You are on page 1of 3

TEMEL İÇGÜDÜ

Tarihsel değişim sırasında yaşamda belli bazı ölçütlere göre ilerlemek veya gerilemek mümkün.
Burada söz konusu edilecek olan bir çeşit gerilemedir. Çözümlemenin hedefi ise Konya Selçuk
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi Prof. Orhan Çeker’in “Dekolte giyen kadınlar
tecavüze uğrama riskini göze almalıdır.” mealindeki sözleridir.

Bu sözler hak ettiği tepkiyi toplumun batıya dönük kesimlerinden kısa zamanda almış olsalar da,
bu ve benzeri, iktidar partisinin kök kültürünün anlamsal çevresinde hakimiyet kazanmış ve tüm
topluma benimsetilmeye çalışılan yaklaşımların sistematik bir eleştirisine ihtiyaç duyulduğunu ve
bunun çok uzun zamandan beri ihmal edildiğini düşünüyorum.

Bir zamanlar diyebileceğimiz kadar eski zamanlarda insanların, yaşam tecrübelerinden


imbikleyerek uzun zaman içinde süzdükleri şu söz, yakın zamana kadar hala yaşıyordu: “Eline,
beline, diline sahip ol!” Kısaca ‘Çalma! Sarkıntılık yapma! ‘Kötü söz söyleme!’ olarak anlaşılabilir
belki. Bir atasözünün nasıl, uzun yaşam deneyimlerinin analizinden, tartışılmasından,
doğrunun bulunmasından ve yaşam şekli haline gelmesinden sonra kristalleşerek, veciz
ifadeye dönüştüğünün hikayesi apayrı bir hikayedir. Fakat, sadece akıllı bir insan tarafından
söylenmiş sözler olarak algılanmaması gerektiği açıktır. Onlar, kollektif aklı temsil ederler.
İçinde bulunduğumuz hızlandırılmış yaşamların tüketildiği dünyada bu atasözlerini hakkıyla
çözümleyebilmek de kolay değildir. Yine de karanlıkların aydınlanmasına yardımcı olabilecek
küçük bir ışık yaratabilmek, umudumuzdur. Bu söz de Alevi Bektaşi kültürünün yarattığı Hac
Bektaş Veli’ye atfedilen bir atasözü olup din ağırlıklı göçebe bir tarım toplumunun yaşamından
türetilmiştir.

Eline, beline, diline sahip ol!

Toplumsal barışın korunmasına yönelik bir ahlak düsturu olarak ortaya çıkmış bir atasözü
olduğu, kullanılan kavramlardan, fiil olarak seçilen sözcükten dolayı apaçık ortadadır. Bu amaç
başka sözlerle de dile getirilebilecekken, bu sözcüklerin seçilmesinin analitik bir değeri vardır.
Sahip çıkmanın burada cesaret gerektiren, irade gerektiren, benliğin bütünlüğünü korumaya
yönelik bir eylem olarak tasarlandığını düşünüyorum. Yani, toplumda saygın biri olarak yaşamak
istiyorsan öncelikle bunlara dikkat et. Çünkü, toplumun mevcut düzeni doğal bir süreç içinde bu
isteklerin ehlileşmesini sağlamayacaktır. Çalmanın, sarkıntılık etmenin, hakaret etmenin altında
hayvansal güdüler vardır. Bu güdüler doğal olmayan toplumsal yaşamda dengesizleşerek
birikebilirler. O zaman da nefis kontrolu gerekir.

Genel olarak, deforme olmuş şekliyle, iktidar isteği olarak özetlenebilecek bu güdülerin
altındaki temel içgüdü hayatta kalmaktır. Ancak sadece doğal yaşayan hayvanlarda saf
haliyle kalabilecek bu içgüdüsel görüngüler ( alma-cinsellik-ses çıkarma), insanların toplumsal
yaşantılarında farklı bir seviyede ve deforme olmuş olarak gerçekleşir. Yine de temel içgüdüyle
bağlantı kopmaz.

Burada bir çelişki vardır. Temel içgüdüleriyle yaşayan hayvanlarda ahlaktan söz edilemeyeceği
için sorun olmayan bu istekler, toplumsal yaşayış kültürü edinmiş topluluklarda ahlak da
olmak zorunda olduğu için problem haline gelir. İşte o zaman da birlikte yaşama konusunda
başarılı topluluklar problemi kendi yaşayışlarını geliştirici yönde çözerler. Bu atasözü de
böyle bir çözümü dile getirmektedir. Bu türden bir davranışı destekleyen bir çok kültürel
ritüel de yaratılmıştır. Nefsi köreltmek için tutulan oruçlar bunların en önemlilerindendir. Bu
şekilde toplum içinde saygı da öğrenilir. Sonuçta isteklerimizi başkalarının yararına kısıtlayan
demokratik bir ahlak öğretisidir.

Bu ahlak öğretisi içinde dekolte giymemek ve tecavüz etmemek var mıdır? Görünüş o ki
özellikle tecavüz için vardır. Dekolte giymek de içgüdüsel özelliği olan bir davranışsa da, ancak
ahlak öğretisinin üç sac ayağından biri değildir. Bunun nedeni büyük olasılıkla pasif tahrik
unsurunun değil, aktif güç unsurunun dizginlenmesi gereğini gözeten bilgeliktir. Denebilir ki
kapıyı açık bırakırsan hırsıza davetiye çıkarmış olursun. Ben de diyorum ki kapımı kilitlersem
hırsız bacadan da girer. Önemli olan hırsızlığı yok etmektir. Bu nedenle atasözünü bilgece
buluyorum.

Buna rağmen, diyelim ki dekolte giymek cinsel çağrının bir ifadesidir. Bunun karşılığının tecavüz
etmek olmayacağı açıktır. Olsa olsa beğeni dile getirmek olabilir. Üstelik her beğenen de karşılk
bulamayabileceğini bilmelidir. Bundan daha gelişmiş ifade biçimleri, dekoltenin temsil yeteneği
de vardır. Düşünebildiğim kadarıyla, kadınlar arasında genel bir yarışma konusu olabileceği gibi,
güzellik fikrinin yüceltilmesi de olabilir. Ama bu anlamları çerçeve dışına taşıyor. Dolayısıyla, eşit
ilişki içinde dekoltenin çağırabileceği en fazla tepki bir beğeni ifadesidir.

Tecavüz nedir?

Beğeni ifadesi ile tecavüz arasındaki mesafe, eleştiri ile şiddet arasındaki mesafe kadardır. Bu
mesafe de ilkellikle uygarlık arasındaki mesafeye denk düşer.

Dekolte giyene tecavüz eden, kara çarşaflıya da tecavüz eder. Çünkü artık tecavüzcünün
hayalinin neyle tetikleneceği belli olmaz. Değil mi ki bir kez hayal gücü tetiklenince en ilkel
içgüdülerinin esiri olabilir, onda sınır yoktur. Öyle ki, aslında karşılıklı iletişime dayalı, onay
gerektiren toplumsal ilişkiler, güçlü olanın zayıf olanı ezmesi ile sonuçlanabilir. Sadece uygun
koşulların bir araya gelmesi beklenir.

Bu yaklaşımı desteklemek için daha basit bir örnek vereceğim. Küçük çocukların anne ve
babalarının yanında ‘dondurma istiyorum.’ diye, ağlaya ağlaya sürüklendiklerini hepimiz
görmüşüzdür. Oysa dondurmayı görene kadar böyle bir sorun yoktur. Dondurma bir kez
görüldükten sonra, çocuğun, tetiklenen hayal gücünün canlandırdığı tat anıları kural
tanımaksızın aklına üşüşür ve benliğini ele geçirirler. İlkel entellektüel düzeyde bu böyledir.
Çocuğun öz denetim mekanizması, ‘nefsi’, toplumsal ahlakı gelişmemiştir. Haz uyandıran şeyler
küçük canlıda güçlenmek zorundadır. Hayata bağlılık böyle gelişir. Tecavüzle ilgili hikayenin
özünde bundan büyük bir farkı yoktur. Ama biliyoruz ki küçük çocuklar bağımsız bir toplum
kuramazlar.
Peki koca profesör bu analizi neden yapamamaktadır?

Çünkü bugün (tarihsel anlamda ‘bugün’) toplumun kafası karışmıştır. Bir yanda gittikçe ayağının
altındaki toprağın kaydığı eskimiş ve özel bir kültür, bir yanda kapitalizmin kurduğu tüketim
dünyası ve hatta gelmekte olan, gelmesi umulan, global demokratik kültür aynı harmanda
yaşam mücadelesi vermektedir. 20. yüzyılın ilk yarısında Batının aydınlanma yolunda özgün
uygarlık atılımları gerçekleştirmeye odaklanmış Atatürk Türkiye’sinde, tökezleyen üçüncü
dünya kapitalizminin ilacı olmaya heveslenmiş bir islam kültürü kendini geliştirecek toprakları
bulamamaktadır. Beslenmeyen nebat kurur. Bu da böyle bir kurumadır. Kentsel toplumların ince
ahlak anlayışları ilkellikle tehdit edilmektedir.

İnsanlık Anıtı isimli büyük heykeli ‘ucube’ sayan anlayışla bir akrabalık hissedebiliyor musunuz?

17 Şubat 2011
Ömer Haluk Yılmaz
Narlıdere, İzmir

You might also like