You are on page 1of 16

Avrupa Kimliğinin Oluşumunda Mental, Suni ve Doğal Sınırların Fonksiyonları

Arş. Gör. Erdem ÖZLÜK


Selçuk Üniversitesi, İİBF, Uluslararası İlişkiler
erdemozluk@yahoo.com

Özet:
Bu çalışma Avrupa kimliğinin oluşumunda temel bileşen olarak rol oynayan ancak genellikle
ihmal edilen sınırların işlevi ile ilgili tartışmaları ele alarak sınır ile kimlik arasında nasıl bir
ilişkinin olduğunu ve bu ilişkinin Avrupa özelinde ifade ettiği anlamları sorgulayacaktır.
Sınırları sadece bir devleti diğerinden ayıran coğrafi bir hat olarak görmenin ötesinde
sınırların kimliklerin şekillenmesinde oynadığı rol ve bu rolün Uluslararası İlişkiler
disiplininde ifade ettiği anlam tartışılacaktır. Avrupa kimliği algısının tarihsel olarak hangi
dönüşümleri tecrübe ettiği ele alınarak Antik Yunan‟dan AB‟ye kadar uzanan süreçte Avrupa
kimliğinin biyografi notları çıkarılacak ve kimliğin bileşenlerinin, tarihsel kodlarının nasıl
değişimler geçirdiği analiz edilecektir. Avrupa kimliğini şekillendiren alt jeopolitik kimlikler
ve mental haritalar çıkarılacak, Avrupa kimliği ve Avrupalı tanımlamasını şekillendiren
değişkenler tartışılacaktır. Avrupa kimliğinin kültürel, sosyolojik ve tarihsel kodlarını
çözümlemek adına doğal sınırların ve yetmediği durumlarda da suni ve mental sınırların nasıl
bir işlevsel araç olarak kullanıldığına ve bu araçlar üzerinden kimliklerin nasıl
biçimlendirildiğine ışık tutulacaktır.

Anahtar kelimeler: Kimlik, Sınır, Avrupa Kimliği, Jeopolitik Kimlik, Jeopolitik Gerçek

The Functions of the Mental, Artificial and Natural Boundaries in the European
Identity-Making Process

Abstract

This study investigates the debates about the function of boundaries, a neglected concept
which plays an important role as the main component in shaping the European Identity, by
examining the relationship between boundaries and identity and the meaning of this
relationship in the part of Europe. Other than assessing boundaries as geographic lines
splitting one state from another, this study will also discuss the role of boundaries in shaping
identities and the meaning of those roles in the discipline of international relations. The
historical alteration of the perception of European identity will be examined in this paper.
From the Antic age to the era of the European Union, biographical notes of European identity
will be marked down and changes at components and historical codes of the identity will be
analyzed. Sub-geopolitical identities and mental maps will be explored and variables shaping
the definition of Europe will be discussed. With the aim of deciphering cultural, sociological,
and historical codes of the European identity, it will be shed light into how natural boundaries
and, when it is not sufficient, artificial and mental boundaries are employed as functional
tools and how identities are shaped with those tools.

Key words: Identity, Boundary, European Identity, Geopolitical Identity, Geopolitical Reality
Giriş
Uluslararası İlişkiler disiplini, sosyal bilimlerin diğer disiplinlerine oranla otonomisini geç
ilan etmiş ve ancak I. Dünya Savaşı‟ndan sonra özerk bir çalışma alanı haline gelebilmiştir.
Disiplinin ilk yıllarından Soğuk Savaş‟ın sonuna kadar geçen dönemde Uluslararası İlişkiler
çalışmalarında “savaş, barış, güç, güvenlik ve çıkar” temel çalışma konuları olmuştur. Soğuk
Savaş‟ın sona ermesi ile birlikte hem pratik olarak hem de epistemik düzlemde uluslararası
ilişkilerin gündemi zenginlik kazanmış ve akademik dünyadaki çalışmaların genel
karakterinin politika yönelimli (policy-oriented) olması ve disiplindeki pratik çözümler
üretmeye yönelik epistemolojik formasyon büyük bir dönüşüm geçirmiştir. Önceleri alt
çalışma konuları olarak görülen ya da hiç ele alınmayan “demokratikleşme, insan hakları,
çevre, göç” gibi konular disiplinin en çok tartışılan konu başlıkları olmuştur. İşte bu süreçte
üzerinde belki de en çok konuşulan ve disiplindeki tartışmaların yoğunluk kazandığı
konulardan biri de “kimlik”tir.
Kimliğin sadece insanlara ait bir olgu olmadığı devletlerin de bir kimliği olabileceği ve
uluslararası sistemde devletlerin davranışlarını sahip oldukları kapasiteleri ile anlamanın
yeterli olamayacağı kimliklerinin de bu süreçte belirleyici olduğu tartışılmaya başlanmıştır.
1980‟lerin sonundan başlayarak bugüne kadar bu tartışmalar sayesinde hatırı sayılır düzeyde
bir literatür de oluşmuş durumdadır.1 Bu tartışmalar ve birikim Türkiye-Avrupa Birliği
ilişkilerinin dününü, bugününü ve hatta geleceğini anlamak adına bizler için oldukça
kullanışlı bir rehber olabilir. Bu çalışmanın mestur amacı da bu anlama sürecine yardımcı
olmaya çalışmaktır. Ancak çalışmanın asıl sorunsalı Avrupa kimliğini oluşturan, şekillendiren
temel bileşenlere ışık tutmaktır.

Avrupa kimliğinin (eğer gerçekten böyle bir kimlik varsa) oluşumunda temel bileşen olarak
rol oynayan ancak literatürde üzerinde çok da fazla durulmayan sınırların işlevi ile ilgili teorik
tartışmalar çalışmanın birinci bölümünün iskeletini oluşturacaktır. Sınırları sadece bir devleti
ya da bölgeyi diğerinden ayıran coğrafi bir unsur olarak görmenin ötesinde sınırların
kimliklerin şekillenmesinde oynadığı rol üzerinde durulacak ve Uluslararası İlişkiler
disiplininde son dönemde giderek daha çok tartışılan sınırların, disiplinde ifade ettiği anlam
sorgulanacaktır. Çalışmanın ikinci bölümünde ise Avrupa nedir ve Avrupa kimdir sorularına
yanıt aranacaktır. Avrupa kimliği, böylesi bir kimliğin olup olmadığı ve Avrupa kimliği
algısının tarihsel olarak hangi dönüşümleri tecrübe ettiği tartışılacaktır. Antik dönemden
Avrupa Birliği‟ne kadar uzanan süreçte Avrupa kimliğinin biyografi notları çıkarılacak ve
kimliğin bileşenlerinin, tarihsel kodlarının nasıl değişimler geçirdiği ele alınacaktır. Bu
bağlamda Avrupa kimliğini şekillendiren alt jeopolitik kimlikler ve mental haritalar
çıkarılacak ve Antik Yunan‟dan bugüne Avrupa kimliği ve Avrupalı tanımlamasını
şekillendiren değişkenlerin nasıl bir evrimden geçtiği analiz edilecektir. Zira Perslerden
1
Bu konudaki kapsamlı literatürde öne çıkan çalışmalar için bakınız (Wendt, 1999. Barnett, 2008. Guzzini, 2000. Adler, 1997. Wendt, 1995.
Christiansen, vd. 1999. Zehfuss, 2002. Guzzini ve Leander, 2006).
Keltlere, Moğollardan Ruslara, Araplardan Türklere ve Barbarlıktan Hristiyanlığa, İslam‟dan
Komünizme kadar uzanan yelpazede Avrupa haritasının paradigmatik kopuşlar üzerinden
hayali olarak nasıl yeniden çizildiğini görmeden Avrupa kimliğinin kültürel, sosyolojik ve
tarihsel kodları çözümlenemez. Böylesi bir çözümlemede de doğal sınırların ve yetmediği
durumlarda da suni ve mental sınırların nasıl bir işlevsel araç olarak kullanıldığının ve bu
araçlar üzerinden kimliklerin nasıl biçimlendirildiğinin tartışılması gerekir. Çalışmanın son
bölümü bu tartışmaya ev sahipliği yapacak ve sınır ile kimlik arasında nasıl bir ilişkinin
olduğunu ve bu ilişkinin Avrupa özelinde ifade ettiği anlamları sorgulayacaktır. Yine bu
bölümde Avrupa kimliği konusundaki çalışmalarda genel olarak yapılan epistemik ve metodik
yanlışlıkların altı çizilecektir. Tüm bu tartışmaların ele alınacağı bu çalışmada Türkiye-AB
ilişkileri adı ile bir başlık olmasa da aslında çalışma ilişkinin özünü, ruhunu anlamaya yönelik
bir mihmandar olma niyetini taşımaktadır.

Değişen Anlamı ile Sınır ve Uluslararası İlişkiler


Sınırlar aslında Coğrafya disiplinine ait temel olgulardan biridir. Diğer disiplinler tali
yollardan sınırlar ile ilgilenmişlerdir. XX. yüzyılın sonuna kadar Uluslararası İlişkiler
çalışmalarında da benzer bir durum yaşanmış ve sınırlar genellikle uluslararası antlaşma ve
çatışmalar dâhilinde disiplindeki çalışmalara konu olmuştur. Ancak 1960‟ların sonundan
başlayarak küreselleşmenin bir algı, olgu ve pratik olarak tetiklediği gelişmelerin, teknolojik
yeniliklerin ve Soğuk Savaş‟ın sona ermesinin yarattığı etki ile sınırlar da artık Uluslararası
İlişkiler çalışmalarındaki tali konulardan biri olmanın ötesinde temel başlıklardan biri halini
almaya başladı. 1990 sonrası sınırların disiplinde çok tartışılan konulardan biri olması sadece
pratikte yaşanan gelişmeler ile açıklanamaz. Sınırlar ile ilgili bazı temel kavram ve olguların
da tartışmaya açılması konunun boyutlarının derinlik kazanmasına yol açtı. Yaklaşık dört
asırlık bir geçmişe sahip modern ulus-devletin sonunun gelip gelmediğinin tartışılması ve
yine modern dönemin çıktılarından biri olan egemenlik olgusunun içinin boşalıp
boşalmadığının sorgulanması sınırların da tartışılmasını doğurdu (Özlük ve Doğan, 2009). Bu
anlamda sınırlar artık sadece bir uzamsal birim ile diğerini ayıran bir hat ya da çizgi olarak
değil (Johnston, vd. 2000:52. Menon, 1978: 739) aynı zamanda hukuki, sosyo-kültürel,
ekonomik ve politik bileşenlerden müteşekkil kompozit bir olgu olarak tanımlanmaya başladı
(Kearney, 2004:132). Sınırların coğrafi terim ve Coğrafya disiplininin temel parametrelerinin
dışında kazandığı yeni anlamlar ve sınır olgusunun farklı bileşenleri Uluslararası İlişkiler
çalışmalarına yeni bir boyut kazandırdı. Bu süreçte özellikle sınır ve kimlik inşası arasında
kurulan ilişki disiplindeki birçok konunun yeniden ele alınması gerçeğini ve içselleştirdiğimiz
bazı mitleri sorgulama gereğini ortaya çıkardı.
Bu gerçek ve gereğin bir sonucu olarak öncelikle sınırların algılanma biçiminde yaşanan
değişimleri ele almalıyız. Her şeyden önce sınırlar doğal değildir. Hatta haritalarda
gördüğümüz ve gerçek hayatta da karşılığı olan fiziksel sınırlar ile çakışan sınırlar bile doğal
değildir. Doğal ya da yapay sınırların hepsi insan kararlarının bir ürünüdür; hem devlet hem
de sınırlar sosyal olarak inşa edilmişlerdir (Hellström, 2003:125). Örneğin XV. yüzyıl Avrupa
haritası ile XVIII. ve XX. yüzyılın haritaları aynı değildir. İlki din adamlarının, ikincisi
prenslerin, üçüncüsü ise egemen devletlerin haritasıdır. Her bir harita egemen
otorite/güç/iktidarın türüne göre belirlenmiştir ve iktidarın kaynağında yaşanan değişimler
Avrupa haritasının da değişmesine yol açmıştır (Jackson, 1998).

Harita üzerindeki basit coğrafi hatlar olarak görülemeyecek olan sınırlar, bizin bittiği onların
başladığı yere işaret eden bir göstergedir. Bu anlamda sembolik, insani ve sosyal boyutları
vardır (Migdal, 2004:5. Fischer, 1949:196). Sınırlar aynı zamanda modern devletin varlık
nedeni, diğerlerinden ayrıldığı bir ayraç ve korunma güdüsünün de bir göstergesidir. Bir
devlet için politik alanın inşası sürecinde (Kuehls, 1996:26) sınırlar hukuki, sosyo-psikolojik
ve ideolojik işlevler taşımaktadır (Behr, 2008:361-365). Zira modern devlet toplumun coğrafi
bir çevreleyicisi gibidir. Örneğin İtalyan, Alman toplumu derken sanki bu toplumun ve sosyal
organizasyonların devletin sınırları ile denk olduğunu düşünürüz (Agnew, 1999:503). Siyasal
iktidar devletin sınırları içinde organize olmuş ve onun sınırları ile sınırlanmıştır (Lacher,
2003:521-523). Bu anlamda devletin sınırları aynı zamanda politik ve sosyal sürecin de
sınırlarıdır (Paasi, 2003:464). Sınırlar olmadan, biz ve öteki bölünmesi yapılamaz. Bu
bölünme biz olarak tanımlanan toplumun kimliği ve kim olduğu hakkında bilgi verir, kimin
toplumun parçası, kimin yabancı olduğunu gösterir (Ham, 2001:91-99).
Daha öncede vurgulandığı üzere sınır olgusu tek başına tanımlanamaz. Sınırların devlet ve
egemenlik ile olan simbiyotik bağı, kimliğin inşası sürecinde çok daha net bir şekilde kendini
gösterir. Egemenliğin muhafazası ilk elde sınırları tehdit eden akımların kontrolü ve
yönlendirilmesi için engellemeler/yasaklar üretme eylemidir (Shapiro, 1991:473). Sınırlar
egemenliğin muhafazası, devletin meşruiyetinin temini ve güvenliğin tesisi açısından kilit bir
rol oynamaktadır (Dijkink ve Knippenberg, 2001:17. Wilson ve Hastings, 1998:9). Devlet,
sınırlar üzerinden bir sınıflandırma yapar (biz-öteki ayrımı) ve sınırları dâhilinde kalan yerleri
kontrol eder. Buradaki kontrolden sadece hukuki ve idari açıdan bir kontrol anlaşılmamalıdır;
sosyo-kültürel ve ideolojik yönleri de olan daha geniş kapsamlı bir kontrol eylemi
anlaşılmalıdır (Sack, 1986:28). Bir siyasal form bu kontrol sürecini hayata geçirdiği sürece
modern devlet formuna bürünmüştür. Örneğin modern devletlerarası sistemin miladı olarak
kabul edilen 1648 Westphalia Antlaşması öncesi dönemde sınırların anlamı yoktu. Sınırlar
önem kazanınca Avrupa‟daki politik birimler ile piyasa ekonomisi arasında simbiyotik bir
ilişki kuruldu -ki bu rejim istikrarlı bir iç düzenin ve hukuki bir sistemin tesisini tetikledi
(Lansford, 2000:4).
Buraya kadar tartışılan yönleri ile birlikte değerlendirildiğinde sınırlar bir çeşit
iletişim/etkileşim aracıdır (Star ve Most, 1976:588). İster suni isterse doğal olsun her bir sınır
canlı bir organizma gibidir; sürekli olarak bir başkalaşım sürecinden geçer. Bu organizma
kimi zaman iki farklı birim arasındaki ilişkiyi kolaylaştırırken kimi zaman iletişim
imkânlarını tamamen sınırlayan bir rol de üstlenebilir. Özellikle sınırlar suni ise insanların
etkileşim/mobilizasyonunu sınırlama ihtimali daha yüksektir. Zira tarih boyunca çok az doğal
sınır insanların mobilizasyonunu engellemiştir (Kristof, 1959:273). Sınırların devlet,
egemenlik, temsiliyet, meşruiyet ve tabii ki kimlik ile arasındaki bağın kurulduğu XVII.
yüzyıldan bugüne farklı birimler arasındaki iletişimi artırmaktan çok sınırlayan bir yön icra
ettiği aşikârdır. Bugün içinde yaşadığımız dünya küresel bir köy halini almış, teknolojik
gelişmeler uzama ve mekâna dair her türlü sınırları alt üst etmiş, siyasetin çizdiği sınırlar
törpülenmiş, egemenlik aşınmış ve ulus-devlet ölümün eşiğine gelmiş olsa da sınırlar hala
hem uluslararası ilişkilerin hem de günlük yaşamın en önemli parçalarından biri olmaya
devam etmektedir (Donnan ve Wilson, 1999:3). Her ne kadar görünürde doğal ve suni sınırlar
eski önemini, anlamını yitirmiş olsa bile mental sınırların giderek daha çok pekişmesi
toplumların kimliklerinin inşası (ve yeniden inşası) sürecinde son derece belirleyici bir rol
oynuyor. Bugün insanlar kendilerini doğal ve/ya suni sınırların çizdiği bir sosyo-politik
kimlik üzerinden değil, mental sınırların çizdiği kimlikler üzerinden tanımlıyorlar. Doğal ve
suni sınırları değiştirmek, çiziminde etkili olan faktörleri anlamak, kimlik tanımlamalarındaki
rollerini çözümlemek çok da zor değildir. Oysaki mental sınırları anlamak, bileşenlerini
okumak ve bu sınırları değiştirmek ancak uzun bir süreçte mümkün olabilir. Oldukça zahmetli
ve uzun bir dönemi gerektiren böylesi bir analiz için seçilebilecek en iyi case Avrupa
kimliğidir.

Avrupa Kimliği: Etimoloji, Biyografi ve Bileşenler


“Avrupa‟yı yazmak, araştırmak, onu kurmak/inşa etmektir”. Rougemont‟un (1966) bu
tespitinden hareketle Avrupa‟ya dair her söz, her araştırma onun yeniden inşasına hizmet eder
ve her çalışmada farklı bir Avrupa tanımı karşımıza çıkar. Avrupa‟yı anlama sürecindeki en
büyük sorunlardan biri bu tanım farklılığından kaynaklanır. Bu noktada sadece tanımlar değil
tanımı yapanların da kimlikleri önem kazanır. Tarihin randevusuna geç kalmış, makinelerin
fetişizmini görememiş ve bilinçten yaralı bir toplumun2 bireyi olarak, Avrupa‟yı yazmak,
O‟nu anlatmak ne kadar doğrudur. Ancak, felsefeyi Sokrates‟ten öğrendiyse, Descartes ile
düşündüğü ölçüde var ise, Comte ile pozitivist, Marx ile sosyalist, Lyotard ile postmodern ise,
beyaz adamın yükü öyküsünde yeryüzünün lanetlisi ise (Fanon, 1968) her şeyden öte Ben
olan Avrupalı‟nın Ötekisi ise bir Avrupalı kadar Avrupa‟yı yazmakta hiçbir beis yoktur.
Yoktur ama nasıl yazmayı Avrupa‟yı? Nedir diyeli mi başlamalı söze yoksa kimdir mi olmalı
daha doğru soru tümcesi? Genellikle söze “Avrupa, her ne ise eğer, belirsizdir” diye
başlanıyor. Kavram hem coğrafi, etimolojik, mitolojik hem de idea3 ve köken olarak
belirsizdir diye de devam ediliyor.

2
Doğu‟yu ve Doğu‟dakileri bu şekilde tanımlıyordu Shayegan, oldukça çarpıcı ve etkileyici dili ile. (Shayegan, 2002).
3
Avrupa bir ideadır aynı zamanda. Fikir olarak Türkçeleştirilen bu kavram, aslında Türkçe‟deki fikir kavramının ifade ettiği anlam ve
felsefik derinlikten daha fazla şey ifade ettiği için idea kavramı kullanılmıştır.
Bu belirsizlikleri aşmak adına yeniden sorarak başlayalım. Avrupa nedir? Bir kıta/coğrafi bir
terim, bir kimlik, proje, fiksiyon, idea, ideoloji ya da bir tahayyül müdür? Coğrafi sınırları var
mıdır, kimliğe sahip midir? Avrupa kimdir? Yunan, Roma, Hristiyan, medeni/barbar mıdır?
Soruları artırmak, Avrupa nerededir, nerede başlar, nerede biter? Avrupalı olmak, Avrupalılık
ne demektir? diye devam etmekte mümkün (Hudson, 2000:410). Görüleceği üzere birçok
Avrupa‟dan bahsedebiliriz. Ya da J. Attali (1994) gibi “aslında O‟nun gerçekte mevcut
olmadığını; O‟nun ne bir kıta, ne bir kültür, ne bir millet ne de bir tarih” olduğunu
söyleyebiliriz. O‟nu tek bir hudut ile veya tek bir ortak gelecek rüyası ile tarif etmek de
mümkün değildir. “Avrupa‟dan ziyade Avrupalardan bahsedilmesi gerektiğinin” altını çizen
T. Diez (2004:320) bu Avrupaların da hayal edilmiş birer politik kimlik olduğunu vurgular.4

Etimoloji ile mitolojinin iç içe girdiği hikâyede Avrupa sözcüğünün, beyaz bir boğa kılığına
bürünen Zeus‟un kaçırdığı Fenike Kralı Agenor‟un kızı olan ve bugünkü Lübnan‟da yaşayan
Europa‟dan doğduğu söylenir.5 Zeus, Europa‟yı Girit‟e kaçırmış ve daha sonra Europa, Girit
kralı Asterion ile evlenerek buraya yerleşmiştir (Andrews, 1969:60-66. Gladwyn, 1948:12.
Jaspers, 1948:31-44). Mitolojide bir prenses ve ilahe adı olan Avrupa kısa zaman içinde
mekâna ilişkin bir anlam kazanarak belli bir kara parçasını adlandırmak için kullanılır
(Yurdusev, 1997:31).
Kavramının kökenine dair yapılan tartışmalar, coğrafi sınırların tespiti konusunda da
görülmektedir. Avrupa neresidir, dâhili ve harici sınırları nedir, nerede başlar, nerede biter?
sorularına herkesin üzerinde anlaştığı bir yanıt verebilmek de mümkün değil. Özellikle Doğu
sınırında Asya, Amerika ya da Afrika kıtaları gibi diğer kıtalardan ayrılan bir coğrafi ayraca
sahip olmadığı için Avrupa‟nın Doğu sınırı coğrafi olmaktan çok politik ve kültürel haritalarla
şekillendirilmeye çalışılmıştır. Tarihsel olarak Avrupa‟nın Doğu sınırını belirleyen asıl etmen
Rus ve Türk fetihleri olmuştur. Bu fetihler, Avrupa‟nın sadece kültürel alanını değil coğrafi
alanını da sınırlandırmıştır. Örneğin M.Ö. 500 yıllarında Hecataues‟un ve M.S. 43‟te
Pomponius Mela‟nın çizdiği haritada Avrupa‟nın Doğu sınırı Hazar Denizi‟ne kadar
uzanmaktadır (Parker, 1960:280). Bugünkü Rusya‟nın oldukça içlerinde yer alan Ural
Dağları‟nın Avrupa‟nın Doğu sınırı olduğunu savunanlar ve hatta “Atlantik‟ten Urallara
Avrupa” tabirini politik bir söylem olarak sloganlaştıranlar da yok değildir (Agnew, 2001:29).
Avrupa‟nın sınırlarına dair tartışma sadece Doğu ile sınırlı değildir.6 Batı sınırları konusunda
da tartışmanın olduğunu ileri sürenler ve İngiltere‟yi de Avrupa‟nın dışında tutanlar vardır
(Ash:2001:1-13). Ancak bugün genellikle Avrupa‟nın Batı‟da Atlas Okyanusu, Kuzey‟de Buz
Denizi, Doğu‟da, Kuzey‟den Güney‟e Ural dağları, Ural Nehri, Maniç Çukuru, Karadeniz,
İstanbul ve Çanakkale Boğazları ile Ege Denizi‟nden geçen hat, Güney de ise Türkiye‟yi

4
Bu noktada Benedict Anderson‟un kavramlarını ödünç alan Diez, O‟na da atıfta bulunarak Avrupa‟nın hayal edilmiş bir kimlik olduğunu
vurguluyor. Kimliğe, milliyetçiliğe ve hayal edilmiş cemaatlere dair temel referans kaynağı için bakınız: (Anderson, 1991).
5
Avrupa‟nın tarihi ile ilgili oldukça kapsamlı ve etkileyici çalışmasında Davies de bu efsaneye olan inancından olsa gerek, diğer alternatif
mitolojik ve etimolojik biyografilere hiç girmez ve kapsamlı çalışmasında birkaç sayfada Avrupa‟nın etimolojik-mitolojik-fonetik
kökenlerine değinir. Bakınız. (Davies, 1997, xviii).
6
Avrupa‟nın merkezinin neresi olduğu da tartışmaya açıktır, Mitteleuropa söylemi farklı bir Avrupa tarifinin ortaya çıkmasını sağlar.
Mitteleuropa için bakınız: (Okey, 1992:102-133. Betz, 1990:173-192).
dışarıda bırakarak Akdeniz‟e kadar uzanan hattı kapsadığı benimsenmektedir
(en.wikipedia.org). Her ne kadar tartışmalı olsa da Avrupa‟nın coğrafi haritasını çıkarmak çok
zor değil. Asıl sorun Avrupa‟nın mental haritasını çıkarırken baş gösterir.7
Bir kimlik ve idea olarak Avrupa‟nın, toplumsal bir içerik kazanması bölgenin
Hristiyanlaştırılmasından sonraki gelişmelerin eseridir. Politik bir içerik kazanması ise
tamamı ile Haçlı Seferleri ile bağlantılıdır. Bu süreç içerisinde Avrupa kimliğinin oluşumunda
“barbarlar”8 olarak görülen Hunlar, Moğollar, Müslümanlar ve son halkada da Türklerin
“öteki” olarak oynadığı kurucu rol inkâr edilemez bir gerçek olarak karşımıza çıkar (Çalış, vd.
2006:220-228). Bu süreç aslında eğer böyle bir kimlik gerçekten var ise, Avrupa kimliğinin
inşa süreci olarak da okunabilir. Özellikle Roma İmparatorluğu‟nun ömrünün son demlerinde
Hristiyanlığı Cumhuriyet‟in dini olarak benimsemesi ve kiliseyi, imparatorluğun bir kurumu
olarak yerleştirmiş olması (Markus, 1981:22), Avrupa‟nın tüm tarihini etkileyen toplumsal,
siyasal, ekonomik ve kültürel formasyonları biçimlendirmiştir. Avrupa kimliğinin temel
bileşeni olarak değerlendirilen Hristiyanlığın (Pagden, 2002:35) dışında Avrupa, sanki bir
toplama (Yunan, Roma, Hristiyan) ve çıkarma (Arap, Rus, Osmanlı) işleminin sonucu elde
ettiğimiz sonuç olarak formüle edilmiştir (Çırakman, 2001:376-407). Ancak bu tasarım
aslında Yapp‟a (1992:134-155) göre çok da eski sayılmayacak bir tarihe denk düşer. Ona göre
XIX. yüzyıl bu formülasyonun yaygınlık kazandığı dönemdir. Bu dönem ile birlikte Avrupa,
Antik Yunan‟ın kültürel mirası, Roma‟nın hukuku ve siyasal mirası ve Hristiyanlığın
birleşiminden müteşekkil bir idea olarak sunulmaktadır.

Yapp‟a katılmayanların sayısı hiç de azımsanmayacak bir düzeydedir. Onlara göre bir kimlik
ve idea olarak Avrupa‟nın tarihi, sözcüğün mitolojik boyunduruktan kurtulup siyasal
düzlemde de hayat bulduğu IX. yüzyıla kadar uzanır. Bu anlamda Avrupa kavramı, ilk kez
800 yılının Noel‟inde Kutsal Roma İmparatoru (Karolenj İmparatorluğu) olarak Papa III.
Leo‟nun taç giydirdiği Charlemagne‟nin (Şarlman) taç töreninde kullanılmıştır. Şarlman,
ilginç bir şekilde 15 üyeli Avrupa Birliği‟nin coğrafi sınırlarına çok benzeyen sınırlarda
merkezi bir iktidar sağlayarak “Avrupa‟nın Babası” (pater Europea) unvanını almıştır
(Barraclogh, 1963:12. Schulze, 2005:10. McKitterick, 2008:1). Bu dönem ile birlikte
Avrupa‟nın birliği fikri, Şarlman ve ardılları ile papanın ittifakı sonucunda IX. yüzyıldan
itibaren somut anlamda politik bir yetki ile yeniden anlam kazanır (Fischer, 1992: 437).
Avrupa fikrinin siyasal düzlemde anlam kazanmaya başladığı dönem aynı zamanda
Avrupa‟nın bölünmeye başlamasına denk düşer. Zira Şarlman‟ın ölümü üzerine imparatorluk
üçe bölünmüş ve Avrupa, Feodalizm olarak adlandırılan karmaşık bir politik sisteme ev
sahipliği yapmıştır. 1054 yılında Papa St. Leo IX ile İstanbul Patriği‟nin birbirlerini karşılıklı
olarak aforoz etmesi ile Latin (Roma Katolik) ve Yunan (Ortodoks) Hristiyanlığı ayrımı da

7
Kıta olan Avrupa‟dan, kendini bir uygarlık olarak tanımlayan Avrupa‟ya geçiş ve bu dönüşümü tarif etmektir zor olan (Pocock, 2002:59).
8
Barbar kavramını ilk kullanan Yunanlılardır ve bu kavramı Asyalıları tarif etmek için kullanmışlardır. Kavramın olumsuz ve pejoratif
niteliği Romalılar tarafından da benimsendi. Romalıların barbarı ise aslında Avrupalı olan Keltler ve Cermenlerdi. Barbar kavramının
kullanımı için bakınız: (Jones, 1971:376-407).
bölünmeyi iyice pekiştirmiştir.9 Bu bölünmenin hemen ardından 1095–1272 yılları arasında
yapılan Haçlı Seferleri, Orta Çağ Avrupa‟sında belli bir bütünlük hissi yaratarak yüzyıllarca
sürecek bütünleşme söyleminin temelini atmıştır (Erdenir, 2005:55). Avrupa olgusu Haçlı
Seferleri/Zihniyeti ile tamamen siyasal bir nitelik kazanmıştır. Buna bir de İstanbul‟un
Türkler tarafından ele geçirilmesi eklenince; yani Hristiyanlıkla İslam‟ın yüz yüze gelmesi ile
(Tilly, 1993:23) artık kimliğin dışsal bileşeni olan öteki algısı da (Smith, 1991) tam olarak
inşa edilmiştir.10 Ancak kimliğin dominant paradigması Hristiyanlık olunca, bölgeyi
tanımlamak için seçilen betimleyici araç da Avrupa olmaktan çok “Hristiyan Ülkesi”
(Christendom) olmuştur. “Hristiyan Ülkesi” yerine Avrupa‟nın politik bir kimlik olarak
yaygınlık kazanması XVIII. yüzyılının başında gerçekleşti (Delanty, 2004. Schmidt,
1966:178. Malmborg ve Strath, 2002:2). Utrecht Antlaşması (1713) Hristiyan Ülkesi
vurgusunun yapıldığı son anlaşma olarak not edilir. “Hristiyan Ülkesi” yerine Avrupa‟nın
kullanılmaya başlamasının en önemli nedenlerinden biri Westphalia Antlaşması ile birlikte
yerleşmeye başlayan modern devletler arası sistem algısı, Aydınlanma‟nın ilk sinyallerinin
gelmiş olması yani rasyonalite ve sekülarizasyonun önemli şekilde yaygınlık kazanması
(Chadwick, 1993) ve tabi ki din savaşlarının etkisi ile artık tek bir “Hristiyan Ülkesi”‟nden
bahsedebilecek bir manzaranın kalmamasıdır.11 Zira XVII. yüzyılda Güneybatı Avrupa
Roman Katolik, Kuzeybatı Avrupa çoğunlukla Protestan, Doğu ve Güney Avrupa ise Grek
Katolik (Ortodoks) idi (Winter, 1947:27).
XVIII. yüzyıla gelindiğinde artık modern Avrupa yavaş yavaş biçimlenmeye başlamıştır. Bu
biçimlenme sürecini etkileyen birçok gelişmeyi XIV. yüzyıldan itibaren tecrübe eden Avrupa,
eski dünyayı yitirerek (Bizans‟ın düşüşü 1453), yeni dünyayı keşfederek (1492) ve dünyayı
değiştirerek (Copernic 1473–1543) adeta bir metamorfoz süreci geçirir (Morin, 1988:41-43).
Rönesans, Reform, Coğrafi Keşifler12 ve XVII. yüzyıldaki “bilimsel devrimlerin” bu süreçteki
rolünü zikre bile gerek yoktur. Avrupa‟daki siyasal haritanın feodal örüntülerden sıyrılıp ulus-
devlet formuna girmesi13 Avrupa sahnesinde aktörlerin, rollerin değişmesine ve yeni
oyunların sergilenmesine yol açmıştır. Dünyayı ikiye ayırma kudretinde olan Papa‟nın eski
gücü, ağırlığı, iktidarı yoktur artık. Hristiyanlığın 317‟de benimsenmesinden XVIII. yüzyıla
kadar geçen dönemi formülleştirecek olursak; iktidarın temel referans kaynağı Tanrının ilahi
varlığından, Kralın ilahi otoritesine geçmiş ve son olarak da ulusun tinsel kimliği temel
referans kaynağı olmuştur (Hardt ve Negri, 2000, 93-100). Zaten bu yüzyıla kadar Avrupa
fikri yöneticiler, din adamları, bilim adamları ve sanatçılar gibi elitler tarafından kullanılan,

9
W. H. McNeill, (1998:277) bu ayrımın görünüşte Hristiyanlığın inanç ve ilkeleri ile ilişkili olduğunu ancak asıl neden de ise Latin
dünyasının etkinliğinin artması ve Yunan Ortodoks uygarlığının Batı Avrupa‟da gerçek bir katkısının olmadığına bağlar.
10
Türk kimliğinin Avrupa kimliği üzerindeki etkileri konusunda bakınız: (Kösebalaban, 2007:87-111).
11
Denys Hay‟a (1989:427) göre Christendom vurgusu XVII. yüzyılda değil XVI. yüzyılda zaten çoktan terkedilmişti. İstanbul‟un Türklerin
eline geçmesi, Rönesans ve özellikle de Reformun Christendom algısını paramparça ettiğini vurgulamaktadır.
12
Coğrafi Keşifler ile Avrupa, bir anlamda kendi dışındakileri de “medenileştirme” projesinin yılmaz bekçisi olmuştur. (Hargreaves,
1982:172).
13
Ulus-devlet formuna geçiş sürecinde devletler, sermayeyi, emeği, teknolojiyi, parayı daha önce görülmedik şekilde kendi toprakları içinde
sınırlandır ve denetlediler. Vergi, askerlik, sınırlar, yönetmelikler gibi denetim mekanizmaları ve yükümlülükler tesis ettiler. Tilly, 1993:.35.
Mooers, 2000).
inşa edilen bir pratik iken XVIII. yüzyılın sonlarından itibaren bu sınırın dışında da anlam
ifade etmeye başlamıştır (Lowenthal, 2000:317).

Bir idea, bir kimlik olarak Avrupa tüm birikimleri ile XVIII. yüzyılda çehresi değişmiş bir
gerçeklik olarak karşımızda durmaktadır. Zira bu dönemden sonra son ötekilerin tehdit olma
özelliği zayıfladıkça yeniden bir kıtasal kimlik olarak üretilecek; hatta uğruna savaşılan ve
daha önceki dönemlerde kıtada yaşayanlara bir üst kimlik sunan Hristiyanlık kavramının da
önüne geçecektir. Muhtemeldir ki burada “Hristiyan” kavramının yerini “Avrupalı” sıfatı
alırken kıtadaki mevcut aidiyet formu, seküler gelişmeleri de kapsayan bir nitelik de
kazanmıştır (Delanty, 2004:30). Artık Hristiyan yerine Avrupalı tanımı daha kullanışlı bir
aidiyet formu haline gelmiştir (Çalış, 2008:24-25).

Peki, tüm bunlar ne anlama geliyor, bu biyografi gerçek anlamda bir Avrupa ya da Avrupalı
kimliğinin olduğu şeklinde mi okunmalıdır? Bu okumaya karşı çıkanlar ve “tek Avrupa
kimliği diye bir şey olamaz, bunun yerine kimlik politikası dediğimiz süreçte birinin diğeriyle
çatıştığı ve birbirini inşa ettiği Avrupa kimliklerinin çoğulluğu olabilir” (Neumann, 1998)
tezini dile getirenlerin sayısı da oldukça fazladır. Bu tezi savununlar devam ederler;
“sınırlarla, ırklarla, din ve diller ile bu kadar çok bölünmüşken nasıl tek bir Avrupa‟dan
bahsedebiliriz?”. Bununla birlikte Roma hukuku, demokrasi, parlamenter kurumlar, Judeo-
Hristiyan etik, hümanizm, romantizm, gibi kültürel ortaklıkları da vardır (Smith, 1992:70).
Zaten kimlik de bu ortaklıklar ve ötekiler üzerinden inşa edilmiştir hep. Avrupa tarihsel olarak
ne olduğu ile değil daha çok ne olmadığı ile yani öteki ile tanımladı kendini (Neumann ve
Welsh, 1991)14 daha sonra ise bir takım semboller ile kimliğini biçimlendirdi (Bruter,
2003:1148). Bugün Avrupa, kimliğin nasıl inşa ve ifade edileceği ile ilgili bir açmaz ile karşı
karşıyadır. Kimliğin sadece Avrupa‟ya ait olan değil Batı‟ya ait olan ve hatta evrensel olan
değerler dizisine dayanması bir seçenek iken, diğerinde sadece Avrupa‟ya içkin, ona özel ve
genelde karşı ile anlam kazanan zenofobik ve ırkçı eğilimleri yüksek bir seçenek vardır
(Delanty, 2002:345). Bu seçim, hiç şüphesiz Avrupa fikrinin geleceğini ve Avrupa Birliği‟nin
kaderini de doğrudan etkileyecektir (Lehning, 2001:239. Shore, 1993:779-800. Shore,
1996:473).

Sonuç Yerine: Kimliğin Sınırları


Son yüzyılda dünya birçok açıdan köklü değişimler geçirdi. İki dünya savaşı ve sonrasında
yaşanan gelişmeler sonucunda dünyanın sosyal, ekonomik, siyasal ve coğrafi çehresi büyük
ölçüde değişti. Değişimin boyutu, içeriği ve büyüklüğü göz önüne alındığında en büyük
değişimin Avrupa kıtasında gerçekleştiğini söylemek çok da abartılı bir iddia olmasa gerek.

14
Avrupa‟yı tanımlamanın belki de en iyi yollarından biri ne olduğu üzerinden değil de ne olmadığı üzerinden onu tanımlamaktır. Alexandre
Adler‟e göre “değil”ler üzerinden Avrupa şöyle tanımlanabilir: Roma‟nın devamı değil fakat onun gibi farklı devlet ve güçleri içeriyor.
Tamamen Katolik inanca sahip değil ama Hristiyan ve fakat diğer dinlere de açık. Tamamen Batı değil, çünkü Kuzey Amerika‟da var. Kıta
değil, çünkü Türkiye‟de var. Devlet değil. Bu ilginç betimleme için bakınız: Grillo, 2007:70).
Her şeyden önce “Avrupa kıtası” algısında büyük bir değişim yaşandı.15 1990‟lı yılların
başına kadar özelde siyaset bilimciler, tarihçiler genelde tüm sosyal bilimciler Avrupa
vurgusundan sadece Batı Avrupa‟yı kastetmekteydiler (Halecki, 1952:9). Bugün ise Avrupa
hem bir coğrafi olgu olarak hem de bir proje/idea olarak sınırlarını genişletmiş durumdadır.
Bu derinleşme ve genişleme sürecinde II. Dünya Savaşı sonrası hayata geçirilen
entegrasyonun oynadığı rol yadsınamaz. Özellikle 1992 Maastricht Antlaşması‟ndan sonraki
süreçte topluluktan birliğe geçişin yaşanması ve Birliğe üye devlet sayısının 12‟den 27‟ye
ulaşması Avrupa kimliğinin kapsadığı alanın genişlemesine yol açtı.

Öte yandan kimliğin geçerli olduğu sınırın genişlemesi bazı tartışmaları da beraberinde
getirdi. Öncelikle zaten çok tartışmalı olan Avrupa kimliği giderek daha farklı unsurları
kapsamına alarak daha da belirsiz ve etkisiz bir hale bürünmeye başladı. Avrupa Birliği‟nin
ekonomik ve sosyal refah anlamında gösterdiği başarı ya da bu konudaki umutlar her ne kadar
Avrupa toplumu içindeki kimlik sorunlarının tartışılmasını gölgelemeye yetmiş olsa da Birlik
hala “biz kimiz” sorusuna tam olarak yanıt veremedi (Checkel ve Katzenstein, 2009:1). 1999
yılında dönemin Komisyon başkanı Romano Prodi‟nin yaptığı bir konuşmada “ortak bir
Avrupa kimliği-Avrupa ruhu arıyoruz” vurgusu Birlik içinde kimlik konusunda hala bir
oydaşmanın sağlanamadığının önemli bir göstergesidir.
Kolektif kimlik inşa etmek, bireysel kimlik inşa etmeye oranla daha zahmetlidir ve uzun bir
süreç gerektirir. Avrupa‟nın kimlik inşa sürecinde zorlanması anlaşılabilir bir durumdur.
Ancak kimlik inşası süreci, içinde birçok paradoksu ve yanlış tanımlamaları da barındırdığı
için süreç daha da uzayacak gibi görünüyor. İnsanlar kendilerini giderek daha çok Avrupalı
diye tanımlarken, bu tanımlama sosyolojik olarak ilginç bir şekilde Avrupa kolektif
kimliğinin üretilmesine katkı sağlayamıyor (Delanty, 2005:54). Özellikle 2004 yılındaki
“büyük doğu” genişlemesinden sonra Avrupa içinde görünmeyen ve birbiri ile uyumlu
olmayan iki farklı kimlik formu şekillenmeye başladı: Avrupa medeniyeti kimliği (European
civilizational identity) ve Avrupa entegrasyonu kimliği (European integrational identity)
(Spohn, 2005:3). İki kimlik arasındaki fark keskinleşir ve pekişirse bu durum Birliğin
geleceğini olumsuz anlamda etkileyebilir.
Avrupa kimliği ile ilgili bir diğer yanlış ise Avrupa kimliğinin “normatif bir güç” olduğu
iddiasıdır. Avrupa kimliğinin uluslararası toplum tarafından algılanma biçimi kimliğin
güçlenmesine yol açmaktadır. Ancak bu konudaki son araştırmalar bu tespitin doğru
olmadığını ortaya koymuştur (Cerutti ve Lucarelli, 2008: 207). Amerikan kimliği ile
kıyaslandığında Avrupa kimliğinin daha olumlu bir çağrışım yaptığı doğrudur ama bir bütün
olarak değerlendirildiğinde “çevre ve bölgesel entegrasyon modeli olmak” gibi alternatifler
dışında Avrupa kimliğinin, olumlu bir çağrışım yaptığı iddia edilemez.

15
Bu değişim Avrupa‟yı tanımlamamızı daha da zorlaştırdı. Bugün Avrupa tek bir çalışma alanı ve kendi dinamikleri tarafından
tanımlanamayacak/anlaşılamayacak kadar kompleks bir alan/konu haline geldi. (Stacul, vd., 2006:2. Cederman, 2001:1).
Avrupa kimliği konusundaki çalışmalarda yapılan bir diğer yanlışlık ise daha çok metodolojik
bir yanlışlıktır. Ulusal kimlik gibi Avrupa kimliği de kolektif bir kimlik türüdür. Her iki
kimlik türü de elitler eli ile inşa edilmektedir (Risse, 2002:18). Bununla birlikte Avrupa
kimliği ile tartışmaları ulusal kimliklerle karşılaştırma yaparak yürütmek hem kavramsal hem
de metodolojik olarak tartışmanın özünü algılamamızı olumsuz yönde etkilemektedir (Robyn,
2005:8).

Bu konudaki son ve belki de en büyük yanlışlıklardan biri Avrupa kimliğinin bileşenlerinin ne


olduğu konusundadır. Avrupa kimliğinin temel bileşeninin Hristiyanlık olduğu iddiası tarihsel
dayanaklar iyi analiz edildiğinde birçok açıdan tartışılabilecek bir iddiadır. Hristiyan
dünyasında önce XI. yüzyılda başlayan ve hemen ardından Reformasyon ile daha da net
şekilde ortaya çıkan bölünme kimlik inşasına hizmet etmekten çok bu sürece zarar vermiştir
(Dunkerley, 2002:4-6). Bu söylemden Hristiyanlığın hiçbir etkisi yoktur anlamı
çıkarılmamalıdır; birçok tezin aksine Hristiyanlık kimliğin içsel bir bileşeni değil dışsal bir
bileşeni olarak fonksiyon icra etmiştir. Örneğin Roma İmparatorluğu döneminde Roma‟nın
dışında yaşayan herkes barbar olarak tanımlanmıştır. Ancak bu tabirin ırksal ya da dinsel bir
uzantısı yoktu, Romalı olmak ya da olmamak yasal ve politik kategoriydi (Brown, 1988:82).
Roma‟daki hukuki ve siyasal dayanaklara II. Dünya Savaşı‟na kadar sahip olamamış
Avrupa‟nın kendini tanımlama sürecinde kullanabileceği tek alternatif din olmuştur. Avrupa
dışında kalan siyasal ve toplumsal formasyonlar da Avrupa‟yı algılama biçimleri ile bu
tanımlama sürecine hizmet etmişlerdir.

Avrupa kimliği tarihsel olarak Avrupa kavramının tarihi ile yaşıt olsa da operasyonel olarak
ancak XX. yüzyılda anlamlı hale gelmiştir. Avrupa kimliği Aralık 1973‟te Kopenhag
Zirvesi‟nde bir anlamda konjonktürel koşulların zorlaması ile Topluluğa üye dokuz devletin
birliği ilkesine dayandırılmış ve bu süreçten sonra kimlik inşası süreci somutlaşmıştır. Kimlik,
ancak 1989 yılında tarihsel, sosyolojik ve politik bir metafor haline bürünebilmiştir (Strath,
2002:388-389). Bu süreçte ise doğal ve/ya suni sınırlar esas alınarak değil önce komünizm
tehdidi üzerinden bir Avrupa sınırı çizilirken daha sonra demokratikleşme, insan hakları ve
serbest piyasa ekonomisi kimliğin amentüsü olmuştur. 11 Eylül‟den sonraki süreçte ise
küresel terörizm, başarısız devletler, göç ve İslamofobi (Islamophobia) kimliğin ihtiyaç
duyduğu mental sınır olarak komünist tehdidin yerini almıştır. Avrupa özelinde jeopolitik
gerçek ile jeopolitik kimliğin çizdiği sınırlar tarih boyunca hiç birbiri ile örtüşmemiştir. İki
kimlik arasındaki bu fark devam ettiği sürece kimliğin sürekli yeniden inşası süreci de asla
sona ermeyecektir.
Kaynakça

ADLER, Emanuel (1997), „„Seizing the Middle Ground: Constructivism in World Politics‟‟,
European Journal of International Relations, Vol. 3, No. 3.
AGNEW, John (2001), “How Many Europes?: The European Union, Eastward Enlargement
and Uneven Development”, European Urban and Regional Studies, Vol. 8, No. 1.
AGNEW, John (1999), “Mapping Political Power Beyond State Boundaries: Territory
Identity, and Movement in World Politics”, Millennium: Journal of International
Studies, Vol. 28, No. 3.
ANDERSON, Benedict (1991), Imagined Communities: Reflections on the Origin and Spread
of Nationalism, London: Verso.
ANDREWS, P. B. S. (1969), “The Myth of Europa and Minos”, Greece and Rome, Vol. 16,
No. 1.
ASH, Timothy Garton (2001), “Is Britain European?”, International Affairs, Vol. 77, No. 1.
ATTALI, Jacques (1994), Europe(s), Paris: Fayard.
BARNETT, Michael (2008), “Social Constructivism”, John Baylis, et al., (ed.), The
Globalization of World Politics; An Introduction to International Relations, Oxford
University Press.
BARRACLOGH, G. (1963), European Unity in Thought and Practice, Oxford: Basil
Blackwell.
BEHR, Hartmut (2008), “Deterritorialisation and the Transformation of Statehood: The
Paradox of Globalization”, Geopolitics, Vol. 13, No. 2.
BETZ, Hans-Georg (1990), “Mitteleuropa and Post-Modern European Identity”, New German
Critique, No. 50.
BROWN, Thomas (1988), “The Transformation of the Roman Mediterranean 400–900”,
George Holmes (ed.), The Oxford Illustrated History of Medieval Europe, Oxford:
Oxford University Press.
BRUTER, Michael (2003), “Winning Hearts and Minds for Europe: The Impact of News and
Symbols on Civic and Cultural European Identity”, Comparative Political Studies,
Vol. 36, No. 10.
CEDERMAN, Lars-Erik (2001), “Political Boundaries and Identity Trade-Offs”, Lars-Erik
Cederman (ed.), Constructing Europe's Identity: The External Dimension, Boulder:
Lynne Rienner Publishers.
CERUTTI, Furio ve Sonia Lucarelli (2008), “How Do the Others See Us? European Political
Identity and the External Image of the EU”, Furio Cerutti, Sonia Lucarelli (ed.), The
Search for a European Identity: Values, Policies and Legitimacy of the European
Union, London: Taylor & Francis.
CHADWICK, Owen (1993), The Secularization of the European Mind in the Nineteenth
Century, Cambridge: Cambridge University Press.
CHECKEL, Jeffrey T. ve Peter J. Katzenstein (2009), “The Politicization of European
Identities”, Jeffrey T. Checkel, Peter J. Katzenstein (ed.), European Identity,
Cambridge: Cambridge University Press.
CHRISTIANSEN, Thomas vd. (1999), “The Social Construction of Europe”, Journal of
European Public Policy, Vol. 6, No. 4.
ÇALIŞ, Şaban vd. (2006), “Avrupa Birliği”, Şaban Çalış, vd., (ed.), Uluslararası Örgütler ve
Türkiye, Konya: Çizgi Kitabevi.
ÇALIŞ, Şaban (2008), Türkiye-Avrupa Birliği İlişkileri: Kimlik Arayışı Politik Aktörler ve
Değişim, Ankara: Nobel Yayınları, 4. Baskı.
ÇIRAKMAN, Aslı (2001), “Avrupa Fikrinden Avrupa Merkezciliğe”, Doğu Batı, Vol. 4, No.
14.
DAVIES, Norman (1997), Europe: A History, London: Pimlico.
DELANTY, Gerard (2002), “Models of European Identity: Reconciling Universalism and
Particularism”, Perspectives on European Politics and Society, Vol. 3, No. 3.
DELANTY, Gerard (2004), Avrupa’nın İcadı: Fikir, Kimlik, Gerçeklik, çev. Hüsamettin İnaç,
Ankara: Adres.
DELANTY, Gerard ve Chris Rumford (2005), Rethinking Europe: Social Theory and the
Implications of Europeanization, London: Routledge.
DIEZ, Thomas (2004), “Europe‟s Others and the Return of Geopolitics”, Cambridge Review
of International Affairs, Vol. 17, No. 2.
DIJKINK, Gertjan ve Hans Knippenberg (2001), “The Territorial Factor: An Introduction”,
Gertjan Dijkink, Hans Knippenberg, The Territorial Factor: Political Geography in a
Globalising World, Amsterdam: Amsterdam University Press.
DONNAN, Hastings ve Thomas M. Wilson (1999), Borders: Frontiers of Identity, Nation
and State, Oxford: Berg Publishers.
DUNKERLEY, David (2002), Changing Europe: Identities, Nations and Citizens, London:
Routledge.
ERDENIR, Burak (2005), Avrupa Kimliği: Pan-Milliyetçilikten Post-Milliyetçiliğe, Ankara:
Ümit Yayıncılık.
FANON, Frantz (1968), Wretched of the Earth, New York: Grove Press.
FISCHER, Eric (1949), “On Boundaries”, World Politics, Vol. 1, No. 2.
FISCHER, Markus (1992), “Feudal Europe, 800-1300: Communal Discourse and Conflictual
Practices”, International Organization, Vol. 46, No. 2.
GLADWYN, Lord (1967), The European Idea, Aylesburg: New English Library.
GRILLO, Ralph (2007), “European Identity in a Transnational Era”, Marion Demossier (ed),
The European Puzzle: The Political Structuring of Cultural Identities at a Time of
Transition”, Berghahn Books.
GUZZINI, Stefano (2000), “Reconstruction of Constructivism in International Relations”,
European Journal of International Relations, Vol. 6, No. 2.
GUZZINI, Stefano ve Anna Leander (2006), Constructivism and International Relations:
Alexander Wendt and His Critics, Abingdon: Routledge.
HALECKI, Oscar (1952), Borderlands of Western Civilization: A History of East Central
Europe, New York: Ronald Press.
HAM, Peter van (2001), European Integration and the Postmodern Condition: Governance,
Democracy, Identity, London: Routledge.
HARDT, Michael ve Antonio Negri (2000), Empire, Cambridge: Harvard University Press.
HARGREAVES, Alec G. (1982), “European Identity and the Colonial Frontier”, Journal of
European Studies, Vol. 12, No. 3.
HAY, Denys (1989), Europe in the Fourteenth and Fifteenth Centuries, London: Longman.
HELLSTRÖM, Anders (2003), “Beyond Space: Border Making in European Integration, the
Case of Ireland”, Human Geography, Vol. 85, No. 3.
HUDSON, Ray (2000), “One Europe or Many? Reflections on Becoming European”,
Transactions of the Institute of British Geographers, New Series, Vol. 25, No. 4.
JACKSON, Robert H. (1988), “Boundaries and International Society”, Barbara Allen
Roberson, (ed.), International Society and the Development of International Relations
Theory, London: Continuum.
JASPERS, K. (1948), The European Spirit, London: SCM Press.
JOHNSTON, Ronald John vd. (2000), The Dictionary of Human Geography, London: Wiley-
Blackwell.
JONES, W. R. (1971), “The Image of the Barbarian in Medieval Europe”, Comparative
Studies in Society and History, Vol. 13, No. 4.
KEARNEY, Michael (2004), “The Classifying and Value-Filtering Missions of Borders”,
Anthropological Theory, Vol. 4, No. 2.
KÖSEBALABAN, Hasan (2007), “The Permanent “Other”? Turkey and the Question of
European Identity”, Mediterranean Quarterly, Vol. 18, No. 4.
KRISTOF Ladis K. D. (1959), “The Nature of Frontiers and Boundaries”, Annals of the
Association of American Geographers, Vol. 49, No. 3.
KUEHLS, Thom (1996), Beyond Sovereign Territory: The Space of Ecopolitics, Minneapolis:
University of Minnesota Press.
LACHER, Hannes (2003), “Putting the State in Its Place: The Critique of State-Centrism and
Its Limits”, Review of International Studies, Vol. 29, No. 4.
LANSFORD, Tom (2000), “Post-Westphalian Europe? Sovereignty and the Modern Nation-
State”, International Studies, Vol. 37, No. 1.
LEHNING, Percy B. (2001), “European Citizenship: Towards a European Identity?”, Law
and Philosophy, Vol. 20, No. 3.
LOWENTHAL David (2000), “European Identity: An Emerging Concept”, Australian
Journal of Politics and History, Vol. 46, No. 3.
MALMBORG, Mikael af ve Bo Strath (2002), Meaning of Europe, Oxford: Berg Publishers.
MARKUS, R. A. (1981), “Gregory the Great‟s Europe”, Transactions of the Royal Historical
Society, Vol. 31.
MCKITTERICK, Rosamond (2008), Charlemagne: The Formation of a European Identity,
Cambridge: Cambridge University Press.
MCNEILL, William H (1998), Dünya Tarihi, çev. Alaeddin Şenel, Ankara: İmge Kitabevi.
MENON, P. K. (1978), “International Boundaries: A Case Study of the Guyana-Surinam
Boundary”, The International and Comparative Law Quarterly, Vol. 27, No. 4.
MIGDAL, Joel S. (2004), “Introduction”, Joel S. Migdal (ed), Boundaries and Belonging:
States and Societies in the Struggle to Shape Identities and Local Practices,
Cambridge: Cambridge University Press.
MOOERS, Colin (2000), Burjuva Avrupa’nın Kuruluşu, çev. Bahadır S. Şener, Ankara: Dost
Kitabevi.
MORIN, Edgar (1988), Avrupayı Düşünmek, çev. Şirin Tekeli, İstanbul: Afa Yayıncılık.
NEUMANN, Iver B. (1998), “European Identity, EU Expansion, and the
Integration/Exclusion Nexus”, Alternatives: Social Transformation&Humane
Governance, Vol. 23, No. 3.
NEUMANN, Iver B. ve Jennifer M. Welsh (1991), “The Other in European Self-Definition:
A Critical Addendum to the Literature on International Society,” Review of
International Studies, Vol. 17, No. 4.
OKEY, Robin (1992), “Central Europe/Eastern Europe: Behind the Definitions”, Past and
Present, No. 137.
ÖZLÜK Erdem, Fazlı Doğan, “Türkiye-Avrupa Birliği İlişkilerini Egemenlik Devri
Tartışmaları Üzerinden Okumak”, Türkiye-AB İlişkilerinde 50 Yıl, 16–17 Nisan 2009,
Ankara Üniversitesi, ATAUM.
PAASI, Anssi (2003), “Boundaries in a Globalizing World”, Kay Anderson, vd. (ed),
Handbook of Cultural Geography, London: Sage.
PAGDEN, Antony (2002), The Idea of Europe: From Antiquity to the European Union,
Cambridge: Cambridge University Press.
PARKER, W. H. (1960), “Europe: How Far?”, The Geographical Journal, Vol. 126, No. 3.
POCOCK, J. G. A. (2002), “Some Europes in Their History”, Antony Pagden (ed), The Idea
of Europe: From Antiquity to the European Union, Cambridge: Cambridge University
Press.
RISSE, Thomas (2002), “An Emerging European Identity? What We Know, and How to
Make Sense of It”, IDNET Policy Memo ARENA/IDNET International Policy
Conference, Oslo University, Oslo.
ROBYN, Richard (2005), “National versus Supranational Identity in Europe”, Richard Robyn
(ed), The Changing Face of European Identity, London: Routledge.
ROUGEMONT, Denis de (1966), The Idea of Europe, New York: Macmillan.
SACK, Robert D. (1986), Human territoriality: Its Theory and History, Cambridge:
Cambridge University Press.
SCHMIDT, H. D. (1966), “The Establishment of 'Europe' As a Political Expression”, The
Historical Journal, Vol. 9, No. 2.
SCHULZE, Hagen (2005), Avrupa’da Ulus ve Devlet, çev. Timuçin Binder, İstanbul:
Literatür.
SHAPIRO, Michael J. (1991), “Sovereignty and Exchange in the Orders of Modernity”,
Alternatives, Vol. 16, No. 4.
SHAYEGAN, Daryush (2002), Yaralı Bilinç: Geleneksel Toplumlarda Kültürel Şizofreni,
İstanbul: Metis Yayınları.
SHORE, Chris (1993), “Inventing the People‟s Europe: Critical Approaches to European
Community Cultural Policy”, Man, Vol. 28, No. 4.
SHORE, Chris (1996), “Transcending the Nation-State?: The European Commission and the
Re-Discovery of Europe”, Journal of Historical Sociology, Vol. 9, No. 4.
SMITH, Anthony D. (1992), “National Identity and the Idea of European Unity”,
International Affairs, Vol. 68, No. 1.
SMITH, Antony D. (1991), National Identity, London: Penguin Books.
SPOHN, Willfred (2005), “National Identities and Collective Memory in an Enlarged
Europe”, Klaus Eder, Willfried Spohn (ed), Collective Memory and European
Identity: The Effects of Integration and Enlargement, Aldershot: Ashgate.
STACUL Jaro vd. (2006), Crossing European Boundaries: Beyond Conventional
Geographical Categories, New York: Berghahn Books.
STAR, Harvey ve Benjamin A. Most (1976), “The Substance and Study of Borders in
International Relations Research”, International Studies Quarterly, Vol. 20, No. 4.
STRATH, Bo (2002), “A European Identity: To the Historical Limits of a Concept”,
European Journal of Social Theory, Vol. 5, No. 4.
TILLY, Charles (1993), European Revolutions 1492-1992, Oxford: Blackwell Publishers.
WENDT, Alexander (1995), “Constructing International Politics”, International Security,
Vol. 20, No. 1.
WENDT, Alexander (1999), Social Theory of International Politics, Cambridge University
Press.
WILSON, Thomas M. ve Hastings Donnan, “Nation State and Identity at International
Borders”, Thomas M. Wilson, Hastings Donnan (ed.), Border Identities: Nation and
State at International Frontiers, Cambridge: Cambridge University Press, 1998.
WINTER, William L. (1947), “The Cultural Integration of Europe”, Social Forces, Vol. 26,
No. 1.
YAPP, M. E. (1992), “Europe in the Turkish Mirror”, Past and Present, No. 137.
YURDUSEV, A. Nuri (1997), “Avrupa Kimliğinin Oluşumu ve Türk Kimliği”, Atila Eralp
(ed), Avrupa ve Türkiye, Ankara: İmge Kitabevi.
ZEHFUSS, Maja (2002), Constructivism in International Relations: The Politics of Reality,
Cambridge, Cambridge University Press.

You might also like