You are on page 1of 7

T.C.


DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ
GÜZEL SANATLAR ENSTİTÜSÜ
MÜZİK ANASANAT DALI

Bilim, Bilimsel Bilgi Felsefesi ve Önde Gelen Felsefeciler

Hazırlayan

Emrah SAYIN

GSE 6011 Bilim Felsefesi ve Etiği

Doç. Dr. Aykut Barış ÇEREZCİOĞLU

2017

Giriş

Bilim, gerçeğe ve olgulara dayalı, önyargısız, tutarlı, rasyonel ölçülerde bir anlama, bulma,
düşünme ve doğrulama metodudur. Bir taraftan düşünme ve ele aldığı konuları bilimsel metodlarla
araştırma sürecidir; bir taraftan da bilimsel araştırma sonucunda ulaşılan bir üründür.
Statikleşmeyen, dinamik ve sürekli gelişen bilim, olgusaldır ve gözlenebilir olgulara dayanır. Bilim,
mantıksaldır, dolayısıyla bilimsel hükümler birbiriyle tutarlı ve çelişkisizdir. Bilimsel önermelerden
doğru mantıksal çıkarımlar yapılırsa, onlar da doğru olur. Bilimsel bilgi, hem bilim dışı önermelere
hem de bilimsel sonuçlara karşı eleştiricidir. Bilim seçicidir; varlık dünyasındaki tüm olguları değil,
özellikle insana faydalı olabilecek bazı olguları ele ele alarak inceler. Bilim soyutlayıcı ve
genelleyicidir. Belli bir tür olayların hepsinde geçerli olabilecek şekilde yasalar ortaya koyar.

Bilim, varsayımlara dayanır. Bunlara örnek vermek gerekirse; kendi dışımızda düzenli
ilişkiler içinde bir olgular dünyası vardır. Bu olgular dünyası bizim için anlaşılabilir. Bütün olgular
birbirine ve tespit edilebilir nedenlere bağlıdır. Gözlem konusu bütün olgular belli bir zaman ve
mekân içinde yer alır. Bilim, varolan her şeyin belli bir miktarda varolduğu ilkesine bağlıdır ve
bunu ölçmeye çalışır. Bilim, denetimli gözlem ve gözlem sonuçlarına dayalı mantıksal düşünme
yolundan giderek, olguları açıklama gücü taşıyan hipotezler bulma ve bunları doğrulama
metodudur.

Bilimin Felsefenin konusu olması ;

Bilim felsefesine ait metinlerin çok uzun tarihsel bir geçmişi vardır. Aristotales'ten itibaren
bu iz sürülebilir. Ama bilim felsefesi, felsefenin bir alt bölümü olarak özellikle bilimlerin felsefeden
ayrışmasının bir sonucu olarak belirginleştiği için modern zamanların ürünüdür. Francis Bacon’ın
Novum Organon’u, René Descartes ’ın Metot Üzerine Konuşma’sı, Isaac Newton ’un "Felsefi Akıl
Yürütmenin Kuralları" , Henri Poincaré’nin Bilim ve Hipotez’i, bir anlamda bilim felsefesinin öncü
klasik metinleri sayılabilir. 20.yüzyıldan itibaren ise bilim felsefesi tamamen özerk ve kapsamlı bir
bölüm haline gelir. Bilimin doğası bilim tarihi, sosyolojisi, psikolojisi ve felsefesi gibi bilimin
çeşitli çalışma alanlarını bir araya getirir ve “bilim nedir, nasıl işler, bilim adamları nasıl çalışır,
sosyal ve kültürel bağlamların bilime etkisi nedir?” gibi sorulara verilen cevaplardan oluşur
(McComas ve Olson, 2000) Bilimin doğası ve bilim eğitimiyle ilgili literatür incelendiğinde
bilimsel bilginin ne olduğu, bilimsel bilginin nasıl oluşturulduğu ve bunların nasıl öğretileceği
konusunda farklı perspektifler olduğu görülmektedir. Bilim çok yönlü, kompleks ve dinamik bir
girişim olduğu için filozof, tarihçi ve sosyologların tek bir bilimin doğası tanımı üzerinde
anlaşamamaları şaşırtıcı değildir. Bilimsel açıklama, teori veya modeller, gözlem ve deneylerle
keşfedilen gerçekler değil; bilim adamları tarafından yapılandırılan bilgilerdir. Bu bakış açısından
gözlemler ve deneyler bilimin temelini oluşturmaz; bilimsel düşünceleri destekleyen argümanların
oluşturulmasına yardımcı öğelerdir. Bilimi diğer disiplinlerden ayıran temel özellik, delillere
dayanarak ortaya koyduğu düşünceler için gerekçeler sunması ve ikilemleri çözmek için bilimsel
akıl yürütme ve argümantasyon gibi rasyonel yollar kullanmasıdır. Bilimsel bilginin doğası ile ilgili
paradigma değişiminin bir diğer yönü de, bilimin sadece yalnız başlarına çalışan bilim adamları
tarafından oluşturulmadığı; bilimin sosyal ve kültürel bağlamdan etkilenerek oluştuğu görüşüdür.

Son 20-30 yıldır, bilimsel bilginin oluşturulmasında yer alan sosyal süreçlerin daha fazla
farkına varılmıştır (Brown ve diğ., 1989; Latour ve Woolgar, 1986). Bu görüşe göre; bilim adamları
sosyal çevre ile sürekli etkileşim halindedir ve bu etkileşim onların bilgi, beceri, kaynak, dürtü ve
tutumlarını etkiler. Bilimsel bilginin yapılandırılması basitçe yalnız çalışan bilim adamlarının
delillere dayalı akıl yürütme süreci değildir, bilim adamları sosyal ve kültürel bağlamdan izole bir
şekilde çalışmazlar ve bilimsel bilgi sosyal olarak yapılandırılır. Bilimsel bilginin doğası ile ilgili
paradigma değişiminin bir diğer yönü de, bilimin sadece yalnız başlarına çalışan bilim adamları
tarafından oluşturulmadığı; bilimin sosyal ve kültürel bağlamdan etkilenerek oluştuğu görüşüdür.
Son 20-30 yıldır, bilimsel bilginin oluşturulmasında yer alan sosyal süreçlerin daha fazla farkına
varılmıştır (Brown ve diğ., 1989; Latour ve Woolgar, 1986).

Bu görüşe göre; bilim adamları sosyal çevre ile sürekli etkileşim halindedir ve bu etkileşim
onların bilgi, beceri, kaynak, dürtü ve tutumlarını etkiler. Bilimsel bilginin yapılandırılması basitçe
yalnız çalışan bilim adamlarının delillere dayalı akıl yürütme süreci değildir, bilim adamları sosyal
ve kültürel bağlamdan izole bir şekilde çalışmazlar ve bilimsel bilgi sosyal olarak yapılandırılır.
Bilimsel açıklamalar bilim adamlarının hayal gücünü ve yaratıcılığını içerir. Ancak, bilim adamları
toplumdan tamamen izole bir şekilde çalışmadığından kaçınılmaz sosyal etkileşimler nedeniyle
bilimsel bilgi bilimin yapıldığı sosyal ve kültürel bağlamdan etkilenir. 

Felsefe ile bilimin ortak ve farklı yönlerini maddeler halinde göstermeye çalı- şalım. Benzer veya
ortak yönleri şu şekilde özetlenebilir:
• Her ikisi de kesin, güvenilir bir bilgi olan episteme1 ’yi elde etmeye çalışırlar.

• Her ikisi de genelde akla (logos) dayanır ve kendilerini akla dayanan nedenlerle haklı kılmaya
gayret ederler.

• Her ikisi de bilgiyi elde etmede bilinçli, yöntemli ve sistematik bir yön- tem kullanırlar.

• Her ikisi de kavram ve soyutlamalardan hareketle ilke ve yasalara var- maya çalışırlar.

Bilim ile felsefenin faklı yönlerini de şöyle özetleyebiliriz:

• Bilimsel yöntem, araştırma teknikleri ve bulgular öğretilebilir ve yinelenebilir iken felsefeninkiler


özneldir, herkesin üzerinde uzlaşacağı standartlar bulmak zordur.

• Bilim temelinde teknik oluşturulabilir ama felsefede bu mümkün değildir, o daha ziyade

entelektüel bir etkinliktir.

• Felsefe hem olguları hem de değerleri incelerken bilim yalnızca olguları inceler.

• Bilimin kavram ve soyutlamaları felsefeninkine göre daha az geneldir.

Bilimsel önermelerin doğrulanabilmesine karşılık felsefeninkilerin tutarlılık dışında denetleme


imkanı yoktur (Yıldırım 2000: 27; Arslan 2007: 9; Hızır 1976: 42 vd.).

Örneğin, su yüz derecede kaynar. Buradaki olgu ‘suyun kaynamasıdır. Tabii ki su ilk defa
kaynamıyor. İnsanlık tarihinden daha önce de su kaynamaktaydı. Fakat buradaki bilimsel zihniyetin
ayırt edici özelliği, kişinin suyun kaynamasını görmesi değil (herkes bunu rahatlıkla görüyor
sonuçta); bir kişinin bunun nedeni-ni merak etmesi ve araştırmasıdır. Bu araştırma sonucunda şöyle
bir sonuca varıl- dığında, ‘Su deniz seviyesinde, kapalı kaplarda, yüz derecede kaynar”, işte bu yasa
olmuştur. Ve bu yasaya bağlı olarak kimyacılar, fizikçiler ve mühendisler gibi öteki bilim insanları
yeni araştırmalar yaparlar.

1Episteme, felsefe tarihindeki genel kullanımıyla, bilgi anlamına gelmektedir.


Bilimin ve Bilim Felsefesinin Normları ;

Bilim insanları, araştırmalarını nasıl yürüteceklerini düzenleyen bir dizi resmi olamayan kural, ilke
ve değer bütünlerine tabidirler. Bunlar genel hatlarıyla evrensellik, örgütlü şüphecilik, tarafsızlık,
paylaşımcılık, dürüstlüktür. Araştırmanın, araştırmayı yapana, araştırmanın yapıldığı üniversiteye,
ülkeye bakmadan değerlendirilmesi, objektiflik, yansız ve yeni fikirlere açık olmak, belirli bir
düşünce ya da bakış açısına körü körüne adanmamaları, karşıt kanıtları dikkate almalıdır. Bilimsel
bilgi herkese aittir ve başkalarıyla paylaşılmalıdır. Yapılan araştırma ayrıntılı olarak açık erişim ile
tanımlanmalıdır.

Bilim Felsefesinin Önemli İsimleri ;

Bilimin felsefenin konusu olması ve hatta bu konunun belirli bir zaman içinde felsefenin bir
alt disiplini olması sözkonusudur. Tarihsel bir açıklama olarak bilimin felsefenin içinden doğup
geliştiği genel bir şekilde belirtilir. Daha sonra bilimin bir bilinç formu olarak ayrımlanmasından
sonra da bilim felsefe ilişkisi süregelmiştir. Bilim felsefesi özellikle bu ayrımın sonrasında
felsefenin bilim üzerine düşünmesinin bir sonucu olarak disipliner bir duruma gelmiştir. Bu iki alan
her zaman kuramsal olarak birbirine karışma ve karşılıklı etkileşim içinde birbirini etkileme
halindedir. Genel bir ayrım varsayılmakta birlikte kuramsal ayrım çizgilerini belirlemek kolay
görünmemektedir. Bilim felsefesi, bilimin kendi niteligi ve anlamı üzerine, felsefenin kuramsal
çalışmasını dile getirir.

Bilim kendi başına kendi anlamını bilemez, böyle bir bilme çabasına yöneldiği anda felsefe
alanına girmiş olur. Bu anlamda bilim felsefesi, bilimin yerini anlamını ve kuramsal konumunu
belirlemek üzere yürütülen felsefe-içi çalışmaların bütünlüğüdür. Bilimin felsefeden ayrışmasından
sonra felsefenin bilim üzerine düşünmesi bilim felsefesinin içeriğini oluşturmaktadır. Özetle, bilim
felsefesi, bilimsel düşünce ve yöntemlerin mantıksal ya da kuramsal bir çözümlemesini vermeye
çalışır.

Bilim felsefecisi Popper, "yanlışlanabilirlik" ilkesiyle bilimi doğru bilginin temsilcisi olarak
eleştirel rasyonallik ekseninde temellendirmeye çalışır. Yanlışlanabilirlik ilkesi, Popper’in bilim
kuramının temelidir. Onun bilimsel yöntem görüşü, “bütün sistemleri zorlu bir sınamadan geçirerek,
sonunda nispeten elverişli” sistemi seçmek amacıyla, her kuramı yanlışlamaya tabi tutmaya dayanır.
Bir teorinin bilimsel olabilmesi için yanlışlanabilir olması gereklidir. Burada yanlışlanabilirlik
yanlış olması değil ama hangi koşullar altında ve nasıl bir düzenekle yanlışlanabileceğini
göstermektir. Çünkü hangi kuram olursa olsun belli koşullarda deneysel destek bulması kolaydır.
Popper’e göre bu kural hem doğa bilimlerini hem de toplumbilimleri için geçerlidir. Elbette ki bir
kuram yanlış olması için değil, doğru olduğu düşünüldüğünden ortaya atıldığına göre, Popper’a
göre hem doğruyu, hem de yanlışı içinde taşır; yani çelişki her bilimsel kuramın içindedir.

Popper’in tam karşısında ise Paul Feyerabend'in bilimin hiçbir yöntemsel üstünlüğe sahip
olmadığını, bilimsel kuramların geçerliliklerinin tarihsel olarak göreli olduğunu ve bilimin öteki
bilgi biçimleri arasında yalnızca bir bilgi biçimi oldugunu söyleyen önermesi bulunmaktadır.
Feyerabend'in düşüncesinin temelini, onun bilimi, din ya da sanat ile aynı noktada ya da onlarla
birlikte, olası bilgi olanaklarından biri olarak ele almasının bir sonucu şeklinde ortaya çıkar. Bilim,
din veya sanatın her biri bilgi edinmenin farklı yollarıdır, birbirlerinden daha üstün ya da öncelikli
ya da ayrıcalıklı değillerdir. Gerçekliğe ulaşmanın farklı yollarıdır bunlar. Birbirleriyle ölçülebilir
ya da kıyaslanabilir değillerdir ancak birbirlerinden etkilenilirler. Tüm düşüncelerin veya
yöntemlerin amacı aynı soruya yanıt bulmak olduğuna göre birbirinden bütünüyle ayırmak veya
aralarında bir hiyerarşik ilişki tanımlamak olanaksızdır. Feyerabend’e göre bilgi sistemlerinin biri
diğerinden üstün değil ama hepsi arasında dolaysız bir bağlantı vardır. Başka bir ifadeyle bilgi
sistemlerinde her şey birbiriyle ilişkilidir.

Kuhn ise, "eş-ölçülmezlik" önermesiyle farklı bilimsel modellerin birbirleriyle


kıyaslanamayacağını ve herhangi bir kuramın geçerliliğinin belirli bir oydaşmanın ürünü olarak var
olduğunu öne sürer ve görelikli bir bilim anlayışı şekillendirir.Kuhn'a göre bilimsel alanlar doğrusal
ve devamlı bir şekilde gelişmekten ziyade periyodik olarak paradigma kaymalarından etkilenirler ve
bu paradigma kaymaları bilim adamlarının daha önce geçerli kabul etmedikleri savlara karşı yeni
bir anlayışın ortaya çıkmasına sebep olur. Bilimin esas ilerleyişi de, doğrusal bir tarzda bir
düşüncenin değişimi ve gelişiminden çok, temel paradigmanın değişimiyle olur. Kuhn’un anlattığı,
elbette gelişmeyi yadsımak değildir ama esas gelişmenin değişimle, değişimin de nicel birikimlerin
yarattığı nitel değişimle olduğudur.
KAYNAKÇA

Arslan, Ahmet (2007), Felsefeye Giriş, Adres Yayınları, Ankara.

Brown, J. S., Collins, A., & Duguid, P. (1989). Situated cognition and the culture of learning.
Educational Researcher,18(1), 32-42.

Hızır, Nusret (1976), Felsefe Yazıları, Çağdaş Yayınları, İstanbul.

Mccomas, W. F., & Olson, J., K. (2000) Internatıonal Science Education Standards documments
(41-52) In W.F.Mccomas (Ed.) The nature of science in science education rationales and strategies.
Kluwer Academic Publishers

Yıldırım, Cemal (2000), Bilim Felsefesi, Remzi Kitabevi, İstanbul.

You might also like