You are on page 1of 4

Balık ve olta arasındaki fark: İYS

En son ne demiştik? Yani ocal.net'i ve Mutasyon.net'i saymazsak, 2001 Eylül ayında PC Life dergisinde
SMIL ile grafik tekniğini anlattıktan sonra "Herkes Gülüyor Değil Mi?" diye sorup aynen şunları demiştik:

"Bu, olabileceklerin en iyisi dünyamızda, herşey daima en güzeline varır. Bu dünya dönüşü olmayan uzun
bir kuyruktur. .. Sabret ve sonunda daima en doğrusu olur. Hava ne kadar kapalı olsa da sonunda güneş
daima açar... Şu salatadan da buyur bakalım."

Bunlar benim değil Bertram'ın Dahlia halasının sözleri idi.. Bertram ve Dahlia halası hakkında geniş bilgiyi
Eylül 2001'de PCLife'daki yazımda bulabilirsiniz! Ben şöyle devam etmiştim:

"Şimdi, her şey gibi bu yazının da bir sonu vardı ve o sona gelmiş bulunuyoruz. Sadece bu yazının değil,
bu yazıların demeliydim. Ama benim gözümde, bu yazılar taa ilk günden beri tek bir yazıdır. Sürekli, 24
saat, 30 gün, araba sürerken, ders anlatırken, uçakta, radyoda okuduğum haber aralarında, birisi bana
ben birisine bir şey söylemediğim anda. Yani nerede diye her zaman, gördüğüm herşeyi, öğrendiğim
herşeyi "Aaa.. Bunu da mutlaka söylemeliyim!" diye gördüğüm, öğrendiğim bir tek yazı. İlk günden beri
tümü bir tek yazı. Tümü kalbimden kopup geldi. Evet beynim, bilgilerim, kitaplar, başkalarının yazıları,
sizin sorularınız, sizin çözümleriniz, sizin mizahınız, hepsi var bu hamurda; ama herşeye biçimi veren ilk
günden beri kalbim oldu.

Hepsi de genç BT'cinin kendi kalbinin sesini dinleyebilmesi içindi.


Ama şurası gerçek ki, herşeyin bir sonu var.
Kalbini dinlemenin de."

Böylece BT yazılarımın adeta küüt diye sonu gelmişti. Bunun sebeplerini bir çok yerde izaha çalıştım. Ama
uzun lafın kısası, dergi yazarlığıma son mu verdim, ara mı verdim; ben de bilmiyorum. BT'cilik insanın
kanına girdiği zaman öyle kolay kolay çıkmıyor. Aradan geçen bu süre içinde bir çoğunuzun bildiği gibi yazı
da yazıyorum; program da yazıyorum. Ama en çok program yazıyorum galiba!

Bu programların çoğu çalıştığım kuruma ait başkalarının yazdığı programların onarılması veya yeni moda
deyimi ile "Re-purpose" edilmesi (ri-pörpıs okunur, "yeni bir amaca uyarlamak" demektir) için yazılan
bölük-pörçük şeyler. Ama baştan benim geliştirdiğim bazı programlar var ki, onlardan ikisini sizlere
anlatmak isterim.

Neden bu iki programı seçtim? Bu sorunun cevabı bir mini siyasal analizden sonra sanırım daha iyi
anlaşılacak!

Internet'in siyaseti, siyasetin Internet'i

Çağımız ne çağı? Bilgi-işleme (bilişim) teknolojilerinin halka yayılma çağı! Yani bildiğimiz her türlü iletişim
aracının yerini IP-tabanlı araçlara bırakacağını varsayıyorum. Bu araçlar bugüne kadar bildiğimiz aletler
olabilir; yani bildiğimiz televizyon, bildiğimiz radyo ve hatta bildiğimiz gazete! Fakat bu "araçlar" ile
yapılacak iletişimin bugüne kadar alıştığımız, bildiğimiz iletişim ile bir alakası olmayacağını sanıyorum. Şu
anda bildiğimiz televizyon cihazına gelen sinyalin taşıdığı mesaj (haber olan, haberimsi olan ve haberle
ilgisi olmayan şeyler veya Reha Muhtar) kimler tarafından belirleniyor ve üretiliyorsa, işte artık bunun
böyle olmayacağı bir ilişkiler yumağı düşünün. İsteyen herkes alışılmış kuralları kırarak, ve bu arada
iletişimin siyasetini de, siyasetin iletişimini de altüst ederek, ülkeyi en özgür iletişim düzenine
kavuşturacak.

Elektronik iletişim geleceğin iletişim aracıdır; bildiğimiz gazetenin, televizyonun, derginin ve kitabın yerini
alacaktır. Belki bilgi dağıtımı bakımından kağıda basılı yöntemler hemen ve tamamen ortadan
kalkmayacaktır ama yayın için bilgi toplamada klasik yöntemler tarihe karışacaktır.

Elektronik iletişim (yani onun ilk adımı ve bugünkü şekli olan Internet) henüz başlangıç dönemindedir ve
yeni bir toplumsal aracın ve sürecin başlangıç dönemi, diğerlerinin bitiş dönemidir; ve dolayısıyla bu bir
geçiş dönemidir. Her geçiş döneminde, azmeden kazanır.. sebat eden önde gider.. inatla direnen sonuca
ulaşır. Bugün genç BT'cilerin kurduğu ve çoğu kısa ömürlü sanal BT dergileri olan siteler, hem yarının bilgi
mimarları ve bilgi işçileri için kaynak oluşturma, hem de yarının fikrî önderlerine bugünden eleştirel bir
bakış açısıyla yeni ufuklar kazanmalarına yarayacak malzemeyi sunma çabası olarak değerlendirilebilir. Bu
tür elektronik dergilerin ve sitelerin çıkmasıyla batması arasında geçen süreye bakılırsa, bu sürecin ne
kadar çetin olacağını da görmemiz mümkün. Geçiş dönemi zorluklarını aşmak için aynı amaca yönelik ve
aynı ilkeleri paylaşan grupların birleşmeleri ve güç birliği yapmaları gereği ortaya çıkıyor. Ama bu hayatta
kalabilmek için ne geçerli ise onu yapmak amacıyla değil sadece doğru bildiğimizi, oluşturduğumuz
alternatif iletişimin başta belirlediğimiz temel ilkelere uygun şekilde devamını sağlamak için olmalıdır diye
düşünmek gerekir.
Burada şunu da belirtmem gerekiyor; ülkemizde ve dünyada elektronik iletişim alanında yatırım yapanların
aynı zamanda büyük ölçekli maddi kaynaklara sahip oluşumlar, yani şu anda geleneksel iletişim
araçlarında tekel veya kartel konumundaki kurumlar olduğu da gerçektir. AB ülkeleri için bu oran yüzde 54
olarak hesaplanıyor. Benim yaptığım bir hesaplama ile yurdumuzda BT'ye yapılan yatırımın yüzde 70'e
yakını geleneksel iletişim kurumlarına da sahip olan kartellerden geliyor.

Kendi vaazımızı kendimiz dinleyecek olursak ve yeni teknolojilere dayalı bilgi iletişim imkanlarından da
yararlanmaya çalışırsak yani Internet varlıklarımızı kolay tasarlanır, kolay güncellenir hale getirirsek (a)
hem maliyeti düşürmek hem de (b) tasarımla, hazırlıkla ve dağıtımla uğraşmayı en aza indiren imkanlarını
kullanarak içerik üzerinde yoğunlaşmaya daha çok zaman ayırabiliriz.

Genel olarak BT'nin ve özel olarak da Internet'in getirdiği de sanırım bu. Bugün kartel düzeyine ulaşmış ve
hızla tekelleşmeye doğru ilerleyen mevcut geleneksel iletişim düzenimize bakarsanız; yazarla, haberci ile
okurun asla karşı karşıya gelemediğini görüyorsunuz. Belirli bir dünya görüşünün etrafında örgütlenmiş ve
kurumlaşmış yayın organları bir kenara--ki onlarda bile klasik bilgi mimarisinin getirdiği ve yazarla okuru
birbiri ile karşı karşıya bırakmayı önleyen yapısal özellikleri görmek mümkündür--geleneksel yayın
organları artık bugün tümüyle halka yabancılaşmış, okur ile pazarda buluşma ve kendini beğendirme
ilkesini bir kenara bırakmış vaziyettedirler. Bunu, mevcut geleneksel yayınların gerek borçlarından,
gerekse tiraj ve izlenme oranı düşüklüğünden ve gerekse düşen kalitelerinden anlayabiliriz.

Ancak en başta ifade ettiğimiz gerçek, maalesef doğrudur: Elektronik iletişim geleceğin iletişim aracıdır.
Her ne kadar bugün, elektronik iletişim yöntemleriyle kitle iletişimi yapmak mümkün değil gibi görünse de
bu sadece Türkiye'de değil, bütün AB'de ve diğer ülkelerde de böyledir. Henüz elektronik iletişim ile bilgi
ve haber dağıtımı yapabileceğimiz araçlar (yani bilgisayar, avuç içi bilgi işleme cihazları, Internet bağlantılı
mobil telefonlar, vs..) çok sınırlı. Mevcut araçlar da yaygın olmadıklarından dolayı gerek hizmet ve gerekse
donanım olarak çok pahalı. Ve bu araçlara sahip olanlar gazete-dergi-televizyonlar tarafından bilgi-haber
açısından mahrum bırakılmış asıl hedef kitle de değil. Tam tersine bugün bilgisayar, Internet bağlantılı
mobil telefonlar ve avuç içi bilgi işleme cihazlarına sahip olanlar, gazete-dergi-televizyonlar tarafından
kendi kartel çıkarlarına göre şekillendirilmemiş olan haber ve bilgilere zaten ulaşabilecek olanlardır.

Burada bir ikili düzen tablosu çizdiğimin farkında olmalısınız! Sahip olanlar ve mahrum bırakılanlar!

Bu çıkarsamayı yaparken, Prof. Şerif Mardin'in Türkiye'deki siyasal gelişme modelini esas alıyorum;
Türkiye'de siyasetin (ki ben siyaseti kısıtlı ekonomik kaynakların paylaşımı olarak anlıyorum) Merkez ve
Kenar arasında paylaşıldığı ve merkez seçkinlerinin bu konuda nihai karar yetkisini ellerinde tuttukları
varsayımını yapıyorum. Bu özelliğinden dolayı Türk siyasal sistemi "Yetkeci" (authoritarian) sistemler
grubuna sokulur. Türk siyasetinin de genel modelini oluşturan Korporatist sistem ile aynı grupta İtalyan
Faşizmi, Alman Nazizmi, Fransız Nasyonalizmi, İspanya Falanjizmi vardır; fakat bunların arasında önemli
farklar mevcuttur.

Korporatif sistemler, kısaca belirtmek gerekirse, demokratik-popüler-cumhuriyetçi her türlü görüntüye


sahiptirler; fakat siyasetin asla ve asla ekonomik sınıflar ya da sosyal gruplar arasında rekabet konusu
olmasına izin vermezler ("Sen-ben yok, biz varız!"). Siyaset merkez seçkinlerinin elindedir: bu seçkinleri
oluşturma ve yeni seçkinleri "incorporate" etme yetkisi, ya Karl Marx'ın Asya Tipi Üretim Tarzı dediği
sistemlerde olduğu gibi ulusal savunma fonksiyonunun önemi sebebiyle silahlı kuvvetlerin (Seyfiyye'nin)
eline geçmiştir; ya da Max Weber'in modeline uygun olarak sınıflar ve gruplar üstü imparatorluk
bürokrasisinin (Kalemiyye'nin) eline geçmiştir. Kimin eline geçerse geçsin, kesinlikle Avrupa'da olduğu gibi
önceleri köylü-kentli veya daha sonra olduğu gibi işçi-kapitalist çekişmesine konu olamaz.

Merkez seçkinleri:

1. Kitle iletişimine özgür bir işleyişin garantisi gibi görünen bir yapı kazandırır ama bu yapıyı dolduracak
kişileri belirleme işini ellerinde tutarlar;

2. Siyasal karar mekanizmasına temsili sistem görüntüsü verir fakat temsilci olarak seçilecek kişileri
kendileri belirlerler;

3. Ekonomik sınıfların faaliyetleri serbest piyasada serbest rekabet ilkesi içinde devamı sağlanmış gibi
görünür; ama bu sınıf ve grupların kendi çıkarlarını siyasal yapılar içinde (mesela TBMM'de) savunmalarına
asla izin vermezler.

Yurdumuzda korporatizm, Genç Osmanlılar, İttihat Terakki ve Cumhuriyet Halk Fırkası (Anadolu Hareketi)
ile gelişmiş ve sonunda bugünkü anayasaya müncer olmuş, Milli Güvenlik Kurulu ile tam ifadesini
bulmuştur.

Ne var ki genel olarak bütün yetkeci sistem kurumlarının ve özel olarak korporatif kurumların kendi
kendilerini üretmeleri ve kendi saflarını dolduracak kişileri bulup onları "incorporate edebilmeleri" için
kuvvetli ideolojik ögelere ihtiyaçları vardır. Nitekim dünyanın en bol ideolojik laf üreten liderleri daima
yetkeci (otoritaryan) liderlerdir. Hitler, Mussoloni ve diğerlerinin ciltler dolusu konuşmalar yapmış olmaları
bu ideolojik üretim ihtiyacının ve çabasının sonucudur.
Bu ihtiyaç ve çaba bizi bu sistemleri belirlemenin turnusol testi olan yukarıdaki üç maddeye getiriyor. Eğer
kitle iletişimi kitlelerin eline geçerse, yani

ilkel üretim-->fedolizm-->kapitalizm

çizgisini izleyen standart Avrupa tipi ekonomik gelişme modelinde olduğu gibi, her türlü ekonomik, sosyal,
kültürel, dinsel grup ve sınıf, kendi çıkar, dava ve inancı için taraftar toplayabilir; bunu sağlayacak iletişimi
yapar ve oylarını maksimize ederek bir süre siyaseti belirleme yetkisini eline alır. Buna yetkeci sistemler
izin veremezler; bu onların kendi kendilerinin ipini çekmesi olur.

Yetkeci sistemler kitle iletişim araçlarını daima merkez seçkinlerinin ve onların tayin ettiği kişilerin
ellerinde tutmasını sağlarlar. Ulusal Kurtuluş Savaşı sırasında henüz ortada Osmanlı Devleti'nin yerini
alacak olan yapı bile yokken Anadolu Ajansı'nın kurulması ve Hakimiyeti Milliye (Ulus) gazetesinin
yayınlanması, Anadolu'daki işgal kuvvetleriyle savaşın en kızgın zamanında Çerkez Ethem'in Eskişehir'deki
matbaasının Ankara'ya naklettirilerek Cumhuriyet gazetesinin yayınlattırılması rastlantı değildir.

Milletvekili aday-adayları arasından parti üyelerinin önseçimle adayları belirlemesini sağlayan sistemin
ülkemize gelememesi de rastlantı değildir.

Partilerin, belediye zabıtasının izinsiz sokak esnafı yakalamasından daha hızlı şekilde kapatılması da
rastlantı değildir.

Her türlü siyasetin üzerine atanmış kişilerden oluşan ve yargı erkinin dışında bir "anayasa" mahkemesinin
bulunması rastlantı değildir.

RTÜK rastlantı değildir; YÖK rastlantı değildir.

Ecevit'inden Devlet Bahçeli'sine, en küçük memurundan en büyük yetkilisine kadar Türk bürokrasininin
çoğunlukla AB'ye girmek istememesi rastlantı değildir..

Ve en son olarak da Internet'i RTÜK kapsamına almaları rastlantı değildir. Çünkü Internet'in son 120 yıllık
tarihimizde ilk kez halkın içindeki çeşitli çıkar gruplarının, kültür sınıflarının, inanç gruplarının kendi
iletişimlerini özgürce yapmaları imkanını sağlayacağı anlaşıldı. Yetkeci bir sistem buna tahammül edemez.
Ya en kısa zamanda Internet'i Çin'deki gibi tümüyle denetim altına alırlar ve kimin hangi IP aralığındaki
adresleri ziyaret edebileceğini tek tek belirlerler; ya da en klasik yönteme başvururlar: halkı korkutur ve
sindirirler. Çin gibi, halkı uysal olmayan ülkelerde sistemin çok sıkı ve pahalı denetim mekanizması
kurması gerekir. Türkiye gibi halkı geleneksel olarak uysal ve devlet kavramına saygılı ülkelerde ise buna
gerek olacağını sanmıyorum: "Türkiye için seve seve!" gibi bir kampanyayı geliştirip savunabilen bir halkı
denetlemek için "Yapmayın kardeşim ayıp oluyor! Vatanı mı böldürmek istiyorsunuz!?" demek yeter de
artar bile.

Dolayısıyla.... Şimdi bu çoğunluğun dışında kalan kesim, herkesi İnternet denen şeyle tanıştırmak ve
onlara Internet'i en kolay şekilde kullanmak ve Internet yoluyla kolay, otomatik ve hızlı iletişim sağlamak
göreviyle görevli mi? Değil mi? Bu çoğunluğun dışında kalan kesim, şekille-teknikle-kodla-komutla
uğraşmadan, en hızlı şekilde içerik güncelleme imkanına sahip olmalı mı, olmamalı mı?

250 Dolar'a Uzancılık Oynamak

Türkiye'nin gerçekten işe yarar bir iletişime kavuşabilmesi için gelişmenin özellikle bu tür araç ve gerecin
daha yaygın ve ucuz bulunabilir olacağı duruma gelmesini bekliyoruz. O zamana kadar da bu yeni
teknolojileri kullanma becerimizi geliştirmeye çalışmalıyız. Bu teknolojileri kullananların sayısı arttıkça ve
bu teknolojiler ve yeni iletişim metodları daha kolay ve efektif bir şekilde kullanılır hale geldikçe, gelecekte
ülkemizin çok daha iyi noktada olcağını düşünüyoruz.

Peki bu yeni düzende bizim Web tasarımcısı olarak konumumuz nedir?

Eğer bir Web Programcısı olarak, site sahibinin her türlü içerik güncelleme ihtiyacında bana başvurmasını
istiyorsam; belki para kazanmak açısından iyi bir yol tutmuş olabilirim, ama asla Internet Teknolojisi
denen şeyin, Internet'i neden yarının iletişim aracı yapacağını anlamamışım demektir. Internet, kitleleri
iletişim tekellerinin kartellerinin boyunduruğundan kurtaracak olan şeydir ve dolayısıyla şimdi kartelleri
aradan çıkartırken bizim elimizle araya bir IT (Internet Teknolojisi) uzmanı katmanı sokmamız yanlış olur.

20 yıllık bir televizyon cihazını bilgisayara bağlamanın maliyeti 48 Dolar! Internet üzerinden bilgisayarlara
video yayını göndermenin maliyeti 200 dolar! Yani, Cem Uzan'ın 700 milyon Dolarlık yatırımını 250 Dolar'a
indirgemek mümkün.

Fakat zaten dağıttımız lafı getirmek istediğim nokta bu değil. Eğer unutmazsak bu konuya geri döneriz.
Şimdi kendimizi sadece Internet'te site yapmak isteyenlere balık vermek yerine birer olta vermenin yolları
ilie sınırlı tutalım; çünkü ister 250 milyona, ister 250 dolara, bir suretle Web yayıncılığı yapmak isteyen
kişilere de sonuçta Web sitesi yapma ve güncelleme yollarını öğretmemiz gerekir.
Size bu türe giren iki küçük örnek sunmak istiyorum. Neden bu iki programı seçtiğime gelince:

Hikayeyi bilirsiniz: İyiliksever bir adama yoksul komşusu gelir, her gün yardım istermiş! İyiliksever adam
da yoksul komşuya her gün çıkartır bir balık verirmiş! Bir gün, beş gün.. Hep böyle.. İyiliksever adamın bu
duruma tanık olan babası bir gün dayanamamış, demiş ki:

"- Evladım! Yoksul komşuna bu yardımı iyi niyetle yapıyorsun. Çok güzel. Aferim. Ama aslında sen bu
adamcağıza iyilik yapmış olmuyorsun. Onu tembelliğe ve miskinliğe sevkediyorsun. Böyle hergün ona bir
balık vereceğine, bir olta versen ve olta kullanmayı öğretsen, hem kendi karnını kendisini doyurur; hem de
kendine güveni geri gelir; tembellikten kurtulur!"

Herkese selam..

İYS (İçerik Yönetim Sistemleri) / CMS (Content Management Systems) Örnekleri:

Radio Sawa >> İndirmek için tıklayınız..

VIU (Virginia International University) >> İndirmek için tıklayınız..

Editörün notu: Dr. Hakkı Öcal'ın Bilgi Üniversitesi konferansında işlediği konuları içeren Power Point
dosyasını da buradan indirebilirsiniz..

Hakkı ÖCAL
30.01.2003

Bu makalenin aslına http://www.mutasyon.net/ho_yazioku.asp?id=71 adresinden ulaşılabilir.

You might also like