Professional Documents
Culture Documents
Konyarehberi
Konyarehberi
Onur ÇEÇEN
Hacettepe Üniversitesi
Tıp Fakültesi öğrencisi
onurcecen@gmail.com 505.408.78.45 536 3183393
Kilise
Şehitler
Abidesi Foto Hasan Behçet
Araboğlu Kosti’nin Tahirpaşa Konağı
Konağı
Terzioğlu KONYASPOR İŞHANI
Apartmanı
Mimar Muzaffer
Caddesi/Araboğlu
Makası
Kibrit
Apartmanı
Zafer
Çeşmesi
Kız Ortaokulu Devlet Tiyatrosu
Atatürk Evi
Mümtaz Koru
Konya Lisesi İlkokulu
Meram Anadolu
Lisesi-Konya Maarif
Koleji
Altıoklar
Apartmanı
GEZİ Horozluhan
Apartmanı
Güzergahı Stadyum
Tantavi
Ambarı
Selçuk
Oteli
Bağdat Oteli
Konya Maarif
Tren Garı Koleji
Atatürk
Konya’da
Konya Tren
Garı
Selçuk
Oteli
Son dönemde sanayisi büyük atılım gösteren, Anadolu‟nun binlerce yıllık tarihe sahip ticaret ve kültür merkezi Konya, Bağdat demiryolu üzerindeki Türkiye‟nin en görkemli gar binalarından birine ve
ilk demiryolu oteline ev sahipliği yapıyor .
Konya, M.Ö. 7 bin yılından beri yerleĢim merkezi olmuĢ, pek çok medeniyete beĢiklik etmiĢ, 200 yıl Anadolu Selçukluları‟na baĢkentlik yapmıĢ, Osmanlı zamanında baĢkent statüsünü kaybetse de
ticarette ve kültürel alanda önemini yitirmemiĢ bir kent. Türkiye‟nin en büyük yüzölçümüne ve en düz arazisine sahip Konya, ekonomik faaliyetler açısından uzun süre “Türkiye‟nin tahıl ambarı”
unvanıyla anılsa da bugün Anadolu‟nun en geliĢmiĢ sanayi kentleri arasında yer alıyor. Anadolu‟nun önemli ticari noktalarından biri olarak her devirde en ileri ulaĢım imkânlarına sahip olan Konya,
Türkiye‟nin demiryolu ile en barıĢık Ģehirlerinden biri. ġehrin konuĢlandığı düz arazi sayesinde Konya‟da Ģehir içi ulaĢımda da demiryolu kullanımı oldukça yaygın. Konya‟nın 60 tramvayı, 18.5
kilometrelik hatta günde yaklaĢık 600 seferle 120 bin yolcu taĢıyor. ġehirlerarası yük ve yolcu taĢımacılığı ise büyük oranda karayolu ile sağlanıyor. Ancak yapımı süren Ankara-Konya hızlı tren hattının
hizmete girmesi ve yolculuk süresinin 75 dakikaya inmesi ile yolcu trafiğinde büyük artıĢ yaĢanması bekleniyor.
Konya‟da tramvay trenle yaĢıt
Konya demiryoluna kavuĢmasını, II. Abdülhamit‟in Ġstanbul‟dan Bağdat‟a uzanan bir demiryolunun inĢasını istemesine borçlu. PadiĢah bu amaçla Almanya hükümetinin büyük desteği ile kurulan
ġirket-i Osmaniye‟ye geniĢ imtiyazlar tanıdı. ġirketi Osmaniye, Berlin-Bağdat-Basra hattı olarak da bilinen AnadoluBağdat Demiryolunun HaydarpaĢa‟dan baĢlayıp Ġzmit, EskiĢehir, Konya güzergahını
izleyerek Basra‟ya kadar inĢa edilmesini planlıyordu. Hattın ilk etabı olan Ġzmit–EskiĢehir 1893, ikinci etabı olan EskiĢehir-Konya demiryolu ise 1896 yılında tamamlanabildi. Hat daha sonra Yenice
üzerinden Mersin-Adana demiryoluna bağlandı. Almanlar‟ın hattı Nusaybin‟e kadar uzatmaları ise 1918 yılını buldu. 28 Temmuz 1896 tarihinde açılan Konya tren istasyonu ile Ģehirde hareketlilik
baĢladı. Trenle Konya‟ya gelen yolcular için oteller ve dükkânlar yapılırken, ticari eĢyaların muhafazası amacıyla Tantavi AmbarıinĢa edildi. Vali Avlonyalı Ferit PaĢa istasyonla Ģehir arasında insan ve
yük taĢımasını sağlamak amacıyla 1906 yılında Bulgaristan‟dan sökülen rayları satın alıp Konya‟ya getirterek, Türbeönü‟ne kadar atlı tramvay çalıĢtırmaya baĢladı. Tren, Konya‟nın ekonomik ve sosyal
hayatında büyük geliĢme sağlarken, tramvay da Ģehir içi yolcu taĢımacılığı açısından önem kazandı. O yıllarda Konya-Ġstanbul arası trenle tam 24 saat sürüyordu. Bu süre 1960‟lı yıllarda 16 saate,
günümüzde ise 13 saate kadar indirilebildi. Konya-Ankara arasında hızlı trenin gerçekleĢmesinden sonra Ankara üzerinden Ġstanbul yolculuğu sadece 5 saatte yapılabilecek. Konya Garı‟nın yolcu binası
200x140 metrelik bir arsa üzerine inĢa edildi. Dikdörtgen plana sahip binanın duvarları 50 cm kalınlıkta. Binanın döĢemeleri, tavanı, merdivenleri ve çatısı ise ahĢaptan yapıldı. Ön cephesinde ahĢap
saçaktaki bezemeler bugün hâlâ dikkat çekiyor. GiriĢ kattaki kemerli kapı ve pencereler üst katlarda dikdörtgen olarak yapılmıĢ ve kemer havası verilmiĢ. Binanın ön cephesi ise Osmanlı kemerleri,
Alman gotik üslubu dik çatısı ve taĢ cephesiyle dönemin tipik gar binalarının özelliklerini yansıtıyor. Yakın tarihte iki katlı gar binasının yanına eklenen tek katlı bina ise herhangi bir mimari tarzı
yansıtmıyor.
Demiryollarının ilk oteli
Osmanlı Bağdat demiryolunun ilk otellerinden biri olan Bağdat Oteli, Konya Garı'nın hemen yanına inĢa edilerek 1912 yılında açıldı. Otel ahĢap ve taĢ iĢçiliğinin en güzel örneklerinden biri olarak
günümüze kadar ayakta kalmayı baĢardı. Otelin balkon, korkuluk ve payandalarının, orijinal masif ahĢaptan olması yapıya farklı bir zarafet katıyor. GiriĢte ise mermer ve ahĢap korkuluklu merdiven ve
tavan süslemeleri ilgi çekiyor. Otel, 1915'te Numune Hastanesi yapılmadan önce hastane, 1950'den sonra da Maarif Koleji olarak kullanıldı. Daha sonra TCDD iĢletme ve TCDD personel yatakhanesi
olarak da hizmet veren yapı, Çelik Spor Kulübü'ne de ev sahipliği yaptı. Konya Ġl Özel Ġdaresi ve Meram Belediyesi yıllardır kaderine terk edilmiĢ binanın restore edilerek, kent yaĢamına katılması için
çalıĢmalarını sürdürüyor.
Hızlı tren garı kentin kuzeyine yapılacak
Konya, hızlı tren çağına da en erken adım atan Ģehirlerden biri olacak. Yapımı süren Ankara- Konya hızlı tren hattının 2009 yılı sonunda hizmete girmesi bekleniyor. Ancak Konya Garı hızlı trene ev
sahipliği yapamayacak. Çünkü hızlı tren için kentin kuzeyinde yeni bir gar yapılacak. Konya BüyükĢehir Belediyesi tarafından inĢa edilecek hızlı tren garı Selçuklu mimarisi çizgileri ile tasarlandı
Bir süre sonra arsa sahiplerinin karĢı çıkması üzerine, maçlar bu günkü Hava
Hastanesi'nin önünden geçen yolun çevresinde ve o tarihlerde binaların bulunmadığı
çok geniĢ bir sahada oynanmaya baĢlandı. Fakat Konya Belediyesi 1926-1927 yıllarında
Meram yolu yapımı nedeniyle bu sahada çalıĢmalara baĢlayınca, maçlar burada da Gençlik Spor Tesislerindeki
yapılamaz oldu. Daha sonra 1928' den 1929 yılına kadar, futbol karĢılaĢmalarına Müzikli Çay Bahçesi
Ģimdiki Emniyet Müdürlüğü binasının bulunduğu yer ile Musalla mezarlığı arasındaki T. 1957
Konyalı bisikletciler 1930 'lu yıllarda bir
boĢlukta devam edildi.
antrenman arasında bisikletlerini
Konya Ġdmanyurdu Kulübü 1934 yılında, Jandarma Komutanlığının eğitim sahası olarak
onarırlarken.
kullandığı bu günkü Ġmam Hatip Lisesinin bulunduğu yeri Milli Emlâk Müdürlüğünden
satın alır. Böylece futbol maçları 1934'ten 1951 yılına kadar bu sahada oynanmıĢtır.
Ġdmanyurdu bu sahayı Ġmam Hatip Lisesine satınca Konya futbolu tekrar sahasız kalır.
Son olarak zamanın Valisi Refik ġefik SOYER bu günkü Gençlik Spor Genel Müdürlüğü
mülkiyetindeki Atatürk Spor Sitesinin bulunduğu yeri Konya gençliğinin emrine verir.
Konya Ġdmanyurdu T.
1949- 1950
Mimari tasarımı Vedat Dalokay tarafından yapılan Ġslamabad Kral Faysal Camii.
HOROZLUHAN ġĠMDĠKĠ FOTOĞRAF
Hezarfen'in kanatları
1973 Konya... Galip Tekin'in babası, Mustafa Altıoklar'ın amcasını öldürüp sonra intihar eder. Ancak bir anlamda "kan davalık" olan Galip ve Mustafa olaydan 22 yıl sonra bir sinema projesi vesilesiyle taraf olduklarını öğrenecekler ve
büyük bir dostluğu başlatacaklardır
Çetin Altan'ın dediği gibi.. "Bu dünyanın kuytu labirentlerinde milyonlarca hatta milyarlarca insan kendi öykülerini dokuya dokuya geçip giderler.." Yönetmen Mustafa Altıoklar ve Leman Dergisi çizerlerinden Galip Tekin'in 25 yıl arayla
yaşadıkları iki olayda olduğu gibi.. Gencecik hayatlarını önce şoka, çeyrek asır sonra da muazzam bir buluşmaya götüren olaydaki gibi..
Şimdi anlatacağım gerçek öyküyü, bundan üç hafta kadar önce bir dost meclisinde dinledim...
Hem de olayın kahramanlarından biri olan Mustafa Altıoklar'dan..
Bu arada diğer kahramanımız Galip Tekin'in, bu olayı, Leman Dergisi'ndeki köşesinde çizgi roman olarak yayınladığını bilmeden, yani atlamış biri olarak..
Hiç uzatmayalım.. Galip'in çizgi romanına (yaşamından bir bölüm aktardığı öyküye) sadık kalarak hemen anlatalım bu muazzam buluşmayı... Hayatımızı sarıp sarmalayan bunca kin, nefret ve entrikanın ne denli gereksiz ve anlamsız
olduğuna ilişkin bir örnek sunalım.. "Gerçek öykü"müzün adı da.. "Ve Cemal Ve Hasan Ve Mustafa Ve Galip!" olsun...
***
Aslında bütün hikaye, Mustafa Altıoklar'ın, İstanbul Kanatlarımın Altında filminin ön hazırlıkları sırasında başlar.. 1995 yılı baharı.. Altıoklar, filmde geçen "Hezarfen'in Kanatları" için bir model yaratmak amacıyla Galip Tekin'den teknik
bir yardım ister..
Gırgır'daki döneminden bu yana çizimlerine ve öykülerine hayrandır Galip Tekin'in ve bu iş için en doğru ismin o olduğuna inanmaktadır...
Galip de o günlerde çizgi romanlarına devam ettiği gibi, Beyoğlu Kemancı Bar'ın işletmeci ortaklarından biridir.. Aralarında sıkı bir dostluk olmasa da, gazete ve dergilerde gelip geçen mesleki haber ve imzalardan dolayı aşinadırlar
birbirlerine..
Altıoklar, bir akşamüstü Galip Tekin'in Kemancı'daki odasının kapısını tıklatır ve tanışma, selamlaşmanın ardından meseleye girilir..
Galip'in ifadesiyle, çok heyecanlıdır Mustafa.. "İstanbul Kanatlarımın Altında" film projesinden, Hezarfen Ahmet Çelebi'nin uçuş öyküsünden bahseder uzun uzun.. Hazerfen'in uçuş kareleri ve kanat tasarımlarınının çizimini
istemektedir Mustafa.. Bu çizime uygun olarak da filmde kullanacağı kanadı hazırlatacaktır..
"Tamam" der Galip.. Mustafa da "Yaşa!" deyip ayrılır Galip'in odasından..
Meslektaşlarının ve hayranlarının deyimiyle "işinin ehlidir" zaten Galip.. Hemen işe kaptırır kendisini.. Hezarfen'i uçuran kanatları düşünür.. Onlarca eskiz çizer.. Ama beynini kemiren bir şey daha vardır!
Cinayet ve intihar!
Altıoklar soyadı, Galip'i 22 yıl önceye götürür..
Gazete manşetlerine geçmiş, parçalanmalara sebep olmuş bir olaya..
Galip, "Cemal Tekin, Hasan Altıoklar, Cemal, Hasan, Cemal'in oğlu, Hasan'ın oğlu!" der durur günler boyu.. Evet, Cemal Tekin, Galip'in babasıdır.. 1973'ün Eylül ayında Konya Saray Sineması'nda bir cinayet ve intihar
gerçekleşmiştir.. Sinema'nın ortakları Cemal Tekin ve Hasan Altıoklar'dır.. Ve Cemal Tekin, bir akşamüstü sinema yazıhanesinde Hasan Altıoklar'ı vurup öldürmüş, birkaç dakika sonra da şakağına dayadığı silahla intihar etmiştir.
Galip de o günlerde 14 yaşında bir ortaokul öğrencisidir.. O "meşhur Saray Sineması"nda da okul çıkışlarında makinistlik yapmaktadır..
Ve... "Cinayet-intihar"dan birkaç gün sonra, hısım akrabalardan biri Galip'i bir odaya çağırıp der ki..
"Eminim Galipciğim.. Hasan'ın bir oğlu varmış ve sağda solda abuk subuk konuşuyormuş, belli olmaz, kan davasıdır der düşürebilir seni.. Al şunu sok beline, akıllı ol!"
Evet, Galip takar beline simsiyah sarıkundak 14'lük Belçika'yı..
Öyle ya "kan davası"dır bu, n'olur n'olmaz!
O gencecik yaşında iki yıl boyunca belinden eksik etmez 14'lüğü..
Sonra da unutulur gider herşey.. Galip de, Altıoklar ailesi de.. Galip, annesi ve ablası zaten İstanbul'a göç ederler, hayatın kuytu labirentlerinde kendi öykülerini dokuya dokuya geçip giderler..
Yeniden 95'in baharına, Kemancı'da, Galip'in odasına dönelim.. Hezarfen eskizleri çizmektedir Galip.. Ve Beynini kemirip durmaktadır çoklukla..
Acaba o mu?
Acaba, Mustafa, Hasan Altıoklar'ın oğlu mudur? Yoksa her şey bir tesadüf müdür? Ya da bir soyadı benzerliğinden ibaret midir?
Bir iki hafta sonra gerçeği Altıoklar'ın film ekibinden bir kızcağız aralayacaktır.. Filmin oyuncularından Akasya, Galip'in ricası üzerine Mustafa'ya aile şeceresini sormuş ve durumu öğrenmiştir.. Ve Galip'e de bir notla durumu anlatır..
"Hasan Altıoklar, Mustafa'nın amcasıymış! Hasan'ı ortağı vurmuş sonra da kendini, böylece Hasan'ın oğulları ile Galip adında bir genç aynı anda babalarını kaybetmişler. Yaaa işte böyle garip bir hikaye bayım!"
Ne ilginç ki, Mustafa da (çok sevdiği, yaşam stilini, sinemaya olan hayranlığını ve öğütlerini öve öve bitiremediği) amcasını vurup intihar eden adamın, Galip adında bir oğlu ve Galip'in de, çizgilerini yıllarca hayranlık içinde izlediği, 95
baharında da filmin yaratım aşamasında "birlikte iş kotarmak için davette bulunduğu Galip Tekin olduğunu yine Akasya'dan (bir çiçek adı olması ne tesadüf) öğrenecektir..
Ama tüm bunlar "Ve Cemal Ve Hasan". Yönetmen Mustafa Altıoklar ile çizgiroman ustası Galip Tekin'in muazzam buluşmasını önleyemeyecektir..
Galip ve Mustafa, herşeyden "haberli" yine buluşurlar..
Tek kelime dahi etmezler "herşey"e dair ama 10 kez sarılırlar birbirlerine..
Sarıldıkları anda hemen yan masada bir sinema projesine ilişkin "hazerfen'in kanatları" durmaktadır, çekime hazırdır.. Aynı masanın çekmecesinde ise Galip'in de makinistlik yaptığı Konya Saray Sineması'nın fotoğrafı durmaktadır!
***
Galip, birkaç gün sonra bir sevdiğine şunları mırıldanır.. Bu arada Hezarfen'in kanat çizimlerini de okşamaya başlar..
"Keşke çizim değil gerçek olsalardı, keşke onları takıp 22 yıl öncesine uçup babamın elini tutabilseydim. İkisini de kurtarabilseydim. İşte böyle sevgili, senin tertemiz dünyanda böyle karanlık gerçekler yoktu, herkes kendi cennetinde
veya cehenneminde yaşamalıdır, yıllar sonra iyi bir çizer olsa bile.."
***
Son söz... Mustafa'yla Galip, şimdi görkemli bir dostluk yaşıyorlar.. Bu dostluğun öyküsünü iki hafta sonra BİR YUDUM İNSAN'da "geçmişe dair tüm ayrıntıları" ile anlatacağız.. İyi hafta sonları..
ALTIOKLAR APARTMANI
ġĠMDĠKĠ FOTOĞRAF
Avlonyalı Mehmet Ferit Paşa II. Abdülhamit saltanatında, 14 Ocak 1903 - 22 Temmuz
1908 tarihleri arasında beĢ yıl altı ay sekiz gün sadrazamlık yapmıĢ Osmanlı devlet adamıdır.
Avlonya ileri gelenlerinden Mustafa Nuri PaĢa isminde bir Arnavut beyinin oğludur. Aile adı
Vlora'dır. Yanya'da sübyan mektebi ve rüĢdiyeden sonra Rum Lisesini bitirdi. Özel hocalardan
Arapça, Ġslami ilimler, Fransızca, Ġtalyanca ve Rumca öğrendi. Babasının mutasarrıf olarak
bulunduğu Resmo'da cinayet meclisi baĢkatipliği ile göreve baĢlayıp ( 1867), Kandiye,
Mostar, Saraybosna, Diyarbakır, Halep'te çeĢitli mülkiye ve adliye memurluklarında bulundu.
Muhtelif komisyonlarda görev aldı.
1898'de tayin edildiği Konya valiliği esnasında bütün bilgi ve deneyimlerini hayata geçirme
fırsatı buldu. Konya'ya gelen Alman elçisi tarafından padiĢaha methedilecek kadar gözle
görünür baĢarılar kazandı. Merkez ve ilçelerde hükümet konakları, hapishaneler, askerî
kıĢlalar ve depolar, okullar; merkezde Hamidiye Sanayi Mektebi, idadi, Gureba Hastanesi,
memleket bahçesi, buğday pazarı, yollar, Ģoseler, köprüler, Antalya'da iskele ve rıhtımlar
yaptırdı. Konya'ya içme suyu getiren kiĢidir. Selçuklu eserlerini tamir ettirdi. EĢkıyalığı
kaldırdı. Eğitimin ve sanayinin geliĢmesine ve halıcılığın canlandırılmasına çalıĢtı.
1902'de Ġstanbul'a davet edilerek önce Rumeli Islahat Komisyonu baĢkanlığına ve bir müddet
sonra da kendisinden sadakat senedi alınıp sadrazamlığa tayin edildi (14 Ocak 1903). Bu
dönemde Arnavutluk ve Makedonya'daki karıĢıklıklar sürmekteydi. Sisam'da ayaklanma çıktı.
Öteden beri devletin baĢına bela olan borçların birleĢtirilmesi meselesi ile uğraĢıldı. BeĢ buçuk
yıl görevde kalan Avlonyalı Mehmet Ferit PaĢa, Kanun-i Esasi'nin ilanından bir gün önce,
meĢrutiyete taraftar olduğunu ifade ittiği için azledildi (22 Temmuz 1908). ġubat 1909'da
Meclis-i Ayan azalığına ve bir gün sonra da Aydın ( Ġzmir) vali vekilliğine tayin edildi ( 7
ġubat 1909 - 2 Mayıs 1909). Sonra Ahmet Tevfik PaĢa tarafından Dahiliye Vekilliğine atandı
(Mayıs 1909). 1912'de Dahiliye Nazırlığına yeniden atandı ise de kabul etmedi. Bunun
üzerine aynı yıl Meclis-i Ayan baĢkanlığına getirildi. 1913'de Kıbrıslı Mehmet Kamil PaĢa
kabinesinin düĢürülmesi üzerine azledildi. Mısır'a gitti. Kalp hastalığının tedavisi için
bulunduğu Ġtalya'da vefa tedip cenazesi Avlonya'ya getirildi.
Ferit Pasa
Ve Çayırbağı Suyu
1898 ile 1902 yılları arasında,
Konya'da valilik görevinde bulunan
Ferit Pasa (Resim 34) zamanında,
Ģehir yine su sıkıntısı içine
düsmüs ve yeni su kaynakları
bulma yolunda giriĢimler baĢlatılmıĢtır.
Hem Yavuz Selim‟in
suyollarının gerektiği gibi tamirat
ve bakımının yapılmaması, hem
de Ģehrin doğu kesimindeki 47
adet çeĢmenin yetmemesi ve nüfusun
artması, üstüne üstlük Ģehrin
batı kesimindeki nüfusun da
hızla geliĢmesi bu bölgedeki halkın sağlıklı içme suyundan mahrum
olması-ki bölge halkı uzun zamandan beri çay suyu kullanmaktaydı-
o zamanki Konya valisini harekete geçirmiĢ ve Konya'ya su getirilmesi
için bir "Su Komisyonu" kurdurmuĢtur.1901 yılında "Tedarik
Bedeli" parasından olan 10 bin lira ile ise baĢlanır. Buna ilave olarak
vilayet 2 bin, halk da 6. bin lira katkıda bulunur. Toplam 18 bin lira
toplanmıĢtır. Masrafların karĢılanmasında Konyalı pek çok hayırseverin;
Cambaz Deli Osman
Aga (Resim 35), Akbaslı Pala
Veli'nin Hacı Ömer, Hattat
Kızıl viranlı Seyyid Efendi ve
Koyunoğlu Mustafa Efendi'nin
maddi ve manevi yardımları
etkili olmuĢtur.Hemen iĢe
koyulan Ferit Pasa padiĢahın da
olurunu almıĢ, iki yıl içinde
Konya'nın 22 km güneyindeki
Çayırbağı Köyü'nden kaynak
suyunu önce istasyona, sonra
Alâeddin Tepesi'ndeki yeni yapılan
depoya (Resim 36) Belçika'dan
getirtilen demir borularla
aktarmıĢtır.
[Demir boru kullanılan ilk uygulama] Çayırbağı, Konya Ģehrinden
250 metre yüksek olduğu için Alaeddin Su Deposu‟na inen suyun tazyiki
kolayca temin edilmiĢ ve tesis 1902 yılında bitirilmiĢtir. ġehir içine
de demir borularla Ģebeke döĢenmiĢ ve büyük bir rahatlama sağlanmıĢtır.
Bu su sistemi ile yaklaĢık 50 çeĢmeye su verilmiĢtir. Dolayısıyla
çeĢme sayısı da artmıĢ, 1902–1923 yılları arasında 23 çeĢme
daha yapılmıĢtır.
Ferid PaĢa‟nın eseri olan Çayırbağı Suyu 1905 yılında Konya Valisi Faik Bey tarafından tekrar ele
alınmıĢ ve tesis geniĢletilmiĢtir.
II. MeĢrutiyet‟in ilan edildiği 1908 yılında Cevad Bey-'in valiliği zamanında çeĢmelerin sayısı 150'ye
çıkarılmıĢtır. Bir
sene sonra -1909 yılında- bu miktar halkın su ihtiyacına cevap vermemeye baĢladı. Ġlk müteĢebbislerin
daha geniĢ çaplı boru tercih etmemelerinin büyük bir hata olduğu anlaĢıldı.
Hicrî 1326, miladî 1908 yılında Cevad Bey'in,1913 yılında ise Vali Hüsnü Bey'in tesebbüsleri ile162
Mukbil, Bey Pınarı ve Sütlü
Kaynak sularının birleĢtirilerek demir boru ile Ģehre indirilmesine karar verildi. Fakat 1.Cihan Harbi
baĢladığı için boru tedarik edilemedi
ve is yarım kaldı. Miladî 1921 yılında boruların döĢenmesi tamamlandı.Ferit PaĢa'nın kurdurduğu "su
komisyonu"
1926 yılına kadar görevini sürdürdü.Su komisyonuna bağıĢ yapan ve hizmet edenlere evlerine yapılan
çeĢmelerle parasız ömür boyu su sağlandı.Ferit PaĢa'nın Konya'ya getirttiği Çayırbağı Su Sistemi ile
Hatıp Yolu üzerinde "Hatıp-Altı" denilen Pamukçu'ya bir çeĢme ile ilk
önceleri Konya Lisesi güney cephesindeyken sonra yeri değiĢtirilen 1901166 tarihli bir baksa çeĢme
daha yaptırmıĢtır. (Resim 37)
Çayırbağı Su Sisteminin bir parçası olarak yapılan Alaeddin Tepesi üzerindeki kalın tas duvarlı su
deposunun hacmi 500 metreküptür.
Üzerinde 1904 tarihli bir kitabe bulunmaktadır. Depoya 1927 yılında 250 metreküplük iki gömme su
deposu ilave edilmiĢse de -yeni inĢa
edilen- bu depoların oturduğu zeminde çökme meydana gelip su kaybına yol açtıgı için bir süre sonra
her iki depo da kullanılamaz duruma
gelmiĢtir. Bu ek kısımlar 1944 yılında devre dıĢı bırakılmıĢ, tüm depo ise 1954 yılında tamamıyla iptal
edilmiĢtir. (Resim 38)
MÜMTAZ KORU ĠLKOKULU
1912‟de Konya Hukuk Mektebini bitirip Fransa „ya yüksek lisans yapmaya gitmiĢ
1914‟te 1.Dünya SavaĢı ile Konya‟ya geri dönmüĢ
1919‟ta Ġttihat ve Terakki Cemiyeti okullarının kapanmasından sonra isim değiĢikliği ile devamını
sağlamak amacıyla kurulan Anadolu Ġntibah Mektebi Kızlar Kısmı Öğretmenliği yapmıĢ
1919‟ta Konya Kız Öğretmen Okulu ,Konya Lisesi „nde Hukuk ,Ġktisat,Türkçe dersleri vermiĢ. KONYA
MÜDAFAA-Ġ HUKUK CEMĠYETĠ ni kurmuĢ.
1922‟de Konya Ġktisad-i Milli Bankası müdürlüğüne getirilmiĢ.
1923‟te KONYA REHBERĠ isimli ilk Konya tarihi kitabını yazmıĢ.
1924‟te Ziraat Bankası Konya ġube Müdürlüğüne getirilmiĢ.
1926‟da Ziraat Bankası Ġdare Heyeti „nde seçilmiĢ,Ankara‟ya gelmiĢ.
1935‟te Ziraat Bankası Zirai Krediler Kurucu ġube Müdürü
1948‟te Ziraat Bankası‟ndan emeklilik
1948‟te Konya Veremle SavaĢ Derneği‟nin kurması.
1955‟te Konya‟da Ġlkokul açtı.
1963‟te vefat etti
.
Mümtaz Koru‟nun yaptığı hizmetlerden daha da etkileyici olanı
Yandaki resimdeki SĠVASLI ALĠ KEMAL bey ile olan dostluğuydu.
Camiye beyaz çorapla girilirmi sorusuna
yada Plaktan ezan Kuran okunurmu sorusuna
“SĠZ O TAġIN ĠÇĠNE SESĠ NASIL KOYMUġLAR ONU TARTIġSANIZA” dediğinde
yıl 1920‟dir.
DelibaĢ Ġsyanında öldürülen SĠVASLI ALĠ KEMAL bey in cenazesi
1 gün Konya‟da bir meydanda kalmıĢ..
Sonrasında Mümtaz Koru ve arkadaĢları tarafından defnedilmiĢti.
KONYA LĠSESĠNĠN EĞĠTĠM VE ÖĞRETĠM TARĠHĠ Selçuklu Devleti‟ne baĢkentlik yapmıĢ olan, Konya Ġli bilim ve sanat merkeziydi (1086–1299) Bu özelliğini eskisi kadar olmasa da Karaman oğulları ve
Osmanlılar zamanında da sürdürmüĢtür. Tanzimat‟a kadar baĢlıca öğretim kurumu medreselerdi. Medreseler sultanlar, komutanlar ve varlıklı kiĢilerce vakıf yoluyla kurulan yüksek dereceli öğretim
kurumlarıydı ve giderleri de vakıf gelirleriyle karĢılanırdı. Medreseler Selçuklular ve Osmanlılar zamanındandan Tanzimat‟a kadar yönetici, kadı ve ulema yetiĢtirerek yararlı olmuĢlardır. Ancak 1836‟dan
sonra çağdaĢlaĢma ve değiĢime ayak uyduramadıkları için 1925 yılında çıkarılan Tekke ve Medreselerin kapatılması kanunu ile medreseler kapatılmıĢtır. Bu süreç içerisinde Konya‟da öğretim kurumları
sürecine baktığımızda batıdaki gibi öğretim yapan okullar açılmaya baĢlamıĢ, daha sonra ise 1856 Islahat Ferman‟ından bir yıl sonra kurulan Maarif-i Umumiye Nezareti,1869 yılında “Maarif-i Umumiye
Nizamnamesi “adı altında bir nizamname hazırlanarak bazı okulların açılmasına karar verilmiĢtir. Bu okullardan biriside öğretmen yetiĢtirmek amacı ile kurulması öngörülen Dar-ül Muallimler idi. O zaman
Dar-ül Muallimin Osmanlı sınırları içinde yalnız Ġstanbul „da varken, 1875 yılında da Girit‟te, Bosna „da ve Konya‟da açılmıĢtır. Dar-ül Muallimin Konya‟da ilk defa Nizamiye Medresesi civarındaki bir binada
açılarak eğitime baĢlamıĢtır. Konya‟da idadi ilk kez Nizamiye Medresesi‟nde 1 Eylül 1889 yılında açılmıĢtır, daha sonra sınıf sayısı artırılarak, 1891 yılında bugünkü Karma Ortaokulu‟nun bulunduğu binaya
taĢınmıĢtır. 1893 yılında yatılı kısmı ilave olmuĢ ve Okul, Konya idadisi adını almıĢtır. Binanın kullanımına baĢladığı ilk yıllarda, dönemin padiĢahı Sultan ReĢat (V. Mehmet, 1909–1918) zamanında yapılan
ve Mimar Muzaffer „in Konya‟daki ilk yapılarından olan Dar-ül Muallimin binası, Mütareke sonrasında (Mondros -30.10.1918)kısa bir süre Ġngiliz, sonra Ġtalyan iĢgal kuvvetlerinin karargahı olmuĢtur, daha
sonra bir ara Askeri RüĢtiye olarak kullanılmıĢtır. Yapı kurulduğu günden günümüze kadar çeĢitli eğitim dönemleri ve farklı okul adları ile anılmıĢtır. Cumhuriyetten sonra, 1923 „den 1934 „e kadar bu
binada eğitim veren Dar-ül Muallimin 1934‟e kadar, Muallim Mektebi, Konya Erkek Öğretmen Okulu olarak adlandırılmakla birlikte, yine 1929 tarihli bir Vilayet Albümünde okulun adı Erkek Muallim
Mektebi olarak geçmektedir. Erkek Muallim Mektebi‟nin (Erkek Öğretmen Okulu)1934 yılında Adana‟ya nakledilmesi üzerine yapı, Konya Erkek Lisesi‟ne verilmiĢtir. Daha sonraları ise 1934–1972 tarihleri
arasında, Gazi Lisesi ve 1997‟den günümüze kadar Konya Lisesi adlarıyla kullanılmıĢtır. Yine Konya Lisesi adı ile eğitime devam etmektedir. 23 yıl Konya Ġdadisi olarak anılan okul, 10 yıl Konya Sultanisi,
49 yıl Konya Lisesi, 1971/97 yılına kadar Gazi Lisesi, günümüzde ise yeniden Konya Lisesi adı altında eğitime devam etmektedir. Konya Lisesini 3 eğitim dönemi içersinde incelemek mümkündür. 1-
Ġdadi Dönem 2- Sultani Dönem 3- Konya Erkek Lisesi Dönemi Ġdadi Dönemi Konya‟daki en eski genel amaçlı lise olan Konya Meram Gazi Lisesi 1889 yılında Konya Ġdadisi adı ile eğitim öğretim hayatına
baĢlamıĢtır. Okul Türkiye‟deki yüz yıllık eğitim öğretim süresini geçen kırk yedi genel liseden biridir. 1 Eylül 1889 yılında Konya Ġdadisinin öğretime baĢlamasıyla öğretmen okulu binasından yararlanılmıĢ
ve 7 yıllık idadinin ilk üç yılı rüĢtiye, sonraki dört yılı idadi sınırlarıydı iptidai mektebini bitirenler idadinin birinci sınıfına rüĢtiyeyi bitirenler idadinin dördüncü sınıfına geçebiliyorlardı. Konya Ġdadisi açıldığı
tarihte ancak 8 öğrenci bulabilmiĢ ve bu sayının Ġdadi‟ye ilginin azlığından, kaynaklamadığını, bunun nedeninin öğretmen okulunun varlığını çevreye duyurulmamıĢ olmasından kaynaklanmıĢtır, daha
sonra Konya Lisesi gibi büyük bir binaya taĢınınca öğrenci sayısında önemli bir artıĢ olmuĢtur. Ġdadinin yatılı hale getirilmesi de öğrenci sayısını artıran etkenlerden biridir. RüĢtiye öğrenimini
tamamlayan öğrenciler, bölge okulu haline gelen Ġdadi bölümüne alınarak öğrenimlerini devam etmiĢlerdir, Ġdadi bölümünde, öğrenimlerini tamamlayan öğrenciler, idadi diploması alarak, yüksek
okullara girme olanağı sağlanmıĢtır. Ġdadilerin açılmasının, uzak bölgelerdeki gençlere yüksek öğrenim yapma yolunu da açmıĢ olduğundan, Konya idadisinden mezun olanlar hukuk, harbiye ve veteriner
mekteplerine girdikleri görülmektedir. Konya idadisi ilk binasında 1889–1890 öğretim yılını geçirmiĢtir. Ġkinci öğretim yılında, Güreba Hastanesi (Karma Ortaokul Binası) olarak yaptırılmıĢtır; fakat hiç
kullanılmamıĢ, büyük binaya taĢınmıĢtır. Bu binada 1934‟e kadar 43 yıl kalmıĢtır,1934‟te Erkek öğretmen lisesi kapatılınca bina Gazi Lisesi olmuĢtur. Türk orta öğretim sistemi içinde böylesi seçkin bir
yere sahip olmasına rağmen hakkında yeterli çalıĢmaların yapılmaması ve bazı idarecilerin kurumun önemini kavrayamaması sebebiyle bugün Konya Ġdadisi‟nin açılıĢı hakkında fazla bir bilgiye sahip
değiliz. Basında yer alan bir iki haber dıĢında bilgi veren en önemli kaynak 1951 yılında Hüseyin Köroğlu‟nun Ġdadinin ilk öğrenci ve mezunlarından Faik Soyman ile yaptığı röportajdır. Ancak bu
görüĢmelerle ilgili metnin bir kısmı bulunamamıĢtır. Bunlardan derlediğimiz bilgiler ve Konya Vilayet Salnamelerine göre Konya Ġdadisi‟nin açılıĢını Ģu Ģekilde ifade edebiliriz. Konya Ġdadisi 1 Ekim 1889
tarihinde açılmıĢtır. Konya Vilayeti 1896 nizamnamesinin öngördüğü bütün Ģartları taĢımaktadır Konya‟nın 1884 yılındaki nüfusu, 38103, hane sayısı da 17020'dir. Ayrıca Konya‟da Ermeni ve Rum nüfusu
da bulunmakta idi ve bunlara ait okullarda 120 erkek, 106‟kız olmak üzere toplam 226 öğrenci vardır. Konya o günün Ģartlarına göre sadece büyük bir Ģehir değil, ayrıca kendine beĢ sancağın (Konya,
Antalya, Hamidabat, Burdur, Niğde) bağlı olduğu büyük bir ilin de merkezi idi. Buna rağmen bir idadiden yoksun idi. Oysa Konya‟dan daha küçük olan Kastamonu, Edirne gibi yerlerde birer idadi
açılmıĢtı. Osmanlı Devleti yöneticileri idadileri açarken belli bir program içinde hareket etmek yerine bölgede yaĢayan insanların özel çabalarına uymayı tercih etmiĢtir. Konya Ġdadisi‟nin açılıĢı dönemin
Konya Maarif Müdürü olan Tahsin Bey‟in kiĢisel gayretleriyle harekete geçinceye kadar gerçekleĢememiĢtir. Sultani Dönemi Konya Osmanlı Devletinin büyük illerinden biriydi. Bu nedenle Sultani açılacak
illerin baĢlarında bulunuyordu. Çok geçmeden Sultani‟nin açılacağına dair haberler gelmeye baĢladı. Maarif Nezaretinin Konya Maarif Müdürlüğüne gönderdiği yazıda Sultaninin 1913 yıllının Eylül ayında
açılacağının, bunun için gerekli hazırlıkların yapılmasının, bu maksatla atmıĢ bin kuruĢluk havalenin çıkarıldığı bildiriliyordu. Bu günlerde Konya‟ya daha önce gelen ikinci Manastır idadisi Yozgat‟a
taĢınmıĢtı. Aynı tarihte Konya Ġdadisi de Sultaniye çevrilmiĢtir. Böylece 1913 Eylül‟ün de Konya Sultanisi açılmıĢ oldu. Sultani beĢ yılı ilkokul, yedi yılı da Sultani olmak üzere on iki yıl eğitim verecekti.
Ġdadiden Sultaniye geçerken okulun öğretim heyetinde bir değiĢiklik olmamıĢtır. Yalnızca Türkçe ve Edebiyat dersleri birleĢtirildiğinden bu dersin öğretmenliğine Rasim HaĢmet Bey tayin olmuĢtur.
Konya Ġdadisi‟nin Konya Sultanisi'ne çevrilmesi sadece bir tabela değiĢikliğinden ibarettir; çünkü okulun, ne binası, ne sınıfları, ne lâboratuarları, ne ders araç ve gereçleri, ne de öğretmenleri
değiĢmemiĢtir. Konya Ġdadisi yazan tabela indirilmiĢ yerine Konya Sultanisi yazan tabela takılmıĢtır. Genel olarak Sultani müfredat programları incelendiğin de Ġdadi dönemin de olduğu gibi, ders dağıtım
çizelgelerinde kısa sürelerde büyük değiĢiklikler ortaya çıkmamıĢtır. Sultani döneminde ağırlık fen ve kültür derslerine verilmiĢtir, din derslerine verilen önem, Ġdadi dönemi ile karĢılaĢtırıldığında bir
azalma ortaya çıkmıĢtır; ancak Edebiyat Ģubeleriyle Fünun Ģubeleri karĢılaĢtırıldığın da Edebiyat Ģubelerinde dini derslere daha fazla önem verilmiĢtir; ayrıca Fünun Ģubelerinde okutulmayan Arapça ve
Farsça dersleri bütün Edebiyat Ģubelerinde okutulmuĢtur. . Sultani ders programları Ġdadi dönemindeki gibi sık sık değiĢikliklere uğramamıĢtır. AraĢtırılan kaynaklarda bunun sebebinin, Sultani dönemin,
Ġdadi dönemden, daha az süre eğitim vermiĢ olmasından kaynaklanmıĢtır. 1915 yılından itibaren Sultani‟de yabancı dil eğitiminin kurs sistemiyle verildiğini. Sultani müfredat programlarında yabancı dil
olarak Ġngilizce de gösterildiği halde bu ders seçilmemiĢtir.
idadi‟de okutulmayan Almanca dersi Sultani‟ye konmuĢtur. Ancak öğrencilerin çoğunluğu yabancı dil tercihlerini Fransızca lehinde kullanmıĢlardır. Sultani‟ye Almanca dersinin konmasının sebebinin
siyasi olduğu düĢünülmektedir; bununla birlikte Ģunları söyleyebiliriz: Birinci olarak 1900‟lü yılların ilk yarısında Fransızca, Ģimdi Ġngilizce‟nin sahip olduğu duruma sahipti, dolayısı ile veliler ve
öğrenciler Fransızca‟yı tercih ediyorlardı. Ġkinci olarak savaĢ yıllarında Sultani‟de öğrenci çok azdı. Nitekim bu yıllarda Almanca‟yı seçen öğrencilere baktığımızda her sınıfta sayılarının üç, dört civarında
olduğunu görürüz. 1915 yılında neĢredilen müfredat programında Lisan-ı Osmani adıyla okutulan dersin ikinci sınıfında yer alan gramer konuları birinci sınıfa alınmıĢtır. 1913 programında yedinci
sınıfta okutulan Tarih-i Osmani konuları, sekizinci ve dokuzuncu sınıfa alınmıĢ, ayrıca 18. asırda Avrupa, Fransız Ġnkılabı, Avrupa‟da kurulan yeni devletler gibi konular ilave edilmiĢtir. Onuncu sınıfın
programına on yedinci asır Avrupa Tarihi konmuĢtur. Yabancı dil dersleri konusunda önemli bir süreç baĢlatılmıĢ öğrencilerin niçin yabancı dili okulda öğrenemedikleri konusu ele alınmıĢtır. Daha iyi
yabancı dil öğretmek için neler yapılacağı konusu tartıĢmaya açılmıĢtır. 1913 yılı programı ile Sultaniler, devre-i ula ve devre-i seciye olmak üzere iki devreye ayrılmıĢtır. Sultani, Ġdadi‟ye göre daha
yüksek dereceli okul olarak eğitim vermiĢtir. 1913 yılında eğitime açılan, Konya Sultanisi, beĢ yılı ilkokul, yedi yılı da Sultani olmak üzere toplam oniki yıl eğitim vermiĢtir; fakat 1922 yılında
Sultanilerde eğitim süresi onbir yıla indirilmiĢtir. Yine Sultanide BeĢ sınıf Ġlkokul, Yedi sınıf da Sultani olmak üzere toplam 12 Sınıfta ders verilmiĢtir. Konya Sultanisi‟nde 1913 yılında 30 paralı yatılı,32
parasız yatılı,238 gündüzlü olmak üzere toplam 300 öğrenci bulunmaktaydı. Konya Sultanisinin açılıĢından az bir zaman sonra Birinci Dünya SavaĢı baĢlamıĢ.1914‟te baĢlayan ve 1918 de yenilgiyle
sona eren bu savaĢta imparatorluk yıkılmıĢ, savaĢ sırasında okullarda öğretim AksamıĢ, yokluklar nedeniyle normal bir çalıĢma gerçekleĢmemiĢtir. Konya Sultanisi‟nin savaĢ yıllarındaki en büyük
problemi, öğrencinin olmamasıdır. Bunun nedeninin ise, seferberlik ilanından sonra yaĢı on yediyi bulunlar askere alınmasından kaynaklandığını kaynaklardan öğreniyoruz. 1917, 1918, 1919 yıllarında
son sınıflarda hiç öğrenci okumamıĢtı. Sonrasında sekiz yıl süren savaĢlar bitmiĢ barıĢ dönemi baĢlamıĢ. Cumhuriyet ilanından önce Türkiye‟de ortaöğretim veren iki okul vardı. Ġdadi ve Sultani,
Ġdadilerin amacı öğrenciyi doğrudan doğruya sanat, ziraat ve ticaret hayatına baĢlatmaktı. Sultanilerin amacı ise; yüksek mesleklere karĢı tam bir hazırlık Cumhuriyetin ilanından sonra Ġdadi ve
Sultanilerin lise adı altında toplanması kararlaĢtırılmıĢ ve bu karar üzerine Konya Sultanisi 1934 yılının sonlarına doğru Gazi Lisesi‟ne çevrilmiĢtir. Konya Erkek Lisesi Dönemi Heyeti ilmiyelerde alınan
kararlar doğrultusunda Türkiye‟de liseler açılmaya baĢlanmıĢ olup, bu geliĢmelere paralel olarak 1923 yılının Ekim ayının sonlarına doğru Konya Sultanisi adı kaldırılarak Konya Erkek Lisesi açılmıĢtır.
Okul liseye çevrildiği halde sınıf sayısında, müfredat programlarında, öğretim ve yönetim heyetinde herhangi bir değiĢiklik yapılmamıĢ ortada var olan tek değiĢiklik sadece tabeladan ibarettir. Konya
Lisesi‟nde de öğretim sultanide olduğu gibi eğitim paralı olarak verilmiĢtir. Yatılı ve yatılı olmayan öğrencilerden ücret alınarak, alınan bu ücret bölgelere göre değiĢtiği gibi, zamanla da değiĢirdi. 1924
yılında alınan ücret, gündüzlüden yılda altı lira, yatılıdan doksan lira iken bu parayı veli,üç taksit Ģeklinde de ödeyebilirmiĢ. Gündüzlü öğrenciler ödeyebilecek durumda değillerse, fakrühal‟lerini
belgelemek koĢulu ile ücretsiz okuduklarını öğreniyoruz. Alınan ücret 1925 tarihinde, Edirne, Konya, Bursa‟da gündüzlü 15, yatılı 100 TL. Ġstanbul ve Ġzmir‟de ise, gündüzlü 18, yatılı 130 TL. olup,
paralı öğretim daha sonra, 1926–1927 öğretim yılında kaldırılmıĢtır. Konya Lisesi‟nde Sultanî‟den kalan ilkokul, 1926 yılına kadar öğrenimini sürdürmüĢtür. 1926–1927 öğretim yılında kaldırılmıĢtır.
1926 yılından itibaren Konya Lisesi‟nin öğrenci mevcudunda da bir artıĢ olmuĢtur, bu yıl Konya Lisesi‟nin birinci sınıfı iki Ģubeli olmuĢtur. Bu durum otuz yedi yıldır eğitim-öğretim faaliyetine devam
eden kurumda ilk defa uygulanmıĢtır. Öğrenci mevcudunda ortaya çıkan bu artıĢın sebebi, medreselerin kapatılması, yeni açılan devlet dairelerine memur alınması, okuyanların yaĢam düzeylerinin iyi
olmasından kaynaklandığı düĢünülmektedir. Nüfus artıĢı, okullara halkın rağbeti, öğrenci sayısını dolayısı ile diploma alanların sayısını da artmıĢ, 1936 yılında liseden mezun olanların sayısı 389‟a
ulaĢmıĢtır. Öğrenci sayısı arttıkça eski bina yetersiz kalmaya baĢlamıĢ, 1934–1935 öğretim yılında Lise bu günkü binasına taĢınmıĢ, yeni binaya taĢındığı tarihte okul 45 yıllık bir eğitim öğretim hayatını
geride bırakmıĢ olup, Laboratuarları, iĢlikleri, matbaası, hatta öğretmen okulundan kalan araç ve gereçlerle okul olgun, oturmuĢ ve verimli bir lise olmuĢtur. Bu dönemde Lise, öğrencileri seçme
sınavlarında üstün baĢarılar göstermiĢtir. Kültür Bakanlığınca Avrupa‟ya yüksek öğrenim için gönderilecek öğrencileri seçmek için 1934‟te açılan imtihanda kazanan on öğrenciden dördü, 1937‟de on
öğrenciden üçü Konya Lisesi mezunu olduğunu incelenen kaynaklardan öğreniyoruz. 1936–1937 öğretim yılında Konya Lisesi‟nde Ģube sayısı, birinci devrede üç, ikinci devrede on bir olmak üzere
toplam on dört olmuĢ olup, Diploma alan öğrenci sayısı birinci devreden 692, ikinci devreden dört olmak üzere toplam 1176‟ ya ulaĢmıĢtır. Konya Lisesi bu ismi taĢıdığı sürece çalıĢmalarını iki binada
sürdürmüĢtür.1923–1934 tarihleri arasında daha önce Ġdadi‟nin ve Konya Sultanisinin içinde öğretimini sürdürdüğü binada kalınmıĢtır. Ġkincisine 1934–1935 öğretim yılında taĢınılmıĢtır. Konya Darül
muallimini için yapımına 1910 yılında baĢlanan ve 1917 yılında tamamlanan neoklasik mimari tarzında olan bu binayı 1934 yılına kadar Konya Erkek Muallim Mektebi olarak kullanılmıĢtır. Erkek Muallim
Mektebi kapatılınca bina Konya Erkek Lisesi‟ne verilmiĢtir. Nüfus artıĢı, okullara halkın rağbeti, öğrenci sayısını dolayısı ile diploma alanların sayısını da artırıyordu. 1936 yılında liseden mezun olanların
sayısı 389‟a ulaĢıyor.
Okul 1973-1974 öğretim yılında Konya Gazi Lisesi ismini almıĢ olup 1998 yılına kadar bu isimle eğitim – öğretimini sürdürmüĢtür. 1973 yılında Cumhuriyetin 50. kuruluĢ yılı olduğunu yapılan
kutlamalara okulun yeni ismiyle katıldığı bilinmektedir.
Gazi lisesi bünyesinde Yabancı Dil Ağırlıklı Lise eğitim- öğretime baĢlamıĢ 1998 yılında okul, Konya Lisesi ve Gazi Lisesi olarak ikiye ayrılmıĢ bu Ģekliyle bir yıl eğitime devam etmiĢtir. Daha sonra her iki
okul Meram Konya Lisesi adı altında birleĢtirilmiĢtir.
2005 – 2006 öğretim yılında Yabancı Dil Ağırlıklı Liselerin Anadolu Liselerine dönüĢtürülmesi nedeniyle okul Meram Konya (Anadolu) Lisesi ismiyle eğitim – öğretimine devam etmektedir.
Konya Lisesi, Güneyde eski adı ile Ferit PaĢa Caddesi, bugünkü adı ile Atatürk Caddesi ile batıda Amber Reis Caddesi‟nin kesiĢtiği köĢededir. Kuzeyinde Muzaffer Hamit Sokağı, doğusunda ise hayat
sokağı ile çevrilidir.
Oldukça geniĢ bir bahçe ile çevrili olan Gazi Lisesi‟nin güneye bakan ön cephesi ile batıya bakan yan cephesi park Ģeklinde düzenlenmiĢtir. Okulun kuzeye bakan arka cephesi ve doğuya bakan yan
cephesinde ise bahçe daha geniĢ olup, buraya bazı ek tesisler yapılmıĢtır. Bugün bahçenin kuzeyinde bulunan 1960‟lı yılların sonlarında yapılmıĢ ikinci binada yine Konya lisesinin ek binası olarak
eğitim vermektedir. Okulun 10.000 m2 bahçesi mevcut olup, bahçenin kenarları ve bir kısmı ağaçlık ve yeĢil alandır. Okulun eski tarihi bina ve yeni bina laboratuarlar ve lojman olarak 5000 m2 lik
kapalı alanı mevcuttur.
Bahçenin doğusunda ise spor salonu, Fizik ve Kimya Laboratuarı gibi ek tesisler yer almaktadır. Anıt alanında bulunan Konya Lisesi; batısında Amber Reis Cami (1911) güney batısındaki Ziraat Abidesi
(1917) ve Atatürk Anıtı (1926) güneyindeki Ferit PaĢa ÇeĢmesi (1901)ile belirli bir dönemi anlatan tarihi bir doku oluĢturmaktadır,
Serficeli
Şirin
Hanım
Çeşmesi
1931
Atatürk Caddesi üzerinde 1912 yılında inşa edilen iki katlı tarihi bina;
kesme, moloz taş ve tuğladan yapılmıştır. 1923 yılında hazine adına
tescil edilen ev Vali Konağı olarak kullanılmış, Atatürk'ün Konya'ya
gelişlerinde de kendisine tahsis edilmiştir. 1927 yılında hazineden
Konya Belediyesi'nce satın alınan ev 19.7.1928 tarihinde Konyalıların
Atatürk'e şükranlarının bir ifadesi olarak Atatürk adına tescil edilmiş
ve tapusuna "Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal Paşa'ya Konyalıların
hediyesidir." kaydı konulmuştur. 1940 yılında Konya Özel İdaresi'nce
sembolik bir bedel karşılığında satın alınan ev, tekrar Vali Konağı
haline getirilmiş ve 1963 yılına kadar Vali Konağı olarak kullanılmıştır.
1963 yılında bina Milli Eğitim Bakanlığı'na devredilerek onarılmış ve
bir yıl sonra 17 Aralık 1964 tarihinde "Atatürk Evi-Kültür Müzesi"
adıyla ziyarete açılmıştır.
Atatürk Müzesi, Atatürk'ün doğumunun 100.yılında İl Kutlama
Komitesi Başkanlığı'nın talepleri üzerine, Kültür ve Turizm Bakanlığı
Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü'nce restore edilerek,
sergileme ve düzenlemesi de yeniden yapılmış ve 17 Nisan 1982
tarihinde "Atatürk Müzesi" olarak ziyarete açılmıştır. Müzenin
düzenlenmesinde, yapının ev olarak kullanılma özelliği göz önünde
tutulmuş olup, bu nedenle mimari özelliğini bozacak bir değişikliğe
gidilmemiştir.
Atatürk Müzesi’nin son büyük onarımı Kültür Bakanlığı Anıtlar ve
Müzeler Genel Müdürlüğü tarafından 2001-2003 yılları arasında
yaptırılmıştır.
Müzede Kurtuluş Savaşı'nda Konya ve Konyalının yeri belge ve
fotoğraflarla anlatılmaya çalışılmıştır. Müzenin alt ve üst
salonlarındaki sergilemede pano ve vitrinle bütünlük sağlanmaya
çalışılmış, zemin katta Cumhuriyet öncesine ait belge ve fotoğraflarla
Atatürk'ün Konya ziyaretleri anlatılmıştır.
Panolarda, Atatürk'ün Konya'ya gelişlerini, şehirde yaptığı ziyaretleri,
bu evde tuttuğu günlük notları gösteren belgeler, fotoğraflar ve gazete
kupürleri sergilenmektedir. Vitrinlerde ise Atatürk'e ait bazı elbiseler
ile bu evde kullandığı muhtelif eşyalar teşhir edilmektedir.
Kız Orta Okulu binası Konya'nın eski gayrı Müslimlerinden tüccar Yusuf Şar tarafından inşa edilmiştir. Bu şahıs aynı
yıl belediye sarayı yerindeki eski belediye binasını da yaptırmıştı. 1910 yılında Yusuf Şar denilen bu zat 1. Cihan
Harbi zamanında ve ondan daha evvelki senelerde Buğday piyasasını elde tutuyordu. Kazandığı para ile şehirde
birkaç bina yaptıran bu şahıs Cumhuriyet'in ilk yıllarında işini İstanbul'a nakletti ve oraya yerleşti. Gayri
menkullerinden elinde kalan bir kısmını da Konya'ya gönderdiği Süryani Mezhebi'ne mensup bir zat tarafından 1935
yılına kadar idare ettirdi. Bu binalar Emlaki Emriye'ye geçti ve oradan da Belediyeye ve hazineye intikal etti.
Kız Orta Okulu Binası kurtuluş savaşından sonra mübadeleye tabi tutulmadan önce ev olarak kullanıldı. 1919 yılında
bir süre Kor Komutanlığı karargahı oldu. Kurtuluş Savaşı yılları içerisinde Askeri Hastane oldu. Cepheden gelen
yaralılar buraya yatırılır ve iyi olanlar buradan taburcu edilir. Ölenlerin cenazesi buradan kaldırılırdı. Binanın
güneydoğu yönündeki transformotor dairesinin bulunduğu yer oldukça çukur boş bir arsa olup, hastanenin çöplük
harmanı idi. Gelip geçerken kanlı pamuk ve sargı bezleri görmek mümkündü. Bina Kurtuluş Savaş'ı sonu İkinci Ordu
Müfettişliği binasını teşkil etti. Binanın üst güneybatı tarafı ordu müfettişlerinin lojmanı olarak kullanılırdı. Bina 1942
senesinden itibaren seferi durumda teşekkül eden Konya Askeri Komutanlığı binası oldu. Askeri mıntıka
komutanlıkları 1947 baharında lağvedilince bina kısa bir süre askerlik dairesi olarak kullanıldı. Daha sonra Kız Orta
Okulu emrine verildi. Dershaneler kafi gelmediğinden bahçesine 1952 yılından sonra halen mevcut seyyar pavyon
ilave edildi.
Zafer Çeşmesi
Konya‟mızın en güzide alanlarından birisi de Mevlana ve hükümet alanlarından sonra Zafer
Meydanıdır. Bilhassa Cumhuriyet‟ten sonra Konya‟nın seçkin ailelerinin oturduğu bir semt olarak ün
yapmıştır. Daha sonraları ise neredeyse Konya‟nın merkezi olmuş ve mihenk taşı görevini görmüş,
zamanla da lüks mağazaların işgal ettiği bir çarşı alanına dönüşmüştür. Ayrıca Zafer Meydanı‟nın
Alaaddin Tepesi‟ne, Gazi Lisesi‟ne, Nalçacı Semti‟ne, Tren Garı‟na, Hükümet Meydanı‟na ve
Mevlana‟ya ve eskiden beri Belediye binalarına çok yakın oluşu, adeta Konyalılar için bir buluşma,
dinlenme ve gezinti yeri olarak görev görmesine sebep olmuştur.
Şehrin daha eski yerlerine nazaran daha çok Cumhuriyet‟le özdeşleşen Zafer Meydanı adını da
burada bulunan Zafer Çeşmesi‟nden almıştır. Bugünkü yazımızda Zafer Çeşmesi‟nin kısa tarihine
değineceğiz. Buna göre; Kurtuluş Savaşı‟ndan sonra Cumhuriyet‟in ilk belediye meclisi, 1923-1927
yılları arasında, savaşta şehit olanların ruhlarına ithaf etmek üzere Belediyece şehrin münasip bir
yerine bir çeşme yaptırılmasını düşünmüş ve bu işle zamanın belediye mimarı merhum Falih Bey
görevlendirilmiştir. Böylece Zafer Çeşmesi eski Kız Orta Okulu binasının 15 metre doğusuna
yaptırmıştır. O tarihte şehre ilk defa getirtilen Mukbil Suyu da bu çeşmede akıtılmıştı. Yaklaşık 50
seneden beri suyu kesilmeden akan çeşme 1972 yılında, rahmetli Nalçacı‟nın ölümü ile Yılmaz
Kulluk‟un seçilmesi arasında geçen iki ay içerisinde, bir gecede kim vurduya gitmiştir. Buranın park
haline getirilmesi amacı ile kaldırılmış, kitabesi de fuarın kuytu bir köşesine atılmıştır.
1972 yılında, Selçuk Es çeşmenin böyle bir muameleye tabi tutulmasından son derce üzülmüş
ve öfkelenmiştir. Bazı gazetelerde çeşme ile ilgili Belediye yetkililerini uyaran yazılar yazmıştır.
Tarihini tespit edemeyeceğimiz bir zaman aralığı sonunda uğraşısı sonuç vermiş ve çeşme tekrar
hayata geçirilmiştir. Bu konu ile ilgili daha geniş bilgi; çeşmeyi yaptıran ve Cumhuriyet‟in ilk
belediye başkanı olan Kazım Gürel‟in oğlu araştırmacı-yazar rahmetli Selçuk Es‟in Koyunoğlu
Müzesi‟nde saklanan arşivlerinde bulunmaktadır.
İşte Zafer Çeşmesi‟nin kısacık tarihi böyledir. Günümüze geldiğimizde Zafer meydanı 10 yıl
içinde 2 düzenlemeye tabi tutulmuş, her iki düzenlemede de Zafer Çeşmesi yerini korumuştur. İlk
düzenlemede Nutuk Parkı olarak düzenlenen meydan gayet güzel bir anlayışla yapıldığı için
Konyalıların sevgisini kazanmıştır. Son olarak Büyükşehir başkanı Tahir Akyürek tarafından yeni bir
düzenlemeye tabi tutulmuş, eskisinden de daha güzel ve muhteşem olmuştur. Ve Zafer Çeşmesi bu
yeni düzenlemenin tam merkezine oturtulmuş, adeta önemle vurgulanmıştır. Bu yeni düzenlemede
çok güzel bir Selçuklu Anıtı dikilmiş, ayrıca sığ bir havuz etrafında bugüne kadar kurulan Türk
Devletleri ile ilgili bayrak ve kabartmalarla süslü sütunlara yer verilmiştir. Dikilen Selçuklu Anıtı
gayet güzel olmuş ve görenlerin takdirini kazanmıştır. Çünkü Konya‟nın bir zamanlar Selçuklu
Devleti‟nin başkenti olduğunu vurgulayan ilk modern abide olmuştur.
Sonuçta belediyemizin güzel bir düzenlemesiyle, Zafer Çeşmesi, gerçek değerine yakışır bir
biçimde, Zafer Meydanı‟nda çok güzel bir şekilde teşhir edilmektedir. Yalnız bir soru kafamı
kurcalamaktadır. O da; Acaba bu çeşmeyi görenler Kurtuluş Savaşı‟nda ölen şehitlerimizin ruhlarına
ithaf olmak üzere yapıldığını biliyorlar mı, sorusudur. Zan ediyorum ki, eskiler dışında bu konuyu
bilen yoktur. Onun için, kitabesin de “Zafer Çeşmesi, İstiklal Harbi Şehitlerinin ervahına ithafen
belediyece inşa edilmiştir, 1340” ibaresi bulunan bu çeşmenin yanına tanıtıcı ufak bir levha
koymakla şehitlerimize karşı görevimizi tamamen yerine getirmiş olacağız, düşüncesindeyim.
Mimar Muzaffer Bey (d. 1881 -ö. 26 Mart 1921) Türk Mimar.
En tanınmıĢ eseri ġiĢli'deki Hurriyet Abidesi'dir.
Öğrenimi [değiĢtir]
1881 yılında Ġstanbul‟da doğdu. Ġptidaî ve RüĢtiye öğrenimini Ġstanbul‟da
tamamladıktan sonra bir süre Halıcıoğlu‟ndaki Hendese-i Mülkiye Mektebi‟ne
devam etti. Buradaki derslerde resim ve desendeki yeteneği ile hocalarından
Yusuf Razi Bey (Demirbel)'in dikkatini çekince, hocasının kardeĢi olan Mimar
Vedat Bey‟in bürosunda çalıĢmaya baĢladı. [1]Burada mimarlık ve resim ile ilgili
çalıĢmalar yaptı. Sirkeci'deki Büyük Postane, Hoca Hobyar Mescidi,
Sultanahmet'teki Tapu ve Kadastro binalarının yapımında görev aldı[2].
Postane ve Telgraf Nezareti mimarlığı [değiĢtir]
Mimar Muzaffer Bey, II.MeĢrutiyet'in ilanından sonra Kadastro Fen Heyetinde
görev yaptı, Hendese-i Mülkiye‟de de mimari muallim yardımcısı oldu. Sultan
ReĢad, Mimar Vedat Bey‟i saray baĢmimarı yapınca onun tavsiyesi üzerine Posta
ve Telgraf Nezareti mimarlığına getirildi. Ġngiltere, Fransa, Almanya, Ġtalya'dan
getirttiği postane binaları projeleri üzerinde çalıĢtı; çeĢitli posta merkezleri için
projeler üretti. Bu görevde iken Londra'da bastırılması planlanan posta pullarının Âbide-i Hürriyet ve Çevre Düzeni
HÜRRĠYET-Ġ EBEDĠYE TEPESĠ, ġĠġLĠ
resimlerini hazırlama iĢini üstlendi ve ülkenin mimari yapıtlarını betimleyen MĠMAR MUZAFFER BEY 1909-1911
resimler hazırladı. Pullarda Büyük Postane, Selimiye ve Süleymaniye Camileri,
ġiĢli‟nin kuzeybatısında, Kağıthane vadisine bakan tepede konumlanan ve 31 Mart Olayları‟nda yaĢamlarını yitiren askerlerin
Rumeli Hisarı, Kız Kulesi yapıları Muzaffer Bey'in çizimi ile yer aldı. Pullar, basım defnedildiği bu anıt-mezar; 2. MeĢrutiyet döneminin Ġstanbul‟daki ilk mimari ürünü olmakla birlikte, Osmanlı baĢkentinde inĢa
için gönderildikleri Londra'da birer sanat yapıtı olarak değerlendirilmiĢ ve büyük edilmiĢ “ilk ulusal anıt” olma özelliğini de taĢıyor.
beğeni kazanmıĢlardı. [3] Âbide‟yi var eden süreç, Hürriyet ġehitleri için yapılan cenaze töreni kapsamında, cenazenin düzenlendiği alana “Hürriyet-i Ebediye
Hürriyet Abidesi [değiĢtir] Tepesi” adının verileceği ve burada hem Ģehitlerin hem de Osmanlı MeĢrutiyetinin anısını “Âbide-i Hürriyet” adıyla cisimleĢtirecek
bir anıt inĢa edileceğinin duyurulmasıyla baĢlamıĢ. Hemen ardından, Âbide‟nin yapımından sorumlu olmak üzere Sultan 5. Mehmet
1909 yılında 31 Mart Ģehitleri için yapılan anıt-mezar için açılan yarıĢmaya katıldı. ReĢad‟ın himayesinde çalıĢacak bir Âbide-i Hürriyet Komisyonu oluĢturularak Âbide‟nin projelerini elde etmek için bir yarıĢma
Mimar Kemalettin, dönemin baĢ mimar Vedat Bey, Rum mimar Konstantin düzenlendiği biliniyor. Dönemin yayınları, yarıĢmaya “çok sayıda mimarın katıldığını” aktarsa da, sadece beĢinin adını
öğrenebiliyoruz. Bunlar, dönemin ser-mimarı Vedat Bey (Tek); Kemalettin Bey, dönemin San‟ayi-i Nefise Mektebi müdürü
Kiryakidi Efendi, dönemin San‟ayi-i Nefise Mektebi müdürü Mösyö Valori gibi Alexandre Vallaury; Rum mimar Konstantinos Kiriakidis ve Sirkeci Büyük Postane‟nin yapımında Vedat Bey‟le birlikte çalıĢan mimar
tanınmıĢ sanatçıların katıldığı yarıĢmada birinciliği kazandı ve anıtı inĢa etti. Bu Muzaffer Bey. Yine dönem yayınlarından “beĢ gün zarfında” tamamlandığını öğrendiğimiz, ama yazık ki ayrıntılarını bilemediğimiz
bu yarıĢma süreci sonunda Muzaffer Bey‟in projesinin birinciliğe seçilmesiyle, Âbide‟nin yapımına baĢlanmıĢ. Âbide için “on, on beĢ
eser, MeĢrutiyet döneminin Ġstanbul‟daki ilk mimari ürünü ve Osmanlı lirayı mütecaviz bir meblağ” harcandığı ve bu miktarın “iane-i milli suretiyle”, yani halkın gönüllü bağıĢlarıyla elde edildiği dıĢında,
baĢkentinde inĢa edilmiĢ “ilk ulusal anıt olma özelliklerini taĢır[4] 1909 yılında yapım sürecine iliĢkin bilebildiklerimiz de yine yazık ki çok değil.
yapımına baĢlanan anıtın açılıĢı 23 Temmuz 1911'de yapılmıĢtı. Genel hatlarıyla betimlenecek olursa Âbide, köĢeleri pahlanmıĢ üçgen bir zemin, buradan merdivenlerle ulaĢılan bir üst platformun
Konya'daki eserleri [değiĢtir] merkezindeki bezemeli bir altıgen kaide ve bu kaidenin üzerinden yükselen bir top namlusu biçiminde tasarlanmıĢ. Namlunun ön
yüzünde, bir can simidi, gemi çıpası, süngülü tüfekler ve dalgalanan bayrak motiflerinden oluĢan bronz bir plaka yer alıyor.
Hürriyet Abidesinin tamamlanmasından sonra Konya Valisi Hüsnü Bey tarafından Kaidenin merdivenleri karĢılayan cephelerine, her biri bir Ģehit askerin adını taĢıyan altıgen mühürler iĢlenmiĢ. Diğer üç cepheden
Konya'ya davet edildi. 1914 yılında Vilayet baĢmimarı olarak Konya‟ya gitti. II. doğu (ön) yüzde Sultan 5. Mehmed‟in tuğrası, kuzey yüzde “Tarih-i istirdad-ı
Hürriyet - 10 temmuz 1324” ve güney yüzde “Timsal-i MeĢrutiyet - 11 Temmuz 1325” kitabeleri okunuyor. Kitabelerin bulunduğu
Selim'in Ģehzadeliği sırasında Konya valisi iken yapılan Sultan Selim Camisi'nin cephelerin alt bölümlerine, Âbide‟nin altındaki bodrum mekanına ıĢık sağlayan bezemeli mermer ızgaralar yerleĢtirilmiĢ. Sözkonusu
onarımını yaptı. Yapımına daha önceden baĢlanan Darülmuallimin (Erkek bodrum mekanı ise, yapının temel duvarlarının arası boĢ bırakılarak oluĢturulmuĢ, içerden vitray bir kubbeyle örtülü üçgen planlı
bir dinsel mekan. ġehit askerlerin lahitlerinin burada olması ve sol (batı) köĢede bir mihrap bulunması nedeniyle bir türbe odası
Öğretmen Okulu) ve Darülmuallimat(Kız Öğretmen Okulu) binalarını tamamladı; veya mescit niteliğindeki bu mekana, Âbide‟nin ön (doğu) cephesinde, alnında “Makber-i Ģuheda-ı hürriyet” yazılı mermer bir
ülkenin tahıl ambarı olan Konya için bitkisel ve geometrik unsurlarla bezeli Ziraat kapının açıldığı tonoz örtülü bir merdivenle giriliyor. Bu tonoz giriĢin dıĢ yüzeyine yerleĢtirilen basamaklarla, giriĢ kapısı sırtının bir
tür kürsü ve/ya minber olarak da kullanılması sağlanmıĢ.
Abidesi'nin projesini yaptı. 37 yaĢında iken felç geçirdi. Son eseri olan Öğretmen
Okulu'nun yapımına felçli olarak ve sakat arabası içinde nezaret etti[5]. Görüldüğü gibi, bir anıt olmakla birlikte hem bir türbe, hem bir mescit, hem de bir açık hava namazgahı iĢlevlerini kendinde
toplayan Âbide; Mimar Vedad‟ın (Tek) Sirkeci Büyük Postane binasının ardından, o yıllarda “Ģark usul-u mimarisi” olarak
adlandırılan yeni mimari tavrın ikinci ürünü olarak tanımlanarak yoğun bir medya ilgisi görmüĢ; bu ilgi kapsamında 1908 Devrimi
Muzaffer Bey'in 1912'de projesini yaptığı tamamlanamadan bırakıldı ancak ile 2. MeĢrutiyet dönemini simgeleyen bir kült nesne olarak dönemin politik ikonografisinde önemli bir yer tutmuĢtu.
2. MeĢrutiyet Ġlanı‟nın üçüncü yıldönümü olan 24 Temmuz 1911‟de, büyük bir törenle açılan Âbide‟nin bulunduğu Hürriyet-i
sonraki yıllarda abide Mimar Falih Ülkü tarafından değiĢtirilerek Viyanalı Ebediye Tepesi, MeĢrutiyet kadrosunun “ulusal bayram” ilan ettiği 24 Temmuz kutlamalarında merkezi rol üstlenmekle birlikte,
heykeltraĢ Heinrich Krippel'in yaptığı Atatürk heykelinin kaidesi haline getirildi. ilerleyen yıllarda Mimar Kemalettin‟in tasarımı olan Mahmud ġevket PaĢa Türbesi yanısıra, Mithat ve Talad PaĢalar ile Midhad
ġükrü Bleda, Eyüb Sabri Akgöl gibi Ġttihat ve Terakki Cemiyeti‟nin önde gelen isimlerinin buraya defnedilmesiyle, bir “Jön Türk”
Vefatı [değiĢtir] mezarlığı niteliği kazandı.
Muzaffer Bey, 26 Mart 1921‟de Konya'da hayatını kaybetti. Mezarı ġeyh
Günümüzde, bu alan Çağlayan Köprülü KavĢağı, ġiĢli-Kağıthane Caddesi ile Birinci Çevre Yolu arasında kalarak özgün kentsel
Sadreddin Türbesi civarında Turgutoğlu Türbesi yanında idi. Sonradan bu bağlantılarıyla topoğrafik niteliklerini büyük ölçüde yitirmiĢtir.
mezarlık kaldırılmıĢtır.
10 yıllık 1.Futbol ligi hasretini 2002-2003 sezonunda sona erdiren Konyaspor, Ģu anda Turkcell Süper Lig'i olarak adlandırılan ligde Anadolu‟dan yükselen bir takım olarak dikkatleri
çekmektedir. Süper Lig'e çıktığı 2002-2003 sezonundan bu yana yaptığı transferler ve altyapı çalıĢmalarıyla Konyaspor'umuz, günü birlik baĢarılar yerine kalıcı baĢarıları hedeflemektedir.
ġehrin futboldaki arenası olan Atatürk Stadyumu'nun karĢısındaki Horozlu ve Konevi Sitelerinin bulunduğu yere, o yıllarda Çamlıbahçe deniyordu. Askeri Lise ile Konya Lisesi'nin talebeleri
bu bahçede futbol maçları yapıyordu. Çamlıbahçe'nin sahibi onları kovunca futbol oynamak için yanıp tutuĢan Konyalı gençler, önce Meram'a giden yolun Ordu Pazarı civarındaki boĢ
arsada daha sonrada Musalla'da Ģu an Emniyet Müdürlüğü' nün bulunduğu yerde top koĢturdular. Sadece liseliler değil, medrese talebeleride futbol topunun büyüsüne kapılmıĢlardı.
Konya'nın ünlü tarihçilerinden Ġbrahim Hakkı Konyalı, ders çalıĢmalarına engel olur gerekçesiyle hocalarının izin vermediği futbolu, gizli gizli oynadıklarını anlatıyor.
"Medrese'de Orhan diye bir talebenin amcasını oğlu Ġstanbul'da kaymakamdı. O bize futbol topu ve top isimli bir futbol mecmuası gönderdi. Bu mecmuayı BeĢiktaĢ'ın eski futbolcularından
Refik Osman Top çıkarıyordu. Oradan iĢaretlerle "topa nasıl vurulur" öğrendik."
Bu arada esnaflar, vilayetteki memurlar ve matbuat çalıĢanları da topa merak sarınca futbolun ilk sinyalleri gelmeye baĢladı. Babalık Gazetesi'nin çalıĢanları ve memurlar bir takım kurdular,
renkleri de sarı-kırmızı oldu. Ġsmi matbuat olarak bilinen bu takım daha sonra ülkenin en gözde takımlarından biri olacak ve Konyaspor'un nüvesini teĢkil edecekti.
Futbolun Konya'da filizlendiği yıllarda düzenlenen önemli bir organizasyon Ģehrin bu oyunla tanıĢmasını inkılap tarihine kazıdı. Anadolu'da iĢgali sona erdirecek Kuva-i Milliye ruhu, düzenli
ordularla düĢmanın korkulu rüyası olmaya baĢlamıĢtı. Türk ordusu KurtuluĢ SavaĢı'ında Yunan ordusuna son darbeyi indirmeye hazırlanırken Anadolu'da bir sessizlik hakimdi. ÇatıĢmalar
azalmıĢ her iki orduda birbirlerinin nasıl bir hamle yapacağını sezmeye çalıĢıyordu. Yunanlılar Ege'den içeriye yavaĢ yavaĢ ilerlemekteydi. Mustafa Kemal PaĢa, Genelkurmay BaĢkanı Fevzi
Çakmak ve Ġsmet Ġnönü'ye Batı Cephesi Karargahı AkĢehir'de bir futbol maçı düzenlenmesini emretti. Bu maç aslında önemli stratejilerinin belirleneceği büyük toplantının kamuflajı
olacaktı. Tarih 1922 yılı Temmuz ayının 28'ini gösteriyordu. "Türklerin savaĢ ya da taarruz hazırlığıyla bir ilgisi yok. Askerleri bile halktan gençlerle eğleniyor." oyunu için, en iyi araç olarak
yine top seçilmiĢti. Yanıltma taktiği için AkĢehirli gençler ve cephe komutanlığındaki subaylar ile erattan, iki takım oluĢturuldu. AkĢehir takımında oynayan Kara Mustafa'nın kardeĢi AĢcı
Hoca'nın Necati, hayatında Ģahit olduğu bu en önemli olayı Ģöyle anlatıyor. "25 Temmuz'da Atatürk AkĢehir'e geldi. Komutanlarla taarruzun görüĢmelerini yaptığını sonradan öğrendik.
Futbol maçını izleyeceğini duyduk. Maç cuma günüydü. Askerler ve AkĢehir Halkı, Cuma namazını Ulucami'de kıldı. Atatürk müezzinin yanındaydı. Namazdan sonra istasyon yolunun
yanındaki araziye hep birlikte gittik. Burası Atatürk'ün kaldığı DerviĢ Bey'in evinin hemen arkasındaydı. Abim Kara Mustafa'nın da aralarında bulunduğu AkĢehir takımıyla, subay ve
askerlerden oluĢan takım maç yaptılar. YeniĢemediler ve maç 2-2 berabere bitti. YaklaĢık 1 ay sonra tekrar AkĢehir'e gelen Atatürk, Duatepe'de komutanlarıyla birlikte Büyük Taarruz'un
emrini verdi." Bu maç AkĢehir'de daha önce futbol oynandığının da kanıtıydı aynı zamanda. Çünkü ilçedeki gençlerin futbol ayakkabıları, formaları ve parçalı topları vardı
Konya'nın ilçesinde böylesine bir futbol kültürü varken Ģehirde de, gayrı resmi de olsa takımlar kurulmaya baĢlamıĢtı. Matbuat takımının içinden Konya futbolunun köklerini teĢkil edecek
"birlik" futbol aĢkıyla yanıp tutuĢan "gençleri" çatısının altında buluĢturdu. 1922 yılının Haziran ayında Konya Gençlerbirliği adıyla yepyeni bir takım kuruldu. Türkiye'de yeni bir takım haline
gelen Anadolu futbol birliklerine, Ģehirlerin isimleriyle birlikte gençleri bir araya getiren takımlar anlamında Gençlerbirliği isimleri konuyordu. Konyalı topçular Gençlerbirliği'nde buluĢtu.
Babalık Gazetesi Ġdare Müdürü Halit KurĢun, BaĢ Mürettip Nazım Ermeral, PTT Memuru Münir Bey, Gazazade Kadir, Mürettip Hüseyin, Makinist Selim Gençlerbirliği'ne hayat veren isimlerdi.
BeĢiktaĢ'tan esinlenerek takımın renklerinin siyah-beyaz olmasına karar verildi. KuruluĢundan iki yıl sonra babası Konya'da askeri levazım albayı olan ve yıllarca BeĢiktaĢ'ta futbol oynayan
lise öğrencisi olan ġükrü ErkuĢ da katıldı.
Siyah-beyaz renkli bu takımın bir de simgesi olmalıydı. Yine BeĢiktaĢ'tan esinlendiler ve Konya Gençlerbirliği'nin amblemi hırçın bakıĢlı, kara bir kartal oluverdi. ġükrü Bey'in muallim
mektebinde talebe olan kız kardeĢi, simli, parlak iplerle, eline iğneyi alarak 12 tane kartal iĢledi. Matbuat takımının tecrübeli denilebilecek futbolcularının giydiği formaların göğsüne bu
kartal kondu. Ağabeyinin zaman zaman giydiği formanın üzerindeki kartal amblemini de hatıra olarak sakladı. ġükrü Bey, takımın 1924 yılında çekilmiĢ bir fotoğrafının arkasına emeğinin
göstergesi olarak Ģu cümleyi yazıyordu: "Sırf benim çalıĢmamda bir çok mevcudiyet gösteren, Gençlerbirliği birinci futbol takımı budur."
Konya Gençlerbirliği yaklaĢık bir yıl, lise takımlarıyla maçlar yaparak futboldaki varlığını sürdürdü. Ancak 1923 yılının Temmuz ayında onlara çok ciddi bir rakip çıktı. Orduda görev yapan
Rafet Çağlar, Milletvekili Saffet Gürol, ġevki Ergun, Celal Vaner, Nazım Buzcu, Seyfi MuĢkara, Konya Lisesi'nde beden eğitimi öğretmeni olan Süreyya Ege ve Celal Ulusan bir araya gelerek
Konya'nın Ġdman Yuvası'nı kurdular. Onlarda Galatasaray'ı seviyorlardı ama yepyeni bir takım için yeĢil ve beyaz renkleri tercih ettiler. Konya'da Gençlerbirliği'nin yanında parlayan bir
takım olduklarını göstermek için de amblem olarak büyük, beyaz bir yıldız resmettiler. Kartala karĢı koyacak yıldızı, göğüslerinde taĢıdılar. Genelde düz yeĢil forma giydiler ve yıldızın
yanında, Konya Ġdmanyurdu'nun kısaltması olan K, Ġ ve Y harflerini taĢıdılar.
Gayri resmi olarak kurulan bu iki takım Ġdman Cemiyetleri Ġttifakı yani Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü'nün kurulmasının ardından tescil edildi. Her Ģey bundan sonra baĢladı. Kısa sürede
yeĢil ve siyah sevenler bu takımların etrafında toplanmaya baĢladı. Konya'da futbol sevgisi artıyor, taraftarlık bilincide yavaĢ yavaĢ yerleĢiyordu. 1929 yılına kadar Gençlerbirliği,
Ġdmanyurdu ve lise takımları kendi aralarında maçlar yaptılar. Bu arada Ģehirdeki Fenerbahçe taraftarlarınca sarı-lacivert renklerle, Selçukspor adında yıllarca adından söz ettirecek bir
takım kuruldu. Musalla Mezarlığı yanındaki sahada önemli bir rekabet baĢladı. Selçukspor, 4 yıl içinde, takımını seçen Konyalı futbol tutkunlarından, pek fazla bir pay kapamadı ve
Gençlerbirliği ve Ġdmanyurdu'nun daha çok oyuncu fabrikası olma görevini üstlendi. Bu arada Ġdmanyurdu'nun ilk baĢkanlığını Ziraat Bankası'nda memur olan Celal Bey, Gençlerbirliği'nin
baĢkanlığınıda PTT de muhasebecilik yapan Münir Bey yürütmekteydi.
Ġlk yıllarda bu iki takım arasında hoĢ bir rekabet vardı. Kesinlikle yenmek için sahaya çıkılır, sonuna kadar mücadele edilir, sonuç ne olursa olsun tüm oyuncular maç sonu dostça aynı karede yer alırdı. Çünkü futbolcular önce dost, sonra rakip, sonra yine
dost olurlardı. Futbolcular ve takım yöneticileri arasındaki bu dostluk zaman geçtikçe taraftarlara itici gelmeye baĢladı. 1940'lı yıllara gelindiğinde Konya'da fanatizm rüzgarları hissedilmeye baĢladı. Gençlerbirliği'ni tutan kardeĢ ile Ġdmanyurdu'na gönül veren
ağabeyin arası açılmaya baĢladı. Maçlarda galibiyetler ya da yenilgiler çok daha heyacanla yaĢanıyor, üzüntüler kızgınlığa dönüĢüyordu.
Bu arada Konya Gençlerbirliği taraftar kitlesi giderek çoğalıyordu. Özellikle alt tabaka siyah beyazlı takıma büyük bir sempati duyuyor ve maçlara daha büyük ilgi gösteriyordu. Ġki takım arasındaki rekabeti, taraftarların eĢit dağılmaması iyiden iyiye tetikledi.
Taraftarı az olan Ġdmanyurdu'nun yönetim ve genel kurul üyelerinin Ģehrin önde gelen iĢ adamlarından seçilmesi, yıllar geçtikçe yeĢil beyazlı takıma "halktan kopuk bir zengin takımı" yakıĢtırmasının yapılmasına neden olacaktı.
KuruluĢunun ardından yaklaĢık 10 yıl gibi bir süre geçmiĢ ve Musalla Mezarlığı civarındaki futbol sahası bu iki takıma dar gelmeye baĢladı. 1934 yılında Ankara'dan bir takım, Ġdmanyurdu ile maç yapmak üzere Konya'ya geldi. Ama öyle alelade bir Ankara
ekibi değildi bu takım. Gelenler, Gazi Mustafa Kemal'in çok sevdiği ve maçlarını yakından takip ettiği Çankaya takımının futbolcularıydı. Ġdmanyurdu rakibini zorda olsa yenmeyi baĢardı. Atatürk sevdiği takımın yenildiğini duydu ve zorlu rakibin bir maç daha
yapılmak üzere Ankara'ya davet edilmesini istedi. Bu davet aynı zamanda Konya futbolunun Ulu Önder ile ikinci kez buluĢması anlamına geliyordu. Yarbay Rafet Çağlar idaresinde BaĢkent'e giden Ġdmanyurdu kafilesi, Çankaya ile bu kez berabere kaldı.
Mustafa Kemal bir türlü yenilmeyen Konyalı futbolcuları köĢkte kabul etti ve "Siz Konya'da nerede top oynuyorsunuz, antrenman yapmadan nasıl bu kadar iyi oynarsınız" diye sordu. Albay Rafet Bey, sahaları olmadığını ve çeĢitli yerlerde oynadıklarını söyledi.
PaĢa'nın Konya'da futbol sahası için uygun bir yer sorması üzerine Rafet Çağlar, Ģimdiki Ġmam Hatip Lisesi'nin bulunduğu o zamanki Jandarma Mektebinin arsasından bahsetti.
Sporu ve futbolu seven Atatürk, emir subayına, bu alanın Konya'daki takımlar için Milli Emlak'tan tahsis edilmesi talimatını verdi. Ġdmanyurdu Konya'ya döndü, Jandarma Mektebinin yeri maçlar için hazırlandı ve takımlar burayı kullanmaya baĢladı. Ancak
Gençlerbirliği ve Ġdmanyurdu arasındaki maddi uçurum iyiden iyiye ortaya çıktı. YeĢil beyazlı takımın yöneticileri, Atatürk'ün 5 yılda ödenme Ģartı koĢtuğu 500 lirayı yatırdı ve sahanın tapusunuda Ġdmanyurdu üzerine yaptırdı. Sahanın yanındaki binadan
sadece birer oda alabilen Gençlerbirliği ve Selçukspor, Ġdmanyurdu'na daha çok kızdılar, ancak para sıkıntısı yüzünden adeta seslerini yükseltemediler. "Zengin takımın kurumsallaĢmaya önem veren yöneticileri" 1951 yılında Ġmam Hatip Lisesi yapılacak olan
futbol sahasını 90 bin liraya satarak Zafer Meydanı'nda 3 katlı bir bina satın aldı. Bir süre sonra da 100 dükkanı olan bu efsane binayı yaptırdılar. Müteahhit firma Ġdmanyurdu Kulübü'ne tam 50 dükkan vermiĢti.
Ama, taraftar desteğiyle alınan sahadaki sonuçlar çoğu zaman parayı yenmeyi bildi. 1936 yılında ilk kez Konya Ģampiyonu olan Gençlerbirliği, 1938 ile 1948 yılları arasında Ģehir liginde aralıksız 10 yıl Ģampiyon oldu. Daha sonra ise rakiplerine uzunca bir süre
boyun eğmek zorunda kaldılar.
Toprak sahadan, yapımı tamamlanan Atatürk Stadyumu'nun çim sahasına geçilmiĢ, taraftarlar maçları daha kalabalık gruplar halinde izliyordu artık. Konya'nın futboldaki arenasında derbilerin havası da değiĢmeye baĢlamıĢtı. 1951 yılında, Alaaddin
Tepesi'ndeki halk evine taĢınan Gençlerbirliği futbolcuları müthiĢ bir bağlılık örneği gösterdiler. Ġdmanyurdu ile oynayacakları maça bir kaç gün kalmıĢtı. Yıllardır kullandıkları formaların çok eskimiĢ olduğunu gördüler. Onlara göre zengin takımı Ġdmanyurdu
karĢısına, halkın takımı Gençlerbirliği eski formalarla çıkamazdı. Ama yenileri içinde paraları da yoktu. Futbolcular önce binanın yüksek pencerelerinde ki çizgili siyah beyaz perdelere baktılar. O Parlak kumaĢlı perdeleri indirdiler ve kendilerine forma
yaptırdılar. Yeni kıyafetler maça yetiĢmiĢ ve o kumaĢtan oldukça güzel, çubuklu formalar ortaya çıkmıĢtı. Konya Gençlerbirliği'nin gururlu futbolcuları kulüp binasındaki perdelerden yaptırdıkları formalarla, ezeli rakiplerini 3-0 yenmeyi baĢarmıĢlardı.
Ġki kulüp arasındaki rekabet futbolun dıĢındaki branĢlara da yansımıĢtı. Ġdmanyurdu, Gençlerbirliği'nin hemen ardından bisiklet takımını kurmuĢ, eskrim ve atletizmin yanı sıra basketboldaki rekabet futbolu aratmayacak hale gelmiĢti. 60'lı yıllarda bu kez
Ġdmanyurdu, önce davranıp basketbol takımını kurar. Atatürk Spor Salonu'nda oynanan maçlara binlerce taraftar gelir ve çok çekiĢmeli maçlar oynanır.
Yine aynı yıllarda futbol takımları, Türk futbolunun da geliĢmesine paralel olarak Konya dıĢından daha kaliteli futbolcuları transfer etmeye baĢladı. 1965 yılının ikinci yarısında ikinci ligde mücadele eden Konyaspor, ilk olarak Ankara Gençlerbirliği'nden sağ açık
Ġlhan'ı transfer etti. 1947 ve sonrasında Konyalı bir çok futbolcu 3 büyük takımın gözdesi oldu. Mehmet Ortaer ve ġükrü Sümer gibi isimler BeĢiktaĢ'tan transfer teklifi aldı. Ama ailelerinden izin alamadıkları için Ġstanbul'a gidemediler. Orhan ise terzilik yaptığı
için Fenerbahçe fırsatını kaçırdı. Gençlerbirliği'nden ġevket Yorulmaz ise bu döngüyü bozdu ve BeĢiktaĢ'a transfer olarak Süleyman Seba ile birlikte uzun yıllar top koĢturdu. Oynadığı 15 milli maçta, 13 gol atarak Konya ve Türk futbol tarihine geçmeyi
baĢardı. "Yanda" isminde Macar bir futbolcuya benzediği için "Yanda Arif" olarak bilinen Arif Sevinç, Galatasaray'da oynadı. Arif Sevinç 1950 yılı sonunda Konya Ģampiyonu olan Ġdmanyurdu takımının antrenörüydü ve Adana'da yapılan grup maçlarında
oyuncularıyla birlikte harikalar yarattı. YeĢil beyazlı takım 1932 yılında Samsun'da yapılan Türkiye Amatör Futbol ġampiyonası'nda finale kadar yükseldi. Rakip Ġstanbul boğalarıydı. Adları amatördü ama zaten birinci ligin dıĢında lig olmadığı için amatör
takımlarda son derece kaliteli oyuncular vardı. Türkiye'nin en iyi amatör takımı olma savaĢı veren Ġdmanyurdu, Ġstanbulspor'a 1-0 yenilerek Ģampiyonluk Ģansını finalde kaybetti. Nuri Yenal'ın önemli transferler yaparak oluĢturduğu ve yenilmez armada
olarak kabul edilen Gençlerbirliği takımı da, Türkiye dördüncülüğüne ulaĢtı. Göz önünde olan bu iki takımın yapamadığını ise 1977 yılında Demirspor gerçekleĢtirdi ve Ankara'da Türkiye Amatör takımlar ġampiyonu olmayı baĢardı.
ġehrin yetiĢtirdiği en ünlü futbolcularından biride Sarı Mehmet lakabıyla tanınan Mehmet Aktan'dı. Mehmet, önce Ankaragücü'ne gitti. Milli takım Teknik Direktörü Gündüz Kılıç'da onu Ġtalya maçında ilk on birde sahaya çıkardı. Ünlü sol açık Rossi'ye adım
attırmayan Sarı Mehmet bir anda tüm Türkiye'nin kalbinde taht kurdu. Galatasaray'da da oynayan Mehmet'in futbol yaĢamı sakatlıklar yüzünden uzun sürmedi.
1950'li yıllarda Konya'ya gelerek özel maç yapan ilk yabancı takım Pakistan Milli Takımı oldu. Konyaspor'un profesyonel lige girmesinden sonra Ġstanbul'dan Fenerbahçe, Galatasaray ve BeĢiktaĢ özel maç yapmak için Konya'ya geldi. Avusturya'nın ünlü Sturm
Graz takımıyla da Konya Ġdmanyurdu karĢılaĢtı. YeĢil beyazlı takım maçı 3-0 kaybetti. Belçika'nın Charleroi ve Ġsveç'in Juriasenne takımları da Konya'ya gelen diğer yabancı takımlardı.
1960'lı yıllar Anadolu'da futbolun kaderinin değiĢtiği yılların baĢlangıcı oldu. 1964 de Orhan ġeref Apak baĢkanlığındaki Futbol Federasyonu, 13 takımlı 2.Profesyonel Futbol Ligi'ni kurdu. Bu ligde Konya'dan da takım olmasını isteyen Apak; Ģehirdeki en büyük
iki takımın yöneticilerine birleĢmelerini teklif etti. Vali Ali Rıza Aydos, Orhan ġeref Apak ve Beden Terbiyesi Genel Müdürü Fikret Altınel'in iki yıl süren çabaları yeterli olmadı ve ortak rengin hangisi olacağı, efsane bina ve diğer mal varlıklarının paylaĢımındaki
sorunlar nedeniyle Ġdmanyurdu cephesi birleĢmeye karĢı çıktı. Bunun üzerine Konya Gençlerbirliği, federasyonun da desteğini alarak kongreye gitti ve ismini Konyaspor olarak değiĢtirdi. Artık daha da güçlenen ve profesyonel olan Anadolu Kartalı'nın keskin
bakıĢlara sahip iki baĢı vardı. Selçuklu Kartalı artık onların arkasındaydı. Bir anlamda gerçek tarih de burada baĢlıyordu. Çimentospor ve Meramspor'un iltihaklarıyla güçlenen Konyaspor, 1965 yılında 2.Futbol Ligi'ne katılıyordu.
Kulübün baĢkanlığına Gençlerbirliği'nin 22 yıl formasını giyen ve kaptanlığını yapan Mehmet Ortaer getirildi. Konyaspor'un profesyonel ligde mücadele etmesi Ģehirdeki futbol tutkunlarının siyah beyazlılara daha fazla ilgi göstermesini sağladı. Konya
Ġdmanyurdu, ezeli rakibin hızlı yükseliĢine dur diyemeyince arkasından koĢmayı tercih etti. Ġkinci Lig Ģansı artık yoktu. Onlar da yine profesyonel olan 3.lige katılmak için giriĢimlerde bulundular. Federasyon BaĢkanı Orhan ġeref Apak, Konyaspor'un
teĢekkülüne katkıda bulunmadığı yani birleĢmeye yanaĢmadığı için Ġdmanyurdu'nun lige katılmasına pek sıcak bakmıyordu. Araya siyasetin gücü girdi. Konya'lı olan dönemin ĠçiĢleri Bakanı Faruk Sükan'a durum aktarıldı. Ġstedikleri olmazsa valilik önünde
taraftarların büyük bir eylem yapacağı söylentisi yayıldı. Bunun üzerine Faruk Sükan'ın giriĢimleriyle, Orhan ġeref Apak izinli gösteridi. Onun baĢkanlık etmediği ilk federasyon toplantısından, 1967 yılında Konya Ġdmanyurdu'nun 3.lige alınması yönünde karar
çıktı.
Konyaspor, 1965 yılında 2.Ligde'ki ilk maçını Samsunspor ile oynadı. Efsane kadroda; kaleci Muzaffer, sağ bek Hikmet Deniz, sol bek Tayyar Ġnanç, sağ haf Sarı Mehmet, santrahaf Serpil Pilgir, sol haf Çetin TaĢpınar, sağ açık ġükrü Sorgüç, sağ iç Ali
Büyükbayram, santrafor Hasan Altıoklar, sol iç Didi lakaplı Hasan Hüseyin ve sol açık Cankut Özbay vardı. Ġlk maçında Samsunspor'a 1-0 mağlup olan çift baĢlı kartallar, ikinci maçında Bursaspor ile karĢılaĢtı. Tamamı amatör takımlardan seçilen
Konyaspor'un futbolcuları, iddialı olan Bursaspor'la ilk yarıyı 0-0 kapatınca ortalık bir anda karıĢtı. Takımın santraforu Serpil Pilgir, rakip teknik adamın devre arasında soyunma odalarına geldiğini, ilginç olaylar yaĢandığını anlatıyor. "Maçı daha fazla
önemsemeyin" teklifini kabul etmeyen Konyaspor'dan Tuncay Bilge, ikinci yarının hemen baĢında, Konyaspor'un profesyonel ligdeki ilk golünü attı. Bursaspor'dan Vedat Okyar, takımını beraberliğe taĢıdı. Maçın hakemi neredeyse tüm kararlarını ev sahibi
takımın lehine vermekteydi ve Mesut'un golüyle Bursaspor maçı 2-1 kazandı.
Ġlk yıllarda ikinci ligde sıkıntı çeken Konyaspor, canını diĢine takan amatör futbolcularla daha fazla dayanamadı ve 1968 yılında Ġdmanyurdu'nun bulunduğu 3.lige düĢtü. Artık iki takımda profesyoneldi ve aynı grupta mücadele edeceklerdi. Ezeli rekabetin
küllerinde yeniden alevler çıkmaya baĢladı. ġehir tamamen ikiye bölünmeye baĢlamıĢ kartal ve yıldızın düĢmanlığa varan rekabeti, aile, arkadaĢ ve iĢ ortaklarının bile iliĢkilerini bozar hale gelmiĢti.
Artık rekabet oynanan her maçla birlikte düĢmanlık tohumları ekiyor, Ģehirdeki huzur ortamı iki futbol takımı yüzünden iyiden iyiye bozulmaya baĢlıyordu. Konyaspor baĢkanı Veysel Büyükmumcu, her Ģeye rağmen dostluğu yeĢertmek için çaba sarf ediyordu.
Ġdmanyurdu'nun kaptanı Haldun Üstel 1977 yılı sonlarında evlenme kararı almıĢ, düğün yapmak için de Konyasporluların sürekli kıskandığı ve kapısından bile giremedikleri kulüp binasını seçmiĢti. Haldun Üstel, ezeli rakiplerinin baĢkanını düğüne davet etti.
Büyükmumcu, futbolcularıyla birlikte hediyesini de yanına alarak düğüne gitti. 1981 yılında gerçekleĢecek büyük birleĢmenin ilk sinyalleri iĢte böyle verilmiĢti.
O yıllarda hayat elbetteki futboldan ibaret değildi. Kenan Evren PaĢa idaresinde 12 Eylül darbesi yapılmıĢ, ülkede ayrımcılığa neden olan her türlü toplumsal hareket bastırılmaya çalıĢılıyordu. Konya halkını bölen Ġdmanyurdu-Konyaspor rekabeti de
bundan nasibini almakta gecikmedi. Ġhtilalin ardından 2.Ordu Komutanı olan Orgeneral Bedrettin Demirel, iki kulübü birleĢtirmek için giriĢimlere baĢladı. PaĢa baĢkanları çağırdı ve artık uzlaĢmalarını istedi. Konya Ġdmanyurdu yine direndi. Kulüp
binası, renk ve isim konusunda tereddütleri olan yeĢil beyazlı takımın baĢkanı, Bedrettin PaĢa ile görüĢtükten sonra iĢin ciddiyetini anladı. Ankara'ya gidildi ve iĢlemler halledildi.
Artık sorunlar çözülmüĢtü. Ne taraftar kavgaları, ne Zafer'deki kulüp binası.. Büyük birleĢmenin önündeki tüm engeller ortadan bir anda kalkıvermiĢti. Bedrettin PaĢa, Konya'ya tek takım olarak dönülmesinin onuruna birde kokteyl verdi.
Türkiye liglerinde Konya'yı temsil edecek bu güçlü kulübe Konya'nın tek takımı olduğu için Konyaspor ismi verildi. Renk konusunda ise Ġdmanyurdu'nun isteği kabul edildi ve siyah beyaz aĢkı sona erdi. Bozkırın ortasındaki büyük ovada yeĢil beyaz
renkli bayraklar dalgalanmaya baĢladı. Ġdmanyurdu'nun yıldızının yerine Konya'nın Anadolu Selçuklu Devleti'ne baĢkentlik yapmasına saygı gösterildi. Doğunun ve batının hakimi keskin bakıĢlı çift baĢlı kartal futbolun da hakimi olmak için yeĢil
beyaz renklerin üzerinde amblem olarak duracaktı. Kartalı çevreleyen tarımın ve buğdayın sembolü baĢaklarda Konyaspor'u yalnız bırakmadı. Peki bu yeni takımın kuruluĢ tarihi ne olacaktı ? Konyasporlular iki kulübünde köklü tarihini hatırlatması
için amblemin altına 1922 ya da 1965 yazılması gerektiğini savundular. Ama kartalı kabul etmenin ezikliğini yaĢayan Ġdmanyurdu cephesi, birleĢme tarihini kuruluĢ tarihi olarak kabul ettirdi. Artık efsanenin resmi doğum tarihi 1981'di.
Ġki takımın da en yetenekli oyuncuları yeni takımın kadrosunu oluĢturdu. Ġdmanyurdu kaptanı Haldun Üstel ile Konyaspor kaptanı Nuri Mehtap, aynı takımda buluĢmuĢlardı. Konyaspor'dan daha fazla futbolcu gelmiĢ ve Servet Atun kaptan olarak
belirlenmiĢti. Ama taraftarlar alınan bir yenilgi sonrası birbirleriyle tartıĢmaya devam ediyorlardı. Bu kez "Sizin futbolcuların hatası yüzünden yenildik" tartıĢmaları yapılıyordu. BirleĢmenin ardından birinci lig hedefine ulaĢma isteğininde etkisiyle artık
tamamı Konyalı futbolculardan oluĢan kadrolar kurulmuyordu. Ġddialı maçlar oynanıyor, Konyalı futbolcular iddiasını kaybetmeye baĢlıyordu.
Birkaç yıl geçtikten sonra Konya futbolunun önüne öyle bir hedef çıktı ki artık ne Ġdmanyurdu ne Konyaspor konuĢuluyordu. Konya gibi büyük bir Ģehrin takımının Fenerbahçe, Galatasaray ve BeĢiktaĢ gibi takımlarla aynı ligde yer alması gerektiğini
savunuyordu taraftarlar. Tüm Ģehir Ģampiyonluk hedefi etrafında birleĢti. 1984 yılından itibaren Mustafa Bülbül ve Süleyman Çınar baĢkanlığında birinci lige yükselebilmek adına güçlü kadrolar oluĢturuldu. Büyük çaba sarfedildi. 1986 yılında
Konyaspor sezonun son maçına kadar iddiasını sürdürdü. ġampiyonun belli olacağı son hafta Mersin deplasmanına giden yeĢil beyazlı takım rakibini 2-1 yendi ancak Kayserispor'un Adanaspor'la berabere kalması gerekiyordu. Adanaspor yenildi ve
Kayserispor o yıl 1.lige çıktı. BirleĢmenin üzerinden 5 yıl geçmiĢ ve son maçlarda kaçan Ģampiyonluklar taraftarları üzmeye baĢlamıĢtı.
1987 yılında Süleyman Çınar baĢkan oldu. Yine güçlü bir takım kuruldu. Tribünler her maçta tıklım tıklım doluyor ve son maça kadar takımdan destek esirgenmiyordu. Yine düğüm son hafta çözülecekti. Konyaspor evinde oynanacak maçta rakibi
Tarsus Ġdmanyurdu idi. ġampiyonluğun diğer adayı Sakaryaspor ise Çanakkale ile oynayacaktı. Taraftarlar bu kez iĢi Ģansa yani topun yuvarlak olmasına bırakmak istemedi. Ġki maçta aynı saatte baĢlayacaktı. Rakip takımın maçından bilgi almak için
bazı önlemler alındı. Bunlardan biride sahaya tavuk bırakmak maçın geç baĢlamasını sağlamaktı. HerĢey planlandığı gibi gidiyordu, ancak sahadaki futbolcuların Tarsus'u tam 6 farkla yenmesi gerekiyordu. Bir de gol yediler ve rakam 7'ye yükseldi.
Bu arada, önce baĢlayan maçtan, Sakaryaspor'un galip durumda olduğu haberi geldi. Tribünler çılgına dönmüĢtü. Konyaspor 3-1, 4-1 derken skoru 5-1 e getirdi. Ama olmadımı olmuyordu ve gerekli fark yakalanamıyordu. O maçtan sonra bir daha
görev verilmeyen 1.lig hakemi, Aykan Köseoğlu'nun bitiĢ düdüğünü çalmasıyla tribünler çılgına döndü. Duydukları üzüntü büyük bir öfkeye dönüĢmüĢtü. Sezon boyunca verdikleri desteğin karĢılığını alamayınca önce futbolculara daha sonra da
cadde ve sokaklarda gördükleri herĢeye saldırmaya baĢladılar, Ģampiyonluk sadece 2 gol yüzünden kaçmıĢtı.
1987-1988 sezonunda Süleyman Çınar ve arkadaĢlarının istifasıyla Anadolu Kartalı bir anda sahipsiz kaldı. Maddi sorunlar aĢılamıyordu, Ģampiyonluk için para gerekiyordu. ġans o günlerde belki de ilk defa Konyaspor için bu kadar cömert
davranıyordu. ġehirde öyle bir vali vardı ki; hem görev yaptığu Ģehrin hem de futbolun aĢığıydı. Ġmparator lakabıyla tanınan Vali Kemal KatıtaĢ ve BüyükĢehir Belediye BaĢkanı Ahmet Öksüz, daha önce fikir desteği verdikleri Konyaspor'a bu kez
herĢeylerini vermeye hazırdılar ve taĢın altına ellerini sokmaya razı oldular.
Bir sezon önce Tarsus Ġdmanyurdu maçında çıkan olaylar pahalıya patlamıĢtı. Verilen cezalar nedeniyle evinde oynaması gereken 5 maçı deplasmanda oynayacak olan Konyaspor'un Ahmet Öksüz baĢkanlığındaki yeni yönetimi ne yapacağını bilemez
durumdaydı. Ama ġefik Tarhan, Ali Ataman ve ġemsettin BeĢtav gibi futbolu iyi bilen yöneticiler hemen kolları sıvayıp transfere baĢladılar. Belediyenin tam desteğiyle maddi sorunlar çözülmüĢtü.
Bir çoğu 1.ligde top koĢturan 7 oyuncu kiralandı. Bunların arasında Galatasaray'lı Büyük Metin ve yine sarı kırmızılı takımın daha sonra efsane futbolcularından olan Suat Kaya'da vardı. Konyalı olan sadece Celalettin ve Salih vardı. Ortaya tecrübeli
ve çok koĢan bir takım çıkmıĢtı. Son olarak onları Ģampiyonluğa inandırmak kaldı. Taraftarların 1.ligi ne kadar çok istediğini bilen futbolcularda, sert bir Karadenizli olan Özkan Sümer'in motivasyon yöntemleri, gerekli inancın oluĢmasını sağladı.
Sezon baĢladı, ilk maçlarını cezası nedeniyle deplasmanda oynayan Konyaspor, karĢısına çıkanı yeniyor, artık 1.ligin perdesi aralanıyordu. Son haftalara doğru heyacan giderek arttı. Bakırköyspor Ģampiyonluğun yakasını bırakmıyordu. KarĢıyaka ve
Bakırköyspor ile oynanan maçlar hiç bir zaman unutulmadı. Rahat maçlar oynayan Anadolu Kartalları, Konya'da oynadığı Muğlaspor maçını Konyaspor'da yetiĢmiĢ olan Salih'in attığı golle 1-0 kazandı. ġampiyonluk için kenetlenen taraftarlar; Atatürk
Stadyumu'nun çimlerinde çözüldü. Konyaspor, profesyonel mücadelesinin 22.yılında büyüklerin yanında, yani 1.ligdeydi.
Bu heyacanlı maçları hiç kaçırmayan, Konyaspor'un Ģampiyonluğu için Ģehri seferber eden Ġmparator Vali Kemal KatıtaĢ, takımın 1.lig yolunda ipi göğüslediğini göremedi. KatıtaĢ, makamında çalıĢırken kalp krizi geçirerek hayatını kaybetti.
Ahmet Öksüz görevi bıraktı ve yeni yönetim 1.ligde çalıĢtırması için takımı Erol Togay'a emanet etti. Ġlk maçında sahasında Sarıyer'e 3-0 yenilen ancak ligdeki ilk yılında 43 gol atan yeĢil beyazlılar, sezonu 46 puanla 8.sırada tamamladı. Bu sırada
Togay'ın yerine ġener Dal, onun yerine de sezon sonunda Arif Çetinkaya teknik direktör oldu. 1989-1990 sezonunda yine 46 puan toplayan Konyaspor, bu kez sıralamada 7. idi. Sonra ki iki sezon takım düĢüĢe geçti ve 12.sıranın üstüne çıkamadı.
1989-1990 yılında tek antrenör görev yaptı. Yugoslav Zoran Çolakoviç. 1990-1991 sezonunda Çolakoviç ile baĢlayan, Konyaspor, peĢinden takımı Tezcan Uzcan'a teslim ederken kısa süre sonra da Polonyalı Franz Smuda ile anlaĢtı. 1991-1992 de
Ömer Zengin, Ömer Duran, Franz Smuda ve Arif Çetinkaya, 1992-1993 sezonunda Arif Çetinkaya, Murat Özgen, Yugoslav Hüsnü Majuni, Ömer Zengin ve Naci Renklibay teknik direktör olarak görev yaptılar.
Sık sık hoca değiĢtirilmesi kötü gidiĢe dur diyemedi ve kapkara geçen 1993 yılında Anadolu'nun çift baĢlı kartalı, 23 yıl kaldığı 2.lige yeniden dönmek zorunda kaldı.
1.Lige çıkmak artık çok daha zordu. Ünlü baĢkanlar, ünlü futbolcular, ünlü teknik direktörler geliyor ama Ģampiyonluk bir türlü gelmiyordu.
Nihayet yine bir sahipsizlik, ama sonrasında gelen kenetlenme yılının ardından 2002-2003 futbol sezonunda kartal gerçek yuvasına geri döndü.
Artık istikrarı yakalayan, gerçek anlamda profesyonelliğe ve kurumsallaĢmaya her Ģeyini adayan kartal, yüksek uçuyor artık. Kartal bundan sonra da yüksek uçmaya devam edecek...
Konyaspor‟un profesyonel lig boyunca baĢkanlıklarını Ģu isimler yaptı.; Mehmet Ortaer, Veli Nurullahoğlu, Orhan Tütüncü, Kazım Özbay, Mehmet Saim Çetin,Ömer Armağan, EĢref EĢrefoğlu, Ahmet Onocak, Kamil Civelek, Oğuz Ġyioldu, Ġsmail
Çapar, Sezai Arısoy, Fahrettin Hiçdönmez, Ömer Civelek, Servet Acar, Sedat Varol, Ġrfan Mescioğlu, Veysel Büyükmumcu, Halis Ünal, Ahmet YüzbaĢıoğlu, Mehmet Çolakoğlu, Mehmet Düzel, Mustafa Bülbül, Süleyman Çınar, Ahmet Öksüz, Kudret
Ġrdirençelebi, Algün Tunçalp, Metin Ortakakarpuz, Bahtiyar Demir, Numan Erkan, Sait Gönen, Mehmet Oktut, Ahmet Hamdi Uçarok, Mevlüt Sarı, Mustafa Bayram, Mehmet Köseoğlu, Ahmet ġan, Mustafa Yayla ve Mehmet Ali Kuntoğlu.
Aziz Pavlus Kilisesi – Konya
Pisidya„nın Antakyası Ģehrinden kovulan Aziz Pavlus, Anadolu‟ya
yaptığı ilk misyonerlik gezisi esnasında Ikonium‟ya (Konya)
gelmiĢtir (Hav. Kitabı 13,51). Coğrafi durumu dolayısıyla,
Galatya'nın bu Ģehri, o bölgeye yerleĢen topluluklar için önemli bir
yer tutmuĢtur ve çoğu zaman baĢkent görevini üstlenmĢtir.
Buraya gelen Aziz Pavlus Ġncili tanıtmaya baĢlamıĢtır ve gayet
dindar bir hiristiyan toplumunu oluĢturmuĢtur. Yahudilerin
düĢmanlığı kendisinin bir müddet sonra oradan uzaklaĢmasına
neden olmuĢtur. Yine de topluma cesaret vermek ve iyiliğe teĢvik
etmek üzere daha sonra birçok kez oradan geçmiĢtir (Hav.Kitabı
14,21).
Aziz Pavlus‟un hatırası, Konya‟da, kendisine ithaf edilen küçük bir
kilise sayesinde hala canlıdır. Bu kilise, 1910 yılında, burada uzun
yıllar boyunca çalıĢmıĢ olan fransız teknisyen ailelerine dini
yardım ve desteği veren Assomptionistes Rahipler tarafından inĢa
edilmiĢtir ve bu Ģehirdeki pek çok kilise arasında ayakta kalan tek
kilisedir. Diğerleri yıkılmıĢ veya hıristiyan topluluğu azaldıkça,
camiye dönüĢtürülmüĢtür.
Aynı kilisede, Aziz Tekla ve Aziz Timoteus da anılmaktadır. Aziz
Tekla, Pavlus‟un din çağrısına cevap vererek Ġsa‟ya bağlılığı
uğruna, tüm zulüm ve iĢkencelere rağmen bakire kalmayı
istemiĢtir. Seleuçia‟da vefat etmiĢtir. Bugün Milano'daki Duomo‟da
anılmakta ve 23/9‟de kutlanmaktadır. Aziz Timoteus ise, 40 km.
Mesafedeki Listra Ģehrindendi; Ikonium hıristiyanları dahil tüm
cemaatin tanıdığını ve takdir ettiği bir kiĢiydi (Hav.Kitabı 16, 1-2).
Ona, öncelikle yoldaĢı olarak seçtiği sonra da Efes Piskoposu
yaptığı Aziz Pavlus, iki mektup göndermiĢtir.
Bu azizler, ilk asırlarda Ikonium Kilisesini Ģanlı ve ünlü yapan
birçok azizi temsil etmektedir: Örneğin: Konon ve 12 yaĢındaki
oğlu, din Ģehitleri – 29/5; Terenzius, piskopos ve din Ģehidi –
21/6; Appolonius çarmıhta öldürülen Ģehit – 10/7; Marçianus, din
Ģehidi – 11/7; Kuronotus, piskopoz ve din Ģehidi – 12/9; Trifenna
ve Trifosa: Aziz Pavlus‟un talebeleri olup Aziz Tekla‟nın izinde
öldürülmüĢtür –10/11; Anfilokius, Piskopos - Basilius ve
Gregorius‟nun arkadaĢı – 23/11.
Fransız-Gotik stilindeki güzel cephesiyle bu kilise, Aziz
Pavlusu‟nun geçtiği yöreleri görmek isteyen yolcu gruplarını
konuk etmektedir.
Ġzmir-Konya Piskoposunun ilgisi ve Trento/Italya DirilmiĢ Ġsa
KardeĢliği'nden iki rahibenin varlığı sayesinde, buranın gayet ufak
Katolik Hıristiyan Cemaati dua etmek ve hayatımızın Rabbi ve
Kurtarıcı Ġsa'ya olan sevgileri sayesinde havarilerin ilettikleri
Allah‟ın sözünü dinlemek için her hafta toplanmaktadır.
Şehitler Anıtı (Meçhul Asker Anıtı)
Müze halkımıza ücretsiz olarak hizmet vermekte olup, haftanın her günü 08:00-17:00 saatleri arasında ziyarete açıktır.
Adres:
Topraklık, Kerimdede ÇeĢme Mahallesi, Kerimler Caddesi, No:25
P.k. 42020 Karatay/Konya
Telefon: 0 332 351 18 57
0 332 350 44 55
0 332 235 46 00-253
Web: www.konya.bel.tr/koyunoğlu
www.koyunoglumuzesi.gov.tr
E-Posta: koyunoglu@konya.bel.tr