Professional Documents
Culture Documents
Ailede olduğu gibi aile dışı fertler arasında da güzel ilişkilerin kurulabilmesi için, kişilerin
duygu ve düşüncelerini açabilme güvencesinin olması gerekir. Bir kimseye kendini
tanıtma ve kendini açma ölçüsüyle o kişiyle olan yakınlık, samimiyet ve güven derecesi
arasında yakın bir alâka vardır. Şüphesiz karşılaştığımız her kişiye duygu ve
düşüncelerimizi açamayız. Bu durum tavsiye de edilmez. Kendini açmak ancak güven
duyulan kişiye yapılır. Bir insanın karşısındakine güven duyabilmesi ise zaman içinde
gerçekleşir. Kendini açan kişi karşısındakine güven verir ve karşılığında "sana
güveniyorum" mesajını alır. Güven duyulan kişi kendini daha da açar, böylece daha derin
ve yakın bir münasebet doğar. İnsan kendini kapadıkça, karşısındakini de kapanmaya
zorlayan bir fâsid daire oluşturur. Kuşkusuz her zaman açık iletişim yapılamaz. Açık
iletişimin riskleri de vardır, ama insan sürekli içe kapanık yaşayamaz, yaşasa bile
gelişemez, büyük bir yalnızlığa düşer. Açık iletişim her zaman karşıdakinden
beklenmemeli ve başkalarının açık iletişimde bulunmasına bağımlı olmamalıdır. Açık
olmak için risk göze alınmalıdır. Çünkü hayattaki bütün başarılar, az çok riskli davranışlara
dayanır. Açık olur, karşımızdakine güvenir ve değer verirsek o da bize açık olur, güven
duyar ve değer verir. Kişinin gerçekleri öğrenmesi, kendini geliştirmesi ve düşündüklerini
gerçekleştirmesi yönünde atılan adımlar açık olma riskini kabullenmeye bağlıdır. Açık
iletişim lider ve yöneticiler için de çok önemlidir.
İyi lider, hiçbir küçük grubun, herşeyin yanıtını bilemeyeceği düsturuna inanır. Yönetim
haricinde çalışanların da zengin bir bilgisi olduğunu, onların zekâ bakımından hiçbir engeli
olmadığını, kendilerinin ise bir eğitim imkanı yakaladıkları için o mevkide olduklarını
düşünür. Bu sebeple lider, tabandaki bilgi zenginliğiyle devamlı temas halinde olmak ister.
Amacı sadece onlara birşeyler öğretmek değil, işlerini daha iyi yapmalarına nasıl yardımcı
olabileceğini sormak ve hakikatte neler olup bittiğini öğrenmektir. Lider herşeyi kapalı
kapılar ardında değil; açıkça ortaya döküp tartışarak; hedeflerini, endişelerini ve
gereksinimlerini dile getirerek tabandan yukarıya doğru iletişim kurulmasını ve bilgi
akmasını sağlar. Bu nedenle insanlar yaptıkları işe değer verildiğini görür. Kim
önemsenmek istemez ki? Kim kendisine özen gösterilmesini, söyledikleriyle ilgilenilmesini
istemez ki? Tabana inmeyen, onlarla açık iletişim kurmayan lider, insanlara önemli
olduklarını, onların düşüncelerine değer verdiğini nasıl anlatabilir ve onların desteğini nasıl
arkasında bulabilir? İnsanlar kendilerine değer veren, fikirleriyle ilgilenen lider ve
yöneticiye güven duyar, onu hayal kırıklığına uğratmak istemezler.
Türkiye 2001 yılı Ocak ayında acı bir olaya şahit oldu. Daha önce faili meçhul cinayetlerin
işlendiği, vatandaşın devlet adamından uzak durduğu, belki kendini yeterince güvende
hissetmediği Diyarbakır'da, emniyet müdürü hunharca öldürüldü. Ertesi gün Valilik
önünde cenaze töreni yapılacaktı. Çeşitli semtlerden gruplar halinde harekete geçen halk,
sabahın erken saatlerinde on binlerce kişilik bir kalabalık halinde tören alanında toplandı.
Onlar ölen emniyet müdürleri için ağlıyor, babalarını kaybetmiş gibi üzülüyorlardı. Ne
değişmişti de halk bu devlet adamına sahip çıkıyordu? Ne idi onu "sevilen müdür" yapan?
O ne yapmış da kazanmıştı insanları? Kendisi şunları söylüyor, ölümünden önce yapılan
bir röportajın satır aralarında: "Vatandaşla bire bir temas kurduk. Sosyal ve sportif
faaliyetlerde birlikte olduk." Ve devam ediyor, "Herkesi dinlerim. Herkesle konuşurum.
Bakkal Atilla'nın yanına giderim, onun işi varsa, bakkal Ahmet'e uğrarım. Şuradaki
bakkalın gösterdiği samimiyet, dünyanın en güzel samimiyetidir. Yani ben halkın
yanındayım. Bana görev verilirken deniyor ki, git Diyarbakır'daki insanın malını, canını,
ırzını koru. Görevimiz bu. Emniyet müdürü olmak bir şey değil. Hepimiz insanız. Biz keyfî
muamele yapamayız. İnsanların sevgiye, saygıya gereksinimi var. Diyarbakır eğer bana
saygı duyuyorsa ve ben ona sevgi saygı duyuyorsam yapılacak bir şey yok. İnsanların da
Diyarbakır'da aradığı şey bu."
İşte güven sağlamanın sırrı budur. İnsanlarla iç içe olmak. Bire bir ilişki kurmak. Mevkisini
ve rütbesini bir ayrıcalık; insanlardan uzak durma, onları hor görme, hiçe sayma, itip
kakalama ve dikkate almama vesilesi yapmamak. Kendini insanlardan bir insan olarak
görmek. Yaşı, cinsiyeti, ırkı ne olursa olsun.. herkese sevgi, saygı, şefkat ve samimiyetle
davranmak. Hz. Ali ne güzel demiş: "İnsanlar içinde bir insan ol."
İster devlet kademelerindeki yöneticiler, ister kâr etmeyi hedefleyen şirketin yöneticileri
veya insanların gönlünü kazanmak isteyen bir hareketin mensupları olsun; bu sırra ters
hareket ettikleri zaman güven ortadan kalkar, anarşi başlar, kârlılık azalıp ekonomik
çöküntüye girilir, insanlar arasında tedirginlik yaygınlaşır ve herkes birbirine şüpheyle
bakar. Bu şekilde bir ortamda tabi ki insanca bir hayat olmaz ve hiçbir hedef
gerçekleşemez. Ama bu sırrı yakaladığınızda insanlar yolunu bulmuş ırmak gibi, hiçbir
zorlama olmadan hedefe doğru kendiliğinden akar gider. İşte gerçek başarı o zaman elde
edilir.
Hangimiz Haklı?
İki öğrenci sınıfta ciddi bir biçimde tartışıyorlarmış. Bunu gören öğretmenleri, onlara çok
önemli bir ders vereceğini söyleyerek, masasının iki ucuna karşılıklı oturmalarını istemiş.
Aralarına, iki renkli bir vazo getirip koymuş. Öyle ayarlamış ki masadaki vazoya, bir
taraftan bakınca siyah, diğer taraftan bakınca beyaz görünüyormuş. Sırayla vazonun
rengini sorunca, bu sefer öğrenciler vazonun rengi için tartışmaya başlamışlar. Biri
“Siyah”, diğeri de “Beyaz” diye itiraz ediyormuş. Öğretmenleri olaya bir kez daha
müdahale etme gereksinimi duymuş. Öğrencilerinden bu dersin tamamlanması için bir
şey daha rica edeceğini belirterek, yer değiştirip vazonun rengi hakkında tekrar
konuşmalarını istemiş. Yer değiştirdiklerinde anlamışlar ki vazo siyah değil beyazmış,
aslında beyaz değil siyahmış. Bu öğrencilerin kaçıncı sınıfta olduklarını düşünüyorsunuz
diye sorarsak, alacağımız yanıt büyük oranda ilköğretim öğrencisi oldukları yönünde
olacaktır. Bizleri bu şekilde düşünmeye iten nedenler nedir? Acaba empati kurmak basit
bir davranış mıdır? Eğer basitse neden toplumumuzda çok az kişi karşısındaki kişiyle
empati kuruyor? Empati kurmayı, ilköğretim çağındaki çocukların yaptığı izlenimine
kapılıyoruz. Peki bizler empati kuruyor muyuz? Bunlara cevap bulmadan önce “Empati
nedir?” sorusunu cevaplamamız işimizi daha da kolay hale getirecektir.
EMPATİ NEDİR?
Bir kişinin, kendisini karşısındaki kişinin yerine koyarak olaylara onun bakış açısıyla
bakması, o kişinin duygularını ve fikirlerini doğru olarak anlaması, hissetmesi ve bu
durumu ona iletmesi sürecine empati adı verilir. Genelde olaylara başkasının baktığı
açıdan bakarak, onun anladığı şekilde anlamak için oturduğumuz yeri değiştirmemiz
gerekmez. Ama empatinin üç öğesini göz önünde bulundurmamız gerekir. Bu öğeler:
1- Kendimizi algısal olarak karşımızdaki bireyin yerine koymaktır. Biz artık vazoyu siyah
gören öğrenci değil, karşısında oturan öğrenciyiz.
Ben merkezci davranan biri, kendisini karşısındaki insanın yerine koyamaz. Bu nedenle
empati kuracak bireylerin, önşart olarak ben-merkezci davranış tarzından kurtulmaları
gerekir. Ben-merkezcilik ve empatiye, Microsoft ve Wolkswagen arasında geçtiği anlatılan
şu diyalog iyi bir örnektir:
Bill Gates, Microsoft’un bir seminerinde bilgisayar sektöründeki gelişmenin hızını
anlatmak için şöyle benzetme yaptı:
- Eğer Wolkswagen firması, son 25 yıl içinde bilgisayar sektörü kadar hızlı gelişmiş
olsaydı, bugün 500 dolara alacağımız arabalara 25 dolarlık benzin koyup, dünya turu
atmamız mümkün olacaktı.
Birkaç gün sonra Wolkswagen firması bir basın açıklaması yayınladı. Açıklamada Gates’in
sözlerine şöyle yanıt veriliyordu:
- Eğer otomotiv sektörü Bill Gates’in işletim sistemi gibi gelişmiş olsaydı, alacağımız her
arabada tek koltuk olacak, diğer koltuklar için ekstra lisans parası ödemek zorunda
kalacaktınız. Arabanız sadece bizim ürettiğimiz benzinle çalışacak, gösterge tablosundaki
tüm ikaz ve uyarı ışıkları yerine üzerinde, “Arabanız geçersiz bir işlem yürüttü,
kapatılacaktır!” yazan tek bir lamba olacaktı. Ayrıca kaza sırasında arabanın hava
yastıkları açılmadan önce bir düğmenin üzerinde “Hava yastıkları açılacak, emin misiniz?”
diyen bir ışık yanacaktı!..
Ben basamağında olan bir kişi ise empati kurarak karşısındaki bireyin durumunu
anlamaya çalışmak yerine, ona öğütler vererek, “ben olsaydım şöyle yapardım” der.
Karşısındakinin bu söylediklerini düşünmediğini sanarak nasıl hareket etmesi gerektiği
konusunda yol göstermeye çalışır ya da kendisinin de aynı durumda olduğunu söyler ve
kendi problemlerini anlatmaya başlar. Para sıkıntısı çeken arkadaşına arabasını satmasını
tavsiye edebilir ya da “Sorma bu ay benim durumum da aynı. Nasıl getireceğiz ayın
sonunu?” diyebilir.
Peki empati sadece karşısındaki kişiyi anlamak için mi yapılır? Empatinin bize
faydası nedir, kendimizi başkasının yerine koyarak farklı açılardan olaylara
bakmak bize ne kazandırır?
Bir ebeveyn, çalışan, evlat ya da öğrenci olarak, kısacası toplumun içinde yaşayan bir
birey olarak, karşımızdaki kişinin, davranışlarını sergilerken hangi düşüncelere sahip
olduğunu bilebilirsek onlarla iletişim kurarken daha sağlıklı mesajlar gönderek sorunları
daha rahat çözebiliriz.
Sözgelimi, öğrencisiniz ve sınava çalışıyorsunuz. Eğer önümüzdeki kitabı bir öğrenci gibi
değil de sınav hazırlayan bir öğretmen olarak incelersek, öğretmenin sorabileceği
soruların çoğunu biz de sorabiliriz. Eğer soruları çıkardıktan sonra, bir öğrenci gibi de
sınava çalışırsak, sınav kağıdı önümüze geldiğinde soruların çoğunun bizim çıkarttığımız
sorularla aynı olduğunu anlayacağız. Bu da bize elde etmek istediğimiz başarıyı
getirecektir.
Bir örnek de iş hayatımızdan verelim. Bir işletmenin satış elemanı olarak çalışıyorsunuz.
Göreviniz, müşterilerin ürünlerinizi tercih etmelerini sağlamak. Empati burada nasıl
işimize yarar diye mi düşünüyorsunuz? Elinizdeki ürün kadar işinize yarayacağından emin
olun.
Ürünü elinizden bırakın ve onu satmak için değil, almak için orada olduğunuzu düşünün.
Siz bu ürünü almak isteseydiniz satıcının size nasıl yaklaşmasını, ürünün hangi
özelliklerini vurgulamasını beklerdiniz? Kısacası; satıcının sizi ürünü satın almak için nasıl
ikna edebileceğini düşünün. Müşteri gelmeden, siz alıcı olarak ilk ürünü kendinize
satabilirsiniz. Yani kendinizi ürünü almaya ikna edebilirseniz, herkesi ikna edebilirsiniz
demektir. Empati, her zaman karşınızda insan varken yapılmaz, insanların önceden nasıl
davranabileceklerini düşünerek, bu davranışın nedenlerini anlayarak, ona göre kendi
davranışlarımızı geliştirerek de yapılabilir.
-ALINTI-
Sorunlu İlişkiler
Öykü şöyle.. Çok eski zamanların dondurucu bir kışı yaşanırken, bütün hayvanlar
acımasız soğuktan çok etkilenmiş ve çok büyük kayıplar vermişler. Ama en çok kayıp
veren kirpilermiş. Çünkü onların pek çok hayvan gibi kalın kürkleri olmayıp, kendilerini
sıcak tutması mümkün olmayan dikenleri varmış. Bu durumdan çok endişe duyan kirpiler,
en az zararla kışı geçirebilmek için meclislerini toplamış ve çözüm aramaya başlamışlar.
Tartışa tartışa, nihayet gece olunca tüm kirpilerin bir araya toplanmasına ve birbirlerine
çok yakın durarak geceyi geçirmelerine karar vermişler.
Ne var ki, her gece, bazen uzaklaşarak bazen de yakınlaşarak, deneye yanıla birbirlerinin
vücut sıcaklığından faydalanacak kadar yakın, ancak birbirlerini incitmeyecek kadar uzak
durmayı öğrenmişler. Bu değerli öğreti de onların hayatta kalmalarına neden olmuş.
Kıssadan hisse; İster kabul edelim ister etmeyelim, hepimizin bizi kaplayan uzun
dikenlerimiz var. Bunlar, bizim hayata karşı savunma mekanizmalarımız, filtrelerimiz.
Bazen faydalı, bazen de zararlı. Çoğu zaman, kimseleri yaklaştırmıyoruz yanımıza ya da
korkutuyoruz onları oklarımızdan, ya da başkalarının oklarından korkuyoruz.
Filtrelerimizden elemeden kimseleri sokmuyoruz özel dünyamıza, sınamadan geçit
vermiyoruz. Ne var ki, hayatta kalabilmek ve sıcaklık ancak yakınlaşmakla, birlikte
hareket etmekle mümkün olabiliyor.
Bu çelişkiler içinde var olmayı başaran kişi ve kuruluşlar yaşamda kalabilecekler. Bir an
önce, birbirini incitmeyecek kadar uzak, hayatın soğuk, çelişkili ve zor zamanlarında
üşümeyecek kadar da birbirimize yakın olmayı öğrenmeliyiz. Herkesin görünür ya da
görünmez sivri oklarının olduğunu, bu okların, kişinin hem kendisine hem de başkalarına
vereceği zararların bilincinde olup, ona göre davranması gerektiği gerçeğini de hiç
unutmamalıyız. Bu dönem zoru başarabilen kirpilerin dönemi olacak.
-ALINTI-
Hasta bir kişiyi normal düzeylerde sağlıklı bir duruma getirmek, sosyal ilişkileri uygun
şekilde sürdürmek, bir iş yerinde üretime sürdürmeyi deneyimlemek yararlı şeylerdir ama
yaşamın dış ifadelerinin geçiciliğe tabi bir düzene değil, daha kalıcı, daha gerçek bir şeye
dayandırılması gerekir.
Ruhsal Farkındalık
İnsanın herhangi bir probleminin ruhsal farkındalığa yani bir tür neyin ne olduğunu
anlama haline dayanmayan çözümü; kalıcı bir temelden yoksun olacağı için, şartların
geçici olarak düzeltilmesinden ileri gidemez.
Ne türden olursa olsun tüm sorunların daha derin düzeylerinde yer alan, uyumsuzluk
oluşturan ve sürdüren sebepleri vardır. Bu sorunların tümüyle çözümlenmesi isteniyorsa,
derinlerde saklı bu nedenlerin yok edilmeleri gerekir. Böylece gelecekte benzer nitelikte
sorunlarla karşılaşılması sonucu da önlenmiş olur.
İkili İlişkiler
Toplumsal yaşamın gereği olarak başkalarıyla geçinmek için özellikle ikili ilişkilerde epey
tavizler veririz, fedakarlıklar yaparız, hele ailemizin ve toplumun ahengini bir dereceye
kadar korumak söz konusu ise: neyi neden yaptığımızın bilincinde olmalı, sonradan
yaptığımız seçimlerden tedirginlik duymamalıyız.
Mutlu insanlar daha açık, daha rahat, daha verici ve hayatla daha uyumludurlar. Hayat
sanki onlar için bir aynadır. Sevgi ve anlayış dolu yüreklerinin her yere yansıdığı bir
ayna… Mutsuz insanlar ise pek açık değillerdir, sık sık gergin olurlar, içe dönüklüğe
eğilimlidirler. Daha mutlu olmanın bir yolu hayata kendinden bir şeyler katmayı yani
vermeyi öğrenmektir. Yaşamın en pozitif ve doğal gayesi, kaynaktan almayı ve yaşamın
süreçlerine neşeyle katılarak kaynağa vermeyi öğrenmektir. Yaşama sevinci ve bereket,
‘özgürce akmak’ anlamına gelir.
Vermeyi Bilmek
İletişim Kolaylığı
İletişimin kolaylaşması için başta almak için vermek yararlı olabilir. Fakat gerçek iletişim
için vermenin daha yüksek düzeyli yolu, sahip olduğumuz için vermektir… Özümüzün
sonsuz olduğunu hissettiğimizde verirken fakirleşmediğimizi tersine ana kaynaktan
beslenip daha da zenginleştiğimizi hissetmemek mümkün değildir… Bir şeye şuurumuzda
‘sahip olursak’ onu neşe, mutluluk, canlılık ve vericilik olarak dışarıya yansıtmamız çok
kolaylaşır. Eğer verme alışkanlığımız yoksa, başlamanın en iyi yolu bir tür iyilik yapma ve
verme programı tasarlamak ve bunu titizlikle hayata geçirmektir. Maddi gelirimiz yeterli
seviyede ise bunun bir kısmını düzenli olarak hayır işlerine kanalize ettiğimizde elde
ettiğimiz kendimizi olumlama duygusunun yerini tutabilecek başka hiçbir his yoktur.
Gülümse
-ALINTI-
İletişim kurmakta zorluk çeken insanları uzmanlar,“Zor İnsanlar” olarak adlandırılıyor. Zor
insanlar, toplumdan topluma, kişiden kişiye göre farklı olarak tanımlansa da temelde
benzer davranışlar gösteriyorlar.
Pek çok kişi çevresindeki zor insanlardan şikayet eder. Evde, işte, okulda kısacası her
ortamda bir zor insan bulunur. Oysa aslında “zor insan” diye bir şey yok. Zorlayıcı
davranışlar var. Ve maalesef bazı insanlar sürekli bu şekilde bir davranış içinde
bulunuyorlar.
“Coping With Difficult People / Zor İnsanlarla Başa Çıkmak” kitabının yazarı Robert M.
Bramson bazı insanların neden farklı tavırlar sergilediklerini şöyle açıklıyor:
Her zor insan birbiriyle aynı davranışları sergilemez. Bazı zor insanlar sürekli konuşup hiç
dinlemezken, diğerleri de hep son sözü söylemeyi tercih eder. Kimisi sürekli sizi eleştirir.
Bazısı sessiz, bazısı agresif olabilir. Bu noktada Acıbadem Sağlık Grubu Psikiyatri Uzmanı
Doç. Dr. Kültegin Ögel zor insanların davranışlarını şu şekilde belirtiyor:
- Yanlışını olgunlukla kabul edemeyen, sürekli açıklama yapıp kendisini temize çıkarmak
isteyenler
- İşleri karıştıranlar
- Empati kuramayanlar
Zor insanların özelliklerini daha da artırmak mümkün. Ancak tüm bu özellikler ışığında zor
insanları ve onlara 5 ana başlık altında toplamak mümkün.
Agresif İnsanlar: Saldırgan davranışlar içinde bulunan bu sakin bir şekilde kendinizi
ifade edin ve size yönelik saldırgan tavırlara kendinizden emin bir şekilde karşılık verin.
Her Şeyi Bilenler: Bu kişilerle savaşırken iyi hazırlanmak gerekir. Asla meydan
okumayın. Aksine yeteneklerini övün. Gerektiğinde yanlışlarını ortya çıkaracak sorular
sormaktan çekinmeyin.
Mağdurlar: İyi dinleyin ve onu anladığınızı gösterin. Soruna odaklanarak onu değişim
için motive edin.
Pek çok insanın öncelikli hayalleri arasında mutlu ve sağlıklı bir birlikteliğe sahip olmak
var. Ünlü psikolog, yazar ve sosyal bilimci David Niven, son kitabı ?The 100 Simple
Secrets of Great Relationships?te (İnsan İlişkilerinin 100 Sırrı) mükemmel bir ilişkiye
ulaşmanın sırlarını anlattı. Marie Claire dergisi bu özel sırları derledi… Yaptığı araştırmalar
sebebiyle Ohio Devlet Üniversitesi ve Harvard Üniversitesi tarafından birçok kez ödüle
layık görülen ünlü yazar David Niven mutlu ailelerin, sağlıklı ve başarılı bireylerin 100
sırrından sonra "İnsan İlişkilerinin 100 Sırrı" isimli eseriyle mutlu ve sağlıklı bir birlikteliğe
giden yolda, atılması gereken adımları okuyucularıyla paylaşıyor.
KIYASLAMA YAPMAYIN
Yazara göre her ne kadar hikayelerde yaşanan büyük aşkları yaşamayı beklemesek de
içten içe bunun hayalini kuruyoruz. Niven'a göre yapmamız gereken hayalini kurduğumuz
büyüyü sevgilinize karşı duyduğunuz sevgide görmek ve masallarda yaşanan şeylerin
beklentisi içine girmemek.
Kişilerin evlenmeye ve çocuk doğurmaya karar verdiği yaş dilimi son yüzyılda, her on
senede bir artıyor. Yazara göre bu durumun maddi baskılar ve bağımsızlığını ilan etmek
gibi pek çok sebebi var. Acele etmenize gerek yok. Çünkü ilişkiler birinci gelenin
ödüllendirildiği birer yarış değil. Kitapta yer alan araştırma, geç yaşta evlenmenin ne
yaşam, ne de yaşanan ilişki üzerinde olumsuz etkisi olmadığı kanıtlanıyor.
Yazara göre bir ilişkide iyi bir mizah anlayışına sahip olmanın ortalama bir günü daha
eğlenceli kılmaya ve kötü bir günün yükünü azaltmaya yararı olur. Yazar; bu mizah
anlayışının pozitif bir yönü olması gerektiğinin altını çiziyor. Çünkü negatif espriler sadece
tansiyonu artırır.
KALİTELİ ZAMAN
Eğer beraber en çok zaman geçirmek istediğimiz insanı bulmuşsak neden onunla
mümkün olan en kaliteli zamanı birlikte geçirmeyelim ki! Çünkü ilişkiler beraber geçirilen
zamanın miktarı ile değil kalitesi ile gelişir!
GELECEK ÖNEMLİ
Yazara göre bazı insanlar ilişkilerinin başarılı bir geçmişi varsa o zaman yapılması gereken
her şeyin başarılmış olduğunu düşünme yanılgısı içine giriyor. Oysa ilişki geçmişe değil,
geleceğe doğru kurulur.
Bir ilişkinin mutlu ya da mutsuz olduğunu düşünün. Eşlerin birbirleri ile nasıl iletişim
sağladıkları çok önemli. Yazara göre sağlıklı bir ilişki içerisindeki çiftler, iyi ya da kötü her
ne yaşıyorlarsa bunu partnerleri ile paylaşıyor: “Hiçbir şeyi içinizde tutmayın! Çünkü kendi
gerçekliğinizi paylaştığınız zaman hayatınızı da paylaşmış olacaksınız ve bu süreçte
partneriniz ile aranızda oluşacak olan bağ her şeyin üstesinden gelmenizde size yardımcı
olacaktır!”
Biriyle seneler boyu süren bir araba yolculuğuna çıkacağınızı farz edin! Bu sürede bu
kişiye son derece yakın olacaksınız. Bu yüzden söz konusu kişinin aynı zamanda
arkadaşınız olmasını da istersiniz. İlişkiyi sürdüren geçici heyecan ya da zevklerden çok
arkadaşlık, karşılıklı saygı, hayranlık ve alaka olacaktır. Uzun vadeli ilişkiler gelişimlerini
ve yaşamda kalmalarını sağlam bir arkadaşlık temeline borçludur!
İnsanlar, sevgi dolu ilişkilere gereksinim duyar. Hepimiz yakın sosyal ilişkilerden fayda
görürüz. Ancak genelimiz bir ilişkinin bizi tamamlayacağına, yaşamımızdaki boşlukları
dolduracağına inanırız! Halbuki gerçekte kim olduğunuzla ilgili olarak mutlu değilseniz, bir
ilişki bu durumu değiştirmeyecektir! Bu, sağlıklı bir ilişki sürdürmenizi de zorlaştıracaktır!
Hayalimizdeki partner varlıklı biri olabilir. Ancak varlıklı kişi ile bir ilişki yaşamaya
başladıktan sonra paranın önemi ilişkinizi değerlendirirken etkisiz bir hale gelecektir!
Kitapta yer alan araştırma neticesine göre, yalnızca gelirin veri olarak alındığı bir ilişkinin
başarısı ile ilgili bir tahmin yapmak imkansız! Çünkü servet bir ilişkinin uzunluğu ve
tatminlik derecesi üzerinde bağlantısız!
ONU ÖNEMSEYİN
Fikir, zevk ve tercihlerinizin mükemmel bir uyumla buluştuğu bir ilişkiyi ne yazık ki
yaşayamayacaksınız! Niven; bu boş fanteziyi tercih etmemenizde de ısrarcı… Zıtlıkların
daima ilişkiyi canlı tuttuğunu, rehavet hissinden uzaklaştırdığını ve birey olarak gelişimi
artırdığını savunuyor. İlişkinizdeki zor zamanlarda sizin için en önemli olanın ne olduğunu
karşı tarafa göstermelisiniz! Farklılıklara rağmen ona değer verdiğinizi göstermeniz;
sağlıklı bir ilişkinin temelini oluşturur.
SORGULAMAYI BIRAKIN
Çoğumuz birlikte olduğumuz kişinin geçmişini merak ederiz. Özellikle ciddi ilişkilerini.
Uzun sürede endişe, kıyaslama ve eninde sonunda kavga ortamı oluşturacaktır. Siz;
birlikte olduğunuz kişinin geçmişteki partnerleri ile bir yarışma içerisinde değilsiniz.
KENDİNİZE İNANIN
İlişki bir gereksinim değildir. Özde; sağlığınız ve mutluluğunuz için bir ilişkiye ihtiyacınız
yok. Yaşadığınız ilişki belki de hayatınızın önemli bir kısmını teşkil edebilir, ama siz
hayatta kalmak ve gelişmek için gerekli olanlara zaten sahipsiniz! İçinde bulunduğunuz
durum her ne olursa olsun; kendinize inanın ve önce tek başınıza ayakta durabildiğiniz
gerçeğini kabul edin.
Kendi ayakları üzerinde duran, ne istediğini bilen bir kadın olmanıza rağmen; benliğinizi
doğru şekilde yansıtmanız kimi zaman mümkün olmayabilir. Fobiler ilişkileri olumsuz
yönde etkileyebilen nedenler arasında. O gerçekte nasıl biri, geçmişte yaşadıklarımızın
yine yaşayacak mısınız, sizden nasıl bir birliktelik bekliyor, bencil mi, sorumsuz mu? Bu
gibi sorular; her kadının hayatının bir döneminde zihnine üşüşebilir. Oysa; olumsuz bir
durum ile karşılaşacağınızda ilişkinizi sorgulamaktan vazgeçmeniz gerekiyor.
Acılarınızı unutmalısınız!
Kırıldınız ve sonra sizden özür dilendi. Çok acı çektiniz ama karşı tarafı affetmeye karar
verdiniz! Ancak içinizdeki acı hemen ortadan kaybolmuyor ve hissettiğiniz bu acının
travmasını içinizde taşıyorsunuz. Ama bu acıyı geride bırakabilmeyi öğrenmelisiniz! Çünkü
acıyı içinizde tutmanız, yaranın taze kalmasına neden olur.
-ALINTI-
* Argo kullanmamaya dikkat gösterin. Özellikle teknik terimlere ve mesleki dile günlük
konuşmanızda kesinlikle yer vermeyin. Bunlar karşınızdakine ?Ben anlatıyorum,
anlayamamak senin problemin? demek anlamına gelir.
* Konuşurken olumsuz önermelere yer vermeyin. Pozitif olun. Hani şu bardağın yarısının
dolu ya da boş olması gibi. Doluyu kullanın.
* Düşük cümle kurmayın. İmla kurallarına uyduğunuz sürece düzgün anlatım yaparsınız.
-ALINTI-
Takım olmak insanları tek tek “ben” olmaktansa “biz” olmaya yönelten yaratıcı
yeteneklerin ve düşüncelerin bir araya gelmesine ve çoğalmasına imkan tanıyan, atılan
adımlara biz olmanın güvenini veren bir tutumdur. Bazı ekipler büyük bir uyum içinde
takım kimyasına sahipken bazıları da bir türlü bu sihri oluşturamamaktadır. Yöneticilerin,
orkestra şeflerinin, generallerin, takım çalıştırıcılarının, müdürlerin çoğunlukla üzerine
odaklandıkları soru “ Bu özel kimyayı nasıl yakalayabiliriz?” olmuştur. Takım olmak aslında
bir yetenektir nitelikli çalışanlar ve başarılı bir liderden oluşan ekip, tarifi güç o ahengi
yakalayamadığı takdirde gerçek bir takım olamaz. Bu birliği sağlama sürecinde de sağlıklı
iletişimin yadsınamaz bir önemi vardır. Takımın üyeleri, iş için gerekli fonksiyonları
gerçekleştirecek çeşitli roller üstlenirler. Örneğin: Takım tarafından düzenlenen planı,
pratik olarak uygulanır hale getiren takımın aktivitelerinin organizasyonunu,
koordinasyonunu ve kontrolünü yapan takımın dış kaynaklarından fikirleri ve gerekli
bilgileri derleyen fikir ve stratejileri amaçlara ulaştıracak biçimde düzene sokan ve analiz
eden ekip üyeleri vardır. Farklı rollere sahip takım çalışanları aslında aynı amaca
yönelmişlerdir. Dolayısıyla aralarında bir uyum olması gerekir. Sağlıklı iletişimin önemi, bu
aşamada belirginleşir. İdeal bir takım, her üyenin kattığı yetenek ve bilgi açısından
çeşitlilik göstermelidir. Her şeyden önce takım lideriyle üyeleri arasında çift taraflı ve
kuvvetli bir bilgi akışı olması gerekir. Başarılı bir lider, düzenli olarak takım toplantıları
düzenler ve fikir birliği sağlayana kadar takımın tüm üyelerini tartışmaya çağırır.
Çatışmaları konuşmalarıyla yönlendirip hızlı bir şekilde çözüme ulaştırır. İletişim sorunları
takım içindeki statü farklılıklarından da kaynaklanabilir. Yalnızca emir vererek
organizasyondaki diğer üyelerin düşüncelerini almaktansa tek yönlü iletişimi tercih eden
liderler, ekip ruhunu oluşturmak yerine çalışanların şevkini de kırarlar. Ekip içi
iletişiminde, dışadönük insanların daha başarılı olduğu ancak çekingen yapılı takım
üyelerinin iletişim problemleri oluşturabileceği gözlemlenmiştir. Ancak bir ekipte çok fazla
dışa dönük ve konuşma canlısı insanın olması karışıklığa da neden olabilir. Kendi fikirlerini
anlatmak için birbirlerinin sözünü kesebilirler ki bu da iletişimde problem oluşturur. Pratik,
melankolik ve gerçekçi insanlar kolay organize olup fikirlerini rahat olarak açıklayabilirler.
Yaratıcı, yenilikçi, hipotetik insanlarsa karmaşık fikirlere sahiptir ve yaratıcı düşüncelerini
konuşmaya dökmekte zorlanabilirler. Akılcı ve kusursuz olmaya çalışan takım üyeleri
doğru bildiklerini hemen kelimelere dökerler ve hemen hüküm verirler. Sübjektif, oldukça
duygusal insanlarsa karşısındakinin duygularını incitmemek için bazen söylemeleri
gereken sözleri doğru aktaramayabilirler. Tüm bu kişilik farklılıkları da gözetildiğinde,
takım içinden etkin iletişimi sağlamak için, bazı dinleme ve kendini doğru ifade etme
teknikleri önerilmektedir. Organizasyon içindeyken kurulan cümlelere dikkat etmek
gerekir. Negatif anlam içeren cümleler, takım içinde olumsuz bir hava yaratabilir.” bu kez
nerde hata yaptık?…bu kimin hatası?… asla dinlemeyecekler… yine ne yaptıklarını gördün
mü?… gibi cümleler kurmaktan kaçınılmalıdır. (insan, insan ilişkileri, ilişki, insan
kaynakları, iletişim)Sağlıklı iletişimin yolu dinlemekten, etkili konuşmaktan, fiziksel olarak
doğru mesajları vermekten geçer. Dinlemek duymaktan daha hassas bir eylemdir.
Karşımızdakinin verdiği sözlü ya da sözsüz mesajlar bittiğinde bile devam eder. İfade
anında kullanılan mimikler, vurgular, hareketler de mesajla bir bütündür. Dinlerken
aslında hem ne söylendiğini hem de ne denmek istendiğini algılarız. Etkin bir dinleme
gerçekleşmesi için tam da bu aşamada dikkat edilmesi gerekenler noktalar şunlardır
—Dikkati konuşma yapan kişinin sözlü olduğu kadar beden diliyle de verdiği mesajlara
odaklanmalarını sağlamak.
—O an çevredeki dikkat dağıtıcı unsurları engellemek( örneğin açık olan radyonun sesini
kısmak)
—Eğer gerekliyse konuya açıklık getirmek için, sorulan sorularla detaya girilmesini
sağlamak Hatırlamak, dinlemenin en önemli aşamalarındandır. Sonradan hatırladıklarımız,
aslında o an söylenenler değil de, bizim önceden konuşmaya verdiğimiz anlamlardır.
Kısaca bize anlam ifade eden kısımları hatırlarız. Bundan dolayı yapılması gereken
—Daha sonra hatırlamanın kolay olması için mesajı hatırlamaya kolay hale getirecek
formda kısaltmak ancak önemli detayları es geçmemek.
-ALINTI-
Empati(Duygudaslik)
Her insan dünyaya, kendine özgü bir bakış açısıyla bakar; kendisini ve çevresini,
kendisine özgü bir şekilde algılar. Bir insanı anlamanın en iyi yolu dünyaya onun bakış
açısıyla bakılmasıdır. Bunun için kişinin rolüne girilerek onun yerine geçerek, olaylara
bakış açısı ve algılama şekli yakalanabilir.
Empati, bir insanın kendisini karşısındaki insanın yerine koyarak onun duygularını ve
fikirlerini doğru olarak anlamasıdır. Karşıdaki kişinin gözünden bakmak, onun ne
duyduğunu, ne hissettiğini, niçin öyle davrandığını, niçin öyle düşündüğünü anlayabilme
yetisidir.
-Bir insanın kendisini karşısındaki kişinin yerine koyarak, olaylara onun bakış açısıyla
bakmak,
-ALINTI-
7 saniye içinde işe girebilir misiniz? Eğer iyi bir etki bırakırsanız daha da çabuk
yapabilirsiniz. İlk izlenim 7 saniye içinde meydana gelir. İlk izleniminiz iyi değilse, ikinci
bir şansınızın olması çok güç. Fakat iyi bir izlenim bıraktıysanız, karşınızdaki sizi ve
tecrübelerinizi ciddiye alacaktır.
Kendi adınızdan kulağa daha hoş gelen başka bir şey yoktur. İlk 12 sözcüğünüzde ve ilk 7
saniye içinde görüşmecinin adını kullanmanız, ona değer verdiğiniz ve odaklandığınız
mesajını verecektir. İsmiyle çağrılmak kadar hiçbir şey insanların dikkatini çekmez.
Saçınıza dikkat edin
İnsanlar yüzünüzden hemen sonra ayaklarınıza dikkat eder. Ayakkabılarınız temiz değilse,
görüşmeci ayrıntılara önem vermediğinizi düşünecektir. Ayakkabılarınız boyanmış ve iş
ortamına uygun olmalı. Ayakkabınız kapıdan çıkarken giydiğiniz son şey olabilir ama
insanların ilk dikkat ettikleri şeylerden biridir
Hızlı yürüyün
Potansiyel işvereninizle tanıştığınızda, ilk yaptığınız elinizi uzatmaktır. Her iş adamı bilir ki
iyi bir tokalaşma kendinden emin yapılmalıdır. Ancak görüşmelerde genelde, insanlar
gevşek bir tokalaşma yaparlar. Eğer iyi bir başlangıç yapmak istiyorsanız, karşınızdakinin
elini tam olarak kavramalı ve kendinden emin bir şekilde ama hafifçe tokalaşmalısınız. Bu
şekilde iyi bir iş ilişkisinin başlangıcını gerçekleştirmiş olursunuz.
-ALINTI-
Mesajınızı karşı tarafa aktarmak için onların etkin bir şekilde sizi dinlemesini
sağlamalısınız. Gerçekten dinleyen insanların nasıl durduğunu hiç gözlemlediniz mi? Öne
eğilir, gözler konuşmacıya kilitlenir, beden dilleriyle onaylayıp söylenenlere tepki verir.
Peki ya gözleyemediğiniz kısım?
Duygusal tepkiler veriyorlar; iyi, kötü, nötr. Etkili imajlar ve öyküler, dinleyicilerinizin
modunu istediğiniz yöne çekecektir.
Hüküm veriyorlar. Hepimiz yapıyoruz. Her bilgi kırıntısı ve küçük işaretlere göre yargılama
yapıyoruz. Sunumunuzun en ince detayı bile dinleyicilerinizin siz ve söyledikleriniz
hakkında vereceği hükmü etkileyecektir.Dinleyiciler söylediklerinizi sizin konuştuğunuzdan
daha hızı işlemden geçirirler. Araştırmalar gösteriyor ki genelde insan konuşurken 1
dakikada 135 ila 150 kelime kullanırken, 400 ya da daha fazla kelime dinleyip bilgiyi
işlemden geçirebilirler. Bazı uzmanlar bu rakamın 1000 sözcüğe kadar varabileceğini
savunuyor. Buna duyduklarımızın yalnızca yüzde 25′ini akılda tuttuğumuz ve yüzde 75′ini
yitirdiğimiz gerçeği de eklenirse, vermeye çalıştığınız mesajı ciddi bir şekilde
etkileyebilecek bir iletişim dar boğazından söz ediyoruz demektir. Kariyer stratejisti
Mariette Edwards’a göre, siz konuşurken dinleyicileriniz farklı durumlar yaşıyorlar. İşte bu
durumlardan bazıları. Dinlemek isteyip istemediklerine karar veriyorlar. Fiziksel
görüntünüz, sunum materyalleriniz ve zamanlamanızla, hedef kitlenizin dikkatini
yükseltmesine çalışın. Kafalarını karıştıracak nedenler yaratmaktan kaçının.
Dikkatlerinin dağılmaması için savaşıyorlar ya da yenik düştüler bile. Her iyi dinleyicinin
bile kafası zaman zaman karışıp yoldan çıkabilir. Araştırmalar gösteriyor ki dinleyicilerin
konuya ilgisini korumak için, konuşmacı her 5-7 saniyede bir onların dikkatini
toparlayacak bir şey yapmalıdır.
Sizi takip ediyorlar ya da yok oldular. Dinleyicilerinizin sizi anlamasını ve takip etmesini
kolaylaştırmak için, konuşmanızı başlıklar, önemli noktalar ve fikirler biçiminde organize
edin. Her bölümü bitirdikten sonra başlıkları tekrarlayın ve birkaç iyi soruyla
karşınızdakilerin sizi anlayıp anlamadıklarını sınayın.
Mesajlarınıza açık ya da kapalılar. Beden dillerini izleyin. Size onlarla iyi bir bağlantı kurup
kuramadığınız konusunda bilgi verecektir.
Sonucu oluşturuyorlar. Belki de neticeye ulaşmaları için onlara verdiğiniz sunumdan çok
önce sonuca varmış olabilirler. Sizin istediğiniz sonuca varmaları için onlara yardımcı olun.
Bilgi güçtür. İnsanların nasıl dinlediği hakkında daha fazla bilgi sahibi oldukça,
konuşmalarınızda daha başarılı olacaksınız.
-ALINTI-
Bir tartışmadan en iyi neticeyi almanın tek yolu vardır, o da tartışmaktan kaçınmak, hem
de tıpkı çıngıraklı yılanlardan ya da deprem sırasında eski bir evde olmaktan kaçındığımız
gibi. Her on tartışmadan dokuzu sona erdiğinde, taraflar kendilerinin haklılığından
tartışmaya başlamadan önce olduklarından çok daha fazla emindir.
Tartışmalarda öfkelendiğimiz zaman, gerçek için değil, kendi hesabımıza çalışmaya
başlarız.
Thomas Carlyle
Eğer karşı çıkar ve tartışırsanız, bazen belli bir zafer kazanabilirsiniz, ama bu içi boş bir
zafer olacaktır, çünkü bu yolla karşındakinin sempatisini kesinlikle kazanamazsınız.
Haklı, hem de çok haklı olabilirsiniz, ama iş karşınızdakinin fikrini değiştirmeye gelince
büyük bir olasılıkla hiçbir şeyi değiştirmeyecektir. Bir yanlış anlamayı ortadan kaldırmanın
yolu da hiçbir zaman tartışmak değil, ancak ılımlılık, diplomasi ve karşınızdakinin bakış
açısını anlamaya istek duymaktır.
Mümkün olduğu kadar iyi bir noktaya gelmek isteyen hiç kimsenin, bireysel tatmine
ayıracak vakti yoktur. Üstelik öfkesini ve öz denetimini yitirmesinin oluşturacağı sonuçlar
da bu amaç için çok zararlıdır. Yolda bir köpekle karşılaştığınızda, önce geçmek için
ısırılmaktansa, ona yol vermek daha iyidir. Çünkü ısırılmanın acısını köpeği öldürmek bile
geçirmez.
Anlaşmazlıkları olumlu karşılayın ve sloganı hatırlayın: İki ortak her konuda anlaşıyorsa,
aralarından bir fazlalıktır. Eğer sizin düşünmediğiniz bir nokta varsa, dikkatinizin o nokta
üstüne çekilmesinden hoşnutluk duyun. Belki bu anlaşmazlık, size çok büyük bir yanlışı
daha yapmadan düzeltme fırsatı verecektir.
İçinizden gelen ilk tepkiye asla güvenmeyin. Bir anlaşmazlık durumunda ilk doğal tepki
her zaman savunmaya yöneliktir. Dikkatli olun ve ilk tepkinizi vermeden önce düşünün.
Düşünmemek yararınıza değil zararınıza olabilir. Öfkenizi kontrol edin. Unutmayın, bir
insanın değerini onu neyin öfkelendirdiğine bakarak anlayabilirsiniz.
Eğer senin aklın varsa, başka bir akıl sahibi ile dost ol da işlerini onunla danışarak yap.
Mevlana
Bir anlaşma noktası arayın. Karşınızdakinin sözlerini dinledikten sonra, önce aynı
düşüncede olduğunuz noktaları ele alın.
Dürüst olun, Hata yaptığınız yerleri arayın ve bulduğunuzda bunu itiraf edin. Hatalarınız
için özür dileyin. Bu karşınızdakinin silahlarını bırakmasını ve kendini savunmaktan
vazgeçmesini sağlayacaktır.
Harekete geçmeyi, her iki tarafa da problem üstüne düşünecek zaman bırakacak kadar
erteleyin. O gün ya da ertesi gün yeni bir toplantı yapmayı önerin. Bu toplantıya
hazırlanırken kendinize bazı sorular sorun:
Opera tenoru Jan Peerce, evliliği ellinci yılına yaklaşırken şöyle demişti: ‘ Karım ve ben
uzun süre önce bir anlaşma yaptık bu anlaşmaya birbirimize ne kadar kızarsak kızalım
uyduk. Birimiz bağırırken, diğeri dinlemek zorunda çünkü iki insan bağırdığı zaman ortada
iletişim kalmıyor ve sonuç sadece anlamsız bir gürültü oluyor.
-ALINTI-
4) Affedin.
5) Birlikte gülün.
8) Dinlemeyi öğrenin.
9) arkadasinizin iyi ve kotu gunlerinde yaninda olun.
19) iyi bir arkadas olmaniz icin cok ozel olmaniz gerekmez.
30) SIk SIk gulun;kaslari gergin tutmak onlari rahat birakmaktan daha zordur.
47) Arkadaslarinizi sahip olduklari seyler icin degil kendileri icin sevin.
49) Iyi bir arkadas siz yanlis yolda giderken sizi uyaracaktir.
68) Arkadaslariniza sarilin dokunun ,herkesin sicak bir kucaklamya ihtiyaci vardir.
-ALINTI-
Rağmen Sevebilmek...
Masumi Toyotome diye bir Japon yazmış bu yazıyı. “Dünyada sevilmek istemeyen kişi yok
gibidir diye başlıyor. Ama sevgi nedir?, nerede bulunur?, biliyor muyuz?” diye soruyor.
Sonra anlatmaya başlıyor... Sevgi üç çeşittir.
Birincinin ismi 'Eğer' türü sevgi. Belli beklentileri karşılarsak bize verilecek sevgiye bu adı
takmış yazar. Örnekler veriyor: eğer iyi olursan baban, annen seni sever. Eğer başarılı ve
önemli kişi olursan, seni severim.
Eğer eş olarak benim beklentilerimi karşılarsan seni severim. Toyotome en çok rastlanan
sevgi türü budur diyor. Karşılık bekleyen sevgi.
Yazara göre evliliklerin geneli 'Eğer' türü sevgi üzerine kurulduğu için hemen yıkılıyor.
Gençler birbirlerinin o anki gerçek hallerine değil, hayallerindeki abartılmış romantik
görüntüsüne aşık oluyor ve beklentilere düşüyorlar.
İkinci tür: 'Çünkü' türü sevgi... Toyotome bu tür sevgiyi şöyle tarif ediyor: Bu tür sevgide
kişi bir şey olduğu, bir şeye sahip olduğu ya da bir şey yaptığı için sevilir. Başka birinin
onu sevmesi, sahip olduğu bir niteliğe ya da koşula bağlıdır. Örnek mi? Seni seviyorum.
Çünkü çok güzelsin (Yakışıklısın). Seni seviyorum. Çünkü o kadar popüler, o kadar zengin,
o kadar ünlüsün ki. Seni seviyorum.
Biri dışa gösterdikleri öteki sadece kendilerinin bildiği. İnsanlar sandıkları kişi olmadığımızı
anlar ve bizi terk ederlerse korkusu buradan doğar. İkincisi de ya günün birinde
değişirsem ve insanlar beni sevmez olurlarsa endişesidir.
Japonya'da bir temizleyicide çalışan dünya güzeli kızın yüzü patlayan kazanla
parçalanmış. Yüzü fena halde çirkinleşince, nişanlısı nişana bozup onu terk etmiş. Daha
acısı ayni kentte oturan anne ve babası, hastaneye ziyarete bile gelmemişler, artık çirkin
olan kızlarını. Sahip olduğu sevgi, sahip olduğu güzellik temeli üstüne kurulmuş
olduğundan bir günde ölmüş. Güzellik gidince sevgi de kalmamış. Kız birkaç ay sonra
kahrından ölmüş...
Japon yazar toplumlardaki sevgilerin çoğu 'Çünkü' türündendir ve bu tür sevgi, kalıcılığı
konusunda insanı hep kuşkuya düşürür diyor. Peki o zaman, gerçek sevgi, güvenilecek
sevgi ne? Ve işte sevgilerin en gerçeği:
Bir şarta bağlı olmadığı için ve karşılığında bir şey beklenmediği için? Eğer türü sevgiden
farklı bu. Sevilen kişinin çekici bir niteliğine dayanıp böyle bir şeyin varlığını esas olarak
almadığı için Çünkü türü sevgi de değil.
Bu üçüncü tür sevgide, insan Bir şey olduğu için değil, Bir şey olmasına rağmen sevilir.
Esmeralda, Quasimodo'yu dünyanın en çirkin, en korkunç kamburu olmasına Rağmen
sever. Asil, yakışıklı, zengin delikanlı da Esmeralda'ya çingene olmasına rağmen tapar.
Kişi dünyanın en çirkin, en zavallı, en sefil insanı olabilir. Bunlara rağmen sevilebilir.
Her şeye rağmen sevmek... sevilmek ya da... Gerçekten de güzel ve özel... “Çünkü”ye ve
“Eğer”e gerek kalmadan...
-ALINTI-
1- Kabullenelim.
Kadınları Anlamak
Orta yaşı geçmiş adam ormanda yürüyüşe çıkmıştı. Sabahın erken saatiydi. Kimseler
yoktu. Birden bire karşısına bir cin çıktı. “Dile benden ne dilersen” dedi. “Sadece bir tek
şey” dile dedi. Adam düşündü ve Amerika’dan Asya’ya bir köprü istiyorum dedi. Cin
bunun çok zor olduğunu, yapamayacağını, başka bir şey istemesini söyledi. Adam
düşündü ve başka bir istek geldi aklına; “Bu yaşıma kadar kadınları hiç anlayamadım.
Bana onların sırrını verir misin?” dedi. Cin; “Sen köprüyü kaç şeritli istiyordun?”
Cin için bile Amerika’dan, Asya’ya köprü yapmak daha kolay gelmiş. Yeter ki kadınları
anlatmasın. Çünkü cin bile kadınları anlayamamış. Senelerdir duyarım kadınlar erkekleri,
erkekler de kadınları bir türlü anlayamadılar. Neyi niçin yaptıklarını bilemediler.
Son zamanlarda kadınlar ve erkekler ile ilgili çok yazı okudum. Son olarak da bir kitap
okudum. Kitabın adı; “Erkekler neden dinlemez & Kadınlar neden harita okuyamaz”
Kitabın yazarı; Allan & Barbara Pease Size bu kitaptan alıntılar yapmak istiyorum:
“Erkekler ve kadınlar birbirinden farklıdır. Birbirlerinden daha iyi ya da daha kötü değiller,
sadece farklılar.
1960’ların sonuna kadar, insan beyni konusunda birçok veri, savaş alanında ölen
askerlerden bulunuyordu ve üzerinde çalışılacak çok aday vardı. Problem, bunların
çoğunun erkek olmasıydı; kadın beyninin de aynı şekilde çalıştığı varsayılıyordu. Bugün
yapılan araştırmalar, kadın beyninin erkek beyninden çok farklı çalıştığını göstermektedir.
Cinsiyetler arasında yaşanan ilişkilerdeki problemlerin büyük bölümünün temeli burada
yatmaktadır. Kadın beyni erkek beyninden biraz daha küçüktür, ancak bu farkın kadın
beyninin performansını etkilemediği çalışmalar neticesinde ortaya çıkmıştır. 1997 yılında
Danimarkalı araştırmacı Berte Pakkenberg, ortalama olarak bir erkeğin beyin hücrelerinin
sayısının kadınınkilerden dört milyar fazla olduğunu, ancak genel zeka açısından
kadınların erkeklerden %3 üstün olduğunu ortaya koymuştur.
1995 yılında Yale Üniversitesi’nde Roris Bennett ve Sally Shaywitz öncülüğündeki bilim
adamları tarafından, erkekler ve kadınlar üzerinde testler uygulandı ve uyaklı kelimeler
konusunda beynin hangi tarafının kullanıldığını bulmaya çalıştılar. MRI yardımıyla, beynin
farklı bölümlerindeki kan dolaşımında küçük değişiklikleri buldular. Sonunda, erkeklerin
konuşma için beynin sol tarafını, kadınların ise her iki tarafı kullandığını kanıtladılar.
90’larda buna benzer birçok deney yapıldı ve hep aynı sonuçlar alındı. Erkek beyni ve
kadın beyni farklı çalışıyordu.
Son zamanlarda bu tür bilgileri birçok yerde okuyordum.. Ancak bu kitap bilimsel
boyuttaki incelemeleri anlatıyor. Artık erkek ve kadının birbirinden tamamen farklı
yaratılmış olduğuna inanmaktayım. Şimdi erkekleri daha iyi anlıyorum. İnternette dolaşan
yazılarda kadın ve erkek ilişkilerini karikatürize eden yazılar bile var. Şimdi ise biz
kadınların bazı davranışlarını erkeklerin dilinden okuyalım. Gülmemek elde değil :)
- 8 hafta süren baş ağrıları baş ağrısı olamaz, bir doktora gidin.
- “Beni seviyor musun?” diye sormayın. Emin olun ki sevmesek yanınızda bir saniye bile
durmayız.
- Bizden sizinle aynı üzüntüyü çekmemizi beklemeyin, o sizin kız arkadaşlarınızın işidir.
- Bir yere gittiğimizde, hangi giysiyi giyerseniz giyin, size çok yakışıyor, yemin ederiz. O
yüzden bir daha sormayın.
- Biz erkekler basitizdir. Örneğin sizden ekmeği getirmenizi istiyorsak, aslında ekmeği
getirmenizi istiyoruzdur. Bundan “ekmek masada değil” diye bir iğneleme yaptığımız
sonucunu çıkarmayın.
- Eğer 2 değişik biçimde anlayabileceğiniz bir şey söylemişsek ve bunlardan biri kötü ve
sizi üzecekse, kesinlikle öbür anlamında söylemişizdir, boşuna bizi sıkıntıya sokmayın.
- Eğer bir şey istiyorsanız sormanız yeterli. Bir şeyi açıklığa kavuşturalım. Biz erkekler
öyle farklı anlamlar taşıyan dolaylı soruları anlamayız. Ne istiyorsanız doğrudan söyleyin.
- En karmaşık durumda bile bizim için temel kural şudur. “En kolayını seç” Bizden
komplike şeyler beklemeyin.
- Erkekler en fazla 16 renk görürler. Örneğin, şampanya bir renk değil, bir içkidir.
- Ev işlerinden sonra yattığınız yerde sızıp kalıyor ve her türlü kur çabasına yorgunum
diyorsanız bu bizi bozar. Bir erkeğe temiz evden önce temiz bir eş ve hatta sadece bir eş
lazımdır. Temizlik bir temizlikçi tarafından da yapılabilir ama bazı şeyler temizlikçi ile
yapılmaz, yapılmamalı da.
- Size “neyiniz var? diye sorduğumuzda, “hiçbir şeyim yok” derseniz size inanırız, bizim
için olay bitmiştir. O yüzden bir şeyiniz varsa dorudan söyleyin sonra bizi anlayışsız
durumuna düşürmeyin.
Tanrı kadınları erkekler için, erkekleri de kadınlar için yarattığına göre birbirimizi tanıyarak
mutlu mutlu yaşamalıyız. Espriler bir yana dünya ne kadınlar ne de erkekler olmadan çok
anlamsız olurdu.
-ALINTI-
Başarılı insan ilişkileri, bir başkasına istediği bir şeyi vererek, karşılığında kendi istediğiniz
bir şeye sahip olmak demektir.
Diğer insanlarin istediği pek çok şey sizde fazlasıyla bulunmaktadir. Bunları diğer
insanlara şunun karsılığında size memnuniyetle başarı ve mutluluk sunacaklardır.
Başarılı insan ilişkilerinin anahtarı insan doğasını olabildiğince iyi öğrenmekle işe
başlamaktır. Neyle karşı karşıya olduğumuzu anlarsak onunla daha başarılı bir biçimde
mücadele edebiliriz.
Eğer diğer insanlarla başarılı ilişkiler kurmayı öğrenirseniz, tüm iş kollarında, kariyerde
uğraş alanlarında işin yüzde 85’ini, kişisel mutluluk yolunda da işin yüzde 99’unu
halletmiş olacağınız bilimsel çalışmalarla kanıtlanmış bir durumdur.
Psikologlar nevrozun, nevrotik kişilerce insanlarla iyi geçinebilmek üzere geliştirilmiş bir
tepkiler modeli olduğunu söylemektedirler.
Carnegie teknoloji enstitüsünde 10 bin kişiye ait veriler analiz edilerek, başarının yüzde
15’inin yapılan işle ilgili bilgi ve beceri geliştirmek çalışmalarına, yüzde 85’ininde kişilik
faktörlerine insanlarla başarılı ilişkiler kurmaya bağlı olduğu görülmüştür.
Dr. Albert Edward Wiggan’in araştırmasına göre bir yıl içinde işinden olan 4 bin kişiden
sadece yüzde 10’u yani 400 kişi verilen işi yapamadıkları için işten çıkarılmış, yüzde 90’ı
yani 3600 kişi ise diğer insanlarla başarılı ilişkiler kurma yetisi edinememiş olmaları
nedeniyle işine son verilmiştir.
Hangi sahada başarıya bakarsanız bakın, kesinlikle insanlarla iyi geçinme konusunda
uzmanlaşmış, diğer insanlarla ilişkilerde “şeytan tüyüne” sahip bir kadın veya erkek
görürsünüz.
Diğer insanlar size kaba davrandıkları, sizi hakir gördükleri “birinin size mantıksızca
davrandığı durumların yaklaşık yüzde 95’inde siz bunu hak etmişsinizdir. Aslında siz
davranışlarınızla ondan size kaba davranmasını istemekteydiniz.
Karşımızdaki kişinin ses tonunu kendi ses tonunuza bağlı olarak siz belirlersiniz.
Psikolojide sesinizi alçak tonda tutmakla kızgınlığınızın da önüne geçebileceğiniz
kanıtlanmıştır.
-ALINTI-
Dostluk İpi!
Genç adam iyi bir terziymiş. Bir dikiş makinası ve küçücük bir dükkanı varmış. Sabahlara
kadar çalışır ama pek az para kazanırmış. Çok soğuk bir kış gecesi dükkanı kapatırken
elektrik sobasını açık unutmuş ve çıkan yangın onun felaketi olmuş. Artık ne işi varmış ne
de parası. Günler boyu iş aramış ama bulamamış. Yük taşımış, bulaşıkçılık yapmış, yine
de evinin kirasını ödeyecek kadar para kazanamamış. Nihayetinde ev sahibinin de sabrı
taşınca, küçük bir bavula sığan eşyalarıyla sokakta bulmuş kendini. Mevsim kış, hava
ayaz olsa da genç adamın köşesindeki parktan başka gidecek yeri bulunmamaktaymış.
Bir sabah iş arayacak derman bulamamış bacaklarında. Açlıktan ve soğuktan bitkin bir
halde bankta otururken, kocaman bir araba yanaşmış kaldırıma. Arka kapıyı açmaya
çalışan şöförü kızgınlıkla yana itip arabadan inen yaşlı adam; “Yalnız bırakın beni, parkta
dolaşırsam belki sinirim geçer.” diye söylenmiş. Zengin bir işadamı olduğu her halinden
belli olan ihtiyar, birkaç adım attıktan sonra bankta titreyen terziyi görmüş. Terzi adamın
üzerindeki paltoya bakıyormuş dikkatle. Birden siniri geçiveren ihtiyar; “Zavallı adamcağız
kim bilir nasıl üşüyordur, ona nasıl yardım etsem acaba?” diye aklından geçirmeye
başlamış.
Oysa terzinin düşlediği paltonun sıcaklığı değilmiş. O, çok kalın ve kaliteli bir kumaştan
üretilen bu paltonun sahibine hiç yakışmadığını ve onun vücuduna uygun biçimde
dikilmediğini düşünüyormuş. Yaşlı işadamı terzinin yanına yaklaşıp; “Ne o evlat, bu
ayazda parkta donmuşsun. İstersen paltomu sana verebilirim” deyince; “Hayır teşekkür
ederim. Ben sadece bu paltonun size göre olmadığını düşünüyordum. Kumaş fazla kalın
ve sizi olduğunuzdan şişman göstermiş” diye cevap vermiş terzi. Yaşlı adam bu cevabı
alınca hayli şaşırmış. Çünkü o da üzerindeki paltoya onca para ödediği halde kendisine bir
türlü yakıştıramıyormuş. “Soğuktan titrerken nasıl böyle bir şeye dikkat edebiliyorsun?”
diye soran yaşlı adam; “Ben terziyim” cevabını alınca; “Benimle gel, hayat hikayeni yolda
anlatırsın.” diyerek arabaya bindirmiş bizim terziyi.
Bu karşılaşma, terzinin hayatındaki dönüm noktası olmuş. Böyle yetenekli bir insanın işsiz
ve evsiz kalmasına çok üzülen iyiliksever yaşlı adam, terziye bir dükkan açmasını
sağlayacak kadar para vermiş. Bunun karşılığında tek istediği kendi kıyafetlerini bu genç
adamın dikmesiymiş. Terzi yeniden bir işe hem de kendi işine başlamanın heyecanıyla
deliler gibi çalışmaya başlamış. Bu arada yaşlı işadamı da desteğini esirgemiyor, onu
kendi çevresinden zengin kişilerle tanıştırarak yeni siparişler almasını sağlıyormuş. Küçük
dükkan, önce kocaman bir modaevine dönüşmüş, sonra da pek çok ünlü marka için
üretim yapmaya başlamış. Terzi artık “ünlü işadamı” diye anılır olmuş.
Bir gün ihtiyar adam onu ziyarete gitmiş. Terzi çok büyük bir iş bağlantısı yapmak üzere
yurt dışına gidecekmiş ve uçağa yetişmesine az bir vakit varmış. Biraz sohbet ettikten
sonra yaşlı adam birden kötü olmuş. Yeni işadamımız ise büyük işi kaçırmak istemediği
için uçağa yetişmiş. Yaşlı adam krizi atlatmış ve uzun süre hastanede yatmış bir yandan
da sadece bir kez telefon ederek durumunu soran terziyi bekliyormuş. Fakat terzi daha
çok para kazanmak için oradan oraya koştururken bir türlü yaşlı adamı ziyaret edememiş.
Aradan o kadar uzun bir süre geçmiş ki bu sefer de utancından yaşlı adamın kapısını
çalamaz olmuş.
Bir süre sonra terzinin işleri yolunda gitmemeye başlamış. Fabrikalarını kapatmak
zorunda kalmış ve elinde kala kala yine küçücük bir dükkan kalmış. Utana sıkıla yaşlı
adama koşmuş hemen nerede yanlış yaptığını sormak için. Son derece kırgın olan ihtiyar
yine de onu kabul etmiş ama anlatacağı hikayeyi dinledikten sonra hemen çıkıp gitmesini
istemiş.
Başlamış anlatmaya; “Bir zamanlar fakir bir oduncu varmış. Ormandaki bir kulübede
yaşar ve odun keserek yaşamını kazanırmış. Bir gün kulübesinde yangın çıkmış ve bu
yangın bütün ormanı kül etmiş. O çevrede kimse ona güvenip iş vermeyince, çıkınını alan
oduncu, eşeğine binip yola koyulmuş. Ağaçların arasında yürürken birinin kendisine
seslendiğini duymuş. Başını kaldırınca konuşanın bir bülbül olduğunu görmüş. Bülbül ona;
“Senin durumuna çok üzüldüm, şimdi öyle bir büyü yapacağım ki, eşeğin çok güzel şarkı
söylemeye başlayacak. Sen de onunla gösteriler yapıp çok para kazanacaksın” demiş.
Gerçekten de eşek birbirinden güzel şarkılar söylemeye başlamış. Oduncu o şehir senin
bu kasaba benim dolaşıp eşeğine şarkı söyletiyor ve herkes onları izlemek için birbiriyle
yarışıyormuş. Oduncu ve şarkı söyleyen eşeği bütün ülküde ünlenmişler.
Bir gün yine bir gösteriye yetişmek için koştururken, bülbülün yardım isteyen sesini
işitmiş oduncu. Bir kedi bülbülü yakalamış ve yemek üzereymiş. Şöyle bir duraklamış ama
gösteriye gitmemeyi, onca parayı kaçırmayı göze alamamış. Arkasına bakmadan kaçmış
oradan. Gösteri başladığında ise eşeği her zamanki güzel şarkılar söylemek yerine sadece
bir eşeğin çıkarabileceği sesleri çıkarmış. Oduncu kendisini şarlatanlıkla suçlayan
izleyicilerin elinden canını zor kurtarmış. İşte o zaman bülbül ölünce büyünün
bozulduğunu anlamış. Ben de senin bülbülündüm ve sen beni öldürdün, büyü de o yüzden
bozuldu. Keşke güzel giysiler dikenden dostluk ipliğini koparmasaydın.”
Hikayeyi dinleyince hemen çekip gitmiş terzi, çünkü söyleyecek bir sözü yokmuş….”
Bu güzel hikayenin arkasından bir şeyler yazmaya gerek yok sanırım. Hepimizin başına
gelebilecek bir hikaye. Bülbülün ölmesine asla izin vermemeliyiz.
-ALINTI-
Arkadaş edinme birçok örnekte tesadüfen oluyor. Üniversiteye ya da liseye ilk gittiğimizde
aynı sırada oturduğumuz, ilk tanıştığımız kişi arkadaşımız oluyor. Ya da okula giderken
yolda beraber yürüdüğümüz kişi arkadaşımız oluyor. Askerde koğuşta ranzada yatan kişi
arkadaşımız oluyor. Bu ve benzeri durumları birçok kişi yaşıyor. Özetle arkadaşlarımızı
seçmiyoruz; arkadaşlarımız yanımıza yakınımıza düşen kişilerin arasından oluyor.
Yakın arkadaşlarımız bunalımlı tiplerse bizi de bunalıma sokuyorlar. Eğer kitap okumayı
seviyorlarsa biz de kitap okumayı seviyoruz. Sinemayla haşır neşir oluyorlarsa biz de
sinemayla ilgileniyoruz. Devamlı futbol konuşuyorlarsa biz de futbol konuşuyoruz. Hani
insan ne yerse odur derler ya, arkadaşımız kimse biz de biraz ona benziyoruz. Bir de kara
delikler var. Onlardan uzak durmak gerekiyor. Sürekli eleştiriyor ve bütün enerjimizi
emerek bitiriyorlar.
Arkadaş olarak seçeceğimiz kişi de benzer özellikleri taşımalı. Yani sözünün eri, ilgili,
bilgili ve hareketli bir insan olmalı. Kara delik olmamalı. Şimdi diyelim ki etrafımızda böyle
bir insan var. Tanımıyorsak gidip tanışmalı. Tanışmak için bir sürü yöntem var. Zamanı
olup olmadığını sorup bir konuda fikrini sorup bir sohbet başlatabiliriz. Artık kişiyi
tanıyorsak, arkadaşlığımızı ilerletmek için onu bir yerlere davet edebiliriz. Yürüyüş
yapmaya, eve sohbet etmeye, bir sergiyi gezmeye ya da başka bir etkinliğe. Diyelim ki,
sizi geri çevirdi. Vazgeçmeyin değerli bir arkadaş adayı çok bulunmuyor. Başka bir fırsatta
yeniden çağırın. Yine olmazsa bir daha çağırın. Benim bu konuda yaptığım davetlerin bir
sayısı var. Kişiyi gerçekten değerli buluyorsam 10 kez arayarak davet ediyorum. Belki ilk
defasında çekinip reddetmiş olabilir ya da zamanı olmamış olabilir ya da başka bir şey.
Geçen yıllar içinde 35 kadar çok yakın arkadaş edindim. Hemen her dönemde aktif olarak
zamanımı, düşüncelerimi paylaştığım iki-üç yakın arkadaşım olmuştur. Ama değişik
nedenlerle de araya şehirler, ülkeler girince eski arkadaşlarımın yerini yeni arkadaşlarım
aldı. Eskileri şu ya da bu nedenle hayatımdan uzaklaşırken içim burulmadı / hiç
üzülmedim değil. Ama hayatımdan çıkan her insan, yeni bir hediyenin / yeni bir arkadaşın
habercisi oldu. Eski / yeni bütün arkadaşlarımla görüşüyorum. Hepsi bana ayrı
zenginlikler kattı, atmaya da devam ediyor.
Arkadaş olmaya değecek bir insan olmanız ve yeni arkadaşlar edinecek cesaretinizin
olması dileğiyle.
-ALINTI-
Duyguları Kontrol Altına Alma
İlkokulda bir kızı sevdim, kaç sene “aman duyarlar da alay konusu olurum!” korkusu ile
değil kıza açılmak, suratına doyasıya bakamadım bile.
Kolay değil, 12-13 yaşındasınız, önünüze çıkan hemen her aile büyüğü erkek önce
ağzınızı arıyor, siz saf saf anlatıyorsunuz. Sonra da yaptığınızın ne kadar günah olduğunu,
yaptığınızdan vazgeçmezseniz cehennemde cayır cayır yanacağınızı ağzından sular
akıtarak anlatıyor.
Yok aile büyüğü dine o kadar düşkün değilse, bu sefer “laik korkutma” devreye giriyor.
Laik vaiz bu kez de sık sık kendini boşaltanların kaçının veremden öldüğünü, kaçının kör,
kaçının sağır olduğunu anlatıyor.
Ama bir aile büyüğü çıkıp da vücudun doğal yollardan ürettiği bu maddeyi vücuttan nasıl
atacağınızı anlatmıyor.
Siz de ona “amca peki siz zamanında durum ile nasıl baş ediyordunuz?”, diye
soramıyorsunuz.
Benim dönemimin erkeklerin cinsel yaşamının çok sağlıklı olması pek zorunlu değildir.
Az gelişmiş mantığa göre bazı duygular insanın içine adeta bomba olarak konmuştur, siz
pimi çekerseniz bütün düzen bozulur. Siz de; ama bu dünyada, ama öteki dünyada
cezasını çekersiniz.
Eğer ufak bir kasabada genç kız veya dul kadınsanız “mahalle baskısı” nedir, o zaman çok
iyi anlarsınız.
Bir yandan bazı duyguların insanın içini kavurması, öte yanda onları yok sayma baskısı
veya duyguları koyverirseniz alacağınız sosyal ceza!
Mutlaka her duygu uluorta ifade edilmez, her türlü ihtiyaç uluorta giderilmez.
Her şeyin bir adabı vardır. Bazı duygular ise yok edilmeye mahkumdur.
Ama hiç işemezseniz fiziken hasta olur, kızgınlığınızı hiç ifade edemezseniz ruhen
bitersiniz.
Çocukluğumda, neden olduğunu dahi bilmeden, canımı sıkan bir olayın ardından
dakikalarca bir topa onu duvara çarptırarak hırsla vurduğumu anımsarım.
Bir kere erkeklere uygulanan tabular sayıca daha az, yaptırımı daha zayıf.
Hislerini daha kolay ifade ettiği veya bir nebze olsun yaşadığı için o seviyede dahi özgür
olmayan hemcinsleri tarafından nefretle yad edilen kadınlar bilirim.
Duygular ile baş etmenin kılavuzu tektir. Duygularınız ile örf ve adetler çatıştığında
Kuran’da bir kaç kez geçen bir söze kulak vereceksiniz. Kuran’a göre Allah ahlaklı ve iyi
insan olmanın yollarını anlatırken sık sık da “Kulum sana bir de akıl verdim!”, diyerek onu
akıl kullanmaya çağırıyor.
-ALINTI-
Etkili İletişim (İnsan İlişkileri) İNSAN İLİŞKİLERİ İçeriği ne olursa olsun, bir
sorunu çözmek için insanların düşünce alışverişinde bulunmaları, yani iletişim kurmaları
gerekir. Demokratik toplum yaratabilmek için, önce bireylerin kendi günlük yaşamlarında,
diğer kişilerin görüşlerine saygılı ve hoşgörülü olmayı öğrenmeleri gerekir. Etkili İletişim
(İnsan İlişkileri) İnsanlar arasındaki ilişkiler, iletişim yoluyla kurulur. İnsanlar düşünce,
duygu ve isteklerini sözel ve sözel olmayan çeşitli iletilerle birbirlerine duyururlar. Karşılıklı
iletişim, karşılıklı etkileşime yol açar. Kendimize yöneltilen bir iletiyi tam ve yüzde yüz
doğru bir biçimde anlamak, hemen hemen olanaksızdır. Aynı şekilde, bir iletiyi
başkalarına tam olarak aktarmak da son derece güçtür. Böylece, iletişim çoğu kez eksik
kalır, çarpıtılır ya da yanlış anlaşılır. Bu durumda kişisel ya da toplumsal düzeyde bir takım
iletişim arızalarına yol açabilir İletişim sorunlarını çözmeden, doyumlu bir yaşam
sürdürmek olanaksızdır. Sağlıklı bir kişiliğin yanı sıra iletişim becerilerini de geliştirmek
gerekir. Ancak, iletişim bilgi ve becerinin arkasında gönül zenginliği, sevgi, anlayış ve
hoşgörü yoksa her türlü iletişim becerisi yalın ve anlamsız bir alıştırmadan öteye
gidemez. İletişim, kişiler arasında yer alan düşünce ve duygu alışverişini dile getiren bir
kavramdır. Başka bir deyişle, anlamları ortak duruma getirmektir. İnsan ilişkilerinin
olumlu yönde düzenlenebilmesi için: 1. İnsanlara ve onların geleceğine ilgi gösterme ,
ilişkilerin düzeyini yükseltir. 2. Saygılı, kibar, gücendirmeden davranma ve anlayışlı
olabilme, ilişkilerde başarı şansını artırır. 3. İnsanların görüşlerine, zevklerine hoşgörüyle
yaklaşmak ilişkilerin kalitesini yükseltir. 4. Üzerinde düşünülen bir konu hakkında geniş
görüşlü olabilmek, ilişkilerin düzenlenmesine katkı sağlar. 5. Olaylar hakkında,
düşünmeden, incelemeden, anlık karar vermekten sakınmak, insan ilişkilerinin
yönlendirilmesine yardım sağlar. 6. Denge, denetim, incelik ve duygusal kararlılık,
rahatsızlık yaratıcı durumları denetim altına almayı kolaylaştırır. 7. Duruma ve koşullara
göre giyinme, dengeli ilişkilerin kurulup sürdürülmesine katkı sağlar. Kişisel etkiyi
geliştirmek için gereken, insan ilişkileri ile ilgili dokuz temel ve güçlü beceri şunlardır: 1.
Kişisel ahlâk, 2. Kendini değişen koşullara uydurmak, 3. Başkalarının algılamalarına
duyarlı olmak, 4. Başkalarının inanç ve güvenini kazanmak, 5. Karşılıklı iletişim, 6.
İnsanları inanırlılıkla ikna etmek, 7. Tarafsız bakış açısı (Nesnellik), 8. Girişim başlatmak
(İnisiyatif), 9. Öz disiplin. a) Bireyin Kendini Tanıması • İnsan, kendi sorunlarıyla baş
edebilir ve kararlarını kendi uygulayabilirse, kendini daha güçlü hisseder. • İnsan, dış
etmenler tarafından engellenmedikçe kendi yönünü seçebilme yeteneğine sahip olan bir
varlıktır. • Kendini iyi tanıyan insan, kendini daha çok kabul ettiren insandır. • Kendini
tanıyan kimse, gerçek duygu ve düşüncelerinin farkındadır. İnsanın kendini tanıyabilmesi,
kendi gücünü keşfetmesine bağlıdır; Bunun için: 1. İnsan yaşantısını ve yaşantısındaki
değişimi gerçekleştirecek gücü kendi denetimi altında tutmalıdır. Bunun için kendine
yeteri kadar özgüveni olmalıdır. 2. Sorumluluk bir başkasına ya da yaşam tarzına
devredilmemelidir. 3. Hızlı bir şekilde öğrenmeye ve çevrede olup bitenleri anlamaya
çalışılmalıdır. 4. Gerilim denetim altına alınmalıdır. Aşırı baskı altında kalmak kadar,
tümüyle stressiz olmak da sakıncalıdır. 5. Aşağılık duyguları içinde, insan, kendi gücünü
aşan girişimlerde bulunmamalıdır. 6. Değiştirilemeyecek koşullar belirlendikten sonra,
yaşantının geri kalan kısmı, insanın kendi kararları doğrultusunda şekillendirilmelidir. 7.
Değişim isteğine karşı koyan, eskisi gibi davranma, “statükoculuk”, davranışının yenilmesi
gerekir. 8. İnsanın haklılığını savunacak sözü olmalıdır. Bu, korkaklıkla (pasiflik)
saldırganlık arasında bir yerdir. Bunun yeri doğru belirlenmelidir . 9. İnsan olaylar
karşısında soğukkanlı olmalıdır. “Deveyi yardan uçuran bir tutam ottur.”ya da “öfkeyle
kalkan, zararla oturur.” özdeyişleri unutulmamalıdır. 10. Davranışların sözler kadar etkili
olduğu, beden dili kullanılarak gösterilmelidir. 11. İnsan ilişkilerinde, iyi olan bütün gücün
gösterilmesi gerekir. 12. Yaşamak için bir amaç edinmek, değişiklik yapma sorumluluğunu
sürekli duymakla olacaktır. İnsan ilişkilerinin olumlu yönde gelişebilmesi için, Carl
Rogers’a göre: • “Karşılıklı saygı • Empatik bir yaklaşım • Kişinin kendisi gibi olması”
gerekmektedir. 1. Karşılıklı Saygı: Karşısındakilerle ilişkide bulunan kişi, bu kim olursa
olsun hoşgörüyle kabul edilmelidir. Kişilere saygı ile yaklaşmak, arada daha derin ve
olumlu bir ilişki kurulabilmesine olanak sağlar. İnsana, saygın bir kişi olarak davranılması,
insanın en büyük beklentilerinden birisidir. 2. Empatik Bir Yaklaşım: Diğer insanın
duygularının yoğunluğunu anlatım, algılama ve anlama yeteneğidir. Karşımızdaki kişinin
gözünü alıp kendi gözümüz yerine koymak demektir. Empati, olayların başkasının
gözünden, onun duyguları ve olaya yüklediği anlamlar ile görebilmektedir. Empatik
anlayış göstermek kolay değildir. Karşımızdaki kişiyi yargılamadan onun sorununu onun
bakış açısıyla görmek kendi görüş açımızın da değişmesi riskini beraberinde getirir.
İnsanları ne kadar anlayışla dinlersek, kendi görüşlerimizin değişmesi pahasına bile olsa,
dıştan bakışa göre, iç yaşantımız zenginleşir, hoşgörümüz artar. İnsanlara saygı duymak,
onlara karşı dürüst olmak ve onları empatik bir anlayışla dinlemek, insan ilişkilerini
düzelten en güvenilir etmenlerdir. Bunun yardımıyla, başkalarını yargılama eğilimimizden
kurtulabiliriz. 3. Kişinin Kendisi Gibi Olması: İnsanlara karşı açık ve berrak olmak; içi-dışı
ve özü-sözü bir olmaktır. Dürüstlük, içtenlik ve doğruluk anlamına gelmektedir. Yani,
içimizden geçenleri doğru olarak algılamak, öz benliğimizle ilişki içinde olmak, yaşadığımız
duyguların farkında olmak ve bu duygularımızı, uygunsa karşımızdaki kimselere aktarmak
demektir. Saydam olan kişinin öfkesi, sevinci ve kaygısı sözlerinde ve mimiklerindedir.
Özü-sözü bir olan insanla daha rahat yaşanır. Bir insan ne kadar uyumlu olur ise, ne
kadar özü-sözü bir ise, ne kadar özentisiz ve yapmacıksız ise, onunla o kadar rahat ve
olumlu bir ilişki kurulur. Başka insanlarla iyi bir iletişim kurup kuramadığınızı anlayabilmek
için, kendinizi o insanlara ne ölçüde gösterdiğinizi bilmeniz gerekir. Kendinizi ne ölçüde
dışarıya gösterdiğinizi ortaya koyabilmek için Kendini Tanımak gerekir. b. Bireyin Çevreyi
Tanıması Kendini tanıyan kimse, dış dünyadaki olayların ve iç dünyasında oluşan
yaşantıların çoğu kez farkındadır. Bu tür biri, çevresindeki kişilerin kendini nasıl
etkilediğinin farkında olduğu kadar, kendisinin çevresindekileri nasıl etkilediğini de bilir.
Böylece kendi yaşamını yönetebilme olanağına kavuşmuş olur. İnsanın iç dünyasını
tanıyabilmesi için, dış dünyayı, bilinmesi gereken bir alan olarak algılaması gerekir. Diğer
bir deyişle, kendi varoluşunu ve dış dünya gerçeklerini karşılıklı etkileşim durumunda olan
bir süreç olarak görmek gerekmektedir. Başka insanların gerçeklerini anlamaya çalışmak
yerine, yalnızca kendi gerçeklerine göre yargılamaya kalkışmak, etkin olmayı engeller ve
yalnızlığa yol açar. Kişinin temel gereksinimlerini sağlayan doğal çevre, nasıl yaşamsal bir
önem taşıyorsa, bireyin kendine özgü kişiliğinin gelişmesinde ve sağlıklı bir ruhsal yapıya
kavuşmasında toplumsal çevre de bu ölçüde etkilidir. İnsanın çevreyi tanıyabilmesi ancak
çevreden gelen etkilerin beyinde duyulmasıyla olasıdır. Çeşitli çevresel etkiler, duyu
organları aracılığıyla alınır. Çevreden organizmayı etkileyen herhangi bir güce uyaran
denir. Uyaranın beyine ulaşması ise duyum dur. Duyu organlarıyla çevreyi incelemeye
gözlem denir. Gözlemde dikkat ve algılama evreleri vardır. Dikkat, psikofizik gücü,
çevremizde ya da içimizde bir nokta üzerinde toplanma yetisidir. Algılamada duyu
organlarının aracılığı ile beyne iletilen uyarımlar kümelenip, yorumlanır. İnsan ilişkileri,
insanın ürettiği mal, hizmet ve düşünce ile birlikte bulunması zorunlu bir insan ürünü
olduğuna göre; sistem yaklaşımı ile irdelenebilir. Bu irdelemede, insan ilişkilerinin, birlikte
bulunduğu öteki üç üründen soyutlanması gerekmektedir. Soyutlama ilişkilerin
tanınmasını kolaylaştırmak için yapıldığından yapaydır. Yoksa, insan ilişkileri, insanın bir
mal, hizmet ya da düşünce üretimi olmadan, başka bir deyişle, bir gereksinmesini
doyurma eylemi olmadan ortaya çıkamaz. İlişkilerin oluşturduğu sistem insan bedenidir.
İnsan, bir sistem olarak, birbirlerine dayanan ve birbirlerini düzenli biçimde etkileyen
parçalardan (alt sistemlerden) oluşan amaçlı bir bütündür. Yine insanın, sistem olarak iki
amacı vardır; Birinci amacı, çevresinden girdiler alarak kendini yaşatmak ve
geliştirmektir. İkinci amacı ise, çevresine çıktılar sunmaktır. Bu çıktılar yukarıda sözü
edildiği gibi mal, hizmet, düşünce türünden ürünlerdir. İnsan, bu ürünleri, geliştirdiği
ilişkiler yoluyla çevresine (karşıtı olan insana, aileye , topluma) sunarak kendi
gereksinimlerinin sağlanmasını güvenceye alır. Sistem kuramına göre insan ilişkilerinin
modelleşebilmesi için beş öğenin bulunması gerekir. Bunlar: 1. Sistemin girdilerinin
olması, 2. Bu girdilerin sistem içinde işlenmesi( sistemin kendi gücüne dönüştürülmesi),
3. Sistemin çıktılarının olması, 4. Sistemin çıktılarından dönüt alınması, 5. Bütün bunların
bir çevre içinde (ortamda) oluşması gerekmektedir. Sistem yaklaşımına göre insan
ilişkileri şöyle tanımlanabilir: İnsan ilişkileri, insanın ilişki kurduğu kişiden (kişilerden) ve
içinde bulunduğu ortamdan aldığı etkileri kendi var gücü içinde işleyerek (kendi gücüne
dönüştürerek) karşıtına tepkide bulunmasıyla ortaya çıkan etkileşimin ürünüdür. İlişkinin
girdileri bir insan ürettiği ürünle (mal, hizmet, düşünceyle) çevresini etkiler. Yarattığı bu
etkilere çevresince yapılan tepkilerden de etkilenir. Dolayısıyla, insan ilişkilerinin girdileri,
çevreden gelen etkilerdir. İnsan sürecinde çevreden gelen etkileri ikiye ayırmak
olanaklıdır: 1.Etkileşen insandan doğrudan gelen etkiler: Etkilerin kaynağı olan insanın
aşağıdaki kişilik özellikleri ve bunların kişice değerlendirilmesi önemlidir: 1. Bilişsel gücü:
Özellikle iletişim, etkiyi iletme gücü. 2. Devimsel gücü: Etkiyi devimlerle destekleme,
yeğinleştirme gücü. 3. Duyuşsal gücü: Etkiyi duygu ve coşkusunu yükleme gücü. 4.
Cinselliği: Aynı ya da karşıt cinsten olması. 5. Toplumsal konumu: Örgütlerde buna
örgütsel konumu da eklenmektedir. 6. Törel gücü: Özellikle karakteri (ahlâkı) ve mizacı 7.
Beden görünümü: Boy yakışıklılık, güzellik, yaş, vb. 8. Geçmiş yaşantıları: Etki kaynağı
olan insanla etkiyi alan insanın daha önceki ilişkileri olmuşsa bunun insan da bıraktığı
izler. Tanışıklık, arkadaşlık, dostluk gibi ilişki bağları. 9. Toplumsal güç: Etki kaynağında
birden çok insan, bir küme, bir aile ya da toplum olduğunda toplumsal güç öteki
güçlerden daha çok baskınlaşabilir. NEW NEW İnsan Sistemi parçalardan oluşur. Bu
parçaların her biri kendi içlerinde birer sistemdir. Parçalar birbirleriyle belli bir düzen , sıra
ve etkileşim içerisinde çalışırlar. Parçalardan birinin işleyişi değişirse, tüm sistem değişir.
Yolu yaparken engeller çıkar ilerlemeye mecburuz. Önümüze çıkan engellerin olduğu
yerlerde durup kalmamalıyız. Bir şekilde yolumuza devam etmeliyiz. Enerji içinizde
isterseniz kullanabilirsiniz. Koşulları uygun haline getirdiğiniz taktirde iletişim size bir
oyun gibi gelecek, herhalde oyunu sevmeyen yoktur aramızda . İletişim halinde
olduğunuz kişinin insan olduğunu hatırınızdan çıkarmayın. Her kişinin kendine özgü bir
takım özellikleri olduğunu unutmayın . Bilgi : Bu girdi 13.02.2007 00:00:00 tarihinde
eklendi ve daha önce 2148 kez okundu.