You are on page 1of 9

İdeoloji

“İdeoloji”, ilk ortaya çıktığı dönemlerde çağdaş kullanımlarından daha farklı bir
anlama sahipti. Bir çoğulluk arz etmeyen bu anlam, sözcüğü meydana getiren “ide” ve
“loji” köklerinin farklı manalara gelmeyecek şekilde eklemlenmesinden doğmuştu. Fikir
manasındaki “ide” ve her hangi bir nesneye ilişkin araştırma ya da bilim anlamına gelen
“loji”nin biraraya gelmesiyle oluşan kavram, “insan fikirlerine ilişkin bilimsel araştırma”ya
yakın bir anlamına geliyordu.
Aydınlanma düşünürlerinin geleneği, “ideoloji” kavramını ilk kullanan yazar
Antoine-Louis Claude Destutt de Tracy için elverişli bir arka plan oldu. Yeni bir bilimin
sistematize edilmesiyle ilgilenen Tracy, buna “düşünceler bilimi” anlamına gelmek üzere
“ideoloji” dedi. Ona göre, bu bilimin nesnesi, düşüncelerin kökeniydi ve bilimsel ilerleme
ancak yanlış düşüncelerden kurtularak mümkün olabilir; bir bilim olarak ideoloji, dinlerin
ve metafizik önyargıların üstesinden gelmek üzere halk eğitimine yeni bir temel teşkil
edebilirdi (Larrain, 1979: 27-28).
Marx’ın düşüncesinde merkezi bir yer tutan ideoloji kavramsallaştırmasına
geçmeden önce, kavramın ortaya çıktığı dönemdeki anlamına ilişkin sonuçları özetlemek
yararlı olacaktır: 1- İdeoloji, Aydınlanmacılığının kültürel ve felsefi ortamı içinde
üretildiği haliyle doğru düşünme bilimi anlamına geliyordu. 2- İnsanın düşüncesini kalkış
noktası olarak seçen bu yaklaşım, insanın zihinsel mekanizmasının denetlenmesinin
mümkün olduğunu öne sürüyor ve düşüncelerin değiştirilmesinin toplumsal değişimin
önkoşulu olduğuna inanıyordu. 3- Bu inanç, yanlış düşüncelere karşı doğru fikirlerle
verilecek mücadeleyi toplumsal gelişimin ana ekseni olarak kavrıyordu.
Marx’ın ideoloji kavramsallaştırmasının gelişimine ve bu kavramsallaştırmanın
devrimci eleştiri ile ilişkisine dikkat çekmeye çalışan bu yazının sonuçları şu şekilde
özetlenebilir:
Marx, ideoloji kavramsallaştırmasını, “gençlik” ve “olgunluk” dönemindeki
eserlerinde farklı ve çelişki biçimlerde değil, tutarlı bir iç bütünlük taşıyacak bir şekilde
geliştirildi. İlk din eleştirilerinden kapitalist üretim tarzının mübadele alanındaki görüntüler
dünyasının özgürlük ve eşitlik ilkelerinin maskesinin düşürülmesine kadar sürekli bir
gelişim seyri izleyen bu ideoloji kavramsallaştırması, negatif bir içeriğe sahipti. Kavram,
Marx’ın dilinde gerçeklikteki ve insan bilincindeki tersyüz olmayı ifade etmek üzere
kullanılıyordu.

1
Marx’ın ideoloji anlayışı, entelektüel gelişiminin belirli bir evresine kadar, insan
bilincindeki tersyüz olma halinin gerçek çelişkilerden kaynaklandığını, bu nedenle zihinsel
başaşağılığın ancak gerçek çelişkileri çözmeye yönelik pratik bir etkinlikle ortadan
kaldırılabileceğini savunuyordu. Bu ideoloji kuramı toplumsal yanılsamalara karşı
mücadelenin fikirler aleminde değil gerçek yaşam süreçlerinde olabileceğine ilişkin
vurgusuyla çığır açıcı bir nitelik taşıyordu. İnsan düşüncelerinin, insan tarafından yapılan
maddi gerçekliğin bir ürünü olduğunu ve gerçekliğin devrimci pratik tarafından
değiştirilebileceğini söyleyen İdeoloji, Marx’ta, bütün bu bakımlardan devrimci
politikadan ayrı düşünülemez bir nitelik taşıyordu.
Marx, iktisat çalışmaları sırasında ideoloji kavramsallaştırmasına yeni bir boyut
ekledi. İnsan bilincindeki tersyüzlüğün gerçekliğin kendisindeki tersyüzlükten
kaynaklandığına illişkin argümanını, bu iki tür tersyüzlük arasındaki ilişkinin kapitalist
üretimin görünüş biçimleri aracılığıyla dolayımlandığı teziyle sonuca ulaştırdı. Bu sonuç,
Marx’a kapitalist üretimin görünüş kertesinin maskelediği üretim alanındaki sömürü
ilişkilerini açıklama imkânını verdi.
Marx, ideolojiyi, gerçekliği doğru kavrayabilme yeteneğinden yoksun olduğu
varsayılan insan zihninden kalkarak ya da emek gücünün alınıp satıldığı özgürlük ve eşitlik
alanı olan dolaşım sürecine hapsolarak değil, emek gücünün tüketilip metaların ve artı-
değerin üretildiği üretim alanında, bu eşitsizlik ve tutsaklık alanında eleştirdi. Çünkü onun
düşüncesine göre, ideoloji, insan zihninin kusurlarından değil, maddi yaşam sürecinin
çelişkilerinden doğuyordu. Dolayısıyla ideolojik başaşağılığın yok edilmesi de, insanların
bilincindeki zayıf yanların düzeltilmesiyle, eksik algılama biçimlerinin tadilatıyla
gerçekleştirilecek bir mücadele ile değil, ideolojik formların oluşum imkânlarına karşı
yürütülecek devrimci ve pratik bir eleştiriyle mümkündü.
Marx açısından eleştirinin ilk anlamı, insan bilincindeki başaşağılığın kaynağı
olan ideolojik formların temelinde yatan maddi çelişkileri açıklamaktı. Eleştiri, ikinci
olarak ise, mevcut toplumsal ilişkilerin bir sorgulaması ve dolayısıyla Gülnur Savran’ın
dikkat çektiği gibi (1987: 197) “tarafsız bir nesnelliğin” karşıtı olarak taraf tutmaydı. O
nedenle kapitalizmin temel çelişkisini emek-sermaye karşıtlığı ekseninde açıklayan Marx,
daima emeğin yanında saf tutan devrimci bir politikacı, sosyalist bir eylemciydi. Ona,
mevcut kapitalist dünyanın ötesinde yeni ve mümkün bir dünya tasarımı yapma ve bu
dünyanın “çalışan, yaratan, dövüşen” işçiler tarafından kurulabileceğini söyleme imkânı

2
veren şeylerden biri de ideoloji kavramsallaştırması ve ideoloji karşısındaki eleştirel
tutumuydu.
Marx’ın negatif ideoloji kavramsallaştırması, kapitalist üretim tarzının kazandığı
yeni biçimlerin devrimci bir eleştiriye tabî tutulması bakımından günümüz Marksistlerine
hâlâ muazzam olanaklar sunuyor. Lenin ve Gramsci gibi Marksistler tarafından geliştirilen
ve egemenlik peşindeki siyasi söylemlerin oluşumunu, gelişimini ve gerilemesini irdeleme
aracı olarak kullanılan “nötr” ideoloji kavramsallaştırması ise toplumsal ilişkilerin
açıklanıp eleştirilmesinin bir başka olanağıdır. Marx’ınkinden daha farklı bir mantıkla
çalışan bu ideoloji kavramsallaştırması, onun yerini alması gereken, ona karşıt bir
kavramsallaştırma olarak düşünülmemelidir.

1- Medya kültürümüzü inşa eder ve bu inşaatın bir maliyeti vardır:


Medyayı/medya ürünlerini bilinçli olarak mı tüketiyoruz yoksa sadece
alışkanlıktan mı ? Eğer bu bir alışkanlıksa kendimize şu soruları sormalıyız: “Ekrandaki bu
görüntünün bana getirisi nedir?”, “Bunu izlemekten başka yapacak işim yok mu?”, “Bana
gerçekten faydalı olacak başka ne yapabilirim?”
2- Medya tekniğin olanaklarını kullanarak üretim yapar:
Medya ürünleri büyük bir dikkatle oluşturulmuş yapımlardır. Sinema filmleri bizi
çok etkiler çünkü sinemacılar sadece izleyiciyi nasıl etkileyeceklerinin tekniğini öğrenmek
için yıllarını harcarlar. Reklamcılar da öyle. Bu tür yapımların çözümlenmesi veya analizi
bizleri daha dikkatli ve bilinçli medya tüketicileri yapar.
3-Medya ideolojik ve yargılayan mesajlar içerir:
Bazı yargılar bilinçli olarak sunulur, bazıları da bilinçsizce. Mesajlar olumlu ya da
olumsuz olabilir ve genellikle belli bir hedef kitleye sunulmak üzere üretilir.
4-Medya bir iştir ve bu işten para kazanılır.
5- Her bireyin medya ürünlerini algılayışı farklıdır:
Hepimiz medyadan gelen mesajlara farklı anlamlar yükleriz. Aileler, öğrenciler,
eğitimciler ve yurttaşlar medyayı öğrenmek istiyorlarsa, medyadan gelen mesajların
kendileri için ne anlam ifade ettiğini konuşmalı, paylaşmalıdırlar.
6- Reklamlar insanların duygularına seslenerek alışverişi kışkırtır.
7- Televizyon saniyede 30 hareketsiz görüntünün arka arkaya geldiği bir medyadır
(sinemada 24):

3
Bilinçli bir beyin saniyede ard arda gelen 8 durağan görüntüyü ayırt edebilir;
dolayısıyla televizyon ve sinema görüntüleri bizi bilinçli analiz yapmaktan, gerçekliği
görmekten uzaklaştırır. Medyada gördüğümüz her şeye inanmamalıyız.
8- Her şey bizi etkiler, ama etkilendiğimiz her şey bizi bilinçli tüketime
yönlendirmez:
Reklamcılar bunu bilir ve çok iyi kullanırlar.
9- Dalkavukluk, korku, espri, güçlü kelimeler, tekrarlamalar ve seks imajları
medyanın insanları etkilemek ve dikkat çekmek için sıkça başvurduğu teknikleridir.
10- Teknolojik efektler, yani bilgisayar grafikleri, çok boyutlu görüntüler, müzik,
kamera hareketleri hep medyanın insanlar üzerinde yarattığı duygusal etkiyi artırmak için
kullanılır.

Televizyon mu bizi izliyor?

Bu soruyu yıllar önce ABD’li iletişim profesörü Neil Postman ve televizyon


yapımcısı Steve Powers Amerikan halkına sormuşlardı: “Siz mi TV izliyorsunuz yoksa TV
mi sizi izliyor?”(1) Günde -eksiğiyle fazlasıyla- ortalama 3 saat 59 dakikasını (ayda 106
saat, yılda 1299.4 saat yapar) televizyon önünde geçiren bir toplum için sorulabilecek en
doğru soruydu aslında. Şimdi dünya televizyon izleme rekorunda ikinci sıraya yükselmiş
Türkiye halkına da aynı sorunun sorulmasından yanayım.
Televizyon denen aygıt, her ne kadar eğlendirici ve bilgilendirici bir “ev eşyası”
olarak görünse de aynı zamanda çeşitli değerler, alışkanlıklar ve ideolojilerin her yaştan
izleyiciye ulaşabildiği bir elektronik ortam. Televizyonun bireylerin yemek yeme
alışkanlığından, aile içi oturma düzenine kadar günlük hayatı nasıl değiştirdiğinden tutun
da, televizyondan yayılan şiddet görüntülerinin insan psikolojisi üzerine etkileri veya bu
büyülü aygıtın kitleleri toplu halde tüketime yönlendirme becerisi üzerine yazılmış çok
sayıda makale var.
1991 Reklam kampanyasının seçmemdeki temel neden, kampanyanın Refah
Partisi’nin kitle ile kurduğu iletişimde ideallerini göstermede uyguladıkları başarıdır.
Değişim Refah Partisi’nin oy tabanını kırsaldan kente kaydırma, sadece “inananların” değil
kitlelerin partisi olma çabasıdır. Reklam metinleri, Refah Partisinin şehirde kendini
yeniden kurduğu anlamları sergilemesi ve bu anlamlar doğrultusunda, partiyi modern anti-
modern ikiliği ötesinde anlamak açısından önemlidir. Ulusal gazetelerde, televizyonlar ve

4
billboardlarda yayımlanan reklamlar açık olarak Refah’ın şehirdeki seçmeni hedeflediğini
göstermekte, partinin “modernleşen” yüzünü yansıtmaktadır. Partinin kentleri hedefleyen
reklamları oy beklentisi ötesinde kentli seçmen gözünde kendini “temize çıkarma”,
meşrulaşma ve uzlaşma arayışıdır. Gerçekten de Refah Partisi 1991 seçimlerinde ilk defa
büyük şehirlerde bir taban bulmuş, geleneksel seçmenini elinde tutarak büyük şehirlere
yayılmıştır. Kampanyanın önemi ve başarısı Refah Partisinin programını başarılı bir
propaganda stratejisi ile birleştirmesinde yatmaktadır. Bu programın adı “Adil Düzen” dir.
İçeriğinin ne olduğu değişik çevrelerde çokça tartışılmış fakat parti tarafından tam olarak
içi doldurulmamıştır. Fakat içeriği ne olursa olsun, Adil Düzen umutsuzluğa düşmüş,
varolan düzenden rahatsız, diğer siyasal partilerden ümidi kesmiş, kültürel ve ekonomik
olarak modernleşme sürecinden dışlanmış veya zarar görmüş kitlelere sarılabilecekleri bir
ütopya sunma konusunda başarılı olmuştur.
Reklam metinlerine bakacak olursak, Türkiye’deki diğer siyasal reklamcılık
örneklerinden farklılığı hemen göze çarpar. Kısaca söylemek gerekirse, Refah Partisi’nin
1991 reklam kampanyası diğer partilerden farklı olarak lider imajı yerine, toplumun
ekonomik olarak geri kalmış, siyasal ve kültürel olarak dışlanmış, varolan düzenden
rahatsız kesimlerini temsil eden kişi imajları ve onların endişeleri, dışlanmışlıkları,
ezilmişlikleri üzerine inşa edilmiştir. Partinin, Türkiye’de toplumun “ezilmiş” kesimlerinde
ekonomik yoksunluğun kimlik krizi ile elele gittiğini fark etmesi ve bunu reklamlarda
yansıtması, reklamları Türkiye’deki diğer siyasal reklamcılık örneklerinden farklı kılmıştır.
Partinin mesajı “sokaktaki adamı” hedefler. Onun sorunlarını, isteklerini paylaşır ve bu
sorunların seçkinci olmaktan uzak bir tavırla Refah Partisi iktidarında çözüleceğini vaad
eder.
İkinci olarak reklamların yayımlandığı günlük gazeteler okuyucu profiline göre
belirlenmiş; ekonomik sorunları dile getiren reklamlar incelenen bütün gazetelerde
yayımlanırken (ki bunlar Hürriyet, Milliyet, Cumhuriyet, Sabah, Zaman and Milli Gazete)
bazı reklamlar örneğin türbanlı bir kız tarafından dile getirilen düşünce özğürlüğü isteği ve
kampanyanın en protest metinlerinden biri olan capitalist düzenin, faiz ve fuhuş ile
eşitlendiği bir hayat kadınının düzen değişikliği isteği sadece Refah Partisi’ne yakınlığı ile
bilinen gazetelerde çıkmıştır.
Reklamlar gösterirki hedef kitle işçi, memur, köylü, sanayici, genç, emekli,
gecekondulu, türbanlı, hayat kadını, demokrat, milliyetçi gibi toplumsal ve ideolojik olarak
çeşitli pozisyonlara bölünmüştür. Bunların ortak yanları varolan düzenle ilgili ciddi

5
şikayetleri olması ve gelecekten duydukları endişedir. Artan enflasyon, dar gelir, yüksek
vergi altında ezilen işçi, memur, esnaf ve köylü; aldığı kredinin faizini bile ödeyemeyip
iflas eden sanayici, iş bulamayan genç, “huzur” bulamayan emekli, insan haklarına saygı
gösterilmesini isteyen türbanlı öğrenci, demokrasiyi, rejimi ve Türkiye’nin bağımsızlığını
sorgulayan entellektüel ve bunu benzer bir çok toplumsal ve ekonomik konu reklam
metinlerinde dile getirilmiştir. Metinler, bu kişiler ile Refah Partisi arasında bir dialog
olarak şekillenmiş ve partinin “yeni bir dünya” vaadiyle son bulmuştur.
Yapısal olarak bakıldığında her reklam bir anlatı ve bir imajdan oluşan metinsel
bir bütünlük içerir. Anlatılar çoğunlukla kişisel hikayeler üzerine kuruludur. Ancak
Türkiye’nin demokrasi, ekonomik eşitsizlik, enflasyon, siyasal yozlaşma, adalet eksikliği,
Batı’ya olan bağımlılığı gibi sorunlarının daha genel bir perspektiften dile getirildiği
anlatılarda vardır. İmajlar ise anlatılar ile uyumlu olarak seçilmiş, sakal, bıyık, kasket,
başörtüsü ve gözlük gibi nesneler etkin bir şekilde kullanılmıştır. İmajlarda insan
yüzlerinin yarısı karartılmıştır. Bu karanlıkta kaybolmuşların seslenişi olarak
yorumlanabilir. Ama aynı zamanda insan yüzlerindeki karartı farklı anlamlandırmalara ve
çağrışımlara rahatlıkla hizmet edeceği için de kullanılmış olabilir. Örneğin, farklı bıyık
çeşitleri Türkiye’de milliyetçiliğin veya solculuğun sembolleri olarak çağrışıma açıktır.
Reklamlarda sıkça kullanılan bıyık, yüzlerin yarısı karatıldığı için tam olarak yargıya açık
değildir. Gözlükde yaygın olarak kullanılan nesnelerden biridir ve özellikle diğerleri ile
karşılaştırıldığında daha genel ve entellektüel bir perspektiften yazılmış anlatılara
tamamlayıcı olarak kullanılmıştır. Reklamlarda gözlük ve bıyık kullanımına ilişkin ilgiç
olan bir diğer gözlem ise; gözlük kentli olmanın, merkezde olanın bir göstergesi olarak
kullanılırken, bıyık daha çok, kent dışı veya kentin kıyılarında olanın, işleyen çarkın
marjininde kalmış olanın sembolü olarak kullanılmıştır.
Reklam metinlerinin diline baktığımızda, dil de kişi profillerine ve anlatılara
uygun olarak kullanılmıştır. Gündelik dil etkin bir şekilde kullanılmış, örneğin “bereket
versin”, “hanımın bilezikleri bozdurmak”, “ne elde var ne avuçta”, “dikiş tutturamamak”
gibi sosyal ve kültürel kodlu ifadelere anlatılarda sıkça yer verilmiştir. Bu sayede metinler
standard bir okuyucuya daha yakın ve açık hale gelmiştir.
Reklam metinlerinin parti ile halktan insanlar arasında bir dialog olduğunu
söylemiştim. Bu dialogda Refah Partisinin, dile getirilen şikayetlere ve isteklere verdiği
yanıt bazı metinlerde, aslında partinin tüm program ve ideolojisinin adı olarak sunulan
Milli Görüş ve Adil Düzen vaadinini içerirken, diğerlerinde muhtemelen bu kavramların

6
içerdiği siyasal İslam çağrışımı nedeniyle kullanılmasından kaçınılmıştır. Örneğin Adil
Düzen, tek bir reklam dışında Adil Ekonomik Düzen olarak geçerken, Milli Görüş sadece
tarım politikasına ve bağımsız dış politikaya olan vurgusu ile iki reklamda yer almıştır.
Reklamlara bakacak olursak toplum işçi, köylü memur gibi yaptıkları iş temelinde
bir takım sosyal gruplara bölünmüş. Onları partinin reklamlarında birleştiren tek faktör
hepsinin varolan düzenden rahatsız olmaları. Dile getirdikleri sıkıntılar her zaman bir
türden dışlanmışlığı, ezilmişliği içeriyor. Refah Partisi toplumsal ve ekonomik olarak
çıkarları çatışan grupları sosyo-ekonomik ezilmişlik ve düzenden memnuniyetsizlik
temelinde eşitliyor. Oysa ki bir işçi ile batmış bir sanayicinin ezilmişlik derecesinin onları
sorunsuz bir şekilde eşitliyecek kadar aynı olmadığını dikkate almıyor. Parti,
“memnuniyetsizler” ve “ezilmişler” kategorisi içerisindeki eşitsizliği tamamen gözardı
ediyor. Dolayısıyla öne sürdüğü “düzen değişikliğinin” kimi ne kadar memnun edeceği
belli değil.
Ben partinin bu alanı toplumu kontrol edilebilir ve ideal olana uygun olarak
değiştirilebilir bir bütünlük olarak görmekle baştan sınırladığını düşünüyorum.

7
Finally

“Finally, ideological criticism is concerned with texts as social processes and as


social products. Given television's prominent position in contemporary social life, its dense
network of texts, and its pervasive implication in a larger consumer culture, it constitutes a
major arena of contemporary ideological practice. It is thus clearly important to subject the
medium to ideological investigation. This is especially the case as the expansion of cable
and other alternative choices to network and broadcast programming proliferate and
fragment the audience, offering a wider range of programming but also reduplicating much
of what already exists. At the same time, these characteristics make the project of
ideological analysis a complex task. Because of its fragmentation and heterogeneity,
television constantly draws viewers into its world of representation, but it does so in
uneven or variable ways. This representational heterogeneity mainly functions as a limited
and regulated pluralism, striving to hold things in balance and to develop all subjects and
points of view in relation to normative frames of reference.
Dominant ideological interests may constitute this normative frame and prevail in
the last instance. But along the way we are confronted with a variety of issues, ideas, and
values that cannot easily be subsumed under the heading of “ruling ideology,” which is it
self constructed in contradiction. The process is further complicated by the fact that, in the
current social formation, television itself contributes to and exists in highly fragmented and
dispersed systems of representation, so that it is difficult to identify a single normative or
dominant voice. In the face of this heterogeneity, it is all the more crucial that we directly
confront and analyze the mobilization of multiple perspectives and contradictions, through
and across the texts that comprise television, in order to develop our understanding of
ideological practice in all its complexity.

8
Kaynaklar

Eagleton, T. (1996) İdeoloji, çev. Mutallip Özcan, İstanbul: Ayrıntı.


Engels, F. (1979) “Karl Marx’ın ‘Ekonomi Politiğin Eleştirisi’ “, Karl Marx, Ekonomi
Politiğin Eleştirisine Katkı içinde, Ankara: Sol, 29-41.
Larrain, J (1995) İdeoloji ve Kültürel Kimlik, çev. Neşe Nur Domaniç, İstanbul: Sarmal.
________ (1983) Marxism and Ideology, London: McMillan.
________ (1979) The Concept of Ideology, London: Hutchinson.
Mardin, Ş (1997) İdeoloji, İstanbul: İletişim.
Marx, K (2000). 1844 El Yazmaları, çev. Murat Belge, İstanbul: Birikim.
_______ (1997) Hegel’in Hukuk Felsefesi’nin Eleştirisi, çev. Kenan Somer, Ankara: Sol.
_______ (1992). Kapital. Üçüncü Kitap. Bir Bütün Olarak Kapitalist Üretim Süreci, çev.
Alaattin Bilgi, Ankara: Sol.
_______ (1986). Kapital. Birinci Kitap. Kapitalist Üretimin Eleştirel Bir Tahlili. çev.
Alaattin Bilgi, İstanbul: Sol.
_______ (1979) Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı, çev. Sevim Belli, Ankara: Sol.
_______ (1976) Louis Bonaparte’ın 18 Brumaire’i, çev. Sevim Belli, Ankara: Sol.
Marx, K ve F. E. (1987) Alman İdeolojisi (Feuerbach), çev. Sevim Belli. Ankara: Sol.
Mepham, J (1979). “The Theory of Ideology in Capital.” Mepham, John ve Ruben, David-
Hillel (eds.) Issues in Marxist Philosophy. C. III içinde. Sussex: The Harvester Press, 141-
173.
Purvis, T, A.H (1993) “Discourse, Ideology, Discourse, Ideology, Discourse, Ideology...”,
BJS, 44(3), 473-499.
Savran, G (1987) Sivil Toplum ve Ötesi. Rousseau, Hegel, Marx, İstanbul: Alan.
?i?ek, S (1991) The Sublime Object of Ideology, London ve New York: Verso.

You might also like