbuki Blair ve Brown, pazar ekonomisinin erdemlerinin farkında
olmanın, pazarın önünde namaz kılmak olmadığını daha belirgin bir
şekilde vurgulamaları gerekliydi. Pazarın fanatizmi açıkça
eleştirilmeli ve sınırları kınanmalıydı. Orantılı temsile ve bazı kanuni
reformlara gelince, Labour, bunları çıkarcılıkla değil, aksine önemli
bir prensip olarak müdaafa etmeliydi. 
Diğer partiler New Labour' un belirlediği gündeme göre
konumlanmışlardı. 

Muhafazakar lar, bugün Labour' un öncülüğünü ettiği eşcinsellik


haklarını savunuyorlar, fakirliği geriletmenin gerekliliğini kabul
ediyorlar, iklim değişikliği ve yeni enerjilerle ilgili kanunları
destekliyorlar; hiç şüphe yok ki iş piyasası ile ilgili reform
şantiyelerini sonuna kadar götürecekler. Muhafazakarların müdafa
ettiği ''büyük toplum'' kavramı Tony Blair' in aynı cemaatçı
geleneklerinden esinlenmektedir. Tabii ki bu vaadleri zamanla terk
edebilirler, fakat şimdilik samimi gözüküyorlar.

New Labour partisini biçimlendiren dünya, zuhurunu az kişinin


tahmin ettiği küresel finans kriziyle silinip süpürüldü. Aşağı yukarı
her şey tersine döndü: keynesçilik ve devlet müdahalesi yeniden
sorunlara çare olmaya başladılar. Yakın geçmişte, sınırsız güce
sahip finansal pazarların, bundan böyle düzene sokulmasına
inanmayan kimse kalmadı. Şimdiye kadar tamamen akıldışı
farzedilen, finansal işlemlerin vergilendirilmesi fikri tekrar masa
üzerinde bulunuyor. Bugün, en zenginlerin daha çok
vergilendirilmeleri bile mümkün gözüküyor. 

Bu meyanda, belli başlı partiler aktif bir sanayileşme politikasına


doğru dönüşü ve üretim sanayisinin yeniden doğuşunu tartışmaya
başladılar bile. Labour'un büyük bir gecikmeyle ilgilendiği iklim
değişikliği ve birçok çevresel tehdit, bugün tüm partilerin siyasi
kaygılarının başında gelmektedir. Uzun yıllardan beri unutulan
planlama tekrar güncellik kazanıyor; aynı kamu harcamalarının ciddi
kesintilere uğraması gibi; halbuki New Labour politikası, cüretli ve
kesif bir sosyal yatırımcılığa dayanmaktaydı. Temkinli bütce
politikası yerini devasa borçlanmalara bıraktı.

'New Labour' öldü

New Labour öldü, ve bu terimi terk etmenin zamanı geldi . 

Halbuki çözüm getirmeye çalıştığı birçok sosyal ve ekonomik


gelişme varlığını sürdürüyor, ve hatta siyasi eylem çerçevesinin
birçok öğesi geçerliliğini devam ettiriyor. Labour Partisi, web
medyalarının giderek önemli bir rol oynadığı değişen siyasi kültür
ortamında, bundan böyle geleneksel orta halli ve orta varlıklı seçim
tabanını takip etmeye çalışacak. Sanayileşme politikasına doğru
dönüşü ve üretim sanayisinin yeniden doğuşunu savunmak tabii
gözükse de İngiltere, bundan böyle, bilgi ve hizmete dayanan
sanayileşme sonrası bir ekonomi olmaya devam edecek. 
Bilhassa, harcamaların etkinliğinin öncellik kazandığı bu dönemde
sosyal yardım reformu çetin bir konu olmaya devam edecek. Seçim
tabanınını hayal kırıklığına düşürmeden, göç ve çok- kültürlülük
üzerine ilerici bir politika gütmek ve halkın suç şebekelerine karşı
duyduğu tedirginliği yatıştırmak giderek zorlaşacak. 

Diğer yandan , ülkeyi, uluslararası terörizm tehlikesine karşı


korumakla, sivil hak ve özgürlüklerin müdafası arasındaki dengenin
bulunması da önemli bir sorun haline gelecek. 

Keynes tekrar moda oldu; fakat 1945 ile 1979 yılları arasında tatbik
edilen keynesçi arz politikası artık mümkün değil. Önümüzde duran
sorun, pazarın sebep olduğu yaratıcılık ve esneklik sorunlarının hem
iyileştirilip muhafaza edilmesi ve aynı zamanda bu özelliklerin uzun
vadede sosyal olarak çekici kılınmasıdır. 

Düşünce yapımızın temelli olarak gözden geçirilmesi ve yeni


politikaların belirlenmesi şart. Muhalefet Partisi olmaya hazırlanan
Labour' un başlıca sorunu iç kavgalarına gem vuarabilmesi
olacaktır. İdeolojik yeniden yapılanma önemli bir rol oynayabilir.
Bunun başlangıç noktası, siyasi alanın oynayacağı rolün yeniden
tanımlanması olabilir. 

Bildiğimiz gibi, Blair'ciler daha çok pazara meyl ederken, Brown'cılar


Devlete bağlılıklarıyla biliniyorlardı. Bununla beraber kamusal alan
hem pazardan hem de Devletten ayrı tutulmalıdır; belki de bütün
bunları gerçekten canlandırabilmek için sıçrama tahtası olarak
kullanılmalıdır. Küresel krizin ardından, Labour, siyasi tartışmaya
yardımlaşma ve dayanışma kavramlarını sokarak , bu yolda
ilerlemek istediğini belli ediyor. Bu çok çekingen çabaların devam
etmesi ve sürdürürebilirlik sorunsalını benimseyen sorumlu bir
kapitalizmin hizmetine sokulması gerekliliğine inanıyoruz.

Anthony Giddens, London School of


Economics (1997-2003)'in
müdürlüğünü yapmış, ve bugün
Cambridge Üniversitesinde sosyoloji
öğretim üyesidir. 
İngiliz İşçi Partisinin Tony Blair ve
ekibi tarafından yeniden
yapılanmasında teorik kaide olan
'Üçüncü Yol' kavramının teorisyeni ve
daha sonra da Tony Blair'in başlıca
danışmanlarından birisi olmuştur. 
Bugün Lordlar Kamarası'nda çalışmaktadır.

© Anthony Giddens 
( The New Statesman dergisinde yayınlanan makale ) 
15 Mayıs 2010 tarihli Le Monde' dan 
çeviren 
Arsen Ceyhan / İkinci Grup

You might also like