Professional Documents
Culture Documents
303 PDF
303 PDF
ECZACILIK FAKÜLTESİ
YAYINLARI NO: 49
FARMASÖTİK ve MEDİSİNAL
KİMYA DERS KİTABI
(Yapı-Etki İlişkileri)
ANKARA
1978
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
ECZACILIK FAKÜLTESİ
YAYINLARI NO: 49
FARMASÖTİK ve MEDİSİNAL
KİMYA DERS KİTABI
(Yapı-Etki İlişkileri)
m f
&
T. C.
ANKARA O İ İ V E B S İ T K İ
Eczacılık Fakültesi
Tarih : ZjMff*
Demirbaş No •) '' » ?
Tasnif No. a P Y
İÇİNDEKİLER
Sayfa
ÖNSÖZ 7
1. Farmasötik Kimyanın Anlamı ve Kapsamı 8
2. Farmasötik Kimyada Adlandırma 10
3
Sayfa
6.4.1. Hücre Taşıyıcıları 32
6.4.2. Biyotransformasyon Enzimleri 32
6.4.3. İntermediyer Metabolizma Enzimleri 32
6.4.4. İlaç Reseptörleri 33
6.5. İlaçlara Gösterilen Doğal Olmayan Tepkimeler 35
6.6. İlaçların Neden Oldi'ğu Bozukluklar 37
İLAÇ METABOLİZASYONU
7. Mikrozomal Metabolizasyon 44
7.1. Oksijenasyon 44
7.1.1. Aromatik Bileşiklerin Hidroksilasyonu 45
7.1.2. Benzilik Metil Grubunun ve Metilen Grubunun Hidroksilasyonu.. 50
7.1.3. Alifatik ve Alisiklik Bileşiklerin Hidroksilasyonu 51
7.1.4. Azot, Kükürt ve Çifte Bağların Oksijenlenmesi 53
7.2. Dealkilasyon 55
7.1.1. O-Dealkilasyon 55
7.2.2. N-Dealkilasyon 57
7.2.3. S-Dealkilasyon 57
7.3. Reoüksiyon 58
8. Nonmikrozomal Metabolik Transformasyonlar 59
8.1. Oksidasyon 59
8.1.1. Oksidatif Deaminasyon 60
8.1.2. Alkol Grupları 60
8.1.3. Aldehitler ve Ketonlar 61
8.2. Redüksiyon 61
8.3. Hidroliz 62
8.3.1. Esterler 62
8.3.2. Amitler ve Hidrazitler 63
8.4. Dehalojenasyon 64
8.4.1. Dehidrohalojenasyon 64
8.4.2. Hidrolitik Delalojenasyon 65
8.4.3. Redüktif Dehalojenasyon 65
9. Konjügasyon İşlemleri 66
9.1. Glikuronitler 67
9.2. Sülfat Esterleri 68
9.3. Amit Sentezleri 68
9.3.1. Peptit Konjügasyonu 68
9.3.2. Asetilasyon 69
9.4. Metilasyon 70
70
9.4.1. N-Metilasyon
7 0
9.4.2. O-Metilasyon
4
Sayfa
10. İlaçların Makromoleküller İle in vivo Etkileşmesi 71
11. İlaçların Metabolizasyon Yönünden Etkileşmesi 72
12. İlaç Metabolizmasının İncelenmesi İle Yeni İlaç Geliştirme 73
13. Enzim İnhibisyonu İle Antimetabolit Etkisi 75
14. Kutuplanabilirlik 82
15. Dipol Momenti 83
16. Çözünürlük 84
17. Partisyon Katsayıları 88
18. İyonizasyon Derecesi 91
19. Arayüzeysel Olaylar 100
20. İlaç-Kalıp İlişkilerinin Termodinamiği 102
21. OVERTON - MEYER Kuramı 104
22. FERGUSON Prensibi 105
5
Sayfa
26. Stereokimya ve Biyolojik Etkinlik 133
27. Nicel Yapı-Etki ilişkileri 138
27.1. Matematiksel Yöntemler 139
27.2. Doğrusal Serbest Enerji Değişimi İle İlgili Yöntemler 141
27.3. 7t Değerleri 143
27.3.1. 7T Değerlerinin Deneysel Bulunması 144
27.3.2. n'ye Bağlı Değişmezler 145
27.4. a Değerleri ve Diğer Değişmezler 145
27.5. Sübstitüan Etkisi Analizinin Sınırlandırmaları 145
27.6. Hidrofobik Etkileşimler 146
27.7. Sterik Etkileşimler ve Konformasyonel Değişimler 146
27.8. Elektronik Etkiler 147
28. İlaç Tasarlama ve Geliştirme 149
28.1. Biyolojik Etkenler 151
28.2. Grupların Etkileri 152
28.3. Bağlar 153
28.4. Sterik Etkenler 154
29. indeks 157
6
ÖNSÖZ
a alfa a sigma
3 beta S ya da A delta
o omega (j. mü
7r pi S epsilon
0 fi
MART - 1978 - ANKARA
1 . FARMASÖTİK KİMYANIN ANLAMI ve KAPSAMI
GENEL KİMYA
.. .
FARMASÖTİK KİMYA
I ö
BİYOKİMYA-*MOLEKÜLER«-BİYOLOJİ S
FARMAKOLOJİ O
FARMAKOLOJİ ™
I
KLTNİK FARMAKOLOJİ
9
vardır. Zamanımızda geçerli olan bir yol ilaçların fizikokimyasal öze-
liklerini etki şekillerine bağlamaktır. Her ne kadar bu yöntem şimdilik
yeterli değilse de çoğu kez geçerli ve yararlı bir yoldur. Ayrıca bu
anlayış günümüzde hızla gelişmektedir.
Bundan böyle bu kitapta bir molekülün fiziksel ve kimyasal öze-
likleri ile diğer bazı niteliklerinin biyolojik etkinlikle olan ilişkileri
incelenecektir. Bu ilişkilerin mümkün olduğu yerde kurallarından, hesap
lanmalarından söz edilecektir. Ayrıca her ilacın kimyası ele alınacaktır.
10
2- Mümkünse kimyasal adın sözcüklerinden yararlanarak tiıre-
tilmelidir. Böylece isim, o ilacın kimyasal yapısının anımsanmasında
yardımcı olabilir. Bu işlem uygulanıyorken ilacın en önemli gruplarına
öncelik verilmelidir.
3- Mümkün olduğu kadar bir başka ad ile karıştırılmayacak bi-
çimde olmalıdır, söylenmesi zor olmamalıdır.
Formül. 1- IBUPROFEN
11
cimsel ismin verilmesini temin amacıyla girişimlerde bulunmuştur.
Ancak zamanımızda henüz bunun uygulanmasına rastlanmamaktadır.
Yukarıda sayıldığı gibi bundan böyle bir ilaçtan söz edildiğinde
onun yalnızca uluslararası adından değil yanı sıra satışta en fazla
tanınmakta olan bir ya da bir kaç adından söz edilecektir. Bu adlar,
sağ üst köşelerine konulacak R işareti ile belirtilecektir. Bu harf, o
ilacın tescilli adı"ndan söz edildiğini göstermektedir.
12
BİYOLOJİK SİSTEM - İLAÇ İLİŞKİLERİ
13
Şekil 1. Doz-biyolojik tepkime frekansının grafiklenmesi için kullanılan yöntemler.
14
emniyet sınırlarını gösterir. Fakat aynı bileşiğin insanlara uygulanma-
sında, daha ilerde de görüleceği gibi başka sınırlandırmalar da vardır.
İki tip doz-tepkime ilişkisi incelenir: 1- Nicel, 2-Aşamah.
3 .1 . Nicel Tepkime
Bu tip çalışmada ilacın çeşitli dozları hayvanlara ya da biyolojik
preparasyonlara verilir ya beklendiği gibi etki vardır ya da yoktur.
Değerlendirme ya hep ya hiç biçiminde yapılır. Bu tip çalışmada
biyolojik bilgi, çoğunlukla yetersizdir, fakat iki ilacın karşılaştırılma-
sında değerlidir. İki ilacın değişik mekanizmalarla metabolize oldu-
ğunu gösterebilir.
Nicel tepkime bilgilerinin doğru analizlenmesi için eğrinin, bütün
uzantısında doğrusal olmasını temin edecek biçimde matematiksel
değişimler yapılmalıdır. Kullanılan değişim yöntemlerinden birisi,
tepkime bilgisini olasılık ünitelerine (Probits) çevirmektir. Bu iş ya
olasılık üniteleri tablolarına başvurarak ya da olasılık grafik kağıtları
üzerine bilgiyi doğrudan doğruya geçirerek yapılır. Böyle bir çizimde,
% 50 dolaylarında bulunan bilgi, her iki uçta bulunan bilgiden daha
güvenlidir.
Olasılık üniteleri tipi analizlerde, bilgi tek şekilli bir dağılım
göstermelidir. Bugün bazı ilaçların doza bağlı olarak iki şekilli (bimo-
dal) dağılım gösterdiği bilinmektedir. Bu değişikliğin nedeni olarak
beden içinde ilacın metabolizasyonu sırasın da soya çekim etkenleri
bulunmuştur. Bu tür değişiklik bir biyolojik değişikliktir ve bu olayı
FARMAKOGENETİK inceler. Ayrıca iki şekilli dağılımlar, hem
genetik etkenlerden hem de incelenmekte olan diğer ilaçların etki-
sinden oluşabilir; yanlış bir ED 5 0 saptanmasına yol açar. Bu nedenle
olasılık birimleri hesaplan, yeni ilaçların klinik deneylerinin sonuçla-
rını analizlemek için kullanılmamalıdır.
3 .2 . Aşamalı Tepkime
Doz-tepkime ilişkisini saptamak üzere yapılan bir çalışmada, doz
sistematik olarak artırıldığında genellikle tepkiyen sistem de düzenli
artan bir tepkime gösterir. Önce hiç bir tepkimenin görülmediği alçak
bir doz uygulanır. Doz yükseltildikçe tepkimenin şiddeti artar, bir
maksimum tepkiye ulaşır ve bu tepki artık geçilemez. Dozun logarit-
masına karşı aşamalı tepkime çizildiğinde, simetrik bir sigmoid eğri
elde edilir. Yine doğrusal olmayan bir eğri elde edilirse doğrusal şekle
çevrilmelidir.
15
3 3. Biyoölçüm
Böyle bir ölçümde biyolojik sistemlerin tüm güvensizliği söz konu-
sudur. Yine de kimyasal olarak saptanamayan ve hatta henüz kendisi
tanınmamış olan ilaçların ölçümlerinde yararlıdır. Ayrıca aynı bile-
şiğin en duyarlı kimyasal ya da fiziksel ölçümlerinden daha duyar-
lıdır. Fakat kimyasal ölçümün mümkün olduğu yerlerde, ondan daha
pahalı ve zor bir yöntem olarak görülür.
Ölçülen tepkime ne olursa olsun genel olarak aşağıdaki gereklikler
geçerlidir:
1 - Yöntem istenen tepkimeye özge olmalıdır,
2- Referans standartları ile yapılmalıdır,
3- Doz-tepkime ilişkisi geniş bir alan içinde doğrusal olmalıdır,
4 - Bilinen ve bilinmeyen ilaçlar için doz-tepkime eğrileri paralel
olmalıdır,
5- Deney kesin bir oluşum ile yürümelidir. Böylece güvenilirlik
ve duyarlılık artırılır.
3 .4 . İlaç Eleme
Bu tip deneylerle, farmakolojik etkisi olan bileşikler, olmayanlar-
dan ayrılır. Çalışmanın amacı elde bulunan çok sayıdaki bileşikten is-
tenen bir ya da bir kaç etkiyi göstereninin ayrılmasıdır.
Bugün ortalama olarak endüstrinin yaptığı bileşiklerin % 1 kadarı
insanda denenecek kadar etkili ve nontoksiktir. Bu rakam içine, kütle
şeklinde denemeler (Örneğin, antitümör etki için yapılanlar) sokul-
mamıştır.
Elemeden başarıyla çıkan bileşikler, hem daha iyi incelenirler hem
de geliştirilmiş etki için başlangıç bileşiği, model bileşik olarak kul-
lanılırlar. İlaç eleme çalışmaları için aşağıdaki sınıflandırma mümkün-
dür:
1 - Basit eleme: Ele alınan tüm bileşikler yalnız bir ya da iki test
yapılarak incelenir. Bu çalışmada yalnız belirli sayıda tepkime araş-
tırılır.
2 - Kör eleme: Farmakolojik etki konusunda elde bir ip ucu ol-
madığı zaman uygulanan elemedir. Bu durumda incelenen bileşikler,
istenen farmakolojik etkiler için ipucu olabilecek bir seri değişik testler-
den geçirilir.
16
3- Programlı eleme: Belirli farmakolojik etki için bir eleme yapıl-
dığında, bileşik, o etkiyi ortaya koyabilecek bir seri testten geçirilir.
Kör elemeden daha fazla sınırlıdır, ama ondan daha duyarlıdır.
3 .5 . Toksisite Testleri
İlaç eleme çalışmalarından ya da etki geliştirme çalışmalarından
ele geçen bir bileşiğin, daha ileri deneylerine başlamadan önce toksisite-
lerinin saptanması gerekir. Bu çalışmalar aşağıda açıklandığı gibi ya-
pılır.
1- Akut toksisite:
O bileşiğin daha uzun süreli deneylerde kullanılabilecek dozunun
ve daha sonra yapılacak testlerin niteliğinin saptanması için yapılan
deneydir. Genellikle 24 saat içinde bir veya bir çok doz şeklinde toksisite
gösterecek niceliğin saptanmasıdır.
2 - Subakut toksisite:
Bu tip çalışma ortalama dört hafta içinde yapılır. Bu zaman içinde
ilacın üst üste bir çok dozu verilir. Dozlar LD s 0 ye yakın tutulur.
Genel uygulama LD 50 nin 1 /4 ü kadardır.
Yapılış yönünden deneyler ilacın bir hastaya verilişine benzer.
Bu nedenle böyle bir uygulama bir başka şekilde ortaya çıkarılama-
yan etkileri çıkartır.
3 - Kronik toksisite testleri:
İlacın değişik dozlarının 3 ay ile 2 yıl arasında uygulanması de-
mektir. Genellikle etkiyi gösteren dozun bir kaç misli ya da dayanılan
maksimum doz uygulanır.
3 .6 . Klinik Testler
Daha önce anlatılan bütün deneyler geçildikten ve hayvan testle-
rinin tümü yapıldıktan sonra, bir ilaç insanlara verilmeğe başlanabilir.
İnsanlarda yeni bir bileşiğin denenmesi üç fazdan oluşur. Bunlar-
dan birinci ve ikinci faz klinik farmakoloji fazıdır, üçüncü faz ise kap-
samlı klinik denemedir.
FAZ-I. İlaç, eğitilmiş doktorlar tarafından, dikkatle seçilmiş
az sayıda adaya uygulanır. Bu çalışmada amaç, toksisite, metabolizas-
yon, absorbsiyon ve eliminasyonu, diğer farmakolojik etkileri, en iyi
uygulama yolunu ve emniyetli doz düzeyini saptamaktır.
17
Deneyde kullanılanlar, sağlıklı gönüllüler, ya da ilacın kullanıla-
cağı hastalığa yakalanmış kişilerdir. Bu faz genellikle 10-20 kişide
3 ya da 4 ay denenir.
FAZ-II. Faz-I'i aşmış bulunan bir ilacın incelenmesi için yapılır.
Kapsam olarak Faz-I den daha geniştir fakat Faz-I ile saptanmış
bulunan terapötik etkinlik, daha duyarlı emniyet sınırları, biyotrans-
formasyon, etki mekanizması daha ayrıntılı olarak araştırılır. Ayrıca
bu fazda diğer ilaçlarla karşılaştırmalar yapılır.
FAZ-III. Bu fazdan önce yapılmış bulunan diğer çalışmalar
10-15 araştırıcı tarafından bir kaç yüz kişide sonuç vermiştir. Eğer
ahnan bu sonuçlara göre ilacın etkisi ve emniyeti kanıtlanmış olursa
ya da ilacın göstermiş olduğu tehlikenin etkisinden daha az olduğu
gösterilmiş bulunursa, o zaman bu ilaç Faz-III'e alınır. Bu faz da çok
daha fazla sayıda adaya uygulanarak, oldukça büyük bilgi ve görgü
kazanılır.
Yukarıda verilen bilgilere göre çeşitli araştırıcılar, laboratuvarlar
ve ilaç fabrikaları tarafından sentezi ve denenmesi yapılan her 4500
bileşikten 45 tanesi klinik araştırmalar için uygun bulunur. Bu 45
bileşikten de yalnız biri satışa çıkartılabilir.
18
İLAÇLARIN EMİLİMİ, DAĞILIMI ve ATILIMI
19
Plazmadaki bağlanmamış ilaç en Önemlisi olduğuna göre onun
konsantrasyonunu etkileyecek nedenlerin öncelikle ele alınması gerekir.
Aşağıda anlatılan nedenler plazmadaki bağlanmamış ilaç üzerine
etkiyen nedenlerdir.
4 . 1 . Dozaj Şekilleri
İlaçlar değişik preparatlar şeklinde uygulanırlar. Örneğin tablet-
ler, drajeler, şuruplar, kapsüller vb. gibi. Bunların her birine o ilacın
dozaj şekli denilir. Dozaj şekli bir ilacın emilimini, o da ilacın etkisini
ve etki derinliğini değiştirir. Şekil 3 de verilen örnekle dozaj şekillerinin
etkisi açıklanmaktadır. Bu örnekte A,B ve C olarak adlandırılan yal-
nızca hazırlanış şekilleri biraz değişik, fakat etken bileşiği aynı olan üç
tablet ele alınmıştır. Çizilmiş olan grafikte, bu tabletlerin plazmadaki
etken bileşik konsantrasyonları zamana karşı gösterilmiştir. Şekilde
işaret edilmiş bulunan terapötik konsantrasyon, ilacın biyolojik
20
tepkime gösterebilmesi için ulaşması gereken konsantrasyondur. Bu
örnekte A tabletinin 5 kg /cm2 basınçla basıldığını kabul edersek,
B tableti 20 kg /cm2 dolaylarında bir basınçla, C tableti ise 40 kg /cm2
dolaylarında bir basınçla hazırlanmış olarak kabul edilmelidir. Verilen
rakamlar kesin değildir, tümüyle yakıştırmadır, ilişkileri daha net
olarak göstermek amacıyla seçilmiştir.
Şekil 3 de görüldüğü gibi A tableti kısa bir zaman içinde çözün-
müş ve içerdiği etken bileşiği serbest bırakmıştır. Etken bileşik hızla
plazmaya geçmiştir, fakat plazmada kalış süresi arzu edildiği kadar
uzun değildir. C tableti o denli yüksek basınçla hazırlanmıştır ki, mide
barsak kanalında tam anlamı ile çözünememiş ve içeriği olan etken
bileşiği plazmaya verememiştir. İçerdiği etken bileşik plazmada arzu
edilen düzeye varmadan mide barsak kanalı boşalmıştır. Bunların ara-
sında B tableti ile durum aynı değildir. Çözünme hızı, A tabletinden
daha az olduğu için içerdiği etken bileşiği ondan daha geç vermiştir,
fakat etken bileşik plazmada arzu edilen düzeye ulaşmıştır ve bu kon-
santrasyon daha uzun süre korunmaktadır. Bu durumda en elverişli
hazırlanış şekli B dir. Bu ilişkiler, Biyofarmasötikde daha ayrıntılı
olarak incelenmektedir.
Farmakolojik tepkimenin derinliği genellikle ilacın plazmadaki
konsantrasyonuna bağlıdır. Bu konsantrasyonun oluşturulmasında,
ilacın hazırlanış şekli yanı sıra başka nedenlerde etkilidir. Bunlar
arasında etken bileşiğin parça büyüklüğü ve kimyasal yapısı sayılabilir.
Etken bileşiğin tuz, ester ya da kompleks oluşu çözünme hızını etkiler.
Örneğin, novobiocin adlı antibiyotik türünden etken bileşik kristalen
şekilde iken çok yavaş çözünür ve hemen hemen hiç emilmez. Buna
karşın, amorf novobiocin kolayca çözünür ve plazmada terapötik dü-
zeylere ulaşır.
Dozaj şekilleri, içerdikleri etken bileşiği verme yeteneklerinin
azalışına göre aşağıdaki gibi sıralanabilir: Sulu çözeltiler, süspansi-
yonlar, tozlar, kapsüller, sıkıştırılmış tabletler ve kaplanmış tablet-
ler. Bunlar arasında en çok güçlük çıkaranlar, barsakta çözünecek şe-
kilde kaplanmış olanlardır.
21
Zarlardan geçiş, a) basit difüzyonla, b) porlardan süzülme ile,
c) özel taşınma mekanizmaları ile olur. Bu üç mekanizma, hücre zar-
ları söz konusu edildiğinde gereklidir.
Bir hücrenin plazma zarı iki sıralı lipid moleküllerinden oluşur.
Lipid moleküllerinin, suda çözünen (hidrofil) kısımları dışa doğru
dönüktür, yağda çözünen kısımları (lipofil, non-polar) içe doğru dö-
nüktür. îçe doğru dönük olan yağda çözünür nitelikteki bu grupları
birbirlerine bağlayan güçler van der Waals güçleridir. Lipidler arasın-
da en çok rastlananlar Lesitin, sfingomiyelin, sefalin ve kolesteroldür.
Çift moleküllü lipid tabakasının (Şekil 4) her iki taraftan da katlan-
mamış bir protein molekülleri tabakası ile stabilize edildiği düşünül-
mektedir. Protein molekülleri arasında serpiştirilmiş olarak muko-
polisakaritler de bulunur. Bu zarın toplam kalınlığı 75 A dolay-
larındadır.
-A
-B
i n i
-C
-D
A A A -B
-A
C
Zayıf bazlar için pK a = pH + log
23
Yukarıdaki denklemlerde yazılı bulunan pK a ve pH deyimleri daha
önceden tanınmaktadır. C i ; iyonize durumdaki ilacın konsantrasyonu-
nu, C„ ise iyonize olmamış durumdaki ilacın konsantrasyonunu sim-
geler.
Zayıf asit ya da baz niteliğindeki bir ilacın iyonize şekli hücre
zarını geçemediği için, organizmanın her bölümündeki konsantrasyonu,
bileşiğin pK a 'sının ve bölüm içindeki pH'nın bir fonksiyonudur.
4 -2 .3 . Özel Taşınmalar
Bazı büyük ve yağda çözünmeyen moleküllerin de hücre zarların-
dan geçtiği daha önce belirtilmişti. Örnek olarak monosakaritlerin
gösterilebileceği bu moleküller için "zar taşıyıcıları" kavramı ortaya
atılmıştır. Bu kavrama göre taşıyıcılar, özel taşınma sistemlerinde
bir "ara bileşiği" olarak rol oynarlar. "Taşıyıcı", zarın bir yüzeyinde
molekül ya da iyon şeklindeki taşınacak bileşiğe bağlanarak bir "taşıyı-
cı-substrat kompleksi" yapar. Bu kompleks zarı geçer, zarın diğer
yüzünde taşıyıcı substratı serbest bırakır ve siklusu tamamlamak üzere
geri döner.
Özel taşınma işlemleri çok çeşitli özelikler gösterirler. Eğer
substrat molekülü yükselen bir konsantrasyona karşı taşınıyorsa bir
enerjiye gereksinme vardır, bu işlem "aktif taşınma" olarak adlan-
dırılır.
24
Hücresel enerji üretimi ile etkileşen metabolik inhibitörler aynı
zamanda "aktif taşınma" işlemleri ile de etkileşirler. Fakat aktif taşın-
ma işlemine gerekli enerjinin nasıl katıldığı bilinmemektedir.
Taşıyıcılarla yürüyen işlem, zarlardaki taşıyıcıların konsantrasyo-
nuna bağlıdır. Eğer substrat moleküllerinin konsantrasyonu yüksekse
"taşıyıcı mekanizma" doygunluğa ulaşabilir. Taşıyıcılar belli bir yapı-
ya ilgi gösterirler. Bu yapıya yakın bileşikler taşıyıcı için yarışabilir.
Örneğin, 5- florourasil ve 5- bromourasil yabancı pirimidinler olduğu
halde, urasil ve timin ile yarışırlar.
4 .3 .2 . Plasentaya Geçiş
İlaçların plasentaya geçme olayı az tanınmaktadır. Büyük olası-
lıkla plasenta ilaçların geçişine hiç engel olmayabilir. Bir engel söz
konusu olursa, bunun yine lipoid nitelikte olduğu düşünülmektedir. İyo-
nize olmamış durumda bulunan ve belirli ölçüde yağda çözünen ilaçlar,
anneye verildikten kısa bir süre sonra, fetus kanında ya da dokusunda
yüksek konsantrasyonda bulunmaktadır. Bu ilaçlar arasında yer alan
en önemlilerinden bazıları şunlardır: Bütün anestezik gazlar ve buhar-
lar, bir çok barbitüratlar, sülfonamitler, salisilatlar, bazı alkaloitler.
25
narkotik analjezikler. Buna karşın yağda hemen hemen hiç
çözünmeyen bileşikler fetusa çok zor geçmektedir. Bunlara örnek ola-
rak da, inulin, dekstran, bir çok kuaterner amonyum tuzları sayılabilir.
İlaçların fetus'a geçme özeliği önemli bir konudur. İlaçların
teratojerıik özelik göstermelerinde rol oynadığına inanılmaktadır.
Ancak henüz bu konuda elde bulunan bilgiler yeterli değildir.
5 1. Akciğer
Bu yoldan atılan en önemli bileşikler gaz niteliğinde olanlardır.
Gaz niteliğinde olan en tanınmış ilaçlar inhalasyon anestezikleridir.
Her ne kadar alçak yapılı alkoller ve paraldehit gibi bazı ilaçlar da
çok az niceliklerde akciğerden atılırsa da bu yol, eter, kloroform gibi
kolay gaz durumuna geçen bileşikler için önemlidir.
Bir ilacın bu yoldan atılmasında rol oynayan fiziksel özelik
kan /hava dağılım katsayısıdır. Beyine çok fazla kan gelir ve aneste-
ziklerin çoğu kan /beyin arasında hızla dengeye ulaşırlar. Bu nedenle
beyindeki konsantrasyon ile arterlerdeki konsantrasyon hemen hemen
eşittir. İlacın arterlerdeki konsantrasyonu durmadan yükseltilecek olur-
sa, kan /beyin konsantrasyonunun eşitliğini sağlamak üzere yeni ilaç
molekülleri beyine girer. Bunun tam tersi yapıldığında, ilacın konsantras-
yonu kanda, sürekli olarak düşürülmeğe başlanırsa o zaman da beyinden
kana ilaç geçişi başlar. Açıklanan durumlardan birincisi, kandan beyine
ilaç geçişinin başlaması, anestezinin başlangıcıdır, bir denge durumunun
oluşturulması ve bu durumda korunması anestezinin süregitmesidir.
İkinci durumda ise, beyinden kana ilaç geçmeğe başladığında artık
anestezi sona ermiştir. Anestezik ilaç, akciğerler yardımıyla alveoler
yüzeyden atılmaktadır. Bu atılışın sonucu olarak kanda ilacın konsant-
rasyonu düşer. Kan /beyin konsantrasyonları sürekli denge durumunda
olacağı için bu kez beyinden kana geçiş başlar. Burada önemli olan
etken, ilacın kandan havaya geçiş hızıdır. Bu nedenle kan /hava dağılım
katsayısı küçük olan, siklopropan ya da azotoksidül gibi inhalasyon
26
anesteziklerinin uygulanması kesilir kesilmez hızla uyanış söz konusu-
dur. Bu arada beyinden başka dokularda bulunan ilacın etkisi çok
azdır. Buna karşın, kan /hava dağılım katsayısı yüksek olan anestezik-
lerden, örneğin eterden uyanış oldukça yavaştır.
5 .2 . Böbrekler
İlaçların yada metabolitlerinin atılmasında solunum sisteminden
çok daha önemli rolü olan merkezlerdir. İlaçların çok büyük bir kısmı
böbreklerden atılır.
Glomeruluslar, daha öncede değinildiği gibi, 40 Â dolaylarında
çapı olan porları yardımıyla plazmayı süzerler. Plazmada çözünmüş
durumda bulunan ve çok büyük yapılı proteinlerin dışında kalan bütün
moleküller süzülür. Süzüntü tubuluslardan aşağı inerken suyun % 99 u
geri emilir. Tubulusların yüzeyi çok sıkı sıralanmış epitel hücreleri
ile kaplıdır, sürekli bir yapı oluştururlar ve lipoid niteliğindedir. Bu
nedenle suda eriyebilen büyük moleküller geri emilemez. Böylece bütün
organik moleküller konsantre olurlar. Her ne kadar glomerulustan
geçiş, çapları geniş olan porlar yardımıyla olursa da, tubulus zarından
geçiş, daha önce anlatılmış bulunan mekanistiklerle ve moleküler bü-
yüklüğe, yağ /su dağılım katsayısına bağlı olarak mümkündür. Sonuç-
ta tübüler idrar ile kan plazması arasında önemli bir konsantrasyon
ayrıcalığı doğar.
Organizmada doğal olarak bulunan bileşiklerden çoğu yağda çö-
zünmez. Bu bileşikler, porlardan geçecek kadar küçük olmadıkça ya
da bu amaç için özel taşınma mekanizmaları bulunmadıkça, tubuluslar-
dan geri emilmezler.
İdrarla atılan ilacın niceliğine etkiyen önemli nedenlerden biri
de tubulus içeriğinin pH'sıdır. İdrar, daha asit duruma geldikçe zayıf
bazik ilaçların atılımı artar, bazik duruma geldikçe de azalır. Asit
nitelikteki ilaçlar için bunun tam tersi söz konusudur. Genel deyişle,
ilaçların atılımı aşağıdaki sınırlar içinde pH'ya bağlıdır.
pK a = 7 .5-10 .5 arası zayıf bazlar
pK a = 3 .0-7 .5 arası zayıf asitler.
Yukarıda belirtilen değerler içinde kalan zayıf bazlar ya da
asitlerin atılımı pH'ya bağlı iken, bunların dışına çıkan değerler söz
konusu olduğunda atılım pH ile yakından ilgili değildir. Yukarıda
verilen değerleri içeren zayıf asitlere örnek olarak, salisilik asit,
fenobarbital, nitrofurantoin, nalidiksik asit ve bazı sulfonamitler sayı-
27
labilir. Zayıf bazlara örnek olarak da, kinakrin, klorokin, nikotin,
prokain, mekamilamin, pempidin, meperidin, levorfanol, kinin, am-
fetamin, imipramin ve amitriptilin sayılabilir.
Glomerüler süzülmeye ek olarak yabancı moleküller en az iki
özel mekanizma ile plazmadan idrara taşınırlar. Bu olay proksimal tu-
bulusun epitelyumunda yer alır.
Birinci mekanizma asidik bileşiklerin iyonize şekillerini taşır.
Örneğin, salisilik asit, penisillinler, probenesid, tiyazit diüretikleri,
p-aminohippurik asit, asetillenmiş sülfonamitler, bazı glikuronitler ve
sülfat esterleri bunlar arasında sayılabilir.
İkinci bir mekanizma da bazik metabolitlerin iyonize şekillerini
taşır. Örneğin, histamin, tiamin, diğer aminler, heksamatonyum ve
diğer kuaterner amonyum bileşikleri, N-metil nikotinamit ve tolazolin
bunlar arasında sayılabilir.
5 .3 . Karaciğer
Organizmanın en önemli atılım kapılarından birisidir. Bir ilaç
safra kesesinden barsaklara atıldığında çoğunlukla, glikuronitleri,
glisin konjügatları ve sülfatları şeklindedir. Bunlar arasında en ö-
nemlileri glikuronatlarıdır. Farelerde yapılan deneylerle, ilaçların id-
rarla atılabilmesi için en yüksek molekül ağırlığı olarak 150 değeri
bulunmuştur. Bundan daha yüksek moleküler ağırlığı olan ve özelikle
yapısında iki ya da daha fazla aromatik halka içeren moleküller, eğer
metabolize olabiliyorlarsa, safra ile barsaklara atılmaktadır.
Barsaklarda, konjügatlar, ya geri emilirler ya da dışkı ile atılır-
lar. Bir üçüncü olasılık da enzimlerin hidrolizi ve daha ileri basamak-
larda metabolizasyondur.
Safra salgısında büyük moleküllü, yağda çözünmeyen yapılara
rastlanmaktadır. Buna göre karaciğerde de büyük moleküllerin geçişi-
ne izin verecek geniş porlu bir yapının olması gerekir. Gerçekten de
safra ile sinüzoidal kan arasındaki zar, geniş porludur. Boyutları pro-
teinden küçük olan hemen hemen bütün moleküllerin geçişine izin
verir. Hepatik parenkimal hücreler de yağda eriyen moleküllere
karşı geçirgendir, fakat polar moleküllere karşı geçirgenliği daha azdır.
Yukarıda sayılanların dışında, kandan safraya asit ve baz depo-
lamak üzere özel taşıma yöntemleri de vardır.
28
6. BİYOLOJİK SİSTEM - İLAÇ ETKİLEŞİMLERİNE
KATKIDA BULUNAN BİYOLOJİK NEDENLER
29
İlaçlar, bazı protein moleküllerine diğerlerinden daha güçlü bağ-
lanır. Bu ayrıcalık yalnızca aynı organizmada değil değişik hayvan tür-
lerinde de aynı şekilde gözlemlenir. Bunun nedeni olarak proteinlerin
primer, sekonder ve tersiyer yapılar gösterişi saptanmıştır. Eğer yapı
primerse, temel olarak uzun bir polipeptit zinciridir ve bir çok amino
asit yan zinciri, olasılık içinde bulunan ilaç etkileşmesi için açıktadır.
Polipeptit zinciri halkalanıp birbirinin üzerine binerek bir helezon
oluşturuyorsa yapı, amit grupları arasındaki hidrojen bağları ile sağ-
lamlaştırılır. Böyle bir yapıda etkileşmeğe açık daha az yer vardır.
Etkileşme için en az yüzey gösterenler tersiyerlerdir. Bunlar kendi
üstlerine katlanarak sıkışık bir yapı oluşturmuştur (Daha çok bilgi için
Biyokimya ders kitaplarına bakınız).
30
Az kan alan yağ depolarında, başlangıçta ilaç konsantrasyonu
düşüktür. Zamanla beyin ve plazmadaki ilacın yitirilmesiyle plazma
düzeyinin çok üstüne çıkar. Örneğin, 3 saat içinde bu oran 10 katı
kadardır ve bu zaman içinde organizmadaki ilacın hemen hemen
% 70'i yağ dokularında toplanır. Eğer tiyopental benzeri bir ilaç bir
kez daha verilecek olursa, yağ dokuları doygun olduğu için yavaş ya-
vaş metabolize olmağa başlar ve derin bir hipnoz oluşur. Daha ileri
basamaklar da ise ölüm görülür.
Nükleik asit olarak RNA ve DNA ilaç bağlayabilirler. Çekirde-
ğin diğer nükleotidlerine de ilaçların bağlandığı bilinmektedir. Bu bağ-
lanış ta geri dönüşümlüdür. Örneğin, kinakrin adlı ilaç nükleik asitlere
çok fazla bağlanır. Bu nedenle plazmada belirli bir düzeye ulaşabil-
mek için yüksek dozda kullanmak gerekir.
Mukopolisakaritler, çok polar moleküllerdir. Yakın düzende
olmak üzere çok sayıda negatif yük taşırlar. Güçlü hidratasyon ve yer
yer açık iskeletli helezon yapısı gösterirler. Bu yapının negatif yük
taşıması önemli özeliklerinden birisidir. Bu nedenle artı yüklü ilacı
bağlayacak pek çok yeri vardır.
Kemik ve diş yapıları genellikle mineral yapı olarak nitelendirilir.
İlaçlardan bazıları bu mineral yapılara yerleşir. İlaçların hangi mekaniz-
mayla buralara yerleştiği bilinmemektedir. Ancak bu olay önemlidir.
Çünkü dişlere ve kemiklere yerleşen bileşikler, bu kaynaklardan kolay
kolay serbest bırakılmazlar. Genellikle ilaçların bu toplanma gösteriş
şekli zararsızdır. Fakat, örneğin, tetrasiklin lerle dişlerin sararması
can sıkıcıdır. Benzer bir örnekte ise kalsiyumun depolanmasında olu-
şan bozukluklar iskelet bozukluklarına neden olur.
31
bileşikler, sülfonamitleri serum albumininden ayırıp kendileri bağlanır-
lar. Bağlanmamış duruma gelen sülfonamit molekülleri dokuya geçip
sürekli bir antibakteriyel etki yaratırlar. Böylece bağlı olarak plaz-
mada kalan ilaçların sökülüşü yararlı olacağı gibi bazı kereler zararlı
da olabilir. Örneğin kumarin tipi antikoagülanlar plazma albuminine
sıkı bağlanan bileşiklerdir. Bunlarla yarışan asidik bileşiklerin alın-
masıyla yarışma başlar ve bağlanmamış duruma geçirilen antikoagü-
lan nedeniyle etki şiddetlenir. Bu olayın sonucu ağır kanamalardır.
Hemoglobinin metabolizasyon ürünü olan bilirubin albumine çok
bağlıdır. Erken doğan çocuklarda çok az albumin vardır ve hemen
hemen tümü bilirubin ile doyurulmuştur. Salisilatlar ve sülfonamitler
gibi bir çok ilaçlar, albuminin bağlayıcı yerleri için bilirubin ile yarışır.
Böylece açığa çıkan bilirubin, beyne diffüze olur ve kernikterus ya da
bilirubin cınsefalopatisi olarak tanınan hastalığa neden olur.
6 .4 . Özel Etkileşmeler
İlaçlarla etkileşerek ilacın yapısında ya da fizyolojik fonksiyonlar-
da özel sonuçlar doğuran biyopolimerler, hücre zarı taşıyıcıları, biyo-
transformasyon enzimleri, intermediyer metabolizma enzimleri ve ilaç
reseptörleridir.
6.4.1. Hücre Zarı Taşıyıcıları
İlaçların hücre zarlarından, artan bir konsantrasyona karşı geç-
melerini temin ederler. Henüz izole edilip yapıları aydınlatılmamış-
tır. Ancak bir çok verilerden bunların protein ya da lipoprotein makro-
molekülleri olduğu düşünülmektedir.
6.4.2. Biyotransformasyon Enzimleri
Bu enzimler etkileştikleri ilaç moleküllerine göre özel değildir. Fa-
kat etkileşmenin sonucu, söz konusu enzime göre her zaman özeldir.
Bu etkileşmenin sonunda ilaç molekülü mutlak değişikliğe uğrar. En-
zim hidroksile edici bir enzim ise, birçok ilacı aynı biçimde hidroksiller.
Bu nedenle etki ettiği molekül yönünden özel davranmaz. Fakat, ilaç
molekülü enzim ile bir kez etkileşmeye girerse mutlaka hidroksile ola-
rak değişikliğe uğrar (Daha geniş bilgi için İlaç Metabolizasyonu bö-
lümüne bakınız.)
6.4.3. İntermediyer Metabolizma Enzimleri
Enzimlerin etkilerinin ilaçlarla değiştirilebileceği pek çok örnekle
gösterilmiştir. Zamanımızda bir grup ilacın farmakolojik etkisini özel
32
bir enzim sistemi ile etkileşerek yaptığı bilinmektedir. Asetil-kolineste-
raz inhibitörü ilaçlar asetil kolin'in özel reseptörlerinde etkisini uzatır.
Karbonikanhidraz inhibitörleri, böbreklerde süzülen bikarbonatın
geri emilmesini azaltır, suyla atılmasını temin eder.
Tetraetiltiuram disülfür aldehitoksidaz'ı inhibe eder, toksik nitelik-
teki asetaldehitin toplanmasına yol açar. Bu bileşik alkol alınmasından
önce verilirse alkolün metabolizasyon ürünü olan asetaldehit organiz-
mada toplanır ve asetaldehit toksikasyonu tablosu ortaya çıkar. Adı
geçen ilaç, kronik alkolizm tedavisinde kullanılır.
Monoaminoksidaz inhibitörleri, dokularda katekolaminler'in top-
lanmasına yol açar. Bu tip bileşiklerin oldukça kapsamlı etkileri var-
dır. Amfetamin'e benzer şekilde özetlenebilirler.
Allopurinol, ksantin oksidaz'ı inhibe eder ve ürik asit yapımı ile et-
kileşir.
Yukarıda verilen örneklerin tümü daha ilerideki derslerde ayrın-
tılı olarak incelenecektir.
Genel olarak enzimlerin etkileri, test ortamında beden içinde ol-
duğundan daha şiddetlidir. Çünkü in vivo ortamda enzimlerin bir kıs-
mı hücrenin diğer moleküllerine bağlanır. Ayrıca enzimler, beden için-
de etkiledikleri organları ya da dokuları beden dışında aynı oranda etki-
lemeyebilir.
6.4.4. İlaç Reseptörleri
Makromoleküller, organizmada birçok kilit noktası fonksiyonları
yürütürler. En önemlileri olarak şunlar sayılabilir, hücrenin yenilenme
aygıtını yapanlar, oksijen ve karbondioksit taşıyanlar, kasların kasıl-
masını sağlayanlar, biyokimyasal kontrol mekanizmalarını katalize
edenler. Hücrenin yenilenmesine hizmet edenler nükleik asitlerdir.
Oksijen ve karbondioksit taşıyan hemoglobindir. Kasların kasılmasını
temin edenler aktin ve miyozindir. Biyokimyasal kontrol mekanizmala-
rını katalize edenler ise çeşitli enzimlerdir.
Yukarıdan anlaşıldığına göre özel organ fonksiyonları makromo-
leküller tarafından değiştirilir. Bu tür moleküller, biyolojik çevirici-
ler tarafından değiştirilir. Bu tür moleküller, biyolojik çeviriciler gibi
davranırlar, bir çeşit enerjiyi bir diğer şekle çevirirler. Bu çevirici fonk-
siyon, moleküllerin makro yapıları ile yakından bağıntılıdır. Homoje-
nizasyon ya da benzeri bir işlem uygulandığında sistemin bozulması ile
fonksiyonun yitirilmesi görülür.
33
Bir protein makromolekülünün tersiyer yapısını koruyan güçler,
ilaç-protein etkileşmesinde rol oynayan güçlerin aynıdır. Küçük mole-
küllü bir ilaç, bir makromolekülün ödevli grupları tarafından çekilme-
ğe başladığında, molekülü sağlamlaştıran güçlerle yeni güçler yarış-
mağa başlar. Yapının bir bölümünün bozulması bir yük dağılımı de-
ğişikliğine neden olur. Böylece makromolekül yeni bir uzaysal yapı
kazanır. Bunun sonucu çevrede bulunan makromoleküllerdeki güçler
etkilenir ve uzaysal yapı değişimleri oluşur. Bütün bunlar bir basamak-
la başlayıp bir seri makromoleküle yayılır. Eğer değişime giren makro-
moleküller, bir biyolojik çevirim sisteminde rol oynuyorsa özel bir or-
ganın fonksiyonu değiştirilir. Değiştirilen organ fonksiyonu, ilaca gös-
terilen "biyolojik tepkime" dir.
İlaç reseptörünün tanımı şu şekilde yapılabilir: Yaşayan bir doku-
nun makromoleküllerinin ödevli ya da düzenlenmiş atomlar grubudur,
bir ilaç bununla geri dönüşümlü şekilde birleşip bir tepkimeyi başlatır.
İlaç-reseptör etkileşmesini izleyen farmakolojik tepkime, bu tür
etkileşme ile özel olmayan biyopolimer etkileşmesi arasındaki temel
ayrıcalıktır. Küçük moleküllerin proteinlerle birleşmesi sonucu uzaysal
yapı değişikliği olduğuna kanıtlar vardır. Örneğin, oksijen ile hemog-
lobin birleştiğinde yapısal değişiklikler olmaktadır.
İlaç reseptör etkileşmesiyle ilgili güçler, genellikle çok zayıftır. Bu
güçlerin, molekülün termal hareketini yenmesi ve bağlanma süresinin
yeteri kadar uzun olması için, ilaç ile reseptör arasındaki uzaklık çok az
olmalıdır. Sayılmış bulunan neden, belirli bir yapıdaki ilaçların benzer
farmakolojik etkiyi gösterdiklerini açıklayabilmektedir.
Bir reseptörü oluşturan ödevli grupların sayısı sınırlıdır. İlaç re-
septör etkileşmesini sağlayan güçlerin çoğu kısa süreli niteliktedir. An-
cak, bu söylenenlerden, molekülün geri kalan bölümü önemsizdir şek-
linde bir sonuç çıkarılmamalıdır. Birçok nedenlerden molekülün geri
kalan kısmının önemi vardır. Reseptörün yapısını tam olarak vermek
mümkün değildir. Yukarıda değinilmiş bulunan etkileşmeyi sağlayıcı
gruplardan bir kısmı tanımlanabilir. Ancak, bu grupların, etkileşmeden
önce ve sonra değişik olduğu düşünülürse yapıyı katı bir biçimde ver-
menin mümkün olmadığı ortaya çıkar. İlaç reseptör etkileşmesi iki ba-
samaklı bir olaydır. Önce birleşme olur daha sonra bir kaç basamağın
ardından tepkime görülür.
İlaç + Reseptör Kompleks -> Tepkime
ileride görülecek konularda, yeri geldikçe reseptörler yeniden ele alı-
nacaktır.
34
6.5. İlaçlara Gösterilen Doğal Olmayan Tepkimeler
İdeal bir ilacın, emilimi, dağılımı çok iyi olmalıdır. Özel bir far-
makolojik tepkime göstermek için, gerekli olan reseptöre bağlanabilme-
lidir. Genellikle böyle bir ilacı yapmak mümkün değildir. Mutlaka her
ilaçta istenilmeyen bazı etkiler de vardır. Bu etkilerden arıtmak ve iste-
nilen etkiyi yalnız bırakmak mümkün değildir. Bu istenmeyen etkilerin
açıklanması için çeşitli deyimler kullanılmaktadır.
Yan etki deyimi, istenmeyen bütün etkiler için kullanılır. Özellik-
le terapötik etkinin dışında kalan bütün etkileri adlandırır. Bu nedenle
yan etki mutlaka "ters etki" ya da "can sıkıcı" bir etki olmayabilir.
Bunların yanı sıra yan etki öldürücü nitelikte de olabilir. Bazı kereler
aynı ilacın, göstermesi istenen etkilerden bir kısmı istenmeyen etki şek-
linde ortaya çıkar. Örneğin, antikolinerjik ilaçlar bazı yan etkiler gös-
terebilir, bunlar arasında mide salgısını inhibe edici etki istenen etkidir,
ağızda kuruluk yapıcı etki ise istenmeyen etkidir. Bu arada unutmama-
lıdır ki eldeki ilacın ana etkisi antikolinerjiktir. Benzer şekilde asetofene-
tidin'in istenen etkisi analjeziktir, ama metabolitlerinin yarattığı met-
hemoglobinemi istenmeyen etkisidir. Arada bir yan etkiler farmasötik
kimyacı için çok değerli ipuçlarını oluşturabilir. Bu ipuçlarından ya-
rarlanarak yeni ilaç tasarlamak mümkündür. Örneğin, sülfanilamit
adlı, antibakteriyel amaçla kullanılan ilacın belli başlı yan etkileri ara-
sında kan şekeri düzeyini düşürücü etki ve diüretik etki sayılabilir. Kan
şekerini düşürücü nitelikteki yan etkisinden yararlanılarak antidiya-
betik etkili sülfonilüreler geliştirilmiştir. Diüretik tipteki yan etkisinden
yararlanarak da karbonik anhidraz inhibitörü tipinde diüretik sülfamit-
ler geliştirilmiştir. Ayrıca yine bir sülfamit olan sulfaguanidin'in anti-
tiroid yan etkisi, yeni bir grup anilin türevi tiroid inhibitörlerinin geliş-
tirilmesine yol açmıştır.
întolerans, bir ilacın çok düşük dozlarda verildiğinde bile farma-
kolojik etkisini göstermesidir. Bu olayın açıklanabilmesi için yine ilaç
reseptör etkileşiminden yararlanılır.
İlaç + Reseptör Kompleks > Tepkime
denklemindeki reseptör konsantrasyonu yüksek olabilir, kompleks
oluşumu için yüksek bir oran değişmezi vardır, ya da kompleks oluşu-
mu ile etkilenen kontrol sisteminin duyarlılığı çok yüksektir. Son ola-
rak da yukarıda sayılanların birkaçı bir arada olabilir. Bu gibi durum-
larda ilacın çok az bir niceliği bile etki gösterecektir.
35
leyerek ağır kanamalara neden olabilir. Klorpromazin ya da benzeri
ilaçlar, ekstrapiramidal tepkimelere yol açar, parkinsonizm, diskinezi
görülür. Diüretik ilaçlar, elektrolit dengesinde bozukluk yaratabilir.
Daha önce de belirtildiği gibi yeni doğan çocuklarda siilfonamitler ya
da salisilatlar plazma albumininde bağlanma yerleri için bilirubin ile
yarışarak kernikterusa neden olurlar.
İlaçların neden olduğu bir başka önemli bozukluk da teratogene-
zisdİT. Her ne kadar teratogenezis denildiğinde akla önce talidomit ge-
lirse de, bu etkiyi gösteren tek ilaç talidomit değildir. Daha pek çok
ilaç aynı etkiyi vermektedir. Bunlar arasında en önemlileri, antimeta-
bolitler, alkilleyici ajanlar, steroitler, diğer hormonlar, antidiyabetik
ilaçlar, hipokolesteremik ilaçlar olarak verilebilir. İlaçların embriyonik
basamakta fetusa ulaşması teratojenik etki için önemlidir. Bu konuda
gerekli bilgi daha önce verilmiştir. Teratojen olduğu bilinen bir ilaç
bile bütün doz düzeylerinde bu etkiyi göstermez. Fetus ile ilgili olarak
ilaçların dar bir doz sınırının, bir yanında tümüyle normal olan etkisi,
diğer yanında ise letal etkisi yer alır. Bu iki doz düzeyi arasında kalan
bölge ise embriyoyu öldürmeyen ama gelişimine engel olan bölgedir.
Teratojenik etki bu bölgede görülmektedir.
38
mış olan toryum dioksit karsinom yapar. Karsinomun nasıl oluşturul-
duğu kesinlikle bilinmemektedir. Son yıllarda siklamat ve sakarin
için kanserojen olduğu görüşleri ortaya atılmıştır. Ancak henüz konu
kesinlik kazanmamıştır. Bazı ülkelerde antidiyabetik olarak kullanılan
biguanid türevi bir bileşik kanserojen olduğu kanısıyla yasaklanmıştır.
Ancak bu etkiyi, belirli dozların üstünde göstermekte olduğu da eklen-
miştir.
Birbirine benzemeyen ilaçların kanserojen olarak etkimesi bir
kuramın ortaya atılmasına neden olmuştur. Buna göre kanserojen etki
gösteren moleküller, hücre proteinleri ve nükleik asitlerin yapısında
bulunan ödevli gruplarla etkileşmeye girerler. Bu etkileşmenin sonun-
da geri dönüşümsüz bağlar oluştururlar. Bu değişiklikler hücre meta-
tabolizasyonunu ve hücre kalıtımını etkiler. Böylece normal hücreler
kötü huylu hücrelere dönüşür.
İlaçlar, mikrobik ekolojide bozukluklara neden olabilirler. Özel-
likle antibiyotiklerin bilinçsiz olarak kullanılışı kişideki mikrobik den-
geyi bozabilir, antibiyotiğin kullanılışı sona erdikten sonra bir süper-
enfeksiyon görülebilir. Bu süperenfeksiyon belirli mikroorganizma-
larca yapıldığında ölümcül olabilir. Penisilinlerin yaygın olarak kul-
lanılmasından sonra görülen penisiline dayanıklı mikroorganizmalar,
ilaçların neden olduğu bir bozukluktur. Bu konunun örnekleri diğer
derslerde verilmektedir. Bu durumda çoğu kez baş vurulan yol, söz
konusu antibiyotiğin yapısal değişimlerini gerçekleştirerek mikroorga-
nizmanın henüz dayanıklılık kazanmadığı şekilleri oluşturmaktır. An-
cak bunun da bir çözüm olmadığı görülmüştür.
Bazı ilaçlar organizmanın korunma mekanizmasını bozarlar. Ör-
neğin, kortikosteroitler ve antineoplastik bileşikler enfeksiyonlara
gösterilen rezistansı düşürürler. Steroitler, aynı zamanda organizma-
nın enflamasyona karşı tepkimesini ve onarım gücünü düşürür. Bunlar
arasında yara iyileşmesi, barsaklardan dökülen epitellerin yenilenmesi
sayılabilir. Bütün bu olaylarda olumsuz etki gösterirler.
Bazı kereler organizma, bir ilacın üst üste verilen dozlarına karşı
değişen bir tepkime gösterir. Aynı düzeyde tepkime göstermek için
gittikçe artan doza gereksinim vardır, ya da aynı düzeyde verilen ilaca
gittikçe daha az tepkime görülür. Bu olaya tolerans denilir. En kolay
tolerans gelişmesi gösteren ilaçlar arasında afyon ürünleri ve benzer-
liri, barbitüratlar, etil alkol, ksantinler ve amfetaminler sayılabilir.
Toleransın oluşumunu açıklamak üzere bir kaç kuram vardır. Bunlar-
39
dan birincisine göre, ilacın biyotransformasyonuna karışan hepatik
mikrozomal enzimler artar. Bu artış ilacın bir kaç kez kullanılmasın-
dan sonra mümkündür. Böylece reseptörlere bağlanacak ilaç niceliği
azalır, ikinci bir kurama göre reseptörlerin duyarlılığı azalır. Bu azalı-
şın nasıl olduğu kesinlikle bilinmemektedir. Bir görüşe göre reseptörler
üst üste ilaç molekülleri ile etkileştikten sonra hızla eski durumlarına
dönemezler. Eski durumuna dönemeyen reseptör yeni bir ilaç molekü-
lü ile kolayca etkileşemez. Bu kuramın doğruluğu kabul edilirse, ilaç
molekülünün bağ oluşturan güçlerinin önemi artar. Reseptör mole-
külünde yapısal değişikliklerin sürekli olmasını doğuran nedenler,
başlıca, ilacın fiziksel ve kimyasal özeliklerinden gelmektedir.
Her ne şekilde olursa olsun toleransın oluşması önemlidir. İlaç
kullanılışı dışında bile önemi vardır. Eğer iyi gözlem yapılmayacak
olursa bu tür olay farelerle yapılan deneylerde yanılmaya neden ola-
bilir.
haç bağımlılığı ya da alışkanlık olarak adlandırılan olay, genellik-
le merkezi sinir sistemine etki eden ilaçlarla görülür. Bu ilaçların etki-
leri stimülasyondan depresyona kadar değişir. Tümünün ortak bir yanı
vardır, bazı kişilerde özel bir "düşünsel ve duygusal durum" yaratırlar.
Bu duruma "'psişik bağımlılık'''' denilir. Bu tip alışkanlıkta bir doyurum
duygusu vardır. Bu duygu kişiyi belirli aralıklarla o ilacı kullanmağa
iter. Kullanışın nedeni, kısaca zevk alış ya da bir rahatsızlığın giderili-
şidir.
Bazı ilaçlar ise "fizik bağımlılık" yaparlar. Bu ilacın kesilmesi
durumunda fizik rahatsızlıklar ortaya çıkar. Abstinans sendromu ola-
adlandınlan bu olay, o ilaç için özel olan fizik ve psişik gösterilerin
toplamıdır. İlacın yeniden kullanılması ile kesilir. İlaçlar arasında ba-
ğımlılık olayını en çok gösterenler, morfin ve benzerleri, barbitiiratlar,
alkol, kokain, esrar, amfetamin, LSD ve benzeri hallusinojenler ola-
rak verilebilir.
Şimdiye dek anlatılan yan etkilerin dışında farmasötik kimya ders-
lerinde, gerektiğinde başka bazı kavramlar üzerinde daha durulacak-
tır. Bunların en önemlilerinden bir kaçı sinerjizm ve antagonizmdir. İki
ya da daha fazla ilaç bir arada verildiklerinde ya birbirlerinden ayrı
olarak etkirler ya da birbirlerinin etkilerine karışırlar. İki ilaç aynı
organizmaya verildiğinde her biri ayrı ayrı kendi etkisini gösteriyorsa,
toplam etki, ayrı ayrı etkilerin matematiksel toplamıdır. Bu duruma
"toplanma" denilir. Birlikteki etkileri ayrı ayrı etkilerinin toplamını geçi-
40
yorsa o zaman "potensiyalizasyon" denilir. Adı edilen iki olaya da genel
olarak "sinerjizm" denilir. Sinerjizm, birlikte çalışmak demektir. Yu-
karıda anlatılanın tam tersine bir ilacın etkisi başka ilaçların varlığında
düşüyorsa, bu olaya da "antagonizm" denilir. İlaçların bir arada veril-
mesi ile görülen bu olayların açıklanması henüz çok kuramsaldır. Eğer
iki ilaç aynı reseptörlere bağlanarak etki gösteriyorsa sinerjizm için ola-
sılık çok azdır. Fakat bu ilaçlar ayrı reseptörlere bağlanıp aynı biyolo-
jik tepkimeye neden oluyorsa sinerjizm olasılığı çoktur.
Bu tür etkilerin örnekleri ileride görülecektir.
41
İLAÇ METABOLİZASYONU
F — CH—COOH
I
F—CH2—COOH -> HO — C—COOH
I
CH 2 —COOH
Formül 3- Florositrik asitin floroasetik asitten sentezi.
42
Organizma kendi amaçları nedeniyle çevirme işlemlerini yaparken,
etkisiz olan bir bileşiği etkili bir ilaç şekline getirebilir. İyi bilinen örnek-
lerden birisi Prontozil adlı bileşiğin organizmada işlenmesidir. Pronto-
zil, herhangi bir etkisi bulunmayan bileşiktir. Ancak etki göstermeyişi
in vitro ortamda söz konusudur. İn vivo ortamda antibakteriyel etki gös-
terir. Nedeni araştırıldığında, bu bileşiğin canlı ortamda redüktif bölün-
meye uğradığı ve etkili bir bileşiği açığa çıkardığı bulunmuştur. Bu et-
kili bileşik zamanımızda da tanınmakta olan sülfanilamitdir (Formül 4).
SO1NH7 SO,NH,
NHj NH,
OH
43
BRODIE ve arkadaşları, metabolik reaksiyonların çoğunun, kara-
ciğer hücrelerinin endoplastik retikulumunda ya da mikrozomlarında
bulunan enzimlerle yapıldığını göstermişlerdir. Bu bulgu üzerine, ko-
nuda büyük ilerlemeler olmuştur. Birçok detoksifikasyon işlemi bu bul-
gudan sonra mümkün olmuştur. Bu işlemler amaç olarak yabancı bile-
şiklerin, bir diğer deyiş ile bedene özge olmayan bileşiklerin atılması
için yapılmaktadır.
Metabolik reaksiyonlar çok geniş olarak ikiye ayrılabilir. Bunlar-
dan birincisi endoplastik retukulum'un enzimleri ile katalize edilen re-
aksiyonlardır. Buna mikrozomal metabolizasyon denilir. İkincisi ise
diğer yerlerde bulunan enzimlerle katalize edilendir. Bu da nonmikro-
zomal metabolizasyon olarak adlandırılır.
Yukarıdaki gibi sınıflandırış, kimyasal yapılara özge reaksiyonları
bölümlendirmek için daha uygundur.
7. MİKROZOMAL METABOLİZASYON
7.1. Oksijenasyon
Oksijenasyon adı altında oldukça geniş sayıda reaksiyon topla-
nabilir. Bu reaksiyonlar genel olarak mekanistik yönden birbirlerine
benzerler. İlk basamak hidroksilasyon tipindedir, bu basamaktan son-
raki ürünler değişebilir. Hidroksil grubunun yaratılışı ile reaksiyonun
bitişi en çok rastlanılan metabolizasyon şeklidir. Bu şekilde oluşan
ürün daha güçlü polar özelik içerir. Bunun konjügatlarını oluşturarak
organizmadan atmak mümkündür. Belli başlı hidroksilasyon tipleri
şunlardır:
Bir aromatik yapıda aromatik hidroksilasyon olur. Genel olarak
( Q)
X—Ar—H ' > X—Ar—OH
reaksiyonu ile gösterilir. Bu reaksiyonda X ile gösterilen herhangi bir
gruptur.
Bir alifatik yapı için hidroksilasyon genel olarak şu reaksiyon
R—CHj R—CH2—OH
denklemi ile gösterilir. İleride daha ayrıntılı görüleceği gibi hidroksilas-
yon işleminin her zaman son karbonda olması zorunlu değildir.
44
O-dealkilasyon, oksijene bağlı alkil gruplarının koparılması an-
lamına gelir. Reaksiyon genel olarak şu şekilde gösterilir:
R—O—CH3 (R—O—CH2—OH) -> R—OH + HCHO
Bu örnekte kopan alkil grubu metil olarak gösterilmiştir. İleride görü-
leceği gibi metil grubunun dışında başka gruplar da kopabilir.
N-dealkilasyon, azota bağlı alkil gruplarının kopması demektir.
R—NH—CH 3 -> (R—NH—CH2—OH) -> R—NH2+HCHO
O-dealkilasyonda olduğu gibi kopan grubun mutlaka metil olması ge-
rekmez. Ancak, her iki örnekte de çoğunlukla bu reaksiyonu veren
gruplar metillerdir.
Deaminasyon, primer amin tipindeki amin gruplarının kopması
demektir. Genel reaksiyon olarak aşağıdaki gibi gösterilirler.
R R R
I I I
R —CH—NH 2 -> R —C — N H 2 -> R — C = 0 + N H 2
I
OH
Deaminasyon, biyolojik yönden çok önemli bir mekanizmadır. Biyo-
lojik önemi olan katekolaminler, bu mekanizma ile deamine edilirler.
Sulfoksidasyon, kükürt köprüsü içeren moleküllerde görülen bir
metabolizasyon şeklidir. Kükürt atomunun oksijenlenmesi ile yürür.
R1 — S — R2 R l — S — R 2 -> R' — S _ R2 + H+
I 1
OH O
Yukarıda örneklenmiş bulunan tüm reaksiyonlar için, redüklen-
miş koenzim NADPH 2 ile moleküler oksijene gereksinim vardır. Naf-
talen türevleri ile yapılan bir çalışmada gerekli olan oksijenin molekü-
ler nitelikte olduğu gösterilmiştir.
45
Karaciğerce
mikrozımal
enzim NADPHyOj
OH H
•/. 96
OH
Formül 7- Nitrobenzenin hidroksilasyon ürünleri
nh 2 NH2
CHi-CH-COOH CHJ-CH-COOH
o.
Fenil alanin
hidroksilaz
:ı OH
"N ^-N'
Formül 9- Piridinin hidroksilasyonu
47
dan hidroksilasyon olur. Bu tür hidroksilasyonun örnekleri en çok fe-
notiyazin grubu ilaçlarda görülür. Örneğin klorpromazin hidroksilas-
yona uğradığında 7 numaralı konumdan hidroksillenir. Bu konum
cı
NH Ac OH
(c)
48
(Formül 13-b), hldralazin (Formül 13-c) ve amfetamin (Formül 13-d)
yapısal yönden çok değişik değildir. Bu moleküller, yönlendiricilere
uyarak hidroksile olurlar. Verilen örneklerin tümünde görüldüğü gibi
49
5 numaralı konumdaki fenil grubu para'dan hidroksillenir. Böylece
molekülün diğer ucu da polar duruma getirilir.
7.1.2. Benzilik Metil Grubunun ve Metilen Grubunun Hidroksilas-
yonu
Benzilik konum, bir aromatik yapıya komşu konumdur. Benzilik
metil grubu, bir aromatik yapıya doğrudan bağlı olan metil grubudur.
Benzilik metilen grubu ise aromatik yapıya bağlı her hangi bir zincirin
ya da halkalı yapının aromatik halkaya bağlı ilk —CH2— grubudur.
Bu hidroksilasyon şekli birçok bileşikte gözlemlenir. Metil grupları
özellikle nonpolar bir yapının ucunda yer aldığında, her zaman yeğle-
nir. Çünkü bu grubun bir başka özeliği de, hidroksilasyon basamağın-
da durmaması ve oksidasyona devam ederek önce aldehit daha sonra
da çok polar bir yapı olan karboksil grubuna kadar gidiştir. Tolbutamit
(Formül 15) bu hidroksilasyon şekline iyi bir örnektir. Görüldüğü gibi
bu molekülde metil grubu en uçta yer almaktadır. Metil'in bağlı olduğu
fenil gurubu daha önce belirtildiği gibi iyi bir lipofildir. Organizma bu
molekülün daha polar şekle çevrilmesi için hidroksilasyon işlemini
halka üzerinden değil metil üzerinden yapmayı yeğler. Bunun en önemli
nedenlerinden birisi de daha önce belirtildiği gibi ileri oksidasyon ola-
naklarıdır. p-nitro toluen, benzilik metil fonksiyonundan hidroksille-
nir. Bu hidroksilasyon işlemi de daha ileri basamaklarla devam edebi-
lir. İn vivo ortamda 3,5-dimetil pirazol'un oksidasyonu incelendiğinde
yine benzer sonuçlara varılmıştır. Bu bileşik de önce hidroksillenir da-
ha sonra karboksilik asite kadar oksidasyon devam eder. Benzilik me-
50
bir bilgidir. Metil grubu, ilaç moleküllerine olumlu katkısı olan bir
gruptur. Bu nedenle gerektiği yerde metil grubunun kullanılışı müm-
kündür.
Benzilik metilen grupları, ya orta uzunlukta yan zincirlerin halka-
ya bağlandığı ilk karbon olarak görülür ya da aromatik yapıya bağlı
doymuş halkaların benzilik konumdaki karbonlarıdır. Bunlardan ikin-
ci duruma daha çok rastlanır. 5-etil-6-aza urasil, yan zincirin 1 numa-
ralı konumundan hidroksillenir. Bu karbon benzilik durumdadır. For-
mül 17'de görüldüğü gibi hidroksilasyon ürünü bir sekonder alkoldür.
Bu alkol daha ileri okside edilmez çünkü oksidasyon ürünü daha az
polar olan keton grubudur.
i /
51
Hidroksilasyonun tipi ise "w hidroksilasyon"dur. w harfi latin alfabesi-
nin son harfidir. Bu nedenle zincirin en sonundaki karbonun hidroksi-
lasyonu anlamına gelir. w-l ise en sondan bir önceki demektir, w hid-
roksilasyonun ürünü primer alkol grubudur. Daha ileri basamaklarda
okside olabilir. Oksidasyon ürünlerinden aldehit önemsizdir ve çoğun-
lukla karboksil grubu vermek üzere oksidasyona devam edilir. Karbok-
sil grubu ise oldukça önemlidir. Polaritesi hidroksilden çok daha faz-
ladır ve tuzları oluşturarak suda erirlik kazanır.
«-1 hidroksilasyona örnek olarak amobarbital (Formül 19-a) ve
metoheksital (Formül 19-b) verilebilir. Ancak bu moleküllerde, to-1
(a) (b)
Formül 19- Amobarbital ve metoheksital'in to-1 hidroksilasyonu.
52
nın hidroksilasyonu görülmektedir. Gerek asetoheksamit gerekse eti-
namat'ın en önemli metabolitleri olarak trans-4-hidroksi türevlerinin
bulunuşu, yeğlenen konumun trans-4 olduğunu göstermektedir.
0 0 0
HCaC O-C-NHj HCaC O-C-NH -i^-NHj
(a) (b,
(c)
Formül 21- Etinamat, 1-etinil sikloheksil-l-allofanat ve asetoheksamit'in hidroksilasyonu.
(a) (c)
53
Formül 23- Anilinin, hidroksi anilin şekline çevrilmesi.
Primer ve sekonder aminler, N-hidroksilasyon yanı sıra N-oksidasyo-
na da uğrarlar. Tersiyer aminler ise N-oksidasyona uğrarlar, t-aminle-
rin metabolizasyon şekilleri birçok ilaç yönünden önemlidir. Trimeti-
lamin N-oksidasyonla metabolize olur (Formül 24-a). Yapısında t-
amin taşıyan klorpramazin de N-oksidasyona uğrar (Formül 24-b).
(a) CHj-CHfCHfNC^
(b)
Formül 24- Trimetilamin ve klorpromazinin N-oksidasyonu
Hidroksilamino tipi bileşikler, türedikleri ana yapılardan daha
toksiktir. Bunlar arasında bazı polisiklik aminlerin güçlü kanserojen-
ler olduğu bilinmektedir. Örneğin, 2-asetamino flören, Formül 25-a
da görüldüğü gibi metabolize olur. Oluşan ürünler güçlü kanserojen-
dir. Aynı şekilde metabolize olan ve kanserojen metabolitler veren diğer
polisiklik aminler arasında 4-asetil stilben ve 2-naftil amin sayılabilir.
îleride de görüleceği gibi hidroksilamino ve nitrozil grupları, ilaç
moleküllerinde istenmeyen gruplardır. Bunun ana nedeni yukarıda an-
latılandır.
S-oksidasyon, bivalan nitelikteki kükürdün oksidasyonudur. S-
oksidasyon ürünleri sırasıyla sulfoksitler ve sülfonlardır (Formül 25-b).
NH-OH
(a)
S '
I
o
(b)
Formül 25- 2-asetamino flören ve kükürtün oksidasyon ürünleri,
54
S-oksidasyona genellikle heterosiklik seride, özellikle fenotiyazin
ve benzeri türevlerde rastlanmaktadır. Bu arada Formül 24'de görül-
mekte olan klorpromazin, halka içindeki kükürdün oksidasyonuyla
sulfoksit tipinde metabolitler verir.
Çifte bağlar iki tür oksidasyon ürünü verir. Bunlardan birisi epok-
sit, diğeri a-diol dür. En çok hücuma uğrayanlar izole olefinik yapılar-
dır. Bu tür yapı taşıyan klorlu ensektisitlerde epoksitlerin oluştuğu
saptanmıştır. İlaçlar arasından örnek olarak da sekobarbital gösterile-
bilir. Sekobarbital, olefinik oksidasyon ile a-diol yapısı verir (Formül
26).
çh3 ÇH,
CH-CH^-CHJ-CHJ _ ^İH-CHFCHFCH,
CHrÇH-ÇHj
OH OH
7.2. Dealkilasyon
7.2.1. O-Dealkilasyon
O-dealkilasyon, oksijen üzerine bağlı bulunan alkil gruplarının
koparılması demektir. En çok aromatik halkaya bağlı oksijenler üze-
rindeki gruplar koparlar. Bunlar arasında da metil ve etil grupları ko-
lay kopanlardır. Oksidatif kopma şeklinde olan bu işlem Formül 27'de
gösterilmektedir.
55
nilid, aynı zamanda Formül 5'de gösterildiği gibi asetanilidin hidrok-
silasyon ürünü olarak da görülmektedir. Bu bileşik, asetofenetidinden
daha az toksik ondan daha etkilidir. Bu örnek, metabolizasyon incele-
meleri ile geliştirilen bir ilacı göstermektedir. Formül 28'de çember
içinde gösterilen alkil grupları dealkilasyon ile kopan gruplardır.
o
NH-S-CHJ
(a)
(a) (b)
56
7.2.2. N-Dealkilasyon
Bu metabolik reaksiyon, mekanizma olarak daha önce anlatılmış
bulunan N-oksidasyondur. Önce enzimatik olarak bir N-oksit ya da
hidroksi alkil ara ürünü oluşur. Daha sonra enzimatik veya başka ne-
denlerle molekül içi yeniden düzenlemeye uğrar, bir amin ve aldehit
verir.
N-dealkilasyon genel isimdir. Çoğu kez azot üzerinden kopan grup
belirtilir. Örneğin, N-demetilasyon, N-deetilasyon denilir. Bu kopuş-
tan arta kalan yapı ise daha önceki adının önüne "nor" eki getirilerek
adlandırılır.
Bu tür metabolizasyona, sekonder, tersiyer aminlerden örnekler
vermek mümkündür. Heksobarbital, N-dealkilasyonla norheksobar-
bital'e dönüşür (Formül 30-a), dimetilbarbital, metilbarbitale dönüşür
(Formül 30-b), dimetilaminoazo benzen, bir metil grubu yitirir (For-
mül 30-c) monometil amino azobenzene dönüşür. Aynı mekanizma ile
dealkilasyona uğrayan başka bileşikler de vardır. Bunlar arasında, N-
alkil amitler, N-alkil karbamatlar, N-metil sulfonamitler, N-metil
pirofosfamitler, N-metil imidler, N-metil purin bazları sayılabilir.
Azota bağlı olupta oksidatif N-dealkilasyonla koparılan gruplar
arasında metil ve etilden başka propil, butil, allil, siklopropil, hidroksi
etil, izopropil, p-amino fenetil ve t-butil grupları da sayılabilir.
7.2.3. S-Dealkilasyon
Kükürt üzerine bağlı olan alkil gruplarının koparılması anlamına
gelir. S-dealkilasyon, alifatik tiyoeterlerle görülmeyen bir işlemdir.
Kükürdün en az bir taraftan aromatik bir yapıya bağlanmış olması
gerekir. Tümüyle alifatik ya da alisiklik yapılarda, S-oksidasyon reak-
siyonu olur. Buna göre S-dealkilasyon, aril alkil tiyoeterlerle görülür.
Örnek olarak 6-metiltiyo purin (Formül 30-d) verilebilir. Bu bileşik
S-dealkilasyona uğrayarak 6-merkapto purin'i verir (Formül 30-e).
(d) (e)
Formül 30- 6-metiltiyo purin'in S-dealkilasyonu.
57
7.3. Redüksiyon
Mikrozomal biyotransformasyon olarak, organizmada birkaç
tür redüksiyon işlemi yapılır. Bunlar, nitro gruplarının amin grubuna
kadar indirgenmesi, diazo bileşiklerinin indirgenmesi, keton grupları-
nın hidroksil gruplarına çevrilmesidir. Açıkça görüldüğü gibi amaç,
daha kolay işlenebilen ve bedenden daha kolay atılabilen bileşiklerin
oluşturulmasıdır.
Nitro grupları, özellikle aromatik yapıya bağlı olduklarında amin
grubuna kadar indirgenir. Örnek olarak m-dinitrobenzen ele alına-
bilir. Bu molekülün taşıdığı bütün nitro grupları amine kadar indirge-
nir. Ancak sonuçta oluşan metabolit, yalnızca amin fonksiyonları içe-
ren şekil değildir. Buna ek olarak aril hidroksilasyon ürünü olan 2,4-
diamino fenolde görülür. Ayrıca çok az niceliklerde hidroksil amin ve
nitrozo türevlerine de rastlanır. Ancak bu kez, hidroksil amin ve nit-
rozo türevlerinin, bir oksidasyon ürünü olarak değil, redüksiyon ara
ürünü olarak oluştuğuna inanılmaktadır. Söz konusu reaksiyonların
tümü Formül 31'de topluca verilmiştir.
NH,
R^-^L -NH-OH t „ ,
ı< A ı Turevlan
lyJU -N=0
2
X
[Ol OH
Formül 31- m-dinitro benzen'in redüksiyon ürünleri, diğer metaboiitleri.
Diazo yapısı içeren bileşikler, önce redüksiyona daha sonra da
hidrolitik yarılmaya uğrarlar. Örnek olarak p-fenil diazo-N, N-dimetil
anilin gösterilebilir. Bu bileşik, önce sübstitüe difenilhidrazin yapısı
oluşturur, daha sonra hidrolitik parçalanmayla iki değişik anilin yapısı
oluşturur (Formül 32).
58
İn vivo ortamda redüksiyona uğrayan ketonlardan sekonder al-
koller oluşur. Basit keton yapıları arasında metil sikloheksanonlar,
t-butil sikloheksanonlar ve dekalonlar örnek olarak verilebilir. İlaç-
ların çoğunda rastlanılan bu reaksiyon asetoheksamit ile örneklenebi-
lir. Asetoheksamit (Formül 25-c), açil grubunun karbonilinden redük-
siyona uğrar ve (—) hidroksiheksamidi verir. Adın önündeki (—) işa-
reti bileşiğin redüksiyon sonucu optik aktif şekle gelmesi nedeniyledir
(Formül 33).
8.1. Oksidasyon
Bu bölümde konu edilen oksidasyon, daha önce anlatılan oksidas-
yon ile aynı işlem değildir. Bu tür oksidasyon, bir bileşikte bulunan
amin grubunun kopmasını, alkol, gruplarının daha ileri basamaklarda
okside olmasını içerir.
59
8.1.1. Oksidatif Deaminasyon
Genel olarak alifatik ya da aril sübstitüe alifatik aminler, aminok-
sidazlar tarafından işlenir ve amin türevleri ya da amonyak yitirerek
aldehitleri yaratırlar.
(O) H2O
R—CH 2 —NH 2 -> R—CH=NH > R—CHO + NH
Yukarıdaki reaksiyon dizisi genel olarak oksidatif deaminasyonu gös-
termektedir. Bu reaksiyon, monoaminoksidaz enziminin katalizasyonu
ile yürür. Primer, sekonder ve tersiyer aminlerin tümü deaminasyona
uğrar. F&kat sekonder ve tersiyer aminler deaminasyona karşı dayanık-
lılık gösterir. Bu aminler, önce dealkilasyona uğrayarak primer amin
vermeyi daha sonra ileri basamaklarda okside olmayı ya da bu şekilde
atılmayı yeğlerler. Deaminasyona uğrayarak aldehit şekline dönen
molekül, daha sonra ya redüklenir ya da okside olur. Redüksiyon ürü-
nü alkoldür. Oksidasyon ürünü ise karboksilik asittir.
Deaminasyon işleminde sterik nedenlerin etkisi büyüktür. Eğer
molekül uzaysal yapı yönünden enzimlere engel gösterecek nitelikteyse
oksidatif deaminasyona uğramaz. Örneğin, l-fenil-2-propiI amin (For-
mül 34) deaminasyona uğramaz.
60
bileceğinden bu tip enzimlere "dehidrojenaz" adı takılmıştır. Bu enzim-
ler karaciğer, böbrek ve akciğerde bulunur.
Genellikle primer alkoller aldehit şekline, sekonder alkoller ise
keton şekline okside edilirler. Tersiyer alkoller, kimyasal yönden gös-
terdikleri özeliği burada da gösterirler ve okside olmazlar. Ancak,
alkoller başka biyolojik reaksiyonlara girerler. Hidroksil gruplarının
kopuşu ile verdikleri bu tip reaksiyonlar başka yerde ele alınacaktır
(Bkz. Kimyasal Yapı-Biyolojik Etkinlik İlişkileri).
Yukarıda verilen kurallara uygun olarak metabolize olan ilaçlara
örnek kloral hidrat gösterilebilir. Kloral hidrat, organizma ta-
rafından trikloroetanol'e çevrilir. Ancak, bir alkolün aldehide çevril-
mesi reaksiyonu ile yarışan önemli bir reaksiyon da tam tersidir. Bu
reaksiyon bir aldehidin alkole çevrilmesidir. Yine de organizmada ge-
rektiği yerlerde primer ya da sekonder alkol grupları oksidasyona uğ-
rarlar.
8.2. Redüksiyon
Organizmada birçok yapı redüksiyona uğrayabilir. Bunlar arasın-
da ketonların sekonder alkollere dönüşmesinden yukarıda söz edil-
miştir. Ketonlar dışında kalan ve kimyasal yönden redüksiyon ola-
rak nitelendirilecek birçok işlem organizma tarafından yapılabilir. Ör-
nekler aşağıda gösterilmektedir:
N-oksitler: Me 3 N->0 — • Me 3 N
61
Yukarıda sayılmış bulunan reaksiyonlardan çifte bağların redük-
siyonu bazı koşullar gerektirir. Bu redüksiyon, genellikle izole olmuş
çifte bağlar için mümkündür. Konjuge tipte ya da aromatik yapıda yer
alan çifte bağlar için bu redüksiyon mümkün değildir. Konjüge ya da
aromatik sistemler, kendilerine özge enerjilerle sağlamlaştırılır. îzole
bağlarda sağlamlaştırma enerjisi söz konusu değildir.
Disülfürlerin yarılmasından yararlanarak ilaç geliştirme konusun-
da kullanılmaları söz konusudur. Sulfoksitlerin oluşması ile çoğu kez
etki yitirilmektedir. Bu nedenle organizma daha etkili şekilleri yarat-
mak üzere redüksiyondan yararlanır.
8.3. Hidroliz
Hidroliz reaksiyonu, ilaçların metabolizasyonunda oldukça önem-
li yer tutmaktadır. İlaçlarda çok rastlanan ester gruplarının, amit grup-
larının, kidrazit gruplarının parçalanması hidrolize örnektir. Bu işlem-
ler, gerek kan plazmasında gerekse karaciğerde bulunan birçok enzim
ile yapılır. Bu enzimler parçaladıkları gruba göre özel isim alırlar.
8.3.1. Esterler
Esterleri parçalayan enzimlere esteraz adı verilmektedir. Bunlar
arasında özel isimler alanlar da vardır. Örneğin, asetilkolinesteraz gibi.
İlaçlarda bulunan ester grupları organizmanın polarite için duyduğu
gereksinime göre parçalanır. Bu parçalanmanın ürünleri, çok polar
bir yapı olan karboksil grubu ile yine polar bir yapı olan hidroksil gru-
budur. Dikkat edilmesi gereken önemli konulardan birisi de hidroliz
işleminin, dokular ve canlılar arasında farklılık göstermesidir. Örne-
ğin, atropin ve kokain tavşan plazmasında hızla hidroliz edilir. Fakat
insan plazmasında aynı olay görülmez, (Formül 35). Buna göre şu yar-
gıya varmak mümkündür; hayvanlarda yapılan deneylerin tümü in-
sanlara uymayabilir. Bu ise yanılgılara yol açar.
CH CH- ÇH,
62
Hidroliz işlemi, ilaç tasarlamada bazı kereler olumlu olarak kul-
lanılabilir. Çok polar olan bir bileşiğin biyolojik engelleri geçmesi için
daha az polar olan türevleri hazırlanır. Fakat bu hazırlık sırasında,
mümkün olduğunda o bileşiğin dokuda parçalanması ve etkili olan
şeklini oluşturması sağlanır. Karboksil grubu bu amaca hizmet ede-
bilir. Kendisi çok polardır, fakat esteri çok daha az polardır. Böylece
esteri hazırlanıp organizmaya verilir. Kan plazmasında hidroliz ile
karboksil grubu açığa çıkartılır.
63
HO °/.100 H07.95 HO7.20 HO.7.4
8.4. Dehalojenasyon
Bir ilaç molekülünde bulunan halojenler üç değişik yolla koparı-
labilir. Bu iiç değişik yoldan hangisinin işleyeceği ilacın özeliklerine
bağlıdır.
Bu yollar, dehidrohalojenasyon, hidrolitik halojenasyon ve redük-
tif halojenasyondur.
8.4.1. Dehidrohalojenasyon
İlaç molekülünde bulunan halojenlerin komşu karbon üzerinde
yer alan hidrojenlerle birlikte koparılması demektir. Sonuçta bir halo-
jenle birlikte bir hidrojen de koptuğu için, bu işlem "dehidrohaloje-
nasyon" adını alır. Örneklerin en önemlileri, ensektisit etki gösteren
halojenli hidrokarbonlardır. Zararlı böceklerden bazılarında, örneğin
64
DDT'yi daha az etkili şekle çevirebilen, bir enzim vardır. Bu enzim
yardımı ile DDT molekülünden (Formül 39) bir molekül HC1 kopar-
tılır. Böylece bir olefinik yapı oluşur.
O
cl cı
Formül 39- DDT'nin dehidrohalojenasyonu.
XH-CHO
65
tür metabolizasyon en çok uçucu genel anesteziklerle görülür. Uçucu
genel anesteziklerden en tanınanları alçak yapılı halojenli hidrokar-
bonlardır. Bunlar arasından halotan ve metoksifluran redüktif dehalo-
jenasyonla metabolize olurlar.
Halotan (Formül 41-a) önce brom ve klorunu yitirir. Bu iki halo-
jenin yerine hidrojenlerin girmesi ile 1,1,1-trifIoro etan yapısı oluşur
(Formül 41-b). Daha sonra yeni oluşan metil grubu oksidasyona girer
ve sonuç ürünü trifloroasetik asit olarak ortaya çıkar (Formül 41-c).
CHCİ2CF2OCH3 • CH 1 CF 2 OCH 3
(a) ' (b)
C C l 4 - f f i U CHCİ3
(c) (d)
Formül 42- Metoksi fluran ve karbon tetraklorür'ün redüktif dehalojenasyonları.
9. KONJÜGASYON İŞLEMLERİ
Şimdiye kadar anlatılan işlemlerin tümü ya degradatif ya da ka-
tabolik işlemlerdir. Bu işlemlere göre ilaçlar, bir başka yapıyla birleş-
meden değişimlere uğrarlar. Bu değişimlerin sonucu bir grubun ya da
molekülün bir kısmının başka şekil almasıdır.
İlaçlar, sentetik ya da konjügatif işlemlere de girerler. Yine bu iş-
lemlerin sonunda, daha polar ve yağdaki çözünürlüğü daha az olan
bileşikler ortaya çıkar. Bu bileşiklerin böbreklerden geri emilme olası-
lığı çok daha azdır. Ancak iki tür türev bu kuralın dışında kalır. Bun-
lar, asetil türevleri ile metil türevleridir. Çünkü bu türevler, başlangıç
bileşiklerinden daha az polardır. Bu tür bileşiklerin oluşumunda rol
oynayan etkenin, iyonizasyon özeliği olduğuna inanılmaktadır. Aseti-
lasyon ya da metilasyon ile iyonize olabilme durumu ayarlanmaktadır.
66
Konjügasyon işlemi, moleküle, kendisinden daha polar bir parça-
nın katılmasıdır. Bu kural, yalnız asetilasyon ve metilasyonda geçer-
sizdir. Ancak, bu iki işlem de dahil olmak üzere bütün konjügatif olay-
larda, polar olan gruplar kullanılır. Bu gruplar arasında hidroksiller,
karboksiller aminler vb. sayılabilir. Bunlara bağlanan gruplar arasın-
da ise glikuronik asit kalıntısı, sülfürik asit kalıntısı ve çeşitli amin tü-
revleri kalıntısı sayılabilir.
9.1. Glikuronitler
Biyolojik sistemlerde glikoz, büyük niceliklerde vardır. Bu neden-
le ilaç metabolizasyonunda ana yollardan birisidir. Bu reaksiyonda,
ilaç ya da onun metaboliti D-glikuronik asit ile birleştirilir. İki tip gli-
kuronit bilinmektedir. Bunlardan birincisi eter glikuronittir (For-
mül 43-a). İkincisi ester glikuronittir (Formül 43-b). Her iki glikuro-
nik asit türevinde de konjügasyonla bağlanan parça aynıdır. Bağlanış
şekli ve bağlandığı grup değişiktir. Eter glikuronitler, alkollerden, fe-
(a) (b)
67
9.2. Sülfat Esterleri
Bu reaksiyonda, ilaç ya da metaboliti sülfürik asit kalıntısı ile bir-
leşir. Bu birleşmede kullanılan gruplar genellikle hidroksiller ve amin-
lerdir. Fenolik hidroksil gruplarından çoğu bu şekilde konjüge olur.
En önemli örnekler steroit ilaçlar serisinde bulunur. Örneğin, östron
adlı steroit yapı, fenolik hidroksil grubunun sülfat esteri oluşarak suda
çözünür şekle sokulur (Formül 44).
68
asitlerin de bu reaksiyona girdiği bilinmektedir/Ortaya çıkan ürün her
zaman "ürik" son eki ile adlandırılmaktadır. Örneğin, salisilik asidin
glisin ile birleşmesinden oluşan ürün (Formül 45-a), salisilürik asit
olarak adlandırılır. Nikotinik asid'in glisin ile birleşmesinden oluşan
ürün (Formül 45-b), nikotinürik asit olarak adlandırılır.
(gr
N
fe) (b)
IV
69
tilasyonunun aydınlatılması için yapılan çalışmalar, Acetyl Co A'nın
bulunmasına yol açmıştır.
9.4. Metilasyon
Metilasyon, biyokimyasal yönden önemli bir yoldur fakat ilaçla-
rın metabolizasyonu için önemsizdir. İlaçlarda genellikle metillenen
gruplar aminler, fenoller ve tiyollerdir. Görüldüğü gibi alifatik hidrok-
sil grupları, alkoller, bu reaksiyona girmezler.
9.4.1. N-Metilasyon
Azot üzerinden yapılan bu metilleme işleminde seçicilik yoktur.
Alifatik ya da aromatik azotların tümü metillemeye uğrayabilir. Sonuç
ürünleri birbirlerinden çok değişiktir. Fenil etanol aminlerin metillen-
mesi önemli bir yoldur. Formül 47'de görülen bu metilasyon işlemi,
@ CH,
9.4.2. O-Metilasyon
Oksijenlerin metilasyonu anlamına gelir. Daha önce de belirtil-
diği gibi yalnız aromatik hidroksil grupları metilasyona girer. Metilas-
70
yon işlemini yapan ve hidroksiller için seçici davranan bu enzimlere
"O-metil transferaz" adı verilir. İlaçlar için önemli olan bu enzimler:
ÇH OH
CH-CHfNH-Ac • HO' CH-CHj-NH-Ac
la) CH,Ö
CHJ-CHj-NH-AC CHfCH?-NH-Ac
(b)
COOH
(cl
Formül 49- Çeşitli O-metilasyonlara örnekler.
71
Bir başka ilgi çekici bulgu da, fetus proteinleri ile talidomit arasın-
daki etkileşimdir. Talidomit, fetusta bulunan makromoleküler hedefi
açilleyerek embriyotoksik etki gösterir.
Penisilinlerin de allerjik reaksiyonları, benzer bir mekanizmaya
bağlanmaktadır. Bulgulara göre p-laktam halkası yarılarak ortaya çı-
kan molekül, serum globulin molekülleri ile etkileşmektedir.
72
12. İLAÇ METABOLİZMASININ İNCELENMESİ İLE YENİ
İLAÇ GELİŞTİRME
İlaç metabolizmasının incelenmesi birçok yararlar sağlamaktadır.
Öncelikle bir ilacın nasıl işlendiği bilindiğinde, istenmeyen işlemler
için önlemler almak ve istenen işlemlerin de hızlandırılmasını sağlamak
mümkündür. Ayrıca ilaçların, organizmada detoksifikasyon amacı ile
işlendiği dikkate alınırsa, metabolitleri yardımı ile daha az toksik şekil-
lere geçmek mümkündür.
Ü Ç O
tHf-CsC-CH, t^-CsC-İH,
(a) (b)
I Y ch"ch=ch2
« v
73
Zoksazolamin adlı ilacın farmakolojik etkileri kas rölaksanı ve
ürikozüriktir. Metabolitleri incelendiğinde, amin grubunun oksidatif
olarak koparıldığı yapının oluştuğu görülmüştür. Daha sonra bu yapı-
nın, farmakolojik etki yönünden zoksazolaminden daha ilginç olduğu
görülmüştür. Bu bileşik, yalnız kas rölaksanı olarak etkir. Böylece iki
etkiyi birden gösteren zoksazolamin (Formül 52-a) metabolize olarak
yalnız kas rölaksanı etki içeren 5-kloro-2-hidroksibenzoksazol'e dö-
nüşmektedir (Formül 52-b).
74
Formül 54- Fenilbutazon, hidroksifenilbvtazon, kebuzon.
75
Bu reaksiyon geri dönüşümlü ya da dönüşümsüz olabilir. ES komp-
leksinin oluşması çok hızlıdır ve 1 nsec den daha az zaman alır. Bu ne-
denle bu reaksiyonun oluşum oranı, ES'nin EÜ'ye dönüşmesi hızına
ve ES'nin konsantrasyonuna bağlıdır. ES'nin konsantrasyonu ise ES'-
nin E ve S'ye ayrılma oranına bağlıdır.
Bir enzim inhibitörü (I) de yine bir kompleks (El) verebilir. Bu
kompleks ise ürün veremez ve tekrar E ile I'ya ayrılır. Böylece hem
substratm hem de inhibitöriin bulunduğu ortamda kompleks vermek
üzere, enzim, her ikisi ile de reaksiyona girer. Bunun sonucu olarak ürü-
nün oluşması için gerekli olan ES kompleksi daha az bulunur, böylece
daha az ürün oluşur. Bu şekilde ürün oluşmasının önlenmesi, "yarış-
malı irıhibisyon" olarak bilinir.
Antimetabolit, yapı yönünden bir metabolite yeteri kadar benze-
yen ve bu nedenle biyolojik sistemlerde onun yerine geçebilen fakat
metabolitten beklenen etkinliği göstermeyen moleküldür. Bunun sonun-
da hücreler içinde istenen metabolit yeteri kadar oluşamaz.
Sülfanilamit'in (Formül 55-a) in vivo ortamda antibakteriyel etki
göstermesi ve bu etkinin p-aminobenzoik asit (Formül 55-b) tarafın-
dan antagonize edilmesi önemli bir bulguyu oluşturmuştur. Daha son-
ra sülfanilamitin etkisi saptanmıştır. Sülfanilamit, bakterinin p-a mirio
benzoik asidi kullanmasına engel olmaktadır.
76
ile kondanse edilmeğe çalışılır. Ancak, bu kondansasyon mümkün ol-
madığı için sentez bu basamakta kesilir.
Bu görüş kanıtlandıktan sonra binlerce bileşik sentez edilip etkisi
araştırılmıştır. Her ne kadar bunların çoğu in vitro ortamda etkili ise
de in vivo ortamda çoğu etkisizdir. Neden olarak, seçici toksisitenin
var olması gerektiği ortaya konulmuştur. Seçici toksisite için yapılan
çalışmalar günümüzde pek çok bilginin toplanmasını sağlamıştır.
Seçici etki için görüşler aşağıda olduğu gibi sıralanabilir:
1- istila etmekte olan canlının hücresi, istila edilen canlının kul-
lanmadığı enzimleri kullanabilir. Örnek olarak sülfanilamidin etkisi
gösterilebilir.
2- Organizmanın kendisi özel bir yolla ilacı detoksifikasyona uğ-
ratır, fakat istila eden mikroorganizma bu işi yapamaz.
3- îstila eden canlı hücresi, ilacı, öldürücü etkili bir "antimeta-
bolif'e çevirir, istila edilen yüksek yapılı canlı bunu yapmaz.
4- Bir enzimin bağlanması yalnız "etkili yöre"den olmaz. Etkili
yöre dışındaki yerlerden de bağlanma olabilir. Enzimler, değişik canlı
türlerinde hatta aynı canlı türü içinde, fakat değişik dokular arasında
bile yapı ayrıcalıkları gösterebilir. Bu ayrıcalıklar, genellikle bağlanma
yöresi dışında kalır. Trimetoprim adlı ilaç, böyle bir ayrıcalıktan ya-
rarlanarak folik asit redüktaza seçici olarak bağlanır, toksik etkisini
gösterir.
5- îstila eden canlı hücresi, söz konusu ilaç için "olağan üstü et-
kili" bir taşıma mekanizması içerir. Örneğin, folik asitin antimetabo-
liti olan metotreksat löseminin tedavisinde buna benzer bir mekaniz-
ma nedeniyle etkilidir.
Enzim inhibisyonu için dikkate alınması gereken bazı noktalar
vardır. Bir enzim ile substrat arasında oluşan bağların özeliklerini bil-
mek gerekir. Substratın ya da metabolitin üzerinde yapılacak hangi
değişiklikler ile bunun bir antimetabolit şekline sokulacağının hesap-
lanması gerekir. Bağlanmanın olduğu etkili yöreye, komşu yörelerden
de bağlanmanın mümkün olup olmadığı araştırılmalıdır. Bu tür bir
bağlanma mümkün olursa, daha seçici bir ilaç elde edilmiş olur. Ayrı-
ca, eğer mümkünse, geri dönüşümlü inhibitörlerin yapılması daha etkili
ve daha seçici bileşiklerin elde edilmesini sağlar.
EHRLICH'in konuya yaklaşım şekli ile sürdürülen çalışmalarda,
kimyasal bileşiklerin rastgele araştırması yapılmıştır. Bu çalışmalar,
bir tür ilaç eleme niteliğinde olmuştur. Ancak, yukarıda verilen görüş-
lerin belirlenmesinden sonra, daha akılcı biçimde ilaçlar tasarlanmağa
başlanmıştır.
77
Bütün enzim inhibitörleri bir zehirdir. Bu nedenle ana sorun bu ze-
hirli etkinin seçici olmasını sağlamaktır. Örneğin, 6-merkapto purin
(Formül 56-a), hipoksantin'e (Formül 56-b) benzer bir substrattır.
(a) <b)
Formül 56- 6-merkaptoptopurin ve hipoksantin.
Her iki substrat da, hücre içinde enzimatik olarak nükleotitlerine dö-
nüştürülür. 6-merkapto purinden oluşan tiyoinozinat, hipoksantin-
den oluşan inozinat'ın antimetabolitidir.
5-florourasil (Formül 57), bir pirimidin antimetabolitidir. Biyo-
kimyasal sentez dizisinde, urasilden başlayarak nükleotitlerin oluş-
ması sırasında antimetabolit olarak davranır.
*90 «TJ
HO-HjÇ.O^
OH OH
(a) (b) (c)
Formül 58- Adenozin, arabino adenozin ve ksilo adenozin.
78
İzosterik yer değiştirme sonucu ortaya çıkan diğer etkili bileşik-
lere örnek olarak tübersidin (Formül 60-a) ve formisin (Formül 60-b)
ile, benzer etki gösteren sentetik türevler (Formül 60-c ve d) sayılabilir.
S-CH
OH OH
Formül 59- 6-Metil merkaptopurin ribozit.
HO-HjC^O^
HO-HjÇ o
79
Formül 61- Allopurinol.
o COOH
CH^-CHRCOOH
CHjOH
H
3C"
(a)
olarak düşünülebilir. Hücre zarı yüzeyine her hangi bir bileşiğin taşın-
85
TABLO 2- Bazı bağ momentlerinin değerleri (Debye birimi olarak).
H-C 0.4 N-i-O 4.3
H-S 0.68 P-*0 2.7
J 1
Van zincir karbon sayısı 9 10
Şekil 7- Alkil sübstitüe rezorsinol türevlerinin alkil yanzinciri karbon sayısına göre fenol
katsayılarının grafiği.
TABLO 5- Çok rastlanan ödevli grupların sudaki ve yağdaki erirlik üzerine olan etkin-
liklerine göre dizelenmesi.
t -coo- -CH3
-COOH -i-PrOH
-O-H -t-BuOH
•Y
3 -O- —1CH2—1CH~j
-NR+. X" -n-Pr M
S
-CHÖ -fenil -a
-CO- -naftil >d01)
3 -NH2
T3 -CONH2
VI -CONHC
-CONRR
-COOR»ı
liği en fazla artıran gruptur. Buna göre yağdaki erirliği en aza indi-
ren gruptur. Sağdaki dizinin en altında yer alan grup ise yağda en fazla
eriyen gruptur.
88
FIZIKSEL ÖZELIKLER BIYOLOJIK ETKI ILIŞKILERI
81
Atomlar çeşitli bağlarla birbirlerine tutunurlar, atomların deği-
şik dizelenmesiyle ayrı özelikte moleküller ortaya çıkar. Bu değişik-
likler o moleküllerin çözünürlüklerinde, buna bağlı olarak partisyon
katsayılarında, iyonizasyon derecelerinde, kutuplanmalarında ve dipol
momentlerinde görülür.
14. KUTUPLANABÎLIRLIK
Gerçek gazlar için van der WAALS denklemi aşağıda görüldüğü
gibidir.
(c? + - £ - ) ( v - b ) = RT
Bu denklemde P gazın basıncıdır, V hacmidir, R gaz değişmesidir, T
mutlak ısıdır, a bir değişmezdir, b ise moleküler hacma bağlı bir diğer
değişmezdir, a değişmesi gazın kutuplanabilirliğine bağlıdır.
Anestezik etki gösteren ve göstermeyen gazların a ve b değerleri-
nin bir karşılaştırması yapılmıştır. Bulgulara göre, bir gazın anestezik
etki gösterebilmesi için belirli bir kutuplanabilirliğinin ve hacminin
bulunması gerekir. Buna göre, kutuplanabilirlik ile etki arasında mut-
lak bir ilişki bulunmaktadır.
Daha sonraları LORENTZ-LORENTZ denklemi yardımıyla,
kutuplanabilirliğin ölçüsü olan refraktivite ile biyolojik etki arasında
ilişki kurulmuştur.
n 2 +2d
bu denklemde P molar refraktivitedir, n refraksiyon indisidir, m mole-
küler ağırlıktır, d ise bileşiğin yoğunluğudur. Bu denklemden çıkarak
gaz moleküllerinin hücre ara yüzeylerine absorbe olduğu ve geçirgenli-
ği, uyarılabilirliği, metabolizmayı etkilediği ortaya konulmuştur.
Molar refraktivite katılımlı etki gösterir. Buna göre, örneğin, bir
metan molekülünün refraktivitesi ölçülerek bir adet C—H bağının ref-
raktivitesi hesaplanabilir. Bunun için aşağıdaki formül kullanılır. Bu
p PcH4
— 4
tür çalışmalarla, bağ refraktiviteleri hesaplanmış ve tablolar oluşturul-
muştur. Bu sonuçları kullanarak her hangi bir grubun bir moleküle
katkısını hesaplamak ve buradan giderek de o bileşiğin biyolojik etki-
si ile korelasyonunu kurmak mümkündür.
82
Elektronik kutuplanabilirlik ile bazı antibiyotiklerin bakteriyo-
statik etkileri arasında ilişki kurulmuştur. Örnek olarak kloramfenikol
gösterilebilir. Tablo l'de kloramfenikol'ün etkisinin elektronik kutup-
lanabilirliği ile korelasyonu gösterilmektedir. Kloramfenikol'ün et-
kinliğine ölçü olarak, Escherichia colVyi inhibe edişi kullanılmıştır.
83
TABLO 2- Bazı bağ momentlerinin değerleri (Debye birimi olarak).
H-C 0.4 N->0 4.3
H-S 0.68 p->o 2.7
H-N 1.31 S^O 2.8
H-O 1.51 C=C 0.00
C-C 0.00 C=N 0.9
C-N 0.22 c=o 2.3
c-o 0.74 c=s 2.6
c-s 0.9 N=0 2.0
C-I 1.19 CsC 0.00
C-Br 1.38 CHN 3.5
C-F 1.41 NsC 3.0
C-Cl 1.46
karşıtı nipekotinamit
niasinamitlerin dipol momentleri etkinlikleri
Amidin azotu IJL göz. moleküler hes. amit I 2 2 (MX102)
-NH, 3.07 3.77 6.23
-NHCH3 3.43 4.21 3.48
-NHCH2CH3 3.45 4.23 1.37
-N(CH3)2 4.00 4.87 2.17
-N(CH2CH3)2 4.16 5.05 0.53
16. ÇÖZÜNÜRLÜK
Bir molekülün çözünürlüğü, öncelikle o molekülün taşıdığı ödevli
gruplara ve içinde bulunduğu çözücüye göre değişir. Genel bir deyiş
84
ile "benzerler, benzer içinde çözünür" kuralı her zaman geçerlidir. Ger-
çekten polar olan bileşikler polar çözücüler içinde kolay çözünür. Po-
lar olmayan bileşikler ise polar olmayan çözücüler içinde kolay çözü-
nür. Bir çözücünün polaritesi, dielektrik değişmesi ile ölçülür.
85
ması bu ortamdan yapılmaktadır. Bu nedenle, yan zincirin belirli bir
uzunluğa erişmesine kadar etkinin yükselmesi ama belirli bir değerden
sonra hızla düşmesi, bu ortamdaki çözünürlüğünün ortadan kalkması
ile ilişkiü olabilir.
Yukarıda fiziksel özelikler ile biyolojik etki arasında kurulma-
ğa çalışılan ilişkiler, aşağıdaki örneklerle daha iyi anlaşılabilir. Şekil 6
da ele alman molekülün yan zincirindeki metilen grupları, sürekli ola-
rak artırılmaktadır. Apsisteki n sayısı artırılmakta olan metilenleri
göstermektedir. A ile gösterilen eğri moleküllerin sudaki çözünürlüğü-
nü vermektedir. Grafik amaçla bu çözünürlükler, 1 /M x 1 0 1 hesabı
yapılarak verilmiştir. B ile gösterilen eğri partisyon katsayısıdır. Bu
katsayı "pamuk yağı /su" olarak saptanmıştır. C ise ele alınan her
molekülün bakterisit etkinliğini göstermektedir. Verilen değerler 1 /M
X 10~3 konsantrasyonuna aittir. Grafikte ordinata konulan değerler bi-
rimsizdir, yalnız büyüklük karşılaştırması yapmayı amaçlamaktadır.
Şekil 6- Benzoik asit ile fenil alkanoik asitlerin sudaki çözünürlüklerinin, yağ/su
partisyon katsayılarının ve bakterisit etkilerinin karşılaştırılması. A eğrisi sudaki
çözünürlüktür (l/M X 10-'), B eğrisi partisyon katsayısıdır (pamuk yağı/su). C eğ-
risi bakterisit etkinliktir (l/M X 10"3).
86
Yukarıda verilen grafiğin oluşturulması için yapılan deneyde,
$—(CH 2 ) n —COOH genel formülü ile verilen bileşikler kullanılmış-
tır. Genel formüldeki n rakamı apsiste yer almaktadır. Bu rakam,
O'dan 5'e kadar düzgün değişen değerler almaktadır.
Yukarıdaki grafikte fenil alkanoik asitlerin, benzoik asit ile kar-
şılaştırmalı olarak bakterisit etkisi verilmektedir. Görüldüğü gibi
karboksil grubu ile fenil grubu arasındaki metilen grupları arttıkça
bileşiğin etkinliği yükselmektedir. Etkinlik, bir maksimumdan geç-
mekte ve n rakamı belirli bir değeri geçtikten sonra düşmeğe başlamak-
tadır.
Bacterium typhosus'a. karşı çeşitli alkil rezorsinol türevlerinin (For-
mül 65) fenol katsayısı ölçüldüğünde yine benzer bir durum ortaya
çıkar.
OH
R
Formül 65- Alkil sübstitüe rezorsinol
87
Şekil' 7- Alkil sübstitüe rezorsinol türevlerinin alkil yanzinciri karbon sayısına göre fenol
katsayılarının grafiği.
TABLO 5- Çok rastlanan ödevli grupların sudaki ve yağdaki erirlik üzerine olan etkin-
liklerine göre dizelenmesi.
t -coo-
-COOH
-CH3
-i-PrOH
-O-H -t-BuOH
M -O- -CHY-CH-! S
-NR+. X - -n-Pr s
2
U -CHÖ
-CO-
-fenil
-naftil «0
D
03
3
T33
SI -NH2 •A
>
oooo
OZ2Z
oono
İ l l i
C/2
•
liği en fazla artıran gruptur. Buna göre yağdaki erirliği en aza indi-
ren gruptur. Sağdaki dizinin en altında yer alan grup ise yağda en fazla
eriyen gruptur.
88
Çok sayıda ilacın biyolojik etkinlikleri, yukarıda tanımlanan par-
tisyon katsayıları ile bağdaştırılabilir. Örneğin, düz zincirli alifatik
alkoller, metilden oktile doğru gidildikçe artan bir antibakteriyel etki
gösterirler. Dallanmış zincirli alkoller, karşıtları olan düz zincirli al-
kollerden daha fazla, suda çözünürler, daha küçük partisyon katsayısı
içerirler. Bu bileşiklerin biyolojik etkileri de partisyon katsayıları ile
bir uygunluk gösterir. Karşıtları olan alifatik alkollerden daha az an-
tibakteriyel etki gösterirler. Dallanmış ve düz zincirli alkoller arasın-
daki ilişkiyi bir örnekle daha net göstermek mümkündür. Örneğin
n-heksil alkol, sekonder heksil alkolden iki kez daha etkilidir. Tersi-
yer heksil alkolden ise beş kez daha etkilidir. Bu etkinlik ayrıcalığı,
yukarıda anlatılan nedenlere dayanmaktadır. Burada da, daha önce
alkil rezorsinol türevlerinde anlatılan durum söz konusudur. Aktivite,
bir maksimumdan geçer ve sonra birden düşüş gösterir. Düz zincirli
alkollerin antibakteriyel etkileri de benzer bir maksimumdan geçer.
Örneğin, Staphylococcus aureus'a karşı, setil alkol gibi yüksek molekül
ağırlığı içeren düz zincirli alkoller etkili değildir.
p-hidroksi benzoik asit esterlerinden oluşturulan bir seri bileşiğin,
antibakteriyel etkisi ile partisyon katsayıları arasında bir paralellik kur-
mak mümkün olmuştur. Bu ilişki Tablo 6 verilmektedir.
89
TABLO 7- Klorotiyazit ve hidroklorotiyazit'in diüretik etkileri ile eter/su partisyon
katsayılarının karşılaştırılması.
eter/su par. kat. diüretik etki
Klorotiyazit 0.08 1.0
Hidroklorotiyazit 0.37 10.0
ı
Zaman (saat)
90
Birçok anestezikten yararlanarak standart bir anestezik etki elde
etmek için gerekli olan "minimum alveoler konsantrasyon" (MAK) öl-
çülmüştür. Bu ölçümlerin sonunda, yağda-çözünürlüğü yüksek olan.
anesteziklerin, alçak alveoler konsantrasyonda etkili olduğu saptan-
mıştır (Şekil 9). Ayrıca anesteziklerin, beyindeki yağlı dokuda bağıl
doygunluğa erişmesiyle anestezinin ortaya çıktığı saptanmıştır.
Şekil 9- Anestezik gazların yağ /su partisyon katsayıları ile anestezi veren niceliklerinin
karşılaştırılması.
91
dissosiasyonunu etkileyen nedenlerden birisi de içinde bulundukları
ortamın pH'sıdır. Eğer ortam asidik ise bazik ilaçlar, katyonik durum-
da olmağa daha yatkındır. Eğer ortam bazikse o zaman ilaçların çoğu
anyonik durumda olmayı yeğlerler. Her iki durum da söz konusu bile-
şikler için iyonize durumdur.
92
Ka = (A~)
1
(HaO+) (HA) '
= 108 (4)
w w
logK a - log(H30+) - log (5)
- P K a + pH = l o g - ^ - (6)
PH = l o g - ^ - + pK a (7)
(B)
- (3), l o6 g _ log
6 - M - (4)
(H 3 0+) (BH+) (H 3 0+) (BH + )
93
logK a = —pK a dır. —log(H30+) = pH'dır.
- p K a + pH = l o g ^ y (6)
p H = l o g
+ p K
*
(7)
Yukarıdaki denklemler zayıf bir baz için türetilmiştir. Zayıf bir bazın
BH+ şeklindeki konjügatı su ile reaksiyona sokulduğunda (1) de görü-
len denge reaksiyonu olur. Bu dissosiasyonu, dissosiasyon değişmezine
göre yazdığımızda (2) ortaya çıkar. Bu eşitlik yeniden düzenlenir (3)
ve her iki tarafın logaritması alınır, bulunan (4) numaralı eşitlikte sol
taraf açılır. Elde edilen (5) numaralı eşitlikte değerler yerine konulur.
Böylece (6) elde edilir. Bu denklemde pH yalnız bırakıldığında genel
denklem olan (7) numaralı denklem elde edilir.
Yukarıda türetilen denklemlerde, bileşikler ister zayıf baz olsun
isterse zayıf asit olsun her zaman asit cinsinden bir bileşik olarak ele
alınır. Bu bileşik su ile reaksiyona sokulur ve protolitik bir reaksiyon
olarak çözümleme yapılır.
Yukarıda çıkarılışları gösterilmiş bulunan deklemlere göre zayıf
bir asit içeren çözeltinin pH'sı yükseldikçe, asitin iyonik şeklinin kon-
santrasyonu da yükselir.
Zayıf bir baz içeren çözeltinin pH'sı yükseldikçe bazın moleküler
şeklinin (noniyonize) konsantrasyonu yükselir.
HENDERSON-HASSELBALCH denklemi ile zayıf asit molekü-
lünün iyonizasyon yüzdesi ya da fraksiyonu hesaplanabilir. Yüzde
iyonize şekil Denklem (8) ile bulunur.
log = P Ka - pH (10)
şekline gelir. Bu denklemde (HA) yerine N'yi, (A) yerine de İ'yi ko-
o/ i = [00
/o
1 ^ antilog (pH - pKJ
denklemi bulunur.
Yukarıda görüldüğü gibi, bir ilacin pK a değeri ve ortamın pH'sı
bilindiği sürece asit ya da baz özelikteki bir ilacın % iyonize şekli ko-
laylıkla hesaplanabilir.
Bazların ya da asitlerin biyolojik etkiye karşı pH'nın bir fonksiyonu
olarak grafiği çıkartılacak olursa Şekil 10'da görüldüğü gibi bir grafik
elde edilir. Bu grafikten göründüğü gibi asitler, düşük pH değerle-
rinde, yani asit pH'da daha güçlü biyolojik etki gösterir.
95
Şekil 10- Asit ya da baz niteliğindeki bileşiklerin biyolojik etkileri ile ortamın pH'sı
arasındaki bağıntı.
96
Şekil 11- Bir arilaminin mide, barsak ve plazmadaki dağılımı.
Barbital N= 1 N= 1
(zayıf asit)
pKa = 8 I =0,001 —-
(lotall 1,001 (total) 1.1
N=1 N= 1
Teofilin
(zayıf baz) I= 0,0001 J _ 0,000001
(total) 1,0001 ItotaM 1-000001
pKa=1
Şekil 12-Barbital ve teofilin'in barsaklar ve plazmadaki dissosiye ve nondissosiye şekil-
lerinin konsantrasyonları
97
Genel olarak ilaçlar, hücre zarlarını iyonize olmamış şekilde ge-
çerler, fakat hücre içinde dissosiye şekilleri ve iyonları şeklinde etki
gösterirler.
Bazı ilaçlar, yukarıda anlatılanların tam tersine iyonizasyon de-
receleri yükseldiğinde daha güçlü etki gösterirler. İyonların hücre zar-
larını geçmelerinin zor olması nedeniyle, bu tip ilaçların etkilerini hücre
dışında gösterdiğine inanılmaktadır.
Bir seri akridin türevi bileşiğin, fizyolojik pH'da (^7.3) iyonizasyon
yüzdeleri ölçülmüştür. Bu bileşiklerin, etkili antibakteriyel olabilmeleri
için, 20 °C da ve pH^-7.3'de, en az% 75'inin iyonize olmasına yetecek
kadar bazik olmaları gerekçesi bulunmuştur. Bu değerler, 37 °C da
% 60 iyonizasyonla paraleldir. Bu değerler ve amino akridin türevleri-
nin taşıdığı sübstitüanlar, Tablo 8'de gösterilmiştir.
TABLO 8- Amino akridin türevlerinde amino grubunun konumu ile Strep. pyogerıes'e
karşı bakteriyostatik etkisi arasındaki ilişki
98
Formül 66- 3 ve 9- amino akridin türevlerinde, amino grubunun elektron verici etkisi,
molekülün protonizasyonunun kolaylaşması
99
da bulunan esansiyel anyonlar düşünülmektedir. Bu anyonlar asit grup-
larından türemektedir. Bu etkileşim Formül 68 ile genel olarak göste-
rilebilir.
HÜCRE
-0 HÜCRE 1 - C'<© H -nî-R
^
Formül 68- Amin türevi bileşiklerin hücre duvarı anyonları ile etkileşmeler
100
Belirli ilaçlar hücre zarında yüzey gerilimini azaltarak hücre zarının
yırtılmasına neden olurlar. Bu grup ilaçlara örnek olarak yüzey aktif
(sürfektan) bileşikler verilebilir. Böyle bileşikler molekülde mutlaka
hidrofobik ve hidrofilik gruplar içerirler. Bu gruplardan en çok rast-
lananlar Tablo 9'da gösterilmektedir.
-CH=0
-NH2
-NR2
Hidrofobik kısım
ARA YÜZEY —» ^ T ^
Hidrofilik kısım
Şekil 13- Yüzey aktif bileşiklerin hücre zarı yüzeyinde sıralanış biçimleri.
İ CjCgCHfcH
HHCHJ-CH, (a)
101
Seyreltik çözeltilerde orta molekül ağırlıklı iyonik yüzey etkili
bileşikler monomerler şeklinde bulunur. Fakat konsantrasyon artınca
agregatları oluştururlar. Bu agregatlara "miçe/" adı verilir. Genellikle
50 veya daha fazla monomerden oluşurlar. "Kritik miçel konsantras-
yonu''' (KMK) önemli bir değerdir. Bu değer, yüzey gerilimini, osmo-
tik basıncı, yüzey etkili bileşik çözeltilerinin refraktif indeksini ölçe-
rek bulunabilir.
Erirlik kazandırıcı ajanlar, hem hidrofilik hem de lipofilik kısım-
lar taşımaktadır. Böylece suda çözünmeyen molekülleri daha yüksek
konsantrasyonlarda suya sokarlar. Örneğin, Formül 69'da da görül-
düğü gibi katyonik tipte olan kuaterner amonyum türevi yüzey etkili
bileşikler, bakterinin hücre duvarını şişirir, parçalar. Bu şekilde anti-
bakteriyel etki gösterir.
Katyonik yüzey etkili bileşikler, gram ( + ) bakterilere karşı şid-
detle etkilidir. Bunun tersine anyonik yüzey etkili bileşikler, yalnız
gram (—) bakterilere karşı ve daha az ölçüde etkilidir. Gram (—) bak-
terilerin hücre duvarları, sefalin tipinde fosfolipidler, proteinler ve po-
lisakaritler içerdiği için bu ayrıcalığın ortaya çıktığına inanılmaktadır.
Çünkü bu tip bileşikler, gram (—) bakterileri koruyucu rol oynamak-
tadır. Bu görüşü kanıtlamak için yapılan bir deneyde, gram ( + ) bakte-
rilere bir miktar sefalin eklenerek katyonik yüzey etkili bileşiklerin et-
kisi ölçülmüştür. Bu durumda katyonik yüzey etkili bileşiklerin daha
az etkili olduğu görülmüştür. Buradan çıkabilecek bir başka sonuç da
katyonik yüzey etkili bileşiklerin kullanılış yerleridir. Bu tür bileşikler
dışarıdan kullanılmalıdır. İçeriden alınırlarsa beden hücrelerini ve
eritrositleri zedeleyebilirler.
A (AG) = AG 2 —AG, = RT İn
iViZ
102
Bur formülde K J ve Kj2 yerine İ değerleri konulursa:
elde edilir.
103
len ile etkileşmesi için van der Waals gücü AGV = -600 cal /mol'dür.
Böylece iki inhibitör arasındaki maksimum serbest enerji değişimi far-
kı, A (AG t ) = -600 - 730 = -1330 cal /mol olarak bulunur.
Bu sonuç deneysel bulgularla iyi uyuşum göstermiştir. Deneysel
olarak incelenen iki molekül, yukarıda görülen L (+)-cis-2-metil-4-
dimetilaminometil-l,3-dioksalan metil iyodür (Formül 70-b) ile dihidro-
4-dimetilaminometiI-l,3-dioksalan metil iyodür (Formül 70-a) dür.
Bu iki bileşiğin asetilkolinesteraz inhibisyonu için deneysel olarak sap-
tanan serbest enerji değişimi farkı -1355 cal /mol dür. Görüldüğü gibi
bu değer, yukarıda hesaplanışı anlatılan değer ile iyi uyuşum göster-
mektedir.
104
22. FERGUSON PRENSIBI
Narkotik etki hızla ortaya çıkan bir etkidir. Bu etki, ilacın kritik
konsantrasyonu korunduğu sürece devam eder. İlacın verilmesi kesildi-
ği zaman narkoz ortadan kalkar. Buna göre, dış faz ile organizmada
etki yerlerindeki faz (Biyofaz) arasında bir denge vardır. FERGUSON
bunu inceleyerek OVERTON-MEYER kuramını nicel bir temele oturt-
muştur.
n j niceliğinde molekülün bir fazdan diğerine geçişine eşlik eden
serbest enerjideki değişim, G'dir. Bu serbest enerji değişimi kimyasal
potansiyel ile tanımlanabilir. Kimyasal potansiyel ^ ile gösterilir.
m ) T 7 • «
^ = + RT İn a, (2)
İdeal koşullarda termodinamik etkinlik:
p
a; = -p^- = X, olur. (3)
105
sonucuna varılır. Bu ölçümler yapıldığı zaman ilacın dış fazdaki buhar
basıncı, biyofazdaki buhar basıncına eşit olmalıdır. Denge durumunun
oluşması için biyofazda da aynı nicelikte ilaç bulunması gerekir.
106
KİMYASAL ÖZELİKLER-BİYOLOJİK ETKİ İLİŞKİLERİ
TABLO 10- Bazı amino asitlerin asidik ve bazik grupları ile yaklaşık pK a ları
Konjügat asit Konjügat baz Yaklaşık pK a
a-karboksil R-COOH R-COO- 2.1 =F 0 . 5
non-a-karboksil R-COOH R-COO- 4.0 T 0.3
a - amino R-NH+ R-NH2 9.8 =F 1.0
£-amıno R-NH+3 R-NH2 10.5
guanidinyum R-NH-C-NH, R-NH-C-NH, 12.5
II II
sulfhidril R - S H NH+ 2 R-S- NH 8.3
109
de molekül içi bağları yeğler. Bunu kanıtlamak üzere örnek olarak,
salisilik asit (Formül 72-a) ve 4-hidroksi benzoik asit (Formül 72-b)
(a) (b)
Formül 72- Salisilik asit ve 4-hidroksi benzoik asitin vermiş olduğu hidrojen bağları
110
mekte olan çözücü moleküllerinin dışarıya itilmesine ve böylece solva-
tasyonun olmamasına yol açar. Bu nedenle, hem organik solvanda hem
de suda çözünürlük zayıflar.
111
sayıda nonpolar molekül, hidratasyon kürecikleri ile çevrili iken bir-
birlerine van der WAALS çapları kadar yaklaşırlarsa, hidrofobik bağlar
ortaya çıkar. Bu bağ oluşumuna hidrofobik denilmesinin nedeni, bu
arada su moleküllerinin bağ yapan moleküller arasından dışarı atılma-
sıdır (Şekil 15). Bu atılmanın nedeni, bağı oluşturan moleküller tarafın-
dan su moleküllerinin sıkıştırılması ve yer bulamamasıdır. Bunun so-
Hidrofob
parçalar
• Su
molekülleri
112
23.5. Yük Transfer Kompleksleri
Bu tip bağlar, basit van der WAALS etkileşmeleri ile gerçek iyo-
nik bağlar arasında yer alır. Bu bağın oluşmasında, elektron yönünden
zengin bir donör molekül ile elektron yönünden fakir olan bir akseptör
molekül rol oynar. Elektron veren molekül genellikle aşırı 7r elektronu
içerir. Elektron alan molekülde ise ız elektronu yetersizliği vardır.
D + A -> DA -»• D+ A-
D ve A'nın birleşmesinden oluşan DA'ya ayrıca ız kompleksi adı da
verilir, tc elektronları yönünden zengin oluşları nedeniyle bu tip etkile-
şimler, en çok aromatik ve heterosiklik moleküllerde görülür. Örneğin
triptofan'ın, tirozin'in ve fenilalanin'in aril gruplarının - elektron bu-
lutları,tckompleksasyonunda donör olarak rol oynar. Kompleks yapış
güçlerine göre yukarıda adı edilen üç molekül şu sırayı gösterir:
triptofan > tirozin > fenilalanin
Bu sıra, çekirdeklerin biçimleri ve taşımakta oldukları sübstitüanlar
tarafından oluşturulmaktadır.
Belirli antimalariyal ilaçlarla antikanser ilaçların, biyopolimerlerle
etkileşmesi, yük transfer kompleksasyonu ile güçlendirilir.
23.6. Kelasyon
Özel bir bağ şeklidir. Ligand adıyla tanınan iki ya da daha fazla
elektron verici grup içeren organik moleküllerin, elektron alıcı metal
iyonlarına bağlanması ile oluşur.
Kelat benzeri kompleksasyon, birçok ilacın etki göstermesinde rol
oynar. Örneğin tetrasiklinler, 8-hidroksi kinolein, salisilik asit vb.
Kelasyonun ilaç kimyasında en iyi tanınan örneği, ağır metal ze-
hirlenmelerinin tedavisidir. Bu gibi durumlarda kelat yapıcı ajan iki
etkiyi birden gösterir. Metal iyonlarını absorblayarak sistemik sirkü-
lasyona geçmelerini önler, ayrıca absorbe olmuş bulunan aşırı metalin
dışarı atılmasını sağlar. Örneğin BAL (Formül 74), arsenik ve kurşun-
un antidotu olarak bu etkisinden ötürü kullanılır.
CH 2 —SH
CH —SH
CH 2 —OH
Formül 74-Dimerkapto propanol (BAL)
113
Kalsiyum gibi esansiyel metal iyonlarının biyolojik zarlarda tutul-
masında da kelasyonun rol oynadığı düşünülmektedir. Bu iyonlar fos-
fatlar ya da karboksilat grupları ile verdikleri kelat benzeri kompleksler
yardımıyla bağlanırlar. Bu kompleksleri değiştiren ilaçlar, aynı
zamanda zar fonksiyonunu ve zar geçirgenliğini de değiştirmiş olur.
Böylece farmakolojik etkiler ortaya çıkar.
114
ğiştirir. Bunun sonunda metabolizasyon, dolayısıyla da biyolojik etki
değişir.
Kimyasal yapı-biyolojik etki ilişkilerinde, tüm uzaysal uyuşum,
elektron yoğunluklarının lokalizasyonu, sonuçta ortaya çıkan fiziksel,
kimyasal etkinlikler düşünülmelidir.
NC—H NC — R
Ar—O—H > Ar — O — R
R 2 N—H R2N — R
Bazı durumlarda yukarıda verilen kurala ters etkiler de görülür. Örne-
ğin, basit alkilaminler amonyakdan daha toksiktir. Ayrıca bazı aro-
matik eterler de aynı durumu gösterir. Örneğin, rezorsinol'ün dimetil
eteri (Formül 75) ana yapıdan daha toksiktir. Metabolik yönden çe-
şitlemelerin oranı bu değişikliklerden sorumlu olabilir. Ayrıca bir kaç
115
tane kısa alkil grubunun ya da bir uzun alkil grubunun sokuluşu ile
ortaya çıkan fiziksel özelik değişiklikleri sorumlu olabilir.
24.3. Aminler
Primer aminler genellikle daha etkin, daha toksiktir. Sekonder
aminler daha az, tersiyer aminler ise sekonderlerden daha az etkilidir,
aynı oranda daha az toksiktir.
Üzerinde bükülebilir sübstitüanlar bulunan sekonder ve tersiyer
aminlerde, sp3 orbitali ve azotun çiftleşmemiş elektronları uzaysal ka-
labalıklaşma tarafından sıkıştırılır. Sekonder siklik yapıdaki azotta ve
aromatik tipte tersiyer aminlerde, eğer sübstitüanların valans açısı azal-
mışsa azota daha kolay ulaşılır. Böylece bileşikler elektrofilik hücuma
daha yatkın duruma gelir, anyonik kısımlara bağlanmalar kolaylaşır.
Primer ve sekonder aminlerin asetillenerek bazisitesinin azaltıl-
ması tüm etkinliğinde azalmaya neden olur. Aynı şekilde, moleküle
—COOH ve —SOjH gibi grupların sokulması da elektron çekici özelik-
lerinden dolayı yukarıdaki etkiyi gösterir.
Diaminler, amin grupları arasında hidrojen bağları oluşmadıkça
mono aminlerden daha etkilidir. Uzun karbon zincirinin neden olduğu
su itici etkiye, iki amino grubu ters etkir.
Aromatik amin türevlerinin etkinliklerinin nedenlerini anlamak
için metabolizasyonlarını incelemek gerekir. Orto ve para konumları
açık olan birçok aromatik amin türevinin metabolizasyon yollarından
116
birisi de önce halka hidroksilasyonudur. Amin grubuna göre orto ve
paradan hidroksile olan bu moleküller, daha sonra dezhidrojenasyona
uğrar ve kinoid yapılara ulaşılır. Bu yapıların biyolojik etkinlikleri ge-
nellikle ana bileşiklerden daha fazladır.
Periyodik sistemin V. Grup elementleri arasında 3p serisinden olan
azot, grubun diğer elementlerinden daha önemlidir. Diğer trivalan ele-
mentler çok daha az kullanılır, çoğunlukla toksiktir.
117
24.5. Aldehitler ve Ketonlar
Aldehitler ketonlardan daha etkilidir. Kimyasal yönden de alde-
hitler ketonlardan daha etkili olan yapılardır. Örneğin, formaldehit
güçlü bir antiseptiktir. Sekonder alkol yapısı ile keton yapısı arasında
benzerlik vardır. Çünkü ketonların başlıca metabolizasyon yolu, kar-
şıtları olan sekonder alkollere çevrilmeleri, hidrojene olmalarıdır. Yine
de bu konuda genellemeler yapmak zordur. İlaçlar arasında aldehit
grubu taşıyanlara örnek olarak streptomisin, vanilin vb.verilebilir.
24.6. Asitler
Bir moleküle asidik grupların girişi onun etkisini ya da toksisitesini
azaltır. Bu, biyolojik potensin azalmasıdır. Bu etkiyi sağlayan gruplar
arasında —COOH, —S0 3 H, arsonik ve fosfonik grupları ile asidik öze-
lik gösteren diğer gruplar sayılabilir.
Asit molekülüne —NO2, —NH 2 , ve —OH gruplarının girişi o mo-
lekülü ya daha az etkili şekle çevirir ya da etki tümüyle yok olur. Pro-
teinik bir amin molekülü (R—CH 2 —NH 2 ), toksik etki gösterebiliyor-
ken bunun karboksil grubu taşıyan karşıtı (R—CH—NH 2 ) çoğun-
COOH
lukla besin değeri olan bir amino asittir. Yukarıda açıklanan toksik
moleküle örnek olarak bazı yılan zehirleri gösterilebilir. Buradan da
anlaşıldığı gibi amino asitler, yiyecek bileşiği olarak etki gösteriyorken
karboksil grubu taşımayan amin yapısındaki bileşikler, çarpıcı biyolo-
jik etki gösterebilir.
Amitler ve esterler, genel olarak ana yapı olan aminlerden ve alkol
ya da fenollerden daha az etkilidir.
24.7. Halojenler
Halojenler, elektrokimyasal özeliklerine bağlı olarak organik bile-
şiklerde önemli rol oynarlar.
Nonkonjuge durumlarda moleküle sokulan halojenler, etkili bile-
şiklerin hem yararlı hem yararsız tüm etkilerini artırırlar. Bu artış halo-
jenin cinsine bağlı olarak değişir.
Toksisitedeki artış genellikle ihmal edilebilir. Bu nedenle, belirli
seride etkinliği yükseltmek ve emniyet sınırını genişletmek için, özellikle
klorlama olmak üzere aromatik halojen sübstitüsyonu yapılmağa çalı-
118
şılır. Asit klorürler, a-halojenli ketonlar ve benzerlerinde, halojenlerin
ters etkisi vardır. Bu bileşiklerde halojenlerin sayısı arttıkça toksisite
düşer. Yanı sıra bazı anormallikler ortaya çıkmağa başlar.
"Kullanılabilir" halojenleri bulunan bileşikler, örneğin kloramin-
ler, hidrolizle verebildikleri hipohalöz asitlerin yüzdesiyle doğru oran-
tılı olarak sitotoksik etki gösterirler.
Organik bağ ile bağlanmış, klor, brom ve iyodun etkinlikleri ara-
sında net bir sınır yoktur. Bromlu türevlerin depresan özelikleri ortaya
çıkarttığı düşünülür. Fakat istatistik olarak doğrulamak mümkün de-
ğildir.
Alifatik florokarbonların, diğer halojenleri taşıyan analogların-
dan hatta ana hidrokarbondan daha etkin olduğu düşünülmektedir.
Bunun nedeni flor türevlerinin stabilitesine bağlanmaktadır. Çünkü
C—F arası uzaklık kısadır, bu moleküllerin güçlü delokalizasyon etki-
sini ortaya çıkarır. 5-florourasil, urasil'e oranla daha güçlü sitotoksik-
tir.
Triflorometil grupları, halojenleri ve metil gruplarını taklit ederler
ve uygun yapılarda birçok biyolojik etkiyi yükseltirler.
119
Benzen halkası, tiyofen ve piridin'e çok benzer. Bunlara halka
eşitleri olarak bakılabilir. Bu üç halkada, benzenin vinilik grubu
(—CH=CH—) ile tiyofen'in bivalan "S" ü ve benzenin (—CH=) çifte
bağlı metin grubu ile piridin'in çifte bağlı azotu (—N=) izosterik
gruplardır. Ancak yalnız dış şekli yönünden kükürdün vinilik yapıya
benzediği düşünülmüş, iki "küçük" hidrojen atomu ihmal edilmiştir.
Bu düşünceler HÜCKEL (1921) tarafından daha ileri götürülmüş-
tür. Böylece örneğin, metil grubunun eşiti olarak flor atomu (—CH3,
—F) metilen grubunun eşiti olarak azot atomu ( = C H 2 , = N H ) ve metin
grubu yerine oksijen atomu (=CH, —O) bulunmuştur.
Azoprotein
Formül 76- Azoprotein yapısı
120
FRIEDMAN, geniş bir tanımlama içinde, izoster deyimine uyan
ve benzer ya da antagonist etki gösteren, aynı biyolojik sisteme etkiyen
bileşikleri tanımlamak üzere "biyoizoster" deyimini kullanmıştır. Bu
bileşikler, yukarıdaki tanımlamalara uyarak klasik izosterler olabilir,
ya da büyük ölçüde sterik veya bölgesel elektronik konfigürasyonun
korunması yanı sıra grupları değiştirilmiş non-klasik izosterler olabilir.
R = I
R = t- Bu
X = -CL (DDT)
X=-CH3
Cl
Formül 78- DDT'nin izosterik değişimleri
121
sonucu elde edilen bileşik ensektisit etkiyi korumaktadır. Ancak, klor
atomu ile metil grubu arasındaki ilişki güvenilir değildir. Klor atomu
metil grubuna oranla daha küçük hacimlidir. Bu yönden brom atomu
daha güvenilir bir ilişki gösterir, hacım yönünden klordan daha büyük-
tür, metil grubuna daha çok benzer.
Halojen atomlarının kendi aralarında değiştirilmesi başarılı bir
uygulamadır. Bunlar arasında orta hacımdaki atomlar (klor ve brom)
optimum etkinin ortaya çıkmasını sağlarlar. Örneğin, antihistaminik
bileşiklerde (Formül 79-a) ve naftakinon türevi antimalariyallerde,
(Formül 79-b) hemen her zaman yeğlenen halojen, klor ya da bromdur.
(b)
OH
122
Hidroksil, amin ve tiyol gruplarının izosterik karşılaştırılmaları
tam sağlıklı değildir. Bu gruplar elektron vericidir. Değişik ölçüde hid-
rojen bağları, koordinasyon kompleksleri yapabilirler. Koordinasyon
benzerlikleri birçok biyokimyasal sistemlerde rol oynayabilir.
Hidroksil ve amin gruplarının antagonistik etkileri analog etkile-
rinden daha çok rastlanan bir durumdur. Örneğin, folik asit (Formül
62-a) ve birçok folik asit antagonistinde aynı duruma rastlanır.
Antagonistlerinden biri (Formül 62'de R 2 'nin —NH 2 , R"in —H oldu-
ğu durum) aminopterindir. Bu yapıda hidroksil grubu yerine amin gru-
bu konulmuştur, etkisi antagonisttir.
Tiyol grubu, bimoleküler şekilde kolayca disülfür (—S—S—) bağı-
na okside olur. Böylece okside olabilen enzimleri hem korur hem de et-
kinliğini yükseltir. Bu özel etkisi ve daha yüksek asiditesi —SH grubu-
nun —OH'den ayrılmasını sağlar. Ancak totomerik şekillerinin müm-
kün olduğu yapılarda (örneğin —N=C— —N—C— gibi) —SH
I I II
SH H S
grubunun dayanıksızlığı ve etkinliği değişir. Bu bileşikler izoster ol-
dukları oksijenli benzerleri gibi davranır. Örneğin, hidroksipurinler ve
antimetabolitleri, purintiyoller, barbitüratlar ve tiyobarbitüratlar bun-
lar arasında sayılabilir.
2-aminoetantiyol (h2n—CH2—CHı—SH), profilaktik ve radyas-
yon koruyucusu olarak etkilidir. Fakat hidroksil ve amino analogları
hemen hemen etkisizdir. Bu analoglarında —SH grubu yerine ya —OH
ya da —nh2 grubu girmiştir.
123
o zaman biyolojik ayrıcalıklar, sterik nedenlerden daha çok bölgesel
polar nedenlerdendir.
0 — CH2—N—CH2—CH2—N Me 2
0
Formül 82- Antergan
124
83-a) ile bu bileşiğin propil keton benzeri (Formül 83-b) aynı derecede
analjezik etki gösterir. Birçok homolog ketonda da durum aynıdır, fa-
kat daha az etkilidirler.
Y = - C O O - (a)
Y = - C O C H r (b)
Y= —O-Ç- (c)
0
Formül 83- Meperidin ve propil keton analoğu
Formül 84- Psikoterapötik bileşiklerde halka içi divalan atom halka dışı monovalan grup
değişikliği
125
Divalan gruplar arasında yer alan — N = ve —CH= yapıları ara-
larında başarılı şekilde değiştirilebilir. Bu uygulamanın en çok yapıldığı
alanlar antihistaminikler, antispazmodikler, antimalariyaller, lokal
anesteziklerdir. Bu iki grubun kendi aralarında değiştirilebilmesinin bir
sonucu fenil halkası yerine piridin halkası kullanabilme olanağıdır.
Çünkü bu iki halka arasında yukarıda açıklanan ilişki vardır. En iyi
tanınan örneklerden bazıları sülfamitler grubundadır. Sülfapiridin
(Formül 85-a) yan halka olarak piridin içerir. Piridin halkasında bu-
lunan —CH= grubu yerine azotlu eşdeğeri konulduğunda diazin hal-
kası içeren sülfadiazin (Formül 85-b) molekülü elde edilir. Alifatik
seride azot, karbondan daha fazla baziktir. Fakat azot atomu aroma-
tik halka içine sokulduğunda veya bağlandığında bazisitesi çok azalır.
O zaman bir karbon atomunu taklit eder. Yine de bazı kereler dimetil
amino grubu yerine izo propil grubu konularak etki alındığı görülmüş-
tür. Örneğin aminopirin'in (Formül 86-a) izo propil analoğu (Formül
86-b) aynı etkiyi gösterir.
126
—N + —, —P + — yapılarıdır. Bunlar arasında kuaterner amonyum bile-
127
R= Trıp«lenamin
" Û Û
Tenil izosterlerı
Formül 88- Tripelenamin ve tenil izosterleri
Bazı kereler bu tür izosterler arasında antagonizma görülür. Örne-
ğin, tiyamin'in (Formül 89-a) piridinli izosteri olan pritiyamin (Formül
89-b) antagonist etki gösterir.
H c
3 > /^ Y NH- HCl^S\^CH?CHr0H
0
a
a
(a)
128
@r
(a) (b)
Formül 90- Nikotinik asit ve piridin-3-sülfonik asit
CH 3 O
129
litik etkisinin olduğu görülmüştür, orto ve para konumlan piridoksal
yapısındaki konumlardır.
NOj
(a)
(b) (c)
Formül 92- Piridoksal, o-hidroksi-p-nitro benzaldehit ve o-hidroksi-o'-nitro benzaldehit
(a) (b)
Formül 93- Kuaterner amonyum ve anilinyum bileşiklerinde parasempatomimetik etki
benzerliği
130
Formül 94- Östradiol, trans-dietilstilbestrol ve cis-dietilstilbestrol.
(a) («
Formül 95- Difenhidramin ve halka kapanmasıyla elde edilen analoğu, flören türevi.
131
Birbirine benzer bileşiklerin oluşturduğu bir grupta biyolojik et-
kinin sterik nedenlere dayanıp dayanmadığının araştırılması önemlidir.
Örneğin, 3,5-dimetil-5-etil-2,4-oksazolidindion ile 5-etil-5-metil-2-4-
oksazolidindion'un anestezik olarak etkinliklerinin eşit olması sterik
yönden özel olmadıklarını ortaya koyar. Bu durumlarda su ve yağdaki
çözünürlük ve dissosiasyon değişmezleri önemlidir. Enantiyomorflar-
da bu sayılan özelikler aynıdır.
(—) Hiyosiyamin ile izomerleri arasında büyük etkinlik ayrıcalığı
vardır. Fakat tropin türevleri olan (—) kokain (Formül 97-a) Y-kokain
(Formül 97-b), ( T ) kokain ve ( T ) Y kokain'in hepsi deney hayvanla-
rında aynı lokal anestezik etkiyi gösterir. Bu olayda stereospesifikliğin
az etkili oluşu ilgili reseptör nedeniyledir. Ayrıca ( + ) ve (—) (3-ökainler
de eşit derecede etkilidir.
OCO0
134
Şekil 16- Stereoizomerlerin reseptörlere bağlanışının irdelenmesi
Şekil 16'da görüldüğü gibi (A) yapısı ile (D) yapısı aynıdır. Fakat
(D) yapısındaki (Z) grubu çift şekle getirilmiştir. (A) bileşiği etkilidir,
(D) bileşiği etkisizdir. Bunun nedeni olarak (D) yapısı ile etkisiz olan
(B) ve (C) yapıları arasındaki benzerlik verilebilir. (B) ve (C) yapıları
(A) yapısının optik izomeridir. Bu benzerlik nedeni ile etkili bir ilaç-re-
septör birleşmesi ortadan kalkmıştır.
Yukarıda anlatılanlara örnek olarak ( + ) ve (—) metadonlar ile
6-metil metadon arasındaki etki ayrıcalığı verilebilir. ( + ) metadon'un
(Formül 98) 6 nolu konumu olan asimetrik merkeze —CH3 grubu bağ-
lanırsa etki ortadan kalkar.
CH3 0 o
CH3\ I f II
>N - C - CH 2 - C - C - CH 2 - CH,
2 2 3
ch3/ i İ
R 0
R = (-H) Metadon
R = (-CH 3 ) 6-Metil Metadon
Formül 98- Metadon ve 6-metil metadon
Simetrik bir yapıya küçük bir alkil grubu, genellikle metil bağla-
yarak bir asimetrik merkez yaratılabilir. Böyle bir işlemle çoğu kez-
etkiyi yükseltmek mümkündür. Örnekleri analjezik bileşikler arasında
da bulunmaktadır. Bu şekilde oluşturulan enantiyomorflar ince-
lendiğinde, birinde etki yükselirken diğerinde düşmekte olduğu görül-
mektedir. Düşüşü açıklamak kolaydır, çünkü hidrojene göre daha ka-
labalık yapı oluşmuştur. Fakat etkinin yükselişine olan katkısı polar ve
aromatik gruplardan sonra gelir. Bu katkının nedeni molekülün kon-
formasyonu üzerine olan etkisidir. Örneğin, 4-fenil piperidin tipi anal-
jeziklerde ilaç-reseptör etkileşimi için en iyi konformasyon Formül 99'
da olduğu gibidir.
Formül 99- 4-fenil piperidin tipi analjeziklerde en uygun konformasyon
Bundan 100 yıl kadar önce bilim adamları bir ilacın yapısında oluş-
turulan değişikliklerin etkiye yansıdığını ve ilacın molekülünde oluştu-
rulan küçük ayrıcalıkların etkide de değişiklikler yarattığını gözlemle-
diler. Bu etki değişikliği için bir takım görüşler ileri sürdüler. Sonuçta
etkinin, ilacın moleküler yapısına bağlı olduğunu ve etkinin bir fonksi-
yon olarak ortaya çıktığını düşündüler. Bu bağıntıyı ise aşağıda görülen
denklemle formüle etmeğe çalıştılar.
by = f (i) (1)
Bu denklemde by ile gösterilen biyolojik yanıttır. İ ilacın yapısı f ise
fonksiyonudur.
Bu tarihten sonra bilim adamlarının en büyük düşlerinden birisi
biyolojik etkisi olan bir molekülün çeşitli özelikleri ile etkisi arasında
bağıntı kurabilmek olmuştur. Çalışmalar başlıca iki bölümde gelişme-
ler göstermiştir. Bunlardan birincisi deneysel sonuçlara dayanmakta-
dır. Bu tip çalışmalarda molekülün biyolojik etkilerine özge bilgiler yine
aynı molekülün çeşitli kimyasal ya da fiziksel parametreleri ile çakıştırıl-
mağa çalışılmıştır. Bu yöntem matematiksel bir yöntemdir. Başarılı
olduğu birçok örnekler bulunmaktadır. İkinci yöntem ise yine deneysel
olarak elde edilen biyolojik etki sonuçları, bu kez kuramsal hesaplarla
bazı bulunan indisler ile korrele edilir. Kuramsal hesapların yapılabil-
mesi için çıkış noktaları kuantum kimyasının moleküler yörünge yön-
temleridir.
Bir ilacın biyolojik etkisini yapısı ile bağdaştırabilmek kolay bir
işlem değildir. İlacın etkisinin ortaya çıkması için rol oynayan etkenler
birçok sayıdadır ve mekanistikleri karışıktır. Bir ilacın biyolojik tepki-
meye neden oluşunda rol oynayan etkenlere örnek olarak enzimler ve
bunların birçok özelikleri, reseptörler ve bu arada ortaya çıkan yapı-
sal değişiklikler, sterik etkenler, hidrofobik ve hidrofilik etkenler, elekt-
ronik etkileşimler sayılabilir. Sayılan bu özeliklerin tümü bir kural
altında toplanamayacak türdendir. Bu nedenle söz konusu tepkimede,
bu özeliklerden en büyük rolü oynadığına inanılan ele alınır. Deneysel
bulgular bu özelikler ile çakıştırılmağa çalışılır.
Şekil 17'deki örnekle ele alınan molekül bir imidazo piridin yapı-
sıdır, imidazo benzen türü ilaçlara analoji ile hazırlanmıştır. İmidazo
benzenlerin izosteri olarak düşünülebilir. Bu yapıda 2 numaralı konum-
da bulunan alkil gruplarının karbon sayıları ile biyolojik etki arasın-
daki ilişki araştırılmıştır. Bulunan sonuçlara göre söz konusu alkil
zincirinin karbon içeriği arttıkça antihistaminik etkinlik de artmakta-
dır. Bu artış düzgün bir artıştır. Ancak bu artışın bir maksimumdan
geçtikten sonra düşmeğe başlaması gerekir.
Molekülü oluşturan her parçanın biyolojik etki üzerine olan etkisi
matematiksel olarak katılımlıdır. Bu katılım değeri (—) ya da ( + ) ola-
bilir. Bütün bu katılımların toplamı olarak genel biyolojik etki ortaya
çıkar. Şekil 16'da verilen örnekte hesap yapılırken molekülün genel
etkisi= ana çekirdek + eklenen her metilen grubunun getirdiği katkı
olarak hesaplanır. Genel etki için birim olarak ED 50 kullanılabilir. Mo-
lekülün etkinliği arttığı için, giren her yeni metilen grubu ile ED 5 0 nin
nicel değeri düşmelidir.
Benzer bir örnek de Şekil 6 ile verilmiş bulunan fenil alkanoik asit
yapısıdır. Şekil 6'daki C eğrisi bakterisit etkinin nasıl değiştiğini göster-
mektedir. Benzoik asit, fenilasetik asitten daha güçlü bakterisit etki gös-
termektedir. Ancak fenilasetik asitten sonra etki yeniden yükselmeğe
başlamaktadır. Moleküle giren her metilen grubu bakterisit etkiyi artır-
maktadır. Bu molekül ile ilgili hesaplar yapılırken aynı yöntemler kul-
lanılır. Her metilen grubunun getirdiği artış genel ortalama etki üzerine
eklenir.
Yukarıda verilen örnekler basit olması için tek değişkenli olarak
seçilmiştir. Bir molekülde değişiklik yalnız tek yerden olmayabilir.
Eğer birden fazla konumdan değişiklik yapılıyorsa yine genel etki bun-
ların tümünün toplamıdır. Değişen her grubun katkısının işareti ( + )
olmak zorunda değildir. Örneğin bir molekülde değişen gruplar, —H,
—NH 2 , —CH2— ise o zaman genel formül:
ED J 0 = (x + a(—H) + b(—NH 2 ) + c(—CH2—) (2)
olur. Bu formülde m ana çekirdeğin etkisi (genel ortalama etki), a(—H)
hidrojenin getirdiği etki değişikliği, b(—NH 2 ) amin grubunun getirdiği
etki değişikliği, c(—CH2—) metilen grubunun getirdiği etki değişikli-
ğidir.
log = a (3 (8)
et
A ^ L = a e x p C kx (12)
elde edilir. Bu denklemde d(yanıt) /dt bir değişmez olarak ele alınabilir.
Bu değer yerine konulup, denklem C'ye göre eşitlenir ve logaritması
alınırsa:
bulunur. Bu denklemde log k x 'in yerine denklem (4) deki eşiti konulur-
sa:
27.3. n Değerleri
tt, partisyon katsayısı olarak tanınan değişmezdir. Belirli bir ısıda
birbirleri ile ya hiç karışmayan ya da pek az karışan iki çözücü arasın-
da, bir bileşiğin çözünmüş konsantrasyonlarının oranıdır. Bu değiş-
mezin logaritması log P olarak verilir. Bu değer bir molekülün tümü-
nün partisyon katsayısının logaritmasıdır, u ise molekülün bir grubuna
özge olan değerdir. Örneğin aromatik —CH 3 grubu için denklem (10)
özel olarak şöyle yazılabilir:
*-cıi3 = log P t o l u e n — log P b e n z e n (20)
Toluen ile benzen arasındaki ayrıcalık yalnız bir —CH 3 grubu olduğu
için bu çıkarma işlemi aromatik —CH 3 grubunun değerini verir.
7T değerleri katılımlı özelik gösterir. Bir molekülün parçalarına
özge olan n değerlerinin toplamı o molekülün log P'sini verir. Bu ne-
denle bir seri bileşiğin tümünü deneylemeden yalnız 71 değerlerinden
yararlanarak gerekli hesaplamaları yapmak mümkündür. Ancak TZ
değerlerinin hesaplanmasında çok dikkatli olmak gerekir. Yan yana bu-
lunan iki grubun hesaplanması sırasında, molekül içi hidrofobik bağ
oluşumu ile etkileşimler, apolar grupların etkileşimleri, elektronik et-
kileşimler, hidrojen bağı etkileşimleri dikkate alınmalıdır.
Rm = log - l] (21)
olarak verilir. Bu formül molekülün tümü için bir değer verir. Bir sübs-
titüan için bulunacak değer A R M 'dir. Bu değerde değişmez olarak ele
alınabilir. Ancak moleküle sokulan sübstitüanm molekül içi bir etkile-
şime yol açmaması gerekir. Böylece molekülün P değerini etkilememe-
lidir.
Bu değerin saptanması için birçok yöntem önerilmiştir. Tc'ye bağlı
olarak önerilmiş ve özel durumlarda ele alınan değerler de vardır. An-
cak bunların hemel hemen hiç birisi genel düzeyde benimsenmemiştir.
149
cak bir kimyasal işlem ile mümkündür. Bu nedenle köklü bir kimya bil-
gisi gereklidir. Bu amaçla pek çok kaynak çalışmayı yapacak kişilerin
hizmetindedir. Ya aynı konuda yapılmış bulunan çalışmalar ya da ben-
zer çalışmalar kimya literatüründe yayınlanmış bulunmaktadır.
Yapılan kimyasal çalışmalar yanı sıra mutlaka biyolojik deneyler
de yürütülmelidir. Farmasöik kimyacının bir ilaç tasarlayabilmesi ya
da geliştirebilmesi ancak biyolojik test sonuçlarını alıp değerlendirmesi
ile mümkündür. Bu nedenle sürekli olarak, sentez edilen bileşikler iste-
nen test sisteminde uygulanmalıdır. Bu konuda da pek çok zorluklar
vardır. îstenen biyolojik teste bağlı olarak bazı kereler uzun zamana ve
paraya gereksinim doğar. Örneğin bir ilâcın antibakteriyel etkisinin olup
olmadığını anlamak in vitro olarak ve kısa sürede yapılabilir. Fakat
yeni sentez edilen bir bileşiğin antiarterosklerotik etkisinin olup olma-
dığı oldukça güç, uzun zaman ve para gerektiren bir çalışmadır.
Yukarıda sayılan nedenlerden mümkün olduğu kadar biyolojik
testlerden kaçınılır. Ancak ilaç olacak bir bileşik, ayrıntılı bir şekilde
biyolojik deneylerden geçirilir. Biyolojik deneylerden kaçınabilmek
için araştırmayı mümkün olduğu kadar yapı-etki ilişkileri kuralları için-
de yürütmelidir. Bu bölüme gelinceye kadar incelenmiş bulunan konu-
ların bir numaralı amacı herhangi bir biyolojik etki denemesi yapmak-
sızın belirli bir yapının biyolojik etkisini kestirebilmektir denebilir. Çün-
kü bu durumda oldukça pahalı ve zaman alıcı işlemlerden kaçınmak
mümkündür.
ilaç tasarlama amacıyla bilinçli olarak yapılan çalışmaların başlan-
gıcı hemen hemen bir asır önceye kadar uzanır. 18.ci yüzyılda kloro-
form ve eterin anestezik amaçla kullanılacağı saptandıktan sonra girişi-
len yoğun çalışmalar 1869 yılında kloralhidrat ve 1880 yılında sülfon
türevi hipnotiklerle ürünlerini vermeğe başlamıştır.
ilk kez 1884'de anilinin canlı yapıda metabolizasyonu incelenmiş,
önce hidroksilasyonu daha sonra da konjügasyonu saptanmıştır. Bu
bulgular p-amino fenol türevlerinin araştırılmasına yol açmıştır, p-ami-
no fenol türevleri üzerinde yapılan araştırmalar, fenasetin gibi yararlı
ilaçların sentezini temin etmiştir. Fenasetin molekülünün çeşitli meta-
bolizasyon ürünlerinin aydınlatılması ise kendisinden daha yararlı ilaç-
ların elde edilmesine yaramıştır (Bkz. metabolizasyon konusu). 1800
lerin ikinci yarısında salisilat türevleri antipiretik olarak kullanılmıştır.
Fakat bu türevlerin mide bulantısı verme gibi yan etkisinin olduğu dik-
kati çekmiştir, ilk kez 1899'da DRESSER bilinçli bir değişim uygula-
mış ve salisilik asitin mide bulandırıcı etkisini ortadan kaldırmak için
serbest hidroksil grubunu asetillemiştir. Böylece mide bulandırıcı etki-
nin en az düzeye indiği, günümüzde AspirinR olarak tanınan ilaç tıbba
sunulmuştur. Bu uygulamayı yaparken araştırıcının düşüncesi, mide
barsak kanahndan daha iyi emilmesini temin etmek ve mide bulandırıcı
yan etkisini ortadan kaldırmak olduğuna göre bu işlem bir "ilaç tasar-
lama ve geliştirme"dir.
Bu çalışmadan sonra gittikçe daha bilimsel görünüş kazanan ça-
lışmaların çoğunda benzer bir uygulama yapılmıştır. Gerek doğadan
ele geçen gerekse rastlantı sonucu bulunan bir model bileşik ele alın-
mıştır. Bu bileşiğin elde bulunan bilgilere göre sistematik değişikliği
yapılmıştır. Daha sonra elde edilen her türev yine aynı biyolojik sis-
temde denenmiştir. Oldukça pahalı ve güçlüklerle dolu olan bu yöntem
günümüzde de uygulanmaktadır.
Bir ilacın eldesinde çoğu kez şansın katkısı vardır. Ancak günü-
müzde bilim adamları şansa en az yer vermek için mümkün olduğu
kadar bilimsel temellere dayanmağa çalışmaktadır. Bu nedenle söz ko-
nusu olacak bilimsel temellerin seçilmesi gerekir. Bu amaçla, şu ana
kadar bu kitapta verilmiş bulunan bilgilerin tümü uygulama yeri bul-
maktadır. Ancak bundan sonra yapılan işlemler bu bilgileri uygun bir
biçimde dizelemek ve yararlı olacakları yerde uygulamaktır.
Bir ilaç organizmaya alındıktan sonra hedef yöresi olan bir kim-
yasal reseptöre ulaşır ve orada kimyasal olarak ya bir bağ yapar, ya bir
bağı parçalar ya da bir bağın niteliğini değiştirir. Bütün bu olaylar o
ilacın moleküler yapısının fiziksel ya da kimyasal özeliklerinin neden
olduğu olaylardır. Molekülün fiziksel ya da kimyasal özelikleri ise o
molekülü oluşturan atomların türünün, sayısının ve uzayda dizelen-
mesinin bir sonucudur.
Herhangi bir molekülde, yukarıda sayılan özeliklerden birini de-
ğiştirirken diğerlerini hiç değiştirmemek mümkün değildir. Yapılan
çalışmalar bir değişimin neleri ortaya çıkardığına, bunun nasıl kontrol
edileceğine ve kapsamının ne olduğuna yöneliktir.
28.3. Bağlar
Bir molekülün bağ yapıcı gruplarından yalnız birinin değiştiril-
mesi bile tüm molekülün fizikokimyasal yönden değişimine neden olur.
Bu nedenle bağ yapan gruplar ve bağ türleri önemlidir. Birçok ilaçta
ağır basan bağlanma şekli iyonik ya da elektrostatiktir. Kolinerjik ve
adrenerjik sistemde etkili, antihistaminik ve analjezik nitelikte birçok
ilaç fizyolojik pH'da organik katyonlar olarak bulunur. Bilindiği gibi
iyonik ilaçların biyolojik etkileri ile iyonizasyonları arasında mutlak
bir ilişki vardır. Bu ilişki daha önce açıklanmıştır. Piridinyum sistemin-
de delokalize durumda olan elektronlar onium azotu üzerindeki yük
konsantrasyonunu azaltır. Yine de yük transfer kompleksasyonu ko-
laylaşır. Güçlü asit etkisinde olan karboksilik asit türevlerinin verdiği
bağlar da iyonik niteliktedir. Amit ve imit grupları da asit özelik gös-
tererek bağ yaparlar, nitelik olarak iyoniktir. Bu tip gruplara barbitü-
ratlar ve sülfonamitler başta olmak üzere çok sayıda ilaçta rastlanır.
Bu ilaçların tümünde, biyolojik bazlarla bağ oluşturacak asidik nitelik
vardır. Fakat yine de adı edilen ilaçların çoğunda hidrojen bağı oluş-
turarak etki gösteriş ağır basabilir.
Hidrojen bağı, makromoleküllerin yapılarını ve bütünlüğünü ko-
rumalarında en önemli bağdır. İlaçların önemli bir kısmı da hidrojen
bağı ile reseptörlere bağlanır. İlaç moleküllerinde bulunan ve hidrojen
bağı oluşturmak için kullanılan, hidrojen alıcı nitelikteki en önemli
gruplar, eter (—O—), karbonil (—CO—) (ketonlar, aldehitler, asitler,
esterler, amitler) ve aminin azotudur (—NH—•). Hidrojen verici nitelik-
teki en önemli gruplar, aminin azotu (—NH—) (Aminler ve amitler),
hidroksil (—OH) (alkoller, fenoller, enoller, asitler) ve tiyoldür (—SH).
Su, hidrojen bağı veren en önemli moleküldür. Hem alıcı hem verici ola-
rak davranır. Suyun yaptığı hidrojen bağları yardımıyla bir ilaç uygu-
landığı yöreden alınıp dağılır, etki yöresine taşınır hem de sulu ortam-
dan biyokimyasal reseptörlere geçmesinde rol oynar.
Prototip bir ilaçta molekül değişimleri yapılıyorken dikkat edilmesi
gereken noktalardan birisi de kütle oranlarındaki ayarlamalardır. Mo-
lekülün belirli bir parçasının kütlesinden daha fazla polar gruplar ka-
tılırsa genellikle etki düşer. Çünkü organizma bunu hem daha kolay
metabolize eder hem de daha kolay atar. Yukarıda anlatılanın tam tersi
de söz konusudur. Çok büyük bir lipofilik parça etkiyi azaltacağı gibi
yine çok büyük lipofilik kütle de benzer bir etki düşmesine neden olur.
Çünkü bu kez miçellerin oluşması ile ya da yitirilme yörelerine daha
fazla bağlanma ile ilaç daha az etkili şekle gelir.
İlaçların biyolojik sistemle verdiği bağlar yönünden daha önce be-
lirtildiği gibi kovalan bağlara az rastlanır. Bu bağlar ilaca daha fazla
toksik ya da allerjenik olma özeliği kazandırır.
Yük ya da elektron transferi kompleks oluşumu daha önemli bir
ilaç bağlanma yoludur. Bu tip bağlanmada önemli rolü aromatikler
ya da heteroaromatik halka sistemleri oynar.
Kelat bağlarının çok özel durumlarda oluştuğu daha önce anlatıl-
mış bulunmaktadır.
Moleküldeki bağlardan bir ya da birkaçının değiştirilmesi ile mo-
lekülün tümünde olacak değişiklikleri önceden hesaplamak gerekir. Ya-
pılan değişikliklerle molekül daha fazla suda çözünür şekle sokulabi-
lir. Bu çözünürlük artışı istenmiyor olabilir. Örneğin, bir piperidin hal-
kasında halka metilenlerinden birisi yerine izosteri olan oksijen konu-
lursa morfolin türevine geçilir. Böylece aminin iyonizasyonu azalır.
Fakat oksijenin daha fazla hidrojen bağı verebilmesi ve hidratasyonun
artışı görülür.
Yukarıda verilen örnekte görüldüğü gibi bir bağı değiştiriyorken
kimyasal özeliklerin tek başına değiştiğini düşünmemek gerekir. Yanı
sıra birçok değişiklik daha olmaktadır. Grupları önceden tanımakla
bu değişikliği peşinen düşünmek mümkündür.
157
159
161
Antihistaminik 11,122,124,126,131,136139 Bağ momentleri 84
Antijen (bkz. hapten-protein konjugatı) Bakterisit etki 86, 140
36, 120 Bakteriyostatik etki 83, 98, 100
Antikoagülanlar 32, 37 BAL 113
Antikolinerjik ilaçlar 35, 124, 127, 131 152 Barbital 87
Antikor-hapten bağlanması 36 Barbitüratlar 25, 36, 39, 40, 92, 123, 153
Antimaleriyal 113, 122, 126, 149 Basit eleme 16
Antimetabolitler 38, 76 Benzamit 63
Antineoplastik bileşikler 39 Benzen 112, 120, 127
Antiparazitler 127 Benzilik konum 50
Antipiretik 150 Benzilik metil grubu 50
Antiseptik 118 Benzilik metilen grubu 50
Antispazmodik 124, 126, 149, 155 Benzilik oksidasyon 73
Antitiroit 35 Benzoik asit 86, 40
Antitümör 16 Benzoyl ekgonin 62
Arabinoadenozin 78 Biguanid 39
Ara yüzey 100 Bikarbonat 33
Arenoksit 45 Bilirubin 32, 38
Arginin 108 Bilirubin ansefalopatisi 32
Aromatik aminler 53, 69, 71, 96
Aromatik amitler 63 Bishidroksi kumarin 31,72
Arnmııfik hıHmyîtİpr fiA Bivoizosterizm kuralları 119
158
rc-Değerleri (bkz. partisyon kat sayısı) Divalan grup 124, 126
Dekalonlar 53 DNA 31, 38, 71, 109
Dekametonyum 152 DPEA (bkz. 2, 4-Dikloro-6-fenil-fenoksi
Dekstran 26 etilamin) 72
Delokalizasyon 49, 99
Demetilasyon 57 —E—
4-Deoksi piridoksol 80 E (bkz. Enzim) 32, 75
Depresan 117, 119 -edrin (sonek) 10
1- deşil nipekotinamit 83 E D s 0 14,140
Detoksifikasyon 73 Efedrin 10, 152
Diallilmelamin 73 Et 76
Diallilmelamin N-oksit 73 Ekgonin 62
2,4-Diamino fenol 58 Ekitoksik konsantrasyon 104
Diaril eterler 56 Elektrolitler 92
Diazin halkası 126 Embriyotoksik etki 72
Diazometan 119 Emetin 132
Dibenzil eter 56 Entalpi, 112
Di (3,5-di-t-Butil-4-hidroksil)[benzil eter 56 Entropi, 112
Dielektrik değişmezleri 85 Ensektisit 55,122
(2-Dietilamino) etil 2,2-difenil valerat (bkz. Enzim (E) 75, 107
SKF 525 A) 72 Enzim inhibitörü (I) 76
Dietilaminoetil esterleri 131 Enzim substrat kompleksi (ES) 75, 66
Dietilstilbestrol 130 Enzim-ürün kompleksi (EÜ) 75, 76
Difenamit 48 ( + ) Epinefrin 133
Difenhidramin 131 (—) Epinefrin
Difenil eter 56 ES (bkz. Enzim substrat kompleksi) 76
Difenilhidatoin 72 Escherichia coli 83
Dihidro-4-dimetilamino metil-1,3- diok- Esrar 40
salan metil iyodür 104 Ester 117
Dihidrofolik redüktaz 112' Esteraz 62
Dihidroksikumarin 72 Ester glikuronit 67
Dihidropteridin 76 Eter 27, 91, 117, 153
Dihidrostreptomisin 37 Eter glikuronit 67
2.4-dikloro-6-fenil - fenoksietilamin (bkz. Etil alkol 39
DPEA) 72 5-Etil-6-aza urasil 51
Dikumarol 72 Etil biskumasetat 31
Dimerkapto propanol (BAL) 113 5-Etil-5-metil-2,4-oksazolidindion 134
Dimetilamino azo benzen 57 Etinamat 52
Dimetilbarbital 57 1-Etinil sikloheksil-1 -allofanat 52
3.5-Diraetil- 5-etil-2, 4-oksazolidindion 134 Etran 91
3,5- Dimetil pirazol 50, 73 EÜ (bkz. Enzim-ürün kompleksi) 75, 76
m-Dinitrobenzen 58
a- Diol 55 —F—
Diüretik etki, 114 Farmakope adları 10
Diüretik ilaçlar 38 Fenasetin 150
Diüretik sülfamitler 35 Fenilalanin 113
Diskinezi 38 Fenil alkanoik asitler 86, 140
Disülfürler 61, 123 Fenil asetik asit 140
159
Fenilbutazon 31, 74 Hardal gazı 107
p-Fenil diazo-N,N-dimetil anilin 58 Heksafloro kükürt 91
Fenil etanol aminlerin metilasyonu 70 Heksametonyum 28
4-Fenil piperidin 135 Heksanol 117
l-Fenil-2-propilamin 60 Heksetal 52
Feniramidol 72 Heksil rezorsinol 87, 101
Fenobarbital 27, 49, 59, 72 Heksobarbital 57, 133
Fenotiazin grubu ilaçlar 48 Hemoglobin 32, 33, 46
Ferguson prensibi 105 Henderson-Hasselbalch denklemi 23,92
Fizik bağımlılık (bkz. Abstinans Heptabarbital 72
sendromu) 40 Hidralazin 49
Flören türevi 131 "Hidrit deplasman kuralları" 120
Floro asetik asit 42 Hidrofilik gruplar, 22, 101
5-Floro deoksi üridin 122 Hidrofobik gruplar 101, 111
Fluroksen 91 Hidrojen bağları 29, 99, 109
Florositrik asit 42 Hidroklorotiyazit 90
5-Floro Urasil 25, 78, 119 Hidroksi anilin 53
Folik asit 76, 80, 123 p-hidroksi asetanilid 55,
Folik asit antagonistleri, 123 p-hidroksi benzamit 63
Folik asit redüktaz 77 4-hidroksi benzoik asit, 110
Formaldehit 118 p-hidroksi benzoik asit esterleri 89
Formisin 79 Hidroksifenil butazon 74
Fosfolipidler, 102, 109 (-) hidroksiheksamit 59
Fosfonik grupları 118 Hidroksi indol O-metil transferaz 71
Furan 127 8-hidroksi kinolein, 113
Hidroksilamin türevleri 54
—G— Hidroksilasyon 44
Ganglion blokajı 149, 152 N-Hidroksilasyon 54
Genel anestezik 81, 90 «-Hidroksilasyon 52, 55
Glikolipit 30 to-1 Hidroksilasyon 51, 52, 55
Gliserin 117 o-hidroksi-o-nitrobenzaldehit 130
Glisin 68 o-hidroksi-p-nitro benzaldehit 130
Hidroksi purinler 123
Glisin konjugatları 28
Hikanton 74
Glikoz 23, 25
Hipnotik 150
D-Glikuronik asit 67
Hipoglisemik etki, 114
Glikuronitler 28, 67
Hipohalöz asitler 119
N-Glikuronit yapısı 67
Hipokolesteremik ilaçlar 38
Glutamik asit, 108
Hipoksantin 78, 79
Glutamin 68 Hipotonsör 133
Glutetimit 72 Histamin 28, 36
Hiyosiyamin 134
—H— Hormonlar 38
Hallusinojenler 40 Hücre zarlarının yapısı 22
Halojenli hidrokarbonlar 64, 66
Halotan 66,91 —I—
Hammett denklemi 141 Ibuprofen (bkz. 2 (p-izobutil) fenil-propa-
Hapten 36, 120 noik asit) 11
Hapten-protein konjugatı 36 I (bkz. Enzim inhibitörü) 76
160
—i— Kloramfenikol 37, 83, 147
İlacın intrensek etkinliği 134 Kloraminler 119
İlaç afinitesi 134 p-klorofenilalanin 47
İlaç allerjisi 36 Kloroform 26, 37, 66, 91, 501
İlaç bağımlılığı 40 5-kloro-2-hidroksibenzoksazol 74
İlaç biyotransformasyonu (bkz. İlaç meta- Klorokin 28, 37
bolizasyonu) 42 Klorotiyazit 90
İlaç idiyosinkrazisi 36 Klorpromazin 38, 43, 48, 54, 55
İlaç metabolizasyonu (bkz. İlaç biyotrans Klorprotiksen 137
formasyonu) 42 KMK( bkz. Kritik miçel konsantrasyonu)
102
Imidazo piridin 139
Kod adı (Kod numarası) 10
İmidazo benzen 139
Kodein 55
îmipramin 28, 48
Kod numarası (Kod adı) 10
İmmunosupresif 149
Kokain 9, 10, 40, 62, 134
İnhalasyon anestezikleri 26, 115
Kolesterol 22
İnozinat 78
Kolinerjik etki 84, 127
İntolerans 35
Kolşisin 37
Inulin 26
Konfigürasyon 133
Iproniazit 37
Konformasyon 125, 133
İyodofenol O-metil transferaz 71
(o konumu 51
2(p-izobutil) fenil propanoik asit 11
<0-1 konumu 51
İzoflurofat 37
Kortikosteroidler 39
İzonarkotik potens, 104
Kör eleme 16
İzoniazid 64
Kritik miçel konsantrasyonu (KMK) 102
İzonikotinik asit hidraziti 64, 69
İzoster 119 Kronik alkolizm 33
Kronik toksisite 17
—K— Ksantinler 39
Ksantin oksidaz 33, 79
Kalsiyum 114 Ksantin oksidaz inhibitörü 79
Kanserojen etki 46 Ksenon 91
Karbonikanhidraz inhibitörleri 33, 35 Ksilo adenozin 78
Karbontetraklorür 66, 91 Kumarın 32
Karsinojenezis 37, 38 Kükürt heksaflorür 91
Karsinom 39 Kürar 152
Katekolamin 33, 37, 45, 71, 92
—L—
Katekol O-metil transferaz 71
Kuaterner amonyum bileşikleri 28, LD 50 14
Kuaterner amonyum tuzları 26 Lesitin 22, 30
Kuaterner piridinyum iyonları 130 Letal doz 14
Kebuzon 74 Levallorfan 136
Kernikterus (bkz. Bilirubin ansefalopatisi) Levorfanol 28, 136
32, 38 Ligand 113
Keten 119 Lipofil gruplar 22
Kimyasal ad 10 Lizin 108
Kinakrin 28, 31 Lokal anestezik 10, 126, 134
Kinin 28 Lorentz denklemi 82
Kinoid yapı 117 LSD 40
Kloral hidrat 61, 72, 105 Lukanton 74
161
—M— 2-Naftil amin 54
MAK (bk. Minumum alveoler konsant- Nalidiksik asit 27
rasyon 91 Nalorfin 136
Marka adları 10 Narkotik analjezikler 26
Meklizin HCI (NavicalmR) 11 Narkotik bileşikler 104
Miçel 102 Narkotik etki 115, 133
Mekamilamin 28 Narkotik potens 104
Meperidin 28, 124, 129, 136 Navicalm (Meklizin HCI) 11
Meprobamat 72 Niasin (bk. Nikotinik asit) 128
6-merkapto purin 57, 78 Niasinamit 83, 84
Metadon (=F) 129, 135 Nikotin 28
Methemoglobin 35 Nikotinik asit (bkz. Niasin) 69, 129
Methemoglobinemi 35 Nikotinürik asit 69
Metilbarbital 57 Nipekotinamit 84
a- Metil dopa 133 Nitro aminler 71
N-metil imidler 57 Nitrobenzen 47, 129
6-metil merkaptopurin ribozit 78 Nitrofenoller 92
6-metil metadon 135 Nitrofurantoin 27
N-metil nikotinamit 28 Nitrozil grupları 54
4-metil pirazol-3-karboksilik asit 73 Nitrozo türevleri 54
N-metil pirofosfamidler 57 NIH 47
N-metil purin bazları 57 Nonelektrolitler 92
Metil sikloheksan 53 Nonmikrozomal metabolizasyon 44, 59
Metilsikloheksanonlar 59 Norheksobarbital 57
N-metil sulfonamitler 57 Novobiocine 21
6-metil tiyopurin 57 Nöropati 37
0-metil transferaz 71 Nükleik asit 107, 122
Metoheksital 52 Nükleititler 78
1-metoksi-l,l-difloroetan 66
Metoksifluran 66, 91
—O—
Metotreksat 77, 80 -ocaine (son ek) 10
Mikrozomal inhibitörler 72 Oksidasyon 59
Mikrozomal metabilizasyon 44 Oksifenbutazon 31, 72
Minimum alveoler konsantrasyon 91 N-Oksitler 57, 61
-misin (Sonek) 10 N-Oksidasyon 54
Miyopati 37 S-Oksifasyon 54
Miyozin 33 Oksitremorin 73
Molar refraktivite 82 Oksitremorin 73
Monoaminoksidaz inhibitörü 33 Oktanol 88
Monometilamino azobenzen 57 Olağan olmayan ilaç reseptörleri 36
Monosakarit 24 Olefinik oksidasyon 55
Morfin 40, 55, 136 OVERTON-MEYER Kuramı 104
Mukopolisakaritler 31, 109
- Ö -
—N— Östron 68
NADPH 2 45 östrojenik etki 130, 136
Naftakinon 122 östradiol 130
Naftalen 46 £J-Ökainler (+), (—) 134
162
—p— Rezerpin 37
R İşareti 12
Pantotenik asit 129
Retinopati 37
Pantoyltaurin 129
Rezorsinol, (Rezorsinol dimetil eteri) 114
Parafinler 115
Rölaksan 74
Paraldehit 26
Parasempatik ganglion blokajı 127 —S—
Parasempatomimetik etki 130
Paration 37 Sakarin 39
Parkinsonizm 38 Salisilatlar 25, 32, 38, 150
Partisyon katsayısı 26, 87, 143 Salisilik asit 27, 28, 31, 69, 110, 113, 151
Patent adları 10 Salisilürik asit 69
Pempidin 28
Penicillium glaucum 133 Sedatif hipnotikler 149
Penisillenik asit 36 Sefalin 22, 20 102
Penisilin 28, 36, 39, 72 Sekobarbital 55
Pentobarbital 52, 90 Sekonder alkol 117
Piperidino türevleri 131 Sekonder aminler 116
Piramidon 37 Selenokolin 125
Piridin 47, 70 120 Sentetik lokal anestezik 9
Piridin-3- Sulfonik asit 128 Sessiz reseptörler 152
Pirimidin 110, 146 Setil piridinyum klorür 101
Pirol 127 Serum globulin molekülleri 72
Polimetilen bis fosfonyum bileşikleri 127 Sfingomiyelin 22
Polisiklik aromatik bileşikler 56 Siklamat 39
Potensiyalizasyon 41 Sikloheksimit 132
Preparat adı 10 Siklopropan 26, 91
Pridoksal 129, 130 Sinerjizm 40
Pridoksol 80 Sinonimler 10
Primer aminler 116 Sitotoksik etki 115, 119
Pritiyamin 128 SK.F 525A (bkz. 2-dietilamino etil
Probenesid 28 2, 2-difenil valerat) 72
Proflaktik ve radyasyon koruyucusu 123
Programlı eleme 17 Solvatasyon 109
Prokain 28, 63, 124 Sorbitol 117
Prokainamit 63 Staphylococcus aureus 89
Pronetalol 48 Stereoizomerler 135
Prontozil 43 Steroit ilaçlar 37, 38, 39, 68, 92, 155
Propan 112
Propanol 117 Steroller 30
n-Propil benzen 51 Stilben türevleri 130
Protein 71, 107, 109 Streptomisin 118
Psikoterapik bileşikler 125
Psişik bağımlılık Streptomyces türleri 10
Psödosiklik konformasyonlar (bkz. Strept. pyogenes 98
"yalancı halkalı" konformasyonlar) 130 Subakut toksisite 17
Purin nükleotitleri 78 Sulfoksidasyon 45
Purintiyoller 123 Sulfoksitler 54, 61
Sübstitüan etkisi analizi 45
—R— (bkz. p,<T, 7r analizi)
R 0 0 (bkz. olağan olmayan ilaç reseptör- Sülfadiazin 126
leri) 36 Sülfafenazol 72
RNA 31, 38, 71 Sülfanilamit 35, 43, 76
Reseptör 107 Sülfapiridin 126, 127
163
Sülfat esterleri 28, 68 Trans-dietilstilbestrol 130
Sülfatiyazol 127 Trans-diol 46
Sürfektan (bkz. yüzey etkin bileşik) 100 Tremorin 73
Sülfinpirazon 31 Trifloro asetik asit 66
Sülfonamitler 25, 27, 31, 32, 38, 69, 76, 1,1,1-Trifloro etan 66
114, 153 Trifloro metil grupları 119
Sülfonil üreler 35 Trikloro etanol 61
Sülfonlar 54, 150 Trimetil amin 54
Süramin 116 Trimetopirim 77
Tripelenamin 127
- Ş - Triprolidin 136
Şekerler 92 Triptofan 113
Şiştozomisit 74 Tropin
Tübersidin 79
—T— d-Tübokürarin 152
Talidomit 38, 72
Tecimsel ad 11 —u—
Tedavi indeksi (bkz. Tİ) 14 Uçucu genel anestezikler 66
Tedavi konsantrasyonu (Terapötik kon- Urasil 25, 110, 119
santrasyon) 20
Teofilin 97 - ü -
Terapötik indeks (Tİ) 14
Teratojenezis 37, 38 Üre
Tersiyer alkol 117 -ürik (son ek) 69
Tersiyer aminler 116 Ürik asit 33, 79
Tescilli ad 12 Ürikozürik 74
Tetraetiltiuram disülfür, 33
Tetrasiklin 31, 37, 113 —W—
Tİ (bkz. Terapötik indeks) 14
Tiamin 28 Warfarin 72
Timidilat sentetaz inhibitörü 122 —V—
Timin 25
van der WAALS bağları 29, 30
Tiroid inhibitörleri 35
Tiromimetik etki 121 Van der WAALS denklemi 82
Tirozin 113 Vanilin 118
Tiyabendazol 48 —Y—
Tiyamin 28, 128
Tiyazit diüretikleri 28, 89 Yalancı halkalı konformasyonlar
Tiyazol 127 (bkz. psödosiklik konformasyonlar) 130
Tiyobarbitüratlar 123 Yan etki 35
Tiyofen 120, 127
Tiyoinozinat 78 Yan zincir hidroksilasyonu
Tiyokain 124 (bkz. alifatik hidroksilasyon, alkil grubu
Tiy oksan ten 137 hidroksilasyonu) 51
Tiyol grupları 117, 123, 153 Yarı ömür 29, 60, 72
Tiyopental 30, 31, 90 Yarışmalı inhibisyon 76
4-Tiyoprimidin 112 Yitirilme yöreleri 152, 155
4-Tiyopteridin 112 Yüzey etkin bileşik (bkz. sürfektan) 100
6-Tiyopurinler 112 Yüzey gerilimi 100
Tolazolin 28 —Z—
Tolbutamit 50, 72
Tolerans 39 Zahradnik denklemi 142
Toryum dioksit 39 Zar taşıyıcıları 24
Trankilizan etki 125, 137 Zeytinyağı 88
Trans-dekalin 53 JP. Q Zoksazolamin 74
IMRIRA 0*Mvm?Tf$f
164
E c z a s ı FakÇJmt j
Tarih : J ^ S d l L
Demirbaş No
Tasnif fclo.