You are on page 1of 3

Yolcu

Alternatif evren anıları…

“İlk duyduğunda, bir ağacın özgürlüğüyle empati kurmayı

becerebileceğini düşünüyorsan ergenliğin tadını çıkar. Bu

fikre hakettiği saygıyı gösterip, imkansızlığının bilinciyle

düşünmeye değer bulduğunda ve hayalini kurmanın tadına

vardığında ise erdem yönünde ilk adımını atmışsın demektir”

Targu, Ha’mi’nin dediklerinin ne biri ne de diğerini

yapabiliyordu. Gündelik hayatın yükü altında ezilmekteydi.

Öğrenmeye, düşünmeye, büyümeye vakit kalmıyordu ki! Ha’mi ona

yürümediği bir yolun sonunda ulaşacaklarını anlatıp, sonuçlar

çıkarmasını istiyordu. Oysa o, yolu yürümek istiyordu.

Yaşayarak öğrenmekti esas olan. Ha’mi imkansızı istiyordu

ondan.

Gün doğmadan, nalbantın yanında başlardı güne. Yıllardır

çıraktı ve nedense usta olamıyordu bir türlü ama en azından ne

yaptığını biliyordu orada. Bir elinde çekiç bir elinde maşası

demir dövüyordu işte. Çalışıyor ve sonunda elle tutulur bir

şeyler yapıyordu. Önceleri de tabakhanede çalışıyordu. Tüm

kasabaya faydası vardı. Bugün çalışmak varken yarını düşünmeye

ne hacet? Ama Ha’mi tümünden önce oradaydı ve hep orada

olacaktı. Kasabanın tüm işlerinde çıraklık ettikten sonra yola

çıkacaktı çünkü ve Ha’mi onay vermeden kimse yola çıkamazdı.

1
Ha’mi’nin önderliğinde kasabaya sükun hakimdi. Bu hep böyle

olmuştu. Ha’miler binlerce yıldır huzurun garantisi olmuştu.

Derken A’da geldi. Büyük bir heyecanla karşıladılar onu… tüm

kasaba bayram etti! Değişiklik istemişlerdi. Huzur yetmişti de

artmıştı bile.

“Durduğumuz yetti!” demişti A’da, “Durmak yok bundan gayri.

Şehir olmak, devlet olmak vaktidir!”

A’da, Targu’nun yanına geldi, elini omzuna koydu. “Yetti bunca

nal dövdüğün artık kılıç dövme vaktidir” dedi. Göğsü kabardı

Targu’nun. Hedef gösteriyordu A’da, sonuç istiyor, herbirine

ayrı ayrı güveniyordu. Büyüyecek gelişeceklerdi. Yola düşmeye

ne hacet?

Savaşın başlaması çok vakit almadı. Açlık sefalet baş

gösterdi. Ama hedef belliydi: Acılara katlanıp büyük devlet

olacaklardı. Gece gündüze karıştı Targu kılıç döverken.

“Durmak yok” diyordu A’da, “Yola devam!” Yolun anlamı

değişmişti kısa sürede, yenmek, öldürmek ya da denerken ölmek

demekti artık. İşte esas şimdi düşünmeye ne hacet? Cümleten

çalışmaktan başka bir şey kalmamıştı geriye. Kale gerekirdi

savunmaya, kurula. Top dökülmeliydi yıkmaya, döküle. Saray

gerekliydi yönetmeye, yapıla! A’da istiyor, halk yapıyordu.

Açlık gündelik olduğunda, ne halkta ne Targu’da hâl

kalmamıştı. A’da’nın huzuruna çıkmak, yorulduk, açız demek

2
istedi. Harcını kardığı sarayın kapısından içeri bile

giremedi. Çalıştığınca kazanmak, aileyi geçindirmek hayal

olmuştu o günlerde. Sadece A’da için çalışmak vardı. Hak

aramak ihanet olmuştu. Ne de olsa savaş vardı.

O gün düşünmeye vakit buldu Targu. Çünkü başka çaresi kalmadı.

Düşününce savaşın hep olmadığını hatırladı. İstediğince

çalışıyor hem kendine hem anasına yetiyordu. Kendince

düşünmeye vakit bulamasa da huzur vakit gerektirmiyordu.

Tepesine diktikleri muhafızdan kaçıp, Ha’mi’nin yanına koştu.

Ha’mi kapısını açtığında, girişteki ağaca yaslanmış özgürlüğün

hayalini kuran Targu’yla göz göze geldi; gülümsedi.

“Hoş geldin!” dedi, “Ağaçlar her yerde aynıdır ve bundan

sonrası senin ellerinde değil.” Yola düştü Targu çünkü özgürdü

artık, bir ağaç kadar.

You might also like