You are on page 1of 11

Diabetologie, endokrinologie, metabolismus

1. Mezi typické příznaky hypotyreózy nepatří:


hmostnostní přírůstek
zácpa
bradykardie
snížení TSH

2. Bílkovinný komplex s klíčovým významem pro endocytózu se nazývá


Klarithin
Karnitin
Klathrin
Keratin

3. Co nepatří pod diagnózu prediabetes?


hraniční glykemie nalačno (HGL, angl. IFG) jako důsledek inzulinové rezistence
postihující játra
úzký vztah k metabolickému syndromu
nenápadný diabetes v mládí, který hrozí zhoršením ve vyšším věku
porušená glukózová tolerance (PGT, angl. IGT) jako důsledek inzulinové
rezistence postihující kosterní svalstvo

4. Pro energetický metabolismus kosterního svalstva má význam


keratin (ve formě difosfátu)
kreatinin
karnitin
kreatin (ve formě fosfátu)

5. Metabolický syndrom je charakterizován především


zvýšenou činností štítné žlázy
patologickou aktivací mikrozomálních enzymů P450 v důsledku dlouhodobého
metabolizování léků nebo toxinů
inzulinovou rezistencí
sníženou činnosti štítné žlázy

6. Metabolická paměť
je jiný termín pro dlouhodobou paměť (její podstatou je metabolismus bílkovin)
je přetrvávání poškození buněk u diabetu i po normalizaci glykemie
je pojem z evoluční biologie označující funkci starých proteinových domén v
enzymech spojených s evolučně mladými metabolickými cestami
je souhrnný pojem pro imunologickou paměť a další podobné formy v protikladu
k paměti v běžném slova smyslu

7. Karnitin
je bílkovina s klíčovým významem pro endocytózu
je látka, která se ve formě fosfátu podílí na energetickém metabolismu svalových
buněk
je látka, která ve formě acylkarnitinu usnadňuje transport mastných kyselin přes
vnitřní mitochondrální membránu
odpadní dusíkatá látka využívaná pro měření glomerulární filtrace, její zvýšená
hladina v plasmě však sama upozorňuje na renální insuficienci (i bez měření
GFR)

Všeobecně používaným kritériem nadváhy a obezity je index tělesné hmotnosti - BMI. Jeho
výhody a nevýhody jsou všeobecně známé, výhodou je snadný výpočet (stačí obyčejná
kalkulačka) a zejména fakt, že vztah mezi BMI a zdravotními důsledky obezity je
ověřen mnoha velmi dobře provedenými vědeckými studiem. Nevýhodou pak je například
skutečnost, že BMI nedokáže odlišit, do jaké míry se na tělesné hmotnosti podílí tuk a do jaké
třeba svaly - stokilový kulturista s výškou 180 cm má stejné BMI jako stejně vysoký a stejně
těžký tlouštík.
Rozdíl mezi oběma přitom poznáme bez velkého měření a vážení. Je to tím, že intuitivně
sledujeme objem břicha a objem horní poloviny těla. Medicína proto paralelně s BMI používá
jako další kritérium nadváhy také obvod pasu, který se navíc ukázal jako mimořádně vhodné
kritérium tzv. metabolického syndromu (podrobněji zde). Je totiž známo, nejen celkové
množství tělesného tuku, ale také jeho rozložení v těle, ovlivňuje zdravotní rizika.
Nejnebezpečnější je přitom tuk v krajině břciha (a spolu s ním tzv. viscerální tuk - podrobněji
zde), jehož zvýšené množství se označuje jako centrální obezita, která je právě spojena s
metabolickým syndromem.
Kritéria pro obvod tuku se přitom značně liší mezi Evropou a Severní Amerikou. Zatímco
European Group for the Study of Insulin Resistance považuje za hranici centrální
obezity obvod pasu 94 cm u mužů a 80 cm u žen, americké instituce v čele s American
Heart Association uvádějí jak hraniční hodnoty 102 cm u mužů a 88 cm u žen.
Již dlouho bylo zřejmé, že by bylo vhodné vytvořit kritérium, které by dokázalo kombinovat
výhody BMI i obvodu pasu, dlouho šlo však jen o formální hru se zlomky a mocninami bez
experimentálního ověření. V červenci letošního roku vyšla v internetovém lékařském
časopise PLoS ONE práce týmu vedeného Dr. Nirem Krakauerem ze City College of New York,
ve které autoři analyzovali data získaná od více než 14 000 dospělých osob (součást National
Health and Nutrition Examination Survey). Na základě této analýzy navrhli nový index, který
nazvali nazvali ABSI - A Body Shape Index, tedy Index tvaru těla.

Evrim Mekanizmaları Ne Demektir?


Evrim Mekanizmaları, temel olarak, evrimin gerçekleşmesini tetikleyen ve/veya sağlayan
doğal olgular ve süreçler olarak tanımlanabilir. Tıpkı cisimlerin yere doğru hareket
etmesi olayını sağlayan/tetikleyen olgunun cisimler arası kütleçekimi (veya daha isabetli
tabiriyle, uzay-zamanın bükülmesi) olması gibi, canlı popülasyonlarının nesiller içinde
değişmesini sağlayan bazı mekanizmalar bulunmaktadır. Evrim Mekanizmaları, genel
olarak, canlılar üzerinde sürekli veya aralıklarla etkiyen doğa yasalarıdır. Bu olgu ve
süreçlerin etkisi altında, canlı popülasyonları zaman içerisinde değişir ve hatta, daha
önce Türleşme yazı dizimizde açıkladığımız yöntemlerle, birden fazla yeni türe
ayrılabilir.
Bu mekanizmaları iki ana başlık altında toplamak mümkündür: Seçilim
Mekanizmaları ile Çeşitlilik Mekanizmaları.Yani bu yazı dizimizde
öğreneceğiniz mekanizmalardan bir kısmı canlıları "seçer" (Richard Dawkins'in
deyimiyle "kayırır") ya da "eler"ken, bir takım mekanizmanın etkisi altında seçilim
gerçekleşmez; ancak popülasyon içerisindeki çeşitlilik miktarında değişim (artış veya
azalış) olur. Örneğin mutasyonlar ikinci kategorideki mekanizmalardandır. Dolayısıyla
daha bu temel ayrımdan bile görebileceğiniz üzere, mutasyonlar gibi çeşitlilik
mekanizmaları, evrimin kendisi değillerdir ve asla olamazlar. Çeşitlilik ve seçilim
mekanizmaları bir arada çalışarak evrimi yaratırlar.
Bu yazı dizimiz içinde işleyeceğimiz Seçilim Mekanizmaları şunlardır: Doğal Seçilim,
Yapay Seçilim, Cinsel Seçilim, Akraba Seçilimi.
Ele alacağımız Çeşitlilik Mekanizmaları ise şunlardır: Gen Akışı (Göç), Genetik
Sürüklenme, Mutasyonlar, Crossing-Over, Transpozonlar, Plazmidler, Yatay Gen
Transferi ve Virüsler.
Bunların haricinde ikincil (minör) mekanizmalardan da bahsetmek mümkündür.
Bunlara ikincil mekanizmalar dememizin nedeni, türlerin genel evrimsel değişimi
sürecinde, az önce saydığımız mekanizmalara göre kısmen daha kesintili veya zayıf
etkiye sahip olmalarıdır. Bunlar arasında sayısız doğa yasası ve olgu bulunsa da, en
yaygın olanları Gen Düzenlemeleri, Alternatif Birleşme (Alternative Splicing),
Epigenetik, Endosimbiyotik Gen Transferi ve Rekombinasyon'dur. Biz, bu yazı
dizimizde temel mekanizmalara ağırlık verecek olsak da, olmak üzere, ikincil
mekanizmalardan da yer yer bahseceğiz.
Şimdi, bu temel mekanizmalara genel bir bakış atacağız ve genel hatlarıyla ne olduklarını
anlatacağız. Bu, genel bir özet olacak. Böylece kavramsal aşinalığa erişebilmenizi
umuyoruz. Yazı dizimizin ilerleyen yazılarındaysa, her birinin detaylarına daha da fazla
girerek, bu mekanizmaları tek tek irdeleyeceğiz.

Seçilim Mekanizmaları

1) Doğal Seçilim
Doğal Seçilim, bir popülasyon dahilindeki genetik ve fenotipik varyasyon (çeşitlilik)
içerisinde, yaşanılan ortama (habitata) en çok uyum sağlayabilme potansiyeline sahip
canlıların potansiyel olarak var olması ve bunların, değişen ortam koşulları dahilinde aktif
olarak bu ortamlara uyum sağlamaları sonucunda, fenotipik yapısından dolayı habitata uyum
sağlayamayanlara göre yaşam mücadelesinde daha başarılı olabilmeleri ve bunun sonucunda
daha fazla ve kolay üreyerek kendilerindeki göreceli "avantaj" sağlayan genleri yavrularına
aktarma şanslarını arttırmalarına bağlı olarak popülasyonların sürekli olarak daha uyum
sağlayan bireylerin bulunduğu bir yapıya doğru evrimleşmesini sağlayan mekanizmadır.

Evrimle ilgili halk arasında yazılan, çizilen, söylenen şeylerin ezici çoğunluğu herhangi
bir bilimsel temele dayanmıyor. Daha önemlisi, evrimin mekanizmalarının
sistematiğinden bihaber kimseler, evrimle ilgili "eleştiri" ve "yanlışlamalarını" medya
organları aracılığıyla halka ulaştırıyorlar. Buna karşılık, bilim camiası halka gerçekleri
yeterince hızlı ve etkili bir şekilde taşıyamıyor. Bu durumda, evrimin temellerine dair
bilgisizlik, bu bilgisizlikten nemalanmak isteyen gerici ve bilim düşmanlarının etkili
araçlarıyla birleştiğinde, giderek artan bir cehalet ortaya çıkıyor. İşte bu yazı dizisi, tüm
insanlarımızın evrimin temelleri konusundaki bilgi ve donanım düzeyini arttırmaları ve
internette görebilecekleri hatalı bilgileri kendi başlarına tespit edebilmeleri için yazıldı.
Evrimin temel mekanizmalarını bilen birinin, evrim karşıtı propagandalara
kanmayacağını düşünüyoruz. Bu nedenle bu yazı dizimizin okunması ve anlaşılmasının
çok önemli olduğu kanısındayız.
Halk arasındaki en yaygın yanlış bilgilerden biri, evrimin tamamen tesadüflere ve
mutasyonlara dayalı olduğu iddiasıdır. Halbuki evrimde tesadüflerin yeri, kuantum
fiziğindekinden fazla değildir. Daha önemlisi mutasyonlar, tek başlarına dikkate değer bir
evrimsel değişim yaratabilecek olaylar bile değildir! Dolayısıyla eğer ki bu iki yalanı
duyduysanız ve bunların tamamen hatalı olduğunu öğrenmek sizi şaşırttıysa, bu yazı
dizimizi baştan sona, dikkatlice okuyunuz. Böylece yıllardan beri sürdürülen yalan ve
yanlış bilgilerden kurtulmanız, evrimin ne olduğunu tam olarak anlamanız mümkün
olacaktır.
Evrim Kuramı dahilinde, günümüze kadar tanımlanmış pek çok evrim
mekanizması mevcuttur. Bunların sayısı kimi kaynaklarda 15'i aşabilmektedir. Biz, bu
yazı dizisinde, bu mekanizmalardan sadece birkaç tanesini göreceğiz. Böylece aşırı
teknik detaya girmeksizin, herkesin anlayabileceği bir temel bilgi kaynağı yaratmış
olacağız. Eğer ki "giriş" düzeyinin ötesine geçerek, konu hakkında daha teknik bilgiler
edinmek isterseniz, daha ileri düzey olan yazı dizilerimizi okuyabilirsiniz. Biz, bu yazı
dizisinde, evrimi hiç bilmeyen ya da konuya yeni giriş yapan kişilerin evrimi tam olarak
öğrenebilmesini hedeflemekteyiz.
Devam etmeden önce şu soruya cevap vermeliyiz:

Konuyu Daha da Karıştırmak...


Karışıklıklar bu kadarla kalıyor mu? Elbette hayır! Az önce istisnalardan bahsetmiştik.
Bunları birazcık açalım:
İlk olarak, noradrenalinin adrenal bezler tarafından hormon olarak salgılanması da
mümkündür. Ancak genel bir oran vermek gerekirse, böbreküstü bezlerinden salgılanan
adrenalin miktarı, noradrenalin miktarından 5-8 kata kadar daha fazla olabilmektedir. Bu
nedenle liselerde adrenalin ve noradrenalin böbreküstü bezi salgıları olarak öğretilir. Bu
özünde doğru olsa da, biyolojide sıklıkla karşılaştığımız noradrenalin, böbreküstü bezi
salgısı olmasından ziyade, beyinde nörotransmiter olarak salgılanandır. Elbette ki bu
kimyasallar aynı kimyasallardır; salgılandıkları yer önemli değildir. Fakat yine de
görevleri söz konusu olduğunda, noradrenalin için nörotransmiter olma görevi bariz bir
şekilde baskınlık göstermektedir.
İkinci bir istisna; dopamin, serotonin, noradrenalin gibi bazı nörotransmiterlerin
nöronlarda kimi zaman belli bir hedefi olmaksızın da salgılanabiliyor olmasıdır. Her ne
kadar kana karışmıyorlarsa da, tıpkı kana karışan hormonlar gibi "hedefsiz" olarak
salgılanabilmektedirler. Ne zaman ki söz konusu kimyasallar bir hedefe ulaşır, o zaman
işlevsel hale gelirler. Bu durum, noradrenalinin nörotransmiter olma görevi konusunda
kafa karışıklıklarına neden olabilmektedir.
Üçüncü bir istisna, beynin en önemli bölgelerinden biri olan hipotalamusta karşımıza
çıkar. Hipotalamustaki bazı hormonlar, "quasi-nörotransmiter" dediğimiz daha kısa
menzilli görevlerde kullanılabilir. Yani hormonlar ile nörotransmiterler arasındaki
farklar, bu noktada epey bir belirsizleşmektedir. Bu bölgelerde normalde "hormon"
olarak bileceğimiz kimyasallar, sadece birkaç milimetrelik menzilde etkili olacak şekilde,
adeta nörotransmiter gibi görev alabilirler. Kan akışına karışmazlar; bu nedenle
geleneksel (veya ideal) tanıma uymazlar.
Son olarak... İşleri daha da karıştırmak adına, bazı araştırmalarda adrenalinin retinadaki
nöral devreler gibi bazı kısıtlı bölgelerde, nadiren de olsa nörotransmiter olarak
salgılanabildiği gösterilmiştir. Bu durum, adrenalinin bir hormon olduğunu söyleyip işin
içinden çıkmayı zorlaştırmaktadır. Ancak örneğin bu bölgelerde, adrenalin
salgılandığında aynı zamanda noradrenalin de salgılanmaktadır ve noradrenalinin miktarı,
adrenalinden genellikle 4-5 kata kadar fazla olmaktadır.

Sonuç
Sonuç olarak, adrenalin ve noradrenalin sıradan kimyasal maddelerdir. Onların "ne"
olduklarını, çoğu zaman salgılandıkları yerler, görevleri ve özellikleri belirler. Birebir
aynı kimyasal, eğer ki kan a

Nedir Bu Kimyasallar?
Evet, kelimeler konusunda yolumuzu açtığımıza göre, mevzuya geri dönebiliriz: Nedir şu
adrenalin ve noradrenalin?
Bu ikiliyi anlamayı en çok zorlaştıran konu, hormon ile nörotransmiter isimli iki farklı
kimyasal grubunun tam olarak anlaşılmaması veya düzgün tanımlanmamasından
kaynaklanmaktadır. Hormonlar, genellikle doğrudan damarlara (yani kan akışına)
salgılanarak belli sinyallemelerin yapılmasını sağlayan kimyasallardır. Nörotransmiterler
de sinyalleme görevi görürler; ancak onlar neredeyse her zaman sinir hücreleri (nöronlar)
arasında görev alırlar. Yani kan akışına katılmazlar. Fakat belirtelim: bu ideal tanımdır.
Elbette istisnaları vardır - ki kafaları karıştıranlar biraz da bu istisnalardır.
İdeal tanım üzerinden gidecek olursak, adrenalin bir hormondur. Adrenalin, böbreküstü
bezleri (adrenal bezler) tarafından salgılanır ve doğrudan kana karışır. Uzun mesafelerde
etki edebilir ve bu nedenle genellikle bir hormon olarak bilinir. Ancak bunun istisnaları
bulunmaktadır (bunlara az sonra değineceğiz). Bu hormon omurgalılarda ve
protozoalarda genellikle metabolik etkilere neden olur ve damar genişlemesine etki eder.
Egzersizlerde, duygusal tepkilerimizde ve hafıza oluşumunda adrenalinin görev aldığı
bilinmektedir. Adrenalinin sistematik adı (R)-4-(1-Hidroksi-2-(metilamino)etil)benzen-
1,2-diol'dür.
Adrenalinin "kardeş molekülü" olan noradrenalin ise bir nörotransmiterdir. Öte yandan
noradrenalin, beynimizdeki nöronlar tarafından salgılanır; kana karışmaz. Bu
nedenle genellikle bir nörotransmiter olarak bilinir. Ancak bunun istisnaları
bulunmaktadır (bunlara, dediğimiz gibi, az sonra değineceğiz). Noradrenalinin en önemli
görevi, kalbi etkileyen sempatik nöronlar üzerindeki etkileridir. Liselerde öğretilenin
aksine, noradrenalin miktarı artacak olursa kalp ritmi artar; azalmaz! Adrenalin
salgılanması sonucunda da kalp ritmi artar; dolayısıyla ikilinin birbiriyle zıt olarak
çalıştığını düşünmek hatalıdır! Ayrıca noradrenalin bir stres hormonu olarak da görev
yapar, kaç-veya-savaş tepkisinde rol oynar. Noradrenalin, kimyasal adıyla 4,5-β-
trihidroksi fenetilamin olarak da bilinir. Sistematik adı ise 4-[(1R)-2-amino-1-
hidroksietil]benzen-1,2-diol'dür.
Konuyu karıştıran bir diğer nokta, iki kimyasalın birbirine aşırı benzer olmasından ötürü,
bu kimyasallara tepki verebilen algılayıcıların (reseptörlerin) birebir aynı olabilmesidir.
Hep "alfa", hem de "beta" reseptörleri adrenalini de, noradrenalini de tanıyabilir. Tabii ki
nöronlarda bu reseptörler daha ziyade noradrenalin ile iletişime geçerken, vücut
hücrelerimizin geri kalanındaki reseptörler daha sıklıkla adrenalin ile etkileşirler.

Konuyu Daha da Karıştırmak...


Karışıklıklar bu kadarla kalıyor mu? Elbette hayır! Az önce istisnalardan bahsetmiştik.
Bunları birazcık açalım:

Türkiye'deki liselerin önemli bir bölümünde adrenalin ve noradrenalin birbirine zıt


çalışan hormonlar olarak tanıtılırlar. Tipik olarak adrenalinin "sempatik sinir sistemini
uyararak kalp atışlarını arttırdığı", noradrenalinin ise tam tersini yaptığı, yani
parasempatik sinir sistemini uyararak bireyi sakinleştirdiği öğretilir. Bu öğrenciler,
üniversiteye geldiklerinde, öğrendiklerinin neredeyse tamamının yalan olduğunu
görürler. Zira adrenalin-noradrenalin konusu o kadar da basit bir konu değildir. Bu
yazımızda, bu konudaki gerçekleri aktarmaya çalışacağız.

Kimyasalların Sözcük Anlamları


İlk olarak sözcük mevzusunu aradan çıkaralım: Adrenalin ile epinefrin aynı şeylerdir.
Noradrenalin ile norepinefrin de aynı şeylerdir. Normalde standartlar konusunda "kıllık"
yapan ve diğer herkesten farklı standartları kullanan ülke ABD olsa da, bu defa "kıllığı"
yapan taraf Birleşik Krallık'tır. ABD de dahil olmak üzere Dünya'nın büyük bir kısmında
bu kimyasallara epinefrin ve norepinefrin denmektedir. Ancak Birleşik Krallık'ta bu
ikilinin adı adrenalin ve noradrenalindir. Bu isimlendirme de, Dünya çapında yayılmış ve
kullanılmaktadır; özellikle de halk arasında "heyecan" ile ilişkilendirilen "adrenalin"
sözcüğü çok yaygın olarak bilinir (örneğin "adrenalin sporları" veya "adrenalin
bağımlılığı" gibi kalıplarda). Epinefrin ve norepinefrin ise, daha ziyade bilimsel
terminoloji düzeyinde kalmıştır.
Epinefrin sözcüğü son derece mantıklıdır, çünkü sözcüğün kelime anlamı Yunancada
"böbreğin üzerinde" demektir. Epinefrin de böbrek üstü bezlerinden salgılanan en popüler
kimyasal olduğu için bu isme layık görülmüştür. Aslında "epinefrin" sözcüğü ilk olarak
1897 yılında John Abel tarafından, böbrek üzerindeki bezlerden toplanan özütlerin
tamamını tanımlamak için kullanılmıştır. Şimdi ise, belirli bir kimyasala verilen isimdir.
Öte yandan "adrenalin" kelimesi de eşit derecede mantıklıdır. Neden mi? Bu sözcük de,
Yunancada değil ama Latince de "böbreğin üzerinde" demektir! İlk olarak 1901 yılında
Jokichi Takamine tarafından kullanılmıştır. İlginç bir şekilde o da, böbrek üzerinden
aldığı ve saflaştırdığı özütlerin tamamına bu ismi vermiştir. Ancak yine sözcük, belirli bir
kimyasalın adı haline gelmiştir. Aslında Abel'in özütü, Takamine'ninkiyle aynı değildi;
ancak bu, ilk zamanlarda fark edilemedi ve bu nedenle iki isim de aynı kimyasalın ismi
olarak kabul edildi. Sonradan iki özütün farklı olduğu anlaşılsa da, sözcüklerin anlamı
değişmedi. Dolayısıyla epinefrin ve adrenalini eş anlamlı olarak kullanabilirsiniz.
Peki noradrenalin veya eş anlamlısı olan norepinefrindeki "nor" nedir? "Nor--" öneki,
kimyasal bileşiklerde CH3, CH2 veya CH molekülleri veya C atomunun bileşikten
ayrılmasından sonra geriye kalan kimyasalı isimlendirmek için kullanılır. Örneğin
noradrenalin (veya norepinefrin), adrenalin (veya epinefrin) isimli kimyasaldan tek bir
karbon (C) atomunun ayrılması sonucu oluşur.

IV atau intratrakeal: 0,01-0,03 mg/kg (0,1-0,3 mL/kg dari 1: 10.000) setiap 3 sampai 5
menit yang diperlukan. Encerkan dosis intratrakeal dalam 1 sampai 2 ml ait salin biasa.

Bayi dan anak-anak:

IV: Dosis awal: 0,01 mg/kg (0,1 mL/kg dari 1: 10.000). Dapat diulang setiap 3 sampai 5
menit. Dosis maksimum: 1 mg atau 10 mL.

Intratrakeal: 0,1 mg/kg (0,1 ml laruran 1: 1000). Dosis setinggi 0,2 mg/kg mungkin
efektif. Dapat diulang setiap 3 sampai 5 menit.

Dosis Anak-anak Biasa untuk Reaksi Alergi:

Bayi 2 tahun: 0,05-0,1 mL IM atau subkutan dari larutan 1: 1000. Jika setelah 10 menit
dari suntikan pertama gejala tidak terasa membaik, berikan dosis kedua.

Anak-anak:

2-5 tahun: 0,15 ml IM atau subkutan

6-11 tahun: 0,2 ml IM atau subkutan


12 tahun lebih tua: 0,3 mL IM atau subkutan

Jika setelah 10 menit dari suntikan pertama gejala tidak terasa membaik, berikan dosis
kedua.

Alternatif dosis subkutan: 0,01 mg/kg (0,01 mL/kg/dosis larutan 1: 1000) tidak melebihi
0,5 mg.

Subkutan suspensi: 0,025 mg/kg (0.005 mL/kg dari 1: 200) sekali. Tidak melebihi 0,15
ml setiap 8 sampai 12 jam.

Dosis Anak-anak Biasa untuk Asma – Akut:

Bayi 2 tahun: 0,05-0,1 mL IM atau subkutan dari larutan 1: 1000. Jika setelah 10 menit
dari suntikan pertama gejala tidak terasa membaik, berikan dosis kedua.

Anak-anak:

2-5 tahun: 0,15 ml IM atau subkutan

6-11 tahun: 0,2 ml IM atau subkutan

12 tahun atau lebih tua: 0,3 mL IM atau subkutan

Jika setelah 10 menit dari suntikan pertama gejala tidak terasa membaik, berikan dosis
kedua.

Alternatif dosis subkutan: 0,01 mg/kg (0,01 mL/kg/dosis 1: 1000 solusi) tidak melebihi
0,5 mg.

Subkutan suspensi: 0,025 mg/kg (0.005 mL/kg dari 1: 200 suspensi) tidak melebihi 0,15
ml setiap 8 sampai 12 jam.

4 tahun atau lebih:

Inhalasi aerosol: 220 mcg (1 hirup) sekali. Inhalasi tambahan dapat digunakan setelah
setidaknya satu menit. Disarankan untuk dosis berikutnya tidak diberikan untuk
setidaknya tiga jam.

Dosis Anak-anak Biasa untuk Pelebaran Pupil:

Induksi dan Pemeliharaan Midriasis selama bedah intraokular :

-Gunakan larutan yang diperlukan untuk prosedur bedah

-Suntik secara intracameral dosis 0,1 ml bolus diencerkan pada konsentrasi 1: 100.000
sampai 1: 400.000 (10 mcg/mL 2,5 mcg/ml).
Dalam dosis apakah Epinephrine tersedia?
Perangkat, suntik: 0.15mg/0,15 m, 0,3 mg/mL 0,3, 0,15 mg/mL 0,3

Larutan nebulization, Inhalasi: 2,25%

Larutan, suntik: 0,1 mg/mL (10 mL); 1 mg/mL (1 mL)

Karutan, suntik, sebagai hidrokloride: 1 mg/mL

nhalasi aerosol: 160-220 mcg (1 hirupan) sekali. Inhalasi tambahan dapat digunakan
setelah setidaknya satu menit. Disarankan untuk dosis berikutnya tidak diberikan untuk
setidaknya tiga jam.

Nebulized: 1-3 hirupan (8-15 tetes dari laruran 1% 1: 100 atau larutan racEpinefrin
2,25%) sekali. Jika bantuan tidak tersedia dalam waktu 5 menit, dosis dapat diulang
sekali. Disarankan untuk dosis berikutnya tidak diulang lebih sering dari setiap 3 jam.

Tekanan pernapasan intermiten positif: 0,3 mg (0,03 mL dari laruran 1: 100) sekali.
Jumlah penghirupan minimum yang ditoleransi dan diperlukan untuk memberikan

You might also like