You are on page 1of 3

NEVRUZ VE RENKLER, RENKLERİN DİLİ, RENKLERİN ANLAMLARI (1)

Sosyo-kültürel hayat alanındaki inanmalara bağlı merasimlerin büyük bir kısmı türklerin atayurt'tan,
eskiyurt'tan taşıyıp getirdikleridir.

Türk duyuş, düşünüş ve davranış dünyasının ortak paydasında yer alan merasimlerden biri de nevruz'dur.
Nevruz, gök - tanrı (şamanlık - kamlık) dini çerçevesinde, tabiat, tanrı, insan münasebetlerinin işaretlerini
toplayan en eski törenimizdir.

Tabiat, zaman unsuruna göre, insana yiyecek, giyecek ve hayat sunan bir ortamdır. Zaman, önce
mevsimlere, sonra günler, aylar ve yıllara göre değişen, değişmelere bağlı olarak canlıları ve cansızları da
farklılaştıran bir oluşumdur.

İnsan, tabiattan ve zamandan, çalıştığı ölçüde, hakkını ve hıssını alan, tanrısına teşekkür eden, başka
insanlarla bir düzen kuran, düşünen ve inanan bir canlıdır.

Yeni gün/ yeni gün bayramı, işte bu çerçevede, türklerin tabiatın dirilişini alkışladığı, yıl esaslı zaman
değişiminin başlangıcı saydığı, değişmeleri için tanrı'ya şükrünü ifade ettiği özel bir törendir.

Bir taraftan destan ve efsanelere dayanarak yaşayan, diğer taraftan her yılın ilkbaharında tabiat hadiseleriyle
birlikte türk dünyasında yeniden diriliş, canlanış şenliği olarak yaşatılan sultan nevruz yani zamanın sultanı
olarak anılır.

Nevruz'un; navruz, novroz, sultan-i navrız, nevris, naurus, norus, ulustın ulı kuni, ulusun ulu günü, ulı kün,
ergeneton, bozkurt, çağan, baba marta, köklü marta, ilk yaz yortusu, yeni gün, yengi gün, mart dokuzu,
mereke ve meyran olmak üzere türk dünyasında yirmi beşi aşkın ismi vardır.

Yeryüzünde insanoğlunun yaşamaya başladığı günden beri, birtakım tabiat olayları nasıl insanların dikkatini
çekmiş ise, tıpkı onun gibi tabiattaki çeşitli renkler, çiçekler ve başka renkli şeyler de dikkat çekmiştir. Giderek
insanlardaki zevk unsuru renklere olan ilgiyi çekmiştir. Bir taraftan da bazı inanmalara bağlı olarak renkler
anlamlar kazanmış; manevi ve milli değerler sembolü olmuştur.

Diğer milletlerde olduğu gibi, türk milletinin de en eski zamanlardan başlayarak tarihi seyir içinde renklere
çeşitli sembol anlamlar ile milli ve manevi değerler kazandırdığı görülmektedir.

Halkların ve kültürlerin renklere yaklaşımı birbirinden farklıdır; ancak asıl farklılık renkleri bir araya getirişleri
sırasındadır. Sarı, kırmızı ve yeşil'i bir inanış ve varlık dünyasını yorumlayış sonucunda, yeşili, dirlik tazelik,
gençlik; sarı'yı, merkez, hükümdarlık; kırmızı'yı, tanrı, (bilgi yelpazesi) koruyucu ruh, ocak (ev) dirlik,
bağımsızlık, hürriyet anlamlarının sembolü halinde yorumlayan sadece türk kökenlik halklardır.

Türk tarihinde ve kültüründe, renklerin sembolik anlamları, ilk olarak batılı türkologların dikkatini çekmiş ve
çalışmalarında bu hususa işaret etmişlerdir. Macar alimi prof. A. Alföldı, alman türkoloğu annemaire von
gabaın ve yine alman türkoloğu ı. Laude - cırtautas'ın bu konu ile ilgili çalışmaları bütün dünya türkologlarının
bilgisi dahilindedir.

Bunlardan a. Von gabaın'e göre, çinlilerin sıralamasında doğu tarafının sembol rengi yeşil (gök, bazen
mavi); batınınki ak (beyaz); güneyinki kızıl (al kırmızı); kuzeyinki kara ve merkezin rengi de sarı idi ve aynı
kozmolojik görüşler türk ve moğol halkları tarafından da bilinmekte ve kullanılmaktaydı. Yine gabaın, ı.
Laudenın, türk lehçelerindeki çok sayıda renk adları arasında ancak, kara, ak, kızıl, yaşıl (yeşil) ve sarıg
(sarı)'nın her yerde yaygın olduğunu ve her şey için kullanılabileceğini tespit ettiğini, buna karşılık ala, kök
(gök) boz ve kırın, göze çarpan anlam genişlikleri ile belirli nesneler için sınırlı renk ifadeleri olduğunu söyler.
Demek ki esas renkler ilk zikredilenlerdir. Yalnız yeşil yerine herhalde kök de geçebiliyor; böylece mavi ve
yeşilin yani göğün ve onun renkleri aynı oluyordu. Gabaın, uygurca'da (turkısche turfantexte vı, 95-95) çin,
sıralamasına göre doğu = yaşıl (gök); batı = ak; güney = kızıl, kuzey = kara'dır, diye kaydettin sonra "dünyanın
dört bölüme ayrılması ve renklere göre düzenleme fikri, yalnız çin, türk ve moğol dairesinde kalmış değildir"
demekte ve eski ahit'te, hintlilerde, kuzey meksika kızılderililerinde, mayalarda eski mısırlılarda, yunan ve
romalılarda da, türklerinki ile aynı olmamakla birlikte, yönlerin renklerle ifade edildiğine dair örnekler
vermektedir.

Türkler, tarihinin en eski zamanlardan başlayarak, uzun zaman beş ana renk olarak kara, ak, kızıl, yeşil ve
sarı renkleri esas görmüş ve bu renklerden her birini dünyanın dört yönü ile merkezini ifade etmekte
kullanmışlardır. Buna göre merkez = sarı, doğu = yeşil (veya gök renk günümüz türkiye türkçesinde de olduğu
gibi bazen yeşil, bazen de mavi anlamını ifade eder şeklinde kullanılmaktadır); batı = ak, güney = kızıl (kırmızı,
al) ve kuzey = kara renklerle ifade edilmiştir.

Ak (beyaz): ak rengin, türklerin en eski inançlarından olan şamanist dönemle ilgili bazı manevi inanışlardan
kaynaklanarak ululuk, adalet ve güçlülük anlamları kazandığı görülmektedir.
Aklık, temizliktir, arılıktır, yüceliktir, ululuktur. Yaşlılık, tecrübe ile dolu oluş ve bir kocalıktır, büyüklüktür.
Devletin ululuk, adalet ve güçlülüğünün bir sembolüdür. Devlet büyüklerinin, özellikle savaşlarda giydikleri bir
giysi, elbise rengidir. Askeri birliklerin içinde üst subay veya komutanların kendilerini askerlerden ayırabilmeleri
için beyaz giydikleri anlaşılmaktadır. Beyaz rengin bilhassa hun büyüklerinin ve subaylarının bir üniforması gibi
olduğu görülüyor. Ak sancağın, ak alem'in saltanat sancağı olduğu bu ak sancağa "ba alem" dendendiği
bilinmektedir.

Ak (kızıl kırmızı): türklerin en eski inançları ile ilgili olarak onlarda "al ruhu" veya "al ateş" adları verilen bir
ateş tanrısının yahut da hami (koruyucu) bır ruhun varlığı bilinmektedir. Türklerin en eski devirlerden beri "al
bayrak" ifadesini kullanmalarının, bu al ateş kültü (inancı) ile bağlı bir gelenek olacağı hatıra geliyor. Kazak,
kırgızlar, bayrak kelimesi yerine "yalav" kelimesini kullanırlar ki, aslı alav = alev'dir. Al ruhu'nun adı ile al rengin
münasebeti şüphesizdir. Kırmızı renk, sancak ve bayraklarda sıklıkla kullanılmıştır.

Al ve ak: türkler kırmızı (al) renge büyük bir değer vermişler ve saygı göstermişler, bunu bir halk, ordu ve
savaş geleneği haline getirmişler ve sembol yapmışlar; ancak, belki de devlet sembolü olan ak ile halk ve ordu
geleneğinin sembolü olan al'ı, çok eski çağlardan başlayarak yanyana muhafaza etmişlerdir.

Yeşil: türk mitolojisine göre hayır ilahi ülgen'in koruyucu ruh olarak kabul edilen yedı oğlundan birinin adı
yaşıl (yeşil) kaan idi ve umumiyetle bitkilerin yetişip - büyümesini düzenlediğine inanılırdı. Diğer taraftan, eski
türkler yılbaşını, başlıca iki tabiat olayının görülmesi ile başlatmışlardır. Bunlardan biri otların yeşermesi, diğeri
de gök gürlemeleri ile yıldırımların başlaması idi. "yaş" sözü, hem ıslaklık, hem de suyun (tabii yağmurun da)
canlandırdığı yeşilliklerin adı oluyordu. Dolayısıyla, yaşarmak (ıslak olmak, ıslanmak) ile yeşermek,
yeşillenmek aynı fiil ile ve "yaşarmak" olarak ifade ediliyordu. Yaşıl da yeşil renk oluyordu.

Türkler, yeşil rengi hem eski inançlarından dolayı, hem de islami inançlarından dolayı bayrak rengi olarak
kullanmışlardır. Türklerin eski şaman törenlerinde, bir ip üzerine asılmış gök (yeşil), kırmızı, sarı ve beyaz
bezlerin şaman'a gök yolunu gösterdiğine inanmaları da, yeşil renk ile beraberindeki kırmızı, sarı ve beyaz
renklerin, türk inanç ve geleneklerinde nasıl yaygın bir şekilde yer tuttuğunu göstermesi bakımından önemlidir.
Selçuklu melikleri ve sultanları, 100.000 kişilik bir ordu topladıklarında, halife ve halife olmayanlar arasındakı
fark belli olsun diye yeşil, sarı ve kırmızı bayraklarını kullanırlar. Osmanlılarda yeşil sancak eskiden beri
kullanılmaktaydı.

Sarı: türklerde sarı rengin, dünyanın merkezinin sembolü olarak kullanıldığı, bu anlayışın da onların en eski
inançlarından olan şamanizm'den kaynaklandığı görülmektedir. Gerçekten de hayır ilahi ülgen'in altın kapılı
sarayı ve altın tahtı, türklerde hep sarı renk (altın sarısı - sırma rengi) ile ifade edilmiş ve ülgen'in tahtı nasıl
devletin, ülkenin ve dünyanın merkezinde olarak algılanmış ise, tıpkı onun gibi sarı renk de dünyanın
merkezinin sembol rengi olmuştur. Yine bu şamanist dönemde, türklerin inanışları arasında sarı albastı veya
sarı albıs adlı koruyucu bir ruhun varlığı da anlaşılmaktadır.

Türkmenler yıllarca kızıl keçeden külah, sarı edikten çizme giymişlerdir. Bundan başka ilhanlıların, timurlu
devletinde babür şah'ın ordusunun sarı kırmızı bayrak renklerine sahip olduğunu biliyoruz. Memlükler’de,
candaroğulları’nda sarı kırmızı bayraklar görülmüştür. Osmanlı'da sancakların da sarı kırmızı olduğu görülür.

Sarı, kırmızı ve yeşil rengin bir arada kullanıldığı, özellikle türklerde beyler zümresinin bir sembolü olarak
kullanıldığına dair şimdilik en eski bilgimiz göktürkler dönemine ait bulunmaktadır. 1935'ten itibaren rus
arkeoloğu s. V. Kıselev tarafından altay ve sayan dağları bölgesinde yapılan kazılarda, vıı - vııı. Yüzyıl türk
aristokrasi zümresine mensup beylere ait olduğu şüphesiz olan mezarlar bulunarak açılmıştır. Tuyahtı denilen
yerde açılan kurgan (mezar höyüğü)'dakı mezar oldukça sağlam bulunmuştur. Mezarda, başı kuzeydoğu'ya
yönelmiş bir erkek iskeleti bulunmuş ve üzerindeki elbiselerin üç kat olduğu anlaşılmıştır. Üst kat koyu kırmızı
ipekten, ortada yeşilimsi ipekten, iç elbisesi de altın sarısı renginde ipek kumaştan yapılmış olduğu,
kalıntılardan açıkça görülmüştür.

Sarı, kırmızı ve yeşil üçlüsü yan yana ve hükümranlık sembolü olarak sancaklarda selçuklulardan
osmanlı'ya kadar kullanılarak gelmiştir. Osmanlı teşkilat ve asker kıyafetlerinde de bu renkler yan yana
kullanılmıştır.

Zat-ı hazret-i padişahiye mahsus sancak, padişah hazretlerinin şahsına mahsus sancak olarak ifade edilen
ve kırmızı bir zemin ortasında ve yeşile boyanmış oval bir zemin içinde, sarı sırma ile işlenmiş (bilgi yelpazesi)
ve birbirinin arkasında yer almış üç hilalli sancak, bir bakıma "devlet başkanlığı forsu" olarak kullanılmıştır.

Savaşlarda kahramanlık gösteren askerlerimize verilen madalyalarda ve nişanlarda bu üç renk birlikte


kullanılmıştır.

Kara: kuzey yönünü, çetin ve zorlu kış şartlarını, yeri toprağı, yası ve habis, kötü ruhları temsil eder.

Görülmektedir ki, nevruz gibi kullanımları ve ifade ettiği anlamlar açısından renkler de bütün halkları
kaynaştıran, milletimizi birleştiren, millet yapan ortak kültür değerlerimizdendir.

You might also like