You are on page 1of 1

şehrin bir uğultu olduğunu biliyordun, herkes bilir.

şehir ‘aynı zamanda’ bir uğultu değildir, uğultudur; ama tek


uğultu değildir. uğultu eğretileme değildir. bir kez mekanına girip kendini sana bulaştırdıktan sonra...

önce: şehrin en içteki uğultu olduğundan emin olamayız. ama kusurlu ruhun saptadığı kadarıyla öyledir. en içteki
uğultunun doğasını bilemiyoruz; ancak saptanabilir etkisi sen daha defteri açmadan bütün sayfaları üzerine hiçbir
şey yazamayacağın ölçüde doldurmuş olmasıdır. defter, herhangi bir defterdir; varlığı ve büyüsü
herhangiliğinden gelir.

evde buldum onu. deli deliyi gözünden tanır. bir edebiyat yapıtında deli, klişedir; belirsizliği iptal eden her şey
gibi. büyüyse nasıl kullanıldığına bağlı olarak klişe olur ya da olmaz. deliyi kapatırsınız, hayat olağan akışına
döner, edebiyat da kendisini var eden belirsizliğe. edebiyatçılarla mühendislerin ortak yanı, delinin yarattığı
uygunsuzluğun tasarılarını bozmasıdır. Bu, deli edebiyatçılar ve deli mühendisler için de aynen böyledir, üstelik
mühendis edebiyatçılar vardır, edebiyatçı mühendisler gülünçtür. bu, deliliğin, tanımında akılla hiçbir ilgisi
olmamasından kaynaklanır. ilgi, ancak mecaz olarak kurulabilir; ama mecaz çok sayıda kişi tarafından
kabullenilip, belirsizliği yok edildiğinde, bildiğiniz söz olur. söz.

deli deliyi gözünden tanır. odama girdiğimde pencereden fotoğraf çekerken gördüm onu. tanıdığımı iddia edecek
değilim, ama bunun da pekala bir iddia olmadığı konusunda ısrar da etmem. ısrar ya bir çıkardan kaynaklanır ya
da ısrar edilen konuda bir herhangi bir çıkarın olmadığı iddiasından. bir süre boğuştuk; silah patladığında sustuk
iki an. siktir git, dedim. siktir git, başımı belaya sokma. sesime kalın, boğuk bir hava verdim. bu sesi otobüs
duraklarında sıraya kaynak yapan adamla, bana ‘siz’ diye hitap etmeyen biri kuruyemişçi diğeri şarküterici o iki
adamdan her gün sigara isterken, postanedeki kızı yine bu hitap meselesi yüzünden beceriksizce azarlayıp
herkesi kendime güldürürken de duymuştum. sanırım, onu gitmeyebileceğine ikna eden bu ses oldu. yatağa
oturdu, gülüyordu. çok var senin gibi, dedi, yalvarır gibi küfreden, a.cık ağızlı seni. daha ağır küfrettim, anasına
avradına; ama bağırmak istemiyordum, neredeyse fısıldamıştım. o da fısıldamaya başladı, anama avradıma; ama
benim gibi değil, çok eğleniyordu. ayakta sinirli sinirli dolaşırken, küfürlerim bir çeşit temrine benzemeye
başladı. hiç duymadığım bir iki küfür duydum ağzından; hala fısıldayarak küfretmeye ve sırıtmaya devam
ediyordu. dönüp bir yumruk attım; burnundan kan boşaldı. gerçek bir küfür etti, kalkacak. toparlanmasına fırsat
vermeden istediğimi duymuş olmanın iç rahatlığıyla, kaptığım kül tablasını başına vurdum birkaç kez. yatağın
üzerine yığıldı. yatağa çöküp suratına baktım, ağzını burnunu dağıtmıştım itin. nefesi bok kokuyordu. dizimde
bir ıslaklık vardı; kan değildi, herif altına işemişti. bir tokat patlatmak istedim suratına; ama kanlı suratı görünce
öyle kaldım.

elin yumruğunu yemeyen kendininkini balyoz sanır. karşıma çıkan her kavga olasılığından sonra, kafamda aynı
söz. kavga neredeyse hiç olmaz. birkaç kez boğuşmak zorunda kaldım; birileri ayırdı. neredeyse tek bir yumruk
atmadan, pek az yumruk yiyerek çıktım onlardan. kim etmişti bu lafı bana? benim balyoz iyi çalıştı bu sefer.
herifin suratında, katliamlardan sonra çekilen fotoğraflarda mazlumların suratını alan aynı ifade vardı. içim
bulandı. makinesini bilgisayar masasının yanına bırakmıştı.

birilerinin kapıda biriktiğini birkaç fotoğraf çektikten sonra anladım. delikten baktım. karşı komşunun ergen piçi
kendisi uzakta sesi yakında bir arkadaşıyla gülüşüyor. “yine n’apıyo lan bu lavuk?” “bahadır, çekil oradan! polis
gelecek şimdi.” koridorda attığım iki turdan sonra dizlerim titremeye başladı. gidip nabzına baktım, bir şey yok.
diğer bilekten, boynundan? banyodaki pembe kova, sızdıran musluğun altında yarısına kadar dolmuştu. gidip
kafasından aşağı döktüm, kıpırdadı. polis geliyormuş, siktir git. kalktı, kalkar kalkmaz da yine oturdu yerine.
makinenin nerede olduğunu sordu. makine? hemen gitmezse geberteceğimi söyledim, güldü. sendeleye
sendeleye kapıya gitti. arkasından seğirttim, kapıdan çıkarken güle güle dedim. komşunun piçiyle arkadaşı hala
kapıdalardı, pis pis güldüler. “fanteziye bak lan!” nasılsa sorarım hesabını. asım amca da çıkmış kapıya. üç beş
saniye daha dursam, üst katta oturan arkadaşıyla birlikte deşecekler olayı. kapıyı yavaşça kapatıp içeri girdim.

hırsızdı tabii. içeri girince rastladım. boğuştuk, herifi devirdim. öldüğünden korktum, kafasına su döküp ayılttım.
silahı vardı üstelik, patladı bile. gitmesine niye izin verdim? silahı göremiyordum, tekrar eline geçmiş
olmasından kuşkulandım, saldım. polis ne diyecek ki buna? neden adam giderken “güle güle” dedin o zaman?
öyle mi demişim? öyle dedim. fanteziye bak. fanteziye bak. bir kız atamamıştım ki eve göstere göstere.

You might also like