You are on page 1of 86

TRANSGENİK CANLILARLA

İLGİLİ HERŞEY

Prof. Dr. M. İhsan SOYSAL

Trakya Üniversitesi
Tekirdağ Ziraat Fakültesi
Zootekni Bölümü
Biyometri ve Genetik Anabilim Dalı
Geleneksel ıslah yöntemi olan seleksiyonla ürün miktarını artırmanın
yanısıra çeŞitli bakteriyel ve virütik hastalıklara dayanıklı yeni bitki
varyeteleri ve hayvan ırkları elde etmeyi de amaçlamaktadır. Biyoteknolojik
yöntemlerin geleneksel tarım bçimlerinin yerine uygulamasında birçok
yaklaŞım bulunmaktadır.
Bunlar sırasıyla Şu Şekildedir.
1) Bitkiler çin faydalı mikroorganizmaların fermantasyon tanklarında
yetiŞtirilip sonra toprağa verilmesi.
2) Bitki dokularında izole edilen bir bitki hücresinin besleyici solusyon
çeren ortamda büyütülmesi. Bu nedenle artan mutasyon oranı sayesinde klasik
ıslahı yön-temleri ile elde edilmeyen oranı sayesinde klasik ıslahı yöntemleri ile
elde edilmeyen hibrit soylar oluŞturmaktadır.
3) Yabancı genetik materyalin bitki hücresine konulmasıdır.
4) üçüncü yaklaŞımın tersi bir alternatif olarak bitki proteinlerini
kodlayan genlerin bakterilere nakledilip standart fermantasyon tanklarından
üretilmesi gösterilmektedir.
Yakın zamanlarda birçok geleneksel ıslah metotlarına katkıda
bulunacak birçok yeni biyoteknolojik yöntemler geliştirilmiştir.

Bunlardan bazıları uygulama alanı bulmuş diğer bazıları ise


henüz labratuvar çalışmaları düzeyindedir.

Biyoteknoloji elde edilen yeni varyetelerin elde edilmesi ile


pazara konma safhası arasında geçen süreyi azaltmayı amaçlamaktadır.

Klasik metodlarla böyle bir işlem en azından 10 yıl gibi bir


sürede gerçekleştirilebilir. Biyoteknoloji uygulamaları ile bir süre 5 yıla
indirebilmektedir.
REKOMBİNANT DNA TEKNOLOJİSİNİN İŞLEM
BASAMAKLARI

Yukarda sözü edilen işler çoğunlukla rekombinant DNA teknolojisi


yada bazen “gen aşılanması” denilen teknolojilerin uygulanmasını çerir. Bu
teknolojinin işlem basamakları şu şekilde özetlenebilir.
1- Başka kaynaktan elde edilen yabancı dna eklendiğinde dahi kendi
benzerini meydana getirecek taşıyıcı dna’nın elde edilmesi.
2- DNA taşıyıcı yardımı ile hücreye taşınacak ve orada tekabül ettiği
fonksiyonu (protein üretiminin) gerçekleştirmesi beklenen dna parçasının elde
edilmesi.
3- Hücreye konulacak passanger dna’nın vektöre eklemesi.
4- Passencer dna’yı taşıyan vektör molekülün kendi fonksiyonunun
icra edebileceği konukçu yapıya (hücreye) konulması. Bu işlem dna’nın
“transfectionu” olarak bilinir.
5- Meydana gelen hücreler çinde rekombinant molekülleri taşıyan
hücrelerin ayıklanması.
Şekil. Rekombinant DNA
çalıŞmalarının iŞlem
basamakları
Şekil. Genetik informasyonun dna’dan RNA aracılığı ile proteine çevrimi. Genetik şifre yada
kalıtım bilgileri bir DNA çift sarmalının kıvrımlarında yani genlerde depolanmıştır. Genetik şifre
dna’nın yapı taşları olan nükleotidleri karakterize eden purin ve purimidin bazları olarak
bilinen adenin (A), ganin (G), thymine (T) ve cytosin (C) bazlarının diziliş sırası ile
belirlenmektedir.
DNA çift sarmalının her iki kolu tümler bazlar karşılıklı gelecek şekilde (adenin daima
thymin ile, guanin daima cytosi ile birleşir) zayıf hidrojen bağları ile birleşip farklı yönlerde
kıvrımla ile DNA çift sarmalını oluşturmaktadır. Her DNA kolu 5 ve 3 uca sahiptir. Genlerde
(dna’da) ki komutlar (kalitim kodları) dolaylı bir yolla proteine çevrilir. Birinci aşamada dna’nın
kodlayıcı kolu benzer rna’ya çevrilir. İkinci aşamada RNA proteine çevrilir.
Her birbiri peşi sıra dizilmiş uç bazı belirli bir amino asidin yapısını belirlemektedir.
Şekil. Doku Kültürleri ve
Protoplastlar ile Bitkisel
üretim
1.2. Yapraklardan
protoplastlar hazırlanması
3.4 Protoplastlar kültür
ortamına alınır.
5. Kültürden iki hafta sonra
her protoplastmikro kallus
denilen yapılara dönüŞür.
6. Kalluslar baŞka bir
kültür ortamında tam
kallusa dönüªür.
7. Kallusta sürgünler çıkar.
8. Sürgünler üçüncü kültür
ortamında köklü küçük
bitkiye dönüŞür.
9. Uygun koŞullarda iki
farklı bitkiden gelen
protoplastlar "Somatik
hibridizasyon" tekniği ile
birleŞtirilerek bitkiye
dönüŞtürülebilir.
Şekil Kültür ortamında bir hücreden istenen niteliklere sahip bitki üretimi
Şekil. Agro bakterium ile
Gen nakli sistemleri

A. Agro bakterium
bitkiyi infekte eder.
infeksiyon T1-
Plazmidinin T-DNA
segmenti bitki genomuna
sokması ile olur.
B. T1 Plazmidi yabancı
genlerin bitki hücresine
sokulmasında kullanılır.
C. Bilim adamları
yabancı gen taŞıyan Agro
bakteriumu bitkilere
infekte ederek taŞıdığı
geni bitki
kromozomlarına ekler.
Bu eklenen gen
kalıtlanabilmektedir.
Şekil Yabancı kaynaklı DNA'nın bitki hücresine konulması
Şekil. Çeşitli proteinlerin bakterilere
üretilmesi.
Şekil. Monoklonal
Antikorlar
a. Belli bir antijenin
fareye injeksiyonu
ve karıŞık
antikorlar üretimi.
b. Monoklonal
antikorların
üretimi.
Şekil. Embriyonun mekanik yollarla ikiye bölünmesi ve farklı taŞıyıcılara
nakledilmesi.
Biyoteknoloji rekombinant DNA teknolojisinin doğal sonucudur

Rekombinant DNA teknolojisi, öncelikle gen organizasyonu ve


gen ifadesinin kontrolü ile ilgili temel araştırmalara yardımcı olması
için geliştirilmiş olmasına rağmen, bilim adamları bu teknolojinin ticari
olanaklarını da göz ardı etmemişlerdir.

Sonuçta, araştırmacılar rekombinant DNA teknolojisini


kullanarak, hormonlar, pıhtılaşma faktörleri, herbisitlere dirençli
bitkiler, yiyeceklerin korunmasını sağlayan enzimler ve aşılar gibi
ürünleri üreten firmaların kurulmasına katkı sağlamışlardır.

Son on yılda, biyoteknoloji endüstrisi, ekonominin multimilyar


dolarlık kısmını oluşturacak kadar büyümüştür
İnsülinin Bakteri Tarafından Üretilmesi

Rekombinant DNA teknolojisi kullanılarak üretilen ve tedavi


amacıyla kullanılmak üzere lisansı alınan ilk ürün 1982'de elde edilen
insan insülinidir. İnsülin, şeker metabolizmasını düzenleyen bir
protein hormondur ve insülin yapımının yetersiz olması, örneğin,
Amerika Birleşik Devletlerinde 2 milyondan fazla kişiyi etkileyen
şeker hastalığına neden olur .

Pankreasta yer alan bir grup hücre, preproinsülin adı verilen


bir öncül peptit sentezler .Bu öncül polipeptit hücreden salınırken,
peptidin uçlarından amino asitler kırılır ve zincirin orta kısmı,
disülfit bağları ile tutunmuş iki polipeptit zincirden (A ve B
zincirleri) oluşan olgun insülin molekülünü oluşturur.
İnsülin üretiminde kullanılan orijinal rekombinant DNA
teknolojisi yöntemine bakacak olursak, bu teknolojinin güçlükleri ve
vaat ettiği umutları açısından oldukça eğitici olduğu görülür.

İşlevsel insülin proteini, A ve B olmak üzere iki zincirden


meydana gelmiştir. A polipeptinin 21 amino asiti ve B alt ünitesinin ise
30 amino asiti bulunur. Oligonükleotit sentezi ile A ve B alt birimler için
sentetik genler yaratılmıştır (A polipeptiti için 63 nükleotit, B polipeptiti
için 90 nükleotit).

Her bir sentetik oligonükleotit, bir vektörde bakteriyel


β-galaktozidaz enzimini sentezleyen genin yanına yerleştirilmiştir.

Bakteri konakçısına transformasyon yapıldığında, β-


galaktozidaz geni ve sentetik oligonükleotit birlikte transkripsiyona ve
sonra da translasyona uğrar.
Elde edilen ürün bir füzyon polipeptittir ve insülinin alt
ünitelerinden birine ait amino asit dizisine bağlı β-galaktozidaza ait
amino asit dizisini içerir.

Füzyon proteinler bakteriyel özütden saflaştırılır ve siyanojen


bromür ile muamele edilerek, β-galaktozidaz'1a insülin alt birimi
arasındaki bağ kırılıp füzyon proteini koparılır.

Her bir insülin alt birimi bu şekilde ayrı ayrı üretilir. Alt
birimler birbirleri ile karıştırıldığında, kendiliğinden birleşirler ve
doğru, aktif bir insülin molekülünü oluştururlar.
Daha sonra, saflaştırılan insülin günde bir ya da daha fazla
insülin iğnesi olmak zorunda olan şeker hastalarının kullanımı için
paketlenir.

Tedavi amacıyla ya da klinik denemelerde kullanılmak üzere


çok sayıda protein benzer yöntemlerle genetik mühendisliği ürünü
olarak sentezlenmiştir. Pek çok durumda, bu proteinler bir insan
geninin plazmite klonlanması ve bu geni taşıyan rekombinant vektörün
bir konakçı bakteri hücresine verilmesi yoluyla elde edilir.

Aktarılan genin konakçıda ifade olduğundan emin olunduktan


sonra, transforme bakteriler büyük miktarlarda üretilir ve insan
proteini bu hücrelerden ayrıştırılarak saflaştırılır.
Şekil. Rekombinant insan insülinin sentezinde kullanılan yöntem. İnsülin A ve B zincirlerini
kodlayan sentetik oligonükleotitler klonlanmış Ecof; β-gofoktoz;daz (β-gal) geninin hemen gerisine
sokulur. Bu rekombi- nant plazmitler E.coli konakçısına aktarılır ve β-gallinsülin füzyon proteini
sentezlenerek konakçı hücre içinde protein biriktirilir. Füzyon proteinler konakçıdan saflaştırılır.
Siyanojen bromür ile muamele edilerek insülin zincirleri β-galaktozidaz dan koparılır. İnsülin zincirleri
saflaştırılır ve fonksiyonel insülin molekülünü elde etmek için karıştırılırlar.
Transgenik Hayvan Konakçıları ve İlaç Ürünler

Bakteriyel konakçılar, ökaryotik proteinlerin üretiminde


prokaryotik bir konakçı kullanmanın getirdiği bazı dezavantajlar
taşımasına rağmen, rekombinant proteinin ilk kuşağını elde etmek için
kullanılırlar. Örneğin, bakteri hücreleri ökaryotik proteinleri işleme ve
modifiye etme yeteneğinden yoksundur. Yani, genellikle tam bir biyolojik
aktivite için gerekli olan şeker ve fosfat gruplarını takamazlar.

Ayrıca, prokaryotik hücrelerde sentezlenen ökaryotik proteinler,


uygun üç-boyutlu yapılarını alacak şekilde katlanamazlar ve sonuçta
inaktif bir protein oluşmaktadır. Bu güçlükleri yenmek ve verimi artırmak
için, ökaryotik konakçıların kullanıldığı ikinci- kuşak metotlar
geliştirilmiştir.

Alfa - l - antitripsin gibi insan proteinleri, doku kültüründe


büyüyen konakçı hücrelerden ziyade, aşağıda tartışılacağı şekilde, çiftlik
hayvanlarının sütlerinde üretilmektedir.
Alfa-l- antitripsin enzim eksikliği Avrupa kökenlilerde yaygın
olan, giderek ağırlaşan solunum bozukluğu ile ilişkili kalıtsal bir
hastalıktır.

Genetik mühendisliği ile alfa-l-antitripsin oluşturmak için, bu


insan geni bir vektör içine, süt proteinlerinin ifadesini kontrol eden
koyuna ait promotor dizisinin yanına klonlanmıştır.

Bu promotorun yanına yerleştirilen herhangi bir gen sadece


memeli hücrelerinde ifade olabilmektedir. Bu füzyon gen, in vitro olarak
döllenmiş koyun zigotu içine mikroenjeksiyon ile verilir ve daha sonra
taşıyıcı anneye implante edilir.
Sonuçta oluşturulan transgenik (gen aktarımlı) koyun, normal
olarak gelişir ve çiftleşmeden sonra, koyunun ürettiği sütün içinde
yüksek konsantrasyonda, işlevsel insan alfa-l-antitripsin proteini
bulunur.

Bu insan proteinin konsantrasyonu bir litre süt içinde 35


gramdır. Süt veren küçük bir koyun sürüsünün yeterli miktarda
proteini sağlayacağını ve diğer transgenik hayvanlarla oluşturulan ve
biyolojik fabrikalar gibi hareket eden bu tip sürülerin ilaç endüstrisinin
bir parçası olacağını tahmin etmek zor değildir.

Gerçekten, Dolly'nin klonlanması (deneye bakınız), yüksek


oranda insan proteini üreten bir koyun sürüsü yaratmayı
kolaylaştırmak amacıyla yapılmıştır.
Şekil. Klonlanmış DNA'nın enjeksiyonu. Memeli zigotunun çekirdeğine
klon geni aktarmak için bir mikropipet kullanılır. Enjeksiyondan sonra,
zigot gelişimi için taşıyıcı annenin uterusuna aktarılır.
Transgenik Tarım Bitkileri ve Herbisitlere Karşı Dayanıklılık

Dünyadaki tüm tarım alanlarının yüzde 10'u yabancı ot istilası


yüzünden zarar görmektedir. Bu sorunla mücadele etmek için 100'den
fazla farklı tarım ilacı (zararlı bitki öldürücü, herbisit) kullanılmaktadır
ve bunun yıllık maliyeti 10 milyar dolardan fazladır.

Bu zararlı bitki öldürücülerin bazıları tarım bitkilerini de


öldürmekte ve bazıları ise çevrede kalarak ya da toprağa sızarak su
kaynaklarını kirletmektedir.

Rekombinant DNA teknolojisi ile herbisitlere dayanıklı


bitkilerin yaratılması, tarım verimini artırmanın bir yoludur. Herbisit
direnç özelliğinin transferi için vektörler kullanılır. Bir herbisit olan
glifosat insanlar için toksik değildir.
Toprak mikroorganizmaları tarafından kolayca parçalanan
glifosat, düşük konsantrasyonlarda bile etkilidir. Glifosat, bir kloroplast
enzimi olan EPSP sentezi engelleyerek etkili olmaktadır.

Bu enzim, hem bakterilerde hem de bitkilerde amino asit


biyosentezi için önemlidir. Bu yaşamsal amino asitlerin sentezi olmazsa
bitki çürür ve ölür.

Glifosata dirençli tarım bitkilerinin geliştirilmesi, glifosata-


dirençli bir E. coli suşundan EPSP sentaz geninin ayrıştırılması ve
klonlanması ile gerçekleştirilmiştir.

Bu gen uygun bir vektör içinde, bir bitki promotor dizisi ile bitki
transkripsiyonunu sonlandıran dizi arasına klonlanmıştır.
Rekombinant vektör daha sonra, Agrobacterium tumifaciens
bakterisinin içine aktarılır. Plazmiti taşıyan bakteri bitki
yapraklarından kesilen diskleri (parçaları) enfekte etmek için kullanılır.
Bu disklerden oluşan kalluslar, glifosat varlığında üreme yeteneklerine
göre seçilirler.

Glifosata dirençli olan kalluslardan oluşan transgenik bitkiler


büyütülür ve üzerlerine yabanıl-tip bitkileri öldüren dozdan dört kat
daha yoğun miktarlarda glifosat püskürtülür.

Aşırı oranda EPSP sentaz üreten bitkiler büyür ve gelişir ama


kontrol bitkileri çürüyerek ölürler. Bu şekilde üretilen, glifosata dirençli
mısır ve soya fasulyesi bugün artık marketlerde satılmaktadır.
Genetik mühendisliği ile oluşturulan bu tür bitkiler çiftçilerin
herbisitler için harcadıkları giderleri azaltmasına rağmen, önemli bir
ahlaki ikilem oluşturmaktadır.

Belki de daha fazla herbisit kullanımını teşvik edecek olan bu tür


bitkilerin oluşturulması doğru mudur?

Genetik mühendisliğinin tarıma uygulanması ile ilgili olarak etik


bakımından daha az tartışmalı olanı, virüslere, bakterilere, küflere ve
böcek istilasına dirençli genlerin tarım bitkilerine aktarılmasıdır.

Yürütülen diğer bir çalışma, kuraklığa dayanıklı ve mısır ve soya


fasulyesi gibi besin değeri yüksek bitkilerin oluşturulmasıyla ilgilidir.

Bu projelerin pek çoğu gelişim aşamasındadır ve bu transgenik


ürünler önümüzdeki birkaç yıl içinde marketlere ulaşacaktır.
Transgenik Bitkiler ve Yenebilir (Ağızdan Alınan ) Aşılar

Rekombinant DNA teknolojisinin en önemli uygulamalarından


biri belki de aşıların üretimidir. Aşılar , hastalığa neden olan
organizmalara karşı immün sistemi uyarır ve böylece hastalıklara karşı
bağışıklık oluşturur.

İki tip aşı yaygın olarak kullanılmaktadır; öldürülmüş,


enfeksiyon yapan virüs ya da bakteri örneğinden hazırlanan inaktif
aşılar ve vücuda girdiğinde daha fazla çoğalamayan ve hastalık
oluşturamayan canlı virüs ve bakterilerden hazırlanan zayıflatılmış
aşılar (attenüe aşılar).

Rekombinant DNA teknolojisi kullanılarak alt birim aşılar adı


verilen yeni tip aşılar üretilmektedir. Bu aşılar , virüs ya da bakterinin
bir ya da daha fazla yüzey proteinlerini içermektedir.
Protein, virüslere ya da bakterilere karşı antikor üretmek için
immün sistemi uyaran bir antijen olarak davranır. Lisansı alınan ilk alt
birim aşısı, insanlarda karaciğer hasarına ve kanserine neden olan
hepatit B virüsünün bir yüzey proteini için geliştirilmiştir.

Hepatit B yüzey proteinine ait gen, maya - ifade vektörüne


klonlanmış ve konakçı olarak maya kullanılarak protein üretilmiştir.

Konakçı hücrelerden protein ayrıştırılarak saflaştırılmış ve


sonra aşı olarak kullanılmak üzere paketlenmiştir.

Rekombinant DNA teknolojisi halen, gıda olarak kullanılan


bitkilerde hepatit B yüzey proteinini üretmek için kullanılmaktadır.
Burada yatan fikir, bitki yapraklarının ya da meyvelerin ağız yoluyla
alınan bir aşı kaynağı olarak kullanılmasıdır.
Bitkiyle üretilen aşıların pek çok avantajı vardır. Pahalı
değildir, üretim için endüstriyel yatırıma gerek yoktur ve ileri
saflaştırmalar da gerekmemektedir .

İlaveten, bu tip aşılar enjeksiyon gerektirmemektedir ve böylece,


tıbbı yardımların ve sağlık hizmetinin az olduğu gelişmekte olan ülkeler
için çok yararlı olmaktadır.

Bir model sistem olarak, hepatit B aşısının bir antijenik alt


birimi tütün bitkisine aktarılmış ve yapraklarında ifade edilmiştir. Aynı
şekilde, aşı kaynağı olarak genler, sebze ve tahıllar gibi gıda bitkilerine
de aktarılabilir.
Şekil. Glifosat direnç geninin
transferi. EPSP geni cauliflower
mozaik virüsünden elde edilen bir
promotor ile birleştirilir. Bu kimerik
füzyon gen Ti plazmit vektörüne
aktarılır ve oluşan rekombinant
vektör bir Agrobacterium
konakçısına verilir. Kültür bitki
hücrelerinin Agrobacterium ile
enfeksiyonu, EPSP füzyon geninin
bitki kromozomuna aktarılmasına
neden olur. Geni alan hücreler büyük
miktarlarda EPSP sentaz üretme
kabiliyetindedirler ve böylece
hücreleri glifosat herbisitine karşı
dirençli hale gelmektedir. Dirençli
hücreler herbisit içeren ortamda
kültür yapılarak seçilir. Bu
hücrelerden yetiştirilen bit- kiler
artık herbisite karşı dirençli olurlar.
Son klinik testlerde, rekombinant bakteriyel antijenleri taşıyan
ve genetik olarak modifıye edilmiş patatesler kullanılmaktadır. Gönüllü
insanlar bu patateslerden küçük miktarlarda (50-100g) yemekte ve
antijene karşı antikor oluşturmaktadırlar.

Bu sonuçlar , ağızdan yiyecek yoluyla aşıların alınabileceği


umudunu güçlendirmektedir. Benzer teknikler genetik olarak
değiştirilmiş muzlar kullanılarak da denenmektedir.

Eğer bu testler başarılı olursa, genetik olarak değiştirilmiş gıda


bitkileri insanları pek çok hastalığa karşı aşılamak için kullanılacaktır.

Bitkiler ve hayvanlar 8.000-10.000 yıl önce evcilleştirilmiş ve o


zamandan beri seçici üretim ile bu organizmalar değişikliğe uğratılarak
bugünkü evcil bitki ve hayvanlar ortaya çıkmıştır.
Rekombinant DNA teknolojisi ise yeni bitki ve hayvanların
geliştirilebilme hızını artırarak, türler arasındaki gen transferini
gerçekleştirebilmiştir.

Seçici üretimin aksine, genetik olarak değiştirilmiş


organizmaların çevreye yayılması ve bu tür bitkilerin yenilmesinin
tehlikeleri ile ilgili sorunlar da ortaya çıkmaktadır.

Eğer biyoteknoloji yeni bir yeşil devrim yaratmayı başarırsa, bu


endişeler sağduyulu araştırmalar ve eğitim için örnek teşkil edecektir.
Şekil. Hepatit B antijeni taşıyan tütün yaprakları. Hepatit B virüsünün antijenik alt birimini
taşıyan transgenik tütün bitkisi meydana getirilmiştir. Transgenik bitkinin yaprakları hepatit
B antijenine karşı sentezlenen antikorlarla muamele edilirse, bitkinin antijen ürettiği görülür.
Resimde, ortadaki yaprak normal tütün bitkisine aittir ve boya almamıştır.
HORMONLA YAŞAMAK
Hormonlar olmadan canlı yaşamın devam etmesi olanaksız;
çünkü hormonlar canlıların büyüme, gelişme, farklılaşma gibi fizyolojik
olaylarında söz sahibi oldukları gibi canlı metabolizmasının
düzenlenmesi ve dengeli bir yaşam sürdürülmesinde de büyük rol
oynarlar.

Örneğin, bitkilerin büyüme ve gelişmesi de, bütün


organizmalarda olduğu gibi, çevresel ve genetik faktörlerin
kombinasyonuyla gerçekleşir.

Dolayısıyla bitkilerde, bir tohumun çimlenmesi, uzayıp


genişlemesi, farklılaşıp olgunlaşması çevresel etkenlere bağlı olduğu
gibi, tohumun kendi içinde kontrolü sağlayan kalıtsal etkenlerle de
sağlanır.
Yapay olarak elde edilen bitki büyüme düzenleyicileri, ışık, su ve
nem değişimleri, yerçekimi, karbonhidrat ve azot miktarı gibi çevresel
faktörler içinde yerini alırken, bitkisel hormonlar, bitkinin büyüme ve
gelişimini teşvik eden, önleyen yada değiştiren etkileriyle kalıtsal
faktörler arasında değerlendirilir.

Bitkinin varolması hormonlarına bağlıdır… Tarım ve


biyoteknoloji alanında sağlanan ilerlemelere paralel olarak, tüm
dünyada olduğu gibi ülkemiz tarımında da, verim artırıcı bir takım
büyüme düzenleyici maddeler ya da büyütme faktörleri kullanıma
sunuldu.

Tarımda yaşanan bu gelişme sonucu, bizler gerek bitkisel gerek


hayvansal ürünleri, hem bol miktarda, hem de ucuza tüketir olduk.
Ancak bu noktada gıda güvenliği konusu gündemimize yerleşiverdi.
Konuyla ilgili doğru yanlış pek çok bilgiyle doldurulan
beyinlerimiz, “hormon ne, büyüme düzenleyici ne?” birbirine karıştırdı
ve “hormonlu beslenmeye mahkum muyuz?” isyanına girdi. Gerçekten
de mahkum muyuz hormona?

Bitki hormonları, bitkinin bünyesinde doğal olarak oluşurlar,


bitkinin büyüme ve buna bağlı diğer fizyolojik olaylarını kontrol
ederler, bitkinin farklı organlarında sentezlenirler, oluştukları
yerlerden bitkinin diğer kısımlarına da taşınabilirler, etkinliklerini
taşındıkları yerlerde de gösterebilirler ve çok düşük konsantrasyonlarda
bile etkinlik gösterebilirler.
Artık tanıyamaz hale geldiğimiz sebze ve meyvelerimizse, ıslah
edilen yeni çeşitlerin ve yetiştiği yerdeki çevre ve kültür koşullarının
etkisiyle (gübrelemeden, toprak yapısından, aşırı sıcak ve soğuklardan),
döllenme yetersizliğinden ve yanlış uygulanmış tarımsal ilaçlar nedeniyle
kolaylıkla bu görünümü kazanmış olabiliyor.

Örneğin, genleriyle oynanmış sebze-meyveler daha büyük, daha


gösterişli ve dayanıklı hale geliyor gelmesine; ama et sertliğinin artması ve
şeker oranının azalması nedeniyle bu ürünlerin gerçek tatları, lezzetleri
azalıyor.

Bu durumun hormon kullanımıyla hiçbir ilgisi bulunmuyor. İki


bacaklı havucu da o hale getiren hormon kullanımı değil. Havuç,
bulunduğu ortamda büyürken toprakta bir taş parçacığına rastlarsa, ikiye
bölünüp büyümeye devam ediyor. Sonuçta da iki bacaklı olarak karşımıza
çıkıyor .
Meyve ve sebzelerimizde genelde meyve verimini artırmak ve
özelliklerini geliştirebilmek için kullanılan düzenleyici maddelerse
bitkilerde doğal olarak bulunan hormonların yaptıkları etkilere benzer
etkiler gösterebilen maddeler.

Bitkilerde doğal olarak bulunan hormonlarla beraber, bitkilerde


doğal olarak bulunmasa da hormonların yaptıkları etkilere benzer
etkiler gösterebilen, yapay olarak elde edilebilen farklı kimyasal
maddeleri de içeren tüm maddelere “bitki büyüme düzenleyicisi” denir.
Yapay olarak elde edilen bitki büyüme düzenleyicilerininse
maliyetleri daha ekonomik. Bu nedenle, bitkisel üretimde doğal
hormonlardan çok yapay olarak elde edilmiş bitki büyüme
düzenleyicileri kullanılıyor.

En sık kullanılanlarıysa yapay oksinler. Örneğin, tozlaşma ve


döllenmeden sonra meydana gelen meyvenin büyüyüp gelişmesi, meyve
içindeki tohumun içerdiği oksin miktarına bağlı.

Tozlaşma ve döllenme olmaksızın oluşan “partenokarpik”


meyvelerde yeterli düzeyde oksin bulunmayacağından böyle meyvelerin
büyüyüp gelişmesi için çiçeklere çoğunlukla püskürtme yoluyla yapay
oksin verilerek tohumsuz, çekirdeksiz meyve oluşumu sağlanır.
Bizim ülkemizdeyse meyve ve sebzelerde bitki büyüme
düzenleyici maddeler, yalnızca hava sıcaklığının uygun olmadığı kış
aylarında seralarda yetiştirilen domates, patlıcan ve kabakta döllenmeyi
sağlayıp meyve tutumunu artırabilmek, çekirdeksiz üzümde meyve
iriliğini artırmak ve muzda ve turunçgillerde sarartma ve olgunlaşmayı
artırmak amaçlarıyla kullanılıyor.

Seralar düzenli olarak ısıtıldığında domates, patlıcan ve sakız


kabağında düzenleyici madde uygulamasına hiç gerek kalmayacak.
Çünkü bu bitkilerin döllenmesini sağlayacak polenlerin (erkek çiçek
tozlarının) oluşumu 13°C altında sekteye uğruyor.
Tozlaşmanın gerçekleşmesini sağlayan başka yöntemlerde var.
Bu yöntemler kullanıldığında da düzenleyici madde kullanımına gerek
duyulmuyor.

Örneğin, seradaki bitkilerde her gün titreşim cihazları


kullanılarak yada bitki salkımlarına elle hafif darbelerle vurarak
tozlaşma sağlanabiliyor.

Daha da kolayı Bombus arılarını kullanmak. Bombus arıları


sayesinde bitki büyüme düzenleyicilerine hiç gerek duyulmuyor. Çünkü
Bombuslar çok düşük sıcaklıklarda bile çalışabilen arılar.

Ayrıca, kokusu nedeniyle diğer arıların yanını bile çok zor


yaklaştığı domateslerde, Bombuslar rahatlıkla tozlaşmayı
sağlayabiliyorlar.
Bitkilerimizin Hepsi Doğal Hormonların Kontrolünde

Bitkisel hormonlar, bitkilerin bünyesinde doğal olarak oluşur,


yaşam koşulları ve fizyolojik faaliyetlerin oluşumunu başlatır, görevlerini
yaptıktan sonra da küçük zararsız parçalara ayrılıp kaybolurlar.

Hormonlar bitki bünyesinde çok düşük konsantrasyonlarda yer


alırlar ve mevcut durumda sağlık üzerin olumsuz bir etkileri yoktur.

Bugüne kadar tanımlanmış 5 hormon grubu vardır. Bunlar


oksinler, gibberelinler, sitokininler, inhibitörler ve etilen.

Kışın soğuk dönemlerde seralar 13ºC' nin altına düşmeyecek


şekilde ısıtılsa ve arı yardımıyla tozlanma sağlansa patlıcan, domates ve
sakız kabağında büyüme düzenleyici madde uygulamasına da gereksinim
duyulmayacak.
Hıyar üretiminde, ıslah yöntemleri kullanılarak elde edilen sera
çeşitlerinde bitkide yer alan çiçeklerin tamamı dişi çiçek olup, doğal
olarak partenokarp meyve oluşturmakta. Bu türde büyüme düzenleyici
madde kullanımı hiç yok; zaten kullanıma gerek de yok.

Modern üretim teknikleri, modern sera yapıları ve ısıtma


ekonomisinin sağlanması, bu tür uygulamaları kaldıracağı gibi tarım
ilacı kullanımını da en aza indirgeyecek.
HAYVANSAL ÜRETİMDE HORMONLAR

Diğer tüm üretim dallarında olduğu gibi hayvancılık sektöründe


de verimliliğin artırılması, önemli amaçlardan biri, Yeri başka gıdalarla
doldurulamayacak hayvansal gıdaların insanlar tarafından ucuz ve
kaliteli bir şekilde tüketilebilmesi, gelişen tarım teknolojileri sayesinde
mümkün olabiliyor.

Günümüzde daha çok ürün almaya yönelik olarak yapılan


''entansif'' hayvancılık sistemlerinde yoğun bilgi ve teknoloji kullanımı
sözkonusu.

Klasik ıslah yöntemleriyle elde edilen üstün performans


özelliklerine sahip hayvanlardan beklenen verimin elde edilmesi yem,
yem teknolojisi ve biyoteknoloji alanlarında sağlanan ilerlemeler
sayesinde gerçekleştirilebiliyor.
Bu uygulamalar çerçevesinde hayvanların daha dengeli ve doğru
beslenebilmeleri mümkün oluyor.

Hayvanlarda performans ve ürün kalitesini artırmak üzere


geçmiş yıllarda ve günümüzde çeşitli yem katkıları, kullanım alanı
bulmuş durumda.

Bunlardan gündemde olan iki grup, hormonlar ve büyütme


faktörü olarak kullanılan antibiyotikler .
Hormonlar

Hormonlar hayvansal organizmada bulunan biyolojik


maddeler; çeşitli bezler ve hücreler tarafından salgılanıyorlar ve kan
yoluyla hedef dokuya taşınıyorlar.

Büyüme, metabolik olayların düzenlenmesi, cinsiyet özellikleri


vb. fonksiyonların denetlenmesini sağlayan hormonların fazlalığı ya da
eksikliği, anormalliklere yol açabiliyor.

Büyüme ve bazı cinsiyet hormonları, hayvanlarda performansı


artırmak amacıyla, özellikle de besi hayvanlarında kullanım alanı
buldu. "Testosteron'', "Dietilstilbesterol'' gibi cinsiyet hormonları ve
diğer bazı büyüme hormonları geçmişte çoğunlukla besi hayvanlarında
kullanıldı.

Kanatlılardaysa, 1960-70'Ii yıllarda daha çok araştırmalarda


Günümüzde kanatlı yetiştiriciliğinde hormon kullanımı
kesinlikle yok. Gerek tavukçulukta uygulanan entansif sistemin yapısı,
gerekse ekonomik nedenler, hormon uygulamasını mümkün kılmadı

Büyükbaş hayvan yetiştiriciliğinde bu tip hormonların


kullanımı, insan sağlığı açısından oluşturduğu riskler nedeniyle, Avrupa
Birliği ve ABD ‘de yasaklandı.

Ülkemizde de hormon ve hormon preparatları kullanımı, yem


kanunu ve ilgili yönetmeliklerine göre yasak. Ancak bu konuda kaçak
kullanımların olabileceği de bir gerçek.

Bu nedenle, konuyla ilgili denetim ve izlemenin Tarım Bakanlığı


tarafından daha ciddi boyutlarda yapılması gerekiyor. Kaçak kullanım
ve riskler, bu denetimler sayesinde engellenebilecek.
Antibiyotikler

Antibiyotikler , çeşitli mantar tipleri ya da bazı bakterilerden


mikrobiyal sentez (üretim) yoluyla elde edilen, düşük molekül ağırlıklı
organik bileşikler.

Hayvan beslemede de, tedavi edici v büyümeyi düzenleyici


olarak iki amaçla kullanılıyor. Dünya genelinde büyüme düzenleyici ya
da büyütme faktörü olarak kullanımları, toplam antibiyotik
kullanımının yaklaşık % 80'ini oluşturuyor.

Bu tip antibiyotik büyütme faktörleri, kanatlı hayvanların


beslenmesinde, 1950'li yıllardan itibaren yaygın kullanım alanı buldu.
Büyütme faktörü antibiyotikler , kanatlı hayvanlarda,
çoğunlukla da etleri için yetiştirilen kanatlılarda, sindirim sistemi
mikroflorasında etkili olan hastalık yapıcı mikroorganizmaların
çoğalması, gelişmelerinin engellenmesi ve kontrol altına alınması
amacıyla, oldukça düşük dozlarda yemlere katılıyorlar.

Etlik piliç yemlerine büyütme faktörü antibiyotiklerin


katılmasıyla canlı ağırlık artışı ve yemden yararlanmada ortalama % 5
civarında bir iyileşme sağlanabiliyor.

Ayrıca zararlı bazı mikroorganizmaların yol açtığı bazı


hastalıkların oluşma riski de, yemlere antibiyotik katılmasıyla
azaltılabiliyor.
Yıllar geçtikçe büyütme faktörü antibiyotiklerin kullanımı bazı
sorunları da beraberinde getirdi. Özellikle 1970'Ii yıllarda bakterilerin
antibiyotiklere karşı direnç kazanabildiklerinin ve sonraki yıllarda da
direncin bakteriden bakteriye farklı şekillerde ve yollarla aktarılabildiğinin
saptanması, büyütme faktörlerinin hayvan beslemede kullanımıyla endişe
ve tartışmaların başlamasına yol açtı.

Toplum tepkisi ve bilimsel bazı saptamalara dayanılarak, farklı


ülkelerde farklı yönetmelikler çıkarıldı. Avrupa Birliği'nde 1990'lı yıllarda
başlayan yasaklama eğilimi, önce bazı antibiyotiklerin kullanımına yönelik
oldu, ancak süreç devam etti.

Ülkemizde de yem yönetmelikleri, Avrupa Birliği'nin ilgili


mevzuatlarına uygun hale getirildi. Mevcut durumda kullanımına izin
verilen ''Avilamisin" ve ''Flavomisin" isimli iki antibiyotiğin kullanımı da,
2006 başında yasaklanmış olacak.
Öte yandan, etlik piliç üretiminde kesim öncesi bir hafta süreyle
ette kalıntı bırakabilecek ilaç ve benzeri her türlü katkı maddelerini
içermeyen yem kullanımı, yasal bir zorunluluk.

Kurallara uygun üretim yapıldığı konusunda fikir vermesi


bakımından, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, Koruma Kontrol Genel
Müdürlüğü tarafından yapılan tetkiklerden elde edilen sonuçlara
bakmak yeterli.

Bu sonuçlara göre, 2004 yılında, 400'e yakın örnek alındı ve


hiçbir tavuk eti örneğinde hormon kalıntısına rastlanmadı; 2003'teyse
alınan 600'e yakın örnekten yalnızca birinde antibiyotik kalıntısı
bulundu. Bu sonuçlar, ülkemiz tavukçuluk sektörü açısından son derece
önemli.
Ülkemizde Kanatlı Eti Sektörü

Normal koşullarda etlik piliçler 42 günlük bir süreçte ortalama


2250 g ağırlığa rahatlıkla ulaşabilmekte. Bu hızlı gelişme, dengeli ve
kaliteli rasyonlar ve modern üretim tekniklerinin kullanılması
sonucunda olmakta.

Piliçlerdeki bu büyüme ve gelişmede herhangi bir genetik


değişiklik ya da gen aktarımı söz konusu değil.

Ülkemizde tavukçuluk üretimi, modern tesislerde, yeni ve


modern teknikler kullanılarak yapılıyor ve her geçen gün daha da
ileriye gidiyor.

Ülkemizde 2003 yılında kanatlı eti üretimi 850 bin ton civarında
gerçekleşti. Kanatlı etleri, kırmızı ete göre daha az yağlı, daha ekonomik
ve üretimleri de daha hızlı.
Ayrıca, amino asit içeriği, diğer hayvansal gıdalarda olduğu
gibi; dolayısıyla, biyolojik değeri de yüksek. Bu olumlu özellikleri
kanatlı etlerinin, tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de üretimini
giderek artırdı.

Fakat dünyada tüketilen kanatlı et miktarına baktığımızda,


tüketimimizin son derece yetersiz olduğunu görüyoruz.

Ülkemizde kişi başına 12-13 kg olan kanatlı eti tüketimi,


ABD’de 45 kg ve Avrupa Birliği ülkelerindeki 20-22 kg.

Tavukçuluk sektörünün de eksikleri ve hataları olduğu gibi,


sektör içerisinde gerekli kurallara uymayan az sayıda işletme de
mevcut.
Genetik Tanımlamalar
Gen
Tek bir polipeptid zinciri, tRNA ve rRNA’yı kodlayan nükleotid dizisidir.

Genom
Organizmanın sahip olduğu genlerin tamamıdır.

Lokus
Herhangi bir allelin genom üzerinde bulunduğu yerdir.

Allel
Herhangi bir fenotipi kodlayan bir genin farklı çeşitleridir.

Genotip
Bir canlının fenotipini oluşturan allel çiftleridir.

Fenotip
Bir canlının genotipi tarafından kodlanan gözlemlenebilir tüm özelliklerdir.
Transgenik (TG) Hayvanlar
 TG hayvan, genomunda yabancı DNA
(rekombinant DNA) parçası taşıyan
hayvan olarak tanımlanabilir.
 Bu hayvanlar, geleneksel genetik
seleksiyon ve hayvan yetiştiriciliğinin
yerine, laboratuarda rekombinant DNA
teknolojisinin kullanılması ile üretilir.
Transgenik Hayvanların
Kullanım Alanları
 Fonksiyonu bilinmeyen genlerin araştırılması,
 Hastalık modeli Tg fareler

- Kanser, AIDS, Cystic fibrosis, Sickle cell dis.


(SAD), Chronic hypertension, Alzheimer,
Hepatit B, Werner syndrome vs
 Farmasötik proteinlerin üretimi:Biyofarming,
Factor V, vs
 Hastalıklara dirençli hayvanların üretilmesi
Mastitise dirençli hayvanlar
 Hayvandan insana hücre ve organ aktarımı:
Xenotransplantasyon
 Yeni tedavi stratejilerinin geliştirilmesi
Gen Transferinde Kullanılan
Yöntemler
Kimyasal ve Diğer Teknikler
 Kalsiyum Fosfat Metodu
 Dietilaminoetil-Dextran (DEAE-dextran) Metodu
 Testislere doğrudan gen enjeksiyonu (TMGI)
 Sperm aracılığıyla gen aktarımı (SMGI)
 Füzyon Teknikleri
 Lipozom , PEG

Viral Teknikler
 Retrovirüsler
 Retroviral vektörler

Fiziksel Teknikler
 Pronükleer DNA Mikroenjeksiyonu
 Embriyonik kök hücre (ESC) transferi (elektroporasyon)
 Nükleer transfer
Gen anlatımı (Ekspresyon)
DNA’da şifreli biçimde bulunan genetik
bilgilerin RNA molekülleri aracılığıyla
polipeptid ürünlere çevrilmesidir.

DNA
Transkripsiyon
RNA
Translasyon
Polipeptid Ürün
Genin Bazı Önemli Elemanları

EXON: Genin ürününü şifreleyen dizi.


INTRON: Doğrudan genin ürününde karşılığı olmayan
fakat bazı işlevsel görevler üstlendiği düşünülen dizi.
cDNA (copy-DNA): Genin sadece exonlardan ibaret
olan nükleotid dizisi.
Terminatör: Genin 3’ tarafında bulunan kontrol
bölgesidir ve transkripsiyonun sonlanmasını sağlar.
ERKEK PRONÜKLEUSA DNA
MİKROENJEKSİYONU
İkinci Polar
Dişi pn

Erkek pn

Tutucu Pipet Enjeksiyon Pipeti


TRANSGENİK ANALİZLER
 Kuyruk bölgesinden DNA izolasyonu
 Analiz

 PCR (Polimerase Chain Reaction) (DNA)

 Southern Blot (DNA)

 Slot Blot (DNA)

 Westhern Blot (Protein)

 Nouthern Blot (m-RNA)

 RT-PCR (m-RNA)

 FISH (Fluorescence In Situ Hybridization)

 ELISA (Enzyme Linked Immunosorbent Assay)

 RIA (Radio Immune Assay)

 Reporter gen aktivitesinin saptanması (örn;GFP)


GFP (Green Fluoresan Protein)
Geni Transfer Edilmiş
Transgenik Fareler
TÜMÖR

Onkogenleri tetikleyen veya tümör


baskılayıcı genlerin fonksiyonlarını
engelleyen bir genetik
manipulasyon sonucu boynun arka
tarafında tümör oluşumu meydana
Gen Mühendisliğinin Hayvancılıktaki
Uygulamaları
Hastalıklara Besi
BesiPerformansı
Performansı
Hastalıklara
Dirençli
Dirençli Yüksek
Yüksek
Süt
SütÜretimi
Üretimi
Süt
Süthacminin
hacmininartırılması
artırılması
Sütün
Sütünkimyasal
kimyasal
yapısının değiştirilmesi
yapısının değiştirilmesi
Beslenme
Beslenmeve vesindirilme
sindirilme
oranının artırılması
oranının artırılması
Terapotik
Terapotikproteinlerin
proteinlerinveve
aşıların üretilmesi
aşıların üretilmesi

Yüksek
Yükseküreme
üreme
Kapasitesi
Kapasitesi Kasların
Kasların
modifikasyonu
modifikasyonu
Transgenik Çiftlik Hayvanlarının
Kullanım Alanları
 Hastalıklara dirençli ırklar geliştirmek,
 Organ transplantasyonu için kaynak
sağlamak (Xenotransplantasyon),
 Ürünlerin (süt, et, yapağı vs.)
kompozisyonunu değiştirmek, miktar ve
kalitelerini artırmak,
 Transgenik hayvanların sütünden ya da
idrarından rekombinant proteinlerin izole
edilmesi (Biyofarming)
Transgenik Çiftlik Hayvanlarının
Üretilmesi
 Mezbaha materyalinden ovum eldesi,
 İn vitro maturasyon (IVM),
 İn vitro fertilizasyon (IVF),
 Pronükleer hücrelere gen transferi,
 Embriyoların kültürü,
 Embriyoda cinsiyetin belirlenmesi ve transgenik
analizler,
 Embriyoların dondurulması,
 Embriyoların transferi.
KLONLAMA: EŞEYSİZ
ÜREME
•TEK YUMURTA İKİZLERİ
(DOĞAL KLONLAR)
•EMBİYOLARIN BÖLÜNMESİ
veya BLASTOMERLERİN
AYRILMASI
•NÜKLEER TRANSFER
(ÇEKİRDEK TRANSFERİ)
Elektro-Füsyon

- +
Embriyo Transferi

Embriyo Gelişimi

7 gün
Uterin Maturasyon
Sinkronize
Östrus
Ovulasyon
Alıcıya Transfer
KLONLAMANIN UYGULAMA
ALANLARI
•Hayvancılık
•Yüksek genetik yapının klonlanması
•Hastalıklara dirençli hayvanların klonlanması
•Genetik olarak değiştirilmiş hayvanların
klonlanması (tg)
•Biofarming (tg)
•Hastalık modelleri (tg)
•Organ kaynakları (tg)
•Nesli tükenmekte olan hayvanlar (interspecies NT)
•Terapötik klonlama
TRANSGENİK HAYVAN ÜRETMEDE
NÜKLEER TRANSFERİN AVANTAJLARI

•TRANSGEN RASTGELE VEYA


HEDEFLENEREK HÜCRENİN DNA
SINA YERLEŞTİRİLEBİLİR
•İN VİTRO ORTAMDA TRANSGENİK
HÜCELER SEÇİLEBİLİR
•SADECE HEDEF HÜCRELER
NÜKLEER TRANSFERDE
KULLANILIR
•BU HÜCRELERİN
KULLANILMASIYLA ELDE EDİLEN
TÜM HAYVANLAR TRANSGENİK
OLUR
TÜRLERARASI NÜKLEER TRANSFER İLE ELDE
EDİLEN İLK NESLİ TÜKENMEKTE OLAN HAYVAN

klon gaur Gaur

Taşıyıcı anne

ACT, 2000 (cloning)


Türlerarası nükleer transfer ile elde
edilen nesli tükenmekte olan
memeliler (hayatta olanlar)

Yabani koyun
(2001)

Yabani sığır (2003)


ERKEK AFRİKA VAHŞİ KEDİSİ
KLONLANDI (Ekim, Ağustos 2003)

Audubon Nature
Institute and
Louisiana State
University
Agricultural
Center

JAZZ

Jazz’ın
klonları
DİŞİ AFRİKA VAHŞİ KEDİSİ
KLONLANDI (Nisan 2004)

Audubon Nature Institute and


Louisiana State University
Agricultural Center

NANCY

Caty and Madge


NESLİ TÜKENMİŞ OLAN
HAYVANLARIN GERİ
GETİRİLMESİ
TASMANYA KAPLANI
(Avustralya-1999)
DİNAZORLARIN GERİ
DÖNÜŞÜ
FRANSA 2002

ABD 2002

ABD 2003

ITALYA 2003
Dünyada herşey için,
medeniyet için, hayat için,
muvaffakiyet için,
en hakiki mürşit ilimdir, fendir.
İlim ve fennin haricinde
mürşit aramak gaflettir,
cehalettir, dalâlettir
M.K. Atatürk
TEŞEKKÜRLER

You might also like