You are on page 1of 177

RICHARD LEAKEY

Leakey adı , bilim çevrelerinde i nsan türünün evrimini açıkla­


maya çalı§an ara§tırmalarla özde§le§IDݧtİr neredeyse. Yüzyılı­
mızın önde gelen paleontolog çifti Mary ve Louis Leakey'in oğ­
l u olan Richard, küçük ya§ta ailesinin bilimsel ara§tırma gezi­
lerine katılmaya ba§lamı§ ve sonunda i nsan türünün evrimi ko­
nusunda dünyanı n en ü nlü bilim otoriteleri arasına girmݧtİr.

Kenya Ulusal Müzeleri Yönetim Kurulu Ba§kanlığı'nı da


yapmı§ olan Richard Leakey'in bu kitabından önce yazdığı ve
hepsi " çok satan " kitaplar listelerine giren yapıtları arasında
" Origins " , " The People of The Lake " , "The Making of Man­
kind", " Origins Reconsidered " gibi önemli çalı§ m alar bulun­
maktadır.
Bilim dizisi/ " Bili rnin U s ta ları" ı
Varlık Yayınları A.Ş., Sayı: 480
İ lk basım : ı 998

"The Origin of the Mankiıııl"


© Brockman, Ine. N.. w York/ Varlık Yayıııları, istanbul, ı 996

1" lliliıııirı llsıalan" (Sı·iı·ııı·p Ma�ın�) lıa>;lıi!;ı vı· aııılılı·rııi, llnıckıııan,


lıw'a aiııir vı· Tiiıkiyı·'ılı· kııllaıııııı lıakkı Varlık Yayırılan'ııa
vı·rilıııi1lil'.l

ISli N 1J7 :J-1:3-1.-19.1-ı

Kapak düzeni: Ekin Nayır


1 )i;o;gi, ofset hazırlık: Varlık Yayınları
llaskı: M art Matbaası

V i\ B Ll K Yi\ YlNLARI A.Ş.


Caj!;aloi!;lıı Yoktı§U 40/2, :31-;j.lj.() isıaıılıul
Tı·l!Lıks: (212) 522 69 2-1· - ;, 12 % 28
ı·-posla: va dik((ılvarlik.coın .1 r
. .. .

INSANIN KOKENI

RICHARD lEAKEY

Türkçesi:

.......ii.r::! E M GÜL

\9
VARLlK/ BiLiM
Tarih
Zaman Dönem (Milyon Çağ Kültür dü zeyi Kültür dönemi
yıl)

Holosen Neolitik
Azilien
0.01
Magdalenien
Solutreen
(Üst) Gravettien

(Üst) Aurignacien
� 0.04 Chatelperronien
·c;
"'
c
······································ ·········································
"'
.......
c
E
"'
(Orta) 1 Mousterien
.......... ............................ ... ........... ... ................. ......
"' N
c ,;:ı 0.5
"' u
N
Levalloisien
c
::ı '::ı
-" "C
"'
"C :0
"' o
N
':ı
E (Orta) Clactonien
,;:ı
c c
'::ı "'
"'

-" � �
"ô ·;:; o
N "'
ı (Alt)
o
li:
c c;;
"' ll..
V)

Acheuleen
(Alt)

2
Pliosen Oldavan

5
·c;
"' İnsansılar, insangillcrin kökeni
c
Miosen
"'
E 25
"'
N
,;:ı
u
Oligosen Antropoidlcr, insansıların kökeni
c
,;:ı
'->' 35
':ı
Eosen Antropoidlcrin kökeni?

53

Paleosen Prosimianlar
65
iÇiNDEKiLER

Ön söz 7

1 İlk İnsanlar ıs

2 Kalabalı k Bir Aile 35

3 Farklı Bir İnsan Türü ss

4 Soylu A ve ı İ nsan'? 71

5 Modern İ nsaııl a rııı Kiikı·ııi 91

6 Sanal Dil i lll

7 Dil San a l ı 129

8 Zihnin Kökeni 149

Bibliyografya ve Ek Metinler 169


ÖN SÖZ

İ nsanın eski atalarından birinin bir bütün halindeki iskeletini


bulup çıkarmak tüm antropologların hayalidir. Ama bu hayale
çoğumuz ulaşamayız; ölümün, gömülmenin ve fosilleşmenin
yarattığı tahribat bizlere, insana özgü tarihöncesinin ancak ye­
tersiz ve parçalanmış kalıntılarını bırakır. Birbirinden ayrı düş­
müş dişler, tek tek kemikler, kafatası parçacıkları; insana özgü
tarihöncesinin öyküsü çoğunlukla, bu ipuçlarından oluşturulur.
Umut kıracak kadar eksik olsalar da, bu ipuçlarının büyük
önem taşıdığını inkar etmiyorum; onlar olmasa, insana özgü ta­
rihöncesinin öyküsünü anlatamazdık. Bu mütevazı kalıntılarla
karşılaşmanın getirdiği benzersiz heyecanı da göz ardı etmiyo­
rum ; bunlar, bizim geçmişimizin, et ve kandan oluşan sayısız
kuşakla bize bağlanan parçalarıdır. Ama nihai ödül yine de,
bütün haldeki bir iskeletİn keşfedilmesidir.
1969'da, talihim olağanüstü yaver gitti . Kuzey Kenya'daki
Turkana Gölü'nün geniş doğu kıyısını ol uşturan eski kumtaşı
yatağını araştırmaya karar vermiştim ; bu, fosiller ülkesine ya­
pacağım ilk bağımsız çıkartmaydı . Beni, lıurada önemli fosil
keşifleri yapılabileceğine dair güçlü bir inanç yiinlendiriyordu;
çünkü bir yıl önce küçük bir uçakla bölgenin üstünde uçmuş
ve aşağıdaki katmarılı tortuların eski yaşama ait hazineler ba­
rındırabileceğini diişünmiiştiim; ama çoğu kişi, benim bu yar­
gıını kuşkuyla karşılamıştı . Burada arazi engebeli, iklim ise
amansızca sıcak ve kuruydu; dahası, m anzaranın bana çekici
gelen vahşi bir giizelliği vardı .
Bölgeyi inedernek için, National Geographic Society'nin
desteğiyle - aral arı nda, sonradan karım olan Meave Epps'in
de bulunduğu- kiiı,;iik bir ekip oluşturdum . Bölgeye varışımız­
dan günler sonra l ı i r sabah Meave'le ikimiz kısa bir keşif gezi-

7
sinin ardından, kuru bir ırm ak yatağındaki kestirme yolu izle­
yerek kampa geri dönüyorduk. İkimiz de susamı§tık ve yakıcı
öğlen sıcağından bir an önce kurtulmak istiyorduk. Birden ,
önümüzdeki portakal renkli kumda, göz çukurları bize bo§ bo§
bakan, eksiksiz, fosille§mi§ bir kafatası gördüm. Hiç ku§kusuz
insansı bir yapıya sahipti . O anda Meave'e tam olarak ne dedi­
ğimi geçen yıllar bana unııllurdu, ama rastlantıyla bulduğumuz
§ey kar§ısında sevinç ve hayret karı§ımı bir duygu ifade ettiği­
mi biliyorum .
Soyu çok uzun siire iince tiikenmi§ bir insan türü olan �t­
ralopithecııs boisei'ye ait olduğıımı hemen anladığım kafatası,
-belli mevsim l e rd e ı' r rııağı ıı gcr,:t iği torıular arasından kısa bir
süre önee giin ışığına r,:ık rı ı ı şt ı. 1 .7S milyon yıl önce gömülme­
sinden bu yana ilk kı�z giin ışığı na ı;ıkaıı iirnek, o zamana dek
bulunan birkaç sağlanı eski i nsan kafatasından biriydi. Ortaya
çıkı§ından sonraki lıi rkar,: hafta i<,.�inde yoğıııı yağı şlar kuru ya­
tağı vah§i bir akınt ı yl a dol d ı ıraeaktı; Mt�avc'Iı� ikimiz o anda
bulmasaydık, bu narin kalıntı hiç kuşkusuz, taşkıııl a birlikte
yok olacaktı. Çok uzun süredir göm ü l ü kalan fosili t anı zama­
nında bulup kurtarına olasılığı aslında çok d iişiikt ii.
İlginç bir rastlantı sonucu bu ke§fiın , aıııwııı Mary Le­
akey'i n Tanzanya'daki Olduvai Boğazı'nda benzı� r l ı i r kafatası
bulu§unun neredeyse günü gününe onuncu yıl ı n a dı·ı ı k gdıni§­
ti . (Ama o beyin kutusu, Paleolitik çağdan kalma l ı i r y a p l ı oz
lıul ınaca gibiydi; yüzlerce parçacıktan yeniden olıı şt ı ı rı ıl ııı as ı
gcrekmi§ti.) Anla§ılan, Mary'ye ve babam Louis'e ııa s i p olan
t• fsanevi 11 Leakey §<msı 11 bana da geçmi§ti . Bu §an s ı rıı il nide
dı· devam etti; Turkana Cili ii'nde sonraları yaptığım kı� ş i ll c r­
dı·ıı dı� , aralarında, modern i nsan 1/omo sapiens'e dek uzanan
1/omo c insine ait bilinen ı�ıı l'ski sağlam kafatasının da lııı l ı ı n­
dıı ğıı pek r,:ok fosille döndii ııı.
Cc ı ı ı;l iii;i rn de - dü nyaca iiı ı l ii l'lıeveynleriınin gölge si altı n d a
kal ıııarııak anı aeıyla- fosil avı-ıl ığıyla ilgilenmemeye yerni n d­
ı ı ı i� ol ıı ıanıa rağırıı�n , l ııı ı ş ı ı ı lıiiyiisii beni içine çek m eye yı�t ı i .
Doğu Afrika'nın, atalarımızın kalıntılarını gizleyen eski, kıraç
yataklan yadsınması olanaksız, özel bir güzelliktedir; ama aynı
zamanda acımasız ve tehlikelidir. Fosil ve eski taş alet arayışı
çoğunlukla romantik bir deneyim olarak tanılılır ve gerçekten
de romantik yönleri vardır; ama bu, temel verilerin rahat labo­
ratuvarlardan yüzlerce ya da binlerce mil uzaklıkta çıkartılma­
sını gerektiren bir bilimdir. Fiziksel açıdan insanı zorlayan, öz­
veri isteyen bir iştir; kimi zaman insanların yaşam güvenliğini n
bağlı olduğu lojistik bir operasyondur. Ö rgütlenmeye, zorlu ki­
şisel ve fiziksel şartlar altında işleri sürdürmeye yetenekli oldu­
ğumu fark etti m . Turkana Gölü'nün doğu kıyısındaki sayısız
önemli keşif beni, bir zamanlar şiddetle kaçtığım bir mesleğe
çekmekten öte, meslekte ün kazanmaını da sağladı . Yine de
asıl hayale - yani eksiksiz bir iskelete - bir türlü ulaşamıyor­
dum.
1984 yazının sonlarında, çalışma arkadaşlarımla birlikte,
nefeslerimizi toplu olarak tutmuş ve sürekli artan umudumuz
deneyimin katı gerçekliği karşısında sönmüş bir haldeyken, bu
hayalİn şekillenmeye başlamlığını gö;·dük. O yıl ilk kez, gölü n
-batı kıyısını keşfetmeye karar vermiştik. 23 Ağustos'ta, e n eski
dostum ve çalışma arkadaşım olan Kaınoya Kimeu'yla birlikte,
mevsimlik akarsuyun oyduğu dar bir dere yatağı yakınlannda­
ki çakılların üstünde, eski bir kafaıasına ait ki.içi.ik bir parça
bulduk. Dikkatle kafatasının diğer parçalarını aramaya başla­
dık ve u mduğum uzdan çok daha fazlas ı nı lıulduk. Bu keşfi iz­
leyen ve açık sahada yedi aydan fazla bi r zamana denk gelen
beş kazı mevsimi boyunca ekibimiz, bin l ıeş yi. i z ton tortu çı­
kardı ve sonuçta, 1 . 5 milyon yıldan fazla bir si.i re önce eski gö­
lün kıyısında iilıniiş birinin eksiksiz iskeieıini bulduk. Turkana
çocuğu adını ıakıığı mız bu birey öldi.i-ği.inde yalnızca dokuz ya­
şındaymış; öl ii ın rıı�deni ise hala bilinmiyor.
Arka arkaya fosil kemikleri çıkarmak gerçekten eşi bulun­
maz bir deneyiıııdi: kollar, bacaklar, om urga kemikleri, kabur­
galar, leğeıı kı�ıııiği, çene, dişler ve yine kafataslan. Çocuğun

9
iskeleti §ekilleniyor ve ı . 6 milyon yıl parçalar halinde yattıktan
sonra, bir birey olarak yeniden olu§turuluyordu. İnsan fosili
kalıntılannda, yalnızca ı 00.000 y ı l öncesindeki N eanderthal
dönemine dek, bu iskelet kadar eksiksiz bir ba§ka §ey buluna­
mamı§tır. Böyle bir ke§fin yarattığı duygusal heyecanın ötesin­
de, bu ke§fin insana özgü tarihöncesindeki önemli bir evreye
dair çok önemli içgörüler sağlayacağını da biliyorduk.
Öyküye devam etmeden önce, antropolojik deyimler hak­
kında birkaç söz elmek is t iyoru m Gizemli deyimler sağarıağı
.

kimi zaman, kendin i adamış proresyoneller dı§ında kimsenin


lıir şey anlamamasına yol açacak denli şiddetli olabilir. Böylesi
lıir mesleki siizliik kullanmaktan ıniinıkiin ol duğunca kaçınaca­
ğırn. Tarihiineesi insan ailı�siııiıı..!.:Gi.J.!i.J.ürkTi.ı_ı.irLht>Lbiri biljm­
sel lıir dikt�L -yani t�!Laı.lı- taşıyor ve Inı atUan kullanm ak tan _

kaçınmak ol anaksız. Insan Liirleri ailesinin dı� kı�ııdiııe özgü bir


ad ı var : İ nsangiller (lıoıııiıı id). M eslt�ktaşi arı ında n kızıları geç­
mişteki tüm insan türleri için "iıısaııgil" ıniıııiııi k u lla n ın ayı
yı�ğliyorlar. "İnsan" siiz<:Liğiiıüin yalnızca lıiziııı gilıil n ic,;iıı kul­
lanılm;s�-g��-ektiğini savunuyorlar. Y ani, yal ııızt'a lıiziııı diizeyi­
ıııizde zekaya, _ahlak duygusuna ve içediiııi"ık lıiliıwı· sahip
ol anl arı " insan" ol arak tanımlıyorlar.
Beı::ı__[arklı bir bakı§ açısına sahibim. Eski insaııgillni diiıw­
-
min diğer insansı (kuyruksuz) maymunlarından ayır;ııı, dik du­
rarak hareket etme evriminin, sonraki insan tarihinin tı·ıııı·li ol­
duğunu dQ§��üyoı:uın. Uzak atamızın iki ayaklı bir ins;ııısııııay­
mun haline gelmesiyle birlikte pek çok diğer evriııısd y••ııilik
de mümkün oldu ve sonuçta � ortaya çıktı. Bu ııı·dı·nlı�,
Liim insangil türlerine "insan' dem ek te haklı olacağııııı:t.ı ıll'ı�ii­
niiyoruın. Tüm e s k i insan tiirlerinin lıizim günüıniizdı· lıildiği­
ıniz zihinsel dünyaları yaşad ıklarını söylemek i sıeıııiyorııııı.
"İ nsan" tanımı en basit diizcydt�, dik yürüyen - iki ayaklı- in­
sa nsı nıaymunları içerir. i l nidı·ki sayralarda bu k u l l anııııı 1 ���­
niıııseyecek ve sözci'ıği'ı yal ııızl'a ıııodern insanı niteleyen iizı·l­
liklı·ri için kullandığıında lııııııı ayrwa lıelirteceğiın.

lO
ŞEKil
Önemli fosil alanları. İlk erken İnsan fos iIleri, I 924'ten itibaren, Güney Af­
rika'daki ıııağara sitlerinde buhıııınıı§tıı. llalıa sonraları, l959'dan itibaren,
Doğu .i\frika'da (Tanzanya, Kenya, Etiyopya) da iiııcnıli ke§İiler yapıldı.

Turkana çocu ��. insan evrimi tarihinin dönüm noktasını


olu§turan bir tür olan Homo erectus'ıııı üyes iydi Ki mi genetik,
.

kimi de fosillerden olmak üzere farklı kanıt dizileriııden, ilk in­


san türünün yakla§ık 7 milyon yıl ö nce ortaya ı,;ı ktığım_biliyo­
ruz. Y akla§ık 2 milyon yıl önce Homo erectus sa lı n e ye çıktığın­
da, insanın tarihöncesi oldukça uzun bir yol alıı ı ı §t ı . Homo
'
erectus un o r t aya ı,;ıkmasından önce kaç insaıı t iir ü nün ya§ayıp
öldüğünü henüz lıilıııiyoruz; en azından alıı , l ıcl ki d� bu raka­
mın iki katı sayıda Lür olmalı . Ama llomo crcctus'tan önce ya­
§ayan tüm insan liirlerinin, iki ayaklı olm a kla birlikte, pek çok
açıdan insam;ı rııay ıııtın benzeri özellikler ta§H.lıklarını biliyoruz.
Beyinleri göreec kih;iik, yüzleri sivri çeneli (yani._ öne doğru çı­
kık) ve bedcıı ya p ıl a n n ı n kimi özellikleri - örneğin göğüs huni

ll
şeklinde, boyun kısa ve bel yok- insandan çok İnsansım ay­
mun benzeriydi. Homo erectus'ta beyin büyüdü, yüz düzleşti ve
beden daha atietik yapılı hale geldi. Homo erectus'la birl i kte,
kendimizde gördüğümüz pek çok fiziksel özellik de ortaya çık­
tı; anlaşılan İnsanın tarihöncesi, 2 milyon yıl önce çok önemli
bir dönüm noktasından geçmişti .
Homo erectus ateş kullanan, avcılığı beslenme düzeninin
önemli bir parçası haline getiren , modern insanlar gibi koşabi­
len, belli bir zihinsel kalıba göre laş aleller yapabilen ve hare­
ket alanını Afrika'nın ötesine Laşıyahil e n - ilk insan türüdür. Ho ­
mo erectus'un konuşma ı l il i ne salıi p oluı ı � ıl madıgı ��I-;;s in ola­
rak bilemiyoruz, anıa l ı u n a işard cıbı ı;ı�şi ı l i kanıtlar var. B u
türde belli lıir lıen l i k l ı i l i n c i , i n sansı l ı i r l ıi l i nı; olup olmadığını
da b i l miyoruz ve lıii yii k olasılıkla asla l ı ikıııeyeceii;iz; ama ben
olduğunu d ii ş ii niiyo n ı m . 1/omo sapicns' i n •�n ı lı �ğı�rl i özellikleri
olan dil ve b i l i ncin tarihöncesi kal ıntılarında lıiı;l ı i r ka nı t bırak­
madığını söylemeye herhalde gerek yok.
Anlropoloğun hedefi, İnsansı maymun l ıenzcri lıir yaratığı
bizim gibi insanlara dönüştüren evrim olayla rı nı aıılaıııaktır.
Bu olaylar romantik bir açıdan, büyük bir ı iya ı ro !'!'i eli g i l ı i ta­
nımlanmış ve gelişen insanlığa da öykünün ka l ıra ııı a ı ı ı rol ii ve­
rilmiştir. Oysa gerçek büyük olasılıkla çok daha l ıasitı i r ve bu
değişimi epik bir maceradan çok, ikl imsel ve ekoloji k ı li-ğişim­
ler yönlendirmiştir. Yine de bu, dönüşümün ilgi ın izi ı lalıa az
çekmesine neden olm uyor. Biz, doğal dünyayı ve bu ı lii ııyaı l a­
ki yerimizi merak eden bir türüz. Şu andaki halimiw ııa!oiıl gel­
diğimizi ve geleceğimizin nasıl olacağını bilmek isı i yo rıız ; lıil­
ınek zorunluluğu duyuyoruz. Buld uğumuz fosiller bizi fizi ksı�l
aç�ıdan geçmişimize bağlıyor ve sunduldan ipuçlarını, d oğayı
ve evrim tarihimizin izlediği yol u anlama yolu olarak yorıı ı ı ı l a­
ın aya yönlendİrİyor.
İ ns a n oğl unun tarihöncesine a i ı daha pek çok kalınıı giin ışı­
ğına ı;ıkart ı l ıp incelenene dı�k lıiı;lıir antrapolog kalkıp da,
.

"Bu, ti ı ı ı ı ayrıntılarıyla ş öy k old u , " diyemez. Ama araşt ırmacı-


"

12
lar, insan tarihöncesinin genel §eldine dair pek çok konuda ay­
nı fikirdeler. İnsanın tarihöncesinde dört temel a§ama kesinlik­
le saplanabiliyor.
İlk a§ama, 7 milyon yıl önceki, iki ayaklı, ya da dik hareket
eden insansımaymun benzeri bir türün geli§tiği insan ailesinin
kökeni dir. \ İkinci a§ama iki ayaklı türlerin çoğalması; yani, bi­
yologların uyarlayıcı ı§ınım (adaptif radyasyon) adını verdikleri
bir süreçtir. 7 milyon ile 2 milyon yıl öncesi arasında, her biri
birbirinden biraz farklı ekolojik §artlara uyarlanmı§ pek çok
deği§ik iki ayaklı insansımaymun geli§li . Bu insan türleri ara­
sından birisi, 3 milyon ile 2 milyon yıl önce arasında, önemli
oranda büyük bir beyin geli§tirdi. Beyin boyutundaki büyüme
üçüncü a§amayı olu§turur ve insan soyağacının, Homo erec­
tus'tan sonuçta Homo sapiens'e dek uzanan dalı olan Homo
cinsinin kökenine i§arel eder. Dördüncü a§ama, modern insan­
ların kökenidir; bizim gihi, doğada ba§ka hiçbir-§ekilde görül­
meyen dile, bilince, sanatsal dü§ gücüne ve teknolojik yenilik­
çiliğe sahip insanların ortaya çıkı§ıdır.
Bu dört temel olay, kitabımızdaki bili msel anlatının yapısını
olu§turuyor. İleride de görüleceği gibi, insanoğlunun tarihön­
cesini araştırırken yalnızca neyin, ne zaman olduğundan öte,
neden olduğunu da sormaya başlıyoruz. Bizler ve atalarımız,
artık tıpkı fillerin ya da atların evrimi incelenirken olduğu gibi,
aşamalı bir evrim senaryosu bağlamında inceleniyoruz. Bu,
Homo sapiens'in pek çok açıdan özel old uğunu yadsımak anla­
mına gelmiyor: en yakın evrimsel akrabamız olan §empanze­
den bile bizi ayıran pek çok şey var; ama artık, doğayla bağ­
lantımızı biyolojik anlamda anlamaya başladık.
Son otuz yıl içinde bilim dalımızda, daha önce eşi görülme­
miş fosil keşiflerinin ve bu fosilieri yorumlayıp sundukları ipuç­
larını bütünleştirmekıe kullandığımız yenilikçi yönlemlerin sa­
yesinde, çok önemli ilerlemeler kaydedildi. Tüm bilimlerde ol­
duğu gibi antropolojide de uygulayıcı bilimciler arasında dü­
rüst ve kimi zaman da şiddetli fikir farklılıkları görülür. Bu fi-

13
kir farklılıkları kimi zaman fosil ve taş al e tle r gibi verilerin, ki­
mi zaman da yonımiama yiinlemlerinin yetersizliğinden kay­
naklamr. Kısacası , insanın tarihöncesi hakkında pek çok soru­
y a kesin yanıılar verilemez. Örneğin: İnsan soyağacını n lanı
§ekli nedir'? Geli§mi§ kontı§ına dili ilk olarak ne zaman ortaya
çıktı? İnsanın tarihöncesinde beynin çarpıcı oranda b üyüm esi ­

ne yol açan neydi? İlerideki bölü m l e rde bu fi k i r farklılıklarının


hangi konularda ve neden ol uşt u ğ u n u değinecek ve zaman za­
man kendi tercihlerimi beli r t ece ği ın .
Yirmi yılı a§kın antropoloji çalışmal arı m sırasında pek çok
e§siz ıneslektaşııııla lıi rl ikte çal ı ş ın a §<msına eri§tim ve hepsine
§i.ikran duyuyonını. İç l er i n d e n ikisine - Ka ın oya Kimeu ve
Alan Walker- iizcl liklı� ıı�§ı�kk i i r etmek i steri m. Eşim Meave
ise, öze l l i kl e zorlu zaıııaııl a rda, olağaııiistii l ı i r çal ı şma ar ka d aşı
ve dost oldu.

14
1. BÖLÜM

iLK iNSANLAR

Homo sap iens in dil, gelişmiş teknolojik beceriler ve ahlaki


'

yargılara varabiirnek gibi özel nitelikleri antropologlan uzun


zamandır hayranlığa sürüklüyor. Ama yakın zamanlarda antro­
polojide yaşanan en önemli değişikliklerden biri, bütün bu ni­
teliklere karşın, Afrikalı insansımaymunlarla çok yakın bir bağ­
lantımız olduğunun anlaşılmasıdır. Bu önemli görüş değişikliği
nasıl gerçekleşti? Bu lıiilümde, Charles Darwin 'in en eski insan
türlerinin özel doğası hakkındaki fikirlerinin antropologlan bir
yüzyılı aş\ın süre boyunea nasıl etkilediğini, yeni araşlırmala­
rın Afrikalı insansımaynıunlarla evrimsel yakınlığımızı nasıl or­
taya çıkardığını ve doğadaki yeri miz hakkı nda farklı bir bakış
açısı geliştirmemizi gerektirdiğini lart ışacağım.
1859'da Türlerin Kökeni adlı yapıt ı nda Darwin, evı:i min in­
sanlar açısından ne anlama geldiği konusuna girmekten kaçın­
mıştı . Sonraki haskılara ise ihtiyatlı lıir cii ıııle eklendi: "İnsa­
nın kökeni ve tarihi aydınlatılacaktır." Darwi n Inı kısa cümleyi,
1 8 7 1 'de yayınlanan İ nsanın Türeyi.§i adlı kiLalıında aynntılan­
dırdı . Hala çok hassas olan bir konuyu dı� alarak , anlropoloji­
nin kuramsal yapısına iki sütun dikti. Bunlardan ilki, insanların
ilk nerede evrildikleriyle (ona zamanında ı,:ok az kişi inanmıştı,
oysa haklıydı) , ikineisi ise, bu evrimin şekli ya da biçimiyle il­
giliydi. Darwin 'in evrimimizin şekli hakkındaki görüşleri antro­
poloji bilimini lıi rkaç yıl öncesine dek elkilcdi ve sonra, yanlış
olduğu anlaşıldı.
Darwin, insanlığın beşiğinin Afrika olduğunu söyliiy_()r��­
-
B u7o�uca lıasit lıir ıııa-ntık.la v����;ştı:

15
!5 Dünyanın her büyük bölgesinde hayatta olan memeliler, aynı
bölgede evrilmi§ türlerle yakın bağlantı içindedirler. Dolayı­
sıyla, Afrika'da bir zamanlar, goril ve §empanzelerle yakından
bağlantılı ve günümüzde nesli tükenmi§ olan insansımaymun­
lar (ape) ya§amı§ olabilir: bu iki tür insanın en yakın akrabala­
rı olduğuna göre, ilk atalarımızın Afrika kıtasında ya§amı§ ol­
maları olasılığı, ba§ka bir yerde ya§amı§ olmaları olasılığından
daha yüksektir.

Darwin'in bu satırları yazdığı sıralarda hiçbir yerde erken


insan fosillerinin bulunmadığını unutmamalıyız; vardığı sonuç
tamamen kurama dayaııdınl ıııı§tı. Darwin'in zamanında bili­
nen tek insan fosilieri Avrupalı Neandertal insanına aitti ve
bunlar, insan geli§iıııinin giirı�c•� yeni bir a!iaıııasını temsil edi­
yorlaı·dı.
Antropologlar Darwin'in yonııııundan lıi'-� lıo§lanmadılar;
bunun en önemli nedı�nlerindı·n l ı i r i , l ro pik Afrika'ya söm ür­
geci gözüyle, kiiçümseyerek lıakıl ıııasıydı: Kara Kııa, 1/omo sa­
piens gibi soylu bir yaralığın kökeni için lıiı.� dı� uygıı ıı lıir yer
olarak görülmüyordu. Yüzyıl ba§ırıcla Avrupa vı� Afrika'da yeni
insan fosillerinin bulunmasıyla birlikte, Afrika kiikı·ııli ol ma
fikrine duyulan küçümseme arttı ve bu tutum o n yı lları a siird ii.
-

Babam l93l'de Cambridge'deki entelektüel hocalanııa insa­


nın kökenierini Doğu Afrika'da aramayı planladığını siiybli­
ğinde, Asya üzerinde yoğunla§ması için büyük bir l ıaskı yapıl ­
dı. Louis Leakey'in inancı kısmen Darwin'in savıınıısuııdan,
hiç ku§kusuz kısmen de, Kenya' da doğup büyümi. i § olmasırı­
dan kaynaklanıyordu . Cambridge akademisyenlerinin lavsiyı�­
lerini gözardı edip, Doğu Afrika'nın ilk evrim tarihimizin •�n
önemli bölgesi olduğunu kanıtlanıaya koyuld u . Son yıllarda l ııı
kıtada bulunan erken insan fosili sayısına kı:ır§ın, antropologla­
rın bu Afrika kar§ıtı duyguları lıize çok tuhaf görünüyor. B u
olay, bilimcilerin manlık kadar duygularından da etkilend ıil­
diklerini gösteriyor.

16
Darwin'in İnsanı�ı Türeyi§i'nde ulaştığı ikinci önemli sonııç,
insanları n önemli ayıncı özelliklerinin - iki ayaklılık, teknoloji
ve büyük bir beyin - birbirleriyle_ uyum içinde gelişmi� olma­
sıydı:
d Kollarının ve ellerinin serbest kalması ve ayaklan iisli'ıııdt>
sağlarnca d urabilmesi insan için bir avantaj olmu§sa . . . İıı,.;a­
nın ataları için daha dik ya da iki ayaklı hale gelıneniıi daha
avantajlı olmaması için bir neden görı>ıniyonıın. Eller ve kol-
lar bı-denin tüm yükünü ta§ıınak iı;in kullanıldıkça . . . ya da
ağaçlara tırmanmaya uygun oldukça, silalı yapmak ya da la§
ve mızraklan hedefe atmak için gewkli §ekikl.� geli§emezdi.

Burada Darwin, alışıl madık hareket tarzımızdaki gel işimin,


taştan silah yapımıyla doğrudan bağlantılı olduğunu savunmak­
tadır. Da��d<0!e�i _gic_leJ:t:J�� u ev ri ın de��irııl�ı:_i_ı:ı_i _,_ iı:ıs�rı!�ı :da­
ki, insansımaym unları n lıançere benzeyen köpekdişleriyle kar­
§lla§ıı��ltlığında son derece kü��iik olan köpek dişlerini!} köke� _
niyle ilişkilendirıniştir. İnsanın Tiireyi§i'nde şöyle demekte_y_di:
11
İnsanın atalan büyük olasılıkla, b iiyiik köpekdişierine sahipti­
ler; ama düşmanları ya da rakipleriyle savaşırken taş, sopa ya
da diğer silahları kullanma alışkarılığını geliştirmeleriyle Lı�rlik­
te�-çenelerini ve dişlerini daha az kullanmaya başladılar. Bu
11
durumda çene ve dişler küçülecekti.
Silah yapabilen bu iki-ayakli-ya ra tı k lar Darwin'e göre, daha
çok zeka gerektiren yoğun bir sosyal etkileşim geliştirdiler.
Atalarımızın zekalarının gelişmesiyle bi rlikte, teknolojik ve sos­
yal gelişmişlik düzeyleri de yükseldi ve Inı da, daha gel işmiş
bir zeka gerekti rdi. Böylece her yeni özellik, diğer özelliklerin
gelişmesini sağladı . Bu bağlantılı evrim lıipotezi i n s an ı n kökeni
konusunda açık seçik bir senaryo sunuyordu ve antropoloji bi­
li m i nin gelişimine merkez oluştur d u .
Bu senar yoya göre ilk insan türü, iki ayaklı b i r insansı may­
mundan öte lıir ş ı � ydi : 1/omo sapiens'te takdir ettiğimiz özellik­
lerden bazıları na daha o zamandan sahipti. Bu öylesine güçlü
ve akla yakın lıir iıııgı·ydi ki, antropologlar uzun bir süre, bu

İnsanın Kökeııi, F: 2 17
imgenin etrafında inandırıcı hipotezler dokuyabildiler. Ama se­
naryo, bilimin ötesine geçti: İnsanların insansımaymunlardan
evrimsel farklılaşmaları aniden ve çok eski bir dönemde ger­
çekleşmişse, bizimle doğanın geri kalan kısmı arasına büyük
bir uzaklık girmiş demekti. Homo sapiens'in tamamen farklı bir
yaratık olduğuna inananlar için bu bakış açısı son derece ra­
hatlatıcıydı.
Bu inanç hem Darwin'in döneminde hem de yüzyılımızda
bilim adamları arasında oldukça yaygındı. Sözgelimi, on doku­
zuncu yüzyıl İngiliz doğa bilimeisi - ve Darwin'den bağımsız
olarak doğal seçim kuramını yaratmış olan - Russel Wallace
bu kuramı, insanlığın en çok değer verdiğimiz yönlerine uygu­
lamak istemedi. İnsanları , yalnızca doğal seçimin ürünü olarak
görülemeyecek d enli akıllı, irH'dmi§ ve gdi§rıı iş buluyordu. İl­
kel avcı l o p l ay ıc ı l a rı n l ı i yoloji k aı;ıdan l ı ı ı i i zell iklere gereksi­
-

nim duymayacakla rını ve dolayısıyla, doğal seı;i ııı sonucu geliş­


miş olamayacakların ı d iişiiniiyord ı ı . i nsanları n l ı ı ı denli özel
yaratıklar ol malarını doğaii s l i i l ı i r rııiidalıalı� sağl a m ı § olmalıy­
dı. Wallace'ın doğal seçim gücüne inannı a ıııası , l >arwi n'i son
derece rahatsız ediyordu .
l930'lar v e l940'larda Güney Afrika 'da gnı;ı·klı·şl i rd iği
öncü çalışmalarla Afrika'nın insanlığın beşiği olarak kal ıul ı�dil­
mesine katkıda bulunan İskoç paleontolog Holwrı l l r oorıı da
insanın ayrıcalıklı olduğuna inanıyordu. Homo sıiJiinı., 'in ı�vri­
min nihai sonucu olduğunu ve doğanın geri kaLı n kısı ı ı ı ı ı ı ı ı in­
sanın rahat etmesi için şekille�dirilmiş olduğunu dii§ii niiyordıı.
Wallace gibi Broom da türüm üzün kökeninde d oğa i i s l i i giiı.;ler
arıyordu.
Wallace ve Broom gibi bil imcilcr, biri entelektüd v c diğı�ri
de duygusal olmak üzere iki ��alı§an güçle savaşıyo rl a n l ı . /lo­
mo sapiens'in evrim süreci sayı�sinde doğadan geli § Liği gnı;ı·ği­
ni kabul etseler de, insanın tinselliğine ya da aşkın özii ıw dair
i nan��l arı , onları evrim koıı ıısıında insanın ayrıcalığıııı kan ı ı la­
yan açıklamalar oluşlurm aya yönlendiriyordu . Darwin ' i n

18
1 8 7 1 'deki evrim 11 paketinde 11 böyle bir rasyonelle§Lirme vardı.
Darwin doğaüstü müdahale aramıyordu gerçi, ama evrim se­
naryosu, insanları daha ba§langıçtan itibaren insansımaymun­
lardan ayırıyordu .
Darwin'in tezi yakla§ık o n yıl öncesine dek etkisini sürdür­
dü ve insanın ne zaman ortaya çıktığı konusunda önemli bir
çatı§ma ya§anmasına neden oldu . Darwin'in bağlantılı evrim
hipotezinin çekiciliğini göstermesi nedeniyle, bu çatı§mayı kısa­
ca anlalacağım . Çatı§ma aynı zamanda, hipotezin antropolojik
dü§Ünܧteki etkisinin sona ermesine de i§aret eder.
1 96 1 'de, o dönemde Y ale Üniversitesi'nde olan Elwyn Si­
mons çığır açıcı bir bilimsel bildiri yayınlayarak, bilinen ilk in­
sangil türünün Ramapithecus adı verilen küçük bir insansımay­
mun benzeri yaratık olduğunu savundu. O dönemde bilinen
tek Ramapithecus fosil kalıntıları, Yale'den C. Edward Lewis
adlı genç bir ara§tırmacının 1 931 'de Hindistan'da bulduğu üst
çene parçalarıydı. Simons, yanak di§lerinin (azı di§leri ve kü­
çük azı di§leri), insansımaymunların di§leri gibi sivri değil, düz
olmaları açısından insanlardakilere benzediğini görmܧtÜ. Kö­
pek di§leri de insansımaymunlara p;iire daha kısa ve düzdü. Si­
mons, eksik haldeki üst çenenin yeniden olu§turulması duru­
munda, §eklinin insanlardakine benzeyeeeğini de iddia ediyor­
du; yani modern insansımaymunlardaki gibi 11 U 11 §eklinde de­
ğil, arkaya doğru hafifçe geni§leyen bir kemer biçi minde.
Cambridge Üniversitesi'nden İngiliz anlropolop; David Pil­
beam bu dönemde Yale'de Simons'a katıl dı ve bi rlikte, Rama­
pithecus çenesinin insansı olduğu iddia edilen anatomik özellik­
lerini tanımladılar. Ama anatomiden ele öteye p;eçtiler ve yal­
nızca çene par��alarının güçlülüğüne dayanarak, Ranıapithe­
cus'un iki ayağı üstünde dik yürüdüğünü, aveılık yaplığını ve
karma§ık bir sosyal ortamda ya§adığını öne sürdüler. Onların
usavurumları Darwin 'in ki gibiydi: İnsansı olduğu varsayılan bir
tek·Ö� eÜ iğiı ; (di� yapısı) varlığı, diğer özelliklerin de var oldu­
ğunu gösteriyord u . Sonuçta, ilk insangit türü olduğu varsayılan

19
§ey, kültürel bir hayvan - yani kültürsüz bir i nsansımaymun­
dan çok, modern insanların ilkel bir deği§keni - olarak görül­
meye ba§landı .
İlk Ramapithecus fosillerinin bulunduğu ve ardından , Asya
ve Afrika'daki benzer ke§iflerin yapıldığı tortular eskiydi. D ola­
yısıyla Simons ve Pilbeam, ilk i nsanı n en az 15 milyon ve belki
de 30 milyon önce ortaya çıktığı sonucuna vardılar ve antropo­
loglann büyük çoğunluğu bu görÜ§Ü kabul etti. Dahası, köke­
nin bu kadar eski olduğu inancı insanlarla doğanın geri kalan
kısmı arası n a büyük lıir uza k l ık koyarak, pek çok ki§iyi rahatla­
tıyordu.
1 960 ' I ard a lkrkdcy'dc ki Califonıia Ü nive rsi tesi ' nden iki
kimyacı, Allan Wilson vt� Viıwı·nt Sariclı, ilk insan türlerinin
ne zaman ortaya çıktığı koıııısı ınıla çok farklı l ıir sonuc a ula§tı­
lar. Fosiller iistiinılı� çal ı�ıııak yniıw, ya�ayan <"anlıl arla Afrika­
lı i nsan sı m ay nı ı ı nlarıl aki kızı kan proll'iııll'riııiıı yapısını kar§ı­
la§tırdılar. Amac)arı, insan ve insaıısıııı;ıyııııııı prolt·inlt�ri ar a­
sındaki yapısal fark düzeyini saplaıııakıı; ıııııl;ısyoıı ne d eniy l e
bu fark zaman içinde hesaplanabilir lıir lıızla arlıııı� olmalıydı.
İnsanlar ve insansınıayın unlar ne kadar uzıııı siin· iiııı·ı· iki ayrı
tür haline gelnıi§lerse, biriken mutasyon sayısı ıla o kadar fazla
olacaktı . Wilson ve Sarich mutasyon hızını hesaplaı l ı la r vı� lıiiy­
lece, kan proteini verilerini bir moleküler saat olarak kıılla ııa­
bildiler.
Bu saate göre ilk insanlar, yalnızca yakla§ık 5 ınilyoıı yıl iiı ı­
ce ortaya çıkmı§ olnıalıydılar; bu, egemen a ntropolo ji k ı ır a ıııın­
daki 1 5 ile 30 milyon yıllık talıminle çarpıcı oranda çdi�ı·n lıir
hulguydu. Wilson ve Sarich'in verileri ayrıca, insanları rı, §t � ın ­
panzelerin ve goı·illerin kan proteinlerinin birbirlerinden aynı
dt�recede farklı olduğunu giisteriyordu. Yani 5 milyon iiııı:ı�
gerçekle§en bir evrim olayı ortak l ıir atanı n aynı anda ii�: ayrı
yii ıı e gitmesine neden olm ıı § tıı ; l ı ıı bölünme, modern insanla­
rın yanı s ı ra , modern §empanzı� ve modern gorillerin de gdi§­
meleriııi sağlamı§tı. Bu da, çoj!;ıı ant ro pologu n inançlarına ay-

20
kırıydı. Geleneksel düşüneeye göre şempanzelerle goriller bir­
birlerinin en yakın akrabalarıdır ve insanlarla aralannda bü­
yük bir uzaklık vardır. Molekül verileri hakkındaki yorumların
geçerli olması d urumunda antropologlar, insanlarla İnsansı­
maymunlar arasında çoğunun inandığından daha yakın bir bi­
yolojik ilişki olduğunu kabul etmek durumunda kalacaklardı.
Çok büyük bir tartışma doğdu ve antropologlarla biyokim­
yacılar birbirlerinin mesleki tekniklerini şiddetle eleştirmeye
başladılar. Wilson ve Sarich 'in vardıklan sonuç, molekül saat­
lerinin hatalı olduğu ve dolayısıyla, geçmişteki evrim olaylan
hakkında bir zaman saptamasının güvenilir olmayacağı iddi­
asıyla eleştiriliyord u . Wilson ve Sarich ise, antropologlann kü­
çük ve parçalanmış anatomik özelliklere çok fazla önem ver­
diklerini ve dol ayısıyla, geçersiz sonuçlara ulaştıklarını savunu­
yorlardı. Ben o dönemde Wilson ve Sarich'in hatalı olduklannı
düşünerek, antropolog topl uluğunun yanında yer almıştım.
Bu larıışma o n yılı aşkın lıir süre boyunca devam elli ve bu
dönem içinde Wilson 'la Sarich ve birbirlerinden bağı msız baş­
ka araştırınacılar giderek daha çok sayıda yeni moleküler kanı­
La ulaştılar. Bu yeni verilerin büyük �:oğunluğu, Wilson ve Sa­
rich'in il k tezlerini destekliyorclıı. Kanıtlar anlropologların fikir­
lerini değiştirmeye başladı, ama Inı yavaş bir değişimdi. So­
nunda, l980'lerin başlarında Pillwaııı ile ekibinin Pakistan'da
\ " e L on dr a Doğa Tarihi Müzesi'nden !'eter Andrcws'un Türki­

ye'de daha eksiksiz durumda Ranıapitll<'ru.� benzeri fosiller


bulmaları, sorunun çözüme kavuşması nı sağladı (bkz. şekil
1-1) .
İ l k Ranıapitlıecus fosİlleri gerçekten d e bazı yönlerden insa­
na benziyorlardı; ama bu Lür, insan değildi . Aşırı derecede
parçalanmış kan ıılan temel alarak bir evriııı bağlantısı oluştur­
ma işi çoğu kişinin sandığından çok daha zordur ve dikkatsiz
davrananların diüjebileceği pek çok tuzak vardır. Simons ve
Pilbeam bu tuzaklardan birine düşm üşlerdi: Anatomik benzer­
lik, mutlaka ı�vriııısd bağlantı old uğu anlamı na gel mez. Pakis-

21
Asya'daki Afrika'daki Asya'daki Afrika'daki
ınsansı ınsansı ınsansı ınsansı
maymunlar maymunlar İ nsanlar maymunlar maymunlar İnsanlar

.
.

10

15

20

25

Milyon
yal
ŞEKiL 1-1
Molekiil kanıllan. l967'dcıı önce anlropolo�lar, fosil kaıııtlıınııııı, i ıısaıılarla
maymunlar arasında en azıııdan 15 milyoıı yıl iiııl"t"siıu· �idı·ıı ı·ski lıir ev­
ıimsel farklılığı gösterdiğini dii§iiniiyorlardı. Ama 1 <J(ı7'ılı-, loıı farklılığııı
çok daha yeni olduğumı gösteren molckiil kaıııtlan bıılııııılıı: Yukla�ık S mil­
yon yıl önce. Antropologlar yeni kanıtları kabullcnmcktc ılıırııksııdılarsa da,
'
sonunda kabul ettiler.

tan ve Türkiye'de bulunan daha eksiksiz durumdaki iirrwkler,


insansı olduğu varsayılan özelliklerin yapay olduğunu giistı�rd i .
Ramapithecus'un çenesi kemerli değil, V şeklindeydi; lııı ve di­
ğer özellikler, ilkel bir insansımaymun türü olduğunu giislt�ri­
yordu (modern insansımaymunlanrı çerıesi U şeklindedir). Da­
ha sonraki akrabası orangutan gibi, Ramapithecus da ağaçlar­
da yaşıyordu ve ne iki ayaklı lıir insansımaymun, ne de ilkel
bir avcı-toplayıcıydı. Yeni kanıtlar, Ramapithecus'un irısaııgil­
lerden olduğuna inanan en i naıçı aııtropologları bile yanıldıkla­
rına ve Wilson'la Sarich'in haklı olduklarına ikna etmişti: İnsan

22
ailesinin kucusu üyesi olan ilk iki ayaklı insansımaymun, sanıl­
dığı kadar eski bir dönemde değil, görece yakın bir zamanda
ortaya çıkmı§tı.
Wilson ve Sarich ilk yayınlarında, 5 milyon yıl öncesini bu
olayın tarihi olarak göstermi§lerdi, ama günümüzde moleküler
kanıtlar, tarihi yakla§ık 7 milyon yıl öncesine atıyor. Ancak in­
sanlarla Afrikalı insansımaymunlar arasında olduğu öne sürü­
len biyolojik yakınlık fikrinden vazgeçilmedi. Hatta bu ili§ki,
öne sürüldüğünden de yakın olabilir. Kimi genetikçilerin, mo­
lekül verilerinin, insanlarla §empanzeler ve goriller arasında
birbirine e§it üç yollu bir ayrıma i§aret ettiğini dü§ünmelerine
kar§ın, ba§ka §ekilde dü§ünenler de var. Onlara göre insanlar
ve §empanzeler birbirlerinin en yakın akrabalarıdır ve goriller­
le aralarındaki evrimsel uzaklık daha fazladır.
Ramapithecus olayı antropolojiyi iki §ekilde deği§tirmi§ti. İlk
olarak, ortak bir anatomik özellikten ortak bir evrimsel bağlantı
çıkarmanın tehlikelerini gösterdi. İkinci olarak, Darwinci "pa­
ket"e körü körüne bağlı kalmanın budalalık olduğunu kanıtla­
dı. Simons ve Pilbeam köpek di§inin §eklini temel alarak, Ra­
mapithecus' a eksiksiz bir ya§ am tarzı atfetmi§lerdi: bir insangil
özelliği bulunduğunda, bu türden tüm özelliklerin de bulundu­
ğu varsayılıyordu. Ramapithecus'un insangil statüsünü yitirme­
sinin sonucunda, antropologlar Darwin paketinden ku§ku duy­
maya ba§ladılar.

Bu antropolojik devrimin geli§imini izlemeden önce, ilk in­


sangil türünün nasıl ortaya çıktığını açıklamak için çe§itli dö­
nemlerde öne sürülmü§ bazı hipotezlere de kısaca göz almalı­
yız. Popülerlik kazanan her yeni hipotezin, döneminin sosyal
iklimini yansıtması çok ilginç bir nokta. Sözgelimi Darwin , ta§
silahların geli§tirilmesinin, teknoloji, iki ayaklılık ve beyin bo­
yutunun· büyümesini içeren evrim paketinin ba§langıcında
önemli olduğunu dü§ünmܧtÜ. Hipotez hiç ku§kusuz, ya§amın

23
bir sava§ olduğuna ve ilerlemenin giri§imcilik ve çabayla sağ­
landığına dair yaygın fikri yansıtıyordu . Victoria Çağının bu
etosu, bilime i§lemi§ ve insan evrimi de dahil olmak üzere ev­
rim sürecine bakı§ açısını belirlemi§ti .
Yüzyılımızın ilk onyıllarında, Edward dönemine özgü iyim­
serliğin en enerjik günlerinde, bizi biz yapan §eyin beyin ve
dü§ünce olduğu söylendi. Bu yaygın sosyal dünya görü§ü ant­
ropolojide, insan evrimine ba§langıçta iki ayaklılığın değil, bey­
nin büyümesinin ivme kazandırdığı fikrinde ifade buldu.
ı 940'larda dünya, teknolojinin büyüsüne ve gücüne kapılmı§­
tı; dolayısıyla, " Alet Yapan Adam " hi po tezi popülerlik kazan­
dı. Londra Doğa Tarihi Müzesi'nden Kennelh Oakley'in öne
sürdüğü bu hipolezde - s i lah deği l - La§ alet yapımı ve kullanı­
mının evrimimiz için gerek l i d iirl iiyü sağlad ığı savunuluyordu.
Ve dünyanın İkinci Dünya Savw�ı'nın giilgı�siıw gi rdiği dönem­
lerde , insanlarla i nsansırııayııııı ı ılar a rasınd aki dalıa karanlık
bir fark vurgulanmaya l ı a§laııd ı : l ıin�yiıı kend i ıi·ı riiıH� kar§ı §id­
det uygulaması . İlk kez A v u sl ral yal ı aııaloıııi l ıili ı ııl'i Hay nı ond
Dart'ın öne sürdüğü " Katil M ay m unadaıı ı" fikri, l wlki de sa­
Va§ta ya§anan korkunç olayları aç ı kl ı yo r (ya d a l ı a ı ı a , ı nazur
gösteriyor) olması nedeniyle, yaygın kabul gördii.
ı 960'larda antropologlar, insan kökeninin anal ılan olarak
avcı-toplayıcı ya§am tarzına yöneldiler. Pek çok a ra�lırııı a eki­
bi, özellikle Afrika' da olmak üzere, teknolojik açıdan il kı�l mo­
dern insan nüfuslarını inceliyorlardı . Bunların arasınd an en
kayda değerlerden biri (hatalı olarak Bushmen di' dı�rıen)
!Kung San halkıydı . Burada doğayla uyum i çinde, doğayı kar­
ma§ık yöntemlerle kullanan ve doğaya saygı gösteren l ıi r lıalk
imgesi ortaya çıktı. Bu insanlık göri.i§Ü dönemin çevn�ciliğiyle
uyum içindeydi, ama antropologlar, karma avcılık ve toplayıcı­
lık ekonomisinin karma§ıklığından ve ekonomik güvenliğinden
de etkilenmi§lerdi . Yine de asıl üstünde durulan, avcı l ı kı ı .
ı966'da Chicago Üniversiıesi'rı de, " Avcı Adam" lıa�l ıkl ı
önemli bir antropoloji korıfı�ransı gerçekle§tirildi. Topl antıya

24
egemen olan akım oldukça yalındı: İnsanı insan yapan, avcılık­
tır.
Teknolojik açıdan ilkel toplumlarda avcılık genellikle, erkek
sorumluluğudur. Dolayısıyla, 1970'lerde kadın sorunu konu­
sundaki bilincin gelişmesiyle birlikte, insanın kökenine dair bu
erkek merkezli açıklamanın sorgulanmaya başlanması son de­
rece normaldi . " Toplayıcı Kadın" olarak bilinen alternatif bir
hipotezde, tüm primat türlerinde olduğu gibi, toplumun merke­
zinin dişiyle çocukları arasındaki bağ olduğu savunuluyordu .
Karmaşık bir insan toplumunun oluşturulmasını, teknoloji ya­
ratan ve herkes tarafından payiaşılmak üzere (en başta bitki)
yiyecek toplayan insan dişilerinin inisyatifi sağlamıştı. Ya da,
öyle olduğu savunuluyordu.
B u hipotezler İnsan evrimini asıl başlatan şey konusunda
farklı fikirler getirmekle birlikte, hepsi de, Darwin'in değer ve­
rilen belli insan özellikleri paketinin daha ilk baştan oluşmuş
olduğunu söylüyorlardı: 1 lala, ilk insangil türünün belli bir dü­
zeyde iki ayaklılık, teknoloji ve büyük beyin özelliklerine sahip
olduğu düşünülüyordu . Dolayısıyla insangiller, daha başlangıç­
tan itibaren kültürel yaratıklardı; lıu nedenle de, doğanın geri
kalan kısmından farklıydılar. Oysa son yıllarda bunun doğru
olmadığını anlamaya başladık.
Arkeolajik kalıntılarda, Darwinci hipotezin doğru olmadığını
gösteren sağlam kanıtlar görülüyor. Darwin paketi doğru olsay­
dı, arkeolajik kalıntılarda ve fosil kalıntılarında iki ayaklılığa,
teknolojiye ve büyük beyne dair kanıtları aynı anda görürdük.
Ama görmüyoruz. Tarihöncesi kalıntılarının ı�k bir yönü bile,
hipotezin yanlış olduğunu göstermeye yetiyor: Taş alet kalıntı­
ları.
Çok ender olarak fosilleşen kemiklerirı tersine, taş aletlerin
yok olması neredeyse olanaksızdır. Dolayısıyla, tarihöncesi ka­
lıntılarının büyiik l ıiilümünü taş aletler ol uştur u r ve en başın­
dan itibaren ı.�kııolojinin gelişimi bu aletiere dayanılarak yeni­
den oluştunılıır.

25
Bu tür aletlerin ilk örnekleri - çakıl ta§larından birkaç yon­
ga çıkarılarak yapılan kaba yongalar, kazıma araçları ve balta­
lar- yakla§ık 2 . 5 milyon yıl önce ortaya çıkar. Molekül kanıt­
ları doğruysa ve ilk insan türü yakla§ık 7 milyon yıl önce orta­
ya çıktıysa, atalarımızın iki ayaklı olmalarıyla la§ alet yapmaları
arasında yakla§ık 5 milyon yıl geçmݧ olmal ı . İki ayaklı bir in­
sansımaymun yaralan evrim gücü her neyse, alet yapma ve
kullanma becerisiyle bağlantılı değildi. Ama pek çok antropo­
log, 2.5 milyon yıl önce teknolojinin gelݧmesinin , beyindeki
büyümeyle aynı döneme denk geldiğine i n a nıyor.

Beyindeki büyümeyle teknolojin i n , i ıısaııı ı ı kiikeniyle aynı


zamanda ol u §mad ığ ı rı ın a ı ı la�ı l ı ı ıası , aıı l ropologl a rı yaklaşımla­
rını yeniden d ii�ii rı rıwye zorla d ı . Son ıu;ıa yl' ı ı i lı i polc�zler, kül­
türden çok biyoloji terinı leriyle olıı� l ı ı nı l d ı ı . Bc· ı ı hıı ı ı ı ı , ın e sl e­
ğimizdeki sağlıklı b i r gel işme olarak giiriiyorıı ı ı ı ; iizl'llikle de fi­
kirlerin, diğer hayvanların ekolojisi ve davra ı ı ı� ı lıakkı ı ı d a lıil­
diklerimizle karşıla§tırılarak sınanmasını sağl adığı ic;i ı ı . B ı ı yak­
la§ımda, Homo sapiens'in pek çok özel n i ı el iğc� sahi p oldıığıı n u
yadsımamız gerekmiyor. B u niteliklerin geli şi ı ı ı i ıı i, laıııarrıe r ı
biyolojik bir bağlamda inceliyoruz.
Bu anlayı§ olu§tuktan sonra, antropologun i rı sa ı ı ı ı ı kiikenle­
rini saplama İ§İ yeniden iki ayaklılığın kökeni üzt�riııdc� yoğıırı­
la§tı. Evrimsel dönü§Üm, bu tek olaydan soyutlarıdığıııd a bile,
(ABD'deki) Kent Eyalet Üniversitesi'nden analonı i bilimci
Owen Lovejoy'un da beliriliği gibi , önemsiz değildir: Lovejoy,
1 988' de yazdığı popüler bir nıakalı:de, 11 İki ayaklı lığa gt�c,:i�,
evrim biyolojisinde görebileceğiniz en çarpıcı değişiııılerdt�rı
biridir, 11 demi§ Lİ. " Kemiklerde, kemiklere güç sağlayarı kasla­
rın düzeninde ve kollada hacakların hareketinde önemli dt�ği­
§İmler görtilmektedir. 11 insanlarla şempanzelerin !eğen kt�nıik­
lerine bakmak, bu, gözlemi doğrulamaya yetiyor: Leğen i nsan-

26
larda kısa ve kutu gibi, §empanzelerdeyse uzundur. Kol ve ba­
caklarla gövdede de önemli farklılıklar vardır (bkz. §ekil ı .2) .
İki ayaklılığın gelݧİmİ önemli bir biyolojik dönܧÜm olm�k­
tan öte, aynı zamanda önemli bir uyarlanma dönü§ümüdiir.
Önsözde de savunduğum gibi, iki ayaklı hareket öylesine
önemli bir uyarlanmadır ki, tüm iki ayaklı İnsansımaymunlara
11
insan 11 demekte haklıyız. B u , ilk iki ayaklı insansımaymun tü­
rünün belli bir düzeyde teknolojiye, geli§mi§ bir zekaya ya da
İnsanlığın kültürel niteliklerine sahip olduğu anlamına gelmi­
yor. Bu niteliklere sahip değildi. Ben - kolların günün birinde
ellerin kullanılabileceği §ekilde serbest kalmasını sağlayan- iki
ayaklılık uyartanmasının son derece önemli bir evrim potansi­
yeli ta§ıdığını ve bu nedenle, öneminin terminolojimizde yer al­
ması gerektiğini söylüyorum. Bu insanlar bizim gibi değillerdi,
ama iki ayaklılık uyarlanması olmasa, bizim gibi olamazlardı.
Bir Afrikalı insansımaymunda bu yeni hareket §eklinin ge­
li§mesini sağlayan evrim faktörleri nelerdir? İnsanın kökenine
dair popüler imgelerde çoğunlukla, ormanı terk edip açık sa­
vanlara yönelen insansımaymun benzeri bir yaratık görürüz.
Bu, ku§kusuz çarpıcı bir imge olsa da, Harvard ve Yale üni­
versitelerinden Doğu Afrika'nın pek çok bölgesinde toprak
kimyasını inceleyen ara§tırmacıların da yakın zamanlarda ka­
nıtladıkları gibi, kesinlikle yanlı§tır. Büyük göçebe sürülerin
dola§tığı Afrika savanları, oldukça gençtir; :3 milyon yıldan da­
ha az bir süre önce, ilk insan türünün ortaya çıkmasından
uzun süre sonra geli§mi§lerdir.
ıs milyon yıl öncesinin Afrika'sına bakarsak, batıdan doğu­
ya uzanan ve aralarında çe§itli maymun ve insansımaymun tür:
lerinin de bulunduğu pek çok primata barınaklık eden bir or­
'
m ari örtüsü görürüz. Günümüzün tersine o dönemde insansı­
maymun türlerinin sayısı, maymun türlerinin sayısından çok
daha fazlaydı. Ama, sonraki birkaç milyon yıl içinde bölgede
ve sakinlerinde çarpıcı deği§iklikler yaralacak olan jeolojik
güçler gelişmekteydi.

27
Uzun, kıvnk 1f
parmak kem i kl e ri 1
ı

ŞEKİL 1 -2
Farklı hareket şekilleri. Dörtaya klı lıarekctıcıı iki ayaklı harckdı· gl'�· i � , l w­
d e n i n anatomik yapısmda iiııcıııli d ı · � i �ik l i kler olnıasmı gerekı i rı ıwkı q d i .
. Sözgelimi, şempanze ve gorillere ı ı ra ı ı l a insanların hacakları d a l ı a ı ı zı ı ı ı , kı ıl­
lan daha kısa, leğenleri daha bod ur, pa rmaklan daha kısa v� ıli'ı z , l wl l ı i il­
ge s i daha belirs!zdir. Bilinen eıı l' � ki iıısaııgil ola ı ı Ausıralopithecl/.1 u/inr'/1.1 ��
hıç kuşkusuz ıkı ayaklıydı, a ı ı ı a agaı; l a rd a yaşayanların bazı aııal ı ı ıı ı ı k iizı·l­
liklerini cle korumuştu. {Jolııı Flı·aglc·/A!'ade ıııic Press. )

28
Kıtanın doğu kısmında yerkab uğu, Kızıl Deniz' den gunu­
müzün Etiyopya, Kenya ve Tanzanya'sından Mozambik'e doğ­
ru bir hat halinde yarılmaktaydı . Sonuçt:lj. Etiyopya ve Ken­
ya'da toprak kabardı ve 3000 metreyi aşkın yükseklikte geniş
dağlık alanlar oluştu. J3u büyük kubbeler kıtanın topografyasın­
dan öJe, iklimini de değiştirdi. Eski tekelüze batıdan-doğuya
hava akışını bozan kubbeler, doğuda kalan toprakları yağış ala­
nının dışında b_ırakarak ormanları beslenme kaynaklarından
yoksun bıraktılar. Aralıksız ağaç örtüsünün bölünmeye başla­
masıyla birlikte orman parçacıklarından, ağaçlık alanlardan ve
çalılıklardan oluşan mozaik benzeri bir çevre oluştu.. Ama açık
otluk alanlar hala enderdi .
1 2 milyon yıl önce süregiden tektonik güçler çevreyi daha
da değiştirdi ve kuzeyden güneye doğru uzanan ı,ızun , dolarn­
haçlı bir vadi oluştu: Büyük Yarık Vadisi. Büyük Yarık Vadi­
si'nin ortaya çıkışı iki biyolojik etki yaratmıştır: hayvan toplu­
luklarına doğudan batıya uzanan zorlu bir engel yaratmakta ve
zengin bir ekolojik şartlar rnozai�inin gelişmesini teşvik etmek­
tedir.
Fransız antrapolog Yves Coppens, doğu-batı bariyerinin, in­
sanlarla insansırnaymunl::ırı n lıirl ıirl e rinden ayrı olarak evril­
mesinde büyük önem taşıdığına inanıyor. " Aynı atadan gelen
(insan] ve [insansımaymun] toplulukları ş<.u tların etkisiyle . . .
ayi"ıldılar. B u ortak ataların batıdaki torunları , yaşama uyarlan­
m�larını nemli, ağaçlık ortarnlarda sürdürdüler; bunlar [insan­
sımaymunlar]dır. Aynı ortak ataların do�udaki torunlarıysa \
,açık bir çevredeki yeni yaşamiarına uyarlan mak için yepyeni
bir repertuvar yaraıtılar: Bunlar [insanlar]dır. " Coppens bu se­
naryoya " Doğu yakasının hikayes i " adını veriyor.
·

Vadinin serin, ormanlık platolar içeren çarpıcı dağlık alan­


ları ve sıcak, kurak alanlara l000 metre irtifadan birden inive­
ren dik, bayırları vardır. Biyologlar bu tür, çok sayıda farklı ha­
bitat sJ nan mozaik çevrelerin evrimsel yeniliği teşvik ettiğini
fark ettiler. Bir zamanlar yaygın ve birbirine benzer olan bir

29
türün toplulukları birbirlerinden ayrılabilir ve doğal seçim sü­
recinin yeni etkilerine maruz kalabilirler. Bu, evrimsel değişim
reçetesidir. Böylesine bir değişim kimi zaman, yaşama uygun
çevrelerin yok olmasıyla, yok oluşa uzanır. Afrikalı insansımay­
munların çoğu bu kaderi yaşadılar; günümüze yalnızca üç tür
kalabildi: goıj.l_,_ bay�ğı şemQ.!inze ve ciice §empanze., Ama çoğu
insansımaymun türünün çevre değişiminden olumsuz etkiten­
mesine karşın, içlerinden biri, hayalta kalmasını ve gelişmesini
sağlayacak yeni bir uyarlanma şansını yaşadı. Bu, ilk i ki ayaklı
insansımaymundu. İki ayaklılık hiç kuşkusuz, değişen şartlarda
hayatta kalması için önemli avantajlar sağlaınışlı. Antropologla­
rın görevi, bu avantajların neler olduğunu bulmaktır.
Antropologlar iki ayaklılığın insan t�vrinı indeki iint�nıini ge­
nellikle iki şekilde değt�rlend i ri rl c r : B i r d ii§ii ı ı t·e , iiıı ayakların
serbest kalarak taşıma iizt·lliği kazanmasını vıırgıılar; diğer dü­
şünceyse, iki ayaklılığın eııl'rji aı;ıs ıı ı daıı dalıa <�tkin l ı i r lıareket
şekli olması üzeri ııdt� d ı ı rıır V<� ta§ı ına yl'lı·ıwğini yalnızca, dik
duruşun rastlantısal yarı ii rii nl e ri ıı ı l e n l ı i ri olarak giirii r.
Bu iki hipotezdeıı ilki Owen Lovcjoy tarafı ı ı ı l a n iin<� sürül­
müş ve 198 1 'de, Science'taki önemli l ı i r l ı i l ı liriılı� yay ınhınmış­
tır. Lovejo_y'a göre iki uyaklılık etkin olm ayan l ı i r lıan·kt�l §ekli­
dir ve dolayısıyla, taşıma amacıyla geliştirilıııi§ olnıal ı ı l ı r. Taşı­
ma yeteneği iki ayaklı insansımaymunlara, d iğt � r insansını ay­
munlara göre nasıl bir rekabet avantajı sunmuş olal ıilir'?
Evrimsel başarı, sonuçta, hayatta kalacak nesilin iin� ı ın eye­
bağlıdır ve Lovejoy'a göre yanıt, b u yeni yeteneğiıı nkt�k in­
sansımaymunlara, dişi için yiyecek toplayarak ü reııw oraııırıı
artırma fırsatını sağlamasıdır. Lovejoy, insansımaynı ııııları ıı ya­
vaş ürediklerini ve dört yılda bir tek yavru yaptıklarını vurgu­
lar. İnsan dişileri d � daha ı;ok enerjiye - yani, yiyec<�ğe - ula­
şabilmeleri durumunda dalıa ı;ok nesiller üretebilirler. Erk<�ğin
dişi ve yavruları için yiyect�k toplayarak dişiye daha Çok <�nerji
sağlaması durumunda dişi , ii rı�nı e çıktısını artırabileeektir.

30
Erkeğin bu eyleminin, bu kez sosyal alanda olmak üzere,
bir diğer biyolojik sonucu daha olacaktır. E rkeğin kendi çocuk­
larını ürettiğine emin olmadıkça dişiyi beslemesinin Darwinci
açıdan erkeğe yararlı olmaması nedeniyle, Lovejoy, ilk insan
türünün tekeşli olduğunu ve üreme başarısını artırıp diğer in­
sansımaym�nlara baskın gel me yöntemi olarak çekirdek aile­
nin ortaya çıktığını öne sürdü. Bu tezini başka biyolojik benzet­
melerle destekledi. Sözgelimi, primal türlerinin çoğunda erkek­
ler, mümkün olduğunca çok dişi üzerinde cinsel denetim ka­
zanmak için birbirleriyle rekabet ederler. Bu süreç sırasında
genellikle birbirleriyl� dövüşürler ve silah olarak kullanabile­
cekleri büyük köpek cjişleri vardır. Gibonlar erkek-dişi çiftleri
oluşturmak gibi en der rası) anan bir özellik �österirler ve - her­
halde birbirleriyle kavga etmeleri için bir neden olmamasından
dolayı - erkeklerin köpek dişleri küçüktür. Erken insanlarda
köpek dişlerinin küçük olması Lovejoy'a göre, gibonlar gibi er­
kek-dişi çiftleri oluştuı'duklarının kanıtı olabilir. Yiyecek sağla­
ma düzenlemesinin sosyal ve ekonomik bağları da, beynin bü­
yümesini sağlayacaktır.
Lovejoy'un büyük ilgi ve destek gören hipotezi, kültürel de­
ğil temel biyolojik konulara hitap etmesi nedeniyle güçlüdür.
Ama zayıf noktaları da vardır; öncelikle, teknolojik açıdan ilkel
halklarda � yaygın bir sosyal düzenleme değildir. (Bu
tür toplumların yalnızca o/o 20'si Leke�l idir.) I lipotez bu neden­
le, avcı-toplayıcıların değil,' Balı Lopl u rn uııuıı lıir özelliğine da­
yandığı iddiasıyla eleştiril mektedir. Bel ki de bunda_rı_ .daha
önemli bir eleştiri ise, bilinr-n en erken irısaıı türlerinde erkek­
lerin, dişilerelen yaklaşık iki kat büyük ol maları dır. Beden bo­
yut�ndaki iki lıi��i nılilik (dimorfizm) olarak bilinen bu büyük
farklılık, i ncdcrıcrı Lürn prinıat türlerinde ı,:okkanlılıkla, ya da
erkekle�·in di�ilı�rı� ulaşmak için aralanııda rekabet etmeleriyle
çakışır; Leke�li t ü rlerde iki biçimliliğe rastlanmaz. Bence bu
gerçek bile, ı ı ıı ı u t verici bir kuramsal yaklaşımı çökertıneye
yetmektedir vı� kiipck dişlerinin küçük olmasına tekeşlilikten

31
başka bir açıklama aranmalıdır . Bel ki de yiyecekleri çıgneme
mekanizması, kesmeden çok öğütme hareketini gerektiriyordu;
köpek dişlerinin büyük ol ması bu hareketi zorlaşlı racak ı ı . Lo­
vejoy'un h i po l e z i gi/n ii nı üzde, on yıl öncesine göre daha az
elestek görmekted i r.
İkinci önemli iki ayaklılık kuramı , kısmen lıas i ı l i ği sayesi n­
de, çok daha ikna edici d i r. Davis, Cal i fo rn i a Ünivt>rsi ıesi'nden
antrapolog Peıer Hod man ve Henry M cl lenry'nin öne sürd ü k­
leri hipotezde, i k i ayakl ı l ığ ı n daha eıkin l ı i r l ıarekeı §ekli sun­
ması nedeniyle, değişen çevre §arılarında d a l ı a av anıaj l ı oldu­
ğu savunulur. Ormanları n kii ç ii l m es i yl c l ı i rl i kı . � ağa�· l ı k hahitat­
larclaki meyve ağaçları gi l ı i y i yec!' k kay n a k l a rı , klas i k i nsansı­
maymunların etkin § e kild t� yara rl anaıı ı ayal'akLırı d e n l i dağı nık­
laşmıştır. Bu h i po l l'ze giirc, i l k i k i ayak l ı i ı ı s a ı ıs ı m ay m unlar
yalnızca harekeı §l'k i l l cr i y l • · i ı ı s a ı ı d ı ı l a r . l >iyd lt ' l"iııiıı dt�ğil , yal­
n ızca y iyecek l o p l a ı ı ı a �l' k i l l t · r i ı ı i ı ı dt·ği:� ı ı ı i � ol ı ı ı ası ı w d t � rı i y le
elleri, �: e ıw l e r i V I' d i§ k r i i rı s a ı ı s ı ı r ı a y ı ı ı ı ı ı ı L ı rı L ı k i g i l ıi ka l m ı §l ı r.
Pe k - ço k l ı i yo l og I nı d i .ı§i i r ı ( '( : yi l ıa � l a ı ı g ı «," l a o la r ı a ks ı z gör­
ınü ş l iir; Harvard . Ü r ı i v ers i l es i ' r ı d c r ı a ra�l ı r ı ı ı al " ı l a r y ı l l a r iince,
i k i ayak üstü nde yürümenin dörl ayak iisl i i ı u lt· y i i r i i ı ı w k ll · r ı da­
ha az eıkin olacağını göstermişlerdi . ( K t�d isi ya da kiipı·ği o la n­
l ar için bu hiç de şaşı r tıcı bir durum deği l ; I H' r i k i l ı a y v a rı da
sahiplerini' uıandıracak derecede daha hızlı ko§ a r. ) i\ ı ı ı a ! lar­
van! araştırmacıları insanlardaki i ki ay aklıl ı ğ ı n l'l k i ı ı l iği ı ı i al ve
köpeklerdeki <lb rL ayakl ılığın etkinliğiyle kar§ı la§lı r ı ı ı ı�Lırd ı .
Hodın a n v e McHenry, kan�ılaşlırmanın i nsanlarla §•·ııı paıızder
arası nda yapılması gerektiği ni vu rguladılar. Bu kar§ıla� l ı rına
yapı ldığında, i nsanlardaki iki ayak l ı l ı ğ ı n şeınpanzel c r d t · k i ' d i i r t

ayaklıl ıklan çok d ah a elki rı o i duğıı görülüyor. Dolay ısıyla, iki
ayaklılık yararı na bir doğal sl 't; i ı ı ı giicii olarak enerji c ı k i r ı l iği
lczinin akla yatkın olduğu soı ı ı H · ı ı rıa vardılar.
i k i ayaklılık evri mini l t' � v i k t�d c r ı , l ı i r yandan avcıları izl er­
k•·n l ı i r yandan da yüksek olları r ı iisl iinden bakabilme vt� giiıı­
di"ı z saatlerinde y i y ece k l o p l a r k t · r ı s n i rı ley e h i l m ek için dalıa el-

32
kin bir durw�a geçme zorunlulukları gibi başka etkenler de ol­
duğu öne sürüldü. Ben tüm bu düşüncelerin arasında en inan­
dırıcısının, sağlam bir biyolojik temeli olması ve ilk insan türle­
rinin evrildiği dönemde gelişen ekolojik değişimlere uyması ne­
deniyle, Rodman ve McHenry'ninki olduğunu düşünüyorum .
Bu hipotez doğruysa, ilk insan türünün fosillerini bulduğumuz­
da, hangi kemikleri bulduğumuza bağlı olarak, bu fosillerin ilk
İnsana ait olduğunu fark edemeyebiliriz. Leğen ya da bacak
kemiklerini bulmamız durumunda iki ayaklı hareket şekli görü­
lür ve " insan " diyebiliriz. Ama kafatasının ve çenenin bazı
parçalarını ya da bazı dişleri bulmamız durumunda bunların
bir insansımaymuna ait olduğunu düşünebiliriz. Bunların iki
ayaklı bir insansımaymuna mı, yoksa klasik bir insansımaymu­
na mı ait olduğunu nasıl anlayacağız? Bu, son derece heyecan
ı

verici bir sava-şım.

İlk insanların davranışlarını gözlernek için 7 milyon yıl ön­


cesinin Afrika'sına gidebilseydik, 'İnsanların davranışlarını in­
celeyen antropologlardan çok, maymun ve insansımaymunların
davranışlarını inceleyen primatologlara lanıdık gelecek bir mo­
delle karşılaşırdık. İlk ins:c�nlar modern avcı-toplayıcılar gibi
göçmen gruplarda aile topluluklan olarak yaşamaktan çok, bü­
yük olasılıkla, savan babunları (halıt�ş nıaymunlan) gibi yaşı­
yorlardı. Yaklaşık otuz bireyden olwpn gruplar geniş bir arazi­
de koordinasyon içinde yiyecek ,avına çıkıyor ve geceleri tepe­
ler ya da ağaç kümeleri gibi uygun uyku yerlerine dönüyorlar­
dı. Grubun biiyük bölümünü yetişkin dişilerle çocukları oluştu­
myordu ve aralannda yalnızca birkaç yetişkin erkek bulunu­
yordu. Erkekler sürekli çiftleşme olaı:ıakjan arıyor ve egemen ·

bireyler daha başarılı oluyordu. Y etişkinliğe erişmemiş ya· da


düşük seviyelerdeki erkekler, grubun ancak çevresinde yer alı­
yor ve kendi l ıaşlanna yiyecek avına çıkıyorlardı. Grubun bi­
reyleri iki ayakl ı yürümeleriyle insani bir özellik taşıyor, ama

İnsanın Kökeni, F: 3 33
sav;:ın_ primaLları gibi davranıyorlardı. Önlerinde.._ 7 milyon yıl
��recek ve ileride de göreceğimiz. gibi son dere�� Jillx [Iljl§ık ve
k�sin olmayan bir evrim modeli vardı. Çünkü doğal seçim
uzun vadeli bir hedefe doğru değil, anlık şartlara göre i§ler.
Homo sapien.s sonuçta, ilk i_nsanla_nn Loı_:_� �-�l;,ırak ortaya çıklı;
-
ama bunun kaçınılmaz bir geli§me olduğu da �öylenemezdi.

34
2 . BÖLÜM

KALABALIK B iR A i LE

:ı< Benim hesaplarıma göre Güney ve Doğu Afrika'da, kalınlı­


ların en eski döneminden - yani, yaklaşık 4 milyon yıl ile l
milyon yıl öncesi arasından - kalma, çeşitli insan türlerinden
en azından bin bireye ait, çeşitli eksiklik düzeylerinde fosil ör­
nekleri çıkartıldı ı (daha sonraki tarihlere ait pek çok örnek de
bulundu) . Avrasya'da bulunan en eski insan fosilleriyse yakla­
şık 2 milyon yaşında olabilir. (Yeni Dünya ile Avustralya' da
çok-daha yalan zamanlarda, sırasıyla yaklaşık 20 .000 ve
55.,000 yıl önce insan topluluklan yaşamaya, başlamıştır.) Do­
layısıyla, insanın tari!J.bncesi faaliyetinin büyük bölümünün Af­
rika'da gerçekleştiğini söylemek y an l ı ş olmayacaklır. An lropo­
loglar bu faaliyet hakkında i k i s o r u y a yanıt lıııl mrlk--d u ıl..ı m un­
dalar: İlk olarak, 7 milyon yıl ön cı � s iyl e 2 m i ly o n yıl öncesi
arasında insan soyağacında hangi tü rler l ı ı ı l ıı ı ı ı ı yo n l u v e l ı ı ı n­
lar nasıl yaşıyorlardı? İkinci olarak, evri msel a<;ıdan I nı türler
birbirleriyle nasıl bir bağlantı i ç i n de yd il e r '? Y a n i , i nsan so yağa­
cının şekli nasıldı?
Antropolog arkadaşlarım bu sorunlarla ı ı ğ r a ş ı r kı � n i ki pra t i k
savaşınıla karşılaşıyorlar. Bunlardan i l k i , Darw i n ' i n " j eoloj i k
kalıntıların aşırı derecede eksikliği " adını ve rd i ğ i şey. TiirlPrin
Kökeni'nde Darwin, kalıntılardaki , fo s i l l e ş r ıı ı �y i etkil eyen güç­
lerden ve daha sonra kemiklerin çeşitli gii<;lı·n� maruz kal m a­
sından kaynaklanan boşluklara bütün bir l ıiiliiııı ayırmışıı. Ölü­
nün hızla gömül mesini ve k,emiklerin fos i l l ı,şıııesini ol as ı kılan
şartlar oldukça enderdir. Eski tortular erozyon sayesinde
- sözgelimi, b i r akarsuyun bu tortular arasıııdan geçmesiyle ­
açığa çıkabilir, ama tarihöncesinin hangi sayfalarının bu yolla
yeniden açılacağı lamamen şansa bağlıdır ve sayfalanlan çoğu

35
gözlerden uzak kalır. Sözgelimi, en umut verici erken insan fo­
silleri deposu olan Doğu Afrika'da, 4 milyon ile 8 milyon yıl
öncesi arasındaki dönemden kal m a fosiller barındıran pek az
tortu bulunmaktadır. Bu, insan ailesinin kÖkenini kapsaması
nedeniyle, insan tarihöncesinin çok önemli bir dönemidir. 4
milyon yıl sonrasındaki dönemden bile, istediğimizden çok da­
ha az fosile sahibiz.
İkinci sava§ım , fosil örneklerinin çoğunun küçük parçalar
- bir beyin kutusu parçası, bir yanak kemiği, bir kol kemiği
parçası, çok sayıda di§ -· halinde buluıımasıdır. Böylesine ye­
tersiz kanıtlardan türlerin saptanması çok zor, kimi zaman da
olanaksız bir i§tir. Sonuçta olu§an bel i rsizl i k , hem türlerin sap­
tanmasında hem de türler arası ndaki l ıağl a ı ı ı ı l arı n belirlenme­
sinde pek çok bil.imsel giirii§ fark l ı l ı ğı doğıııas ı ı ı a yol açar. Ant­
ropolojinin taksonomi ve dizgd ı i l i ın olarak l ı i l i ı ı c ı ı I nı alanı ay­
nı zamanda, en çeki§mdi al a ı ı l arı ı ıd a ı ı l ı i ri d i r. Bu konudaki
çok sayıda tarlı§marı ı rı ayrı n ı ı l a n ı ı ı vı�rıııckl c ı ı kaı; ı ı ı acak ve b u­
nun yerine, ağacın genel §ekl i rı i taıı ı ıı ı l a ı ııak iizni ı ıdı� yoğunla­
§acağım .

Afrika'daki insan f� illeri kalıntılarına dai r l ı ilgilı�r, I <J21'te


R aymond Dart'ın ünlü Taung çocuğunu b u l d ı ı ğı ı ı ı ı ı d ı ı y ıır ma­
sından ba§layarak, yava§ yava§ geli§mݧtİr. Eksik l ıi r ç oc uk ka­
fasını - bir beyin �u tusu parçası, yüz, alt çene V<� l w yi rı kafe­
si - içeren örneğe bu adın verilmesinin nedeni , C i i ı w y A fri­
ka'daki Taung kireçta§ı ocağında bulunmasıdır. Tw� ocağı Lor­
tuları için kesin bir tarih saplanamasa da, bilimsel ı a l ı ıı ı i rı lere
göre çocuk, yakla§ık 2 milyon yıl önce ya§amı§tır.
Taung çocuğunun kafasında küçük bir beyin ve ��ık ı ı ı ı ı l ı bir
çene gibi insansımaymun benzeri özellikler bulu nm as ı n a kar­
§ın Dart, insansı özellikler de ke§fetmi§tİ: çene insarısııııay­
m unlardakine göre daha az çıkıntılı, yanak di§leri düz ve kö­
pekdi§leri küçüklü. En önemli kanıtlardan biri, " forameıı ınag­
n u m " denilen; kafatasının tabanında, omuriliğİn omıı rgaya

36
geçtiği deliğİn konumuydu. İnsansımaymunlarda bu açıklık,
beyin kutusu tabanının görece aşağı kısımlarında yer alır; in­
sanlardaysa, merkeze çok daha yakındır. Bu fark, i nsanların
iki ayaklı duruşunu yansıtır. İki ayaklı duruşta kafa omurganın
üzerinde dengelenir, insansımaymunlardaysa öne doğru eğili r.
Taung çocuğunun 11 fo ram en magnum 11 u, çocuğun iki ayaklı bir
insansımaymun olduğunu gösterecek şekilde, merkezde yer
alıyordu.
Dart, Taung çocuğunun insangillerden olduğuna emindi
gerçi, ama profesyonel antropologlar fosilleşmiş bireyin eski
dönemlerden bir insansımaymun değil , i nsanın atalarından biri
olduğunu ancak, neredeyse çeyrek yüzyıl sonra kabul ettiler.
Afrika'nın insan evrim inin gerçekleştiği yer olarak görülmesine
karşı duyulan önyargı ve böylesine insansı maymun benzeri bir
şeyin insan geçmişinin parçası ol abileceği fikrine duyulan tep­
ki, Dart'ın ve keşfinin uzun s ii re an lropolojik açıdan unutul m a­
ya terk edilmesine yol açnll§l.ı. Antropologların hatalarını fark
ettikleri dönemde - 1 91-0'ları n sonl arı - Dart'a İskoçyalı Ro­
bert Broom da katılmıştı ve i kisi lıi d ik te Güney Afrika'daki
,

dört mağara sitinde - Sterkfonıı�iıı , Swarıkrans, Kromdraai ve


M akapansgat - çok sayıda erken i nsan fos i l i l ı ııl m u § l a r dı. Dö­
nemin antropoloji geleneğini i zl eyt'ıı Darl vı· B roonı buldukları
tüm fosiliere yeni bir tür adı verd i lı�r; l ıiiylt'l'<�, :� m i l yo n ile 1
milyon yıl öncesi arasında Güney A frika'da, ı,:ok ı,:e§itli insan
türlerinden oluşan gerçek bir hayvanal l ıalıçı·si ııin var olduğu
kısa sürede anlaşıldı.
Antropologlar l 9 50'lerde, önerilerı i ns a ı ı!!:il lii rl ı�ri fazlalığı­
nı gidermeye karar verip içlerinden yal n ı zl'a ikisi ni tanıdılar.
Her i kisi de el lıettc iki ayaklı insansımayııı ı ı ı ı l a rdı ve yine her
ikisi de Taıı ng ��ocuğu gibi insansımayrı ı ı ı ı ı I H' rızcri özellikler
taşıyorlardı. i ki l i i r arasındaki temel fark <,;<�ı ı cl c ri ve di§leriydi:
her i kisinde dı� ��cıw ve di§ler büyüktü, anı a iı;lcri nden biri, di­
ğerinin çok d a l u ı iri lıir çeşitlemesiydi . D a l ı a i nce yapılı olan
türe, Dart'ın 1 1J2 :J ' ı e Taung çocuğuna Lak ı ı ğ ı ad olan Australo­
pithecus afrim ll /1.� adı verildi; bu teri m , 11 Al'rikalı güney insan-

37
sımaynı u n u " anlamına gelmektedir. Daha iri olan türeyse A ust­
ralopithecus robustus {iri güney i nsansımaymunu) adı verildi
(bkz. şekil 2-1 ) .
Dişierin yapısı , africanus v e robustus 'un çoğunlukla bitkiler­
le beslendiklerini gösteriyordu. Yanak dişleri, insansımaynı un­
l arın görece yumuşak meyveleri ve diğer bitkileri yemeye uyar­
lanmış sivri uçlu dişlerinin tersine, öğütme yüzeyi olabilecek
şekilde düzleşmişti . Benim de düşündüğüm gibi ilk insan türle­
ri insansı maymunla aynı türden diyetlerle beslendilerse, dişle­
rinin de insansımaymununkilere benzemesi gerekmektedir. 2
milyon ile 3 milyon yıl öncesi arasında insan diyeıi sert meyve­
ler ve sert kabukl u yemişler gibi daha kat ı besinler içermeye
başlamış olmalı. Bu da neredeyse kesinl ikl e, A. ustralopithe­
cus ' un insansımaymunlara oranla daha kurak l ı i r ortamda ya­
şadıklarını gösterir. İri t ii rlı�riı ı a z ıd işl e r i n in l ıiiyiikl iiğii , yediği
besinierin özell ikle sert olduğıımı ve aşırı dc�rc�l'ı·dı� iiğiitiilnıe si
gerektiği n i diişii ndiiriir; l ıııııl ara " iiğiit iil'ii azıd işlı�ri " derı nıesi­
ne şaşmarnalı.
Doğu Afrika'daki ilk e'i-ken ınsan fosilll'rini Ağustos
l 959'da Mary Leakey buldu. Leakey, Olduvai Boğazı'rıdaki
tortuları otuz yılı aşkın bir süre araştırmanı n iid iiliin ii, C iiney
Afrika'daki iri A ustralopithecus türündekine l wnzn dı·ğirınen­
taşı azıdişlerini bularak �dı. Ama Olduvai bireyi , Ci"ıııı�y A fri­
kalı kuzeninden de iriydi. Bu uzun arayışta M ary'ylı� birl i kte
yer almış olan Louis Leakey bu örneğe Zinjantlım1m.� boisei
adını verdi; cins adı 11 Doğu Afrika adamı 11 anlamına gc·l m ekte­
dir ve boisei de, babamla 'annemin Olduvai Boğazı ilı� l ıaş�a
yerlerdeki çalışmalarını destekiemiş olan Charles Boisc�'a giin­
dermedir. Zinj adı verilen bi reye uygulanan ilk modnn jeolo­
jik tarihierne sonucunda, ] . 7 5 milyon yıl önce yaşamış olduğu
saptandı. Zinj'in adı sonraları, A ustralopithecus rob ust ııs ' un
Doğu Afrika çeşitlernesi ya da eoğrafi değişkeni olduğu varsa­
yımıyla, A ustralopithecus bo�H�i ' e dönüştürüldü .

38
A ııstralopiı/ıecııs robııstıu Aııstralopiılıecııs africamıs
Oksu çıkıntı (erkek) Çıkıntı yok

Daha dik alın

l lalıa uzun burun

S cm

ŞEKiL 2.1
Australopiıhecııs kuzeııler. A usıralopiıhecus robustı�1 (ve lıoisei) ile africanus
arası nda ki lcrııel fark, ÇPrıe yapısını, yanak kenıiklt'riııi ve ilgili kas bağlantı­
lannı içeren çiArU'rııe rııekaniznıalandır. Robustı�l t i"ı rii, yoğun bir çiğneme
gerektiren scı1 lıitkisd l wsi ııleri içeren bir diyete uyarlaıınıı§ll. (A. Walker
ve R.E.F. Leakey/.'icimti/ic A merican, 1 9 7 8 , ti"ım Irakları saklıdır.)

39
Adlar kendi içlerinde çok da önemli değildir. Önemli olan,
aynı temel uyarlanmaya, yani i ki ayaklılığa, küçük bir beyne
ve görece büyük yanak dişlerine sahip pek çok insan türü gör­
memizdir. Turkana Gölü'ne yaptığım ilk keşif gezisinde,
ı 969'da kuru bir akarsu yatağında bulduğum beyin kutusun­
da da aynı özellikle vardı.
İskeletİn çeşitli kemiklerinin boyutl arından, A ustralopithe­
cus türünün erkeğinin, dişiden çok daha b iiyük olduğunu anlı­
yoruz. Eşierin boyu yalnızca ı 20 cm' e ı ı hı]ı r k e n , erkekler ı 50
cm'den uzundular . Erkekler d i ş i l e r i tı iki k a ı ı ağırlıkta olm alı­
lar; bu, günümüzde kimi savan l ı al ı ıı ııları ııda giirdüğümüz tür­
de bir farklılık. Dol ayısıyla, lı u.�tralnpitlı l'l'lls ' ı ı ıı sosyal örgüt­
lenmesinin babunl ardakine I H� ı ı zı�diği ı ı i vı� d a l ı a iiııceki bölüm­
de de beliıtildii!;i gi l ı i , ı�gc rıwrı ı · r k c k l ı�ri ı ı olgı ı ı ı d i ] i l e re ulaşa­
bilmek için r e ka l ı d e l l i kl e ri n i ı a l ı r ı ı i ı ı ı�ı l ı - l ı i l i r i z .
Zinj ' i n l ı ı ı l ı ı n ı ı ı as ı ı ı d a ı ı lıir yıl so ı ı r a , a ğa l wy i ı ı ı .l o ı ı a l ha n ' ı n
y i n e O l d u v a i Boi!;azı'ııda l ıa]ka l ı i r i ı ı s a ı ı g i l ı · ; ı i ı l ı i r l ıc y i n kutu­
su parçası bu l mas ı yl a l ı i rl i k l ı�, i ı ı s a ı ı'H ı l a r i l ıi i ı ın·si i y i ( '(� karma­
şıklaştı . Beyin kulusunun giirece i ı ıcc o l ı ııası , l ı ı ı l ı i n� y i n lıili­
nen diğer tüm Australopithecus türleriııdı�ıı d a l ı a i ı ı( ' ( � yapılı ol­
duğunu gösteriyordu. Yanak dişleri daha ki iı,; i i k vı· ı · ı ı i i ı ı ı� m l i ­
si, beyni neredeyse o/o 50 daha büyükLü . Bal ı a ı ı ı , lı ustm.lnpit­
hecus 'un da İnsan geçmişinin bir parçası ol m as ın a k a r�ı ı ı , i l eri­
de modern insana ulaşan soyu bu yeni örneğin ı ı · ı ı ı s i l l'l l i ği so­
nucuna vardı. Meslektaşlarından gelen yoğun İ l i ra z i a ra kar]ın,
bu örneğe Homo habilis adı n ı takmaya kar a r vı�n · n · k , I ' İ ı ı s i n
saptanmış ilk erken üyesi haline getirdi . ("Y ele n e k l i i ı ı sa ı ı " an­
lamına gelen Homo habilis a d ı n ı kendisine l{ayıııoıııl Darl
önermiştir ve söz konusu ad, lı ı ı Lii rün alet ürettiği v ; ı rsa y ı r ı ı r ıı a
gönderme yapmaktadır.)
İtirazlar pek çok açıdan, gizl i kaygılara dayanmakıay d ı ; l ı u
denli gürültü kopmasının ııı�d ı · ı ı i kısmen, yeni fosile llnnw a d ı ­
nı vermek için Louis'in, e i rısı� d a i r kabul edilen tanımı d ı·ği]I İ r­
mek zorunda kal m asıy < l r . ( ) giiııı� dek, İ ngil iz an tropolog S i r

40
Arthur Keith'in önerdiği standart tanımda, Homo cinsinin be­
yin kapasitesinin 750 cm;1'ü bulması ya da a§ması gerektiği
belirtilmekteydi; bu, modern i nsanlarla insansımaymunlar ara­
sında ara bir rakamdı ve insanın beyin hacmi e§iği olarak bili­
niyordu. Olduvai Boğazı'nda bulunan yeni fosilin beyin kapasi­
tesinin· yalnızca 650 cm:ı olmasına kar§ın Louis, daha insansı
{yani, daha az iri) beyin kutusu nedeniyle, bunun Homo oldu­
ğu sonucuna varmı§tı. Dolayısıyla, beyin hacmi e§iğinin 600
cm 3 indirilmesini önererek, yeni Olduvai insangilini Homo cin­
sine kabul etmi§ti. Bu taktik hiç ku§kusuz, hemen ardından
olu§an §iddetli tartı§manın duygusal düzeyini yükseltti. Ama
sonuçta, yeni tanım kabul edildi . (Sonraları, 650 cm3'ün Ho­
mo kabilis' teki ortalama yeti§kin beyni için küçük ve 800
cm3'ün daha doğru bir rakam olduğu anla§ıldı.)
Bilimsel adlar bir yana bırakılırsa buradaki önemli nokta,
bu bulgulardan geli§tirilmeye ba§lanan evrim modelinde iki te­
mel erken insan tipi bulunmas ı d ı r. Tiplerden birinde beyin kü­
çük ve yanak di§leri büyükLü (ç e§i t l i A ustralopithecus türleri);
ikinci tipteyse daha büyük bir l ıeyin ve d ah a küçük yanak di§­
leri vardı (Homo) (bkz. §eki] 2 .2 ) . 1 kr ikisi de iki ayaklı insan­
sımaymunlardı, ama Ilanıo ' nun e vri m i n d e hiç ku§kusuz, olağa­
nüstü bir §ey oiU§ffill§tU. Bu " §eyi " l ı i r sonr a k i bölümde daha
ayrıntılı olarak inceleyeceğiz. Her ne o l u rsa olsun, i nsan tarihi­
nin bu noktasındaki - yani, yakla§ ı k 2 m i l yon yıl i i n ee - soya­
ğacının §ekli konusunda antropologlar ol d ı ı kç a kısil lıir anlayı­
§a sahiptiler: Ağaçta iki ana dal vard ı : t iiın i·ı 1 ı ı ı i l yo n yıl önce
yok olan Australopithecus türleri ve so ı ı ı ı n d a l ıizı� kadar ula§an
Homo .

Fosil kalınt ıları n ı i ııcelemi§ olan biyologl ar, yeni bir türün
yeni bir uyarlan rııayla ortaya çıkması d u rı ı ı ı ı u nda, sonraki bir­
kaç milyon yıl i��iııde, bu ilk uyarian manın çı�§i Liemelerini yan­
sıtan torun türlerinin görüldüğünü bil i rler; lıuna, uyarianma

41
S cm
'-------'

ŞEKi L 2 . 2
Erken Homo . M i"ızeye gi rıııe sayısı olan 1 170 adını ta�ıyan lııı fosil l 9 72 'de
Kenya'da bıılıınd ıı . Yakla�ık 2 ııı ilyoıı yıl iiı ıı..- ya�a n ı ı�t ı vı· 1/omo habili.s'in
en eksiksiz erken iirııı·giyd i ; lı ustr.ı/oj litlll·ı·u.l 'a manloı l w yindı: daha fazla
bir büyi'ı ıııc v e d i � l.,rdc k i'u ; i 'ı l ıııı· giiri.ı l i.ı r. ( i\ . W a l kn vı· H . F:.F. Lc-
akey/Scierııifıc lı mı•rim n , 1 'J 7 B , t i'ı ı ı ı l ı a k l a rı s a k l ıd ı r . ) "

ışınımı adı verilir. Cambridge Ü n i vcrsi l ı ·si ' ı ı dı·ıı a ı ı l ropolo� Ho­
bert Foley, iki ay akl ı i nsansımaymunlarııı ''v r i ı ı ı l a r i l ı i ı ı i ı ı alışıl­
mış uyarianma ışınımı modelini izlemiş .ol m a l a rı d ı ı rı ı ı ı ı ı ı nda,
grubun 7 milyon yıl önceki kökeniyle gii n ii nı iiz a ra s ı n d a c ı ı az
on altı Lürün olması gerektiğini hesaplamıştır. Soy ağacı l l ' k bir
gövdeyle (kurucu türler) başlar, zaman içinde Y�'tı i l ii rl ı · r i n ev­
rilmesiyle yayılır ve türlerin yok olmalarının soı ı ı w ı ı ı ıda dalla­
rın azalmasıyla, geriye tek b i r d al kalır: Homo saJJil'tls. H i i l ii n
bunlar, fosil kayıtlarından öğrendiklerimize ne şek i l d ı · ı ı y ı ı yor'?
Homo habilis'in kabul ed i l m es inden sonra uzuıı y ı l l a r lıo­
yunca, 2 milyon yıl önce ii�: !t ustralopithecus ve bir 1/onw l ii r ü
olduğu düşün üldü. Tarihön!'cs i ı ı i n b u döneminde soyağacı n ı n
s o n derece kalabalık ol mas ı n ı l ıl'kleyebiliriz; öyleyse, a y n ı a n ­
da sadece dört tiiriin var o l m as ı pek olası görün müyor. Cer­
çekten de yakın zamanlarda - yi' ni keşifler ve yeni düşii ı ı iişler
sayesinde- o dönernde t·ı ı az diirl A ustralopithecus t ü r i i n i i n ,

42
iki ya da hatta üç Homo türüyle yan yana yaşadığı anlaşıldı. Bu
tablo �enüz tam anlamıyla kesinleşmiş değil, ama eğer insan
türleri de diğer büyük memeli türleri gibiyse (ki tarihin o döne­
minde öyle olmamaları için hiçbir neden yok), biyologların
beklentileri bu şekilde olacaktır. Burada şu soruları sormalıyız:
2 milyon yıl öncesinden önce ne oldu? Soyağacında kaç dal
vardı ve neye benziyorlardı?
Daha önce de belirttiğimiz gibi, 2 milyon yıl öncesinden iti­
baren fosi l kalıntıları azalıyor ve 4 milyon yıldan öncesine indi­
ğimizde sayfa iyice kararıyor. Bilinen en erken insan fosilleri­
nin tümü Doğu Afrika'da bulunmuştur. Turkana Gölü'nün do­
ğu kısmında 4 milyon yıl öncesine ait bir kol kemiği, bir bilek
kemiği, çene parçacıkları ve dişler bulduk; Amerikalı antropo­
log Donald Johnson ile arkadaşları da Etiyopya'nın Awash böl­
gesinde yaklaşık olarak aynı yaşta bir lıacak kemiği bulmuşlar­
dı. Bunlar, insanoğluna ait erkt·rı tarihiincesinin yeniden yara­
tılması için çok yetersiz ipuçları . Aıııa kal ı ntıların ender görül­
düğü dönemin de bir istisnası var: Et iyopya'nın Haclar bölge­
sindeki, 3 milyon ile 3 . 9 milyon yıl iiııcesinden kalma zengin
fosil koleksiyonu .
l 970'lerin ortalarında Maurice Taic l ı il ı� Johanson'ın baş­
kanlığındaki ortak bir Fransız/Amerikan c�kilıi, aral arında Lucy
olarak bilinen küçük bir bireyin iskelet inin lıir lıöliim ünün de
yer aldığı yüzlerce şaşırtıcı fosil kem iği IHıld ıılar (lıkz. şekil
2 .3). Öldüğünde olgun bir yetişkin oları Lıwy 'nin l ıoyu ancak
90 cm'di, uzun kolları ve kısa bacaklarıyla iıısansımaymun
benzeri bir yapıdaydı. Bölgede bulunan diğı·r fosiller, 1 50
cm'i aşan boylarıyla çoğunun Lucy'den dalıa ıızıın olduklarını
göstermekten öte, yaklaşık bir milyon yıl sonra Ciiney ve Doğu
Afrika'da yaşayan insangillere oranla bazı a��ıl ardan - dişlerin
büyükl üğü ve yapısı, çıkıntılı çene- insansııııaymuna daha faz­
la benziyorlanlı. i ıısaııın kökenine yaklaşt ık��a görmeyi bekledi­
ğimiz manzara da zaten buydu.

43
ŞEKiL 2.3
Lucy. Lucy olarak bilinen bıı eksik iskcleıi Maurice Taieb ve Donald Johan­
son ile arkadH§ları 1 9 74'ıe Eıiyopyu'ılu buldular. Bir di§i olan Lııcy'ııiıı ho­
yu 90 cm'di. Tiiriinün erkekleriyse ııııa �öre çok daha uzundu. Lııcy, ] mil­
yon yıldan biraz fazla bir siire öııı·ı· yıı§ıımı§lır. (Cleveland Doğa Tarilıi M ii­
zesi)

44
Haclar fosillerini ilk gördüğümde iki ve belki de daha fazla
türü temsil ettiklerini sandım. 2 milyon yıl öncesinde gördüğü­
müz tür çeşitliliğinin, bundan da bir milyon yıl önceki, A ustra­
lopithecus'la Homo'yu da içeren benzer bir çeşitlilikten kay­
naklandığını düşündüm. Fosiller hakkındaki ilk yorumlarında
Taieb ve Johanson, evrimimiz için bu modeli desteklemişlerdi.
Ama Johanson ile California Üniversitesi'nin Berkeley kampu­
sundan Tim White, incelemeleri sürdürdüler ve Ocak l 979'da
Science dergisinde yayınlanan bir bildiride H aclar fosillerinin
çeşitli ilkel insan türlerini temsil etmediğini, Johanson'ın Aust­
ralopithecus afarensis adını verdiği tek bir türe ait kemikler ol­
duğunu savundular. Önceleri farklı türlerin varlığına kanıt ola­
rak gösterilen geniş beden boyutu aralığı şimdi yalnızca cinsel
ikibiçimiilik olarak yorumlanıyordu. Sonraları gelişmiş bilinen
tüm insangil türlerinin bu tek türden geldiğini söylüyorlardı.
Bu cesur iddia pek çok meslektaşı mı şaşırttı ve uzun yıllar sü­
recek bir tartışma başlattı (bkz. şekil 2 .4.).
O dönemden bu yana pek çok antropologun Johanson ve
White'ın senaryosunun muhtemelen doğru olduğuna karar ver­
melerine karşın ben, iki nedenden iitiirü, senaryonun yanlış ol­
duğuna inanıyoru m . İlk olarak, I l adar fosillerindeki boyut far­
kı ve anatomik çeşitlilik, tek bir türü Lt�msil ederneyecek denli
fazladır. Kemiklerin iki ve belki de iiç türden geldiğini kabul
etmek çok daha mantıklı olacaktır. I l adar fosillerini bulan eki­
bin üyelerinden Yves Coppens da bu dü�ünı:ededir. İkinci ola­
rak, senaryo, biyolojik açıdan mantıklı değildir. İnsanlar 7 mil­
yon ya da hatta yalnızca 5 milyon yıl önce ortaya çıktılarsa, 3
milyon yıl önceki tek bir türün daha sonraki liim türlerin atası
olması son derece alışılmadık bir durum olacaktır. Uyarianma
ışınımının tipik �ekli böyle olamaz ve Lersine bir kanıt bulma­
dıkça, insan tarihinin de tipik modeli izlediğini düşünmek du­
rumundayız.
Bu sorunun herkesi memnun edecek �ekilde çözülmesinin
tek yolu 3 milyon yıldan daha eski yeni fosillerin keşfedilmesi

45
ve incelenmesi olacaktır ki bu, l 994 başlannda mümkün gö­
rünüyordu. 1 ladar bölgesindeki fosil zengini sitlere politik ne­
denlerden ötürü on beş yıl boyunca yeniden gidemeyen Johan­
son ve arkadaşları, 1 990'dan bu yana üç keşif gezisi yapabil­
diler. Çabaları büyük bir başanya ulaştı ve aralarında ilk ek­
siksiz beyin kutusunun da yer aldığı elli üç fosil örneği buldu­
lar. Yeni bulgular, daha önce bu dönemde görülen modeli
Bugün

A.
9n
robı�•t�<•
l A. b,;,.;

2

c
o
,;,.
:ı -7.
A . afarensL�

?
5
A B
H. sapiens
H. erectus
H. habilis

A. robıL•tu.s
A. africantt.."i
A. boisei
A. afaremis

Homo .•pi'

ŞEKil 2.4
Soyağaçları. Sonuçta ortaya çıkan ı'vriııı tarihinin genel yapısı aynı olsa da,
farklı akademisyenler mevcut fosil kanıtiarına farklı yorumlar gı·ıiriyorlar.
Burada iki çe§itlcme basitle§tirilıııi� l ı a l d e gösteıilmektedir. Ben, 1/omo C"insi
örneklerinin en eski insan fosilieri arasında yer aldığı B çe§itlcnıesini lt'rcilı
ediyonım; bu, bizim Homo halıilis olarak bildiğimiz tiiriin atası olmalıdır.
Fosil kalıntıları, insanın, molehılı·r p;ı·ıwtik kaıııtlardan anla§ıldığı kadarı yla
yakla§ık 7 milyon yıl önce gcn;t'klqm i'i kiikenine dek uzanmıyor.

46
- gen i§ bir beden boyutu aralığı - doğruluyor ve hatta geli§tiri­
yordu . Bu gerçek nasıl yorumlanacaktı? Bir ya da daha çok tür
sorun, çözüme kavu§manın e§iğinde m iydi?
Ne yazık ki, böyle olmadı. Daha önce bulunan fosillerdeki
boyut aralığının erkeklerle di§iler arasındaki büyüklük farkın ı
gösterdiğini dü§ünenlere göre, yeni bulgular b u dü§ünceyi des­
tekliyordu. Böylesine geni§ bir boyut aralığının tür içindeki
farklılıklara değil, türler arasındaki farklılığa i§aret ettiğini dü­
§Ünenlerimize göre ise yeni fosiller bu görÜ§Ü güçlendirmek­
teydi. Dolayısıyla, 2 milyon yıl öncesinden önceki soyağacının
§ekli hala çözülmemi§ bir sorun olarak görülmelidir.
l 97 4'te Lucy'nin eksik i s keletinin bulunması , erken bir in­
sangildeki iki ayaklı harekete anatomik uyarianma düzeyine bir
i l k bakı§ olanağı sunar gibiydi. Yakhı§ık 7 milyon yıl önce orta­
ya çıkmı§ olan ilk i nsangil Liirü tanı m gereği , sıradan bir iki
ayaklı insansımaym un olmalı yd ı . A m a Luey iskeletinin bulun­
masına dek antropologlar, 2 m i l yon yıldan daha ya§lı bir insan
türünde iki ayaklılığa dair soııı ı ı l l ı i r kanıla sah i p değillerdi.
Lucy'nin iskelelindeki !eğen, bacak ve ayak kem ikleri bu soru
için çok önemli ipuçlarıydı.
Leğenin §ekli ve uyluk kerniğiylı� diz a rası ndaki açı , Lucy
ile arkada§larının bir tür dik yüriiyii§•� ııyarl a ı ı ı ı ı ı § olduklarını
göstermektedir. Bu anatomik özel l i kl e r i ı ısaıısımaymundan
çok, insana özgüydü. Kemikler iiwri ııdl' ilk aııaloınik ineele­
rneyi yapan Owen Lovejoy gerçeklerı dı�, l ii rii ı ı iki aya klı hare­
ketinin, bizim yürüyü§ §eklimizden ayı rt ı·dilı·ıııcyeeeği sonu­
cuna vardı. Ama herkes onunla aynı fikirdı· d . -ğ i l di . Sözgelimi,
New York Eyald Ü n i ve rsitesi ' n i n Sıoııy Hro o k bınpusundan
iki anatoıni bilimci, J ack Stern ve Haıı ı b l l Sı ı s ı ı ı an , l 983'te
hazırladıkları iiııcııı l i bir bildiride Lııc y ' ı ı i ı ı aııalonı isine dair
farklı bir y orıı ı ı ı sundular: " Tam zaıııaıılı iki a y akl ıl ı ğa doğru
uzun bir yol al ı ı ı ı � , a ı ı ı a beslenınek, u y u ııı;ık ya da kaçmak için
ağaçlan eıkiıı l ı i.,.i ıııdt: kullanmasın ı sağlaya . . ;ık yapısal özellik-

47
leri de korumuş bir yaratığa tamamen uygun özellikler bileşi­
mine sahiptir. "
Stern ve Susman'ın kendi vardıkları sonucu doğrulamak
için kullandıkları önemli kanıt parçacıklarından biri, Lucy'nin
ayaklarının şekliydi: kemikler, insanlarda · görülmeyen ama in­
sansımaymunlarda görülen bir şekilde kıvrıklı; yani ağaçlara
tırmanmayı kolaylaşlıracak bir yapıdaydı. Lovejoy bu görüşü
gözardı eder ve kıvrık ayak kemiklerinin yalnızca, Lucy'nin in­
sansımaymun benzeri geçmişinden kalma bir evrim kalınıısı ol­
duğunu öne sürer. Bu iki karşıt saf, farklı görüş açılarını on yılı
aşkın bir süre şiddetle savundular. Ardından, 1 994 başların­
da, aralarında hiç beklen medik bir kaynaklan gelen delillerin
de bulunduğu yeni kanıtlar Inı d e n� eyi dcği�tird i .
İlk olarak Johanson ile a rkada�la rı , A u.�tralopithecus afaren­
sis'e atfeuikleri, üç m i l yon ya�ıııda iki kol kemiği, bir dirsek
kemiği ve bir üstkol kemiği l ıııldııkları r ı ı :u;ıkladı l a r. Bireyin
güçlü olduğu �örii l iiyordıı vı� kol kı·rııi klı·ri ııdl' bazı ii zdli kler,
şempanzelerdeki özelliklere benziyor, l ıazı l a rı da farkl ı l ı k gös­
teriyordu. Londra'daki U nivers ity Collı����·daıı l .ı·�·d iı� Aidlo bu
keşif hakkındaki yorumlarını Natun� dı�r�isi ııdl' yayı nladı : "A.
afarensis dirsek kemiğinin m ozaik m orfolojisi, yoğı ııı ka s lı ve
iri üstkol kemiğiyle birlikte, ağaçlara tırrııaııaıı aıııa ayn ı za­
manda yere indiğinde iki bacağı üstünde yii r i "ı y ı ·ıı bir yaratık
için idealdir . " Benim de destekiediğim bu giirii�, l .ovı ·joy yan­
claşiarına ters düşmekte ve Susman yand aşlarına ıı yıııakıadır.
Bu erken insanların iç kulak anatomisinin ayrı ııı ıl arı ııı sap­
tam"!k amacıyla bilgisayarlı eksen tomografisinin (CAT t a ra m a­
sı) kullanılmasıyla birlikte, h ıı �öri.i�ü destekleyen l ıa�ka kanıt­
lara da ulaşıldı. İç kulak anatomisinin bir bölüm ü nii , C !-iı·kl i n­
de üç tüp - yarım daire kanalltı n - oluşturur. Kanalları n bir­
birlerine dik olarak düzenlt�nd iği ve ikisinin dikey d urdıığıı Inı
yapı, beden dengesinin korıııırııasında temel bir rol oynar. Li­
verpool Üniversitesi'nden Fred Spoor, 1 994 Nisan' ın da �er­
çekleştirilen bir antropolo�lar toplantısında insan ve i ıısansı-

48
maymunlardaki yarı m daire kanal ları tanımladı. İki dikey ka­
nal insanlarda, insansımaymunlara oranla çok daha büyüktür.
Spoor bu farkı, iki ayaklı türlerdeki dik dengenin getirdiği ek
taleplere bir uyarianma olarak yorumluyor. Ya erken in!-;an
türleri?
Spoor' u n gözlemleri gerçekten şaşırtıcı. Homo cinsinin tüm
türlerinde iç kulak yapısı, modern insanların iç kulak yapıs ı n­
dan ayırt edilem iyor. Aynı şekilde, tüm A ustralopitlıecus t ü rle­
rinde de yarım daire kanallar, insansımaymunlardakilere ben­
ziyor. Bu, A ustralopitlıecus'un insansımaymunl ar gibi - yani,
dört ayak üstünde- hareket ettiği anlamına mı geliyor? Leğen
yapısı ve bacaklar bu son uca uymuyor. Annemin 1 976'da
yaptığı önemli bir keşif de öyle: Yaklaşık 3. 7 5 milyon yıl önce
bir volkanik kiil Lalıakasında oluşmuş son derece insansı ayak
izleri . Yine de, iç kula k yapısı alışılmış duruş ve hareket şeklini
gösle r iyorsa , lıu, A u..1tra lopit lwnt.l 'un , Lovejoy'un savund uğu
ve hala sa v u n mayı siirdiird iiğii g i lı i lam olarak bize benzerne­
diğini düşündürüyor.
Lovejoy bu yoru mu savunarak, an l ro po l ogl ar arası ndaki, bu
böl ü m li n başlarında sözünü ell iği ı ı ı l ı i r ı · ğ i l i n ı l c , tüm insangille­
ri daha ilk l nış l a n i t ibaren l anıa ı ı ı ı'ıı iıısaıı kılıııak islı'r gibi gö­
rünüyor. Ama ben , ataları mızdan lıi ri nin insansııııayııı ıın dav­
ranışları gösterdiğini ve yaşamında ağaı;Lırı n l ıiiyiik iincııı taşı­
dığını d üşün mekle bir sorun g ör nı iiyo nı n ı . Bizler iki ayaklı in­
sansı m aymunl arız ve bu gerçeğin alaları n ı ı z ı n ya�aıııa §Ckilleri­
ne de yansıması nda şaşılacak bir şey yok.

Bu no kt ad a kcnıiklerden, atalarımızın davranı§l arına dair


en somut k an ıt l ar olan taşiara geçeceği m . )cııı panzeler usta
alet kullan wılarıdır ve karınca toplamak iı;in sopa, sü nger ola­
rak yaprak ve sı·rı ka l ı u kl u yemişleri k ı rı ı ı a k için taş kullanır­
lar. Ama l ı i �· l ıi r yalıani şempanzenin L a§ l aıı l ı i r alet ürettiği
-en azı ndan gii n ii ııı iiw dek - g örü l medi . i nsanlar keskirıleşli-

49
rilmiş aletler ün�tmeye 2 . 5 m ilyon yıl önce, iki taşı birbirine
vurarak başladılar ve böylece, insanın tarihöncesi özelliğini be­
lirleyen bir teknoloji yoluna girdiler.
İlk aletler bir taşa - genellikle bir !av taşı - başka bir taşla
vurularak yapılmış küçük yongalardı. Yongalar yaklaşık 2 . 5
cm uzunluğunda v e şaşırtıcı derecede keskindiler. Görünüşteki
basitliklerine karşın, pek çok işte kullanılıyorlardı . Bunu Illino­
is Üniversitesi'nden Lawrence Keeley'in ve Indiana Üniversite­
si'nden N icholas Toth'un, Turkana Gölü'nün doğusundaki 1 . 5
milyon yıllık kamp alanında bulunan hir düzine balta üzerinde
yaptıkları mikroskopik incelemelerden biliyoruz. Keeley ve
Toth yongalarda farklı aşın malar - bazıların ı n el , bazılarının
odun ve bazılarının da ot gibi yumuşak lıiı kisd malzemelerin
kesilmesinde kullanıldığını gösleren işaretlc�r- l ıuldular. Böyle
bir arkeolojik sitte dağınık halde laş yongalar l ı ıılduğumuzda,
oradaki yaşamın karma ş ı k l ıi!; ı n ı hayal cl ııırk i ı; i n yaralıcılığımızı
kullanmak zorunda kalınz; ı;iinkii kal ı ı ı ı ılar ��ok azdır: etler,
odunlar ve otlar yok olnı ıışl ıır. Ciiııiiııı iizdc� g i irdiiği i müz tek
şeyin taş yongalar olmasına rağııwı ı , l ıi r i ıısaıı ailc • si grubunun
fidanlardan yapılmış, ka m ış danılı l ı i r yapı ı ı ı ı ı gülgesinde et
kestiğini hayal edebiliriz.
Bulunan en eski taş alet grupl arı :l . !) ıııi lyoıı yaşındadır ve
aralarında yongaların yanı sıra sal ır, ka:r. ıııa ve çeşitli çokyüzlü­
ler gibi daha büyük araçlar l ı ı ı l ı ı ı ı ıııak ı adır. Çoğu örnekte bu
aletler de !av taşından b irka ı; yoııga ı ı ı ı ı ı; ıka rı l masıyla yapılmış­
tır. Mary Leakey, Olduvai Boğazı ' ı ıda yıllarca - Olduvai Bağa­
zı'na göndermeyle Oldovan kiilı ii rii denilen - bu ilk teknoloji­
leri incelemiş ve böylece, c�rkc ·ıı Afrika arkeolojisini kurmuştur.
Nicholas Toth alet yapıııa dc·ııc�ylc�rioin sonucunda, her bir
aletin belli şekillerinin ilk alc•ı yapıı ııe ılarının zihninde yer al­
madığından - isterseniz l ı ı ı ı ıa zihinsel kalıp diyebiliriz- kuş­
kulanıyor. Şekillerin ham ıııaddc�nin özgün biçimine göre veril­
miş olması daha mümkün giiriiniiyor. Yaklaşık 1 .4 milyon yıl

so
öncesine dek kullanılan tek teknoloji şekli olan Oldovan kültü­
rü temelde fırsatçı bir yapıdaydı.
Bu aletlerin üretilmesinin dü§ündürdüğü bilişsel beceriler
konusunda ilginç bir soruyla kar§ılaşıyoruz. İlk alet yapımcıla­
rı, insansımaymunlardakine benzer zihinsel özelliklerini farklı
bir §ekilde mi kullanıyorlardı? Yoksa bu ݧ daha yüksek bir ze­
ka mı gerektiriyordu? Alet yapımcılarının beyinleri insansımay­
munlara oranla % 50 daha büyüktü; dolayısıyla, ikinci sonuç
daha olası görünüyor. Yine de, Colorado Ü niversitesi'nden ar­
keolog Thomas Wynn ve İskoçya'daki Stirling Ü niversite­
si'nden primatolog William McGrew aynı fikirde değillerdi . İn­
sansımaymunların gösterdikleri bazı el becerilerini incelediler
ve l 989'da yayınladıkları, " Bir insansımaymunun Oldovan'a
Bakı§ı " b a§lıklı bir bildiride §U sonuca vardılar: " Oldovan alet­
lerinin tüm uzamsal kavramları insansımaymunların zihinlerin­
de bulunabilir. Gerçekten de, yukarıda belirtilen tüm uzam ye­
tenekleri tüm büyük insansımaymunlar için geçerli olabilir ve
Oldovan alet kullanıcılarını benzersiz kılmaz . "
Bu yorumu §aşırtıcı buluyorum; lııınun nedeni, büyük oran­
da, kimi insanların iki kayayı birbirine vurarak " Ta§ Devri "
aletleri yapmayı deneyip pek de ba�arılı olamadıklarını görmܧ
olmamdır. Bu ݧ böyle yapılmıyor. Ta� alet yapı mı için mükem­
mel teknikler gelݧtİrmeye yıllarını veren Niclıolas Toth ta§tan
yonga çıkarmanın mekaniğini gayet iyi b i l i r. Taş kıncı, etkin
§ekilde çalışahilrnek üzere, vurmak için doj!;rıı açılı, doğru bir
kaya seçmelidir ve doğru yere, doğru miklarda güç verilebil­
mek için, vurma hareketini de çok iyi bil melid i r. Toıh 1 985 ta­
rihli bir bildiride, " Alet yapan erken ürrıek insanların taşı işle­
me konusunda iyi bir içgüdüye sahip ol dukları açıkça görülü­
yor , " demişti. Yakın zamanlarda da bana, " En erken alet ya­
pımcılarının insansımaymunların ötesinde bir zihinsel kapasite­
ye sahip olduklarına hiç ku§ ku yok, " ded i . " Alet yapımı, mo­
to da ilgili ve bil işsel becerilerio koordinasyonunu gerektiri-
yor. "

51
Georgia eyaJetin i n Aılanla kentindeki Dil Araştırmal arı Mer­
kezi'nde sürdürülmekıe olan lıi r deneyde bu soru sınanmakta­
d ı r. Psikolog Sue Savage-Ru mbaugh on yılı aşkın bir süredir
bir cüce şempanzeyle, iletişim becerilerinin geliştirilmesi üze­
rinde çal ışıyor. Toth yakın zamanlarda onunla işbirliğine gire­
rek, Kanzi adlı şem panzeye taş alet yapmayı öğrelnıeyi denedi .
Kanzi keskin yonga üretiminde h i ç kuşkusuz yenilikçi bir dü­
şünce tarzı sergiledi, ama ilk alet yapı nıcılarının sistematik
yonga çıkarma tekniğini yinelerneyi lıeııiiz l ı aşaraınadı. Ben
b u n u n , Wynn'le MeGrew'ün görüşlerinin yanlış olduğunu ve
ilk alet yapımcıları n ı n şu anda insaıısı mayrıı ıınlarda görülenin
ötesinde bilişsel beceriler kullandıklarını giislt•r•·n lıir işaret ol­
duğunu düşünüyor u m .
İ l k aletlerin , yani Oldovan külıüriiıı iiıı l ı ; ı s i ı v • · fı rs a l çı oldu­
ğu h i r gerçek. Yaklaşık 1 . 4 milyon yıl ii ı ı n · t\ fr i ka ' da, arke­
ologların , bu aletlerin sonraki çeşi l l t· ı ı w l n i ı ı i n i l k o l a r a k lıııl un­
duğu Fransa'nın kuzeyindeki S ı . A l " l w ı ı l ' a giiı ı d t · r ı ı wy l c A c l ı e­
uleen sanayİsİ adını verdikleri y • · ı ı i l ı ir al . .ı g ıı ı l ı ı ı o l ı ışl ı ı . i nsa­
nın tarihöneesinde ilk kez, alet y a p ı ı ı w ı L ı rı ı ı ı ı ı i i rl ' l r ı w k isl i'd ik­
l eri şeyle ilgili bir zihinsel kalı p l a rı ı ı ı ı ı o l d ı ı ;!. ı ı ı ı ;ı d a i r ka ı ı ı l gö­
riiliiyord u; yani onlar, k u l l an d ı k l a rı l ı ; ı ı ı ı ı ı ı a d d · ·�'(' l ı i l t · rc k lıir
şekil veriyorlardı . Bunu d ii ş ii n r ı w ı ı ı i zt · y o l ; u�a ı ı ald, yapılması
için önemli oranda beceri ve sa l ı ı r g• · ıT k l ' ı ı , d a r ı ı l a şekl indeki
bir el balıasıdır (bkz. şekil 2 . !l ) . Toı l ı V t ' d i ;!.t · r deneyciler, dö­
nemin arkeoloj i k kayıtlarında gi i r i 'ı l t · ı ı ı ı i ı t · l i k ı e d balıaları ü re­
lecek beceriye ancak aylar si'ı n · ı ı l ı i ı ·� a l ı ş ı ı ı a yla u laşabildiler.
Arkeoloj i k kalıntılarda . ı l ı a l ı a,.,ı ı ı ı ı ı o rtaya çıkması , /lama
.

habili.s ' i n tonınu olduğıı v a rs a v ı l a n v t � /lama s ap ie ns 'in atası


olan /lama erectus ' u n o r l a y a ·� ı k ı � ı ı ı ı izl e r. Bir sonraki biiliiınde
de göreceğimiz gilıi, el l ıa l ı a,., ı i i ı t 'l i . . ilt�rinin, fl01rıo lıa b ilis' ıen
çok daha büyük lıi r beyni' sa l ı i p olan 1/oma erectu.� lıireyb· i ol­
duğunu söylemek mantı k l ı l ı ir 1 ii ı n d ı�n geli m olacaktır.
Ataları m ızın keskin t a ş y o ı ı g a l a r iiretebilme yeteneğini ka­
zanmaları, insana özgii l a ıi l ı i i ı wl ' siııde önemli b ir atılınıdır . i n-

52
sanlar birdenbire, eskiden yoksun kaldıkları yiyeceklere ulaşa­
bilmeye başladılar. M ü tevazı yonga, Toth'un da pek çok kez
gösterdiği gibi, postun en sert kısı mları dışında her yerinin ke­
silerek içindeki etin açığa çıkarılması için son derece etkin bir
araçtır. Bu basit taş yongaları yapan ve kullanan insanlar, ister
avcı olsunlar ister leş yiyici, yeni bir enerji kaynağına ulaşmış­
lardı: hayvan proteini. Böylece yiyecek alanlarını genişletmek­
ten öte, başarılı nesil üretme şanslarını da artırmış oldular.
Üreme süreci pahalıya mal olan bir iştir ve diyetin eti de içere­
cek şekilde genişlemesi, bu sürecin daha da emniyete alınma­
sını sağlayacaktı r.

ŞEKiL 2 . 5
Alet teknolojileri. Alttaki i k i sırada, arkeolujik kalıııtılarda ilk kez yakla§ık
2 . 5 milyon yıl öııce oıtaya çıkan Olduvan tekn o l oji s i görülmektedir: çekiç
(beyaz tU§), basit satır ve kazıyıcılar (çekiçle ayııı sırada) ve küçük, keskin
yongalar (üstteki sını). Ü sııeki iki sırada, kalıııtılarda ya kla§ık 1 .4 milyon yıl
önce ortaya çıkan Adıeııleen kültür göriilliyor. Bu kültüre özgü ale tle r el
baltalan (damla §f'kliıırleki iki alet), satır, kazma ve ayrıca, Oldavan alet
gruplannda bulıııııııılııra henzer çe§itli küçük aleılerdir. (N. Toth.)

53
Antropologların karşısında uzun süredir aynı soru var: Bu
aletleri kim yaptı? Aletlerin arkeolojik kalıntılarda ortaya çıktığı
dönemlerde pek çok A ııstralopithecus türü ve olasılıkla, pek
çok Homo türü mevcuttu. Aletleri kimin ürettiğine nasıl karar
verebiliriz? Bu, son derece zor bir iş. Aletleri yalnızca Homo
fosilleriyle bağlantılı olarak bulsaydık ve A ustralopithecus türle­
rinin yanında hiç alet bulmamış olsaydık, tek alet yapımcısının
Homo olduğu sonucuna varabilirdik. Ama tarihöncesi kalıntıla­
rı bu denli açık seçi k değil. Randali Susman, Güney Afri­
ka'daki bir sitte bulunan ve A. robııstus'a ait olduğuna inandığı
el kemiklerine dayanarak, bu türün alet yapabilecek el beceri­
lerine sahip olduğunu savund u . Ama bunun doğru olup olma­
dığını kesinlikle bilmek olanaks ı z .
Ben, en basit açıklamayı aramamız gerektiğini düşünüyo­
rum . Tarihöncesi kal ı n ı ıl a rı ı ıd a ı ı , 1 m i lyon yıl öncesinden son­
ra yalnızca 1/om o l ii rleri n i ı ı var old ıığı ı n ı ı ve ay rıca, Inı türlerin
taş aletler yaptıkları n ı l ı i l i yor ı ı z Ba!-ika �l'kildı� dii�iin memiz
.

için iyi bir neden ol madık��a, l a r i l ıiiı wı·s i ı ı i r ı ı·rkı·n diirıenı lerin­
de yalnızca Homo ' n u n al et yaplığını siiy l ı · ı ı wk ıııaııııklı olacak­
tır. Australopithecus türleriyle 1/onw ' ı ı ı ı ı ı fa rklı u y ari an malar
geçirdikleri çok açık; bu farkın en iiıwmli ıwd'"ıılniııdcrı biri­
nin, Homo'nun et yemesi olduğu d ii§ii ıı iilel ıil i r. Ta� ald yapı­
mı, etoburların yeteneklerinin önemli bir pan;asıııı ol ı ı � l ıırm a­
lıydı; oıoburların ise bu aletiere i htiyacı yok t u .
Toth, Kenya'daki arkeolojik s i tlerde bulunan alı�ııı�r iiwrin­
deki çalışmalarından ve alet yapımı deneylerinden l ıiiyiilı�yici
ve önemli bir keşfe ulaştı . İlk alet yapı meıları çoğunl u k la, mo­
dern insanlar gibi, sağ ellerini kullanıyorlardı. İ nsans ı ı ııayııııın­
lar tercihe göre sağ ya da sol ı � l lı· riıı i kullanabilirler; l ii ri i r ı lii­
müne özgü bir tercih yoktur. Bıı açıdan , insanların lwıızı�rsiz
bir konumda oldukları giiriiliiyor. Toıh'un ke§fi bize evrim
hakkında önemli bir içgörii sağl ıyor: yaklaşık 2 m ilyon yıl iiııı:e
Homo'nun beyni, bizim kendi mizi lıildiğimiz anlamda, gcrçı�k­
ten i nsana özgü bir hal al nı a ya l ı a§lamıştı.

54
3 . BÖLÜM

FARK L I BiR iNSAN TÜRÜ

Yakın zamanlarda gerçekleştirilen heyecan verıcı ve yaratıcı


araştırmalar, fosilieri kullanarak, soyu tükenmiş atalarımızın
biyolojisi hakkında birkaç yıl önce kimsenin hayal bile ederne­
yeceği kesin bilgiler edinmemizi sağladı . Sözgelimi, belli bir in­
san türüne ait bireylerinin ne zaman sütten kesildikleri, ne za­
man cinsel olgunluğa ulaştıkları, ortalama ömürlerinin ne oldu­
ğu gibi sorular hakkında mantıklı Lahminler yapmamız artık
mümkün. Bu tür bilgilere ula§mamızı sağlayan araçlar sayesin­
de, Homo'nun daha ilk ortaya çıkışından itibaren farklı bir in­
san türü olduğunu anlamaya l ı <ı§l ad ık. !l u.�tmlopitlıecus'la Ho­
mo arasındaki biyolojik süreksi z l iği ke§felnıenıiz, insanın tari­

höncesine ilişkin anlayışımızı k ö k ten deği§Lin l i .


Homo'nun ortaya çıkışına d e k L ii ın iki ayak l ı i nsansım ay­
munlar küçük beyinlere, büyük yanak ıl i§lniıw, çıkı n ıı l ı ı,;ene­
lere sahiptiler ve insansımaymun oeıızeri l ı i r IH'slı· ı ı ın e strateji­
si izliyorlardı . Çoğunlukla bitkilerden lwslı-ııiyorl ardı ve sosyal
ortamları olasılıkla, modern savan lı al nı ıı u ı ı a l wıızi yordu . Bu
türler -Australopithecus- yalnızca yürüyi i § §ı-killı-riyle in sansıy­
dılar. 2 . 5 milyon yıl öncesinden önce b i r diiıwın dı� - tam ola­
rak ne zaman olduğunu hala bilemiyoruz - ilk biiyük beyinli
insan türleri ortaya çıktı . Herhalde, çoğ ı ı ııl u kl a b i tkisel besi n­
lerden oluşan lıir ıliyelten et de içeren l ı i r d iyetı· geçmenin ya­
rattığı bir uyarianma n e deniyle, dişler de dcği�ın işti .
İlk Homo'nun I n ı iki özelliği - beyin l ıoyu t u ve diş yapısın­
daki değişimler - ol uz yıl önce ilk Honıo lıahih� fosillerinin bu­
lunmasından I ıı�ri l ıi l i ıı m ekteydi . Belki de modern insanların
beyin gü c ün i i n iiıwın ine kendimizi kaplır m arn ı z yüzünden ant-

55
ropologlar oaha çok, Homo halıilis'in ortaya çıkışıyl a beyin bo­
yutunda görülen - yakl aşık tl.SO cm:1 'ten, 600 cm:1 ' ü n üstüne ­
sıçrama üzerinde yoğunlaştıl ar. 13u hiç kuşkusuz, i nsanın tari­
höncesini yeni bir yöne sokan evrimsel uyarianmanın önemli
bir parçasıydı. Ama yalnızca bir parçası . Atalarım ızın biyolojisi
üzerinde yapılan yeni araştırmalar başka pek çok şeyin de de­
ğiştiğini ve bu değişimierin onları insansımaymun benzeri ol­
maktan, daha insansı olm aya götürdüğünü gösteriyor.
İnsan gelişiminin en önemli özelliklerinden biri, yavruların
tamamen çaresiz halde doğmaları ve uzun bir çocukluk döne­
mi yaşamalarıdır. D ah ası , tüm ebeveynlerin de bildi kleri gibi,
çocuklar ergenli kte ani büyüme hamleleri gösterir ve şaşı rtıcı
bir h ızla boy atarlar. İnsan bu açıdan benzersizdir; i nsansı­
maymunlar da dahil olmak üzere memeiiierin çoğu bebekli k­
ten doğruca yetişkinl iğe gec;e rl er. Biiyiinı e hamlesi başlamak
üzere olan bir insan e rgc ı ı i ı ı i ıı l ıoy ı ı t l a rı yaklaş ı k % 25 oranın­
da artabilir; şempaıızcl ndı�ki d iizı·ı ı l i l ı i'ı y i"ııııc yiiriingesinde
ise, ergen ye t iş k i n l i ğ ı� gcı; t i ğ i ı ı dı· l ıoyı ı t ları yal n ı zca n�r, 1 !J. artar.
M i ch i gan Ü n i versitı�si ' ı ı dı · ı ı l ı i yolog l h rry Bogi ı ı l ı iiyiime
grafiklerindeki bu fa r k l ı l ı k lıakkı ı ı d a y ı ·ıı i l i kı: i l ı i r yorı ı rı ı sunu­
yor. İ nsan çocuklarında, l ıcyı ı i ı ı l ı i i y i i ı ı w l ı ızı ı ı ı ı ı l 11·ıızı·r o l m a­
sına karşın , bedenin l ı ii y ii ı ıw l ı ı z ı i ı ı sa ı ı sı ı ı ı ay ı ı ı ı ı ı ı l a ra oranla
daha düşüktür. Sonuçta i ı ı sa ı ı ı:ı ll ' ı ı k L ı rı , ı ı o rı ı ı a l rıı a y ı ıı ı ı n bü­
yüme hızını izlemeleri d u rı ı ı ı ı ı ı ı ı d a ol a l ' akl arı na oranla daha
küçüktürler. 13ogin'e göre l ı ı ı ı ı ı ı ı ı saf� L ı d ı ğı yarar, genç i nsanla­
rın kültür kurallarını özi'ı ı ıı s ı · ı ı w k i ı� i ı ı ı d a ş m aları gereken yük­
sek öğrenme düzeyiyle i l g i l i o l ı ı ı a l ı d ı r. Büyümekte olan çocuk­
lar, beden boyutunda iiıwı ı ı l i l ı i r fa rk olması duru munda, ye­
tişkinlerden daha iyi öğrı · ı ı i ı ı ı ; ı l a l ı i l i rl n , çünkü bu ş ek i l de b i r
öğretmen-öğrenci ilişkisi k ı ıı ı ı L ı l ıilcl'cktir. Genç çocukların in­
sansımaym un benzeri l ı i r l ı i ı y i i ı ıw g rafiğinin sağlayacağı l ı oy u t­
ta olm al arı dur u mu nda iiğrı·ıll 'i-iiğretmen ilişkisinden c;ok, fi­
ziksel bir r ekabe t gelişd ıi l i rı l i . () ğre n m e süreci sona erdiği nde
beden, ergenlik büyüme l ı a ı ı ı l ı ·s i y l e " arayı kapatı r " .

56
İnsan, hayalta kalma becerilerinin ötesinde gelenekleri ve
sosyal töreleri, akrabalığı ve sosyal yasaları - yani kültürü ­
içeren yoğun bir öğrenme süreci sayesinde insan olur. Çaresiz
bebeklerin bakıldığı ve daha büyük çocukların eğitildiği sosyal
ortam , insansımaymunlardan çok insanlara özgüdür. İ nsan
uyarianmasının kültür olduğu ve bunun da, alışılmadık çocuk­
luk ve olgunla§ma modeli sayesinde mümkün kılındığı söylene­
bilir.
Ama yeni doğmuş i nsan bebeklerinin çaresizliği kültürel
uyarlarımadan çok, biyoloj i k bir zorunluluktur. Beynimizin bü­
yüklüğü ve i nsan leğeninin yapısal kısıtlamaları nedeniyle, in­
san bebekleri dünyaya çok erken gelirler. Biyologlar yakın za­
manlarda, beyin büyüklüğünün zekadan başka şeyleri de etki­
lediğini anlamaya başladılar. Beyin büyüklüğü sütten kesilme
yaşı, cinsel olgunluğa ulaşma ya§ı, gebeli k süresi ve ya§am sü­
resi gibi ya§am larilıc,:esi etkenleriyle de bağlant ılıdır. Büyük
beyinli türlerde bu etkenlerde ıızama görülür: Bebekleri küçük
beyinli türlere göre daha geç süllen kesi l ir, cinsel olgunluğa
daha geç ula§ılır, g e beli k daha u z u n sürer ve lıirey daha uzun
ya§ar. Diğer primaılarla yapıl an kar�ıla�lı rıııalara dayanan ba­
sit bir h esaplama, ortalama lıeyin kapasi lesi 1 :�SO c m :1 olan in­
sanda gebelik süresinin şu andaki g i l ı i dokuz ay dı�ğil, yirmi
bir ay olması gerektiğin i g österiy o r. Dolayısıyla, insan bebekle­
rinin doğduklarında bir yıllık bir arayı kapa l ı n alan gerekiyor
ve bu nedenle, çaresiz durumda oluyorlar.
Bu neden oldu? Doğa, i nsan bel11�kleriııi ıwdcn dünyaya
çok erken gelmenin tehlikelerine m aruz l ıır a kı ı "( Y an ı t, beyin­
de. Yeni doğmuş bir insansımaymunun orıalarııa 200 cm:1 'lük
beyni, yetişkin l 11�yninin yakla§ık yarısı l ıiiyii kliikıed i r. Boyutta
gerçekleşmesi gereken iki kat oranındaki l ıiiyii rııe, hızla ve in­
sansımaymunun yaşamının erken dönerııleriııde gerçekle§ir.
Yeni doğmuş i nsan lıcbeğinin beyniyse ydişkin beyninin üçte
biri kadardı r vı� erkı�ıı dönemdeki h ızlı lıir lıiiyümeyle üç kat
büyür. İnsanlar, l ıeyi nlerinin yetişkin beyni lıoyutuna ya§amın

57
erken dönemlerinde eri§mesi açısından insansımaymunlara
benzerler; dolayısıyla, insansımaymunlar gibi beyin boyutları
iki katına çıkacak olsaydı, yeni doğmu§ insan beyinlerinin 675
cm :ı olması gerekirdi. Tüm kadınların bildikleri gibi, normal
beyinli bebekleri doğurmak bile yeterince zordur ve hatta kimi
zaman , ölü m olasılığına yol açabilir. İnsan evrimi sırasında !e­
ğen açıklığı, beyin boyutundaki büyümeye uyarlanacak §ekilde
büyümü§tür. Ama bu büyümenin - etkin iki ayaklı hareketin
yapısal zorunluluklarının getirdiği - bir sınırı vardı. Bu sınıra,
yeni doğmu§ bebeğin beyin boyutunun günümüzdeki değeri
3
- 385 cm - bulmasıyla ula§ıldı .
Evrimsel bir bakı§ açısından baktığımızda, insanların i nsan­
sımaymun benzeri büyüme modelinden , yeti§kin beyninin 7 70
cm:1 ' ü a§masıyla ayrıldığını söyleyebiliriz. Bu rakamın ötesine
geçildiğinde beyin boyutu doğumdan son ra i ki kattan fazla bü­
yümek zorunda kalaeak ve lı i iyl ece d ii rıyaya "ı ,:ok erken " ge­
,

len bebeklerde çaresizl ik rııoddi giiriil rııt�ye l ıa�l arı acak t ı . Ye­

Li§kin beyin boyutu yakla�ık 800 ı: rıı oları 1/omo lıabili.� 'in in­
sansımaymun büyüme modeliyle insan l ıiiyiirııı: ıııodı·l i n i n ke­
:1,
si§me noktasında olduğu, yakla§ık 900 ı:ııı 11' l'rkı:n 1/omo
erectus ' un ise türü insan yönüne doğru iiıwır ı l i oraııtla iLLiği
söylenebilir (bkz. §ekil 3 . 1) . U n utulmamal ı d ı r ki l ı ı ı " ilkesel "
bir tezdir; Homo erectus ' taki doğum kanalın ı n , ıııodnn insan­
lardakiyle aynı büyüklükte olduğu varsayılmaktad ı r. I IJBO'le­
rin ortalarında Turkana Göl ü'nün batı kıyısı y akın l a n ııda arka­
da§larımla bulduğumuz erken llomo erectus iskelet i n i n (Tu rka­
na çocuğu) leğeninde yapılan ölçümler, Homo erect u s ' ı ı n Inı
açıdan ne derece insanla§tığı hakkında bize daha açık l ıir fi k i r
sunuyor.
İnsanlarda leğen açıklığı lıoyııtu erkek ve kadınl arda aynı­
dır. Dolayısıyla, Turkana çocuğunun leğen açıklığını iilı;n<'k ,
annesinin doğum kanalının l ıoyutu hakkında iyi bir tal ı ııı i rı e
ula§abildik . Dostum v e çal ı�nı a arkada§ım olan, John l lopki ııs
Üniversitesi'nden anatomi lıilinıei Alan W alker, birlı i rl e ri ııd ı:ıı

58
(a)

S an
L-.._ı (c) (d)

ŞEKiL 3 . 1
Homo erectus. (a), (b) ve (c)de, l 975'ıe Turkaııa (;iilii ' ııiiıı doğıısııııda bulu­
1
nan KNMER 3 7 3 3 kafatası iiç açıdan göslr-rilıııı·kıı·ılir. HSO c ın 'liik bir be­
yin kapasilesine sahip olan bu birey yakhı§ık l .H ııı ilyıııı yıl iiııce ya§amı§lır.
Kar§ıla§lırma amacıyla (d)de, 3 733'ten bir ınilyoıı yıl sorıra ya�amı� olan ve
3
beyin kapasilesi yakla§ık 1 000 cm diizeyiııdc lıtılııııaıı, c,:iıı'den bir 1/omo
erectus (Pekin adamı) verilmiştir. (W. E. Le Gros Clark/Ciıica!!;O U niversity
Press ve i\ . Walker ile R . E. F. Leakey/Scientific lı mı-rimn , I IJ78, Liim hak­
lan saklıdır.)

ayrı olarak b ııld ıığıı ııı ıız kemikleri kullanarak çocuğun leğenini
yeniden olııştıırdıı Ul (bkz. şekil 3 . 2 . ) . Leğeıı açıklığını ölçtü­
ğünde llomo sapi1·ns ' f': göre daha ki.içiik olduğunu gördü ve
:ı,
Homo erectus lıd wklcrinin yaklaşık 2 7 5 crn liik beyiniere sa-

59
hi p oldukl arı n ı hesaplad ı . B u , yeni doğm uş m odern i nsan la rı n
beyi nl e ri ne �öre ol du kça küçü k bir boyutlu.
Bunun anlamı çok açı k . Modern i nsanl arda olduğu gibi /lo­
mo erectus ' ı a da bebekler yetişkin boyu t u n u n üçte b i ri b ü yü k­
l ük te lıe yi nl erl e doğuyorlardı ve y i n e modern i nsanlar gibi,
dünyaya ç a res iz durumda gel iyor olm al ı yd ı l ar. B u ndan, m o­
dern i nsana özgii sosyal ortam ı n parçası o l an , l ıehekl e re che­
veynierin gösterd iği yoğun bakım ı n , yaklaş ı k ] . 7 m ilyon y ı l ön­
ce, erken 1/omo erectus ' ta gelişmeye lıaşl am ış old uğu sonucu­
n u ç ı kara bil i ri z .
Henüz bir 1/omo hnb ilis l eğeni l ıulamad ığı mız i ç i n aynı he­
saplamay ı , erectus ' u n en yakın atası olan lwb ih� için yapanı ı yo­
ruz. Ama eğer lıabilis b e be kl e r i crertus l ıoyııtunda heyinl erle
doğuyor i diysele r , onlar d a 11 çok er k en 11 doğııyorl ardı, am a bu
aşırı bir erken doğum d e ği ld i ; onlar da doğı ııııdaı ı sorıra çare­
siz durumda olacakl ard ı , ama l ı ıı �·ok 1 1 z 1 1 ı ı s i ·ı r ı ı ıc yı�c e k ı i ; onlar
da i nsansı bir so s yal orlaıııı gnı·ksi ı ı ı ·ı Tklı·rd i ; a ııı a gereksi­
nimleri daha az d ii zeyd ı � olaca kt ı . Dol a yısıyl a , llm1 1 o dalıa en
baştan iti baren i nsan yiiıı ii ı ı d ı · i l 1 · rl 1 · ı ı ı i -: g i l ıi giiriiıı iiyor. A u.�t ­
ralopitlıecus türleri ise i ıısaııs ı ıı ı a y ı ı ı ı ı ı ı l ıo\" l l l ı ı ı ıda l wy i r ı lt' n� sa­
hipt iler ve dolayısıyla, t�rk1·n g1·l i -: ı ı w ı l i i ı w ı ı ı i r ıı l l ' ı ı ısaıısı ııı ay­
mun benzeri b i r model izlenı i� ol ı ı ı : ı L ı ı ı gn1 · k i rd i .
Behekl ikıe uzun b i r c,;arı·s i zl i k diiı w ı ı ı i - yoğun l ı i r e b e veyn
bakırnma ge r eksi nim duyulan l ı i r ı li i ı w ı ı ı - d<.ılıa o zamandan
e r ken Homo'nun öze l l i ğiyd i ; l ı ı ı k:ıda rı ı ı ı s aplayabil d i k . A m a
ya çocu kl uğ u n geri kalan k ı s ı ı ı ı "( ı,:1 w ı ı k l ı ığ ı ı ıı p ra t i k ve kül türel
becerileri özii mseyecek V I ' a n l ı ı ı d a ı ı , l ' rg e nl i k ı e bir büyüme
hamles i yaşayac ak şeki l d l ' ı ı za ı ı ı ası l l l ' za man old u '?

ŞEKiL 3.2 (SAG DA)


Turkana çocıığı ı . D o k ı ı z ya�nııLıki l ı ı ı llo1110 erectu.s ' ıı ı ı yeniden olıı�l ıınıl­
ııııış iskeleti, bedensel yapı ;ıı; h ı ı ı ı L ı ı ı l ıı ı l i"ıı"i"ııı ııc kadar iıısaıısı olı l ı ığıııııı
gösteriyor. İskeletiıı c;ıkarlılnıa'ı •;alı�nıalarıııı yüııcıcıı Alan Walkcr Tıı rkaııa
çocıı ğ ıııııı ı ı yaıııııda. (A . \Valkn/1-.:ı· nya U lusal M iizesi.)

60
1>1
M odern insanlarda çocukluk döneminin uzaması, insansı­
maymunlara oranla daha düşük bir fiziksel büyüme hızıyla
mümkün olur. Sonuçta insanlar büyümedeki , ilk dişin çıkması
gibi çeşitli dönüm noktalarına insansımaymunlara oranla daha
geç ulaşırlar. Sözgelim i ilk kalıcı azıdişi insan çocukl arında altı,
insansımaymunlarda üç yaşında; ikinci azıdişi insanlarda on
bir ile on iki ve insansımaymunlarda yedi; üçüncü azıdişiyse
insanlarda on sekiz ile yirmi ve insansımaymunlarda dokuz ya­
şında çıkar. İnsanın tarihöncesinde çocukluk döneminin ne za­
man uzadığı sorusuna yanıt bulmak için, fosil çenelerine baktı­
ğımızda azıdişlerinin ne zaman çıktığını anlamamızı sağlayacak
bir yönteme ihtiyacımız vardı .
Sözgelimi, Turkana çocuğu, ikinci azıdişinin çıkmaya başla­
dığı sıralarda ölmüştii . 1/omo erectus'un insan çocukluğunun
daha yavaş gelişimini izlemiş olması d urumunda çocuk, yakla­
şık on bir yaşl arı nda iil rııiiş ol mal ı y d ı . A m a türde insansımay­
mun benzeri bir biiy iim e grafiği n i n ol ması d u ru mun d a , çocuk
yedi yaşında olaeaktı . Pt�ıı ıısylvaıı i a Ü niversi tesi'nden Alan
Mann 1 970'lerin başlan ııda fosil i ıısaıı d işlı�ri iiwri nde kap­
samlı bir inceleme gerçekl eşti rd i ve t ii rıı Au.\tra lopitlıccus ile
Homo türlerinin, insanı n . yavaşlatılmış çoı : u k l ı ık gd işi m i mode­
lini izledikleri sonucuna vardı. M ann'ın çalışmaları lıiiyiik etki
yarattı ve Australopithecus de dahil olmak üz e r e tiirıı iıısangil
türlerinin modern insan modelini izlediklerine dair geleneği
güçlendirdi. Gerçekten de Turkana çocuğunun çeııı�siııi lıulup
ikinci azıdişinin çıkmakta olduğunu gördüğümde, iildiiğünde
on bir yaşında olduğunu düşi.i ndüm; çünkü"Homo SOJiims gibi
olması durumunda, ölüm yaşı lıu olacaktı. Aynı şekild e A u.�t­ ,

ralopithecus africanus tiir ii ıı iin bir üyesi olan Taung çocıığunun


da, ilk azıdişinin çıkıyor olması nedeniyle, yedi yaşında iildiiğü
düşünülüyordu.
1 980'lerin sonlarında çı:şiıli araştırmacıların çalışmaları , bu
varsayımların çökmesine ııı�den old u . M ichigan Üııivı�rsite­
si'nden antropolog Holly Sıı ı i ı lı , beyin boyutu ile ilk azıdişin i n

62
çıkma yaşı arasında ilişki kurarak, fosil insanlardaki yaşam öy­
küsü modelinin çıkarılması için bir yöntem geliştirdi. Ö ncelik­
le, insanlar ve insansımaymunlarla ilgili verileri topladı. A rd ı n­
dan, karşılaştırma yapmak amacıyla, bir dizi insan fosilini ince­
ledi. Ortaya üç yaşam öyküsü modeli çıktı : İlk azıdişini n altı
yaşında çıktığı ve yaşam beklentisinin altmış altı yıl olduğu mo­
dern i nsan düzeyi; ilk azıdişinin üç yaşından biraz sonra çıktığı
ve yaşam beklentisinin yakl aşık kırk yıl olduğu insansımaymun
düzeyi ve bir ara düzey. Son Homo erectus - yani, yaklaşık
800 . 000 yıl öncesinden sonra yaşayan bireyler - insan düze­
yine uyuyordu ; Neanderthal insanı da öyle. Ama tüm Australo­
pithecus türleri insansım aymun düzeyine giriyorlardı. Erken
Homo erectus, sözgelimi Turkana çocuğu, ara düzeydeydi : Ço­
cuğun ilk azıdişi dört buçuk yaşını biraz aştığında çıkacak ve
ölümle erken yaşta tanışmamış olsa, yaklaşık elli iki yıl yaşa­
ması beklenebilecekti.
Smith'in çalışması, Aııstralopitlıecus büyüme modelinin in­
sanlardakinden çok, insansınıaymunlardakine benzediğini gös­
terdi. Smith ayrıca, erken 1/omo erert as 'un büyüme açısından
modern insanla insansı nıaym ıııı arası nda olduğunu da göster­
di: Artık, Turkana çocuğu nun, lıcııirıı i l k ıalımin elliğiın gibi on
bir değil, yaklaşık dokuz yaşında iild iiğii ı ı ii düşünüyoruz.
Bu sonuçlar, bir kuşak an lropologun varsayı m i arı na zıt ol­
maları nedeniyle, büyük tartışmalara yol açt ı . Smith'in hata
yapmış olma olasılığı elbeıte vardı. Biiylt� dıını ın larda doğrula­
yıcı çalışmalara gerek duyulur ve bu ii rıı<'klı�, Inı çalışmalar
hızla yapıldı. O dönemde Londra'daki Uııiv < 'rsit y College'da
bulunan anatonıi bilimciler Christopher l h·aıı ve Ti m 13roma­
ge, diş yaşımn doğrudan belirlenmesi içiıı l ı i r yiiııtem gelişıir­
diler. Bir ağacın yaşının saptanması için ağaç halkalarının kul­
lanılınası gibi, dişiıı yaşını da üzerindeki m ikroskobik çizgiler
gösterir. Bu lwsaplanı a yöntemi sanıldığı kadar kolay değildir;
özellikle de, ı_:i zgilı:riıı nasıl oluştuğu kesinlikle biJinemediği
içi n . Yine de Dı : aı ı vı� Bromage tekniklerini ilk olarak, çenesi

63
di§ geli§imi açısından Tau ng çocuğunun kiyle aynı olan bir
A ustralopitlıecus 'a uyguladılar ve bireyin ii ç ya§ını l ı i raz geçti­
ği nde, tam ilk azıdi§i ç ı karken öldiiğünü bu l guladılar; b u , in­
sansı maymun benzeri bir lıii y ii me grafiği ydi.
Dean ve B ro mage diğer fosil i nsan d i§le ri ü zerinde b i r dizi
inceleme gerç e kle§ ti rd i kl erinde , Smith gib i , üç d ü zey saptadı­
lar: M odern insan, i nsansı nı ay m u n ve ara bir d üzey . Yine
A ustralopitlıerus ins a nsımaynı u n , geç Homo erertus ile N ean­
derthal m odern i nsan ve erken 1/omo erectus d a ara düzeyler­
deydi ler. Ve sonuçlar y i n e , özellikle A ustralopitlıecus ' u n i nsan
gi bi mi, yoksa i nsansı m ay nı u n gibi mi büyüdüğü konusunda
tartı§m alara yol açtı .
St. Louis'deki W ash i ngt on Ü niversitesi'nden an tropolog
Glen n Conr oy ve kli n i k tedavi uzm anı M ichael Vannier' i n tı p
d ünyası nda kııllanılan y i i k sl ' k t l ' knoloj i yi a n t ro p ol oj i l aboratu­
varı na ta§ ı nı a l a rı yl a l ı i rl i k t t • , l a rl ı �ı ıı a l a r sona l' rd i . Bilgi s aya rl ı
eksen tomogra l'is i (iiı; l ıoy ı ı t l ı ı C J\ T t a r a m a s ı ) k u l l a n a ra k Tau ng
çocuğu nun l a§ l a§ In ı § ı;�' ı ws i ı ı i ı ı i �· k ı s ıı ı ı ı ı ı i rw ı · l t · d i l n ve Dean
i l e Bromage' ırı ı ı l a § l r k l a rı so ı ı ı u: l ; ı rı l t · ıı w l d t · d oğ r ı r l a d ı l a r . Ta­
ung ç ocuğu yakla§ r k iiı; ya�ı ı ı d ; ı y kt · ı ı , y;ı ı ı i i ı ıs ; ı ı ı s ı ı ı ı a y ı ıı ı ın ben­
zeri bir büyüme g ra fiğ i n d ı · p; t · ı ı ı: l ı i r l ı i rt ·�· ı ı L ı ra k i i l r ı ı i·ı §tii .
Ya§am tari hi e t ken l e r i n i V t ' d i � gt · l i � i r ı ı i ı ı i i ı ı t TII'yt�rek fosil­
l erden biyolojiye u Lı§ rııa l wı T r i -. i . k . . r ı ı i kl t · ri ı ı iizı·ri ne nıecazi
olarak et yerl e § t i rnıenı izi sa ğ L ı ı ı ı a -. ı ıwd .. ı ı i y l l ' , antropoloj i d e
büyük ö n e m ta§ı r . Sözgl'l i ı ı ı i . T ı ı r k a ı ı a ı; ı ll ' ı ı ğ ıı ıı un dördüncü
doğum gününden b i raz iiı ı n · -. i ı l l t · ı ı kt·s il d iğ i r ı i ve eğer ya§asay­
dı yakla§ı k on dört ya §ı ı ı ı Lı . . i ı ı -.t ·1 o l g ı ı r ı l uğa eri§ mi§ olacağını
söyleyebiliriz. A n nesi i l k ı;ı w ı ı ğ ı ı ı ı ı ı l ı ii y ii k olasıl ı kl a on üç ya­
§In<la ve dok ı ı z ayl ı k lı ir p; t · l wl i k t i ' l i sorıra doğu rnnı§ t u ; lnı ndan
sonra da lwr ii ç ya d a d i i rt ' ı l d ; ı l ı i r gebe kal a c� ak t ı . Bu model­
ler bize, erken 1/onıo l'rt'd fl.\ d i i ı w ı r ı i ııde i nsan ı n alaları n ı n in­
sansını ay m u n yöniind l ' ı ı ı ı 1. a k L ı �a ra k m odern i nsan l ı iy o loj isi
yö ıı ii ıı de ilerlemeye , l ı a§ l a ı ı ı ı � o l d u kları n ı , A ustmlopitlll'cus ' un
i se i nsansı may rn u ıı diizt · y i ı ı d ı · ka l d ı ğını gösteriyor.

64
Erken Homo'nun modern İnsan büyüme ve geli§me model­
lerine evrimsel kayı§ı sosyal bir bağlam içinde gerçekle§tİ.
Tüm primatlar sosyaldir, ama modern insanlar sosyalliği en üst
düzeye ta§ımı§lardır. Erken Homo'nun di§lerini kanıt alarak
ula§tığımız biyoloji bize, bu türde sosyal etkileşimin gelݧmeye
ba§ladığını ve kültürü gelݧtİren bir ortam yarattığını gösteri­
yor. Tüm sosyal örgütlenme de önemli oranda değݧmݧ gibi
görünüyor. Bunu nasıl bilebiliyoruz? Erkek ve di§İlerin beden
boyutları arasında yapılan kar§ıla§tırmalardan ve babunlarla
§empanzeler gibi modern primat türlerindeki bu tür farklılıklar
konusunda bildiklerimizden.
Daha önce de beli rttiği miz gibi, savan babunlarında erkek­
ler di§İlerin iki katı büyüklüktedir. Primatologlar bu tür bir far­
kın, çiftle§me fırsatları iç i n olgun erkeklerin yoğun §ekilde re­
kabet etlikleri dur u m larda oluştuğunu artık biliyorlar. Çoğu
primat türlerinde old uğu gibi, e rkek babunlar olgunluğa erݧ­
tiklerinde doğdukları topl uluğu terk elmek durumunda kalıyor­
lar. Genellikle yakınlarda buld ukları b aşka bir topluluğa katılı­
yor ve o andan itibaren, bu g ru pl a iiııcedı�n yerleşmݧ olan er­
keklerle rekabete giriyorlar. Bu erkek giiı;ii mod el i yüzünden
çoğu grupta erkekler birbirleriyle akraba dl'ğild ir. Dolayısıyla,
birbirleriyle işbirliği yapmaları için Darwinı-İ (yani, geneıik) bir
neden yoktur.
Oysa §empanzelerde, henüz tam olarak anlaşıla ma m ış ne­
denlerden dolayı, erkekler doğdukları grupla kal ır ve di§İler
göç eder. Sonuçta, bir §empanze gr ubund a k i e rkı�klerin, elişiie­
rin elde edilmesinde işbirliği yapmak için l >arwirıci bir neden­
leri vardır; çü n kü karde§ olarak genleri n i n yarısı ortaktır. Di­
ğer şempanze gru plarına karşı savunma yapmakta ve çaresiz
durumdaki bir ırıayrıı unu ağaç üstünde kiişı�yı� sıkı§tırmaya ça­
lı§tıkları av sefı�rlı�riııde i§birliği yaparlar. Bu görece rekabet
eksikliği ve gdişırı iş işlıirliği erkekle di§İ arasındaki boyut farkı-

İnsanın Kökeni, F: 5 65
na da yansır: Erkek dişiden yalnızca o/o 1 S ile 20 oranında b ü­
yüktür.
Aııstralopithecus erkekleri boyut açısından babun modelini
izlerler. Dol ayısıyla,A ııstralopithecus türleri nde sosyal yaşamın
modern babunlardaki ne benzediğini düşünmek mantıklı bir
varsayım olacaktır. Erken Homo'da erkek. ve dişi beden boyul­
ları arası nda karşılaştırma yapmayı başardığı mızda, önemli bir
kay m anın gerçekleşmiş olduğunu hemen anlayabildik: Şem­
panzelerdeki gibi, erkekler artık dişilerden % 20'yi aşan bir
oranda büyük değillerdi. Cam bridge'li antropologlar Robert
Foley ve Phyllis Lee ' n i n de savundukları gibi, Homo cinsinin
türediği dönemde beden boyutunda görülen bu farklılık hiç
kuşkusuz, sosyal örgü tlen medeki bir değişi mi de temsil eder.
Erken Homo erkekleri b iiyük olasılıkl a doğd u kl arı grupta kalı­
yor ve dişiler başka gruplara geçiyord u . Daha i i n ce de belirLLİ­
ğimiz gib i , akrabalık, e rkeklı�r a rası rı d a i � l ı i rl iğ i rı i geliştiriyor.
Sosyal örgüılenmedı�ki l ı ı ı dcği�i ıııt� ıwy i r ı yol a �· ı ı ğ ı ıı ı kesin
ol arak bilem iyoru z: E rkı·klcr arasırıda i�l ı i rl iğ i ı ı i r ı ari ması bir
nedenle b iiyük yarar sağla ı ı ı ı � o l m a l ı . K i ı ı ı i a ı ı l ropologl ar, kom­
şu Homo topl u lukları n a kar�ı sav ı ı r ı ı ı ı a ı ı ı ı ı l ı ii y i "ı k iiıwııı kazan­
dığını savunuyorlar. Bel ki dt� l ı ı ı ı ı d a ı ı da l ı i.ı y i i k l ı i r o l ası l ı k ,
ekonomik gereksin imiere dayalı l ı i r d ı ·ği�i ı ı ı d i r. <,:ı·� i ı l i kan ıtlar,
Homo ' n u n diyelinin d e ği �ı i ğ i ı ı i giislni yor; v ı · d, önemli bir
enerji ve protein kaynağı hal i ne gı ·l i yo r. 1-:rkı·rı 1/omo nun diş '

yapısındaki değişim ve ta� ald l ı ·k ı ı o l oj i si ı ı i ı ı gelişi m i , et tüketi­


m i n e işaret ediyor. Ayrıca l wy i ı ı d ı · k i , 1/omo paketinin bir par­
çasını oluşturan büyüme dı·, l i"ı riiıı d i yeline zengin bir eneıj i
kaynağı katması n ı zorunlu k t !m ı� ol ; ı l ı i l i r.
Tüm biyologlar ı n b i l d i klı ·ri gi l ıi l ıeyin , m etabolojik açıdan
pahalıya m al olan bir orgaı ı d ı r . S iizg el i m i modern insanlarda
beyin, beden ağı rlığının yal ı ı ı zt"a ryo 2'sini oluşturur, ama ener­
j i bütçesin i n o/o 20'sini Liikd i r . Pri rnallar tüm m emeliler arasın­
da en b üyük beyi nli gr u l ı ı ı ol ı ı �l ı ı nı rlar ve İ nsanlar da, bu mül­
kiyetlerini olağanüstü dcrı ·ı ·ı�dt� genişletmişlcrdir: İ nsan beyn i ,

66
eş beden boyutundaki bir insansı may m u n beyninin üç katı b ü­
yüklüktedi r . Zürih' teki Antropoloji Enstitüsü'nden Robert M ar­
tin , beyin boyutu ndaki bu büyümenin ancak enerji arzın ı n arl­
masıyla m ü mkün olacağın ı vurguluyor: M artin'e göre erken
Homo diyetini n , güvenilir olmaklan öte, besin değeri de y ü k­
sek olm alıyd ı . Et, yoğun b i r kalori, protein ve yağ kaynağıd ı r.
Erken Homo , A ustralopithecus boyu tunun ötesine geçmiş bir
beyin oluşturmaya ancak, diyetine önemli oranda e t katarak
" elverişli olabilmişti r " .
Tüm bu nedenlerden dolayı , erken Homo' n u n evrim pake­
Lindeki başlıca u yarian m anın önemli oranda et tüketi mi oldu­
ğunu savunuyoru m . Homo'nun canlı aviarı m ı yakaladığı, yok­
sa yalnızca leş yiyiciliği mi yaptığı , ya da her i ki şekilde m i
beslendiği, bir sonraki bölümde de göreceğimiz gibi, an tropo­
lojide son derece çekişıneli bir konudur. Ama atalarımızın
günlük yaşamında etin önemli bir rol oynadığından hiç kuş­
kum yok. Dahası, bitkisel besinierin yanı sıra eti de içeren yeni
beslenme stratejisi d e önemli bir so sy al örgütlenme ve işbirliği­
n i zorunlu kılmış ol abilir.
Bir türün beslenme m o d d i ı ı dı � tı·ııı d lı i r d e ğiş im gerçekleş­
tiğinde, arkasından başka değişiııılcriıı dı� ge ldi ği ni tüm biyo­
loglar bilir. Bu i kincil değişimler ı,:oğıı ı ı l ı ıkla, t iiriin yeni diyete
uyarlanmasıyla birlikte, anatomide gc rı;ı·kl ı·şi r. Erken Ila­
m o ' n u n diş ve çene yapısı n ı n , muh terı wl ı ·ı ı t'l i�·ı·rı ·ıı bir diyete
uyarianma n ed eniyle, A ustralopithecus ' ı ı ı ı k i ııdı·ıı farklı olduğu­
nu görmüştük.
Yakın zamanlarda an lropologlar, erken /lomo' ıııııı, d iş fark­
lılıkların yanı s ı ra , fi ziksel açıdan daha ak t i f lıir y ara tı k ol m a­
sıyla da lı u.�tmlopithccus ' tan ayrıldığına i ıı a ıı ııı a ya başladılar.
Birbirinden lı a ğ ı ı ı ı sız iki ayrı araştırm a dizisinde, erken Ho­
mo' n u n etki n bir k o ş u cu ve b u özelliğe sa l ı i p ilk insan türü ol­
duğu sonuc u n a varı l d ı .
Robert M arl i ı ı ' i ıı Zi i ri h ' ten çalışma arkadaşı olan antrapo­
log Peter Sch ıııid lı i rkaı,: yıl önce, ü nlü L ıı ı : y iskeletini i ncele-

67
me fırsatını buldu. Fosil kem i klerin fiberglas kalıplarını kulla­
narak Lucy'nin bedenini yeniden oluşturmaya başlad ı ; bede­
nin insan şekline sahip olacağını u m uyord u . Sonuçta görd üğü
şey onu çok şaşırtacakt ı : Lucy' n i n göğüs kafesi, insanlardaki
gibi fıçı §eklinde değil, i nsansım ay m un lardaki gibi koni §eklin­
deyd i . Lucy'nin o m uzları, gövdesi ve beli d e güçlü i nsansı may­
mun özellikleri ne sahipti.
1 989'da Paris'te gerçekle§tİrilen önemli bir uluslararası
konferansta Schmid, bulgulann ı n anlamı n ı açıkladı ve b ulgula­
rın çok önemli olduğu görüldü. Scm m i d ' e göre, Australopithe­
cus afarensis'in 11 bizim ko§arken yaptığı m ı z gibi derin soluya­
cak §ekild e göğsünü kaldırması m ümkün değild i . Karın §i§Li ve
bel yoktu; b u da, i nsan ı n ko§ması için gerekli olan esnekliği kı­
s ı tlayacaktı . 11 Homo bir ko§ucuydu, ama Australopithecus ko§U­
cu değildi.
Çeviklik kon usundaki iki nci kanı t dizisi, Leslie Aiell o ' n u n
beden ağırlığı ve b o y u konusundaki çalı§ın al a n y l a e l d e edildi.
Aiello modern insanlarla İ ıısarısı nıa y nı ı ı ıı larda bu özellikleri
ölçtürmܧ ve i nsan fosillerinde ı ı la�ı l a rı a y n ı L ii rd e verilerle
kar§ıla§tırmı§tı. Günüm üzdeki insansı may rıı ı ı n l a r boylarına gö­
re iri bir yapıya sahiptirler ve aynı boydaki l ı i r insandan iki kat
ağırdırlar. Fosil verilerinden de çok ;u; ı k lıir model çıkıyord u :
Artık bize çok t anıdık gel meye l ıa�layan lıir rnodeldi b u . A ust­
ralopithecus 'ların beden yapısı i ı ısaııs ı m a y m u nl arınki gibiyken,
tüm Homo türleri İnsans ı y d ı l a r. l l ı � m /\ iello' n u n bulguları h e m
de Schmid'in çalı§maları , Fn�d Spoor'un Australopithecus ile
Homo arasında iç kulağın anat o m i k yapısında görülen farkla il­
gili ke§fiyle uyumludur: İki ayakl ı l ığın geli§mesi, yeni bir be­
den boyutuyla birlikte geı-çı�klı·�i r .
Homo cinsinin ortaya ı.�ı k m asıyla birlikte, beyin boyutu dı­
§ında da önemli değişi m b·iıı gürüldüğün e daha önce değin­
mi§lİ m . B u deği§imlerin ne v l d ı ı ğ unu artık biliyoru z : AıL�tralo­
pithecus i ki ayaklıydı, a m a ı.�ıwikl i k açısından kısıtlıydı ; llomo
ise, atletti.

68
İki ayaklılığın başlangıçta, d eğişmiş bir fiziksel çevreele i ki
ayaklı insansı m ay m u n u n , geleneksel insansı m aymunlara uygun
olmayan bir habilalla hayalla kalmaları nı sağlayan d aha etkin
bir hareket şekli olarak geliştiğini de ileri sürmüştü m . İ ki ayak­
lı insansımay m u nlar beslenmek için açı k ağaçl ık bölgelerdeki
yaygın kaynakları ararken daha fazla alanda dolaşabiliyorlardı .
Homo'yla birlikte, hala iki ayaklılığa, am a b u kez daha üstün
bir çevikl i k ve hareketliliğe bağlı yeni bir hareket şekli gelişti .
Modern insanların i nce yapısı, uzun adımlı yürüyüşü uzun sü­
re sürd ü rebilmelerini sağlar ve erken Homo gibi, açık, sıcak
ortamlarda hareket eden bir hayvan için çok önemli olan etkili
ısı kaybına olanak tanır. Uzu n , etkili adımlarla yürüyen iki
ayaklı , insangil uyarianın asında temel bir değişimi temsil eder.
Bir sonraki böl ü m d e d e göreceğimiz gibi, bu değişim hiç kuş­
kusuz, aktif avianınayla bağl a n t ı l ı d ı r.
Aktif bir hayvanın ısı harca rıı ası , beynin fizyolojisi açısın­
dan özell ikle önem taşır. Al lıany, N ı�w Y ork EyaJet Ü niversite­
si'nden antropolog Dean Fai k da I nı n ok t a yı vurguluyor. Faik
l 980'lerdeki anatomik a raşt ı r ın al arı y l a , //onıo' n u n beynindeki
kanı boşaltan dam arların yapıs ı n ı n ��ı k i l i l ı i r soğı ı nı ay a elveriş­
li, A ustralopithecus ' ta ise bu özel l iğin ı,-ok d a h a d i i � i i k d ü zeyde
old uğunu gösterd i . Faik'un radyatiir lıipol t·zi, //om o ' n ıı n geniş
çaplı bir uyarianm a geçirdiği d ii ş ii rwı�si ı ı i d ı ·s ı ı · k l ı · yı · ı ı tezler­
den biridir.

Homo 'nun uyarianmasının başanya ı ı l a�l ı ğ ı ı ı ı s i i yl ı · nıe ye ge­


rek bile y ok : Ne de olsa bugün bizler I H ı rad a y ı z . A rııa yanımız­
da niye lıa�ka i k i ayaklı insansı maymunlar yok'?
İ ki m ilyon y ı l i iııce 1/omo , Doğu ve Cii ı ı q A frika'da, çok
sayıd a A ustmlopitlı t•t·us tü rüyle birl i kte ya � a ı ı ı a k ı ay d ı . A m a b i r
milyon y ı l son raya gdindiğincle A ııstralopitlıt•t·u.� l i i rl eri n i n so­
yu tüken mi� v ı � llo11111 tek başına kal m ı ş t ı . ( B i r soyun tükenme.
si n i bir ha�arı s ı 1.l ı k i �a r e ti , doğanın su n d ıığıı savaşı rn l ara gir-

69
meye gücü yetmeyen bir türün ba§ına gelecek bir §ey olarak
görme eğilimi ndeyiz. Oysa soyunun tükenmesi, t ü m türl erin ni­
hai kaderi gibi görünüyor: Var olmu§ L ü m türlerin % 9 9 . 9 'dan
fazlasının - herhalde kötü genler kadar kötü talihin de sonucu
olarak- günümüzde soyu tüken mi§tir.) A ustralopithecus'un ka­
deri hakkı nda neler biliyoruz?
Bana sık sık, et yemeye ba§layan Homo' n u n diyetine A ust­
ralopithecus kuzenlerini de katarak, soylarının tükenmesine yol
açtığını dü§ü nüp dü§ü n m e diği m i sorarlar. Erken Homo'ların
tıpkı anLiloplar ya da diğer hayvanlar gibi, sav u n m asız A ustra­
lopithecus kuzenlerini de arada bir öldürdülderine ku§kum
yok. Ama A ustralopithecus'un soyunun tükenmesinin çok daha
basit bir nedeni olmalı .
Alanı n ı Afrika ötesine de ta§ı masından dolayı, Homo erec­
tus ' u n olağanüstü derecede ba§arı l ı bir tür olduğunu biliyoruz.
Dolayısıyla, erken Homo sayısının hızla artarak, A ustralopithe­
cus' u n hayatta kal ması aç ı s ı n d an hiiyiik önem ta§ıyan bir kay­
·nak olan yiyecek konusunda giiı;lii l ı i r ra ki p haline gelmi§ ol­
ması m ü mkü n . Dahası , 1 m ilyon ilı� 2 m ilyon yı l öncesi arasın­
da, yerde ya§ayan m aym unlar - l ıa l ı ı ı n l a r - d a çok lıa§arılı ol­
mu§ ve hızla çoğal m aya ha§lanı ı�lard ı . Dolayısıyla, bunların da
yiyecek için Australopithecııs 'la n � ka l ı d l"l ırwye lı a§l adı kl arı
dü§ünülebilir. A ustralopitheru.� , iki yiiıılii l ı i r n�kalıeL baskısına
yenik dü§mܧ olabilir; bir ta ra fl a n 1/o m o , d iğer Laraftan d a ha­
b u nlar.

70
4. BÖLÜM

SOYLU AVCI iNSAN?

En azından bazı kanıtlar, erken Homo'nun fiziğin i n aktif bir et


arayışını yarısıttığı - yani, av peşinde bir avcı olduğu - fikrin i
destekliyor. Beslen me yönte m i olarak avcılık ve toplayıcılığın
insanın tarihöncesinde yakın zamanlara dek sürdüğünü belirt­
mekte yarar var; atalarımız yiyecek peşinde koşmaya dayalı
basit bir varoluşu ancak, yalnızca 1 0.000 yıl önce tarım ı n baş­
langıcıyla birlikte terk etmeye başladılar. An tropoloj ideki en
önemli sorulardan biri ş u d u r: Bu insana özgü beslenme şekli
ne zaman ortaya çıktı'? Benim de ima ettiğim gibi, Homo ci nsi­
nin başlangıcından lıeri var mıydı? Yoksa, modern i nsanı.n or­
taya çıkışıyla, belki de ] 00.000 yıl önce gerçekleşmiş, yakın
tarihli bir uyari anma m ıy d ı '? B u sorulara yanıt bul mak için fosil
kalın tıların ı ve arkeotojik kayıt l ardaki i puçları n ı dikkatle i ncele­
yerek, avcılık ve L o p lay ı c ı l ı k l ıt�s l e n nw �ı·k i l l ı� r i n e d a i r i§areller
aramamız gerekiyor. B u lıöl iirııde k u ra n ı l a r ı n son yıl larda deği­
şerek, kendimizi ve ataları mızı �iirrıw �ı·kl i ıı ı i zi y ansı ttı ğı nı gö­
receğiz. Tarihöncesi kan ıtları n ı n nas ı l i ı ıl'ı·lı· ı ı diği ı ı i �iirmeden
önce, modern avcı-toplayıcılardan öğre n d i ği m i z kadarıyla, be­
sin peşinde koşmaya dayalı yaşanı tarzına d a i r kafaları mızda
bir tablo oluştu rmakta yarar var.
Sistematik bir beslenme stratej isi ol arak 1'1 için avianma ve
bitkisel besin t o pl am a bileşimi insanlara iizl-\ii d ii r. Bu ayrıca
son derece l ıa�arı l ı bir bileşimdir ve i ıı s a ı ı l ı ğı ı ı , i\ n tarktika is­
tisnası cl ı§ ı ı ı d a , d ü nyanın her köşesinde l ı i.ı y ii k bir ba§arıya
ulaşmasını sağl anı ı§t ı r. İ nsanlar, buğu l u yağıını r orm anların­
dan çöllere, l ı ı � n � k ı · t l i sahil bölgelerinden t a m amen kısır y ü k­
sek platolara ı kk , l ı i rl ı i ri nden çok farklı ortanı l arda yaşadılar.

71
Diyeller ortamdan ortama büyük farklılık gösterdi . Sözgeli m i ,
Kuzeybatı'nın Yerli A merikalıları şaşılacak m iktarlarda b al ı k
avlıyor, Kalahari 'nin ! Ku n g San halkı ise proteinleri n i n büyük
bölüm ü nü m ongongo y e mişlerinden alıyorlardı .
Yine de, diyeneki v e ekoloj i k çevredeki farklılıklara karşın,
avcı-toplayıcı yaşam tarzın d a pek çok ortak yön vardı. İ nsan­
lar, yaklaşık yirmi beş bireyden oluşan küçük ve hareketli top­
luluklarda - yetişkin erkek ve kadınlarla, çocukların d an oluşan
bir çekirdek hal i n d e - yaşıyorlardı. Bu topluluklar diğerleriyle
etkileşi me girerek, geleneklerle dilin bağlı tuttuğu sosyal ve po­
l i ti k bir ağ oluşturuyorlard ı . Genellikl e yaklaşık beş yüz birey­
den oluşan b u topluluklar ağı , d iyalektik kabile olarak bilinir.
Toplu luklar geçici kam plarda yaıııyor ve günlük b esin arayışla­
rına çıkıyorlardı .
Antropologların i ncelediği, varlıkların ı hala sürdüren av­
cı-toplayıcı toplu m l arın çoğu nda kesin bir işböl ü m ü vardı r ; er­
kekle r avcılıktan ve kad ı n l a r
lıiı kisd hesinierin toplan masından
sorum l u d u r. Kam p yoğun lıir sosyal t�ı kileşim al anı ve yiyece­
ğin payiaşıldığı yerd i r; et buluııduj!;ııııda bu paylaşım genell i k­
l e , katı sosyal kuralların yöneli m iııd t �ki ayrı n t ı l ı lıir ı iirenle ya­
pılır.
En basit teknolojileri kullan arak ,<�V r<"ı ı i ıı doj!;al kaynakla­
rın d an zar zor b i r geçi m sağl a m ak Baı ı l ı l a ra l ı i r sav a ş ı m gibi
,

görünür. Gerçekteyse b u , soıı dt"rt '< " < � t�ıkiıı l ı i r geçi n m e şekli­
dir; yiyecek toplayıcılar üç ya da diirl saat içinde, b ü tü n gün
yetecek kadar yiyecek topl a y a l t i l i rl <� r. 1 l ar vard l ı an tropologlar­
'

dan oluşan bir eki b i n 1 9(ıO'lar V<' 1 < J 7() 'l erde yürüttüğü büyük
bir araştırma proj esi, Boısvaııa'daki K alahari Çöl ü ' n d e , aşırı
derecede m arji nal toprakl arda ya�ayan !Kung San halkı için
b u duru m un geçerli olduğı ı ı ı ı ı giis t nd i . Avcı-toplayıcılar fizik­
sel çevrelerine, Balılı ken t zil ı ııiyct i ı ı i n anlamakla güçlük çeke­
ceği bir şekilde uyum sağlaııı ı�la n l ı r . Sonuçta, modern gözlere
yetersiz bir kaynak olarak gi i r i i ı w l ı i lecek şeylerden yararl an­
m ay ı bilirler. Yaşam tarzla rı ı ı ı ı ı giicii, bir sosyal sistem içirıdt�ki

72
bitkisel ve hayvansal kaynakları, karşılıklı bağımlılığı ve işbi rl i­
ğin i geliştirecek şekilde kullanm alanndan kaynaklanır.
Avcılığın i nsan evriminde önemli bir yere sahip olduğu fikri
antropoloj i k düşüncede, Darwi n ' e dek uzanan köklü bir tarihe
sahiptir. 1 8 7 1 tarihli İnsanın Türeyi§i adlı kitabında Darwin ,
taş aletlerin avcılardan korunmaktan öte, avı yakalamak için de
kullanıldığın ı öne sürer. Yapay silahın kullanıldığı bir avcılığın
benimsenmesi, i nsanı insan yapan şeylerden biridir. Darwin ' i n
atalarım ı z konusun d a yarattığı imge, Beagle 'dak i beş yıllık yol­
culuğunda yaşadığı deneyimlerin açık etkisini taşıyor. Darwin ,
Güney Amerika'n ı n güney ucundaki Tierra del Fuego halkıyla
karşılaşmasını şöyle anlatır :

Barbarlardan türediğimizden ku§ku duyulamaz. Vah§i v e bo­


zuk bir kıyıda bir grup Fuegolu'yu ilk kez gördüğüm anda
duyduğum hayreti asla unutamayacağım ; çünkü aklıma he­
men §U dü§ünce gelmi§t i : A t alarımız da, aynen böyleydiler.
Bu adamlar tamamen çıplak ve boyal a da kaplıydılar, saçlan
darmadağınık, ağızları heyeca ndan köpürınܧ ve ifadeleri ya­
bani, §a§kın ve güvensizd i . l i nhan gi l ı i r s a n a t ları olduğu söy­
lenemezdi ve yaba n i hayvanlar gibi, ne y a kal a ya l ı i l i rl erse
onunla besleniyorlardı.

Avcılığın evri m i m izde merkezi l ı i r rol oynadığı i nancı ve


ataları mızın yaşam tarzlannın gün ii nı ii zii n tekn oloj i k a ı,; ı d a n il­
kel halklarıyla yan yana getirilmesi, a n l ropoloj i k d ii � i i n c e d e
kök salmış b i r yaklaşımdır. R u tgers Ü n i vı�rsiıı�si'ndcn biyolog
Ti mothy Perper ve an trapolog Carmel Sdırin· l ı ı ı ko n ud aki ge­
niş kapsamlı bir denemede, söz konusu d ı ı rı ı ıı ı ı ı az ve öz ola­
rak şöyle i fade e d erl er : 11 . . . avlanm a m odd i , avc ı l ı k ve et Lüke­
.

tim i n i n i nsan evrimini başiattığını ve in s a n ı , ��� a n d a olduğu


yaratık olmaya i ı ı i ğirı i ima eder. 11 Perper ve Sclırin� b u faaliye­
11 ı�rkı�rı insanın psiko­
tin atalarımızı i i ı; � e ki l d e biçimlerıdİrerek
lojik, sosyal vı� y cr l ı� � imsel davranışını et k i l e d i ğ i ni 11 söylerler.
Konu hakk ı nd a ki 1 1J(ı;� tarihli klasik bir l ı ildiride G üney Afri-

73
kalı antrapolog John Robinson, bilimin insanın tarihöncesinde
avcılığa verdiği önemi ifade eder:
Diyete etin de katılması bana, geni§ ve yeni bir evrimsel alanı
açan, çok önemli bir evrimsel deği§im gibi görünüyor. Bence
b u deği§im, evrim açısından memeiiierin kökeniyle - daha
doğrusu, belki de dört ayaklıların kökeniyle- aynı önemi ta§ı­
yor. Zekanın ve kültürün görece büyük oranda geli§mesiyle
birlikte, evrim tablosuna, diğer hayvanlarda en iyi olasılıkla
ender olarak gölgesi görülen yeni bir boyut ve yeni bir evrim
mekanizması kattı.

Avcılık varsayımımız efsanevi bir özellik de kazanarak, ya­


sak meyveyi yedikten sonra Cennet'ten ayrılmak zorunda ka­
lan Adem ile Havva'nın ilk günahına e§değer hale geldi. Per­
per ve Schrire, 11 Avianma modelinde insan savanın zorlu ko­
.
§UÜarında hayatta kal ab i l m e k için et yedi ve bu strateji nede­
niyle, sonraki tarihi b i r §iddet, fet i h ve kan dökme ortamında
yazılan hayvana döniiştii , 11 d i yorlar. 1 950' deki k i m i yaz ı l ann­
da Raymond Darı ve dalıa yayg ı n ol arak l ı i l i ııd iği §ekl iyle de,
Robert Ardrey b u temayı dı� al ı rl a r. /\ rd rı�y ' i ı ı ] <) 7 ] tarihli Af­
rican Genesis adl ı kiıal ı ı ı ı ı ı ı i i ı ı l i·ı a<-;ı lış c i i ı ı ı l ı�si şüyl ı�d i r : 1 1 İn­
sanlık ne Asya' da, ne de rıı ası ı ı ı ı ol;ı rak doğı ı ı ı rşl ı ı . 11 Hu imge­
nin hem halkla hem de meslek i <-; i ı ı d ı � giiı.; kaza n d ığı görüldü.
Ve ileride de göreceğimiz gi l ı i i ı ı ıgc, a rkl'oloj i k kay ı tl arı n yo­
rumlanmasında önemli hale gel d i .
l 966 tarihinde Chieago Cı r ı ivı�rsiı ı·si ' n d e gerçekle§ tirilen
11Avcı Adam " konferans ı , c v r i ı ı ı i ı ı ı izdı� avcılığın rol üyle ilgili
antropolojik dü§ünce larz ı ı ı ı ı ı gı·li�ı ıwsiııde bir dönüm noktası
oldu. Konferans, çoğu avcı-lop l a y l l ' r topl umda en büyük kaloı·i
kaynağının bitkisel bes i n l o p l a y l l ' ı l rğıyla sağlamlığını tanıması
ba§ta olmak üzere, pek çok ı wdl ' r ı ı bı ötürü b üyük önem la§ı r.
Tıpkı Darwin'in yakla§ık l ı i r yi.ı zyıl iinee yaptığı gibi hu konfe­
ransta da modern avcı-Lo pla y l l ' ı l arın ya§am tarzları hakkında
bildiklerimiz, en erken a ı a l a rı ı ı ı ı z ı n davranı§ modelleriyle e§­
le§ıirildi. Sonuçta, doslıı ııı vı· �:al ışma arkada§ ı m olan l l arv ard

74
Üniversitesi'nden arkeolog Glynn Isaac'ın da dediği gibi, tari­
höncesi kalıntılarındaki et tüketimine ili§kin açık kanıtlar - ta§
alet ve hayvan kemiği grupları - açık bir anlam ta§ıyordu:
" Pleistosen boyunca görünü§te kesintisiz bir ta§ ve kemik ka­
lıntılar izini izledikten sonra, . . . bu alet ve birey kalıntılarını
" fosil ana üssü sitleri " olarak değerlendirmek son derece do­
ğal görünüyordu. " Diğer bir deyi§le, atalarımızın, daha ilkel
bir §ekilde de olsa, modern avcı-toplayıcılar gibi ya§adıkları
dü§ünülüyordu.
lsaac, ı 978'de Scientific A merican'da yayınlanan önemli
bir makalede tanımladığı yiyecek payla§ımı hipoteziyle, antro­
polojik dü§üncede önemli bir geli§meyi ilan etti . Bu hipotezle,
insan davranı§ını kendiliğinden yapılandıran güç olarak avcılık
üzerindeki vurgudan uzakla§ıyor ve yiyeceğin i§birliği içinde
elde edilerek payla§ılması üzerinde duruyordu . Darwin'in ölü­
münün yüzüncü yılı olan ] 982'de yapılan bir toplantıda, " Yi­
yeceğin payla§ılmaya ba§laması dilin, sosyal ili§kinin ve zeka­
nın geli§mesini sağlayacaktır, " dedi.
lsaac, ı 978 tarihli bir bildiride, insanlan insansımaymun
akrabalarımızdan be§ davranı§ model inin ayırdıgını yazdı: ( ı )
iki ayaklı hareket §ekli, (2) koııu§rrıa dili, (]) yiyeceğin sosyal
bir bağlamda düzenli ve sistematik olarak payla§ıl ması, (1·) ana
üslerde ya§ama, (S) b üyük aviann yakal anması . Bunlar elbet­
te, modern insan davranı§ını tanımlıyor. A ıııa l saae' e göre, 2
milyon yıl önce " insangillerin sosyal vıt ekolojik cliizenlemele­
rinde çe§itli temel deği§iklikler olu§maya l ı<ı§l ar. " Daha o za­
manlarda, küçük, hareketli gruplar içinde ve ı�rkcklerin avlan­
mak, kadınların cia bitkisel besin toplamak i�:irı cl ı§arıya çıktık­
ları geçici kamplarda ya§ayan avcı-toplayıeıl ar olm u§lardı .
Kamp, yiyeccğin payla§ıldığı sosyal odağı sunuyordu . lsaac
ı 984'te, yani gı�rıç ya§taki trajik ölümünden lı i r yıl önce bana,
" Et, diyetin i i rı ı � rı ı li lı ir unsuruydu, ama avcıl ıkla ya da le§ yiyi­
cilikle elde ı�d i l ıııi§ olabilirdi, " demi§ti . " Çoğu arkeolojik sitten

75
elde ettiğimiz kanıtiara bakarak hangisinin doğru olduğun u
söylemek hiç kolay değil. 11
Isaac'in bakış açısı, arkeolojik kayıtların yonımlanış şeklini
büyük oranda etkilecli . Fosilleşmiş hayvan kemi kleriyle birlikte
taş aletler de bulunduğunda, bu, eski bir 11 ana üs 11 , bir av­
cı-toplayıcı grubunun belki de günlerce sürmüş faaliyetinin ye­
tersiz bir kalıntısı olarak görülüyordu . Isaac'in tezi akla yatkın­
dı ve ı 98 ı tarihli The Making of Mankind adlı kitabımda şun­
ları yazdım : 11 Besinierin paylaşılması hipotezi , erken insanları
modern i nsana dönüştüren şeyin güçlü bir açıklaması olabilir. 11
Hipotez, fosil kalıntılarını ve arkeoloji k kalıntıları görme tar­
zınıla uyuıniuydu ve sağlam biyolojik ilkelere dayanıyordu.
Smithsonian lnstitution'dan Richard Potts da aynı düşüncedey­
di. ı 988 tarihli Early fiorninid Activities at Olduvai adlı kita­
bında, lsaac'in hipotezinin 11 son derece çekici bir yorum gibi
göründüğünü 11 söylemiş ve şöyle demişti :
Ana üs, yiyecek payla'iı rıı ı l ı ipokzi, in s a n d a v ra n ı § ın ın ve sos­
yal ya§amın, antro p o l o p;l a r iı; i n iiıwııı t a'iıya ıı ıwk ı;rık yönünü
- ili§ki sistemleri, dt>ği�tcıkıı�, a k ra l ı a l ı k , l ws l •· ı ı ı ı w , i� l ıiilii m ü
ve dil- deği§tirir. K a l ı ıı t ıl a n l a , k • · rıı i k w ta�la n l a av­
cı-toplayıcı ya§am tartı_n ı n ıınsıı rLı rı g i l ı i gi i r i i ı w ı ı >i• · y l c r i lıu­
lan arkeologlar, ge ri s i n i ı� de kcııd i l ij!,iııd•·ıı g• ·ld i ğ i so n u c u n u

çıkardılar. B u , eksiksiz b i r t a hl o y d ı ı .

Ama ı 970'lerin sonlarıyla 1 <JBO' I cr i ı ı l ı a � l a rı ı ı d a , Isaac i le,


o dönemde New Mexico Ü n i vcrs i l cs i ' ı ı d ( � ol arı arkeolog Lewis
Binford'ın etkileriyle, bu d ii � i i ı ı i i � d .. g i � ı ı H � ye başladı. Her ikisi
de, tarihöncesi kalıntılara il i � kiı ı l ıaskııı yorumların çoğunun,
söze dökülmemiş varsay ı m i ar a d a ya n d ı ğını fark etmişlerdi. Bir­
birlerinden bağımsız olarak, ka l ı ı ı l ı l ; ı rd an gerçekten bilinebile­
cek olanla, yalnızca varsay ı l r ı ı r � o l a ıı r ayırmaya başladıl ar. Bu
iş en temel düzeyden, taşlarl a l ıayvan kemiklerinin aynı yerde
bulunmasının anlamının s o r g ı r l a ı ı ı ı ı as ıyla başladı . Bu uzamsal
çakışma varsayıldığı gibi, l ; ı r i l ıi i ı ın�s i n d e insanların hayvanlan
kestiklerine mi işaret ed iyo rd ı ı ·� B ıınun kanıtlanması, hayvanla-

76
rı kesen insanların modern avcı-toplayıcılar gibi yaşadıkları an­
lamına mı gelecekti?
lsaae'le sık sık çeşitli besin arayışı hipotezleri hakkında ko­
mışurduk ve lsaae, kemiklerle taşların, avcı-toplayıcı yaşam
tarzıyla tamamen bağlantısız olarak aynı yerde bulunabilecek­
lerine dai r h i po tezler üretirdi. Örneğin , bir grup erken insan,
gölge sağladığı için bir ağacın altında bir süre kalmış ve bura­
da, leşleri kesmek dışında bir nedenle taş kırmış olabilirlerdi;
belki de sözgelim i , yumru kökleri çıkarınakla kullanacakları so­
paları yonlmak için yonga yapıyorlardı. Grubun buradan ayrıl­
masından sonra bir leopar gelip ağaca tırmanmış ve leoparla­
rın sık sık yaptığı gibi, avını çekerek taşımış olabilirdi. Leş ya­
vaş yavaş çürüyecek ve kemikler yere, alet yapımcılarının ar­
kalarında bıraktıkları yaş yığının arasına düşecekti . Alanı 1 . 5
milyon yıl sonra kazan bir arkeolog, bu senaryo ile daha önce­
leri popüler senaryo olan, göçebe aveı ve loplayıcıların et kes­
tikl eri yorumu arasında nasıl ayrım yapabilir? İçgüdüleri m ba­
na, erken insanların bir tür avcılık ve toplayıcılık yaptıkları nı
söylüyordu, ama lsaac'in kanı tları n doğru şekilde yoru mlan­
masına ilişkin kaygısını da anlayalıiliyordı ı ın .
Lewis Binford'un geleneksel d iişii nceye saldırısı, lsaac' e
göre çok daha ölkeliydi. 1 98 1 t ari h l i //o/lı·.�: 11 w·i('fl.t Mm and
Modem Myth adlı kitabında, taş alet ve kerı ı i k �rıı pları nı eski
kamp alanlarının kalıntısı olarak gören arkcolo�l a rı ıı 11 i ıısangil
geçmişi hakkında 'öylesine' öyküler u y d ı ı rd ı ı kl a rı ııı 11 savunur.
Çalışmalarının çok az bir kısmını erken ark<'olojik siı lı�rde ger­
çekleştirmiş olan Binford, görüşlerine, lcııı<'ldı� l :�5 .000 ile
34.000 yıl önce arasında Avrasya' da yaşaıııış olan N eandert­
hal i nsanının kem i kleri üzerinde yapılan i rıl'dı�rı ı derle ulaşmış­
tır.
1 985 'ıeki iirıemli bir i ncelemede, 11 Bıı �iin·ce yakın ataları­
mııda avcı ve toplayıcı yaşam tarzı örgütlenmesinin, tam anla­
mıyla modern llo11ıo .mpiens' tek.inden çok farklı olduğuna ikna
oldum, 11 diye yazar. 11 Eğer bu doğruysa, çok t�rken i nsangillere

77
dair 'oybirliğiyle edinilmiş' bakış açısında belimlenen neredey­
se 'insani' yaşam tarzı, aşırı derecede olanaksız bir durum gibi
görünmektedir. " Binford, sislemaLik avcılığın ancak modern
insanlarla birlikte ortaya çıktığını öne sürer ve bunun için de
tarih olarak, 45 .000 ila 3 5 .000 yıl öncesini gösterir.
Binford, erken arkeolajik sitlerin hiçbirinin, eski kamp alan­
larının yaşama bölgesi kalıntıları olarak göri.ilemeyeceğini savu­
nur. Bu sonuca, Olduvai Bağazı'ndaki kimi önemli arkeolajik
alanlarda bulunan kemiklerden başkalannın elde ettiği verileri
inceleyerek ulaşmıştır. Bunların, insan dışındaki avcılann öl­
dürme alanlan olduğunu söyler. Aslan ya da sırtlan gibi avcıla­
rın bölgeden ayrılmasından sonra insangiller alana geliyor ve
yiyebilecekleri leş parçalarını topluyorlardı. " Kullanılabilecek
ya da yenilebilecek en önemli ve kimi zaman da Lek parçalar,
kemik iliğinden o l w ıuyo rd u . i n s an gill e r in yiyecekleri buldukla­
n yerden , Lüketmek iizere iis ka m pa taşıdıkları fi krini destekle­

yen hiçbir kanıt yo kt u r . . . . A y n ı Şl'ki l d e , yiy e ceğ i ıı payiaşıldığı


tezi de tamamen desteksizd i r. " Bu fi k i r , 2 ı ı ı i l yoıı yıl önceki
atalarımız hakkı nda son dı�recı� fa rkl ı l ı i r t a l ılo s ı ı ı ı ı ı yor. Bin­
ford şöyle yazmıştı: " Onlar roman t i k atalar deği l , ii ı w ı n siz yi­
yecek parçalan için leşleri yağmalayan ı·klckt i k l ıcs i n arayıcıla­
nydı. "
Erken insanın tarihöncesiıw i l i � k i ı ı l ı ı ı 1-\iiriişte, yal nızca be­
sin arayış tarzlarıyla değil , d iğı�r dav ranış u nsurlarıyla da atala­
rımız daha az insansı olarak giistı·r i l i yord ı ı : Sözgelimi, dil, ah­
lak ve bilinç yoktu. Binfor d ı n ı ı ı l a�tığı sonuç şöyleydi : " Türü­
'

müz kademelİ ve ilerici sii n�ı,;l ı � ri ı ı sonucu olarak değil, görece


kısa bir süre içinde hızla ortaya ı,; ı k t ı . " Bu, tartışınanın felsefi
özüydü . Erken llonıo in sa n a i izgii l ı i r yaşam tarzına ail özellik­
leri gösterdiyse, insanlığın iizi i ı ı ii ı ı ortaya çıkışını, bizi uzak
geçmişimize bağlayan aşa m a l ı l ı i r siireç olarak kabul etmemiz
gerekir. Ama gerçekten i ıı sa ı ı a iizgii davranışlar hızla ve yakın
zamanlarda ortaya çıktıysa, l ı ı ı ı ı ı ı n anlamı , uzak geçmişimizden

78
ve doğanın geri kalan kısmından kopmuş olarak, tamamen tek
başına kalmamızdır.
lsaac, Binford'un tarihöncesi kalıntıların geçmişte aşırı bir
yoruma tabi tutulduğu yolundaki kaygılarını paylaşınakla bir­
likte, durumun düzeltilmesinde farklı bir yaklaşım benimsedi .
Binford büyük oranda, başka insanların verileri üzerinde çalış­
mıştı; Isaac ise bir arkeolajik siti kazarak, kanılları yeni bir
gözle incelemeye karar verdi . Avcılıkla leş yiyicilik arasındaki
ayrım lsaac'in yiyeceği paylaşma hipotezi için çok önemli de­
ğildi gerçi, ama arkeolajik kalıntıların yeniden incelenmesinde
önem kazanmıştı . Avcı mı, leş yiyici mi? Tartışmanın dönüm
noktası buydu.
İlkesel olarak avcılık arkeolajik kalınıılarda, leş yiyicilikten
farklı bir iz bıı·akmış olmalı. Fark, avcı ile leş yiyicinin arkala­
rında bıraktıkları beden par��alarında �ii r iil nı el i , Sözgelimi, av­
cı avını öldürd üğünde ! eşi n Larııaıııını ya da bir kısmını kampa
taşıma seçeneğine sahiptir. Leş yiyiciyst� terk edil miş lıir katli­
am alanında bulabildikleriyle yelin m e k zonındadır: Kampa gö­
türebileceği gövde parçaları kısı ı l ı dı r. Dolayısıyla, avcı lıir in­
sangilin kampında bulunacak kemik ı;eşid i , leş yiyici lıir iıısan­
gilin kam pında bulunandan çok daha fazl ad ı r; vt� ki m i zaman,
eksiksiz bir iskelet de bulunabilir.
Ama bu derli toplu tabioyu ka rı şt ı ra r ı ıwk ı;ok ct ken var.
Potts'ın da dediği gibi: 11 Leş yiyici dogal ıwdı·ıılı·rdcn i il m i iş
bir hayvanın leşini bulduğunda Lüm vücut parı;alarına ulaşabi­
lir; bu durumda, avcılığa benzeyen bi r kı�rııik rııoddi görüle­
cektir. Leş yiyicinin avcıyı avından çabu e ak ıızaklaştınnak için
bir yol bulması d u n ı m u nda model y ine avc ı l ıga l w n z eyecekLir .
Bu durumda ne yapaeaksınız? 11 Afrika ve A v ru pa'da pek çok
kemik grulıunu inedemiş olan Chicagolu arı l ro polog Richard
Klein , iki besin arayışı yönlemi arasında ayrı m yapmanın ola­
naks!zlığına i nanıyor: 11 Kemiklerin bir site ula�ınalarını sağla­
yacak o kadar ı;ok yol var ve kemiklerin başı na o kadar çok

79
şey gelebilir ki, insangillerde avcı-leş yiyici sorunu asla çözüme
kavuşturulmayabilir. "
Isaac'i n yeni düşünüşü sınamak için giriştiği kazı, sit 50
olarak bilinir ve Kenya'nın kuzey bölümünde, Turkana Gö­
lü'nün yaklaşık 24 km doğusundaki Karari Bayırı yakınların­
dadır. ı 977 'den itibaren üç yıllık bir dönem içinde Isaac ile
arkeolog ve jeologlardan oluşan bir ekip, eski bir kara yüzeyi
olan küçük bir derenin kumluk kıyısını açığa çıkardılar. ı . 5
milyon yıl önce, mevsimsel b i r akarsuyun yağmur döneminde
yarattığı taşkın sonucu gömülmüş olan ı 405 taş yapıyı ve kimi
büyük, kimi küçük olmak üzere 2 1 00 kemik parçasını b üyük
bir özenle yüzeye çıkardılar. Günümüzde burası, sayısız eroz­
yonun yarattığı çorak arazilerde çalılıkların yayıldığı kıraç bir
bölgedir. Isaac'le ekibinin hedefi, taş yapılarla pek çok hayvan
kemiğinin aynı yerde b uluştuğu 1 . 5 milyon yıl öncesinde neler
olduğunu öğrenmekti .
Binford ilk dönem eleştirilerinde, kemik v e taşların aynı
yerde bulunmasının su hareketinin bir sonucu olduğunu öne
sürüyordu. Yani, hızla akan bir akarsu beraberinde kemik ve
taş parçalan taşıyarak b u parçaları, sözgelimi akarsuyun geniş­
lediği yerler ya da bir kıvnmın iç kıyısı gibi dii§iik enerjiyle ak­
tığı noktalara boşaltabilir. Bu açıdan, la§ ve kern ikleı·in aynı
yerde toplanması i nsangillerin faaliyeıkriııin değil, rastlantının
eseri olacaktır. " Arkeolojik si t" hidrolojik bir kargaşadan baş­
ka bir şey olmayabilir. Eski kara yiizeyinin derenin içinde de­
ğil kıyısında yer alması ve jeolojik ipuçlarının sitin son derece
yavaş gömüldüğünü göstermesi ıwdeniyle, böyle bir açıklama
sit 50 için geçerli görünmüyord ı ı . Y ine de, kemikle taş arasın­
da doğrudan bir bağlanıının varsayıl ması değil, kanıtlanması
gerekir. Bu kanıt hiç bekleıııı ıı·dik bir şekilde geldi ve arkeolo­
jinin yakın zamanlardaki diiııiiııı noktalarından birini oluştur­
du .
Ilayvan metal ya da la§ bir bıçakla parçalandığı nda ya da
kemikteki etler ayrıldığında kasap kaçınılmaz olarak bazen ke-

80
miğe de girerek uzun oluklar ya da kesik izleri b ırakır . Kesik
izleri parçalama sırasında eklemlerin üzerinde yoğunlaşacak,
etleri ayırma sırasında ise başka yerlerde görülecektir. Wiscon­
sin Ü niversitesi'nden arkeolog Ilenry Bunn, sit SO'den gelme
bazı kemik parçaların ı incelerken b u tür oluklar buldu. M i k­
roskop altında, kesitte V şeklinde olduklan görülebiliyord u .
Bu, 1 .5 milyon yıl önce yiyecek arayıcısı bir İnsangil tarafın­
dan bırakılmış bir kesik izi miydi? Modern kemiklerle taş yon­
galar üzerinde yapılan deneyler bu görüşü doğruluyor, sitteki
kemiklerle taşlar arasındaki n eden-sonuç ilişkisini kesinlikl e
kan ı tlıyordu: Bunları oraya İ nsanlar getirmiş ve yemek i ç i n iş­
lemişlerdi . Bu keşif, erken bir arkeolaj i k sitteki kemi klerle taş­
lar arasındaki davranışsal bağlan tın ı n ilk doğrudan kan ı tıyclı .
Eski sitlerin esrarın ı aydınlatacak bir i pucuydu .
Bilimde, pek çok kez önemli keşifler aynı dönemde, birbi­
rinden bağımsız olarak yapılı r . Kesik i zlerinde de aynı durum
yaşandı. Turkana Gölü ile Olduvai Boğazı ' ndaki arkeolajik sil­
lerde bulunan kemikler üzerinde çalışan Richard Potls ile John
Hopkins Ü n iversitesi' nden arkeolog Pat Shipman da kesik izle­
ri bulmuşlardı. İ nceleme yöntemleri Bunn'dan biraz farkl ı ,
ama yanıt aynı yd ı : 2 mi l yo n y ı l önce i nsangiller, leşleri parça­
lamak ve kemiklerdeki etleri a y ı r mak i ç i n taş yonga kullanıyor­
lardı (bkz. şekil 4 . 1 ) . Geçmişe bakt ı ğ ı m ızda, ke s i k izlerinin da­
ha önce keşfedilmemiş olması s o n d t � rı · t · e şa § ı r t ) ( ı , ı;; i ·ı nkii
'

Potts'la Shipman'ın i nceleelikleri kemiklı-ri l ıaşka ıwk çok k i ş i


daha i ncelemişti. B i r anlık bir d ü§Ütı nw, uyan ı k l ı i r zi l ı n i , ege­
men kuramın doğru olması durumunda kasapl ı k i zl t · r i ı ı i n kimi
fosil kemiklerde bulunması gerektiğine i k n a ct nwye y e t e r di.
Ama kimse d i k katle bakmamıştı, çünkii v arsa y ı l ı yo rd u . Ama
egemen kuramın siize dökülmemiş varsayı ınla rı sorgulanmaya
başlandığında, i z l e r i arayıp bulman ı n za m a n ı da gt·l nıiş old u .
Sit SO'derı , iıısangilleriıı yaşamlarının l ı i r pa rı,: as ı olarak ke­
mikler üzerirıd(� taş kııllandıkların ı gösten�ıı l ıaşka kanı tlar d a
bulundu. Al a n d aki kiıııi uzun kemikler, gö r ii ı ı iişte birisinin ke-

İnsanın Kökeni. F: (ı HI
ŞEKiL 4.1
Eski dönem kasaplığıııa dair i§aretler. Kcnya'ııın kuzey büliiıniindeki 1 . 5
milyon ya§ındaki bir arkeolajik sitte bulunan fosille§mi§ hayvan kemiği üze­
ıinde oklarla gösteıilen bu kiiçük kesik izleıi, erken insanların hayvan le§le­
ıindeki etleıi ayırma'k için keskin ta§ aletler kullandıklarını gösteriyor. (R.
Lewin.)

miği örs gibi taş üzerin e yerleştirip içindeki iliğe ulaşmak içi n
üzerine vurmasın ı n sonucu olarak, parçalara ayrılmıştı. Bu se­
naryo paleolitik bir yapboz bulmacadan oluşturulmuştu; parça­
lar bütün kemiği oluşturacak şekilde toplanmış ve karakteristik
darbe işaretlerini de içermek üzere, kırılma model i i ncelenmiş­
ti. Isaac ile arkadaşları bulgularının betimlendiği bir bildiri­
de, " çekiçle parçalanmış kem i kleri n birbirine uyan parçaların ı
bulm ak, i nsan ı , erken i nsan örneklerini iliği çıkarıp yem e e yle-

82
mi sırasında hayal etmeye davet ediyor, 11 diye yazmı§lardı. Ke­
sik izleri konusunda da §öyle diyorlardı: 11 Bir kemiği n , anıilo­
pun hacağının keskin bir ta§la parçalanması sırasında olu§tuğu
anla§ılan izler ta§ıyan mafsal ucu bulunduğunda, insan gayet
belirgin kasaplık imgelerini dü§ünmekten kendini alamıyor. 11
1 . 5 milyon yıl önceki bu insangil faaliyeti i mgesine bir ek
de, ta§lardan gelen mesajdı. Ta§ kırıcı bir ta§tan yongalar çı­
kardığında, parçalar genellikle etrafındaki küçük bir alana dü­
§er. Wisconsin Üniversitesi'nden arkeolog Ellen Kroll sit 50'de
tam da bunu buldu: Ta§a vurma faaliyeti alanın bir ucunda yo­
ğunla§mı§tı. Aynı §ekilde kemik parçaları da - zürafa, gerge­
dan, boğa antilobu büyüklüğünde bir antilop, zebraya benze­
yen bir hayvan ve yayınbal ığı kılçıkları - da aynı yerde yoğun­
la§mı§lı. lsaac ve arkada§! arı, 11 Siıin kuzey ucunu ݧ yapmak
için uygun bir yer haline geliren §eyin ne olduğu hakkında an­
cak tahmin yürütebiliriz, ama gözlenen model, sözgelimi orada
gölgelik bir ağaç bulunduğuna işaret edebilir, 11 diye yazmı§lar­
dı. Ta§ yongaların daha da önemli bir diğer yönü, parçalanmı§
uzun kemikler gibi bunların da bazılarının bir !av la§ı olan ilk
hallerini olu§turacak §ekilde yeniden birleştirilebilmeleriydi.
2 . Bölüm'de, Nicholas Toth ile Lawn�rıce K eeley'in çok sa­
yıda ta§ yonga üzerinde mikroskobik irıı:derııdı�r gerçekleştire­
rek kasaplık, odun yontma ve yumu§ak bitki dokularını kesme
i§aretleri bulduklarını belirtmi§tİm. Bu yongalar sil 50'den
alınmı§tı ve analiz sonuçları, 1 . 5 milyon yıl iirıct�si ne ait eıkin­
liklerin yer aldığı bir sahne imgesine yeni giiriirıtiiler ekliyor­
du. Sit 50'deki faaliyet, hidrolik çöplük i nı gesirıdı�n çok öte,
insangillerin buraya leş parçaları getirmelerini ve Inı parçaların
sitte yapılmış la� alı�ılerle ݧlenmesini içeriyor o l m alıydı. Kemik
ve ta§ların m erkı�zi lıir yiyecek ݧleme yerİnı: bili nçli olarak ta­
§ındığının gösterilrnı�si, l 970'lerin sonlarındaki kuramsal kar­
ga§adan sonra arkı·olojik kuramın yeniden düzenlenmesinde
önemli bir adırn d ı . Ama bu kanıt, sit 50'nirı insangilleri, yani
Homo erectıı.�'urı avcı ya da le§ yiyici olduğun u gösteriyor mu?

83
lsaac ve arkadaşları şöyle diyorlar: " Kemik grubunun özel­
likleri, egemen et bulma yöntemi olarak aktif avcılıktan çok leş
yiyiciliği düşündürüyor. " Alanda eksiksiz leşler bulu n m u ş olsa,
avcılık sonucuna varılalıilirdi. A m a daha önce de belirttiğim gi­
bi, kemik grupları modellerinin yorumlanması hata olasılığını
da barındıran bir iştir. Ama başka kanıt dizilerinden de, erken
Homo'nun et bulma yönteminin leş yiyicil ik olduğu sonucu çı­
karıldı. Sözgelimi, Shipınan eski kemiklerdeki kesik izlerinin
dağılımını inceledi ve iki gözlem yaptı. İlk olarak, içlerinden
ancak yaklaşık yarısı parçalamaya işaret ediyordu; ikinci ola­
rak, içlerinden çoğu , çok az et taşıyan kemikler üzerindeyd i .
Dahası, kesikierin pek çoğu etobu r dişlerinin bıraktığı izlerle
çakışıyor ve bu da, eıoburl arın kem i klere insangillerden önce
ulaştıklaı·ına işaret ediyord u . Sh ipman bunun, " leş yiyiciliğe
dair zorlayıcı bir kanı t " olduğu sonucuna vardı ki, bu, Ship­
man'ın deyişiyle, atal arı mıza ili�kiıı " a�iııa ol ırıayan ve gurur
kın c ı " bir imgeydi . E l l ıetle lı u , gdcneksd kuramın Soylu Avcı
İnsan imgesinden oldukça uzakıadır.
Ben, erken 1/omo'nun et arayışının leş yiyicil iği de içerdiği­
ni sanıyorum . Shipman'ın da dediği gibi, " l·:ıol ı ı ı rlar fırsat çık­
lığında leş yer ve zorunlu kaldıklarında avlaıı ırlar. " /\ m a ben
arkeolojide yakın zamanlarda oluşan devri min, lıiliıııde genel­
likle görüldüğü gilıi, fazla ileriye gi ıtiğine inanıyonı rn . Erken
1/omo'nun avland ığının reddedilmesi aşırı derect�de ihtiyatlı
bir yaklaşımdı. Shipman'ın kesik izleri üzerindeki inı:dt�ıı ıesin­
de, bu izierin pek çoğu nun az el taşıyan yerlerde Lıu1 ı ııı ııı asının
anlamlı old uğun u düşiiniiyonı m . Buralardan ne eldt� edilebi­
lir? Tendon ve deri . Bu malzemelerle, oldukça b iiyiik avlar
için etkili kapanlar yapılabilir. 1/omo erectus'un bu tür lıir avcı­
lıkla uğraşmamış olması lıeııi çok şaşırtırdı. 1/omo ciıısiııiıı or­
taya çıkışıyla görülen iıısaıı fiziği , avcılığa uyarlanmayla uyum
içinded ir.
Sit 50'deki çalışma !saat· için çok yararlı old u . B u , iıısangil­
lerin kemik ve ta§ları ııı c rkl'zi bir yere ta§ıdıklarını doğrula-

84
makla birlikte, onların bu yeri ana üs olarak kullandıklarını ka­
nıtlamıyordu . Isaac, 1 983'te şöyle yazmıştı: " Önceki bildirile­
rimde erken insangit davranışına ilişkin olarak öne sürdüğü m
hipotezlerin, erken insangillerin aşırı derecede insan gibi gö­
rünmelerine yol açtığını şimdi anlıyoru m . " Dolayısıyla " yiye­
cek paylaşımı hi po tezi " nin değiştirilerek, " merkezi yerde yiye­
cek arayıcılığı " hipotezine dönüştürülmesini savunuyordu. Ben
onun aşırı derecede ihtiyatlı davrandığından kuşkulanıyoru m .
Sit S O projesinden alınan sonuçların Homo erectus 'un av­
cı-toplayıcı olarak yaşadığını, birkaç günde bir geçici bir ana
üsten diğerine -yiyeceği getirip paylaştıkları üsler- geçtiğini
kanıtladığını söyleyemem . lsaac'in ilk yiyecek paylaşma hipote­
zindeki sosyal ve ekonomik ortamın sit SO'de ne derece mev­
cut olduğunu bilemiyoruz. Ama bence bu çalışma, erken Ila­
nıo'nun şempanzenin sosyal, bilişsel ve teknolojik yetenek dü­
zeyini çok az geçmiş olduğu düşüncesinden vazgeçmemize ye­
tecek kadar kanı t sunuyor. B u yaratıkların minyatür av­
cı-loplayıcılar olduklarını söylemiyorum, ama ilkel av­
cı-toplayıcının bu dönemde insansı sınıfa girmeye başladığına
emını m .

Homo erectus ' un e n erken diinenılt�rinde günlük hayalın na­


sıl geçtiğini tam olarak belki de asla lıilenıeyeceğiz. Ama, sit
SO'den elde ettiğimiz zengin arkeotojik karı ı l ları ve d iiş giicü­
müzü kullanarak, l .5 milyon yıl öncesi ic;irı �iiyl t� l ı ir sahneyi
yeniden kurabiliriz:
Mevsimlik bir dere, dev bir gölün batı yakasındaki geniş bir taş­
kın ovasından ağır ağır akıyor. Derenin dolambaçlı kıyıları boyu nca
uzun akasya ağaçları, tropik gü neşe karşı hoş bir gölge o luşturu­
yor. Dere yatağı yılın büyük bölü m ü boyunca kuru kalmakta; a m a
kuzeydeki tepelerde s o n zamanlarda görülen yağ murlar g ö l e doğ­
ru inerek, dereyi yavaş yavaş kabartıyor. Taşkın ovası birkaç hafta­
d ı r ren k cümbüşü içinde; çiçeklenen otla r portakal rengi toprakta

85
sarı ve mor renkli havuzlar oluşturuyor ve a lçak akasya çalılı kları
beyaz bulut tarlalarına benziyor. Yağış mevsimi hemen kapıda.
Burada, deren in eğrisinde, beş yetişkin dişi ile çocu k ve genç­
lerden oluşan küçük bir insan g rubu görüyoruz. Atieti k ve güçlü
bir ya pıla rı var. Yü ksek sesle so hbet ediyo rlar; konuşma ları n ı n bir
kısmının sosyal repertuvarın parçaları olduğu g ö rü lüyor, bir kısmı
da, günlük planlarla ilgili. Gün doğumundan ö nce g ru ptan dört
yetişkin erkek, et a ramak için erkenden yola çıktı. Dişilerin rolü bit­
kisel besin toplamak, bunun yaşa mların ı n ekonomik dayanağı o l­
duğunu da herkes biliyor. E rkekler avlar, kad ı n la r toplar: Bu, bizim
g rubu muzda ve bilindiğ i kadarıyla her zaman gayet iyi işe yaramış
bir sistem.
Dişilerden üçü yola koyu lmaya hazır; hem bebek taşıyıcısı hem
de daha son ra yiyecek torbası işlevleri ni gören, o muzlarına atılmış
bir hayvan derisi d ışında tamamen çıplaklar. Yan larında, d işilerden
birinin daha önce, iri dalları keskin taş yongalarla keserek hazırla­
dığı kısa, keskin sapalar taşıyorla r. Bu nla r, diğer büyü k p rimatla rın
u laşa mad ığı, derine gömülmüş dolg u n yu m ru köklere u laşabi lme­
lerini sağ layacak kazma sopaları. Dişiler en sonunda yola çı kıyor ve
genellikle yaptıkları gibi tek sıra hali nde, kend ileri n i zengin sert ka­
buklu yemiş ve yumru kök kayna klarına götü receğ ini bild ikleri bir
patikayı izleyerek, göl havzasının uzak tepelerine doğru yü rüyor­
lar. Taze meyve için yılın, yağmurun doğal işlevini yerine g eti receği
sonraki dönemlerini beklemeleri gerekiyor.
Akarsuyu n kenarında iki d işi, yüksek bir akasya nın altı ndaki yu­
muşak kurnda oturuyor ve üç çocuğun soytarılıklarını izliyor. Hay­
van derisinden bir bebek taş ıyıcısında taşınamayacak denli büyü k
ve avlanmaya ya da toplamaya çı kamayacak kada r küçük olan bu
çocuklar, tüm insan yavru ları n ı n yaptığı şeyi yapıyor: Yetiş kin ya­
şamla rını ö nceden gösteren, "miş gibi yapma" oyu nla rı oynuyorla r.
Daha son ra, içlerinden en büyüğü o lan bir kız, dişilerden birini, taş
aletlerin nasıl yapıldığını kend isine bir kez daha göstermeye ikna
ediyor. Kadın sabırla, iki lav taş ı n ı keskin, ani bir da rbeyle birbirine
vu ruyor. M ü kemmel bir yo nga uçuyor. Kız da kararlı bir tavırla ay­
nısını yapmaya çalışıyor, ama başarılı alam ıyor. Kadın kızın ellerini
tutuyor ve gerekli ha reketi yavaş yavaş yapmasını sağlıyor.

86
Keskin yongaların yapılması göründüğü nden daha zor bir iştir
ve sözlü tali mattan çok, göstererek öğ retilir. Kız bir kez daha deni­
yor; ha reketleri bu kez biraz farklı. Taştan keskin bir yonga kopu­
yor ve kız bir zafer çığlığı atıyor. Yongayı ka pıyor, gü lümseyen ka­
dına gösteriyor ve sonra, oyun a rkadaş larına da göstermek için
ya nlarına koşuyor. Artık bir yetişkin aletiyle donanmış olarak,
oyu nlarına devam ediyorlar. Bir sapa bu luyorlar ve taş kırıcı ç ı rak
sapayı keskinleştiriyor. Ardından, bir avcı grubu oluşturuyor ve ya­
yın balığı peşine düşüyorlar.
Akşama doğru üç kadın, hayvan derilerini bebekler ve kuş yu­
m u rtası, üç küçü k kertenkele, beklen med i k bir h azine olarak da
balla doldu rmuş olarak geri dönüyor ve dere kıyısındaki kamp a la­
nı yen iden hareketleniyor. Kendi çabala rı nın sonucundan memnun
olan kad ı nlar, erkeklerin ne getireceği kon us�.. ıda tahmin yapıyor­
lar. Avc ı lar çoğ u n lu kla elleri boş dönüyor. Et a rayışının doğal yapı­
sı gereğ i . Ama şansları yaver gittiğinde büyü k bir ödüle u laştıkları
da oluyor.
Kısa bir s ü re sonra uzakla rdan d uyulan sesler, erkeklerin geri
dönd üğünü belli ediyor. Ve, erkeklerin konuşmaları ndaki heyeca­
na bakı lırsa, bu kez başarılı olmuşlar. Erkekler g ü n ü n büyü k bir
bölümü nde küçük bir antilop sürüsünü sessizce izlemiş ve içlerin­
den birinin hafifçe topalladığını fark etmişlerd i. S ü rekli s ü rü n ü n
gerisinde ka lıyor v e o n lara yetişrnek i ç i n büyü k b i r çaba harcaması
gerekiyordu. Erkekler, büyük bir hayva nı ele geçirme fırsatı n ı yaka­
lamışlard ı . Bizim grubumuz gibi, asgari düzeyde doğal ya da ya­
pay silaha sahip avcılar daha çok h i leye başvu rmak zorundayd ı .
Sessizce ilerleyebilme, a raziye uyma yeteneği ve n e z a m a n vuraca­
ğ ı n ı bilmek, bu avcıların en değerli silah larıyd ı .
Sonunda ka rşıianna b i r fırsat çıkıyor v e erkekler hiç konuşma­
dan sözbirliğ i ederek, stratejik konu mlar alıyorla r. içlerinden biri,
n işan a larak elindeki kayayı tüm g ü cüyle fırlatıp hayva nı şaşırtan
bir darbe indi riyor; d iğer i kisi de avı hareketsız hale getirmeye ko­
şuyor. Kısa, keskin bir sapa n ı n hızla saplanmasıyla birlikte hayva­
nın boynundan bir çeşme d olusu kan fışkırıyor. Hayvan çırpın ıyor,
ama kısa bir s üre sonra ölüyor.
Yorg u n d üşen, üstleri kan ter içindeki üç adam çok sevinçli. Ya­
kınla rdaki bir lav taşı yatağı nda hayvan ı n kesi lmesinde kullanılacak

R7
aletleri yapmak için gerekli ham mad deyi bu luyorlar. B i r taşın b i r
d iğerine sertçe birkaç kez vurulmasıyla bi rli kte, hayva nın sert deri­
sinin kesi lmesine ve ekle m lerin, beyaz kem i k üzerindeki kırm ızı et­
lerin ortaya çıkarılmasına yetecek yongalar ü retiliyor. Kaslar ve
tendonla r bu becerikli kasaba tes lim o luyor ve erkekler iki et yığ ı n ı
taşıyarak kampa d oğru yola koyuluyorlar. G ü lüşüyor, g ü n ü n olay­
la rı ve her birinin bu o laylard aki farklı rolü hakkında birbirleriyle
şakalaşıyorlar. Dönü şlerinde büyü k bir coş kuyla karşılanaca kla rını
bi liyorlar.
Akşamın i lerleyen saatlerinde et, neredeyse bir ayin duygusu
içinde tü ketiliyor. Avcı g rubuna liderlik eden erkek, parça la rı kesi p
etrafında otu ran kad ın lara ve d iğer erkeklere uzatıyor. Kad ı n lar ço­
cuklarına et parçaları veriyor ve çocuklar da oyu n oynar gibi, par­
çaları aralarında değ iştokuş ed iyorlar. E rkekler eşieri ne ve onlar d a
erkeklerine et parça ları su nuyor. Etin yen mesi beslenmekten öte,
onları sosya l o la rak birbirine bağlayan bir eylem.
Av zaferi nin coşkusu a rtık yatıştı ve erkeklerle kad ınlar birbirle­
rine, ayrı geçen g ü n ü n öyküsü nü a n latıyorlar. Bu güzel kam p ı ya­
kında terk etmek zoru nda kalaca klarının fa rkındalar; çünkü uzak
tepelerde giderek yoğ u n laşan yağışlar yakında, deren in kabara ra k
kıyısına taş masına yol açacak. Ama şimd i lik, bulundukları yerde
hepsi mutlu .
Üç g ü n sonra g rup, g üvenli yü ksek a la n lar aramak a macıyla
kam ptan son kez ayrılıyor. Arkalarında, geçici mevcudiyetlerinin
kan ıtların ı bırakıyorlar. Yonga çıkarılmış lav taşı öbekleri, yontul­
muş sopalar ve işlen miş hayvan gerileri, teknolojik beceri leri n i n ka­
nıtları. Kırılmış hayvan kemikleri, bir yayın balığı kafas ı, yumurta
ka bu kları ve yumru kök kal ıntıları d iyetleri nin genişliğini gösteri­
yor. Ama kampın odak noktası o lan yoğ u n sosya llik uçup g itmiş.
Et yeme ayi ni ve günlük o layla r hakkındaki öyküler de. Kısa b i r sü­
re sonra, deren in kıyıya taşmaya başlamas ıyla birlikte bu boş, ses­
siz kamp ağır ağır suyla kaplan maya başlıyor. ince sel ku mu küçük
grubumuzun yaşam ı ndan beş gü nlük bir kesitin kalıntılarını örtüp
içinde ancak, kısacık bir öykü saklıyor. En sonunda, kem i klerle taş­
lar d ışında her şey çü rüyü p yok o luyor ve bu küçük öykü n ü n o luş­
turu lması için g eriye ancak bi rkaç yeters iz kanıt ka lıyor.

R8
Çoğu kişi , bu kurgumun Homo erertus'u a§ırı derecede in­
san gösterdiğini düşünecektir. Ben öyle dü§üıı müyonı m . Ben
bir avcı-toplayıcı yaşam tarzı yaralıyorum ve bu insanlara dil
atfediyorum. Kuşkusuz, modern insanlarda bildiğimizin ancak
ilkel çeşitlerneleri olmak kaydıyla, lıence her ikisi de akla yat­
kın. Ne olursa olsun , arkeolajik kanıtlar, et ve yeraltı yumru
kökleri gibi yiyeceklere ulaşmak için teknoloji kullanan bu ya­
ratıkların diğer büyük primatların ötesinde bir yaşam sürd ükle­
rini açıkça gösteriyor. Tarihöncemizin bu aşamasında ataları­
mız, bizim anında fark edeceğimiz bir şekilde insan olmaya
başlamışlardı .

89
S. BÖ LÜM
M O D ERN iNSAN LARlN KÖK ENi

İ nsan evrimi yolundaki, önsözde belirttiğim dört önemli olay


- insan ailesinin yakla§ık 7 milyon yıl önceki ba§langıcı; ardın­
dan gelen, iki ayaklı insansımaymunların " uyarlanma ı§ınımı " ;
belki 2 . 5 milyon yıl önce (Homo cinsini ba§latan) insan beynin­
deki büyüme; ve modern insanların kökeni - arasından dör­
düncüsü , yani, bizim gibi insanların ortaya çıkı§ı, antropoloji­
n i n en çeki§meli konusunu olu§turuyor. Çok farklı hipotezler
§İddetle tartı§ılıyor ve genellikl e birbirine tamamen kar§ıt fikir­
terin savunulduğu bir konferansın gerçekle§tirilmediği, ya da
bir kitap ve bilimsel bildiri yağmurunun görülmedİğİ tek bir ay
olsun geçmiyor.
Tarihte yaln ı zca birkaç bin yıl öncesine baktığımızda, uy­
garlığın ilk doğu§u nu görüyoruz: Giderek karma§ıkla§an sosyal
örgütlenmede köyler §efl i klere, §<>fli kl e r kent devletlere ve kent
devletler de ulus devletlere diiıı ii�lii. K a r m a§ ı kl ı k dü ze yi ndeki
bu görünü§te amansız artı§ı biyolojik d eği�i nı değil , kültürel
evrim yarattı. Bir yüzyıl önceki i nsanl a rı n biyoloj i k açıdan bi­
zimle aynı olmaları, ama elektronik ıekııolojisi ı ı i ıı l ı u l ıı nın a d ığı
bir dünyada ya§amaları gibi, 7000 y ı l iinccsi ııiıı kiiyl ü leri de
bizim gibiydiler; yalnızca, uygarlık al ı yapısında n yoksundu.rlar.
Yazının yakla§ık 6000 yıl önceki kiikeııiııdı·ıı iirıeesine bak­
tığımızda d a, modern İnsan zihnine ili§kin kaıı ı ı l ar görebiliyo­
ruz. Yakla�ı k 1 0.000 yıl öncesinden iıil ıarcıı tüm dünyada
göçmen aveı-toplayıe ı grupları birbirlerindı�ıı bağımsız olarak
çe§İtli tarım tı�knikleri icat ettiler. Bu da biyoloj i k değil, k ü ltü­
rel ya da teknoloj i k evrimin sonucuydu. Bu sosyal ve ekonomik
dönܧÜm d ö nı � rıı i ıı ı b ı de geriye gittiğimizde, Uuzul Çağı Avru-

91
pa ve Afrika'sının , bizim gibi insanların zihinsel dünyasını
uyandıran resimlerini, oymalarını görüyoruz. Ama bundan da­
ha geriye -yaklaşık 3 5 . 000 yıl öncesine- gidildiğinde, insan
zihnine ili§kin bu i§aretler yok oluyor. Arkeolojik kalıntılarda
artık, bizimkine benzer zihinsel yeteneklere sahip insanların
yaptıkları işlerle ilgili inandıncı kanıtlar göremiyoruz.
Antropologlar, arkeolojik kalıntılarda yakla§ık 3 5.000 yıl
önce sanatsal ifadenin ve ineelikle i§lenmi§ teknolojinin ortaya
çıkmasını, uzun bir süre, modern insanın ortaya çıkışına dair
açık bir işaret olarak gördüler. 1 9 5 1 'de İ ngiliz antropolog
Kenneth Oakley, modern insan davranı§ının bu şekilde geliş­
mesinin , tamamen modern dilin ilk kez ortaya çıkmasıyl a bağ­
lantılı olduğunu öne süren ilk ki§ilerden biri oldu. Gerçekten
de, bir insan türünün tamamen modern bir dile sahip olmakla
birlikte, diğer açılardan tamamen modern olmaması düşünüle­
mez gibi görünüyor. Bu nedenle, dilin geli§mesi çoğunlukla,
bugün bildiğimiz §ekliyle insanlığın ortaya çıkışını tamamlayan
olay olarak görülüyor.
İnsanın başlangıcı ne zamandı? Ve bu ne §ekilde oldu : Aşa­
malı olarak ve çok uzun bir zamandır mı, yoksa hızla ve yakın
zamanlarda mı? Günümüzdeki tartışmanın terndinde bu soru­
lar yer alıyor.
Oysa tüm insan evrimi dönemleri iı,�iııde son birkaç yüz bin
yıl, fosil kanıtlan açısından en zengin olanı. Eksiksiz bir kafata­
sı ve önkafatası kemiklerinden ol ıı�ıııa koleksiyonun yanı sıra,
yaklaşık yirmi adet görece eksiksiz iskdel de bulundu. İnsanın
tarihöncesindeki fosil kanıtlarıııın son derece ender olduğu da­
ha erken dönemler üzerinde yoğıınla�an benim gibi birisi için
bunlar, olağanüstü paleontolojik zcnginlikler. Yine de antropo­
log meslektaşlanın h ala, evri m olaylannın sırası konusunda fi­
kir birliğine ulaşamıyorlar.
Dahası, bulunan ilk erken insan fosilleri, tartı§mada önemli
bir rol oynayan Neandt�rı lıal insaniarına (herkesin zihni ndeki
mağara adamı karikatürii) aiıti. İlk Neanderthal kemiklerinin

92
gün ışığına çıkartıldığı 1 856'dan beri, bu insanların kaderleri
hiç durmaksızın tartışılıyor: Bunlar bizim en yakın atalarımız
mıydı, yoksa evrimin, günümüzden yaklaşık 30 bin yıl önce
soyu tükenmiş bir çıkmaz ucu mu? Bu soru neredeyse bir bu­
çuk yüzyıl önce soruldu ve hala, en azından herkesi tatmin
edecek şekilde yanıtlanabilmiş değil.
Modern insanların kökeni konusundaki daha ince noktalara
dalınadan önce, daha geniş kapsamlı konular üzerinde durma­
l ıyız. Öykü 2 milyon yıldan önceki bir dönemde, Homo cinsi­
nin ortaya çıkışıyla başlıyor ve sonuçta Homo sapiens'in ortaya
çıkmasıyla sona eriyor. Bu konuda, birincisi anatomik değişim­
lerle, ikincisi de teknolojik değişimlerle ve insan beyniyle eline
dair diğer göstergelerle ilgili iki kanıt dizisi uzun süredir mev­
cuttu . Doğru şekil de yorumlandığında, bu iki kanıt dizisi insa­
nın evrim tarihi konusunda aynı öyküyü anlatmalıydı. Zaman
içinde aynı değişim modeline işaret etmeliydi. Onlarca yıldır
antropolojinin malzemesi olan bu geleneksel kanıt dizilerine,
yakın zamanlarda bir üçüncüsü katıldı: moleküler genetik. Ge­
netik kanıtlar ilkesel olarak, evrim tarihimizin öyküsünü şifreli
olarak içinde barındırmalıydı. Burada da, ortaya çıkacak öykü,
anatomiden ve taş aletl erden iiğrendiklerimizle uyumlu olma­
lıydı .
Ne yazık ki üç kanıt dizisi arası rıda l ı öy l e l ı i r uyum görül­
müyor. Bağlantı noktaları var bel ki , a nı a taııı l ı i r uyum yok.
Böylesi bir kanıt bolluğuna karşın a ka d c ııı isyenlc rin yaşadığı
zorluk, evrim tarihini yeniden kurmanın k i ııı i z a ı ı ı a ı ı ne kadar
güç olduğunu gösteriyor.
Turkana çoc ı ı ğ ı ı n ı ı n iskeleti bize, yaklaşık ı . (ı milyon yıl
önceki erhn insa n ı n anatomisi hakkında l ıir fikir veriyor. Er­
ken 1/onıo crcctus bireylerinin uzun l ıoylıı (Tu rkana çocuğu
yaklaşık ı .BO l ı o y ı ı n d aydı) , alletik ve güçi ii kaslara sahip ol­
duklannı görd ıil iyorıız. En güçlü modern profesyonel güreşçi
bile, ortalama 1/om o r�n�ctus kar§ısında kolay l ı i r av olurdu . Er­
ken Homo r•rcr·tus' ı ın lı ey ni, A ustralopitlıccu.� atalarına oranla

93
büyük olmakla birlikte, modern insan beyninden küçükLü;

ercctus ' ıa yaklaşık 800 cm ve günümüzün modern Ila­

mo'sunda ortalama 1 3 50 cm _ llomo crectus ' ıa beyin kutusu
uzun ve düşük, alın çok küçük, kafatası kalın, çene ileri doğru
çıkınttiıdır ve gözlerin üstünde belirgin çıkıntılar vardır. Bu te­
mel anatomik m odel yaklaşık yarım milyon yıl öncesine dek
:1
aynı kaldı, ama aynı dönemde beyin 1 1 00 em ' ü n üstüne çık­
tı. Bu dönemde Homo erectııs toplulukları Afrika' dan dışarı ya­
yılarak Asya ve Avrupa'da geniş bölgelerele yaşamaya başla­
mışlardı. (Avrupa'da kesinlikl e sapıanmış Homo erectus fosilieri
lıulunmuş olmasa da, bu türle bağlantılandırılan teknolojilere
dair kanıtlar, türün burada bulunduğunu gösteriyor.)
Yaklaşık 34.000 yıl öneesinden daha yakın bir dönemde
bulduğumuz fosil insan kalıntıları tamamen m odern Homo sa­
piens 'e aittir. Beden daha az zinde ve kaslı, yüz daha düz, be­
yin kutusu daha yüksek ve kafatası d uvarı daha incedir. Dola­
yısıyla, modern insanı yaratan evrim faaliyetinin 500.000 ile
34.000 yıl öncesi arasında gerçekleştiğini görüyoruz. Afrika ve
Avrasya'da bu döneme ait fosil kalıntılarında ve arkeolojik ka­
lıntılarda bulabildiklerimizden, evri min son derece kafa karıştı­
rıcı biçimlerde olsa da, gerçekten ya�andığıııı giiriiyoruz.
Neanderthal insanı 1 3 5 . 000 ile J iJ. . OOO yıl öncesinde yaşa­
dı ve Batı Avrupa'dan Yakın Doğu vt� Asya'ya dek uzanan bir
bölgeye yayıldı . Burada sözünü eıı iğiııı iz dönemin fosil kalıntı­
larında en bol bulunan unsuru, Nı�anderıhal oluşturuyor. Bir
milyon ile 34.000 yıl öncesi arasıııdaki bu dönemde hiç kuş­
kusuz, Eski Dünya'nın pek çok farklı nüfusunda evrim dalga­
lanmaları sürüyordu . Neandertlıal'irı yanı sıra, romantik adlar
taşıyan -Yunanistan'dan Pet rolana Adamı, Fransa'nın güney­
batısından Arago Adam ı, A l m anya ' dan Steinheim Adamı,
Zambiya'dan Kırık Tepe Adaını vb.- tek tek başka fosiller
- genellikle beyin kutusu ya da l ıeyin kutusu parçaları, ama ki­
mi zaman da iskelelin ba�ka parçaları - de bulundu. Bu birey­
sel örneklerde, pek çok farklıl ığa karşın, iki ortak özellik gö-

94
Homo erectus

Homo sap iens


nttJndtrllıDitnsis

Homo sapirns
SDpirns

ŞEKil 5 . 1
Neanderlhal a k ra l ıa l ı k l a r ı . ;\'<'anderılıal insanı, 1/omo sapirns'le b iiyük b i r
beyin gibi ve l lo m o t•rt•t·tus ' l a da, u z u n , dü§iik kafatası v" ç ı kınıılı k a §l a r g i b i
ortak öze l l i k l<'r<' sa h i pt i r. t\ ı ı ı a l ıazı be nzersiz iiz e l l i k l ni dt' vmdı r ve b u ı ı lar­
dan en açıkça giiri'ı l ı · ı ı i , y i 'ı t. i i ı ı orta l ıö l i i n ı i'ı n i 'ı ı ı a�ırı ı !P rt"!'l'de iine çıkık ol­
masıdır.

95
rülmektedir: Bunlar, sözgelimi daha büyük beyinleriyle Homo
erectus' tan daha fazla geli§mi§ ve kalın kafatasları, iri yapılany­
la, Homo sapie ns ' ten daha ilkeldirler (bkz. §ekil 5 . 1 ) . Bu dö­
nemden örneklerin farklı anatomiye sahip olmaları nedeniyle,
antropologlar bu fosillerin tümüne 11 arkaik sapiens 11 demeyi
seçtiler.
Bu anatomik biçim çe§itliliği nedeniyle kar§ıla§tığımız so­
run, modern insan anatomisinin ve davranı§ının ortaya çıkı§ını
tanımlayacak bir evrim modeli kurmaktır. Yakın zamanlarda
bu konuda iki model önerildi.
Bunlardan çok bölgeli evrim hipotezi olarak bilinen ilki,
modern insanların kökenini, Homo erectus topluluklannın yer­
le§tiği her yerde Homo sapi ens' i n ortaya çıktığı, tüm Eski Dün­
ya'yı kapsayan bir olgu olarak görür. Bu bakı§ açısına göre Ne­
anderthal, bu üç kıtalık eğilimin, anatomi açısından Homo erec­
tus'la Avrupa, Ortadoğu ve Asya'nın batısındaki llomo sapiens
arasında yer alan bir parçasıdır ve Eski l hinya'nın bu bölgele­
rinde günüm üzde ya§ayan nüfusları n doğrudan atası N eandert­
hal i nsanıdır. Michigan Üniversitesi' ndt�rı aııtropolog Milford
Wolpoff, Homo sapiens'in biyolojik s l a t ii sii ııe doğru ilerleyen
ve her yerde görülen evrim eğilimini, a t ala rı m ızın yeni kültürel
ortamının Le§vik ettiğini savunur.
Doğa dünyasında bir yeniliği l t � nı s i l eden kültür, doğal se­
çim güçlerine etkin, birle§tirici l ı i r yi in kazandıı·mı§ olabilir.
Dahası, California Üniversi tes i n i n Saıı t a Cruz kampusundan
'

biyolog Christopher Wills, l ı ı ı rada ( � v ri nı hızının artması olasılı­


ğını görmektedir. Wills, l <)<);� t a r i l ı l i 71ıe Runaway Brain adlı
ki tabında §öyle der: 11 Beyııi rııizin büyümesini hızlandırmı§ gibi
görünen güç, yeni bir tü r ı ı yaıwı d ı r: Dil, i§aretl er, kolektif bel­
lekler; kültürün tüm unsurları . Kültürlerimizin evrilerek kar­
ma§ıkla§masıyla birlikte I H'yi ııleriıniz de evrildi ve bu da, kül­
türlerimizin iyice karma�ıkla�ıııasına yol açtı . B üyük ve akıllı
beyinler daha karma§ık kiiltiirlerin ve karma§ık kültürler de
daha büyük ve daha akıl l ı I H�yinlerin olu§ınasını sağladı. 11 Bu

96
tür bir otokatalitik, ya da olumlu geribildirim sürecinin oluşma­
sı, büyük nüfuslar içinde genetik değişimin daha da hızla ger­
çekleşmesine yardımcı olacaktır.
Çok bölgeli evrim düşüncesine yakınlık duyuyorum ve bir
zamanlar şöyle bir benzetme yapmıştı m : Bir avuç çakıl taşı alıp
bir su havuzuna fırlatırsanız, her çakıl bir dizi dalga yaratır ve
bu dalgalar önünde sonunda, diğer çakılların yarattığı dalga­
larla birleşir. Havuz, temel sapiens nüfusunu barındıran Eski
D ünya'yı temsil ediyor. Havuzun yüzeyindeki, çakılların düştü­
ğü noktalar Homo sapiens' e geçiş noktaları ve dalgacıklar da
Homo sapiens'in göçleridir. Tartışma katılımcılarının pek çoğu
bu benzetmeyi kullandılar; ama ben artık, benzetmenin belki
de doğru olmadığını düşünüyoru m . Bu ihtiyatlı yaklaşımıın ı n
nedenlerinden biri, İsrail'deki b i r dizi mağarada bulunan bazı
önemli fosil örnekleridir.
Bu sitlerde aralı kl ı olarak altmış yılı aşkın bir süredir de­
vam eden kazılarda, kimi mağaralarda Neanderthal, kimilerin­
de de modern insan fosİll eri bulundu. Yakın zamanlara dek
tablo çok açık görünüyor ve çok bölgeli evrim hipotezini des­
tekliyordu. Kebarra, Tabun ve A nıud mağaraların dan gelen
tüm Neandeıthal fosilieri giirl'ce eski, belki de yaklw�ık
60.000 yıllıktı . Skhul ve Kafze'den gıdı�ıı l ii m modern insanlar
ise daha yeni, belki de 40.000 ya da ;) 0 . 000 yıllıkıı. B u tarih­
ler göz önüne alındığında, bu bölgede N l'aııdl'rl lıal topl ıılukl a­
rından modern topluluklara evrimsı�l l ı i r diiıı ii�iiııı olması
mümkün görünüyordu. Bu fosil s ı ralaması gnı;<'kl l�ıı de, çok
bölgeli evrim hipotezinin en güçlü dayanakl a rı ııdaı ı b i ri yd i .
Ama 1 9BO'Ierin sonlarında b u düzenl i sıralama altüst oldu.
İngiltere ve Fransa'dan araştırmacılar lııı fosillı�rin bazılarına,
elektron spiıı r<'zoııansı ve termoluminesans olarak b i linen yeni
tarihlendirıııı� yiinll�nı lerini uyguladılar; her iki teknik de pek
çok kayada giiriibı kimi radyoizotopların ç ii rümesini temel
alır ve bu, kayalardaki mineraller için atomik saat gibi işleyen
bir süreçtir. 1\ ra�l ırıııacılar, Skhul ve Kafze'deki modern insan

insanın Kökeni, F: 7 97
fosillerinin, Neanderthal fosillerin birçoğundan 40.000 yıl ka­
dar daha ya§lı olduğun u b uldular. B u sonuçlar doğruysa, Ne­
anderthaller, çok bölgeli evrim modelinde savunulduğu gibi
modern insanların ataları olamazlar. Öyleyse, alternatif nedir?
Alternatif modelde, modern insanların, tüm Eski Dünya'da
görülmü§ bir evrim eğiliminin ürünü olmak yerine, tek bir coğ­
rafi bölgede ortaya çıktıkları savunuluyor (bkz. §ekil 5 . 2) . M o­
dern Homo sapiens toplulukları bu yerden göç ederek Eski
Dünya'nın geri kalan bölgelerine de yayılmı§ ve oralaı·daki
mevcut modern öç.cesi toplulukların yerini almı§ olmalılar. B u
modele " Nuh'un Cemisi " hipotezi v e " Cennet Bahçesi " hipo­
tezi gibi, pek çok ad takıldı. Yakın zamanlarda da, Sahra altı
Afrika'nın ilk modern insanların ortaya çıkı§ı için en olası yer
olarak görülmesi nedeniyle, " Afrika' dan Yayılma" h ipotezi
olarak adlandırıldı. Pek çok antropologun katkıda b ulunduğu
bu görü§ün en ate§li savunucusu, Londra Doğa Tarihi M üze­
si'nden Christopher Stringer'dır.
İki model birbirinden tamamen farklıdır: Çok bölgeli evrim
modeli Eski Dünya'da modern Homo sapiens' e doğru, n üfus
göçünün çok az olduğu ve önceki nüfusun yerini alma d uru­
munun hiç olmadığı bir evrim modeli tanı mlar; " Afrika'dan
Yayılma" hipotezi ise Homo sapiens ' i n yalnızca bir tek yerde
evrildiğini ve ardından, Eski Dünya içinde yoğun n üfus göçle­
riyle, mevcut modern öncesi toplul uklarm yerini aldığını savu­
nur. Dahası, ilk modele göre modern coğrafi n üfusların (" ırkla­
rın " ) genetik kökleri çok geriye �idecek ve temelde, neredeyse
2 milyon yıldır birbirlerinden ayrı olacaklardır. İ kinci m odel­
deyse genetik kökler daha yakında olacak ve tüm ü , yakın za­
manlarda Afrika'da evrilmi§ t<�k l ıir nüfustan gelmi§ olacaklar­
dır.
İki model, fosil kayıtlarında neler görmemiz gerektiği konu­
sundaki tahminlerinde de lıirlıirlerinden çok farklıdır. Çok böl­
geli evrim modeline göre, modern coğrafi nüfuslarda gördüğü­
müz anatomik özellikler yine aynı bölgedeki, Homo erectus ' u n
alanını Afrika ötesine d e la�ıdığı 2 milyon yıl öncesine d e k gi-

98
Çokbölgeli Evrim Afrika'dan Yayılma

Avrupa Afrika Asya Günümüz Avrupa Afrika Asya

·. · H · - . _,.--
omo sapıens 1�l.
ın -4
-.. ,.. ���
� t
Homo sapiens'in � �
Afrika'daki
üç kıtada
başlangıcı
gen akışıyla ve yayılması
aşamalı evrimi

• 2 mil. yıl önce

ŞEKiL 5.2
Modern insanın kökenieri konusunda iki görüş. Saldıi ki çok bölgeli model­
de, Homo erecıus topluluklarının yaklaşık 2 milyon yıl önce Mrika'dan dışaıı
yayıldıklan ve tüm Eski Dünya' da yerleştikleri savunulur. Yer�) niifuslar.
arasında gen akışıyla genetik süreklilik sağlanmış ve dolayısıyla, modern Ho­
mo sapiens'e giden evrim eğilimi, 1/omo erecıus topluluklarının var olduğu
her yerde uyum içinde gerçekleşmi§tir. Sağdaki "Afrika'dan Yayıl ina" mo­
delindeyse, Homo sapiens'in yakın zamanlarda Afrika'da evrildiği ve Eski
Dünya'nın diğer bölgelerine hızla yayılarak, ıııeveııt 1/omo erecıus ve arkaik
Homo sapiens topluluklarının yerini aldığı savuıııılıır.

den fosillerde de görülm eli dir. 11 Afrika' dan Ya y ıl ma 11 modelin­


de böyle bir bölgesel süreklilik beklenmez; modern nüfuslar
da Afrikalı özell i kl erini ta§ımalıdır.
Çok bölgeli evrim hipotezinin en güçlü savunucularından
biri olan Milford Wolpoff, Amerika Bilimsel i lerleme Dernek­
leri'nin 1 990' daki toplantısında, 11 anatomik süreklilik tezinin
açıkça kanı�l aııd ı�ı'ııı " söyledi. Sözgelimi Kuzey Asya'da yüz
§ekli, yanak kı'; miklı�rinin yapısı ve kesici dişierin küreksi §ekli
ı

99
gibi bazı özellikler 750.000 yıllık fosillerde, çeyrek milyon yıl­
lık Pekin Adamı fosillerinde ve modern Çin topluluklarında gö­
rülmektedir. Stringer de bunu kabul eder, ama bu özelliklerin
kuzey Asya'yla sınırlı olduğunu ve dolayısıyla, bölgesel sürekli­
liğe kanıt olarak gösterilemeyeceğini kaydeder.
Wolpoffla arkada§ları, Güneydoğu Asya ve Avustralya için
de benzer bir iddia getiriyorlar. Ama Stringer'ın da dediği gi­
bi, varsayılan süreklilik dizisi yalnızca üç zaman dilimiyle ta­
rihlenen fosiliere dayandırılmaktadır: 1 .8 milyon, 1 00.000 ve
30.000 yıl öncesi. Stringer, referans noktalarındaki yetersizli­
ğin tezi zayıflaLtığını söylemektedir.
B u örnekler, antropologların kar§ıla§tıkları sorunları yansıtı­
yor. Önemli anatomik özelliklerin anlamı konusunda .görü§ ay­
rılıklarının olmasının ötesinde, Neanderthal insanı ayrı tutulur­
sa, fosil kalıntıları da antropologların isteyeceğinden (ve antro­
polog olmayanların sandığından) çok daha azdır. Bu engeller
a§ılmadıkça, daha genݧ kapsamlı soru hakkında bir fikir birliği
olu§ması olanaksız görünüyor.

Fosil anatomisini farklı bir bakı§ açısından da değerlendire­


biliriz. Neanderthallerin kısa kol ve hacaklara sahip bodur bi­
reyler oldukları sanılıyor. Bu, alanlarının büyük böl ü m ünde
görülen soğuk iklim §artlarına uygun bir fiziksel uyarianmadır.
Ama dünyanın aynı bölgesindeki ilk modern insanların anato­
misi çok farklıydı. Bu insanlar uzun boylu, ince yapılıydılar,
kol ve hacakları uzundu. Kıvrak bir vücut yapısı, Buzul Çağı
Avrupasının donmu§ steplerinden çok, tropikal ya da sıcak ik­
limlere uygundur. İlk modern Avrupalıların Avrupa'da evril­
mi§ olmaktan çok Afrika da� gelen göçmenlerin torunları ol­
maları durumunda, bu1 bulmacaya açıklama getirilebilecektir
ve bu gözlem de, ll Afrika'dan . .Yayılma'' modeline destek ver-
mektedir. .
M odel, fosil kayıtları üzerindeki bir diğer doğrudan gözlem-

100
den de destek alıyor: Çok bölgeli evrim hipotezinin doğru ol­
ması durumunda, erken modern İnsan örneklerinin tü m Eski
Dünya'da az ya da çok e§zamanlı olarak görülmesi gerekirdi.
Ama böyle bir durum göremiyoruz. Bilinen en eski modern in­
san fosilieri m uhtemelen Afrika'nın güneyinden gelmݧ. 11 Muh­
temelen 11 dememin nedeni, b u fosillerin yalnızca çene parça­
cıklarından olu§masından öte, gerçek ya§larının da kesin ola­
rak bilinememesi. Sözgelimi, Güney Afrika'daki Border Mağa­
rası ve Klas i es Irmak Ağzı M ağarası 'ndaki fosillerin ya§ ının
l 00.000' den biraz daha fazla olduğu sanılıyor ve bunlar 11 Af­
rika' dan Yayılma 11 hipotezinin taraftarları tarafından kanıt ola­
rak gösteriliyor. Ama Kafze ve Skhul' daki mağaralarda bulu­
nan modern insan fosilieri de yakla§ık 1 00.000 ya§ında. Dola­
yısıyla, modern insanların ilk olarak Afrika'nın kuzeyinde ya
da Ortadoğu'da ortaya çıkmaları ve sonralan b uralardan göç
etmݧ olmaları mümkün. Ama antropologların çoğu , kanıtl arın
genel ağırlığına dayanarak, modern insanın Sahra altı kökenli
olduğu tezini destekliyorlar. (bkz. §ekil 5 . 3) .
Asya'nın geri kalan kı s mıyla Avrupa'nın hiçbir yerinde, b u
ya§ta modern İnsan fosilieri bulunmadı. Eğer bu dur u m evrim­
sel gerçekliği yansıtıyorsa ve fosil kal ıı ı t ı l arının acınacak dere­
cede yetersiz olmasından kaynaklannı ıyorsa, 11 A frika'dan Ya­
yılma 11 hi po tezi akla yakın göriiniiyor.
Nüfus genetikçilerinin çoğunluğ u l ıı ı lı i potezi n biyolojik
,

açıdan en akla yakın hipotez olduğunu d ii�iin iiyorl ar. Türler


içindeki genetik profili inceleyen bu bil i ı ı ı insanl arı , profilin za­
manla nasıl deği§ebileceğini biliyorlar. Hir ti·ı n� ait toplulukla­
rın coğrafi bağlantı l arı nı korumalan d ıı n ı ıııu nda, ın utasyonla
olu§an geneti k deği�iınler, soylar arası ı,-ifı lt·�nw ile tiiın bölge­
de yay ı l a l ı i l i r. Sonuçta tiirün genetik p rofil i deği�ecek, ama ge­
nelde tür, gt�ıwtik a ç ıd a n kendi içinde uyıı r ı ı l ıı kalacaktır. Belki
de bir ı r ın ağın iz b l i ği yoldaki değݧiın ya da l ı i r çölün açılınası
nedeniyle lı ir tiin� ait topl ulukları n co ğ ra fi l ı ağl a ntılar ın ı n kop­
ması duruınundaysa , farkl ı bir sonuç ol u�;ıcaktı r. Bu durumda-

101
(40K) CroMagııoıı
(250K) Arago
[250K) Cebel

(92K) Kafzc

ŞEKiL 5.3
Fosil haritası. Harita modern insanların kökeniyle lıağlaııtılı fosillerin yerle­
rini (ve bin yıl olarak yll§lannı) gösteriyor. Neaııdertlıaller taral ı alandan dı­
§an çıkmamı§lardır. En eski modern insan örnekleri Salıra a l t ı Afrika'da ve
Oıtadoğu'da bulunmu§tur.

ki bir toplulukta oluşan genetik l ı i r değişim diğer topluluklara


aktarılamayacaktır. Dolayısıyla, l ı i r l ı i rl e rinden ayrı kalan toplu­
luklar birbirlerinden genetik olarak farklılaşabilir, belki de so­
nunda farklı alt türlere ya da lıaııa farklı türlere dönüşebilirler.
N üfus genetikçileri çeşitli boyutl ardaki nüfuslarda genetik deği­
şim hızını hesaplamak için matematik modelleri kullanıyor ve
dolayısıyla, eski dönemlerde nder olduğuna dair fikirler ürete­
biliyorlar. Aralarında, Stanford' dan Luigi Luca Cavalli-Forza
ve Londra'daki U niversity College'dan Şahin Ruhani'nin de
bulunduğu, bu tartışmaya kat ıl mış çoğu n üfus genetikçisi, çok

1 02
bölgeli evrim modeline ku§kuyla bakıyor . Çok bölgeli evrim
modelinin genݧ nüfuslar arasında, onları genetik açıdan bağla­
yan ve evrimsel değݧİm sayesinde modern İnsanlara dönü§me­
lerini sağlayan yoğun gen akı§ları gerektirdiğini belirtiyorlar.
Cava İ nsanı fosilieri için 1 994 ba§larında açıklanan yeni tarih­
lendirmeler doğruysa, Homo erectus ya§am menzilini Afrika
ötesine yakla§ık 2 milyon yıl önce ta§ım ı§tır. Dolayısıyla, çok
bölgeli evrim modeli uyarınca, gen akı§ının genݧ bir coğrafi
alanda sürmesinden öte, çok uzun bir dönem boyunca sürmesi
de gerekecektir. Nüfus genetikçilerinin çoğu, bunun kesinlikle
gerçekçi olmadığını söylüyorlar. Modern öncesi toplulukların
Avrupa, Asya ve Afrika içinde dağılmalarıyla birlikte, bağlantı­
lı bir b ütünden çok, (arkaik sapiens' te gördüğümüz gibi) coğra­
fi varyantiarın olu§ması çok daha olası görünüyor.
Fosilieri bir süreliğine bırakarak davranı§a, yani, davranı§ın
gözle görülür ürünlerine, aletiere ve sanat objelerine yönelece­
ğiz. Teknolojik açıdan ilkel İnsan gruplarında İnsan davranı§la­
rının büyük çoğunluğunun arkeolajik açıdan görünmez olduğu­
nu unutmamalıyız. Sözgelimi, bir §amanın yönettiği üyeliğe ka­
bul töreninde efsaneler anlatılacak, §arkı söylenecek, dans edi­
lecek, beden süslenecek; ve bu faaliyetlerin hiçbiri, arkeolajik
kalıntılarda yer almayacaktır. Dolayısıyla, ta§ aletler ve oyul­
mu§ ya da boyanmı§ nesneler bulduğıı muzda, bunların eski
dünyaya son derece dar bir pencere açtıklarını unutmamalıyız.
Arkeolajik kalıntılarda, modern İnsan zilıninin İ!jleyݧİnİ gös­
teren bir tür ݧaret saptamayı ve bu ݧaretiıı rakip hipotezlere
ı§ık tutmasını isteriz. Sözgelimi, i§aretin Eski D ünya'nın tüm
bölgelerinde az ya da çok e§zamanlı olarak ortaya çıkması du­
rumunda, çok bölgeli evrim modelinin, modern insanların ev­
rilmesine ili§kin en olası §ekli tanımladığını siiyleyebiliriz. Ama
i§aretin önce lıağımsız bir bölgede _ortaya çıkması ve ardından,
dünyanın geri kalan . kısmına a§amalı olarak dağılması duru­
munda, alternatif modele ağırlık verilecektir. Elbette, arkeolo-

1 03
jik modelin fosil kalıntılarından elde edilen modelle çakışması­
nı da isteyeceğiz.
2 . Bölüm'de, Homo cinsinin ortaya çıkışının, yaklaşık 2 . 5
milyon yıl önce, arkeolojik kalı n tıların başlangıcıyla az çok ça­
kıştığını belirtmiştik. 1 .4 milyon yıl önce taş alet gruplarının
iyice karmaşıklaşarak Oldovan kültürden Acheuleen kültüre
geçilmesinin de, Homo erectus'un ortaya çıkışının hemen son­
rasına denk geldiğini görmüştük. Demek ki, biyolojiyle davra­
nış arasında son derece yakın bir bağlantı var: En erken Homo
en basit aletleri yapmıştı; karmaşıklığın hızla artması, Homo
erectus'un evrilmesiyle birlikte görüldü. Yaklaşık yarım milyon
yıl sonra arkaik sapiens'in ortaya çıkışında da aynı bağlantı gö­
rülüyor.
Bir milyon yılı aşkın bir yavaşlamadan sonra, Homo erec­
tus'un basit el baltası kültürü, yerini büyük yongalar üzerinde
gerçekl eştirilmiş daha karma�ık bir teknolojiye b ı raktı . Ache­
uleen kültürde belki bir diizine saptanmış alcı vardı; ama bu
dönemde yeni teknoloji yakla�ık alımı� alet içeriyordu . Nean­
derthaller de dahil ol mak üzere arkaik sapit•ns 'ı e gördüğümüz
biyolojik yenil iğe, yeni bir teknolojik bect•ri d iizı�yinin de eşlik
ettiği çok açık. Ama yeni teknoloji bir kez ycrl c�ıikıen sonra
çok az değişti . Yeni dönemi , yenilikten çok du rağanl ık belirli­
yordu.
Ama değişim en nihayet geldiğinde, baş döndii rücüydü;
belki de, ardındaki gerçeğe karşı gözümüzü kiir eddıilecek
denli baş döndürücü. Yaklaşık 3 5 .000 yıl önce Avrupa'da in­
sanlar özenle işlenmiş taş l>Içaklardan en m iikenı mel �ekilde
aletler yapmaya başladılar. Kemik ve boynuz ilk kez, ald yapı­
mında hammadde olarak kullanıldı . Alet kutularında artı k, ka­
ba giysilerin şekillendirilnıesi, oyma ve yonlma aleılerini de
içeren yüzü aşkın alet yer alıyord u . Alet ilk kez sanal eserine
dönüştü : Sözgelimi, boynuz ııı ızrak alıcıları hayvan oymaları yl a
süsleniyordu. Fosil kalıntı ları nda görülen boncuk ve s ii slı�r, ye­
ni bir beden süsleme uygulamasının başladığını gösteriyor. Ve
- en kışkııtıcısı da- derin ın ağaraların duvarl arı ndaki n�si m-

104
ler, bizi mkine benzer olduğunu hemen fark edeceğimiz bir zi­
hinsel dünyaya işaret ediyor. Durağanlaşmanın egemen olduğu
önceki dönemlerin tersine, kültürün özünü artık yenilik oluş­
turmaya başladı ve değişim yüz binlerce yıl yerine, binlerce
yılla ölçülmeye başlandı . Üsı Paleolitik Devri mi adı verilen bu
kolektif arkeolajik işaret, modern insan zihninin çalışmasına
dair, kuşku götürmez bir kanııtır.
Üsı Paleoliıik Devri m i n i n arkt·olojik i§aıTi i ı ı i ı ı gnı;t'ğe kar­
'

şı körleşmemize yol aç a b il ec e ğ i n i siiylerıı işıiııı . B u n u nla, Bal ı


Avrupa' daki bilinen arkeolojik kal ıntıları n L m il ı s t' l nedenlerle,
A frika'dakinden daha zengin olduğunu kaslt>diyonını . A fri­
ka'da bulunan bu döneme aiı her arkeolajik silt' karşılık, Batı
Avrupa'da yaklaşık 200 sit bulunmuştur. Bu fark, insanın tari­
höncesi gerçeğin i değil, iki kıtadaki bilimsel keşif yoğunluğu
arasındaki farkı yansıtır; Üst Paleolitik Devrimi uzun süre, mo­
dern insanların Batı Avrupa'da oraya çıktıklaı·ına kanıt sayıldı .
Ne de olsa, arkeolajik işaret ve fosil kalıntıları burada çakışı­
yordu . ller i kisi de yaklaşık 3 5 .000 yıl önceki çarpıcı bir olaya
işaret ediyordu : M odern insanlar :� 5 .000 yıl önce Batı Avru­
pa'da ortaya çıktılar ve modern davranışlan hemen, arkeolaj i k
kalınıılann parçası old u . Y a d a , iiyle olduğu varsayılıyordu.
Ama bu görüş yakın zamanlarda d(�ği�ti . Balı Avrupa artık
bir Lür geri kalmış bölge olarak giiriil iiyor ve l ıi r diiııiişii m ü n ,
doğudan batıya tüm Avrupa'yı eıkisiıı(� aldığıııı fark edebiliyo­
ruz. Yaklaşık 50.000 yıl önceden l ıaşlayarak Doğu Avru­
pa'daki mevcut Neanderıhal toplulukları yok oldu ve yerlerini
modern i nsanlar aldı . En son değişi ııı (�rı l ıaı ıda, yaklaşık
33.000 yıl önce gerçekleşti. Batı Avrupa'da rııod(�rn insanların
ortaya çıkışıyla modern insan davranışının ı;akı�ıııası , yeni bir
nüfus akını n a i�arel ediyor: Modern 1/omo sapiens . Avru­
pa'daki Üst Pabıl iıik Devrim i evrimsel ı h�ğil , demografik b i r
işaretli .
Modern i n s a n l a r SO.OOO yıl öncesinden başlayarak Balı Av­
rupa'ya giiç ( �di y or idiysder, aslında nen�deıı gel mişlerdi? Fo-

105
sil kanıtiarına dayanarak, kesinlikle Afrika' dan diyebiliriz; ya
da belki, Ortadoğu'dan . Arkeolajik kalıntılar, yetersizliğine
rağmen, modern insan davranışının Afrika kökenli olduğu tezi­
ni destekliyor. Dar bıçaklara dayanan teknolojiler bu kıtada
yaklaşık 1 00.000 yıl önce görülmeye başladı. Unutmayın ki
bu da, modern insan anatomisinin bilindiği kadarıyla ilk kez
ortaya çıkmasıyla çakışmaktadır ve biyolojiyle davranış arasın­
daki bağlantının üçüncü örneği olarak görülebilir.
Ama buradaki bağlantı bir yanılgı, bir rastlantının sonucu
olabilir. Bunu söylememin nedeni, hem fosil kalıntılarının hem
de arkeolajik kalıntıları n iyi durumda olduğu Ortadoğu' da hem
son derece açık, hem de paradoksal bir şey görmemizdir. Yeni
tarihlendirme yöntemleri, bölgede Neanderthallerle modern
insanların 60 .000 yıla ulaşan bir süre birlikte var olduklarını
gösteriyor. (1 989'da Tabun Neanderthal insanının en azından
1 00 . 000 yaşında, yani, Kafze ile Skhul'daki modern insanla­
rın çağdaşı olduğu gösterild i .) Bu dönemde gördüğümüz tek
alet teknolojisi şekli, Neanderıhal'le bağlantılı olandır. Tekno­
lojilerine, ilk kez keşfedildiği yer olan Fransa'daki Le Moustier
mağarasına göndermeyle, Mousterit�n adı veril mektedir. Orta­
doğu'daki anatomik açıdan modern insan toplulukl arının, Üst
Paleolitik'e özgü yenilikçi alet grupları nılan çok, Mousterien
benzeri teknoloji üretmiş gibi göriirı rııdni, davranış değil, yal­
nızca biçim açısından modern oldukları anlamına geliyor. Do­
layısıyla, anatomiyle davranış arasındaki bağlantı kopmuş gibi
görünüyor. En erken modern i nsan davranışının arkeolajik işa­
reti zayıf ve dağınıktır ve bu ılıınıın , l ıilinen kalıntıların yeter­
sizliğinin sonucu olabilir. Bıçağa dayalı teknoloj i ilk kez Afri­
ka'da görülmüş olsa da, kesinliklt� Afrika kıtasını işaret edip,
" M odern insan davranışı Afrika'da başladı, " demek ve ardın­
dan, Avrasya'ya doğru yayılı lığını iddia etmek m ümkün değil.

Modern insanın kökeni nt� dair üçüncü kanı t dizisi - mole­


küler genetik- aralarında en kuşku götürür ve aynı zamanda,

1 06
en çekişıneli olanıdır. l 980'lerde, modern insanın kökenierine
dair yeni bir model ortaya çıktı. Mitokondriyal Havva hipotezi
olarak bilinen bu model temelde, " Afrika' dan Yayılma" mode­
lini ikna edici şekilde desteklemekteydi. "Afrika'dan Yayılma"
hipotezini savunanların çoğu, modern İnsanların Afrika' dan
Eski Dünya'nın geri kalan kısmına yayılmalarıyla birlikte, bu
bölgelerde yerleşmiş modern öncesi topluluklada bir dereceye
dek çiftleşmeleri olasılığını benimsemeye hazır. Bu, eski toplu­
luklardan modern topluluklara uzanan bir genetik sürekliliği
bir derece olanaklı kılardı. Ama mitokondriyal Havva modeli
bunu çürütüyor. Bu modele göre, modern topluluklar Afri­
ka' dan göç edip sayılarını artırdıkça, mevcut modern öncesi
toplulukların yerini tamamen aldılar. Göçmen ve mevcut toplu­
l uklar arasında çiftleşme, eğer gerçekten olduysa, ancak çok az
bir düzeydeydi.
M itokondriyal Havva modeli iki laboratuvarda - Emory
Üniversitesi'nden Douglas Wallece ile arkadaşlarının ve Cali­
fornia Üniversitesi'nin Berkeley kampusundan Allan Wilson ile
arkadaşlarının laboratuvarlarında- yürütülen çalışmalar sonu­
cu ortaya çıktı. Mitokondri adı verilen hücrenin içindeki küçük
organellerde ortaya çıkan genetik maddeyi, yani DNA'yı İnce­
lediler. Anneden gelen yumurtayla lı<ıl ıadan gelen sperm bir­
leştiğinde, yalnızca yumurtadarı gelen rniıokondri yeni oluşan
embriyonun bir parçası olur. Dolayısıyla, rnitokond riyal DNA
yalnızca anneden geçmektedir.
Bazı teknik nedenlerden ötürü mitokoııdriyal D N A , evrimin
izlediği yolun görülmesi amacıyla kuşakl ar lıoyurıca geriye
doğru bakılınasına son derece uygundur. D N A'nın anneden
geçmesi nedeniyle de, sonuçta tek bir dişi alaya uzanmaktadır .
Yapılan ineelemder, modern insanları n gı�ııdik atalarının,
muhtemelen 1 50 .000 yıl önce Afrika'da yaşaıııış bir dişiye da­
yandığını gösteriyor. (Ama bu dişinin, yaklaşık 1 0.000 bireye
ulaşabilecek bir l opluluk içinde yer aldığını unutmamak gere­
kiyor; yani o , Ade ın 'i yle birl ikte tek başına yaşayan bir Havva
değildi.)

107
Analizler, modern insanların kökenini Afrika'da göstermek­
ten öte, modern öncesi lopluluklarla birleşmeye dair bir kanıt
sunmuyorlar. Şu ana dek yaşayan İnsan topluluklarından alına­
rak incelenen mitokondriyal DNA'ların birbirlerine büyük
oranda benzemesi, yakın tarihli ve ortak bir kökene işaret edi­
yor. Modern ve arkaik sapiens arasında genetik karışma olsay­
dı, kimi insanlar ortalamadan çok farklı ve kökenierinin eskilİ­
ğİnİ gösteren miıokondriyal DNA'lar taşırlanlı . Şimdiye kadar,
dünyanın her yanından t!. OOO' den fazla insanda bu tür eski bir
mitokondriyal DNA görülmedi. Modern İnsanlardan alınarak
analiz edilen tüm miıokondriyal DNA'ların kökeni oldukça ya­
kın tarihli görünüyor. Bu da, modern göçmenlerin eski nüfus­
ların yerini tamamen aldığı anlamına geliyor; süreç ] 50.000
yıl önce Afrika'da başhımış ve sonraki 1 00.000 yıl içinde Av­
rasya'ya yayıl mıştı .
Allan Wilson ile eki l ı i , araştı rmalarını ilk kez Natııre dergi­
sinin Ocak 1 987 sayısında yayı ıılaıııışlar, cesurca ilan edilen
sonuçlar antropologlar ar ası r ı da d ehşet yaralmış ve halkın ilgi­
sini çekmişti. Wilson ilı� arkadaşl arı , verilerinin " arkaikten mo­
dern 1/onıo sapil'ns formlarına gı·c;iş i ıı ilk olarak, yaklaşık
1 00.000 - 1 40.000 yıl önce A frika'da lıaşladığına ve . . . günü­
müzün tüm insanlarının o niifusun t onı niarı olduğuna" işaret
elliğini yazdılar. (Daha sorıra yapılan a n al izll"r son ul"u, tarihler
biraz daha geriye çekildi . ) l>o uglas 'la a rkadaşları da, Berkeley
grubunun ulaştığı son uçları gcnı·l olarak destekliyorlardı.
Çok bölgeli evrim modı·l i ndı·n vazgeçmeyen Milford Wol­
poff bu verilerin ve analizierin nıant ıksız olduğunu öne sürd ü ,
a m a Wilson'la arkadaşları dalıa c;ok veri üretmeyi sürdürdüler
ve sonunda, sonuçlara ist atisıiksı·l olarak karşı çıkıl amayacağı­
nı belirttiler. Ama yine de, yakın zamanlarda analizlerde birla­
kım istatistiksel sorunlar olduğu saptandı ve sonuçların, savu­
nulduğundan daha az sorıı ı ı l olduğu kabul edildi . Yim� de pek
çok moleküler biyolog h ill tı, miıokondriyal verileri n " A fri­
ka'dan Yayılma" hipo l ezi n i yl'lerince desteklediğine inanıyor.
Çekirdekteki DNA'ya day a l ı d ah a geleneksel genetik kanıtları n

108
da mitokondriyal DNA verilerinin ortaya koyduğu modele işa­
ret etmeye başladığını vurgulamakla yarar var.

Modern toplulukların modern öncesi toplulukların yerı nı


kısmen ya da tamamen aldıkları fikrini savunanlar rahatsız edi­
ci bir sorunla karşı karşıya kalıyorlar: Bu yerini alma işi nasıl
gerçekleşti? Milford Wolpofr a göre bu tür bir senaryo, vahşi
bir soykırımı kabul etmemizi gerektiriyor. Böylesi bir soykırı­
ma, on dokuzuncu yüzyılda Amerika ve Avustralya'daki asıl
yerli nüfusların katiedilmeleri dolayısıyla tanık olduk. Bu konu­
da hiçlıir kanıt olmasa da, aynı durum eski çağlarda da yaşan­
mış olalıilir.
Kanıt yetersizliği karşısında, şiddet varsayımına karşı olası
alternatifler aramak durumundayız. Biiyle lıir alıernatif yoksa,
hipolez kanıtlanmış olmasa lıile, giiç kazanıyor. N ew York Eya­
Jet Üniversitesi'nin Buffalo kaııı pıısıından anlropolog Ezra
Zubrow, böylesi bir alternatif model a radı. Birlıirleriyle ilişkiye
giren topluluklardan birinin, diğeriıw oranla kiiı;iik lıir rekalıet
avantajına sahip olduğu bilgisayar ıııodı·llı·ri gı·l i şt irdi. Zulırow,
bu tür simulasyonlar yaratarak üstiin l ıi r topl ıı l ı ı ğ ı ı rı ikinci top­
luluğu hızla yok elmek için ne tür l ı i r avantaja gı·n·k duyacağı­
nı saptayabiliyor. Karşımıza, son dcrı·ı·ı· �a� ı rt wı l ı i r yaıııt çıkı­
yor: o/o 2 oranında bir avantaj , ikinc·i topl ı ıl ıığıın l ıirı yıl içinde
tamamen yok olmasına yol açabilir.
Bir topluluğun başka birini askeri iistiinliik sayesinde nasıl
yok edeceğini anlayabiliyoruz. Ama, siizgı·li ıni gıda gibi kay­
nakların kullanım ındaki kliçük bir avantaj ı n giin·ı·ı� kısa bir sü­
re iı;inde etkisini göstererek kıyamet I H'nzı·ri soıııı��lara yol aç­
masırıı anlamak lıizi ın için o kadar kolay dı·ği l . Modern insan­
ların N l'andı·rt l ı allı�r karşısında küçük l ı i r avantajları varsa, ne­
redeyst' hO.OOO yıla ulaşan bir süre lıoyıı ıwa iki nüfusun Orta­
doğu'da giirii nii�tı· lıirlikte var olmaları nı nasıl açıklayabiliriz?
11ıı soruya gt' l i rilı-n aı;ıklamalardan hi rinı� giire, modern insan­
lar anatomik aı;ıdan ı·v ril nı işle rd i ama ıııodı·rıı insan davranışı
,

1 09
sonradan gelişti. Pek çok kişinin benimsediği ikinci bir açıkla­
maya göre de, birliktelik durumu gerçek olmaktan çok, yalnız­
ca bir görüntüydü. Farklı nüfusların aynı bölgede, iklim deği­
şimlerini izleyerek sırayla yaşamış olmaları mümkü n . Soğuk
dönemlerde modern insanlar güneye geçiyor ve Ortadoğu'ya
Neanderthaller geliyordu; sıcak dönemlerde de bunun tam ter­
si yaşanıyordu. Mağara kalıntılarındaki zaman ayrışımının ye­
tersizliği nedeniyle, bir yerin bu şekilde 11 paylaşılması 11 , birlik­
te var olma gibi görülebilir.
Ama Neanderthallerle modern insanların birlikte var olduk­
lannı bildiğimiz yerlerde - 3 5 .000 yıl önce Batı Avrupa'da­
bu durumun, Zubrow'un modeliyle uyumlu olarak, bir ya da
en fazla iki bin yıl sürmüş olduğunu belirtmekte yarar var.
Zubrow'un modeli, modern insanların karşılaştıkları modern
öncesi insanları yok etme yöntemlerinin demografik rekabet ol­
duğunu kuşku götürmez şekilde kanıtlamıyor. Ama yerine geç­
me mekanizması olarak şiddetin tek aday olmadığını gösteri­
yor.

Bütün bunlar bizi hangi noktaya getiriyor'? Modern insanla­


rın kökenine dair o önemli soru , onca l ı i l gi n i n yığılmasına kar­
şın, hala çözülemedi . Ama ben , çok l ıiilgeli evrim hipotezinin
doğru olamayacağını düşünüyoru m . Modern Homo sapiens'in
ayrı bir evrim olayı olarak A fri ka'da l ı i r yerlerde ortaya çıktığı­
nı sanıyorum ; ama bu ilk modı�rıı insanların Avrasya'ya yayıl­
dıklarında oradaki n üfuslada kan�tıklarını da sanıyoruı_n . Şu
anda yorumlandığı şekliyl� gı�ııeı ik kanıtların bunu neden yan­
sılmadığını bilemiyorum. Belki de kanıtlar şu anda yanlış yo­
rumlanıyordur. Ya da sonunda, mitokondriyal Havva hipotezi­
nin doğru olduğu görülecektir. Tartışma feryatları sona erdi­
ğinde ve rakip hipotezlerden l ıirini ya da diğerini destekleyen
yeni kanıtlar bulunduğunda, lıu belirsizlik de çözüm e kavuştu­
rulabilir.

110
6 . BÖLÜM

SANJ\T DiLi

İ nsanı n tarihöncesine ait e n etkileyici kalıntıların çoğunun, son


30.000 yıl içinde üretilmi§ - oyulmu§, resmedilmݧ ya da yon­
tulmu§- hayvan ve insan tasvirleri olduğuna hiç kuşku yoktur.
Bu dönemde modern insan ortaya çıkmı§ ve Eski Dünya' nın
büyük bir kısmına yayılmı§, ama muhtemelen, Yeni D ünya'ya
henüz ula§mamı§tı. İ nsanlar ya§adıkları her yerde - Afrika,
Asya, Avrupa ve Avustralya'd a - kendi d ünyalarının i mgeleri­
ni yarattılar. Anla§ılan kar§ı koyulmaz bir tasvir güdüsü vardı ,
imgeler ise karşı koyulmaz b i r biçimde kı§kırtıcı v e gizemli .
Antropolog olarak ya§adığı m en olağanüstü deneyimlerden
biri , güneybatı Fransa'daki bazı süslenmݧ mağaralara
1 980'de yaptığım ziyaretlerdir. BBC televizyonu için bir dizi
hazırlıyordu m ve Dordogne' daki Les Eyzi es kasabası yakınla­
rındaki ünlü Lascaux maii;arası da dahil olmak üzere, çok az
insanın görebildiği yerleri görme fırsal ı n ı bul d u m . B uzul Çağı
Avrupası'ndan kalma mağaraların en siisliisii olan Lascaux , re­
simlere zarar verilmesini önlemek amacıyla, ı 96:rıcn b e ri hal­
ka kapalıydı; §U anda ise, günde beş ziyareıı;i gilıi sıkı lıir kısıt­
lama uygulanıyor. Şansımıza, mağara n ın siislerıı i ş d uvarl arının
harika bir kopyası yakın zamanlarda tanı a rıılanal ı i l d i ve böyle­
ce, imgeleri görme olanağını hala bulalıil iyonız. ı 1)80'de ger­
çek Lascaux'ya yaplığım ziyaret bana, o ı
l ı z l ıı�ş yıl önce, ebe­
veynlerim ve Fransa' nın en ünlü tari hiineesi uzmanı Henri
Breuil'le birl i kıı� l ı ı ı mağarayı ziyaret etıiii;i ırı giinü hatırlattı . Bu
ikinci ziyan�lle ı k lıoii;a, at ve geyik i m gcb· i gençliğimdeki ka­
dar hayret verici y d i ; i nsanın gözleri önündı� hareket ediyorlar­
dı sanki .

lll
Fransa'nın Ariege bölgesindeki , en az Lascaux kadar çarpı­
cı olan Tuc d' Audoubert mağarası tam anlamıyla benzersizdir
ve insanı büyüler. M ağara, Kont Robert Begouen'e ait toprak­
lardaki üç süslenmi§ mağaradan biridir. Dar, dolambaçlı bir
geçit parlak gün ı§ığından, karanlıkların en derinine doğru ki­
lometrelerce ilerler. Konlun el feneri duvarlara dans eden göl­
geler dü§ürür ve kil zemin portakal rengine b ürünür. Sonunda,
geçidin ucundaki küç ü k bir galeriye ula§ılır ve konl feneri ni,
odanın ortasındaki bir noktaya, altındaki zemine doğru meyle­
den tavana tutar. Burada, kilden m ü kemmel §ekilde yontul m u§
ve kayalara yaslanmı§ i ki bizon figürü görülür.
Bu ünlii figürlerin resi mlerini görmü§tüm belki , ama özgün
olanlarına hazır değildi m . Gerçek boyutun yakla§ık altıda b i ri
bii y ii kl ü kteki bu fi g ürl e r i n m ükem mel bir yapısı vardır, hare­
ketsi zl i kleri i ç i nd e hareketle doludurlar; içlerinde ya§amı ba­
rındırırl ar. l !1 . 000 yıl önce bu figürleri yonları sanatçıların be­
c e r i si ıwfes kesicid i r ; özellikle de, hangi ko§ullar altında çalı§­

ını s oldu kları d i i s ii n ii l d ii ğ ün d e Hayvan yağı doldurulmu§ basit


.

kandiller k ı ı l l anara k k o m s u b i r odadan kil la§ıınış ve parmakla­


rıyla l ı i r l i i r d i i z alet kul lanarak bu hayvanl arı y a ra l ın ı şl a r; göz­
ler, lnırıı ı ı ı i ı · i i k l , · r i , ağ ız ve yele, kesk i n l ı i r sopa ya d a kemik
kullan a ra k §t�kille n d i r i l m i ş . İşierini l ı i L i rd i klı�ri nde geriye kalan
artıkların çoğu nu özenle L e m i zlemiş, ge r i d e yalnızca sosis §ek­
linde birkaç kil parçası lıırakmı§lar. B i r z a m anlar, bu parçala­
rın penis ya da boynuz oldukları sanılırdı; §imdi ise, heykeltı­
ra§ların kilin esnekliğini denedikleri örnekler oldukları dü§Ü­
nülüyor.
Bizonun yaratıl masın ı n ıwdı�ıı leri ve yaratıldığı ko§ullar za­
man içinde yitip giLLi. M ağara n ı n zeminine, diğer ikisinin yanı­
na üçüncü bir figür, daha ka baca i§lenmi§; küçük ve y i n e kil­
den olmak üzere bir hey k d c i k daha b ulunuyor. Ancak en il­
ginci, figürlerin çev resi ndeki muhtemelen çocuklara ait olan
,

topuk izleri . Sanatçılar ç al ı � ı rke n çocuklar etrafiarında mı oy­


nuyordu? Ama öyleyse, ıwden sanatçıların ayak izlerini gör-

1 12
müyoruz? Topuk izleri, merkezi parçasında bizon figürlerinin
bulunduğu Üst Paleolitik m itolojisinin bir bölümünü kapsayan
bir ayİn sırasında mı yapılmı§tı? Bilmiyoruz ve belki de hiç bi­
lemeyeceğiz. Güney Afrikalı arkeolog David Lewis-Williams'ın
tarihöncesi sanatı konusunda dediği gibi, " Anlam kültüre bağ­
lıdır. "
Witwatersrand Üniversitesi'nden Lewis-Williams, Buzul Ça­
ğı Avrupası da dahil olmak üzere tarihöncesi sanatının anlamı­
nı aydınlatmak amacıyla, Kalahari'deki !Kung San halkının sa­
natını inceler. Sanatsal ifadenin bir toplumun karma§ık kültü­
rel dokusunda muammalı bir lif olu§turabileceğini fark eder.
Mitoloji, müzik ve dans da bu dokunun birer parçasıdır: Her
lif bütünün anlamına katkıda bulunur, ama kendi ba§ına eksik­
siz olmayabilir.
Üst Paleolitik ya§amının, mağara resimlerinin rol aldıkları
parçasına tanıklık edebilseydik bile, bütünün anlamını kavra­
yabilecek miydik? Pek sanmıyorum. Ait oldukları kültür dı§ın­
da belki de bir anlam La§ı mayacak olan §İfreli simgelerin öne­
mini değerlendirebilmek içi n , modern dinlerdeki benzer öykü­
leri dü§ünmemiz yeterl i . El i n d e asa Lulan ve ayaklarının dibin­
de bir kuzu bulunan adam İ rngt�si r ı i n l ı i r 1 l ı ri s t i yan i ç i n t a§ı d ı ğı
anlamı dü§ünün; ve bunun, l l ı ri s t i ya n l ı ğ ı n ii y kii s ii n ü bilmeyen­
ler için hiçbir anlam ta§ ım ay ac ağ ı r ı ı d a .
Burada çaresizliği değil, ihtiy a t l ı ol m a gı�rı�ği rıi yansı t a n bir
mesaj vermek istiyoru m . Bugün el i m i zdı� l ı ı ı l ı ı n a ı ı e s k i imgeler,
eski bir öykünün parçalarıdır ve ne an l a m a gel d i kini n i l ı i l ın eyi
çok istesek de, kavrayı§ımızın olası sını rl arı nı kal ıııllenmek ge­
rekecektir. Dahası, tarihöncesi sanatının algı l a r ı ı ı ı ası nda güçlü
ve belki de kaçınılmaz bir Batılı önyargısı g i i r ii l ii yo r. Bunun
yol açtığı sonuçlardan biri, doğu ve güney A fri ka'daki aynı de­
recede, Lıd k i dalıa da eski tarihöncesi sarı atı iiwrinde yeterin­
ce duru l m a ı rı a s ı d ı r. Diğe r bir sonuç da, san a t ı n Batılı yakla§ı­
mıyla değerl e ı ı d i r i l ıııcs i d i r : Yani, yalnı zc a l ı i r ırı üze duvarına
asılıp seyredil ı�cı�k n·sinılerden olu§uyorı ı ı u� gi l ı i . Gerçekten

İnsanın Kökı·ı ı i . !.': B 1 13


de büyük tarihöncesi uzmanı Andre Leroi-Gourhan , Buzul Ça­
ğı imgelerini rı Batı sanatının kökenieri rı olarak tanımlam ı§ lı. Bu
kesinlikle doğru değil, çünkü 1 0 . 000 yıl önce, B uzul Çağı'nın
sonunda, temsili resim ve oymacılık Lamamen yok olmu§ ve ye­
rini §ematik imgelerle geometrik modeller almı§tı. Lascaux'da
uygulanan, perspektif ve hareket duygusu gibi tekniklerin ço­
ğunun Batı sanatında, Rönesans'la birlikte yeniden yaratılması
gerekecekti .

Eski i mgeler aracılığıyla Üst Paleolitik ya§amına bir göz at­


ma çabalarının bazılarını incelemeden önce, Buzul Çağı sanatı­
nın genel bir görüntüsünü çizmeliyiz. Söz konusu dönem
35.000 yıl önce ba§ladı ve yakla§ık 1 0.000 yıl önce, Buzul
Çağı'nın bitݧİyle birlikte sona erdi. Bu dönemde Balı Avru­
pa'da karma§ık teknolojinin ilk kez ortaya çıktığı ve modayı iz­
liyormu§ gibi, hızla geliş i iği unutul m amalıdır. Değݧİm sırası
Üst Paleolitik teknolojisinin her yeni dı�ğişkenine verilen adlar­
la ݧaretlenmekıedir; Buzul Çağı sanatındaki deği§imleri de ay­
nı çerçeveyi kullanarak inceleyebiliriz.
Üst Paleolitik, temelde, 34.000 ile 30.000 yıl önceki Au­
rignacien dönemle birlikte ba§lar. Bu dönemden kalma bilinen
resimli mağara olmasa da, İnsanlar, muhtemelen giysilerini
süslemek için, küçük fildi§İ boncuklar yapmaya biiyii k çaba
harcamı§lardır. Ayrıca, genellikle fıldi§İnden oyulmu§ zarif in­
san ve hayvan figürleri de yapmı§lardır. Sözgelimi, Alman­
ya' daki Vogelherd sitinde fıldi§inden yapılmı§ yarım d iizine in­
ce mamul ve at figiirü bulunm uştur. At figürlerinden biri, tüm
Üst Paleolitik boyunca bulunabilecek bir parça kadar beceriyle
üretilmi§tir. Daha önce d e söylediğim gibi, müzik bu insanların
ya§amında kesinlikle önemli bir yer tutuyordu. Güneybatı
Fransa'da, Abri Blanchard'da bulunan kemikten yapılma kü­
çük bir flüt de bunu kanıtlar.
30.000 ile 22 .000 yıl önceki Gravettien döneminin insanla-

1 14
rı ilk kez, bazıları hayvan ve bazıları da insan olmak üzere, kil
heykelcikler yaptılar. Üst Paleolitik'in bu döneminden çok az
mağara resmi kalmış, ama bazı mağaralarda ters el izleri bu­
lunmuştur; bu izler belki de, elin mağara duvarına Lutularak
kenarlara boya fışkırtılmasıyla oluşmuştu . (Bu uygulamanın bi­
raz dehşet verici bir örneği Fransız Pireneleri'nde, Gargas si­
linde bulundu. Burada, parmakların bir ya da daha fazla par­
çasının eksik olduğu iki yüzden fazla İz sayılmıştır.) Graveltien
dönemi yeniliklerinin en ünlüsü ise, çoğunlukla yüz özellikleri
ve bacaklarının alt kısmı · olmayan kadın heykelcikleridir. Kil,
fildişi ya da kalsitten yapılan ve Avrupa'nın büyük bölümünde
bulunan bu heykelciklerin hepsine Venüs adı verilmiş ve tüm
kıtayı içeren bir dişi doğurganlık kühünü temsil ettikleri varsa­
yılmıştır. Ama yakın zamanlarda yapılan daha dikkatli incele­
meler bu figürlerin formunda büyük oranda çeşitlilik olduğunu
göstermiştir ve günümüzde, doğurganlık kültü fikrini savunan
pek az bilimci kalmıştır. ·
Genellikle bunlardan daha fazla ilgi çeken mağara resimle­
ri, Üst Paleolitik'in , 2 2 . 000 ile 1 8.000 yıl önceki Solutreen
döneminden itibaren başlar. A m a daha yaygın başka sanatsal
ifade biçimleri de vanlı. Siizgd i ın i , gı�nı�llikle yaşama siLlerin­
de bulunan büyük, etkileyici yarı m oyınalar, anlaşılan Solutre­
en insanları için çok önemliydi. Bu diiııcıııden kal ma olağanüs­
tü bir örnek, Fransa'nın Charanle biilgı�siııdeki Hoc de Sers si­
tindedir. Burada bir barınağın arkasındaki kayaya büyük at,
bizon, rengeyiği, dağ keçisi figürleri ve l ı i r iıısan figiirü işlen­
miştir; figürlerden bazıları yaklaşık 1 5 cnı lıoyıındad ı r.
Üst Paleol itik'in son dönemi - 1 8 . 000 ile 1 1 .000 yıl önce­
ki Magdalenien - derin mağara resimcil ij!;i diiııı�rrı i y d i : Hesim­
lendirilmiş maj!;arala rı n % 80'i bu döneındeııd i r. Lascaux'nun
yanı sıra, kuzı�y i spanya'daki Cantabriaıı l ıiilgesindeki, en az
Lascaux kadar giirkı� m l i Al tamira mağarası l ııı dönemde resim­
lendirilmişLir. M agdalenien insanları aynı zamanda yetenekli
taş, kemik ve fildi�i ıwsne - kimi mızrak a l ıc ! ları gibi kullanım

115
amaçlı, kimi de 11 asalar11 gibi, kullanım amaçlı değil - yontucu­
ları ve oymacılarıydı. Buzul Çağı sanatında insan formunun
çok ender görüldüğü söylenir; ama bu, M agdalenien dönemi
için geçerli değildir. Güneybatı Fransa'da, La Marche mağara­
sındaki Magdalenien insanları, her biri bir portre izlenimi ve­
recek denli kendine özgü, yüzün üzerinde insan başı profıli oy­
muşlardır.

Mağaranın içinde bulunduğu çiftliğin sahibi Don M areellion


de Sautuola'nın küçük kızı M aria olmasa, Altamira'nın gör­
kemli resimli tavanı belki de hiç keşfedilemeyecekti . 1 879'da
bir gün baba-kız, on yıl önce keşfedilmiş olan mağarayı gez­
mişler. M aria, Sautuola'nın daha önceden incelemiş olduğu,
alçak tavanlı bir odaya girmiş. Sonradan hatırladıkları şunlar:
11 M ağarada koşuşluruyor ve sağıla solda oyun oynuyordu m .
Birdenbire, tavanda şekiller v e figürl e r fark ettim . . . ' Baba,
bak, öküzler,' diye bağırdım . 11 Maria, bir yağ kandilinin titrek
ışığında, 1 7 .000 yıldır ki msenin görmediği bir şeyi görmüştü:
Daire şeklinde toplanmış iki düzine biz <m ve clral1arında bir
kurt, üç erkek domuz ve üç dişi geyik imgesi . imgeler sarı, ye­
şil, siyah renklerdeydiler ve yeni boyanmış gibi taptaze görü­
nüyorlardı.
M aria'nın coşkulu bir amatör arkeolog olan babası, kendisi­
nin gözden kaçırdığı ama kızının gördüğü şey karşısında şaşkı­
na dönmüş ve bunun büyük bir keşif olduğunu anlamıştı . Ne
yazık ki, dönemin profesyonel tarihöncesi uzmanları anlamadı­
lar: Son derece parlak ve canlı olan bu resimler, yakın zaman­
larda yaşamış bir sanalçının üriinleri olarak değerlendirildi. İl­
kel zihinlerin ürünleri olamayacak denli iyi, gerçekçi ve sanat­
sal görünüyorlardı . Yakın dönemlerde yaşamış gezgin Lı ir sa­
natçı tarafından yapılmış olmalıydılar.
Bu dönemde çeşitli taşınabilir sanat örnekleri - kazılmış ve
oyulmuş kemik ve boynuzlar- keşfedilmişti . Dolayısıyla, Larİ-

1 16
höncesi sanatının gerçekliği kabul edildi . Ama hiçbir resim es­
ki olarak kabul edilmiyordu. Altamira'daki imgelerin bulunma­
sından hemen önce, Leopold Chiron adlı bir öğretmen güney­
batı Fransa'daki Chabot mağarasının duvarlarında oym alar
bulmu§tU. Ama oymaların çözümlenmesi zordu . Tarihöncesi
uzmanları, bunları Üst Paleolitik duvar sanatının kanıtları ola­
rak kabul etmek istemediler. İngiliz arkeolog Paul Bahn'ın de­
diği gibi, " Chabot'nun resimleri etki yaralamayacak denli mü­
tevazı, Altamira'daki resimlerse inanılamayacak denli görkem­
liydi. "
De Sautuola l 888'de öldüğünde, Altamira ha.la açık bir
sahtekarlık çabası olarak değerlendiriliyordu. Altamira'nın ger­
çekten tarihöncesinden kaldığı, çoğu Fransa'da olmak ü zere,
daha az etkileyici ve benzer örneklerin bulunmasıyla ancak ka­
bul edilebildi. Bunların arasında en önemlisi, Fransa'nın Dor­
dogne bölgesindeki La Mouthe M ağarası'ydı. l 895'te ba§layıp
yüzyıl ba§ına dek süren kazılarda oyma bir bizon ve çok sayıda
resimlenmi§ imge gibi duvar sana_tları bulundu. Dahası, mağa­
ra sanatçılarının ç al ı§ırk en ku lla n dıkları , kumta§ından yapılma
ilk Paleolitik lamba örn e �i de l ı ı ı l ı ı n niıı� l ı ı . Uzman çevrelerin
dü§ünceleri değişmeye lı a� l ad ı v e kısa s ii rede, :üst (Jal(�olitik
resminin gerçek 'olduğu kabul ��d i l d i . Bı ı k a l ıı ı l l ı �ıı i§ i iı eıi iin l ü
dön ü m noktası, resimlerin gerçekl i �i ı ı i ı ı iiııdı� gdt'll nı ı ı l ıal i n e ­

rinden biri olan E mile Carthailac'ın 1 1J02 'dt� yayı ı ı l a ııa ı ı Mea ."

Culpa d'un Sceptique" adlı bil d iris i d i r. Carı l ı ail ac, " � lıami­
ra'dan ku§kulan mak için artık hiçbir ne< b ı i ı ı ı i z yok , " diye yaz­
mı§tı. Carthailac'ın bildirisi, bir bilim iı ı saıı ı ı ı ı ıı halasını kabul­
leni§ine klasik bir örnek haline geldiyse de, istl'ksizce yazıldığı
bellidir ve daha öneeki ku§kuculuğunu savıııııır.
Buzul Ça�ı rt�s i ın l eri ba§langıçta, B a l ı r ı ' ı ı ı dt�diği gibi " yal­
nızca amaçsız karalamalar, grafiti, oyun; zaıııaııı bol avcıl arın
akılsızca siisleındt�ri " olarak görüldü . Balı n lııı yorumun, çağ­
da§ Fransa'da sarıal ın algılanma §eklirıd <�ıı kaynaklandığını
söyler: " Sanal hala, port re! eri, peyjazları ve anlatımsal resim le-

117
riyle son yüzyılların terimleriyle değerlendiriliyordu : Yalnızca
'sanat'tı, tek işlevi hoşnut etmek ve süslemekti. 11 Dahası, kim i
.etkili Fransız tarihöncesi uzmanları ruhhan sınıfına şiddetle
muhalefet ediyor ve Üst Paleolitik insanfarına dini bir ifade at­
fetmek istemiyorlardı. Bu ilk yorum , özellikle de ilk sanat ör­
neklerinin - taşınabilir nesnelerin - gerçekten basit görü nmesi
nedeniyle, mantıklı görülebilir. Ama daha sonra mağara resmi­
nin keşfedilmesiyle birlikte bu görüş değişti. Resimler, tavan­
daki ve duvardaki hayvanların birbirlerine oranla sayıları açı­
sından, gerçek yaşamı temsil etmiyorlardı. Ayrıca muammalı
imgeler, açık bir anlamı olmayan geometrik işaretler de vardı.
California Üniversitesi'nin Santa Cruz kampusundan John
Halverson yakın zamanlarda, tarihöncesi uzmanlarının 11 sanat
için sanat" yqrumuna dönmelerini önerdi. Halverson'a göre,
evrimimiz sırasında insan bilincinin Lam olarak gelişmiş olması­
nı bekleyemeyiz ve dolayısıyla, tarihöncesindeki ilk sanat ör­
nekleri büyük olasılıkla basit olacaktır; çünkü insanların zihin­
leri de bilişsel açıdan basittir. Altami ra resimleri gerçekten ba­
sit görünür: At, bizon ve diğer hayvan beti mlemeleri tek tek bi­
reyler ya da gruplar halinde görülür, ama doğal bir ortam için­
de ancak çok ender olarak göslerilıni§lerd i r. İmgeler doğru,
ama bağlamdan . yoksundur. Ve Halverson'a göre b u , Buzul
Çağı sanatçılarının, mitolojik bir anlam olmadan, kendi ortam­
larının yalnızca bazı parçalarını resmeuiklerini ya da oydukla­
rını gösteriyordu.
Bu savı ikna edici bulmuyonı rn . Buzul Çağı imgelerinden
yalnızca birkaç örnek bile, bu sanatın, modern zihnin ilk du­
raksamalı ilerleyişlerinden dalıa fazlasını yansıttığını gösterme­
ye yeter. Sözgelimi, Kon ı Bt'�gouen 'e ait diğer mağaralardan bi­
ri olan Trois Freres mağarasıııda, B üyücü olarak bilinen, in­
san/hayvan karışımı bir canavar i mgesi vardır. Yaratık arka
ayakları üstünde durur ve yiizi.i, duvardan dışarı bakacak şekil­
de dönüktür. Büyük bir çift boynuzu olan yaratık, aralarında
insan da olmak üzere, pek çok farklı hayvana ait vücut parça-

118
larından olu§Ur. Bu, Halverson'ın inanmamızı istediği gibi,
" bilݧsel dü§ünce içermeyen " basit bir imge değildir'. Lascaux
mağarasında, Boğalar Salonu'ndaki ilk yaratık da öyle değildir.
Tek Boynuzlu olarak bilinen bu yaratık, hayvan kılığında giz­
lenmݧ bir insan ya da bir canavar olabilir. Bu tür çok sayıda
resim, bili§sel dü§üncenin yarattığı imgeler gördüğümüze bizi
ikna etmeye yeter.
Ama daha da önemlisi, bu resimler, Halverson'ın iddia etti­
ğinden daha karma§ıklır. Daha önce de belirttiğim gibi, bu re­
sim ve oymalar, Buzul Çağı dünyasından natüralist manzaralar
değildi. Gerçek bir manzara resmine benzer hiçbir §ey içermi­
yorlardı. Ve bu insanların ya§ama alanlarındaki hayvan kalıntı­
larına bakılırsa, tasvirleri, günlük diyetin basit yansımaları da
değildi. Üst Paleoli tik İnsanların m idelerinde ren geyiği ve or­
man tavuğu, zihinlerindeyse at ve bizon vardı. Kimi hayvanla­
rın mağara duvarındaki i mgelerde, doğada olduğundan daha
fazla yer alm aları hiç ku§kusuz önemlidir: Bu imgeleri çizen
Paleolitik insanları için özel bir anlam la§ıyor olmalıydılar.

Üst Paleolitik insanların yaptıklan resimleri açıklamayı


amaçlayan ilk önemli hipolcz, avlaıı ıııaııın lıiiyiisüne işaret
eder. Yüzyıl başında antropologlar, A vıısl ral ya'daki aborijin
(esas yerli) resimlerinin, gelecek avırı gaııiııwliııi arı ı rma amaç­
lı, sihirli totem törenlerinin bir parçası oldıığıııııı iiğreniyorlar­
dı. l 903'te din tarihçisi Salomon Reinadı, ayııı ılıı nırnun Üst
Paleolitik sanatı için de geçerli olabileeı�ği ııi siiy b l i : Her iki
toplumda da resimler, birkaç türü doğal orlaıııdak i n e göre aşırı
derecede temsil ediyordu. Üst Paleolitik insaııları , resimleri
tıpkı Avustralyalılar gibi, totem ve av hayvarılannın artmasını
sağlamak amacıyla yapmı§ olabilirlerdi.
Reinach'ın fiki rlı�rinden ho§lanan I lcnri Breuil, uzun kari­
yeri boyunca lııı fi kirlı�ri şiddetle savundu ve geli§tirdi. Yakla­
şık altmış yıl l ıoyıınea, tüm Avrupa mağaralarındaki imgeleri

119
kaydetti, harİlaya döktü, kopyaladı ve saydı. Ayrıca, Üst Pale­
olitik dönem boyunca sanatın evrimi için bir kronoloji hazırla­
dı. Bu dönemde Breuil, arkeolajik geleneğin büyük bölümü gi­
bi, sanatı avianma b üyüsü olarak yorumluyordu.
Avianma b üyüsü hipalezinde açıkça görülen bir sorun var­
dı: Daha önce de belirtildiği gibi, resimler, Üst Paleolitik res­
samlarının beslenme tarzını yansıtmıyordu. Fransız antrapolog
Claude Levi-Strauss, bir zamanlar Kal ahari San ve Avustralya
alıorijin sanatında ki mi hayvanların daha sık tasvir edilmesi­
nin, " yemeye dayalı " deği l , " dü§iinmeye dayalı " ol malarından
kaynaklandığını belirtmݧLİ . Breuil ] 96 ] 'de öldüğünde, yeni
bir bakı§ açısının ortaya çıkma zamanı gelmi§tİ. Bu bakı§ açısı,
Fransız tarihöncesi bilim dalında Breuil kadar önem kazanacak
olan Andre Leroi-Gourhan'dan geldi.
Leroi-Gourhan sanalla yapı arıyor, anlamı Breuil gibi bi rey­
sel imgelerde deği l , p e k çok imgenin ol u§Lurduğu modelde
bulmaya çalı§ıyordu. Hesinılendirilmi§ mağaralarda uzun ince­
lemeler yaptı ve belli hayvan ları n nı ağa r ala rı n belli böl ümlerin­
de " yer aldıkları " , yi nelenen m o d ell e r giirı lii . Sözgel imi, geyik
genelde girݧle görülüyor, ama ana o d al a rı l a pek yer al mıyor­
du. Ana odaların egemen yaralıkları a l , l ı i zon ve iikii zd ü . Eto­
IHırlar genellikle, mağara siste m i n i n dcrinliklı�rinde ortaya çıkı­
yordu . Dahası , Gourhan'a göre, k i m i hayvanlar erkekliği ve ki­
mileri de di§iliği temsil ediyord u . Al ı·rkekl iği, bizon da di§iliği
temsil etmekteydi; erkek gey ik vt� d ağkeçisi de erkek, mamul
ve öküz di§iydi. Leroi-Courlıan, resi mlerdeki düzenin, Üst Pa­
leolitik toplumdaki bir ı l iizeııi; ya ı ı i erkeklik ve di§ilik arasınoa­
ki ayrımı yansıtıığına inan ıyon l u . Annelle Laıning- l�nı peraire
adlı bir diğer Fransız anl ropolog da benzer bir erkek-di§İ ikiliği
kavramı gelݧLİrdi. Ama iki akaı leın isyen hangi imgelerin er­
kekliği ve hangilerinin d i�il iği lt'msil ettiği konusunda genellikle
uzla§amıyorlardı. Bu fi k i r ayrılığı, §eınanın sonunda terk edil­
mesinde etkili oldu.
Sanatsal ifadeyi m ağaraların yapılandırdığı fikri yakııı za-

1 20
manlarda yeniden canlandı; ama en alışılmadık şekilde. legor
Reznikoff ve Michel Dauvois adlı Fransız arkeologlar, güney­
doğu Fransa'nın Ariege bölgesindeki resimlendirilmiş üç ma­
ğarada ayrıntılı incelemeler yaptılar. Alışılmışın tersine, taş
aletler, oyulmuş nesneler ya da yeni resimler aramıyorlardı.
Şarkı söylüyorlardı . Mağaraların içinde yavaş yavaş ilediyor ve
her bölümün rezanansını sınamak için tekrar tekrar duruyor­
lardı. Üç oktava ulaşan notalar kullanarak her mağaranın rezo­
nans haritasını çıkardılar ve rezonansı en yüksek alanlarda bir
resim ya da oyma bulma olasılığının daha yüksek olduğunu
keşfettiler. Reznikoff ve Dauvois, l 988'de yayınladıkları ra­
porlarında mağara rezanansının çarpıcı etkisi üzerinde durdu­
lar; bu, Buzul Çağı 'ndaki basit kandillerin titrek ışığında etkisi
hiç kuşkusuz daha da artan bir deneyim olacaktı.
Üst Paleolitik insanları nın mağara resimlerinin önünde bü­
yülü şarkılar söyled iklerini düşünmek için hayal gücünü çok
fazla çalıştırmak gerekmiyor. imgelerin alışılmadık yapısı ve
genellikle mağaral a rııı en ı ı l aşıl maz deri n l i klerinde yer almala­
rı, tören dü ş i i ı ı n� siı ı i akla getırıyo r. Henim Le Tuc.
d' Audoubert' deki l ı i zoıı ıııı iiııiiııde d ıı r d ıı g ı ı ın gibi, Buzul Ça­
ğı'nın bir yaralısmın iiıı iindl' d ı ı n ı l d u ğ ı ı ı ı c l a , b el ki de davul,
Oüt ve ıslıklar eşli ğ in d e eski sı�sler d o l ı ı yor zihne. Heznikoff ve
Dauvois, Cambridge Ü n iv ı�rsi tı�si 'ııdı·ıı arkı�olog Cl ı ı· i s Sc:ar­
re'ın da dediği gibi, " erken aıaları ııı ı ı ı liin·ıılniııde ııı ii z ig in ve
şarkı söylemenin olası önemine yeııidı·ıı dikk a l " ı;ı·keıı , l ı ii y ü­
leyici bir keşif yapmışlardı.
Leroi-Gourlıaıı l 986'da öldüğündı� larilıiiıwesi uzmanları,
tıpkı Breı ı i l ' u ıı iilii m iinde olduğu gilıi, yorı ı ı ıılarıııı kapsamlı şe­
kilde yeııidı�n d ii ş i i ı ı nı eye bir kez daha lıazı n l ı l a r. Ciinümüzde
araştırın acılar <;ok çı�şi ı l i açıklamal arı l wıı i ı ıısı·ıııeye hazır olsa­
lar da, h er l i i rl ii ı l ı ı nı nıda kültürel bağl am vu rgulanıyor ve mo­
dern top l ı ı ı ı ıdaıı a l ı ı ı ıııa fikirl eri Üst Pal ı�ol i ı i k toplumuna uygu­
lamanın ı d ı l i kı·lı·ri gidı�rek daha iyi anlaşıl ıyor.

121
Buzul Çağı sanatının en azından kimi unsurlarının, Üst Pa­
leolitik insanlarının dünyalan hakkındaki fikirlerini derleme
tarzlarıyla - kendi Linsel evrenlerinin bir ifadesi - ilgili olduğu­
na hiç ku§ku yok. Bu konuya biraz sonra yeniden döneceğiz.
Ama kendi sosyal ve ekonomik dünyalarını düzenleme tarzla­
rında daha pek çok pratik yön olabilir. Sözgelimi, California
Üniversitesi'nin Berkeley kanıpusundan antropolog M argarel
Conkey, Altamira'nın bölgedeki yüzlerce insan için bir güz
toplantısı yeri olabileceğini söyledi. Kızıl geyiklerin ve deniz
salyangozunun bu dönemde bolla§ması, böylesi bir kabile top­
lanlısı için yeterli bir ekonomik neden olu§turacaktı . Ama m o­
dern avcı-toplayıcılardan da bildiğimiz gibi bu tür toplantılar,
görünürdeki ekonomik nedenleri ne olursa olsun, aslında gün­
delik, sıradan konulardan çok, sosyal ve politik ittifakların ku­
rulmasıyla ilgilidir.
İngiliz anlropolog Robert Laden, kuzey İspanya'daki mağa­
ra alanlarında Lıu l ii r illifakların yapısına dair bir §eyler algıla­
yabileceğine inanıyor. Alıarnira gibi önemli sitlerin etrafında
genellikle, 1 O millik bir yarıçap içinde daha k ii�: ük sitleri n yer
alması, politik ya da sosyal bir ittifakın merkezleri olduklarını
dü§ündürüyor. Bu tür bir kürenin 20 millik çapı , ittifakların
kolayca kurulabileceği en elveri§li uzaklığı temsil ediyor olabi­
lir. Fransa'daki mağara alanlarında henüz böyle bir model bu­
lunamadı.
Bizonla diğer hayvanların Altamira'nın resimlendirilmi§ ta­
vanlarında yerle§tirilme tarzı , belki de bir §ekilde merkezin et­
ki küresini tasvir ediyor. Resimlendirilmi§ tavanların ana yapısı
çoğunlukla, çevre etrafına yerle§Iİrilmi§ yakla§ık iki düzine çok
renkli bizon imgesinden olu§uyor. M argaret Conkey, Lıunların
ya§ama yerinde toplanarı farklı grupları temsil edebileceğini
söylüyor. Arkeologların Altamira'da buldukları oymalar, yöre­
sel süsleme biçimleri arasından bir seçki gibi görünüyor. Bu
dönemde kuzey İspanya'da insanlar, kullanım amaçlı nesnele­
ri, aralarında zikzakların, yarımay §eklinde yapıların, iç içe

122
geçmiş eğrilerin de bulunduğu çeşitli tasarımlada süslüyorlar­
dı. Bu tür on beş tasarım saptandı. İçlerinden her birinin kısıtlı
bir coğrafi alanda yer alması, yerel tarziara ya da grup kimlik­
lerine işaret ettiklerini düşündürüyor. Altamira'da bu yerel
tarzların pek çoğunun bir arada bulunması, bir tür toplumsal
ve siyasal öneme sahip bir toplantı yeri olduğu savını doğur­
muştur. Şu ana dek Lascaux'da böyle bir kanı t bulunamadı.
Ama b u sitin, hevesli ressamların yerel ürünü olmaktan çok,
geniş bir alandaki insanlar üzerinde büyük öneme sahip bir
yer olduğunu düşünmek mantıklı olacaktır. .Belki de Lascaux
gücünü, söz��lim:i, Üst Paleolitik evreni nde ilahi bir gücün or­
taya çıkması gibi önemli bir tinsel olayın görüldüğü yer olması
nedeniyle kazandı. Sözgelimi Avustralya aborijinlerinin çevre­
lerinin, bunun dışında tamamen kısır olan pek çok bölümünde
bu durum görülmektedir.

Buziıl Çağı sanalındaki imgelerin, ekolojik bağlamlarından


kopartılmış hayvaniara ait olduğunu ve gerçek dünyada görül­
me oranlarını yansılmadığını söylemişti m . nu kadarı bile bize,
sanatın muammalı doğasını giisternıeyc yeıiyor. Ama temsili
imgelerin yanı sıra, daha da m ı ı am rıı alı oldı ığıı söylenebilecek
başka işaretler de var: Geometrik nıodt'llcr, ya da i�<ırdler.
Bunların arasında noktalar, ızgaralar, ı�ğrilı�r. zikzakl ar, iç içe
geçmiş eğriler ve dikdörtgenler yer alıyor vı� l'ısı Palı�ol i ı i k sa­
natının en şaşırtıcı unsurlarından birini ol ı ı�t ı ı rı ıyorl a r. Bunlar
çoğunlukla, egemen olan hipotezin unsıı rl a rı olarak açıklandı­
lar; sözgelimi, avianma büyüsü ya da crkı�k/di�i ikiliği bağiarnı
içinde. David Lewis-Willams, yakın zama n larda yı�ni ve ilgi çe­
kici bir y (mını getirdi: Bunlar, şamanist saııat ı ı ı belirlisi olan,
sanrı duru rn undaki lıir zihinden gelme i ı ııgı�tı�r ol malıydı.
Lewis-Willianıs kırk yıl boyunca, giiıwy Afrika'daki San
halkının saııat ı ı ıı iııceledi. Sanatlarının l ı iiyiik kısmı belki de
1 0. 000 y ı l ö ıı ct�si ıw dek gidiyor, ama yakın tarihsel bellek

1 23
içinde yaratılmış olanlar da var. Lewis-Williams zamanla, San
sanatı imgelerinin, Batılı antropologların uzun zamandır san­
·
dıkları gibi, San yaşamının basit yansımala rı olmadığını anla­
maya başladı. Bunlar, trans halindeki şamanların ürünleriydi :
imgeler, şamanist bir tinsel dünyayla bağlantılıydı ve şamanın
sanrı sırasında gördüklerinin tasvirleriydi. Lewis-Williams ile
çalışma arkadaşı Thomas Dowson, incelemelerinin bir nokta­
sında Transkei'ın Tsolo bölgesinde yaşayan yaşlı bir kadınla
görüştüler. Bir şamanın kızı olan kadın, artık yok olmuş şama­
nİst törenleri anlattı.
Dediğine göre şamanlar, uyuşturucu ya da aşırı havalandır­
ma (hiper-ventilasyon) gibi çeşitli teknikleri kullanarak ıransa
geçebiliyorlardı. Kullanılan teknik ne olursa olsun, trans duru­
muna neredeyse her zaman ritmik şarkılar, dans ve el çırpan
kadın grupları eşlik ediyordu. Transın derinleşmesiyle birlikte
şaman titremeye başlar, kolları ve bedeni şiddetle titreşirdi.
Tinsel dünyayı ziyaret ederken şaman sık sık, acı çekiyormuş
gibi kıvrılarak, " öl ii r " d ii . Boğa anıilobu San miıolojisinde
önemli bir güçlii r; şaman, hayvanın boyun ve lıoğazı kesilerek
alınan kanı, güç kazandırmak için, birisinin lıoyıı ıı ve boğazın­
daki kesikiere siirebilirdi. Daha sonra şaman aynı kanı kulla­
narak, Linsel dünyayla sanrısal lemasının bir kaydını resmeder­
di. imgeler, resmedildikleri bağlamdan gelen bir güce sahipti­
ler. Yaşlı kadın, Lewis-Williams'a, insanın ellerini bu imgelere
sürerek gücün bir kısmını alabileceğini söylemişti .
Boğa antilopu San resimlerinde en çok tasvir edilen hayvan­
dır ve gücü pek çok biçimde ortaya çıkar. Lewis-Williams, at
ve bizonun da Üst Paleoliıik insanları için benzer bir giiı; kay­
nağı - tinsel enerjiye gerek d uyulduğunda başvurulan ve do­
kunulan imgeler- olup olmadıklarını merak etti . Bu soruyu ele
almak için, Üst Paleoliıik sanalın da şamanist olduğuna d air
kanıla ihtiyaç vardı. Geomeı rik işaretlerde bir ipucu bulundu.
Lewis-Williams'ın incelediği psikolojik literatüre göre sanrı­
nın, her biri öncekinden daha derin ve karmaşık olmak ü zere

124
üç aşaması vardır. İlk aşamada denek ızgaralar, zikzaklar, nok­
talar, spiraller ve eğriler gibi geometrik şekiller görür. Altı şe­
kil den oluşan bu imgeler titrek, akkor halde, değişken ve güç­
lüdür. Beynin temel nöron yapısı içinde üretilmeleri nedeniyle
bunlara " enioptik " (görüntü içinde) imgeler denir. Le­
wis-Williams, Current Anthropology'de yayınlanan 1 986 tarihli
bir makalede, " İnsan sinir sisteminden türemeleri nedeniyle,
sanrılı bilinç durumlarına giren insanların tümü, kültürel arka
planları ne olursa olsun, bunları algılama eğilimi gösterirler , "
der. Transın ikinci aşamasında insanlar, bu imgeleri gerçek
nesneler olarak görmeye başlar. Sözgelimi, eğriler tepe ya da
zikzaklar silah olarak yorumlanabilir. Bireyin göreceği şeyin
yapısı, kültürel deneyimlerine ve kaygıianna bağlıdır. San şa­
manları sık sık, eğri dizilerini bal peLeği imgelerine dönüştü­
rürler; çünkü arı, bu insanların transa girerken kullandıkları
·d oğaüstü bir güç simgesidir.
Sanrının ikinci aşamasından üçüncü aşamasına geçişte ge­
nellikle, bir girdabı ya da dönen bir tüneli geçme duygusu ya­
şanır ve tam boyu tlu - kimi alı�ı l d ı k, kimi olağandışı - görüle­
bilir. Bu aşamadaki ön emli l ı i r i mge, insan/hayvan canavar, ya
da therianthrop denilen §eydi r (lıkz. §eki! 6 . 1 ) . Bu yaratık şa­
manist San sanaLında yaygııı olarak g i ir i i l ii r. Ayrıca, Üst Pale­
olitik sanatının da merak uyarıdı rarı l ıi r ı ııısu nıd u r.
Sanrının birinci aşamasınırı c�ıı lopıik iıııgdc�ri San sanaLırıda
görülür ve b u da, sanalın şamarıisı oldııguııa dair ıwsııel bir
kanıt olarak değerlendirilebilir. A y n ı iıııgc·ln, k i ı ı ı i zaman hay­
vanların üzerinde ve kimi zaman da ıc�k l ıa�l a rı ııa olıııak üzere,
Üst Paleolitik sanatında da görül mekıc�d i r. Tlwriarı l l ı ropla bir­
likLe bunlar, Üst Paleolitik sanatının c�rı azıııdaıı l ı i r kısmının
gerçekten şaın anist olduğuna dair giiçl ii kaıuı lard ı r. Bu theri­
anLhroplar bir zam anlar, Halverson'ın dc�yiıııiyle " insanla hay­
van aras ı nda kesin bir sınır oluşturmaklan uzak i l kel bir zih­
nin " ürünleri olarak göz ardı edil mişlerd i . A ıııa eğer gerçekten
trans sırasında güriilen imgelerse, Üst Pall'ol i ı i k ressamı ıçın
aLlar ve bizo n l a r kadar gerçek olm alıydılar.

1 25
ŞEKiL 6.1
Geçmişten bir yüz. Güney Fransa'daki Trois Freres rnağarasındaki Büyü­
cü'de görüldüğü gibi, hayvan ve insan özelliklerinin birleştirilmesi, Ü st Pale­
olitik sanatında yaygın olarak görülen bir özelliktir. LJıı, sanatın kökeninde
şamanist nitelikli olduğunu diişündürtür.

Sanatı dü§ündüğümüzde, resmin ister tuval olsun ister du­


var, bir yüzey üzerine yapıldığını dü§ünme eğilimi gösteririz.
Şamanist sanat böyle değildir. �amanlar sannlarını genellikle,
kaya yüzeylerinden çıkıyorm u!i gibi görürler: Lewis-Williams,
11 imgeleri ruhlar §eklinde resmedilmi§ olarak görürler ve §a­
manlar, bunları resmederken yalnızca, zaten var olan bir §eye
dokunduklarını ve bunu i!iaretlediklerini söylerler, " diyor.
11 Dolayısıyla ilk tasvirler, bizim dü§ündüğümüz gibi temsili im-

"126
geler değil, başka bir dünyanın sabit zihinsel imgeleriydi. 11 Ka­
ya yüzeyinin gerçek dünya ile tinsel dünya arasında bir arayüz
- ikisi arasında bir geçit - olduğunu söyler. Kaya yüzeyi, yal­
nızca imgeler için bir mecra değildir; imgelerin ve burada ya­
şanan törenin temel bir parçasıdır. Lewis-Williams'ın hipotezi
ilgiyle ve kaçınılmaz olarak, kimi kuşkulada karşılandı . Bu hi­
potezin değeri, sanatı farklı bir gözle görmemizi sağlamasında­
dır. Şamarıİst sanat, uygulanışı ve yorumlanışıyla, Batı sanatın­
dan çok farklıdır ve bu sanat sayesinde, Üst Paleolitik sanatına
yeni gözlerle bakabiliriz.
Fransız arkeolog Michel Lorblanchet de, Üst Paleolitik sa­
natına farklı bir gözle bakmamızı sağlıyor. Yıllardır sürdürdü­
ğü deneysel arkeoloji çalışmalarında, Buzul Çağı sanatçılarının
görevlerini ve deneyimlerini anlayabilmek için mağaralardaki
i mgeleri kopyalıyor. En hırslı projelerinden biri de, Fransa'nın
Lot bölgesindeki Peche Merle mağarasındaki atları yeniden ya­
ratmaktı. İki atın yüzleri birbirlerinden başka yöne dönüktür,
sağrıları hafifçe iç içe geçmiştir ve boyları yaklaşık 1 20 cm'dir.
Üstlerinde siyah ve kırmızı noktalar, etraflarında da el kalıpları
görülür. imgelerin resmedild iği kaya yüzeyinin sertliği nede­
niyle sanatçı fırça kullanmak yeri m�, lıoyayı bir tüpün içinden
sı km ış olmalıdır.
Lorblanchet, yakınlardaki bir nıaj!;arada buna benzer bir
kaya yüzeyi buldu ve fışkırtma tekrıij!;irıi kullanarak atları yeni­
den yapmaya karar verdi. Bu denı�yi rıı irıi , lhw:oıwr d t�rgisinin
bir yazarına şöyle anlatacaktı: 1 1 Bir h afla l ıoyıı rıca giinde yedi
saat çalıştım. Puff. . puff. . puff. . . Çok yonıı:ıı lıir i�ti ; özellikle
de, mağaradaki karbon monoksit yüzii rıdı�rı. t\ rııa Inı şekilde
resim yaparken özel bir duyguya kapılıyorsuıııız. İ ıııgeyi kaya­
ya soluduğıııı uzu hissediyorsunuz; ruh ıııııızıı bedeninizin de­
rinliklerinden, kaya yüzeyine yansıtıyorsıııııız. 11 Bu pek de bi­
limsel bir yakla§ırna benzemiyor, ama l ıiiylı�siııe zor bir enie­
lektüel hedef, yı�ıı ilikçi yöntemler gerekl iriyordur belki . Lorb­
lanchet daha iiııcı�ki kopyalama girişirnleriylı�, geçmişte de ye-

İnsanın Kök�ııi, F: !) 1 27
nilikçi bir insan olmu§tu. Bu deney de hiç kw�kusuz, üstünde
durulmaya değer. B uzul Çağı resimleri Üst Paleolitik milolojisi­
nin bir parçasıysa, ressamlar, boyamak için kullandıkları yön­
tem ne olursa olsun, duvara ruhlarını yansıtmı§lardır.
Tuc d' Audoubert' deki heykeltıra§ın bizonu §ekilİendirirken,
Lascaux'daki ressamların Tek Boynuzlu'yu resmederken ya da
diğer Buzul Çağı sanatçılarının sanat eserleri yaratırken zihin­
lerinden neler geçirdiklerini belki de asla bilemeyeceğiz. Ama
yaptıklarının sanatçılar ve b u resimleri gören sonraki ku§aklar­
dan insanlar için son derece büyük bir önem ta§ıdığına emin
olabiliriz. Sanat dili, anlayanlar için çok güçlü, anlamayanlar
içinse kafa karı§tırıcıdır. Bildiğimiz tek §ey, burada modern in­
san zihninin i§lediği ve yalnızca Homo sapiens'in yapabildiği
bir biçimde, sembolizm ve soyutlamayla oynadığıdır. Modern
insanların ortaya çıkmalarını sağlayan süreci henüz tam anla­
mıyla bilemiyoruz belki, ama bu sürecin, günümüzde hepimi­
zin ya§adığı türde bir zihinsel dünyanın ortaya çıkı§ıyla ilgili ol­
duğunu biliyoruz.

128
7. BÖLÜM
Dil SANATI

Bizim bildiğimiz anlamıyla konuşma dilinin ortaya çıkışı hiç


kuşkusuz, i nsanın tarihöncesinin belirleyici noktalarından biri
ve hatta belki de, belirleyici tek noktasıdır. Dille donanmış
olan insanlar doğada yeni tür dünyalar yaratabildiler: İçebakış­
sal (introspektif) bilinçler dünyası ve " kültür" adını verdiğimiz,
kendi elimizle yaratıp başkalarıyla paylaştığı mız dünya. Dil ,
mecramız; kültür ise, nişimiz oldu . Hawaii Üniversitesi'nden
dilbili mci Derric Bickerton, 1 990 tarihli kitabı Language and
Species 'de Lı unu, ikna edici bir biçimde belirtiyor: " Dil bizi, di­
ğer tüm yaratıkların t utsak oldukları anlık deneyim hapishane­
sinden kurtarıp sonsuz uzam ve zaman özgürlüklerine salıvere­
bilirdi. "
Antropologlar dil hakkında, lıiri dogrudan ve biri de dolaylı
olmak üzere, yalnızca iki §cyclı·ıı ı�ııı i ıı olalıil iyorl ar. Birincisi ,
konuşma dili , Homo sap ic ns i diğı�r liiııı yaralıklardan aı;ık şe­
'

kilde ayırır. İletişim ve içebakışsal d iişiiı wı� ııwnası olarak kar­


maşık bir konuşma dili yaratabilen tı·k caıılı, iıısaııd ır. i ki ıı<'isi ,
Honıo sapiens 'in beyni, en yakın evri ııısı·l akralıaıııız olaıı bü­
yük Afrika insansımaymunlarının beyıı iııdı·ıı iii,' kal l ıiiyii ktür.
Bu iki gözlem arasında bir ilişki oldıığıı a�·ıkıır, aıııa ilişkinin
yapısı hala şiddetle tartışılıyor.
Felsefecilerin dil dünyasını uzun zaıııaııdır iıwdenıelerine
karşın, dil hakkında bilinenierin çoğu soıı olıız yılda öğrenil­
miştir. Dilin evri ııısd kaynağı hakkında iki giiriiş oluştuğunu
söyleyebil iriz. i l k gi i rii ş dili i nsanın benwrsiz lıir özelliği, bey­
nimizdeki lıiiyiiııwııin yan sonucu olarak ortaya çıkmış bir ye­
tenek olarak güriir. Bu durumda dilin, bil i§sd bir eşiğin aşıl-

1 29
ınıısıyla birlikte, hızla ve yakın zamanlarda ortaya çıktığı düşü­
nülmektedir. İkinci görüşte, konuşma dilinin insan olmayan
atalardaki - iletişimi de içeren, ama iletişimle sınırlı kalma­
yan - çeşitli b ilişsel yetenekler üzerinde doğal seçimin etki
göstermesiyle geliştiği savunulur. Bu s üreklilik modeline göre
dil, İnsanın Larihöncesi nde, Homo cinsinin ortaya çıkışından i ti­
baren, aşamalı olarak gelişmiştir.
MIT'ten dilbilimci Noam Chomsky ilk modelin yanında yer
almış ve büyük etki yaratmıştır. Dilbilimcilerin çoğunluğunu
oluşturan Chomskycilere göre, dil yeteneğinin kanıtlarını erken
insan kalıntılarında aramak yararsız, maymun kuzenlerimizde
aramak ise iyice anlamsızdır. Sonuçta, genellikle bir bilgisayar
ya da geçici leksigramlar kullanarak maymunlara bir tür sim­
gesel iletişim öğretmeye çalışanlar düşmanlıkla karşılanmışlar­
dır. Bu kitabın temel konularından biri de, insanları özel ve
doğanın geri kalan kısmından apayrı görenlerle, yakın bir bağ­
lantı olduğunu kabul edenler arasındaki felsefi bölünmedir. Bu
bölünme özellikle, dilin doğası ve kökeni hakkındaki tartışma­
larda ortaya çı kıyor. Dilbilimcilerin insansıın aymun-dili araştır­
macılarına fırlaıtıkları oklar da hi<; kw�kusuz, bu bölünmeyi
yansıtıyor.
Teksas Ünversitesi'nden psikolog Kathleen Cibson, insan
dilinin benzersizliğini savunanlar hakkında, yakın zamanlarda
şu yorumu yaptı: 11 [Bu bakış açısı] önermeleri ve tartışmal arıy­
la bilimsel olsa da, en azından Y aratılış'ın yazariarına ve Efla­
tun 'la Aristo'nun yazılarına dek uzanan, insan zihniyetiyle dav­
ranışımn nitelik açısından hayvanlardan çok farklı olduğunu
savunan köklü bir Batılı fdscfe geleneğine dayanmaktadır. 11
Bu düşünüşlin sonucu olarak ant ropolojik literatür uzun süre,
yalnızca insana özgü olduğu diişiinülen davranışlarla doldu.
Bu davranışların arasında ald yapı mı, simge kullanabilm e ye­
teneği, aynada kendini taıııyalıilme ve elbette, dil yer alıyor.
1 960'lardan itibaren lıu lwııznsizlik duvarı, insansımaymunla­
rın da alet yapıp kullanalıildiklı�riııin, simgelerden yararlandık-

1 30
larının ve aynada kendilerini tanıyabildiklerinin aniaşılmasıyla
birlikte, çatırdamaya başladı. Geriye bir tek dil kalıyor ve dola­
yısıyla dilbilimciler, insanın benzersizliğinin son savunucuları
olarak kaldılar. Anlaşılan, işlerini çok da ciddiye alıyorlar.
Dil, tarihöncesinde - bilinmeyen bir araç sayesinde ve bi­
linmeyen bir geçici grafik izleyerek- ortaya çıktı ve hem bi­
rey, hem de tür olarak bizi dönüştürdü. Bickerton, " Tüm zi­
hinsel yeteneklerimiz arasında dil, bilinç eşiğimizin altında en
derin, rasyonelleştiren zihin için de en ulaşılmaz olanıdır , " di­
yor. " Ne dilsiz olduğum uz bir zamanı hatırlayabiliriz, ne de,
dile nasıl ulaştığımızı. " Birey olarak, d ünyada var olmak için
dile bağımlıyız ve d i lsiz bir d iinyayı hayal bile edemeyiz. Tür
olarak, dil, kültürün dikkatle işlenmesiyle, birbirimizle etkile­
şim kurma şeklİmizi dönüştiiriir. Dil ve kii l ı ii r bizi hem birleşti­
rir, hem de böler. Dünyada şu anda var olan beş bin dil, ortak
yeteneğimizin ürünüdür; ama yara t t ı kl a rı l ı t� § bin kül tür, birbi­
rinden ayrıdır. Bizi yapılandıı·an kiiltii riin ürünü olduğu muz
için, kendi yarattığımız bir şey ol d u ğ ı ı n ı ı , çok farklı bir kültürl e
karşılaşana dek anlayamıyoruz.
Dil gerçekten de, Homo sapiens'lt� doğa n ı n �eri kalan kısmı
arasında bir uçurum yaratır. İ nsan ın a y rı �wslcr, ya da fonem­
ler çıkarma yeteneği, insansımaymunlara �iin� an c a k ıııiitevazı
oranda gelişmiştir: Bizim elli, ins a ns ı ı ı ı a y ı ı ı ı ı ı ı ı ı ı ı s a lıir d iizine
fonemi var. Ama bizim bu sesleri k ı ı l l a ı ı ı ı ı a ka p asih�rı ı i z son­
suzdur. Bu sesler, ortalama bir insanı y i i z l ı i n siizı·iikl iik l ı i r
dağarcıkla donatacak şekilde tekrar h�kr a r d i i zı · n l l ' ı wl ı i l i r ve
bu sözcüklerden de, sonsuz sayıda türnce o l ı ı � t ı ı rı ı l a l ı i l i r. Yani,
Homo sapiens'in hızlı, ayrıntılı iletişim yı - ı i s i n i n vı� düşünce
zenginliğinin doğada bir benzeri daha yok t ı ı r .
Bizim anıacııııız, d i l i n i l k olarak nası l ortaya ı,- ı k t ı ğ ı nı açıkla­
mak. Chomskyci �iirüşe göre, dilin k ay n ağı ol arak d oğal seçi­
me bakmarıııza gı�rek yoktur; çünkü dil, taril ısı�l lıir kaza, biliş­
sel bir eşiğin aşı l ı n as ıyla ortaya çıkmış bir yd ı � ı w k t i r . Chomsky
şöyle der: " ��� a n d a , i nsan evrimi s ı rası n d a ortaya çıkan özel

13 ı
şartlar altında, 1 O 10 adet nöron basketbol topu büyüklüğünde
bir nesneye yerleştirildiğinde, fizik kurallarının nasıl işleyeceği
konusunda hiçbir fikrimiz yok. " MIT'den dilbilimci Steven
Pinker gibi ben de bu görüşe karşıyım. Pinker az ama öz ola­
rak, Chomsky'nin " işe tam tersinden baktığını " söylüyor. Bey­
nin, dilin gelişmesi sonucu büyümüş olması daha yüksek bir
olasılıktır. Pinker' a göre, " dilin ortaya çıkmasını beynin brüt
boyutu, şekli ya da nöron ambalajı değil, m ikro devrelerinin
doğru şekilde döşenmesi sağlar. " 1 994 tarihli The Language
lnstinct adlı kitabında Pinker, konuşulan dil için, doğal seçim
sonucu evrimi destekleyen genetik bir temel fikri pekiştirecek
kanıtları derliyor. Şu anda incelenemeyecek denli kapsamlı
olan kanıtlar gerçekten etkileyici.
Burada karşımıza şu soru çıkıyor: Konuşma dilinin gelişimi­
ni sağlayan doğal seçim güçleri nelerdi? B u yeteneğin eksiksiz
halde ortaya çıkmadığı varsayılıyor; öyleyse, az gelişmiş bir di­
lin atalarımıza ne tür avantajlar sağladığını düşünmeliyiz. E n
açık yanıt, dilin etkin b i r iletişim aracı sunmasıdır. Atalarımız,
i nsansımaymunların beslenme yöntemlerine göre çok daha faz­
l a savaşım gerektiren bir yöntem olan ilkel avcılık ve toplayıcı­
lığı ilk benimsediklerinde, bu yöntem hiç kuşkusuz yararlı ol­
muştu. Yaşam tarzlarının karmaşıklaşmasıyla birlikte, sosyal ve
ekonomik koordinasyon gereksinimi de arttı . Bu şartlar altında,
etkili bit iletişim büyük önem kazanı yordu. Dolayısıyla doğal
seçim, dil yeteneğini sürekli gdişı irecekıi . Sonuçta, - modern
insansımaymunların hızlı solıınıalanna, haykırışiarına ve ho­
murtularına benzediği varsayıları - eski maymun seslerinin te­
mel repertuvarı 'genݧIeyeı:ı�k ve ifade edilme şekli daha geliş­
miş bir yapı kazanacaktı . Ciiııiimüzde bildiğimiz şekliyle dil,
avcılık ve toplayıcılığın get i rd ij!;i gereksinimierin ürünü olarak
gelişti. Ya da, öyle görünüyor. Dilin geli§imi konusunda başka
hipotezler de var.
Avcı-toplayıcı yaşam tarzının gelişmesiyle birlikte insanlar
teknolojik açıdan daha başarılı hale geldiler, aletleri daha ince-

132
li kle ve daha karmaşık şekiller vererek yapabilmeye başladılar.
2 milyon yıl öncesinden önce, Homo cinsinin ilk türüyle birlik­
te başlayan ve son 200.000 yılı kapsayan bir dönemde mo­
dern insanın ortaya çıkışıyla doruk noktasına ulaşan bu evrim­
sel dönüşüme, beyin boyutunda üç kata ulaşan bir büyüme eş­
lik etti . Beyin, en erken Australopithecus'lardaki yaklaşık 440
cm 3 ; ten, günümüzde ortalama 1 3 50 cm :1 'e ulaştı. Antrapolog­
lar uzun süre, teknolojik gelişmişliğin artmasıyla beynin büyü­
mesi arasında neden-sonuç bağlantısı kurdular: İlki, ikincisini
geliştiriyordu. Bunun, l . R öl ii m d e tanı mladığım Darwin evrim
'

paketinin bir parçası olduğunu haıırl ayacaksınız. Kenneth Oak­


ley'in " Alet Yapan İnsan " başl ıkl ı , ] <);1.9 t ar ihli klasik dene­
mesinde, insanın tarihönet�si hakkındaki bu bakış açısı veril­
miştir. Daha önceki bir b öl ii rn d1 � d1� I H' I i rıtiğimiz gibi Oakley,
dilin günümüzdeki düzeyde " ın iikl'ııı ııwl l l·şti ril mesinin " mo­
dern insanın ortaya çıkışını s ağlad ı ğı n ı i l k savunanlar arasın­
daydı: Diğer bir deyişle, modern i nsa n ı ıııodı�rn d i l y arat mıştır.
Ama günümüzde, insan zihniııin olıışıı ıııuna açıklık getiren
farklı bir açıklama yaygınlık kaza nd ı ; ald yapan i n s a nd a n çok,
sosyal hayvan olan i nsana y ön el ik bir açı klaıııaydı l ı ı ı . Dil, l ı i r
sosyal etkileşim aracı olarak gelişı iysc, avC"ı-loplaywı l ıağl a ın ın ­
da iletişimi geliştirmesi evrimin asıl ncdı· ı ı i d ı �ğil , i k i n 1 · i l b i r ya­
rarı olarak görülebilir.
Columbia Ü n i versitesi' nden nöro log H a l pl ı l l ol l oway, tohu­
mu 1 960'larda atılan bu yeni bakış aç ı s ı n ı n ı · n i i ı w ı n l i iirıciile­
rindendir. On yıl önce şöyle yazmıştı : 11 l l i l i n , l ı · ıı wl d ı� saldır­
gan olmaktan çok işbirlikçi olan ve ci n s i yı·ı k r a rasında lamam­
l ayıcı bir sosyal yapısal davranışsal işl ıiil i'ı ı n i i ı w dayanan, sos­
yal davran ışsal bil işsd b i r matristen gel i ş ı i ğ i ı w i n an m a eğilimi­
ni duyuyorı ı ırı . B u , bebeği n bağımlı lı k sii n·si ı ı i n ı ı z aııı ası ü re­
,

me olgunluğuna ulaşma sürelerinin uz a m ası v ı · olgu n l aşma sü­


resinin, beynin dalıa çok büyümesini ve davranışsal öğrenmeyi
mümkün kılaC"ak şı ·kilde uzaması için gnı·kl i bir uyarlanmacı
evrim stra t ı �j isiyd i . 11 B u n u n , i nsangillerin ya�aııı ta ri h i n in mo-

1 33
delleri hakkındaki, 3 . Bölüm 'de tanı mladığım keşiflerle uyum­
l u olduğunu görebilirsiniz.
Holloway'in öncü fikirleri pek çok kılığa büründükten son­
ra, sosyal zeka hipotezi olarak biJinıneye başladı. Londra'daki
University College'dan primatalog Robin Dunbar, bu fikri ya­
kın zamanlarda şöyle geliştirdi: " Geleneksel [kuramaJ göre
[primatların] dünyada yollarını bulabilmek ve günlük yiyecek
arayışlarındaki sorunlarını çözebilmek için daha büyük bir
beyne ihtiyaçları vardır. Alternatif kurama göre ise, primatların
kendilerini içinde buldukları karmaşık sosyal dünya, daha bü­
yük beyinierin oluşması için gerekli dürtüyü sağlamıştır. " Pri­
mat gruplarında sosyal etkileşimi değiştirmenin en önemli par­
çalarından biri giyinip kuşanmaktır; bu, bireyler arasında ya­
kın bağlantı ve birbirini izleme olanağını sağlar. Dunbar'a göre
giyim-kuşam, belli bir boyuı ı aki gruplarda etkilidir, ama bu
boyut aşıldığında topl umsal ilişkileri kolaylaştıracak başka bir
araca gereksinim duyul u r.
Dunbar, insanın tarihöncesi döneminde grup boyutunun
büyüdüğünü ve bunun da, daha etkili bir sosyal dış görünüş
için seçme baskısı yarattığını söylüyor. " Dilin , dış görünüşle
karşılaştırıldığında iki ilginç özelliği var. Aynı anda pek çok in­
sanla konuşabilirsiniz ve seyahat ederken, yem ek yerken ya da
tarlada çalışırken konuşabilirsiniz. " Dunbar' a göre sonuçta,
" dil, daha çok sayıda bireyin sosyal gruplarla bütünleştirilmesi
için gelişti . " Bu senaryoya göre dil, "sesli giyim-kuşarn " dır ve
Dunbar dilin ancak, " llomo sapiens'le birlikte " ortaya çıktığına
inanır. Sosyal zeka hipotezine yakınlık duyuyoru m, ama ileride
de göstereceğim gibi, dilin insaııın tarihöncesindeki geç dö­
nemlerde ortaya çıktığına inanmıyorum .

Dilin hangi tarihte ortaya çıktığı, bu tartışmanın temel konu­


larından biridir. Erken lıir diirıcmde oluşup, ardından aşamalı
bir ilerleme mi gösterdi"� Yoksa yakın zamanlarda ve aniden

134
mi ortaya çıktı? B u n u n , kendi mizi ne kad ar özel görd iiğii ııı iize
ilişkin felsefi anlamlar taşıdığı unutulmamal ı .
Günüm üzde pek çok antropolog, d i l i n yakın zamanlarda ve
hızla gel işliğine i nanıyor; bunun temel neden leri nden biri , Ü st
Paleol itik Devri m i ' nd e göriilen ani davranış değişikliğidir. New
York Ü niversitesi 'nden arkeolog Randali White, yakh1şı k on yıl
önce kışkırtıcı bir bild irid e , 1 00 . 000 yıldan önceki çeşitli in­
san faal iyetleriyle ilgili kanıtların " modern i nsanların dil olarak
görecekleri bir şeyin kesinl ikle olmadığın a " işaret eııiğini sa­
vun<l u . Bu dönemde arıatomik açıdan modern insanları n orta­
ya çıktığını kabul ediyord u , a ııı a lı ıınlar kültürel bağlamda dili
henüz " icat " etmeııı i�lerd i . Bıı daha sonra olacaktı : " 3 5 . 000
yıl önce . . . bu toplul u klar, l ı izirıı l ıild iği miz şekliyle dil ve kül­
türü gel işıirm işlerdi . "
White kendi d iişüneesi ne giin�, dilin çarpıcı oranda geliş­
mesinin Ü st Paleol iıik dönemiyle ı;akı�l ığı n ı gi i s te ren yedi arke­
olajik kanıt k ii mesi sıralıyor. i l k olarak, Nl'aııclnthaller döne­
minde başladığı kesin olarak bi li nen , arııa ııwzar e�yal a rı rıın da
e klenmesiyle ancak Ü st Paleoliı ik'ıı� gı·li�ı·rı, i i l iirıii n bili nçli
olarak gömülmesi uygulamasıydı . i kirıl'i olarak, i ıııge ol u�lıır­
mayı ve bedenin süslenmesini içen·ıı sanalsal ifad ı� arıcak Ü st
Paleoli tik'ıe başlıyordu. Ü ç ii n e ii olarak, i'J sı P a lı - oli ı ik ' tı \ tek­
noloj i k yenilik ve kültürel değişim lıız ı ı ı da arıi l ı i r iv rı ı ı � giiriilii­
yord u . Dördüncü olarak, kül türde i l k kı·z l ıiilge·sı·l farkl ı l ı kl ar
oluşmaya başlamıştı; b u , sosyal s ı n ı rla rı n ifadl'si ve iirii n iiydü .
Beşinci olarak, egzo tik nesnelerin deği�ıokıı�ıı �e·kli nde uzun
mesafeli temasl arı n kanıtları bu dönemde� giie;le·ı ıi yord u . A l tıncı
olarak, y aşama alarıları önemli oranda l ıi i y i i ı ı ı ii � l i i ve bu d ü­
zeyde bir pl a ı ı l a ı ı ı a ve koordinasyon içiıı d i l e · ge�n�k d uyulacak­
lı. Yedi nci olarak, teknolojide, ağı rlıklı ola rak ıa�ııı kullanıl m a­
sından kem ik, boynuz ve kil gibi yeni l ı a ı rı ıııaddderin kullanı­
mına geçiliyor vı� b ı ı da, fiziksel ortaın ı n k ı ı l l a n ıl masında, dil
olmaksızın hayal ı�dilı�meyecek bir karma�ıkl ığa geçild iğini gös­
teriyord u .

1 35
White ile, aralarında Lewis Binfo rd ve Richard Klein'ın da
bulunduğu birtakım antropologlar, insan faaliyetindeki bu " ilk­
ler " öbeğinin altında, karmaşık ve tam anlamıyla modern bir
konuşma dilinin ortaya çıkışının yattığına inanıyor! ar. B inford ,
önceki bölümlerden birinde de belirttiğim gibi, modern öneesi
insanlarda planlamaya ilişkin bir kanı t göremiyor ve gelecekte­
ki olay ve faaliyetlerin önceden tahmin edilip düzenlenmesinin
fazla yarar taşıyacağına inanmıyordu. İleriye doğru atılan
adım , dildi; " dil ve özellikle, soyutlamayı mümkün kılan sim­
geleme. Böylesine hızlı bir değişimin oluşması için biyolojiye
dayalı, temelde iyi bir iletişim sisteminden başka araç göremi­
yoru m . " Bu savı esas itibarıyla kabul eden Klein, güney Afri­
ka'daki arkeolajik sitlerde, avcılık becerilerinde ani ve görece
yakın zamanda gerçekleşmiş bir gelişmenin kanıtlarını görüyor
ve bunun, dil olanağını da içeren modern insan zihninin ortaya
çıkışının bir sonucu olduğunu söyl üyor.
Dilin, modern insanların ortaya' . çıkışıyla çakışan hızlı bir
gelişme olduğuna dair görüş geniş destek görse ele, antrapolo­
jik düşüneeye tam anlamıyla hakim olmu� değildir. İ nsan bey­
ninin gelişimi hakkındaki incelemeleri nden :3 . Böl ii m' de söz et­
tiğim Dean Faik, dilin daha erken geliştiği düşüncesini savunu­
yor. Yakın zamanlarda bir yazısında şöyle demişti: " İ nsangiller
dili kullanmamış ve geliştirmemişlerse, kendi kendine gelişen
beyinleriyle ne yapmış olduklarını bilmek isterdim . " M assac­
husetts'taki Belmont H astanesi'nden nörolog Terrence Deacon
da benzer bir görüşü savunuyor, ama onun düşünederi fosil
beyinler değil, modern beyinler üzerinde yapılan incel em elere
dayanıyor: 1 989'da Human /•,'ı,olution dergisinde yayınl anan
bir makalesinde, " Dil becerisi (en az 2 milyon yıl lı k) uzun bir
dönem içinde, beyin-dil etkile�i ıııinin belirlediği sürekl i l ıir se­
çimle gelişti, " der. İnsansı nıaynı un beyniyle İnsan beyni ara­
sındaki nöron bağlantısı farklarını karşılaştıran Deacon, insan
beyninin evrimi sırasında en çok değişen beyin yapı ve devre-

136
lerinin, söziii bir dilin alışılmadık hesaplama gereksinimlerini
yansıtıığıııı vurguluyor.
Sözcii kler fosilleşıııed iğine göre , anl ropologlar lıu ıarlı §m ayı
nası l ı;özii ınt• ka v u §l ı ı ra c a k l a r'? Dola ylı kan ı tl a r - ataları m ızın
yarallığı ıw� ı ı t · l • · !· 1 � � a ı ıaloııı i l e ri n deki değişi mler- t�v r i nı ı �ı r i ­
himiz h akkı nda fa rklı iiykiiler anlat ı yor. İşe, l ı e yi n yapısı H ' sı·s
organları n ı n yapısı da da h il ol mak iize re , anatom i k ka ı ı ı tları i n­
celeyerek başlayacağız. Soııra - d av ran ı§ın arkeol oj i k kal ın ı ıl a­
rı o l u ş t ur a n yönleri olan - teknoloj i k gel i.� ı ı ı i§I İğt' v ı· s an a l s al

ifadeye bakacağız.

İ nsan heyn i ndeki l ı iiyii nwn i ı ı 2 ı ı ı ilyon y ı ldan önce, llomo


c i n siyl e birlikte başladığını vı� ist i kr a rl ı §ekilde s i'ı rd ii ği i n ii gör­
müştük. Yaklaşık y a rı nı ııı ilyon y ı l i i ı ı ı ·ı· 1/umu t•n·r·tus ' u n o r ta­
l a m a b eyi n b ü y ü kl üğü l l 00 cııı 1"ı i ·ı 1 t' l ı ı ı . ı ı ı odı·rıı i ıısan orta­
lamasına yakın b i r r a ka ın d ı . !1 u.�t m lutJ itlıı·rus "la //um n arasın­
daki % 50 d ü zeyi n d eki sıı;ra ın a d a ı ı soııra, l a ri l ı iiııcı·si i nsan
b eyn i nin büyüklüğünde ani arlı§lar gi iriil ı ı wd i . 1\ l ı ı ı l ak l ı e yi n
boyu l u n u n önemi psikologlar aras ı n d a si'ı ırkli l ı i r t a rl ı § ı ı ı a ko­
n us u ol sa da, i n s a n ı n l a rih ön cesiııd e gii r i i l t · ı ı i i ı,· kaı ora n ı nd ak i
lıüyüme lı iç kuşkusuz, b i t i şs el yetı·ıwk l t · r i ı ı )!;t ·l i � ı iği ı ı i g iis le ri­
yor. Bey i n boyutu dil ye l e n e kl e r i yl ı� d t · l ıağl a ı ı ı ı l ı ysa, yaklaşık
son 2 m ilyon yıl içinde beyin boyu l u n d a gi i r ii l t ·ı ı l ıiiyi'ııııe, ata­
larımızın dil becerilerinin kademelİ ol a ra k gı ·l i�ı iği ı ı i d ii§iindü­
rüyor. Terrence Deacon'ın insansımayııı ıııı vı� i ı ısaıı l ı e yi nl eri
arasında yaptığı karşıl aş t ı r m a da, h u m ı ı ı ııı a ı ı l ı k l ı l ı i r s av oldu­
ğunu gös teriyor.
Los t\ ııgdes ' t e ki California Ü n ivers i l esi " ı ı d t � iiı w ıı ı l i lıir nö­
rob i y ol o g olaıı l l arry Jerison, insan l ıc y ı ı i ı ıdt·ki biiyümenin
motoru olarak d i lı� i§aret ederek, Alet Y a pan i nsan hipotezin­
deki, dalıa l ıiiyiik l ıt�yinler için ev ri m l ıask ı s ı n ı 1'1 becerilerinin
ya rat t ı ğı fi kri n i yadsıyor. 1 99 1 'de t\ nı e r i ka ı ı Doj!;a Tarihi M ü­
zesi'nde v ı� n l i j!; i i i ı ı t � ı ı ı l i l ı i r konferansta �iiyl ı · d t' ın İşti: " Bu ba-

1 37
na yetersiz bir açı kl ama gibi gel iyor; özellikle de, aleı yapı nıı­
nın çok az beyin dokusuyla da mümkün olması yüzünden. Ba­
sit, ama yararlı bir dil üretmek içinse çok büyük oranlarda be­
yin dokusuna ih tiyaç var. "
Dilin alıında yalan beyin yapısı bir zamanlar sanıldı�ından
çok daha karma§ıkıır. İ nsan beyni nin çe§İLli bölgelerine dağıl­
mı§, dille bağlantılı pek çok alan görül üyor. Ataları mızcia da
bu tür merkezlerin saptanabilmesi durumunda, dil konusunda
bir karara varmamız kolaylapbilirdi. Ama soyu Lükenmi§ in­
sanların beyinlerine ilişkin anatomik kanıtlar yüzey hatlarıyla
sınırlı kalıyor; fosil beyinler, iç yapı hakkında hiçbir ipucu sun­
muyor. Şansımıza, beynin yüzeyinde, hem dille hem de alet
kullanımıyla bağlanıılandırılan bir beyin özelliği görülüyor. B u ,
(çoğu insanda) sol §akak yakınlarında yer alan yüksek b i r yum­
ru olan Broca kıvrı m ıdır. Fosil İnsan beyinlerinde B roca kıvrı­
mına dair bir kanıt bulınaın ız, dil becerisinin gelişLiğine ili§kin ,
belirsiz d e olsa b i r işaret olacaktır.
Olası bir ikinci işaret de, mo d e rn insanlarda beynin sol ve
sağ yanları arasındaki l ı iiyiikliik farkıdı r. Çoğu insanda sol ya­
rıküre sağ yarık ii r t>d e n daha b iiyiiklii r; ve I nı kı s m e n , dille ilgi­
li mekanizmanın burada yer almasının sonııı·udur. İ nsanlarda
el kullanımı d a I nı as i nı e ı r iy l ı· l ıağl a r ı ı ı l ıdır. İ nsan nüfusunun
% 90'ı sağ ellidir; dolayısıyla, sağ ı·l l i l i k v t � dil yelisi sol beynin
daha büyük olmasıyla bağlan ı ı l arıı l ı rı l a l ıi l i r.
Ralph Holloway, l 972 'dc Tıırkana Gölü'nde bulunmu§,
çok iyi (?) bir J/omo habilis iirıw ğ i olan ve yaklaşık 2 milyon
yaşında olduğu sapıanan kafat ası 1 'l70'in beyin §eklini incele­
di (bkz. §eki! 2.2). Beyin k ı ı ı ı ıs ı r ı ı ı ı n i ç yüzeyinde Broca alanı­
nın izini saplamaktan lite, lwynin s o l -sağ §ekillenınesinde de
hafif bir asiınelri buld u. B ı ı , 1/unın lıa b ilis ' in modern §empan­
zelerin soluma-haykırıııa-l ıoır ı ı ı rl ı ıdan çok daha fazla ileli§im
aracına sahip olduğunu giisı ı·riyordu . H olloway, Human Ne­
urobiology'de yay ı n l ana n lıir bi ld iride, dilin ne zaman ve nasıl
ortaya çı klı ğ ı n ı kanı ı l a nıaı ı ı r ı ol anaksızlığına kar§ın, dilin ortaya
ç ı kı ş ı n ı n " paleon ı olojik :-':ı·ı;rıı i�in deri n l i klerin e " uzanııı ası n ı n

13R
mümkün olduğunu belirtti. Holloway, bu evrim çizgisinin A ust­
ralopithecus'la başlamış olabileceğini söylüyordu , ama ben
onunla aynı fikirde değilim. Bu kitapta şu ana dek yer verilen
tüm tartışmalar, Homo cinsinin ortaya çıkışıyla birlikte, İnsangil
uyarianınasında önemli bir değişim yaşandığına işaret ediyor.
Dolayısıyla ben, ancak Homo kabilis'in · evrilmesiyle bir tür ko­
nuşma dilinin oluşmaya başladığını düşünüyorum. Bickerton
gibi ben de bunun bir tür öndil, içeriği ve yapısı basit, ama in­
sansımaymunların ve A ustralopithecus 'ların ötesine geçmiş bir
iletişim aracı olduğunu sanıyoru m .
Nicholas Toth'un, 2 . B ölüm 'de de sözü edilen, olağanüstü
özenli ve yenilikçi alet yapma d e n ı�y lı � r i beyin asimetrisinin er­
,

ken İnsanlarda da görüldüğü fikrini destekl iyor. Toth'un taş


alet yapımı çalışmaları, Olduvan kiilt ii r ii uygulamacılarının ge­
nellikle sağ elli olduklarını ve dolayısıyla, sol beyinlerinin biraz
daha büyük olacağını gösterdi. Tot l ı ' ı ı ı ı l ı u kon u daki gözlemle­
ri şöyleydi: 11 Alet yapma davranı�l arı n ı n da g iis le rd i ği gibi, er­
ken alet yapımcılarında beyin kanalla� ı ı ı ası ol ı ı � nı ll§l ı ı . Bu, ola­
sılıkla dil yelisinin de ortaya çıkmaya lıa!-iladı�ıııı gösteren bir
işarettir. 11
Fosil beyinlerinden elde edilen ka n ı ı la r l ıı · ı ı i , dilin llomo
cinsinin ilk ortaya çıkışıyla birlikte gd i�ıııı·yı� ) ı;ı§lad ığına ikna
etti. En azından, bu kanıtlarda, d i l i n ı·rkı·n ı l i i ı l l ' ı ı ı lerıle ortaya
çıktığı savına kar§ıt bir şey görem iyonız . /\ n ıa ya sı�s o rganl arı :
Gırılak, yutak, dil ve dudaklar? Bunlar ı l a, ikinı·i i i ı w ıııli analo­
mik bilgi kaynağını oluşturuyor (bkz §ı� kil 7. 1 ) .
İnsanlar, gı rılağın boğazın alı bölii ııı iinılı· yn al nıası ve do­
layısıyla, yutak adı verilen geniş bir ses oı bl 'ığı yaral ması saye­
sinde, pek çok ses çıkarabilirler. New York' ıaki M ou n t Sınai
Hastanesi Tıp Fakiil t esi'nden Jeffrey 1 ,ai t ı ı ı an , Brown Üniversi­
tesi'nden Ph i l i p Li d ıerman ve Yale'clen E ı l ı ı ı u n d Crelin'in ye­
nilikçi çalı§ııı aları , lıdi rgin , ayrıntılı l ı i r koıı ı ı 1 ı ıı <ı yaratılmasın­
da geniş lıir y u l ağın anahtar rol oynadığı ı ı ı gi is t e riyor . Bu araş­
tırmacılar canlı yara l ı kların ve insan fos i l i n i n i n ses yolu anato-

1 39
Üs)Yut �utıaak
k

<;ıı ılak 1

SP� '
kıvrııııı Sc·s
kıvrııııı

ŞEKi L 7 . 1
Ses yolu. Soldaki §empaıızede, ti'ı ı ı ı ı ı ı e melilenle olduğu gibi, gııtlağıı ı bo ğa ­

zııı list kısımlanııda yer aldığı bir 5l'S yolu bıılııııı ır. Bıı, aynı a n d a lıcın solu­
nıaya lıem de içıııeyc izin vere u , a ı ı ı a y uıa k bo§luğuııda yaratılabilecek ses
sayısını kısıtlayan bir y a p ı d ı r. İ ı ısa ı ı , gırılağı ı ı lıoğazııı al ı kısımlanııda yer
aldığı tek tiirdiir. Sonuçta i ı ıs a ı ı l a r a y ı ı ı a ı ı d a lwııı şolııyup lıcııı de içc ıı ı ez ­

ler, ama ço k dalıa fazla sayıda sı·s ı;ıkaral ıili dn. 1/omo crectus'taıı önceki
,
t iinı insan tiidt·ri ı ıde gırtla k . �t· ı ı q ı;ıı ızt· kııı ı ı ı ı ı u u ıd a d ı r. (J . Lai t m aıı P . Can­
non ve H. Tl ıoıııas)

mileri üzerinde kapsaml ı bir araştırma gerçekleş t i rdiler ve i ki­


sinin birbirinden çok farklı olduğunu gördüler. İ nsan dışında
tüm m emelilerde, gı rtlak boğazın üst kısm ında yer al ı r ve b u
da, hayvan ın aynı anda hem sol uyup hem içebilmesini sağlar.
Ama yutak boşluğu n u n kiiı;; iikl iiğii , yaratılab ilecek ses alanını
kısıtlar. Dolayısıyla, memeiiierin çoğu nda, gırtlakta yarat ıl an
seslerin değiştirilmesi ağız boşluğunun ve d udakları n şekl ine
bağl ı d ı r. Gı rtlağın boğazı n alt kısmında yer alması i n sanların
daha çok ses çıkarabil mel eri n i sağlar, ama aynı anda hem so­
luyup hem de içmemizi eııgdl ı!r. Böyle bir şey yaplığını ızda
boğulabiliriz.
İ nsan bebekleri , ıne ın elilı�r gibi, boğazın üst kısm ınıla yer
alan bir gırılakla doğarlar ve dolayısıyla, aynı anda hem solu-

140
yup, hem içebilirl er; zaten, süt ernerken ikisini de yapabil me­
leri gerekir. Yaklaşık on sekizinci aydan it ibaren gırtlak boğa­
zın alt kısı mlarına kaymaya başlar ve yetişkin konu m una, ço­
cuk yakla§ık on dört ya§ı ndayken ulaşı r. Ara§Lırmacılar, insa­
nın erken dönem ataları nın boğazları nda gırtlağın kon u m u n u
saptayabilmeleri d u r u m unda, türün seslendi rnıe ve d i l yeLisi
kon usunda bazı sonuçlara ulaşabilect·kl erini fark etıiler. Ses
organların ı n fosilleşnıeyen yum uşak dokulardan - kı kı rdak,
kas ve et- olu§nıası ncdı·niyle, Inı oldukç:a güç bir i§Li . Yine
de, eski kafalarda, kafatası n ı n dibinde, yani lıasikranyumda
yer alan çok önemli lıir i pı ıc ı ı giiriil i'ı yor. Temel memeli mode­
linde kafatası nın a l t kısmı d iizd i'ı r. i n sanlardaysa, belirgin §e­
kilde kavisl i . Dolayısıyla, fosi l i nsan t ii rlı:ri nde basikranyum
§ekli , ses çıkarabilme y e t ı : ı wğ i n i ıı d iizcy i ı ı i giisterir.
İ nsan fosillerini in cel ı: yc n La i t ı ı ı a ı ı , A u5lmlopiıhecııs'taki
basikrany u m u n düz olduğu n u giird i i . l l i ğı ·r pek çok lıiyol ojik
özellikLe olduğu gilıi, b u aç:ıdan d a i ı ı s a ı ı s ı ı ı ı ay ıııurı gibiydiler
ve i nsansı m ay m u nlar gilıi, onl a rı n da sı·sli i l ı · ı i�i ı ı ı i kısıtlı olma­
lıydı. A ııstralopithecus'lar, insan koıı ıı�ı ııa ı ııodı · l i ı ı ı : özgü ev­
rensel ünlü seslerinin baz ı ları nı ç ı ka ra ı ı ı ayal'aklard ı . La i ı ın an,
§U sonuca vard ı : " Fosil ka l ı n tıl a rı nda l a ı ı ı a ı ı l a ı ı ı ı y l a ı : ğ r i l nı iş
bir basikranyum ilk olarak, yak l a�ı k : w o . ooo i l ı : IJ-00. 000 y ı l
önce, arkaik Homo sapiens adını vı·rd i ğ i ı ı ı i z i ı ısaı ı l arda gii r i i l ­
mektedi r . " Yani, anatomik açıdan ı ı ı ot lı· rı ı i ı ısa ı ı l a rı ıı cv ril me­
sinden önce or,taya çıkan arkaik sapic11.1 l i i rl n i ı ı i ı ı l a ıı ı anl am ıy­
la modern bir dilleri var mıydı? B u , pı:k olası giiri'ı ı ı ııı iiyor.
Basikranyum şeklindeki deği§i m , l ı i l i ı w ı ı ı·ıı ı·ski 1/omo erec­
tııs örneği oları , kuzey Kenya'da bulu n a r ı vı· y a kla � ı k 2 m ilyon
yıl öncesindt:n ka l ı ı ı a kafatası 3 7 33 'tt: giiriil iiyor. Bu inceleme­
ye göre Inı 1/omo acctus bireyi, bazı ii ı ı l i i sı·slni çı karma yete­
neği ne sahipt i . Lai t nı an , erkenHomo ı•rt•ı·tw 'ta gı rtlak konu­
m u n u n , al tı y a�ı ı ı d a ki modern bir çoc ı ı ğ ı ı ı ı gırtlak kon u m u na
e§değer olacağını lwsaplıyor. Ne yazık ki, � � � ana dek eksiksiz
bir habihç l w yi ıı kııt ıısu bulunamaması ı w d ı : n iyle Homo habi- ,

141
lis hakkı nda hiçbir §ey söylenemiyor. B e n , en erken Homo ' y a
ait eksiksiz bir b e y i n kutusu bulduğu m uzda, tabanda eğrilme
ba§langıcı göreceğimizi tah m i n ediyor u m . İ lkel b i r konu§ma di­
li yetisi, Homo ' n u n ortaya çıkı§ıyla birlikte ba§lamı§ olmalı .
Bu evrim dizisi içinde açık bir paradoks görüyoruz. Basik­
ranyumlarına bakılırsa, N eanderthallerin sözel becerileri , ken­
dilerinden yüz b inlerce yıl önce ya§aını§ olan diğer arkaik sapi­
ens'lere göre daha geriydi. N eanderthallerde basikranyum eğ­
rilmesi, Homo erecıus' tan bile daha az düzeydeydi . N eandert­
haller gerileyerek, atalaı·ın a göre konu§ma yeteneklerin i kay­
betmi§ler miydi? (Gerçekten de kimi antropologlar, N eandert­
h allerin soylarının tüke n m esiyle, dil yete neklerin i n alt d üzeyde
olması arasında bağlantı kurulabileceğini söylüyorlar.) Bu tür
evrimsel bir gerileme pek olası görül m üyor; bu tipte ba§ka hiç­
bir örnek görem iyoruz. Yanıtı, N canderthal yüz ve beyin kutu­
su anatomisinde bulmamız daha olası . Soğuk iklime bir uyar­
lanma olarak, N eander l h alin yüzünün orta kısmı a§ırı derecede
çıkıntılıdır. Bu yapı, b u r u n geçişlerinin geni§lemesini ve dola­
yısıyla, soğuk havanı n ısııılnıasını ve dı ş a rı verilen soluktaki n e­
min yoğunla§masını sağlar . Bu yapı basikranyum §eklini, türün
dil yetisin i önemli oran d a azaltınadan eıkilt�nı i ş olabili r. An tro­
pologlar bu noktayı hala ıartı§ıyor.
Kısacası anatom i k kanıtlar, dilin el·ken dönemlerde ortaya
çıktığını ve ardından , dil yeteneklerin i n a§amalı olarak geli§ti­
ğin i dü§ündürüyor. Ama alet teknolojisi ve sanalsal i fade konu­
sundaki arkeoloj i k kalıntılardan , genellikle farklı bir öykü çıkı­
yor.
Daha önce de belirıtiğim gibi dil fosille§mese bile, insan eli­
nin ürünleri ilkesel olarak, dil hakkında bazı içgörüler sun abi­
lir. Bir önceki bölümdeki gibi , sanatsal ifadeden söz ederken,
modern i n san zihninin i§leyi§irıin bilincindeyiz; bu da, modern
bir dil düzeyine i§aret ediyor. Ta§ aletler de, alet yapımeıları­
nın dil yetileri hakkında bir aıılayı§ sağlayabilir m i ?
1 976'da, N ew York Bilimler Akadem isi 'nde dilin kökeni ve
doğası hakkında bir bildiri s u n ması istenen Gly n n Isaac'ın ya-

1 42
mdaması gereken de buydu. Isaac, yaklaşı k 2 milyon yıl önce­
ki ba§langıcından 3 5.000 yıl önceki Ü st Paleolitik devri mine
dek süren La§ alet kültürlerin i n karma§ıklığını gözden geçi rdi .
B u i n sanların aletlerle yaplı klan i§lerden çok, aletiere verdikl e­
ri düzenle ilgileniyord u . Düzenleme insani bir saplantıdır; b u ,
en i nce ayrı ntıl arıyla gel i§mݧ b i r kon u§ma d il i gerektiren bir
davranı§ biçi midir. Dil ol masa, insanları n koyduğu keyfi düzen
de olamazdı .
Arkeoluj i k kalıntılar, d ii zen verm e n i n i nsanı n tarihöncesin­
de çok yava§ - adeta b u zul hızıyl a - geli§Lİğini gösteriyor. 2.
Bölüm'de, 2 . 5 m ilyon ile yaklw�ık l .tl. milyon yıl öncesi arasın­
daki Oldovan aleılerinin fı rsaıçı l ı i r d oğ aya sahi p oldu klannı
görmܧtük. Alet yapımcıl a rı n ın aldİn §Ckl ine önem vermedik­
leri ve daha çok, keskin yon�alar ii r d ı ı w y i amaçl adıkları görü­
lüyor. Kazıcılar, kesiciler ve d iskll'r �i lı i 11 çekirdek 11 aletler b u
sürecin y a n ürünleriyd i . Oldovan kii l l ii rii ııii izleyen ve yakl a§ık
2 50.000 yıl öncesine dek süren Aı·lwıılı·ı�ıı kiil ı ii r ii aletlerinde
d e ancak asgari d üzeyde bir §ekil �ii r i i l i i y o r. Damla şekl i ndeki
el baltası büyük olasılıkla, bir Lür zi l ı i ıı sı·l kal ı l ıa �iire iiretilmi§­
t i , ama gruptaki d iğer aletlerin çoğu ıwk çok açı ı la n Oldovan
kültürüne benziyord u ; dahası, A cl w ı ı l ı ·ı · r ı alı·ı kıılıısııııda an­
cak b i r düzine alet biçim i görülüyord ı ı . Yakla�ık 2!>0.000 yıl
öncesinden i t i baren, araların d a N earıılnılıallni ıı d1� l ıu l u n d u­
ğu arkaik sapiens b ireyleri önceden l ı azı ıl aıııı ı ı� y o ıı� al a r dan
aletler yapmaya ba§ladılar. M o uste r i e ı ı 'i di' iı; n ı · r ı I n ı �ru plar­
da belki altını§ alet tipi saptanabilıni§I İ . Aıııa ı i p l ı r 200.000
-

yılı a§kın b i r süre deği§medi; tam bir insan zilı ı ı i ı ı in varlığını


yadsır gibi görü nen bir teknoloj i k d u rağa n l ı k ı liiıwıııiydi b u .
Yenilikçilik v e keyfi düzen ancak :J S .OOO yıl ii ıı c e , Ü st Pa­
kültii rl erin sahneye çıkmasıyla l ı i rl ikıı� yay �ı n l aşlı . Yeni
leolitik
ve daha i ncd ikli alet türlerinin yapılması ı ı ı laıı iitı�, Ü st Paleoli­
tik döneme öz�ii alet grupları yüz binlcrcı� yıl değil, b inlerce
yıllık bir zaman iilç•�ği içinde değݧm i§l i . l saaı:, bu teknolojik
çe§ itlilik ve ı lı�ği�i ııı m odelinin, bir t ü r koııtı§ıııa dilinin a§amalı

1 43
olarak ortaya çıkmasına i§aret ettiğini dü§ünüyor ve Ü st Pale­
olitik Devri m i ' n i n bu evrim çizgisinde önemli bir dönüm n okta­
sı olu§turduğunu savunuyordu . Çoğu arkeolog bu yoru m u ka­
bul etmektedir; ancak, erken alet yapımcılannın konu§ma d ili
düzeyleri kon usunda farklı fikirler vardır; tabii, gerçekten b i r
dilleri varsa.
Colorado Ü niversitesi'nden Thomas Wynn , N icholas
Toth'un tersine, Oldovan kültü r ü n ü n genel özellikleriyle i nsan
değil, i nsansı m ay m u n benzeri olduğuna i n an ıyor. Man dergi­
sinde l 989'da yayınlanan bir m akalede, " Bu tabloda dil gibi
unsurlan varsay mamız gerekmez, " diyor. B u basit aletlerin ya­
pı m ının çok az bili§sel yeti gerektirdiği ni ve dolayısıyla, hiçbir
§ekilde i nsana özgü ol madığı nı savunuyor. Yine de, Acheuleen
el baltalannın yapı m ı nda " insana özgü bir §eyler" olduğu n u
kabulleniyor: " B unun g i b i i nsan eserleri, yapı mcının ü r ü n ü n
nihai §ekline önem ıwnliğini ve o n u n bu amaçlılığı n ı , Homo
erectus'un zih nine ac,-ılan kiic,-ii k l ı i r pencere olarak kullanabile­
ceğimizi göste riyor. " Wyıın, 1/omo crertus ' u n bili§sel yetisi n i ,
Acheuleen alt'L i t-ri n i n yapı m ı n ı n gen�ktird iği z i h i nsel kapasiteyi
temel alarak, y ı · d i ya�ı rıdaki l ı i r m o d e rn insana denk görüyor.
Yedi ya�ırıdaki c,- o c ı ı k l a r gö n d e r m e (referans) ve gramer gibi,
,

kayda değer d i l l wl"erilerinc sahiptirl e r v e işaretiere ya da ha­


reketlere gerek duymadan konıı§ma n oktasına yakı ııdı rlar. B u
bağlam içinde, J effrey Lai t m a n ' ı n , basikrany u m §eklini temel
alarak, Homo erectus ' u n dil yetisin i altı ya§ındaki modern b i r
i nsanın d i l yetisine C § görd üğünü hatırlamak ilgi çekici olacak­
tır.
Şekil 7 . 2 ' de verilen bu kanı tlar bizi nereye yönlendiriyor?
Arkeolajik kalıntıların yal n ı zca teknolojik u nsurunu kılavuz
alırsak, dilin erken dönemlerde ortaya çıktığın ı , insanı n tari­
höncesinin büyük böl li m ii lıoyunca yava§ yava§ ilerlediği n i ve
görece yakın zamanlarda l ı i i y iik bir geli§me geçirdiğin i d li§Ü­
nebiliriz. B u , anatomik kanıtlardan türetilen h ipotezden ö d ü n
verilmesi anlam ı n a geliyor. A m a arkeoloji k kalıntılar böyle bir
ödüne yer bırakmıyor. Kayal ık korunaklara ya da mağaralara

144
t
Mı ııı:oılf•ric·ıı

Olduvan

3 2
�1ilpııılaıroı � ıl iiıwı·

-- Ta� oılı·ılniııiıı �·· � •·" '


\1' ı-lawlarıliza.. � ı ııııı
"Saııaı" ı ı l ıjı·lı·ri iirı·liıııi

(a )

1\ıı ... ı ı . ı lo- //m11u 1\ı-l-.aik


ı •llt-1"11"1,11 /ıuJ,fı, lflllııo t'll'd/U .HifJit•IJS
t 'Ic ı oıı

�· �� l l- Nı·oıııılı·ı1lı;ıl
.....

1//11/1111 ·��Illi �ii� ı ni


:.ı 2
L-,. _ L_-----'-----"'-' '4 0 ]�
.) lhı,ı;iiıı
- - - - B··� iıı llii� ii�l iij!ii
-- Hı ·� i ı ı n q,!;llliz:ı ... � nıııı
• Bnwa lıiil�ı ·:-iııiıı ' a rlıj!:ı
- - - - Olı,ıılııııı ·: nıı�Lıl.ıı
--- Toı lııııııı ı·dıl··ıı ''"�l�ılaı

(l ı )

ŞEKi L 7.2
Üç ka n ı t d i z i s i . j
,\ ı k . . ı ı l ı ı i k kalıııtı (a)ııın kılav ıız al ı ı ı ıııası d ı ı nım uııda, d i l iıı­
saı ı ı ıı l a r i l ı i i ı wı·s i ı ı i ı ı ) a k ı n zaıııaıılarıııda ve l ı ı z l a url a y a ı.; ı k ı ı ı ı §tır. Beyin d ii­
zeııi V!' l ıt�) i ı ı l ım ı ı l ı ı ı ıa da i r lıilgilerse (b) d i ldı · , llo mo C"İı ısiyle birlikte ba§­
l aya ı ı a�a ı ı ı a l ı l ı i ı gı · l i � ı ı ı cyı· ݧaret eder. Beıızl'l' 'i' · k i l d .. , ses yolu evrimi de
erken bir lı a � L ı ı ı gw a i�;ııTt l ' l ı ııektedir.

i ı ı.•aııııı KiiJ.. ı ·ı ı i . F: l O 1 45
yapılmış resim ve oymalar, kalıntılard a 3 5 . 000 yıl öncesi nden
i tibare n , b i rdenbire görülüyor. Aşıboyası sopa ya da kemik
nesnelerin üzerine kazı n m ı ş eğriler gibi, daha önceki sanat
eserlerine dair kanı tlar, en iyi olasılıkla ender v e e n kötü olası­
l ı kla da kuşkuludur.
Sanatsal ifadenin - sözgelim i , Avuslralyalı arkeolog Iain
Davidson'ın ısrarla savunduğu gib i - konuşma diline ilişkin tek
güvenilir gösterge olarak alı n ması durumunda dil, ancak yakın
zamanlarda tamamen m odern hale gelmiş, bunun da ötesinde,
başlangıcı yakın zamanlarda olmuştur. N ew England Ü n iversi­
tesi'nden çalışma arkadaşı William N oble'la birlikte yazdıklan
yakın tarihli bir bildiride şöyle diyorlar: " Tarihöncesinde nes­
. nelere benzeyen i m gelerin yapılması ancak, ortak anlamlar sis­
temlerine sahip topluluklarda ortaya çıkmış olabilirdi . " " Ortak
anlamlar sistemleri " elbette, dil sayesinde yaratılabilird i . D a­
vidson ve N oble , sanatı dilin olanaklı kıldığını değil, sanatsal
i fadenin, göndermeli dilin gel işmesini sağlayan bir ortam oldu­
ğunu savunuyorlar. Sanat dilden öııc:e gelmeli, ya da en azın­
dan , dille koşut olarak ortaya ı;.� ıknıalıyd ı . Dolayısıyla, arkeolo­
jik kalıntilarda sanatın ilk ortaya çıkışı, günderıneli kon uşma
dilinin de ilk ortaya çıkışı n a işaret eder.

İ nsan dilindeki evrim i n yapısı ve zamanlamasıyla ilgili pek


çok hipotez var; b u da, kanı tl arın ya d a en azı ndan kan ı tların
bir kısmı n ı n yanlış yorumlamlığını gösteriyor. B u yanlış yorum­
lamaları n getirdiği karmaşı klık ne ol u rsa olsun, dilin kökeninin
karmaşıklığı hakkında yeni lıir anlayış gelişiyor. Wenner-Gren
A n tropoloj i k Araştırmalar V akfı ' n ı n d üzenlediği ve M art
1 990'da gerçekl eştirilen önerıı l i bir konferansın , ileri yıllardaki
tartışmal ar ı n akışını beli rledij:i;i görülecektir. " İ nsan Evri minde
Aletler, Dil ve B ilişi m " başl ıklı konferansta, i nsanın tarihönce­
sinin bu önemli konulan arasında bağlantı kuruld u . Konferan­
sın düzenleyicilerinden Kaılıleen Gibson bu kon u m u şöyle La-

146
n ımlıyor: 11 İ nsan sosyal zekasın ı n , alet kullanımının ve d ili n ,
beyin boyutunda nicel geli§meyle ve bununla ilgili b ilgi i§leme
yetisiyle bağlantılı ol m ası nedeniyle, içlerinden hiçbiri tek ba§ı­
na, M inerva'nın Zeus ' u n ba§ından doğması gibi, eksiksiz halde
ve birdenbire ortaya çıkmı§ olamaz. Beyin boyulu gibi bu ente­
lektüel yetilerin her biri de kademelİ olarak geli§mi§ olmal ı .
Dahası, b u yetilerin birbirl erine bağımlı olm aları nedeniyle, iç­
lerinden hiçbiri m odern karma§ıklık düzeyine tek ba§ı n a ula§­
mı§ olamaz. 11 Bu kar§ılıklı bağı mlılıkları çözümlernek zorlu bir
sava§ım olacaktır.
Daha önce de belirıtiğinı gilıi burada, tarihöncesin i n yeni­
den olu§turul m asından çok daha fazlası; kendim ize ve doğada­
ki yeri mize dair bakı§ açını ız da siiz konusu. İ nsanları özel gör­
mek isteyenler, d ilde yakın tarihli vı� ani lıir l nı§l angıca i§aret
eden delilleri ben i nıseyeeeklerd i r. İ nsanın doğanın geri kalan
kısmıyla bağlantısını reddetnıeyenlnse, I nı lı�ınel i nsan yelisi­
nin erken dönemlerde ve U§amalı olarak gdi§ıııesi fikr i n den ra­
hatsızlık duymayacaklardır. Doğa n ı n l ı i r garipl iği soı ı ııcu 1/omo
habilis ve Homo erectus toplulukl an ldlfı var olsaydı , herhalde,
çe§itli düzeylerde göndermeli dil k u l landıkla rı n ı giirii n l ü k . B u
durumda, bizimle doğan ı n geri kalan kıs ını arası ndaki u��urum
bizzat kendi atalarım ı z tarafından kapalı lıııı§ o l ı ı r d ı ı
.

1 47
8 . BÖLÜM

ZiHNiN KÖKENi

Yeryüzündeki yaşam tarihinde üç önemli devri m goruruz.


Bunlardan ilki , yaklaşık 3 . 5 m ilyar yıldan önceki b i r dönemde
yaşamın ortaya çıkmasıd ı r. M i kroorganizmalar şeklindeki ya­
şam, önceden yalnızca kimya ve fiziğin işled iği bir d ünyada
önemli bir güç old u . İ kinci devri m , yaklaşık yarım m ilyar yıl
önce çokhücreli organizmal arı n o r t a ya çıkm asıydı. Çeşitli şekil
ve boyutta bitki ve hayvanların ortaya ı;ıkarak verimli bir eko­
sistemde etkileşim e gi rmeleriyle l ı i rl i kıı� yaşam karmaşıklaştı.
Son 2 . 5 m ilyon içindeki bir s ü rcı;lt� i nsan l ıilincinin ortaya çık­
ması da üçüncü olaydı r . Yaşanı kPru l i n i n l ıilincine vardı ve do­
ğayı kendi amaçları için dönüşlii rıı w yı� l ıaşladı .
Bilinç nedir? Daha derine incrsı·k, ı wy ı� _yarar'? işlf'vi nedir?
Hepimizi n yaşamı bili nçlilik, ya da kı · ndin i lıilrııe aracıl ığıyla
duyumsadığım ı z göz önüne alınd ı ğ ı n d a , l ı ı ı s orıı l a r garip görü­
nebilir. Bilinç, yaşam ım ızda öylesi nı� iirwıııli l ı i r giiçl iir ki, d ii­
şünsel bilinç adını verdiği miz öznel d ı ı y ı ı r n ı ı n ol m adığı l ı i r var­
lığı hayal bile edemeyiz. Ö znel ol a ra k l ı i iylı·siru� giiı,.�l i i , ama
nesnel olarak d a o kadar belirsiz ve gı�çil ' i . Bili nı;, lıiliııı i nsan­
larına, kimileri n i n çözü mlenemez oldıığı ı r ı ı ı di i!-i iin d ii k le r i bir
ikilem sunuyor. I lepimizin yaşadığı ke ndini lıilırw d ı ı ygusu öy­
lesine parlaktır ki , düşündüğümüz ve yapl ığıııı ı z lu�r şeyi ay­
d ı n laıır; ama yine de, bildiğim kadarıyla, ıwsıwl olarak hepimi­
zin aynı d ı r y u mları yaşaması olanaklı dı�ğild ir.
Bilimciler vı� fel sefeciler yıllarca, lur d l 'ği!-ikı�n olguyu anla­
maya çalışır lar. B i r kişinin kendi zilıi rısd d ı ı nı ınlarını izleme
yeteneği iizı�rirıdı� odaklanan kılgısal tan ı r ır l ar nesnel olarak bir
açıdan uygu n ola l ıilir, ama kendimizi n ve varl ığımızın farkında

149
olduğum uzu bilmemizle bağlanlılı d eğildirler. Zihin, benlik
duygusunun kayn ağı dır; ki m i zaman özel olan, ki m i zaman da
başkalarıyla paylaşıl a n bir d uygud u r. Zihin aynı zamanda, düş
gücü aracılığıyla, günlük yaşamın maddi nesnelerinin ö tesinde­
ki d ü nyalara erişme kanalıdır ve bize , soyut d ü n yaları Techni­
color gerçekliğine indirme aracı sunar.
Ü ç yüzyıl önce Descartes, kişi n i n kendi içinde oluşan b e n­
lik bilincinin kaynağı nın h u zursuz edici gizemini kavramaya
çalışmıştı. Felsefeciler b u i kiliğe, zihin-beden sorunu dediler.
Descartes şöyle yazmıştı: " Sanki beklen medik bir şekilde, de­
rin bir girdaba gird i m ; beni öylesine al ıüst ediyor ki , ne d ipte
kalabiliyoru m , ne d e yüzeye çıkabiliyoru m . " Onun zihin-beden
sorununa getirdiği çözü m , zihinle bedeni tam amen ayrı varlık­
lar, bir bütünü oluştura n bir ikilik ol arak tanı mlamakıı . Tufıs
Ü niversitesi'nden Daniel Dennet, Consciousness Explained adlı
yakın tarihli kitabında şöyle diyor: " I3u , bizi m bir araba edinip
onu kontrol etmemiz gilıi, l ıir l ıeden edinip onu kontrol eden
bir tür m addesiz hayalet şekl i ndeki l ı i r lıenlik vizyonuyd u . "
Descarles ay rıca,
z il ı n i yal n ızca i nsanlara özgü görüyordu ;
diğer L ü m hayvanlar ya l n ı zı - a l ı i rc r oloıııal l ı . Son yarım yüzyıl
boyu nca biyoloji ve psikol oji yı� buna l ıt�ıızı�r l ıi r göriiş egemen
oldu. Davran ışc,:ılık adı verilen lıu dünya giiriişiirıe güre, i nsan
dışındaki hayvanlar yalnızca kendi dünyaları ndaki olaylara ref­
leks tepkileri veriyorlardı ve analitik d üşünce süreçleri yokt u .
Davranışçılar, hayvan z i h n i d i y e bir ş e y olmadığını söylüyorlar­
dı; ya da olsa bile, bilimsel olarak ulaşma yolumuz yoktu ve b u
yüzden, göz ardı edilmeliyd i . B ı ı düşünce son zamanlarda, b ü­
yük oranda, hayvan dünyası n a ili şk in b u olumsuz görüşten
vazgeçilmesi için yirmi yıldır u ğraşan, Harvard Ü niversi te­
si'nden Donald Griffin sayesinde değişmeye başladı. Griffi n b u
kon u da, sonuncusu l 99 2 ' d e yayınlanan Animal Minds o l m ak
üzere üç kitap yayınladı . Cri rtl n , psikolog ve etnologların " hay­
van bilinci fikri karşısında korkudan neredeyse donakal m ı ş "
görü ndüklerini sav u n uyord u . Criffin b u n u n , bilirnde bir haya­
let gibi gezinen davranışc,:ılık cıkisinin h al a sürmesinin bir so-

1 50
nucu olduğunu söylüyor. " Bilimin diğer alanlarında kesinlik
oranı yüzde yüzün altında olan kan ı tları kabul etmek zorunda­
yız. Tarihsel bilimler böyledir; kozmolojiyi, jeolojiyi dü§ünün .
Darwin de, biyolojik evrim gerçeğini kesin §ekilde kanı tlaya­
madı . "
Antropologlar, insan biçiminin evrim i n i açıklamaya çalı§ır­
ken , sonuçta, i nsan zihninin evrimini ve özellikle, biyologların
dü§ü n m eye daha hazırlıklı old ukları hir konu olan i nsan bilin­
cini de ele alm alıdırl ar. Böyle bir olgunun i nsan beyninde na­
sıl ortaya çıktığı n ı da sormalıyız: Yan i , davranı§çıların savun­
d u klan gibi, doğa n ı n d iğer kısı rn l arında hiçbir öneeli ol madan ,
Homo sapiens'in beyn i Jl(lt� Laııı anlam ıyla olU§illU§ olarak m ı
doğdu ? Bilincin, İnsan lari lıiiıwPsinin hangi döneminde §U an­
da bildiği m i z a§amaya u l a� Lı ğıı ı ı sor a l ı i l i riz: Erken tarihlerde
ortaya çıkıp tarihöncesi boy u ı ı ı· a gidı·rı · k kı·skiıılcşti mi? Zihnin
atal arı mıza ne tür evrim avanl aj l a rı kaza ı ı d ı rd ığı nı d a sorabili­
riz. Bu soruların , d ilin gelݧinı iylı� ilgili sorı ıL ı ra ko�ul o l d u ğ u n u
fark e tmݧsİnizdir. Bu yal n ı zc a l ı i r rasl l;ıı ı l ı deği l; �:iin k ii d i l ve
dü§ünerek kendini bilmek h iç kıı�kıısıız, l ı i rl ıi rl niylı� yakından
bağlantılı olgulardır.
Bu sorulara yan ı t ararken, lıil i n ı : i ı ı 11 ı w iı� i ı ı 11 oldıığıı sorusu­
n u göz ardı edemeyiz. Dennelt'ın da sorı lıığıı g i l ı i , " Hili ııı;li l ı i r
varlığın yapı p da, o varlığın bil i nçs i z ( a ı ı ı a ı,;ok i�, i l ıazırl a ı ı nı ış)
bir simulasyonunun kendi ba§ına yap;ı ıııayal';ığı l ıi r �ı·y var ın ı ­
dır? " Oxford Ü niversitesi' nden zoolog ( { id ı ; ı rı l l lawkiııs dt� ka­
fasının karı §tığını kalıul ediyor. Orga ı ı i z ı ı ı a L ı r ı ı ı gı·kl'cği Lah­
m i n edebi l m e gereksi n i rn inelen söz ediyor; l ı ı ı , l ı i lgisayarlarcla­
ki sim ulasyonu ıı beyi nlerdeki e§değı�ri sayı:si ııdı� ı ı l a§ılan bir
yetenektir. l lawkins'e göre b u sürecin l ı i l i ı ıı�li ol ı ı ı ası gerekmi­
yor. Yine de, 11 s i rı ı u l asyon ye t isi nd e ki cv r i ı ı ı i ı ı iiznd bili nçte
doruk nokı asıııa çık nı ı § gibi görü n d ii ğ ii ı ı i i 11 kal ıı ı l ediyor. Bu­
nun olu§ma ıwdı:ı ı i ıı i n ele , modern l ıiyoloj i ı ıi ıı k a r §ıla§ t ığ ı en
zorlu gizenı oldıığı ı ıı ı ı clü§ünüyor. " Bel ki dı: lıilinç, beynin
d ü nyayla ilgili si ı ı ı ı ı l asyonu , artık keııd i s i ı ı i ı ı de bir modelini

151
içermesini gerektirecek denli eksiksiz h al e geldiği zaman orta­
ya çıkıyor. "
Tabii, bilincin herhangi bir " am açla " ortaya çıkmış olma­
ması ve yalnızca, büyük beyinierin çalışmasının bir yan ü r ü n ü
olması olasılığı d e var. Ben, böylesine güçlü bir zih insel olgu­
nun hayalla kalma açısından bazı yararlar sağladığını ve dola­
yısıyla, doğal seçi m i n bir sonucu olduğu nu savunan evrimci
bakış açısını benimserneyi yeğliyoru m . Bu tür b i r yarar bulu­
nam aması durumunda, belki de alternatif yaklaş ı m ı n - yani,
bir uyarianma işlevi olmadığı n ı n - kabul edilmesi gerekecektir.

N örobiyolog Harry Jerison, kuru topraklarda yaşamın baş­


lamasından sonra beyin evri m i n i n yörüngesi konusunda uzun
bir i nceleme yaptı . Zaman içindeki değişi m modeli oldukça
çarpıcı: Ö nemli yeni hayvansal grupların (ya da, gru plar içinde
grupların) ortaya çıkışı na genellikle, beyni n göreedi boyutun­
da, ansefalizasyon adı verilen bir sıçrama d a eşlik eder. Sözge­
l i m i , yaklaşık 230 milyon yılönce ortaya çıkan ilk arkaik me­
meliler, ortalama sü rünr;en heyninden dört il(� l ıeş kat büyük
beyiniere sahi ptiler. 50 m i l yon yıl iinn� ıııodı�rıı mem eiiieri n
ortaya çıkmasıyla birlikte, zihi nsd n11�kanizıııada d a lıuna ben­
zer bir sıçrama görüld ü . M t�ınd i k rl(� kar�ı la�ı ırıldığında pri­
matlar, en beyinli grubu olu�l ı ırııyorl a r; o rtalama memeiiiere
göre i ki kat daha ansefalize d ı ı rııındalar. Primatlar arasında en
büyük beyin , ortalamanın yakl a�ık iki katı bir boyutla, i nsansı­
m ay munlarda görülüyor. İ nsanlar da, ortalam a insansımaym u ­
na göre üç k a t d a h a ansefal izı· d ı ın ı nı d alar.
İ nsanları şimdil i k bir yaııa lıı rakırsak, evri m tarihi içerisin­
de beyin boyutunda görülen a�amalı ilerleme, daha da fazla
bir biyolojik üstünl üğedoğrıı il t�rl emenin kan ı tı olarak görüle­
bilir: Daha b üyük b eyin,dalıa akıllı yaratıklar anlam ı n a geli­
yor. Bu, m u tlak anlamda doğrı ı ol malı, ama olup bitenlere ev­
rim gözüyle bakmakta yarar var. M emeiiierin sürüngenlere gö-

1 52
re bir şekilde daha akıllı ve üstün oldukların ı , kaynakları bir
şekilde daha iyi kullandıkların ı d üşünebiliriz. Ama biyologlar
bunun doğru olmadığını anlamışlardır. Memeliler dünyadaki
nݧleri kullanınada gerçekten üstün olsalardı , cinslerin çok çe­
şitli olması gibi, bu kullanım şekilleri de çok çeşitli olmalıydı .
Ama yakın tarihlerinin bir noktasında var olmuş memeli cinsi
sayısı, daha erken bir dönemin çok başarılı sürüngenleri olan
dinozor cinsi sayısıyla ayn ı . D ahası , memeiiierin kullanabildik­
leri ekolojik n iş sayısı, d inazor ni§l eri sayısıyla karşılaştırılabi­
lir. Öyleyse, daha büyük bir beynin sağl adığı yarar nedir?
Evri mi motive eden güçlı�rden l ı i r i de t ii rl e r arasında sürek­
li bir rekabettir; bu rekal ıet sırası nda lıir t ii r , bir evri m yeniliği
sayesinde geçici bir avantaj kaza n ı r , ama l ı u n a karşı bir yeni­
likle avantaj ı n ı kaybeder ve I nı s i i n�ç si·ı n�kl i yinelenir. Sonuç­
ta, daha hızlı koşma, daha iyi giirııu�, sal d ı n l ara dah a etkili bi­
çimde karşı koym a ya da ku rnazı:a davra n m a gi l ı i daha iyi
yöntemler gelişir, ama daimi l ı i r a v a n t aj saglan a nı az . Askeri
terminolojide bu sürece silahian m a yan�ı d ı · ı ı i r : l l ı�r i ki tarafta
da silah sayısı ve silahları n etkisi artar, a ı ı ı a sonuı;t a hiçlıir La­
raf karlı çıkm az. Akademisyenler, evri ı ı ı d ı·ki a y n ı olgu y u ta­
nımlamak içi n , " silahlanm a yarı ş ı " tni ı ı1 i ı ı i l ı i yoloj i y P i t hal elli­
ler. Daha b ü y ü k beyinierin oluşm ası , s i l a l ı l a n ı ıı a yan�lanrıın
sonucu olarak görülebilir.
Ama küçük beyiniere göre büyük l w y i ı ı l n dı · d a l ı a fa rklı bir
şey olmal ı . Bu şeyi nasıl göreceğiz? .l niso ı ı , l wy i ı ı l n i n l ı i r tü­
rün kendine özgü gerçekliği yarattığı n ı d ii'iii ı ı ı ı w ı n i z gnı�ktiğini
söylüyor. Birey olarak algıladığımız d i i ıı y a a"l ı ı ı d a l ı i zi m eseri­
mizdir ve kendi deneyimlerim izle yöıwt i l i r. A y ı ı ı 'iPki lde, bir
canlı türü ola rak algıladığı mız dünya da, sal ı i p o l d ı ı g u ın u z d u­
yu kanallan n ı n doğasına tabidir. Kel el w kl t - r ı n oriitı�si ışığı gö­
rebilir; biz gii n � m ı �yiz. Dolayısıyla, kafa ın ızı ı ı içindeki dünya
- ister /lomo sapims olal ı m , ister köpek ya da kel ebek- dış
dünyadan iç ı l ii ı ı yaya bilgi akışının rı itd i ksı·l yapısı ve iç dün­
yanın bilgiyi i'ilı�ııu� ydeneğiyle oluşu r. 11 l l ı�andaki 11 gerçek

153
dü nyayla, zihinde algılanan , 11 içerideki 11 d ünya arası n d a fark
vardır.
Beyinierin evrim içinde büyümesiyle birlikte, daha çok sa­
yıda duyusal bilgi kaynağı daha eksiksiz §ekilde kullanılabi l i r
ve verileri daha ayrı ntılı §ekilde b ü tünle§ti rilebili r. Dolayısıyla
zihinsel modeller 11 d ı§arıdaki 11 ile 11 içerideki 11 gerçeklikleri , bi­
raz önce sözünü ettiğim gibi bazı kaçı nıl m az bilgi bo§l u kları ol­
sa da, daha yakından denkle§tirebilirler. İ çe yönelik bilincimiz­
le gurur d uyabiliriz; ama dünyad a ancak, beynin i zlemek için
gerekli donamma sah i p olduğu §eylerin b ilincinde olabiliriz.
Birçok kݧi dili bir ileti§im aracı olarak görse de, Jeriso n ' a göre
dil aynı zamanda, zihinsel gerçekliği mizin bilenınesini sağlayan
bir araçtır. Tıpkı görm e , koklama ve duyma d uyusal kanalları­
n ı n , kendi zihinsel dünyaların ı n ol u§turul m asında bazı hayvan
grupları için özel önem ta§ı m ası gib i , dil d e insanlarda temel
unsurdur.
Felsefe ve psikolojide, d ii§Üncenin m i dile, yoksa dilin m i
dü§ünceye dayandığı konusu nda kapsamlı bir literatür vardır.
İ nsanın bili§st>l s ii n�ı;lı·ri ı ı i ıı ıwk ı,.�oğu ıı u ıı ve belki de çoğunlu­
ğun u n , dil vehaıta l ıi l i ııı; ol ıııadaıı sürd iiğii ııe hiç ku§ku yok.
Tenis oynamak gilıi l ii ııı flzi ksı·l cı kiııl iklı�r, l ı i i yü k orand a oto­
malik olarak; yan i , l ı ı ı ıı daıı soıı ra l l l ' yapılacağı h akk ın d a sü­
rekli bir yorum yapıl ıııadaıı gı·rı;ı·klı·§l iril i r. B i r problem i n çö­
zii m ünün i nsanı n zih n i ııdc, l ıa�ka l ı i r §'�Y d ii § ii n ü rken beliri­
vermesi de, bir b a ş ka aı,.� ık iirı wkı i r . K i ıııi psikologlara göre ko­
nu§ma dili, daha tem e l l ı i r l ıi l i�iıııiıı yal n ı zca bir yan ürünüdür.
A m a dil hiç ku§kusuz, d ii§iiıwı· ıı ıısıırl arını, suskun b i r zihnin
yapam ayacağı bir §ekilde � ı · kill ı · ııdi rıı ı e ktedir; dolayısıyla, J e ri­
son vardığı sonuçta hakl ı d ı r.

Evrim çizgisi boyunca i ıısaııgil beyninde olu§an en açı k de­


ği§i m , daha önce de belirıildiği gi l ı i , boyutunun üç kat artma­
sıyd ı . A ma boyut tek dt'ğİ§İ ııı değildi ; beynin d üzenlem esi d e

154
değişti. İ nsansırnay rn unlarla insanların beyinleri aynı temel
modele göre yapılanrn ıştır. Her ikisi de sol ve sağ yarıkürelere
ayrılır ve her yarıkürede dört ayrı lop vardır: Alı n , yankafa, şa­
kak ve artkafa loplan. İ nsansı m ay m unlarda, (beynin arka tara­
fındaki) artkafa lopları alın loplarından daha b üyüktür; insan­
lardaysa tam tersine, önkafa loplan daha büyük ve artkafa lop­
ları daha küçüktür. İ nsansı rnaymun beynine karşın i nsan bey­
ninin ortaya çıkmasında hu ayrı m ı n etkili olduğu varsayılm ak­
tadır. Yapıdaki b u değişi min i nsanın tarihöncesinde ne zaman
oluştuğun u bilseydik, insan zi h n i n i n ortaya çıkışına dair bir
i pucu bulabilirdik.
Şansırnıza, beyn in dış yiizcyi, kafatasının iç y üzeyindeki
hatlarının bir haritasını b ır ak ı y o r Fosilleşmiş lıir beyin kutusu­
.

nun iç yüzeyi n i n lateks kal ıl ı ı n ı al arak l ıcynin i m gesini çıkar­


mak m ü m kündür. Dean Faik, C ii ıw y vı� l loğıı i\ frika'da bulun­
muş bir dizi fosil beyi n kutusu iizl'ri ndı· yapl ığı araştı rmalarda
çarpıcı sonuçlara ulaştı. Faik, al ın vı· arı kafa luplan n ı n karşı­
laştırmalı b üyükl ü klerine gönderı ııı� yaparak, A u.�tralopillıerus
ır

beyni temelde, insansı may rn u n lıenwri l ıir diizı·nlcıııı�ye sa­


hip, ır d iyor. " En erken Homo türii rıdı·ysı· i ı ı saıısı l ı i r d ü zenle­
me görülüyor. "
İ l k Homo türünün ortaya çıkmasıyla l ı i rl i kıe i ıısaııgil l ıiyolo­
jisinin beden yapısı ve gelişme rnodellı�ri g i l ıi pl'k ı;ok yiiı ı i i ı ı ii n
değiştiğin i görrnüştük; bence bunlar, ycıı i l ı i r ı ıyarl a ıı ı ı ı a ıı işi
olan avcılık ve toplayıcılığa geçişi işaret ı�ı lı·ıı dı·ği�i ııılndir. B ı ı
noktada beynin boyutunun yanı sıra d iizı·ı ı i ı ı i ı ı d ı · ı lı·ğişnıesi
tutarlı b i r gelişi rndir ve biyoloj i k açıdan ı ı ı a ı ı ı ı h.lıc lı r. A ıı ı a l ı ıı
noktada insan ziluıinin ne oranda gelişm i ş olc l ı ı ğ ı ı ı ı ı ı saplaıııak
o kadar kolay dt�ğil . Bu soruyu ele alnı adarı iiııı·ı·, ı·ıı yakın ak­
rabaları mız oları i ıısansırr:ay m u nların z i l ı i ı ılı�ri l ıakkıııda bilgi
edinmeliyiz.

1 55
Prim atlar sosyal yaratıklardır. Bir m ay m u n topluluğunda
yalnızca birkaç saat geçirmek bile, sosyal etkileşim i n grup üye­
leri için ne kadar önemli olduğun u anlamaya yeter. Kurulu itti­
fakl ar sü rekli sınanır ve korunur; yeni ittifaklar aranı r; dostlara
yard ı m edilir, rakipiere meydan okunur ve çiftleşm e fırsatları
için sürekli uyanık kalınır.
Pennsylvania Ü niversitesi primatologları Dorothy Cheney ve
Robert Seyfarth yıllarca, Kenya' daki Amboseli Ulusal Par­
k.ı' ndaki pek çok bıyıklı m ay m u n grubunun yaşamların ı izleyip
kaydettiler. Genellikle saldırganca olan ani etkinlik patlamaları,
maymunları kayılsızca izleyen birine sosyal kargaşa gibi görü­
nebilir. Ama gru ptaki bi reyleri tanıyan, kimin ki minle akraba
olduğunu ve ittifaklada rekabetierin yapısını bilen C heney ve
Seyfarth, görünürdeki kargaşadan anlam çıkarabiliyorlar. Tipik
bir karşılaşmayı şöyle betiml iyorlar: " N ewton adındaki bir dişi,
bir m eyve için rekabet ederken Tycho adlı başka bir dişiye sal­
dı rabilir. T-ycho kaçarken , N ewton ' ı n kız kardeşi Charing Cross
rakibin kovatanmasında o·na yard ı m a koşar. Bu arada, N ew­
ton'ın kız kardeşlerinden bir diğeri olan Wormwood Scrubs,
Tycho'nun, 20 met re ileride yemek yemekle olan kız kardeşi
·
Holborn'a doğru koşar ve kafası n a v ı ı n ı r. "
İ ki birey arasındaki lıir c;at ı�rı ı a olarak �iiriilen şey kısa za­
manda büy;jyerek arkadaşlarl a akralıalara yayıl ı r ve yakın za­
manlarda yaşan mış benzer saldırganlık ııi)betlerirı·den de e tki­
lenmiş olabilir. Cli eney ve S.-yfarı l ı , " M Jy � unlar, diğer bir
mayınunun davranışları n ı iiıwı·dı�ıı t a l ı ı_tıj n etmekten öte, ilişki­
lerini de saptamak zoru nd a l a r , "d i yorl ar. " Kesi nlikle rastlantı­
sal olmayan böyle bir karrııa�ayla karşı karşıya kalan bir m ay­
m u n , kirnin kendisinin iis t ii ı ı dı· vı� kirnin altında olduğu nu bil­
mekle yetineınez; ki rnin kirıı i ı ıi P rıı iitlefik olduğunu ve rakibine
kimlerin yardı m edebileceği n i dı� bil melidir. " Cam bridge Ü ni­
versitesi'nden psikolog N iı-lıolas l l u ınphrey d e , sosyal ittifakla­
rı izlemenin getirdiği zilıi ı ı sı�l zorunlulı.iklarm':ı pri ın atolojideki
bir paradoksun anah tarı oldıığııııu sav unuyor. '
H u nı phrey bu paradoks koıı ıısunda şunları söylüyor: " La-

156
boratuvardaki yapay koşullar altında antropoid insansımay­
m u nların etkileyici bir yaratıcı akıl yürütme gücüne sahip ol­
dukları defalarca gösterildi; ama bu zeka gösterileri aynı hay­
vanların doğal ortamlarındaki davranışlarında görül müyor.
Açık sahadaki bir şem panzenin biyolojik açıdan önemli pratik
bir sorumin çöz ü m ü nde çıkarsa m alı akıl yürütme yetisini kul­
landığını gösteren bir örnek henüz duymadı m . " H u m ph rey,
aynı şeyin i nsanlar için de söylenebileceğini belirtiyor. Sözgeli­
m i , Einstein'ın, primatologların şem panzeleri gözledikleri şekil­
de gözlendiği n i varsayalım . Gözlemci bu büyük adamı n deha
parıltılarını çok en der görebil eeekıir. " [ Dehasını) kullanmıyor­
du, çünkü sıradan gündelik i§ler dii nyasında kullanmasına ge­
rek yoktu . "
İ nsanlar d a dahil olmak iiwre primalların gerçekte gerekti­
ğinden daha akıllı olmalarında ya dogal seçimin cömertliği et­
kili oldu , ya da, günlük yaşamları eıııdı�kı iid açıdan , dışarıdan
bakan bir gözlemcinin göreccği rı ı b ı d a l ı a fazla �ey gerektiri­
yord u . H u mphrey b u iki alternaı ifıı�ıı ikiııı: isi ı ı i ıı doğru olduğu­
na; yani, primat yaşamının sosyal ba ğ l a rı ı ı ı ı ı zorl u l ı i r enielek­
tüel savaşım gerektirdiğine i nanıyor. l l ı ı ı ı ı p l m �y e giire yaralıcı
'

zekan ı n birincil rolü , " topl u m u bir arada ı ı ı ı ı ı ı akı ı r . "


Primatologlar, pri m at grupları içinı lı� i ı ı i fak ağl arı n ın aşırı
derecede karmaşık olduğunu artık b i l i yo rl a r. I li iyiesi l ıir ağın
girin ti ve çıkıntılarını öğrenmek - ki l ı i rqlı·r l ıa�arı l ı olmak
için bunları öğrenmek zorundalar - y d n i ı u ı gi"ıı; ı ii r . A m a bi­
- -

reylerin sürekli politik güçlerini artırmaya çal ı�ıı ıalarıyla birl ik­
te ittifakların sürekli değişmesi bu işi d a l ıa da zorl a�l ı rı yor. Sü­
rekli kendi çıkarlarını ve yakın akrabala rıı ı ı ı ı ı; ı ka rl a rı rıı gözet­
meye çalışan bi rı�yler ki m i zaman mevcııl i l l i fakl arı l ıozabiliyor
ve belki de eski raki pi eri c olmak üzere, yı·ııi i ı ı i faklar kuruyor­
lar. Dolayısıyla grup üyeleri kendileri ni sii rı·kli değişen i ttifak
modelleri içiııdı� bırluyorlar ve H u m pl ı w y ' ı ı i ı ı sosyal satranç
adını verdiği I nı s i i rekli değişen oyunu oyııaıııak için keskin bir
zeka gerekiyor.

1 57
Sosyal satranç oyu ncuları , eski oyu n u n oyuncuianna göre
çok d ah a becerikli olmalılar; çünkü la§ların kimliklerinin önce­
den tahmin edilemeyecek §ekilde deği§mesinden öte - örneğin
atlar file, piyonlar kaleye dönü§ ü r - arada bir müttefikler de
taraf deği§tiriyor ve d ü§mana dönü§üyor. Sosyal satranç oyun­
cuları sürekli uyanık olmak, olası avantajları aramak, beklen­
medik dezavantajları fark etmek zorundalar. B u n u n asıl yapı­
yorlar?
Prim at toplumların ı n bireyleri, diğerlerin i n davranı§ları n ı
önceden tah m i n etmek zorun d alar. B u n u n yolların dan biri , bi­
reylerin beyinlerinde, grup üyelerin i n Lüm olası eylemlerini ve
kendilerin i n b unlara verdikleri doğru tepkileri kaydeden dev
bir zihinsel banka bulun mas ı . Güçlü b ilgisayar programı Derin
Dü§ünce, satrançta Büyük Usta kon u m u n a bu §ekilde ula§ıyor.
Ama belli bir §aı'llar dizisi nde olası tüm kombinasyonları ele­
rnede bilgisayarlar i nsanlardan çok daha hızlılar. Demek ki,
başka bir yola ihtiyaç var. Sözgelimi, b i reyler yalnızca bilgisa­
yar benzeri otom atlar gibi işlernekten öte kendi davranışların ı
izleyebilselerdi, belli kw�ullar al l ı n d a ne yapacaklarına dair
keşfe dayanan bir duygu geli§tirel ı i l i rlı�rd i . Elleri ndeki verilere
dayanarak tah mi nler yapal ıil i r vt� l ıiiylcı-t\ aynı §<ırtlar al lında
diğerlerinin nasıl d avranaı-ağı ııı ı al ı ı ı ı i ı ı t�dı·l ı i l i rl erd i . l l um ph­
rey' nin İ ç Göz adını verdiği l ı u izlt�ıııt� yclt�ıwği, bilincin tanı m­
larından biridir ve bu özelliği l a§ıyaıı lıireylere kayda değer bir
evrim avan taj ı sunacaktır.
Bilinç bir kez oluşluktan sonra geriye dönü§ olamazdı; ç ü n­
kü bu ihsandan yeterince yara rları anıayan bireyler d iğerlerine
göre dezavantajlı durumda olaı -aklanl ı . Benzer §ekilde, küçük
bir avantajı olanlar daha da gt•li§ec:eklerdi . Bir silahianma sa­
vaşı olu§arak bu süreci dalıa da ilerletecek, zekayı geliştirecek
ve özbilinci keskinle§tirecekt i. i ı,:sel Göz'ün gözlem yeteneğin i n
daha d a artmasıyla, kaçı nıl maz ol arak gerçek bir benlik du ygu­
su, dü§ünen bir benlik, İ çsd Bı�n oluşacaktı.
Sosyal zekanın gelişimi lıi potezinin bir parçası olan bu hi po­
tez büyük ilgi ve destek gön l ü . l 986'da Science'ta yaymlanan,

158
primat çalışmaları kon usu ndaki bir İ ncelemel erinde Cheney,
Seyfarth ve Barbara Smuls zekanı n sosyal bağlarnlardaki öne­
mini, teknoloj i n i n gerekleri n i karşılamadaki önemiyle karşılaş­
tırmalı olarak vurguladılar. Hobin Dunbar da çeşitli priınat tür­
lerinde farklı beyin korlı"ksi - beynin 11 eliişiinen 11 kısm ı - m i k­
Larlarını inceled i . R iiyiik gru pl arda yaşayan ve dolayısıyla daha
karmaşık sosyal satranç o y u n l a rı yl a karşı karşıya kalan türler­
de beyin korteksinin daha fazl a olduğu n u buldu. Dunb ar'ın
ulaştığı sonuca göre, 11 Bu, sos yal zeka hi poleziyle uyumluyd u . 11
H ayvan dav ra n ı ş ı ıı ı anlayışı mızcia yaşanan - hayvanların zi­
hinlerinin olmadı ğ ı n a dair davran ış��ı dogmayı yok ede n - dev­
rimele i ki kanıt d i z i s i etki l i o l d u . B ı ıııl ardan biri, özbil i nci - ya­
n i , kend i n i tanı ımı giislergt'lcri n i - saplanı ayı amaçlayan bir
dizi öncü deneyd i . İ k i n c i s iy s1 � pri rnaı l a rı n doğal yaşama alan­
,

larında taktiksel kandıı·ına giislerg1·l�·ri araıııayı i��eriyord u .


Bilinç gibi özel bir d en eyi m , dt'rwys1·l psikolojinin alışılmış
araçlarının çok ötesi ndedir. İ nsan d ışındaki h ayvanlarda zihin
ve bilinç d üşüncesinden pe k çok araşl ı rrııal'ınııı ka��ı n m as ı n ı n
nedenlerinden biri bu olabilir. A m a N 1�w Y o rk l·:yalet Ü niversi­
tesi'nin Albany kampusundan psikolog Cordon G allup,
1 960'larda benlik d uygusu ha k kın da l ı i r l t'sl yapl ı : Ayna testi .
Bir hayvanın aynadaki yansı masın ı k1�ndi 11 l ll'nl iği 11 olarak tanı­
ması duru m u nda, benlik d u ygusu ya da l ıi l i ııl'i olduğu siiylene­
bilirdi . Hayvan sahipleri kedi ve kö p e k k r i ı ı ayı ıadaki i ı ı ı gd eri­
ne tepki verdikleri n i , ama genellikle l ı ı ı ı ı ı ı l ıaşka l ıir l ı i reyin
i mgesi sandıklarını ve davran ışlanndan kısa sii n·dc� şaşkı na dö­
n ü p sıkıldıklarını bilirler. (Yine de aynı l ıayvaıı salıipl1�ri, k e d i
ya da köpeklerinin kendilerinin farkında oldıı klarına ye min
edeceklerd i r . )
Callup'ın - l ı i r salıalı tıraş olurken tasarl adığı - d1 �neyi hay­
vanı n aynaya alışt ı n l masın ı ve ard ı nd an , a l ı ı ı ı ı a kırmızı bir leke
sürülmesini g1�n�kıiriyord u . Hayvan, yaıısııııayı l ı aş ka bir birey
gibi görmesi d ı ı rı ı ı ı ı ı ı ııda, kırmızı lekeyi ııınak ed ee ek ve belki
de aynaya doku nacak t ı . Ama yansım an ı n kc·ııdine ait olduğu n u

1 59
fark etmesi d ur u m u n d a , olasılıkla ken d i vücudundaki lekeye
dokunacaktı . Calhıp deneyi ilk olarak bir şempanzede gerçek­
leştirdi ve hayvan yansı manın kendisine ait olduğun u biliyor­
muş gibi davrandı ; alnındaki kırmızı lekeye doku n d u . Cal­
lup'ın deney hakkı nda 1 9 70'te Science'ta yayınladığı m akale,
hayvan zihni kon usundaki anlayışı mızda bir dönüm noktası
oluşturdu ve psikologlar, kend i n i tanı m a duygusunun ne kadar
yaygın olduğun u merak etmeye başladılar.
Yan ı t : Pek de yaygın değil. Orangutanlar testi başarıyla
geçmişler ama goı·iller şaşırtıcı şekilde b aşarısız olm u şlardı . Ki­
m i gözlemciler daha az formel durumlarda gorilleri n , ken d i
i m gelerin i tanıyormuş gibi ayna kull an d ığım gördükl erini iddia
ediyor v e b u n u n , b u hayvanlarda bir benlik d uygusu olduğun u
gösterdiği n i düşünüyorlar. Bir tarafta kendini tan ı m an ı n v e di­
ğer tarafta d a b u özelliğin yokluğunun yer aldığı zihinsel bir
eşik, kendini tanıyan tarafı n İnsanlan v e büyük İ nsansımay­
m u nları , diğer tarafın da geri kalan prim atları ve diğer hayvan­
ları içermesi duru m u nda anlamlı olacaktır. A m a kimi primato­
loglar, pek çok may m u n t ii rii ndeki karm aşık sosyal yaşam göz­
lemlerine dayanar a k , l ı ı ı ı ı ı ı n çok aynıncı lıir lıiil ü m l e m e oldu­
ğunu düşün üyorlar. Y akın zamanlarda, Inı ayrı m cılığı sın amak
için bir test ol w;tunıl d ı ı : "Takt iksl"l kaıı d ı r ı ı ı a test i . "
" Bi r bireyin kend i norıııal rqwrt ı ı varı ııdaıı 'd iiriist bir eyle­
m i ' , tanıdık bir b i reyin l ıill' yaııl ı� y i i ı ı l l' ı ı d i ri l ın es ine yol açacak
şekild e farklı bir bağl a nı da kıı llaıııııa ydisi " olarak tanımlad ı k­
ları bu teri m i , İ skoçya'daki St . A ıı d rews Ü niversitesi'nden
Andrew Whiten ve Richard B y rı w y a raı tıl a r. Diğer bir deyişle,
bir hayvan diğer bir hayvana l ı ilı-rı·k yalan söyler. Bilerek karı­
dırmak için hayvan, h an·kc ·tlı- r i ı ı i ıı l ı aşka bir bireye nasıl görü­
neceğine dair bir d uyguya sa lıip ol malıdır. Böylesi bir yetenek
d e kendini bilmeyi gerekt i r i r. Eğer karıciırma gerçekten oluyor­
sa, ancak çok ender olarak yapıl.alıilir: İ nanılırlığınızı konı rn ak
istiyorsanız, 11 Kurt! 1 1 diye lı ağı ran çocuk örn eğinde göriildiiğü
gibi, böyle bir şeyi pek sık yapamazsınız.
B y rn e ve Whiten kaııd ı rıııayla, Afrika' n ı n güneyindeki ! >ra-

1 60
kensberg Dağları'nda gözlemekte oldukları bir babun gru b u n­
da kandırma olarak yorumlanabilecek pek çok örnek görd ük­
ten sonra ilgilen m eye ba§ladılar. Sözgelimi, genç bir erkek
olan Paul bir gün , bir köklü y u m ruyu topraktan çıkarınakla
me§gul olan genç di§i M el'e yakla§IDı§tı . Etrafına bakıp çevre­
de ba§ka babun olmadığını gören Paul , tehlikedeymi§ gibi,
keskin bir çığlık altı . Paul 'ün, Mel'in üstünde bir konu m a sa­
hip olan annesi çocuğu nu koruyan tüm anneler gibi davrand ı :
Hemen yanlarına g e l ip, sal d ı r r;a n old uğu n u dü§ündüğü M el ' i
kovdu. Paul de gayet rahat l ı i r ���kilde, Mel'den geride kalmı§
dan yumru kökü yem eye kı�l ad ı . Paı ı l acaba §öyle m i dü§ün­
m ܧtÜ: " Hı m m , e ğe r l ıağır ı rsa ı ı ı , aıı rwııı Mel'in bana saldırdı­
ğın ı sanır. Beni korumaya ko�ar vı� l ı ı ı s ı ı l ı ı yumru kök d e bana
kalır . " Eğer durum ger ç e kıen l ıiiylı·ysı·, l ı ı ı , taktik�el kandırma
örneğidir.
Byrne ve Whiten b u n u n doğrıı ol a l ı i lı·<"l'ği n i d ii� i i n e rek göz­
lemlerini diğer pri m atologlarla ıarı ı� ı ı l a r . l 'a ı ı l ' ii n kiine benzer,
ama yalnızca söylenceye day and ı k l a rı V I ' dolayısı yla, lı ilimsel
olmadıkları için b il i m literatürü sayfalarına gireııwıııi� pı�k çok
öykü anlatıld ı . Byrne ve Whiten 1 9B;) v1� 1 1 >B 1 fda, y iiziin üs­
tünde meslekta§ını içeren anke t l e r yaparak ıakı iks1·l kandı rma
olduğu söylenebilecek olayları sorıı�ı ı ın l ıılm V I ' iiı,: yiizii a�kın
öyküye ula§tılar. Olaylar yalnızca insansı ı ı ı a y ı ı ı ı ı ı ı l a rl a kısı ı l ı
değild i ; diğer m ay m unlar için d e l ıenzı-r giizl l ' ıııln vard ı . A m a
i§in ilginç yönü, galago ve makiler gil ı i , ıııay ı ı ı ıı ı ı l;ır V I ' insansı­
maymunlar dı§ımla kalan prim atiarda l ıı ı l iir ka ı ı d ı rı ı ı a ö rn ek­
leri hiç görül memi�ti.
l'an d ı rrııa kanıtı arama kon usunda pri ıı ı a ı ologl ar l ı ir sorun­
l a kar§ı kar�ıyalar: Eylem gerçekten, l ı i r l wnlik ı lı ıygıısuna da­
yalı bireysel l ıi r akıl r;ütme örneği m i d i r"? Ya ı l a yal ı ı ı zea , ben­
lik duygusu gn1·kıirmeyen bir öğrı� ı ı ı ı w ı ı i ı ı smı ı ıeu m u d ur?
Sözgeli m i l 'a ı ı l , biiyle bir durumda bağırarak M d i n yumru kö­
'

künü elde cdd ıill'<"l�ğini öğrenmi§ ola l ı i l i rı l i . l l ı ı durumda eyle­


mi takti ksel kaıı d ı r ı ı ı a değil, öğrenilmi� l ı i r ı1�pki olacaktı .

İnsanın Kökeni, F: ı ı 161


Byrne ve Whiten kandıı·ma olduğu varsayılan örneklere katı
kurallar uygulayıp öğrenme olasılıklarını olabildiğince d ikkatle
ayıklayarak, 1 989 anketi nde derlenen 253 vakadan yal n ı zca
1 6'sının gerçekten takLiksel kandıı·ma olarak görülebileceğin i
b u ldular. 13 u vakaları n t ü m ü insansı m ay m u nlarla ve çoğu da
§empanzelerle ilgiliydi . Bu rada, Hallandal ı primalolog Frans
Plooij ' i n Tanzanya'daki Gombe D eresi Rezervi'nde gözlediği
bir örneği vermek istiyor u m .
Yeti§kin bir erkek §em panze besl e n m e alanındayken b i r ku­
tu elektro n i k olarak açıldı ve içindeki m u zlar ortaya çıktı . Tam
bu sırada i ki nci bir §empanzenin gelmesi üzerine ilk §empanze
çabucak kutuyu kapadı ve ortada hiçbir §ey yokmu§ gibi, ilgi­
sizce dola§maya ba§ladı. İ kinci §empanze gidene dek bekledi k­
ten sonra kutuyu açlı ve m uzları ç ı kard ı . A m a oyuna gelmi§ti .
İ kinci §em panze gizlenmi§ ve ne olacağını görmek için bekle­
rneye ba§lamı§t i . Sözde kandır m acı , kandırı lmı§ti. Bu, taktiksel
kandırmaya dair inandırıcı bir örnektir.
B u tür gözlemler §em panzelerin zihinlerini görebileceği m i z
bir pencere açıyor. B u hayvanlar hiç ku§kusuz, önemli bir d ü ­
§Ünsel b i l i n ç düzeyine sahipler ve Inı da, siirekli §empanzelerle
çalı§an ara§tırmacıları n co� k ı ı yl a onayi ayacakları bir sonuç.
Şempanzeler birbi rl eriyle vı� i n s a n l a rl a ı�ı kilc�im kurma §ekille­
riyle güçlü bir farkındalık d ı ıygıısıı sngi l i y orl ar. İ nsanlar gibi
akıldan geçeni okuyorlar, arııa l ı ı ı yt'l crıcklerinin boyutu i nsan­
lara göre daha kısıtl ı .
İ nsanlarda zihin okuma, d iğni ni n i n ba§ka ko§ullarda n e
yapacakları nı tahmin elmı� n i n iilı·sirıı� geçiyor: Diğerlerin i n n e
hissedebileceklerini de içeriyor. /\cılı y a da sıkıntı verici oldu­
ğunu bildiğimiz ko§ullarla kar�ıla�an diğer ki§ilere kar§ı hepi­
miz sempati ya da em ınıli d ı ı yarız. Diğerlerinin acısın ı , ki m i
zaman fiziksel acı duyacak dı· n ·ı·cd e yoğun olarak, b i z de ya­
§arız. İ nsan toplu m unda e ı ı kı�skin deneyim , ölüm korkusu ya
da daha basit bir ifadeyle, iil i"ı ı ı ı lıilincidir. Bu korku, efsane ve
dinlerin olu§turulmasında l ı iiyi i k lıir rol oynamı§tır. Kendini ta­
n ı m a özel l i klerine kar§ın ��� ııı panzeler, ölü m kar§ısında en faz-

162
la şaşkınlığa düşüyorlar. Bir akrabaları öldüğünde h uzursuzlu­
ğa düşen ya da ne yapacağını bilemeyen bireylere ya da hatta
ailelere dair pek çok öykü var. Sözgelimi, küçük bir bebek öl­
düğünde annesi cesedini atmadan önce, birkaç gün kucağında
taşıyor. Anne, bizim acı olarak bildiğimiz şeye çok hayret et­
miş gibi görün üyor. Ama bunu nasıl bileceğiz? Belki bundan
da önemlisi, çocuğunu yi tirmiş anneye diğer bireylerin bizim
sempati adını vereceğimiz bir yaklaşım göstermemeleridir. An­
nenin çektiği neyse, tek başına çı�kiyor. Şempanzelerin diğerle­
rine duydukları empatinin kısı ll ılığı, lıirey olarak kendilerine
de uzanıyor: Şempanzel(�rin k<�ndi iiliiın l iil üklerinin, ölümün
onları beklediğinin farkında ol dııkları ı ı a dair bir kanıt buluna­
madı. Ama bir kez daha; l ı ı ı n ı ı ı ı t �rcdı·ıı h ilı·crğiz?
Atalarımızın kendini taı ı ı ı ı ı a dııygıısıı lıakkında neler söyle­
yebiliriz? insanlarla şeın panzdcrin mlak lıir alaya sahip olduk­
ları zamandan b u yana, yaklaşık 7 ı ı ı ily o n yıl gı·çli. Dolayısıyla,
şempanzelerin değişmediklerini vı� �t·ıııpaı ızı·lı�re lıaklığımızda
bu ortak atayı gördüğümüzü varsay rıı;ık ı wk i l ı l iyallı lıir yakla­
şım olmayacaktır. Şempanzeler insan soyııı ıdan ayrıldıkların­
dan bu yana çeşitli evrimler geçinııi� ol ı ı ı a l ı l a r . t\ ıı ı a I n ı ortak
atanın, sosyal açıdan karmaşık bir ya�;ıııı siin�ıı l ıiiyiik lıeyinli
insansımaymunun, şempanze d iiwyiııdı� lıir lıiliııç gdݧIirmiş
olduğunu savunmak akla yatkın olacaklır.
insanlarla Afrikalı insansımayın u ııları ı ı orlak al aları n ı n mo­
dern bir şempanzeyle eşdeğer bir kı � nd i ıı i l a ı ı ı ı ı ı a diizı�yine sa­
hip olduğunu varsayalım. A ustralopitlıı·cn.� l i.ı ıl n i n i n biyoloji­
sinden ve sosyal örgütlenmelerinden iiğn·ı ıdiği ı ı ı i z kadarıyla,
bunlar temelde iki ayaklı insansımayıı ı ı ı ıılan l ı : l l ı ı l ii ılerde sos­
yal yapı, modern babunlarda gördiiğiiııı iizdc·ıı dalıa yoğun ol­
mayacaktı. Dol ayısıyla, insan ailesinin ilk lw!-i ıııilyoıı yılı içinde
kendini tan ı m a diizeylerinin gelişmesi i\iıı i ı ı a ı ı d ırıcı bir neden
yoktu.
Homo cinsinin orlaya çıkmasıyla lıirliklt� l ıeyin büyüklüğü
ve yapısında, sosyal örgütlenmede ve l ws l ı · ı ı ı ı ı e şeklinde görii-

1 63
len önemli değişi mler büyük olasılıkla, bilinç düzeyinde de b i r
değişi m i n başladığına işaret ediyord u . Avcı-toplayıcı yaşam
tarzın ı n başlaması hiç kuşkusuz, atal arımızın ustalaşmak zorun­
da kaldıkları sosyal satrancın karmaşıkl ığını d a artırdı . B u oyu­
nun becerikli oyuncuları - daha akut bir zihinsel modele, daha
keskin bir bilince sahi p olanlar - sosyal açıdan ve üreme açı­
sından daha başarılı oldular. B u , bilinci daha da y ü ksek dü­
zeylere ulaştıracak olan doğal seçi m i n özüd ür. Aşamalı olarak
oluşan bilinç bizi yeni bir tür hayvan yaptı . Doğru ya d a yanlış
olduğu varsayılan şeylere dayalı kendilerine göre d avranış
standartları getiren bir hayvana dönüştürd ü .
Bunların büyük böl ü m ü elbette, spekülasyondan ibaret.
Son 2 . 5 milyon yıl içinde atalarım ızın bilinç d üzeyine n e oldu­
ğunu n asıl bilebiliriz? Bilincin bugünkü d üzeye geldiği anı na­
sıl saptayabiliriz? Antropologların karşısındaki bu sorular belki
de asla yan ı tlanamayacak. Ben diğer bir i nsanı n benimle aynı
düzeyde bilince sahip old uğunu kanıtlamakla güçlük çekiyor­
sam ve insan d ışındaki hayvanların bilinç d üzeyin i saptamakla
biyologların çoğu dııraksıyorlarsa, çok uzun süre önce ölm üş
yaratıklardaki düşünsel bilinç i§aretl (�ri ni nasıl saptayabiliriz?
Bilinç arkeolojik kalı ıı ı ılarda dil kadar l ıil(� gi i r ii n m ii yo r. Sanat­
sal ifade gibi ki mi insan davraııı§ları kc ·si ı ı l i kle, lıem d i l i , hem
de bilinçli bir farkın d a l ı ğ ı yaıısıl ıyor. Ta� alet iire ı i m i gibi bazı­
ları da, dil hakkında ipuçları vc·r«'l ıiliyor , ama bilinç için aynı
şey geçerli değil . Am a bilinç kokıısıı l a§ıyan hir i nsan etki nliği ,
tarihöncesi kayıtları nda ki mi za rııaıı iz l ı ı rakabiliyor: Ölülerin
bilerek gömülmesi.
Öl ü n ü n dini törenle
orıadaıı kaldırıl ması hiç kuşkusuz bir
ölüm bilincine ve dolayısıyla, l ıc·nlik bilincine işaret ediyor.
Tüm toplu mlarda ölüm hir �c·kildc�. topl u m u n mitoloji ve dini­
nin bir parçası olarak yer kazan ı r. M odern çağlarda bun u nla
ilgili, cesedin uzun süre yoğıııı hakınıdan geçirilmesinden, bel­
ki bir yıl ya da daha fazla hir siire sonra bir özel yerden başka
birine taşı n masından, bedc�rı(� asgari d üzeyde özen gösteril m e­
sine dek, pek çok yöntem vard ı r . D i n i tören her zaman olm asa

164
bile kimi zaman gömmeyi de içerebiliyor. Eski toplumlardaki
gömm e ayinleri, töreni n zaman içinde donup " kalmasını ve da­
ha sonra, arkeologların karşısına çıkmasını sağlayabiliyor.
İ nsan ı n tarihöncesinde kasıtlı göm m e işlemlerine dair ilk
kanı t , yaklaşık 1 00 . 000 yıl önce göm ül en bir N eanderthal'dir.
En belirgin göm m e işlemleri nden biri ise biraz daha sonra,
yaklaşık 60.000 yıl önce, kuzey Irak'taki Zagros Dağları'nda
gerçekleşmiş. Yetişkin bir erkek mağara girişin e gömülmüş; fo­
silleşmiş iskeletİn e trafındaki t o p ra kta b ul unan pole nlere bakı­
lırsa, bedeni şifa veren çiçeklerden ol u şan b.ir yatağa yatırıl­
mış. Kimi antropologlar bunun l ıi r şamarı olabileceğin i düşü­
nüyorlar. 1 00 .000 y ı l dan daha iinı:ı�sirıde, düşünsel bilince
işaret edebilecek bir Liirı�ne dair kanıt görü l m üyor. 6. Bö�
lüm' d e belirtildiği gibi, sanat da yok t ı ı r. B u liir kanıtların ol­
maması el bette, bilincin ol rııaı lığı ı ı ı kan ı t l a ı ıııyor. Ama b u du­
rumdan bilince dair bir işaret ıli' ı; ı karılaıııaz. A m a bence, ar­
kaik sapiens i n sanlarının yakın atası g ı ·ı; 1/omo l'rt'clııs ' u n , şem­
panzelerdekinden önemli o ra n da yii ksı·k l ı i r l ıi l i nç düzeyine
sahip olmaması çok şaşırtıcı olac ak t ı r. Sosyal karnı aşıklıkl arı,
büyük beyin boyu tları ve olası d i l l wı:ı·rilni, l ııı l ıi l i ncin işarel­
leridir.
Daha önce de belirttiği m gibi N eaııılntlıallc r vı· l ı d ki d iğer
arkaik sapiens'ler ölü m ü n farkın d a ydılar vı· dolayısı yla lıiç kuş­
kusuz, gelişmiş bir düşünsel b i l i n ce sal ı i pı i ln. A ıııa l ııı l ı i l i nç,
gün ü müzdeki kadar parlak mıydı? Olasıl ıkla, hayır. Ta m a m en
modern bir dille tamamen modern b i r l ıi l i ı w i ı ı ortaya çı kışı h iç
kuşkusuz birbirleriyle bağlan tılıydı ve 1 ı i ri ı i rini ı ı i 1 wslı�ınişler­
di. M odern insanlar, bizim gibi korııı]l ı ı k l a rı vı· l wı ı l i ğ i bizim
gibi yaşa dı k l a n anda m odern old u l a r. ;�:) .000 yıl öneesinden
itibaren A v r ı ı pa vı� Asya sanatında ve Cı sı l 'alı·ol i ı i k'te göm me­
ye eşlik eden ayrı nt ıl ı ayİnlerde bunun kaı ı ı t l a n ı ı ı görüyoruz.

1 65
Tüm insan toplulukları n ı n , en tem el öykü olan bir başlangıç
efsanesi vardı r. Bu başlangıç efsaneleri düşü nsel bilinç kayna­
ğından, her şeye açı klama arayan içsel sesten fışkırır. D üşün­
sel bili ncin insan zihninele tüm parlaklığıyla yan maya başladığı
andan itibaren m i toloji ve d i n , insan tarihinin bir parçası hali­
n e gel d i . Şu bilim çağında bile, belki d e hala aynı d u ru m ge­
çerl i . M i ı ol ojideki yaygın temalardan biri de, insan dışındaki
hayvaniara -ve hatta, dağ ya da fırtına gibi nesne ve güçlere ­
insani güdü ve duyguların atfedi lmesidir. Bu i nsaniaştırma eği­
limi hiç kuşkusuz, bilincin geliştiği bağlamdan doğal olarak
kaynaklanır. Bilinç, başkalarının davranışların ı , kişinin kendi
d uygularına göre örneklendirip anlamasını sağlayan sosyal bir
araçtır. Aynı güdüleri d ünyanın insan dışındaki, ama önem ta­
şıyan yönlerine aifetmek basit ve doğal bir açıkl amadır.
Avcı-toplayıcıların hayalta kalmasında hayvanlar ve b i t kiler
kadar, çevreyi besleyen doğal unsurlar d a önemlidir. Tüm bu
unsurları n karmw�ık bir etkileşi mi olarak yaşa m , sosyal bağ gi­
bi, kasıtlı eylemlerin etkile§i mi olarak görü l ü r. Dolayısıyla,
hayvanların ve fiziksel p;iiı;lerin d ü n yad a besin arayan insanla­
rın m i tolojisinde iirw m l i h i r rol oynarnaları çok doğaldır. Aynı
d u ru m geç mi§te de p;iirii l ı ı ı i·ı � ol mal ı .
O n yıl önce Fransa'daki siisl ı · r ı ı ı ı i� ııı ağa ral a ra y a p t ı ğım ge­
zide akl ı m a sürekli lıu d ii�ii rıı·ı· gı·l d i . O r ı i i m d ı·ki, ki mileri yal­
nızca çizikti rilmiş ve kim ile ri dı· ayrı r ı ı ılarıyla tasarlanmış olan
i mgeler zihnimi etkil iyord u , a ıııa a r ı l a ı ı ı l a rı l) ı çözem iyord u m .
Ö zellikle d e yarı insan/yarı l ıayvaıı figii rl e r hayal gücü m ü zor­
luyo r ve yenilgiye uğral ı yord ı ı . l·:ski i ıısanların başlangıç efsa­
nelerine ait unsurların kar�ısırıda h ı ı l ıı nduğuma emindi m , a m a
b u efsaneyi görme olanağım yok ı ı ı . Y akı n tari hten, Afrika'daki
San halkına göre antilop ı ı ı ı
ı;ok say ı ı l a tinsel güce sahip oldu­
ğunu biliyoruz. Ama Buzul <,:ağı /\vnıpal ılarının tinsel ya�amla­
rında al ve bizonun rolü lıakkı ııı la ancak spekülasyon yapabili­
riz. Güçlü olduklarını biliyoruz, ama ne açıdan güçlü oldukl arı­
na dair hiçbir fikrim i z yok.
Le Tııe d ' Audouber ı ' d .. ki lıizon figürlerinin karşıs ı n da d u-

1 66
rurke n , İlısan zihinlerinin binlerce y ı l ötesinden birbirine bağ­
landıkları nı hissetti m : Bu figürlerin yaratıcıların ı n zihinleriyle
benim zih n i m ; yani gözlemcinin zihni. Ve yal nızca zaman de­
ğil, farklı kül türlerin d e bizi ayırması yüzünden sanatçıların
dünyası n a ula§amamanın yılgınlığını hissetti m . Homo sapiens 'in
paradokslarından biri de budur: Avcı-toplayıcılar olarak, ya­
§am tarafından çağlar boyu §ekillendirilen bir zihnin birliğin i
ve çe§İtliliği n i ya§ıyoruz. Benlik bilincine sahip o l m a m ı z ve ya­
§am mucizesi kar§ısında hayranlı k duymamızl a birliği n i ; yarat­
tığı mız ve bizi yaratan - dille, gel enekle ve dinlerle ifade edi­
l en - farklı kültürlerimizle de ��e§İIIiliğini ya§ıyoruz. Evri mi n
böylesin e olağan üstü lıir ii rü n ü kar§ısında CO§ku d uymalıyız. ·

1 67
B i B LiYO G RAFYA VE EK METiNLER

ÖN SÖZ

Leakey, Richard E. ve Roger Lewin, Origins ( N ew York: E . P.


Dutton, 1 9 7 7 ) .
--, Origins Reconsidered (Nı·w York: l >oııhlcday, ı 992). Tattersall,
lan, The Human Odys.�ey (Nt'w Y o r k : l 'n�ııı ice I l all, ı 993) .

1 . BÖLÜ M : i LK iNSANLAR

Broom, Robert, The Coming of Ma11: lf111 .1 lt A cciıll'llt or /)ı•sign?


(New York: Wiıherby, ı 99:3).
Coppens, Yves, " East Side Sıory: T l w O rii!; İ i l of l l ı ı ı ı ı a ı ı k i nd , "
Scientific American, Mayıs ı 99!)., ss . BII-' J :i .
Darwin, Charles,The Descent of Ma11 ( Loı ı ı l ra : .l o l ı ıı M ı ı rra y , l 8 7 ı ).
Lewin, Roger, Bones of Contention (Nı·w Y oı k : To ı w lısloıw, 1 <J88).
Lovejoy, C . Owen, "The Origin of M a r ı , " Scil"lll'l' 2 ı ı ( ı 1JB ı ) :
341-350. (Bkz. tepkiler, 2 ı 7 ( l 982 = : 2 ' J ;,_ : \ O h ) .
-, " The Evoluıion of H uman W a l k i ıı g , " Snı·11 t ijic A m ıTil'll ll ,
Kasım ı 988, ss. l l 8- ı 2 5 .
Pilbeam, David, " H ominoid Ev olu ıi o ıı a ı ı ı l l l ı ı ı ı ı i ı ı o i ı l ( lril!;iııs , "
American Anthropologist , 8 8 ( 1 9 8 (ı): 2 1 J :-, - : \ ı 2 .
Ro d m aıı , l'f'ler S. Vf� I l eııry M . M cl l t'ıı ry, " 1 \ i o w ı w ı gi "I İI's of
H oııı i ııiıl B i pl'ı l a l is ın, " A merican }oumt�! o( 1 'lı p ı m /
AnthmpoiiJKY !l2 ( I 9 8 0 ) : ı 0 3 -ı O ü .
Saric h , V i ıwPııl 1\1 . , " /\. Personal Perspı·ı · ı i w o n l l o ııı i ı ıoiıl
M a c roıııoiPn ı l a r Syslematics, " New lll l t 'lfll l'llll/011.1 of Ape and
Hurnam 11 111'1'.1/ly, yay. haz. H ııssel L. C i o H' Iıoıı vı· Hobert S.
Corrıw i ' İ ı ı i ( N ı·w York: Pleııuın l ' rt' s :> , ı < J/\: \ ) , ss. l 3 5- ı 50 .
Wallace, 1\. l f n ·d H ı ı ssı ·l, JJarwinisnı (Lond ra : 1\L w ı ı ı il laıı, ı 889).

1 69
2. BÖLÜM: KALABALIK BiR AiLE

Foley, Robert A . , Anather Uniqııe Species (IIarlow, Essex: Longman


Scientific and Tech n i c a l , 1 987).
-, " How M any SpPcies of l lominid Should There Be? " Journal of
Human Evolution 20 ( 1 9 9 ı ) : 4 ı 3-429.
Johanson, Donald C . v e M aitland A: Edey, Lucy: The Beginnings of
Humankind (New York: Simon & Schuster, ı 98ı).
Johanson, Donald C . v e Tim D. White, " A Systematic Assessment of
Early African Hominids, " Science 202 ( 1 9 79): 32 1-330.
Leakey, Richard E . , The Making of Mankind (New York: E . P.
D utton, ı 98ı).
Schick, Kathy D. ve Nicholas Toth, Making Stones Speak (New York:
Simon & Schuster, ı 993).
Susma n , RandaU L. ve Jack Stern, " The Locomotor Behavior of
Australepithecus afarensis , " A merican Journal of Physical
Anthropology 60 ( ı 983): 2 79-3 ı 7 .
Susman, RandaU L. v e diğ. , " Arbareality and Bipedaliıy in the
Haclar Hominids, " Folia Primatologica tJ..3 (ı 98tJ..): l l 3-ı 56.
Toth, N icholas, " Arc heological Evideııce for Preferential
Right-l landf'cl nes� in tlw Lowt>r l 'lt�i�ıocene, a nd I ts Possible
lmplications, " ]o ım ıa l i!/llwıuın f,·.r olution 11 (1 985): 607 -6ı 4.
---, " The First Tec h n olo g y , " Scieııtıjic A merican , Nisanı 987, ss.
l l 2- ı 2 l .
Wynn, Thomas ve W illiam C. M cGrew, " A n A pe's View o i the
Oldowan, " Man 24 (ı 989): 3 83-398

3. BÖLÜM: FARKLI B i R i NSAN

AieUo, Leslie, " Patterns of Stal ııre and \Veight in Human


Evolution , "
American ]oımıa l of J>fıysical Anthropology 81
( 1 990) : 1 86- ı 87 .
Bogin, Ba rry, " The Evolution o f l l ıı ıııan Childhood , " Bioscience 40
(1 990) : 1 6-2 5 .
Foley, Robert A. ve Phyllis E . Lt't\ " Finiıe Social Space,
Evolutionary Pathways, and l{t>coııstnıcting Hoıninid Behavior, "
Sc i e nce 243 (1 989): 90 l -90(ı .
Martin, Hobert D . , " H u m an !ha in E vol u t ion i n an Ecological
Con\Px t , " The Fifty-second ]ames A rthur Lect ure on the Human

170
Brain (New York: American M useum of Natural History, 1 983).
Spoor, Fred ve diğ . , " lmplications of Early I lominid Labyrinthine
Morphology for Evolution of H uman Bipedal Locomotion, "
Nature 369 (1 994) : 645-648.
Stanley, Stecen M . , " An Ecological Theory for the Origin of Hom o , "
Paleobiology 1 8 ( 1 992): 237-2 5 7 .
Walker, Alan ve Richard E. Leakey, The Nariokotome Homo Erectus
(Cambridge: l l a rvard U niversiıy Press, 1 993).
Skeleton
Wood, Bernard, " Origin and Evoluıion of the Genus H omo , " Nature
355 ( 1 992): 783-790.

4. BÖLÜ M: SOYLU AVCI iNSAN?


Ardrey, Robert, The llunting IIYJwllw.�i.� ( Nı•w York: Atheneum,
1 976) .
Binford, Lewis, Bones: Ancil'llt Ml ll and M()(lan Myıh
' (San Diego:
Academic Press, 1 9 8 ı ) .
-, " H uman Anceslors: Changiııg V iı·ws of Tiwir Behavior, "
Journal of Anıhropologiml A rc!Hwlogr tJ. ( ı 1JBS): 292-:! 2 7 .
B u n n , Henry v e Ellen K roll, " Sysl c ı ı ı a l i « " Bıııd wry lıy
Plio/Pieistocene Hom inids a l Old ı ı v a i Co rgı·, Tanzania , " Current
Anıhropology27 (1 986) ; tJ.:� ı -t�S2 .
Bunn, Henry ve diğ., " FxJj 50: A ıı Ea rly l 'ıı·islon•ııp Si ı ı� i n
Northern Kenya, " World A rcluırlogy ı 2 ( ı 1>110): ı 09- ı :Hı .
lsaac, Glynn, " The Sharing I l ypolht's is , " Sciı·11tific A mt•rinw , N isan
1 978, ss. 90- 1 06.
--, " Aspecıs of H uman Evolution, " /�'mfu twll Jiom !11olı·nıln to
Man, yay. haz. D.S. BendaU (Canı l ıridgP: L ı ı ı ı ı ıridgı· U ıı ivı·rsiıy
Press, 1 983) .
Lee, Richard B. ve lrven DeVore, yay. haz . , !Ilan tl11• llwllı•r
/Chicago: Aldine, 1 968) .
Poıts , Richard , Early llominid Activitie.1 at ( )/du l'lli ( Nı·w York:
Aldine, 1 988).
Robinson, J o l ı ı ı T., " Adaptive Radiat ioıı iıı ı ı w A ı ısı ıa ıopiı ıwc:ines
and ı lw Origiıı of Man , " African Ecofo; n a n d lin m a n 1�'/'0lution,
yay. haz. F.C. l i nwell ve F. Bourl inı· ( C h icago: A ı d iıw, ] 963);
ss 38!}-tJ. ı (ı.
.

Sept, Jeanıu· M . , " i\ New Perspecı ive o ı ı l l oı ı ı i ııid A n: lıaelogical


Siıes froııı ı ı w l\1 a pping of C h i ııı panzı·ı· Nı·sıs, " Current
Anthropo{gy :u ( ı 1)'J2): 1 87-208.

171
Shipman, Pat, " Scavenging or H u nting İn Early H ominids? "
American Anthropologist 88 (1 986) : 2 7-43 .
Zihlman, Adrienne, " Women as Shapers of the H uman Adııptation, "
Woman the Gatherer, yay. haz . Frances Dahlberg (New H aven :
Yale U n iversity Press, 1 9 8 1 ) .

S . BÖLÜM: MODERN iN SANLARl N KÖKENi


Klein, Richard G . , " The Archeology o f M odern H umans , "
Evolutionary Anthropology l ( 1 99 2 ) : 5- 1 4 .
Lewin, Roger, The Origin of Modern Humans (New York: W. H.
Freeman, 1 993).
Mellars, Paul, " Major Issues in the Emergence of M odern H umans, "
Current Anthropology 30 ( 1 989): 349-38 5 .
Mellars, Paul v e Christopher Stringer, yay. haz . ,The Human
Revolution: Behavioural and Biological Perspectives on the Origins
of Modern Humans (Edinburgh: Edinburgh University Press,
1 989).
Rouhani, Shahin, " Molecular Genetics and the Pattern of H uman
Evolution, " The Human Revolution, yay. haz. Mellars ve Stringer.
Stringer, Christopher, " The Emergence of M odern H umans , "
Scientific A merican, A ralık 1 990, ss. 98-l 04.
Stringer, Christopher ve C l i vı� Caınlıle, In Search r�f the Neandetrhals
(Londra: Thames & l l udsorı , 1 99:� ) .
Thorne, Alan G. ve M ilford l l . WolpofT, " Tiıı• M ı ı l ı i n�gional
Evolution of H umans, " Sciı�ntıJic i111wrim.n, Nisan 1 992, ss.
76-8 3 .
Trinkaus, Erik v e Pat Shipınaıı, 1'/w Nı·andatlıals (New York: Alfred
A. Knopf, 1 993).
White, Randall, " Retbinking ı l w M it lt llt·/U pper Paleolithic
Transition , " Current Antlıropology 2:� ( 1 982): 1 69- 1 89 .
Wilson, Allan C. v e Rebecca L. C.ı ı ı r ı , " The Recent African Genesis
of H umans , " Scientific A mt•rinı n , Nisan 1 99 2 , ss. 68-73 .

6 . BÖLÜ M : SANAT DiLi


Bahn, Paul ve Jean Vertut, lmagt•s of tlıe Ice Age (New York: Facts
on File, 1 988) .
Conkey, Margaret W . , " New A pproaches in the Search for Meaning?
A Heview of Research İn ' Pa leoliıhic Art , ' " Journal of Field

1 72
Archaelogy 1 5 (1 987): 4 1 3-430.
Davidson, lain ve William Noble, " The Archeology of Depiction and
Language , " Current Anthropology 30 ( 1 989) : 1 2 5-1 56 .
Halverson, John, " Art for Art's Sake i n the Paleolithic , " Current
Anthropology 28 ( 1 987): 63-89.
Lewin, Roger, " Paleolithic Paint Job," Discover, Temmuz 1 993, ss.
64-70.
Lewis-Williams, J. David ve Thomas A. Dowson, "The Signs of All
Times, " Current Anthropology 29 ( ı 988) : 202-245.
Lindly, John M. ve Geoffrey A. Clark, " Symbolism and Modern
H uman Origins , " Current Antlıropology :3 1 ( l 99 ı ) : 233-262.
Lorblanchet, M ichel, " Spitting I m a ges , " Arclwology, Kasım/Aralık
ss. 2 7-3 1 .
1 99 1 ,
Scarre, Chris, " Painting by Hesoııa nct�, " N a ı ı ı re :3:�8 ( 1 989) : 382.
White, Randall, " Visual Think�ng i ıı ılw lee Age , " Scientific
A merican, Temmuz I 989, ss. 9 2-1)1) .

7. BÖLÜ M : Dil SANATI


Bickerton, Derek, Language and Spı·cin (Chicago: U ıı ivnsiıy of
Chicago Press, ı 990) .
Chomsky, Noam, Language and J>rohll'llıs o/ 1\noıolı·d�ı· (Ca m b ridge:
MIT Press, 1 988).
Davidson, lain ve William Noble, " Tiıl' A rdwoıogy of l k pidion and
Language , " Current Anthropology :w ( ı I J B I J ) : ı � S- ı S Cı.
Deacon, Terrence, " The Neural Circııiı ry l l ı ıd ı · ıl y i ı ıg l 'riıııalı� Ca l ls
and H uman Language, " Human f,'ııo/ution · l ( ı 1)1111) : :Hı7-'l0 l .
Gibson, Kathleen ve Tim lngold, yay. lıaz . , "/ iw/.1 , l.ıl lı�ıww·. and
Intelligence (Cambridge: Cambridge� l l ı ı�v· · r-. i ı y l ' ıı ·ss, ı 111>2).
Holloway, Ralph, " H uman Paleontologica ı Jo:vido ·ıwo· ) { , . ı, ·va ııl lo
Language Behavior, " Human Neurohiolo� r � ( ı I J II:I ) : ı OS- ı 1 1.
lsaac, C lynn, " Stages of Cultural Elabo ra l ioıı iıı ı ı w ı •ı,·isl ı wı�ne , "
Origins and Evalutian of Language and s,,.,., . Jı , yay. lıaz. Steven
R. I l a rna ı l , l l orst D. Steklis ve Jane L ı ı ı n ·-.ın ( No·w Y ork: New
Yokr Acaıl1·nıy of Sciences, ı 976) .
Jerison, l l a rry, " ) ha i n Size and the Evoı ı ı t i c ı ı ı of M i ııd , " '/'lıe
Fifiy-nintlı }allu'.l Arthur Lecture on tlıı· 1/umll/1 Ilmin (New York:
America n M wwııııı of Natural History, ı 1111 ı ) .
Laitman, Jdln·y T . , "The Anatomy of l l ıı ı ı ı a ı ı Spı·ıTiı , " Natural
History, A �ııstos ı 1>B1l, ss. 20-2 7 .

1 73
Pinker, Steven, The Language lnstinct (New York: William M orrow,
ı 994) .
Pinker, Steven ve Paul Bloo m , " Natural Language and Natural
Selectio n , " Behavioral and Brain Sciences 1 3 (1 990) : 7 0 7-784.
White, Randall, " Thoughts on Social Relationships and Language i n
Hom i n id Evolution , " Journal of Social and Personal Relationships
2 (1 985) 95-l l 5.
Wills, Christopher, The Runaway Brain (New York: Basic Books,
ı 993).
Wynn , Thomas ve William C. McGrew, " An Ape's View of the
Oldowan, " Man 24 (ı 989): 383-398.

8. BÖLÜM: ZiHNiN KÖKENi


Byrne, Richard ve Andrew Whiten, Machiavellian Intelligence:
Social Expertise and the Evalutian of lntellect in Monkeys, Apes,
and Humans (Oxford : Ciarendon Press, ı 988).
Cheney, Dorothy L. ve Robert M. Seyfarth, How Monkeys See the
World (Chicago: University of Chicago Press, ı 990) .
Dennett, Daniel, Consciousness Explained (Boslon: Little, Brown,
ı99ı).
Gallup, Gordon, " Self-awawıwss a n d ı he E nı e r ge nc e of M ind i n
Primates , " American ]onma/ of Primatology 2 ( 1 982): 2 3 7-248 .
Gibson, Kathleen ve Tim l ı ıgold , yay. l ı a z . , Too ls, La nguage , and
I ntelligence (Canı bridgı·: C.ı ı ı ı l ı ridgc l l ı ı i v ns i ı y J ' n,ss, 1 992).
Griffin, Donald, Animal Minds ( C i ı il'ago: l l ı ı i vı · rs i ı y o f Chicago
Press, 1 9 9 2 ) .
H umphrey, Nicholas K . , 17u· fllll.t'T l·:) t' ( l .oııd ra : Faber & Faber,
1 986) .
--, A History of the Mind (NPw Y o r k : l l a rperCollins, 1 993).
Jerison, Harry, " Brain Size and ı l w Jo:volıııion of M in d , " The
Fifıy-ninth ]ames Arthur /,r•ct w t · on the Iluman Brain (New York:
American M useum of Naıura l l l islory, 1 9 9 1 ) .
McGinn, C olin, " Can W e Sol vi' ı l w 1\1 iııd-Body Proble m ? " Mind 9 8
( 1 989): 349: 366.
Savage-Rumbaugh, Sue ve Rogn l ı · w i n, Kanzi: At . the Brioık of
1/uman Mind (New York: John WjlH)I; 1� 4) .

1 74
.. BiLiM iN U STALARi n D i z i s i H a kkı n d a :

New Yorklu bilim adamı John Brockman'ın kurduğu Brock­


man, Ine. ajansının bir araya gel i rd i ğ i , konularında d ünyanın
en önde gelen bilim adamların ın , l ı i l i ın i n sınırlarını gittikçe ge­
nişleten ve geniş k i t l el ere yayıl ın a s ı n ı sağlay an çalışmaları
" Science M asters" b aşlığı al ı ı nd a 1 <J<J!J. ' ten beri , Almanya'da
Bertelsmann , İ t al y a d a Rizzoli, A B I >'dı� na8ic Books , İ ngilte­
'

re'de Orion gibi büyük yayı ııı�vll'rİ l araf"ı ııdan yayınlanmaya


başladı. B i rin ci böl iim ii oıı i k i , i k i ı ı ı · i l ıiil i"ı ıı ı ii on kitaptan olu­
şan ve 1 998 itibarıyla 25 i"ı lkı·yı� sal ılan l ııı görkemli dizin i n
Türkçe çevirileri yayınevimizde yayı ı ı Lı ı ı ı yor.

İLK B Ö LÜMÜ OLUŞTURAN Y A I 'ITI .A H :

Richard Leakey: " The Origin of I I u ıı ı a ı ı k i ı ı d " (in.w / 11111 1\.ii/wni)


John Barrow: " The Origin of the U ı ı i v nsı · " (Fnnı iH I\.iikl'lıi)
Paul Davies: " The Last Three M iıııılı·s " (Son 1 \ /hıkil.-11)
Richard Dawkins: " River Out of Ed(' ı ı " ( l .'nı n ı ·llı·n ,1 1.-ııH lmwk)
Daniel C. Dennett: " Kinds of M inds " (;1 /ılın '/'w lı·ı i)
Jared Diamond: " Why Sex is Fuıı " (Sı·k1 f\'ı ·ılı·n 1\.q ifliılir)
Daniel H illis: " Etchings on a Stone" (N ir 'liı.� 111 (!.�ı·lll/llt•!,·i Oym a/ar)
Mary Catherine Bateson: " Social Changı· a ı ıd A ı L ı p l a l io ı ı "
(foplumsal Değ·i§inı ve Uyum)
George Smoot : " The Reginning of the Ti ı ı w " (l.ıl lll t/11111 lfıı}lwı.gıcı)
M arvin M i nsky: "Tiıiııking Machiııes " (/Jii.) illl l"ll Mulı illt'll'l)
Steve Joıws: " Change and Decay " (/},·�i�illı , .,. (."w iimt')
Stephen .l ay C o ı ı l d : " Pattern and D i n ·ı · l i ı ı ı ı i ı ı ı l w l l isıııry of Life
(Yaşam Tarilı in ılr� Model ve Yön)

1 75

You might also like