You are on page 1of 281

M eteor Avı

Jules Verne

TÜBİTAK

POPÜLER BİLİM KİTAPLARI


TÜBİTAK Popüler Bilim, K itaptan 201

M eteo r A vı - La C hasse a u M étéore


Jules Verne
Çeviri: Özel Aydın

© Société Jules Verne, 1986


© Les éditions internationales Alain Stanké, 1988
© L’Archipel, 2002
© Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu, 2002

Bu yapıtın bütün hakları saklıdır. Yazılar ve görsel malzemeler,


izin alınm adan tümüyle veya kısm en yayımlanamaz.
Türkçe yayın haklan Kesim Ajans aracılığı ile alınmıştır.

TÜBİTAK P opüler B ilim K ita p la rı’n ın seçim i ve değerlendirilm esi


TÜBİTAK Y ayın K om isyo n u ta r a fın d a n y a p ılm a k ta d ır.

ISBN 975 - 403 - 344 - 7

1. Basım O cak 2005 (2500 adet)

Yayıma Hazırlayan: tpek Arman Erdoğan


Grafik Tasarım: Cemal Töngür
Sayfa Düzeni: înci Yaldız

. TÜBİTAK
P o p ü le r Bilim Kitapları İşletm e M üdürlüğü
Atatürk Bulvarı No: 221 Kavaklıdere 06100 Ankara
Tel: (312) 467 72 11 Faks: (312) 427 09 84
e-posta: kitap@tubitak.gov.tr
İnternet: kitap.tubitak.gov.tr

Semih Ofset - Ankara


M eteor Avı

(Asıl metin)

Ju le s Verne

Çeviri
Özel Aydın

T Ü B İT A K POPÜLER BİLİM KİTAPLARI


Ç evirm enin Ö n sö zü

J u le s V ern e’in ö lüm ünden so n ra evinde bulun an


basılm am ış y ap ıtların d an biri olan M eteo r Avı’nın
h içbir değişikliğe uğram am ış b u asıl m etnini çevir­
m ek benim için erişilm esi güç b ir o nurdu.
K uşkusuz y en id en gözden geçirm e fırsatını b u ­
lam adan b u d ü n y ad an göçtüğü için ro m an d a kalan
“yılın yirm i d ö rt g ü n ü ” (XV. B ölüm ), “il zam irini
a rtik l” (X II. B ölüm ) olarak adlandırm ası gibi kimi
ifadeleri olduğu gibi ak tarm ak tan b aşk a y ap ab ile­
ceğim b ir şey y o k tu .
“O n beş y ü z m ilyon” (X I. Bölüm ) gibi ifadeleri
ise m etnin anlaşılabilir olm ası için günüm üze u y a r­
lam anın yerin d e olup olm adığını d a bilm iyorum .
J u le s V erne’in kahram anlarını d ü şü rd ü ğ ü g ü ­
lünç d u ru m larla zam an zam an k ah k a h alar a ttırd ı­
ğı, acı alaylarıyla d a derinden d ü şü n d ü rd ü ğ ü bu
olağanüstü rom anını zevkle okum anız dileğiyle.

Ö zel A ydın
Ö n sö z

Ava Giden Avlanır


J u le s Verne, 24 M a rt 1905’te, ölüm ünden sonra
y ay ım a h azır altı rom anla (Altın Y anardağ, W il­
helm S to ritz ’in Sırrı, M acellanya, G üzel S arı Tu­
n a 1, M eteo r Avı ve D ü n y an ın U cu n d ak i F ener) b ir
öykü derlem esi (D ü n ve Y arın) bırakır.
Y azarın oğlu M ichel Verne, yayıncının oğlu J u ­
les H e tz el’in isteği üzerine babasının bıraktığı y a ­
pıtları y en id en y a z a r ve özlerini bozar. Bu nedenle,
J u le s V erne’in ölüm ünden sonra y ayım lanan ro ­
m anlarının asıllarm ın “asıl m etinlerinin” basılm ası
b ir zoru n lu lu k olur.
1985’ten 1989 a k a d a r çok sınırlı sayıdaki ilk
b ask ın ın ard ın d an J u le s V erne D erneği, Piero
G ondolo della R iva’nın yayıncının çocuklarında
b u ld u ğ u b u yayım lanm am ış m etinlerin y en id en y a ­
yım ını S tanke Y ayınlarına verir.
Ö lü m ü n d en so n ra basılan y ap ıtların ın yayım ını
tam am larken, D ü n ya n ın U cundaki F en er ve D ü n
ve Yarın2 derlem esini, y az arın onları oluşturm uş

1. Sözü edilen ilk d ört rom an A rchipel Y ayınlarından çıktı.


2. J u le s V ern e’in Ö ykü leri ve M asalları o rtak derlem esi olarak çıktı,
O uest-F rance, Rennes, 2000.
olduğu gibi, elyazm ası m etinleriyle tan ıtm ak d a u y ­
gun olur.

M eteor Avı, yergi romanı


İç k arartıcı M acellanya’dan so n ra işte iç açıcı,
hafi! b ir rom an. İnsanın hiçbir zam an şaka y a p a r­
ken olduğu k a d a r ciddi olm adığını bilen V erne cid­
di y a p ıtla rla fantezileri böyle a rt a rd a getirm eyi se­
viyordu.
Rom ancı, 1901’de yetm iş üç y a şın d a olm asına
karşın şaşırtıcı b ir çalışm a sergiliyor. Sadece bu y ıl­
d a S to ritz'in S ırrın ın gözden geçirilm esini saym az­
sak b irb iri a rd ın a üç rom an, G ü zel Sarı Tuna,
D ü nya n ın U cu n d aki F ener ve önce G öktaşı adıyla
y ay ım lan an M e te o r A v ı m yazıyor.
M e te o r A vı, iki am atö r gökbilim cinin u zayda
g ö rü n en altın b ir küreye sahip olm a acınası re k ab e­
tini, fantezi ve gülm ece tarz ın d a anlatıyor. R akip­
ler, bu kozm ik ve kom ik avdan, göktaşı kâşifleri
u n vanlarını d a y itirere k elleri boş dönecekler. G ö k ­
y ü zü n ü gözlem lem e, V erne bu k o n u d a B rillat-Sa-
varin in y en i b ir yem eğin keşfi insanlığın m utlulu­
ğu n a bir yıldızın keşfinden d a h a çok k atk ıd a b u lu ­
n u r” basit gerçeğini an ım satarak ironi yapıyor.
"M eteo rsal” diye nitelenen “gökbilim se!” gülm e­
ce bollu ğ u n d a evlenm e, boşanm a, A m erika'da tö ­
relerdeki özgürlük, altın spekülasyonu ve zengin­
liklerin geçiciliğine -ve h a tta iç sıkıntısı ve fiziköte-
sinin- ilişkin, hafif” olarak kabul edilen b ir y a p ıta

II
f göre çok sayıda ciddi konu h ak k ın d a düşünceler ve
gerçekler su y ü zü n e çıkıyor.
A v m yazılm ası ve S to ritz’in gözden geçirilm esi­
nin, aynı zam anda yapılan çalışm alar oldukları
doğrulanıyor: M eteo ru n öyküsü S to ritz in fantezisi
k o n trp u an ı o larak o rtay a çıkıyor. İki y a p ıtta d a gö­
zü yaşlı b ir b ak ire ve m ütsuz b ir nişanlı, y az arın
h içbir zam an unutm ayacağı engellenm iş aşkı H er-
m inie kom pleksine gönderm e3. G enç J u le s ’ü n ev­
lenm esinin H erm inie'nin ailesince, şairin p ek de
kesin olm ayan yazınsal şöhretine b ir köy ağasının
altını yeğ len erek yasaklanm ası gibi, V erne gibi
av u k a t olan F ran cis G ordon d a evlenm esinin m üs­
takbel kayınpederi tarafından yasak lan d ığ ın a tanık
olur. Am a b u ra d a nişanlının rakibi y o k tu r, o n a y a l­
nızca b ir gökbilim cinin kıskançlığı ve açgözlülüğü
k arşı koyar. Av ve S toritz’de k o rk u içindeki b ir
k entte, R agz için W ilhelm S to ritz’in davranışları,
W h atso n için göktaşının düşm esinin aynı iç sıkıntı­
sı d a görülür:

“O n u (R agz) istila edilm iş b ir ülkenin sürekli


b o m b ard ım an k o rk u su içindeki, h erk esin
k endi kendine ilk bom banın nereye düşeceği­
ni, evinin ilk yıkılan olup olm ayacağını so rd u ­
ğu bir kentle ancak d ah a çok kıyaslayabilir-
dim ” (Storitz, s. 143).

3. C hristian C h elebourg'un betimlediği "K om pleks”, "Ak ve K a ra ’,


J V D K no 77, 1. Baskı, 1986.

III
A v d a b en z er b ir tüm ce var:

“S onuç o larak genel izlenim şöyle ta rif edile­


bilirdi: B om balanm ası h er an başlayabilecek
kuŞatm a altın d ak i b ir kentin, b ir bom banın
gelip evlerini y erle b ir edeceği beklentisi için­
deki sak in lerin in k i! ” (Böl. V I).

M eteor Avı’mn elyazması metni


Y azar tara fın d an düzeltilm iş olsa d a A v ’m elyaz-
m aları b iraz gözden geçirilip düzeltilm eyi hak edi­
yor. 1901'in 27 M a r t’ından E y lü l’üne k ad a r olan
olayın akış zam anı, rom an 1901’in 27 M ayıs'ından
15 A ralık ’ın a k a d a r yazılm ış olduğuna göre dizgi
tarih lerin e çok y akındır. A m a V erne öyküyü önce
ilk b ah ar y erin e k ışa o tu rttu k ta n sonra, “m ayısın"
y erin e "kasım ın" hâlâ y erin d e d u rd u ğ u ikinci b ö ­
lüm de m evsim i değiştirm eyi unutuyor. M ichel V er­
ne, asıl m etni k o ru m ak am acıyla aynen alıkoydu­
ğum uz bu yanılgıyı düzeltiyor.
Ö lü m d en so n ra yayım lanan tüm ro m anlarda ol­
duğu gibi kendim izi birkaç virgül y a d a b ü y ü k h a r­
fi k aldırm ak y a d a eklem ekle sınırlayarak, asıl y a ­
zarın ü slu b u n a tüm üyle saygı gösteriyoruz. Bu y e ­
ni bask ıd a m etin gözden geçirilm iş ve düzeltilm iştir
am a y az arın düzeltm iş olabileceği tarih y a d a hesap
y an lışların ı -düzeltm e notlarıyla- bırakıyoruz. Kimi
adların ve “m eteorsal” gibi y e n i sözcüklerin, bazen
u y d u rm a olan yazım biçim lerini koruyoruz.

IV
M eteor A vının temaları ve kaynakları
J u le s Verne, 1874’te ilk olarak G üneş D ü n y a ­
sından adı verilen H e cto r Servadac’m yazılm asın­
dan so n ra neredeyse otuz y ıld ır b u k o nuyu içinde
taşıyordu. B u son y a p ıtta y a z a r “b ir altın tellür b i­
leşen in d en ” oluşan G allia kuyrukluyıldızının y e r ­
y ü zü n e d ü şü şü n ü ve kapitalistlerin batışını ta sa rla ­
m a yürekliliğini gösterm işti. Yazık! O n u n ö ngör­
dü ğ ü sonuç b a b a H etzel tarafın d an S erv ad ac’m
o ra d a "sadece b ir düş görm üş olabileceği”4 y ö n ü n ­
deki gerçeğe uym ayan b ir çözüm lehine y asa k la n ­
mıştır.
V erne, gelecek k u şakların o k uyup öğrenm eleri
am acıyla b ir kıyıya koym uş olduğu rom anı Av da,
b ir çeyrek yüzyıl so n ra öcünü alır ve “olağanüstü
yolculuklarının" ilkinden so n u n cu su n a değin altına
gösterm iş olduğu h o rg ö rü sü n ü b u kez özgürce dile
getirebilir.
Yazar, Balonla B eş H a fta d a d ah a şim diden d e­
ğerli m adeni aşağılıyor: B alonun sepetine ağırlık
olması için yığılm ış olan taşların altın olduğu o rta ­
y a çıkar; J o e , b ü y ü k ü zü ntüsüne rağm en onları
aşağı atm alıdır.

“G ö r -d er F ergusson- dünyanın en iyi çocuğu­


n u n ü stü n d e b u m adenin g ü cü n ü n ne olabile­

4. B akınız "Gallia sarsıntısı H etzel’i m üthiş sa rsar’’ ve "H ec to r Serva-


dac'ın ilk sonu" J V D K no 75, 3. baskı, 1985, ss. 220-227; ve "G üneş
D ünyasının D oğuşu ve S ansürü", JV D K no 139, 2000, ss.34-41.

V
ceğini. Böyle b ir m aden filizini tanım ak ne
çok tu tk u y a, ne çok açgözlülüğe, ne çok cina­
y ete yol a ç a c a k tır!” (Böl. X X III).

S an sü r5 olm adığı için özgürleşen J u le s Verne,


ö lü m ü n d en so n ra y ay ım lan an altı ro m an ın d an
ü çünde (A ltın Y anardağ, M acellanya ve M eteor
Avı) altın a olan saldırgan duygularını geliştirir. Y a­
z a r A v d a (B öl. X V II), iş a re t ettiğim iz gibi,
1867 y e d o ğ ru yazm ış olduğu eski b ir öykü, L e
H u m b u g d a 6 d a h a şim diden betim lem iş olduğu
A m erikan tö relerin in kim i özelliklerini ele alıyor:
15 y aşın d ak i genç Loo, W h asto n y o lların d a yalnız
geziniyor ve iki gökbilim ci arasın d a -kendi başına-
b ir b arıştırm a girişim inde bulunacak. D önem in
genç b ir F ran sız kızı için düşünülem eyecek bu gi­
rişim, y a z a r tarafın d an ta k d ir ediliyora benziyor
am a M ichel V erne y ap ıtı “d ü ze ltirk e n ” b u n u kaldı­
rıyor.
Bay ve B ayan S ta n fo rt’un A m erikanvari evlilik
ve boşanm aları y az arı d ah a d a şaşırtıyor. “A m eri­
k a ’da evlenm enin bu denli kolay olm asına... n e re ­
deyse boşan m ak kadar, g erçekten bayılıyorum "
(B irinci b ö lüm ün sonu) diye dikkati çekiyor, -sahip

5. A ltına nefret k o n u su n d a M acellanya ¿a ve A k ın Y anardağının ön­


sözlerine bakınız, aynı zam anda "Ju les V erne’nin y ap ıtın d a altına olan
lanet susuzluk", Revue J u le s Verne no 2, Amiens, 1997.
6. A m erika n Töreleri, Le H um bug, elyazm ası m etin, J V D K no. 76, 4.
baskı, 1985.

VI
olduğu filozof kim liğiyle- görünüşe göre asıl y a z a ­
rın sözcüsü7 olan Yargıç J o h n P ro th . Ç ılgınca b ir
d av ranışla birleşm eye k a ra r verm ek so n ra ned en ­
siz ayrılm ak, b en zer biçim de an laşarak boşanm a­
nın y asa k olduğu 1900’daki bir F ransız için ne düş,
ne im renilecek şey! M ichel Verne, b u ra d a d a ayrı­
lığın nedenlerini aram ayı gerekli sanıyor ve elbette
alay ettikleri gökbilim ciler k o n u su n d a eşleri karşı
k arşıy a getiriyor.

Rastlantı, yazgının efendisi


R om anın tü m eylemi tek rastlantı üzerine o tu r­
tulm uş, “Bu k ö tü kalpli Tanrı n ın ...” diyor Verne,
"M eseleleri çözm ek değil, k arm a k arışık etm e alış­
kanlığı v a r” (Böl. X I). Bir altın k ü re karşısın d a et­
kisiz, dev b ir m ıknatıs gibi, göktaşını d u rd u rm a k
için önerilenler -asıl y az arın işaret ettiği gibi (Böl.
X V II)8- “B u salt d ü ş gücü olan hik ây ed e” bizim
m antıklı kafalarım ıza aykırı olarak son derece fan­
tezisi kalıyorlar; y a z a r kendi öz yazınsal y a ra tıla rı­
nı bile y ard ım a çağırıyor:

“N için b irk aç yıl önce A y’a b ir gülle gönderen


y a d a d ah a so n ra m üthiş b ir geri tepm eyle
y ery ü zü ekseninin eğim ini değiştirm eyi d en e­

7. M ichel V erne'in kaldırdığı görüş, yerine şunu koyuyor: "E vlenenle­


rin tüm ü biraz çılgın değil m id ir?”, sadece A m erika'daki evlenm e ve
boşanm aların kolaylığından, kararlarının değil, h ayrete düşen asıl y a ­
zarın düşüncesinin tam tersi b ir anlam da.
8. “M an tık lı” kalm akta d iren en M ichel V erne'in kaldırdığı itiraf.

VII
y en to p k a d a r güçlü b ir to p imal edilm eyecek­
ti?... E v et am a bu iki denem e sadece, belki de
biraz, çok fazla düş gücü olan b ir F ransız y a ­
zarın kalem inden çıkm ış saf b ir fantazyaydı,
bu b ilin m iy o rd u !” (Böl. X I).

G üzel V ern e’vari hom eopati, k urm acayla tedavi


edilen k u rm ac a!9
R om an b o y u n ca bilim insanları -b ir tek gökbi­
limciler -gözlem ve h esap lar y ap ıy o rla r am a en k ü ­
çük b ir eylem den aciz kalıyorlar. Tek itici güç, h er
şeyin bağım lı olduğu rastlantı oluyor. K üçük Loo,
T an rı’d an boşu b o şu n a “işleri y o lu n a koym asını”
diliyor, h içb ir şey değişm iyor!
M ichel V erne ve J u le s H e tz el’inki gibi m antıklı
kafaların olayların bu ra stlan tıy a bağlı özelliğine
aykırı d ü ştü ğ ü ve bu boşluğu doldurm ayı k ararlaş­
tırdıkları anlaşılıyor. M antığın fanteziyi ö ld ü rd ü ­
ğünü anlam ıyorlar. O n c a m atra k bir y ap ıtın içine
ciddiyi koym ak niye? Yargıç P ro th iki şak a arasın a
bilgece d ü şüncelerini k o y d u ğ u n a g ö re !

Michel V erne’in değişiklikleri


M ichel V erne M e te o r A v ı'nı y en id en kalem e
alırken alışık olduğu üzere babasının elyazm ası
m etinlerine b akm adan, yalnız 1905'te daktilo edil­
miş k o p y ad an yararlanır. Böylece istem eden çok

9. M ichel V erne, bu esprili am a biraz ciddi “kendine gönderm eyi” o r­


tadan kaldırıyor.

VIII
sayıda ok u m a hatasının kalm asına izin verir. Ö rn e ­
ğin "M ichel’in m etn in d e” F rancis G ordon, H uldel-
so n ’lard a "evin tanrısıym ış gibi” karşılanıyor -bu
h içbir anlam a gelm iyor- oysa J u le s V erne d ah a b a ­
sit o larak “evin oğluym uş gibi” diye yazm ıştı.
Bu kez M ichel V erne’in farklı eklentilerini ve d e­
ğişikliklerini atm ak tan sakınabiliriz, çünkü yayıncı­
nın çocuklarında bu lu n an ve P. G ondolo della Ri-
v a'n ın fotokopiyle çoğalttığı inanılm az büyüklükte
b ir belge v ar elimizde: M ichel V erne’in M e te o r
A v ıy la 10 ilgili tüm değişikliklerinin listesi. B u deği­
şiklikler kataloğu -yazarın oğlu tarafından tam am ­
lanan "düzeltm e” çalışm asının açık kanıtı- evlilikle
ilgili düşüncelerin ve A m erikan törelerinin eleştiril­
m esinin kaldırılm ası gibi tüm ü n ü de içermiyor.
M ichel Verne, önceden kestirilem eyen ra stlan tı­
nın y erin e m akineyle inm iş b ir T a n rıy ı oynayan
kaçık bilgin Z ep h y rin X irdal kişiliğini özellikle y a ­
ratıyor. Böylece y a p ıt artık fantezi olmuyor, bilim,
eylem in ak ışın d a irad esin i k ab u l ettiriyor. Bu
Z ep h y rin X ird al’ın d ah a çok başarılı olması, öykü­
y e girişinin y ap ıtı ağırlaştırm asını engellem iyor ve
ö y k ü n ü n b ir tek rastlantının yaşam larım ızı y ö n le n ­
dirdiğini gösterm ek olan tüm kıssadan hissesini
y o k ediyor. K işisinden g u ru r duyan M ichel Verne,
"baba(sınm ) y ap ıtların ı inceleyen b ir uzm anın, tas-

10. P. G ondolo della Riva, “J u le s V erne'in ölüm ünden sonra yayım la­
nan yapıtları h ak k ın d a”, A vrupa kas./aral. 1978, ss.73-82, “M ichel
V erne tarafından getirilen başlıca yeniliklerin” listesinin ardından,
fotokopiyle çoğaltılmış ve kopyası, ss.83-88.

IX
lak d u ru m u n d a olsa d a özyazılı elyazm alarından
(Z ep h y rin X ird al’ın kişiliği ve çözüm ) hiçbir izin
v ar olm adığı rom anın b ir bölüm ünü açıkça ö v d ü ­
ğ ü n ü ” g ö rm ek ten sevinç du y u y o r". M ichel V erne
bu d u ru m d a -kim ilerinin hâlâ k u şk u y la karşıladığı-
“y en ilik lerin i” k ab u l ediyor ve b u n u n la övünüyor.
M ichel V ern e’in b ir diğer “zenginleştirici öğesi”:
H izm etçi M itz ’e “m eteo r” y erin e “me d ö h o r (dışarı
a t) ” tü rü n d e n -P hilippe L an th o n y ’e '2 göre- “Ver-
m ot y ıllığ ın d an ” u y d u rm a b ir dil bahşediyor, bu
belki eğlendiriyor am a aşırılığı b aştaki gülm ecenin
hafifliğine ağır geliyor. J u le s V erne’nin dili -bu y e r ­
siz eklem elerden k u rtu ld u ğ u n d a- m eteorsal sa p ­
lantı, evliliğin sadece b ir “yıld ızlar birleşm esi” ol­
duğu, uzay d a av, göktaşına sahip olm a öğeleri çev­
resinde d ö n ü p duruyor. Y azarın, hem sözcük d a ­
ğarcığı hem de olay akışı açısından, Sans D essus
D esso u s’y u anım satan “ışıldayan b ir ironi ve b ir
kalem keskinliğiyle fantezisini so nuna değin d ö k ­
tü rd ü ğ ü ” eğlendirici belagatı.

Sulh yargıcının bilgeliği


iki ay önce yazm ış olduğu rom an G ü zel S a n Tu-
n a ’nın kah ram an ı Ilia K ru sc h ’u n y ü re k tem izliği­
nin hâlâ etkisinde olan Verne, y en i y apıtını bitirm e
özenini V oltaire’vari bir filozof olan y argıç P ro th ’a

11. BN, N .a.f 17010, no 63.


12. Ph. L anthony, “Benim M eteorum benim ”, J V D K no. 80, 4.bs.
1986, ss.4-7.

X
bırakır. H e r zam an sakin olan B ay J o h n P roth, ço­
ğ u n lu k la bilgece görüşlerini açıklar ve h er zam an
dah a d a arta n b ir zevkle bahçesine döner, V erne’in
de y ap tığ ı gibi -ben zer b ir çalışm a odasında çalıştı­
ğı bilinse de.
M ich el V erne, -n e d e n d ir bilinm ez- yarg ıcı
“su lh ” ile nitelem eyi re t eder ve onun çiçeklerini
sulh içinde yetiştirm ey e y a d a S tan fo rt çiftinin b o ­
şan m a k ararın ı aldıktan so n ra yaptığı gibi (Böl. X)
“b ah çesinin p atikalarını tırm ıklam aya” dönm esini
birço k kez önler.
M ichel V erne’in -yalnız ağırlaştırm ayan am a ay­
nı zam an d a d a özlerini bozan- değişikliklerinden
k u rtarıla n tek asıl m etin, başlangıç m etni, ren k leri­
ne, fantezisine, cazibesine, ironik felsefesine, hafif­
liğine ve akıcılığına kavuşuyor. Y ıldızlar tarla sın ­
daki bu hoş avı y en id en yazm aya gereksinim v ar
mı? H ayır! Ç ok bileni bu avda avlayalım!'* O y e ri­
ni y itirince “bu imgesel ö y k ü ”, V erne’in yazdığı gi­
bi ve XX. yüzyıl o k u y ucularına sunm ak istediği gi­
bi zevkle okunuyor.

O livier D um as
J u le s Verne D erneği B aşkanı

° “Çok bilmişi bu avdan kovalım ” anlam ında kullanılıyor (ç.n.)*

XI
I. Bölüm

S u lh Y a r g ıc ı* J o h n P ro th bah çesin e
d önm eden ön ce m esleğinin en hoş
görevlerind en birin i y e rin e getiriyor.

u öykünün düğüm lerinin peş peşe sıralan­

B dığı kentin, A m erika B irleşik D evletle­


ri'nde, V irginia’d a b ulunduğunu okuyucu­
lardan saklam ak için hiçbir neden yok. İsterlerse
ona W haston diyeceğiz, Potom ac’ın sağ kıyısında,
doğu beldesinde b u lu n duğunu ekleyeceğiz am a bu
kentle ilgili olarak d ah a fazlasını belirtm ek bize y a ­
rarsız gibi geliyor ve B irlik’in en iyi h aritalarında bi­
le onu aram anın d a y a ra rı yok.
O yıl, 27 M a rt’ta, sabahleyin W h asto n sakinleri
E x te r S okağı’nı geçerken, şık b ir atlının atıyla ağır
ağır sokağı inip çıktığını sonra, aşağı y u k a rı kentin
* T ü rk iy e’de Sulh H u k u k Yargıcı (ç.n.).

1
m erkezindeki A nayasa M e y d a n ın d a , en sonunda
d u rd u ğ u n u g ö rü p şaşırabilirlerdi.
Atlı, 30 y aşın d an fazla olm am alıydı. G ö rü n ü şü n ­
den, soydan gelm e b ir k ibarlıktan hiç de uzak olm a­
y a n arı b ir Yankee* tipi o rtaya çıkıyordu. O rta la ­
m anın ü stü n d e b ir boyda, güzel ve sağlam b ir y a p ı­
daydı, kestane saçlar, kahverengi sakal, düzgün, bı­
yıksız y üz. G eniş b ir harm ani b acaklarına değin
onu sarıyor ve atın sağrısında genişleyerek açılıyor­
du. C anlı canlı y ü rü y e n binek hayvanını beceriyle
olduğu k ad a r kararlılıkla d a idare ediyordu. Tavrın­
d aki h er şey eylem adam ını, kararlı adam ı ve de ilk
girişim adam ını işaret ediyordu. İstekle korku a ra ­
sında hiçbir zam an gidip gelmiş olmamalıydı, bu,
kararsız b ir kişiliğin belirtisidir. A yrıca b ir gözlem ­
ci, doğal sabırsızlığının b ir soğukluk görü n tü sü al­
tın d a ancak y arım yam alak gizlendiğini görürdü.
D oğrusu o gün, hiç kim senin onu tanım adığı, hiç
kim senin on u g ö rd ü ğ ü n ü hiç anım sam adığı bu
kente ne y ap m ay a gelm işti?... O ra d a b ir süre k al­
mayı d ü şü n ü y o r m uydu?... H e r durum da, b ir otel­
le ilgili bilgi alm ayı istiyora benzem iyordu. D o ğ ru ­
su an cak seçme sıkıntısı çekerdi. Bu bakım dan
W haston örn ek sayılabilir ve B irleşik A m erika’nın
b aşk a hiçb ir kentinde yolcu, genel olarak ölçülü fi­
y a tla rla d ah a iyi ağırlam a, d a h a iyi hizm et, d a h a iyi
y em ek ve o denli tam konforla karşılaşm ayacaktır.

* Birleşik A m erikalı A m erikalılar y a da Kuzeyliler için kullanılıyor


(ç.n.).

2
Bu y ab an cı hiç W h asto n ’d a kalacakm ış gibi gö­
rünm üyordu. O telcilerin en vaat edici gülüm sem e­
lerinin, o n u n ü stü n d e kuşkusuz hiçbir etkisi olma­
yacaktı.
Ve atlı A nayasa M ey d am ’n d a g ö ründüğünden bu
y an a k ap ılard a d u ra n hizm etlilerle p atro n lar arasın­
d a şu k o nuşm alar geçiyordu:
—N e y an d a n geldi?...
—E x ter S okağı’ndan...
—Peki, n ereden geliyordu?...
—Söylendiğine göre W ilcox mahallesi tarafından
girdi...
—İşte tam y arım saattir atı m eydanda tu r atıyor....
—Birini mi bekliyor?...
—O labilir ve de g ö rü nen bir sabırsızlıkla...
—S ürekli E x ter S okağı’ndan y a n a bakıyor...
—M uhtem elen orad an gelecek...
—Peki bu "o” kim olacak?... B ay y a d a Bayan?...
—G erçekten de iyi b ir görünüşü var...
—O halde b ir randevu?...
— Evet... Bir ran d ev u am a anladığınız anlam da
değil...
—Peki neden?...
—Ç ünkü üç y a d a dö rdüncü defadır ki b u y a b a n ­
cı, Bay J o h n P ro th ’un kapısının önünde duruyor...
—Ve Bay J o h n P ro th d a W h a sto n ’un sulh y arg ı­
cı olduğundan...
—Bu da, bu kişinin herhangi b ir d av a için çağrıl­
dığını...
—Ve de rak ib in in geciktiği...
— İyi! Y argıç P ro th onları b ir çırpıda uzlaştıra­
cak ve barıştıracaktır...
—Becerikli b ir adam ...
—Ve de d ü rü s t b ir adam .
A tlının W h a s to n ’d a olm asının g erçek nedeninin
bu o lm ası m üm kündü. A slın d a B ay Jo h n
P ro th 'u n evinin ö nünde, ayağını y e re basm adan
b irk aç kez m ola verm işti. K apıya bak ıy o rd u , p e n ­
cerelere b ak ıy o rd u , ü stü n d e şu üç sözcüğün Su lh
M a h k e m e si nin* o k u n d u ğ u ön cepheye b a k ıy o r­
du... S o n ra sanki eşikte birinin görünm esini bekli-
y o rm u ş gibi h arek etsiz kalıyordu. O tel çalışanları
sab ırsızlık la eşinen atını son kez o ra d a d u rd u rd u ­
ğ u n u gördüler.
O y sa işte kapı a rd ın a k a d a r açıldı ve kaldırım a
inen k ısa m erdivenin basam ağında b ir adam k en d i­
ni gösterdi.
Y abancı bu adam ı fark ed e r etm ez şapkasını çı­
k ard ı ve şöyle dedi:
—S anırım Bay J o h n P roth?...
"Ta k en d isi”, diye yan ıtlad ı selam ına karşılık v e ­
ren sulh yargıcı.
—Sizin b ir evet y a d a b ir hayırınızı gerektirecek
basit b ir soru...
—S o ru n bayım ...
—Bu sab ah biri gelip size S eth S ta n fo rt’u sorm uş
olabilir m i?...
* Fransızca'da sulh yargıcı "justice de paix” üç sözcükten oluşuyor (ç.n).

4
—Bildiğim k ad arıy la yok...
—T eşekkürler
Bu sözcüğü telaffuz eder etm ez ikinci kez şap k a­
sını çık aran atlı dizginleri koyuverdi ve tırısta E x ­
te r S ok ağ ı'n a d o ğ ru yöneldi.
Şimdi artık -bu genel kanı oldu- bu yabancının
Bay J o h n P ro th ’la işi olduğundan kuşkuya düşül-
memeliydi. S oruyu sorm a biçim ine göre, bu Seth
S tanfort kendisiydi ve kararlaştırılm ış b ir ran d ev u ­
y a ilk gelendi. Ve belki de sözü edilen randevu saati­
nin geçmiş olduğuna inanm ak y erin d e olacağından,
geri dönm em ek üzere kentten ayrılm ıyor m uydu?
A m erika’da, b u alçak d ü n y ad a olabilecek en b a ­
hisçi halkın arasın d a olduğum uza göre y abancının
d u ru m a göre kesin o larak gittiği y a d a ileride döne­
ceğine ilişkin bahislere girilirse h ay ret etm eyece­
ğiz. O tellerin personeliyle m eydanda d u ra n m erak­
lılar arasın d a b ir y arım d o lar y a d a h atta beş-altı
sentlik b irkaç bahis, d ah a fazla değil am a son u n d a
tüm ü de en saygıdeğer insanlardan, y itiren lerin bal
gibi ödeyecekleri ve kazananların d a tahsil edeceği
bahis paraları.
Yargıç J o h n P ro th ’e gelince, o, W ilcox m ahalle­
sine d oğru çıkan atlıyı gözleriyle izlem ekle y e tin ­
mişti. B ir filozof, b ir bilgeydi bu yargıç, ancak y a ­
rım yüzyıl y aşın d a olm asına karşın elli yıllık b ir bil­
gelik ve filozofluktan d ah a azını gösterm iyordu
-d ah a d ü n y ay a gelirken bilge ve filozof olm uş ol­
malı dem enin b ir b aşk a biçimi-. B una b e k â r olm a

5
özelliğiyle v arlığ ın a hiçbir zam an, hiçbir kaygıyla
k et vurulm am ış olm asını d a ekleyiniz. W h a sto n ’d a
doğm uştu, an cak ilk gençliğinde bile W h a sto n ’dan
az ayrılm ıştı y a d a ayrılm am ıştı. W h asto n onu h er
tü r tu tk u d a n y o k su n biliyordu ve y arg ıla n an lar ta ­
rafın d an sevildiği k ad a r sayılıyordu da. Bir sağdu­
y u o n a reh b erlik ediyordu. B aşkalarının zayıflıkla­
rın a ve a ra d a b ir h ataların a hep hoşgörü gösteri­
y o rd u . Ö n ü n e gelen davaları y o lu n a koym ak, iddi­
asız m ahkem esine b aşvuran düşm anları dost g ö n ­
derm ek, köşeleri y u varlam ak, dişlileri yağlam ak,
ne denli m ükem m el olursa olsun sosyal b ir düzenin
özünde olan ilişkileri kolaylaştırm ak, sulh y arg ıc ı­
nın görevini b u n la r olarak g ö rü y o rd u ve içtenlikle
söylem ek g erekirse hiçbir yargıç, hepsinin en g ü ze­
li, b u ad a o n d an d ah a layık değildi.
J o h n P ro th , belli b ir re fah a sahipti. Bu görevle­
ri y erin e getiriyorsa, zevktendi, iç güdüseldi ve d a ­
h a ü st m ahkem elere yükselm eyi hiç d ü şü n m ü y o r­
du. B aşkaları için olduğu k a d a r kendisi için de h u ­
zuru seviyordu, insanları, hiçbir zam an hiçbir şe­
y in rah atsız etm em esi gereken yaşam kom şuları
olarak k ab u l ediyordu. E rk e n kalkıyordu, erken
y atıy o rd u . Eski ve Yeni D ü n y a nın gözde b irk aç
y azarın ı o k u y o rd u . K entin, k ü çü k ilanların p oliti­
k adan d a h a çok y e r aldığı iyi ve d ü rü st gazetesi
W haston N o u v e llist’le y etin iy o rd u . H e r gün, o ci­
varda, on u selam lam aktan şapkaların eskidiği, b u
y ü zd en kendi h esab ına kendisininkini h er üç ay d a

6
bir yenilem ek zo ru n d a kaldığı, b ir y a d a iki saatlik
bir y ü rü y ü ş. B u gezintilerin dışında m esleğini u y ­
gulam aya ayırdığı zam an hariç konforlu ve sakin
evinde yaşıy o rd u , bahçesinde kendisini iç açıcı
renkleriyle büyüleyerek, en hoş kokularını ona bol­
ca saçarak, o n u n özenli bakım ının değerini bildik­
lerini gösteren çiçeklerini yetiştiriyordu.
B irkaç satırla çizilen bu portreyle B ay J o h n
P ro th ’un kişiliği gerçek çerçevesine o tu rtu ld u ğ u n a
göre sözü edilen y arg ıcın kafasını, yab an cın ın sor­
du ğ u so ru n u n m eşgul etm em esi anlaşılacaktır. Bel­
ki de bu b eriki evin efendisine başvuracağı y erd e
yaşlı hizm etçi K ate'e soru sorsaydı, K ate d a h a ço­
ğunu bilm ek isteyecekti. Bu Seth S tan fo rt ü zerin ­
de ısrar edecek, b ir b ay -ya d a bayan- atlının k en ­
disiyle ilgili bilgi alm aya gelmesi d u ru m u n d a ne
söylem esi gerekeceğini soracaktı. Ve h a tta y a b a n ­
cının sabahleyin olsun, öğleden so n ra olsun sulh
m ahkem esine dönm esinin gerekip gerekm ediğini
öğrenm ek saygıdeğer K ate'in gücüne gitm eyecekti.
Bay J o h n Proth, bir hizmetçide, önce yaşlı olduğu
için ve özellikle de dişi cinse ait olduğu için, en azın­
dan bağışlanabilir olan bu saygısızlıkları, m erakları,
kendisinde hiçbir zam an bağışlamadı. Hayır, Bay
J o h n Proth, yabancının gelişi, oradaki varlığı ve gi­
dişinin m eydandaki sakinler üzerinde belli bir heye­
can yarattığını ayırt etm edi bile ve avlunun kapısını
kapattıktan sonra çiçekliğindeki güllere, süsenlere,
sardunyalara, rezedalara içecek verm eye gitti.

7
M eraklılar, hiç de onun gibi değildiler ve gözet­
leme d u ru m u n d a kaldılar.
Bu a ra d a atlı, k entin batı y ak a sın a egem en olan
E x ter S okağı’nın u cu n a k a d a r ilerlem işti. Bu soka­
ğın W h asto n u n m erkezine bağladığı W ilcox m a­
hallesine gelince atını d u rd u rd u am a A nayasa M ey-
d an ı’n d a y ap tığ ın d an d ah a çoğunu y ap m ay arak in­
medi. Bu n o k tadan, bayağı, b ir mil k ad a r b ir alan,
görüş alanına giriyordu. P otom ac’m ötesinde k u ru ­
lu b u lunan, u fu k ta çan kulelerinin gölgesi görünen
Steel k asab asın a değin üç mil b oyunca inen y ılan ­
kavi y o lu izleyebiliyordu. G özleri boşu b o şuna bu
y olu taradı. K uşkusuz o ra d a aradıklarını bulam adı­
lar. O ra d a sert sabırsızlık hareketleri ata d a geçti ki
eşinm elerini efendisi zaptetm ek zorunda kaldı.
O n d ak ik a akıp gitti ve atlı E x te r S okağı’n a k ü ­
çük ad ım larla y en id en g irerek beşinci kez m eydana
d o ğ ru yöneldi.
“N e de olsa,” diye ken d i kendine yineliyordu sa­
atine bakm aksızın, “d ah a gecikm e yok... S aat onu
y ed i geçe içindi ve saat d a h a ancak dokuz buçuk...
W h a sto n ’u S teel’den -ki o rad an gelm esi gerekiyor-
ayıran m esafe, W h a sto n ’u, benim geldiğim Bri-
al’d en ay ıranm kine eşit ve y irm i beş d ak ikadan az
b ir sü red e aşılabilir... Yol güzel, h av a k u ru ve k ö p ­
rü n ü n n eh rin taşm asıyla sürüklendiğinden h a b e ­
rim olm adığına göre... B u d u ru m d a ne engel olacak
ne de engellem e... B u k o şu llard a eğer ran d ev u y u
k açırırsa benim gösterdiğim tüm özeni hiç g ö ster­
m eyecek dem ektir. Z ate n özenlilik tam zam anında
yerin d e olm aktan ibarettir, çok erk en o rad a olm ak
değil... G erçek te özensiz olan benim , derli toplu b ir
adam ın olm ası gerek enden çok d ah a erkenden gel­
miş olduğum a göre... D oğru, b aşk a hiçbir duygu
olm asa bile nezak et ra n d ev u y a ilk benim gelm em i
em red iy o rd u ”.
Y abancı E x te r Sokağı'nı y en id en geçtiği süre
boyunca b u m onolog sü rd ü ve ancak atm adım ları­
nın m eydanın k ırm a taşları üzerinde izler bıraktığı
an sona erdi.
H iç k u şk u y o k y ab an cın ın geri döneceğine b a h ­
se tu tu şm u ş olanlar bahsi kazanm ışlardı. Ve b u b e ­
riki oteller b o y u n ca geçerken ona güleryüz göster­
diler, oysa y itiren ler onu sadece om uz silkmeyle se­
lamladılar.
Belediye saati, o a n d a onu çaldı ve atını d u rd u ­
ran, saatini y elek cebinden çıkaran yabancı, on
ad et v u ru şu saydı ve cep saatiyle d u v ar saatinin
m ükem m el b ir uyum içinde çalıştıklarını görebildi.
R andevu saatinin gelmesi için yedi dakikadan faz­
lası, geçilmesi için de sekizden fazlası gerekiyordu.
Seth Stanfort, E x ter Sokağı nm girişine yeniden
geldi ve elbette ne atı ne kendi rahat duram ıyorlardı.
O sırad a b ir kısım gelen geçen sokağı h a re k e t­
lendiriyordu. S eth S tanfort, sokağı çıkanlarla hiç­
b ir d u ru m d a ilgilenm iyordu. Tüm dikkatini inenle­
re veriy o rd u ve u c u n d a g ö rü n ü r görünm ez onları
göz hapsine alıyordu. B ir y ay an ın sokağı k a t etm ek
için on d ak ik a k a d a r harcam ası gerekiyordu am a
hızlı çalışan b ir otom obil y a d a tırıstaki b ir atın
A nayasa M ey d a n ı’n a ulaşm ası için üç d ak ik a ye-
terliydi.
O y sa atlım ızın işi hiç de y ay a la rla değildi. O n la ­
rı g ö rm ü y o rd u bile. E n içten dostu bile y an ın d an
geçse, eğer y ay ay sa onu ayrım sam ayacaktı. B ekle­
nen kişi an cak a t y a d a otom obille gelebilirdi.
A m a ra n d ev u y a yetişecek m iydi?... A rtık ancak
-tam E x te r Sokağı nı inm ek için gerekli zam an- üç
dak ik ad an fazlası gerekiyordu... Ve hiçbir araç so­
kağın en son köşesinden dönm üyordu, ne m otosik­
let ne bisiklet, ne de saatte seksen y a p a ra k ra n d e ­
v u y a h âlâ erk en gelecek olan b ir otom obil.
Seth S tan fo rt E x ter S okağı’n a son b ir kez göz
attı. G özbebeğinde şiddetli b ir şim şek çak ar gibi
oldu ve y a n ın d a n geçen, sarsılm az bir kararlılıkla
şöyle söylendiğini duyabilirdi:
“S aat onu y ed i geçe b u ra d a olm azsa onunla ev­
lenm eyeceğim .”
O y sa b ir atın d ö rt nah, b u açıklam aya b ir y a n ıt
gibi sokağın tepesine doğru kendini duyurdu. H a y ­
vanın, m uhteşem y aratığ ın sırtında, onu zarif b ir b i­
çim de olduğu k a d a r güvenle idare eden genç bir ki­
şi vardı. Gelip geçenler ö n ü n d en savuşuyorlardı ve
m eydana k a d a r h içbir engelle karşılaşm ayacaktı.
E lb ette Seith S tan fo rt beklediğini tanıdı. Y üzü
y en id en tasasızlaştı. B ir tek söz etm edi, tek b ir h a ­
rek et yapm adı.
A tını geri çevirdikten sonra sakin b ir adım la
sulh yarg ıcın ın evinin önüne vardı.
Bu m eraklıların kafasının y en id en karışm ası için
iyi oldu ve b u kez b irb irlerine yaklaştılar, yabancı
onlara en ufak b ir ilgi gösterm edi.
B irkaç d ak ik a so n ra bayan atlı m eydana giriyor­
du ve k ö p ü k beyazı atı kapıya b irk aç adım ötede
d u ru y o rd u .
Y abancı şapkasını çıkardı ve "B ayan A rcadia
W alk er'ı selam lıyorum ’’ dedi...
"Ben de S eth S ta n fo rt’u ” diye yanıtladı A rcadia
W alker, z a rif b ir h areketle eğilerek.
Ve bize inanabilirsiniz, W haston sakinleri gözle­
rini kesinlikle tanım adıkları b u çiftten ayırm ıyor­
lardı. Ve kendi araların d a şöyle diyorlardı:
"Yargıç P ro th ’a bir dava için geldilerse, davanın
her ikisinin de lehine sonuçlanm ası arzu edilendir!...”
- A yarlayacaktır y a d a Bay P ro th artık d ah a ö n ­
ce olduğu gibi işinin ehli adam olm ayacaktır!...
—Ve eğer ne biri ne de öteki evli değilse b u n u n
evlilikle sonuçlanm ası en iyisi olacaktır!
Böylece k o n u şm alar sü rü p gidiyor, böylece soh­
b etler yapılıyordu. A m a ne S eth S tan fo rt ne de B a­
y a n A rcadia W alker, k o n u su oldukları ve d ah a çok
can sıkıcı b u ilgiyle m eşgul görünüyorlardı.
O ara Seth Stanfort, sulh yargıcının kapısını çal­
m ak için attan inm eye hazırlanıyordu ki kapı açıldı.
Bay J o h n P o th y en id en g ö rü n d ü ve b u kez y a ş ­
lı hizm etçi K ate ark asın d a belirdi.

11
E vin ö n ü n d e b iraz g ü rü ltü ve atların ayak sesle­
rini duym uşlardı ve beriki m utfağından ayrılarak,
öteki bah çesin d en ay rılarak ne olup bittiğini ö ğ ren ­
m ek istediler...
Bu d u ru m d a S eth S tan fo rt eyerde kaldı ve y a r ­
gıca hitap ederek:
“B ay S ulh y arg ıc ı?...” diye sordu.
—Benim bayım ...
— B en M assachusetts, B oston’d an S eth S tan-
fo rt’um...
— Sizi tan ıdığım a çok m utlu oldum Bay S eth
S tanfort...
— Ve N ew -Jersey , T ren to n 'dan B ayan A rcadia
W alker...
—B ayan A rcad ia W a lk e r’in h u z u ru n d a olm aktan
b ü y ü k o n u r duydum .
Ve B ay P ro th , yabancıyı inceledikten sonra tüm
d ikkatini bay an y ab an cıy a verdi.
B ayan A rcad ia W alker sevimli b ir kişiydi. Yaşı
yirm i d ö rt. G özleri açık mavi. Saçları koyu k e sta ­
ne. Teni, açık havanın zor k arartac ağ ı körpelikte.
D işleri m ükem m el b ir beyazlık ve düzende. Boyu
ortalam an ın biraz ü stünde. H a y ran olunacak b ir
v ü cu t yapısı. Y ü rü y ü şü en d e r b ir zariflik, çeviklik
ve esneklikte. Ü zerinde b u lu n an uzu n eteğiyle B ay
S eth S ta n fo rt'u n k i gibi eşinen atının hareketlerine
zarif b ir biçim de kendini bırakıyordu. İnce zevkli
eldivenli ellerinden dizginler kayıyordu, bu işi b i­
len o nu n u sta b ir binici o lduğunu keşfederdi. B ir­

12
lik’in ü st sınıfına, b u sözcük Yeni D ü n y a doğum lu­
ların dem o k ratik içgüdülerine yakışm ıyor olsa d a
A m erikan aristokrasisi diye adlandırılabileceğim iz
şu şeye özel, şu ne olduğu bilinm eyenle aşırı b ir
seçkinlik tüm kişiliğine dam gasını vurm uştu.
H arek etlerin d e özgür, servetiyle bağım sız, A m e­
rikalı gençlerin serüvenci ru h u n a doğuştan sahip,
artık anne b ab ası k en d in d en u za k ta olan, N ew -
J e rs e y kökenli B ayan A rcadia W alker, d ah a şim di­
den b irk aç y ıld an b u y a n a yo lcu lu k lar yapm ış, Av­
ru p a ’nın başlıca ülkelerini ziyaret etm iş, L o n d ra ’da
olduğu gibi P aris’te, B erlin’de, V iyana’d a y a d a Ro-
m a’d a ne yapıldığından, ne söylendiğinden h a b e r­
dar, zevklerine u y gun b ir yaşam sürüyordu. Ve bu
ardı arkası gelm eyen uzak ülke gezilerinde g ö rd ü k ­
lerini, d u yduklarını, F ransızlarla, İngilizlerle, Al­
m anlarla, İtaly an larla ken d i öz dillerinde k o n u şa ­
biliyordu. Bu d ü n y ad an göçüp giden b ir vasi ta ra ­
fından y ö n verilen eğitim ine, özellikle özen göste­
rilmiş olan bilgili b ir kişiydi. İşlerini y ap m ak ta n b i­
le geri d u rm u y o rd u ve servetini, çıkarlarını çok iyi
bilen b ir anlayışla idare ediyordu.
Bayan A rcadia W alker hak k ın d a söylenenler,
Bay Seth S tan fo rt’a d a sim etrik -bu doğru sözcük­
tür- olarak uygulandı. O d a özgür, o d a zengin, y o l­
culukları d a seven, tüm dünyayı dolaşm ış, b undan
böyle doğduğu k en t B oston’d a oturuyordu. Kışın,
Eski K ıta n ın konuğuydu, serüvenci hem şehrisiyle
karşılaştığı büyük başkentlerin konuğu. Yazın, çık­

13
tığı ülkeye, b ir eli y ağ d a b ir eli b ald a Yankees aile­
lerin toplandığı plajlara dönüyordu. B ayan Arca-
d ia y la o ralard a d a buluşm uşlardı. M eydandaki m e­
raklı bayların ve özellikle m eraklı bayanların b irb ir­
leri için yaratıld ık larını söyledikleri, h er ikisi de yol­
cu lu k lara aç, h er ikisi de askeri y a d a siyasal y aşam ­
daki h erh an g i b ir olayın k am unun dikkatini çektiği
y ere k o şu ştu rm ak ta acele eden bu iki genç ve zinde
varlığı aynı içgüdüler birbirlerine yakınlaştırm ıştı...
Bu d u ru m d a B ay Seth S tan fo rt ve B ayan A rcadia
W alker'in alışkanlıklarında hiçbir şeyi değiştirm e­
y ecek olan, yaşam larını birleştirm e fikrine yavaş
yavaş gelm eleri kim seyi hayrete düşürm eyecektir.
Bu, b u n d an böyle birlikte yol alan iki gemi olm aya­
cak am a şu n a inanabilirsiniz, Y erk ü re’nin tüm d e­
nizlerinde seyretm esi am acıyla son derece iyi inşa
edilmiş, donatılm ış, düzenlenm iş tek biri olacaktır.
H ayır! Bu b ir anlaşm azlık m eselesi hiç değildi,
Seth S ta n fo rt’la B ayan A rcadia W a lk e r’ı bu kentin
sulh yarg ıcın ın önüne getiren b ir davanın çözü­
m üydü. H ayır! M assachusetts ve N ew J e rs e y ‘nin
yetkili m akam ları önünde tüm yasal işlem leri y e ri­
ne g etird ik ten so n ra o aynı gün (27 M a rt )', o aynı
saatte, onu y ed i geçe, bilenlerin söylediğine göre
insan y aşam ının en önem lisi olan b u işi so n u çlan ­
dırm ak am acıyla W h a sto n ’d a birbirlerine ra n d ev u
verm işlerdi.

1. J.V . önce 2.9 Ekim tarihini verm işti, b u rad a unutulm uş ve biz düzel­
tiyoruz.

14
Bay S eth S tan fo rt ve B ayan A rcad ia W a lk e r’m
sulh y arg ıcın a takdim leri, aktarıldığı biçim de y ap ıl­
dıktan so n ra B ay P ro th ’a artık bay yolcu ve bayan
yolcuya h angi nedenle m ahkem esine çıktıklarını
sorm ak kaldı.
“S eth S tanfort, B ayan A rcadia W a lk e r’in kocası
olm ak istiy o r” diye y a n ıt verdi erk ek olanı.
“Ve B ayan A rcad ia W alker, S eth S tan fo rt u n k a ­
rısı olm ak istiy o r” diye ekledi öteki.
Yargıç,
"Tam am en em rinizdeyim B ay S tan fo rt ve sizin
de B ayan A rcadia W a lk e r” diyerek iki nişanlının
önünde eğildi.
Ve h er ikisi de sırayla eğildiler.
Bay J o h n P ro th "N e zam an b u nikah işlem lerini
başlatm ak sizin için u ygun olacak?” diye sözü aldı.
"H em en... eğer b o şsanız” diye belirtti S eth S ta n ­
fort.
"Ç ü n k ü B ay an S ta n fo rt o lu r olm az W h as-
to n 'd an ayrılacağız” dedi B ayan A rcadia W alker.
B ay P ro th ’un tavrı, varlığıyla şu a n d a onları
on u rlan d ıran bu sevimli çifti, kent duvarları arasın ­
da d a h a uzu n sü re alıkoyam am aktan, kendisiyle
birlikte tüm k en tin ne denli üzüleceğini anlattı.
S o n ra ekledi:
“Tam am en em irlerinize am adeyim .”
Ve kapının ö n ü n ü açm ak am acıyla b irk aç adım
geriledi.
A m a Bay S eth S ta n fo rt o zam an şöyle dedi:

15
“Benim ve B ayan A rcadia W alker m, inm em iz
çok gerekli m i?”
“H iç de değil” diye belirtti Bay P ro th ve “A yak­
ta olduğu gibi at ü stünde de evlenilebilir.”
D a h a uyum lu b ir y arg ıçla karşılaşm ak güç o lu r­
du, bu ilginç A m erika ülkesinde b ile !
“Tek b ir so ru ” diye y en id en söz aldı B ay P roth,
“Y asanın g erektirdiği tüm işlem ler y erin e getirildi
m i?...”
“G etirild i” diye yanıtladı W haston.
Ve B oston ve T renton m ahkem e kalem leri ta ra ­
fından izin h akları tahsil edildikten sonra kalem e
alınm ış olan b ir çift d oğru ve eksiksiz doldurulm uş
izin belgesini y arg ıc a uzattı.
B ay P ro th kâğıtları aldı, altın çerçeveli gözlüğü­
nü b u rn u n a geçirdi, düzenli b ir biçim de resm en
onaylanm ış ve resm i b ir pul yapıştırılm ış bu ev rak ­
ları d ikkatle o k u d u ve şöyle dedi:
“B u ev rak lar k u ra lın a uygun ve ben de size evli­
lik belgesini teslim e hazırım .”
B aşka herhangi b ir ülkede biraz olağanüstü g ö rü ­
nebilecek koşullarda kıyılan b ir nikahın onca tanığı
olarak, sayıları artm ış olan m eraklıların çiftin çevre­
sinde yığılm alarından hayrete düşm eyin. Bu iki ni­
şanlının ne canını sıkm ak içindi ne de gücendirm ek.
B ay P ro th o zam an eşiğin üstüne geldi ve h e rk e ­
sin d u y d u ğ u b ir sesle şöyle dedi:
— B ay S eth S tanfort, B ayan A rcadia W a lk e r'ı
karı o larak alm aya razı m ısınız?...

16
- Evet.
- B ayan A rcad ia W alker, Bay S ta n fo rt’u koca
olarak alm aya razı m ısınız?...
- E vet
Yargıç b irk aç saniye daldı ve "artık kıpırdam a­
yalım ” değişm ez sözcüklerini telaffuz edecek bir
fotoğrafçı gibi ciddi... şu sözlerle söze başladı:
"B oston’d an B ay S eth S tan fo rt ve T renton'dan
Bayan A rcadia W alker, sizleri y asay la evli ilan edi­
y o ru m !”
İki eş o zam an y ak laştılar ve az önce tam am la­
nan evlilik sözleşm esini m ü h ü rler gibi el ele tu tu ş­
tular.
S o n ra S eth S tan fo rt cüzdanından beş y ü z d o lar­
lık b an k n o t çekerek "ücret o lara k ” diyerek takdim
ederken S tan fo rt hanım efendi de "yoksullar için”
diyerek b ir İkincisini takdim ediyordu.
S o n ra h er ikisi kendilerini saygıyla selam layan
yargıcın önünde eğilm elerinin ardından, dizginleri
koyuverdiler ve iki at W ilcox m ahallesi y ö n ü n e
d oğru çabucak fırladı.
Ve Bay J o h n P ro th bilge kişi olarak şöyle dedi:
"A m erika’d a evlenm enin bu denli kolay olm ası­
na -neredeyse boşan m ak kadar- gerçekten bayılı­
y o ru m !”

17
II. B ölüm

O k u y u cu y u , B a y D ean F o rsy th 'n in


evine sokan, onu y eğ en i F ra n cis
G o rd o n ve hizm etçisi M itz ile
bağ lan tıy a geçirir.

itz... Mitz!...

M —B ay F rancis?

—D ayım D e a n ’in nesi var?


—Benim de keşfedem ediğim b u B ay F rancis!...
—H a sta mı?
—Bildiğim k ad arıyla hiç değil am a bu sürerse k e­
sin olacaktır!...
Bu so ru lar ve y a n ıtla r y irm i üç y aşın d a b ir genç
adam la altm ış beş y a şın d a yaşlı b ir kadın arasında,
tam d a biraz önce A m erikan m odası evliliklerin en
ilgincinin gerçekleştiği o W h a sto n kentinde, Eliza-
b eth S o k ağ ı’n d ak i evde, y em ek salonunda sorulup,
cevap lan d ırılıy o rd u .
18
E lizab eth S o k a ğ ı’n d ak i b u ev, B ay D e an
Forsyth y e aitti. Elli beş y aşın d a ve b u n u adam akıl­
lı gösteren b ir adam , karm akarışık k o ca b ir kafa,
yok y ü k sek num aralı gözlüklü k ü çü k gözler, hafif­
çe çökm üş om uzlar, çeneye k ad a r çıkan iki kez d o ­
lanmış b ir k ra v atla h er zam an sarılı güçlü boyun,
geniş ve kırışık redingot, alt düğm eleri hiçbir za­
man iliklenm eyen gevşek yelek, çok geniş ay ak k a­
bılarını za r zor ö rten çok kısa pantolon, grileşm iş
bir saç üzerine, ark a y a konm uş püsküllü b ir takke,
Kuzey A m erikalıların alışılmış keçi sakallı, bin b ir
kırışıklı b ir yüz.
Y eğeni F ra n c is G o rd o n ve y aşlı hizm etçisi
M itz’in, 3 K asım 1 sab ah ın d a sözünü ettikleri Bay
D ean F o rsy th böyleydi.
K üçük y aşında anne babasından yoksun kalan
Francis G o rd o n , an n esin in k ard eşi B ay D ean
Forsyth tarafından yetiştirilm işti. D ayısından ona
belli b ir servetin kalacak olm asına rağm en b u y ü z ­
den çalışmak zo runda olmadığı düşüncesine kapıl­
madı ve Bay F orsyth de aynı biçim de kapılm adı.
Böylece yeğen ünlü (...)2 Üniversitesi’nde insanlık
eğitimi yaptı. Bunu hu k ukla tam am ladı ve şimdi o r­
tak duvarların, dulun, yetim in d ah a kararlı başka bir
savunucularının olmadığı W h asto n ’d a avukattı. Y ar­
gıları ve kararları derinlem esine biliyordu, sıcak ve

1. “3 N isa n ” yerine. Kış dönem inin ilk seçimi bu bölüm de olduğu gibi
duruyor.
2. Elyazm ası m etinde boş. K uşkusuz H arvard.

19
içe işleyen b ir sesle kolaylıkla konuşuyordu. Genç,
yaşlı tüm m eslektaşları onu tak d ir ediyorlardı ve hiç­
b ir zam an b ir düşm an edinmemişti. Kişi olarak da
çok iyiydi, güzel kestane saçlar, güzel siyah gözler,
şık tavırlar, kırıcı olm adan esprili, gösterişsiz y a r ­
dımsever, A m erikalı unvansız soyluların kendilerini
tu tk u y la adadıkları çeşitli spor türlerinde hiç de b e ­
ceriksiz değildi, kentin en seçkin genç insanları a ra ­
sında nasıl y e r alm ayacaktı, niçin D o k to r H udel-
son’un ve onun F lora Clarish olarak doğan karısının,
şu çekici kızı J e n n y H udelson’u sevm eyecekti?...
A m a d ikkati bu genç kişiye yöneltm ek için vakit
çok erken. O n u n sahneye girm esinin gerektiği an
gelm edi ve onu ancak, ailesinin ortam ında takdim
etm ek d ah a uygun olur. Bu uzun sürem eyecektir.
D oğrusu, son derece kesinlik gerektiren bu öykü­
n ü n gelişm esine belli b ir yö n tem getirilem eyecektir.
F ran c is G o rd o n k o n u su n a, E lizab eth S o k a ­
ğ ı’ndaki evde o tu rd u ğ u n u ve o ra d an k uşkusuz a n ­
cak B ayan J e n n y 'le evlendiği gün ayrılacağını ek ­
leyeceğiz... A m a b ir kez d a h a B ayan J e n n y H u d e l­
so n ’u olduğu y erd e bırakalım ve sadece hizm etçi
M itz’in, efendisinin yeğeninin sırdaşı olduğunu ve
onu b ir oğul gibi y a d a dahası b ü y ü k an n eler anne
şefkati re k o ru n u genellikle ellerinde tu ttu k la rın ­
dan, b ir to ru n gibi candan sevdiğini söyleyelim.
Şim di b u lunm az olan ö rn e k hizm etçi M itz, hem
kedi hem de köpeğe çeken şu kayıp tü rü n so yun­
dan dı,-efendilerine bağlı old u ğ u n a göre köpek, eve

20
bağlı o ld u ğ u n a göre kedi-. K olaylıkla tahm in ede­
ceğiniz gibi B ayan M itz, B ay D ean F o rsy th y e k a r­
şı açık sözlüydü ve haksız old u ğ u n d a b u n u ona
söylüyordu. O n u n la hem fikir olm ayı istem iyorsa
y ap acağ ı b ir şey vardı: oradan ayrılm ak, çalışm a
odasına dönm ek ve o ray a çift sürgüyle kapanm ak.
Kaldı ki, B ay D ean F o rsy th ’nin o ra d a yalnız
kalm aktan hiç k o rkm ası gerekm iyordu. H izm etçi
M itz’in uyarı ve azarların d an aynı şekilde kaçan
d ah a az önem li b ir b aşk a kişiye güvenebilirdi.
Bu, hiç k u şk u su z çok kısa boyda olm asaydı,
O m ega tak m a adıyla adlandırılacak O m icro n ’du.
O n beş y aşın d an bu y a n a büyüm em işti ve b u y aşta
d ö rt ayak, altı p arm a k tan d ah a uzun değildi boyu.
G erçek adı Tom W if o larak Bay D ean F o rsy th ’nin
evine girm işti, tam d a büyüm esinin d u rd u ğ u d ö ­
nem de, genç u şak o larak ve ellisini aştığından otuz
beş y ıld ır F rancis G o rd o n ’un dayısının hizm etinde
olduğu son u cu n a varılacaktır.
A m a bu hizm etin o n ca y ıld a n b u y a n a çoktan ge­
lip neye dayandığını d a bilm ek gerekiyor: E n azın­
dan efendisininkine eşit b ir tu tk u hissettiği çalış­
m alarda Bay D ean F o rsy th y e y ardım cı olm aya.
Peki, B ay D ean F o rsy th çalışıyor m uydu?...
E vet!... A m atörce ve ne coşkuyla, iki k atm a çı­
kan ne tutk u y la!... K a rar vereceksiniz.
Peki, neyle uğraşıy ordu?... Ö z g ü r A m erik a’nın
b ir yığın y u rtta şı gibi tıp, hukuk, bilim, edebiyat,
sanat, ticaret?

21
Kesinlikle değil y a d a daha çok bilimle, belli bir bi­
limle, astronom iyle, gökcisim lerine ilişkin y ü ksek h e­
sapları ele alanlarla da değil. Hayır, o sadece gezegen
y a da yıldız keşfetmeye çalışıyordu. Y erküre'm izin
üstünde olup biten hiçbir şey y a d a aşağı y u k arı hiç­
b ir şey onu ilgilendiriyor gibi görünm üyordu ve o uç­
suz bucaksız alanlarda yaşıyordu. A m a oralarda ne
öğle ne de akşam yem eği bulam ayacağından günde
en azından iki kez kesin inm esi gerekiyordu. Ve tam
da o sabah bekletiyordu, bu yü zd en hizmetçi M itz
m asanın çevresinde dönerken hom urdanıyordu.
"G elm eyecek m i?” deyip d u ru y o rd u .
“O m ic ro n y o k m u ? ” diye so rd u F rancis G ordon.
“O her zam an sadece efendisinin olduğu y erd ed ir”
diye yanıtladı hizmetçi. "Benim de artık tüneğine tır­
m anacak gücüm y o k .” D üşüncesini böyle dile getirdi.
Söz ko n u su tü n ek, ü stü kapalı balkonu, evin ça­
tısının ü stü n d en yirm i ayak k a d a r yükselen b ir k u ­
leden ne çok ne de azdı, gerçek adını verirsek, b ir
gözlem evi. B u kapalı b alk o n u n altın d a d ö rt an a
n o k tay a yönelm iş d ö rt p encerenin açıldığı y u v a r­
lak b ir o d a b u lu n u y o rd u , içinde b irk aç aygıt, y e te ­
rince h atırı sayılır u zu n lu k ta m enzilli dürbünler, te ­
leskoplar ay akları üzerinde dönüyorlardı, objektif­
leri hiç y ıp ran m ıy o r idiyse, bu kullanılm am aların-
dan değildi. D a h a çok korkulm ası gereken şey,
Bay D e an F o rsy th ve O m icro n ’un, aygıtlarının
gözlem e m erceğine d ayaya d ayaya so n u n d a gözle­
rini bozm aları olmalıydı.

22
D oğrudur, h e r ikisi de güneşin batışıyla doğuşu
arasında, nöb etleşerek gecenin ve g ü n d ü zü n b ü ­
yük b ir b ö lü m ü n ü b u odada geçiriyorlardı. B akı­
yorlardı, gözlem liyorlardı, yıldızlar arası bölgelere
dalıyorlardı. D e an F o rsy th ’nin ad ın a bağlanacak
herhangi b ir k eşif y ap m ak um u d u onları bırakm ı­
y o rd u . G ökyüzü tem iz olduğunda işler yine y ü rü ­
yo rd u ; am a V irginia eyaletini geçen otuz yedinci
paralelin ü stü n d e hep böyle olm ası gerekm iyordu.
Bulutlar, saçak b u lu tla r (aynen), karabulutlar, k ü ­
me bulutlar, istediğiniz k a d a r ve kuşkusuz efendiy­
le uşağın istediğinden d ah a fazla. A m a araların d a
geçen ne çok bitm ez tükenm ez yakınm alar, m elte­
min kasıtlı olarak pus paçavralarını sürüklediği bu
gökkubbeye k arşı ne tehditler!
Ve h içbir gözlem in yapılam adığı b u bitm ez tü ­
kenm ez can sıkıcı saatlerde am atör gökbilim ci d a ­
ğınık saçlarını k arıştıra rak yineliyordu:
“Şu a n d a h erh an g i b ir y en i gökcism inin objekti­
fimin görüş alan ın d an geçip geçm ediği ne m alum ?
D ünyanın b ir ikinci u y d u su n u geçerken yak alam a
fırsatını kaçırıp kaçırm adığım ne m alum ? Ya da
Ay' m çevresinde d ö n ü p d u ra n bir alt uyduyu? Bu
|an et b u lu t tab akasının ü stü n d e h erhangi b ir m ete­
orun, b ir göktaşının, b ir k ü çü k gezegenin dolaşıp
dolaşm adığı ne m alum ?...”
“B u çok m uhtem el” diye y anıtlıyordu O m icron.
—Ve tam d a b u sabah efendim , b ir aydınlanm a
a n ın d a sandım ki görüyorum ...

23
—Ben de O m icron...
—ikim iz de efendim , ikimiz de...
“B en... ilk o larak k u şk u su z...” diye açıkladı Bay
D ean Forsytlı...
“H iç şüphe y o k ” diye kabullendi O m icron, a n ­
lamlı b ir b aş sallam asıyla “ve b an a öyle geldi ki oy­
du... o olm alıydı...”
“B u n a y em in ed e rim ” diye id d ia etti D e an
F orsyth, “K uzeydoğudan güneybatıya d oğru ilerle­
m ekte olan b ir m eteor...”
—E v et efendim , hem en hem en G üneş yönünde...
—G ö rü n en y ö n O m icron...
—G ö rü n en , söylem eye g erek yok.
— Ve saat y ediyi otuz y ed i d ak ik a yirm i saniye
geçiyordu.
"Yirmi saniye” diye tek ra rlad ı O m icron, “D u v a r
saatim izde an ın d a belirlediğim gibi...”
“Ve o an d an itibaren b ir d a h a görü n m ed i” diye
bağırdı B ay D e an F orsyth, gökyüzüne d oğru teh-
d itk â r b ir el harek eti y ap a rak .
— H a y ır efendim . B ulutlar... bulutlar... batı-gü-
n ey -batıdan çıkan b u lu tla r ve gün boyunca b ir d a ­
h a m avi b ir köşe g örüp görm eyeceğim izi bilm iyo­
rum .
“K asıtlı b ir olay b u ” diye karşılık verdi D ean
F o rsy th “Ve gerçekten de b u n u n sadece benim b a ­
şım a geldiğini san ıyorum .”
“Ve de b en im ” diye m ırıldandı, kendisini efendi­
sinin çalışm alarının y arısı gibi gören O m icron.

24
G erçekte W h a sto n ’un tüm sakinleri, kalın b u lu t­
lar k entlerini k ararttığ ın d a aynı y ak ın m a hakkına
sahipti. G üneş parıldasın... y a d a parıldam asın,
herkes içindir.
Sis ken ti sard ığ ın d a -kırk sekiz saat süren şu sis­
lerden biri- D ean F o rsy th ’in kötü ru h d u ru m u n u n
ne hale geldiğini dü şünm ek sadece çok çok kolay­
dır. E n azından b u lu tlu bir gökyüzünde bile Yerkü-
re ’nin yüzeyine çok y ak ın geçm esi d u ru m u n d a b ir­
kaç göktaşını ayrım sam ak olanaksız değildi; am a
sis kalınlaştığında, beşeri y a ra tık la r bile on adım
ötesini hiç görem ezken en güçlü teleskoplar, en
m ükem m elleştirilm iş d ü rb ü n le r ne yapabilirler?...
W h a sto n ’da, kent, Tam ise’in çam urlu sularıyla d e­
ğil de P o to m ac’ın d u ru sularıyla y ık an ıy o r olm ası­
n a rağm en bu d u ru m en d er değildir...
Ve şimdi, o gün, sabahın başlangıcında, gökyüzü
tertem izken peki ne fark etm işlerdi... y a d a fark et­
tiklerini sanm ışlardı efendi ve uşak?... B ir gökta-
şıydı, y o ğ u n lu ğ u n u ölçem edikleri aşırı b ir hıza sa­
hip, u p u zu n uzan an b ir biçimi olan. Söylediğim iz
gibi bu göktaşı kuzeydoğudan güneybatıya doğru
y e r değiştiriyordu am a y erle arasındaki uzaklık
belli b ir m ik tar fersah olm ası gerektiğinden, eğer
şu m ünasebetsiz sis gelip tüm gözlem i engeli eme-
seydi, onu d ü rb ü n m erceğinden b irkaç saat b o y u n ­
ca izlem ek m üm kün olurdu!
Ve işte o zam an b u kötü şansın doğal olarak kış­
kırttığı yerinm e m ak araları boşalıyordu!... B u gök­

25
taşı, W h asto n u fk u n a geri dönecek m iydi?... E le­
m entleri hesaplanabilecek, kütlesi, ağırlığı, yapısı
belirlenebilecek m iydi?... G ökyüzünün bir başka
n o k tasın d a onu b ulacak d ah a elverişli koşullarda
h erhan g i b ir b aşk a gökbilim ci v ar m ıydı?... O n u
telesk o p u n u n u c u n d a b u k a d a r az tu ta n D ean
F orsyth, b u b u lu şu adıyla im zalayacak kişi olarak
nitelenecek m iydi?... T üm onur, yaşam larını gözle­
m evlerinin u fkuyla tepe noktaları arasın d a m eteor
kollam akla geçiren E ski y a d a Yeni K ıta’nm o bil­
ginlerinden b irinin olm ayacak mıydı d ah a sonra?...
Ve h er ikisi de doğuya açılan pencerelerinkinin
önüne yeniden gelip nöbete durdular. A rtık k o nuş­
m uyorlardı. D ean Forsyth, b u y a n d a n üstünde hafif
rüzgârın şiddetlenerek orad a b u ra d a az aydınlık
alanlarla delinm iş g rim trak bulutları kovduğu Ser-
b o r tepelerinin değişken profilinin sınırladığı geniş
ufku bakışlarıyla tarıyordu. O m icron, kısa b oyunun
azalttığı görüş alanını artırm ak için ayaklarının
ucu n d a dikiliyordu. Biri kollarını kavuşturm uş, elle­
rini kapam ış göğsüne bastırıyordu. Ö teki, kasılmış
p arm ak larıy la p encerenin perv azın a v u ru y o rd u .
B irkaç kuş, kan at çırpıp kısa tiz çığlıklar atarak sü­
zülüyordu ve insan olm a özelliklerinin yeryüzünde
tu ttu ğ u efendi ve uşakla tam d a alay ediyor havasın-
daydılar!... Ah!... O nları uçarken izleyebilselerdi,
birkaç sıçrayışta sis tabakalarını geçecekler ve belki
de güneş ışınlarının parıltıları ortasında dönüşünü
sü rd ü re n küçük gezegeni y eniden göreceklerdi?...

26
O an d a k ap ı vu ru ld u .
D ü şüncelerine göm ülm üş olan D ean F orsyth ve
O m icron duym adılar.
O zam an k ap ı açıldı ve eşikte F rancis G ordon
göründü.
D ean F o rsy th ve O m icron dönm ediler bile.
Yeğen dayıya d o ğ ru gitti ve hafifçe ko lu n a do­
kundu.
D ean Forsyth dünyanın ucundan döner gibi oldu...
Yeryüzü dünyasının değil, düş gücünün onu m ete­
orun ardından sürüklediği gökyüzü dünyasının...
“N e ? ” diye sordu.
—D ayı, y em ek bekliyor....
"A h !” dedi D ean F orsyth, “B ekliyor m u?... P e­
ki... Biz de b ek liy o ru z....”
—B ekliyorsunuz?... N eyi?
“G üneşin y en id en g örünm esini” diye açıkladı,
yan ıtı efendisi tarafın d an onaylanan O m icron.
—A m a dayı, sanırım G ü n e ş’i yem eğe davet etm e­
diniz ve onsuz m asaya oturulabilir...
B u n a ne y a n ıt verm eliydi?... Işık saçan gökcis­
mi, tüm gün ken d in i gösterm iyor idiyse, B ay D ean
F o rsy th o rtalam a in sanların genellikle akşam y e ­
m eğini yediği saatte an cak öğle yem eğini yem ekte
inat edecek m iydi?...
“D ay ı,” diye başladı F rancis G ordon, “M itz sa­
bırsızlanıyor, sizi u y arıy orum ...”
Bu, B ay D ean F o rsy th y i dü şten gerçeğe d ö n d ü ­
ren belirleyici b ir ned en oldu gibi görü n d ü . H iz­

27
m etçi M itz ’in sabırsızlıklarını biliyordu, h a tta on­
lard an ödü patlıy o rdu ve m adem ki ona bir özel
ulak k o şu ştu rm u ştu d ah a gecikm eden gitm ek g ere­
kiyordu.
“P eki saat k a ç ? ” diye sordu D ean F orsyth.
“O n b ir k ırk b e ş” diye yanıtladı F rancis G ordon.
A slında d u v a r saati on b ir k ırk altıyı gösteriy or­
du ve genelinde dayı ve y eğen birbirlerinin karşısı­
n a saat tam on b ird e oturuyorlardı.
Yine genel olarak O m icron o nlara servisi y a p ı­
y o rd u . A m a o g ün efendisinin b ir işareti üzerine ki
zahm etsizce anladı, gözlem evinde kaldı, y a hava
güneşi geri getirirse...
Bay D ean F o rsy th ve F rancis G ordon m erdive­
ne y ö n eld iler ve evin zem in k atın a indiler.
M itz oradaydı, efendisine dik dik baktı ve b u b e ­
riki başını eğdi.
“O m icro n ? ...” diye sordu.
“O y u k a rıd a m eşgul” diye y an ıtlad ı F rancis G o r­
don, “Bu sab ah o n dan vazgeçeceğiz...”
"P e k i!” diye y anıtladı M itz.
Ö ğ le y em eğ i b aşladı ve ağ ızlar sadece y em ek
için açıldı, k o n u şm ak için değil. Y em ekleri g e ti­
rirk e n ve ta b a k la rı d eğ iştirirk e n seve seve çene
çalan M itz ’in çenesi açılm ıy o rd u . Bu sessizlik
ağ ır g eliy o rd u , b u zo rlam a sık ıy o rd u . B u y ü z d e n
b u n a b ir son v erm eyi isteyen F ran c is G o rd o n
şöyle dedi:
—D ayı, sabahınızdan h o şn u t m usunuz?...

28
“E v et... h a y ır...” diye y a n ıtla d ı B ay D e an
Forsyth. “G ö k y ü zü n ü n d u ru m u elverişli değil...”
— Peki h erh an g i b ir gökcism i keşfi izinde m isi­
niz?..
—S anıyorum ... Francis... A m a y en i b ir gözlem le
em in olm adığım sürece...
“Ve efendim ” dedi M itz, biraz sert b ir tonla, “Si­
zi sekiz g ü n d en b u y a n a tedirgin eden bu... K ule­
nizden artık ayrılm ayacak ve gece kalkacak k a ­
dar... evet!... dü n ak şam dan bu y a n a üç kez... sizi
d u y d u m ...”
—Aslında, M itz'çiğim ...
"Ve aşırı y o ru ld u ğ u n u zd a ...” diye başladı v a k u r
hizmetçi, “Sağlığınızı bozduğunuzda, nezleye b ir
iyice yakalandığınızda, haftalarca y a ta ğ a çivilendi­
ğinizde size b akm aya yıldızlarınız mı gelecek, d o k ­
to r hap diye onları alm anızı mı b u y u ra cak ? ...”
D iyalogun aldığı biçim i göz önüne alan D ean
F orsyth y an ıt verm em enin d a h a iyi olacağını an la­
dı. Z aten M itz’in çıkışlarını hiç hesaba katm am aya
kararlı olarak tersini söyleyip onu kışkırtm ayı iste­
medi ve bard ağ ın a ve tab ağ ın a bile d ik k at etm eden
sessizce y em ek yem eyi sü rd ü rd ü .
F ran c is G o rd o n sohbeti desteklem eye çalışıyor­
d u am a gerçekte kendi kendine k o n u şu y o r g ibiy­
di. H â lâ üzgün olan dayısı onu d u y m u y o ra b en zi­
y o rd u . N e söyleneceğinin hiç bilinm ediği za m a n ­
lar, tü m ağızların erişebileceği bitm ez tükenm ez
m alzem e, havanın ö nceden nasıl olduğu, o an d a k i

29
d u ru m u ya d a nasıl olacağıdır. Ve özetle b u h av ay ­
la ilgili soru, B ay D ean F o rsy th ’i özellikle ilgilen­
dirm esi gereken so ruydu. Bu y ü z d e n b ir an geldi,
d ah a d a kap an an g üneş y em ek odasını d a h a d a
loşlaştırdığında başını kaldırdı, pencereye b ak tı ve
b itkin elinden çatalının düşm esine izin v erere k b a ­
ğırdı:
“Bu lanet b u lu tla r gökyüzünü boşaltm ayacak
m ı?... Y ağm ur sel gibi akacak m ı?...”
“D o ğ ru su ” diye belirtti M itz, “U ç haftalık k u ­
rak lıktan sonra top rağın zenginleşm esi için bu se­
vindirici olacak..."
“Toprak... to p ra k !” diye öyle m ükem m el b ir k ü ­
çüm sem eyle m ırıldandı ki B ay D ean F o rsy th yaşlı
hizm etçiden şu y an ıtı kopardı.
“Evet... toprak, efendim ve y em ek saatinde bile...
hiç inm eyi istem ediğiniz gökyüzü k ad a r değerli.”
“fia d i am a M itz ’çiğim ” dedi F rancis G ordon
onu y atıştırm ak için.
“A m a” diye devam etti aynı tonda, “ekim in so­
n u n d a yağ m ay a başlam azsa, soruyorum size ne za­
m an y a ğ a c a k ? ”
“D ayıcığım ,” diye sözü aldı o zam an yeğen, “çok
doğru, ekim in3 sonundayız... Kışın başında, b u n u
kabullenm ek gerekiyor!... Z ate n kış ille de kötü
h av a dem ek d eğ il!... Ç ok so ğ u k lard a d a yazın sıcak
saatlerinden d ah a tem iz b ir gökyüzüyle çok k u ru

3. Bölüm, yen i tarihlere göre y eniden gözden geçirilm iş olmalı, M ichel


V erne'in yap tığ ı bu. Biz olduğu gibi bırakıyoruz.

30
günler oluyor. E h ! Ç alışm alarınıza d a h a iyi koşul­
larda y en id en başlarsınız. Biraz sab ır d ayı...”
“S ab ır F ra n c is” diye karşılık verdi, y ü zü en az
hava k a d a r kararm ış olan D ean F orsyth. “Sabır!
Ya ayrım sayam ayacağım ız k ad a r u za k la ra giderse?
Ya u fu k ta artık g ö rü n m ezse?...”
" O ? ...” diye b ağ ırd ı M itz. “O ... K im ?...”
O a n d a O m icro n ’u n sesi duyuldu:
“Efendim ... efendim ...”
“Yeni b ir şey v a r” diye haykırdı B ay D ean Forsyth
çabucak sandalyesini itip kapıya yönelirken.
Ve tam o an d a keskin b ir ışık, b ard ak lara, şişele­
re, k u p alara p arla k p ay etler saçarak pencereden
içeri girdi.
“G üneş bu... g ü n eş” deyip d u ru y o rd u D ean
F orsyth acele acele m erdivenleri çıkarken.
“İşte u çtu g itti!...” dedi M itz iskem lelerden b iri­
ne o tu ru rk e n . "O lu r m u!... G ünleri, geceleri açık
havada geçirm esine kış engel değil, soğuk engel
değil... K anam a... bro n şit... nezle olm ayı göze ala­
rak!... Ve b u n la rın hepsi akıp giden y ıld ız la r
için!... Ve h âlâ o nları alabilseydik, koleksiyon y a-
p abilsey d ik !...”
Böyle dile g etiriyordu düşüncesini M itz, efendi­
si kendisini d u ym asa da, duysaydı d a hepsi böyle
olurdu.
T ırm a n ışta n so lu k so lu ğ a k alan B ay D e an
Forsyth, gözlem evine giriyordu. G üneybatı rü z g â ­
rı şiddetlenm iş ve b u lu tları doğuya doğru kovm uş­

31
tu. G eniş b ir aydınlık alan tepelere değin m avinin
görünm esini sağlıyordu. G ökyüzünün m eteorun
gözlem lenm iş olduğu tüm o bölüm ü genişçe açıl­
mış, cihazlara siste kaybolm aksızın dolaşm alarına
olanak verecekti. O d a güneş ışınlarıyla doluyordu.
“Pekâlâ, ne v a r ? ” diye sordu B ay D ean F orsyth.
“G ü n eş v a r” diye yanıtladı O m icron am a uzun
süreliğine değil, çünkü d ah a şim diden b atıd an b u ­
lu tlar görünüyor.
“Y itirilecek b ir d ak ik a y o k ” diye bağırdı Bay
D ean F o rsy th d ü rb ü n ü çevirirken, aynı a n d a uşağı
d a teleskopla aynı işi y apıyordu.
Ve aşağı y u k a rı kırk d ak ik a b oyunca aletleri ne
tu tk u y la kullandılar! N e sabırla en uygun d u ru m ­
d a tu tm a k için vidaları çevirip d u rd u lar! G ökküre-
nin bu b ö lüm ündeki h er köşeyi, bucağı ne ince bir
d ikkatle tarad ılar! G öktaşı son kez o n lara şu k a d a r
sağ y ü k sek lik te şu k ad a r eğim de adam akıllı g ö rü n ­
m üştü... K o o rd in atlarından em indiler.
H içb ir şey... O y erd e hiçbir şey! M eteo rla ra on-
ca h a rik a gezinti alanı sunan tüm o bölge ıssız!... O
y ö n d e tek b ir görülebilir n o k ta y o k !... K üçük geze­
gene ne de geçtiğine ilişkin te k b ir iz!...
G ö zk ap ak ların a dolan k an la kızarm ış gözlerini
silerek “H içb ir şey !” dedi B ay D ean F orsyth.
“H içb ir şey !...” dedi O m icro n sızlanan b ir y a n k ı
gibi.
işte o zam an sis geri d ö n d ü ve gökyüzü y en id en
k arard ı.

32
G ök y ü zü n d ek i b u iyileşme sona erdi ve b u kez
tüm g ü n lü ğ ü n e ! Pus parçaları b iraz d an pis b ir gri­
likte, y ek p a re b ir kütle o luşturdu ve ince y ağ m u r
halinde dam lam aya başladı. Efendi ve uşak son d e­
rece um utsuzdular, h er tü r gözlem den vazgeçm ek
gerekiyordu.
O zam an O m icro n şöyle dedi:
“A m a efendim ... onu görm üş olduğum uzdan iyi­
ce em in m iyiz?...”
“B u n d an em insek...” diye h ay k ırd ı B ay D ean
F orsyth kollarını g ö kyüzüne d o ğ ru kaldırarak,
kıskançlık ve tedirginliğin karıştığı b ir ses to n u y la
ekledi:
“G eriye artık, onun da... S ydney H u d elso n ’un
da onu g ö rü p görm em iş olması k alac ak !”

33
III. Bölüm

B u ra d a D o k to r Sy d n ey H udelson,
k arısı B a y a n F lo ra H udelson
iki k ızları B ay an J e n n y ve
B a y a n L o o söz konusu.

m T T eter ki o da, D ean F o rsy th de fark etm e-


Y miş o lsu n !” D o k to r S ydney H u d elso n ’un
_JL d a k endi kendine söylediği b uydu işte.
Ç ü n k ü o d o k to rd u ve eğer W h a sto n 'd a tıp ta ça­
lışm a y ap m ıy o r idiyse tüm zam anını, tüm zekâsını
gökbilim in b u yü k sek, b u y ü ce çalışm alarına h a s­
retm eyi yeğlem esindendi.
Kaldı ki D o k to r H udelson, hem kendinden hem
de F lo ra C larish o larak doğan H udelson hanım e­
fendiden dolayı güzel b ir servetin sahibiydi. Akıllı­
ca yönetildiğinde kendisinin de, iki kızı J e n n y ve
Loo H u d e lso n ’u n d a geleceğini güvence altın a alı­
y o rd u .

34
Bu gökbilim ci d o k to r kırk y ed i yaşındaydı, k arı­
sı kırk, b ü y ü k kızı on sekiz, k ü çü k kızı on dört.
K uşkusuz F o rsy th ve H udelson aileleri b irb irle­
rine çok y ak ın olsalar d a en azından S ydney H u ­
delson ve D ean F o rsy th arasın d a belli bir rekabet
y o k değildi. G ö k y üzündeki cisim ler herkese, onla­
rı keşfetm em iş o lanlara bile ait olduğuna göre bu
y a d a şu gezegen, şu y a d a b u yıldız için çekişiyor­
lardı denem ez am a b u y a d a şu m eteorolojik göz­
lem k o n u su n d a çekiştikleri sık sık oluyordu.
O layları çığrm dan çıkaracak ve a ra d a b ir üzücü
sah n e le re y o l a ç aca k şey, b ir B ay an D e an
F o rsy th ’nin varlığı o lurdu. O y sa bilindiği gibi
onunla evlenecek olan b e k â r kalm ış o lduğuna ve
hiçbir zam an d ü şü n d e bile evlenm e düşüncesini
aklına getirm ediğine göre sözü edilen bayan yok tu .
Bu d u ru m d a k ocanın tarafını tu taca k herhangi bir
eş y o k tu ve sonuç olarak d a iki am atö r gökbilim ci
arasındaki b ir dargınlığın kısa sürede giderilm e
şansı vardı.
K uşkusuz ikinci ailede B ayan F lora H udelson
vardı. A m a o, m ükem m el bir anne, m ükem m el b ir
ev hanım ı, çok uzlaştırıcı yapıda, kim se hak k ın d a
yakışıksız b ir söz söyleyem eyen, eski ve yeni d ü n ­
y an ın çeşitli toplum larm da, h a tta en itibarlılarından
bir sü rü bayan gibi d edikoduyla beslenm eyen, ifti­
rayla doğm ayan m ükem m el b ir kadındı. B ayan eş­
lerin b u modeli, y ak ın dostu F orsyth’le herhangi b ir
tartışm anın ard ın d an kafası kızgın döndüğünde b e­

35
cerilerini özellikle kocasını y atıştırm ak için kullanı­
y o rd u .
Bayan H u d elso n ’un, kocasının gökbilimle u ğ raş­
masını, g ö k k u b b en in derinliklerinde yaşam asını,
ondan inm esini rica ettiğinde, inmesi koşuluyla, çok
doğal b u lduğunu söylem ek gerekiyor. Z aten efendi­
sini hırpalayan hizmetçi M itz’in tersine, o kocasını
hiç hırpalam ıyordu; ziyaret y a d a yem ek saatlerinde
bekletm esini hoş karşılıyordu; hiç hom urdanm ıyor­
du ve yem ekleri en iyi pişme derecesinde tutm ak
için yine de çaba gösteriyordu; içine kapandığında,
b u n a saygı gösteriyordu; çalışm alarını d a m erak edi­
y o rd u ve herhangi bir buluştan endişeye kapılm ış gi­
bi görü n d ü ğ ü n d e ve artık yolunu bulam ayacak d e­
recede uçsuz bucaksız uzayda yolunu yitirdiğinde
ona cesaret verici sözlerle hizm et etmeyi biliyordu.
İşte tüm k o calar için dilediğim iz gibi bir kadın,
özellikle de gökbilim ci olduklarında.
B üyük kız, şu sevimli Je n n y , annesinin izinden
gitmeyi, y aşam y o lların d a aynı adım la yü rü m ey i
v aat ediyordu. E lbette F rancis G o rd o n ’u J e n n y
H u d elso n ’la evlenirse erkeklerin en m utlusu olm ak
bekliyordu. A m erikalı bayanları küçüm sem ek iste­
meyiz, tüm A m erik a’d a d ah a sevimli, d ah a çekici,
insan erdem lerinin bütü n ü y le d ah a donanım lı b ir
genç kıza rastlanm ayacağını söylem enin sakıncası
yo k . M avi gözlü sevimli bir sarışın, körpe tenli, g ü ­
zel eller, güzel ayaklar, güzel b ir boy, zarif olduğu
k ad a r alçakgönüllü, iyi olduğu k a d a r zeki. Bu n e­

36
denlerle F ran cis G o rd o n onu, onun F rancis G or-
d o n ’u tak d ir ettiğinden d ah a az ta k d ir etm iyordu.
Bay D ean F o rsy th ’nin yeğeni, zaten H udelson ai­
lesinin tüm dostluğu ve sem patisine sahipti. Bu d u ­
rum , çok geçm eden iki tarafın d a kabul edeceği b ir
evlilik isteği biçim ine dönüşm üştü. Bu iki genç ni­
şanlı b irb irlerin e çok y ak ışıy o rlard ı! J e n n y ’nin ai­
leden gelen özellikleriyle evliliklerine getireceği gö­
nenç olacaktı. F rancis G o rd o n ’a gelince serveti bir
gün kendisine k alacak olan dayısı tarafından d o n a­
tılacaktı. A m a b u m iras olasılıklarını bir y a n a b ıra ­
kalım . G üvence altına alınm ış olan gelecek söz k o ­
n usu değildi, m utluluğun tüm koşullarının b ir a ra ­
y a geleceği şim diki zam andı.
D em ek ki F ran cis G ordon J e n n y H u d e lso n ’la
nişanlanm ıştı, J e n n y H udelson F rancis G o rd o n ’la
nişanlanm ıştı ve y ak ın d a saptanacak b ir tarih te ni­
kah, bu m utlu W h aston kentinin başlıca kilisesi Sa-
in t-A n d rew ’de saygıdeğer O ’G a rth ’ın özenleriyle
kıyılacaktı.
Ve b u d üğün tö renine b ü y ü k akın olacağından
em in olabilirsiniz, çü n k ü iki aile de ancak o n u rları­
n a eşdeğerde b ir itib a ra sahiptiler. A yrıca şundan
d a d a h a az em in olm ayın: O g ünün en neşeli, en
canlı, en uçarısı, sevgili kız kardeşine nedim elik y a ­
p acak olan şu çıtı pıtı L oo1 olacaktır. H en ü z on beş
y a şın d a değil bu k ü çü k kız ve olabildiğince genç
olm a hakkı elbette var. H erk es üstüne titriyor, her-
1. L ouise'in kısaltılmışı (yazarın notu).

37
kes onu seviyor. Sonsuz b ir enerji ve bilginler b u ­
n u an cak b u y aratılışta olanlarda bulacaklardır.
B eklenm edik h azırcevaplarıyla biraz yaram azdı,
“b ab an ın gezegenleriyle” alay etm ekten hiç sıkılm ı­
y o rd u ! A m a h er şeyi bağışlanıyordu, h er şeyi g ö r­
m em ezlikten geliniyordu ve ilk gülen ve tek ceza
o larak k ö rp e k ü çü k kız y a n a k la rın a b ir öpücük
k o n d u ra n D o k to r H udelson oluyordu.
A slında D o k to r H udelson iyi bir adam dı am a
alın g an lığ ın a eşit b ir in atçılık ta. T akılm alarını
önem siz addettiği Loo dışında herkes kaçıklık ve
alışkanlıklarına saygı gösteriyordu. H av a d u ru m u ­
n a ilişkin incelem elerinde çok zorlu, sunum larında
çok kararlı, yaptığı y a d a yaptığını iddia ettiği keşif­
lerde çok kıskanç; D ostu D ean F o rsy th ’i de a rad a
b ir şu y a d a b u m eteor k o n u su n d a bitm ez tükenm ez
tartışm alara girdiği b ir rakibi hissediyordu. Aynı av
alanında iki avcı ve ateş etm ek için çekişiyorlar! O
fırtınaları y o k edecek şu iyi B ayan H udelson orad a
olm asaydı, çok k ereler küskünlüğe dönüşebilecek
soğukluklarla sonuçlanırdı. İki kızı ve F rancis G or-
don o n a b u k o n u d a adam akıllı yardım cı oluyorlar­
dı. Kaldı ki F rancis ve J e n n y ’nin evlilikleri iki aile­
y i d a h a sıkı sıkıya bağladığında b u geçici fırtınalar
d ah a az k o rk u n ç olacaktı ve kim bilir belki de ciddi
b ir işbirliğiyle birleşecek iki am atör, gökteki a ra ştır­
m alarını ortak laşa y ü rü te c e k le rd i! Bu geniş uzay
alan ların d a keşfedilen değilse de vurulan av etini
hakkaniyetle paylaşacaklardı.

38
B ay S tan ley H u d e lso n ’u n 2 b ir y an d a n m eteoro­
lojiyle ilgilenirken aynı an d a istatistikle de -çok
yetkili bilim in san ların a göre, grafik eğrileri basın­
çölçer y a d a sıcaklıkölçerle ilgili değişkenlerle çakı­
şan suçluluk o ran ların a çok özel b ir istatistik- u ğ ­
raştığını kay d etm ek y erin d e olur. D o k to r H udel-
son b u çakışm aları o rtay a çıkarm ak için tüm titizli­
ğini gösteriyordu. Bu suç grafiği, onu oluşturm aya
olanak v erecek h içbir şeyi göz ardı etm iyordu. Ki­
şisel gözlem lerini ak tard ığ ı Illinois M eteoroloji
H izm etleri M ü d ü rü B ay L innoy’la sürekli h ab erle­
şiyordu. B u Şikagolu bilim adam ıyla aynı görüşü
pay laşarak “gü n lü k olm asa d a en azından aylık,
m evsim lik ve yıllık sıcaklık artışlarıyla suçluluk
oran ın d ak i y ü kselm enin k o şu t gittiğini” sav u n d u ­
ğ u n d a ona tersini söylem ek gerekm ezdi. O n la ra
inanırsak, suçlar açık h av alard a h afif b ir artış, sisli
h av alard a h afif b ir düşüş gösteriyorlar. Ö zellikle
kış ayları b o y u n ca sıcaklıktaki azalm a ve y azın aşı­
rı yağışlar, kişilere ve m ülklere saldırılarda b ir d ü ­
şüşe d en k geliyor gibi görünüyor. S onuç olarak
rü z g âr kuzeydoğuya d ö nd ü ğ ü n d e sayıları düşüyor.
A yrıca diyorlarm ış ki delilik, in tih a r ve suça ilişkin
üç h av a eğrisi, aynı sıcaklık ve m evsim koşulların­
d a y eterin ce eksiksiz b ir biçim de çakışıyor.
E vet! D o k to r H u d elso n b u ilginç k u ra m la ra t ü ­
m üyle bağlıydı. S u çlar ve k u rb a n ı olm a olasılıkla-

2. D o k to r Sydney H u d elso n 'u n ön adı b u rad a Stanley. Ö nceki ön adı­


na an cak IV, V III ve IX. bölüm lerde zam an zam an kavuşacak.

39
n k o n u su n d a “suç a y la rın d a ” d ah a çok önlem alın­
m asını ö ğ ü tlü y o rdu. O nedenle o güleç Loo, çok
sıcaklarda, çok k u ra k h av a la rd a ve rü z g âr iyi y ö n ­
den esm ediğinde odacığının kilitini özenle çeki­
y o rd u .
D o k to r H u d elso n ’un evi en rahatlarındandı, en
bakım lılarından biri, tüm W h a sto n ’d a gerçekten
aranm ış olm alıydı. M oriss Sokağı 27 num arada,
yem yeşil çim ve güzel ağaçlarıyla bahçe ve avlu
arasın d ak i bu güzel köşk, sokağın ortasını g ö rü ­
y o rd u . Bir zemin k a t ve ön cephede yedi pencereli
b ir k attan oluşuyordu. Y üksek çatısına, solda p a r­
m aklıklı b ir terasla son bulan, otuz ayak k ad a r
y ü k sek lik te b ir tü r kare kale b u rc u egem endi. K ö­
şelerden b irin d e p azarları ve tatil günlerinde A m e­
rik a B irleşik D ev letleri’nin elli b ir yıldızlı b ayrağı­
nın çekildiği direk yükseliyordu.
Bu b u rc u n ü st odası gözlem evi çalışm alarına el­
verişli d u ru m a getirilm işti. D o k to ru n araç gereci,
d ü rb ü n le r ve teleskoplar, güzel gecelerde b ak ışları­
nın g ö k k ubbeyi özgürce dolaşabildiği tera sa onları
taşım am ası d u ru m u n d a, o ra d a iş görüyorlardı. B a­
y a n H u d elso n ’un öğütlerine rağm en en şiddetli
nezlelerine o rad a yak alan ıy o rd u zaten.
“B abam , son u nda gezegenlerini bile nezle ed e­
cek ” deyip d u ru y o rd u keyifle B ayan Loo. “B urun
akıntıları yayılıyor.”
A m a d o k to r h içbir şeyi dinlem iyordu, a ra d a b ir
kışın d o n d u ru c u so ğ u k ların d a gökkubbe tüm saflı­
ğıyla o rtay a çıktığında sıfırın altın d a y ed i y a d a se­
kiz dereceye m eydan okuyordu.
M orris S okağı’ndaki evin gözlem evinden Eliza-
beth S okağı’n d aki3 evin kulesinin zahm etsizce gö­
rü n d ü ğ ü n ü kaydetm ek gerekiyor, ikisi arasında
hiçbir an ıt yükselm iyordu, hiçbir ağaç kalın dalları­
nı araların a sokm uyordu. O tu rd u k ları iki mahalleyi
b ir y arım mil ayırıyordu. U zun erimli bir teleskopa
g erek kalm adan iyi bir el dürbünüyle kule y a da
b u rç ta d u ran kişiler çok rahatlıkla tanınıyorlardı.
K uşkusuz D ean F o rsy th ’nin S tanley H ud elso n ’a
b akm aktan başk a y ap acak şeyi vardı ve S tanley
H udelson D ean F o rsy th y e b ak arak zam an y itir­
m ek istem ezdi. Gözlem leri d ah a yükseği h edef alı­
y o rd u ve y e r nesnelerine hiç yönelm iyordu. A m a
F rancis G o rd o n ’un J e n n y Fludelson’un terasta b u ­
lunup bulunm adığını görm eye çalışm ası oldukça
doğaldı ve gözleri cep d ü rb ü n ü aracılığıyla konuşu­
y o rd u . B unda b ir k ötülük y o k diye düşünüyorum .
K uşkusuz iki ev arasın a b ir telefon y a d a telg raf
bağlantısı k u rm ak kolay olurdu. B urçtan kuleye
gerilen b ir tel, en hoş söyleşiler için y ararlı olurdu,
en a z ın d a n F ra n c is G o rd o n ’d a n Je n n y ye
J e n n y 'd e n F rancis G o rd o n ’a. Ve k u şk u n u z olm a­
sın, şu k ü çü k Loo, bu ikili söyleşiye katılır, üçlüye
çevirirdi. A m a D ean F o rsy th y le D o k to r H udelson
iletişim k u rm ay a hiç can atm ıyorlardı, ne de gök-

3. B u rad an itibaren gökbilim cilerin evleri E lizabeth Sokağı ve M orris


S o k ağ ı’ı olarak anılacak. G ro en lan d ’de bir M orris B urnu var.

41
y ü z ü n ü gözlem leri sırasında rahatsız edilm eye. Bu
nedenle b ir tel çekilm esi tasarı olarak kalm ıştı. Bel­
ki de iki nişanlı kesin k a n k o ca o ld uklarında b u a r­
zu gerçekleşecekti?... İki aileyi evlilik bağının a r­
d ın d an d ah a d a sıkıca bağlayacak elektrik bağı.
O g ü n öğleden sonra F rancis G ordon B ayan H u-
delson ve iki kızm a h er zam anki ziyaretini y apm aya
geldi. Z em in katın salonunda kabul edildi ve söyle­
m ekte sakınca yok, sanki evin oğluym uş gibi. H e­
nüz J e n n y ’nin kocası değilse de Loo, kendisinin,
onun kard eşi olm asını şim diden istiyordu ve b u k ü ­
çük kızın beynine y erleşen adam akıllı yerleşm işti.
D o k to r H u d e lso n ’un b u rc u n duvarları arasın d a
olm asına kim se şaşırm ayacak. S abahın d ö rd ü n d en
b u y a n a o ra y a (k a p a n m ıştı)4. T üm üyle D e a n
F o rsy th gibi öğle yem eği için gecikm eyle g ö rü n ­
d ü k ten so n ra güneş öğlen bulutlarını dağıtırken
aceleyle tera sa geri d ö n d ü ğ ü n ü gördüler- hep B ay
D ean F o rsy th gibi. K afası ondan d ah a az m eşgul
olm adığından y en id en inm e d u ru m u n d a olacağa
benzem iyordu.
Ve y in e de genel o lura sunulacak olan b ü y ü k
m esele k o n u su n d a onsuz k a ra r verm ek olanaksız.
“E h !" diye bağırdı Loo, genç adam salonun eşi­
ğini aşa r aşm az, "İşte B ay F rancis... Ezeli ve ebedi
B ay Francis... N e y a p m ay a geliyor Bay F rancis di­
y e kendim e soruyorum ... B u ra d a bir tek onu g ö rü ­
y o ru z."
4. "Taşınm ıştı”, çizilmiş, yerine yeni sözcük konm am ış.

42
F rancis G o rd o n önce J e n n y ’nin gülüm seyerek
kendisine uzattığı eli sıkm ıştı ve B ayan H u d elso n ’a
saygılarını sunm uştu. S o n ra L o o y a tek y a n ıt ola­
ra k iyi b ir öpücükle y an ak ların ın kırm ızısını o rtaya
çıkarm ıştı.
S o n ra o tu rd u la r ve gerçekte b ir önceki g ü n k ü ­
n ü n devam ından b aşk a b ir şey olm ayan sohbet
başladı. D ü n d en bu y a n a hiç ayrılm am ış gibiydiler
ve aslında iki nişanlı en azından düşüncede hiç b ir­
birlerin d en ayrılm ıyorlardı. B ayan Loo, “ezeli ve
ebedi F ran c is’in ” hep evde olduğunu, sokak k ap ı­
sından çıkıyorm uş gibi yaptığını ve bahçe kapısın­
dan d ö n d ü ğ ü n ü ve hiç görülm em ek için köşelerde
saklandığını bile iddia ediyordu...
N ik ah tö ren i için seçilen tarih beklenirken h er
gün ko n u ştu k ları şeylerden o gün de konuştular.
Je n n y , F ran c is’in söylediklerini çekiciliğinden hiç­
b ir şey alıp götürm eyen doğal b ir ciddiyetle dinli­
y o rd u . B irbirlerine bakıyorlardı ve gerçekleşm ele­
ri artık d ah a so nraya kalam ayacağı düşüncesiyle
gelecek planları yapıyorlardı. B ir gecikm eyi bile
kim düşünebilirdi? Bu birleşm ede iki ailenin de
onayı y o k m uydu? F rancis G ordon d ah a şim diden
Lam beth S okağı’n d a hâlâ yem yeşil, canlı b ir b a h ­
çeyle tüm istenenlere sahip güzel b ir ev bulm uştu.
Potom ac A karsuyu m anzarasıyla batı m ahallesin-
deydi ve M o rris S okağı’n a d a çok uzak değildi. B a­
y a n Fludelson hem en ertesi günü b u evi gidip g ö r­
m eye söz verdi, y e te r ki m üstakbel kiracısının ho­

| 43
şu n a gitsin, sekiz gün içinde kiralanacaktı. Loo, a n ­
nesi ve kız k ardeşine b u ziyarette eşlik edecekti.
O n u n fik rinden vazgeçilm esini kabul etm iyordu ve
b u n d an anladığı için de genç evlilerin yerleşm esiy­
le m eşgul olm ayı istiyordu... Ve bırakıyorlardı gidi­
y o rd u , b ırak ıy o rlardı söylüyordu.
Loo, b ird en sandalyesinden kalk arak ve p en ce­
reye k o şarak şöyle bağırdı:
“Peki... Ya B ay F o rsy th ? B ugün gelm esi g erek ­
m iyor m u ?...”
“D ayım dö rd e d o ğ ru gelecek” diye yanıtladı
F rancis G ordon.
“S o ru n u çözüm lem ek için b u ra d a olm ası g erek ­
li" diye g ö rü şü n ü belirtti B ayan H udelson.
—B iliyor ve ran d ev u su n u kesin kaçırm ayacak...
“Ya k a ç ırırsa ? ” diye belirtti biraz teh d it edici bir
biçim de elini u zatan Loo, “B ana hesap verm esi ge­
rekecek ve öyle ucuz d a k u rtu lam ay acak ...”
“Y a B ay H u d e lso n ?” diye sordu F rancis, “O n a
d a dayım dan d ah a az ihtiyacım ız y o k .”
“B abam b u rc u n d a ” dedi Je n n y , “ve h ab er verilir
verilm ez inecek...”
“B u n u ben ü stleniyorum ” diye yan ıtlad ı Loo,
“U ç k atı çabucak tırm anacağım .”
A slın d a B ay F o rsy th ve B ay H u d e lso n ’u n o ra ­
d a o lm aları önem liydi. T ö re n tarih in i belirlem ek
söz k o n u su değil m iydi? Y ine de nedim enin güzel
elbisesini -o gü n b ü rü n m ey i planladığı u zu n genç
kız elbisesi, a rtık k ü ç ü k kız değil- d ik tirece k za ­

44
m an olm ası k o şu lu y la n ikah en k ısa sü red e kıyıla­
caktı.
Ve F ran c is’in şak a y a p a ra k belirttiği şu gözleme:
“A m a y a h azır olm azsa, şu ünlü elbise?...”
“D ü ğ ü n erte len ec ek tir!” diye açıkladı b u yurgan
kişi.
Ve b u y an ıtı öyle b ir k ah k a h a izledi ki B ay H u-
delson hiç k u şk u y o k b u rc u n u n tepelerinden d u y ­
m uş olmalı.
S o h b et böyle sü rü y o rd u ve d u v ar saatinin y elk o ­
vanı b ir d ak ik ad an ötekine geçiyordu ve Bay D ean
F o rsy th görü n m ü y o rd u . Loo, giriş kapısını g ö rd ü ­
ğü p e n c e re d e n b o ş u n a d ışarı eğiliyordu, B ay
F o rsy th y o k !... B ayan H udelson, Je n n y , kız k a rd e ­
şi ve F ran cis avluyu sokağa k ad a r geçtiklerinde b i­
le am canın gölgesinin M o rris S okağı’nın köşesine
dü ştü ğ ü n ü hiç görm ediler.
Bu d u ru m d a salona dönm ek ve sabırla -henüz
L o o ’n u n kullanm asını hiç bilm ediği -silahlanm ak
gerekti.
“Yine de dayım b a n a söz v e rd i” deyip d u ru y o r­
d u F rancis G ordon, "am a b irkaç g ü n d ü r neyi old u ­
ğ u n u bilm iyorum ...”
“Bay F o rsy th rah atsız değildir, u m arım ?...” diye
so rd u Jen n y .
—Hayır... Kafası m eşgul... Ç ok iyi bilm iyorum ...
S ab ah tan akşam a değin ağzından on sözcük çekip
alınam ıyor!... K afasında ne olabilir?...
“B irk açy ıld ız p arıltısı!...” diye bağırdı k ü çü k kız.

45
“A m a benim kocam d a aynı d u ru m d a ” dedi B a­
y an H u delson. “B u h afta b a n a hiç olm adığı k ad a r
kaygılı gö rü n d ü ... O n u gözlem evinden çekip ç ık ar­
m ak olanaksız! Y u k arılard a gök m ekaniğinde ola­
ğ an ü stü b ir şeyler olup bitiy o r olm alı!...”
“D o ğ ru s u ,” diye y a n ıtla d ı F rancis, “dayım ın
dav ran ış biçim ine göre benim de b u n a inanasım ge­
liyor!... A rtık dışarı çıkm ıyor, artık uyum uyor, zar
zor y em ek yiyor... Y em ek saatini u n u tu y o r...”
“H izm etçi M itz b u n d an h o şn u t olm am alı” diye
gözlem ini b elirtti Loo.
“K ö p ü rü y o r” diye belirtti Francis, “am a hiç y a ra ­
rı olm uyor!... Ve yaşlı hizm etçinin azarlarından şim ­
diye değin ödü kopan dayını artık aldırış etm iyor...”
“B abam ızın yaptığı d a tam am en b u ” dedi J e n n y
gülüm seyerek “ve kız kardeşim de ü zerindeki tüm
etkisini yitirm iş gibi görünüyor... Biliyoruz, b ü y ü k
olsay d ı!...”
“B u olası mı B ayan L o o ?” diye sordu F rancis ay ­
nı to nda.
“İnanılm ayacak k a d a r d o ğ ru !” diye karşılık v e r­
di k ü ç ü k kız. “Am a... sabır... sabır!... M itz ve b e ­
nim so n u n d a b ab an ın ve dayının hak k ın d an gelm e­
miz g erek ecek ...”
“S o n u n d a...” diye sözü aldı Je n n y , “H e r ikisine
de ne o ld u ?...”
“B irk aç değerli gezegeni yitirm iş olm alılar!...”
diye b ağ ırd ı Loo, “Ve eğer onu d ü ğ ünden önce b u l­
m azlarsa...”

46
“Ş ak a y a p ıy o ru z ” dedi B ayan H udelson, "Ve bu
a ra d a B ay F o rsy th gelm iyor...”
“E h işte saat d ö rt buçuğu çalacak!...” diye ekle­
di Jen n y .
“E ğ er dayım beş d ak ik a içinde b u ra d a olm azsa”
diye b elirtti F ran cis G ordon, “K oşuyorum ...”
O a n d a giriş kapısının zili duyuldu.
“Bu B ay F o rsy th ” diye iddia etti Loo, “D inleyin,
çalm aya devam ediyor... K apının çaldığını fark e t­
m iyor bile, tüm üyle b a şk a b ir şey d ü şü n ü y o r!”
Şu k ü çü k Loo ne k a d a r d a iyi b ir gözlem ci!
Evet, Bay D ean F o rsy th idi ve salona girdiğinde
Loo yineliyordu:
— G eç kaldı... G eç kaldı! Sizi azarlam am ı ister
m isiniz!
“G ü naydın B ayan H u d e lso n ” dedi B ay F orsyth
elini sıkarken, “G ü n ay d ın sevgili J e n n y ” dedi genç
kızı ku cak lark en , “G ü n a y d ın ” diye b itirdi kü çü k
kızın y an a k la rın ı fiskelerken.
T üm b u nezak et k u ralları dalgın b ir havayla y e ­
rine getirilm işti ve k u şk u su z B ay F o rsy th ’nin söy­
lendiği gibi “kafası b aşk a y erd ey d i.”
- “D ay ı,” diye başladı F rancis G ordon, “k a ra rla ş­
tırılan saatte gelm ediğinizi görünce ran d ev u m u zu
u n u ttu ğ u n u zu sandım ...”
— Evet... biraz... itira f ediyorum ve ö zü r diliyo­
ru m B ayan H udelson! iyi ki M itz b a n a anım sattı
ve de iyi b ir biçim de...
“Ç ok iyi y a p tı” diye b elirtti Loo.

47
- B eni b u n altm ayın küçükhanım !... C iddi m eş­
galeler... E n ilginçlerinden b ir k eşif y ap m ak ü ze­
reydim ....
“işte! B abam gibi, öyle san ıy o ru z!...” diye gözle­
m ini b elirtti Je n n y .
" N e !” diye bağırdı B ay D ean F orsyth, k o ltu ğ u ­
n u n altın d an b ir y a y fırlam ışcasına bir sıçrayışta
y erin d e n k alk arak , “D iy o rsu n u z ki doktor...”
“Sevgili B ay F orsyth, biz b ir şey dem iyoruz” di­
y e y a n ıt v erm ek te acele etti B ayan H udelson, b ir
re k ab et fırsatının kocasıyla F rancis G o rd o n ’un d a­
yısı arasın d a gelip su y ü z ü n e çıkm asından hâlâ d a­
h a k o rk a ra k ve haksız d a değil.
S o n ra ekledi:
—Loo, g it b abanı bul!
B ir ku ş k a d a r h afif k ü çü k kız b u rc a d oğru fırla­
dı ve p en cered en uçm ayıp m erdivenleri kullandıy-
sa, k an atların ı kullanm ak istem em esindendi.
B ir d ak ik a so n ra B ay S tanley H udelson, ciddi
y ü z, y o rg u n gözler ve beyin kanam ası tehditi altın ­
daym ış gibi k o k u tacak derecede kıpkırm ızı k afa­
sıyla salona girdi.
Bay D ean F o rsyth ve o h e r zam anki tokalarını
y aptılar. A m a hiç şüphe y o k ki b irbirlerine dik dik
baktılar, b irb irlerin e belli b ir güvensizlik hissedi-
y o rlarm ış gibi b irb irlerini gizlice gözlem lediler.
K ısacası iki aile evlilik y a d a gökbilim i diliyle k o ­
n u şu rsak F ran cis ve J e n n y yıldızlarının birleşm e­
sinin tarih in i saptam ak am acıyla toplanm ışlardı.

48
T artışm a değil, sohbet, çü n k ü herkes törenin en
kısa sürede yapılm ası gerektiği k o n u su n d a aynı gö­
rüşteydi.
Ü stelik B ay D ean F o rsy th ve B ay H udelson,
söylenene d ik k at ediyorlar m ıydı? K afaları uzayda
y itm iş h erh an g i b ir uzay cism inin peşinde değil
m iydi?... Ve biri, ötekinin onu bulm ak üzere olup
olm adığım k en d i kendine sorup d u rm u y o r m uydu?
K ısacası n ikah için b irk aç h afta sonrasının belir­
lenm esine hiç itirazd a bulunm adılar. 3 N isa n ’dı5 ve
tarih o larak 31 M ayıs alındı. D a h a uygun b ir gün
seçm ek olanaksız gibi g örünüyordu.
“S adece b ir ko şu lla” diye belirtti Loo.
“H angisi? diye sordu Francis.
—O g ün rü zg ârın kuzeydoğudan esmesi....
—P eki b u niçin önem li k ü çü k bayan?
—Ç ü n k ü babam ın söylediği gibi b u rü z g ârlard a
suçluluk o ran ın d a düşüş v ar!... N ik ah duasının y a ­
pılm ası gerektiğinde öyle olm ası d ah a iy i!

5. T arihler b u rad a y a z a r tarafından düzeltilmiş.

49
IV. Bölüm

B iri P ittsb u rg G özlem evi’ne öteki


C in cin n ati G özlem ev i’ne gönderilen
iki m ektu p nasıl g ök taşları
dosyasına g ird iler?

ittsb u rg G özlem evi S ayın M ü d ü rü n e

P P ennsylvania
W haston, 9 N isan

Sayın M ü d ü r,
A stronom i bilimini ilgilendirecek nitelikte olan
aşağıdaki olayı bilgilerinize su n m ak tan o n u r d u y u ­
yorum : İçinde bu lu n duğum uz 2 N isan'ı 3 une b ağ ­
layan gece k ay d a d eğer b ir hızla kuzeydoğudan g ü ­
neybatıya ilerleyerek göky ü zü n ü n kuzey bölgesin­
den geçen b ir göktaşı keşfettim . D ü rb ü n ü m ü n o b ­

50
jektifinde g ö rü n d ü ğ ü n d e saat on b iri otuz y ed i d a ­
kika yirm i iki saniye geçiyordu, k ay b o lduğunda d a
on biri otuz y ed i d ak ik a kırk dokuz saniye geçiyor­
du. O an d an b u y a n a en titiz gözlem lere rağm en
onu y en id en görem edim . O nedenle b u bilgiyi k a ­
y ıtla ra geçirm enizi ve b u m ektubu, sözü edilen m e­
teo ru n y en id en g ö rü n ü r olm ası d u ru m u n d a b u d e ­
ğerli b u lu ştak i öncelik hakkım ı güvence altına ala­
cak b ir belge o larak k abul etm enizi rica ediyorum .
Sayın M üdür, saygılarım ı su n u y o r ve m ütevazı
hizm etkârınız o larak kabulüm ü diliyorum .

D ean F orsyth
E lizabeth Sokağı

C incinnati G özlem evi Sayın M ü d ü rü ne

O hio
W haston, 9 N isan 1901

Sayın M üdür,
2 N isan gecesi, saat on biri otuz yedi d ak ik a y ir ­
mi iki saniye geçe ile on biri otuz y edi dak ik a kırk
dokuz saniye geçe arasın d a gökyüzünün kuzey
bölgesinde kuzey d o ğ u dan güneybatıya d oğru y e r
değiştiren yeni b ir göktaşını keşfetm e m utlu şansı­
na nail oldum . O an d an bu y a n a b u m eteorun y ö ­
rüngesini yeniden yakalayam adım . A m a görüş ala­

51
nım ızda y en id en o rtay a çıkarsa ki b u n d an kuşkum
yo k , zam anım ızın astronom i y ıllıklarında y e r alm a­
y ı h ak eden b u keşfin kâşifi olarak kabul edilm ek
b an a adil o lu r gibi geliyor.
Sayın M ü d ü r, lütfen değersiz selam larım la say­
gılarım ı k ab u l ediniz.

D o k to r S ydney H udelson
17 M o rris Sokağı

52
V. Bölüm

B ir y an d a D ean Forsyth ve O m icron öte yand a


D o k to r H u d elson ’un zorlu gözlem ciliklerine
rağm en g ök taşlarım y en id en görm eyi
b aşaram ad ık ları ü ç h aftalık
sab ırsızlık dönem i.

ittsb u rg G özlem evi ve C incinnati G özle­

P mevi m ü d ü rlerin e hitab en üç dam galı, çift


pullu, ta a h h ü tlü gönderilen y u k a rıd a k i iki
m ek tu b a beklen ecek sadece b ir çift y a n ıt vardı.
M uh tem elen b u y a n ıt sözü edilen m ek tu p ların
dosyaya y erleştirild ik leri bilgisiyle alındı belgesini
içerecekti. İlgililer d a h a çoğunu istem iyorlardı.
R esm i gökbilim ciler y a d a am atö r gökbilim ciler,
m eteo ru n b aşk aları tara fın d an d a bildirilm esi d u ­
ru m u n a karşı, sıray a alınm ayı istiyorlardı. Bay
D e an F orsyth, k en d i h esa b ın a onu k ısa sürede
bulm ayı iyice ü m it ed iy o rd u ve D o k to r H u d elso n
d a b u k o n u d a en ciddi u m u d u besliyordu. G ö k ta ­

53
şı g ö k y ü zü n ü n derin liklerinde k aybolup g id eb ilir­
di ve y e r çekim inden o k a d a r u za k la ra k açabilirdi
ki ve sonuç o larak ay altın d ak i d ü n y ad a gözlere
b ir d a h a asla g ö rü n m em ek z o ru n d a kalırdı, değil
mi! Bu o n ların k ab u l etm eyi re d d ettik leri b ir v a r­
sayım dı. K esin y asa la rın b u y ru ğ u altındaki g ö k ta ­
şı W h asto n u fk u n a geri dönecekti; onu geçerken
yak alay acak lar, onu y en id en h a b e r vereceklerdi;
k o o rd in atların ı b elirleyecekler ve o kâşiflerinin şe­
refli ad larıy la adlandırılm ış o larak gökyüzü h a rita ­
ların d a y e rin i alacaktı.
A m a y en id en o rtay a çıktığı gün b u keşfi sahiple­
nenlerin iki kişi oldukları belirlenecekti, peki o za­
m an ne olacaktı? F rancis G ordon ve J e n n y H udel-
son b u d u ru m u n tehlikelerini bilebilselerdi şöyle
h ay k ırm ay acak lar mıydı:
“Tanrım , öyle y a p ki b u u ğ u rsu z göktaşı dönm e­
den nikahım ız tam am lan sın ! ”
Ve B ayan H udelson, Loo, M itz ve de dostları bu
d u ay a tü m kalpleriyle k a tıla c a k la rd ı!
A m a h içbir şey bilm iyorlardı ve iki rakipteki a r­
tan düşünceli d u ru m u ayrım sasalar d a nedeni k o n u ­
su n d a em in olam ıyorlardı. H iç şüphe yok, herhangi
b ir gökbilim so ru n u n un kaygısı am a hangisi?...”
D o ğ ru su M o rris S okağı’nd ak i evde bu arada,
D o k to r H u d elso n dışında g ö k k u b b ed e olan bitenle
p ek ilgilenilm iyordu. K afa m eşguliyeti, kim sede
y o k tu ... m eşguliyet, evet... iki ailenin tanıdıklarına
h ab e r verm ek, ziyaretler ve teb rik leri kab u l etm ek,

54
ziyaretler ve teşek k ü rlerin i sunm ak... so n ra evlilik
hazırlıkları, y ü z k a d a r davetliyi b ir a ray a getirecek
olan ziyafet ve dini tö ren için davetiyeler g ö n d er­
m ek... herkesi m em nun edecek biçim de sıralanm a­
ları... ve d ü ğ ü n arm ağanlarının seçimi.
Kısacası H u delson ail’e si işsiz değildi ve kü çü k
L o o y a inan ırsak y itirecek b ir saat y o k tu . Şöyle
akıl y ü rü tü y o rd u :
“İlk kızını evlendiriyorsan, bu b ü y ü k b ir iştir!...
D eneyim y o k tu r ve hiçbir şeyi u n utm am ak için ne
çok özen gerekir!... İkinci kızındaysa o yo ld an d a ­
h a önce geçilm iştir!... D eneyim edinilm iştir ve bir
şeyi u n u tm ak tan korkulm ayacaktır!... Böylece b e­
nim için işler kendiliğinden y ü rü y e c e k tir!”
“E v et” diye y an ıtlad ı F rancis G ordon, “Evet...
kendiliğinden ve y ak ın d a on beş y aşın d a olacağı­
nızdan B ayan Loo, belki de gecikm eyecek!...”
"Siz kız kardeşim le evlenm ekle m eşgul olu n ” di­
y e karşılık v eriy o rd u k ü çü k kız u zu n kahkahalarla.
—B u tü m zam anınızı alan b ir m eşguliyet ve b e ­
ni ilgilendirene de hiç karışm ayın!
Bayan H udelson söz vermiş olduğu gibi Lam beth
Sokağı’ndaki evi ziyaret işini ayarladı. Doktor, gözle­
m evinde ona eşlik edem eyecek kad ar alıkonulm uştu!
“B ayan H udelson, y apacağınız şey iyi yapılm ış
olacak tır ve size güv en iyorum ” diye y an ıt verm işti
ö neri kendisine y ap ıldığında. “Z aten bu özellikle
F ran cis ve J e n n y y i ilgilendiriyor... Benim, zam a­
nım y o k ...”

55
“B ak san a b a b a ,” dedi Loo, “D ü ğ ü n g ü n ü b u rc u ­
n u zd an inm eyi d ü şü n ü y o r m u su n u z ? ”
—E v et am a Loo... evet...
—Ve kızınız k o lu n u zd a S ain t-A n d rew ’de k en d i­
nizi göstereceksiniz?
—E v et am a Loo... evet...
— Ve siyah elbiseniz beyaz yeleğinizle... siyah
p an to lo n u n u z ve beyaz kravatınızla?
—E v et Loo... evet.
—Ve saygıdeğer O ’G a rth ’ın yap acağ ı ko n u şm a­
y a y a n ıt verm ek için gezegenlerinizi unutm ayacak
m ısınız?
—E v et Loo, evet... A m a h en ü z oraya gelm edik!
Ve m adem ki gökyüzü b u g ü n tem iz ki b u nisan d a
o ldukça enderdir, bensiz gidin!
Ve işte B ayan H udelson, Je n n y , Loo ve F rancis
G ordon, d ü rb ü n ü ve telesk o p u n u kullanm ası için
d o k to ru bıraktılar. Ve herkes şu n d an d a em in olsun
ki b u güzel güneşte B ay D e a n F o rsy th de E liza­
b eth S o k ağ ı'n d ak i evin kulesinde tam am en aynı işe
kap tırm ıştı kendini. Ve kim bilir belki de meteor,
uzayın u zak lık ların d a b ir kez g ö rü n ü p kaybolm a­
sından b u y a n a b ir ikinci kez aygıtlarının objektifi­
nin ö n ü n d en geçecekti!...
Z iy aretçiler öğleden so n ra çıktılar. M o rris S o k a­
ğ ı’nı indiler, A nayasa M ey d a m ’m geçtiler ve g eçer­
ken sulh y arg ıc ı J o h n P ro th ’u n sevim li selam ını al­
dılar; E x te r S okağı’nı çıktılar, h e r şey b ir on beş
g ü n k a d a r önce S eth S ta n fo rt’u n A rcadia W a lk e r’ı

56
bek lerk en y ap tığ ı gibi; W ilcox m ahallesine ulaştı­
lar ve L am beth S o k ağ ı'na yöneldiler.
L oo’n u n kesin tavsiyesi üzerine, onun verdiği
em ir üzerine dem iyoruz, F rancis G o rd o n ’u n iyi bir
tiyatro d ü rb ü n ü y le donanm ış olduğunu d a b elirt­
meli. M adem k i F ran c is’in söylediğine göre m üs­
tak b el evin pencerelerin den o k a d a r güzel b ir m an­
za ra g ö rü n ü y o rd u , k ü çü k kız, ufku görülebildiği
kad arıy la keşfedilm em iş bırakm ayı istem iyordu.
L am b eth S o k ağ ı’nın- 17 num arasının önüne ge­
lindi. K apı açıldı so n ra k ap an d ı ve ziyaret zem in
k attan başladı.
G erçek ten ev m o d ern k o n forun k u ra lla rın a göre
iyi düzenlenm iş, en hoşlarındandı. Ö zenle b ak ıl­
m ıştı. Y apılacak h içbir onarım y o k tu . D öşem ek y e ­
tecek ti ve m obilyalar d a h a şim diden W h a sto n ’un
en iyi döşem ecisine sipariş edilm işti. A rk a ta ra fta
b ir çalışm a odası ve b ir y em ek salonu bahçeye açı­
lıyordu. O h! B üyük değil, sadece b irk aç akr* am a
iki güzel kayın ağacıyla gölgelenm iş, yem yeşil çim-
li ve ilkbaharın ilk çiçeklerinin açılm aya başladığı
tarh larla, b o d ru m k a tta A nglosakson m odasına gö­
re aydınlatılm ış çalışm a odaları ve m utfak.
B irinci k at zem in k atıyla aynıydı. G eniş odaları
m erkezi b ir k o rid o r b irb irin e bağlıyordu. Je n n y ,
nişanlısını böyle güzel b ir konutu, çok sevim li b ir
g ö rü n ü m ü olan b ir tü r villayı b u ld u ğ u için ancak

* Akr, A nglo-Sakson ülkelerde y ak laşık 4046 m2 tu tarın d a eski bir


y ü zey ölçüsü birim i (ç.n.).

57
kutlayabilirdi. B ayan H udelson, kızının gö rü şü n ü
paylaşıyordu ve k uşkusuz W h a sto n ’un herhangi
b ir b aşk a m ahallesinde d a h a iyisi bulunam azdı.
B ayan Loo y a gelince o, annesi, kardeşi ve F ran -
cis G o rd o n ’u, m obilyalar ve d u v a r kaplam aları k o ­
n u su n d a k o nuşm aları için seve seve bırakıyordu.
Kafesinde b ir kuş gibi evin tüm köşelerinde u ç u ­
y o rd u . D o ğ ru su büyülenm işti ve bu villa ona m ü ­
kem m el uy u y o rd u . B ayan H udelson, J e n n y ve
F ran c is’le b ir k a tta y a d a ötekinde h er karşılaştı­
ğ ında b u n u tekrarlıyordu.
Ve hepsinin salonda toplanm ış bulun d u ğ u bir
anda:
“B en odam ı seçtim ” diye haykırdı.
“O d an ız mı L o o ?” diye so rd u Francis.
“O h ! ” diye ekledi kü çü k kız, “Size en güzelini
bıraktım , ırm ağın g ö rü n d ü ğ ü oda, ben, bahçenin
havasını soluyacağım ...”
“B ir odayla ne y ap m ak istiy o rsu n ?” diye sözü al­
dı B ayan H udelson.
— O tu rm a k için anne, sen ve babam yolculuğa
çıktığınızda...
—A m a sevgilim, iyi biliyorsun ki bab an y o lcu lu ­
ğa çıkm az...
"E ğer u zay d a olm azsa,” diye başladı küçük kız,
eliyle gö k y ü zü n d e hayali b ir yol çizerek.
—Ve o h içb ir zam an b u ra d a n uzaklaşm az, Loo...
“B ırakalım , kız kardeşim alsın ” dedi o zam an
Jen n y . “E vet, evim izde odası olacak ve canı istedi­

58
ği h er zam an o ra y a gelecek!... Ve k az ara babam ve
sen sevgili anneciğim , herhangi b ir iş sizi W haston
dışına çağırırsa o ra d a k alacak...”
Bu öylesine ihtim al dışı b ir olasılıktı ki Bayan
H udelson k ab u l edem ezdi.
"Peki, y a m anzara... y u k a rıd a olm ası gereken
güzel m an za ra!”
“Y u k arıy la” k ü çü k kız, evin, çatının başlangıcına
egem en olan p arm ak lık la çevrili ü st bölüm ünü k a s­
tediyordu. Kom şu tepelere değin u fkun h er n o k ta­
sı orad an gözlerle taranabilirdi.
A slında B ayan H udelson, J e n n y ve Francis,
Loo y u izlemekle d oğru yaptılar. W ilcox m ahallesi
yeterin ce yü k sek te olduğundan tepe noktasında y e r
alan villadan sonuçta geniş b ir m anzara gözler önü­
ne seriliyordu. P otom ac’ın akıntısıyla çıkılıp inilebi­
liyor ve ötelerde B ayan A rcadia W a lk e r’in Seth
S ta n fo rt’la buluşm ak için geldiği şu Steel kasabası
ayrım sanabiliyordu. Tüm kent, kiliselerinin çan k u ­
leleriyle, kam u binalarının y ü k sek çatılarıyla, yeşil­
lik kubbeleri biçim inde yu sy u v arlak olan (ağaçla­
rın )1 tepeleriyle g ö rünüyordu. Şu m eraklı L o o y u
bir m ahalleden ötekine tüm yönlerde d ü rb ü n ü n ü
çevirirken görm ek gerekiyordu. Şöyle deyip d u ru ­
yord u :
“İşte A nayasa M eydanı... İşte M o rris S okağı’nı
ve evim izi görüyorum ... b u rç la ve rü z g ârd a dalga­
lanan bayrakla!... Ve te ra sta biri var...”
1. S özcük unutulm uş.

59
“B ab an ız” dedi Francis.
"A ncak o olabilir” diye b elirtti B ayan H udelson.
“O ... O ... g erçekten” diye onayladı küçük kız.
“O n u tanıyorum ... Elinde bir d ü rb ü n tutuyor.... Ve
göreceksiniz onu b u y a n a yöneltm ek aklına gelm e­
yecek. H a y ır!... G ökyüzüne doğru kaldırdı. O k ad a r
y ü k sek te değiliz baba!... Bu tarafa!... Bu tarafa!...”
Ve Loo, sanki d o k to r onu duyabilirm iş gibi çağı­
rıyor, çağırıyordu. D o ğ ru su o k a d a r u za k ta olm a­
dığım k ab u l etsek de y a n ıt verem eyecek k a d a r
m eşgul değil m iydi?...
işte o zam an F rancis G o rd o n şöyle dedi:
— B ayan Loo, sizin evinizi görebildiğinize göre
dayım m kini de görm eniz olanaksız değil...
“Evet. E v e t” diye yan ıtlad ı k ü çü k kız... “B ırakın
arayayım ... O n u kulesiyle iyi tanırım ... Şu y a n d a
olmalı... B ekleyin!... Tam am ! D ü rb ü n ü ayarlaya­
cağım... Tam am ... iyi... işte!... E vet... İşte!...”
Loo y anılm ıyordu. Bu, B ay D ean F o rsy th ’nin
eviydi.
K üçük kişiliğini y an sıtacak nitelikte herhangi
bir önem li k eşif yapm ış gibi m uzaffer b ir edayla
“O n u g ö rüyorum ... onu g ö rü y o ru m !” diye y in eli­
y o rd u .
B ir d ak ik alık b ir d ik k atten sonra:
“K ulede biri v a r” dedi.
“H iç k u şk u y o k dayım ” diye yan ıtlad ı Francis.
—Yalnız değil.
—O m icro n onunla.

60
“N e y ap tık ların ın sorm aya g erek y o k ” diye gö­
rü şü n ü belirtti B ayan H udelson.
“B abam ın y ap tığ ın ı y ap ıy o rla r” diye y a n ıt verdi
Jen n y .
Ve genç kızın aln ın a b ir h ü z n ü n gölgesi d ü şer
gibi oldu. D e an F o rsy th yle D o k to r H u d elso n a ra ­
sındaki rek ab etin , iki aile arasın a b ir tü r soğukluk
so k m asın d an h e r zam an ü rk ü y o rd u . Evlilik olup
bittiğinde, etkisi d a h a ciddi b ir biçim de kendini
hissettirecek ve b u iki ra k ip arasın d ak i h e r tü r
kopm ayı engelleyebilecekti. F ran cis b u k o n u d a
kendisine y a rd ım edecekti. B iri dayısının, öteki
b ab asın ın b ir gökbilim so ru n u k o n u su n d a kü sm e­
lerin i ki b u d a h a önce az kalsın o lu y o rd u engelle­
y ecek lerd i.
Z iy aret sona erip Loo tam m em nuniyetini bir
kez d a h a dile g etird ik ten so n ra B ayan H udelson,
iki kızı ve F ran cis G ordon, M o rris S okağı’ndaki
eve döndüler. H em en ertesi g ü n ü villanın sahibiyle
k ira sözleşm esi yapılacak, döşem eyle m eşgul olu­
n acak ve artık sadece iki genç evlinin gelip o tu ra ­
cağı gü n beklenecekti.
Ve k u şk u su z tuvaletlerin dikilm esi, d o stlar ve ta ­
nıd ık larla nezak et alışverişi gibi o önem li m eşguli­
y e tle r sayesinde n ik ah için sap tan an tarih, 25 M a ­
y ı s l a 2 10 N isan arasındaki k ırk beş g ü n çabucak
akıp gidecekti.

2. J .V nikah tarih i olarak d ah a önce 31 M ayıs’ı verm iş olduğunu u n u ­


tuyor.

61
S abırsız Loo “G öreceksiniz h azır olm ayacağız”
deyip d u ru y o rd u ve b u n u n onun hatası olm ayaca­
ğın d an d a em in olabilirsiniz, çü n k ü o h er şeye göz
ku lak olacaktı.
Ö te y an d a n , b u sürede B ay D ean F orsyth ve
D o k to r H u d elso n d a b ir saat bile yitirm eyecekler­
di am a b aşk a nedenlerle. O n ların m addi ve m anevi
y o rg u n lu k ların a mal olan şeyler, açık günler ve d u ­
ru gecelerde uzayıp giden gözlem leri, u fu k ta y ö ­
rün g esin e y en id en girm em ekte diren en onların
göktaşının aranm ası! A m a şu W h a sto n ’un görüş
alanı, aşırı d a r sınırlar arasına kapatılm ış değil m iy­
di? G ö k y ü zü n ü n d a h a geniş b ir parçasını inceden
inceye k arıştırm ak uygun olm az m ıydı? H erh an g i
bir y ü k sek d ağ a taşın arak m eteorun geçişini izle­
m ek için d ah a geniş b ir alan a sahip olm ayacaklar
m ıydı? Ve çok u zak lara gitm ek, K uzey A m erika’y ı
terketm ek, M ek sik a’nın ortasında, G üney A m eri­
k a ’nın C h im boranzo kurum lu d o ru ğ u n a yerleşm ek
g erekm eyecekti!... Böyle y ü k sek lik ler zorunlu d e­
ğildi ve deniz seviyesinden bin beş y ü z y a d a bin
sekiz y ü z m etred e aletler gö k k u b b en in ne h arik a
alan ların d a dolaşabileceklerdi! P ekâlâ, V irginia’y a
kom şu eyaletlerde, G eorgia y a d a A labam a’d a Al-
leghanys'ler, iki gökbilim cim izin araştırm aların ı
k olaylaştıracak yeterince y ü k sek tep eler arz etm i­
y o rla r m ıydı?...
K uşk u n u z olm asın, B ay D e an F o rsy th ve D o k ­
to r H u d elso n d ik k atlerini b u k o n u üzerinde to p la­

62
m a gereksinim i d u y m adan kendi kendilerine sade­
ce d a h a geniş b ir g ö rüş alanı değil, sisten d ah a
arınm ış b ir h av a aram akla d ah a iyi edip etm eye­
ceklerini soruyorlardı!
Ve aslında sadece y o ru lm ak la kalıyorlardı. H iç­
b ir b u lu tu n k arartm ad ığ ı sakin havalardan y a r a r­
lanm ış olsalar d a m eteor ne güneşin doğup batışı
arasın d a ne de batışıyla doğuşu arasın d a W has-
to n ’u n görüş alan ın d an geçerken yakalanam am ıştı.
“Peki am a y a g eçiyorsa” diyordu teleskopunun
gözetlem e m erceğinde uzun uzun kaldıktan sonra
D e an F orsyth.
“G eçiy o r” diye y an ıtlıy o rd u O m icron sarsılm az
b ir güvenle.
—O halde biz niye görm üyoruz?
—Ç ü n k ü g ö rü n ü r değil.
— Peki bizim için g ö rü n ü r değilse başkaları için
de olm adığı ne m alu m ?”
Efendiyle uşak y o ru c u sabahlam aların ard ın d an
kızarm ış b ir gözle birbirlerine b ak a rak böyle akıl
y ü rü tü y o rla rd ı.
O y sa araların d a geçen b u sözleri D o k to r H udel-
son m onolog biçim inde söylüyordu ve o d a b aşa rı­
sızlığından dolayı d ah a az ü zü n tü lü değildi.
H e r ikisi de C incinnatti ve P ittsb u rg G özlem ev­
lerinden m ek tu p ların a b ire r y a n ıt alm ışlardı. Bu
yanıt, W h asto n görüş alanında, kuzey kesim inde 2
N isan tarih in d e b u göktaşının görünm esine ilişkin
bilginin k ay ıtlara geçirildiğine işaret ediyordu. Ye-

63
S abırsız Loo “G öreceksiniz hazır olm ayacağız”
deyip d u ru y o rd u ve b u n u n onun hatası olm ayaca­
ğ ın d an d a em in olabilirsiniz, çünkü o h er şeye göz
ku lak olacaktı.
Ö te y an d a n , b u sürede B ay D ean F o rsy th ve
D o k to r H u d elso n d a b ir saat bile y itirm eyecekler­
di am a b aşk a nedenlerle. O n ların m addi ve m anevi
y o rg u n lu k ların a m al olan şeyler, açık g ü n ler ve d u ­
ru gecelerde uzayıp giden gözlem leri, u fu k ta y ö ­
rü n g esin e y en id en girm em ekte d irenen onların
göktaşının aranm ası! A m a şu W h a sto n ’u n görüş
alanı, aşırı d a r sın ırlar arasın a kapatılm ış değil m iy­
di? G ö k y ü zü n ü n d ah a geniş b ir p arçasını inceden
inceye k arıştırm ak uygun olm az m ıydı? H e rh an g i
bir y ü k se k d ağ a taşın arak m eteorun geçişini izle­
m ek için d ah a geniş b ir alana sahip olm ayacaklar
m ıydı? Ve çok u zak lara gitm ek, K uzey A m erika’yı
terk etm ek , M ek sik a’nın ortasında, G üney A m eri­
k a ’nın C h im boranzo k u ru m lu d o ru ğ u n a yerleşm ek
gerekm eyecekti!... Böyle y ü k sek lik ler zorunlu d e­
ğildi ve deniz seviyesinden bin beş y ü z y a d a bin
sekiz y ü z m etrede aletler g ö k k ubbenin ne h arik a
alan ların d a dolaşabileceklerdi! Pekâlâ, V irginia’y a
kom şu eyaletlerde, G eorgia y a d a A labam a’d a Al-
leg h an y s’ler, iki gökbilim cim izin araştırm aların ı
k o laylaştıracak y eterin ce y ü k se k tepeler arz etm i­
y o rla r m ıydı?...
K uşk u n u z olm asın, Bay D ean F o rsy th ve D o k ­
to r H u d elso n d ik k atlerini b u k o n u üzerinde to p la­

62
m a gereksinim i du y m adan kendi kendilerine sade­
ce d ah a geniş b ir g ö rüş alanı değil, sisten d ah a
arınm ış b ir h av a aram akla d a h a iyi edip etm eye­
ceklerini soruyorlardı!
Ve aslın d a sadece y o ru lm ak la kalıyorlardı. H iç­
b ir b u lu tu n k arartm ad ığ ı sakin h avalardan y a r a r­
lanm ış olsalar d a m eteor ne güneşin doğup batışı
arasın d a ne de batışıyla doğuşu arasın d a W has-
to n ’un görüş alanından geçerken yakalanam am ıştı.
“P eki am a y a geçiyorsa” diyordu teleskopunun
gözetlem e m erceğinde uzun uzu n kaldıktan sonra
D ean F orsyth.
“G eçiyor” diye y an ıtlıy o rd u O m icron sarsılm az
b ir güvenle.
—O halde biz niye görm üyoruz?
—Ç ü n k ü g ö rü n ü r değil.
— Peki bizim için g ö rü n ü r değilse başkaları için
de olm adığı ne m alu m ?”
Efendiyle u şak y o ru c u sabahlam aların ard ın d an
kızarm ış b ir gözle b irb irlerine b ak a rak böyle akıl
y ü rü tü y o rlard ı.
O y sa araların d a geçen b u sözleri D o k to r H udel-
son m onolog biçim inde söylüyordu ve o d a b aşa rı­
sızlığından dolayı d ah a az ü zü n tü lü değildi.
H e r ikisi de C in cinnatti ve P ittsb u rg G özlem ev­
lerinden m ek tu p ların a b ire r y a n ıt alm ışlardı. Bu
yan ıt, W h aston g ö rüş alanında, kuzey kesim inde 2
N isan tarih in d e bu göktaşının görünm esine ilişkin
bilginin kay ıtlara geçirildiğine işaret ediyordu. Ye­

63
ni gözlem lerin ki göktaşını bulm ayı başaram am ış­
lardı, sü rd ü rüleceğini ve y en id en görülürse B ay
D ean F o rsy th ve D o k to r S tanley H u d e lso n ’un
d erh al bilgilendirileceğini de ekliyordu.
Ç ok iyi anlaşılıyor ki iki gözlem evi, bu iki am a­
tö r gökbilim cinin h er ikisinin de bu keşfin o n u ru n u
kendisine ait g ö rd ü ğ ü n d en ve öncelik hakkını iste­
d iğinden habersiz ayrı ayrı y a n ıt verm işlerdi.
H iç k u şk u y o k ki M o rris S okağı’ndaki evin b u r­
cundaki gibi E lizabeth S okağı’ndaki evin kulesin­
de de bu y o ru c u araştırm aları sü rd ü rm ek ten k e n ­
dilerini alıkoyabilirlerdi. H a b e r verilm iş olan d ah a
iyi araç-gerece sahip gözlem evleri, hem d ah a güçlü
hem de d a h a şaşm az cihazlara sahiptiler. Ş üphe
y o k ki, eğer m eteor yolunu yitirm iş b ir kütle değil­
se, eğer belli şeylerin etkisi altın d a kalıyorsa, eğer
d ah a önceden g ö rüldüğü k o şu llara son u n d a yine
sahip olursa, P ittsb u rg ve C incinnati teleskop ve
d ü rb ü n leri onu geçerken yakalayacaklardı. Bay
D ean F o rsy th ve B ay S tanley H udelson, bu iki ü n ­
lü k u ru m u n yöneticilerine işi bırak m ak la d ah a iyi
etm ezler m iydi?
Pekâlâ hayır!... İşlerini sürdürm eye h er zam an­
kinden d a h a etkin b ir biçim de d ö rt elle sarıldılar.
Bu, h er ikisinin de aynı sonuca gitm ekte oldukları
önsezisine sahip olm alarından kaynaklanıyordu.
Ç alışm alarına ilişkin olarak birb irlerin e hiçbir şey
iletm em işlerdi, yalnız varsayım lara dayanıyorlardı
ve y in e de b irin in ötekinin ö nünde olduğu kaygısı,

64
o nlara b ir anlık soluk alm a zam anı bırakm ıyordu.
K ıskançlık y ü rek lerin i kem iriyordu ve aslında iki
ailenin ilişkileri için istenen şey, b u u ğ u rsu z g ö k ta­
şının b ir d ah a asla gözlerine g örünm em esiydi!
A slında ted irgin olm anın y eriydi ve b u ted irg in ­
lik giderek an cak artabilirdi. Bay D e an F o rsy th ve
D o k to r H u d elso n artık birbirlerinin evine adım a t­
m ıyorlardı. K ısa süre öncesine değin ziyaret değiş
tokuşu, çoğunlukla akşam yem eği davetleri olm ak­
sızın, k ırk sekiz saati geçm iyordu. Şim diyse hiçbir
ziyaret, h içbir davet... B ir reddilm eden kaçınm ak
için hiç y ap m am ak tercih bile ediliyordu.
K ısacası iki nişanlı için ne zor b ir durum ! Yine
de birb irlerin i g ö rü y o rlardı ve h er gün... Ç ü n k ü ne
de olsa M o rris S ok ağ ı'n daki evinin kapısı F rancis
G o rd o n ’a y asa k değildi. D o ğ ru su d a onun gelm e­
siydi, J e n n y ’nin değil. B ayan H udelson, ona hep
aynı güven ve aynı d o stluğu gösteriyordu; am a
d o k to ru n varlığına, g ö rü n ü r b ir can sıkıntısı olm a­
d an dayanam adığını iyi hissediyordu. Ve B ay D e ­
an F o rsy th 'd en B ay S tanley H u d e lso n ’un önünde
söz edildiğinde b u b erik i duyd u ğ u antipatiyi öyle­
ce açığa v u ra ra k sapsarı so n ra kıpkırm ızı oluyordu
ve ay n ı k o ş u lla rd a b u ü zü c ü b e lirtile r B ay
F o rsy th 'in d av ran ışların da d a açığa çıkıyorlardı.
B ayan H udelson, iki eski d o stu n hissettikleri b u
soğukluğun, dahası bu nefretin nedenini öğrenm e­
ye elbette çalışm ıştı. A m a girişim başarısız kalm ıştı
ve kocası şöyle y a n ıt verm ekle yetinm işti:

65
“H ay ır!... F o rsy th ’den böyle b ir davranış bekle­
m ezdim ! ”
H an g i davranış?... Bu k o n u d a b ir açıklam a elde
etm ek olanaksız! Loo, o bile, herşeyi hoş görülen
şım artılm ış çocuk, Loo d a hiçbir şey bilm iyordu.
G idip kulesinde B ay F o rsy th ’in y ak a sın a y ap ışm a­
y ı bile önerm işti. A m a F rancis onu caydırdı ve k u ş­
kusuz F ra n c is’in dayısından ancak babasının ver-
diğininkine b en z er b ir y an ıt alacaktı.
“H ay ır!... H u d e lso n ’un b a n a karşı böyle bir tu ­
tum takınabileceğine asla inan m azd ım !”
H izm etçi M itz ’in serüvene girm eyi istediğinde
kendisine k u ru b ir sesle şöyle y a n ıt verildiğini de
kaydedelim :
“Siz, sizi ilgilendiren işlere k a rışın !”
Yine de so n u n d a O m icro n ’u n b ir boşboğazlığıy­
la neyin söz kon u su olduğu öğrenildi, yaşlı hizm et­
çi de F rancis e aktard ı. Efendisi olağanüstü bir
göktaşı keşfetm işti ve aynı keşfin aynı gün ve aynı
saatte D o k to r H u d elson tarafın d an d a yapıldığını
d ü şü n d ü recek nedenleri vardı.
Şiddetli olduğu k adar gülünç de olan b u rekabetin
nedeni dem ek ki buydu. Bir göktaşı, iki eski dostun
arasındaki dargınlığın konusu ve de yeni b ir bağın
dostluklarını sıkılaştıracağı b ir anda!... Bir göktaşı,
b ir hava taşı, kayan bir yıldız, eninde sonunda bir taş,
isterseniz, Francis ve J e n n y ’nin düğün arabalarının
çarpıp param parça olma tehlikesinin bulunduğu bir
engel taşı haline dönüşm ekte olan kocam an bir taş!

66
Bu y ü zd en Loo kendini tutam ıyor ve b ir oğlan
çocu ğ u n u n y ap tığ ı gibi haykırıyordu:
“M eteo rla r cehennem e gitsin ve onlarla birlikte
tü m gök m ekaniği d e ! ”
Z am an akıp gidiyordu. N isan ayı y erin i mayıs
ayına b ırak ıy o rd u . Yirm i beş gün so n ra o rtak a n ­
laşm ayla sap tan an tarih gelm iş olacaktı. A m a bu
g ü n d en o güne neler olacaktı? H e rh an g i b ir ciddi
olasılık o rtay a çıkm ayacak m ıydı? İki ailenin ta sa ­
rıların a aşılm az b ir engel olarak dikilecek b ir sk an ­
dal b u n ları izlem eyecek m iydi?... B ugüne değin bu
ü zücü re k ab et özel yaşam d uvarlarını aşm am ıştı...
A m a y a herh an g i b ir beklenm edik olay b u n u o rta ­
y a dökerse?... E ğ er hiç beklenm edik b ir olay iki ra ­
kibi b irb irin in ü stü n e y ü rü tü rse ?...
Yine de evlilik hazırlıkları devam etm işti. Bu
ayın 25’i için h er şey h azır olacaktı, B ayan L oo’nun
güzel elbisesi bile!...
B u rad a not edilmesi gereken şey, mayısın b u ilk
haftasının korkunç hava koşullarıyla, yağm ur, rü z­
gâr, hiç a ra verm eden birbirini izleyen koca bulut­
larla dopdolu b ir gökyüzüyle akıp geçtiğidir. O g ü n ­
lerde ne u fu k ta yeterince y ü ksek b ir eğri çizm ekte
olan G üneş ne de uzayı ışığa boğm ası gereken nere­
deyse dolunay halindeki Ay yüzlerini gösterdi.
B u rad an d a gökyüzünde herhangi b ir gözlem
y ap m an ın olanaksız olduğu o rtay a çıkıyor.
Bu d a Bayan H udelson, J e n n y ve Francis G or-
don u n yakınm ayı hiç düşünm edikleri şeydi. V eyağ-

67
m u r ve rü zg ârd an nefret eden Loo, kötü havanın
sürm esinden asla b u k ad a r çok keyiflenmem işti.
“E n azın d an d ü ğüne değin sü rsü n ” diye y in eli­
y o rd u , “d a h a üç h afta b o y u n ca ne G üneş ne Ay ne
de en u fak b ir yıldız g ö rü lsü n ! ”
ik i gökbilim cinin o d aların d a koyu can sıkıntısıy­
la ve ailelerinin son derece hoşnutluğuyla h er şey
böylece geçip gitti.
A m a b u d u ru m son b u ld u ve k o şu llar 8-9 M a ­
yıs gecesi değişti. B ir k u zey y eli havayı b o zan tüm
o sisleri k o v d u ve g ö k y ü zü tam d u ru lu ğ u n a b ü ­
rü n d ü .
Bay D ean F o rsy th kulesinde, D o k to r H udelson
b u rc u n d a W h asto n ü stündeki gökkubbeyi en son
n o k tasın d an en tepelerine değin taram ay a koyuldu­
lar. M eteo r d ü rb ü n lerin in ö n ü n d en yen id en geçti
m i?... O n u y en id en y ak alam a şansını ele geçirdiler
mi ve onu ilk ayrım sayan ikisinden hangisi oldu?
Kesin olan şey, tu tu m ların ın hiç değişm ediğidir
ve h er ikisi de aynı ölçüde keyifsiz olduklarına gö­
re y ararsız gözlem leri için de d u ru m aynıydı ve
ku şk u suz m eteor gözlerine hiç görünm eyecekti.
9 M ayıs gazetelerinde çıkan b ir no t onları b u
açıdan eksiksiz bilgilendirdi.
Bu not şöyle düşülm üştü:
“C um a akşam ı, akşam ın saat on k ırk yedisinde
h arik a irilikte b ir göktaşı göky ü zü n ü n kuzey kesi­
m inde havayı ku zey doğudan gün ey b atıy a doğru
ilerleyerek b aş d ö n d ü rü rc ü b ir hızla geçti. ”

68
N e Bay H u d elso n ne de Bay F o rsy th onu b u kez
fark etm işlerdi. Ö n em i y o k tu ! O n u iki gözlem evi­
ne bildirm iş olanın öteki olduğundan şüphelenm i­
yo rlard ı.
“S o n u n d a !” diye b ağırdı biri.
“S o n u n d a !” diye b ağırdı öteki.
B u y ü zd e n nasıl sevindiler... am a aynı zam anda
canları nasıl sıkıldı, ertesi gün gazeteler h ab eri aşa­
ğıdaki gibi tam am lad ıklarında anlaşılacaktır:
“P ittsb u rg G özlem evi’ne göre b u göktaşı, 9 N i­
sa n ’d a W h a sto n 'd an B ay D ean F o rsy th ’nin bildir­
diği, C in cinnatti G özlem evi’ne göreyse aynı tarih te
W h a sto n ’d an D o k to r S tanley H u d e lso n ’u n b ild ir­
diği olm alı.”
V I. Bölüm

G enelind e m eteo rlar ve özelinde,


B a y F o rsy th ve H udelson'un keşfi
k on usund a çek işm e içinde oldukları
g ö k taşıy la ilgili az ço k fantezi
b irk a ç çeşitlem eyi içeriyor.

ğ er b ir bab anın çocuklarından biriyle g u ­

E ru r d u y d u ğ u gibi bir k ıta d a devletlerinden


biriyle g u ru r duyabilirse bu kesin Kuzey
A m erika olur. E ğ er K uzey A m erika, cum huriyetle­
rin d en biriyle g u ru r duyabilirse, bu kesin B irleşik
D ev letler’le olur. E ğ er Birlik, h er yıldızı federal
bayrağın köşesinde parlayan elli bir eyaletten bi­
riyle g u ru r duyabilirse bu d a düp ed ü z başkenti
R ichm ond olan şu V irg in iay la olur. E ğ er Virginia,
P otom ac’m sularının içinden geçtiği kentlerinden
biriyle g u ru r duyabilirse, o d a elbette şu W haston
kentiyledir. E ğ er sözü edilen W h asto n oğulların­
d an biriyle g u ru r duyabilirse, o d a elbette XX. y ü z ­

70
yıl astronom i y ıllık ların d a önem li b ir y e r alm ası ge­
rek en bu y a n k ı u y an d ıra n keşif fırsatıyladır.
A B D ’de bol bol b u lu n an günlük, y a rı haftalık,
haftalık, y a rı aylık, aylık sayısız sayfadan söz etm e­
sek de W h a sto n ’daki gazetelerin en azından önce­
leri B ay D ean F o rsy th ve D o k to r H udelson h ak ­
k ında en heyecanlı m akalelerini yayım ladıkları ra ­
hatlıkla tahm in edilecektir. B u iki ünlü y u rtta şın
şanı tüm k en te de bulaşm ayacak mı? S akinlerin­
den b u n d a n p ay ın ı alm ay a cak olanı hangisi?
W h a sto n ’un adı bu keşfe kopm am acasına bağlan­
m ayacak mı?... Bilimin m in n ettar kalacağı iki gök­
bilim cinin adıyla belediye arşivlerine kaydedilm e­
yecek mi?
E ğ er hem en o g ü nden itibaren halkın g ü rü ltü cü
ve coşkulu k alabalıklar halinde E lizabeth Soka-
ğı’n d ak i ve M o rris S okağı’ndaki iki eve doğru y ö ­
neldiklerini söylüyorsak okuyucu şaşırm ış g ö rü n ­
m esin ve bizim sözüm üze inansın. Ç ok doğaldır ki
Bay F o rsy th y le B ay H udelson arasın d a v ar olan
bu re k ab etten kim se h a b e rd a r değildi. H alkın coş­
k usu onları aynı ham lede birleştiriyordu. B u m ese­
lede o rtak h arek et etm iş olm aları, bu b ir kuşku k o ­
nusu olam ıyordu. İki a d la n çağlar boyunca ayrıl­
maz olacak ve belki de binlerce y ıl so n ra geleceğin
tarihçileri b u adların tek bir adam a ait olduğunu
iddia etm eyecekler m iydi?
Kesin olan, kalabalığın alkışlarına karşılık v e r­
m ek için B ay D ean F o rsy th ’nin kulesinin terasın d a

71
B ay S tan ley H u d e lso n ’u n d a b u rc u n u n tera sın d a
gö rü n m ek z o ru n d a kaldıklarıydı. K endilerine doğ­
ru y ü k selen h u rra la r k arşısın d a m innettarlık se­
lam lam ası o larak eğildiler.
Ve y in e de b ir gözlemci, tu tu m ların ın katıksız
b ir neşeyi dile getirm ediğini teşhis ederdi. B ir b u ­
lu tu n güneşin ü stü n d en geçm esi gibi bu zaferin ü s­
tü n d en de b ir gölge geçiyordu. B irinin dik bakışı
kuleye y ö n eliyordu, ötekinin dik bakışı burca. H e r
ikisi de b irb irlerin i W h asto n halkının alkışlarına
karşılık v erirk en gö rüyordu. Tek d ü rb ü n leri onları
b u k o n u d a d a h a şim diden bilgi sahibi yapm ıştı,
eğer dold u ru lm u ş olsaydı birbirlerine ateş edip et­
m eyeceklerini kim bilebilir! T üm kıskançlık d u y ­
g ularının y o ğ unlaşacağı bakışları, k u rşu n olmuş
o lab ilird i!
Kaldı ki D ean F orsyth, iki evin önüne a rt a rd a
gelen aynı y u rtta ş la r tarafından D o k to r H udel-
so n ’d an d ah a az alkışlanm adı ve de tersi.
Ve h er m ahalleyi uğu ltu y a boğan b u candan al­
k ışlar sırasın d a F rancis G ordon, hizm etçi M itz,
B ayan H udelson, Je n n y , Loo kendi kendilerine
n eler diyorlardı?
P ittsb u rg G özlem evi ve C incinnatti Gözleme-
v i’nin gazetelere gönderdikleri no tu n yol açacağı
can sıkıcı sonuçlarım kestirebiliyorlar m ıydı?... O
zam ana değin gizli olan şim di biliniyordu. B ay
F o rsy th ve B ay H u d elson h er biri ayrı ayrı b ir gök­
taşı keşfetm işlerdi ve tarih lerin çakışm ası göz ö n ü ­

72
ne alındığında aynı m eteorun söz kon u su olduğunu
kabul etm ek gerekiyordu... Bu d u ru m d a h e r b iri­
nin ayrı ayrı b u keşfin m addi y a ra rla rı değilse de
en azından o n u ru ü zerinde bak iddia edip etm eye­
ceğini, b u n u n d a iki aile için çok ü zücü b ir skandal-
la sonuçlanıp sonuçlanm ayacağını kendi kendine
sorm anın y e ri değil m iydi?...
B ayan H u d e ls o n la J e n n y ’nin, kalabalık evleri­
nin önü n d e gösteri y a p a rk e n hissettikleri duygula­
rı tahayyül etm ek ve onları anlam ak çok çok kolay­
dır. H e r ikisi de p en cerelerinin perdeleri ark asın d a
d u ra ra k b u gösteriyi görm üşlerdi. E ğ er doktor
b u rc u n tera sın d a g ö rü n ü rse odalarının b alk o n u n ­
d a g ö rü n m ek ten sakınm ışlardı. G azetelerde y ay ım ­
lanan hab erin sonuçlarını y ü rek leri sıkışm ış b ir bi­
çim de seziyorlardı. Ve B ay F o rsy th ve B ay H udel-
son ap talca b ir kıskançlık duygusuyla d ü rtü lere k
m eteor k o n u su n d a çekişm e içine girerlerse, halk
b irin d en y a d a ö tekinden y a n a tav ır alm ayacak
m ıydı? H e r b irinin k endi ta ra ftarı olacaktı ve o za­
m an k en tte h ü k ü m sü recek kaynam anın o rtasın d a
ve belki de m eydana gelecek karışıklıkların o rta ­
sın d a A m erik an k en tin in C ap u lets ve M o n ta-
ig u s’lerini b irb irin e d ü şü re n bilim sel kavgada iki
ailenin d u ru m u , m üstakbel eşler, b u Rom eo ve bu
J u lie tte ’inki ne olacaktı?
L o o y a gelince o k o rk u n ç kızgındı; penceresini
açm ak istiyordu; tü m b u halkı paylam ak istiyordu;
b u kalabalığı ıslatm ak ve h u rralarım soğuk sellerde

73
boğm ak için elinin altın d a b ir h o rtu m u olm am asına
esef ediyordu. A nnesi ve k ard eşi k ü çü k kızın çok
haklı öfkesini y atıştırm a k ta bayağı zorluk çektiler.
E lizabeth S okağı’n d a d a aynısı oldu. Francis
G o rdon şim diden gerginleşm iş b ir durum u d a h a d a
ağırlaştırm a tehlikesi b u lu n an tüm b u h ayranları se­
ve seve cehennem e gönderirdi. Ö nce dayısının y a ­
nm a çıkm aya niyetlendi. A m a hissettiği can sıkıntı­
sını saklayam am a korkusuyla b u n u yapm adı. Bı­
raktı, B ay F o rsy th ve O m icron kulede caka sattılar.
A m a B ayan H udelson, L o o ’n u n sabırsızlıklarını
denetim altın a alm ak z o ru n d a kaldığı gibi F rancis
G o rd o n d a hizm etçi M itz ’in öfkesini frenlem ek zo­
ru n d a kaldı. Bu b eriki bu kalabalığı sü p ü rm ek isti­
y o rd u ve h erg ü n o nca beceriyle kullandığı araç el­
leri arasın d a k o rk u n ç iş g ö rü rd ü . Y ine de sizi alkış­
lam aya gelen insanların sü p ü rg e dayağı yem eleri
belki b iraz sert o lurdu ve y eğen dayısının çıkarm a
m üdahale etm ek zo ru n d a kaldı.
“Ah! B ay F ran c is” diye b ağırıyordu yaşlı hiz­
m etçi “şu o ra d a bağrışıp d u ra n la r deli değil m i?”
"Ben de neredeyse b u n a inanacağım ” diye y a n ıt­
lıyordu F ran cis G ordon.
—Ve b u n ların tüm ü gökyüzünde dolaşıp d u ra n
b ir tü r k oca taşla ilgili!
—Söylediğiniz gibi M itz çiğim!
—iyi! K afalarına düşseydi ve b ir y arım düzinesi­
ni ezseydi! P eki size soruyorum b u göktaşları ne
işe y a ra r?

74
“Ailelerin arasını açm ay a!” diye açıkladı F rancis
G ordon, h u rra la r y en id en ve d ah a güçlü p atlak ve­
rirken.
Ve g erçekten de iki eski dosta borçlu oldukları
b u keşifin o n lara o nca şan getirm esi gerekiyordu
da, niçin onu paylaşm ayı kabul etm eyeceklerdi
ki?... İki adları o raya yüzyılların so n u n a değin b ağ ­
lı olacaktı!... B u n d a um ulacak hiçbir m addi sonuç,
hiçbir p arasal çık ar y o k tu !... Bu, sa f platonik bir
o n u r olacaktı!... A m a özsaygı işin içine girdiğinde,
o n a k ib ir de karıştığında, atalarından A liboron’a
u sta olarak sahip olm ayı h ak eden böyle dik kafalı­
ların m antıklı olm alarını sağlayın b ak a lım !
Kısacası bu m eteoru görm üş olm ak o denli övü­
nülecek b ir şey m iydi?... Keşfedilmesi, B ay D ean
F o rsy th ve B ay S tanley F ludelson’un, aygıtlarının
gözetlem e m erceğinden tam d a bak tık ları sırada
W h asto n g ö rüş alanından geçiyor olm ası nedeniyle
borçlu oldukları rastlantı sonucu değil miydi?
Ve doğrusu bu göktaşlarının, b u küçük gezegen­
lerin, bu akanyıldızların yüzlere esi, binlercesi gece
gündüz oradan geçm iyorlar mı? Ve b u am atörlerden
daha başkaları onun uzayda çizdiği ışıklı çizgiyi ay­
rım sam am ışlar mıydı?... G ökkubbenin karanlık dip­
lerinde kendilerine g ru p lar halinde değişken y ö rü n ­
geler çizen bu ateş kürelerini saym ak bile olası mı?...
Bilim insanları, yery ü zü atm osferinin tek b ir gecede
aldığı m eteor sayısının altı y ü z milyon olduğunu
söylüyorlar, y an i günde b ir m ilyar 200 milyon... Ve

75
N e w to n ’a göre bu cisim lerden çıplak gözle görülebi­
lecek olanlar onla on beş milyon arasında!... “K arşı­
sında gökbilim cilerin hiç de görüşlerini açıklam ak
zo ru n d a olm adıkları b ir keşifle ilgili olarak bu iki
k âşif hem en d ah a o an d a neyle böbürleniyorlardı.”
Bu son cüm le, W h a sto n ’u n olayı eğlenceli y a n ıy ­
la ele alan ve kom ik imgelem g ü cü n ü kullanm a fır­
satını hiç ihm al etm eyen tek gazetesi P unch ’un b ir
m akalesinin son cüm lesiydi.
D a h a ciddi m eslektaşları için d u ru m böyle olm a­
dı, onlar, sözü edilen fırsattan, b ir bilimi, A m erikan
L aro u sse’u kay n ak alınarak en ünlü gözlem evleri­
nin en tak d ir edilen profesyonellerini kıskandıracak
biçim de gözler önüne serm ek için yararlandılar.
“B u g ö k taşları,” diyordu S ta n d a rd W haston,
“Kepler, onların y eıy ü zü n d e k i sızıntılardan k ay ­
naklandığını sanıyordu; am a b u olguların, içlerinde
hep şiddetli b ir y an m a izlerinin belirlendiği hava-
taşların d an başk a b ir şey olm adıkları gerçeğe d ah a
y akın gibi görünüyor. P lu tarq u e zam anında d ah a
şim diden genel dönüş hareketinin gücünden çıktık­
larında y eıy ü zü n e atılan m aden kütleleri olarak k a­
bul ediliyorlardı. O n ları iyice incelediğinizde, öteki
m adenlerle kıyasladığınızda on lard a d a basit cisim­
lerin aşağı y u k a rı üçte birini oluşturan aynı bileşimi
b u lu rsu n u z; am a b u elem entlerin topaklanm ası
farklıdır. O n la rd a tanecikler k ah eğe talaşı gibi ince
incedir k ah kırıldığında kristalleşm e izleri gösteren
kay d a d eğer b ir sertlikte bezelye y a d a fındık gibi

76
iridir. Ç oğunlukla nikel karışm ış ve paslanm anın
hiçbir zam an bozm am ış olduğu ham du ru m d ak i de­
m irden, b ir tek dem irden olanları bile var.”
S ta n d a rd V /haston m okurlarının bilgisine sun­
d u k ları çok doğru. A m a D a ily V/haston, o, eski y a
d a m odern bilginlerin bu m eteorsal taşları incele­
m ekte h er zam an gösterdikleri özen üzerinde d u ru ­
y o r ve şöyle diyordu:
“A pollonialı” D iyojen, A egos-Potam os y ak ın ları­
n a d ü şü şü T rakya sakinlerinde b ü y ü k k o rk u y a yol
açan ve b ir değirm en taşı büyük lü ğ ü n d e olan bir
a k k o r taştan yıld ızd an söz etm iyor m uydu? B enzer
b ir göktaşı gelip S aint A ndrew çan kulesinin ü stü ­
ne d ü ştü ve onu tepesinden tem eline değin yıkacak
belki de. Bu a ra d a uzayın derinliklerinden gelip
Y erk ü re’nin çekim çem berine girip, toprağından
toplanm ış olan b u taşların listesini verm ek g erek­
m iyor m uydu? H ıristiyan çağından önce Gala-
tia ’d a ” K ibele’n in ””” simgesi olarak tapınılan ve Ro-
m a’y a taşm an yıldırım taşı ve aynı zam anda S u ri­
y e ’deki E m ese’de b u lu n an ve G ü n e ş’e tapınm aya
ad an an b ir başkası; N um a'"” saltanatı sırasında
y e rd e n to p lan an kutsal kalkan; M ek k e’nin K a­
b e’sinde özenle saklanan k a ra taş; A n ta r’in“”'”'1ünlü

* Apollonia: B ugünkü A rn av u tluk'ta b ir y erin eski adı (ç.n.).


G alatia: A n ad o lu ’y a M .Ö . 278’de G alatlar tarafından verilen ad
(ç.n.).
*** Kibele: T oprak bereketi tanrıçası (ç.n.).
ooo«o ]SJUma: R om a Kralı (ç.n.).
****** A ntar: VI. yüzyıl A rap savaşçısı ve efsane kahram anı (ç.n.).

77
kılıcını y a p m a k ta kullanılan yıldırım taşı. H ıristi­
y a n çağından sonra, dü şerk en içinde b u lu n d u k ları
ko şu llarla betim lenen ne çok h av a taşı var: Alsa-
ce’tak i E n sisheim ’e düşen iki y ü z altm ış librelik*
b ir taş; P ro v en c e’ta Vaison tepesine düşen insan
başı biçim i ve iriliğinde m adeni b ir siyahlıkta bir
taş; M ak e d o n y a’d a L arin i’de düşen sanki dem ir
d ö k ü n tü lerin d en yapılm ış, b ir k ü k ü rt kokusu y a ­
y a n y etm iş iki librelik b ir taş; 1768’de C h artres y a ­
k ın ların d a L u c e y e düşen ve dokunulm ası olanak­
sız y ak ıcılık ta b ir taş. Aynı şekilde 1803’te N o r-
m andiya, Laigle kentine ulaşan, H u m b o ld t’u n 1aşa­
ğıdaki sözlerle sözünü ettiği o göktaşını d a anm a­
nın y eri değil mi? ‘Ö ğleden so n ra saat birde te rte ­
miz b ir g ö k y üzünde güneydoğudan kuzeybatıya
doğru h arek et eden b üyük b ir göktaşı görüldü.
B irkaç d ak ik a so n ra hem en hem en hareketsiz d u ­
ran k ü çü k k a ra b ir b u lu ttan gelen b ir patlam a sesi,
beş y a d a altı d ak ik a boyunca duyuldu, onu sanki
b ir yaylım ateşinden çıktığı sanılan çok sayıda d a ­
vulun g ü rü ltü sü n ü n de karıştığı b ir gürültüyle üç
y a d a d ö rt b aşk a p atlam a izledi. H e r patlam a k a ra
b u lu ttan kendisini o luşturan su b u h arın ın b ir p a r­
çasını k o p arıyordu. O y erd e hiçbir ışıklı olay fark
edilm edi. E n b ü y ü ğ ü n ü n ağırlığı on y ed i libre olan
iki binden fazla m eteorsal taş, g üneydoğudan k u ­
zeybatıya yönelm iş ve on b ir kilom etre uzunluğun-

w Libre: 453,592 gram karşılığı bir ağırlık ölçüsü (ç.n).


1. H um boldt: A lm an iklimbilimci.

78
d a olan elips biçim inde b ir yüzeye düştüler. Bu ta ş­
lard an d u m an lar çıkıyordu ve alevler içinde olm a­
sa d a y an ıy o rlard ı ve onları dü ştü k lerin d en birkaç
g ün so n ra k ırm an ın d ah a sonra k ırm ak tan d ah a
kolay olduğu sap tan d ı.’ Ve işte şim di B elçika K ra­
liyet A kadem isi D aim i S ekreterliği’ne aktarılan
olay: 1854'te H u rw o rth , D arlin g to n , D u rh am ,
D u n d e e ’de yıldızlı am a karanlık b ir gökyüzünde,
A y’ın kendini gözlerim ize dolunay olarak g ö sterd i­
ğindeki halinin iki k atı b ir hacim de b ir ateş to p u
gö rü n d ü . P arıldayan ışıklar k an kırm ızısı k ütlesin­
den saçılıyordu. A rd ından g ökyüzünün koyu m avi­
si üzerinde y o ğ u n ve canlı b ir biçim de keskin, ge­
niş, altın renginde, ışıklı uzu n b ir k u y ru k sürüklü-
y o rd u . B aşlangıçta d üm düz olan b u k u y ru k y ü k se ­
lirken b ir y a y biçim ini alıyordu. Bu göktaşı yo lu n u
kuzey d o ğ u d an gün ey batıya d oğru çiziyordu ve o
denli y ay ılıyordu ki b ir ufu k tan ötekine uzan ıy o r­
du. Ş iddetle titreşiy ordu y a d a d a h a çok ekseni
ü zerin d e koyu b ir kırm ızıdan canlı b ir kırm ızıya
geçerek d ö n ü y o rd u ve gözden kayboluşu, b ir p a t­
lam a y a d a b ir düşm e olm adan gözden kay b o ld u .”
D a ily W haston tarafın d an verilen ayrıntılara
M o rn in g V/haston m eslektaşının m akalesini ta ­
m am layan şunları ekliyordu: “H u rw o rth göktaşı
patlam asa d a 14 M ayıs 1864’te, b ir F ransa, G iron-
de, C astillon gözlem cisine kendini gösteren için
d u ru m böyle değildi. G örünm esi ancak beş saniye
sürm üş olsa d a hızı öyleydi ki b u k ısa zam an sü re­

79
si içinde altm ış d erecelik b ir y a y çizdi. M avi y eşi­
limsi boyası b ey azlaşıyordu ve olağanüstü b ir p a r­
laklıktaydı. G ö rü n e n patlam ayla g ü rü ltü n ü n algı­
lanm ası arasın d a üç d ö rt d akika geçti ve k ırk kilo­
m etrelik d üşey b ir u zaklıktan ses, b u n u katetm ek
için en az iki d a k ik a harcıyor. Bu d u ru m d a b u p a t­
lam anın şiddeti Y e rk ü re ’nin yüzeyinde m eydana
gelebilecek en şiddetli p atlam alardan d a h a y ü k sek
olması gerekiyor. Bu göktaşının b o y u tu n a gelince
y ü ksekliğine g ö re hesaplandığında çapı bin beş y ü z
ay ak tan d a h a az o larak değerlendirilm iyor ve sani­
y ed e beş fersah dolaşıyor olmalı, y an i y erin G ü ­
n eş’in çevresindeki dönm e hareketinde yaşadığı hı­
zın üçte ikisi.”
M o rn in g W h a sto n ’u n söylediklerinden sonra en
çok olan ve n ered eyse tüm üyle dem irden oluşan
göktaşlarım d a h a özel olarak ele alan E ve n in g
W haston’\ın söyledikleri geldi. Ç ok sayıdaki o k u ­
y u cu su n a S ib iıy a o valarında karşılaşılan m eteorsal
b ir taşın ağırlığının y ed i y ü z kilogram dan d ah a az
olm adığını an ım sattı. B rezily a’d a keşfedilen ve
ağırlığı altı bin k ilogram dan d a h a az ölçülm eyenin
y an ın d a neydi ki? Ve biri T ucum an’d a O lim pia’d a
b u lu n an on d ö rt b in kilogram , öteki M ek sik a’daki
D u ran zo 2 çevresinde tan ın an on dokuz bin kilog­
ram lık aynı y a p ıd a iki öteki kütleyi de hiç u n u tm a­
malı. E n so n u n d a d a A sya K ıta sın ın d oğusunda
S arı N e h ir k ay n ak ları y ak ın ın d a M oğolların "Ku-
2. K uşkusuz D urango.

80
tu p K ayası” dedikleri ve ülkede gökten düşm üş
olarak kabul edilen k ırk ayak k a d a r y ü k sek lik te bir
h am dem ir blok vardır.
Ve gerçek ten b u m akaleyi ok u y u n ca W haston
halkının b ir b ö lü m ü n ü n belli b ir k o rk u duyulam az­
lık edem eyeceklerini iddia etm ek çok ileri gitm ek
değildir. B ay F o rsy th ve H u d elso n ’u n m eteorları­
nın, bildiğim iz k o şu llard a ve önem li olm ası gereken
b ir uzak lık ta fark edilm iş olm ası için, m uhtem elen
Tucum an, D u ra n zo ve K uzey Kayası G öktaşları-
nınkinden çok d a h a y ü k se k b o y u tlara sahip olması
gerekiyordu, iriliğinin eşit olup olm adığını, çapı
bin beş y ü z ayak o larak değerlendirilm iş olan Cas-
tillon h ava taşm ınkini geçip geçm ediğini kim bile­
bilir?... Böyle b ir dem ir kütlenin ağırlığı tasarla n a­
bilir m i?... Pekâlâ, eğer sözü edilen m eteor W has-
ton u fk u n d a b ir kez göründüyse oraya geri dönece­
ğine inanm ak uygun olm az m ı?... Ve eğer herhangi
b ir nedenle y ö rü n g esinin tam d a W h asto n üstünde
y e r alan b ir n o k tasın d a d u ru rsa, aklınızın alam aya­
cağı b ir şiddetle b u n d an y a ra alacak olan W haston
olacaktır. Ve bu, ağırlık ve yüksekliğin hızın k a re ­
siyle çarpılm asıyla b u lu n an cisim lerin şu m üthiş
düşm e yasasın ı h alk tan bilm eyenlere öğretm ek, bi­
lenlere anım satm ak için fırsat değil m idir?...
B u rad an belli b ir kaygının k en tte hüküm sü rd ü ­
ğü sonucu çıkıyor. Tehlikeli ve teh d itk âr göktaşı
kam u alanlarında, d ern ek lerd e olduğu gibi aile
o cak ların d a d a tüm sohbetlerin kon u su oldu. Ö zel­

81
likle n ü fu su n k ad ın kesim i a rtık yalnızca yıkılm ış
kiliseleri, y erle b ir olm uş evleri görüyordu düşle­
rin d e ve b irk aç erkek, hayali olarak kabul ettiği bir
tehlike k o n u su n d a om uzlarını silkse de çoğunluğu
o lu ştu rm u y o rd u . K entin en y ü k se k mahallelerinde
olduğu gibi A nayasa M ey d a n ı’n d a d a gece gündüz
sürekli g ru p la r oluşuyordu, b u söylenebilir. H av a
kapalı olsun y a d a olm asın, bu, gözlemleri hiç d u r­
d u rm u y o rd u . O p tisy en ler hiçbir zam an bunca cep
d ü rb ü n ü , d ü rb ü n ü ve optik aleti satmamışlardı.
G ökyüzü h içbir zam an W h asto n nüfusunun endi­
şeli b ak ışlarının b u denli hedefi olmamıştı. Cinci-
n atti ve O h io gökbilim cileri tarafından göktaşı g ö ­
rüld ü ğ ü n d e, resm i b ir bildirinin açıkladığına göre,
izlediği y ö n onu k en tin ü stü n d en geçiriyordu ve
g ö rü n ü r olsun y a d a olm asın tehlike, her dakika ve
h a tta h er saniye dem iyoruz am a h er saat vardı.
A m a d en ecek tir ki ciddi bir neden olmasa d a bu
tehlike, aynı zam anda çeşitli bölgeleri de, onlarla
birlikte y ö rü n g esi altında bu lu n an kentler, kasaba­
lar, köyler, k ü çü k yerleşim birim leri için de b ir teh ­
d it oluşturm alıydı. Evet, elbette. Göktaşı, Y erküre'-
m izin çevresinde d ö nüşünü yapm alıydı, henüz belli
olm ayan b ir zam an da ve y örüngesi altındaki to p ra­
ğın tü m n o k ta la n düşm esi tehditi altındaydı. Yine
de dehşetin rek o ru nu, eğer b u çok m odern terim i
kabul ederseniz, W haston elinde tutuyordu ve bu
rekoru, özellikle E ski K ıta’dan herhangi bir başk a
kente seve seve te rk edebilirdi... E ğ er önce belirsiz,

82
son ra d ah a belirli ve sürekli artm a k ta olan b ir k o r­
ku W h a sto n ’u sardıysa, b u tam olarak göktaşının
ilk olarak o n u n ü stü n d e olduğunun bildirilm iş ol­
m asındandır. B u d u ru m d a k u şku götürm eyen şey
b u y ö rü n g en in çeşitli noktalarının W h a sto n ’a ege­
m en olmasıydı. S onuç olarak genel izlenim şöyle ta ­
rif edilebilirdi: Bom balanm ası h er an başlayabilecek
ku şatm a altındaki b ir kentin, b ir bom banın gelip
evlerini y erle b ir edeceği beklentisi içindeki sakinle-
rininki!... Ve ne bom ba!
O layların b u d u ru m u n d an , salt ironi dolu m aka­
lelere m alzem e b u lacak y erel b ir gazetenin çıkaca­
ğına kim inanırdı? K endileriyle alay ettiği gün gibi
açık olm asına rağm en çok sayıda okuyucusu d a ol­
du. Evet, Punch, B ay D ean F o rsy th ve D o k to r
H u d elso n ’u sorum luları olarak gösterm ek istediği
tehlikeyi alayla a b a rta ra k halkın kork u ların ı d ah a
d a artırm ay a çalıştı.
“B u am atörler, neye karıştılar,” diyordu. “D ü r­
bünleriyle, teleskoplarıyla uzayı karıştırm aya g e­
reksinim leri mi vardı? Y ıldızlarına takıldıkları b u
gökkubbeyi kendi haline bırakam azlar m ıydı? Y ıl­
dızlar arası bölgelere sızarak kendilerini ilgilendir­
m eyen işlere karışan y eterin ce çok başka bilgin y o k
mu, gereğinden de fazla b aşk a bilginler y o k m u?
G ökcisim leri, kendilerine b u denli y ak ın d an b ak ıl­
m asını sevm iyorlar ve sırlarını, d ah a so n ra ortalığa
serm ek için keşfetm ek de insanların işi değil!...
Evet, kentim iz teh d it altın d a ve artık kim se şimdi

83
b u ra d a güven içinde d eğ il! H erkes y an g ın a karşı,
doluya karşı, fırtınaya k arşı sigorta yaptırıyor. Bu
d u ru m d a gidin b ir göktaşının düşm esine karşı d a
sigorta y ap tırın ... W haston K alesin in belki on katı
olan b ir göktaşı!... Ve b ir de d üşerken patlarsa, bu
tü r nesnelerde sıklıkla oluyor, parçacıkları tüm
ken ti k arm a karışık edecek ve kim bilir belki de çok
sıcak iseler y an g ın lar çıkaracaklar!... Bu sevgili
kentim izin kesin y o k olm ası dem ek!... Bu y ü zd en
Bay F o rsy th ve H udelson niçin m eteorları geçer­
ken gözetleyecek y erd e evlerinin zem in katın d a sa­
kin sakin kalm adılar? O nları ısrarlarıyla kışkırtan,
en trik alarıy la çekenler onlardır!... W h a sto n y ık ılır­
sa, b u taş tarafın d an ezilir y a d a yakılırsa, bu onla­
rın h atası olacaktır ve hesap sorulm ası gerekenler
onlardır... Ve tarafsız h er okuyucudan b u n u istiyo­
ruz ve eğer tarafsızlar varsa, b u n lar elbette Whas~
ton P u n ch ’a. abo n e olanlardır, gökbilimciler, m ü­
neccimler, m eteoroloji uzm anları ne işe y arıy o rlar
ve bu alçak d ü n y ad a o tu ran ların iyiliği için çalış­
m alarından şim diye k ad a r hangi sonuçları aldı­
lar?... Ve b ir F ransızm , ünlü B rillat-S avarin’in d e ­
hasına borçlu olduğum uz şu y ü ce gerçeği an ım sata­
lım: “Yeni b ir yem eğin keşfi insanlığın m utluluğuna
b ir yıldızın keşfinden d a h a çok k atk ıd a b u lu n u r!”

84
V II. Bölüm

B u rad a B ay an H u delson'u, d oktoru n


B a y D e a n F o r s y th y e d avranışın dan ötürü
ço k üzüntülü g öreceğ iz ve hizm etçi M itz ’in
efendisini b ir güzel haşladığını duyacağız.

haston P u n ch ’u n bu dalga geçm elerine

W Bay D ean F o rsy th ve D o k to r H udelson


ne y an ıt verdiler? H iç ve belki de so­
ru m su z g azeten in m akalesini o k u m ad ılar bile.
D o ğ ru su onu hiç ciddiye alm am ak d ah a iyi değil
m iydi? A m a so n u n d a az y a d a çok esprili b u alay­
lar, h ed e f aldıkları kişiler için çok hoş değillerdi.
Bu k o n u d an bu kişiler hiç bilgi sahibi olm am ış ol­
salar da, anne babaları, dostları bunları bilm em ez-
likten gelem ediler ve bu, b aşların a kimi sıkıntılar
açm ak tan d a geri kalm adı. H izm etçi M itz k ö p ü rü ­
y o rd u . E fendisini kam u güvenini teh d it eden b u
göktaşını çekm iş olm akla suçlam ak!... O n u d u y sa­

85
nız, B ay D ean F o rsy th m akalenin y az arı h ak k ın d a
d av a açm alı ve sulh yargıcı B ay J o h n P ro th onu
b ü y ü k tazm in at cezalarına m ahkûm edebilm eliydi;
suçlayan açıklam alarından dolayı h ak ettiği hapis
cezasından söz etm iyoruz. Yaşlı hizm etçiyi sak in ­
leştirm ek için b ir tek F rancis G o rd o n ’un m ü d ah a­
lesi gerekiyordu. Şu k ü çü k L o o y a gelince, o, olayı
iyi y an ıy la ele aldı ve k ah k ah alarla gülerken şunla­
rı söyleyip d u rd u ğ u n u duym ak gerekiyordu:
“E v et... G a zeten in h ak k ı v a r!... N için B ay
F orsyth ve babam , bu lanet çakıltaşını uzayda keş-
letm eyi ak ıllarına k oydular?... O n la r olm asaydı,
bize hiçbir k ö tülüğü dokunm ayan bir yığın b aşk a­
sı gibi fark edilm eden geçmiş gitm iş o lacak tı!”
K üçük kızın d ü şü n d ü ğ ü bu kötü lü k y a d a d ah a
çok bu felaket, F ra n c is’in dayısıyla J e n n y ’nin b a­
bası arasın d a o rtay a çıkacak olan rekabetti. İki ai­
le arasındaki bağları d ah a d a sıkı bir biçim de sık­
ması gereken b ir birleşm enin arifesinde b u re k ab e­
tin sonuçlarıydı.
A slında göktaşının W haston üzerine düşm e -çok
az- olasılığı, onları hiç kaygılandırm ıyor, endişeye
sevketm iyordu, b u n u iddia edebiliriz. Bu k en t m e­
teorun, Y erküre nin çevresinde dönm e devinim i sı­
rasın d a çizdiği y ö rü n gesi altın d a y e r alm ış bulu-
n an larınkine o ran la d ah a çok teh d it altın d a değildi.
Bir g ün düşm eliydi, elbette olabilir am a kesin d e­
ğildi ve y e r çekim ine b ir başk a ay gibi boyun eğe­
rek bu u y d u d u ru m u n u niçin sonsuza değin k o ru ­
m ayacaktı? H ayır! W hastonlular, P u n c tiu n eğlen­
celi fallarına ancak gülm eliydiler ve F orsyth ve
H u delson aileleri gibi b u k o n u d a üzülecek ciddi
nedenleri olm adığından gülüyorlardı.
O lm ası gereken oldu. B ay D ean F orsyth ve
D o k to r H u d elso n 'u n birbirlerine karşı sadece şüp­
heleri olduğu sürece, aynı pisti izlemiş olduklarını
ayrım sam adıkları sürece, hiçbir skandal m eydana
gelmemişti. İlişkileri biraz soğum uştu, olsun! A m a
şimdi iki gözlem evinin m ektupları yayım landığın­
dan b u y a n a aynı m eteorun keşfinin W h a sto n ’daki
iki gözlemciye ait olduğu kam uoyu önünde açığa
çıkm ıştı. N e y apacaklardı? H e r ikisi de gazeteler
yoluyla ve kim bilir belki yetkili m ahkem ede bu keş­
fin öncelik hakkını isteyecek m iydi? B u k o n u d a
y an k ı u y a n d ıra n ta rtış m a la r olacak m ıydı ve
P unch’u n fantezi dolu m akalelerinde ve ciddiyetten
uzak b ir gazetesinin patavatsızlığıyla iki rakibin iz­
zetinefislerini aşırı tah rik etm esinden, b u ateşin üs­
tüne sıvıyağ ve sıvıyağdan d ah a d a iyisi A m erika’d a
geçtiğine ve b u m adensel sıvının kaynakları b u ra d a
tükenm ez olduğuna göre petrol atm asından k o rk u l­
m am ak m ıydı?... Ve kuşkusuz m uhabirlerin geveze­
liklerine k arik atü rlerin eklenm esi gecikm eyecek ve
du ru m M o rris Sokağı b u rcu y la E lizabeth Sokağı
kulesi arasın d a giderek d ah a d a gerginleşecekti.
Bu y ü zd en B ay D ean F orsyth ve D o k to r H u d el­
son un, tarih i F rancis ve J e n n y ’nin isteğine uygun
olarak, b u n d an emin olun, y av aş yavaş y aklaşm ak­

87
ta olan d ü ğüne asla en k ü çü k b ir im ada bulunm a­
m alarına kim se şaşırm ayacaktır. Sanki hiç söz k o ­
nusu olmamış gibiydi. B irinin y a d a ötekinin ö n ü n ­
de b u n d an söz edildiğinde, onları hep hem en o an ­
d a gözlem evlerine çağıran herhangi bir d urum u
unutm uş oluyorlardı. Z aten günlerini, kafaları d ah a
meşgul, d ah a d a içlerine kapalı olarak orad a geçiri­
yorlardı. H a tta hiciv gazetesinin saygısız ve üzücü
gevezeliklerinden h ab e rd ar m ıydılar? B undan d a
kuşku duym ak y erin d e olurdu. D ışarının gürültüsü
b urcun ve kulenin tepelerine nasıl ulaşm ış olabilir­
di?... F rancis G o rd o n ve B ayan H udelson durum u
d ah a d a kötü leştirir korkusuyla bunların oralara
değin ulaşm asına izin verm em ek için tüm ustalıkla­
rım kullanıyorlardı ve iki rakibin yö ren in gazetele­
rini o k u m aktan b aşk a dertleri de vardı.
M eteor, P ennsylvania ve O hio Gözlem evleri gök­
bilimcileri tarafından yeniden görülm üş olsa da,
Bay D ean F orsyth ve Stanley H udelson yine de onu
boşu bo şu n a yörüngesi üzerinde yeniden bulm aya
çalışıyorlardı. Yoksa, onların aygıtlarının m enziline
göre çok çok uzak b ir m esafeye uzaklaşm ış mıydı?
N e de olsa m akul b ir varsayım . A m a onlar gece
gündüz g ö kyüzünün h er aydınlık alanından y a ra r­
lanarak aralıksız gözetim den vazgeçm iyorlardı. Bu
böyle devam ederse, sonunda h asta düşeceklerdi!...
A m a y a biri ötekinden önce onu yeniden görürse,
jöne de tüm üyle beklenm edik olan bu d u rum dan
kim bilir kendine ne paylar çıkaracaktı?...
Bu y en i k ü çü k gezegenin öğelerini hesaplam aya
gelince y ö rü n g esin in tam konum u, yapısı, biçimi,
h arek et ettiği uzaklık, dönüş süresi, b u n la r elbette
B ay D ean F o rsy th ve D o k to r H u d e lso n ’u n bilgile­
rini aşıyordu. B u u n su rları belirlem ek işi uzm an
bilginlere aitti ve zaten oynak m eteor W h asto n u f­
k u n d a b ir d a h a g ö rü n m ü y o rd u y a d a en azından
onların iki gözlem cisi onu y etersiz dürbünlerinin
u cu y la y ak alam ayı b aşaram ıy o rlard ı! B undan d o ­
layı d a hoş olm ayan ve sürekli b ir keyifsizlik. O n ­
lara yaklaşılam ıyordu. B ay D e an F orsyth kendisi­
ne aynı to n d a karşılık veren O m icro n ’a günde y ir ­
mi kez öfkeleniyordu. D o k to ra gelince o öfkesini
kendisine y ö n eltm ek zo ru n d a kalıyordu ve b u n d a
d a h ata y ap m ıyordu.
Bu k o şu llard a kim o nlara d ü ğ ü n tö ren in d en ve
n ikah sözleşm esinden söz etm eyi aklından geçire­
bilirdi!
Yine de P ittsb u rg ve C incinnatti G özlem evlerin-
ce gazetelere gönderilen notun yayım lanm asından
b u y a n a b ir h afta geçm işti. 18 M ay ıs’taydılar. D a ­
h a on üç gü n ve L oo’nun hiç gelm eyeceğini, ta k ­
vim lerde m evcut olm adığını iddia etm esine rağm en
b ü y ü k tarih gelecekti. H ayır! O n u d u y an a göre o
yıl 31 M ayıs olm ayacaktı. B unu söylüyordu k ü çü k
kız gülm ek için ve iki evde h ü k ü m süren ted irg in ­
liği y o k etm ek am acıyla gülüyordu.
B u nunla birlikte F rancis G o rd o n ’u n dayısına ve
J e n n y H u d elso n ’un babasına, hiç yapılm am ası ge­

89
rekiyorm uş gibi artık sözünü etm edikleri bu evliliği
anım satm ak önem liydi. K endilerine yapılan en ufak
b ir im ada derhal sohbetin y ö n ü n ü değiştiriyorlar ve
orad an ayrılıyorlardı. Sorun, bu du ru m d a F ra n ­
cis’in M o rris S okağı’ndaki eve h er gün yaptığı ziya­
retlerd en birinde onları k ap a n a kıstıracak biçim de
kafalarını karıştırm aktı. A m a B ayan H udelson k o ­
casına karşı b ir şey yapılm am asının d ah a iyi olaca­
ğını d ü şü n d ü . O n u n d üğün hazırlıklarıyla m eşgul
olması hiç gerekm iyordu... A rtık kendi öz eviyle
m eşgul olm am ası gibi. H ayır!... G ünü geldiğinde
B ayan H u delson o na şöyle diyecekti:
“işte elbisen, işte şapkan, işte eldivenlerin... T ö­
re n için S ain t-A n d rew 'e gitm e saati... B ana kolunu
v er ve gel...”
H iç k u şk u su z gidecekti, fark ın a bile varm adan
ve y e te r ki o a n d a m eteor gelip teleskopunun o b ­
jektifinin ö n ü n d en geçm esin!
A m a B ayan H u d e lso n ’u n fikri M o rris Soka-
ğ ı’ndaki evde önem le dikkate alındıysa d a F rancis
G o rd o n ’u n k i E lizabeth S okağı’n d a alınm adı. D o k ­
tor, Bay D e an F o rsy th y e karşı tu tu m u n u açıklam a
ültim atom u alm am ış olsa da, bu beriki b u ko n u d a
yaşlı hizm etçisi tarafın d an sert b ir biçim de sıkıştı-
rıldığına tan ık oldu. M itz hiçbir şey dinlem ek iste­
m iyordu. E fendisine karşı k o rk u n ç öfkeliydi. D u ­
ru m u n g id erek ciddileştiğini ve en k ü çü k b ir olayın
iki aile arasın d a b ir k o pm aya yol açm a tehlikesinin
b u lu n d u ğ u n u hissediyordu. Peki, b u n u n sonuçları

90
ne olacaktı? E vlilik gecikecek, belki olm ayacak,
Bay F o rsy th ’nin J e n n y y le evlenm ekten vazgeç­
m eye zorlayacağı sevgili F ran c is’inin, iki nişanlının
b ü y ü k acısı... Ve zavallı genç adam , h er tü r uzlaşı-
y ı olanaksız kılacak herkesin ö nündeki b ir skan-
daldan so n ra ne y ap ab ilird i ki?...
O nedenle 19 M ayıs öğleden so n ra y em ek salo­
n u n d a Bay D ean F o rsy th ile yalnız kaldığında k u ­
lenin m erdivenini çıkm ak üzere olduğu an onu
d u rd u rd u .
B iliyorsunuz, B ay F o rsy th ’nin M itz’e açıklam a
y ap m ak tan ödü k o p u yordu. Bu açıklam aların ge­
nelinde lehine dönm ediğini hiç bilm iyor değildi.
K endini geri çekilirken vu ru şm ak zo ru n d a g ö rü ­
y o rd u ve o n a göre b ir karşılaşm ada insan yenildi­
ğinden em in olduğu a n d a kendini hiç ele verm em e­
si d ah a akıllıca olur.
Bu d u ru m d a kendisinde fitili ateşlenm iş ve p a t­
lam ak ta gecikm eyecek b ir b o m b a etkisi y ap a n
M itz’in y ü zü n e alttan b ak tık tan so n ra bo m b a p a r­
çalarından ken d in i korum ayı isteyen B ay D ean
F orsyth, salonun u cu n a d o ğ ru yöneldi. A m a d ah a
kap ın ın tokm ağını çevirm eden başı y u k arıd a , göz­
lerini, kendininkileri onunkilere dikm em ek için çe­
v iren efendisine dikm iş yaşlı hizm etçi a ray a girdi
ve titrem esini düzeltm eye çalışm ayan b ir sesle.
“B ay F o rsy th sizinle konuşm alıyım ’’ dedi.
—Benim le k o nuşm ak mı M itz? Şu an d a o k ad ar
zam anım yok...

91
—O lm alı efendim ...
—S anıyorum O m icron beni çağırıyor...
— Sizi çağırm ıyor ve çağırsa d a beklem esi iyi
olacak...
—A m a eğer göktaşım ...
—G öktaşınız d a O m icron gibi y ap a cak efendim ,
b ekleyecektir...
“O lu r şey değil” diye hassas n oktasından v u ru ­
lan B ay F o rsy th haykırdı.
“Z a te n ,” diye başladı M itz, “h ava kapalı... İri
d am lalar düşm eye başlıyor ve şim dilik y u k a rıd a
görülecek h içb ir şey y o k ! ”
D o ğ ru y d u . Ç ok fazla doğru y d u ve D o k to r H u -
delson gibi Bay F o rsy th y i de k u d u rta n h er şey
vardı. H em en hem en k ırk sekiz saatten bu y a n a
g ö k y üzünü geniş b u lu tla r istila etm işti. G ündüz tek
b ir güneş ışığı yo k , gece tek b ir yıldız parlam ası.
A lçak sis b ir u fu k tan ötekine uzanıyordu, Saint-
A n d re w ’in çan kulesinin o k u n u n a rad a b ir ucuyla
deldiği b ir tül ö rtü gibi! Bu koşullarda uzayı göz­
lem lem ek, k ü çü k gezegenlerin geçişlerini dikkatle
izlem ek, bu denli şiddetle tartışılan göktaşını y e n i­
den görm ek olanaksız. H a v a koşullarının, O hio
eyaletinde y a d a P ennsylvania eyaletindeki gökbi­
limciler için E ski ve Yeni K ıta’nın öteki gözlem ev-
lerindekilerden d a h a elverişli olm am ası bile olasılık
dahilinde görülm eliydi. Ve aslında bu 2 N isan m e­
teo ru n u n görünm esine ilişkin hiçbir yeni, kısa yazı
gazetelerde çıkm am ıştı. D oğrudur, d ah a şim diden

92
altı haftalık geçm işi olan b u o rtay a çıkış, bilim d ü n ­
y asın ın b u n d an heyecanlanm asını gerektirecek k a ­
d a r b ir ilgi u y andırm ıyordu. B u rad a hiç de ender
olm ayan kozm ik b ir olay söz ko n u su y d u am a tam
tersi b ir durum , b u taşın dö n ü şü n ü pusuda, k u d u r­
m aya d önüşen b ir sabırsızlıkla beklem ek için bir
D ean F o rsy th y a d a S tanley H udelson olm ak gere­
kiyordu.
E fendisinin k endisinden kaçm anın kesin olanak­
sızlığını iyice anlam asının ard ın d an hizm etçi M itz,
kollarını çap raz k a v u ştu rd u k tan so n ra şu sözlerle
başladı:
—B ay F orsly h , adı F rancis G o rd o n olan b ir y e ­
ğeninizin o ld u ğ u n u k az a ra u n u tm u ş olabilir m isi­
niz?
“Ah! Şu sevgili F ran c is” diye y an ıtlad ı babacan
b ir tav ırla başını sallayarak B ay F orsyth. “A m a h a ­
y ır!... O n u u n u tm uyorum ... P eki nasıl şu sevgili
F ran c is?”
—Temin ederim ki çok iyi...
—S anıyorum onu b ir sü red ir görm edim .
—A slında iki saattir, onunla öğle yem eği y ediği­
nize göre...
—Benim le m i?... G erçekten!...
“A m a artık h içbir şeyi görm üyor m usunuz efen­
d im ?” diye so rd u M itz onu kendisine doğru dön­
m ek z o ru n d a b ırak arak.
—Evet, evet, sevgili M itz... N e istiyorsun? B iraz
kafam m eşgul...

93
—Ö yle m eşgul ki old u k ça önem li b ir şeyi u n u t­
m uş gibi gö rü n ü y o rsunuz.
—U n u tm u ş? N eyi?
—Y eğeninizin evleneceğini...
—Evlenm ek... E vlenm ek?...
—B ana hangi evliliğin söz kon u su olduğunu so r­
m ayacaksınız ?
—H ayır! H ayır M itz! Peki b u soruların am acı ne?
— H u delson ailesine k arşı tu tu m u n u z h ak k ın d a
b ir y a n ıt elde etm ek efendim ... Ç ünkü b ir H u d e l­
son ailesinin, M o rris Sokağı n d a o tu ran b ir D o k to r
H u d e lso n ’un, B ayan J e n n y ve B ayan Loo H udel-
so n ’un an neleri b ir H udelson hanım efendinin v ar
o ld u ğ u n u ve y eğ e n in iz le evlenm esi g e re k e n in
J e n n y H u d elso n old uğunu bilm iyor değilsiniz...
Bu H u d elso n adı hizm etçi M itz’in ağzından h er
d efasın d a d a h a gü çlenerek çıktıkça B ay D ean
F orsyth, bu ad k u rşu n a d ö n üşerek onu h er y an d a n
v u ru y o rm u ş gibi elini göğsüne, yan ın a, b aşın a g ö ­
tü rü y o rd u . D erin soluk alıyordu, soluk alm akta
güçlük çekiyordu, kan gözlerine doluyordu ve y a ­
nıt verm ediğini görünce:
“Peki, duy d u n u z m u ?” diye yeniden başladı M itz.
“Evet, d u y d u m !” diye bağırdı efendisi.
Ve sıkı sıkıya kasılm ış çene kem iklerinin arasın ­
dan, ağzından zo rlu kla b irk aç zor anlaşılır tüm ce
çıkabiliyordu.
“O h a ld e ? ” diye sordu yaşlı hizm etçi sesini zo r­
layarak.

94
“Bu d u ru m d a F rancis hâlâ b u evliliği d ü şü n ü ­
y o r ” dedi sonunda.
"D ü şü n ü y o rsa !” diye haykırdı M itz, “A m a soluk
alm ayı d ü şü n d ü ğ ü gibi, bizim hepim izin d ü şü n d ü ­
ğüm üz gibi... sizin de d ü şü n d ü ğ ü n ü z gibi, bu n a
inanm ayı y eğ lerim ! ”
—N e! Yeğenim hâlâ bu D o k to r H u d e lso n ’u n kı­
zıyla evlenm ekte kararlı mı?
— B ayan Je n n y , lütfen efendim ve d ah a sevimli
b ir kişi bu lm ak güç olacaktır...
“Soluğum u tık am ad an adını telaffuz edem edi­
ğim... adam ın kızının sevimli olabileceğini kabul et­
sek d e...” diye başladı B ay F orsyth.
“A h ! B u k ad arı d a çok fazla! ” diye sanki ona tes­
lim edecekm iş gibi önlüğünü şiddetle çıkaran M itz
belirtti.
“T anrı aşkına! M itz Tanrı a şk ın a !” diye söz aldı
efendisi, böylesine teh d itk âr b ir dav ran ıştan biraz
tedirgin.
Yaşlı hizm etçi bağları y ere k a d a r sark an önlüğü­
nü elinde tu ttu .
—Böylece... D em ek aklınıza gelen fikirler b u n lar
B ay F o rsy th !...
—A m a M itz, b u F ludelson’un b a n a ne yaptığını
bilm iyorsun...
—Peki size ne yap tı?
—B enden çaldı..
—S izden çaldı mı?
—Evet, çaldı, iğrenç bir b içim d e!

95
— P eki sizden ne çaldı? Saatinizi... p a ra keseni­
zi... m endilinizi?
—H ayır... göktaşım ı.
"Ah! göktaşınızı” diye bağırdı yaşlı hizm etçi,
B ay F o rsy th için en nahoş ve en alaycı b ir biçim de
sırıtarak . Ü nlü göktaşınız!... B ir d ah a asla görm e­
yeceğiniz sanırım .
" M itz ! M itz ! Söylediğine d ik k at e t” diye y a n ıtla ­
dı B ay F orsyth.
Ve bu kez kalbi y aralan an gökbilim ciydi.
D oğru, çok öfkelenen ve öikesi taşan M itz ’i hiç­
b ir şey durd u ram ay acaktı.
"G ö k taşın ız” deyip d u ru y o rd u , "Y ukarılarda d o ­
laşan m akineniz... Pekâlâ, B ay H u d e lso n ’d an d ah a
çok sizin m iydi? H erkese ait değil mi? B ana old u ­
ğu k a d a r h erh an g i b ir b aşkasına da?... O n u satın
alıp, cebinizden mi ödem e y ap tın ız? Size m iras y o ­
luyla mı kaldı?... K a z a ra y ü c e Tanrı onu size a rm a ­
ğ an mı e tti? ”
"Sus, M itz, s u s !” diye bağırdı B ay F orsyth de,
çü n k ü artık kendini tutam ıyordu.
— H a y ır efendim hayır! Susm ayacağım ve şu
O m icron kaz kafalısını d a y ard ım ın ıza çağırabilir­
siniz.
—O m icro n kaz kafalısı!...
—Evet, kaz kafalı ve o d a beni susturam ayacak...
Y üce Y aratıcı ad ın a dü n y an ın so n u n u bildirm ek
üzere gelecek baş m eleği zorla susturam ayacak
olan b izzat başkanım ız da!...

96
B ay D ean Forsyth, bu korkunç tüm ceyi d u y d u ­
ğ u n d a kesinlikle afalladı mı, gırtlağı sözlere geçit
verm eyecek ölçüde daralm ıştı, karm ak arışık olan
hançeresi artık te k ses çıkaram ıyor m uydu?... K e­
sin olan şey, y a n ıt verm eyi başaram am asıydı. Ö f­
kenin son k ertesin d e yaşlı hizm etçisini kapı dışarı
atm ayı bile istedi mi, o n un için geleneksel “Çıkınız,
derhal çıkınız ve sizi artık bir d a h a görm eyeyim !"i
telaffuz etm ek olanaksız mıydı?
D oğrusu, M itz ona hiç de itaat etmezdi, bundan
herkes emin olsun ve eğer sözünü hem en kabul eder­
se ilk kendisi cezalandırılmış olacaktı. A ncak kırk beş
yıllık b ir hizm etten sonra efendiyle hizmetçi uğursuz
bir göktaşı kon u su n d a ayrılıyorlar! D oğru, Bay
Forsyth sonunda göktaşı meselesinden geri adım at­
sa d a M itz, Francis G ordon la J e n n y H udelson’un
evlenmeleri meselesinde geri adım atm ayacaktı.
Y ine de b u sah n e n in özellikle B ay D e an
F o rsy th 'n in çıkarı için sona erm esinin zam anıydı
ve ü ste çıkam ayacağını iyice anlayınca b u hareketi
çok fazla kaçışa benzetm eden geri çekilirken v u r­
m aya çalışıyordu.
B u kez y ard ım ın a gelen G üneş oldu. K apalı h a ­
va b ird en açıldı. G üçlü b ir ışık bahçeye açılan p en ­
cerenin cam larından içeri girdi. Sisin a rd ın a sakla­
nan p arla k yıldız, W h aston halkına ve sonuç olarak
o rtay a çıkm asını en şiddetli biçim de arzu eden iki
önem li kişinin b ak ışlarına kendini gösterm eyeli en
azından üç gü n olm uştu.

97
O an d a hiç kuşkusuz D o k to r H udelson bu rcu n a
çıkmıştı, y e te r ki d ah a önceden o rada olmasın, B ay
Dean F o rsy th ’nin an ında aklına bu düşünce geldi.
Rakibini, terasın d a y a rı eğilmiş, gözü teleskopunun
gözetleme m erceğinde bu m utlu aydınlıktan y a ra r­
lanırken ve uzayın y ü k sek bölgelerinde dolaşırken
görüyordu. Ve kim bilir belki de meteor, havada tüm
m uhteşem görünüm üyle dolaşıp duruyordu?...
Bu y ü zd e n B ay F o rsyth o ra d a d uram adı. Bu kez
O m icron’u n sesinin kulenin tepesinde çınlam asını
beklemedi. Bu güneş ışığı, onun üzerinde gaz dolu
b ir balon ü zerin d e y arattığ ı etkiyi y apıyordu. O n u
şişiriyordu, yükselm e gücünü artırıyordu. Y üksel­
mesi gerekiyordu, k apıya d oğru yöneldi ve hesap
vermeyi sona erd irm ek am acıyla ağırlığı attı d en e­
bilir, yaşlı hizm etçisine karşı biriken tüm öfkesini
boşalttı!
Ama M itz kapının önünde b u lu n u y o rd u ve ona
geçit verecek d u ru m d a d a g ö rünm üyordu. Bu d u ­
rum da onu k o lu n d an yakalam ak, on u n la bir m üca­
deleye girişm ek, O m icro n ’un y ard ım ın a b aşv u r­
m ak gerekli olacak m ıydı?... H ayır! B ir b aşk a yol
önünde d u ru y o rd u : S alondan çıkarak, kuleyle b ir
ikinci kapı vasıtasıyla bağlantısı olan, ne erkek ne
dişi hiçbir gard iy an ın savunm adığı bahçede b u la­
caktı kendini.
Bu m anevra gerekli olm adı. K uşku duyulm am a-
lı, yaşlı hizm etçi harcam ış olduğu çabadan -fiziksel
olarak en azından- çok sarsılm ıştı. E fendisini h aş­

98
lam ak alışkanlığı y eterin ce olsa d a o zam ana değin
asla böyle b ir taşk ın lıkta bulunm am ıştı. Ç oğunluk­
la Bay F o rsy th ’nin u nutkanlıkları, tuvaletindeki k i­
mi özensizlikler, y em ek saatine sık sık gecikm eler,
ona rom atizm a ve nezleye mal olan soğuk h av a la r­
d a önlem eksikliği konularındaydı. A m a b u kez, iş
d ah a çok ciddiyet arz ediyordu. Sevgili F ran c is’i ve
de sevgili J e n n y ’si için m ücadele eden hizm etçi
M itz ’i y ü reğ in d en vu ruyordu.
Ve B ay F o rsy th ’nin öyle sıradan hırsız olarak
gö rd ü ğ ü D o k to r H udelson için kullandığı ağır söz­
leri d ü şü n ü n ce d u ru m un, g ünden güne d ah a end i­
şe verici olm asından ko rk m ak gerekm iyor m uy­
du?... İki rak ip artık hiç dışarı çıkm ıyorlardı, ol­
sun ! B irbirlerinin evlerine artık gitm iyorlardı, y ine
olsun! A m a rastlantı, eninde so n u n d a sokakta, o r­
tak b ir d o stu n evinde bir karşılaşm aya m eydan v e­
rebilirdi ve b u karşılaşm anın sonu ne olacaktı?...
H iç k u şk u n u z olm asın bir skandal, ard ın d a n iki ai­
le ilişkilerinde kesin b ir kopm a. O y sa h er şeyden
önce önlenm esi gereken buydu. Ve yaşlı hizm etçi
b u n u n için çabalayıp duru y o rd u ! A m a d ah a az
önem li olm ayan şey, efendisinin b u n o k tad a “b u n u ”
onun y a n m a bırakm ayacağı k o n u su n d a adam akıllı
uyarılm ış olduğuydu.
M itz, k ap ın ın ö n ünde d o ld u rd u ğ u y e rd e n ayrıl­
m ıştı ve b ir sandalyenin üzerine kendini d ü şer gibi
bırakm ıştı. G eçit boşalm ış b u lu n u y o rd u . O n ed en ­
le Bay D ean F orsy th , b ir b u lu t p erd esi gelip g ü n e­

99
şi y en id en ve belki de tüm g ü nlüğüne k a p a tır d ü ­
şüncesiyle titreyerek, salondan çıkm ak için bir
adım attı.
M itz kıpırdam adı. A m a kapı açılır açılmaz, efendi­
sinin kulenin dibine götüren koridora kaj^dığı anda:
“B ay F o rsy th ,” dedi F rancis G ordon ve “J e n n y
H u d elso n ’u n d ü ğ ü n ü n ü n olacağını ve tam olarak
üzerinde anlaşm aya varılan tarih te yapılacağını iyi
anım sayın. B u ayın 31’inde. H içb ir şeyiniz eksik ol­
m ayacak, beyaz gömleğiniz, beyaz kravatınız, b e­
y az yeleğiniz, siyah pantolonunuz, siyah elbiseniz,
sam an rengi eldivenleriniz, cilalanm ış potinleriniz
ve uzu n şapkanız... A yrıca ben orad a olacağım !”
B ay D e an F o rsy th tek sözcükle bile karşılık v er­
m edi ve kulenin m erdivenine aceleci sıçrayışlarla
atıldı.
Bu son uyarıyı y ap m ak için y erinden kalkm ış
olan hizm etçi M itz, o, sandalyesine yeniden yığıldı,
başını salladı ve birkaç iri dam la gözlerinden taştı...

100
V III. Bölüm

B u rad a durum k ötüleşm eye devam


ediyor; kim i B a y H u d elson ’a
kim i B a y F o rsy th ’y e ta raftar
W h asto n g azeteleri yüzünd en.

B
u n u n la b irlikte hava ciddi b ir iyileşme eği­
limi gösteriyordu. İlk b ah a r m evsim inin bu
ikinci ay ında basınçölçer, kışın hareketlili­
ğinin ard ın d a n iyice h ak edilm iş b ir dinlenm enin
keyfini sü rü y o r gibiydi. U ğradığı artışlar ve dü şü ş­
lerle sık sık sarsılm asıyla y o rg u n düşen iğnesi de­
ğişkenin ü stü n d e m em nuniyetle hareketsiz d u ru ­
yor. Bu d u ru m d a gökbilim ciler çok titiz ve çok isa­
betli gözlem lerine elverişli b ir dizi güzel gün ve gü­
zel geceye güvenebilirler.
E lbette, o n lar için elverişli ortam ı hazırlayacak
h av a koşulları, kule ve b u rç ta k i çalışm alar için de
elverişli olacaktır. Aslında, 20-21 M ayıs gecesinde

101
göktaşı W h asto n u fk u n d a kuzeydoğudan g ü n ey b a­
tıy a d o ğ ru geçti ve aynı a n d a iki rak ip tarafından
görüldü.
“Bu o O m icron, bu o ” diye haykırdı Bay D ean
F o rsty h akşam saat onu otuz y ed i dak ik a g eçer­
ken...
“Tam am o ” diye b elirtti efendisinin y erin e teles­
k o p u n gözetlem e m erceğine geçen O m icron ve ek ­
ledi:
—U m arım şu D o k to r H udelson şu an d a b u rc u n ­
d a değildir!...
“Ya d a o rad ay sa,” diye son sözü söyledi Bay
F orsyth, “B u göktaşını bulm ayı becerem em iştir!.”
“Sizin göktaşm ız" dedi O m icron.
“B enim g ö k ta ş ın ı!...” diye y in eled i D e an
F orsyth.
A m a h er ikisi de yanılıyorlardı. “Ş u ” D o k to r
H udelson b u rc u n d a sabahlıyordu, d ü rb ü n ü kuzey­
doğuya yönelm iş ve göktaşını kuzeydoğunun sisin­
den çıktığı an d an itib aren izlemişti ve tüm üyle o n ­
lar gibi gü n ey b atın ın p u su n d a kaybolduğu an a k a ­
d a r y olu üzerinde g ö zünü ondan ayırm am ıştı.
Ü stelik onu g ö k y ü zü n ü n b u bölüm ünde bildi­
ren ler yalnız o n lar olm adılar. P ittsburg, C incinnat-
ti, Eski ve Yeni K ıta’nın d ah a nice nice başk a göz­
lem evlerinde de sözü edilen göktaşının o rtay a çık­
tığı g ö rüldü. Z ate n sis haftalard ır onu inatla göz­
lerden saklam am ış olsaydı, ilerleyişinin düzenli bir
biçim de izlenm esi m üm kündü. H angi düzenlilikte.

102
hangi uzaklıkta, hangi sürede d ü n y a tu ru n u ta ­
m am lıyordu, b u m atem atiksel olarak saptanabilirdi
ve bu tu ru , o dönem de rek o ru elinde tu ta n Z iegler1
(aynen) ve öteki Y erküre gezginlerinden d ah a az
zam anda y ap tığ ın ı v arsaym ak gerekiyor.
G azetelerin okuyucularını bu göktaşını ilgilendi­
ren h er şeyden h ab e rd ar etm ekle uğraşm aları do­
ğaldır. G ökbilim cilerin dikkati d ah a sonra d a hal-
kınki onun üzerine çekilmişti. W haston gazeteleri­
nin, ilk iki kâşif kendi kentlerinde o tu rd u ğ u n a göre
eksiksiz haberleri sağlam akta ötekilerden d ah a ace­
leci d av ranm alarından d ah a anlaşılır b ir şey olamaz.
Am a özetle öyle koşullarda o rtaya çıkıyordu ki in­
celenm esi için gözlem evlerinde hesaplar yapılm ası
gerekiyordu. Bu, gelip geçen ve atm osferin son ta­
bakalarını şöyle b ir geçtikten so n ra kaybolan kayan
o yıldızlardan biri, kendini b ir kez gösteren ve
uzay d a kaybolacak olan şu küçük gezegenlerden
biri, d üşüşü o rtay a çıkışını izlem ekte gecikm eyen şu
hava taşların d an biri değildi.... H ayır! G eliyordu bu
göktaşı, b ir ikinci uydu gibi dünyanın çevresinde
dolaşıyordu, kendisiyle ilgilenilmesini hak ediyordu
ve kendisiyle ilgileniliyordu ve b u gerçeklerden
sapm ayan öy k ü n ü n sonucundan o rtay a çıkacağı gi­
bi bu olgu, gökbilimi yıllıklarına hiçbir zam an kay­
dedilm em iş olan en ilginçler arasın d a y e r almalıydı.
Bu du ru m d a, Bay D ean F o rsy th ve D o k to r H u-
delson, b u k o n u d a çekişirken o nurlarını o rtaya
1. Stiegler, A itm iş üç g ü n d e dünya turu, P aris, Lecene, 1901

103
koym alarından, şikayetlerindeki sertlikten, b u n ­
dan çıkan çok ü zü cü sonuçlardan dolayı varsın b a ­
ğışlanm asınlar! A m a bu anlaşılacaktır ve h a tta çok
geçm eden anlaşılacaktır.
G ö ktaşı şimdi belli b ir kesinlikle incelenebilirdi
ve b u d a oldu, san at adam ları tarafın d an y a d a d a ­
h a d o ğ ru su bilim adam ları tarafından. E n iyi aygıt­
lar değişik gözlem evlerinde o n a doğru y öneldiler
ve en uzm an gözler, sözü edilen aygıtların gözetle­
me m erceklerine yerleştiler.
İlk sırad a kendilerine iletilen n o tlara göre gaze­
teler, h alk a göktaşının hangi yörü n g ey i izlediğini
bildirdiler.
Bu y ö rü n g e tam olarak W h a sto n ’u n tepesinden
geçerek kuzey d o ğ u d an güneybatıya d oğru gelişi­
y o rd u ve dü şü şü b u n o k tad a gerçekleşecekse k e n ­
tin üzerine düşecekti.
"Ama düşm esi, ne k ad a r gerçeğe y ak ın olu r” diye
belirtti W haston M orning, çok haklı olarak abonele­
rini sakinleştirm ek düşüncesiyle. "D üzenli bir hızla,
sürekli, tekdüze h arek et ediyor, yo lu n d a b ir engelle
karşılaşm asını ve dönm e devinim i sırasında d u rd u ­
rulabileceğini kabul etm ek için b ir neden y o k .”
Bu apaçık o rtad ay d ı ve W h asto n gibi y ö rü n g esi
altın d a b u lu n an h erh an g i b ir ken tte b u n d a n dolayı
h içbir k aygıya düşülm em eliydi.
“E lb ette düşm üş olan ve h âlâ d üşen şu h av a ta ş­
ları v a r” diye b elirtti W haston E vening. "Am a b u n ­
lar genellikle k ü çü k boyuttadırlar, u zayda başıboş

104
d olaşırlar ve an cak geçerken y e r çekim ine y ak a la­
n ırlarsa dü şerler.”
Bu açıklam a d o ğ ru y d u ve çok düzenli b ir h are­
keti olan ve düşm esinden A y’ınkinden d a h a çok
korkulm am ası gerek en söz kon u su göktaşına u y ­
gulanabileceğe benzem iyordu. Ş urası kesindir ki,
kim i dönem lerde gökyüzü b ir m eteor akm ıyla dol­
d u ve b u n a ö rn ek o larak 12-13 K asım 1833 gecesi­
ni anabiliriz, dokuz saatten d ah a az b ir sürede y a l­
nız tek b ir m erkezde iki y ü z bin olarak tahm in edi­
len göktaşlarıyla karışık çok sayıda kayan yıldız
"yağdı".
"B u o lay ların sıklığını göz önüne alınca,
Y erküre'm izin, olu ştu ğ u ndan b u y a n a b u binlerce,
b u m ilyonlarca, b u m ilyarlarca h av a taşının ağırlı­
ğıyla önem li ölçüde ağırlaşıp ağırlaşm adığını ve bu
ağırlığın yüzyılların ard ın d an k o rk u n ç b ir biçim de
artıp artm ayacağını kendi kendim ize sorm am ız ge­
rekm iyor m u?... Ve o zam an hacm inin, dolayısıyla
kütlesinin, dolayısıyla çekim g ü cü n ü n artm ası y ü ­
zünd en G üneş çevresindeki dönm e hareketi, kendi
ekseni çevresindeki dönm e h arek eti değişikliğe u ğ ­
ram ay acak lar m ı?... A y’ın y ö rü n g esin in de kim i d e­
ğişikliklere u ğrayıp uğram ayacağını ve b u y ü zd en
D ü n y a y a uzaklığının azalıp azalm ayacağını kim
bilebilir?...”
Bu gözlem i y a p a n S ta n d a rd V/haston d u ve h e­
m en P unch kendisine özgü üslu b u y la kendininkini
ekledi:

105
“H adi, hadi!... Bizi ezm ekle teh d it eden y e n i b ir
g öktaşı y eterli değil!... îşte A y'ın d a başım ıza d ü ş­
me tehlikesi v ar!... B u n ların tüm ü B ay D e an
F o rsy th ’nin hatası... D o k to r H u d e lso n ’u n hatası.
O n ları kam u d ü şm anları olarak k ın ıy o ru z!”
B u acayip gazetenin bu iki kişiye saldırırken
özel düşm anlıklarının acısını çıkardığına d a in an ­
m ak gerekiyor. O n la r k uşkusuz W haston P u n ch ’a.
abone olm ayı reddetm iş olanlardı!...
M eteo ru n ne k ad a r uzaklıkta hareket ettiği so ru ­
nu d a aynı şekilde belli b ir kesinlikle işlendi. Yerin
ü stü n d e yirm i altıyla otuz kilom etre içerisindeki bu
uzaklık, F ransa, Ingiltere, Alm anya, Belçika, H o l­
lan d a’d a 14 M a rt 1864’te gözlem lenm iş olan ve hızı
saniyede altm ış beş kilom etreyle, y an i d ak ik ad a üç
bin dokuz y ü z kilom etreyle, y an i saatte beş bin se­
kiz y ü z fersahla,. D ü n y a ’nm yörüngesi üzerindekin-
den çok çok d ah a y ü k sek b ir hıza ulaşan h arik a
göktaşına atfedileninkiyle aşağı y u k a rı eşitti. Yeni
m eteorunki tam tersine saatte sadece d ö rt yüz, d ö rt
y ü z on kilom etreyle o na hiç yetişm iyordu. D o ğrusu
en yüksekleri, T ibet silsilesindekiler, D aw alagiri2 ve
C ham alari3 deniz düzeyinden on bin m etreyi aşm a­
d ık ların a göre E ski ve Yeni K ıta n ın tepelerine
çarp am ay a yetm eyecek yükseklikteydi.
Böylece g ö k taşının d ö rt y ü z y irm i fersah4, y a k la ­
şık kürem izin k endi ekseni üzerinde d ö n erk en y er-
2. B ugün D haulagiri (N epal) 8172 m.
3. Chom o Lhari, 7314 m. E veresi T epesinin yüksekliği 8848 m.
4. 1680 km /saat, bildirilen hızdan d ö rt kat d aha fazla.

106
y ü z ü E k v a to r’u n o k talarının yaptığı k a d a r y ani
yirm i d ö rt saatte on bin fersah tan fazla yaptığını
göz önüne alırsak, öte y a n d a n onu y e rd e n ayıran
iki y ü z kilom etre5 dolayındaki b u m esafeyi göz
önüne alırsak b u n d a n çıkacak sonuç şudur: D ün-
y a ’nm çevresini tam o larak yirm i d ö rt saatte d ö n ­
m ektedir, oysa Ay b u n u n için yirm i sekiz gün h a r­
cam aktadır. B u n d an d a hava sürekli tem iz olsaydı
kuzey b atıd an g ü n eydoğuya doğru çizdiği y ö rü n g e ­
sinin altın d a b u lu n an ülkelerde hep g ö rü n ü r olaca­
ğı sonucu çıkıyor.
A m a m eteorun, b u elli fersahlık uzaklıktan en
azından belli b ir m enzildeki aygıtlar için nasıl gö­
rü n ü r old u ğ u n u sorm ak y erin d e olm az mı? H acm i­
nin oldukça b ü y ü k olm ası gerekm iyor m u?
İşte S ta n d a rd W haston doğal olarak o rtay a çı­
kan b u so ru y u şu sözlerle yanıtlıyordu:
“G öktaşının g ö rünen boyutu ve yüksekliğine gö­
re çapı beş-altı y ü z m etre k a d a r olmalıdır. Gözlem ­
lerin b u ra y a k a d a r sap tanm asına olanak verdikleri
bu kadar. A m a yapısını y eterli ölçüde belirlem ek
henüz m üm kün olm am ıştır. M uhtem elen sadece on
sekiz kilom etre uzak lık ta b u yoğunluk, y e r yüze-
y in d ek in d en on k a t d ah a az old u ğ u n a göre b u y ü k ­
seklikte y o ğ u n lu k ları çok zayıf olsa d a atm osfer ta ­
bak aların d ak i sürtünm esi sayesinde canlı b ir bi­
çim de aydınlanıyor olması, y eterin ce güçlü d ü r­
bü n ler kullanıldığında onu g ö rü n ü r kılm aktadır.
5. Y ukarıda otuz.

107
A m a yalnız b ir gazlı m adde yığını değil mi b u gök­
taşı? Tersine, ışıklı b ir k u y ru k la çevrelenm iş katı
b ir çek ird ek ten oluşm uyor m u?... Kalınlığı nedir,
b u çekirdeğin y ap ısı nedir? Bilinm eyen, belki de
hiç bilinm eyecek olan b u d u r...”
“Şim di sözü edilen göktaşının düşeceği tahm inle­
rinde bulunm aya gerek v ar mı? H ayır elbette. K uş­
kusuz belirlenm esi olanaksız olan bir süreden beri
D ü n y a çevresindeki yörüngesini çiziyor ve m eslek­
ten gökbilim ciler onu henüz fark etm edilerse b u nun
için onları suçlam am ak gerekiyor. Bu m uhteşem
keşfin şanının adandığı iki hem şehrim izi, Bay D ean
F orsyth ve D o k to r Sydney H ud elso n ’u suçlam ak.”
“Sözü edilen göktaşının, b en zer göktaşlarının
b aşın a sık sık geldiği gibi patlayıp patlam ayacağını
bilme m eselesine gelince, işte H e rsch el’le verilebi­
lecek yan ıt, aynı zam anda ciddi b ir açıklam a olan
yan ıt: G ö k taşlarının y e re d ü ştü ğ ü n d e sahip o ld u k ­
ları sıcaklık, içindeki ateşin etkisiyle oluşm uş olgu­
lar, atm osferin d ah a y o ğ u n tab ak a ların a girdikle­
rinde patlam aları, tüm b u n lar fizik yasalarının y a r ­
dım ıyla havanın sonuç olarak çok y ü k sek hareket
hızıyla ulaştığı yoğunlaşm ayla ve yoğunluğu çok
azalm ış havayla sıcaklık arasın d a v ar olan ilişkilerle
yeterin ce açıklanm ıştır. P atlam a konusuna gelince
b u n u k atı kütlenin dayanabildiği basınca bağlam ak
gerekiyor. 1863 göktaşı için olan budur. H avanın
yo ğ u n luğ u b u lunduğu uzaklıktan on k a t d ah a az ol­
sa d a o göktaşı, b ir tek b ir dem ir kütlesinin patlam a­

108
dan direnç gösterebileceği, altı y ü z yetmiş beş at-
m osferlik b ir basın ca direnç gösteriyordu.”
H alka yapılan açıklam alar bunlar oldu. Kısaca bu
göktaşı olağan koşullarda ortaya çıkıyordu ve o za­
m ana değin benzerlerinden hiçbir biçimde farklılık
gösterm iyordu. Ya y e r çekim inden çıkacaktı y a Y er­
k üre çevresinde dönm eyi sürdürecek y a patlayacak
ve parçalarını y ere saçacak y a d a daha önce düşen ve
düşecek olan b ir sürü başkaları gibi düşecekti. B un­
ların tüm ünde olağanüstü hiçbir şey yoktu. O neden­
le bilgin dünyası, alışılmış ölçüde b ununla ilgilendi ve
cahil dünyası b u n a hiçbir özel ilgi göstermedi.
Yalnız -üzerinde du rm anın y erin d e olacağı bir
durum -. W h asto n sakinleri b u m eteorla ilgili h er
şeye d ah a d erin d en bağlandılar. Bu, keşfi kentin iki
on u rlu şahsiyetine borçlu olm alarından kaynakla­
nıyordu ve o n ların m alına, kendilerine özgü bir şe­
y e dönüşm üşe benziyordu. Z ate n eğer gazeteler
Bay D ean F o rsy th ve D o k to r H udelson arasın d a
h er geçen g ü n d ah a ciddi olarak v u rg u lan an re k a ­
beti duyurm am ış olsalardı, P ıın c tiu n “kom ik” d e­
diği bu kozm ik olay k arşısında belki de Ay altın d a­
ki öteki y a ra tık la r gibi neredeyse ilgisiz kalırlardı.
A m a u zu n sözün kısası, b u göktaşına b ü y ü k ilgi
gösterm eye g erek olm asa d a koşullar, çok kısa bir
sürede k am u o y u n u n eğilim lerini ne k a d a r değişti­
recekti? İn san tu tk u su n u n , doyum suzluklarm m
k arg aşasın a kendini b ırak tığ ın d a nereye k a d a r gi­
debileceğini göreceğiz.

109
Bu a ra d a d ü ğ ü n tarihi y aklaşıyordu ve yalnız b ir
h afta d ah a gerekiyordu. B ayan H udelson, Je n n y ,
Loo b ir y a n d a n F rancis G ordon ve hizm etçi M itz
öte y a n d a n arta n b ir tedirginlik içinde yaşıyorlardı.
B eklenm edik h erhangi b ir d u ru m d an kay n ak lan a­
cak b ir p atlam adan ve zıt akım larla yü k lü iki b u lu ­
tu n yıldırım ı g ü rleten o çarpışm asından hep k o rk a r
du ru m d ay d ılar! B ay F o rsy th ’nin rengini değ iştir­
m eyeceği ve Bay H u d e lso n ’u n kızgınlığının h e r fır­
satta o rtay a çıkm aya çalıştığı biliniyordu. G ökyüzü
genelinde güzeldi, hava pürüzsüz, W haston u fu k ­
ları çok açık, iki rakip, h er y irm i d ö rt saatte b ir ve
belli b ir süre b o y u nca başlarının ü stü n d en geçen
p arlak b ir haleyle göz kam aştırıcı bir biçim de sü s­
lü m eteoru görebiliyorlardı. O n u bakışlarıyla y u tu ­
yorlar, gözleriyle okşuyorlar, öz adlarıyla, F orsyth
G öktaşı, H u delson G öktaşı diye çağırıyorlardı!
Ç ocuklarıydı, canlarının canı. O, o n lara oğulun a n ­
ne bab ay a olduğu gibi aitti. G ö rü n ü şü onları sü­
rekli co ştu ru y o rd u . Y aptıkları gözlem leri, ilerleyi­
şinden, biçim inden çıkardıkları varsayım ları, biri
C incinnati G özlem evi’ne öteki P ittsb u rg Gözlem e-
v i’ne, keşiflerinin öncelik hakkını istem eyi kesinlik­
le u n u tm ad an gönderiyorlardı!
W haston S ta n d a rd ¿.a. D o k to r H u d e lso n ’a karşı
oldukça saldırgan b ir yazı, B ay D ean F o rsy th y e
atfedilen b ir kısa y azı bile yayım landı. Kimi in san ­
ların gerçek ten aşırı iyi gözleri olduğunu, b ir b aş­
kasının d ü rb ü n ü n d e n b ak tık ların d a d ah a önceden

110
görülm üş olanı b iraz fazla kolaylıkla gördüklerini
söylüyordu...
H em en ertesi g ü n ü b u kısa y azıy a y a n ıt olarak
W haston E v e n in g d e d ü rb ü n konusunda, hiç k u ş­
k u su z iyi silinm em iş, objektifine göktaşı sandığı
k ü çü k lekelerin serpiştirilm iş olduğu, eşi benzeri
olm ayan d ü rb ü n lerin b u lu n d u ğ u söylendi!...
Ve aynı zam an d a P unch, devasa k an a tla rla do­
nanm ış ve göktaşını y ak alam ak am acıyla hız y arışı­
n a girm iş iki ra k ib in o n lara dilini çıkaran b ir zebra
başının d a y e r aldığı çok benzeşen b ir k a rik a tü rü ­
n ü yayım lıyordu.
B u nunla b irlikte b u m akalelerin, b u kırıcı im ala­
rın ard ın d an iki rak ib in durum u g ünden güne k ö tü ­
leşm e eğilimi gösterse de henüz evlenm e m eselesine
m üdahale etm e fırsatları olm am ıştı. B undan söz et­
m eseler de en azından bırakıyorlardı işler y ü rü y o r­
du. K arşı k arşıy a gelm ekten kaçınm ak için hiç k a ­
tılm ayacak bile olsalar -bu gerçekten acınacak bir
d u ru m olur- tö ren yine de yapılacaktı. F rancis G or­
don ve J e n n y H udelson, eski b ir B retagne şarkısı­
nın söylediği gibi "A ncak ölüm le bitecek altın bir
bağ ile’’ d ah a az bağlı olm ayacaklardı. S onra, bu iki
dik kafalının tüm üyle küsm ek işlerine gelse de, en
azından saygıdeğer O ’G a rth S ain t-A n d rew Kilise-
si’nde evlilikle ilgili işi tam am lam ış olacaktı.
22-23 M ayıs günlerinde d u ru m u değiştirecek
hiçbir olay olm adı. A m a kötüleşm ese de hiçbir iyi­
leşm e de olm adı. B ay H u d e lso n ’la rd a yem ek sıra­


sın d a m eteo ra en k ü çü k b ir im ada bu lu n u lm u y o r­
du ve B ayan Loo, onu h ak ettiği gibi ele alam am ak­
tan dolayı k ö p ü rü y o rd u . A nnesi onun, d u ru m u d a ­
h a d a kızıştırm am ak için susm anın d ah a iyi olaca­
ğını anlam asını sağlam ıştı. Y ine de onu sadece p ir­
zolasını k eserken g ö rd ü ğ ü n ü zd e bile kü çü k kızın
göktaşını d ü şü n d ü ğ ü ve onu izinin b u lunam ayaca­
ğı k a d a r k ü çü cü k lokm alar haline getirm eyi istedi­
ği gözle gö rü lü y o rd u. J e n n y y e gelince o, d o k to ru n
g örm ek istem ediği ü zü n tü sü n ü saklayam ıyordu.
Ve belki de gerçek ten de gökyüzüyle ilgili m eşgale­
lerine öylesine dalm ıştı ki onu fark etm iyordu.
E lbette F ran cis G ordon, b u yem eklerde hiç gö­
rü n m ü y o rd u ve k endi kendine izin verdiği tek şey,
D o k to r H u d elso n b u rc u n a y en id en vasıl o ld u ğ u n ­
d a gü n lü k ziyaretiydi.
Kaldı ki dayısıyla m asada b u lu n d u ğ u n d a d a y e ­
m ek E lizabeth S o k ağı’n d a bulunan evdekinden d a ­
h a neşeli olm uyordu. B ay D ean F orsyth hiç k o n u ş­
m u y o rd u ve y aşlı hizm etçiye söz yönelttiğinde bu
beriki, havanın o g ünlerde olduğu k a d a r k u ru bir
evet y a d a b ir h ayırla ancak y an ıt veriyordu.
B ir tek kez 24 M ay ıs’ta B ay D ean F o rsy th y e ­
m ekten so n ra m asadan kalk ark en yeğenine:
“H u d elso n ’lara h âlâ gidiyor m u su n ? ” dedi.
“K u şk u su z ” diye y a n ıt v e rd i se rt b ir sesle
F ran cis.
“H u d e lso n ’lara niye gitm eyecekm iş?” diye sordu
y aşlı hizm etçi.

112
“Size söylem iyorum M itz” diye hom urdandı Bay
Forsyth, “F ran c is’e...”
—Ben de yanıt verdim dayı, evet, her gün gidiyorum.
—O ra y a siz de gitm ek zorundasınız efendim !
K ollarını çapraz k av u ştu rm u ş olan ve efendisine
dik dik b ak an M itz kendini tutamadı-
"Bu d o k to ru n b an a yaptıklarından so n ra da
m ı?’’ diye bağırdı Bay D ean Forsyth-
—D ayı size ne y ap tı?
—K eşfetm ekte sakınca görm edi...
— B izzat sizin keşfetm ekte olduğunuzu.... Fler-
kesin keşfetm eye h akkının olduğu şeyi-.- B aşkala­
rının d a y a k ın d a keşfedeceklerini... Ç ünkü söz ko­
nusu olan nedir? W h a sto n ’un görüş alanından bin-
lercesi geçen b ir göktaşı...
—Ve evim izin köşesinde b u lu n an sınır taşından
d ah a önem li olm am ası gereken... Bir taş... S ıradan
b ir çakıltaşı.
Boşu b o şu n a kendine hâkim olam aya çalışan
M itz düşüncelerini böyle dile getirdi- Ve işte o za­
m an bu y an ıt Bay D ean F o rsy th ’i çileden çıkarm a
becerisini gösterdi, artık kendine hâkim olm ayan
b ir adam o larak yanıtlıyordu:
— Pekâlâ... ben... Francis, san a doktorun evine
ayak basm ayı yasaklıyorum .
“Size itaat etm eyeceğim için üzgünüm dayı” diye
belirtti F ran cis G ordon, çok ça b a gösterm eden
kendini tu tara k , dayısının b u koşulu onu korkunç
isyan ettiriyordu. "G ideceğim ...”

113
"Evet, gidecek...” diye bağırdı yaşlı hizmetçi de
ardından. "H udelson hanım efendiyi görm eye gide­
cek... B ayan J e n n y y i, nişanlısını görm eye gidecek.”
—N işanlım ... Evlenm em g erek en kız... dayı...
—E vlenm ek?
—E v et ve d ü n y ad a h içbir şey beni engelleyem ez!
—B unu g ö receğ iz!
Bu sözler, b u evliliğe k arşı çıktığı konusundaki
kararlılığını gö steren ilk sözler üzerine salonu te rk
eden B ay D e an F orsyth, kulenin m erdivenlerini
çıktı, kapısını g ü rültüyle kapattı.
Ve aslında Francis G ordon dayısına rağm en h er
zam anki gibi Fludelson ailesinin y an m a dönm ek k a­
rarındaydı. A m a B ay F orsyth örneği y a doktor d a
kapısını ona yasaklarsa... Ya B ay Fludelson d a bu
evliliğe karşı çıkarsa?... H e r şeyin en kötüsü, karşı­
lıklı b ir kıskançlık, b ir kâşif kiniyle artık kör olmuş
b u iki düşm anın h er şeyinden korkulm uyor m uydu?
O gü n F ran cis G o rd o n kendini B ayan H udelson
ve iki kızının k arşısın d a b u ld u ğ u n d a ü zü n tü sü n ü
sak lam ak ta ne çok acı çekti. D ayısıyla yaşadığı
olay h ak k ın d a h içb ir şey söylem ek istem edi. Aile­
nin endişelerini artırm an ın ne y a ra rı olurdu!
D ayısının b u y ru k ların ı hiç hesaba katm am a k a ­
ra rın d a değil m iydi? izn in d en vazgeçm esi gereki­
y o r idiyse vazgeçecekti... Yine de özgürdü y e te r ki
d o k to r h erh an g i b ir re t n o k tasın a gelm esin... F ra n ­
cis’in dayısına rağm en yapabileceğini J e n n y b a b a ­
sına rağm en yap am ıy o rdu.

114
İşte o zam an L o o ’n u n aklına B ay D ean F o rsy th
nezdinde kişisel b ir girişim de bu lu n m a fikri geldi.
K endi kendine b aşk alarının başarısız olduğu y erd e
kendisinin başarılı olacağını söyleyerek b u uzlaştı-
rıcılık m esleğine soyunan şu on beş y aşın d ak i k ü ­
çük kızı g ö rü y o r m usunuz? A m a onun genç bir
A m erikalı b ayan old u ğunu ve b ü y ü k C u m h u ri­
y e t i n genç b ay an ların ın kendilerine çok güvendik­
lerini hiç unutm ayın. G erçek b ir özgürlüğe erişm iş
bulunuyorlar, h o şların a gittiği gibi gidiyorlar, geli­
yorlar, isteklerine göre akıl y ü rü tü y o r ve h a tta saç­
m alıyorlar. O nedenle ertesi gün k ü çü k kız, ne a n ­
nesine ne k ardeşine h ab e r verm eden çevik adım ­
larla y o la çıktı, zaten yalnız çıkm aya alışıktı ve B a­
y a n H u delson kiliseye gittiğini sanabilirdi.
B ayan Loo, belki de aslında gitm ekle d a h a iyi
y ap a c a ğ ı kiliseye g itm iy o rd u ve B ay D ean
F o rsy th 'n in evine vardı.
Francis G o rd o n o ra d a değildi ve onu karşılayan
hizm etçi M itz oldu.
Bu yaşlı hizm etçi ziyaretinin nedenini öğrenir
öğrenm ez çok haklı o larak şöyle dedi:
“Sevgili B ayan Loo, iyi yüreklilikle h arek et edi­
y o rsu n u z am a inanın b a n a girişim iniz sonuçsuz k a ­
lacak... Benim efendim deli... kesin deli... ve tüm
ko rkum b ab an ızın d a öyle olması, çü n k ü o zam an
tam felaket olacaktır...”
“B ay F o rsy th y i görm em i öğütlem iyorsunuz” di­
y e sözü aldı Loo ısrar ederek.
—H ayır... b u n u n y a ra rı olm ayacak. Sizi görm eyi
red d ed ec ek tir y a d a sizi kab u l ederse de size kesin
b ir ko p m ay a yol açacak şeyler söylem ekte sakınca
g ö rü p görm eyeceği ne m alum ?
—Yine de b a n a M itz, onu duygulandırm ayı b a ­
şaracağım gibi geliyor... G ülerek, şakıyarak ona,
“B akın B ay F orsyth, b u n ların tüm ü bitm eyecek
mi? D eğersiz b ir göktaşı için kızm anın bir anlam ı
v ar mı? Yeğeninizi, kardeşim i m utsuz... bizim h ep i­
mizi m utsuz edecek k a d a r ileri gidecek m isiniz?”
dediğim de...
“H ayır, sevgili B ayan L o o ” diye y a n ıt verdi y a ş ­
lı hizm etçi. “O n u tanırım , hiçbir şey elde etm eye­
ceksiniz... Aklı b aşın d a değil... D eli o, size te k ra r­
lıyorum ve beni dinleyiniz, ben bile ü stesinden ge­
lem ediğim e göre, zam anınızı ve em eğinizi boşa
harcayacaksınız... B ay F o rsy th yi görm eye çalış­
m ayın. K orkarım h erh an g i bir skandal d u ru m u d a ­
ha d a güçleştirecek ve belki de evliliği olanaksız k ı­
lacak tır.”
“Peki ne yapm alı... N e y ap m alı?” diye bağ ırıy o r­
du k ü çü k kız ellerini kenetlerken.
—Beklem eli sevgili B ayan Loo. B irkaç g ü n d ah a
sabır. H ayır, ö ğüdüm ü dinleyin... İyi olur... Evinize
d ö n ü n am a geçerken S ain t-A n d rew ’de azıcık d u ­
ayla ulu T an rı’dan işleri düzeltm esini isteyin... Sizi
dinleyeceğinden em inim !...
B u ndan so n ra yaşlı hizm etçi k ü çü k kızı iki k ö r­
pe y an a ğ ın d a n ö p tü ve onu kapıya k a d a r götürdü.

116
Loo, M itz’in ö ğ ü d ü n ü dinledi am a önce terzih a­
nenin ö n ü n d en geçtiğinden elbisesinin belirtilen
günde h azır olacağından em in oldu... Ç ok güzeldi,
bu elbise. S o n ra Loo, kiliseye girdi ve "işleri d ü ­
zeltm esi” için T a n rıy a d u a etti. B unun için iki ra k i­
bin h er birine onca sefaletin nedeni olan eskisini
aratm ayacak, keşfini kesin onların yapm ış olacağı
d ah a değerli, d a h a olağanüstü y eni b ir göktaşı gön­
derm eli mi!

117
IX. Bölüm

B u rad a evliliğin ön cesin d e y e r alan ve


beklen m ed ik olduğu kad ar da kesin olan
b ir saptam anın y ap ıld ığ ı g ün lerden
birk açı geçiyor.

ltı gün sonra, tam olarak b ir hafta bile d e­

A ğil, F rancis G ordon ve J e n n y H udel-


s o n ’un nikahı için sap tan an tarih 31 M a­
yıs gelecekti.
“Y eter ki o gü n e değin b ir şey olm asın" diye sü ­
rekli tek rarlıy o rd u yaşlı M itz.
Ve aslında d u ru m değişm ese de en azından bunu
d ah a kötüleştirecek hiçbir olayın olm am ası önem ­
liydi. Z ate n bu göktaşı m eselesinin iki genç n işan ­
lının birleşm esini engelleyebileceği y a d a geciktire-
bileceği m antıklı b ir kişinin aklına gelebilir m iydi?
B ay D ean F o rsy th ve D o k to r H u d elso n ’un tö re n ­
de b irb irlerin in k arşısın d a bulunm ayı hiç istem e­

118
diklerini varsayalım . Pekâlâ! O n lard an vazgeçile­
cekti. Kaldı ki onaylarını verm eleri d u ru m u n d a
varlıkları zorunlu değildi. Asıl olan b u onayın k e­
sinlikle reddedilm em esiydi... E n azından dokto-
runki, çü n k ü F ran cis G ordon dayısının sadece y e ­
ğeniydi, Jen n y , o babasının kızıydı ve onun isteği­
ne rağm en evlenem ezdi.
Bu yü zd en , M itz kendi kendine “y e te r ki o güne
değin b ir şey olm asın...” diyorsa da, d ah a güven
içindeki Loo, günde yirm i kez yineliyordu:
“N e olabileceğini gerçekten an lam ıy o ru m ! ”
F rancis G ordon, güveni m üstakbel kü çü k baldı-
zınınkine hiç de eşit düzeyde olm asa d a aynı m an­
tığı y ü rü tü y o rd u :
“B ay H udelson ve dayım birbirlerine karşı acınası
bir tutum içindeler... A m a artık kavgalarını daha da
vahim leştirecek bir şeyin olabileceğini sanm ıyorum .
Lanet göktaşı keşfedildi. İster bu beriki ister şu öteki
taralından keşfedilmiş olsun b undan hiç etkilenmi­
yor. U zayda yürü y ü şü nü düzenli bir biçimde sürdü­
rüyor ve b u koşullarda kuşkusuz sonsuza değin sür­
dürecek. Dayım ın ve Bay H udelson’un talepleri bili­
niyor, kayıt altına alındılar ve d ah a fazlasını yapam a­
yacaklar ve h er şey zam anla yatıştığından sevgili
J e n n y yle evliliğim iki aileyi içtenlikle bağladığı za­
m an rekabetleri de sonunda durulacak!... Ö nem i
yok, öm rüm den bu altı günü silmek isterdim !.”
İşte! 26 M ay ıs’ta n 3 1 'ine seve seve atlanılacak
böyle d u ru m lar v ard ır ve özetle o rtalam a üç bin sü ­

119
ren b ir insan ö m rü n d e b ir h afta n ed ir k i! A m a b u
silme, b u n u y ap m ak onun gücü sınırları içinde d e ­
ğil ve F ran cis G o rd o n kendisini d ü ğ ü n g ü n ü n d en
hâlâ ay ırm ak ta olan y ü z k ırk d ö rt saati yaşam aya
b oyun eğm ek z o ru n d a kaldı.
D o ğ ru su m eteor h ak k ın d a söyledikleri d o ğ ru y ­
du. H a v a güzel olm aya devam ediyordu ve W has-
ton gökyüzü hiç b u denli d u ru olm am ıştı. G üneşin
doğuşu v a b atışın d an sonra y o k olup giden biraz
sabah ve ak şam ü stü pusu. H avanın berraklığını
tek b ir p arça su b u h arı bozm uyordu. G öktaşı aynı
y e rd e d oğup b a ta ra k düzenli b ir biçim de o rtay a çı­
kıyordu, y ıldızların yaptığı gibi, doğru, yıldız y ılı­
nın üç y ü z altm ış altı g ü n ü n ü n o lu şturduğu d ö rt
dakikalık b u ilerlem e olm adan. H ayır, m ükem m el
b ir k ro n o m etren in dakikliğiyle ilerliyordu. G ö rü ­
n ü r olduğu ve cep d ü rb ü n lerin in y o lu n u gözlediği
ve hızlı gezisinde izlendiği h er y erd e olduğu gibi
W haston da da. Işık saçan halesi aysız gecelerin o r­
tasın d a ışıldıyordu ve bin b ir objektif, geçerken
onu y ak alıy o rd u .
B ay F o rsy th ve H u d e lso n ’un onu gözleriyle y u t­
tuklarını, onu k apıyorm uş gibi kollarını u za ttık ları­
nı, ciğerleriyle dolu dolu onu soluduklarını eklem e­
y e gerek v ar mı! K u şkusuz kalın bir b u lu t ta b a k a ­
sının a rd ın d a onların b ak ışlarından saklanm ası d a ­
h a iyi o lu rd u ! O rta y a çıkm ası sadece onları b irb ir­
lerine k arşı d a h a çok kışkırtıyordu. B u yü zd en
M itz, y a tağ ın a gitm eden önce penceresinin önüne

120
geldiğinde y u m ru ğ u y la onu teh d it ediyordu. B oşu­
n a tehdit, m eteor yıldızlarla n o k ta n o k ta olmuş
g ö k k u b b ed e ışıklı y o lu n u çizmeyi sü rd ü rü y o rd u .
Ş u n u d a söylem ek uygun olur, doğrusu göktaşı
g erçek b ir b aşarı elde etm işti ve üzerinde dolaştığı
tü m kentlerde, gece o lduğunda halkın alkışlarıyla
selam lanıyordu, özellikle W h a sto n ’da. B inlerce b a ­
kış, u fu k ta onun o rtay a çıkacağı y e ri gözetliyordu
ve onu ancak k arşı ufkun ard ın d a kaybolduğu a n ­
d a b ırakıyordu. G erçekten de o, b u sevim li Virgi-
nia k entine d a h a özel olarak aitm iş gibiydi, çünkü
göktaşlarının gökküm esi içindeki varlığının ilk kez
duyurulm asını, çok saygıdeğer y u rtta şla rın d a n iki­
sine borçluydular.
Ve aynı şekilde şunu d a söylem ek gerekiyor;
k e n t iki k am p a bölünm üştü: D e an F o rsy th ’y i tu ­
tanlar, D o k to r H u d e lso n ’u tutanlar. İlkini şiddetle
destekleyen gazeteler, hiddetle İkincisinden y a n a
olan gazeteler v ard ı. O y sa C incinnatti ve P itts-
b u rg gözlem evleriyle yapılan b ağ lan tılard a n an la­
şıldığı k ad a rıy la eğer m eteor, iki W h asto n lu göz­
lem ci ta ra fın d a n aynı gün y a d a d a h a çok aynı g e­
ce, aynı saatte, aynı dakikada, aynı saniyede keşfe-
dildiyse b u öncelik hakkı so ru n u n u n , o rtay a çık­
m am ası gerek tiğ in e de dikkati çekm ek gerekiyor.
Yine de ne M o r n in g W haston ne E v e n in g W has-
ton, ne S ta n d a rd W haston b u n d a n vazgeçm ek is­
tem iyorlardı. K avga, kulenin tepesinden, b u rc u n
tep esin d en red ak siy o n b ü ro la rın a k a d a r iniyordu

121
ve ciddi k arışık lık lar beklem ek gerekiyordu. D a h a
şim diden m eselenin tartışılacağı m itinglerin d ü ­
zenleneceği b ild iriliyordu ve ö zg ü r A m erik a’nın
y u rtta şla rın ın taşkın kişilikleri göz önüne alın d ı­
ğında, b u n d a n k u şk u duyulur, kim bilir ne ölçüsüz
b ir dille! Ve sözlerle y etinilecek m idir?... Eylem e
geçilm eyecek m idir? İki ta ra f en so n u n d a y a k a p a ­
ça olm ayacak m ıdır?... B ıçaklar ceplerden çıkm a­
y a c a k ve tab an c alar kendi kendilerine p atlam ay a­
cak m ıdır?...
O nedenle B ayan H udelson ve J e n n y endişe
içinde bu kaynam anın h er gün artığını g ö rü y o rla r­
dı! Loo b o şu n a annesini y atıştırm a k istiyordu,
F ran cis b o şu n a nişanlısını y atıştırm a k istiyordu.
İki rakibin kafalarının giderek d ah a çok attığını, şu
bağışlanam az aşırı kışkırtm alara m aruz kaldıkları­
nı çok iyi biliyorlardı. Bay D ean F o rsy th ’nin ağzın­
dan kaçan d o ğ ru y a d a yanlış sözler, B ay H udel-
so n ’un söylediği gerçek y a d a u y d u rm a laflar a k ta ­
rılıyordu. E ğ er bu beriki H udelson m itinginde ta ­
ra ftarların a söylev çekm ek için b u rc u n d an inerse,
öteki F orsyth m itinginde tara ftarla rın a b ir söylev
çekm ek için kulesinden inerse iki halk ayaklanm a­
y a c a k m ıydı? B unu o güne değin çok olaysız olan
bu kentin sokaklarını k a n a bulayacak k o rk u n ç b ir
m ücadele izlem eyecek m iydi?...
İşte bu ko şu llarda sesi, b u n u söyleyebiliriz, tüm
d ü n y ad a y an k ılan a n b ir gök gürlem esi m eydana
geldi.

122
Peki, patlam ayı, gökkubbeye çok sayıda y an k ıy ­
la y an sıy acak olan b ir patlam ayı gerçekleştiren
göktaşı m ıydı?
H ayır! Bu k o n u d a içiniz ra h a t etsin. S adece E s­
ki ve Yeni K ıta’m n tüm cum huriyetlerine, tüm
krallık ların a telefon ve telgrafın elektrik hızıyla
y ay d ık ları b ir h ab e r söz konusu. E ğ er a n cak b u d e­
rece şaşkınlıkla karşılanabilecek b ir m eteorsal bilgi
varsa, o d a en zor inandırılabilenlerin bile tüm üyle
d o ğ ru lu ğ u n u k ab u l etm ek zo ru n d a kaldıkları bu
bilgi oldu.
Sözü edilen bilgi, ne Bay H u d e lso n ’un b u rc u n ­
dan ne B ay D ean F o rsy th ’nin kulesindan ne de
h a tta P ittsb u rg G ö zlem ev in d en y a d a C incinnatti
G özlem evi’n d en geliyordu. H ayır! B u denli b ek ­
lenm edik b ir k eşif 2 6 y ı 27 M ayıs’a bağlayan gece
B oston G özlem evi’nden yapılm ıştı ve y a n k ı uy an ­
dırm ası kim seyi şaşırtam ayacaktı.
H e r şeyden önce çok sayıda insan onu hiç kab u l­
lenm ek istem edi. B irileri için bu çok geçm eden
yanlışlığı k abul edilecek b ir hataydı, ötekileri için­
se ancak m ünasebetsizlerin akıl edebilecekleri bir
y u ttu rm aca!
B u nunla b irlikte B oston G özlem evi bilginleri,
bu tü r b ir şak ay a kendilerini k ap tırm ay acak k ad a r
ciddi ad am lar o larak kabul ediliyorlardı. Bu sözde
keşfin, bu b ü y ü k ulusal k urum un, “evrenle dalga
geçm eyi” isteyen astronom i öğrencilerinin çılgın
beyinlerinde do ğ d u ğu varsayılsa bile, W ashing-

123
to n ’u n b ir y erg i sayfasında söylendiği gibi y ü ce
m evkiinin görevlerine iyice inanm ış olan m üdür,
geçm esine izin verm ezdi y a d a en azından yirm i
d ö rt saat içinde b u n u yalanlardı...
O y sa hiçbir şey olm adı ve bilginin doğruluğunu
k abul etm ek y erin d e oldu.
Kaldı ki işte Birleşik D evletler’in başlıca kentleri­
nin aldığı kısa h aber ve bu k onuda herkes hem fikir
olacaktır, hiçbir zam an telgraf telleri bu k adar doğru
ve bu k ad ar inanılmaz b ir haberi ulaştırm am ışlardı.
Aynı gün B irlik’in b ir sürü gazetesinin yayım la­
dığı kısa h ab e r şöyle diyordu:
“V irginia eyaleti W h asto n kentinin iki saygıde­
ğ er y u rtta şın c a P ittsb u rg ve C incinnatti G özlem ev­
lerinin d ik k atin e sunulan ve Y erküre çevresinde
d ö n ü şü n ü b u ray a k a d a r m ükem m el b ir düzende
tam am layan göktaşı, incelendi ve özel bileşimi b a ­
kım ından araştırıldı.
Bu araştırm ad an , bu gözlem den, bu in celem e-,
den aşağıdaki bilgiler elde ediliyor.
Bu gök taşın d an y ayılan ışınlar ta y f analizine ta ­
bi tu tu ld u ve yönlerinin konum u bileşim inin en
açık biçim de öğrenilm esine olanak verdi.
Işıklı halesinin çevrelediği ve gözlem lenen ışınla­
rın h arek et noktası olan çekirdeği hiç de gazlı y a p ı­
d a değil, k atı y ap ıd a. H av a taşlarının çoğunluğu­
n u n olduğu gibi ham dem irden değil, ne de küçük
taşlı kürecikleri içeren b u m agnezyum silikat, peri-
d o ttan oluşm uş.

124
Bu göktaşı altından, saf altından ve gerçek değe­
ri belirlenem iyorsa bu, o rtaya çıktığı koşullarda ve
uzaklaşm ası d a h esab a katılarak çekirdeğinin b o ­
y u tların ı ölçm enin m üm kün olm am asındandır.”
Tüm d ü n y an ın bilgisine sunulan kısa h ab e r böy-
leydi. E tkisi ne oluyordu, b u n u hayal etm ek ta rif
etm ekten d ah a kolay. Altın b ir k ü re d ü n y a çevre­
sinde ve y ü zey in d en elli kilom etreden d ah a az bir
uzak lık ta d ö n üyordu... D eğeri sadece çok sayıda
m ilyar edebilen değerli b ir m etal yığını... İster biz­
zat kendisinden ister atm osfer tabakalarının o rta ­
sındaki hızından k ay n aklanan ısınm adan olsun
ışıklı b ir küre!...
Ve b ir süre so n ra kesinlik k azanan şey, Boston
kim yacılarının kesinlikle h ata yapm am ış oldukla­
rıydı ve öteki ülkelerdeki m eslektaşları göktaşının
ışınlarını analize tabi tu ta r tutm az, bu ışınların za­
ten akışkanlığa yol açacak yeterlilikte olm ayan bir
sıcaklıkta b u lu n an altın b ir çekirdekten ancak ge­
lebileceğini k ab u l ettiler.
W h a sto n ’a gelince böyle b ir keşfin onuru, bu
kente ve d ah a özel olarak D ean F o rsy th ve S ydney
H udelson ad ın a sahip, b u n d an böyle ünlü iki v a­
tan d aşa aitti.
N e y azık ! Böyle b ir h ab er rekabetlerini azaltm ı­
yor, eskinin dostlarını yakınlaştırm ıyor, iki ailenin
duru m ların ı d a h a az gergin kılm ıyordu. Tersine
olağanüstü keşiflerinin öncelik h ak k ım talep etm e
k o n u su n d a sadece d ah a hırslı olacaklardı.

125
Belli ki Y aratıcı d a h a k ü çü k kızın dileklerini k a ­
bul etm em işti. F ran cis G o rd o n 'u n dayısına ve
J e n n y H u d e lso n ’un b ab asın a gönderdiği hiç de y e ­
ni b ir göktaşı değildi ve y ö rü n g esi W h a sto n 'u n te ­
p esinden geçen bu altın k ü re için edecekleri kavga
d ah a şiddetli olacaktı!

126
X. Bölüm

B u ra d a bu kez B a y a n A rcad ia W a lk e r’ı,


son d erece sab ırsızlık la S e th S ta n fo rt’u
bek lerk en ve ard ından olan ları görüyoruz.

sabah hizm etçisi K ate o d ad a gidip gelir­

O ken Yargıç P ro th penceresindeydi. B akı­


y o rd u ve şu ndan em in olun, göktaşının
W h a sto n ’un ü stü n d en geçip geçm ediğini görm eye
hiç m eraklı değildi. Bu olay, ne o lu rsa olsun, onu
hiç de ilgilendirecek b ir olay değildi. H ayır, sakin
evinin kapısının açıldığı A nayasa M ey d a m ’n a göz
gezdiriyordu.
Am a Bay P ro th 'u n ilgisini uyandırm ayan şey bel­
ki de K ate y e biraz önem li gibi geliyordu ve daha
şim diden iki y a d a üç kez efendisinin önünde d u ra­
ra k tekrarladığını b ir dördüncü kez söylemişti:
- Ö yle mi efendim , altından m ıym ış?...

127
“Ö yle gib i” diye y a n ıt verdi yargıç.
—B unun sizin üzerinizde hiç de b ü y ü k b ir etkisi
olm uş gibi g ö rü n m ü y o r efendim ?...
—G ö rd ü ğ ü n ü z gibi K a te !
—Yine de altın d an ise m ilyonlar etmeli...
—M ilyonlar, m ilyarlar Kate, evet... b u n lar b aşı­
m ızın ü stü n d e gezinen m ilyarlar am a biraz uçarken
yakalayam ayacağım ız k a d a r uzaktalar...
—N e y azık !...
—K im bilir K ate?
— D ü şü n ü n efendim , y e ry ü zü n d e artık m utsuz
kim se olm ayacak...
—Yine b ir o k a d a r olacak Kate...
—Yine de efendim ...
—Bunun iyice açıklanması gerekecek... Bir kere Ka­
te, bir milyarın ne olduğunu düşünebiliyor musun?...
—Belli belirsiz efendim ...
—B ir m ilyonun bin katı...
—O k a d a r çok mu?
—E vet K ate ve y ü z yıl yaşayacaksınız ve doğdu- ■
ğu n u z g ü n d en ö ldüğünüz saate k ad a r b ir m ilyarı
saym a zam anınız olm ayacak...
—O lab ilir mi efendim ?...
—Kesin bile!
Hizm etçi b ir m ily a rı' saym ak için b ir yüzyılın
yetm eyeceği düşüncesi k arşısında tükenm iş gibi
kalakaldı!... S o n ra y e r süpürgesini, toz süpürgesini
aldı ve işe koyuldu. A m a h e r d ak ik a d u ru y o r ve g e­
lip gökyüzünü seyrediyordu.

128
Hava hep harika ve gökyüzü gözlemleri için elverişli.
E lbette -içgüdüsel o larak da- K ate, tüm W has-
ton halkının bakışlarını yönelttiği şu gökkubbesine
bakıyordu. M eteo r onu, m ıknatısın dem iri çekm esi
gibi çekiyordu. B u n u n la birlikte b ir an geldi ki K a­
te kendininkileri, E x te r Sokağı girişinde d u ra n iki
kişilik b ir g ru b u efendisine göstererek bizim basit
toprağım ıza d oğru indirdi:
“B akın efendim ” dedi... “Ş u rad a bekleyen şu iki
b ay an ..”
—P ekâlâ Kate, onları görüyorum ...
— Birini tanım ıyor m usunuz? d a h a uzununu...
sabırsızlıkla tep in ir gibi görünenini...
— G erçek ten tep in iy or Kate... am a... kim dir bu
bayan, bilm iyorum ...
— Elendim , sizin huzurunuza evlenmeye gelen...
iki ay önce... attan inmeden... m üstakbel kocası da...
— B ayan A rcad ia W alker?... diye so rd u Bay
J o h n P roth.
—Evet... B ay S eth S ta n fo rt’un saygıdeğer karısı.
“G erçek ten b u o ” diye belirtti yargıç.
“P eki bu b ayan b u ra y a ne y ap m ay a g eliy o r?” di­
y e sözü aldı Kate.
“B unu b ilm iyorum ” diye yan ıtlad ı B ay P roth.
— Yeniden sizin hizm etlerinize gereksinm eleri
olabilir mi efendim ?...
“Bu olası değil” diye belirtti y arg ıç ve pencereyi
k ap attık tan so n ra çiçek bahçesine indi, çiçekleri
ondan özenli bakım ını istiyorlardı.

129
Yaşlı hizm etçi h ata yapm am ıştı. Bu kesinlikle,
b u gün, b u sab ah saatinde oda hizm etçisi B erth a ile
W h asto n ’d a b u lu n an B ayan A rcadia S tanfort'tu.
Ve h er ikisi de E x ter Sokağı bo y u n ca uzun uzun
bak ışlar fırlatarak sabırsız adım larla gidip geliyor­
lardı.
O an d a belediye saati on kez çalıyordu. B ayan
A rcad ia onları saym ış gibi g ö rünüyordu.
"H âlâ b u ra d a değil” diye haykırdı.
“B ay S tan fo rt ran d evu g ü n ü n ü unutm uş olam az
m ı?...” dedi B ertha.
"U n u tm u ş!” diye tek rarlad ı genç kadın. "Yargı­
cın önünde evlendiğim iz gün, B ay S tanfort onu
unutm am ıştı... ve o gün gibi b u n u d a u n u tm ay acak ”
—H aydi, sabırlı olun efendim ...
—Sabır... sabır! K afana estiği gibi k o nuşuyorsun
B ertha!
"Belki de... yine d e ” diye başladı oda hizm etçisi,
"Bay S tan fo rt d ü şü n d ü m ü ...?”
—D üşü n d ü ...?
— Evet... tasarılarınızı artık uygulam ayacak bi­
çim de...
"K arar verildi, y erin e g etirilecektir” diye açıkla­
dı B ayan S tan fo rt kararlı b ir sesle "Ve zam an d ü ­
şünm e zam anı değildir.... durum d ah a uzun süre
uzatılam azdı... d a h a d a kötüleşm eden... E v ra k la­
rım düzenlendi, d o ğ ru değil m i?...
—E lbette efendim .
—Aynı biçimde, Bay Stanfort’unkiler de değil mi?...

130
“A rtık sadece y arg ıcın im zası eksik” diye y a n ıt
verdi B ertha.
“Ve ikinci kez, b u d a birinci k a d a r geçerli ola­
cak ” diye ekledi B ayan A rcadia S tanfort.
S o n ra E x ter Sokağı n a doğru çıkarak b irkaç
adım attı, o da hizm etçisi de onu izledi.
“B ay S ta n fo rt’u ayrım sam ıyor m u su n ?...” diye
so rdu d ah a sabırsız b ir ses tonuyla.
—H ay ır bayan am a belki de B ay S tan fo rt W ilcox
G arı tarafın d an gelm eyecek...
—A m a y a R icm o n d ’dan geliyorsa?
—B irbirinizi te rk ettiğiniz on beş g ü n d en b u y a ­
n a bayan, B ay S ta n fo rt’u hiç görm edim ... ve W has-
to n ’a öteki g ard an gelip gelm eyeceği ne m alum ?...
Ve B e rth a ’nın b u gözlemi üzerine B ayan S ta n ­
fort m eydanın öte y a n m a döndü.
“H ayır... hen ü z kim se yok... k im se!...” diye y in e ­
ledi. “B eni bekletm ek.... aram ızdaki anlaşm aya gö­
re... B ugün 27 M ayıs değil m i?”
—E v et bayan.
—Ve saat on b u ç u k oluyor?...
—Beş d ak ik a sonra...
—Pekâlâ... B ay S tan fo rt sabrım ı taşıracağını d ü ­
şünm esin!... G erek irse b ü tü n gün bekleyeceğim ve
W h a sto n ’d an B ayan Seth S tanfort, B ayan A rcadia
W alker olm adan çıkm ayacağım !
Ve elb ette A n a y asa M ey d an ı o telleri insanları,
iki ay önce y a p m ış o ld u k ları gibi, b u genç kad ın ın
gidiş gelişlerini, o n u y arg ıc ın ö n ü n e g ö tü rm ek

131
için b ek ley en atlın ın sabırsızlığını fark etm iş ol­
d u k ları gibi fa rk ed ebileceklerdi. B elki de B aj'an
S ta n fo rt'u n b u o lağan olm ayan d av ran ışla rın ı
g ö rd ü k ç e k afaları ilk defad ak in e o ra n la d a h a d a
k arışa cak tı. Ve ne v arsay ım la r ü re te cek le rd i?...
A m a o g ü n hepsi, kadın, erkek, çocuk tüm üyle
b a ş k a b ir şey d ü şü n ü y o rla rd ı... şu a n d a tüm
W h a s to n ’d a B ayan S ta n fo rt’un k u şk u su z d ü şü n ­
m em ekte tek b aşın a kaldığı şeyi... B üyük h ab e rin
iki d ü n y an ın bilgisine su n u lm asın d an b u y a n a n e ­
red ey se y irm i d ö rt sa a t geçm işti. Ve te k ra rlıy o ru z
b u sevim li W h a sto n ken tin i d a h a özel o lara k ilgi-
len d iriy o ra b en ziy o rd u . S ak in leri sadece h a rik a
m eteorla, o n u n k en tlerin in ü stü n d e n düzenli geçi­
şiyle m eşguldüler. A nayasa M e y d a n ı’n d a to p la ­
nan g ru p lar, hizm etliler o tellerin k a p ısın d a a rtık
B ayan A rc ad ia S ta n fo rt’u n varlığını m era k etm i­
y o rla rd ı. A m a g ö k taşın ın gelm esini sab ırsızlık la
b ek liy o rlard ı, o n u n kocasın ın gelm esini b ek led i­
ğ in d en d a h a az sab ırsızlıkla değil, id d ia edildiği
gibi A y’ın in san b ey in leri üzerin e b ir etki y a p ıp
y ap m ad ığ ın ı bilm iy oruz am a aslın d a ay sa rla r y o k
m u ?... N e o lu rsa olsun Y e rk ü re ’m izde o g ü nlerde,
m ily arlar d eğ erin d e b ir k ü tlen in b aşların ın ü s tü n ­
de gezindiği d ü şü n cesiy le yem eyi, içm eyi u n u ta n
in anılm az m ik ta rd a “m e te o rsa rla r” b u lu n d u ğ u n u
id d ia etm ek te de sak ın ca y o k . Ah! ile rle rk e n onu
d u rd u r a b ils e le rd i, k a s a la rın a k o y a b ilse le rd i...
am a y o lu ?

132
H e r biri ayrı y ö n d en gelm iş olan Bay ve B ayan
S tan fo rt W h asto n sulh yargıcı önünde sözleşm e al­
tın a alınan evliliklerinden sonra R icm ond’a birlikte
y o la çıkm ışlardı. B irkaç h aftadan bu y a n a hazırla­
n an ve servetleri sayesinde tüm m odern konforunu
sağladıkları y erleşecekleri ev o ra d a bulunuyordu.
V irginia b aşk entinin en güzel ve en zengin m ahal­
lesinde, k entin sol kıyısında y e r alan J a m e s Irm ağı
m anzaralı b ir köşk. O rad a, B ayan A rcadia S ta n ­
ford un, en önde gelenler arasın d a sayılan ailesinin
b irk aç üyesine b irkaç ziyaret y a p m a zam anı kadar,
sadece b ir h afta kaldılar.
Belki de soğuk m evsim in başlangıcında olsalar­
dı, saygın çift, tüm kış b oyunca köşklerine y erle şir­
di. O y sa nisanın ilk tom urcukları d allard a daha
şim diden oluşuyordu ve ilkbaharın ilk kokuları
kendini d u y u rd u ğ u n d a b ir balayı seyahatinden d a ­
h a hoş hiçbir şey olam azdı. Z aten B ay S eth S ta n ­
fort ve A rcadia W alk er evlenm eden önce y olculu­
ğa d ü şk ü n d ü ler ve elbette bu ateş so n ra d a sönm e-
yecekti. B irleşm elerinin bir yolculukta, şu W h as­
to n y o lcu lu ğ u n d a tam am landığı bile söylenebilir.
B oston ve T renton m ahkem e kalem lerince doğru
ve eksiksiz d o ld u ru lara k verilen izin belgeleriyle
d o n an d ık tan so n ra bilinen y eterin ce acayip koşul­
lard a gidip evlenm ek onlara ilginç görünm üştü.
Böylece R icm o n d ’a d ö n üşlerinden sekiz gün
sonra B irleşik D ev letler y u rttaşların ı ötekilerinden
ayıran tüm üyle A m erikanvari o hızla, C arolina y a

133
Immşıı to p rak la rd a ziyaret dışında, en azın d an ge­
niş ovaları dolaşm ışlar, dağları aşm ışlardı.
1)e ın iryollarında, istim botlarda, at arab aların d a
son sü ra t bu gezilerde ne olup bitm işti? İki eş yol-
l.ırda hep iyi anlaşm ışlar m ıydı?... H e r fırsatta, h er
şeyde uyum ları m ükem m el olm uş m uydu?... Evlili­
ğin ilk g ü n lerinde y ü re k te çalan o m üziğe hiçbir
uyum suz n o ta karışm am ış m ıydı?... Bu balayım
herhangi b ir b u lu t k arartm ış m ıydı?...
Kesin olan, R icm ond’dan h arek etten üç hafta
sonra Bay ve B ayan S ta n fo rt’u n dö n d ü k leri k ö şk ­
lerinde o rtak y aşa m a y en id en başlam adıklarıdır.
Sonra, b u n d an sekiz gü n so n ra b ay b ir ta ra fa gidi­
yordu, b ayan b ir tarafa... A raların d a iletişim k u ra r­
larsa bu sadece m ek tu p ve telgrafla oldu... E lektrik
leli üzerinde seslerin değiş tokuş olduğu, b u lu ştu ­
ğu, anlaştığı telefonla değil am a d a h a az içten b ir iş­
leyişi olan telgrafla 27 M ayıs tarihinde, sabah saat
onda, W h asto n k en tin d e ra n d ev u verildi.
O y sa saat on b u çu k tu ve yalnız B ayan A rcadia
S tan fo rt b u ra n d ev u d a b u lu n u y o rd u . Ve b u d u ­
n u n d a tek rarlıy o rd u :
—O n u gö rm ü y o r m usun B ertha?...
—H ayır bayan.
—F ikir değiştirm iş olabilir m i?...
—B üyük olsılıkla!...
“A m a b en değiştirm edim . B en!...” diye y a n ıt
verdi B ayan S tan fo rt k ararlı b ir to n la “Ve değiştir­
m eyeceğim !...”

134
O a n d a m eydanın u c u n d a çığlıklar yükseldi. G e­
çenler o y a n a d o ğ ru atıldılar. Y üzlerce kişinin kom ­
şu so k ak lard an k o şup gelm esiyle kalabalık kısa sü ­
rede h atırı sayılır b ir sayıya ulaştı. Ve h a tta b u g ü ­
rü ltü p atırtı seslerini du y u n ca B ay J o h n P ro th
bahçesini b ırak tı ve sadık K ate’inin eşliğinde gelip
evinin eşiğinde y erin i aldı.
"İşte o... İşte o...”
M ey d a n d a ve onu çevreleyen otellerin p en c ere­
lerindeki m eraklıların ağızlarından çıkan sözcükler
b unlardı.
Ve b u sözcükler, “İşte o! İşte o !” B ayan A rcad ia
W a lk e r’in isteğine öylesine güzel karşılık v e riy o r­
du ki,
“S onunda... S o n u n d a !” diye h ay kırm adan ed e­
medi.
“A m a h ay ır b ay a n ” diye oda hizm etçisi o n a söy­
lem ek zo ru n d a kaldı. “B u henüz beyefendi d eğ il!”
Peki, öyleyse m illet niçin b u şekilde alkışlam ış
ve hangi nedenle gelişini beklem iş olabilirdi?
Z ate n tüm başlar gökyüzüne d oğru kalkıyordu,
tü m kollar u fkun kuzeydoğu tarafın a doğru u za tı­
lıyordu, tüm b ak ışlar b u y ö n e yöneliyordu.
Y oksa bu, k entin üstü n d e günlük o rtaya çıkışını
y a p a n ünlü göktaşı m ıydı?...Ve halk geçişini selam ­
lam ak için mi m eydanda toplanm ış b ulunuyordu?...
Hayır... Kule ve b u rc u n dürbünlerinin m eteoru
u fu k ta yakalayabilecekleri saat gelmemişti. G ece ol­
m ad an kendini o ra d a gösterm eyecekti... Y erküre

135
çevresinde dönüş süresi kendi ekseni çevresinde
dönüş süresine eşitti, b u n u biliyoruz. O y sa Bay D e ­
an F orsyth ve D o k to r H udelson tarafından bildiril­
diği gibi ilk kez G üneş battık tan sonra ortaya çıktı­
ğından sadece o an d a g ö rü n ü r oluyordu ve eğer sis
çoğunlukla, b ü y ü k çoğunlukla onu ölüm lülerin gö­
zünden saklam azsa h er akşam böyle olm uştu.
H em en o a n d a kalabalığın alkışları kim e y ö n el­
tilm işti peki?...
“H anım efendi... Bu b ir b alo n ” dedi B ertha. “B a­
kın... işte S ain t-A n d rew Kulesi ni aşıyor....”
“B ir b alo n ” dedi aynı zam anda B ay J o h n P roth,
b u n u n kesinlikle onca tapınılan m eteor olm asını is­
teyen Kate e y a n ıt olarak.
Balon ağır ağ ır y ü k sek bölgelere d oğru y ü k seli­
y o rd u . İçinde b ir y ardım cısının eşliğinde ünlü W al­
te r V ragg vardı. Bu y ükselm e göktaşını d ah a elve­
rişli ko şu llard a tanım ak am acını g ü d ü y o rd u ve a k ­
şam a k a d a r uzam alıydı. R ü zg âr g ü n eybatıdan esti­
ğinden balon ö n ünde sürüklenm iş olm alıydı ve sa­
dece beş y a d a altı bin m etreye ulaşınca W alter
V ragg belki de parlay an halesinin ortasındaki altın
çekirdeğini görm eyi b aşaracaktı... Ve ola ki so n u n ­
d a boyutlarını öğrenecekti?...
H iç kuşku y o k ki, b u uçuş kararlaştırıld ığ ın d a
B ay D ean F orsyth, yaşlı hizm etçi M itz ’in d eh şeti­
ne rağm en F ran sızların dediği gibi “tam d a o rad a
olacak kişi olm ayı” istem işti, B ayan H u d e lso n ’un
d a h a az olm ayan dehşetine karşın d o k to r d a aynı

136
şekilde. A m a balon p ilotunun sepetinde sadece bir
kişiye su n ulacak y e r vardı. B undan dolayı aynı id­
dialarla itiraz eden iki rak ip arasın d a m ektuplar
aracılığıyla b ü y ü k kavga oldu. S onuç o larak W al­
te r V ragg’a y ard ım için h er ikisi de b aştan savılm ak
zo ru n d a kalındı, b u d a sonsuz derecede onun y a r a ­
rın a olacaktı.
Aşağı y u k arı iki bin ayak yükseklikte, bu irtifada
d ah a şiddetli b ir akım a kapılan balon, hızla kuzeye
doğru göktaşının önüne sürüklendi ve kalabalığın
son h u rralarıy la selam lanarak gözden kayboldu.
Sabırsızlıkları, gaileleri ne olursa olsun B ayan
S tan fo rt gözleriyle onu izlemişti ve ölçülü ve sakin
b ir adım la y ak laşm a k ta olan B ay S ta n fo rt’u hiç
fark etm em işti.
Y anında olduğunda,
“İşte b u radayım b ay a n ” dedi eğilerek.
“İyi bayım " dem ekle yetindi önce B ayan A rcadia
S tanfort, B erth a saygı gereği ark a d a d u ru rk en .
Ve b u soru ve yanıtlar, k u ru lu ğ u söylendikçe
artm ak tan öteye gitm eyen b ir to n d a soruldu, cevap
alındı.
—S onunda... İşte buradasınz... S eth Bey?
- Bu ra n d ev u y u kaçırm a niyetim olam azdı A rca­
dia hanım efendi.
—B ir saattir buradayım ...
- Sizi beklettiğim için üzgünüm am a dem iryolla­
rın a çatm aksınız. B ir m akinedeki aksaklık y ü z ü n ­
den trenim iz geç kaldı....

137
—B ir an sandım ki şu gözden kaybolan balonla
gittiniz.
— N e! D u ru m u m u zu karşılıklı düzene sokm a­
dan!...
B ayan S tan fo rt, d u d ak ların a yayılan gülüm se­
m eyi d u rd u rd u ve B ay S etb S tan fo rt y en id en onun
k ad a r ciddi oldu.
“Ş ak a y ap m ak söz konusu değil" diye başladı ve
“Son buluşm am ızda birbirim ize söyleyeceklerim i­
zin tü m ü n ü söylediğim ize gö re....”
“Yine de onları tek rarlam ak y ararsız olm ayacak”
diye belirtti B ay Seth S tanfort, “H içb ir yanlış an la­
m a olm am ası için...”
— P ekâlâ ve zaten sanıyorum bu son söyleşi tek
b ir tüm ceye sığdırılabilir...
—H angisine?
— O rta k y aşa m d a n vazgeçerek akıllıca b ir şey
y apıyoruz...
—Sizin gibi d ü şünüyorum ...
—Ve de kesinlikle birbirim iz için y aratılm ad ığ ı­
mız...
—Bu konuda görüşünüzü tam am en paylaşıyorum .
— E lb ette B ay S tanfort, niteliklerinizi y ad sıy o r
değilim...
—Sizinkileri de ben tam değerleriyle takdir ediyo­
rum, bundan hiç kuşku duymamanızı rica ediyorum...
—Aynı zevklere sahip olduğum uzu sandık ve o n ­
lara sahip o lduğum uzu d a in k âr etm iyorum , en
azın d an sey ah at kon usunda...

138
— Ve y in e A rcadia hanım efendi, gidilecek y ö n
k o n u su n d a hiç aynı görüşe sahip olam adık...
—G erçekten de b en güneye doğru gitm eyi istedi­
ğim de sizin isteğiniz kuzeye doğru gitm ekti...
— Ve benim niyetim batıya doğru gitm ek oldu­
ğ u n d a sizinki d o ğuya d oğru gitm ekti!...
— B u d u ru m d a b a ş la rk e n sö y led iğ im i t e k r a r ­
lıy o ru m efen d im : Biz b irb irim iz için y a r a tılm a ­
m ışız..
—Bu k o nuşm anın başlangıcındaki gibi ancak gö­
rü şü n ü zü tüm üyle paylaştığım ı tekrarlayabilirim
efendim.
— G ö rü y o rsu n u z bayım , h ay a tta h er zam an b a ­
ğım sız oldum , kendi öz iradem in dışında b aşk a y a ­
sa h içbir zam an olm adı...
—B unu fark ettim bayan ve üstelik b u eğitim çok
sayıda genç A m erikalının aldığı b ir eğitim ... B unu
ne ayıplıyorum ne de onaylıyorum am a sonuç ola­
rak... evliliğin y ü k ü m lülüklerine uygun b ir biçim de
hazırlam ıyor...
“B una k atılıy o ru m ” diye y an ıt verdi B ayan A r­
cadia, “Ve y in e de kişiliğim, belki biraz fazla k a ra r­
lı, aynı fikirdeyim ... örneğin tarafın ızd an yapılan
b ü y ü k b ir hizm eti görm e fırsatı b an a verilm iş ol­
saydı... k u şk u su z d ü şü n ü rd ü m ...”
“Ve bu fırsat hiç o rtay a çıkm adı, b u n u itiraf et­
m eliyim ” diye belirtti B ay S eth S tanfort. “Ç ok se­
rüvenci olsanız da, tehlikeye m eydan okum ayı şev­
seniz de hayatım ı sizinkini k u rta rm a k için o rtaya

139
koym am gerekm edi... B unu gerekirse y ap m ak ta te ­
re d d ü t etm ezdim !... Sanırım , b u n d an k u şku d u y ­
m u y o rsu n u z...”
—D u y m u y o ru m bayım.
Bu diyalogun biraz ironiyle başladıktan sonra
hafifçe m ayhoşa dönm ekte olduğunu söylem ek g e­
rekiyor.
E şlerin çoğu belleklerini yitiriyor, iki aylık evli­
likten so n ra bile d ah a içten S eth ve A rcadia h ita p ­
ların d an so n ra S tan fo rt ve S ta n fo rt hanım efendi
ard ın d a n k u ru bay, bayan gelm işti. Bu d u ru m d a bu
sohbetin sona erm esi h er bakım dan uygun olurdu
ve sonu çab u k laştırm aya k a ra r v eren genç kadın
oldu, bu d a kim seyi şaşırtm ayacaktır.
“B iliyor m usunuz beyefendi,” dedi, “niçin W has-
to n ’d a buluşm ayı uygun g ö rd ü k ? ...”
—B unu siz ne k a d a r u n u tm adınızsa ben de o k a ­
d a r unutm adım , bayan.
—G erekli belgeler y an ın ızd a m ı?... bayım ...
— Ve o n lar sizin sahip o lduklarınızdan d ah a az
y asal değil bayan...
— B oşanm a k ararı b ir kez alındı mı bayım , h er
birim iz kişiliğine u ygun olan özgür y aşam ına dö n e­
cek. A m a olasıdır ki, b u alçak dünyanın y o lların d a
birbirim izle y in e k arşılaşm a ihtim ali var...
— Ve o ra d a sizi selam lam aktan m utlu olacağım
bayan, size b o rçlu olduğum tüm saygıyla...
— Sizin n ezaketinizden d ah a azını beklem ezdim
bayım ...

140
— Ç o k d o ğ al b ir n e z a k e t b ay an , ç ü n k ü iki ay
b o y u n c a B ay an A rc a d ia W a lk e r’ın k ocası olm a
şerefin e sah ip o ld u ğ u m u u n u tm a m o lan ak sız
o lacak ...
— Ve benim de bayım , b u aynı iki ay boyunca
Setli S ta n fo rt’u n karısı olm a ayrıcalığına sahip ol­
duğum u !
itira f etm ek gerekiyor, h e r ikisi de birbirlerine
d u ru m ların d a h içb ir şeyi değiştirm eyecek b u nahoş
sözleri söylem ekten kaçınabilirlerdi pekâlâ: U yum
sağlayacaklarını sanm ışlardı, artık uyuşam ıyorlar-
dı... E skiden tiy atro oyunlarında başrol oyuncusu
genç erkekle başro l oyuncusu genç kızın evlenm e­
sinden d ah a sırad an hale gelm ekte olan çözüm y o ­
lu, b o şan m a k o n u su n d a anlaşm ışlardı... B irliktelik­
lerin çok geçici d u ru m a geldiği B irlik’in b u büyük
cu m huriyetinde çok hızlı b aşv u ru la rın d an sonuç
alınm ıştı. D o ğ ru su A m erika’nın b u akıl alm az ül­
kesinde h içbir şey b u denli kolay olm azm ış gibi ge­
liyor. İn san lar bağ lanm aktan çok d a h a kolaylıkla
çözülüyorlar. Kim i eyaletlerde D a k o ta ’da, O klaho-
m a’d a düşsel b ir ev ku rm ak y eterli oluyor ve b o ­
şanm ak için de bizzat hazır b u lu n m ak gerekli ol­
muyor. Ö zel ajan slar h er görevi yükleniyorlar, ta ­
nıkları b ir a ray a getirm ek, ödünç a d la r tem in et­
m ek. Bu am açla çığırtkanları v ar ve b u bakım dan
ünlü k en tler var.
Am a Bay S eth S tan fo rt ve B ayan A rcadia W al-
k e r’m böyle u zak y erlere k o şu ştu rm ay a ihtiyaçları

141
o lm am ıştı ve elbette gerekseyeli y ap a rlard ı. Hayır,
g erçek k o n u tla rın ın bulunduğu, b aşv u ru ların g e r­
çek leştirild iğ i, işlem lerin y erin e getirildiği y e r Vir-
gin ia’ın o rta s ın d a k i R ichm ond’dadır. Ve kısacası
iki ay ö n c e W h a sto n ’d a gerçekleştirilen b ir evliliğin
b a ğ la rın ı, gidip o ra d a ko p arm ay a k a ra r verdilerse,
b irle ştik le ri aynı y e rd e ve kim se tarafın d an tan ın ­
m a d ık la rı b ir k en tte ayrılm ayı istediklerindendir.
G e n e lin d e y aşam ın en önem lisi olarak kab u l edilen
b u işi y a p m ış oldukları atlı biçim göz önüne alındı­
ğında, y e n id e n önüne çıkacakları y arg ıç tarafından
tan ın ıp tem in ıray acak ların ı bile kendi kendilerine
so ra b ilirlerd i.
Ve Bay/ ve B ayan S ta n fo rt arasındaki konuşm a
şu sö zlerle sona erdi:
—Ş im d i bayım , bize y a p a c a k tek şey kalıyor...
—Sanıy/orum bayan.
—O d a B ay P ro u th ’un evine gitm ek bayım .
—Sizi izliy o ru m bayan.
Ve h e r ikisi de, b irbirinin ark asın d a değil am a
aym h izad a , üç adım lık uzaklıkta, sulh yargıcının
evine d o ğ ru yöneldiler.
Yaşlı K a te k ap ıd a d u ru y o rd u ve çiftin ilerlediği­
ni g ö rü n c e:
“B ay P ro th ... B ay P ro th !...” dem eye gitti efendi­
sine, “G eliy o rlar...”
—K im ler?...
—B ay v e B ayan S tanfort...
—O n la r? ... Peki, ben d en ne istiyorlar?...

142
“Ö ğ ren m ek te gecikm eyeceğiz!” diye y anıtladı
Kate.
A slında ziyaretçilerin yargıcın evine ulaşm ak
için atacak ları sadece y ü z k a d a r adım v ardı ve hiz­
m etçi onları,
“B ay Y argıç P ro th ’la görüşm ek mi istiyorsu­
n u z? ...” diyerek av luya soktu.
“B izzat kendisiyle” diye y a n ıt verdi B ayan Stan-
fort.
—İş için mi?
"İş için...” diye y an ıtlad ı B ay S tanfort.
Ve bu y a n ıt üzerine, basit b ir ziyaret söz konusu
olm adığına göre Kate, B ay ve B ayan S ta n fo rt’u sa­
lona sokacak y erd e, o nlara B ay P ro th ’u n çalışm a
odasının kapısını açtı.
H e r ikisi de b ir sü re sonra gö rü n en y arg ıcın gel­
mesini bek lerk en tek söz etm eden oturdu.
H e r zam an sevimli ve k ib ar olan B ay P ro th , B ay
ve B ayan S ta n fo rt’u görm ekle ne k a d a r m utlu ol­
duğ u n u söyledi ve bu kez hangi k o n u d a hizm etle­
riyle o n lara y ararlı olabileceğini sordu.
“Sayın y a rg ıç ,” diye y a n ıt verdi B ayan S tanfort,
“iki ay önce sizin ö n ünüze gelm em iz evlilik sözleş­
m esi y ap m ak içindi.
“Ve ben de b u fırsatla sizinle tanışm ış olm aktan
dolayı k endim i k u tlu y o ru m ” diye b e lirtti B ay
P roth.
“Bugün, Sayın y argıç,” diye ekledi B ay Stanfort,
“sizin önünüze boşanm ak için gelmiş bulunuyoruz...”

143
Bu öneriyi hiç beklem em esine karşın deneyim li
insan Yargıç Proth, b ir b arıştırm a girişim inde b u ­
lunm a zam anının olm adığını anladı ve kendini ele
verm eyerek şöyle dedi:
“Bu fırsatla tanışıklığım ızı yenilem ekten dolayı
kendim i d ah a az kutlam ayacağım .”
İki davalı eğildiler.
“Evrakları düzenlediniz m i?...” diye sordu yargıç.
“İşte b en im k iler” dedi B ayan S tanfort.
“İşte b en im k iler” dedi B ay S tanfort.
Bay P ro th kâğıtları aldı, inceledi, tam ve eksik­
siz do ldurulm uş o lduklarından em in oldu ve şöyle
y a n ıt verm ekle yetindi:
“B oşanm a belgesini y azacağ ım .”
Ve tüm işlem lery erin e getirildiğinden, tanıkların
getirtilm esine g erek kalm aksızın, B ay P roth bu iki
eş arasın d ak i evlilik bağını ko p aracak belgeyi en
güzel y azısıy lay azd ı.
B ittiğinde kalktı ve B ayan S ta n fo rt’a b ir kalem
u zatarak:
"B ir tek im zaya k ald ı” dedi.
Ve B ayan S tan fo rt bir gözlem yapm aksızın, eli
b ir k ararsızlık la titrem ek sizin A rcad ia W a lk e r
adıyla im zaladı.
Bay Seth S tan fo rt d a onun ard ın d a n aynı so ğuk­
kanlılıkla im zaladı.
Sonra, birb irlerinin önünde eğildikten ve yarg ıcı
selam ladıktan so n ra B ay S tan fo rt ve B ayan A rca­
dia W alker çalışm a odasından çıktılar, sokağa ulaş­

144
tılar ve biri W ilcox m ahallesine d oğru çıkarak, öte­
ki k arşı yö n e g irerek ayrıldılar.
Ve gözden k ay b o lduklarında, o n lara eşiğe k ad a r
eşlik etm iş olan B ay P ro th yaşlı hizm etçiye şöyle
dedi:
— Kate, bilgi dağarcığım a ne koyacağım ı biliyor
m usun?...
—Hayır, efendim ...
—B u rad a at ü stü n d e evleniliyor, y ay a n boşanılı­
yor!
Ve B ay P ro th bilgece bahçesinin patikalarını tır­
m ıklam aya döndü.

145
X I. Bölüm

H esap uzm anları, k en d ilerin i hesap lara


verm ek fırsatım ele g eçiriy o rlar ve
insan ırk ın ın açgözlülüğünü d aha da
azd ırm ak için iyi de yapıyorlar.

esin o lan,” diye haykırdı sabırsız Loo o sa-


b ah sa a t y e d id e k a lk a r kalkm az, ”31
JL . M ayıs olm ası için geçirecek artık sadece
d ö rt günüm üz o ld u ğ u d u r ve 31 M ay ıs’ta F rancis
G o rd o n ve J e n n y H ud elso n S aint-A ndrew ’den sa­
at on b ir o tu zd a karı k o ca olarak çıkacaklar.”
H aklıydı k ü çü k kız am a o tarih ten önce hiçbir
ciddi olasılığın o rtay a çıkm am ası önem liydi.
O y sa, D o k to r H u d e ls o n ve B ay D e an
F o rsy th ’nin d u ru m u hiç de değişm eye meyilli d e ­
ğildi. B aloncu W alter V ragg’m gökyüzüne y ü k se l­
m esi k o n u su n d ak i m ektup alışverişi d u ru m u ancak
ağırlaştırabilm işti. ik i ra k ib in so k ak ta karşılaşm a­

146
ları d u ru m u n d a en şiddetlilerinden b ir hesaplaş­
m ayla sonuçlanacağından kim senin kuşkusu y o k tu
ve b u n u n ard ın d a n ne olacaktı?...
Ç ok çok iyi ki, biri kulesinden hiç ayrılm ıyordu,
öteki b u rc u n d a n hiç ayrılm ıyordu. E lbette karşı
k arşıya b u lu n m ak tan d a h a çok b irbirlerinden k a ç ­
m aya çalışıyorlardı. A m a eninde so n u n d a so ru n la­
rı çözm ek değil de k arm a karışık etm ek alışkanlığı
olan rastlantıyı hep h esab a katm ak gerekiyor. Yine
de b ir d ö rt gü n daha! B ayan L oo’nun d a söylemiş
olduğu gibi ve bu, annesinin, kız kardeşinin ve
m üstakbel eniştesinin onunla birlikte ürettikleri
düşünceydi de aynı zam anda.
D oğrusu herhangi bir karışıklık bu göktaşından
kaynaklanabilecek gibi görünm üyordu. İlgisiz ve
muhteşem, kuzeydoğudan güneybatıya d ü z e n l i yü rü ­

yüşünü en azından o zam ana değin b u yönde bir sap­


m a eğilimi gösterm eksizin sürdürüyordu. Kendisine
doğru kalkmış m ilyonlarca insan başının üstünde son
hızla gidiyordu. E n büyük im paratorlukların hiçbir
im parator y a d a imparatoriçesi, en büyük tiyatroların
hiçbir bayan ses sanatçısı, en büyük sahnelerin hiçbir
balerini ne bu denli çok ne de bu denli tutkuyla göz­
lenmişti! Basit b ir güneş tutulm ası olduğunda bile
(füm e)1 cam ların korkunç m iktarlarda piyasaya sü­
rüldüğünü bilmiyor değiliz. Bu durum da m eteorun
görünür olduğu tüm ülkelerde cep dürbünlerinin,

1. Yeri boş bırakılm ış sözcük. M ichel Verne -yanlış biçim de - “optik”


koymuş.

147
dürbünlerin ne k ad a r satıldığını bir ta h m in edin! Ve
bu usanm az gözlem cilerin arasında, g e re k b u yeni
gökcisminin elem entlerini d a h a kesin bir b iç im d e he­
saplayarak olsun, g erek altın d an çekirdeğinin b o y u t­
larını belirleyerek olsun keşfi tam am lam ayı u m an la­
rın bulunup bulunm adığını kim bilebilir?...
Ve Bay D ean F o rs y th ve D o k to r H u d els-o n ’un
kendilerini in atla v e rd ik le ri bu a ra ştırm a deği 1 m iy­
di?... Keşfi y a p m a ö n c e lik hakkının b irin e y a d a
ötekine verilm esini b e k le rk e n , g erçek leşm esi d u ru ­
m unda, iki rak ip ten m e te o rd a n s ırla rın d a n b irk a ç ı­
nı söküp alabilecek n e ü stü n lü k sa ğ la rd ı! G ö k taşı
sorunu, g ü n ü n so ru n u , tü m dü n y an ın s o r u n u değil
m i?... G auloislılar g ö k y ü z ü n ü n b a ş la r ın a düşm esi
dışında h içbir şey d e n k o rk m u y o r o ls a la r da, bu n a
karşılık d ü nyalıların y a ln ız bir arzu ları v a rd ı: O d a
göktaşının y e r ç e k im in d e n k u rtu la ra k g id iş in i d u r­
durm ası, özündeki d e ğ e ri, m ilyarlarıyla 'Y erk ü re y i
zen g in leştirm esiy d i!
O m icro n kulenin te ra sın d a k i uzun g e c e n ö b e tle ­
rinde, “E fen d im ” d iy e tek ra rlıy o rd u d u rm a k s ız ın .
“Bu d u ru m d a g ö k taşım ız ın ağırlığını h e s a p la m a y ı
başaram ayacağız ? ...”
Bu iyelik sıfatın ın sesi, Bay D ean F o rs y th 'n in
kulak ların a k ö tü g else d e “Bizim ” dem e n o k tasın a
gelm işti.
“H esap lay acağ ız” d iy e y a n ıt verdi bu b e rik i.
—Ve değerini ö ğ ren eceğ iz?...
—Ö ğreneceğiz.

148
—Ah! eğer biz y ap arsak ?...
—Biz O m icron y a d a herhangi b ir başkası, önemi
yok, y e te r ki şu üçkâğıtçı H u d elso n ’dan olmasın!
“O !... asla!...” diye belirtti efendisinin tu tk u la rı­
nın tam ı tam ın a y arısın ı almış olan O m icron.
O ysa, b u n d an k u şk u yok, d o k to r d a aynı m u h a­
kem eyi y ü rü tü y o rd u ve rakibinin kendisine karşı
böyle b ir ü stü n lü k elde etm esini istem iyordu.
D oğ ru d u r, halk sadece göktaşının dolar, gine*
y a d a fran k o larak değerinin ne olduğunu bilm ek
istiyordu ve y e te r ki so n u n d a m erakı tam olarak gi­
derilsin, b u n u biri y a d a ötekinin sağlanm asının
onun için önem i azdı.
G ö rü n ü şe göre hiç kim se y ak alan am az olan h â ­
zineye hiç el koym ayacağına göre henüz açgözlü­
lük değil sadece m erak söz konusuydu
Ve g erçek ten de b u m ilyonlarca h av ad a y aşa y a­
nı, otuz kilom etre k a d a r y ü k sek lerd e gezdirm ek in­
sanlık için çok b ü y ü k bir g ü n ah a girm e değil m iy­
di, onu çok zorlu b ir sınava sokm ak değil m iydi?...
N e olursa olsun, k a ra d a y aşay an ların beyinlerini
inceleyenler için, göktaşının altından olduğu h ab e­
rinin yayıldığı g ü n d en b u y a n a o beyinlerin tersine
dönm üş olm aları şaşırtıcı görünem ez. Ve ederini
saptam ak için o n ca hesaplar yapılm ası! A m a çekir­
değin boyutları d a h a belirlenecek old u ğ u n a göre
an a koşul hâlâ eksikti. E n gelişm iş aygıtlar, m uhte­
şem ışıltılarının o rtasın d a ne yapısını ne de büyük-
** 21 şilin değerinde eski b ir Ingiliz p a ra birimi (ç.n.).

149
lü ğ ü n ü h âlâ belirleyem em işlerdi. Sadece m adenle­
rin en değerlisiyle oluşm uş olması, b u m eseleden
a rtık k u şk u duy u lm uyordu ve b u ışıklarının ta y f
analiziyle h er g ü n teşhis edilebiliyordu. H e r ne
o lu rsa olsun d a h a az ku şk u verici olm ayan, en h ırs­
lı düş güçlerinin bile düşleyem eyeceği gibi b ir d e ­
ğere sahip olm ası gerektiğiydi.
A slında hem en o gün W h a sto n ’daki S ta n d a rd şu
aşağıdaki yazıyı yayım ladı:
“F o rsy th -H u d elso n G ö k taşı’nın -bu gazete onu
bu çifte ad la tanım lıyordu- çekirdeğinin, dem irden
olsaydı, yalnız on m etrelik b ir çapa sahip b ir k ü re
biçim inde old u ğ u n u kabul edersek, ağırlığı üç bin
yedi y ü z y etm iş üç ton olacaktır. A m a saf altından
olm ası dolayısıyla ağırlığı on bin seksen üç olu r ve
otuz b ir m ilyar frank değerinde olacaktır."
G örü y o rsu n u z m odern akım lara çok açık olan
Standard, hesap larında tem el olarak ondalık sistemi
alıyordu. Z aten o dönem de d ah a şim diden Birleşik
Devletler, b u n u benim sem eye başlıyordu ve dolar
ve y a rd a y erin e frank ve m etreyi kullanıyordu.
D em ek göktaşı, yalnız bu k ad a r d ü şü k b ir h a ­
cimle böyle b ir değere sahip olacaktı!...
“O labilir mi efendim ?" diye sordu O m icron söz
konusu kısa yazıyı o k u d u k tan so n ra şapşallaşm ış
b ir biçim de.
“Sadece olası değil, kesin" diye y a n ıt verdi Bay
D ean F o rsy th “ve b u hacm i bulm ak için v =
form ülünü k u llanm ak y eterlid ir.”

150
O m icron, onun için kesinlikte anlaşılm az olan bu
form ül k arşısında ancak şapka çıkarabildi ve heye­
candan titreyen b ir sesle tekrarlam akla yetindi:
—O tu z b ir milyar... otuz b ir m ilyar!...
“E vet" diye y a n ıt verdi B ay D e an F orsyth, "Am a
iğrenç olan şey, bu gazetenin benim adım ı o kişi-
ninkiyle y a n y a n a k o ym akta direnm esidir.”
Ç ok b ü y ü k olasılıkla d o k to r d a öte y a n d a aynı
şeyi dü şü n ü y o rd u .
B ayan Loo ise, S ta n d a rd m kısa yazısını o k u d u ­
ğunda, pem be d u d ak ların d a öyle b ir küçüm seyici
bükülm e oluştu ki otuz bir m ilyar b u n d an derin bir
biçim de rencide olurdu!
G azetecilerin h u y u nun, Yeni D ü n y a ’d a bile o n ­
ları a rtırm a y a rışın a içgüdüsel o larak sürüklediği
bilinir. Birisi iki dediğinde öteki üç der, basın ala­
n ında re k ab etin sıradan uygulam ası. O nedenle
aynı akşam M o r n in g W haston kuleden y a n a tavır
koyarken, Standard, H udelson ve F o rsy th iki ad ı­
nı aynı sü tu n d a b ir aray a getirirken, E ve n in g
IVhaston'un b u rç ta n y a n a tu tu m ta k ın a ra k şu söz­
lerle y an ıt v eriy o r olm asından h ay rete düşülm eye-
cektir:
“S ta n d a r d m g ö k taşın ın b ü y ü k lü ğ ü n ü d eğ e r­
len d irirk en niçin böylesine alçak g ö n ü llü d a v ra n ­
dığını bilm iyoruz... Bu k a d a r çok sınırlı b o y u tta
o lanlar v a r m ıd ır ki çekirdeğinin çapı on m etre­
den fazla tu tm u y o r?... K ocam an b ir k a y a olabilen
bir gezegeni sad ece b ir çak ıltaşm a d ö n ü ştü rm ek

151
u y g u n d ü şe r m i?... E n y e tk i sahibi bilim insanları,
14 M a rt 1863 g ö k taşın a d ö rt y ü z y irm i m etre, 14
M ayıs 1864 g ö k taşın a beş y ü z m etre verm ed iler
m i?... P ek âlâ biz S ta n d a rd 'tan d a h a ileriye g id e­
ceğiz ve sadece k ab u l ed ilebilir varsay ım lar içeri­
sinde k alm ak am acıyla H u d e lso n G ö k ta şı’nın çe­
k ird eğ in e sadece y ü z m etrelik b ir çap değeri biçe­
ceğiz. B öylece b u ra k am tem el alın arak , d em ird en
olsaydı, ağırlığının üç m ilyon y ed i y ü z y etm iş üç
bin beş y ü z seksen beş to n olacağı bulunuyor...
A m a altın d an o ld u ğ u n a göre ağırlığı on m ilyon
seksen üç bin d ö rt y ü z seksen sekiz to n o lacak tır
ve otuz b ir trily o n iki y ü z altm ış m ilyar fran k ed e­
ce k tir...”
Punch, düş g ü cü n ü n k av ram ak ta biraz zorluk
çekeceği bu inanılm az rakam ları ak tarırk en ,
"Ve d ah a santim leri ihm al ed iy o rlar” diye h ın zır­
ca belirtti.
Böylece ister S ta n d a rd m ölçüleri, ister E ve n in g
W haston u n ölçüleri kabul edilsin, h er y irm i d ö rt
saatte bir, V irginia kentinin ve y ö rü n g esi altın da
b u lu n an ötekilerin ü stü n d en geçm ekte olan m ilyar­
larca m ilyardı.
Ve yaşlı K ate söz konusu yazıyı o k u d u ğ u n d a
gözlüklerini çıkardı ve B ay P ro th ’a şöyle dedi:
— Efendim , bu b a n a b ir şey anlatm ıyor, tüm bu
k ocam an rakam lar. B u hazine y e re düşerse tüm in­
san lar arasın d a p ay laştırıldığm da h er b ir kişiye ne
k ad a r düşeceğini bilm ek isterdim ...

152
—Ö yle mi Kate... A m a bu sadece en basitinden
b ir bölm e işlemi ve y ery ü zü n d e b ir b u çu k m ilyar
nüfus olduğunu kabul edersek...
—O k a d a r çok m u efendim ?
—Evet, siz ve ben b ir b u çu k m ilyarın sadece mil­
y arın cı b ire r en k ü çü k parçasıyız...
—Ve h e r biri sahip olabilecek?...
“B ekleyiniz K ate,” diye y an ıt verdi B ay P roth,
“çü n k ü bölen ve bö lü nende öyle çok sıfır v ar ki k a ­
rıştırm ak tan ve size y anlış y ap m ak ta n k o rk arım ...”
Ve gazetenin köşesinde işlemi y a p tık ta n sonra:
— Kişi b aşın a yirm i b ir bin fran k dolaylarında
düşüyor...
"Yirmi b ir bin fra n k ” diye haykırdı yaşlı hizm et­
çi ellerini b irleştirirken... "Bu d u ru m d a herkes zen­
gin olacak...”
“Sanırım, d ah a çok herkes yoksul olacak!” diye
y an ıt verdi yargıç Proth, "Ç ünkü değer yitiren altı­
nın hiçbir kıymeti olmayacak... D eğeri kum salları­
mızdaki kum tanelerinin değeri k ad ar olacak!... Ve
değerini koruduğunu kabul etsek bile kim bilir kaçı
yirm i bir bin frangım yiyecek, içecek, çabucak saçıp
savuracak ve öncesi k ad ar sefil d u rum una dönecek!”
Ve b u n u n üzerine Yeni D ü n y a ’nınki gibi E sk i’si-
nin de bu akıl alm az paylaşım cılarına gerçeği d o b ­
ra d o b ra söyleyen filozof P roth, çiçeklerini sulam a­
y a döndü.
Belki de B ay J o h n P ro th ’u n S ulh M ahkem esi
b ü ro su n u n ö n ü n d en d ah a çok bahçesinde olduğu­

153
nu ay ırt etm işsinizdir... E vet bu, W haston y u rtta ş ­
ları göz önüne alındığında doğaları gereği az dava
d ü şk ü n ü olduklarını kanıtlıyordu. Yine de zam an
zam an Bay P ro th ’un hak k an iy et k ad a r sağ d u y u ­
sunu d a kullandığı b irkaç ciddi d avada k a ra r v er­
m ek zo ru n d a kaldığı oluyordu. Ve hatta, k ırk sekiz
saatten önce b u tü r b ir d av a halkın akın akın m ah­
kem e salo n u n a gitm esine yol açacaktı.
Yine de h av alar sürekli iyi olm aya devam edi­
y o rd u . K adranlı basınçölçerin oku, kad ran ın yedi
y ü z y etm iş y edinci m ilim etresinde kesin olarak h a ­
reketsiz kalm ışa benziyordu. G ü n d ü z ve gece g ö k ­
y ü z ü açık oluyordu. S abah y a d a akşam zar zor
b irk aç sis tabakası ki onlar d a güneşin doğuşu y a
d a b atışından neredeyse hem en so n ra y o k oluyor­
lardı. B undan ö tü rü astronom i gözlem leri çok k o ­
laylaşıyor ve gözlem ciler çok m em nun kalıyorlardı.
Yine de arzu larını bütü n ü y le k arşılayacak şey,
gökcism i çek irdeğinin bo y u tların ı şaşm az b ir b i­
çim de elde etm ek o lu rd u . A m a ışınlı halesinin o r­
tasın d a çevre çizgilerini elde etm ek çok güçtü. E n
iyi aygıtlar bile b u n u ay ırt etm eyi hiç başaram ıyor-
lardı.
D oğrudur, 27-28 M ayıs gecesi saat iki k ırk beşe
doğru, B ay D ean F o rsy th b u çekirdeğin k ü re biçi­
m ini o lu ştu rd u ğ u n u görebildiğini sandı. B ir an ışın
yayılm ası zayıflamış, y o ğ u n b ir p arla k lık ta b ir altın
k ü re n in gözler önüne serilm esine izin verm işti.
—O m icron?...

154
—Efendim ...
—B ak... bak!...
O m icro n gelip sağ gözünü d ü rb ü n ü n gözetlem e
m erceğine dayadı...
“G ö rm ü y o r m u sun....” diye başladı B ay F orsyth.
—Ç ekirdek?...
—Evet... B ana öyle geliyor...
—B an a da!...
—A h!... Bu kez onu görüyoruz!...
"V ah!..." diye bağırdı O m icron, “D a h a şim diden
artık onu ay ırt ed em iyoruz!...”
— Ö n em i y o k ! O n u gördüm !... Bu şansa sahip
oldum !... H em en y arın , erken saatte P ittsb u rg
G özlem evi’ne keşfim i bildirm ek için b ir telgraf... ve
şu sefil d o k to r bu kez onu elim den alm aya çalışa­
m ayacak !
H iç k u şk u y o k , m eteo ru n k atı k ü tlesi B ay
F o rsy th ’nin gözlerine ve yine birkaç saniye boyun­
ca d a O m icro n ’un gözlerine bir k ü re biçim inde gö­
rünm üştü. A m a D o k tor H udelson o gece göktaşının
k u zey d o ğ u u fk u n d a g ö rü n m esin d en itib aren
güneybatı ufku arkasında gözden kaybolm asına de­
ğin ilerleyişini izlediğine göre onu niçin fark etm eye­
cekti... E ğ er böyleyse C incinnatti G özlem evi’ne b ir
telg raf gönderm e düşüncesi ona d a gelecekti... İşte
iki rakibi bu vesileyle yeniden kapıştırm a fırsatı!
Ç ok çok iyi ki bu tehlike savuşturuldu, sözü edi­
len gözlem in hem de kesin güvenlik arzeden koşul­
lar altında yapılm ış olduğu gerekçesiyle. Ve zaten

155
göreceğim iz gibi Birleşik D evletler’in en ünlü gözle­
m evlerinden birinin, W ashington'unkinin kısa açık­
lam asına göre göktaşının çekirdeği o unutulm az ge­
cede sadece görülm em iş aynı zam anda biçimi de bo­
y utları d a son derece kesin b ir biçim de saptanm ıştı.
Ve aslın d a hem en ertesi gün işte Bay D ean
F o rsy th ve Bay S tanley H u d e lso n ’un sabah sayfa­
ların d a okuyabildikleri şeyler ve iki D ü n y a ’nın hal­
kının d a okudukları:
“Bu gece saat iki k ırk beşte W ashington G özle­
m evi’nde olağanüstü elverişli koşullarda yapılan
b ir astronom i gözlemi, y en i göktaşının çekirdeğini
ölçm eye olanak verdi. K üre biçim inde ve ekseninin
uzunluğu tam olarak elli m etredir.’’
Bu d u ru m d a E ve n in g W haston un varsaym ış ol­
duğu gibi y ü z m etre değilse de, S ta n d a r d m v a r­
saym ış olduğu gibi on m etre de değildi. G erçek tam
olarak iki varsayım ın arasın d a b u lu n u y o rd u ve
eğer m eteor, Y e rk ü re’nin ü stü n d e sonu gelm eyen
bir y ö rü n g e çizm eye hasredilm em işse, en hırslı aç ­
gözlülükleri bile d oyurm aya yetecekti.
G erçek ten de hesap uzm an lan işe ko y u ld u lar ve
u zu n sürm edi. V =GT~ form ülünde V k ü ren in h ac­
mi, Jt 3,1416, D çap old u ğ u n a göre sabırsız ellerde
o rtay a çıkan binlerin katı oldu ve hesap aşağıdaki
sonuçları verdi:
G öktaşı k ü resinin çapı: Elli m etre;
Sözü edilen altından kü ren in ağırlığı: y ü z yirm i
m ilyon altm ış bin d ö rt y ü z otuz altı ton;

156
S özü edilen k ü ren in değeri: Ü ç bin dokuz y ü z
y ed i m ilyar frank.
G örü y o rsu n u z, y ü z m etrelik b ir çekirdeğe biçi­
len d eğer E v e n in g W haston tarafın d an belirtilen
otuz b ir bin m ilyar olm asa d a göktaşı hâlâ k o rk u n ç
b ü y ü k b ir tu ta r değerindeydi. Ve eğer y ery ü zü n ü n
b ir b u çu k m ilyar sakini arasın d a paylaştırılacaksa
herk es k en d i p ay ın a iki bin altı y ü z elli fran k sahi­
bi olacaktı.
Ve B ay D ean F o rsy th kendi göktaşının değerini
öğrendiğinde:
“O n u ben k eşfettim !” diye haykırdı, “Şu b u rç ta ­
ki alçak değil... O b an a ait ve eğer gelip y e re d ü ­
şerse, üç bin d o k u z y ü z yedi m ilyarlık zengin ola­
cağım ! ”
Ö te y a n d a n d a do ğ rusu D o k to r H udelson k ule­
y e d o ğ ru b ir k olunu teh d it eder gibi u zatarak şöy­
le deyip d u ru y o rd u :
“O benim malım... Benim şeyim, çocuklarım ın
uzayda çekim y asaların a göre h arek et eden m irası­
dır ve eğer Y e rk ü re’mize düşerse tüm m ülkiyeti b a ­
na ait olacak tır ve ben üç bin dokuz y ü z y edi kere
m ilyarder o lacağ ım ! ”
Ş urası kesin ki V an d erbilt’ler, A sto r’lar, Rockfel-
le r’ler, P ierp o n t M o rg a n ’lar, M a c k a y ’ler, G o u ld ’lar
ve R o th sch ild ’ların sözünü etm iyoruz, öteki A m e­
rikalı p a ra b a b a la n , D o k to r H ud elso n ve B ay D e ­
an F orsyh y a n ın d a artık sadece k ü çü k rantiyeler
olacaklar!...

157
İşte b u iki rak ib in vardıkları n o k ta ve b u y ü zd en
deliye dönm üyorlarsa, bu sağlam kafaya sahip ol­
m aların d an d ır !
Francis G ordon ve B ayan H udelson, biri dayısı­
nın öteki kocasının nereye gittiğini açıkça görüyor­
lardı. A m a ne yapabilirlerdi ve bu denli kaygan bir
y o k u şta onları nasıl tutabilirlerdi?... E ğer şu uğursuz
göktaşı kon u su n d a değilse onlarla acele etm eden
sohbet etm ek olanaksız! Hayır!... U ç gün sonra y a ­
pılması gerekm esine rağm en planlanan nikahtan bi­
le. O n u unutm uşa benziyorlardı y a d a d aha çok k en ­
tin gazeteleri tarafından çok kötü bir biçimde işlenen
rekabetlerini düşünüyorlardı bir tek. Yeni bir Capu-
let’ler ve M o n taig u ’ler sorunu, eskinin Italyan Vero-
n a’sı gibi Virginialı W h asto n ’u bölüyordu. O sayfa­
lardaki genelinde barışçı olan m akaleler öfke saçar
hale geliyor ve can sıkıcı zatlar h er gün b u n a karışı­
yorlardı. Genelinde daha geçimli insanları sahaya
sürm e tehlikesi de oluyordu ve artık insan tutkuları­
nı çok kötü ve çok şiddetli bir biçim de azdıran bu
m eteor için geriye b ir tek kanın akıtılması k alıyordu!
H e r d u ru m d a iki ailenin özellikle korkm ası g ere­
k en şey, B ay H u d elson ve B ay F o rsy th ’nin göktaşı
için silahlar elde, çekişm eye kalkm aları ve b u so ru ­
n u A m erikan tarzı b ir düelloyla çözüm lem eleriydi.
E n k ö tü sü de şu lanet P u n ch ’u n iğneleyici y az ıla­
rıyla, k arik atü rleriyle durm aksızın onları kışkırt-
m asıydı. Ve gerçekten şu söylenebilir ki, A m eri­
k a ’d a g eçtiğ in e g öre b u g az ete ateşin ü stü n e

158
sıvıyağ y a d a d ah a çok petrol değilse de en azından
tuz, gü n lü k alaylarının tu zu n u atıy o rd u ve ateş
b u n d an dolayı d ah a çok çıtırdıyordu!
O gün B ayan Loo “Ah güç b en d e olsay d ı!” diye
haykırdı.
“Peki, ne y ap ard ın ız, k ü çü k kardeş?..." diye so r­
du F rancis G ordon.
— Yapacağım şey.... O h! çok basit, şu k orkunç
altın topağını çok u zak lara gezinm eye, en iyi d ü r­
b ü n lerin bile a rtık onu algılayam ayacağı k ad ar
u zak lara gönderirdim !
A slında göktaşının ortadan kaybolm ası belki de
onca d erin d en k arm ak arışık olan zihinlere sü k u n e­
ti geri g etirirdi ve kim bilir B ay F o rsy th ve D o k to r
H u d e lso n ’un kıskançlığı m eteor görüş alanı dışın­
d a olunca ve h a tta artık geri gelm em ek üzere gidin­
ce son bulacaktı!...
A m a bu olasılık o rtay a çıkacak gibi g ö rü n m ü ­
y o rd u . G öktaşı üç g ü n sonra da, nikah tarih in d e de
o ra d a olacaktı ve d ah a sonra d a o ra d a olacaktı ve
sarsılm az y ö rü n g esin d e değişm ez b ir düzenlilikle
d ö n ü p d u rd u ğ u n a göre hep o ra d a o la c a k tı!
O zam an en b asitlerinden -doğrusu hiç k u şk u ­
suz basit olduğu k a d a r d a gerçekleşem ez- b ir fikir
halk arasın d a dolaştı. Yalnız W h a sto n ’d a değil,
Y erk ü re’nin üzerin d e yörüngesini çizdiği tü m y e r ­
lerinde ve kentler, kasabalar, köyler, k ü çü k y e rle ­
şim birim leri, vs. b u b ü y ü k y e r y u v arla ğ ın d a çok
kalabalıktılar. Bu fikir, işte tüm basitliğiyle:

159
"N için binlerce m ilyar değerindeki bu topağın
h erhangi b ir yo lla düşürülm esi sağlanm ıyordu?...
B u düşm e tüm üyle doğal y o llarla gerçekleşm eye­
cek m iydi? Ve eğ er sadece b ir anlığına d a olsa
Y erküre çevresindeki dönm e hareketini d u rd u rm a ­
y ı b ir b aşarab ilselerdi...”
Evet... B undan k u şku yok. A m a şu herhangi bir
yol, kim b u n u d ü şü n ü p bulabilecekti?... İnsan g ü ­
cü n ü n sınırlarını aşm ayacak m ıydı?... Bu göktaşı­
nın gelip çarpacağı bir engel, d ak ik ad a yirm i sekiz
kilom etrelik b ir hıza direnç gösterebilecek güçte
b ir engel y aratıla b ilir m iydi?...
Bu d u ru m d a m ucitler b ü tü n güçleriyle icat dala­
şına atılm alı! Ve gazeteler en akıl alm az önerilerini
yazm aya!... N için b irkaç yıl önce A y'a b ir gülle
gönderen y a d a d a h a sonra m üthiş b ir geri tepm ey­
le y e r ekseninin eğim ini değiştirm eyi deneyen top
k ad a r güçlü b ir to p imal edilm eyecekti?... E vet
am a bu iki denem e sadece, belki biraz çok fazla düş
gücü olan b ir F ransız y a z a rın 2 kalem inden çıkm ış
sa f bir fantazyaydı, bu bilinm iyordu!
“A h !” d iye belirtti b ir gün W haston Standard,
“Bu m eteor uzay d a geçenlerin çoğu gibi dem irden
olsaydı, son derece güçlü b ir elektro -m ıknatıs y a ­
p arak k u şk u su z onu çek eb ilird ik !”
E vet am a hiç de dem irden değildi, altındandı ve
m ıknatıs bu değerli m aden üzerinde etkisizdi!... Z a­

2. Ju le s V erne’in iki rom anına (D e la Terre â la Lune) (D ü n y a’dan Ay’a)


ve (Sans dessus dessous) (Altalta Ü stüste O lm adan) im ada bulunuluyor.

160
ten dem irden olsaydı, o zam an d ö rt y ü z yetm iş bir
bin ton ağırlığında olacağına göre ona sahip olm ak
için onca çabaya ne gerek vardı. D ü n y a özetle sade­
ce, kocam an b ir dem ir k arb ü rd en ib aret olduğuna
göre b u m etalden b u ra d a yeterince y o k m u?...
Yine de zihinler giderek bulanıyor, dişi beyinler
kay n ay arak b u h arlaşm a noktasına değin, erkek b e­
y in ler h er y ö n d e çatlam a noktasına değin çalışıyor­
lardı!... Beşeri y aratık la rın açgözlülüğü böyle olu­
y o r! Bu onca m ilyarın ellerinden kaçacağı d ü şü n ­
cesine alışam ıyorlardı... M adem ki nereden geldiği
bilinm eyen m eteor -belki de yerçekim ininkine g ir­
m ek için çıkm ış olduğu öteki gezegenlerden birinin
çekim m erkezinden- D ü n y a y a aitti!... Şim di gidip
G üneş dünyasının altın d a y a d a üstündeki öteki
yıldızların çevresinde dönm esi için o n u n bırakılm a­
sına izin verilm eyecekti!...
Bu d u ru m d a P unch bu denli ciddi b ir konu h ak ­
k ın d a gerçekten y ersiz şakalara k ap tırıy o r kendini:
“E vet! istediği zaten bizim göktaşım ızı gaspet-
m ek olan b u gezegenlere güvenm em ek gerek, ç ü n ­
k ü o bizim dir... tüm üyle bizim ve onun bizden ça­
lınm asına izin verm eyeceğiz!... G eçerken onu y a ­
kalam a gücüne sahip olan şu koca J ü p ite r ’e ve bel­
ki de dahası ebedi cilveli, ondan kendine m ücevher
y a p tırta c a k olan şu üçkâğıtçı V enüs’e özellikle g ü ­
venm em ek gerekiyor!... D oğru, M e rk ü r u zak değil
ve h ırsızların T anrısı niteliğiyle de!... K ısacası
inanm ayalım ...inanm ayalım ! ”

161
T üm d ü n y an ın göktaşının değerini öğrendiği
g ü n d en b u y a n a insan zihniyetinin genel d u ru m u
buydu! Ve b u sürede o y ö rü n g esi altında y e r alan
tü m ü lk eler için düzenli b ir biçim de kuzeydoğu uf­
k u n d a o rtay a çıkm aya güneybatı ufku ard ın d a
kaybolm aya devam ediyordu! Ve sadece V irginia
k en tin d en söz edersek, o altından ışıklarını uzayda
saçtığı sırad a onu birbirlerini yem eyi beklerken
gözleriyle yem eye devam eden iki eski dost, iki
adam o ra d a karşılaşıyorlardı.
W h a sto n ’d a belki de o zam anlar, b u güzel te rte ­
miz gecelerde, yalnız durm aksızın b irbirlerine b a ­
k acak gözlere sahip oldukları için, onu gözleriyle
hiç izlem eyen iki v arlık vardı sadece. Bu F rancis
G o rd o n ’du, b u J e n n y H u d e lso n ’du. Loo bile ona
öfkeli b ak ışlar gön derm eden edem iyordu.
H e r akşam B ayan H udelson b ir y a n d a hizm etçi
M itz öte yan d a, k endi kendilerine m eteorun belki
de g ökkubbe içindeki avare tu ru n a yen id en başla­
yacağını söylüyor olsalar da, artık sonsuza değin
yalnız h erhangi b ir kayan yıldızın söz konusu olaca­
ğını u m u t etseler de, um u tların d a düş kırıklığına
uğradıklarım görüyorlardı. G eri dönüyordu, koca
m ilyarder topak, arzularla ateşlenm iş bir insanlığın
açlıklarını bilem ek için geri dönüyordu, hep ken d i­
ni b ir felaketin ö n g ününde hisseden b u iki nam uslu
ailenin b ü y ü k m utsuzluğu için geri dönüyordu!...
N e o lu rsa olsun plan lan an nikahın arifesine v a ­
rıyorlardı. O yılın takvim inde 28 M ayıs y erin i 29

162
M ay ıs’a b ırak ıyordu... S ain t-A n d rew ’in çanlarının
v ar güçleriyle çalarak nişanlıları d ü ğün törenine
çağırm ası için artık k ırk sekiz saatten fazlası g erek ­
m iyordu.
O y sa aynı gü n öğleden so n ra Yeni ve Eski Kı-
ta ’nın çok sayıdaki ötekileri gibi W h asto n telg raf
b ü ro su da, B oston G özlem evi’nden gönderilm iş
aşağıdaki telgrafı aldı:
“D a h a eksiksiz b ir gözlem belirlem em ize olanak
verdi ki y ö rü n g esi üzerindeki göktaşının hızı aşa­
malı olarak azalm aktadır. B u rad an son u n d a y ere
düşeceği sonucu çıkm aktadır.”

163
X II. Bölüm

B u ra d a Y a rg ıç P ro th ’un, m ahkem esine çık an lard an


ikisi arasın d a olum lu sonu ç alınam ayan b ir barıştırm a
girişim inde bulunduğunu ve alışkanlığı üzere
b ah çesin e döndüğünü görüyoruz.

i i k düşecek!... O düşecek!..."

Birinci çekim g ru b u n d a n bu fiil, özellikle


O
o g ü n d en itibaren ve hem Yeni D ü n y a ’da
hem de E skisi’nde hiçbir zam an b u denli
heyecanla kullanılm adı! “O ” artiklisi* artık yalnız
m eteoru belirtm ede kullanılıyor gibiydi! Fiile g e­
lince, tü m sorun, o k a d a r çok gelecek zam an d a k u l­
lanıldıktan so n ra geçm iş için kullanılm asını b ek ler­
ken ne zam an şim diki zam an kullanılacağını ö ğ re n ­
mekti.

* A rtikl: Kimi dillerde önünde geldikleri ismi belirtm ekte kullanılan


sözcük (ç.n.).

164
K uşkusuz, B oston Gözlemevi, göktaşının y a da
daha iyi belirtm ek gerekirse çekirdeğinin saf altın­
dan olduğunu açıkladığında halkın taşkınlığının sı­
nırları en uç n o k taların a ulaşıyor gibi görünm üştü.
Ve y in e de bu taşkınlık, y ery ü zü n ü n h er noktasın­
da b u çok b ü y ü k göktaşının düşeceği öğrenildiğin­
de o rtay a çıkanınkiyle kıyaslanam ayacaktı. A vru­
p a ’y a, A sya’y a, A m erika’y a telgrafla, Afrika, Avus-
turalya, Yeni Z elanda, O k y a n u sy a’y a kabloluyla
geçilen b u h ab e rd en şüphelenm eye gelince, kim se
bu n u aklından geçirm edi. Z ate n evren çapında ve
haklı b ir ad yap m ış bostonlu gökbilim ciler gözle­
m evlerinin ü n ü n ü tehlikeye atacak böyle b ir hatayı
yapam azlardı.
O nedenle N e w Y o rk Herald, ek bir sayıda şu ­
nu söylem ekte tüm üyle haklıydı, h a b e r geniş çapta
yayıldı:
“B oston G özlem evi b u açıdan g ö rü şü n ü b elirtti­
ğine göre mesele k a ra ra bağlanm ıştır ve göktaşının
bu g ü n y a rın düşeceği kesindir.”
E lbette y e r çekim i yasaları, bu durum karşısında
tam olarak geçerliliklerini korum am azlık edem ezler­
di. Gökbilimi dün y asın da çok geçm eden göktaşının
hızındaki azalm anın çok belirgin olduğu öğrenildi
ve ilgililer d ikkat etm iş olsalardı belki de b u n u daha
erken teşhis etmiş olacaklardı. A m a söylendiği gibi,
“onların kafaları b aşk a yerdeydi ”! B aşlangıçta bağ­
landıkları şeyler çekirdeğin iriliğini ölçmek, değerini
saptam aktı, m eteorun m ilyarları ancak tam am en

165
p latonik b ir isteğin am acı olabilirdi. Göktaşı, m ü­
kem m el belirlenm iş, m ükem m el düzenli b ir yörünge
üzerinde h arek et ettiğine göre dünyaya düşm ek için
atm osfer bölgelerinden ayrılm ak zo ru n d a olduğunu
düşünm üyorlardı bile! Hayır, y ü z kere hayır!...
Ve aslın d a B ay D ean F o rsly h ve D o k to r H udel-
son böyle b ir olasılığı asla sezinlem em işlerdi. E ğ er
keşfin öncelik hakkını istem ekte b u denli ateşli
d av ranıyorlarsa, bu göktaşının değeri, kim senin ne
b ir k u ru ş, ne b ir peni, ne b ir sent sahibi olm ayaca­
ğı m ilyarları y ü z ü n d e n değildi; bu, b u n u yinelem ek
çok fazla olm ayacak, biri b u b ü y ü k astronom i ola­
y ın a F o rsy th adını verm ek, öteki H udelson adını
verm ek, tek kelim eyle şö h ret içindi, şeref içindi.
Kaldı ki, iki rakibin göktaşının hızının çok g ö rü ­
n ü r b ir biçim de azalacağını bizzat gözlem lem eleri
g erekiyordu. K uzeydoğu u fkundan o rtay a çıkışı
gecikm işti, gü n ey batı u fk u n d a o rtad a n kayboluşu
gibi. W h a sto n ’un üstü n d ek i b u iki n o k ta arasın d a
geçişine d ah a çok zam an ayırıyordu. Belki de Bay
F orsyth ve B ay H udelson, b u kez öncelik hakkı
kesinlikle B oston G özlem evi’ne ait olan bu sap ta­
m ayı ilk y a p a n la r olm adıkları için üzülm üşlerdir.
Bu d u ru m d a düşünm eye en az alışık olan in san ­
ların aklına gelen iki soru sorulm aya başlandı, e r­
k ek lerd e olduğu gibi çocuklarda, çocuklarda old u ­
ğu gibi k ad ın larında... H e rk esin karşısına dikilen
dev asa b ir soru işaretiydi bu:
G öktaşı ne zam an düşecek?

166
G ö k taşı n erey e düşecek?
ik in ci so ru n u n yanıtı, göktaşının kuzeydoğudan
g ü n ey b a tıy a olan y ö rüngesini şaşm az b ir biçim de
izlem eyi sü rd ü rm esi koşuluyla kendiliğinden verili­
y o rd u . D ü şm e bu d u ru m d a sözü edilen y ö rü n g e al­
tın d a b u lu n a n n oktaların biri üzerinde olabilirdi
an cak . Bu zaten apaçık ortadaydı.
B irinci so ru ko n u sundaysa y a n ıt o k ad a r kolay
değildi. A m a bilim insanları bu k a d a r az şeyden y ıl­
m azlar ve hızın düşm esine ilişkin yeni, sık gözlem ­
ler elbette o n u çözm eye izin verecekti.
P ekâlâ, bu ko şu llarda ve b u n ca çık ar hedefte ol­
d u ğ u n a g ö re zavallı insanlığım ızın tu tk u la rın ın
k arşı k arşıy a geleceği, çarpışacağı b ir alan d a belki
de en az kolayı b ir üçüncü soru, gelip öteki ikisini
b ulm ay acak m ıydı?...
G ö ktaşı d ü ştü k ten sonra kim e ait olacaktı?...
Işıklı halesinin çerçevelediği çekirdeğin trilyonları
kim e?... Bu hale y o k olup gidecekti hiç kuşkusuz
ve p aray a çevrilem eyen elle tutulam az ışınlarına
hiç ihtiyaçları y o k tu !... A m a çekirdek o ra d a ola­
caktı... Ve onu, y asal ağırlıkta m adeni p a ra la ra çe­
virm ekte sıkıntı çekm eyeceklerdi!...
E vet, kim e ait olacaktı?
“B an a!” diye h aykırdı D ean F orsyth, “B u soru
k afasın d a şekillendiğinde, varlığını k a ra ufkunda,
W h asto n u fk u n d a ilk bildiren b a n a !...”
“B an a!” diye h aykırdı aynı şekilde D o k to r H u-
delson, “m adem ki keşfini y a p a n b e n im ! ”

167
Ve hem en o 29-30 M ayıs gecesi, h er ikisi de d a ­
h a d a öfkeli b ir dikkatle, ona el koym ak için h er şe­
y i göze alm aya h azır adam lar olarak onu izledi­
ler!... Ve o hep onların b ir otuz kilom etre k a d a r
ötesindeydi, so n u n d a kendisini y en ecek olan y e r
çekim iyle sıkı sıkıya bağlı biçim de... Ve bu güzel
gecede öylesine canlı b ir ışıkla parlıy o rd u ki y ıldız­
lar ve gezegenler y o ğ u n ışığı karşısında soluyorlar­
dı, J ü p ite r ve Venüs bile, L y r’in V ega’sı y a da Aig-
le’in A ltair’i bile, gökkubbenin tüm yıldızlarının ü s­
tü n d e tartışm asız egem enliğe sahip B üyük K öpek
takım yıldızının S iriu s’u bile!
Tam am da, az y a d a çok y a k ın d a m eteorun d ü ş­
m esinden sonra, bu eşsiz m anzarayı gözler artık
sey redem eyeceklerdi! N e önem i var! D üşm esi
yeğleniyordu... O n a sahip olm ak istiyorlardı ve
belki de, alçak dünyanın boş şeylerinden vazgeç­
miş b irk aç filozof y a d a W h a sto n ’un saygıdeğer
y arg ıcı Bay J o h n P ro th ’un araların d a y e r aldığı
b irk aç bilgeyi dışında tu ta rsa k b u düp ed ü z genel
b ir y o ğ u n istekti.
3 0 ’u sab ah ın d a S ulh M ah k em esi’nin oturum sa­
lo n u n a b ü y ü k akın oldu. M eraklıların d ö rtte üçü
o ray a girem em işti. Evin ö nünde y e r alan avluda
geri p ü sk ü rtü lm ü ş olanlar, m ahkem e salonuna tı­
kışm ış olan d a h a iltim aslıları y a d a kısaca d a h a ace­
lecileri im renm eksizin düşünem iyorlardı. E lbette
Bay P roth, b ir am atörün çiçeklerini halkın çiğne­
m esine k arşı k o ru m ak için harcayabileceği tüm

168
enerjisiyle k arşı koym am ış olsaydı bahçesini istila
etm iş olacaklardı. A m a ark asın d a yaşlı K ate’in k o ­
ru m ad a o lduğu kapıyı çökertm eleri im kânsız oldu.
B u n u n nedeni, bu o tu ru m d a B ay D ean Forsyth
ve B ay S tanley H u d e lso n ’un o ra d a olm alarıydı.
G öktaşının keşfinin öncelik hakkının ve ikinci d e­
recede bu önceliğin sağlayacağı m ülkiyet hakları­
nın saptanm ası am acıyla karşılıklı olarak sulh y a r ­
gıcına b aşv u rd u k ta n so n ra iki rakip birbirlerinin
karşısın d a b u lu n u yorlardı.
Böylece b u B ayan H u d e lso n ’un iki kızının,
F rancis G o rd o n ve hizm etçi M itz ’in sonsuz ü z ü n ­
tü sü n e karşın, sadece b ir özsaygı sorunu değildi,
bu ay rıca sulh yargıcının, k o n u d a yetkili olduğu
kabul edilerek, çözüm lem ek z o ru n d a kalacağı bir
çık ar so ru n u y d u . A nlıyoruz, ancak b ir yargıç, iki
yarg ılan an arasın d a k ararını verm ek z o ru n d a kal­
dığında çok sıkıntı yaşayacaktır. O nedenle görevi­
ne bağlı biri o larak tarafları uzlaştırm ayı deneye­
cek tir ve b aşa rırsa A m erika Sulh M ahkem elerinde
uzlaştırm a re k o ru n u kıracağını söylem ek hiç de
ab a rtı olm az!
O tu ru m u n b aşlangıcında birçok iş çabucak biti­
rilm işti ve b irb irlerin i y u m ru k larıy la teh d it ederek
gelm iş olan taraflar, B ay P ro th ’u n tüm m em nuni­
yetiyle kolkola salonu te rk etm işlerdi. Ö n ü n e gele­
cek olan iki rak ip için de böyle olacak m ıydı?... B u­
n u um m a yürekliliğini zar zor gösteriyordu.
“S onraki d av a ?...” dedi.

169
“F o rs y th H u d e ls o n ’a k a rşı ve H u d e lso n
F o rs y th y e k a rşı” diye çağırdı m übaşir. D av a liste­
sine bu başlık altın d a kaydedilm işti.
“Bu b ay lar y ak laşsın lar” diye ekledi y argıç kol­
tu ğ u n a dik o tu ru rk en .
Ve h er biri kendisine eşlik eden ta ra fta r g ru b u ­
n u n arasın d an çıktı. O radaydılar, b irbirinin y a n ın ­
da, süzen bakışlarla, çakm ak çakm ak gözler, kasıl­
mış ellerle, b ir kıvılcım ın çifte patlam aya yol açm a­
y a yeteceği ağzına değin doldurulm uş iki top.
“Söz ko n u su olan n edir b ey ler?” diye sordu Y ar­
gıç P ro th neyin söz konusu olduğunu çok iyi bilen
b ir adam edasıyla.
Ş unları söyleyerek ilk sözü alan B ay D ean
F o rsy th oldu:
—H aklarım ın d ikkate alınm asını istiyorum ...
“B en de b en im kilerin” diye y anıtladı derhal Bay
H udelson d ü p ed ü z sözünü keserek.
Ve o zam an b ir sağırlar diyalogu başladı. Ş ark ı­
cıların o rad a ne üç p erd ed en ne de altıdan değil
am a geçerli tü m arm oni k u ra lla rın a karşı şarkı söy­
lediklerinden em in olabilirsiniz.
Bay P roth, dayanılm az bir kakafoniyi sona e r­
dirm ek isteyen b ir o rk e stra şefinin arşesini yaptığı
gibi, b ir fildişi bıçağını hızlı darbelerle m asasına
v u ra ra k m üdahale etti:
“Baylar sırayla izah ediniz” dedi ve “Alfabetik sıra­
y a uyarak, adı H ile başlayan Bay H udelson’dan önce
gelen F ile başlayan Bay F orsythye sözü veriyorum .”

170
Ve belki de doktor, bu d u ru m d a adının onu alfa­
bede altıncı y erin e sekizinci sıraya koym asına acı
acı üzülüp d u rd u .
O zam an B ay D ean F orsyth, d o k to r kendini a n ­
cak çok b ü y ü k çabalar pahasına tu ta rk e n davasını
açıkladı.
2-3 N isan gecesinde akşam saat on biri otuz y e ­
di d a k ik a yirm i iki saniye g eçerken E lizabeth S o­
k ağ ı'n d a k i k u lesinde gözlem y a p a n B ay D ean
F orsy th , b ir gök taşın ı k u zeydoğu u fk u n d a g ö rü n ­
d ü ğ ü a n d a fark etm işti. O n u g ö rü n ü r olduğu h er
an izledi ve hem en ertesi g ü n ü ilk saatlerd e P itts-
b u rg G özlem evi’ne keşfini bild irm ek ve öncelik
h ak k ı için ta rih alm ak am acıyla b ir te lg ra f g ö n ­
derdi.
A çıktır ki D o k to r H udelson d a konuşm a sırası
kendisine geldiğinde M o rris Sokağı b u rc u n d an da
gözlem lenen m eteorun görünm esi ve ertesi günü
C incinnatti G özlem evi’ne gönderilen telg ra f konu-
-j larında aynı açıklam ayı yaptı.
Ve tüm b u n lar öylesine b ir inançla, öylesine b ir
kesinlikle söylendi ki dilsiz gibi ve y ü re k ça rp ın tı­
sıyla dinleyenler, böylesine açık b ir biçim de o rtaya
konan iddialar k arşısında yargıcın vereceği yanıtı
beklerken artık soluk alm ıyor gibiydiler.
A dalet terazilerini kullanm aya alışm ış ve te k bir
göz atışıyla kefelerin tam olarak aynı yük sek lik te
olup olm adıklarım gören b ir yargıç olarak, “Ç ok
b asit” dedi B ay P roth.

171
A m a bu “çok b asit” sözcükleri o ra d a b u lu n an lar
arasın d a belli b ir şaşkınlığa yol açtı. H iç d u ru m u
çözüm leyecek gibi görünm üyordu... Bu "o k ad a r
b asit” olam azdı!
Yine de B ay P ro th ’u n ağzında bu birkaç sözcü­
ğün kay d a d eğ er b ir önem i vardı. D eğerlendirm e­
lerinin doğruluğu, kararının sağlamlığı bilinm iyor
değildi. O nedenle dinleyiciler, gö rü şü n ü açıklam a­
sını sabırsızlanm adan bekliyorlardı.
Bekleyiş uzun olm adı ve sanki hu k u k i bir yargı
söz konusuym uş gibi “göz önüne alın an ların ” g ü ­
cü n ü n kullanıldığı m etin işte:
“Bir y a n d a n Bay D ean Fors 3/th ’nin 2-3 N isan
gecesinde akşam saat on biri otuz yedi d ak ik a y ir­
mi iki saniye geçe W haston üstünde atm osferde g e­
çen bir göktaşını keşfetm iş olduğu açıklam ası göz
önüne alınarak....
Ö te y a n d a n Bay S tanley H u d elso n ’un aynı gök­
taşının aynı saatte, aynı dakikada, aynı saniyede...
varlığını bildirm iş olduğu açıklam asını göz önüne
alarak ....”
“Evet! ev e t!...” diye h aykırdılar d o k to ru n ta ra f­
tarları ellerini çılgınca sallayarak
“H ayır! h a y ır!” diye karşılık v erd ile r Bay
F o rsy th ’nin taraftarları ayaklarıyla parkeye vurarak.
Ve Bay P ro th ’d a hiçbir sabırsızlık belirtisi y a r a t­
m ayan bu patırtı sona erdiğinde, şu sözlerle başladı:
“Ama tüm davanın, salt bir gökbilim sorunu olarak
bakılabilecek ve salt adli olan bizim uzmanlığımızın

172
dışında kalan soruna, b ir saniye, dakika ve saat soru­
nu n a dayandığı göz önüne alındığında; Bu gerekçe­
lerle bu k o nuda kendimizi yetkisiz ilan ediyoruz.”
Y argıcın b aşk a biçim de y a n ıt verem ediği kesin.
Ve rak ip lerd en ne biri ne de ötekisi, m eteoru g ö r­
d ü ğ ü n d en em in olduğu tam anla ilgili olarak ileri
sü rd ü ğ ü kesin b ir kan ıt getirem eyecek gibi g ö rü n ­
dü ğ ünden, taleplerinin b u ra d a kalm ası gerekiyor­
d u ve artık an cak sırt sırta çekip gitm ek zo ru n d a
oldukları ve bu d u ru ş biçim inde birbirlerine karşı
şid d et eylem lerinde bulunm alarından hiç k o rk u l­
m am ası g erekiyor gibi de duru y o rd u .
A m a ne taraftarları ne kendileri davanın bu bi­
çim de bitm esini anlıyorlardı ve Bay P roth bir uzlaş­
mayı elde edem eden bir yetkisizlik beyanıyla işin
içinden çıkacağını um ut edebilm iş olsa da, bu um ut
gerçekleşm ek zorundaym ış gibi hiç görünm edi.
A slında y arg ı k ararın ı toplu b ir m ırıldanm anın
karşılam asının ard ın d a n bir ses yükseldi ve bu Bay
■' F o rsy th ’ninkiydi.
“Söz istiy o ru m ” dedi.
“B en de istiy o ru m ” diye ekledi doktor.
“K ararım d an hiç caym ak d u ru m u n d a olm am a­
m a rağ m en ,” diye y an ıtladı y argıç en ağır k o şu llar­
d a bile hiç bırakm adığı o sevimli tavırla, “b u sorun,
yineliyorum , b ir sulh yargıcının y etk i alanının dı­
şın d a olsa bile, seve seve sözü Bay D ean F orsyth
ve D o k to r H u d e lso n ’a sırayla alm aya razı olm aları
koşuluyla v eriy o ru m .”

173
Belki de bu n o k tad a bile bu iki rak ip ten boyun
eğm elerini istem ek çok fazlaydı. D olayısıyla b irlik ­
te, aynı la f kalabalıklığıyla, aynı şiddetli dille, b eri­
ki ötek in d en b ir sözcük, b ir hece bile geride kalm a­
yı istem eden y a n ıt verdiler.
Bay P roth, “b ırakın k o n u şsu n lar”ın en akıllıcası
olacağını hissetti, en azından otu ru m u kapatm ak,
bu ona W h asto n to p lu m u n u n önde gelen ve kısaca
saygıdeğer bu iki şahsına k arşı yakışıksız olur gibi
g ö rü n d ü . Yine de y en i iddialarının anlam ını an la­
m ayı başardı: A rtık gökbilim iyle ilgili b ir sorun d e­
ğil am a b ir çık ar sorunu, b ir m ülkiyet h ak iddiası
söz konusuydu.
Tek sözcükle, göktaşı so n u n d a düşm ek zo ru n ­
daydı, düşecekti ve bu d u ru m d a kim e ait olacak­
tı?... B ay D ean F o rs y th y e mi... D o k to r H udel-
so n ’a mı?...
“B ay F o rs y th y e !” diye h ay k ırd ılar kulenin ta ­
raftarları.
“D o k to r Ifu d elso n ’a! ” diye h ay k ırd ılar b u rç ta ­
raftarları.
G üzel y ü z ü sevimli b ir filozof gülüm sem esiyle
ay dınlanan B ay P roth, şirin bir hareketle sessizlik
istedi ve d u ru şu y a n ıt verm ekte hiçbir zorluk çek­
m eyeceğini çok iyi anlatıyordu.
Sessizlik oluştu ve elbette İsa ’d an önce d o k u ­
zu n cu y ü zy ıld a K ral S üleym an’ın, iki anne arasın ­
d a ü nlü h ü k m ü n ü verdiği o g ü n ü n k ü n d en d ah a
m utlak değildi.

174
“Beyler," dedi, “B ana su n d u ğ u n u z ilk m esele bir
gökbilim keşfi k o n u su n d a öncelik hakkı so ru n u y ­
du... O ra d a o rtay a k o nan ve size göre olası b ir p ay ­
laşım ı söz k o n u su olm ayan b ir o n u r vardı... Ta­
m am !... A m a şimdi, tartışm a göktaşının m ülkiyeti
k o n u su n d a başlıy o r ve b u k o n u d a gerekçeli b ir k a ­
ra r verm ek için gerekli öğelere sahip olm asam da,
y in e de sanıyorum sizlere b ir öğüt verebileceğim .
“N e ? ...” diye h ay k ırdı B ay F orsyth.
“N e ? ...” diye h ay k ırdı Bay H udelson.
“İşte,” dedi B ay P roth. “G öktaşının düşm esi d u ­
ru m u n d a...”
“D ü şecek ...” diye tek ra rlad ılar y arışırcasın a B ay
D ean F o rsy th ’nin taraftarları.
“D ü şecek ” diye tek ra rlad ılar aynı şekilde Bay
S tan ley H u d elso n ’u n taraftarları.
“O lsu n yine d e...” diye yan ıtlad ı yargıç, A m eri­
k a ’d a bile yarg ıçlık cam iasının h er zam an örneğini
verm ediği alçakgönüllü b ir nezaketle.
-■> Ve iyilik dileyen b ir bakışla iki davalıya hitap etti:
“Bu d u ru m d a ,” diye başladı, “üç trilyon dokuz
y ü z y ed i m ilyarlık değere sahip b ir göktaşı söz k o ­
n u su olacağından size paylaşm ayı salık verece­
ğim ...” .
—Asla... asla!
H e r y a n d a çınlayan çok derinlem esine olum suz
b u sözcük oldu... Asla B ay F o rsy th ve B ay H u d e l­
son b ir paylaşım a razı olm ayacaklardı!... K uşkusuz
b u o n ların h er birine aşağı y u k a rı iki trilyon getire-

175
çekti am a b ir özsaygı so ru n u k arşısın d a d u racak
trily o n lar y o k tu r, V anderbilt’lerin, A sto r’larm , Go-
u ld ’ların ve M o rg a n ’larm ülkesinde bile... V azgeç­
mek, bu B ay F o rsy th açısından keşfin o n u ru n u n
doktora, d o k to r açısından d a bu o n u ru n B ay D ean
F o rsy th y e ait olm asına razı olm ak dem ekti.
Bay P ro th , in san a ilişkin şeyleri bildiği için, ne
k ad a r bilgece olsa da, öğüdünün o ra d a b u lu n an la­
rın tü m ü n ü n karşıtlığını kazanm am asına şaşırırdı.
Keyfini hiç k açırm adı ve b u kez g ü rü ltü önem li b o ­
y u tla ra ulaştığından, etkisinin sıfır olacağını an la­
dığından k o ltu ğ u n d an kalktı: O tu ru m bitm işti.
A m a işte b ird en sessizlik oldu, sanki tüm izleyi­
ciler, biri b ir şey söyleyecekm iş duy g u su n a kapıl­
mış gibiydi.
O lan d a b u y d u ve şu sözler o zam an m ahkem e
salonuna yığılm ış izleyicilerden herhangi birinin
ağzından döküldü:
“Sayın y argıç, davanın kesin hükm e bağlanm ası
için b ir b aşk a tarih e ertelenm esini istiyor m u ?...”
Bu, b u ra d a halkın m erakının açıkça üzerinde
to p lan m ak istediği b ir noktaydı.
Yargıç o tu rd u ve şu çok basit yanıtı verdi:
— M ü lkiyet so ru n u n u n ilgilendirdiği tarafları,
onları paylaşım alanına g ö tü rerek b arıştırm a u m u ­
dum vardı... B unu reddettiler...
“Ve re d le rin d e ıs ra r e d e c e k le r!” diye bağırdılar,
b ir fo to ğ ra f m ak in esin in k ö rü ğ ü n d e n çıkm ışa
ben zey en b u y a n ıtta tam o lara k aynı sözcükleri

176
k u llan an B ay D e an F o rsy th ve B ay S tan ley H u-
delson.
Bay P ro th anlık b ir sessizlikten so n ra şöyle dedi:
“ Bu tartışm a ko n u su göktaşının m ülkiyeti so ru ­
n u n u n k a ra ra bağlanm ası için dava... y ery ü zü n e
düşeceği güne k a d a r ertelenm iştir...”
“N için düşm esini beklem eli?” diye so rd u bu sü­
reye razı olm ayan B ay F orsyth.
"Evet... N iç in ? ” diye destekledi anlaşm azlığın
gecikm eden giderilm esini isteyen doktor.
Bay P ro th y en id en kalkm ıştı ve içine belli b ir iro­
ninin sızdığı b ir sesle aşağıdaki açıklam ayı yaptı:
“Ç ü n k ü o gü n b ü y ü k olasılıkla m eteorsal tril­
y o n lard a n payını isteyecek b ir üçüncü ilgili o rtay a
çıkacaktır...”
“H angi?... h an g i?...” diye soruldu salonun h er
b ir köşesinden, çü n k ü o radakiler g iderek d ah a d a
heyecanlanıyorlardı.
"Ü zerine d ü şü şü n gerçekleşeceği ve to p ra k sahi­
bi o larak haklarını değere d ö n ü ştü rm ek ten geri
kalm ayacak ü lk e!”
Bu saygıdeğer y arg ıcın ekleyebileceği şey, g ö k ­
taşının denize d ü şerek kim seye ait olm am ası ve
N e p tü n ’ün'*, u çu ru m larının derinliğinde onu son­
suza değin saklam ası şansının b ü y ü k olacağıydı...
İzleyiciler, kesin o larak y erin d e n ayrılm ış olan
B ay P ro th ’un söylediği son sözlerin etkisi altında
kalm ışlardı. Bu, b ir üçü n cü ilgilinin y e r hâzinesi ol-
<f Poseidon adıyla da bilinen D eniz Tanrısı (ç.n.).

177
m uş gök h âzinesinden payım istem eye gelm e olası­
lığı, iki rak ib in ve tara ftarla rın ın kızgınlıklarını y a ­
tıştıracak m ı?... Belki düşünm eyle ve zam anla,
çünkü b u ihtim ali de göz önüne alm ak gerekiyor­
du. A m a kafaların aşırı uyarıldığı şu a n d a b u n u n
üzerinde d u rm ak hiç düşünülm edi. K ısaca çözüm ­
süz k alm ak ta olan F oesyth-H udelson davası g ö rü l­
dü yalnız. K a rar nasıl d a göktaşının düşm esine k al­
dı!... A m a ne zam an gerçekleşecek? B ir ayda, bir
yılda, b ir y ü zyılda?... Bu biliniyor mu, bilinecek
m i?... H ayır! iki rakip arasın d a adaletin hem en k a ­
ra r verm esi tercih edilirdi ve bu, halkın hırslarını
y atıştıram ay acak bir düş kırıklığı gibi oldu!
O nedenle h erkes dışarı çıktığında m eydanda,
m ahkem e salo n u n d a y e r bulam ayan m eraklıların
d a katıldığı iki g ru p oluştu. Ve güzel b ir kargaşa,
bağrışm a, tahrik, teh d it ve m uhtem elen şu k u d u r­
m uşların b aşv u racak ları şiddet eylem leri oldu. E l­
bette B ay D ean F orsyth tara ftarla rı sadece Bay
H u d elso n ’u linç etm ek istiyorlardı ve B ay H udel-
so n ’un tara ftarla rı B ay F orsyth yi linç etm ekte te ­
re d d ü t etm ezlerdi, b u da davayı aşırı A m erikancı
biçim de bitirm ek olurdu.
N e m utlu ki y etkililer olabilir olduğu k a d a r ü zü ­
cü de olabilecek aşırılıklar için önlem lerini alm ış­
lardı. Ç ok sayıda polis m em uru A nayasa M ey d a­
n ı'n d a bekliyordu. Tam iki ta ra f birbirinin üstüne
atıldığı a n d a aynı kararlılık ve yerindelikle m ü d a­
hale ettiler ve çarp ışanları ayırdılar.

178
A m a y ap am ad ık ları B ay F o rsy th ’y le Bay H udel-
so n ’un b irb irlerin in üstüne y ü rü m elerin i engelle­
m ek oldu. Ve o zam an ilki şöyle dedi:
“Bayım, sizi b ir sefil olarak görüyorum ve emin
olun ki asla B ay F o rsy th ’nin y eğeni b ir H udel-
so n ’u n kızıyla evlenm eyecektir...”
“Ve b e n ,” diye y a n ıt verdi doktor, “sizi terbiyesiz
b ir adam o larak gö rü yorum ve asla D o k to r H udel-
so n ’un kızı b ir F o rsy th ’nin yeğeniyle evlenm eye­
ce k tir!...”
K orkulan skandal buydu, iki aile arasın d a çare
bulunam az, tam k o p m a buydu.
Ve b u sırad a B ay P ro th tarh ları arasın d a dolaşır­
ken hizm etçi K a te’e şunları söylüyordu:
“Tek istediğim şey şu kahrolasıca göktaşının
bahçem e düşm em esi, çiçeklerim i ezecek !”

•»*

179
X III. Bölüm

B u rad a, S u lh Y arg ıcı P ro th un


o rtay a çık acağ ın ı ön ced en hab er verdiği
m ülkiyet hak larının değerlend irilm esini isteyen
üçüncü istem sah ibinin bird en bire
ortay a çık tığ ın ı görüyoruz.

udelson ailesinin duyd u ğ u derin acıyı ta ­

H rif etm ekten vazgeçm ek d ah a iyi olur.


F rancis G o rd o n u n içine düştüğü acıyla
an cak aynı düzeydeydi. E lbette bu saygıdeğer
adam dayısıyla ilişkisini kesm ekte, onayından v az­
geçm ekte, hiddetine ve onun kaçınılm az sonuçları­
n a m eydan o k u m ak ta kararsızlık gösterm eyecekti.
Am a Bay D ean F o rs y th y e karşı sahip olduğu g ü ­
ce, Bay H u d e lso n ’a karşı olam ıyordu. D oktor, kızı­
nın F rancis G o rd o n ’la evlenm esine karşı olduğuna
göre o d a J e n n y yle evlenm e k o n u su n d a tüm um u ­
d u n u te rk etm ek zorundaydı. B ayan H udelson b o ­
şu n a kocasının rızasını alm aya çalıştı, b o şu n a k a ra ­

180
rından vazgeçirm ek için uğraştı, ne yalvarm aları,
ne sitem leri inatçı d o k to ru yum uşatabildi. Loo, k ü ­
çük Loo bile acım asızca reddedildiğini gördü. R i­
caları, cilveleri, gözyaşları bile güçsüz kaldılar.
“Hayır... hayır...” deyip d u ru y o rd u Bay H udel-
son, “G öktaşım ı benden çalm akla yetinm eyip hal­
kın önünde b a n a sefil m uam elesi y a p a n adam ın ai­
lesiyle ailem arasın d a asla hiçbir bağ olm ayacaktır!”
D oğru, o d a B ay F o rs y th y i terbiyesiz adam ni­
telem esiyle aşağılam ıştı ve onlar söylendiği gibi
o y u n d a iki kişiydiler.
Yaşlı M itz ’e gelince efendisini şu sözlerle az arla­
m akla yetindi:
“Bay F orsyth, sizin kalbiniz y o k !”
N e olursa olsun B ay F o rsy th ’nin gözleri vardı ve
W h a sto n ’un ü stü n d e gece olduğunda, gitti, onları
sırayla m eteorun o rtay a çıkm asını gözetlem ek ve
b ir önceki güne o ran la biraz d ah a gecikerek devam
ettiğini görm ek için teleskobunun gözetlem e m er­
ceğine dayadı.
A m a o, altın k üre, alışkanlığı üzere b ir ufu k tan
ötekine geçecekti ve sayısız bakış, göz kam aştırıcı
parlaklığı o rtasın d a onu görebildi.
S o n ra gece bitti, güneş yeniden g ö rü n d ü ve o
g ü n S âin t-A ndrew çan kulesinde F ran cis G o rd o n
ve J e n n y H u d e lso n ’un evliliği için çalm ası gereken
çan lar sessiz kaldılar.
B ununla birlikte göktaşının hızı, etkileri çeşitli
gözlem evlerinin gökbilim cileri tarafından kesin ola­

181
ra k belirlenm ekte olan b ir m ekanik yasasın a göre
derece derece azalıyordu. Bu azalm anın sonuçların­
dan biri, y e r çekimi, bu azalan hızdan baskın geldi­
ğinde üzerine düşeceği D ü n y a y a m eteorun yaklaş-
masıydı. O rta y a çıktığında b u lunduğu kırk 1 kilo­
m etre uzaklığı d ah a şim diden b ir çeyreklik bir azal­
m ayla otuz kilom etreden d ah a çok olarak hesaplan­
m ıyordu. O nedenle doğuşuyla batışı arasın d a d ah a
uzun süre g ö rü n ü r kaldığından, bu d ah a elverişli
k o şu lla rd a gözlem lenm esine olan ak verebilirdi.
A m a ne y azık ki doğu rüzgârları o günlerde ege­
m endi ve gökyüzü Atlas O k y a n u su ’ndan gelen su
buharıyla ağır b ir biçim de yükleniyordu. Kalın b u ­
lut tabakaları arasından göktaşının geçişi ancak
güçlükle algılanabiliyordu. Z aten geçiş hareketinde
uğradığı gecikm enin sonucu olarak kuzeydoğudan
g üneybatıya y ö rüngesini artık yalnız gece değil,
g ü ndüz de, değişik saatlerde izliyordu ve gözlem ler
g iderek d ah a az kolay oluyordu. Bu y ö rüngenin
hiçbir değişikliğe uğram adığı ve ilk istikam etinde
şaşm az bir biçim de tu tu n d u ğ u zaten belirlenm işti.
Kaldı ki göktaşının ilerleyişini teleskoplar y a d a
d ü rb ü n le izleme gerekliliği de artık y o k tu . D a h a
şim diden elde edilen ve son derece kesinlikle doğ­
ru lan an çizelgelere göre hesap, halkın ilgiyle -ve ne
sabırsızlıkla!- beklediği tüm sonuçları verecekti. İl­
gililer -d a h a özel o larak kim lerdi, b u n u öğrenece-

]. Yanlış "kırk" rakam ını alıkoyuyoruz, çün k ü "otuzu" koym ak tüm ce­
yi yeniden k u rm ak zo ru n d a bırakacak.

182
ğiz- ilgililer çok geçm eden şu iki soru üzerine od ak ­
lanacaklardı:
1. G öktaşı ne zam an düşecek?...
2. G öktaşı nereye düşecek?...
ilkine, gazetelerde çıkan ve B oston Gözlem e­
v i’nden gelm ekte olan kısa b ir açıklama, düşüşün 15
ile 25 Temmuz arasında gerçekleşeceğini bildirdi.
İkinci soruyu, gözlemler, sözü edilen ilgilileri ta t­
min edecek biçim de y anıtlam aya henüz olanak v er­
m iyorlardı.
N e olursa olsun b üyük olay, en geç sekiz, en e r­
ken altı haftadan önce m eydana gelm eyecekti. H e r
şeyin y aratıcısının uzaya fırlattığı b u altın güllenin
Y e rk ü re y e kesin olarak ulaşacağı o un u tu lm ay a­
cak güne k ad a r tam b ir b u çu k ay akıp gidecekti.
Ve şu saygısız P u nch’n n ironili kısa fıkralarında
dediği gibi: “Bize onu gönderen gökyüzü to p çu su ­
n a b u n u n için teşek k ü r edilsin!... Jü p ite r, S atürn,
N e p tü n y a d a gezegen sistem im izin h erhangi b ir
b aşk a yıldızını pekâlâ h ed e f alabilirdi!... A m a h a ­
yır, prenslere y a ra şır d ö rt bin m ilyarlık b u arm ağa­
nı, bu y ü ce lütufu bahşettiği bizim saygıdeğer Ki-
b ele’mize, g ökyüzünün ilk çağ kızı ve S a tü rn ’ü n
karısına, İyi T anrıça y a verm ek isted i!”
Z aten bu b irkaç trilyonun m ülkiyeti, tüm iştah ­
ları aşırı derecede k ab artıy o rd u ve B ay P ro th ’un
önceden söylemiş olduğu gibi göktaşının ilk iki
kâşifine karşı, ilgililerin h ak iddiaları çok geçm e­
d en su y ü zü n e çıktı; “ilgililerle” y ö rü n g e altın d a y e r

183
alan ve zo ru n lu o larak üzerine düşeceği biri y a da
öteki, çeşitli devletleri anlam ak gerekiyor.
M eteo ru n üzerlerinde y e r değiştirdiği onca kayı­
rd an ülkeler hangileriydi? İşte: Birleşik Devletler,
N ik arag u a, K osta Rika, G alapagos A daları, A n­
ta rk tik a T o prakları, D oğu H intler, A fganistan,
Kırgız Ülkesi, A v rupa Rusyası, N orveç, Laponya,
G roenland, L abrador, Yeni B ritanya.
G ö rü y o rsu n u z, b u ilk a d lar dizinine göre b u y a ­
rışm ad a yaln ız A vrupa, Asya, A m erika y e r alm a­
lıydı: A m erika, G roenland, L abrador, Yeni B ritan ­
y a, B irleşik D evletler, N ik arag u a ve K osta Ri-
k a ’y la; Asya, D oğu H intler, A fganistan ve Kırgız
ülkesiyle; A vrupa, N orveç ve K uzey R usya’y la.
U çsuz bucaksız B üyük O k y a n u s’un y üzey in d e bir
tek tak ım ad a göktaşını tepesinden geçerken g ö rü ­
y o rd u : O da, 92. b atı boylam ı ve 1.40. güney enle­
miyle k ü çü k G alapagos g ru b u y d u . Buz gibi A n­
ta rk tik a O k y a n u su 'n d a, b u rası henüz çok az tan ı­
n an geniş k u tu p bölgesinin ü stündeydi ve buz gibi
K uzey O k y a n u su ’nda, K uzey K u tb u ’n a kom şu
olan to p rak la rın ü stünde, a rd ın d a ışıklı izini b ıra ­
k arak gidiyordu.
Bu tablo gösteriyor ki ilgililer, Birleşik D evlet­
le rle K uzey Am erikalılar, N ik arag u a ve K osta Ri-
k a ’y la O rta Am erikalılar, Yeni B ritanya ve H intli­
lerle Ingilizler, A fganistan’la Asyalılar, Kırgız to p ­
rakları ve K uzey R usya’y la Ruslar, G roenland’le
D anim arkalılar, Loffoden A dalarıyla N orveçlilerdi.

184
İddia s a h ip le rin in sayısı böylece yediye yükseli­
yordu ve d a h a b aşla n g ıç ta n haklarını değerlendirt-
mekte çok k a ra rlı g ö rü n d ü ler. Ve kayırılan devletler,
Amerika, İn g ilte re , R usya, D anim arka, N orveç ve
Afganistan’d a n b a ş k a s ı olm adığına göre b u n a pek
şaşırm ayınız. B u g ü ç lü krallıkların karşısında Bay
D ean F o rsy th v e D o k to r Hudelson, taleplerinin k a­
bul edilm esini u m a b ilirle r miydi? Varsayalım ki keş­
fin öncelik h a k k ı v erildi, ister birine, ister ötekine,
ister h er ikisine, b u n u altın pastadan paylarını alma
gerekliliği izley ecek m iydi?... Bu göktaşında durum ,
belli b ir b ö lü m ü k endisini bulana ve en önemlisi,
düştüğü tarla n ın sah ib in e ait olan bir hâzinedeki gi­
bi değildi. B ay F o rs y th ve Bay Fludelson’un W has-
ton u fk u n d a g ö k ta şın ın varlığını ilk hab er verm iş ol­
m alarının ne ö n em i v ardı? E r y a d a geç fark edilm e­
yecekler m iydi? V e zaten görülsün y a d a görülm esin
yine de d üşecekti. N e B ay Forsyth ne doktor, ne
başkası b u n a b ir şey yapam azdı.
Bu sav, çeşitli g azetelerin yayım ladıkları hukuki
'b ir g ö rüş y az ısıy la açık b ir biçim de o rtay a kondu.
İki rak ib in öfkesi değerlendirilerek görülecektir ki
h av a trily o n la rın d an o n lara hiçbir h ak tan ın m ıy o r­
du. Ve b u b ah tsızlık , düş kırıklığı ortaklığının iki
aileyi b arıştırıp b arıştırm ayacağını, kuleyle bu rcu
y ak ın laştırıp y ak ın laştırm ay acağ ın ı kim bilebilir?...
N e olu rsa o lsu n B ay F o rsy th ve B ay H u d e lso n ’u
göktaşını p ay laşm ay a yönlendirm ek m üm kün ol­
m adıysa d a belki y ö rü n g e si altında y e r alan ülkeler

185
daha m antıklı davran acaklardı. Aslında, altın k ü re ­
den her birine ister eşit p ay ister kapladığı alanla
orantılı p ay v erecek b ir u z la şm a y a d a d ah a çok b ir
anlaşm a, b ü tçelerini dengelem eye y a d a h a tta gele­
cekteki tü m harcam alarını karşılam aya yetecek k o ­
cam an b ir m ik ta r sağlayacaktı.
O nedenle görevi, coğrafi konum ları gereği d e­
ğerli m eteoru alabilecek devletlerin h er birinin çı­
karlarım savunm ak olacak bir U luslararası Kom is­
yon çok kısa b ir sürede kuruldu.
B irleşik D e v le tle rin k om isyon üyesi, B os­
to n ’d an B ay N ew ell H arvey, İn g iltere’nin M o n tre ­
a l’den B ay W hiting, R u sy a’nın R iga’dan B ay Sara-
lof, N o rv eç'in C h ristian ia’dan B ay Lieblin, D a n i­
m ark a’nın K o p en h ag ’d an B ay Schack, A fganis­
ta n ’ın em ir ailesine m ensup Bay O ullah, N ik a ra ­
g u a ’nın S an L eo n ’d an B ay Truxillo, K osta R ica’nın
San J o s e ’den B ay V aldejo oldu.
A n tark tik a k u tu p kıtasının geniş bölgelerinin bu
U luslararası K om isyon’a hiç tem silci gönderm em e­
lerine şaşırm ayın: Bu o raların m eskun olm am ala­
rından ve hiç olm ayacak olm alarındandı. E ğer
rastlantı sonucu göktaşı oraya düşerse, eninde so­
nun d a öğrenilecek ve altın kü ren in keşfi için gerek
Terre C lary 'den g erek Terre Louis P hilippe'ten
başlayacak seferlerden geçilm eyecekti! Ve bu da,
C ü n ey K u tb u n u n keşfini, k ah ram an kâşiflerin
coğrafya tu tk u la rın d an d ah a güvenli b ir biçim de
sağlayacaktı^...

186
İnsan kendi kendine, Albermal, Şatam , N ofolk ve
diğerleri gibi çok değişik türde kaplum bağa açısın­
d an zengin G alapagos Adaları nın bu kom isyonda
temsil edilip edilmeyeceğini soruyor... E vet ve çok
doğal olarak, Birleşik D evletler tarafından 1884’te
on beş milyon fran k fiyata alındığına göre. E kvator
O k y an u su ’nun d ö rt derece üstünde y ü z kırk yedi
dönüm lük b ir alanı kaplıyorlar sadece. G öktaşının
gelip orayla tem asa geçm e şansı bu d u ru m d a son de­
rece sınırlıydı. E ğ er felek bu darbeyi vurursa, bu ta ­
kım adayı satm ış olm ak E kvador C um huriyeti için
ne b ü y ü k bir üzüntü olurdu! D oğrudur, Virginia,
G üney Karolina, G eorgia ve F lorida’nın kapladıkla­
rı kesim le Birleşik D evletler'in; S aint-L aurent Hali-
ci’ne kom şu K anada’nm uzun ovalarıyla, H indis­
ta n ’ın S eylan’ı ve Yeni B ritanya’nın L ab rad o r’uyla
Ingiltere’nin; Kırgızların ülkesiyle R usya’nın; şu ge­
niş G roenland bölgesiyle D anim arka’nın; (...)2 d ere­
celik bir alanda uzanan o uçsuz bucaksız bozkırla­
rıyla A fganistan’ın şansı çok d ah a büyüktü.
E lb ette y ö rü n g ey le, batı kıyısının ince b ir k esi­
mi ve L offoden g ru b u y la zar zo r çakışan N orveç,
öteki devletlere o ra n la kayırılıyor değildi; am a
h ak ların ın ihm al edilm esini istem em işti ve tem sil­
cisi U lu slararası K om isyon’un üyeleri arasın d a
y e r aldı.
Bu kom isyon 17 H aziran tarih in d e N ew Y ork'ta
toplandı. K ostarikalı, N ikaragualı, N orveçli, D ani-
2. Elyazm ası m etinde boş.

187
d
I

m arkalı, İngiliz kökenli üyeler söylenen günde ra n ­


d ev u d a bu lu n m ak am acıyla en hızlı b u h arlı gem ile­
re bindiler. Son d erece hızlı olm ak zo ru n d a olan
kom isyon üyesi, A fganistan E m iri’nin gönderdiği
oldu. K oşullar y ard ım edince X ...’te b ir F ransız
yolcu gem isine binebildi ve S üveyş’e ulaşabildi.
O ra d a n N akliye Ş irketleri onu M arsily a’y a g ö tü r­
düler; so n ra F ra n s a ’y ı geçince b ir A lm an buharlı
gem isiyle A tlas O k y a n u su ’nu aştı ve istenen za­
m anda N ew Y o rk ’a indi.
U luslararası K om isyon 17 F laziran’dan itibaren
h afta d a yedi kez o tu ru m düzenledi. Y itirecek bir
gü n y o k tu . G ökbilim i yıllıklarında örneği olm ayan
bu davanın çözüm ü belki de d a h a önce sanıldığın­
d an d ah a y ak ın d ı. M eteorun, onu Y er’den ayıran
uzaklığın azalm asıyla birlikte hızının d a derece d e­
rece d ü ştü ğ ü n d en şüphe y o k tu . Ö zel gazeteler, bu
uzaklığın ve b u hızın rakam larını günlük olarak v e­
riy o rlard ı ve h esapların hangi ülkenin üzerine d ü ­
şeceğini h erhangi b ir yaklaşık dereceyle belirlem e­
si olanaksız değildi.
A m erikalılar, Ingilizler, N orveçliler, D anim ar-
k alılar ve h a tta A fganlar bu denli önem li çıkarları
tartıştık la rın a göre, tartışm alar ta ra fla r arasın d a d a
şiddetli oluyorsa, kim se b u n d an hayrete düşm em e­
li. Ç eşitli devletler, koca hâzineyi paylaşm ayı re d ­
detm iş olan B ay F o rsy th ve D o k to r H u d e lso n ’u
hiç tak lit etm eyerek akıllılık örneği vereceklerm iş
gibi geliyordu, evet, elbette ve kom isyon üyeleri,

188
h er ülke tara fın d an dile getirilen h ak iddialarına
u ygun o larak b aşlan g ıçta tüm üyle b u n a yöneldiler.
A m a paylaşım alanında k arşı k arşıy a geldiler,
verilecek o ran lar k o n u su n d a anlaşm a çok güç gö­
rü n d ü . Ve aslın d a y ö rü n g en in altındaki to p ra k ala­
nına göre şanslar az y a d a çok bü y ü k tü . B u yüzden
kom isyon üyeleri pergeller elde çekiştiler ve insan
k en d i kendine sözü edilen pergelin b ir ölçü aleti ol­
m anın dışında ö ld ü rü cü b ir silaha dön ü şü p d ö n ü ş­
m eyeceğini sorabilir.
B u n u n la b irlikte ne k a d a r çok otu ru m birbirini
izliyor idiyse tem silciler o rtak bir anlaşm aya doğru
o k ad a r az yol alıyorlardı. B irleşik D ev letler’den
B ay H arvey, G alapagos T akım adaları nm , F ederal
C u m h u riy et’in alan ın a dahil olduğu k o n u su n d a ıs­
ra r etm eye çok özen göstererek çıkarlarını savun­
m ad a özellikle söz dinlem ez görünüyordu.
"Ve B üyük O k y a n u s’ta göktaşının üstüne d ü şe­
bileceği b ir tek bu tak ım ad a var, o n ed en le” diye
sürekli yineleyip d u ru y o rd u -özetle doğ ru y d u da.
B üyük B ritan y a H ü k ü m eti’nin tem silcisi B ay
W hiting, hiçbir ödüne razı olmayı istem iyor, tartış­
m aların d a b ir b ü y ü k efendiym iş havasına b ü rü n ü ­
y o rd u . Evet! T rilyonlar peşinde bile koşm ayan b ir
ülkenin neredeyse h er şeyi küçüm seyen tem silcisi
süsü veriy o rd u kendisine; am a bu küçüm sem eye
rağm en y ö rüngenin, B irleşik K rallık’m m ülklerinin
ü stü n d en iki kez geçtiği -E ski K ıta’d a H in d ista n ’ın
kim i bölgelerinin üstünden, Y eni’de K an ad a ve

189
L a b ra d o r’u n u zu n b ir parçasının ü stü n d en -k o n u ­
m unu tem el alan h ak iddialarının en k ü çü k b ir p a r­
çacığından bile geri adım atm ıyordu.
Am a b u Ingiliz, k arşısın d a m eslektaşlarının gö­
züne M o sk o v a H ü k ü m e tin e bağım lı geniş Kırgız
ülkesini sokan B ay S a ra to f’u n kişiliğinde tam ad a­
m ını buldu.
A fganistan ın ona, B ay O u lla h ’m ağzıyla, alan
olarak E m ir'in krallığının Kırgız ülkesiyle aynı ol­
du ğ u biçim inde karşılık verdiği doğrudur. Ve bu
Asyalı nasıl b ir şiddetle konuşuyor, m üdahale edi­
yor, iddia ediyor, y alanlıyordu, bu k o n u d a b ir fikir
sahibi olm anız olası d eğ il! Bu, hiç k uşkusuz sadece
b u O rta A sya Krallığı nın çok p a ra y a gereksinm e­
si olm asından değil am a göktaşı m eselesinde sözü
edilen O u lla h ’a y ü zd e şu k a d a r b ir m iktarın ayrıl­
mış olm asından d a kaynaklanıyordu.
Bu kom isyonda bu n u n la birlikte d ah a alçakgö­
nüllü b ir tem silci de bulunuyordu. Bu, N o rv eç’i
tem sil eden Bay Lieblin’di. A slında bu devlet, sade­
ce Loffoden’leri ve Laponya'nın küçük bir parçası­
n a bel bağlam ıştı ve ancak çok fazla sınırlı b ir şansa
sahipti. Bu y ü zd en tüm çabaları, m eteora düşm esi
için sunduğu alan ne olursa olsun h er devletin pay­
laşım da eşit p ay a sahip olması üzerine yöneliyordu.
A m a İngiltere, Rusya, Birleşik D evletler’in bu öne­
riyi hiçbir zam an kabul etm eyeceklerini anlam akta
gecikm edi ve bu y ü zd en “K uzey’in Eski K rallı­
ğı m n lehine son derece üzüntülü görünüyordu..

190
Bay Lieblin doğrusu Bay de S chack’m şahsında
en şiddedilerinden b ir rakiple karşılaştı. D anim arka
H üküm eti’nin temsilcisi, kom isyonun gözleri önüne,
ü stü n d e y ö rü n g en in kuzeydoğudan güneybatıya
d oğru çizildiği tüm G roenland’ını seriyordu. D ü şü ­
şün G roenland to p rağında gerçekleşeceğine inan­
ması için nedenleri -hangileri, hiç belirtm iyordu- ol­
duğunu iddia ediyordu. Bu durum da, kendi zararı­
n a eşit olm ayan b ir paylaşım a razı olacak olan asla
Bay de Schack değil. D anim arkalılara, çok m utlu
krallıklarında artık hiçbir zam an hiçbir vergiyi öde­
mem e olanağı sunacak d ö rt trilyonun en b ü yük b ö ­
lüm ünü isteme hakkını kendinde görm esi için onu
çok ısrarla y ü reklendirm ek gerekm eyecekti.
K om isyon üyeleri çıkarlarını göz önüne alarak
b ir anlaşm aya ulaşacaklar m ıydı?... B üyük D evlet­
ler k ü çü k lere istek lerin i k ab u l ettirm ey ecek ler
m iydi?... B irinciler avantajlı oldukları iddiasında
b u lu n m ay acak lar m ıydı? Ki doğrusu y eterin ce adil
gibi g ö rü n ü y o rd u !... Ya d a h er güçlükten, h er a n ­
laşm azlıktan kaçınm ak için trilyonların eşit p ay lar­
d a dağıtılm asına k a ra r verilm eyecek m iydi? T utar
sekize b ö lü ndüğünde, y ine de h er birine beş y ü z
m ilyarlık güzel b ir rakam düşecekti...
A m a hayır! Bu k o n u d a çok çılgınca kabartılm ış
olan insan açgözlülüğüyle h esap lar y ap m ak g ereki­
y o rd u . O tu ru m la r giderek d ah a fırtınalı oldular.
B u tartışm aların kişisel m eselelerle yozlaşacağını
d ü şü n m ek y erin d e olurdu. B oston’dan B ay N ew el

191
H a rv e y ’le K o starik a’d an B ay Valdejo arasın d a k a r­
şılıklı kışk ırtm alar oldu. N eyse ki arkası gelm edi ve
b u m eteor avı k an akıtılm adan sona erecek gibi.
M eseleyle d o ğ ru d a n ilgili olsun olm asın çeşitli
ülkelerin gazetelerinin, k arşıt y a d a ta ra fta r olarak
m akale darbeleriyle sürekli çarpıştıklarını b elirt­
m eye de g erek yo k . A m a so ru n d a hiç ilerlem e ol­
m u y o rd u ve insan, göktaşının so ru n çözüm lenm e­
den d ü şü p düşm eyeceğini düşünüyordu...
Ve bu so ru n u kesin bir biçim de çözecek şey, re ­
kabete son verecek şey, açık denize düşm esi olacak­
tı. Peki böyle olması olasılığı y o k m uydu?... As­
y a ’nın, A v ru p a’nın, A m erika’nın ona sundukları,
B üyük O k y a n u s’un H in t O k y a n u su ’nun, K uzey ve
A n tark tik D enizlerinin uçsuz bucaksız yüzeyleriyle
kıyaslanabilir m iydi?... Altın yuvarlağın kendini
o ralara atm ası ve to rtu l derinliklerinde sonsuza de­
ğin y u tu lm u ş olm asında sayısız y a ra r y o k m uydu?...
A m a şunu itiraf etm ek gerekiyor, halkın çok b ü ­
y ü k çoğunluğu böyle b ir olasılığı reddediyordu.
H ayır! B unu olası sanm ayı reddediyorlardı! N e!
Bu değerli m aden yığını, bu y irm i beş m etre y a rı­
çapındaki k üre, h içb ir insan çabasının çekip çık ar­
m ayı başaram ayacağı u çu ru m la rd a y itip gidecek
m iydi?... O n c a m ilyar ufuklarda, u zayda y eni bir
y ö rü n g ey i izleyerek y o k olm ak için mi o rtay a çık­
m ıştı?... H ay ır! Y üz kere hayır, tüm y eıy ü zü , bir
b u çu k m ilyar n ü fu su n u n ağzıyla b u n u protesto
edecekti!...

192
Ü stelik U lu slararası K om isyon hiç b u ihtim ali
göz önüne alm ayı düşünm edi. O n a göre göktaşı b ir
gü n -ve gecikm eden- y eıy ü z ü hâzinesinin p a rç a sı
olacaktı. Tek so ru n kim e ait olacağına, m utlu b ir
talihin tecellisi sonucu cebine gireceği ülkenin h a n ­
gisi olacağına k a ra r verm ekti...
Ve gerçek ten de, F ransız E conom iste’inin b e lirt­
tiği gibi bu beklenm edik kazançtan tek b ir ülke d e ­
ğil de h erkesin y ararlan m ası d ah a kolay, d ah a d a
adil olm ayacak m ıydı?... Yeni ve E ski K ıta nın h e r
ülkesi arasın d a nüfus sayılarıyla orantılı o lara k
paylaştırılm ası... ?
K olaylıkla tahm in ettiğiniz gibi A m erika, Ingil­
tere, Rusya, N orveç, D anim arka, A fganistan, N i­
karag u a, K osta Rika, b u deyim i kullanm akta sa ­
kın ca y oksa, om uzlarını silktiler. A lm anya, İtalya,
tek sözcükle öteki krallık y a d a cum huriyetlerce se­
verek desteklenecek olan bu öneriyi, eğer F ra n sa
yap ıy o rsa, göktaşının tepelerinden geçtiğini hiç
görm ediklerinden ve hiçbir d u ru m d a düşüşüyle
zenginleşm eyeceklerindendi. Bu önerinin b u d u ­
ru m d a kabul edilm e şansı y o k tu ve olm adı.
K ısacası sonuç alın am ayan on g ü n lü k ta rtış m a ­
ların a rd ın d a n U lu slararası K om isyon, B oston
polisinin m ü d ah alesini g e re k tire n b ir o tu ru m la
dağıldı.
Böylece so ru n u n en doğal biçim iyle kesilip atıl­
m ası d u ru m u oldu ve b u n u n en iyisi olm adığı d a ne
m alum ?...

193
D elegeler ister eşit olsun ister orantılı b ir payla­
şım üzerinde anlaşam adıklarına göre göktaşı so­
n u n d a ü zerine düşeceği ülkeninkine ait olacaktı.
Bu karar, ilgilileri h o şn u t etm ese de m eselede hiç
çıkarı olm ayan tüm devletler tarafın d an aceleyle
k abul edildi, ne k a d a r d a insanca! Ö zetle, sözü edi­
len mesele artık sadece b ir piyango olacaktı, inanıl­
m az değerde tek b ir ikram iyesi olan, B irleşik D e v ­
letler, İngiltere, R usya, D anim arka, N orveç, A fga­
nistan, N ik arag u a, K osta R ika arasın d a çekilecek
b ir piyango... D o ğ ru n u m araya sahip olacak için
d ah a ne olsun!
Bay D ean F o rsy th ve B ay S tanley H u d elso n 'u n
h ak ların a gelince, b u n u n la ilgilenilm edi bile ve
T anrı bilir, y a U luslararası K om isyon nezdinde is­
tek te bulu n m u ş olsalardı, y a kendilerini dinlem ele­
ri için çab a gösterm iş olsalardı. Tüm üyle boşu b o ­
şu n a B oston yolculuğu yapm ışlardı. Sefil davetsiz
k o n u k lar o larak b aştan savıldılar. N e iddia ediyor­
lardı, lütfen? O n la r m eteorun y e r çekim i alanına
varışını ilk o larak bildirenlerdi... Ya d a h a sonra?...
O n u o n lar mı o ray a çekm işlerdi?... O ra y a y ine de
gelm eyecek m iydi?...
W h a sto n a d ö n d ü k leri zam an k i öfkeleri, k o ­
m isyona olan b irb irlerin e d u y d u k la rın d a n çok d a ­
h a şiddetli öfke k o n u su n d a tah m in d e b u lu n u y o ­
ruz!
“Isra rla isteyeceğiz... Isra rla isteyeceğiz... D a ­
m arlarım ızda b ir dam la k an kalıncaya değin iste­

194
m eye son v erm ey eceğ iz! ” deyip d u ru y o rla rd ı tara f­
tarların a.
Pekâlâ, artık sadece beklem eleri gerekiyordu,
talep lerin i şanslı ülkeye d o ğ ru ltac ak lard ı! Ve böyle
b ir talih tecellisinden so n ra o ülkenin, B ay F orsyth
v e D o k to r H u d e lso n ’a b irkaç m ilyarı bırakm aya
ra z ı olup olm ayacağını kim bilebilir?...
Ailelerine gelince, onlara acım ak bile akıllarından
hiç geçm iyordu, tek sorum luları oldukları bu kop­
m adan dolayı onlar çok acı çekiyorlardı. Francis
G o rd o n acılara g ark oluyordu, J e n n y sararıp solu­
y o rd u ve B ayan H udelson onu teselli edem iyordu.
N işanlısını, artık M orris Sokağı’ndan geçm iyorsa
görem iyordu. D o k to ru n kesin b uyrukları karşısında
ziyaretlerinden vazgeçm ek zorunda kalmıştı.
Bayan L oo’n u n ve yaşlı M itz’in b ed d u a la rın a ge­
lince şimdi onları gö k taşına yöneltiyorlardı, y av a ş­
lay an ilerleyişinin sonucu d ünyaya y aklaşm aya d e ­
v am eden göktaşına. H e r ikisinin de onun için dile­
d ik leri şey, denizlerin en derininde kaybolm asıydı.
N e y o k olmuş b ir gökcism inin keşfiyle ilgili ne de
su la ra göm ülm üş m ilyarlarla ilgili hak iddiasında
b u lu n acak ları b ir şey kalm ayacak iki ra k ip belki de
so n u n d a kişisel nefretlerini unutacaklardı...
Ve gerçekten küçük kızın ve yaşlı hizmetçinin iste­
dikleri, en çok istenen ve genel çıkara uygun olan de­
ğil miydi? Punch, b u n u göktaşına sahip olm anın tüm
dünyayı zenginleştirecek y erd e yoksullaştıracağını
kanıtladığı, ironili b ir m akalede gösterm edi mi?...

195
“D üş, m uhteşem göktaşı,” diye haykırıyordu k ö ­
şe y azarların d an biri, “düş! B ulutların Y e rk ü re m i­
ze aylar, y ıllar b o y u n ca aralıksız yağdıracağı bir d o ­
lu, bize d a h a çok k ö tü lü k yapm ayacak. D üş, senin­
le b u ray a boşalacak olan evrensel yoksullaşm adır,
genel yıkım dır! D a h a şim diden altın üretim i h er yıl
endişe verici b ir b o y u tta artm ıyor m u?... 1890’dan
1898’e k ad a r altı y ü z m ilyondan b ir b u çu k m ilyara
çıkm adı m ı?... B u n a k arşılık m ücevhercilik ve
zanaatçılıkta yıld a b u n u n yalnız üç y ü z altm ış mil­
y o n lu k b ir m iktarını kullanılıyor ve parçaların y ıp ­
ranm a payı d a y ü zd e seksenden fazla olarak değer­
lendirilm iyor!... A v ru p a’nın sadece taşınır ve taşın­
maz serveti ele alındığında, İngiltere için iki y ü z
seksen beş, F ra n sa için iki y ü z kırk yedi, A lm anya
için iki y ü z bir, R usya için y ü z altmış, A vusturya
için y ü z üç, İtalya için yetm iş dokuz, B elçika için
yirm i beş, H o llanda için yirm i iki olm ak üzere en
fazla on b ir bin y ü z yetm iş beş m ilyar franga ulaştı­
ğı ve m enkul serm ayenin beş y ü z m ilyarı aşm adığı
tahm ini yapılıyor! Yeni K ıta için değerlendirm e y a ­
pılam adı am a servetinin E sk isin in y arısı tu tarın d a
olduğunu varsayarsak, toplam ı b ir trilyon altı yüz
m ilyarı verecektir! Şim di b u rakam ı göktaşının d e­
ğerinin tem sil ettiğiyle y ani d ö rt trilyonla kıyasla­
yın... S o n u cu n ne olacağını göreceksiniz:
D ü n y ad a çıkarılm ış olan altının üç katı dolayla­
rında... Ve o n a b u g ü n biçilen değerle (...)3 değer bi-
3. El yazm ası m etinde boş.

196
çilm eyecektir!... B u d u ru m d a tüm m ali koşullar de­
ğişecektir!... D ü ş o halde düş, iğrenç göktaşı, Avus-
tu raly a’d a olduğu gibi K aliforniya’da, K londike’de
olduğu gibi T ransvaal’de m aden ocağı sahipleri altın
m adeni y atak ların ın eşiğinde açlıktan ölecekler!"
T üm b u akıl y ü rü tm ed e abartılı h içb ir şey y o k tu
ve elbette düşm esi sonucu o rtaya çıkacak m ali k a ­
rışıklıklarından kaçın m ak için, en iyisi y e r çekim i­
nin dışına fırlayacak göktaşının u zay d a binlerce
fersah uzağa y en i b ir y ö rü n g e çizmeye gitm esiydi!
A m a y in e yineliyoruz, zihinler sonsuz b ir çoğun­
lukla göktaşının m anzarasıyla hipnotize olm uşlar­
dı, o k ad a r ki eğer m üm kün olsaydı, tüm çabaların
on u kürem izd en uzak laştırm aya yöneltilm esi g ere­
k irk en onu kendilerine çekm ek için tü m araçlar se­
fe rb er edilecekti!...
Ç özüm ü artık d ah a çok so n ralara kalam ayacak
olan d u ru m b u ydu. A slında çoğunlukla b u lu tlarla
ö rtü lü gökyüzü, görünebildiği çeşitli no k talard an
göktaşının gidişini a ra verm eksizin izlem eye ola­
n ak verm iyorsa d a aygıtlar, geçerken uzaklığını ve
hızını yeterin ce belirleyecek k a d a r onu y ak alıy o r­
lardı. Bunlar, m ekanik y asa la rın a göre azalıyorlar­
dı ve düşm e artık b ir h afta ve belki de gün m esele­
si olm alıydı. A tm osferin y ü k sek tab ak a ların d a dev
b ir b o m b a gibi ses çıkardığı duyuluyordu. B unun
p ek âlâ genel b ir k o rk u y aratm ası gerekirdi, çünkü
b ir k ü çü k yerleşim birim ine, b ir köye, bir kente
düşm esi d u ru m u n d a b u y ü z yirm i m ilyon altm ış

197
bin to n lu k k ü tlen in yol açacağı h asa r rah atlık la göz
önüne getirilebilir! D ikey yüksekliği göz önüne
alındığında ve hızın karesiyle ağırlığı çarpıldığında
to p rağ a derinlem esine göm üleceğini d ü şünm ek y e ­
rinde olur.
“Evet... göm ülecek,” diye k eh an ette bulundu
b irkaç gazete, "y erkabuğunu y ırtacak , Y e rk ü re’mi-
zi o lu ştu ran pek çok m iktardaki dem ir k arb ü rü n
k aynam a halinde kaldığı iç boşluğa girecek ve o ra­
d a gaz haline gelecek ve ondan kırm ızı b ir b ak ır
p ara bile çekip alın am ay acak !”
29 H aziran sab ah ın d a işte telgrafların B oston
Gözlem evi h esap larına göre tüm dü n y ay a y a y d ık ­
ları haber:
“B u g ü n gözlem ler, iki k ıtad ak i ilgililerin b ilg i­
sine aşağ ıd ak i b ilgilerin su n u lm asın a o lan ak v e ri­
y or:
G öktaşının düşeceği y e r ve tarih henüz kesin bir
biçim de saptanam adı. Bu k u şk u su z y ak ın d a tam
bir açıklıkla m üm kün olacaktır.
Ö n ü m ü zd ek i 7 ve 15 A ğustos arasın d a Y erkü-
re ’m izin yü zey in e düşecek ve dü şü ş G ro e n lan d ’ın
kırk beşinci ve altm ışıncı b atı boylam dereceleri
arasıyla yetm işinci ve yetm iş d ö rd ü n cü kuzey e n ­
lem leri arasın d a k alan bölge de gerçekleşecektir.”
Bu telg ra f alınınca tüm p iyasalarda b ir çökm e
oldu ve Yeni ve E ski D ü n y a ’nın altın işletm eleri
hisse senetleri, değerlerinin d ö rtte üçü oran ın d a
düştüler!

198
XIV. Bölüm

B u rad a ço k sayıda m eraklının , G ro en lan d ’e


g itm ek ten daha çok olağanüstü g ök taşın ın
düşüşünde hazır bu lunm ak için
fırsattan y ararlan d ık ları görülüyor.

Tem m uz’d a sabahleyin, G üney K arolina’nın

5 b ü y ü k lim anı C harleston’dan ayrılm akta olan


M o z ik b u h arlı gem isinin hareketinde tüm
halk hazır bulunuyordu. Bin beş y ü z tonluk b u ge­
m inin kullanılabilir tüm kam araları günler öncesin­
den tutulm uştu, G ro en lan d ’de gitm ek isteyen m e­
raklı A m erikalılar öylesine akın ediyorlardı. B u yol
için yalnız M o z ik kiralanm am ıştı, çok sayıda deği­
şik m illiyetlerde b aşk a yolcu gem ileri de D avis Bo-
ğazı’na, K uzey K utup dairesinin sınırlarının ötesine
Baffin D enizi’ne çıkm aya hazırlanıyorlardı.
Bu y o ğ u n lu k tak i akın, zihinlerin içinde b u lu n ­
duğu aşırı ço şk u h alin i a n la ta c a k tır. B oston

199
G özlem evi h a ta yapm ış olam azdı ve böylesine ola­
ğ an ü stü d u ru m lard a yanılabilecek bilim insanları
affedilm eyecekler ve kam u n u n gözünden düşm eye
m ahkûm olm ayı hak edeceklerdi.
H erk es em in olsun, d ah a kesin olam az. G öktaşı
ne A m erikan, Ingiliz, Rus, N orveç, A fgan to p ra k ­
larına ne de k u tu p ülkelerinin yaklaşılam az to p ra k ­
ların a düşm eliydi, ne de hiçbir insan çabasının çe­
kip çıkaram ayacağı okyanus uçurum larına!...
Hayır, onu top rağ ında k onuk edecek olan G ro-
e n lan d ’dı, yazgının, A vrupa, Asya ve A m erika’nın
tüm öteki devletlerine y eğ tu ta ra k kayırm akta ol­
duğu D a n im a rk a ’y a ait o geniş bölgeydi.
D oğrudur, uçsuz bucaksızdır bu ülke ve k ıta
to p rağ ı mıdır, ad a m ıdır bilinm iyor. Bu d u ru m d a
m eteorun, kıyıdan çok uzaklardaki b ir noktaya,
y ü zlerce fersah içerilere d oğru düşm esinden kor-
kulm alıydı, o zam an ona ulaşm aktaki güçlükler b ü ­
y ü k olacaktı. N e önem i var! O n la r aşılacak, o g ü ç­
lükler, k ar fırtınalarına ve kuzey soğuklarına m ey­
d an o k u n acak ve K uzey K u tb u ’n a düşse bile,
pekâlâ, hiç k u şk u yok, uzak kuzey enlem leri deniz
k u rtların ın , P a rry ’nin, N ansen ve ötekilerin o güne
değin gösterm iş o ld uklarından d a h a b ü y ü k b ir is­
tekle K uzey K u tb u 'n d a olacaklardı, d ö rt trilyon
değerinde b ir altın külçesini y e rd e n toplam ak söz
ko n u su olacağına g ö re !
Kaldı ki m eteo ru n düşeceği ta rih gibi düşüş y e ­
rinin de çok geçm eden d ah a kesin olarak belirlen-

200
m eşini de um m ak gerekiyordu. İlk gemiler, G roen-
land kıyısına v a rır varm az b u konu üzerinde yo-
ğunlaşılacağından k u şku duyulm uyordu.
E ğ er okuyucu, M o z ik ’te yolculuk y ap say d ı y ü z ­
lerce kişinin -a raların d a birkaç kadın d a v ar ve de
d ah a az m erak lılard an d a değiller- arasın d a tan ıd ı­
ğı d ö rt yo lcu y u fark ederdi. O n ların o ra d a olm ala­
rı y a d a en azından o yolculardan ü çü n ü n o ra d a ol­
ması o k u y ucuyu şaşırtm azdı.
Biri E lizabeth S o k ağı’ndaki kuleden ayrılm ış
olan O m icro n ’un eşlik ettiği B ay D ean F orsyth,
ü çü n cü sü M o rris Sokağı b u rc u n d an ayrılm ış olan
B ay S tanley H u d elso n ’du.
Aslında çok uyanık taşım a şirketleri G roenland’de
bu yolculukları düzenler düzenlem ez, iki rakip gidiş
dönüş biletlerini alm akta hiç tered d ü t etmediler. D a ­
nim arka kolonisinin b aşkenti1U pernavik’e gerekirse
h er biri bir gemi kiralardı. Altın yığınına ilk el koyan
olmak, onu kendilerine mal etm ek, onu W h sto n ’a
götürm ek düşüncesinde miydiler? Hayır, elbette.
A m a h er ikisinin de düşm e anında orada bulunm ak
istem esini kimse hayretle karşılam ayacaktır....
D an im ark a H ü k ü m eti'n in göktaşının m ülkiyeti­
ni alınca o n lara gökten düşen bu m ilyarlardan bel­
li b ir p ay verip verm eyeceğini kim bilebilir?... H a t­
ta ask ıd a kalan so ru n u çözüp çözm eyeceğini, keşfi,
V irginia kentinin iki önde gelenine kesin olarak a t­
fed erek kestirip atıp atm ayacağını, b ir y e ıy ü z ü gö-
1. GroenlancTın bug ü n k ü başkenti N u u k ’tu r (eskisi G odthâb).

201
rü ş alanı içinde d a h a önce hiç görülm em iş, en ola­
ğ an ü stü lerin d en biri olan bu göktaşının, ünlü Le-
verrier, A rago, H erschell adları arasın d a y e r alacak
biçim de F o rsy th -H u d elso n ikili adlandırm asıyla
gökbilim y ıllık ların a girip girm eyeceğini kim bile­
bilir?...
H iç k u şk u y o k ki, M o z ik ’te B ay F orsyth ve d o k ­
tor, kom şu iki k am ara alm am ışlardı. Bu deniz y o l­
cu lu ğ u n d a b irb irlerin d en W h a sto n ’dakinden d ah a
az uzak d u rm ayacaklardı. H içb ir ilişkileri olm aya­
caktı ve o n larla birlikte gem iye binen tara fta rla rın ­
dan birkaçı d a aynı tu tu m u koruyacaktı.
B ayan H udelson, b u n u kısaca yazm ak gereki­
yor, kocasına y o la çıkm aktan caym asını hiç öğütle-
memişti, yaşlı M itz’in efendisini b u yolculuğa çık­
m aktan caydırm ayı denem ediği gibi. Belki de b a ­
rışm ış o larak dönecekleri u m u d u n a kapılm ışlardı.
N için onları d a h a iyi d u y g u lara yöneltecek d u ru m ­
lar o rtay a çıkm ayacaktı? B ayan L oo’n u n görüşü
tam o larak b u y d u ve kü çü k kız G ro en lan d 'd e b a ­
basına eşlik etm eyi bile önerm işti. Belki de b u k ö ­
tü b ir fikir değildi. A m a B ayan H ud elso n b u n a k e­
sinlikle razı olm ayı istem em işti. Y irm i gün k ad a r
gidiş b ir o k a d a r d ö nüş isteyen b u yolculuk aşırı
y o rg u n lu k lara ned en olurdu. A yrıca G roenland
to p rağ ın d a k onaklam anın ne k a d a r süreceği bilini­
y o r m uydu?... Ya düşüş gecikirse?... Ya b u çok sert
iklim de k ötü m evsim çok v ak tin d en önce, yolculuk
sona erm eden gelirse?... Veya -bu olasılık dahilin-

202
deydi- Bay F o rsy th ve B ay H udelson b u ülkede,
K u tu p D a iresi’nin ü stü n d e L aponlar y a d a Eski-
m olar gibi kışı geçirm ekte inat ederlerse?... Hayır,
B ayan L oo’nun gitm esine izin verm ek tedbirsizlik
o lu rd u ki o d a b u y olcu lu k tan zorluk çıkarm adan
vazgeçti. Böylece d ah a şim diden d o k to r için aşırı
derecede endişelenen annesinin ve teselliye çok ih­
tiyacı olacak olan kız kardeşi J e n n y ’nin y an ın d a
kalacaktı.
A slında k ü çü k kız M o z ik ’te y e r alm adı am a
F rancis G o rd o n dayısına eşlik etm ekte kararlıydı.
E lb ette d o k to ru n y o k lu ğ u n d a M o rris S okağı’ndaki
eve giderek kesin b u y ru k ların a aykırı dav ran m ak
istem ezdi. İyisi mi O m icro n 'u n y ap tığ ı gibi iki ra ­
kip arasın d a gerekli d u ru m lard a m üdahalede b u ­
lunm ak ve b u ü z ü n tü veren durum u değiştirebile­
cek h er olasılıktan y a ra rla n m a k am acıyla y o lcu lu ­
ğ a katılm alıydı. A yrıca ister D a n im ark a ulusunun
m ülkiyetine geçmiş olsun, ister K uzey O kyanu-
s u ’nu n derinliklerinde y itip gitsin, göktaşının d ü ş­
m esinin ard ın d an o d a rah atlayacak gibi geliyordu
ona. Ç ünkü açıklam alarına rağm en B oston gö k b i­
lim cileri G ro en lan d to p ra ğ ın a düşeceğini id d ia
ed erk en yanılıyor olabilirlerdi. B u ülke, b u enlem ­
de an cak otuz kad arlık b ir dereceyle bölünm üş
olan iki deniz arasın d a y e r alm ıyor m uydu? A yrıca
b u n ca kabarm ış iştahın hedefinin, insan açlığından
kaçıp k u rtu lm ası için herh an g i bir hava koşulunun
y o l açacağı b ir sapm a y eterli olacaktı.

203
B ayan L oo’un istediği de b u ydu -hiç unutm adık-
ve F rancis G o rd o n k ü çü k kıza kesinlikle h ak veri­
y o rd u .
Ö rneğin, b u çözüm ün hiç m em nun etm eyeceği
b ir kişi b u h arlı gem inin y olcuları arasın d a b u lu n u ­
y o rd u . Bu D a n im a rk a ’nın U luslararası K om is­
y on ’daki tem silcisi Bay E w ald de S cb ack ’d an b a ş­
kası değildi. Kral C h ristia n ’ın küçük devleti kısa
y o ld an d ü n y an ın en zengini olacaktı. K openhag
H ü k ü m eti’nin çekm eceleri y eterin ce b ü y ü k değil­
lerse, büyütülecekler, yeterli sayıda değillerse sayı­
ları artırılacaktı. T rilyonlar o ra la ra yığılacaktı, d e­
nizlerin dibine değil.
D oğrusu, iyi şans, artık hiçbir tür, hiçbir vergi­
nin olm adığı ve y o k su llu ğ u n k ö k ü n ü n kazınacağı
bu k ü çü k krallığa iltim as geçm ekte! D an im ar­
k a ’nın tedbirliliği ve akıllılığı h esab a katıldığında
hiç şüphe y o k ki, bu kocam an altın yığını ancak
son derece ih tiy atla piyasaya sürülecekti. M itoloji
öykülerine in an m ak gerekirse, J ü p ite r'in güzel
D anae yi* sırılsıklam ettiği o y a ğ m u r olayıyla p a ra
p iy asaların ın h içb ir karışıklığa uğram ayacağını
u m u t etm ek b u d u ru m d a y erin d e olurdu.
Kısacası Bay de S chack gem inin kahram anıydı
ve y erin i h ak etm iş adam dı. B ay D ean F o rsy th ve
D o k to r H u d e lso n ’u n kişilikleri D a n im ark a’nın bu
tem silcisininki karşısında siliniyordu ve b u kez iki

ö D anae: Babası tarafın d an bir kulede altın y ağm uru altında tutsak tu ­
tulan b ir m itoloji kahram anı (ç.n.).

204
rakip, b ir devletin, kendilerine ölüm süz keşiflerin­
de h içbir p ay b ırak m ayan sözü edilen tem silcisine
k arşı o rtak b ir dü şm anlıkta buluşuyorlardı.
Ve belki de F ran cis G ordon dayısıyla d o k to r
arasın d a b ir yakınlaşm ayı denem ek için bu d u ru m a
bel bağlam akla hayal kurm uyordu.
C h arlesto n ’d an G roenland başkentine yolculuk
iki bin altı y ü z mil, y an i yaklaşık beş bin kilom etre
olarak tahm in edilebilir. Yolculuğun, M o z ik ’in k ö ­
m ü r eksiğini tam am layacağı B oston’daki m ola d a
dahil yirm i gü n k a d a r süreceği sanılıyordu. A yrıca
b irkaç aylık yiyecek içecek de götü rü y o rd u , aynı
ro tad ak i öteki gem ilerin de y ap acak ları buydu,
y o k sa m eraklıların akını sonucu U p e rn av ik ’te y a ­
şam larını güvence altın a alm aları olanaksız olurdu.
M o zik, B irleşik D ev letler’in doğu kıyısı b o y u n ­
ca kuzeye d o ğ ru çıkıyordu. T oprak hep neredeyse
göz önü n d ey d i ve y o la çıkışın hem en ertesi günü
K uzey K arolina’nın u cu ndaki H a tteras B urnu ge­
ride kaldı.
Tem m uz ay ın d a A tlas O k y a n u su ’n u n b u y ö re le ­
rinde gökyüzü genellikle güzeldir ve m eltem b atı­
dan estiği sürece b u harlı gem i kıyıyla kapalı sakin
b ir denizde kayıyordu. A m a a ra d a b ir rü z g âr açık­
tan geliyordu ve o zam an y alpalam alar ve a rk ad an
öne, önden ark ay a sallam alar alışılmış etkilerini
g österiyordu.
Bay de S ch ack ’ın sağlam b ir trilyoner kalbi olsa
da, deniz tutm ası şu şanslı O m icro n ’u n hissedebile­

205
ceği b ir şey olm asa da, B ay D ean F orsyth ve D o k ­
to r H u delson için d u ru m böyle olm adı. Y olculuğun
başlangıcıydı ve Tanrı N e p tü n ’e bolca h araç ödedi­
ler. A m a b ir an bile böyle b ir serüvene atılm aktan
pişm anlık duym adılar. O n la ra göktaşının b irk aç
k ü çü k parçasını verm e rızası gösterilm 'ediyse de en
azından dü şü şü sırasında o ra d a olacaklar, onu sey­
redecekler, o na d o k u n acak lard ı ve eğer göktaşı
y ery ü zü g ö rü ş alan ın d a görünm üşse, b u n u n kesin ­
likle kendileri sayesinde o lduğuna inanm a n o k ta ­
sı ndaydılar!...
F ran cis G o rd o n ’un deniz tutm asına fırsat verm e­
diğini söylem eye gerek yok. N e mide bulantısı, ne
m ide kaynam ası bu yo lcu lu k ta onu sarsm am alıydı.
Bu sayede dayısına ve kayınpederi olması gerekene
birkaç haftad an bu y a n a aynı dikkatle özen göster­
m ekte çab a harcıyordu. Ve d ah a az güçlü çalkantı­
lar, JVlozik'i sarsıntılardan uzaklaştırdığında onları
k am araların d an dışarı alıyordu, güverteye açık h a­
vaya gö tü rü y o rd u , h er birini, birbirinden çok uzak
olm ayan, bu uzaklığı aşam alı olarak azaltm aya özen
göstererek h asır bir koltuğa oturtuyordu.
“N asılsınız?" d iy ordu dayısının bacaklarının ü s­
tü n e b ir battan iy e getirirken.
“Ç ok iyi değil F ran c is” diye y a n ıt veriyordu Bay
F orsy th , “am a üm it ediyorum ki alışacağım ....”
—K uşkunuz olm asın dayı!
Ve d o k to ru n sırtını iyice yerleştirilm iş y astık lara
dayarken:

206
“N asıl hissed iy o rsunuz Bay H u d e lso n ? ” diye
tek rarlıy o rd u şefkatli b ir ses tonuyla, sanki M orris
S okağı’ndaki ev d en hiç kapı dışarı edilm em iş gibi.
Ve iki rak ip o ra d a b irk aç saat kalıyorlardı, b irb i­
rine b ak m ay a çalışm adan am a bakışlarım d a k açır­
m adan. Yalnız B ay de Schack, b acak ları üzerinde
sağlam , y alp alam ay la alay eden b ir gabyacı gibi
k en d in d en em in, sadece altın düşleri düşleyen, h er
şeyi altın gö ren ad am ın başının dikliğiyle y a n la rın ­
d an gelip geçtiğinde B ay F orsyth ve B ay H udelson
y erle rin d en do ğ ru lu y orlardı, gözlerinde şim şekler
çak ıyordu ve eğer y eterli elektrik gerilim iyle d o n a­
tılm ış olsalardı D an im arkalı kom isyon üyesini y ıl­
dırım la çarp acak lard ı.
“B u göktaşı so y g uncusu” diye m ırıldanıyordu
Bay F orsyth.
“B u m eteor h ırsızı!” diye ekliyordu Bay H u d e l­
son.
A m a Bay de S ch ack dikkatli davranıyordu; on­
ların gem ide o lduklarını görm ek bile istem iyordu.
Sadece A lm anya’d an H olstein ve Schlesw ig satın
alm ak değil, y ü z altm ış m ilyarı geçm ediğine göre
tüm d ü n y an ın b o rcu n u ödem ek için gerekecek p a ­
ra n ın d a h a çoğunu ülkesine getirecek b ir adam ın
d u ru şu y la küçüm seyen tavırlarla gidip geliyordu.
Y ine de yolcu lu k y eterin ce m utlu k o şu llard a sü ­
rü y o rd u özetle. D oğu kıyısındaki lim anlardan y o la
çıkan öteki gemiler, D avis B oğazı’n a d oğru y ö n ele­
rek kuzeye çıkıyorlardı. Ve açıklarda çok sayıda

207
başkalarının d a ay n ı yö n d e A tlas O k y a n u su ’nu ge­
çiyor olm aları olasdık dahilindeydi.
M o zik, N ew Y ork K örfezi’nden durm aksızın
geçti ve k u zey d o ğ u b u rn u n d a n B oston’un y u k a rı­
larına k a d a r Y eni-Ingiltere kıyısını izledi; so n ra 13
Tem m uz sabahı M assaach u setts eyaletinin o b a ş­
kentine uğradı. O ra d a sadece depolarını d o ld u r­
m ak için b ir gün geçirm eliydi, çünkü yakıtını G ro-
en lan d ’de yenileyem eyecekti.
Yolculuk k ö tü o lm asa d a y ine de yolcular, ço­
ğu n lu k la deniz tu tm a sın d a n etkilenm işlerdi. O n e­
denle birçoğu M o z ik ’teki ikam etlerini u zatm ak tan
vazgeçtiler ve B o sto n 'd a gem iden b ir yarım düzine
k ad a r inen oldu. Ş u n d an emin olun, b u n lar ne Bay
D ean F o rsy th y d i n e de D o k to r H udelson! G re e n ­
lan d ’de gitm ekte h iç direnm em ek, bu iki şahsiyet
tarafın d an kabul edilebilir m iydi? Ç alkantı ve d al­
galanm aların etkisiyle son nefeslerini verecek d u ­
ru m a gelseler de en in d e sonunda, y e r m eteoruna
dönüşecek gök m eteo ru n u n karşısına onları g ö tü r­
m eyecek m iydi?.
D ah a az day an ıklı y a d a d ah a az tu tk u lu o
b irk aç y o lcu n u n gem iden inm esi M o zik'teki kam a­
raların b irço ğ u n u n b o şalm asın a yol açtı. A m a B os­
to n ’d a gem iye b in e re k b u n d an y a ra rla n a n la r eksik
değildi.
B unlar arasın d a b o ş k am aralard an birine sahip
olm ak için ilk b a şv u ra n ve b u n u n kim seyle tartışıl­
m asına izin v erm ey en yakışıklı b ir centilm eni g ö re ­

208
bilirdiniz. G em ide b ir y e r bulm uş olm a sonsuz
m em nuniyetini hiç saklam ayan bu centilm en, ni­
kahları W h a sto n ’d a y arg ıç P ro th ’u n ö nünde bili­
nen ko şu llard a gerçekleşen, B ayan A rcadia W al­
k e r ’d an b o şanan eşi Bay S eth S ta n fo rt’tan başkası
değildi.
D a h a şim diden iki ayı geçen ay rılık tan so n ra
Bay S eth S ta n fo rt B o sto n ’a geri d ö n m ü ştü . H âlâ
y o lcu lu k etm e zevkine sahipti, K a n a d a ’nın başlıca
k en tleri Q u éb ec, T oronto, M o n tréa l, O tto w a ’y i
z iy aret etm işti. E ski karısını u n u tm ay a mı çalışı­
y o rd u y a d a B ayan A rcadia S ta n fo rt h içb ir anı
kalm am ış m ıydı? Bu az olası gibi g ö rü n ü y o rd u .
İki eş önce b irb irlerin d e n hoşlanm ışlardı, so n ra
h oşlanm am ışlardı. E vlenm eleri k a d a r ilginç olan
b o şan m aları o n ları b irb irin d e n ayırm ıştı. K u şk u ­
suz asla b irb irlerin i g örm eyeceklerdi y a d a y e n i­
d en g ö rü rle rse belki de b irb irlerin i tan ım ay ac ak ­
lard ı bile...
Kısacası Bay S eth S tanfort, göktaşıyla ilgili telg­
rafları öğrendiğinde, D om inion un b u g ünkü b aş­
kenti T oronto y a 2yeni varm ıştı. D üşüş, orad an b in ­
lerce ötede, Asya y a da A frika’nın en ü cra bölgele­
ri ü stü n d e gerçekleşm ek zo ru n d a olsa bile, o ra la ra
gitm ek için hiç ku şk u suz olanaksızı yapacaktı. Bu
gökbilim olayı onu hiç ilgilendirm iyordu am a a n ­
cak göreceli o larak çok az sayıdaki seyirci kitlesi-

2. (M etinde olduğu gibi) O tto w a K raliçe V ictoria tarafından 1858’de


b aşk en t ilan edilmişti

209
nin izleyeceği b ir gösteride hazır bulunm ak, m il­
y o n larc a insan varlığının görm eyeceğini görm ek,
bunlar, serveti en çılgınca y o lcu lu k lara izin veren,
b ü y ü k sey ah at am atörü, serüvenci b ir centilm eni
b aştan çık aracak k a d a r iyiydi.
B ir de b u kez çok u zak lara gitm ek söz konusu
değildi. Bu gökbilim sel peri oyunu tiyatrosu K ana-
d a ’nın k apılarındaydı. K uşkusuz b u düşsel m eteor
ö y k ü sü n ü n son bölüm ünde b ü y ü k kalabalık hazır
b u lunacaktı. B ay S eth S tanfort, b u kalabalık a ra ­
sın d a sadece b ir birim olacaktı... B u n u n la birlikte
özetle y eterin ce m erak uyan d ıran b u olay, m u h te­
m elen en azından y ak ın d a y en id en m eydana gel­
m eyecekti ve G ro e n lan d ’de gidecek olanlardan ol­
m ak u ygun olurdu.
Bay S eth S tan fo rt o zam an Q u é b e c ’e y o la çıkan
ilk trene, so n ra oradan, Yeni In g iltere’nin ve D o-
m inion’u n o v alarından B oston’a hızla gidene bindi.
A m a B o sto n ’a v ard ığ ın d a artık y o la çıkan gemi
y o k tu . Son gem i kalabalık b ir yo lcu topluluğuyla
iki g ün önce denize açılmıştı.
Bay S eth S tan fo rt beklem ek zo ru n d a kaldı. D e ­
nizcilik kayıtları, C h arlesto n ’d an M o z ik ’in B oston’a
uğram ak zo ru n d a olduğunu ve belki de orad a k en ­
disine y e r bulabileceğini bildirm işlerdi. G erçekten
yitirecek hiç vak it y ok tu . G özlem evinin bilgilendir­
m esine göre düşm e 7 ile 15 A ğustos arasında ola­
caktı. O y sa 11 Tem m uz’daydılar ve buharlı gemi
M assach u setts’in b aşkentinden G roenland başken­

210
tine, Kuzey K u tb u ’nu n y ü ksek y erlerin d en gelen
akıntılarla çoğunlukla dalgalı olan denizlerde en az
bin sekiz y ü z mil aşacaktı.
Bay S eth S ta n fo rt'u n B oston’a varışından k ırk
sekiz saat so n ra M o z ik lim ana girdi, böylece şanslı
centilm enin h angi k oşullar sayesinde boşalan bir
kam aray a sahip olabildiğini biliyoruz.
M o z ik B oston’dan ayrıldıktan sonra toprağı göz­
den yitirm eksizin sem aforların, göktaşına ilişkin
olarak kendisine göndereceği haberleri alm aya h a­
zır b ir biçim de P ortland, P ortsm outh açıklarından
geçti. Yolcular, h av a açıldığında onun başlarının üs­
tü n d en geçtiğini iyice görüyorlardı am a hızındaki
azalm ayı, düşeceği y eri ve zam anı d ah a kesin olarak
öğrenecek biçim de değerlendirem iyorlardı. D eniz
fenerleri sessiz kaldılar. Belki H alifax fenerinin, b u ­
harlı gemi, Yeni İskoçya’nın bu b ü y ü k lim anının
açıklarında olduğunda çenesi açılacaktı.
Hiç de öyle olm adı ve yolcular, Yeni îskoçya ve
Yeni B runsw ick arasındaki F u n d y K oyu’n u n d o ­
ğuya çıkış verm em esine kim bilir nasıl üzülm eliydi­
ler! C ap B retón A dası’n a k ad a r onları hırpalayan
şiddetli dalgalara d ayanm ak zo ru n d a k alm ayacak­
lardı. Ve F rancis G o rd o n ’u n rahatlatıcı tavsiyeleri­
ne rağm en B ay F o rsy th ve B ay H udelson b irb irle­
rine y in e de alışm ıyorlardı. Ve h a tta sert b ir sarsın ­
tı darb esi y an g ü vertede onları y a n y a n a y a p ıştırır­
ken O m icro n ’un y e rd e n kaldırdığı ilkinin ağzından
şu n lar kaçtı:

211
“Tüm b u n ların sebebi y in e de sizin g ö k taşın ız!”
“Sizinki, rica ederim , sizinki!” diye y an ıt verdi
F ran c is’in ay ağ a k alkm asına y ard ım ettiği doktor.
E h! B ir öncelik hakkı so ru n u için artık dö v ü ş­
m ek z o ru n d a değildiler! A m a b ir barışm aya d ah a
çok vardı.
iyi ki M o z ik 'in kaptanı, yolcuları b u kad ar h asta
görünce onları açıklardaki korkunç çalkantılardan
uzak tu tm ak için m ükem m el bir şey düşündü. L a­
u ren t K örfezi’ne girip, T erre-N euve kıyısıyla k o ru ­
n arak Belle-isle B oğazıyla açık denize çıkacaktı ve
onlara d ah a sakin bir yolculuk sağlayacaktı. D ah a
sonra D avis Boğazı nı bütün genişliğiyle geçtikten
sonra gidip G ro en lan d ’ın batı kıyısına ulaşacaktı.
İzleyen gü n lerd e b u n lar oldu ve 21 Tem m uz sa­
bahı G ro e n lan d to p rağ ın ın u c u n d a k i F arew ell
B urnu görüldü. K uzey A tlas O k y a n u su ’nun k a b a ­
ran dalgaları gelip bu b u ru n d a kırılıyorlardı ve ne
şiddetle! İzlanda ve T erre-N eu v e’ün cesur balıkçı­
ları bunu çok iyi biliyorlardı!
Ne m utlu ki, gökbilim cilere göre göktaşı A m eri­
kan to p rak ları açık larına değil de D avis Boğazı y a
d a Baffin D enizi d o laylarına düşeceğinden G roen-
la n d ’m doğu kıyısı b oyunca y u k a rıla ra çıkm ak hiç
söz ko n u su değildi. Bu kıyı do ğ ru su neredeyse
yaklaşılam azdır, gem ilerin uğrayabileceği hiçbir li­
m an barın d ırm az ve açık deniz dalgaları tarafından
d o ğ ru d an d o ğ ru y a dövülür. B u n u n tersine D avis
Boğazı n a b ir k ere girdiniz mi, sığınaklar ne fiyort­

212
ların dibinde, ne adaların ark asın d a ek sik tir ve gü­
ney rü zg ârların ın d o ğ ru d an geldiği zam anın dışın­
d a y o lcu lu k elverişli k o şullarda yapılır.
F arew ell B u rn u ’n u n azıcık ü stü n d e , k ü çü k
L ichtenau Lim anı açılıyor, b u ra y a T erre-N eu v e’ün
S a in t-J e a n ’ından gönderilen hızlı b ir İngiliz kruva-
sörü y en i ulaştı. Bu kruvasör, böylesine olağanüstü
b ir m erakın K uzey K utup dairesinin ötelerindeki
bu y ö re le re d o ğ ru sürüklediği y o lcu lar için, en il­
ginçlerinden b ir h ab e r getiriyordu.
B oston G özlem evi’nde y ap ılan son gözlem lerle
gökbilim ciler, m eteoru G ro e n lan d ’ın hangi bölü­
m ünün k o n u k edeceğini d ah a b ir kesinlikle hesap ­
layabilm işlerdi. U p ern avik dolaylarında beş altı
fersahı aşm ayacak b ir y arıç ap içinde olacaktı. N e
de olsa m utlu h ab eri S em afor A io z ik ’e, L ichtenau
ö n ü n d en geçerken ulaştırdı. A rtık altın k ü ren in gi­
dip denizin derinliklerinde yiteceği k o rk u su n a k a ­
pılm ak gereksizdi. G ro e n lan d ’m kuzeyine doğru
u zan an o o tu ru lm ay an bölgelerde, o k o rk u n ç y a l­
nızlıkların o rtasın d a serüvene atılm aya gerek olm a­
yacak tı. D ü şü ş alanı yirm i y a d a otuz bin k are k a ­
d arla sınırlıydı. Bu, gidiş y o rg u n lu k larıy la b ittik le­
rin d en dönüş işkencesini dü şü n m ek bile istem eyen
y o lcu lar için b ir sevinç oldu. M o z ik ’m salonunda
B ay D e an F o rsy th ve D o k to r H udelson da, cöm ert
S eth S ta n fo rt’un göktaşının şerefine, yolcu lu k a r­
k ad aşların a şam panya su n ark en kadeh kaldırm ası­
n a eşlik eden son kişiler değildiler.

213
E lbette eğer b ü y ü k olayın tarihi d a h a kesin ola­
rak, b ir saat değilse de en azından yak laşık b ir gün
o larak saptanm ış olabilseydi, yalnız y olcu gem isin­
de değil tüm d ü n y ad a m em nuniyet d a h a tam o lu r­
du. A m a h esap lar d a h a b u n u belirlem em işti ve onu
hâlâ ağustos ayının ikinci haftasında beklem ek y e ­
rinde olurdu.
S ey ah at y o lcu ların çok şikayeti olm aksızın s ü r­
dü. R ü zg âr kuvvetli esinti olarak şimdi k u zeydoğu­
d an geliyordu ve k ab a ran dalgalar G ro e n lan d ’ın
karşı kıyısını k o rk u n ç bir şiddetle dövüyor olm a­
lıydılar. D em ek ki M o z ik ’in, enlem olarak d ah a
şim diden çok y ü k sek lerd e kalan Baffin D enizi d o ­
laylarına k a d a r u za n ara k bile olsa D avis Boğa-
zı’n d an geçm ek zo ru n d a kalan güzergâhı çok elve­
rişli b ir d u ru m d ay d ı.
Farevvell B u rn u ’ndan D isko A dası’na k ad ar Gro-
enland kıyısının tüm bu kesimi özellikle, son derece
y ü k sek sarp kayalardan y arla ra sahiptir. Açıkların
rüzgârlarını bu engel d u rd u ru r ve geriye, gemilerin
sadece kendilerine güvenli sığınaklar sunan çok sa­
y ıd a koy, küçük koy, liman arasından birini seçme
sıkıntısı kalır. Kış dönem inde bile bu kıyı, kutup
akıntılarının B oreal O k y an u su ’na yığdığı buzullarla
daha az tıkanır. D oğrudur, içteki dağlar sürekli k a r­
la kaplıdırlar ve eğer labirentlerinin ortasına düşe­
cek olsaydı göktaşını bulm ak çok zor olurdu.
M o z ik 'in hızlı pervanesini G ilb ert K oyu su ları­
na vurm ası b u k o şu llard a oldu. G em inin aşçısının

214
bol m ik ta rd a taze balık ted arik edebileceği G odt-
h a a b ’a b irk aç saat m ola verm ek üzere uğradı.
G ro en lan d h alk ları b aşlıca besinlerini denizden çı­
k arm ıy o rlar mı? S o n ra sırasıyla varlığından kuşku
du y u labilecek k a d a r k ay alard an d u v arla rın a rd ın a
kapanm ış, H olstein b o rg ve C hristianshaab L im an­
larının açığından geçti. Buralar, D avis B oğazı’nm
çok sayıda balıkçısı için y ararlı barınaklardır. Bu
k ü çü k k asab alar kış m evsim inde hep belli b ir can­
lılığa kavuşurlar. Z aten çok sayıda gemi bu y ö re ­
lerde, a ra d a b ir K uzey D en iziy le S m yth Boğazı
vasıtasıyla bağlantı k u ra n Baffin D enizi’nin en uç
sın ırların a k a d a r çık arak balina, deniz gergedanı,
m ors, fok avı yapıyorlar.
B uharlı gem inin 22 Tem m uz günü ulaştığı D isko
A dası, G roenland kıyısı boyunca tespih tanesi gibi
sıralananların tü m ü n ü n en önem lisidir. B azalttan
y arla rı olan bu ad an ın güney y a n ın d a k u ru lu b ir
başkenti, G o d h a v n ’ı var. Bu D an im ark a yerleşim
m erkezi, taştan evlerden değil, havanın girm esine
karşı koyan kalın k atra n tabakalarıyla sıvanm ış,
k ab aca y o n tu lm u ş k alastan duvarlı ahşap evlerden
oluşuyor. F rancis G ordon, m eteorun büyülem ediği
yo lcu kim liğiyle o ra d a b u ra d a pencere ve çatıları­
nın kırm ızı boyasıyla göze çarp an b u siyahım sı k ü ­
çük k asabanın m anzarasından son derece etkilen­
di. Kendi kendine b u ra d a bu iklim de kışları y a şa ­
m ın nasıl olması gerektiğini soruyordu ve K open­
h ag ’daki ailelerinkiyle aşağı y u k arı aynı olduğunu

215
söyleyerek onu son derece şaşırtabilirdiniz. Az m o­
bilyalı olsa d a salonu, yem ek odası ve h a tta k ü tü p ­
hanesi olan kim i evler hiç de k o n fo rd an y o k su n d e­
ğillerdi çünkü, eğer denebilirse, "yüksek sosyete”
k ö k en d en D anim arkalıdır. H ü k ü m et orada, d ah a
kuzeyde ku ru lm u ş ve G ro e n lan d ’m g erçek b aşk e n ­
ti olan U pernavik k entine k a d a r h er yıl taşm an bir
m üfettişle tem sil edilm ektedir.
M o z ik D isko A dası nı geride b ırak tık tan sonra
A m erikan A n ak arası’nı ad ad an ayıran W aigat B o­
ğazı n a girdi ve 25 T em m uz'da akşam saat altıya
d o ğ ru gidip U p ern av ik Lim anı n a dem ir attı.

216
XV. Bölüm

B u rad a m uhteşem g ök taşın ın


Y e r k ü re y le bu luşm asını b ek lerk en ,
M o z i k 'ten b ir b ay y o lcu n u n O regon'dan
b ir b ay an y o lcu y la buluştuğu nu göreceğ iz.

roenland, "Yeşil Ü lke”dir ve kuşkusuz b u

G ad ona ironiyle verilmiştir, çünkü daha çok


“Beyaz Ü lke” diye adlandırılm ası gerekirdi.
D oğrudur, bu adlandırm anın sahibi, X. yüzyılda bir
denizci, E rik le R ouge’d u r * ve m uhtem elen o ne k a ­
d ar kırmızı değilse G roenland d a o kadar yeşil değil­
dir. Ve belki de bu Norveçli, yurttaşlarım y a d a baş­
kalarım gelip b u çok uzak kuzeydeki geniş bölgeyi
koloni yapm aya ikna edeceğini um uyordu. N e olursa
olsun başarılı olamayacaktı, söm ürgeciler bu büyüle­
yici ad a kendilerim kaptırm adılar ve bugün G roen-
land’in nüfusu yerliler de dahil on bin kişiyi geçmiyor.
0 D enizcinin adı E rik Kırm ızı (ç.n.).

217
Ş u n u itira f etm ek gerekiyor, eğer d ö rt trilyon
d eğ erindeki b ir göktaşını k o n u k etm eye uygun y a ­
ratılm am ış b ir ülke v arsa o d a tam olarak burasıy-
dı; m erakın U p ern av ik L im anı'na getirdiği b u y o l­
cu kalabalığının dü şünm ek zo ru n d a olduğu b udur!
B irkaç y ü z fersah d a h a güneye, onu bulm anın çok
d a h a ra h a t olacağı yere, D o m in io n ’un y a d a U ni-
o n ’un geniş ovalarının üstüne düşm esi onun için
aynı şekilde kolay değil m iydi! B urası, bu u n u tu l­
m az düşüşe sahne olacak dağların en sarpı, b u zu l­
ların en can sıkıcısı, u çurum ların en yükseği, ad eta
en aşılm az kesim leriyle dolaşılm ası en güç ülkeydi!
Ve eğer o rta y a d a doğu kıyısı bölgelerine düşsey­
di, m eteo ru a ra m a y a nasıl k o y u la c a k la rd ı? ...
W h y m p er’ın 1867'de, N o rd e n sk io ld ’u n 1870’de,
J e n s e n ’in 1878’de, N a n se n ’in 1888’de yapm ış ol­
d uklarını y ap m ak , aynı an d a hem gözü peklik, hem
ustalık, hem az b u lu n u r derecede fiziki dayanıklılık
gerek tiren b u sürüyle engelin o rtasın a atılm ak, b ir
d ağ labirentinin içinde serüven yaşam ak, kış so­
ğuklarının sıfır san tigradın altın d a k ırk la altm ış d e­
rece arasın d a gidip geldiği bir ülkede k a r fırtınala­
rın d a iki üç bin m etre arasındaki yükseklikleri aş­
m ak yürekliliğini kim gösterebilirdi?...
Ve yine de b aşv u ru lacak önceki örnekleri vardı.
Evet! Ö n cek i örnekler... G öktaşları G ro en lan d ’ı
d ah a önce de d ü şm ek için sahne o larak seçm em iş­
ler m iydi? N ordenskiold, D isko A dası’nda, Ovi-
la k ’ta h er biri yirm i d ö rt to n ağırlığında, b üyük bir

218
olasılıkla göktaşları, b u g ü n S tockholm M üzesi’nde
sergilenen üç d em ir yığını bulm adı mı?...
İyi ki -gökbilim ciler h ata y apm adılarsa- göktaşı,
d ah a y aklaşılabilir b ir bölgeye ve de bu y az ayla­
rın d a tam d a sıcaklığın buzlanm anın üstü n d e oldu­
ğu b u ağustos ay ın d a düşm ek zorundaydı. H a tta şu
d a gün gibi o rta d a ki sıcak su akıntısı, D avis Boğa-
zı’nı, Baffin D en izi’ni Sm yth B oğazını, K ennedy
K analı’m, R obeson B oğazı’nı N ares paleokristik
o k y an u su n a k a d a r dolaşıp gelerek G ro e n lan d ’ın
b atı kıyısını ısıtıyor ve sıcaklık bazen b u ra d a on se­
kiz dereceye ulaşıyor. Bu nedenledir ki başlıca y e r­
leşim birim leri, bu ülkede, b u y ö relerin en çok gi­
dilen limanı, G üney G ro e n lan d ’ın yönetim m erkezi
D isko A dası’n d a G o d h av n ’da, K uzey G ro e n lan d ’ın
y ö n etim m erkezi, G o d th a a b ’da, J a k o b s h a v n ’da,
J u lia n a h a a b 'd a k uruldular. Kimi y erlerde, toprak,
Yeni K ıta’nın bu parçasına verilen o yeşil ülke nite­
lem esini haklı çıkarabilir. Bu bahçe toprağı b u ra d a
kim i sebzeleri besler, kim i buğdaygiller b u ra d a b i­
ter, oysa içerilere d oğru bitkibilim ci, ancak k ara
y o su n u ve çiçekli b itkiler toplayacaktır. B urada, bu
kıyıda eriyen k arın altından otlaklar o rtaya çıkar,
bu d a kim i hayvanların yetiştirilm esine olanak v e­
rir. H iç k u şk u y o k b u ra la rd a ne öküzleri ne de
inekleri y ü zlerce diye sayam ayacağız. A m a b u n ca
y u m u şak b ir iklime tam b ir kırsal dayanılılıkta k e ­
çilerle b u ra d a karşılaşılıyor ve de o soğuk küm esle­
rin o rtasın d ak i tavukları, b ir yirm i yıl k a d a r önce

219
sayıları bin sekiz y ü zd e n az olm ayan kö p ek ler ve
ren geyiklerini de unutm ayalım .
S o n ra en çok iki y a d a üç aylık y azın ard ın d an
bitm ez tü k en m ez geceleri, k u tu p bölgelerinden ge­
len sert h av a akım ları, ortalığı karm akarışık eden
k o rk u n ç k a r kürem e m akineleriyle kış geliyor.
Toprağı ö rten k ab u ğ u n üstü n d e buz tozu denen bir
tü r gri b ir toz, N o rd en sk io ld ’un ilk örneklerini to p ­
ladığı m ikroskobik bitkilerden saçılan, belki de ki­
mi bilginlerin gözlem lerine göre gezegenim izin a t­
m osferinden vızır vızır geçen göktaşlarından d ö k ü ­
len o kriy o k o n it d ö n er durur.
B u rad an bu d u ru m d a yine gökcisim lerinin , k a ­
y a n yıldızların -ve tekrarlıyoruz, y e ry ü zü n ü n a t­
m osferinden yirm i d ö rt saatte b ir m ilyardan azı
geçm iyor- Y e rk ü re’mizin bu kesim ine tu tk u n ol­
d u k ları1 so n ucunu çıkarm ak gerekm eyecek midir,
bu, F o rsy th -H u d elso n göktaşının tam olarak b u ra ­
y a niçin d ü ştü ğ ü n ü açıklam ayacak m ıdır?...
Am a d ü şü şü n b ü yük G roenland toprağı içinde
olmaması d u ru m u n d an , m ülkiyetinin ilgililere, bu
du ru m d a D an im ark a’y a verileceği sonucu çıkm ı­
yo rd u . Y olculuk boyunca temsilcisi B ay de Schack
bu k o n u d a birçok kereler Francis G o rd o n ’la g ö rü ş­
tü. B iliyorsunuz sık sık birlikte sohbet ediyorlardı.
Francis G ordon, iki rakip arasındaki durum unu
ona anlatm ıştı, Bay de Schack bu genç adam ın on­

1. J . Verne çizm eden önce şöyle yazm ıştı: “d aha seve seve üstüne d ü ş­
tü k leri”.

220
d a uyandırdığı sem patiyi hiç saklam ıyordu ve belki
de b u işe m üdahalede bulunabilecekti ve D anim ar­
k a H ü k ü m eti’ni D o k to r H udelson gibi Bay D ean
F o rsy th y e de gökyüzü trilyonlarından belli b ir p ar­
çayı ayırm aya ikna edebilecekti.
“A m a” diye ekliyordu, “hele b ir hâzineye el k o ­
yalım , h içbir şey d a h a az kesin değil b an a g öre...”
“Yine d e,” diye karşılık veriyordu F rancis G or-
don, “eğer gökbilim cilerin hesapları eksiksiz ise...”.
“K u şkusuz,” diye belirtm işti Bay de Schack, “öy­
le olduklarını doğal olarak kabul ediyorum am a
y aklaşık b ir y a d a iki fersah farkla. O y sa b u ra d a an ­
cak çok sınırlı b ir to p rak alan v ar elimizin altında ve
göktaşının gidip kim senin ona sahip olam ayacağı
b ir y ere dalıverm esi olasılıkları özellikle b ü y ü k ...”
“A h !” diye haykırm ıştı F rancis G ordon, “yitip
gitm esi dayım ı ve d o k to ru barıştıracak sa u çu ru m ­
ların en derinliklerinde y o k olsun! Bu lanet g ö k ta­
şı üzerinde iddia edecekleri hiçbir şey kalm ayacak,
o n a adlarını verm e o n u ru bile!"
“Ah B ay G o rd o n !” diye D anim arkalı tem silci de
a rd ın d an haykırm ıştı, "G öktaşım ızı böyle h arca­
m ayalım !... N e o lu rsa olsun onun için üzülm eye
d e ğ e rd i! A m a itiraf ediyorum , endişelerim v ar ve
k o rk arım gelişm eler onları haklı çık aracak !...”
A slında U p ern av ik ’in konum u, B ay de S ch ack ’ı
endişeye sevk edecek biçim de oluşm uştu. Bu y e rle ­
şim birim i sadece deniz kıyısında bulunm uyor, onu
deniz h er y a n d a n sarm ış. U pernavik, G roenland

221
kıyısı b o y u n ca serpiştirilm iş b ir sürü adacık to p lu ­
lu ğ u n u n o rtasın d a b ir ada. Ç evresi on fersah değil
ve herk es şu n a katılacaktır, h av a güllesi için ancak
d a r b ir h ed e f o lu ştu ruyordu. B iraz olağanüstü bir
isabetle o na ulaşm azsa, hedefin y an ın d an geçerse,
onu ağırlayacak olan Baffin D enizi’nin suları ola­
cak ve ü zerine k ap anacaktır! Ve kuzeydeki bu
uzak y ö relerd e su lar d erin d ir ve iskandil ancak bin
y a d a iki bin m etrede deniz altında dibe ulaşır!...
Bu d u ru m d a bin iki y ü z altm ış bin ton ağırlığında­
ki b ir kütleyi böyle b ir k u y u d an gidin çıkarın b a k a ­
lım!... A slında onu bulm anın kesinlikle im kansız
olm ayacağı içerideki geniş alan lara düşm esi d ah a
iyi olacaktır! Aynı zam anda b u kıyıda b irkaç d e re ­
ce d ah a aşağılara, örneğin J a k o b s h a v n ’a, M o z ik ’in
U p ern av ik ’e çık ark en açığından geçtiği, 67.15 d e ­
rece kuzey enlem inin K uzey K utup dairesini geçti­
ği bu lim ana düşm esi d ah a iyi olurdu.
O rad a, aslında, bu lim anın kuzeyinde, güneyin­
de, d o ğ u su n d a geniş G roenland ovaları alabildiği­
ne uzanıyor. O ra d a tüm b ir filo konaklayabilir, o ra­
d a D avis Boğazı ve Baffin D enizi’nden y ararlan a n
balinacılar, açık lard ak i kötü hava sırasında altı ay
b o y unca güvenli b ir sığınağa sahiptirler... O ra d a
çok kısa olsa d a y az boyunca yeşillik kış k arla rın ­
d an k u rtulur. U zu n sözün kısası, Jak o b sh a v n , K u­
zeyin en önem li denetm enlik m erkezidir; bir küçük
köyden d ah a fazlasıdır, D isko A dası’nın G o d havn’ı
gibi b ir kasabadır. Y aza g irerk en orad an ikm al

222
y a p m a hiç eksik olm az... D oğrudur, binlerce m e­
raklıyı taşım ak ta olan U pernavik y ö n ü n d ek i gem i­
ler de aynı şekilde o rad an kuşkusuz b ir on beş g ü n ­
den çok sürm eyecek olan b ir konaklam a için yiye­
cek içecek edinm işlerdi. O lasıdır ki yolcular, ancak
göktaşının ad an ın h erhangi bir noktası üzerinde
bildirileceği gü n gem iden ayrılacaklardı.
M o z ik ve on k ad a r başka D anim arka, N orveç,
Rus, Alm an, F ransız, İngiliz, A m erikan gemisi,
G ro en lan d kıyılarına bu yolculuk için kiralanm ış
b u h arlı gemiler, so n u n d a U p e rn av ik ’te b u lu n u y o r­
lardı. D o ğ u y a doğru, k onaklam a y erin e b irkaç mil
ötede, içerilerdeki dağların y ü k sek d o ru k ları seçili­
y o rd u . İleride, G ro e n lan d ’m p ü sk ü rü k to p rak la rı­
nın sona erdiği y erde, y a rla rın sert dik b u ru n ları
yük seliy o rd u .
B u rad a d ik katin çekilm esi gereken şey, güneşin
bu enlem de yılın yirm i d ö rt g ü n ü n d e ne doğduğu
ne de battığıdır. Bu d u ru m d a m eteor aydınlıkta zi­
y a re t edilecekti ve eğer iyi şans onu k o naklam a y e ­
ri dolaylarına getirirse, gözler onu, p arlak yıldızın
ışınlarıyla ışık saçarken u zak tan fark edecekti!
O ra y a varışın hem en ertesi günü, çok değişik b i­
rey lerd en oluşan b ir kalabalık, U p e rn av ik ’in, en
başlıcası (beyaz ve kırm ızı)2 renklerde D a n im ark a
bayrağını çekm iş olan ahşap b irk aç kü çü k evin
çevresine yayıldı. G roenlandlı b aylar ve bayanlar,
onca insanın u zak kıyılarına akın akm geldiklerini
2. Elyazm ası m etinde boş bırakılm ış.

223
hiç görm em işlerdi. Bu halkın y erli adı, sayıları y ir ­
mi bin k a d a r olduğu sanılan eskim o ırk ın d an K ara-
lit y a d a K alalitlerdi. M oraves K ardeşlerin o nlara
dini eğitim v erm elerinden bu y a n a katolikliğe geç­
miş olanların sayısı altı bin olarak hesaplanıyor.
Ö zellikle batı kıyısındaki bu G roenlandlılar, ol­
d u k ça ilginç tipler; k ıs a y a d a o rta boy, bodur, g ü ç­
lü kuvvetli, kısa bacaklı, ince el ve bilekli, sarım sı
bir beyaz tenli, geniş ve yassı yüzlü, neredeyse bu-
runsuz, h afif çekik ve kahverengi gözlü, tatlı y ü z
ifadesine sahip oldukları foklarına biraz benzeyen
y ü zlerin e d üşen siyah ve sert saçlı ve b u hayvanlar
gibi soğuğa karşı y ağ la k o ru n a n insanlar. E rk ek ler
ve k ad ın lar için hem en hem en aynı giysiler, botlar,
pantolonlar, “am ao u t” y a d a başlık; am a gençlikle­
rinde sevimli ve güleç olan bu sonuncular, saçlarını
tepelerinde topluyorlar, m odern kum aşlarla giyini­
yorlar, çok renkli kurdelelerle süsleniyorlar. Ayrıca
dövm e m odası m isyonerlerin etkisiyle geçti gitti ve
her iki cins şarkıyı ve dansı tu tk u y la seviyorlar. Bu
y erliler doym ak bilm iyorlar. G ünde on kilo gıda
m addesini, seve seve silip sü pürüyorlar; am a av eti,
fok derisi, balık, yenilebilir tulum lu su yosu n u ve
su y o su n u taneleriyle y aşam ak la sınırlandırılm ış
bulunuyorlar, içeceğe gelince hayat suyu oraya a n ­
cak çok az b ir m ik tard a giriyor ve y ıld a ancak bir
kez, Kral IX. C h ristian B ayram ı’n d a içiliyor.
B u n ca çok say ıd a y ab a n cın ın U p e rn av ik A d a­
sı ’n a gelm esi, a d a d a o tu ra n b irk a ç y ü z y erliy i a d a ­

224
m akıllı şaşırttı, b u anlaşılıyor. Ve b u akının sebe­
b in i an lad ık ların d a şaşkınlıkları azalm adı, tam
tersin e, bu zavallı insanlar, altının değerini a rtık
bilm eyecek d u ru m d a değillerdi. A m a b eklenm e­
dik k azanç o n lar için olm ayacaktı. M ily arlar to p ­
ra k la rı üzerine d ü şse de, hiç P olinezyalılarınki gi­
bi elb ette olm ayan G ro e n lan d giysisinin cepleri
eksik olm am asına rağm en o nların ceplerini d o l­
d u rm ay acak tı. Y ine de tak ım ad an ın bu bölüm üne
o nca y o lcu y u g ö tü re n “işle” ilgilenm em ezlik etm e­
m eliydiler. B irk aç E skim o ailesi, U p e rn a v ik ’e ta ­
şınm ak ü zere G o d h avn, J a c o b s h a v n ve D avis B o­
ğ azın d ak i öteki lim an lard an bile ayrıldılar. Ve ne
de olsa o n ca m ilyara b u lu n aca k olan D a n im ark a,
kim b ilir belki de A vrupalı teb aa n ın y a ra rla n a c a ğ ı
ay rıcalıkları, iyilikleri Yeni K ıta’daki koloni alan ı­
n a d a y ay a cak tı?...
Kaldı ki sözü edilen m eselenin çözüm lenm esinin
zam anı gelm işti ve de birkaç nedenden dolayı.
Ö nce, eğer bu y ö relere d ah a b aşk a buharlı gem i­
ler gelecekse U p ern avik Lim anı onları alm aya y e t­
m eyecekti ve bu tak ım adanın o rtasın d a sığınacak
y e r bu lacak lar m ıydı?...
S o n ra ağustos ayı b irkaç gün sonra başlayacak­
tı, gem iler b u k ad a r y ü k sek b ir enlem de d ah a geci-
kem ezlerdi. Eylül, kuzey k an alların d an ve boğaz­
lardan buzulları getirdiğine ve Baffin D enizi çok
geçm eden kullanılam az d u ru m a geleceğine göre
kış dem ektir. K açm ak gerekiyor, b u y ö re le rd en

225
çıkm ak gerekiyor, K uzey O k y a n u su ’n u n sert kışla­
rın d a y ed i y a d a sekiz ay buz engellerine takılıp
kalm a cezası y ü zü n d e n Farew ell B u rn u ’nu geride
b ırak m ak gerekiyor.
Bu d u ru m d a eğer göktaşı, ağustosun ilk on b e ­
şinde U p ern av ik dolaylarına düşm eye k a ra r v e r­
m ezse b u h arlı gemiler, o rad an ayrılm ak zo ru n d a
kalacaklar, çü n k ü yolcularının hiçbirinin aklına bu
k o şu llard a kışı b u ra d a geçirm ek yatm ıyordu.
B u nunla birlikte Bay D ean F o rsy th ve O m ic­
ron nun, D o k to r H u d e lso n ’un gitm eye razı olup ol­
m ayacakları, göktaşlarım beklem ekte inat edip e t­
m eyecekleri, F ran cis G o rd o n ’un b u k o n u d a onlara
m antığın sesini duyurm ayı başarıp başarm ayacağı­
nı kim bilebilir! H iç kuşku yok, biri kalm ayı ister­
se öteki de kalm ayı istem eyecek m idir?...
Yine de b ir kafa y o rm a gerekliliğini hissettiri­
y o rd u ve B ay de S chack bu fırsatla, D an im ark a
H ü k ü m eti’nin b ir tem silcisinin ve U luslararası Ko-
m isyon'un üyesinin etkisine sahip olam ayan F ra n ­
cis G o rd o n ’un tavsiyesi üzerine onların önünde b u ­
nu yapm ıştı:
“Boston gökbilim cilerinin belirttiği gibi m eteor
7-15 A ğustos arasın d a düşm ezse, B oston gökbilim ­
cileri h ata y a p tıla r dem ektir... Ve eğer dönem k o ­
n u su n d a h ata y ap tılarsa y e r k o n u su n d a niçin y an ıl­
mış o lm asınlar?...”
Bu g ü n b eg ü n ortadaydı. H iç ku şk u yok, kesin
so n uçlar elde etm ede kim i u n su rla r resm i hesap uz-

226
inanlarının gözlerinden kaçm ıştı. Y a göktaşı U per-
navik dolaylarına d üşecek y erd e y ö rü n g esi altında
y e r alan Y erk ü re'n in h erhangi b ir b aşk a noktasıyla
tem asa geçecekse?...
Ve B ay de S chack b u olasılık aklına geldiğinde
sırtını b ir ü rp e rtin in aldığını h issed iy o rd u !
Söylem eye g erek yok, bu uzun saatler boyunca
m eraklılar ad a d a uzu n y ü rü y ü şler yap ıy o rd u . O rta
kesim inde yalnız b irk aç tüm sekle süslenm iş, n ere­
deyse düm düz, kayalık arazisi y ü rü y ü şe kolaylıkla
olanak veriyordu. Ş u ra d a burada, yeşilden çok sa­
rı b ir halının kapladığı, hiçbir zam an b ü y ü k ağaç­
la ra dönüşm eyecek ağaççıkların, b irkaç cılız seko­
y an ın , yetm iş ikinci paralelin ü stü n d e hâlâ biten o
beyaz kayın ağaçlarının, çalılıkların, otların, kara-
y o su n ların ın bittiği düzlükler uzanıyordu.
G ökyüzüne gelince o genelinde pusluydu ve ço­
ğ u n lu k la kocam an alçak bulutlar, doğu rüzgârları
esintisiyle orad an geçiyordu. H a v a sıcaklığı sıfırın
ü stü n d e b irk aç dereceyi hiç aşm ıyordu. O nedenle
yolcular, gem ilerinde köyün o n lara sunam ayacağı
b ir rahatlığı ve ne G o d h av n ’d a ne de hiçbir başk a
kıyı yerleşim birim inde bulam ayacakları yiyecek
m addelerini b u lm ak tan m utluydular.
N e y az ık ki göktaşını b u sis kütlesinin a ra sın ­
dan geçerk en ayrım sam ak güçtü. H ızı azalm aya
devam ediyor m uydu?... A zalıyor m uydu, onu
d ü n y ad an ayıran uzaklık?... D ü şü şü y ak ın m ıy­
dı?... M erak lıların en bilgililerinin bile çözem eye-

227
çekleri son d erece önem li b ir yığın soru! Y ine de
ku zey d o ğ u d an g ü n ey b atıy a b ir çizgi çizerek b u ­
lutların ark asın d an kendini g ö steren kim i p a rıltı­
larla tam (o ra d a )3 gibiydi. K ulağın esintinin a r a ­
sın d an algıladığı kim i çınlam alar m eteorun u zayda
hâlâ y ö rü n g esin i çizdiğini k anıtlıyordu. A m a g e r­
çek te M o z ik ’in d em ir attığı üç g ünden bu y a n a
y o lcu lard a sabırsızlık ve özellikle böyle bir y o lc u ­
luğu boşu b o şu n a yap m ış olm a tedirginliği etkisini
gösterm eye başlam ıştı.
Z am anın en az uzun görü n d ü ğ ü bu y o lculardan
biri ku şk u su z Bay Seth S ta n fo rt’tu. Bir söz v ard ır
"kendi kendisiyle arkadaşlık etm ek ”, b u n u biliyor­
du ve Bay de Schack, F rancis G ordon ve kendisi
arasın d a belli iyi ilişkiler k urulm uş olsa da, sohbet­
leri olm adığında öyle çok sıkılm ıyordu. U perna-
vik ’e, görülecek biraz olağanüstü bir şeyin olduğu
y e re seve seve koşan m eraklı sıfatıyla gelm işti.
Kğer düşm e gerçekleşirse m eteoru seyretm ekten
m utlu olacaktı. G erçekleşm ezse onun k ad a r hiç
kimse b u n a m em nuniyetle boyun eğm eyecekti ve
A m erika’y a dönecek ve tüm bağım sızlığına sahip
olarak ve keyfine göre yeni eğlencelere koşacaktı.
31 T em m uz'un sab ahında U p ern av ik açıkların­
da son b ir gem i bildirildiğinde M o z ik geleli d ö rt
gün akıp gitm işti. Bu, buharlı b ir gem iydi, gelip d e­
m ir atm ak için tak ım adanın ad a ve adacıkları a ra ­
sında kayıyordu.
3. Sözcük eksik, gerekli görünüyor.

228
B u gemi h angi u lu sa aitti? R an d a y elkeni b o ru ­
su n d a taşıdığı elli b ir yıldızlı bayrağının birazdan
gösterdiği gibi, B irleşik D ev letler’e.
Kim senin k u şk u su olm asın, bu b u h arlı gemi, b ü ­
y ü k m eteorsal olay sahnesinde y e n i b ir m eraklı
g ru b u n u n , altın k ü re y e r atm osferinde d önüp d u r­
d u ğ u n d an henüz d ü n yaya ait olm adığına göre,
doğrusu hiç de geç gelm iş olm ayacak geç kalanla­
rın habercisiydi.
Am a belki de, elbette A m erikan lim anlarının bi­
rin d en gelen bu buharlı, göktaşına ilişkin kimi h a ­
berler de getiriyordu... G ökbilim cilerin, y e r k o n u ­
su n d a olm asa d a en azından düşüş tarihiyle ilgili
dah a kesin h esap lar elde edip etm ediklerini kim bi­
lebilir?
Ve h er zam an üzgün F rancis G ordon tekrarlayıp
d u ru y o rd u :
“Şans b ir y ard ım etse de geldiği y ere dönse, şu
lanet m eteor, dayım ve d o k to r so n u n d a artık onu
düşünm eyecekler ve o zam an...”
Bu genç adam ın gizli arzusuydu am a ne Bay
F o rsy th ne de Bay Fludelson b u n u paylaşıyordu,
şun d an em in olabilirsiniz, ne B ay de S chack ne de
bu ad ay a gelm iş m eraklılardan herhangi biri de.
S abahleyin saat on bire doğru O regon buharlı
gem isi filotillanın arasın a dem irini atıyordu. B ir
sandal ayrılıyordu ve k uşkusuz yolculardan, y o lc u ­
luk ark ad aşların d an d ah a acelesi olan birini k aray a
çıkarıyordu.

229
A slında b u B oston G özlem evi’nin gökbilim cile­
rin d en biri, B ay W h a rf’tı, k endini o günlerde
U p e rn av ik ’te iş gezisinde olan K uzey denetm enleri
şefinin evine g ö tü rttü . Bu beriki derhal B ay de
S ch ac k ’a h ab e r v erd i ve D a n im ark a tem silcisi çatı­
sın d a ulusal bay rağ ın b u lunduğu k ü çü k eve gitti.
C an sıkıntısı b ü y ü k oldu, herkes O regon y o lcu ­
su nun herh an g i b ir önem li h ab e r getirdiği d u y g u ­
su n a kapılm ıştı!... G öktaşı tesadüfen tüm bu insan­
ları y ü z ü stü b ırak acak ve F rancis G o rd o n ’un dile­
ğine u y arak gökteki b aşk a y örelere d oğru "İngiliz-
vari sezdirm eden sıvışıp” gidecek m iydi?
Kısa b ir süre so n ra bu açıdan yatıştırıldılar. Tam
da y en i b ir h ab e r y a d a d ah a çok genel m erakı gi­
derecek b ir bilgi söz konusuydu ve m üfettiş ta ra ­
fından tüm gem ilere ulaştırıldı.
M eteo ru n ilerleyişine ilişkin son gözlem ler saye­
sinde h esapların kesinliği k o n u su n d a d a h a ileriye,
"onda d ö rt y a d a beşe k a d a r” gidildiğini söylemişti
b ir m atem atikçi. U p ernavik dolaylarına düşm e k o ­
n u su n d a h içbir şeyi değiştirm iyordu am a d ah a ö n ­
ce 7 ile 15 A ğustos arası olarak saptanm ış olan za­
m an süresini azaltıyordu... Z am an aralığı artık on
gü n değil sadece üç g ü n d ü ve göktaşı adaya seyir­
cilerin b ü y ü k sevinciyle ve D a n im a rk a ’nın en b ü ­
y ü k çıkarına, 3 ile 5 ’i arasın d a düşecekti.
Bay F o rsy th ve D o k to r H udelson, h er biri k en ­
di köşesinde "S onunda!... S onunda!... B izden k a ­
çıp k u rtu la m a y a c a k !” diye haykırdılar.

230
Ve U lu slararası K om isyon'un tem silcisinin k a ­
bu l ettiği iltifatlar sayılarla dile g etirilem ezd i! O n u
A m erikalı m ily ard erlerin hiçbir zam an selam lan-
m adıkları k a d a r alçak tan ve m eteo ru n tek sahibiy­
miş gibi selam lıyorlardı!... Ve aslında şahsında
D a n im ark a ırkının cisim leştiği b ir trily o n er değil
m iydi?...
31 Tem m uz’daydılar. E n erk en doksan altı saat
so n ra en geç y ü z saat so n ra onca arzu edilen gök­
taşı G ro en lan d to p rağ ın a konacaktı...
“E ğ er denizin dibini b oylam azsa!” diye m ırılda­
n ıyordu d oğrusu b u um udu açıkça belirtm ekte ve
bu düşünceyi beslem ekte tek olan F rancis G ordon!
A m a m esele b u sona ulaşm ak z o ru n d a olsun y a
d a olm asın, m eteor ve Y erküre b ir d ah a asla ayrıl­
m am ak üzere buluşm ak zo ru n d a olsun y a d a olm a­
sın, k u şk u su z yeni b ir ayrılığın izleyeceği b ir başk a
b uluşm anın gerçekleştiğini belirtm ek uygun olur.
Bay S eth S tanfort, O regon yolcularının gem iden
inişlerinde h azır bu lu nm ak am acıyla plajda gezi­
n irk en b ir bayan yolcuyu, sandallardan biri k u m ­
sala bıraktığı sırad a g ö rü p aniden durdu.
Seth S tan fo rt başını kaldırdı, gözlerinin onu y a ­
nıltm adığından emin oldu, yak laştı ve hiçbir hoş­
n u tsu zlu ğ u n hissedilm ediği b ir şaşkınlığı v u rg u la­
y a n b ir sesle:
"E ğ er yanılm ıyorsam , B ayan A rcadia W a lk e r”
dedi.
“B ay S ta n fo rt” diye yanıtladı bayan yolcu.

231
—B u u zak ad a d a sizi y en id en görm eyi beklem i­
y o rd u m B ayan A rcadia...
—B en de aynen öyle Bay S tanfort...
—Peki nasılsınız A rcadia hanım efendi?...
—D a h a iyi olam az Bay S tanfort... Ya siz?...
—Ç ok iyi, son derece iy i!
Ve tüm üyle b ir te sa d ü f sonucu b ir aray a gelm iş
iki eski tan ıd ık gibi sohbet etm eye koyuldular.
S onra, önce B ayan A rcadia W alker elini havaya
d oğru k ald ırarak sordu:
—H âlâ düşm edi?...
—Hayır... Em in olun, d ah a değil... am a öğrendi­
ğime göre artık gecikem eyecek...
"D em ek y etiştim ” dedi B ayan A rcad ia W alker,
son derece m em nuniyetle.
"Benim olduğum g ib i!” diye y a n ıt verdi Bay
Seth S tanfort.
Hiç k u şk u yo k , iki seçkin kişiydi, iki y ü k sek
sosyete kişisiydi ve niçin aynı m erak d u y g usunun
bu U p ern av ik p lajın d a b ir a ra y a g etird iğ i iki eski
do st dem eyelim . B iliyorsunuz, W h a sto n sulh y a r ­
gıcına ikinci ziy aretlerinin a rd ın d a n karşılıklı hiç­
b ir suçlam a, h içb ir sitem olm adan ayrılm ışlardı
uyuşm ayan iki eş ve an laşa rak ayrılm ışlardı... B ay
S eth S ta n fo rt k endi y ö n ü n d e, B ayan A rcadia W al­
k er d a k en d in in k in d e y o lcu lu k yapm ıştı... Aynı
fantezi h er ikisini de G ro e n la n d ’m b u ad asın a g e­
tirm işti ve niçin b irb irlerin i tanım ıyorlarm ış, bil­
m iyorlarm ış gibi y ap a cak lard ı?... G erçekten de

232
özetle b irb irlerin e k arşı gerçek b ir ta k d ir d u y g u ­
su n u k o ru m u ş olan iki varlığın, gerektiği için k a r­
şılıklı o larak so m u rtm asın d an d ah a bayağı b ir şey
v ar m ıdır?...
K uşkusuz B ayan A rcadia W alker, Seth Stan-
fo rt’ta idealindekini hiç bulam am ıştı am a çok b ü ­
y ü k b ir olasılıkla o idealle henüz hiçbir y e rd e de
karşılaşm am ıştı... H iç kim se onu olm asını istediği
gibi hayatı p ah asın a kurtarm am ıştı. E ski kocasına
gelince, o ken d isin d en h arik a b ir anı, karısı olm ak
tek yan ılg ısın d an b aşk a yanılgısı olam ayan ilginç,
akıllı b ir kişinin anısını saklıyordu.
Evet, d ah a şim diden iki koca ayı bulm uş b ir geç­
mişe h içbir d o k u n d u rm ad a b u lu n m ad an bu sözle­
rin söylenm esinden sonra, B ay S eth S tanfort, B a­
y a n A rcadia W alk er'in hizm etine adadı kendini.
O n ların karı-k o ca olm uş oldukları bilinm iyordu ve
b u n u söylem ek için de hiçbir neden olm ayacaktı.
M u tlu b ir yazgının, yetm iş üçü n cü derece kuzey
enlem inin ötesinde buluşm alarını planlam ış olduğu
b ir b ay ve bayan d o st olacaklardı.
B ayan A rcadia W alker, B ay Seth S ta n fo rt’un
y ard ım ların ı b ü y ü k m em nuniyetle kabul etti ve a r­
tık araların d a yalnız, sonu çok y ak ın olan m eteoro­
lojik olay k o n u oldu.
O reg o n 'un getirdiği h ab e r m üthiş etki y arattı.
B ekleyiş d ah a az uzu n -yüz saat bile değil- sü rm ek ­
le k alm ayacak aynı zam anda şim di gökbilim cilerin
h esap ların a tam güven duyulm ası gerekiyor gibi de

233
geliyordu. Ve m adem ki göktaşının yaklaşık b ir y a ­
rım gü n -diyebiliriz- farkla düşeceğini bildiriyor­
lardı, bu nun, G ro e n lan d ’ın b u dolaylarına olm asın­
d an d a k u şk u d u ym aya gerek y o k tu .
“Y eter ki tam ad an ın üstüne olsun” diye d ü şü n ü ­
y o rd u B ay D ean F orsyth.
"Yanına değil” diye d ü şü n ü y o rd u D o k to r H u-
delson.
Ve h er ikisinin, hangi o rtak kaygıda ki aynı za­
m an d a Bay de S ch ack ’ınkiydi de, b u luştuklarım
g ö rü y orsunuz.
A slında b iraz tedirgin edici tek n o k ta b uradaydı.
1 ve 2 A ğustos hiçbir olay olm adan akıp gitti. N e
y azık ki h av a kötüleşiyordu, sıcaklık hissedilir bi­
çim de düşm eye başlam ıştı ve belki de bu kış erken
gelecekti. K ıyıdaki d ağlar k ard an beyazdı ve rü z ­
g âr bu y a n d a n estiğinde öyle sert hissediliyor, öyle
içe işliyordu ki gem ilerin salonlarına sığınm ak ge­
rekiyordu. Bu d u ru m d a böyle enlem lerde oyalan­
m ak uygun olm ayacaktı ve m erakları giderildiğin­
de m eraklılar güneyin yo lların a m em nuniyetle d ü ­
şeceklerdi.
Yalnız, k u şk u su z D anim arkalı temsilci, h ü k ü ­
m etinin kald ırm a işlemini tam am layacağı güne d e­
ğin hâzineyi k o ru m ak için kalm alıydı. Ve kim bilir
belki de taleplerinin göz önüne alınm asında d irene­
cek iki rak ip de o n u n la kalm ayı isteyecekler. İşte
F rancis G o rd o n ’u kaygılandıran d a bu, böylesi k o ­
ş u llard a u zu n b ir kışlam a olasılığıydı. Z avallı

234
J e n n y yi, annesini, kız kardeşini, dönüşlerini b e k ­
leyerek saatleri sayan tüm o sevgili v arlıkları d ü şü ­
n ü y o rd u !
2-3 A ğ ustos gecesi tak ım ad an ın ü stü n d e g e r­
çek b ir fırtın a k o p tu . B ostonlu gökbilim ci, dönm e
hızı sü rek li d ü şen g ö k taşın ı y irm i saat önce a d a ­
nın ü stü n d e n g eçerk en g ö rebilm işti. A m a hangi
y ü k se k lik te , h av a n ın d u ru m u b u n u öğrenm esini
engellem işti. Ve k a sırg a n ın şid d eti öyleydi ki
b irk a ç y ü re k li m eraklı “g ö k taşın ı cehennem e g ö ­
tü rü p g ö tü rm ey e ceğ in i” k en d i k en d ilerin e so ru ­
y o rla rd ı!
A çıkta kalm ak olanaksız oldu ve U p e rn av ik ’in
k ü çü k evleri b u n ca insanı k onuk edem ezdi. Bu d u ­
ru m d a gem ilere k ap an m ak gerekti ve iyi ki şiddet­
li rü z g âr doğ u d an geldi, çü n k ü açıktan gelm esi d u ­
ru m u n d a hiçbiri dem irleri üzerinde kalam azdı.
3 A ğustos g ü n ü n de hiçbir dinm e baş gösterm edi
ve izleyen gece öyle b ir bozdu ki M o z ik ’m kaptanı,
aynen O regon unki gibi gemisi için ciddi endişele­
re kapıldı. B irbirlerine b ir y arım halat uzaklıkta
dem irlem iş olm alarına rağm en iki gemi arasın d a
h er tü r iletişim olanaksız oldu.
B ununla birlikte 3-4 A ğustos gecesinin o rtasın ­
d a fırtınanın şiddeti azalır gibi oldu. B irkaç saat
so n ra dinerse tüm yolcular, hiç k u şku y o k to p rağ a
ayak basm ak için b u n d an y ararlan acak lard ı. B u 4,
düşüş için aşağı y u k a rı kesin olarak sap tan an tarih
değil m iydi?...

235
Ve işte sabahın yedisine d oğru sağır edici b ir
p atlam a sesi d u y u ld u ve öylesine sertti ki ad a tem e­
linden sarsıldı...
B ir y erli B ay de S ch ac k ’ın kaldığı eve doğru k o ­
şu yordu ve b ü y ü k h aberi getiriyordu...
G ö ktaşı U p ern av ik A dası’nın kuzey b atı u cu n a
düşm üştü.

236
XVI. Bölüm

B e lk i oku yucu b iraz üzüntüyle ok u y acak


am a tarihi g erçek , y a z a rı m eteorsal
y ıllık ların k ay d ed ecek leri gibi ve
olduğu gibi y azm ak zorunda bırak tı.

lb ette tu fa n d a n b u y a n a d ü n y a d a sonsuz

E y an k ılan a n çok say ıd a h a b e r v a rd ır am a


m eteo ru n U p e rn av ik A d ası’n a d ü şerek
çık ard ığ ı -en azın d an m anevi o larak- g ü rü ltü d e n
d a h a y ü k seğ i hiç olm am ıştır. D o ğ ru d u r, A v ru p a
ve A m erik a’da, aynı g ü n denize açılan k ru v a z ö ­
rü n , Yeni B rita n y a ’m ilk sem afo ru n a onu g ö n d e r­
m esiyle, o n u n d a b u n u d erh al E sk i ve Yeni K ı­
t a y a u laştırm asıy la an cak b irk a ç g ü n d ah a so n ra
öğrenildi.
A m a b u rad a, U p ern avik'te tü m adaya ve tak ı­
m ad ad a dem irlem iş olan on k a d a r gem iye yayılm a­
sı için b ir d ak ik a y eterli oldu.

237
B ir a n d a y o lcu lar gem ilerden indiler, Bay D ean
F o rsy th ve B ay H udelson, ilkler, ark aların d an
O m icron; H e r biri babalığı k o n u su n d a hak iddia
ettikleri bu çocuğu görecek tam b ir b ab a telaşı için­
de... F rancis G o rd o n ’un gerekirse aray a girm eye
h azır olarak o n lara eşlik ettiğini eklem ek boşuna.
G erçekte Bay F o rsy th ve Bay H udelson şimdi b ir­
birlerine kızdık ların d an çok d ah a fazla D an im ark a
H ü k ü m e tin e kızıyorlardı. Bu hüküm et, k âşif h a k ­
larını tanım adığını iddia etm iyor m uydu?...
Bay S eth S ta n fo rt, y e re ayak b a sa r basm az bu
üç g ü n lü k k ö tü h a v a sırasın d a b ir d a h a görm em iş
o lduğu B ayan A rcad ia W a lk e r'in y a n ın a gitti. Şu
a n d a içinde b u lu n d u k ları d o stlu k ilişkileriyle g ö k ­
taşını b u lm ay a b irlik te gitm eleri doğal değil m iy­
di?...
"Sonunda... d ü ştü Bay S ta n fo rt” dedi y a n m a g e­
lir gelm ez B ayan A rcadia W alker.
“S o n u n d a d ü ş tü ” diye y a n ıt verdi.
S onunda... d ü ş tü !” diye tekrarlam ıştı ve te k ra r­
lıyordu hâlâ ad an ın kuzeybatı u cu n a d oğru y ö n e ­
len tüm o kalabalık.
Yine de iki kişi, m eraklılar kitlesinden bir çeyrek
saat d ah a öndeydiler; bunlar, geldiklerinden bu y a ­
n a kaldıkları D a n im ark a konaklam a y erin d e n doğ­
ru d a n y o la çıkm ış B ostonlu gökbilim ci ve Bay de
S ch ac k y d ı.
"Temsilci g ö k taşının m ülkiyetini alacak ilk kişi
o lacak !...” diye m ırıldanıyordu B ay F orsyth.

238
“Ve ona el koyacak! ” diye m ırıldanıyordu d o k to r
H udelson.
“El koym ak?... Kim bilebilir?...” diye y a n ıt veri­
y o rd u F rancis G ordon, onda b u kuşk u y u uy an d ı­
ran nedeni belirtm eksizin.
“A m a bu bizim haklarım ızın göz önüne alınm a­
sını engellem eyecektir!...” diye haykırdı B ay D ean
F orsyth.
“H ayır, k esinlikle!” diye belirtti B ay S tanley
H udelson.
G örüyorsunuz, birinin yeğeni, ötekinin eski m üs­
takbel dam adı son derece m em nundu, Kral Christi-
a n ’ın ve iki m ilyonluk İskandinav tebaasının iddiala­
rın a karşı aynı düşm anlıkta çıkarları örtüşüyordu.
M u tlu b ir k oşullar çakışm asının ard ın d an saba­
hın üçüyle d ö rd ü arasın d a h av a d u ru m u tüm üyle
değişm işti. R ü zg âr güneye doğru düştükçe fırtına
dinm işti. G üneş ü stü nde günlük eğrisini hâlâ çizdi­
ği ufukta, sadece b irkaç derece yükseliyor olsa d a
en azından ışığıyla zayıflayan son bulutların arasın ­
d an p arlıy o rd u . A rtık y a ğ m u r y o k , a rtık sert
rü zg âr y o k , açık b ir hava, dingin b ir gökyüzü, sıfır
san tig rad ın ü stü n d e sekiz-dokuz derece arasın d a
kalan b ir sıcaklık.
Ve A v ru p a ve A m erika’d an gelen bu y o lcu lar
arasın d a şunları söyleyecek y eterin ce “G roenland-
lı” bulu n u y o rd u :
"E lbette havanın bozulm ası m eteorun y ak laşm a­
sından, Y e rk ü re’mize yakınlığı kendini hissettiri­

239
y o rd u ve d ü ştü ğ ü n d en bu y a n a güzel h av a geri
d ö n d ü .”
K onaklam a y eriyle b u ru n arası, kuzeybatı y ö n ü ­
ne d o ğ ru adam akıllı b ir fersah olarak h esaplanabi­
lirdi ve y ay an aşılm ası gerekecekti. U pernavik,
herhangi b ir aracı sağlayabilecek gibi değildi. K al­
dı ki kayalık y ap ıd a, y eterin ce düz b ir arazide çok
zahm et çekm eden yol alınacaktı; engebeler ciddi
b ir biçim de sadece kıyının çevresinde kendini gös­
teriyordu. O ra d a denize d oğru alçalan b irkaç y a r
yü k seliy o rd u .
G öktaşı tam d a bu y arla rın ötesine konm uştu ve
k o naklam a y erin d e n fark edilem iyordu.
B üyük h ab eri ilk ulaştıran yerli, kalabalığın b a ­
şın d a y ü rü y o rd u , hem en a rd ın d a F orsyth, H udel-
son beyler, O m icron, Bay de S chack ve B ostonlu
gökbilim ci.
B iraz geride F rancis G ordon, dayısı ve doktoru,
onları kendi hallerine bırakm aya istekli am a m ete­
oru... m eteorlarını görm enin üzerlerinde y a ra ta c a ­
ğı etkiyi g örm ekte sabırsız olarak göz hapsinde tu ­
tu y o rd u !
F rancis G ordon, zaten Bay Seth S tan fo rt ve B a­
y an A rcadia W alker'la birlikte yol alıyordu. İki sa­
bık eş, W h a sto n ’d a evlilikleri sırasında geçen saat­
leri hiç u n u tm u y o rlardı ve iki aile arasındaki k o p ­
m adan ve b u kopm anın sonuçlarından h ab erd ard ı­
lar. H e r ikisi de F rancis G o rd o n ’u n zor durum uyla
içtenlikle ilgileniyorlar ve m utlu b ir son diliyorlardı.

240
“D ü zelecek tir” deyip d u ru y o rd u durm aksızın
B ayan A rcadia W alker.
“U m arım ” diye y a n ıt veriyordu Francis.
“A m a belki de göktaşının denizin derinliklerinde
y itip gitm esi d ah a iyi o lu rd u ...” diye belirtiyordu
B ay S eth S tanfort.
"Evet... h erk es için !” diye açıklıyordu B ayan A r­
cadia W alker b ü y ü k anlayışla.
Ve yineledi:
—İnanın, Bay G ordon, h er şey y o lu n a girecek!...
B iraz güçlük, sıkıntı, kaygı evlenm eden önce iyi ol­
m uyor değil!... B irleşm eler aşırı kolay olduğunda
aynı biçim de bozulm a tehlikesiyle karşı k arşıy a b u ­
lu nuyorlar! D o ğ ru değil mi B ay S tanfort?...
— K uşkusuz W alker hanım efendi ve biz örnek
o luşturabiliriz! A nım sıyor m usunuz, at üstünde,
ayağım ızı y ere basm adan o saygıdeğer sulh yargıcı
tarafın d an evlendirilm iştik, çok şaşırm ış görünm e­
di, b u b ir bilge olduğunu gösteriyor!... Evet, bu b i­
çim de gerçekleşti... ve boşanm a zam anı...
“Altı h afta so n ra geri d ö n d ü k !...” diye y a n ıt v e r­
di gülüm seyerek B ayan A rcadia W alker. “Evet,
Bay G ordon, B ayan J e n n y H u d e lso n ’la at üstünde
evlenm eyerek, m utluluğu yakalayacağınızdan d a­
h a çok em in o lu rsu n u z ! ”
Ş unu söylem ek boşuna; b u m eraklı kalabalığı, bu
yolcu toplu göçü ortasında B ay S eth Stanfort, B a­
y an A rcadia W alker ve F rancis G ordon, şu an d a
m eteorla hiç m eşgul olm ayan, ondan hiç söz etm e­

241
yen, m uhtem elen B ay J o h n P ro th ’un d ay a p m ış ola­
bileceği gibi felsefe y ap a n birkaç kişi olmalıydılar.
H epsi hızlı gidiyordu, izlenecek y ol kalm am ıştı,
U p ern av ik d o laylarında hiçbir zam an olm adıkları
k a d a r şaşkın çok sayıda ku şu n üzerlerinden kaçıp
gittiği cılız b o d u r ağaççıkların serpiştirilm iş olduğu
b ir dü zlü k vardı.
B ir y arım saatte fersahın d ö rtte üçü alındı ve g e­
riye artık aşılacak yalnız b ir bin m etre k ad a r kalı­
y o rd u . A m a göktaşı hâlâ y arın en uç bölüm ünün
ark asın d a gözlerden saklanıyordu. S ab ah tan bu
y a n a bu y erd e olması... hiç kim se b u n d an şüphe
duym ak istem iyordu. G roenlandlının h a ta yapm ış
olması k abul edilm ezdi. D üşm e sırasında oradaydı,
b ir çeyrek fersah uzaklıkta. G ü rü ltü y ü duym uştu
ve d ah a u za k ta olsalar d a d a h a b aşkaları d a onu
duym uşlardı.
B undan b aşk a etkisi d ah a şim diden hissedilen ve
oldukça g arip olm ayı sü rd ü re n b ir d u ru m oluşu­
y o rd u . H a v a sıcaklığı yükselm e eğilim indeydi. H iç
k u şku yo k , ad an ın b u kuzeybatı b u rn u dolayların­
d a sıcaklıkölçer, U p e rn av ik yerleşim birim iyle
b irkaç derecelik fark gösterm işti. Ç ok hissedilir ol­
m uştu ve h a tta sıcaklık am aca yaklaşıldıkça daha
şiddetli oluyordu.
“Bu g ö k taşının gelişi, b u d olaylarda yalnız h av a­
y ı değiştirm ekle kalm ayacak aynı zam anda takım a­
danın iklim inde de değişikliklere yol açacak m ıy­
d ı?...” dedi gü lerek Bay S tanfort.

242
“Bu G roenlandlılar için son derece m utluluk v e­
rici o lacak !” diye karşılık verdi aynı to n d a B ayan
A rcadia W alker.
"Altın k ü ren in hâlâ k o r d u ru m u n d a olm ası m üm ­
k ü n ,” diye düşüncesini belirtti F rancis G ordon,
“yaydığı ısı belli b ir çap ta kendini duyuruyor...”
“İy i!” diye y ü k se k sesle belirtti B ay S eth S tan-
fo rt “soğum ası için beklem em iz gerekecek m i?..”.
“A danın üstü n e düşecek y e rd e dışına düşseydi
soğum ası d ah a çab u k o lu rd u !” diye k arşılık verdi
F rancis G ordon, dayısı ve D o k to r H u d e lso n ’u öf­
keden zıplatacak düşünce akim a gelince.
A m a iki rak ip onu duyam azlardı. O m icro n ’la
onlar ilerlem işlerdi; d a h a şim diden yü zlerin in te ri­
ni siliyorlardı ve b irinin ötekinden önce v aram aya­
cağına kesin gözüyle bakılabilirdi.
Kaldı ki Bay de S chack ve gökbilim ci B ay
W h a rf d a terliyorlardı aynı biçim de ve tüm k alab a­
lık ve böyle b ir şölende d ah a önce hiç bulunm am ış
olan G ro en lan d lılar da.
D a h a b ir beş y ü z adım ve m eteor, y a rın d ö n d ü ­
ğü y e rd e üzerinde to p lanacak bir sürü göze g ö rü ­
necekti ve de tüm göz alıcı ihtişam ıyla...
Ve kim bilir?... Belki de parçasını bile tu tm a k ve
h a tta ö n a y a k la şm a k bile olanaksız olacaktı?...
S o n u n d a yerli re h b e r ad an ın b u rn u n u n u cu n d a
geride d u rd u . D a h a fazla ilerleyem ediği açıktı.
B ay F orsyth, Bay H u delson ve O m icron b ir an ­
d a o n a u laştılar ve y an ın d a durdular. S onra B ay de

243
Schack, B ay W harf, B ay S eth S tanfort, B ayan A r­
cadia W alker, F ran cis G ordon, nihayet filotillanın
Baffin D eniz'i dolay larına boşaltm ış olduğu tüm o
m eraklı sü rü sü geldi.
Evet, d ah a u zağa y a d a d ah a doğru deyişle d ah a
y a k m a gitm ek olanaksız ve göktaşı hâlâ beş y ü z
adım ötedeydi!...
Bu düpedüz, y e r çekim inin tu ttu ğ u atm osferde
d ö rt aydan bu y a n a geçip d u ra n altın küreydi. U za­
yın y ü k sek kesim lerinde yörüngesini çizdiği zam an­
lardaki gibi ışıldam ıyordu artık! A m a parlaklığı öy­
leydi ki gözler üzerinde kalam ıyordu. Sıcaklığı,
1768’de düşen k o r halindeki taşınki gibi ergim e nok­
tasına y ak ın b ir dereceye yükselm iş olmalıydı -hızı­
nın azalması onu d ah a o zam andan zayıflatmış olma­
sına rağm en atm osferin d ah a yoğun tabakalarıyla
karşılaştıkça sıcaklık artm ış olmalıydı. A m a olağa­
nüstü göktaşı, uzayda yörüngesini çizerken yakala­
nam az olsa d a şimdi, yeryüzü toprağı üzerinde d u ­
rurken pekâlâ d ah a az öyle değil gibi görünüyordu.
Kıyı bu y erd e, yerli dilinde unalak adıyla bilinen
şu kayalık lard an biri olan b ir tü r düzlü k ten oluşu­
y o rd u . A çıklara d oğru eğimli, deniz düzeyinden iti­
b aren b ir otuz ayak k ad a r yükseliyordu. G öktaşı,
b u düzlüğ ü n tam kıyısına oturm uştu. B irkaç m etre
d ah a solda olsa, y arın eteklerinin göm ülü olduğu
u çu ru m lard a y u tu lm u ş olacaktı.
“E v e t!” dem ek ten kendini alam adı F rancis G o r­
don, “Evet! y irm i adım d ah a ötede dipteydi...”

244
“O ra d a n kesinlikle çekip çıkarılam azdı...” diye
ekledi B ayan A rcad ia W alker.
"Am a B ay de S chack b u n u istem iyor" diye b e­
lirtti B ay S eth S tanfort, “D a h a K ral C h ristia n ’m
kasaların a girm esi g erek iy o r!”
A slında b u g ü n y a rın o rad a d a olacaktı. B u sade­
ce sab ır so ru n u y d u . Soğum asını beklem ek yeterli
olacaktı ve b ir ku zey kışı yaklaşırken, b u hiç de ge­
cikm eyecekti.
B ay D ean F orsyth ve B ay S tanley H udelson
oradaydılar, hareketsiz, gözlerini y a k a n b u altın y ı­
ğını m an zarasıy la a d e ta hipnotize olm uşçasına.
H e r ikisi de ileri gitm eyi denem işler ve h er ikisi de
gerilem ek zo ru n d a kalm ışlardı, sabırsız O m icron
d a aynı şekilde, on adım daha, b ir ro zb if gibi kıza­
racaktı! Beş y ü z adım lık b u m esafeden sıcaklık,
altm ış dereceye ulaşıyordu ve m eteorun yaydığı ısı
havayı solunam az kılıyordu.
“A m a sonunda... orada... orada.... adanın ü ze rin ­
de duruyor.... denizin dibinde değil!... D ü n y a için
kayıp değil.... Şu şanslı D a n im a rk a ’nın ellerinde!...
B eklem ek.... B eklem ek y eterli olacak...”
B oğucu sıcaklığın y a rın o köşesinde alıkoyduğu
m eraklılar böyle deyip du ru y o rlard ı!
E vet! Beklem ek... am a ne k a d a r zam an? Yetmiş
ü çü n cü enlem in ötesindesiniz, b irkaç h afta so n ra
k u zey kışı, b u y ö relere b ir yığın buz gibi soğuk
rüzgârlarını, k ar fırtınalarını getirm ek, sıcaklığı sı­
fırın altın d a elli dereceye d ü şü rm ek zorunda, bu

245
k o n u d a h içbir k u şk u yok. A m a göktaşı bir ay, iki
ay soğum aya direnm eyecek m iydi?... Bu tü r m aden
kütleleri böyle sıcaklıklara m aruz kaldıklarında
uzu n süre y a n a r d u ru m d a kalabiliyorlar ve hava-
taşlarında, son derece kü çü k hacim deki göktaşla-
rın d a b u d u ru m la çok sık karşılaşıldı!...
U ç saat geçti ve kim se orad an ayrılm ayı d ü şü n ­
m üyordu. G ö k taşın a yaklaşm anın m üm kün olm a­
sını mı beklem ek istiyorlardı! A m a bu elbette ne
bugün ne de y a rın olacaktı ve b u ra y a bir kam p y e ­
ri k urm ak, o ra y a yiyecek içecek taşım ak için de ge­
m ilere geri d önm ek gerekiyordu...
"Bay S ta n fo rt,” dedi B ayan A rcadia W alker, "bu
k o r halindeki yığını soğutm ak için b irkaç saat y e ­
terli olacak mı d ersin iz?...”
—N e b irkaç saat ne de b irkaç gün y eterli Bayan
W alker!
— P ek âlâ O regon a döneceğim , öğleden sonra
geri dönm e p ah asın a d a olsa..
"B irlikte gidelim " diye önerdi B ay S tanfort,
“Ben de M o zik 'e döneceğim e göre. Sanırım öğle
yem eği saati geldi...”
“Bu benim d ü şü n cem ” diye karşılık verdi Bayan
W alker ve “E ğ er F rancis G ordon d a aynı şekilde
d ü şü n ü y o rsa...”
“K uşkusuz W alk er hanım efendi” diye karşılık
verdi genç adam , “am a dayım la D o k to r H udel-
so n ’u yalnız bırakm ak... Benim le gelm eyi isteye­
cekler m i?... K orkarım geri çevirecekler...”

246
Ve B ay D ean F orsyth 'ye giderek:
"G eliyor m usu n u z d ay ı?” diye sordu.
Bay D ean F o rsy th y a n ıt verm eksizin ileriye
do ğ ru on adım k ad a r attı ve sanki bir fırının ağzı
önü n d e tehlikeye atılm ış gibi aceleyle geri çekilm ek
z o ru n d a kaldı.
O n u izlemiş olan D o k to r H udelson d a d ah a az
olm ayan b ir telaşla geri geldi.
"H aydi dayı,” diye başladı Francis G ordon. "H ay­
di Bay H udelson, gemiye dönm enin zamanı! H ay
Allah!... G öktaşı şimdi uçm ayacak!... O n u gözleri­
nizle yem eniz, midenizi dolduracak olan b u değil!”
F rancis G o rd o n b ir iki sözcük bile alam adı ve
b oyun eğdi. O nedenle B ay S eth S tan fo rt ve B ayan
A rcadia W alker, a rk aların d a açlığın kendi gem ile­
rine geri g ö tü rd ü ğ ü y üzlerce m eraklı, yerleşim y e ­
ri y o lu n a onsuz düştüler. B ay F orsyth, Bay H u d e l­
son, F ran cis G ordon a gelince, o nlar ancak ak şa­
ma, açlıktan perişan dö n d ü ler ve ikinci ziyareti e r­
tesi güne bıraktılar.
O 5 A ğ ustos’ta d ah a saat y ed id e yolcular, y e rle ­
şim birim i sakinleri, yerliler, Bay F orsyth ve d o k to r
birinci sırad a olm ak üzere görev yerlerin d e b u lu şu ­
y o rlard ı.
G öktaşının hep orada, unalak in ü stü n d e old u ­
ğunu, y o ğ u n b ir ısı yaydığını söylem eye gerek yok.
Bir önceki g ü n d en bu y a n a sıcaklığı düşm üşe b en ­
zem iyordu. H a v a y an an sızıntılarıyla doluyordu.
A ğustosta olm ak y erin e ekim de olsaydık çevresin­

247
deki d ört, beş y ü z m etrelik b ir y a rıç a p ta k a rd a n iz
kalm azdı.
Yine de en sabırsızlar, en in atçılar -adlarını söy­
lem eye g erek y o k - y irm i adım k a d a r yaklaşabildi­
ler am a b ir y irm i k a d a r d ah a ötede tutuşm uş hava
onları bitirebilirdi.
Kaldı ki söz kon u su olan b u sabırsızlar arasın d a
ne Bay S eth S tanfort, ne B ayan A rcadia W alker
h a tta ne U luslararası K om isyon’un üyesi sayılm a­
lıydı. B ay de S chack artık D a n im a rk a ’nın trilyon­
ları için korkm am ası gerektiğini biliyordu. O ra d a
devletin k asalarındaki k ad a r güvenlikteydiler. Şu
an d a el k o nulam ıyordu, olsun ve ay larca mı b ekle­
m ek gerekliydi, bu y an a n kütle ü zerinden tüm bir
kuzey kışının geçm esi mi gerekliydi? O lu ştu rd u ğ u
bin iki y ü z altm ış bin to n u A v ru p a’d an gönderilen
gem ilere paylaştırm ad an önce bırakılacaktı sakin
sakin soğuyacaktı. Ve K o p enhag’a y a d a öteki D a ­
n im ark a lim anlarına taşım ak için h er birine yalnız
bin to n d an en az bin iki y ü zü gerekecekti.
Yine de ve şu gözlem o sabah F rancis G ordon
tarafın d an yapıldı, b u n u S eth S ta n fo rt’a iletti, o d a
B ayan A rcadia W a lk e r'a aktardı, ona öyle geliyor­
du ki göktaşının k o n u m u n d a d ü n d en b u y a n a h a ­
reketsiz d u rd u ğ u kayalık üstü n d e hafif b ir değişik­
lik olm uştu. B iraz d a h a denize d oğru m u kaym ıştı?
K orkunç ağırlığı altın d a toprak, en so n u n d a u ç u ru ­
m a y u v arlan m asın a yol açabilecek biçim de yavaş
yav aş alçalıyor m uydu?

248
“Bu d urum , d ü nyayı ayağa kaldıran b u mesele
için g arip b ir son o lacak tır!...” diye belirtti B ayan
A rcadia W alker.
“Belki de en az k ö tü sü olm ayacak b ir son...." di­
y e y a n ıt verdi B ay S eth S tanfort.
“E n iyisi olacak!...” diye iddia etti Francis G ordon.
O y sa b u b erik in in işaret ettiğini, y an i göktaşının
denizden y a n a aşam alı kayışını, b irazd an hepsi de
fark edebildi. A rtık k u şk u yok, top rağ ın direnci y a ­
vaş y av aş kırıldı ve eğer bu h arek et d u rd u ru lm az­
sa y erin d e n oynayan altın k ü re son u n d a düzlüğün
kıyısına k ad a r y u v arla n aca k ve denizin derinlikle­
rine göm ülecekti.
Bu genel b ir düş kırıklığı, m uhteşem göktaşını
k o n u k etm eye layık olm ayan o unalak a karşı b ir
ho şnutsuzluğa yol açtı. A danın içlerine y a d a terc i­
hen G ro en lan d kıyısının, aç insanlık için asla k ay ­
bolm a tehlikesinin bulunm adığı o sarsılm az bazalt
y a rla rın a niçin düşm em işti!
Evet, kayıyordu, göktaşı ve düzlüğün k o rkunç
ağırlığı altın d a b ird en b ire çökm esi, belki de bir sa­
at m eselesiydi, h a tta d ah a d a az bir d akika mesele-
siy d i!...
Ve böyle b ir felaketi önlem ek için hiçbir şey , bu
kaym ayı d u rd u rm a k için hiçbir şey, göktaşını kal-
dırın cay a değin b u beceriksiz unalak’a alttan d es­
tek verm ek için hiçbir şey yapam am ak!...
Bay de Schack, felaketin h er an gelebileceğini
bizzat anladığında göğsünden kopan, b ir dehşet

249
çığlığı gibi oldu. D a n im ark a’y ı m ilyarder y ap a cak
b u tek fırsata elveda!.. O, K ral C h ristia n 'in tüm te ­
baasını zenginleştirm e beklentisine elveda!... O Al­
m an y a’dan Schlew ig- H olstein satın alm a olasılığı­
n a elveda!...
Bay D ean F o rsy th ve D o k to r H u d e lso n ’a gelin­
ce, kesin y u v arlan m ay a dönüşecek ilk kıpırtıları
g ö rd ü k lerin d e F rancis G ordon akıllarını yitirm ele­
rinden k o rk tu . Kollarını um utsuzca uzatıyorlardı.
Y ardım a çağırıyorlardı, bu çağrıya karşılık verm ek
olasıym ış gibi!
“Benim g ö k taşım !...” diye h aykırıyordu biri.
“Benim g ö k taşım !...” diye h aykırıyordu öteki.
“Bizim g ö k taşım ız!...” diye h ay k ırd ılar d ah a b e­
lirgin bir h arek et altın küreyi u çu ru m a y ak laştırd ı­
ğı anda!...
O anda, b u tu tu şm u ş ortam ın o rtasın a Om ic-
ro n ’la aynı an d a ileri doğru atıldılar... Bay S tanfort
ve F rancis G o rd o n onları yakalay am ad an bir y ü z
adım k ad a r y ak laştılar! D üşeceklerini hissettikle­
rinde b irb irlerin e tutu n dular, sonra h areketsiz yere
yığıldılar...
Francis G o rd o n o n lara doğru d erh al atılmıştı,
Bay Seth S tan fo rt onu izlem ekte te re d d ü t etm edi...
Ve k u şk u su z kendisini tehlikeye attığım görünce
Bayan A rcadia W alker eski eşinin karşı karşıya b u ­
lunduğu teh likeden dehşete düşm üştü, çünkü ağ­
zından b ir çığlık döküldü:
“S eth!... S e th !...”

250
Francis G o rd o n ve S eth S tan fo rt ark aların d a
b irk aç y ü rek li izleyiciyle y erd e sürünm ek, hava o
k ad a r solunam azdı ki ağızlarını b ir m endille k a p a ­
ta ra k sü rü n erek gitm ek zo ru n d a kaldılar.... S on u n ­
d a hepsi Bay F o rsy th ve d o k to ru n y a n m a vardılar;
onları kaldırdılar, bağırsaklarına değin y an ab ile­
cekleri, aşılm asına izin verilm eyen o sınıra taşıd ı­
lar...
B irkaç adım d ah a ilerde olan O m icro n ’a gelince
d ah a şim diden tu tu şm u ştu denebilir!...
İyi ki bu üç, tedbirsizlik k u rb an ı zam anında k u r­
tarılm ıştı... H içb ir tedaviden kaçınılm adı... Y aşam a
y en id en d ö n d ü ler am a yazık! U m utlarının y o k olu­
şu n u izlem ek için!...
S aat tam o larak sabah sekiz kırk yediydi. G üneş
ışığıyla sürekli aydınlattığı ufku d ah a y eni sıyırıp
geçmişti, yükseliyordu.
G öktaşı, b u eğimi artm ış düzlükte kah kendi h a­
reketiyle, k ah ağırlığı altın d a y ü ze y azar azar d ah a
d a eğim ini artırdığı için ağır ağır kaym aya devam
ediyordu. A ltında diklem esine yarılm ış unalak y a ­
m acının derinlem esine sulara göm üldüğü sivri b u ­
ru n a d o ğ ru yaklaşıyordu.
H e r y a n d a n çığlıklar yükseldi ve o an d a k alab a­
lığın heyecanının nereye vardığını düşünm ek olası
değil.
“D üşecek... D ü şecek !...”
Bu k o rk u sözcükleri tüm ağızlardan çıkıyordu
ve susan b ir tek F rancis G o rd o n vardı!...

251
A ltın k ü re h arek etsiz kalm ıştı!... Ah! H epsi d a ­
h a öteye yuv arlan m ay acağı, eğim b u y e rd e d ah a
az belirgin o ld u ğ u n d an dü zlü ğ ü n sivri u cu n u geç­
m eyeceği u m u d u n a kapıldı. E vet! Şim di bu y e rd e
kalm a şansı v ard ı!... Ve a rtık o ra d a aşam a aşam a
soğuyacaktı... Ve ö n a y a k la şm a k m üm kün olacak­
tı... Ve D a n im a rk a H ü k ü m eti tem silcisi son u n d a
bu gö k hâzinesine el k o yacaktı!... Ve B ay F orsyth
ve B ay H u d elso n on u bol bol okşayabilecekler-
d i!... Ve bin k a d a r gem inin, altın d an y ü k lerin i al­
m ak için U p e rn a v ik ’e gelm elerini bek lerk en onu
h er tü r k ö tü lü k te n k o ru m ak am acıyla önlem ler alı­
nacaktı!...
"Pekâlâ Bay S tanfort, k u rtu ld u mu, g ö k taşı?”
K um sala yaklaşm ış olan B ayan A rcadia W al-
k e r’ın b u so ru su n a b ir y a n ıt olarak k o rk u n ç bir ça­
tırtı duyuldu... K aya pes dem işti ve m eteor denize
uçuyordu...
E ğ er kıyının y an k ıları kalabalığın k o rk u n ç uğul­
tu su n u y an sıtm ad ıy sa bu, uğu ltu n u n bu lu tları y ır­
tan yıldırım ın gürlem esinden d ah a şiddetli b ir p a t­
lam anın çatırtısıyla o an d a boğulm asındandır!...
A danın y ü zey in d en b ir hava dalgası gibi geçti ve
istisnasız tü m seyirciler d ay anam ayarak y ere dev­
rildiler...
G öktaşı atm osfer tabakalarını geçerken patlayan
b ir yığın öteki havataşı y a d a göktaşı gibi patlam ış­
tı... Ve aynı zam an d a y ü k sek sıcaklığının etkisiyle
sular b u h a r fırtınası halinde savruluyorlardı!...

252
O nedenle öyle oldu ki göktaşının düşm esiyle
k ab a ran inanılm az b ir dalga kıyıya atıldı ve k arşı­
sın d a h içb ir şeyin direniş gösterem eyeceği b ir öf­
keyle y e re döküldü.
N e y azık ki B ayan A rcadia W alker, b u dalgaya
y ak alan d ı, sıvı kitle kum sala doğru geldiğinde y ere
devrildi, sü rü k len d i!...
Bay S eth S tanfort, y ard ım için atılm ıştı, n ere­
deyse k u rta rm a u m udu olm adan, hayatını onun
için tehlikeye ata ra k ve tek b ir y erin e iki k u rb an ın
sayılm ak zo ru n d a kalınacağı öylesi koşullarda!...
S eth S tanfort, genç k adına sürüklendiği sırada
ulaşm ayı başard ı ve b ir kayaya tu tu n a ra k b u can a­
v a r dalganın an afo ru n a karşı koyabildi...
O a n d a F ran cis G ordon ve b aşk a birkaçı onlara
d o ğ ru atıldılar ve onları kum salın geri kesim ine ge­
tirdiler.
Bay S eth S tan fo rt d ah a bilincini yitirm em işti
am a B ayan A rcadia W alker hareketsizdi. E n acil
tedav iler onu y aşam a d ö n d ü rd ü ve eski kocasının
elini sık arak o na özel sözcüklerle şöyle dedi:
“K urtarılm am gerektiği a n d a kesinlikle belliydi
ki, sevgili S eth'im k u rtarıc ı siz olacak tın ız! ”
A m a m uhteşem göktaşı, B ayan A rcadia W al-
k e r’d an d ah a az m utlu, u ğ ursuz yazgısından kaça-
m am ıştı! U çu ru m a uçm uştu ve duyulm am ış çab a­
lar p ah asın a y a rın eteklerindeki b u derin ta b a k a ­
lard an çekip çıkarılabileceği varsayılsa bile, b u
u m u tta n vazgeçm ek gerekiyordu...

253
A slında ç e k ird e k patlam ıştı. B inlerce kırıntısı
açık lara saçılm ıştı ve B ay de Scback, B ay D ean
F orsyth, D o k to r H u delson kıyıda b irkaç parçasını
bulm aya çalıştılar, b o şu n a aram alar, bu d ö rt m il­
y ard an , o lağ an ü stü g ö ktaşından geriye hiçbir şey
kalm am ıştı!

254
X V II. Bölüm

S a lt hayal g ücü bu öyküye ilişkin son


olayların aktarıld ığı ve içind e son
sözün W h a sto n S u lh Y arg ıcı B a y
J o h n P ro th ’a kaldığı son bölüm .

im di bu binlerce m eraklının m erakları gide­

Ş rildiğine göre artık y o la koyulm alıydılar.


G iderildi, belki de değildi. T üm sonucu, bu
kayalık d ü zlü k te b irk aç saatliğine am a d ö rt y ü z
m etreden d a h a y ak ın ın a yaklaşılam adan m eteoru
görm üş olm ak olan böyle b ir y olculuğun y o rg u n ­
luklarına, k u tu p havzasına b ir gezinin m asraflarına
değer m iydi? Ve u çu ru m a uçm am ış olsaydı, G ök­
y ü z ü n ü n Y eryüzüne bu değerli arm ağanı sonsuza
değin y o k olup gitm iş olm asaydı bile!... Tüm d ü n ­
yayı ve özellikle B üyük B ritanya, B irleşik Devlet^
ler, R usya, N orveç, A fganistan, N ikaragua, K osta
R ika ve n ih ay et D a n im ark a’y ı h ırsla d olduran b u iş

255
için ne ü zü n tü verici son! D em ek ki bilim insanla­
rı hiç h ata yapm am ışlardı... A ltın k ü re D a n im ar­
ka' nın koloni alanına giren to p rak la rd an birine
düşm üştü... Ve şu an d a ondan artık geriye b ir şey
kalm am ıştı ve U p ernavik A dası’nın kuzeybatısın­
daki bu kum salın k u m larına göktaşının tek b ir ze r­
resi karışm am ıştı...
Y eryüzü g ö rüş alanlarının birinin ü stünde b in ­
lerce m ilyar d eğerinde b ir ikinci m eteorun o rtay a
çıkacağına güvenm ek uygun d ü şe r m iydi?... Hayır,
kesinlikle h ayır!... Böyle b ir olasılık kuşkusuz bir
d ah a belirm eyecekti. U zayda o altın yıldızlardan
dolaşanların olması, m üm kündü am a y e ry ü zü n ü n
çekim alanına atılm aları şansı o k a d a r zayıf ki hiç
kim se b u n a en k ü çü k b ir değer atfedem iyordu.
Ve özetle çok iyi olm uştu. D ö rt trilyonluk altını
dolaşım a sokm ak, bu m adenin -hiçbir şeyi olm a­
y a n la r için beş p a ra etm ez, h er şeyi olanlar için çok
değerli- tüm üyle değerini yitirm esine yol açardı.
H ayır!... D a n im ark a’nın onu b ir m üze m eteorsal
nesnesi olarak b ir vitrine k ap a tm a ve d u k a altını,
(k u ro n )' ve öteki D an im ark a p araları biçim inde
o rtay a hiç çıkarm am a sağduyusunu gösterm em esi
d u ru m u nd a, m ülkiyeti d ü n y a mali piyasalarını k a r­
m a karışık edecek olan bu göktaşının y o k olup git­
m esinde üzülecek h içbir şey y o k tu !
Yine de bu sonucu, ilgililerin b u n u b ir düş k ırık ­
lığı olarak kabul etm e hakları v ardı elbette. Bay
1. Çizilmiş b ir sözcüğün yerin e “kuronu" koyuyoruz.

256
D ean Forsyth ve B ay S tanley H udelson, göktaşla­
rının patlam ış olduğu y ere, seyretm eye ne acılarla
gittiler! Ve ku m sald a b o şu n a b irkaç k ırıntı arad ı­
lar... B ay de S ch ack ’ın k endi ülkesi için istem eye­
ceğini v arsay ara k b ir k ra v a t iğnesi y a d a b ir kol
düğm esi y ap tırab ilecek leri b u göksel altından bir
tohum k ad ar bile y o k tu !
Kaldı ki o rtak acılarında iki rakip artık kısk an ç­
lıklarının etkisi altın d a değil gibiydiler ve b u Bay
S eth S tan fo rt ve B ayan A rcadia W a lk e r'ı gerçek­
ten m em nun ed erk en F rancis G o rd o n ’u sonsuz se­
vindiriyordu. Bu iki eski dost, a rtık v ar olm ayan
b ir m eteora adlarını bile verem eyecek olduklarına
göre niçin k o rk u n ç b ir düşm anlık sınırları içinde
kalacaklardı.
Bu d u ru m d a artık bu G roenland y ö relerinden
uzaklaşm ak, -avcılık a rg o su n d a doğru b ir ifadeyi
kullanırsak- “eli b o ş ” dönm ek, A vrupa, Asya, A m e­
rik a ’nın d ah a az y u k arıla rd ak i enlem lerine u laş­
m ak gerekiyordu. Altı h afta geçm eden Baffin D e ­
nizi, D avis Boğazı kullanılam az olacaklardı, b u zu l­
lar o raları k aplayacak ve şu a n d a U p ern av ik ö n ü n ­
de d em ir atm ış olan filotilla sekiz aylığına y erin d en
kıpırdayam az d u ru m a gelecekti. O y sa b u y o lcu lar­
d a n hiçbiri için b u uzak kuzey bölgelerinde kışı ge­
çirm ek u ygun değildi.
A h ! E ğ er göktaşı hâlâ o ra d a olsaydı, eğer ilkba­
h a ra k a d a r altın k ü ren in y a n ın d a nö b et tu tm a k ge­
rekseyeli, hiç k u şku y o k B ay de Schack, belki de

257
B ay D e an F o rsy th ve D o k to r H ud elso n bir kuzey
kışının şiddetine m eydan okuyacaklardı. A m a h a ­
vacıydı göktaşı, denizci olm uştu ve h a tta denizaltı-
cı: A rtık o n u n la ilgilenilm em eliydi..
T üm b u Ingiliz, A m erikan, D anim arka, Fransız,
Alm an, R us gem ileri, 7 A ğustos sab ah ın d a U per-
navik T akım adası arasın d an seyretm eyi kolaylaştı­
ran güzel b ir k uzeydoğu m eltem iyle dem ir aldılar.
Z aten yelk en liler değillerdi ve iyi çalışan bu b u h a r­
lı gem ilerin p erv an eleri onları çabucak boğazın d ı­
şına çıkaracaktı. B ay F orsyth ve O m icron, D o k to r
H udelson, F ran cis G o rd o n ’u n JVlozik’teki kam ara­
ların a dö n d ü k lerin i söylem enin b ir y a ra rı y o k sa da,
Bay S eth S ta n fo rt'u n d a yaptığı gibi B ayan A rca­
dia W a lk e r’in d a o ray a bindiğini söylem ek için d u ­
rum öyle değil. B ay de S chack d o ğ ru d an K open­
h ag ’a dönen b ir D an im ark a gem isinde yolculuk
y ap tığ ın d an kam arası boş kalm ıştı ve en kısa y o l­
d an A m erik a’y a dönm ek isteyen b ayan yo lcu n u n
hizm etine sunulabilm işti.
D avis B oğazı’nı geçiş, deniz tu tm asın a karşı k ö ­
tü hazırlanm ış m ideler için çok kötü olm adı. G re ­
enland kıyısını izleyen JVlozik açıktaki dalgalardan
k o ru n u y o rd u ve bu y o lcu lar ciddi b ir biçim de etk i­
lenm eden F arew ell B urnu nu 15 A ğustos akşam ı
geride bıraktılar.
A m a o an d an itib aren y alpalam alar ve sallam alar
y en i k u rb a n la r alm ak ta gecikm edi ve b ir tek m e­
raklarını tatm in için b u n ca y ararsız ve zahm etli bir

258
y o lcu lu k ta serüvene atılm ış olm aktan kim bilir kaçı
pişm an oldu!
B ay F o rsy th ve B ay H udelson, b u d u ru m d a y e ­
niden o iğrenç m idesi b u lan an lar to p lu lu ğ u n d a bir
a ray a geldiklerini g ö rd ü ler ve F rancis G o rd o n ihti­
m am larını araların d a sürekli paylaştırıp durdu.
B ay S eth S ta n fo rt ve B ayan A rcadia W a lk e r'a
gelince u zu n y o lcu lu k lar alışkanlığıyla h er tü r
olum suzluktan u zak k aldılar ve o nlar için zam an
hoş sohbetlerle akıp gitti. G eçm işten mi söz ediyor­
lardı, gelecekten mi söz ediyorlardı? B üyük soru...
K onuşm alarına çoğunlukla karışan F rancis G o r­
don b o şan m a engeliyle b irbirlerinden ayrılm ış olan
iki eski eşin arasın d a hep karşılıklı b ir sem patinin
v ar olduğunu görebildi.
M o z ik A m erikan kıyılarında, önünde g ö rü n d ü ­
ğü ilk sem afor yerleşim birim ine, hem y ak ın d a
d ö n d ü ğ ü n ü hem de K uzey D en izi’ndeki b u seferin
so n u cu n u n ne olduğunu bildiren b ir bilgi gönderdi.
M eteo rd an , U p ern avik A dası’n a düşü şü n d en ve
Baffin D enizi derinliklerine göm ülm esiyle ilgili ilk
h ab e r böylece b u b u h arlı gem iden gelm iş oldu.
Bu h ab e r olağanüstü b ir çabuklukla yayılm ış ol­
sa da, te lg ra f telleri ve kabloları E ski ve Yeni D ü n ­
y a y a on u b irk aç saat içinde ulaştırm ış olsalar da,
acınası so n u n u n ne olduğu öğrenildiğinde d uyarlı­
lık b ü y ü k olsa da, ısrar b o şu n a insanların, m erakını
ve de açgözlülüğünü üzerine bol bol çekm iş olan
bu göktaşı h ak k ın d a biraz gülünç şeyler de söyle­

259
nebilecektir. H alk ın y a s tu ttu ğ u n u iddia etm ek bel­
ki abartılı olacak tır am a b u n u n la birlikte A m eri­
k a ’da, b u m eteorolojik düş kırıklığıyla alay eden
b ir tek W b a sto n ’u n şu sorum suz P u n ch ’u oldu.
M o zik, y o lcu ların çoğunluğunun hiç de h o şn u t
kalm adıkları, doğu rü zg ârlarıy la çok sık allak b u l­
lak olan b ir seyirin ard ın d a n 27 A ğustos tarihinde
C h arlesto n L im anı’n a dem ir attı.
G ü n ey K aro lin a'd an V irginia y a uzaklık çok faz­
la değil ve zaten dem iryolları B irleşik D ev letler’de
hiç y o k değil. B u rad an şu çıkıyor ki hem en ertesi
gün, 28 A ğ u sto s’ta, B ay D ean F o rsy th ve O m icron
b ir y an d an , B ay S tanley H udelson öte yan d an , bi­
rinciler E lizabeth S okağı ndaki kuleye, ikinci M o r­
ris Sokağı n d aki b u rc a dönüş yolundaydılar.
M o z ik ’in A m erikan sem aforundan y ak ın d a d ö ­
neceğinin bildirilm esinden bu y a n a bekleniyorlar­
dı. C harleston tren i üç yolcuyu b ırak tığ ın d a B ayan
H u d elso n ve iki kızı W h asto n g arın d a b u lu n u y o r­
lardı.
K endilerine gösterilen karşılam adan gerçekten
sadece etkilenebilirlerdi. N e B ay F o rsy th ne de
doktor, F rancis G o rd o n 'un nihayet karısı olacak
nişanlısını k o lların d a sıkm asından ne de B ayan
H u d elso n ’u içtenlikle kucaklam asından şaşırm ış
görünm ediler. O şaşkın B ayan Loo y a gelince işte o
d a şöyle söyleyerek B ay D e an F o rsy th ’nin b o y n u ­
n a atıldı:
“Pekâlâ, b itti değil m i?”

260
Ve aslında bitm işti ve alışkın oldukları dilde k a ­
tin ler doğal o larak şöyle derler: S u b lata causa, tol-
litu r effectus. N ed en siz sonuç olmaz. Y öre gazete­
leri tam d a b u n a dik k ati çektiler, P unch d a dışında
kalm adı, iki rak ib in d ö nüşüne ilişkin olarak espri
dolu sevimli b ir y azı yayım ladı.
G eriye artık, 5 Eylül de S aint-A ndrew çanları­
nın V irginia ken ti üzerine ses dalgalarını v a r güçle­
riyle y ay d ık ların ı söylem ek kalıyor. Saygıdeğer
O ’G arth , F ran cis G o rd on ve J e n n y H u d e lso n ’un
nikahlarım , anne babalarının, iki ailenin dostları­
nın, k en tin ileri gelenlerinin oluştu rd u ğ u b ir to p lu ­
luk önünde, o inanılm az m eteorun y ery ü zü görüş
alanındaki v arlığından k ay n aklanan onca k ararsız­
lıktan so n ra kıydı!
Ve kim se k u şk u duym asın, heyecan içindeki hiz­
m etçi M itz, tö ren d e hazırdı ve de iki aydır hazır
güzel giysisiyle çok sevimli B ayan Loo da!...
A yrıca d urum , F o rsy th ve H udelson aileleri için
çok iyiye dönm üş olsa d a B ay S eth S tan fo rt ve B a­
y a n A rcad ia W alker için de d ah a az iyi b ir y ö n tu t­
turm adı.
B u kez ne at ü stü n d e oldu ne de d oğru ve eksik­
siz d o ld urulm uş ev rak larını b irb irlerin in peşi sıra
Yargıç P ro th ’u n evine verdiler. H ayır! Kol kola
oray a geldiler. Ve y arg ıç b irk aç haftalık b ir b o şan ­
m ayla ayrılm ış olan iki eski eşi y en id en evlendire­
rek görevini y erin e g etird ik ten so n ra önlerinde ki­
b a rc a eğildi.

261
“T eşekkürler B ay P ro th ” dedi B ayan S tanfort.
“Ve elv ed a” diye ekledi B ay Seth S tanfort.
Ve b u saygıdeğer filozof bahçesine döneceği sı­
ra d a yaşlı hizm etçisiyle b aşb a şa kaldığında,
“O n la ra elveda, dem eyip hoşçakalın dem ekle
belki de dajia iy iy a p a rd ım ” diye belirtti.
Jules Verne, Dean Forsyth ve Sydnej' Hudelson adlı

kahramanlarının, zaman zaman bir çıkar çatışması haline

gelen bilimsel çekişmelerini alaycı bir dille anlatıyor

okuyucuya. Olayın geçtiği dönemin değer yargılarına olan

eleştirisel bakış açısıyla ve yarattığı karakterlerin kişilik

özellikleriyle esprili üslubunu bir kez daha orta3^a koyuyor.

TÜBİTAK Popüler Bilim Kitapları, IVLacellanya ve

Yirminci Yüzyılda Paris adlı iki Jules Verne klasiğinden

sonra JVLeteor A vıyla sîzlerin karşısında...

ISBN 975-403-344-7 n 4 ,5 0 0 .0 0 0 TL (K D V D A H λ
9789754033441 01

R
•• 4 ,5 0 YTL (KDV DAHİL)
789754 033441 Basılı f i y a t ı n d a n fa rk lı s a t ı l a m a z

You might also like