Professional Documents
Culture Documents
John Perkins - Sekil Degistirme PDF
John Perkins - Sekil Degistirme PDF
ŞEKiL
v • •
DEGIŞTIRME
Küresel ve Bireysel Dönüşüm için Teknikler
John Perkins
9Kuraldışı
© KURALDIŞI YAYINCILIK
John Perkins
Şekil Değiştirme
Shapeshifting
Türkçesi: Özcan Bayrak
ISBN 978-975-275-142-2
Ekim 2009, İstanbul
Kuraldışı Yayıncılık
Fener Kalamış Cad. No: 93n 34726 Kadıköy-İstanbul
Tel: 0216 449 98 05 0216 348 00 69
pbx Faks:
yayin@kuraldisi.com www .kuraldisi.com
Dağıtım
Alemdar Mah. Çatal Çeşme Sok.
No:JO Kaı:2 Fırat Han Cağaloğlu-İstanbul
Tel: 0212 513 81 57 Faks: 0212 51l62 52
İnternet Satış: www.kuraldisi.net
İÇİNDEKİLER
1 . KISIM
YUKARIDAN BAKIŞ
12
1. KISIM
YUKARIDAN
BAKIŞ
İnsan kurallara sığmaz!
1 . B ÖLÜM
MAYALARIN BAKIŞI
20
2 . B ÖLÜM
28
3 . BÖLÜM
ENERJİNİN MADDESİ
38
4 . B ÖLÜM
BEDEVİ ÇÖLÜ VE
K UMLARIN VERDİGİ DERS
K UR U MSAL V E BİREYSEL
ŞEKİL DEGİŞTİR ME
" Ş AH ' A N E owu?" diye sordu Viejo Itza hikayemi anlatmayı bi
tirdiğimde.
"Devrildi. ABD'de bize söylendiğine göre, Ayetullah Humey
ni isimli bir fanatiğin yönettiği bir köktenci İslam hareketi tarafın
dan tahttan indirilmiş. Ama aslında bundan çok daha büyük bir
şey. Yamin'in tahmin ettiği gibi. Dev bir dip akıntısı. Bedeviler.
Sıradan İranlılar. Şah kısa bir süre sonra öldü, ülkesi olmayan yal
nız, acılı bir adam olarak."
"Şah Yamin ' in aldığı eğitimden geçseydi her şey ne kadar
farklı olurdu." Viejo ltza'nm sesi düşünceli, neredeyse üzgün ge
liyordu. "Kumların verdiği ders! " Ayaklarına bakıyordu, yüzü
gölgeler içindeydi, o yüzden ifadesini okuyamadım. "Çok öğre
tici bir ders . . . " Altındaki taş jaguara dokundu. "Burada, Maya'da
olan şeyler de çok farklı değildi."
Açıklamasını istedim.
Güneşin giderek yükseldiği cangıla baktı. Üzerimizde birkaç
bulut vardı, bir bebek arabasının üzerindeki güneşlik gibi. "Hika
yeyi biliyorsun. İspanyollar gelmeden önce bu arazi ışıl ışıl renk-
48
lere bezenmiş muhteşem yapılarla kaplıydı. Bu kalıntılar o gün
lerdeki zenginliğin yalnızca iskeleti. Ama o yapılar o zaman bile
insanları içten kemiren bir çöküşün dışsal simgeleriydi. İspanyol
lar geldiğinde muhteşem şehirler çoktan terk edilmiş, tekrar can
gılın bir parçası olmuşlardı. Maya insanları hala buradaydılar,
tıpkı bugün olduğu gibi ama ormanın derinliklerinde yaşıyorlar
dı." Bir yeri işaret etti. "Tıpkı şuradaki, ölü bir dala benzettiğin ev
gibi. Şehirler terk edilmişti."
Kalktı ve ellerini yanlara açıp altındaki ve etrafındaki araziyi
kapsayacak şekilde bir dairede yavaşça dönmeye başladı. "Şekil
değiştiriciler rahatsızlığı anladı, insanların doğaya hakim olma
çabasını sürdürmeleri ve maddi hırslara teslim olmaları durumun
da meydana gelecek felaketi önceden gördüler. Bu yüzden insan
ları şehirlerden çıkarıp tekrar cangıla yönlendirdiler." Gözleri
benim gözlerimle birleşti. "Antropologların ve tarihçilerin pek
çok teorileri var; yıkıcı savaşlar, kıtlık, sel, kuraklık ... ama tüm
bunlar yalnızca semptomlardı."
"Ozon tabakasındaki delik, eriyen buzullar gibi günümüzün
iklimsel değişimlerine benzer şeyler... "
"Aynen öyle. Semptomlar. Mayalar için asıl sorun, rahatsızlı
ğın nedeni kültüreldi. Veya belki felsefi demek daha doğru olur."
Tekrar oturdu. "Liderler insanların dünyanın kendisi olduğu ger
çeğini göremiyorlardı. Doğadan ayn değiliz. Biz ve o biriz. Ma
ya rahipleri ve krallar bunu unutmuştu. Egoları büyümüştü.
B üyük piramitlerin tepesinde oturan, aşağıya yıldırımlar göndere
bilen, arazileri kurutabilen, kendilerine devasa anıtlar yapabilen,
doğaya hak.im olabilen tanrılar olduklarına inandılar. Hırsları sap
lantı haline gelmişti."
"Şah 'ınki gibi."
"Çiçeklenen Çöl Projesi. Kaç insan aynı hatayı yapacak?"
A vuçlannı açtı. Bir yakarış hareketi. "Bilim insanlarınıza bak...
Hiç öğrenmeyecekler mi? Endüstriyelleşmeyle ilişkili kirlilik.
Ozon azalması ve diğer sorunların teknolojiyle çözülebileceğini
iddia ederken, tarihin mesajını anlamıyorlar mı? Binlerce yıldır
çölde yaşayan ama onu hiç 'fethetmeye' çalışmamış olan Bede
vileri dinlemeyi neden reddediyorlar? Bu bilim insanları, Maya-
49
!ar şekil değiştiricileri izleyip ormana döner dönmez sorunlarının
bittiğini görmüyorlar mı? Artık savaşlar bitmişti. Sellerin ve ku
raklıkların devam edip etmediğini bilmiyoruz. Bildiğimiz şey,
tekrar çevrelerinin bir parçası olmaya adandıklarında rahatsızlık
larının sona erdiğidir."
Aklıma bir fikir geldi. "Amerikan Devrimi, demokrasi, bir şe
kil değiştirmeydi."
Bana baktı. "Bunu biraz açıklayabilir misin?"
Ona bir özet sundum. Önce Avrupa' da gelişen politik sistem
leri tanımladım; feodalizm, aristokrasiler, monarşiler. Bunları di
ğer herkesi yöneten bir avuç insana dayalı sistemler olarak
tanımladım. Çoğunluğun çok az hakkı vardı; kötü muamele görü
yor, kullanılıyor, hizmete zorlanıyorlardı. Sonunda usandılar. Fe
laket işaretleri ve kehanetleri vardı. Sürekli sorunlar meydana
geldi ama bu askerlerin halledebileceği bir şey değildi. Çoğunluk
her zaman kaybediyor, itaate mecbur bırakılıyor, aristokrasinin
istediği şeyi yapmaya devam ediyorlardı. Şehirler büyüdü ve in
sanlar doğaya giderek yabancılaştı. Salgın hastalıklar, vebalar, yı
kımlar, açlık vardı. Bu arada yönetici elit zenginliğini giderek
arttırıyordu. Onlar ve rahipleri "seçilmiş" olduklarını iddia edi
yor, yalnızca kendilerinin Tanrı'yla doğrudan temasları olduğunu
söylüyorlardı. Sonra istisnai bir şey oldu. Viejo' nun gözlerine
dosdoğru baktım. "Kolomb."
"Sizin için istisnai belki."
"Her hikayenin iki yönü vardır. Her zorlu durumda bir kaçış
kapısı açılır. Bizim hikayemizdeki kaçış kapısı, atalarımın 'Yeni
Dünya' dediği şeydi." Viejo kendi kendine güldü. Eski Dünya'nın
Amerika'ya göç edenlere sistemlerini nasıl dayattığını anlatarak
devam ettim. Ama okyanusa meydan okuyan bu insanlar ebe
veynlerinden farklıydı . Farklı bir hayal görüyorlardı. Ve yeni bir
soyla karşılaştılar; onlara doğada nasıl yaşanacağını gösteren or
man insanları. Böylece eski efendilerine direnç gösterdiler. İsyan
ettiler. Savaşlar yoluyla Kızılderililer'den doğayla nasıl uyum ka
zanılacağını öğrendiler. İngiliz birlikleri parlak kırmızı ceketle
riyle askeri düzende ve güpegündüz düzgün sıralar halinde
yürürken koloni askerleri sade ve çevrelerinin rengindeki güderi
50
giysiler içinde, ağaçların ve taş çitlerin arkasında saklanıyordu.
Doğadan ayırt edilmez hale gelip kendilerini gizliyorlardı.
Viejo beni hevesli bir şekilde dinliyordu. Devam ettim. "Ko
loniciler alternatif bir devlet türü geliştirdi. Model olarak ise Kı
zılderililer' den, özellikle beş ve daha sonra altı kabileyi kapsayan
bir halk olan lroquoislerden esinlendiler. ABD 'nin Benjamin
Franklin, Thomas Jefferson, George Washington, Thomas Paine
gibi Kurucu Babalar'ının pek çoğu, yerli topluluklarının yaşam
şekillerini daha iyi anlamak için onları ziyaret etti. Çalışmalarına
dayalı olarak, tüm dünya tarafından kopyalanan bir devlet türüne
ulaştılar."
"Iroquouislerle ilgili kısmı hiç duymamıştım."
"Evet ama Kurucu Babalar bir şeyi ihmal etti. Iroquoisler ara
sında kabile şeflerini seçen bir kadınlar konseyi vardı. Yani temel
olarak gemiyi yönetecek olan kaptan kadınlar tarafından seçiliyor
du. Eğer geminin gidişini, rotasını beğenmezlerse kaptanı değişti
riyorlardı. Bizim Kurucu Babalarımız kadınlan yönetime dahil
etmedi. Bu yüzyıla kadar, yani Anayasa'nın yazılmasından yüz yıl
dan uzun bir süre sonrasına kadar kadınların oy kullanmasına bile
izin vermediler."
"İnsanlık tarihindeki en önemli -en yıkıcı- şekil değiştirme."
"Oy kullanma mı?"
Güldü. "Elbette hayır. Dişiden uzaklaşma. B iliyorsun, bu dün
ya temelde dişil. Hayatta kalmamızı sağlayan şey bu. 'En uygun
olanın hayatta kalması' değil; bu bir erkek kavramı. Hayatta kalış,
besleme, sevme, destekleme ile yani dişil özelliklerle ilgilidir. Bun
lar olmasaydı ne olurduk? Erken tarihimiz baskın olarak bu özellik
leri destekleyen özellikteydi. Tıpkı Iroquoislerinizde olduğu gibi,
tüm önemli meselelerde kadınlar karar verirdi. Benim kültürüm
tanrıçaya tapardı, tıpkı birkaç bin yıl öncesine kadar dünya üzerin
deki, Dünya Ana üzerindeki tüm kültürlerin yaptığı gibi. Sonra bü
yük ve korkunç bir şekil değiştirme meydana geldi."
"Bunu daha önce hiç böyle görmemiştim."
"Başka nasıl görebilirsin ki? Bu tipik bir reaksiyondu sanının.
Tipik insan, tipik erkek reaksiyonu. Ego bilgeliğin önüne geçti.
Beni her zaman çok şaşırtmış olan şey ise bunun pek çok yerde
51
eşzamanlı olarak gerçekleşmiş olması. Ben bir Maya ve Katolik
olarak yetiştirildim. O günlerde burada, Yukatan'da Katolik olma
mak,-bu doktrinin eğitimini almamak imkansızdı. Çok küçük bir
yaşta, çok uzun bir zaman önce başlamış olan o korkunç dönüşü
mün etkisinin büyüklüğü ve bu buradaki, Avrupa'daki, Ortado
ğu'daki ve Andlar'daki gelişim benzerliği çok dikkatimi çekti.
Daima ruhsal olarak sağlıklı insan grupları vardı. Çoğu zaman can
gılların ve ormanların derinliklerinde yaşıyorlardı. Bu kültürlerde
yönetim kadınlardaydı ama erkek kültürler gelip egemen oldu."
"Buna şekil değiştirme mi diyorsun?"
"Çok büyük bir şekil değiştirme, neredeyse evrensel. Ve daha
önce meydana gelenlerle karşılaştırıldığında, nihai olarak kendi
kendini yok edici bir şekil değiştirme. Sezonluk olarak kurulan
ve çocukların kahkahalarıyla çınlayan muhteşem yerel pazarlar,
günümüzün erkek egemen ekonomilerine yol açan büyük ticari
firmalar haline geldi. Bu, eğitimde, siyasette, dinde ve neredeyse
tüm kurumlarda meydana geldi. Kirlenme erkekliğin, gelişmenin
bir erdemi, simgesi haline geldi. Para ve bir şeyler biriktirme sap
lantısı kutsallaştı. Tüm bunların geçmişi o şekil değiştirmeye ka
dar uzanıyor."
"Peki İsa?"
"Büyük bir şaman, bir şekil değiştirici."
"Peki, nasıl başarısız oldu?"
"Başarısız mı!" Kafasını geri atıp güldü. "Başarısız olmadı. Der
simizi almamız gerektiğini ve bunun ancak deneyim yoluyla müm
kün olduğunu görebiliyordu. Gerçekte neyi istediğimizi anlamak
için tüm bu lüks, tüm bu materyalizm, bu ekonomik gelişimin acı
sını çekmemiz gerekiyordu. Ve İsa kalplerimizde hala yanmakta
olan ateşi yaktı. Ne engizisyonlar, savaşlar, kıtlıklar, ne de papala
rın fermanları bu ateşi söndürebildi." Göğsüne dokundu. "O ateş
burada, içimde. Ve orada, içinde. Hepimiz zaman zaman onu his
sederiz. Orada olduğunu biliyoruz. Bizi ayakta tutan şey bu. Tek
rar şekil değiştireceğiz. Hatta bana öyle görünüyor ki, senin ülken
geçmişinizdeki devriminiz sırasında buna benzer bir şey yaptı."
"Benim ülkem o eski erkek egemen şekli değiştirme konusun
da nadir bir fırsat yakalamıştı." B u düşünce beni heyecanlandır-
52
dı, sonra da sıkıntıya soktu. "Eğer o koloniciler Iroquoisleri ger
çekten dinlemiş olsalardı bugün dünyaya çok daha farklı bir örnek
sunuyor olurduk."
Bir süre sessizce oturduk. Sonunda Viejo Itza boğazını temiz
leyerek devam etti. "Şimdi ülkenle ilgili çok daha iyi bir kavrayı
şa sahibim. Sizin sisteminizin çerçevesi, doğayla birliklerini
hissetmiş olan yerli insanlardan geldi. Temeller araziye yakın ol
ma, Güneş'e, Ay'a, Dünya'ya ve tüm çevreye tapmaya dayalıy
dı. Ama artık her gün doğadan biraz daha uzaklaşıyorsunuz. İki
yüzyıldır böyle bir eğilim var. İsa'dan önce başlayan o eski kalı
bı devam ettiren bir eğilim. B unu tersine çevirme şansınız vardı.
Ama çevirmediniz."
"Belki bunu şimdi yapabiliriz."
"Elbette. Eğer doğru koşullar sağlanırsa. Ama biraz Yamin'e
geri dönelim."
"Tabii."
"Ona eşlik eden Bedevi adam hakkındaki hislerin nedir? Ger
çek bir şekil değiştirici miydi acaba?"
Hemen "Evet" demek istedim çünkü bunun her şeyi basitleş
tireceğini biliyordum. Ama gerçek şuydu ki, Yamin'den hikaye
yi dinlediğimde, çölde Yamin'e eşlik eden adamın iyi bir
kamuflaj ustası olduğunu düşünmüştüm. Kumlarla kaplanan bir
battaniyenin altında gizlenerek tamamen görünmez olmuştu. B u
nu : iejo Itza'ya söyledim.
"Yamin sana öyle mi söyledi?"
"Kullandığı kelimeleri tam olarak hatırladığımdan emin değilim."
"Ona atfettiğin kelimeleri aynen hatırlıyorum. 'Adam çölün
kendisiydi . ' Yamin'in böyle dediğini söylemiştin."
"Sanırım söylediği şey aşağı yukarı buydu."
"Ve bunun birebir doğru olabileceğini düşünüyorum."
"Yani o adamın gerçek bir şekil değiştirici olduğunu, yaptığı
şeyin yalnızca bir battaniyenin altında saklanmaktan ibaret olma
dığını mı düşünüyorsun?"
"Yatağını kullandığından veya yatağının kumla kaplandığın
dan şüphe duymuyorum. Peki, ne kadar süre boyunca orada kal
dı sence?"
53
Hafızamı taradım. "Emin olamıyorum. En azından bütün sabah.
Belki daha uzun." Yamin yere çöktükten sonra gözlerini açınca gü
neşin doğrudan tepesinde olduğuna dair bir şey söylememiş miydi?
"Bilmiyorum" dedim sonunda. "Kesinlikle uzun bir süre."
"Boğucu çöl sıcağında, bir battaniyenin altında yarım gün ve
ya daha uzun, hatta birkaç saat bile durmak ister miydin?"
"Pek istemezdim. Neredeyse imkansız gibi görünüyor. Ama
bir Bedevi için ... "
"Onlar farkl ı mı?"
"Çölde nasıl yaşanacağını biliyorlar sanırım."
"'Nasıl mesela?"
"Nasıl hayatta kalınacağını, nasıl uyum sağlanacağını ... " Bu
beni durdurdu. "Ne söylemek istediğini anladım. Yani onun ger
çekten şekil değiştirdiğini, çöl olduğunu mu söylüyorsun?"
"Bunu söyleyen Yamin."
"Belki de öyledir." Sonra başka bir düşünce geldi aklıma.
"Eğer gerçekten bunu yaptıysa, ne zaman tekrar insan haline dö
neceğini nasıl biliyordu? Hatta dönebileceğini nasıl biliyordu?"
"Ah . . . kritik soru. Sizin gibi insanların şekil değiştirmesini en
gelleyen soru, dostum."
"Nasıl yani? Daha önce bunu yapmayı öğreneceğime söz
vermiştin."
"Afedersin. 'Şimdiye kadar' demeliydim."
"Teşekkür ederim. Ama bunun bir inanç ve niyet meselesi ol
duğunu söylemiştin sanırım."
"Doğru." Durdu. "Şekil değiştirmeyi düşünürken herhangi bir
korku duyuyor musun?"
"Evet. Bunu yapamayacağım korkusu."
"Ondan başka?"
"Eğer bunu yaparsam, bu halime dönemeyeceğim veya dön-
mek istemeyeceğim korkusu."
"Dehşete düşürücü bir korku."
"Kesinlikle."
"O korku, insanların bunu yapmasını engelleyen en büyük
faktör."
"Bunu nasıl yenebilirim?"
54
Derin bir iç çekti. "Bir şekilde dönüşüp o korkuyu bırakman
gerekiyor. Ama bu dönüşüm, kültürel, kurumsal dönüşümlerden
biri. O yüzden de o kadar zor veya korkutucu olmayabilir. Şekil
değiştireceğin şeyle zaten aynı olduğunu, ayrılığın yalnızca bir il
lüzyon olduğunu kabul etmen gerekir. Aynca bir hiyerarşi olma
dığını, bir insan olarak varlığının evrim tablosunda bir ağaç veya
jaguar olarak varlığından daha üstte olmadığına inanmalısın."
"Bizim toplumumuz için zor bir düşünce."
"Lise biyolojisi kesinlikle insanları şekil değiştirmeye hazırla
mıyor. Ama buna şu şekilde bak: Eğer bir ağacın daha düşük se
viyeli olduğuna inanırsan, bir ağaç olarak kalma korkunu nasıl
yenebilirsin? Ve ... " Eğildi, yüzü benimkine yaklaştı. "Şekil de
ğiştiricilerin değiştikleri bir şey olarak kalmaları az rastlanan bir
şey değildir." Gözlerime dikkatle, gözlerini kırpmadan baktı. "Pek
çoğu hiç dönmez. Dönmemeyi seçerler."
"Aman tanrım! "
"Bu seni korkutuyor mu?" Doğruldu. "Ama neden? Eğer bir
ağaç olmanın bir insan olmak kadar, hatta ondan daha iyi olduğu
nu kabul edemiyorsan, şekil değiştirme hakkında bir daha hiç dü
şünmesen belki de daha iyi olur. Kişisel özellikler ve kurumsal
şekil değiştirme hariç. Bunlar hücresel şekil değiştirme değil ."
"Bazılarına çekici gelen de bu sanırım. Artık fiziksel olarak
şekil değiştirmediğimizi çünkü artık bunun ötesine geçtiğimizi
söyleyenlerin bunu tersten düşünmesi gerekiyor. .. Bu bir kaçış."
"Buna şu şekilde de bakılabilir: Eğer ona inanıyorlarsa, o za
man herhangi hücresel, fiziksel şekil değiştirme yapmamaları ge
rekir ki muhtemelen yapamazlar da ama eğer yapabil selerdi,
başlarını gerçekten büyük bir derde sokarlardı ! Kurumsal şeyle
re yapışmaları daha iyi. Knut Thorsen'in onlarla ilgili tespiti çok
doğru. Anahtar, toplumların hayallerini şekillendirenleri dönüş
türmek."
"Şirketler."
Elimi işaret etti. "Taşa bak."
Taşı güneşe tuttum. Kırmızımsı rengi daha parlaklaşmış gö
rünüyordu. Kaldırıp yüzüme yaklaştırdım ve yanağıma değdirdi
ğimde sıcaklığını hissettim.
55
"Onun hakkında düşün" dedi sessizce. "Onun içine gir. Aynı
zamanda onu kalbinde hisset. Neyin şekil değiştirmesini istiyor
sun? Unutma, şekil değiştirme enerjiyle, ruhla ilgilidir. Sorular
sor. Her zaman sorular sor."
Gözlerimi kapattım. Taşın görüntüsü hala zihnimdeydi. Bilinci
min odaklandığını, sanki taşa doğru akmakta olduğunu hissettim.
Huzurlu bir histi ve aynı zamanda bir dönüşümün gerçekleşmekte
olduğunun farkındaydım. Yaptığım şeyin tamamen benim için, ta
mamen kendime doğru bir an olduğu, en kutsal ve gizli benliğimin
derinliklerini araştırabileceğim bir an olduğu düşüncesi belirdi.
"Kristal bir mağarayı andıran parıltılar." Bu kelimelerin Vie
jo Itza'nın kelimeleri mi olduğu yoksa benim hayal gücümden mi
geldiğinden emin değildim. Önemi yoktu. Taş sanki açılmıştı. İçi
çok parlak, olağanüstü, kristal bir mağaraydı.
"Neyin şekil değiştirmesi gerekiyor?" diye sordum.
İnsanlardan oluşan uzun bir çizgi gördüm, her boydan ve her
ırktan insanların oluşturduğu sonsuz bir yılan. Giderek büyüdü ve
beni yiyecekmiş gibi hissettim. Onun üzerinde ise su, erimiş metal
ler. yiyecek ve havadan oluşan başka bir çizgi vardı. Bu çizgi gide
rek küçülüyordu. "Artan nüfus ve azalan kaynaklar felaket demek"
dedi bir ses veya bir düşünce. "Bu hayat şekli değişmeli."
Birden bir grup adam çıktı ortaya. Takım elbiseli ve kravatlı bu
adamlar uzun, maundan bir toplantı masasında oturuyordu. Arka
planda beyaz cüppeli Bilim insanları test tüpleriyle uğraşıyordu. Ma
un masanın başındaki adam ayağa kalktı. "Baylar, insanlık için dev
bir adım ... " Sesi tüm odada gürledi. "Bu şirket, bilimi kullanmada
dünya lideri. Ve yılın son çeyreğinde karların rekor bir düzeye çık
tığını bildirmekten mutluluk duyuyorum. Parlak bilim adamları
mız ... " arkasındaki beyaz cüppeli adanılan işaret etti, " ...bir mucize
gerçekleştirdi. Böylece şirketin değeri de tavan yaptı! "
Gözlerimi açtığımda Viejo Itza bana bakıyordu.
Deneyimlediğim şeyin beni Knut Thorsen' le yaşadığım başka
bir olaya götürdüğünü söyledim. Ujung Pandang'a ikinci ziyare
tim sırasında olmuştu. Bu liman kenti, Bomeo ile Yeni Gine ara
sındaki Baharat Adalan 'ndan biri olan, korsanlar ve hazinelerle
ilgili renkli bir geçmişe sahip Sulawesi Adası 'ndaydı. Kolomb' un
56
tesadüf eseri Amerika'yı keşfettiği sırada aradığı, hazine efsane
lerine konu olmuş Sulawesi, modem ABD firmalarının kalelerin
den çok uzakta, tam anlamıyla dünyanın öbür tarafındadır. Oraya
yaptığım ikinci yolculuk sırasında hala dünyanın en gizemli yer
lerinden biriydi. Okyanus uskunalanna sahip, genellikle de bun
ları ticaret gemilerine yanaşıp yağmalamak için kullanan Bugi
kabilesine mensup insanların kaldığı adaydı. Benim varmamdan
sadece bir ay önce, bir Çin şilebi ve yirmi kişilik tayfası Bomeo
sahili açıklarında kaybolmuştu. Endonezya'daki kimsenin o şile
bin kaderiyle ilgili bir şüphesi yoktu!
O ziyaret sırasında dikkatimi çeken şey, Ujung Pandang' a giz
li bir toplantı için gelmiş şirket yöneticilerinin görüntüsüydü. O
özel iş liderleri grubuna danışmanlık yapmak üzere tutulmuş yük
sek kazançlı bir yönetici olan Knut, sohbetlerimizin birinde bana
hiç aklımdan çıkmayan bir soru sormuştu. "B.urada gerçek korsan
lar kim?" Bu soru o zaman beni çok şaşırtmış, hatta şoka uğrat
mıştı ama zaman içinde soruyu da ve anlamlarını da unutmuştum.
Şu ana kadar.
57
6 . B ÖLÜM
BU GİMANLARLA
ŞEKİL D E GİŞTİRME
64
7. BÖLÜM
ESRİMENİN DOGASI VE
HAYALLERE KARŞI
FANTEZİLER
75
8 . B ÖLÜM
KAMU HİZMETLERİ
ENDÜSTRİSİNİ
DÖNÜŞTÜRMEK
95
1 0. B ÖLÜM
GEÇİŞ
O-Nami çok üstün bir güce ve dövüş bilgisine sahip tanınmış bir
güreşçiydi. Baş başa dövliştüğünde herkesi, hatta eğitmenini bi
le yenebiliyordu. Ama halk önündeki dövüşlerde durum farkl ıy
d ı . Kendinin farkına varıyordu ve şüphe duymaya başlıyordu.
Aptalca hatalar yapıyordu ve çoğu zaman kendinden daha az ye
tenekli güreşçi lere yen i l iyordu.
Bir gece usta bir eğitmen onu ziyaret etti. Bu usta en zeki us
tal ardan biri olarak b i l iniyordu. "O-Nami . . . " dedi, " . . . sen ' B üyük
Dalgalar' sın. Buna inanmal ısın. Bu ol. Odana giı. Gece boyunca
uyanık kal ve büyük dalgaları düşün. Olduğun şeye inan . Sen
önüne gelen her şeyi yıkan dev dalgalarsın."
O-Nami odasına çek i l d i . Gece boyunca medi tasyon yaptı.
Önce yalnızca dalgaları düşündü. Başka v izyonlar araya girdi
ama O-Nami onları düşünmeyi bıraktı. Gece ilerlerken yavaş ya
vaş dalgalar hakim olmaya başladı. Odayı doldurdu, onun etra
fını sardı. O-Nami 'nin odasına doğan güneş gürleyen bir dalgalar
seliydi.
O günden sonra kimse 0-Nam i ' y i yenemed i .
1 00
"O halde sen bir dansçısın." Kızdan bir gösteri yapmasını iste
miş. Sonra da ona bunun hayatı boyunca gördüğü en güzel dans
pe�ormansı olduğunu söylemiş. Tekrarlamış: "Sen bir dansçısın."
"Ama hiç dans yapmak için tutulmadım."
"Ne olmuş? Aptal bir işverenin henüz sana iş vermemiş olma
sı bunu değiştirmez. Eğer yarın sana iş verilecek olsaydı, bugün
olduğundan daha iyi bir dansçı mı olacaktın?" Kız başını yanlara
sallamış. "Evet. Aynı olacaktın: Muhteşem bir dansçı. Sen dans
çısın. Dansçı ol."
Bir hafta içinde kız Cakarta'daki en önemli dans şirketi tara
fından işe alınmış.
"Toyup beni Marina Bellazzi isimli genç, güzel bir İtalyan bayan
la tanıştırdı" dedim Viejo Itza'ya. "Asya' da seyahat ediyordu."
Viejo Itza bir tortillayı çiğneyip mayalı içecekle midesine in
dirirken ona Marina'yla nasıl arkadaş olduğumuzu, sonunda bir
1 03
grup İtalyan ve Kuzey Amerikalıyı Shuarlara nasıl götürdüğümü
zü anlattım. Marina, Tibet'teki deneyimleri tablolarını derinden
etkilemiş yetenekli bir ressamdı. Himalayalar'da yaşamış, haya
tının büyük bir bölümünü Tibet geleneklerini, törenlerini ve şifa
tekniklerini öğrenmeye adamıştı. Ustaları Tibetli şamanlardı. Ba
na onlardan öğrendiği bir hayal değiştirme tekniğini öğretmişti.
Sekiz aşamalı bu yöntemi Viejo Itza'yla paylaştım:
"Önce bir hayal seçiyorsun. Ruhunun derinliklerinden geldiği
ni bildiğin, gerçekleşmesini istediğin bir hayal . Bunu yaparken
bana öğrettiğin yolculuktan, yani hayalleri fantezilerden ayırmak
için taşı kullanma tekniğinden yararlanılabilir. ..
"İkinci adımda kapalı gözlerle çok karanlık bir yer, bir boşluk
görüyorsun. Bir siyahlıkla çevrili gümüş bir yıldız görünüyor. Ha
yalini o yıldıza gönderiyorsun. Yıldızın hayali özümsemesini iz
liyorsun . . .
"Üçüncü adımda hayal gücünle yıldızı alnına getiriyorsun,
üçüncü gözüne, yani iki gözünün arasının hafifçe yukarısından
geçmesine izin veriyorsun . . .
"Dördüncü adımda kafanın içini kristal veya aynalardan olu
şan bir küre olarak görüyorsun. Hayal ve yıldız bu muhteşem yer
de yansıyor ve güçleniyor...
"Beşinci adımda hayalin ve yıldızın üç kez patlamasını izli
yorsun. Her defasında yok olmak yerine iyice enerji kazanıyor.
Zihninle iyice bütünleşiyorlar...
"Altıncı adımda kalbine düşmelerine izin veriyorsun. Kalbini
de hayalinin ve yıldızın güçlendiği, kristalle kaplı bir yer olarak
görüyorsun . . .
"Yedinci adımda hayalinin v e yıldızın ü ç kez patlamasını iz
liyorsun. Her patlamayla bu hayali gerçekleştirmeye adanmışlığı
nı onaylıyorsun. Kalbinin enerjisini, kalp, hayal ve yıldız arasında
meydana gelen birleşmenin enerjisini hissediyorsun ...
"Sekizinci adımda tekrar başına yükselmelerine, üçüncü gö
zünden çıkarak tekrar siyahlığa gitmelerine izin veriyorsun."
Yukarı baktığımda Viejo Itza'yı gözleri kapalı yakaladım. Ya
vaşça gözlerini açtı. "Güçlü bir imgelemeymiş" dedi.
1 04
Marina bu egzersizi haftada en az üç kere, istenirse daha faz
la tekrarlamanın önemini vurgulamıştı.
Bu tekniği seminerlerimde kullanmak üzere hangi şekillerde
adapte ettiğimi anlattım. "Katılımcılara, ' Hayalinizin bu olağan
realitede gerçekleşmesini istediğiniz için süreci bir adım ileriye
götürmeniz gerekiyor. Hayalinizin somutlaşmasına doğrudan yar
dımcı olan bir şey yaparak her gün hayalinize enerji kazandırın.
Mektuplar yazın, politikacıları arayın. Bir şey yapın. Hayalinize
ses verin. Onunla konuşun. Onu dile getirin' diyorum"
"Kelimeler" dedi sesi dilinde yuvarlayarak. "Her kültür, ha
yali, sözlü olarak ifade etmenin veya onu sembolik bir şekilde or
taya koymanın önemini kabul eder."
Katıldım. "Hayalini diğerlerine ifade etmenin büyük bir gücü
olduğu evrensel olarak kabul edilen bir şey. Benimki gibi modem
endüstriyel-teknolojik toplumlar hariç belki."
Uzunca bir süre konuşmadan bana baktı. Gözleri sanki beni sa
dece incelemiyor, aynı zamanda tutuyor, kaplıyordu. Sonsuzluk gi
bi görünen bir süreden sonra gözlerini kırptı. "Sıra sende" dedi.
"Sıra bende mi?"
"Ormanın derinlerindeki Shuar arkadaşlarına dön." Gülümse-
di. "Diğerlerini yanına al. Hayalin ve sözün gücünü paylaş. Ener
ji oluştur. Çok önemli bir ana girdin: geçiş. Bunu harcama. İnançlı
ol. Tüm biçimleriyle şekil değiştirmeyi öğren."
1 05
İnsan kurallara sığmaz!
2 . KISIM
i Ç E R İ DEN
BAKIŞ
İnsan kurallara sığmaz!
1 1 . B ÖLÜM
* İspanyolcada "yarın" anlamında, aynı zamanda argo olarak "ne acelesi var"
gibi bir anlamda kullanılan kelime-ç.n.
1 14
Shuarlar kendi aralarında bir şeyler konuşmaya başladı. Endi
şelenmiş görünüyorlardı. Grubumuz Shuar ailesinin gelen yara
sayla ilgili ne düşündüklerini öğrenmek istiyordu.
"Biri öldü" dedi ailenin başı Tantar. "Ruhu yarasaya geçti.
Hoşça kalın demeye geldi."
İçime bir şey oturdu. Ama bunu söylemedim.
1 16
1 2. BÖLÜM
KiTiAR 'IN KAYBOLMASI beni derinden üzdü. Onu sık sık düşün
düm. Bir keresinde rüyamda bana seyahatlerimize katılan kişile
rin sorumluluklarını ciddiye alıp almadıklarından emin olmamı
söyledi. Seyahatlerimize "Hayal Değişimi Maceraları: Öz-Far
kındalık Yol uy la Dünyaya Hizmet" adını verdiğimizi hatırlattı .
"İnsanları buralara getiren şeyin sadece öz-farkındalık olmadı
ğından emin olmalısın. Dünyaya hizmet etmeye adanmaları ge
rekiyor. Hayallerini bitkilerin tanrıçası Nunqui 'yi ve suların ruhu
Tsunqui 'yi onurlandıran hayallere dönüştürmeye adanmaları ge
rekiyor."
Ondan sonra insanlara yolculuklardan bahsederken bu gezile
rin yıkıcı yönlerini vurgulamaya dikkat ettim. Konferanslarda ve
seminerlerde yağmur ormanı ekolojisinin hassasiyetini anlattım.
"Yağmur ormanına giren herkes onu incitiyor" dedim. "Shuarla
rın aklının karışmasına neden oluyoruz. Varlığımız onların aile
lerinin, özellikle gençlerinin yaşamı üzerinde baskı yapıyor ve
geleneksel yaşam biçimlerinin devamlılığıyla ilgili sorunlar ya
ratıyor." Yerli insanlara okumayı öğrendikleri zaman sözlü gele
neklerini ezberlemeleri gerekmeyeceğini, kitapların uzun vadeli
bir kayıt imkanı sunduğunu, bitkilerle ilgili birincil elden bilgile-
ı 17
ri önemsemelerinin de gerekli olmadığını öğretmeye çalışan mis
yonerlerin olumsuz etkilerinden bahsettim.
Ama her zaman şunu da ekledim; yaşlıların sahip olduğu bil
giye ve şamanların şifa yeteneklerine samimi bir saygı gösterdi
ğimizde, onların güçlerinin artmasına yardımcı oluyoruz. "Genç
Shuarlar bizim şamanların dizleri dibinde oturduğumuzu, hika
yelerini dinlediğimizi ve tıp doktorlarımızın gelip onlardan şifa
hakkında yeni şeyler öğrendiğini gördüklerinde, bu onlara çok
şey anlatıyor."
Bu konuşmalarımı ekonomist geçmişime kadar uzanan kişisel
felsefemi özetleyerek bitiriyordum: "Bu bir fayda-maliyet mese
lesi. Eğer ABD'ye dönerken insanlarımızın hayalini değiştirme
ye, yağmur ormanlarını mahveden materyalizmi, özellikle de
petrol, kereste ve et tüketimini azaltmaya adanmış olursak, o za
man bundan sağlayacağımız fayda, ziyaretimizin maliyetinden
çok daha büyük olacaktır."
Seminerlerimde şekil değiştirme kavramını da ele almaya baş
ladım. Katılımcılara Toyup 'un yaptığı gibi çalıya dönüşmeyi öğ
retemeyeceğimi biliyordum. Bunu kendim de yapamamıştım.
Ayrıca bunu yapabilmek, pek çok kişinin hazır olduğundan şüp
he duyduğum felsefi bir değişiklik gerektiriyordu; bir çalının bir
insanla aynı olduğunun, türler arasında bir hiyerarşinin olmadığı
nın, dolayısıyla da geri dönme korkusu duymaya da gerek olma
dığının kabul edilmesi . . . En azından katılımcıları bu ihtimalleri
düşünmeye teşvik edebiliyordum. Fiziksel, hücresel dönüşüm fik
rinden ve algılarımızın, hayat tarzımızın ve kurumlarımızın şekil
değiştirmesinin faydalarından bahsedebiliyordum. Konuşmalara
ek olarak, pek çok katılımcının şekil değiştirmeye odaklanması
na yardımcı olan yedi egzersiz -psiko-navigasyonel yolculuk
başlatmıştım.
Bunlardan ilkini Raul'la birlikte Ekvator'da bir gruba eşlik
ederken öğrenmiştim. Geceyi Andlar'da, üç bin metrenin üzerin
de bir yükseklikte, İyarina adlı bir Quechua kadın şamanın yanın
da geçirmiştik. Sabah erkenden, daha hava karanlıkken, bizi
soğuk dağ havasında insanlarının kutsal pınarına götürdü. Gün
ağarmaya, volkan tepelerinde parlak turuncu ve sarı renkli bir çi-
l 18
çek gibi açmaya başladığında, Pachamama'dan fışkırıp bir akın
tıya dönüşen, Amazon' un yamaçlarından inip sonunda Atlantik
Okyanusu'na ulaşan nehri izledik.
"Birazdan ... " dedi İyarina, yumuşaklığına rağmen dağlardan
yankılanır gibi gelen sesiyle, " .. .İnti 'yi, güneşi selamlayacağız.
Bu pınarın adı Pocvio Juanita. Onun dişi ruhu, güneşin erkek ru
huyla birleşecek. Birleşmelerini ve size dönüşmelerini hissedin.
İçinizde birlikte akan kuvvetli erkek ve dişi güçlerin, ateşle su
arasında meydana gelen dengelenmenin farkına varın." Gülümse
di. "Ayaklarınızın altındaki toprağı ve Pachamama'nın üzerinize
ve etrafınıza üflediği nefes olan havayı hissedin. Bu, dört elemen
tin bir şekil değiştirmesidir. Hepsi içinizde birleşiyor." Döndü,
gözleri hepimizi gezdi. "İçimizde. Hepimiz biriz."
Pınardan doğuya dönüp kollarını güneşe doğru yükselttiğinde
biz de onun yaptığını yaptık. Güneş, su altında tutulup birden bı
rakılmış bir top gibi, buzla kaplı zirvenin tepesinde ortaya çıkıp
gözlerimizi kamaştırdı.
İyarina bir adımını ileri atıp diğer bacağının dizini hemen hemen
yere değecek kadar indirdi. Eşzamanlı olarak ellerini başına, gövde
sine ve yere doğru indirdi. Güneşin enerjisini içine çeker gibi görü
nen zarif bir hareketti. Güneşin Quechua dilindeki adını ellerini
güneşe doğru uzatmaya başladığı andan, geri çekip başına, gövde
sine ve yere indirene kadar uzatarak söyleyen sesi, Andlann hava
sında berrak bir şekilde yankılandı: "İiiiinnnnnnn-ti." Süssüz, sade
ama güçlü bu dans ve şarkıya bizi de davet etti. Sert zemin üzerin
de bu hareketi yaparken dengemizi korumaya çalışarak izledik onu.
Bu duayı üç kez tekrarladık. Sonra onu takip ederek doğrulduk ve
yavaşça dönerek güneşin arkamızı da yıkamasına izin verdik.
Pınara odaklanmamızı istedi ve bu sefer suyun gücünü getir
mek üzere süreci tekrarladık. Suyun ardından toprak ve havayla
devam etti.
Saatin erken oluşuna, rakımın yüksekliğine ve gece çok geç
uyumuş olmamıza rağmen, bu deneyim kendimi (ve eminim di
ğerlerini) enerjik ve dengelenmiş hissettirdi. Dört elementin far
kındaydım. Sanki içimde son derece yüksek ama rahatlatıcı bir
güce dönüşmüşlerdi; tüm gün boyunca süren bir his.
1 19
İyarina daha sonra bunu kendi evlerimizde de yapabileceği
mizi anlattı. Şehirde bir apartman dairesinde oturuyor olsanız bi
le, dedi, pınar yerine bir bardak su kullanabilir, güneşi göremiyor
olsanız bile doğuya dönebilirsiniz. "Zeminde de olsanız, onuncu
katta da olsanız, hava her zaman etrafınızda, toprak da ayakları
nızın altındadır. Eğer daha kolay geliyorsa İngilizce isimler kul
lanın. Önemli olan ruh ve niyetinizdir. Siz hava, su, toprak ve
ateş, erkek ve dişiniz. Hepsinin gücü olun yani dengelenmiş ruh."
Seminerlerimde bunu anlatırken Viejo Itza'nın bana öğretti
ği taşa yolculuğu hatırladım. Bu da ikinci şekil değiştirme egzer
sizini oluşturdu. Katılımcıları öğle molaları sırasında bir taş
bulmaya teşvik ediyordum. Onlara Viejo Itza'nın bana göster
diği tekniği, nasıl taşın içine bir psiko-yolculuk yapacaklarını,
bireysel veya toplumsal hayatlarında değiştirmeye ihtiyaç duy
dukları bir şeyi onda nasıl göreceklerini anlatıyordum. Öğret
menimin sözlerini tekrarlıyordum. "Taşın içine girin ve taşın
kalbinize girdiğini hissedin. Şekil değiştirme enerjiyle, ruhla il
gilidir. Eğer anlamadığınız bir şey varsa soru sorun. Değiştiril
meye ihtiyaç duyan şeyi bulun."
Quechua dilinde "kutsal nesne" anlamında huaca denen bu
taşlar aynı zamanda psiko-navigasyonel bir araç, bir tür ruh reh
beri haline geldi. Katılımcılar, bu taşların güçlerini kullanabilmek
için bunları fiziksel anlamda yanlarında taşımak zorunda olma
dıklarını öğrendiler. Huacalar içselleştirildi ve yardım için her za
man çağrılabilir hale geldi.
Üçüncü egzersiz Paulo Coelho'nun Hac' ındaki bir hikayeden
esinlenildi. Coelho'nun şeytanla mücadele edebilmek için bir kö
peğe dönüştüğü hikayeden. Ama bu egzersiz, aslında biz olan bit
ki ruhuna bir yolculuktu. Katılımcılara genellikle pek çoğumuzun
geçmiş hayatlarımızda bitki olduğumuzu söylüyordum. Toyup bu
inanca sahipti ve bu egzersiz onun yaptığı bir egzersize benziyor
du. İçteki bitki olmayla ilgiliydi. Herhangi bir yerde, iç mekanlar
da bile yapılabilirdi ama dışarıda, bir orman veya parkta
yapıldığında daha güçlü olabilirdi.
"Gözleriniz kapalı bir şekilde diz çökerek başlayın" diyordum
katılımcılara. "Dizleriniz ve bacağınızın dizden aşağıdaki kısmı
1 20
yerde. Bedeniniz aşağıya eğilerek bir top haline geliyor. Alnınız
dizlerinizde, kollarınız bacaklarınızın yanında, parmaklarınız ka
palı. Tohumun gücünü, açılıp bitki olma arzusunu hissedin. B ir
aura gibi etrafınızı saran enerjiyi gözünüzde canlandırın. Tohum
ların betonda bile filizlerini açma güçlerini hatırlayın. B u enerj �
yi nasıl kullanmak istediğinizi, kendinizde en çok güçlendirmek,
olgun bir bitki olarak büyütmek, çiçek açtırmak istediğiniz yön
lerinizi görmek için derinliklerinize bakın. Yavaşça parmaklarını
zı açın, başınızı kaldırın. B itkinin canlanmaya başlamasını,
tohumdan filizlenmesini hissedin. Eğilimlerinizin gerektirdiği gi
bi hareket edin, bitkinin ruhunu hissetmeye devam edip sonunda
doğrulun ve kollarınızı açın. Gözleriniz hala kapalı olarak etrafı
nızda ne olduğuna bakın; diğer bitkiler, belki hayvanlar. Sesleri
dinleyin, bir bitki olmanın duyumlarını deneyimleyin, o dünyanın
bilgeliğini kazanın. Yükselin ve en çok onurlandırdığınız, varlı
ğın deneyimlemek istediniz, ortaya çıkmasını istediğiniz yönleri
ni kendinize çekin."
Önceki iki egzersizde başladıkları çalışmayı tamamlamalarına
yardımcı olması için dördüncü bir egzersizden yararlanmalarını
tavsiye ediyordum. Marina'nın öğrettiği Tibet yıldızı tekniğini an
lattım. Sekiz aşamayı, her gün eylemde bulunmanın, niyeti ve
adanmışlığı sözlü olarak ifade etmenin önemini vurguladım. 2. 3 .
v e 4 . yolculuklar bir arada, dönüştürülmeye ihtiyaç duyan şeyleri
tanımlamak ve dönüşümü başlatmak için bir sistem sağlıyordu.
Beşinci egzersiz insanların kendilerinde artık ihtiyaç veya ar
zu duymadıkları yönlerini bırakmalarına yardımcı olmayı hedef
liyordu. Diğerleri "bir şeylere girmenin" önemi üzerinde
odaklanırken, bu egzersiz "bir şeylerden çıkma" ile ilgiliydi. Gu
atemala dağlarında yaşayan Mayaların geleneksel ateş seremoni
lerinden modellenmişti.
Her katılımcıya dallardan, çiçeklerden, yapraklardan, otlardan
ve doğadaki diğer yanabilen maddelerden bir bebek yapması söy
leniyordu. Bu bebek onu yapan kişiyi temsil ediyordu ama mut
laka bir insan veya geleneksel bir oyuncak bebek görünümünde
olması gerekmiyordu. Bebek haline getirilmeden önce, kullanı
lan maddelerden izin isteniyordu. Yapan kişi, bebeği yaparken
121
ona kurtulmak istediği bir şeyin ruhunu üflüyordu. Yani hayatı
nın, kişiliğinin ve davranışlarının değiştirmek istediği bir yönünü
bebeğe dönüştürüyordu. Bu korku gibi bir duyguyla, aşk ilişki
siyle, bağımlılıkla, işle veya fiziksel bir rahatsızlıkla, kısacası ken
dimizi rahatsız hissettiğimiz herhangi bir şeyle ilgili olabilirdi.
Katılımcı daha sonra bir süre bebekle birlikte meditasyon yapıyor,
salıverilecek özelliğin ruhunu veya enerjisini ona göndermeye de
vam ediyordu. Sonra şarkıların söylendiği ve İyarina'nın egzersi
zinde olduğu gibi kendimizi elementlerle yıkama etkinliklerinin
olduğu bir ateş seremonisi düzenliyorduk. Sonunda her katılımcı
bebeğini ateşe sunuyordu. Ateş bebeği tutuşturuyor, rahatsızlığı
alıp Pachamama yoluyla onu dönüştürüyordu. Bu egzersiz birey
ler ve küçük gruplar tarafından, mumlar veya metal bir tavadaki
alkol ateşi kullanılarak da yapılabilirdi.
Bu seminerleri yaparken kendimin hiçbir zaman fiziksel an
lamda, hücresel bir seviyede şekil değiştirmediğimin oldukça far
kındaydım. Viejo Itza ve Kitiar ' ın beni buna ellerinden geldiği
kadar iyi bir şekilde hazırladıklarını, şimdi bu konuda kendi ba
şıma bir girişimde bulunup bulunmamanın bana bağlı olduğunu
hissediyordum. Bunun yapılabildiğine inanıyordum ve gördükle
rimden şüphem yoktu. Temel teoriyi ve bunun bir teknikten de
ziyade bir davranış olduğunu anlamıştım. İşin sırrı beyinde değil
kalpteydi. Gereken şey algısal bir sıçrama, çok basit bir hayal de
ğişimiydi. Bunun için önemli bir engeli aşmam, korkularımı bı
rakmam gerektiğini biliyordum.
Güney Amerika yolculukları şekil değiştirmenin inanılmaz
güçlerini sürekli doğrulayarak faydasını gösteriyordu. Benimle
Ekvator'a yolculuk yapan insanların çoğunun çeşitli sorunları, ra
hatsızlıkları giderilmişti. Bir açıklama için baskı yapıldığında şa
manlar rahatsızlıkları yok etmekten ziyade, rahatsızlığın enerjisini
hastaya faydalı olacak bir forma dönüştürmekten bahsediyordu.
Aslında enerjiden de ziyade titreşim veya hava gibi kelimeler kul
lanıyorlardı.
İnsanların kanserleri, migrenleri, ciddi sırt sorunları, kronik
yorgunluk sendromları, kolitleri, diz ve bilek yaralan, kısırlıkla
rı, görme sorunları iyileştirilmiş, sigara, alkol, yemek ve seks gi-
1 22
bi çeşitli bağımlılıkları, ebeveynler, sevgililer, eşler ve çocuklar
la olan ilişkilere dayalı çeşitli duygusal sorunları, özgüven, kari
yer ve refahla ilgili sorunları çözülmüştü. Tıp doktorları ve
psikiyatristler dahil diğer grup üyeleri tarafından bu iyileşmelere
şahitlik edilmişti. Bu şifalar ABD ' de yayınlanan çeşitli televiz
yon programlarına konu olmuştu. Paramount Pictures tarafından
üretilen Shaman Healers (Şaman Şifacılar) adlı bir programda,
Seattle'daki evinden ayrılmadan önce yumurtalığında tümör teş
his edilmiş olan, bir Quechua şamanı tarafından iyileştirilen ve
evine döndüğünde doktoru tarafından "açıklanamaz bir şekilde
tedavi edildiği" açıklanan bir kadının hikayesi yer alıyordu.
Şaman şifalarından sonra çeşitli insanlar dikkate değer hücre
sel değişiklikler geçirdi. Bunun örneklerinden biri, başvurduğu
çok sayıda tıp doktorundan ve diğer tıp uzmanlarından hiçbir çö
züm bulamadan on yıl boyunca kronik yorgunluk sendromu ya
şamış bir kadındır. Bir Shuar şamanı tarafından tedavi
edilmesinden hemen sonra yolculuk sırasında kadının görünü
münde önemli bir değişiklik fark ettik. Çok daha "hafif' ve mut
lu görünüyordu. Üzerinden büyük bir yük kaldırılmış gibi,
"yüzlerce kat daha iyi" hissettiğini söylüyordu. Birkaç gün sonra
evine uçtu. Uçaktan indiği zaman kocası ve oğlu onu beklemek
teydi. Kadın onlara doğru yürümesine rağmen onu tanıyamadı
lar. Doğrudan önlerinde durdu ama konuşmaya başlayana kadar
onu çıkan yolcular arasında aramaya devam ettiler. Deneyimledi
ği bu derin şifa, onu kocası ve oğluyla birlikte Ekvator'a birkaç
yolculuk daha yapmaya sevk etti.
Diğer bir örnek Joyce adlı psikoterapisttir. Joyce bana, "Bu
yolculuğa katılmamın nedeni alternatif tedavilere olan ilgim ama
Şamanizm hakkında çok az şey biliyorum. Ruhsal bir danışman
bana bir şamandan bir enerji transferi alacağımı ve bunun haya
tımı değiştireceğini söyledi." Sürekli yüksek kilolu olmaktan ve
yorgunluktan sıkıntı çeken Joyce pek çok farklı diyeti denemiş
ama sonuç alamamıştı. Bir Quechua şamanım Andlardaki evinde
ziyaret ettiğimizde, Joyce o şamanın hayatını değiştirecek kişi ol
duğunu bildiğini söyledi. Onun tedavisi sırasında şaman bir mum
üzerinden alkol püskürterek onu bir ateş topu ile çevreledi.
1 23
Ertesi sabah kahvaltıya gittiğimde grubun onun etrafında top
lanmış olduğunu gördüm. Hem daha mutlu görünüyordu, hem de
duygusal anlamda hafiflemişti. Joyce ' u yıllardır tanıyan bir dok
tor "Buna inanabiliyor musun! " diyerek ifade etti hayretini. "Ne
kadar neşe saçtığına bak. Yeni bir insan gibi görünüyor! Bunu iş
arkadaşlarıma anlatmak için sabırsızlanıyorum."
Duygu ve davranışlarındaki çok belirgin değişime rağmen Joy
ce 'un bedeni hala aşın kiloluydu. B ir gün sonra yağmur ormanı
na vardığımızda, bu onun için ciddi sorunlar yarattı. Termal
şelalelere giden uzun ve zorlu yol atletler için bile kolay değildir.
Zorunlu değil de tercihe bağlı olmasına rağmen denemek için ka
rarlıydı. Bu tür bir faaliyet için kondisyonu yoktu ama kahraman
sı iradesi ve yeni ulaştığı güven duygusu ona ihtiyaç duyduğu
desteği sağladı. Bunlar ve ayrıca arkadaşlarının teşviki dayanma
sını ve mesafeyi tamamlamasını sağladı.
Volkan şelalelerinin buhar yayan sularında yıkanan Joyce ba
na döndü. "Kendimi mutlak bir şekilde dönüşmüş hissediyorum"
dedi gözleri parlayarak. Bunun ardından söylediği şey ise beni
şoke etti. "Bundan sonraki yolculuklarda liderlik yapmak için be
ni bir aday olarak düşünür müsün?"
ABD'ye dönmemizden birkaç ay sonra Joyce diyet yapmadan
ve herhangi bilinçli bir çaba göstermeden otuz kilo verdi. Enerji se
viyesi üssel olarak artmıştı. Bitmek bilmez şevkiyle diğerlerine il
ham veren, Ekvator'a yaptığı ilk yolculuğunun birinci yılı içinde
biri benimle, biri de kendi başına olmak üzere iki gruba liderlik ya
pan harika bir gezi lideri oldu. Seminerlerimizin pek çoğunda, Joy
ce' un katıldığı o ilk geziyle ilgili bir saatlik özel bir televizyon
programı izlettiriyoruz. Ekrandaki görüntüsünün hemen yanında
Joyce'un kendisine bakan bazı izleyiciler, onun ekrandakiyle aynı
kişi olduğuna inanmakta zorluk çekiyor. Bir gün, o ilk geziden yak
laşık bir yıl sonra bana şu e-maili gönderdi:
1 24
doktor kan analizi yaptı ve kurdeşeni geçiren bir reçete çıkardı.
Hatırladığım kadarıyla kan analizi, bedenimin hücre ve kan mik
tarına tepki gösterdiğine işaret ediyordu. Kan hücreleri iltihap
lanmıştı. Hücreler sanki bir enfeksiyon varmış gibi tepki
gösteriyordu ama doktor çok şaşkındı çünkü enfeksiyon yoktu.
Bunu vaskiiler bir reaksiyon olarak tanımladı. Hücrelerin bir şe
ye reaksiyon gösterdiğinden emindi ama bunun ne olduğu konu
sunda hiçbir fikri yoktu. Bense kurdeşenin bedenimde meydana
gelen değişime bir reaksiyon olduğunu biliyordum. B undan hiç
şüphem olmamıştı. Doktor daha önce böyle bir duruma hiç rast
lamadığını, bunun çok tuhaf olduğunu söyledi.
1 36
1 3 . B ÖL Ü M
. .
1 44
1 4. B ÖLÜM
ENERJİ K ÜRELERİ
1 50
Gözlerimin sürekli Tayu'ya kaydığını fark ettim. Tampur'un
yanında sessiz bir şekilde oturmuştu. Ateşin ışığında kibar, hu
zurlu, ışıl ışıl görünüyordu. Ona karşı hislerimin, ormana, bir gün
batımına veya bir şelaleye karşı duyduğum hislerden farklı
olmadığını düşündüm. B ir seviyede ruhlarımız birleşmişti. Bu ca
zibenin aynı zamanda cinsel olduğunu fark eder etmez aniden bir
suçluluk saplandı içime.
Tampur birden konuşmayı kesti. Bana baktı. Sonra da Ta
yu 'ya. Ona döndü. "Savaş hakkında bu kadarı yeterli. Sevgiden
bahsedelim." Tayu onun sözlerini tercüme ederken bana baktı.
Yoksa bana baktığını hayal mi etmiştim? Yılda birkaç kez düzen
lenen bir Shuar töreninden bahsederken Tampur'un kadim sesi
heyecanlı bir keyifle inceliyordu. Törende erkekler ve kadınlar
evin zıt yönlerinde sıraya diziliyordu. Erkekler davul çalarken ka
dınlar da kalçalarına asılı olan, boncuklar ve kabuklar bağlanmış
dans kemerlerini sallayarak ritim tutuyorlardı. Sıralar birbirine
doğru ve sonra da uzağa doğru hareket ediyordu. İnsanlar konum
değiştiriyordu. Gece ilerlerken aralarında başkalarıyla evli kişi
lerin de olabildiği çiftler oluşuyor ve birlikte olmak için ormanda
kayboluyorlardı. Sabahleyin karılar ve kocalar tekrar birleşiyordu.
Gece kabul ediliyor, her şey affediliyordu.
"Harika bir gelenek" diye yorumladı Tampur sözlerini bitir
diğinde. "Pek çok sorunu oluşmadan önce çözüyor."
Sonunda, gece yarısından epeyce sonra hepimiz yatağa gittik.
Tulumumu Ehud 'unki ile Raul'unki arasına koymaya dikkat et
tim. Tayu ateşin diğer tarafına uzandı.
Çok yorgun olmama rağmen uyuyamadım. Tayu 'nun Tam
pur'un yanında, ateşin ışığındaki görüntüsü aklımdaydı. Kalkıp
önümde dans etti. Geleneksel dans kemerini giyiyordu. Boncuk
lar ve kabuklar kalçalarıyla birlikte sallanıyordu. Sonra solmaya
başladı. Sert ve erkeksi bir ses duydum. Tayu'nun görüntüsü, te
levizyon kameraları önünde duran siyah giysili bir adamın görün
tüsüne dönüştü. "Şehvetten sakınmak için ... " dedi, " . . . başka biri
de orada bulunmadan asla bir kadınla birlikte bir arabaya binmem.
Asla. Sekreterimle bile. Bir kadınla asla baş başa yemek yemem."
Sesi hatırladım ama kimin sesi olduğunu çıkaramadım.
1 52
Doğruldum. Ateş parlak bir şekilde yanıyordu. Etrafa baktım.
Herkes uyuyor gibiydi. Tayu 'nun kalkmasını, bana dönüp konuş
masını diledim. Sesini duymayı çok istiyordum. Sonra hatırladım.
O erkek sesini tekrar duydum ama bu sefer yüzüyle birlikte. Billy
Graham. Ulusal bir televizyonda onunla Jim Bakker hakkında ko
nuşuluyordu. Muhabir Peder Graham'a kendisini şehvete karşı
nasıl koruduğunu sormuştu.
Görüntüyü tanımış olmanın rahatlığıyla uzandım. Ateşin parıl
tısı üstteki saman örtüsünden yansıyordu. Belki de Billy Graham
haklıydı; belki de bunu doğrudan bana söylüyordu. Şehvet uyan
dıran durumlardan sakın. Tayu 'nun karşı tarafında uyuyor olmak
tan dolayı kendimi kutladım. Gözlerimi kapattım.
Sonra Tayu'nun yüzünün üzerimde havada durduğunu gör
düm. Nazik ifadesi durumu yeniden düşünmeme neden oldu. On
dan sakınıyor olmaktan dolayı kendimi neden kutlayacaktım ki?
Muhteşem bir insan, güçlü bir öğretmen, bir kardeşti. Gösterdiğim
reaksiyonun sebebi başka bir his, sinsi bir his, yani suçluluktu.
Graham'ın sözleri, insanları kontrol etmek için suçluluğu kullanan
manipülatif bir kültürün aracı olarak vurmuştu beni. Bir kadınla
asla yalnız kalmam ! Böyle bir şeyi nasıl söyleyebiliyordu? Bu
tıpkı bilimin türleri ayırması, iş dünyasının doğayı hayatımızdan
ayırması gibi insanları, cinsiyetleri birbirinden ayıran bir tutum
du. Kendimizi bu şekilde birbirimizden ayırmaya daha ne kadar
devam edebilirdik? Bu şekilde hayatta kalmaya daha ne kadar de
vam edebilirdik?
Sonra Havva ile yılanın hikayesi geldi aklıma. Kötü kadın, kö
tü doğa. Bu fikirler nereden geliyor? Kültürümüzün içinde bu en
gelleri diken, doğayı bastıran ve en besleyici özelliklerimizi
onurlandırmamızı yasaklayan şey nedir?
Uyumaya ihtiyacım olduğunu, bu soruların o gece yanıtlan
mayacağını fark ederek düşüncelerimi değişmeye, yavaşlamaya,
sorgulamayı bırakmaya zorladım. Uyumayı kolaylaştırıcı bir gö
rüntü aradım ve Tampur' un sevgi, kutlama, bir paylaşım gecesi
için bir araya gelen erkekler ve kadınlarla ilgili hikayesine dön
düm. Gözümün önünden pek çok görüntü geçti. Fantomlar gibi
ormanda ortaya çıkıyorlardı; esrik bir ritüel için sıraya dizilmiş
153
tüm yaşlardan Shuar insanları. Kendi yüzümü hem erkek hem ka
dın, her iki taraftaki dansçılar arasında gördüğüme pek şaşırma
dım. Kendimi huzurlu ve hoşnut hissettim.
Uykuya daldım. Ateşin sesinin, etrafımı saran ormanların,
Tampur'un ve ailesinin, Tayu 'nun, gecenin farkındaydım ... ama
tamamen uykudaydım. Sanki uyanıklıkla uyku arasındaki sınırlar
kalkmıştı.
Bir noktada kendimi tamamen uyanık, doğrulmuş olarak bul
dum. Bir çekim hissettim. Sanki cangıl beni çağırıyordu. Ateşin
közlerine bakınca birkaç saat uyumuş olduğumu anladım. Ta
yu 'ya baktım. Hiçbir hareket yoktu. Uzandım, uyku tulumuma
derin bir şekilde yerleştim ve kendime bunun yalnızca kendi ha
yal gücüm olduğunu söyledim. Sonra Ruhun Sesi'ni, Evrenin Se
si 'ni hatırladım. Aklıma şu soru geldi: Hayal gücü nedir? Ses
anlamında kullandığımız bir kelime mi?
Uyku tulumumdan zorlukla sıyrılarak ayağa kalktım. Ateşte
ki közler dışında oda karanlıktı. Bir köpek başını kaldırıp bana
doğru inledi. Sonra uykusuna döndü. Diğer her şey sessizdi.
Dışarı çıktım. Gökyüzü yıldızlarla parlıyordu. Ağaçlar arasın
da bir ateş böceğinin ışığı göz kırpıyordu. El fenerimi almayı
unutmuş olduğumu fark ettim. El feneri için geri dönüp köpeğin
diğerlerini uyandırmasına neden olma riskine girmek istemiyor
dum. Yolun nasıl uzandığını bildiğimi düşündüm ve zaten yıldız
lar cangıl örtüsünün siluetini görmemi sağlıyordu. Yavaşça
gecenin içine yürüdüm. Tanımlayamadığım bir güç tarafından çe
kildiğimi hissediyordum. Ellerimi kalbimin üzerinde üst üste koy
dum. Doğru yolda olduğumu biliyordum.
Cangıl gecesinin sesleri hatırladığımdan daha yüksek gibiydi.
Sanki Ses ' in korosuydu. Her bir sesi çıkaran bedenleri hayal et
meye çalıştım. Zihnimde kurbağalar, çeşitli boy ve şekillerde bö
cekler, çobanaldatanlar ve baykuşlar, küçük bir oselo ve büyük
bir kedinin parlayan gözlerini gördüm. Biraz yavaşladım ama or
manın içine doğru ilerlemeye devam ettim.
Birden ağaçlar ayrıldı, kendimi bir açıklıkta buldum. Çok üşü
düm. Orman örtüsünün üzerinde mavi bir ışık parladı. Sonra tekrar.
Sonra ormandan yükseldi. Maya piramidinde Viejo Itza'yla birlik-
1 54
te yaptığım o yolculukta gördüğüme benzeyen, titreşen mavi bir
ışık küresiydi. Ağaç tepelerinin hemen üzerindeydi. Sonra başka
bir ışık göründü. Bu tamamen havanın içinden çıkmış gibiydi. İki
si yan yana geldi. Dev enerji küreleri olarak yaklaştılar bana ve son
ra birden kalın ağaç duvarlarının arkasında kayboldular.
Döneceklerini umarak orada uzun bir süre bekledim. Aynı za
manda endişeyle titriyordum. Bedenim birden enerjiyle dolmuş
sonra birden tüm enerjisini yitirmişti. Viejo ltza'yla birlikte Maya
piramidine çıktığımız günkü deneyimlerimi canlı bir şekilde hatır
ladım. Altın renginden maviye dönen, greyfurt büyüklüğünden be
nim boyuma ulaşan küreyle birleşmiştim. Viejo Itza bir tür araç
olarak bana verdiği taşı nasıl kullanacağımı anlatmıştı. Taşın ener
ji küresi etrafında dolaşmasına ve ona dokunmasına izin vermemi
söylemişti ve sonunda, şimdi Ruhumun Sesi olduğunu bildiğim şey,
enerji küresine dönüşme arzumla ilgili soruma bunun bir fantezi
değil, bir hayal olduğu yanıtını vermişti. Bu deneyim o hayalin ger
çekleşmesi gibiydi. Zihnim bana ışıklara doğru koşmamı söyledi
ama bir şey beni tuttu. Gitmiş olduklarını biliyordum. Aynca onla
rı tekrar deneyimleyeceğimden emindim. Sonunda dönüp hızlı bir
şekilde Tampur'un evine yönelmeye başladım. Mavi kürelerin yö
nüne son bir kez daha baktım. Hiçbir iz yoktu.
Hiçbir şey değişmemişti. İçeri girerken köpek başını kaldırdı,
arkadaşça bir tanıma işareti olarak kuyruğunu salladı. Tekrar tu
lumuma gidip bir süre parlayan közleri izledim.
O gece daha sonra bir rüya gördüm. Ya da rüya olduğunu sa
nıyordum çünkü ertesi gün Raul' a anlattığımda bunun rüyadan
fazlası olabileceğini söyledi. Gökte yavaşça kayıyordum. Parıl
dayan mavi bir ışıkla çevriliydim ve aşağıdaki bir çöle bakıyor
dum. Kumda hayvanlarla birlikte ilerleyen adamlar vardı. Zaman
zaman aralarından biri yukarı bakıp beni işaret ediyordu. Beni iz
liyorlardı. Kendimi sıcak, coşkulu hissediyordum. Bunun günler
dir devam ettiğinin farkındaydım. Aşağıda bir kasaba gördüm.
Hemen dışında bir yerde küçük bir mağara vardı. Onun üzerinde
durdum. Mağaranın içindeki bir ışık, bir grup insanı, hayvanı ve
yeni doğmuş bir çocuğu aydınlatıyordu. Beni takip eden adamlar
mağaraya girdi. Gökte yükselerek geniş araziyi, kasabayı ve ma-
155
ğarayı görebileceğim bir konuma çıktım. Çocuğun uyuduğu yer
den altın bir ışık çemberi yayılıyordu.
1 57
1 5 . B ÖLÜM
YERLİ BÜYÜKLERİ
KONUŞ UYOR
burada! " Bir yatı rıhtıma bağlamada kullanılan türde, kalın, uzun
bir halat çıkardı. "Herkes dışarı. Onu sıçratarak çalıştıracağız."
Halatı pervane miline dolamaya başlayana kadar şaka yapıyor
olduğunu düşündüm. Ehud kamerasını çıkarıp bunu filme aldı.
Pilot hepimizi uçağa dik bir açıyla sıraya koydu; çekimine de
vam etmek için pilottan sözsüz bir izin alan Ehud hariç herkes.
Halatı sıkı bir şekilde tuttuk. Tıpkı küçük bir çocukken bir New
Hampshire gölünde eski bir takma motoru çalıştırır gibi, şimdi
hep birlikte bir uçak motorunu çalıştırmak üzereydik: Motor vo
lanını bir halatla çevirerek! Akıl almaz görünüyordu.
Halata asıldık. Tüm ağırlığımızı verince milin dönmeye baş
ladığını hayretle gördük. Başlangıçta çok yavaş olsa da, sonunda
milin ataletini kırdık. Sonra halat omuzlarımızda uçaktan hızla
uzaklaştık ve motor çalışmaya başlarkenki patlamayı duyduk. Bir
yandan nefes almaya çalışırken, bir yandan da pervaneden gözü
müze yansıyan güneş ışığını izledik.
Sonunda havalandığımızda kendimi akıl sağlığımı sorgular
ken buldum. Neden bu kötürüm uçakla havalanmıştım? Ya şim
di motor durmaya karar verseydi?
Sonra birden bir sakinleşme hissettim. Ağaç tepelerine bakar
ken ormanın kadim ihtişamıyla büyülendim. Ağaçların en eski
leri yüzlerce yıldır oradaydı. Çocukken büyükannemin bana The
Ta/es ofKing Arthur and His Court (Kral Arthur ve Sarayının Hi
kayeleri) adlı kitaptan okuduğu hikayeler geldi aklıma. Baba ta
rafımda birkaç nesil boyunca okunmuş olduğu için sayfaları
aşınmış bu büyük, eski kitapta muhteşem renkli resimler de var-
1 59
dı. Sanki kitap kucağımda açıkmış gibi, Sir Galahad ' ın olağanüs
tü bir savaş atı üzerinde büyülü bir ormandan geçiş sahnelerin
den birini hatırladım. Güneş ışığı ağaçların arasından iniyordu. O
da atı da kırmızı örtüler içindeydi. Etrafını çevreleyen puslu ma
vi ışığın şiddetiyle parlıyor gibi görünen bir görüntüye bakıyordu.
Bu Kutsal Kase'ydi. Bu resim bende tam bir huşu uyandırıyordu
ve görmek için tekrar tekrar kitabı açıp inceliyordum. Ağaçların
üzerinde havada olan Kase'de beni çağıran bir şey vardı. Sanki o
ve ben ilişkiliydik. Muhtemelen çocukluğuma uzanan, belki de
büyükannemin sesine eşlik etmiş olan bir düşünceye döndüm. Dü
şünceden de ziyade bir histi. Zihnin değil kalbin bir yaratımıydı
ve tüm hayatın kutsal bir arayış olduğunu söylüyordu. Tıpkı ço
cukluğumda tanıdığım Yuvarlak Masa şövalyeleri gibi, kutsal bir
şeyi aradığım büyük bir maceranın içindeydim.
Tayu'nun ayrılması beni boş, üzüntülü bir his içinde bıraktı. Uça
ğın ağaçların üzerinden kayboluşunu izledim ve Tayu'nun ne dü
şündüğünü merak ettim. Dengeyi düşündüm. Kadınsız erkeklerdik.
İlişki içinde olduğumuz kadınlar yoktu. Etrafımız Achuar kadınla
rıyla dolu olmasına rağmen kendimi onlara yakın hissetmiyordum.
Bana düşman gibi görünüyorlardı, Neticede Tampur'un yanından
daha yeni gelmiştim! Kadınsız erkekler, der şamanlar ya savaştadır
lar ya da dengesizdirler.
Jaime'yle birlikte uçak pistinden uzaklaşıp cangıla girdik. He
pimiz karamsar bir ruh hali içindeydik. Raul ve Ehud Latin Ame
rika tarihi ve kilisenin oynadığı rolle ilgili bir sohbete başladı.
Hem Tayu'yu düşünmeyi bırakabilmek adına, hem de merak et
tiğim için Jaime'ye Achuarların neden korktuklarını sordum.
"Ekvator ile Peru arasında petrolle ilgili bir savaş olduğuna
dair sürekli bir söylenti var John. İnsanlar sınır boyunca sürekli
olarak silah sesleri duyuyor. Bir de ... " Durdu ve gözlerime baktı.
"Uzun zamandır arkadaşız. Bunu seni incitmek için değil sadece
görüşümü bilmen için söylüyorum. Senin insanların Achuarlar
üzerinde korkunç baskı yapıyor."
161
"Benim insanlarım" dediklerinin kim olduğunu ve ne tür bas
kılardan bahsettiğini sordum.
Elini geniş bir şekilde omzuma koydu. "Senin insanların, grin
golar. Achuarlara ormanlarını kesip yok etmeleri için baskı yapı
yorlar. Buranın kuzeyindeki petrol şirketleri Waorani, Cofan ve
Secoya'yı yok etti. Ormanlara onarılmaz zararlar verdiler, binler
ce hektar alanı napalmlarla bombaladılar, nehirleri kirlettiler ve
daha önce bilinmeyen salgın hastalıklara neden oldular. Achuar
lar tüm bunların olduğunu gördü." Dönüp bana sarıldı. Ayrıldığı
mız zaman gözlerime baktı. "Elbette senin onlardan biri
olmadığını biliyorum. Bunu biliyorum."
"Teşekkür ederim" dedim gülümsemeye çalışarak.
Yürümeye devam ettik. Bir süre sonra konuşmaya devam etti.
"Achuarlar topraktan geçimini sağlamakta büyük zorluk çekiyor.
Shuarlar gibi onların nüfusları da çok arttı. Her taraflarında orman
lar kesiliyor. Çok ciddi bir sorunla karşı karşıyalar. Bir hayat biçimi
olarak avcılık ve toplayıcılık bitmiş durumda. Petrol ve altın şirket
leri için, maun ve diğer değerli ağaçlar için yollar açmaya zorlana
caklarını ve şantaja maruz kalacaklaruu biliyorlar. Paraya ihtiyaçları
var. Gelmeni istememin nedenlerinden biri onların sorunlarını din
lemendir. Belki onlara yardım edecek bir yol bulursun."
Bir açıklığa vardık. "Achuarlar. . . " diye devam etti Jaime,
" . . . sadaka istemiyorlar. Kendi paylarına düşeni yapmak istiyor
lar. Diğer insanlara öğretecek pek çok şeyleri olduğunu düşünü
yorlar."
Güneş ışığında yürürken küçük bir göle vardık. Achuar erkek
lerinden oluşan gruplar kıyıda delikler kazıyor ve bu deliklere bü
yük direkler yerleştiriyorlardı. "Buna ben de inanıyorum" dedi
Jaime. "Bitkiler, ruhsallık, dünyayı ve birbirini sevmek hakkında
çok bilgililer. Tüm bunlar yeni bir tür okul için birer temel belki de.
Bizim insanlarımıza bizim hakkımızda bir şeyler öğretecekleri
okullar." Delikleri işaret etti. "Bu loca tamamlandığı zaman Kuzey
Amerikalılar ve Avrupalılar için çok konforlu olacak. İyi yiyecek,
güvenli içme suyu. Ama aynı zamanda Achuarlara ait olacak. Ya
bancıların kendilerini güvende hissedecekleri, aynı zamanda yağ
mur ormanıyla birlik içinde yaşayacakları bir yer olacak."
1 62
Jaime Ekvatorlu işadamlannın bu bina için bir milyon dolar
yatırımda bulunduğunu söyledi. "Bunu iyi niyetle ve sadece on
lara söylenenlere dayalı olarak yaptılar. Çoğu hiç burada bulun
madı." İç çekti. "Belki de hiç gelmeyecekler." Ellerini bir daire
içinde sallayarak adamların çalıştığı alanı gösterdi. "Mimari ve
materyaller tamamen Achuarlara özgü. Tek bir çivi bile kullanıl
madı. Ben sadece gringolann buraya gelmesi durumunda isteye
cekleri bazı şeyleri anlamalarına yardımcı oluyorum. Tüm işçiler
Achuar. Loca onlara ait. Yatırımcılar yalnızca kiralıyor ve on beş
yıl boyunca kullanma hakkı elde ediyor."
"Ama beklentileri var."
"Yatırımcıların mı? Aa ... elbette. İyi bir gelir bekliyorlar. Ama
aynı zamanda bunun sağladığı ümit için girdiler bu işe. Sonuçta
gelir elde etmenin daha güvenli yolları var." Durdu. "Ben inanç
lıyım" dedi biraz durduktan sonra. "Dünyayı değiştirmek için ha
yali değiştirmemiz gerekiyor. İnançlı olmamız gerekiyor."
"Jaime" dedim sonunda. "Benden beklediğin şey nedir? B u
insanlara nasıl yardımcı olabilirim?"
Gülümsedi. "Yalnızca dinle. Ve izle. Gözlerini, kulaklarını,
tüm duyularını aç. Ve öğrendiğin şeyleri hatırla. Bileceksin."
"Bu kadar mı?" diye sordum gülerek.
Bana baktı. "Tüm isteyebileceğim bu."
Sessizlik içinde yürüdük. Bir sebeple Bhagavad Gita'dan bir
bölüm geldi aklıma. Kendini her şeyde ve her şeyi kendinde gö
ren kişi bilgelik içinde yaşar. Ben' in ve benim' in ego kafesinden
çıkabilen kişi sonsuza dek özgürdür. Bunu Jaime 'ye tekrarladım.
Saygıyla başını salladı. "Bilgelik dolu bir kitap."
Tampur'un Dört Kutsal Kardeş ile ilgili konuşmasını özetle
dim. "Bhagavad Gita hepimizin içinde bulunan ve hepimize ay
nı şeyi söyleyen bir sesten bahseder: İstediğimiz şey para, şöhret
veya mal değil, huzurlu bir dünya, sevgiyle dolu kalpler, hava
nın ve suyun temiz, çevrenin sağlıklı olduğu bir dünyadır. Ken
dimizdeki istenmeyen alışkanlıkları ve kendimizle, çevreyle ve
komşularımızla huzur içinde yaşamamızı engelleyen negatif dü
şüncelerimizden arınmak isteriz."
1 63
Öğleden sonrasını civarda ve cangılda gezinerek geçirdik. Son
ra, günbatımından hemen önce, Pastaza Nehri 'nin kollarından bi
rinde bir kayığa binip Amazon'uiı tatlı su yunuslarının avlanmak ve
oynamak için sıkça geldiği bir yere gittik. Yunusları arayarak ve
bekleyerek belki yanın saat gezindik. O gün hiç biri ortaya çıkma
dı. "Oluyor" diyerek açıkladı Jaime, "Doğanın bir parçası. Bazen
geliyorlar, bazen de gelmiyorlar. Kafes veya çit koymayacağız. Zi
yaretçilerimizin yabani yaşamı görebilmesi için, bunun turistler ka
dar hayvanların da hayalinin bir parçası olması gerekir."
İki gün sonra, toplumları ile ilgili kararlar alan bir grup Achuar
büyüğü ile akşam yemeği yemeye davet edildik. Bizim varma
mızdan itibaren toplanmaya başladıkları, birkaçının bizimle bu
luşmak için uzun mesafeleri kat ettiği söylendi.
Öğleden sonranın ilerleyen saatlerinde dördümüze topluluk
toplantı odasına kadar refakat edildi. Duvarların önünde tümü yaş
lı belki iki düzine adam oturuyordu. Tercümanımız bizi gezdire
rek her birine tanıttı. Sonra bize de tabure verildi.
Yaşlılardan bazıları ayakta ve bize doğru dönerek selamlama
konuşması yaptı. Tanışma ve kullanılan dil resmiydi. Jaime söz
aldı ve bizi tanıttı. Raul ' un, inşa ettikleri locanın finansmanı için
düzenlenmiş olan ekoturizm işinde onun partneri olduğunu, be
nim, mesajı pek çok dilde pek çok ülkeye yayılan bir yazar oldu
ğumu ve Ehud'un da kitapları pek çok kıtada milyonlarca insan
üzerinde etki yapan bir yayımcı olduğunu anlattı.
Her birimizin başının tepesine dokundu. "Yardımlarını sun
mak ve bilgeliğinize başvurmak için geliyorlar."
Sonra toplantı genel konuşmaya açıldı. Chicha kaseleriyle ka
dınlar girdi. Atmosfer daha az resmi hale geldi.
Yaşlılardan pek çoğu doğrudan bize yönelik olarak konuştu.
Önceki formalitelere rağmen, kalplerini bize açmadaki isteklilik
lerinden çok etkilendim. Hemen hepsi insanlarının karşılaştığı iki
lemi ifade etmek istiyordu. Hikayeleri Jaime'nin anlattığı gibiydi.
Son on yıl boyunca daha öncekilere hiç benzemeyen değişimler
yaşıyorlardı. Dini ve tıbbi misyonlar önce pek çok hizmet getiri
yor gibi görünmesine rağmen, şimdi bunların herhangi bir yara
rının olup olmadığından şüphe ediliyordu.
1 64
"Daha fazla bebeğimiz yaşıyor" dedi yaşlı bir savaşçı. "Daha
çoğumuz daha uzun yaşıyor. Ama şimdi açlıktan ölme tehlikesiy
le karşı karşıyayız. Ailelerimizi avlanarak besleyemiyoruz. Çok
fazla insan, çok az av hayvanı var. Dizlerimizin üstüne çöküp di
lenmemiz gerekiyor." Meydan okurcasına etrafa baktı. "Achuar
lar böyle yaşamaz. Beyaz adam bizi kölesi yaptı. Bizi silahlarla
değil, kitaplarla ve ilaçlarla vurdu."
B ir diğeri, bir grup Achuar'ın Andlar'dan gelen kolonicilere
verilen topraklardaki haklarını devletten talep etmek üzere yürü
yerek cangılı kat edip Andlara, oradan da Quito'ya kadar gittik
lerini anlattı. Kendilerine eşlik eden diğer yerli insanlar, üniversite
öğrencileri ve yandaşlarla birlikte, Başkan onların durumunu öğ
renene kadar şehir meydanına kamp kurmuşlardı. Devlet yaklaşık
dört bin kilometre karelik bir alanı Achuarlara tahsis edince azim
lerinin ödüllendirildiğini düşünmüşlerdi. "Gönderdiklerimiz süs
lü kağıtlarla dönünce kutlamalar yaptık. Aylar sonra ise eğer
büyük şirketler arazimizde petrol veya altın bulursa, hakkımızın
geçersiz olduğu söylendi. Eğer isterlerse burayı yok edebilirler.
Tıpkı Kuzey 'de Waorani ve Cofan'da olduğu gibi."
Beyaz adamların hem kültür genelinde, hem de bireylerde ya
rattığı sorunlar anlatıldıkça onlar için büyük üzüntü duydum. "Si
lahlar ve radyolar sunulan gençlerimize ne söyleyelim?" diye
sordu biri. "Sizlerin sahip olduğu şeylere sahip olmamaları ge
rektiğini mi? Peki tüm bunlar ne için veriliyor? Hediye gibi görü
nüyorlar ama kalbimizde biliyoruz ki yabancılar bir karşılık
beklemeden bu tür hediyeler vermez."
O oturunca bir diğeri kalktı. Ayakta durabilmek için uzun bir
sopa kullanan, zayıf düşmüş bir yaşlı. "Hediye verenler kısa bir
süre sonra dönüp şuradaki yaşlı bir ağacı, sonra da şuradakini kes
mek için izin istiyor. Gençlerimiz daha fazla hediye istiyor ve
alınca da onların isteklerini kabul ediyor. 'Eski bir ağaç nedir ki?'
diye soruyorlar. ' Modernleşmemiz gerek' diyorlar. 'Bebekleri
mizin aşılanmaya ihtiyacı var. Cangılın artık sunmadığı besine
ihtiyaçları var. ' Bu gençlere ne cevap verelim?"
Tüm yapabildiğimiz dinlemek ve sözleri bitince acılarını duy
duğumuzu, kalbimizin kan ağladığını söylemekti. "Yalnızca Ac-
1 65
huarlar için değil" diye ekledim. "Aynı zamanda Waorani, Cofan
ve Shuarlar için. Hem dostlarınız hem de düşmanlarınız için ay
nı hisleri duyuyoruz. Ve benim kendi insanlarım, beyaz adam, ba
na göre dünyadaki en mutsuz kültürlerden biri. Uçuruma doğru
giden bir yolda ilerliyoruz ve diğer herkesi de yanımızda götürü
yoruz. Sadece insanlar da değil, aynı zamanda pek çok diğer tür.
Bu tam bir trajedi."
Ehud tüm dünyadaki insanların benzer sorunlarla mücadele et
tiğini vurguladı. Avustralya Aborjinlerinin, Bomeo 'daki Dyakla
rın ve Tibetlilerin durumunu anlattı. Ve onlara Achuarlann sesinin
duyulacağı güvencesini verdi.
Onların bizim yardımımıza ihtiyacı olduğu kadar bizim de onla
rın yardımına ihtiyacımız olduğunu söyledim. "İnsanlarımın kutsal
şeyleri sevmeyi öğrenmesi gerekiyor." Partnerlik fikrinden bahset
tim, bunu yardım, bilgi, şefkat ve enerjinin çift yönlü olarak taşın
dığı bir köprü olarak tanımladım. Bir düşünce aklıma çakıldı. "Bu
kadar çok yıkıma neden olanların, yani benim insanlarımın kolektif
hayalini değiştirmenin bir yolunu bulmamız gerekiyor." ABD'ye
dönünce onlarla birlikte çalışmak üzere yeni bir partnerlik organizas
yonu oluşturmaya çalışacağıma söz verdim. "Başarılı olacağıma söz
veremem. Yalnızca bunu deneyeceğime söz veriyorum."
Sonra aklıma bir düşünce daha geldi. Doğrudan o uzun sopa
lı yaşlı adama baktım. "Yaşlı ağaçları kesmeme kararı aldıkları
zaman gençlerinize hediyeler veya para vermenin bir yolunu bul
mada bana yardımcı olun."
Yavaşça, ağır bir şekilde bastonuna yaslanarak bir kez daha aya
ğa kalktı. Gözlerime baktı. "Bu ormanlar bize ait değil. Hiç kimse
ye değil, tüm insanlığa aitler. Başını eğip bastonuna baktı. "Onları
pek çok şey için kullanıyoruz." Bastonu iki eliyle kavradı. "Her za
man izinlerini isteyerek. Her ağacı onurlandırıyor, onlara saygımı
zı sunuyoruz. Ormanların bizden çok daha yaşlı olduğunu ve
hepimizden daha fazla yaşayacaklarını biliyoruz. İnsanlarınız ben
cilce ve saygısız bir biçimde onları keserek tüm insanların bu muh
teşem Dünya Ana'dan ayrılmalarına neden olabilir. Ama ormanlar
yaşayacaktır. Onları tamamen yok edemeyeceksiniz." Durup etra
fa baktı. "İnsanlarımıza ağaçlan kesmemeleri için bir şeyler ver-
1 66
menin yollarını bulmada size yardımcı olmamızı istiyorsunuz. Bu
nun söz konusu bile olamayacağını söylememiz gerekiyor. Ku
zey'de de bu ağaçlar olmadan yaşayamayacağınızı biliyorsunuz.
Soluyacak havanız, içecek suyunuz, hayatınız olmaz. Ama gelip
ağaçlan kesebilmek için insanlanmıza tomarlarla para sunanlar si
zin insanlannız. Ne için? Bilmiyoruz. Bazen insanlannız ağaçları
nehirlerden taşıyor. Bazen ağaçlan yakıp göklere ulaşan devasa bi
nalar yapıyorsunuz ve bunlann uzun iğnelerini toprağın derinlikle
rine batırarak Dünya Ana'nın kara kanını döküyorsunuz. Neden?
Kim bilir? Biz yaşlılar bu insanlannızın kötü, kara büyücüler oldu
ğunu biliyoruz. Şimdi sen buradasın. Arkadaşımız Jaime senin bir
dost olduğunu söylüyor. Ona inanıyoruz. Ama kendilerinin de sa
hibi olmadığı ağaçlan kara büyücülerinize satmamaları için genç
lerimize para vermede size nasıl yardımcı olabileceğimizi mi
soruyorsunuz?" Tekrar taburesine oturdu.
1 69
1 6. B ÖLÜM
ZAMAN V E MEKANDA
ŞEKİL DEÖ İŞ T İRME
1 79
İnsan kurallara sığmaz!
S ONSÖZ
Tıpkı bir volkanın sabah göğünde yükselişi gibi, büyük taş pira
mit cangıldan yukarı tırmanıyordu. Manzaranın doğal bir parça
sı, ormanın akrabası gibiydi. Arkamızdaki ağaçların karanlık
duvarı ile önümüzdeki devasa piramidin arasındaki bir gölgede
oturuyorduk Viejo Itza'yla birlikte. Ben son karşılaşmamızdan
bu yana geçen yılların olaylarını, şekil değiştirmeyle ilgili mace
ralarımı anlatırken, Viejo Itza çok iy� bildiği, tanrıların, insanla
rın ve zamanın testlerine dayanmış muhteşem anıtın zirvesine
sabitlemişti gözlerini.
1 86
Hikayemi bitirince sessizce oturarak yorumlarını bekledim.
Güneş piramidin diğer tarafında hafif soldan yükseliyordu. Gü
neş yavaşça ilerlerken, parçalı ve dağınık düzlüklerin kenarların
da büyüleyici ışık ve gölge şekilleri oluşturuyordu. Arada sırada
bir huzmesi parlak bir taş parçasından yansıyıp bize geliyor, bir
an için başka hiçbir şey göremiyordum.
"Yaptın işte" dedi sonunda.
Ona baktım.
"Hücresel bir seviyede şekil değiştirdin."
"Evet."
"İstediğin şey buydu." Kendi kendine güldü. "Daha önce bura
dayken bununla çok ciddi bir şekilde ilgileniyordun. İyi hatırlıyo
rum. Şekil değiştiricinin insan türünün varlığını sürdürmesindeki
rolünden bahsetmiştik. Hayatımızı tehdit eden asıl şeyin iş dünya
sı olduğunu söylemiştin. Yani yöneticilerden, politikacılardan, rek
lam kurumlarından, televizyonlardan ve benzer şeylerden oluşan
bir bütün. Kısacası kurumlar."
Bunu onayladım ve hala aynı şeyi düşündüğümü ekledim.
"O şeyleri dönüştürmen gerektiğini söylediğimde moralin bo
zulmuştu. Bana gayet net bir şekilde, kurumsaldan ziyade fiziksel,
hücresel şekil değiştirmeyle ilgilendiğini söylemiştin. Jaguar olmak
istiyordun. Ama sonra bir enerji küresine razı oldun." Durdu.
"Ve bunu yaptım."
"Gerçekten de yaptın. Hala bir jaguar olmak istiyor musun?"
Kendi kendine gülme sırası bendeydi. "Hayır. Enerj i küresi,
koltuk, mızrak ve bitki demeti gayet yeterliydi. Sanırım artık asıl
işe, yani türümüzün ve yanımızda götürdüklerimizin hayatta kal
ması için çalışmaya dönme vakti. Bana her ikisini de yapabilece
ğimi söylemiştin. Fiziksel ve kurumsal. Kurumsal için hazırım."
Güldü. "Hafızan iyi." Bir süre düşünceler içinde kaybolmuş
gibi göründü. "Koltuk olma deneyiminden herhangi bir şey öğ
rendin mi?"
Zaten sıkça hatırlayıp üzerinde kafa yormuş olduğum için şim
di bu soru hakkında çok düşünmem gerekmiyordu ve yanıtı bil
diğimden emindim. "O deneyim en temel ve en derin seviyelerde
hepimizin gerçekten bir olduğunu doğruladı. Tüm insanlara bunu
1 87
nasıl yapabilecekleri öğretilse, insanların hiyerarşiler hakkındaki
tutumları çabucak değişirdi. Şekil değiştiriciler inançsız birer ege
men olamazlar."
Gülümsedi ve başıyla onayladı. Sonra dikkati bir kez daha pi
ramide yöneldi. Ben de onunla birlikte piramidi izledim. Taşlar
da birbirine geçen, yükselip alçalan ışık ve gölgeleri gözledim.
İzlemeye devam ettikçe ışıkla gölge arasında ayrım yapamaz ha
le geldim. Daha önce ışığın olduğu yerde şimdi gölge vardı. Bir
kaç saniye önce gölge olan yer şimdi aydınlıktı.
"O zirveye çıkıp aşağı baktığında. . . " dedi, " ...ormanın nerede
sonlanıp açıklığın nerede başladığını anlamak zorlaşır bazen.
Ama burada olduğun zaman bunu anlamak çok kolaydır." Bunun
üzerinde düşündüm ama herhangi bir yorumda bulunma şansı bu
lamadan Viejo sözüne devam etti. "Ormanları koruma amaçlı bir
Hayal Değişimi Koalisyonu programından bahsettin. Bunu biraz
daha anlatabilir misin?"
"Elbette. Buna POLE• adını da veriyoruz. Pollution Offset
Lease far Earth (Dünya İçin Kirliliği Dengeleme Dayanışması)
kelimelerinin baş harflerinden oluşuyor. Shuar büyükleriyle,
Tampur'la, Achuar büyükleriyle olan konuşmalarımızdan doğdu.
Yerinde duran bir ağacın kesilmiş bir ağaçtan çok daha değerli
olduğu çünkü Dört Kutsal Kardeş için ağaçların zorunlu olduğu,
hayatta kalabilmek için herkesin Dört Kutsal Kardeş'e ihtiyacı ol
duğu fikrine dayalı. O toplantıda Achuarlar bizden ağaçları ke
senleri durdurmanın yollarını bulmamızı istedi. POLE bunun
neticesinde ortaya çıktı. Şahsen bunu sadece bir başlangıç, doğru
yönde bir adım olarak görüyorum. Şu şekilde işliyor. .. " Karbon
dioksitin, iklimimizi değiştirme ve bizi kendi kirliliğimiz içinde
boğma tehdidi oluşturan son derece tehlikeli bir sera gazı oluşu
nu açıkladım. Araba sürdüğümüzde, otobüse bindiğimizde, hatta
1 88
fabrikalarda yapılan giysiler ve besinler satın aldığımızda karbon
dioksit üretiyoruz. Ortalama olarak dünyadaki her insan yılda dört
ton karbondioksit yaratıyor. Daha endüstrileşmiş ülkelerde bu ra
kam çok daha yüksek. Sonra ağaçların fotosentez sürecinde kar
bondioksiti nasıl emdiğini anlattım ve bu iki faktörün, yerli
insanlara para vererek ormanlarını korumalarını sağlamada nasıl
bir imkan sunduğunu açıkladım. "Bir dönüm tropik ormanın em
diği karbondioksit miktarını hesaplayabiliriz. B ir enerji santrali
sahibi veya araba üreticisi, tesislerinin neden olduğu kirliliği den
gelemek için POLE satın alabilir. Aynı şey bireyler için de geçer
li. Shuarlara, Achuarlara ve Ureu-eu-wau-waulara ödenen bu
para, ağaçlarını korumalarını, ağaçlarını kereste şirketlerine, pet
rol sondajcılarına ya da büyük baş hayvan yetiştiricilerine satma
nın cazibesine direnmelerini sağlıyor. Maliyet oldukça düşük, kar
ise ölçülemeyecek kadar büyük: Temiz hava. Hayat ! "
" B u bana büyük bir şekil değiştirme gibi geldi!"
"Beğendin mi?"
"Elbette beğendim." B ir an düşündü. "Sadece sağladığı şey
için değil, aynı zamanda temsil ettiği şey için. Şirketlerin ancak
yıkım yaratan üretim ve satışlarla var olabilecekleri düşüncesine
meydan okuyor. Yerinde duran ağaçları satmak, hava satmak çok
anlamlı."
"Kesinlikle." Hayvan habitatlarının, potansiyel tıbbi faydası
olan bitkilerin, tohum bankalarının, erozyona açık bölgelerin, ne
hir havzalarının korunmasının da aynı kavrama dahil edilebilece
ğini belirttim. "Liste hayal gücümüzle sınırlı." Sonra durdum.
"Ama bir sorun var."
"Nedir?"
"Tüm bunları yapabilmemiz için tüzel bir yapı oluşturmaya,
yani Hayal Değişimi Koalisyonu 'nun kuruluş ilkelerine zıt bir şey
yapmaya ihtiyacımız var. Burada olmamın nedenlerinden biri de
bu. Tavsiyeni almak."
Bu gürültülü bir kahkahaya neden oldu. "Benim tavsiyem! Tü
zel yapılar hakkında! Benim gibi yaşlı bir Maya köylüsünden mi?"
"Özüne indiğinde bu da bir şekil değiştirme meselesi aslında."
"Her şey öyle, değil mi?"
1 89
"Kesinlikle."
Belki on beş dakika boyunca konuşmadan durduk. Kendimi
eğlendirmek için güneş ışığının ve gölgenin piramitteki oyunları
nı gözledim. Güneş zirvenin yanındaki bir düzlüğün köşesinden
kendini göstermişti. Dikkatim tekrar oturduğumuz yerin yakınına
çevrildi çünkü büyük bir kertenkele sürünerek bir yerlerden çık
mış, piramidin gölgesi ile ağaçların karanlık duvarı arasında oluş
maya başlayan ışık köprüsünde uzanmaya gelmişti. Hareket
etmeden bize baktı. Viejo Itza'nın sözlerini bekliyordu sanki.
Sonra birden gözlerini kırptı, kafasını yukarı aşağı hareket ettir
di, kuyruğunu salladı ve kaçtı.
"Tuhaf... " dedi, " . . . hayatımızı ne kadar da karmaşık hale geti
rebiliyoruz."
Neyi kastettiğini sordum.
Sorumu duymazdan gelip kendi sorusunu sordu. "İnsanları Ek
vator'a geziye getirdiğinde hangi tüzel yapıyı kullanıyorsun? Ne
ödüyorlar?"
Adını Keltik bilgi gemisinden alan Prydwen isimli kendi şir
ketim olduğunu anlattım. "Eğitime, hayali değiştirmeye adanmış
bir şirket."
"Kar amaçlı bir şirket mi?"
"Yasal olarak evet çünkü bu işleri basitleştiriyor. Bağış istemi
yoruz. Yolculuk ve seminerler gibi hizmetler ve ayrıca tütsü ve
Shuar kolyeleri gibi birkaç ürün satıyoruz. Kar amacı gütmeyen
organizasyonlar için bu durum daha karmaşık hale geliyor. Ama
aslına bakarsan biz hiç kar yapmıyoruz. Tüm ' karlar', başka bir
organizasyona yatırım olarak aktarılıyor. Kar amacı gütmeyen bir
şirket olan Dream Change ine. 'e. O para, bilinçte dünyayı onur
landırıcı değişimlerin, dünyayı onurlandıran yaşam biçimlerinin
ve çevre korumanın geliştirilmesine adanıyor."
"Bana iyi bir sistem gibi göründü. POLE' leri satmak için ne
den Prydwen'i kullanmıyorsun?"
"Çünkü Hayal Değişimi Koalisyonu'nun herhangi bir ülkenin
parçası veya herhangi bir ülkenin yasalarının sınırlaması altında
olmaması gerekiyor."
1 90
Bunun üzerinde düşündü. "Ben bir sorun görmüyorum" dedi
derin bir düşünce içinde. "Hayal Değişimi Koalisyonu 'nun öyle ol
ması gerekiyor. Prydwen ise tüzel bir kurum. Para Hayal Değişimi
Koalisyonu'nun üç amacının gerçekleştirilmesi için Dream Chan
ge Jnc 'e gidiyor." Durdu, yüzü aydınlandı. "Bu ideal bir yapı! Shu
.
1 94
HAYAL DEÖİŞ İMİ
KOALİSYONU HAKKINDA
NOT
1 96