You are on page 1of 18

BALKANLARDA ÖLÜMÜN/ÖLÜMSÜZLÜĞÜN TEMSİLİ: BOSNA-HERSEK

MEZAR TAŞLARI

Nurcan Boşdurmaz

Giriş

Balkan yarımadası dünya üzerinde küçük bir coğrafya olmasına rağmen Avrupa ve Asya
arasında bir geçiş bölgesi oluşturması bakımından farklı ırkların birbiriyle karşılaştığı/karıştığı
bir yerdir. Noel Malcolm’un belirttiği gibi:

“Bütün Balkan yarımadasında ancak birkaç kişi, kendi soyunun ırksal açıdan saf olduğunu gerçekten
iddia edebilir. Buna karşı, son iki asır boyunca çoğu zaman ırksal-etnik kimliğe ilişkin düzmece
kuramlar, Balkan topluluklarının ulusal politikalarına hükmetmiştir” 1.
Günümüzde Balkanlar’ın kalbi sayılabilecek Bosna-Hersek’te etnik olarak üç grup mevcuttur.
Bu gruplar Slav kökenden gelmelerine rağmen din, kültür ve mezhep farklıları yüzünden
Müslüman Boşnaklar, Ortodoks Sırplar ve Katolik Hırvatlar olarak birbirlerinden ayrılırlar.
Bu üç etnik kimliğin oluşması Antik Çağ’a kadar giden uzun bir hikâyenin sonucudur. Tarihte
Bosna2 topraklarının Antik Çağ’dan beri bilinen en eski sakinleri Hint-Avrupa dili konuşan
İliryalılardır. Romalılar bu bölgeyi yaklaşık 400 yıl kadar hâkimiyet altında tuttular. MS 3.
yüzyılda kuzeyden ve doğudan gelen göç ve istilalar sonucunda Roma İmparatorluğu ikiye
bölünmüş ve Bosna, Batı Roma İmparatorluğu’nun sınırları içinde kalmıştır. 3. yüzyılda
Gotların bölgeye geldiği bilinmektedir fakat bu kavmin herhangi bir kültürel etkisinin olup
olmadığı bilinmemektedir. 6. ve 7. yüzyıllardaki Slav istilaları sonunda bölgedeki yerel halk
hem Slavlarla hem de hemen hemen aynı yüzyıllarda bir Türk kavmi olan Avarlarla
karışmıştır. Avarların bölgede güçlü kültürel etkiler bıraktığı bilinmektedir. Örneğin birçok


İstanbul Bilgi Üniversitesi, nbosdurmaz@bilgi.edu.tr.
1
Malcolm, Noel, Bosna, çev.Aşkım Karadağlı,İstanbul, 1999, s. 29.
2
“Tarihçi Dubravko Lovrenoviç ,‘Od Slavenskog Naseljavanja do Bana Kulina (VII-XIIstç) (Dubravko 1998:
47) adlı makalesinde, ‘Bosna’ isminin, muhtemelen İlirlerin ‘Bathinus’ (Bosanius) kelimesinden türemiş
olduğunu söylemektedir. Bazı kaynaklarda da ‘Bosna’ kelimesinin, İlir ‘Bosona’ kelimesinden türediği ifade
edilmektedir., ‘Bosna’ isminin kaynak yetersizliğinden ve etimolojik benzerlikten dolayı, ‘Bathinus’,
‘Bosthicus’, ‘Bostoensis’, ‘Bossona’, ‘Bissena’, ‘Bessena’, ‘Bosonium’, ‘Bosnae’ ve ‘Bosnia’ gibi
kelimelerinden, türemiş olabileceği görüşünü ileri sürülmektedir (Dzemaludin, 1989: 15). Etimolojik olarak,
hangi kelimeden türediği kesin olmamakla birlikte, tarihçiler ve etimologların bu adın İlir kökenli oluşunda hem
fikirdirler. ‘Bosna’ ismi, yazılı kaynaklarda ilk defa 958 senesinde Bizans hükümdarı Konstantin
Porfirogenetos’un kendi eseri olan De administrando imperio adlı kitapta ‘Horio Bosna’ şeklinde geçmektedir.
‘Hersek’ adı ise ilk defa 1 Şubat 1454 tarihinde, dönemin Üsküp komutanı Esat Aliya’nın mektubunda
kullanılmaktadır. ‘Hersek’ ismini, Güney Bosna’nın o dönemde hükümdarı olan ‘Herceg’(dük) Stjepan Vukosic
Kosaca’dan almıştır. Nitekim o dönemde ‘Herceg’ [dük anlamına gelen bir kelimedir, ovin ise toprak
manasındadır] bir unvandır” (Nurkiç, Kemal, Bosna Hersek’te İslamlaşma Süreci, 19 Mayıs Üniversitesi, Sosyal
Bilimler Üniversitesi, İslam Tarihi ve Sanatlar Anabilim Dalı, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 2007, s. 17).

1
yer adında Avar varlığının izleri gözükmektedir.3 Hırvatlar ve Sırplar ise daha sonradan -Slav
kavmi olarak- bölgeye 7. yüzyılda Bizans İmparatoru tarafından Avarlara karşı savaşmak için
getirildiler.4 Ortaçağ’a gelindiğinde ise Ban Kulin (1180-1204), Ban Stephan Kotromanić
(1322-1353) ve Kral Stephan Tvrtko (1353-1391) yönetimleri önemli derecede siyasi gücün
ve geniş toprak kazanımlarının olduğu dönemleri gösterir. 1389 senesinde Osmanlılar ve
Sırplar arasındaki Kosova Savaşı’nın ardından Osmanlılar Bosna’da hâkimiyeti ele geçirmeye
başlamıştır. 1463 senesinde Bosna’ya Fatih Sultan Mehmed tarafından yapılan seferde Yayçe
kalesi ve ardından da Klyuç kalesi alınmış, Stephan Tomoseviç idam edilmiş, Bosna idari
açıdan sancak haline getirilmiştir, Hersek sancağı ise 1470 senesinde oluşturulmuştur. 1463-
1550 arasında Bosna sancağının merkezi Saraybosna iken 1550’de Travnik olmuştur. 1583’te
Bosna eyalet olup merkez Banaluka kabul edilmişse de 1684’te tekrar Travnik olmuş,
ardından 1850’den sonra kurulan teşkilatla Saraybosna tekrar vilayet merkezi olmuştur.

Bosna-Hersek Osmanlı hâkimiyetine geçince bölgedeki kültürel anlamdaki çeşitlilik


daha da artarken, bir yandan da çözümlemesi zor melez bir kültürel yapı oluşmaya
başlamıştır. Bu kadar çeşitlilik zaman içerisinde bölgede gücün paylaşımında gerilimler
yaratmış, bütün bu gerilimler de aslında tarih içerisinde bölgeye hakim olan güçler tarafından
bir şekilde bastırılmış ya da kontrol altında tutulmuştur. Bosna-Hersek bu anlamda
Balkanlar’da olağanüstü özel bir konuma sahiptir. Özellikle bölgenin Osmanlı İmparatorluğu
hâkimiyetine geçmesi ile bölgenin kültürel kodları daha da karmaşık bir hale gelmiştir; bu
kodların çözülmesi ise son derece zor gözükmektedir.

Burada herhalde üzerinde durulması gereken en önemli kimlik (Müslüman)


Boşnaklardır. Bugün İslam dinine inanan Slav kökenli Müslümanlar, Boşnak olarak
isimlendirilmektedir. Halbuki Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde Bosna-Hersek’te yaşayan
halklara din ve ırk ayrımı yapılmadan Boşnaklar denmiştir. Burada ilginç olan dini inancın
kimlik olarak kabul edilmesidir. Bu makalede bölgede meydana gelen Boşnak kimliğinin
nasıl ortaya çıktığı bölgenin İslamlaşma süreci içinde incelenmeye çalışılacak, ardından da bu
durumun ölüm kültürünün önemli bir parçası olan mezar taşlarına nasıl yansıdığı incelenmeye
çalışılacaktır.

3
Malcolm, Bosna, s. 39.
4
Malcolm, Bosna, s. 37.

2
Bosna-Hersek’in Müslümanlaşması
Osmanlıların yüzyıllar boyunca tarih sahnesinde etkili ve güçlü bir biçimde kalmasının
en önemli nedeni, uc-gazi geleneğinin devletin önemli bir itici gücü olması ve tımar
sisteminin fethedilen bölgelerde başarıyla uygulanmasından kaynaklanmaktadır.5 Ortaçağ ve
sonrasında bir bölgenin her yönden ele geçirilmesi ancak o bölgedeki kalelerin fethi ile
mümkündü. Meydan savaşları da önemliydi fakat kalelerin ele geçirilmesi bölgede her daim
bir savaşçı gücün olmasını sağlıyor, savaş durumunda bu kaleler güvenlik açısından önem
teşkil ediyor, ordunun arkasında güvenlik alanları yaratıyordu. Ele geçirilen kalelere akıncılar
ve yeniçeriler yerleştiriliyordu, bu kalelerin etrafında akıncı köyleri de kuruluyordu. Burada
şunu tekrar söylemek gerekir, bölgeye Türk aileleri yerleştirilmemiştir.
Osmanlı döneminde tertip edilen çeşitli türdeki defterlerde fetihten sonraki yıllarda
Müslümanlığın henüz yaygınlaşmadığı ortaya çıkmaktadır. Ayrıca 15. yüzyılda Bosna dışına
devamlı bir nüfus akışı olduğu da bilinmektedir. Çünkü kayıtlarda birçok terk edilmiş köy
bulunmaktadır. Ancak 16. yüzyıla gelindiğinde Müslüman nüfusta artış görülür ancak artış
bölgedeki Hristiyanların Müslüman olması ile meydana gelir.6
Mevcut mufassal tımar defterleri de bize Bosna’nın, Osmanlıların önemli bir uc
bölgesi olduğunu göstermektedir. Örneğin 1516 tarihli Bosna tımar defterinde 973 kişi akıncı
olarak kaydedilmiştir, 1530 tarihli defterinde akıncı köyü sayısının 143 (1640 kişi) olduğu
görülür. 1542 tarihli defterde ise akıncı köyünde azalma görülür, 46 tane akıncı köyü (314
kişi) vardır. Bu azalmalar ya da çoğalmalar bölgede yapılan fetihlerle ilgili olmalıdır.7
Bosna’nın bir başka özelliği de bir uc bölgesi olması nedeniyle burada, Voynuk adı
verilen Hristiyan sipahilerin bulunmasıdır. Aslında Müslüman olmayan tebanın silah taşıması
yasakken Bosna’da durum farklıydı. Coğrafi olarak bakıldığında geçitlerin fazla olması, sınır
bölgelerinin güvenliğinde birtakım zorluklar yaratıyordu. Ayrıca korku salmak gibi bir görevi
olan bu gruplar bir biçimde Osmanlı otoritesinin devamını sağlıyordu.8 Ayrıca Voynuklar,
angaryadan da muaf oldukları gibi sadece padişahın emrettiği işlerde çalışıyorlardı.
Voynukların bir diğer adı da Valah olarak geçmektedir fakat Sırpların Valah soyundan olup
olmadıkları günümüzde ispat edilmesi zor olan sorulardan bir tanesidir. Bugün Sırp olarak
adlandırılanlar 19. ve 20. yüzyıllarda din, dil, tarih ve kişinin kendisini isimlendirdiği kimlik
anlayışıyla oluşmuştur.9

5
İnalcık, Halil, Osmanlılar, İstanbul, 2011, s 55.
6
Malcolm, Bosna, s. 102.
7
Yardımcı, Mehmet Emin, Bosna, İstanbul, 2006.
8
Malcolm, Bosna, s.92.
9
Malcolm, Bosna, s.144.

3
Osmanlıların bölgeye geldikten sonra oluşturdukları bu yapının, yani tımar sisteminin
içerisinde Müslümanlar ve Hristiyanlar birlikte yaşıyorlardı. Yine bu bölgede bir başka
önemli idari özelllik de baştina adı verilen sistemin Osmanlı döneminde muhafaza edilmiş
olmasıdır. Bu kelime aslında Slav kökenli olup miras anlamına gelmektedir. Osmanlılar
bölgeye girmeden önce de var olan bu sistemde önemli bir hizmet karşılığında kişiye (asalet
unvanına sahip olması şarttır) daimi ve mutlak olarak verilen arazi kişi tarafından satılabilir,
terk edilebilir ya da ferağ olunabilmektedir. Bu arazi sahipleri de angarya ve vergiden muaftır.
Osmanlılar bölgeye geldikten sonra bu sistemi korumuşlar; eski soy asaletinin içine bir de
askeri asalet eklemişlerdir. Bu kişiler “beğ” daha küçükleri ise “ağa” unvanları ile
anılmaktadır.10 Bu unvanlara mezar taşlarında da sıklıkla rastlanmaktadır.
Bazı araştırmacılar, Osmanlı fethi öncesi bölgede bulunan soylu ailelerin imtiyazlarını
koruyabilmek için Müslüman olduklarını düşünmektedirler ancak N. Malcolm bu teori ile
ilgili olan iddiaları çürütecek bir çalışmaya dikkat çeker:
“[…] 16. yüzyıl Bosnasında toprak sahibi Müslüman soylu sınıfına mensup olan 48 ailenin
kökenleri hakkında ayrıntılı bir araştırma yapmıştır. Araştırmanın sonuçlarına göre beş aile kesin
olarak, iki aile ise muhtemel olarak (Osmanlı öncesi) dönemin yüksek soylu sınıfından; yedi aile
kesin olarak, yedi aile de muhtemelen eski dönemin soylu sınıfının alt tabakasından gelmekteydi;
yedi aile sıradan Bosna kökenlerine sahipti; dört ya da beş aile Bosnalı olmayan Slav kökenlerine
sahipti; dört ya da beş aile ise Slav olmayan kökenlerden geliyordu; on bir aileninse kökenleri tespit
edilememişti. Bosnalı soylu sınıfın birçok üyesi, Türklerin fethi sırasında öldürülmüş veya ülke
dışına kaçmıştı; alt tabakaya mensup soyluların bir kısmıysa esir alınmıştı. Büyük derebeyleri ile
Türkler arasında, rahat içinde ‘kötülük’ yaparak hayatlarını sürdürmek pahasına, bu derebeylerinin
Hristiyanlıklarını sattıkları bir anlaşma yaptıkları doğru değildi” .11

Bölgede oluşturulan bir başka idari birim ise Kıla-i Hakaniye Kaptanları (1558)’dır.
İlk kaptanlık 1558’de Gradiçka’da en son kaptanlık ise 1802’de Hutova’da kurulmuştur.
Toplamda 39 kaptanlık bulunuyordu. Her kaptanlık belirli bir araziye sahipti ve arazi
dahilinde bulunan en büyük kale adına göre isimlendiriliyordu. Kaptanların vazifeleri arasında
sınırları korumak, bölge çevresindeki yolları emniyet altına almak, kalelere silah ve cephane
sağlamak sayılabilir. II. Mahmud zamanında kaptanlıkların askeri kuvvetleri 24.000 kişiyi
bulmaktaydı.
Bölgenin Müslümanlaşmasının en önemli nedenlerinden biri de devşirme sistemidir.
Devşirme sisteminin yararlarını fark eden Bosnalılar 1515 yılında çocuklarının 1000 tanesinin
İmparatorluk sarayının eğitim ocaklarına gönderilmesi için özel bir anlaşma yapmışlardır.
Sistemin uygulandığı 200 yıl boyunca Balkanlardan toplanan en az 200.000 çocuk bu sisteme
dahil olmuştur.12 Bunların bir kısmının daha sonra doğup büyüdükleri topraklara döndükleri

10
Yardımcı, Bosna, s 92.
11
Malcolm, Bosna, ss. 120-121.
12
Malcolm, Bosna, s. 93.

4
bilinmektedir. Osmanlıların tımar sisteminin tek amacı imparatorluk topraklarını bir arada
tutmaktı. Dolayısıyla devşirmeden beklenen sadece sadakatti, bu sadakatin yanı sıra elbette
İslamî kuralları bilmesi de bekleniyordu ancak bu insanların birincil görevi İslam pratiklerini
bir misyoner gibi yaymak değildi. Bu ‘misyonerlik’ görevi bölgeye daha önce giden dervişler
tarafından icra ediliyordu.13
Bir başka ilginç bir durum ise yeniçeri unvanı ile ilgilidir. 18. yüzyılda yeniçeri unvanı
askeri görevlerinin yanı sıra sosyal ayrıcalıkları bulunan bir nevi lonca veya dernek gibi bir
yapıya büründü. Öyle ki 19. yüzyılın hemen başlarında bir Fransız gözlemci yeniçeri unvanın
Müslüman kasabalılar tarafından kullanılmakta olduğunu söyler. Kendisine söylendiğine göre
de Bosna’da 78.000 yeniçeri bulunmaktadır ve bunların sadece 16.000’i tanesi, maaş alıyor ve
askeri hizmette bulunuyordu.14 Yeniçeri unvanının bu şekilde kullanılması yüzünden Osmanlı
İmparatorluğu teşkilatı kaldırma isteği bu bölgede ciddi bir direnişle karşılaşmıştır.

Balkanların diğer bölgelerinde Türklere devşirme çocuk verilmesi Hristiyan aileler


için kısmen gönülsüzce uyulan bir icraat iken, Bosna-Herske’teki aileler Osmanlı sarayına
genellikle kendi istekleri ile çocuk gönderiyorlardı. Kuşkusuz bunda devşirilen çocukların
büyüyüp saray içerisinde önemli mevkilere yükseldiklerinde geldikleri topraklara birtakım
imtiyazlar sağlayabilecekleri ümidi önemli bir rol oynamaktadır. Belki de Osmanlılara
mümkün olduğu kadar benzeme isteğinin altında daha çok zenginlik ve iktidar hırsının yanı
sıra Osmanlı öncesi mevcut durumu koruma isteği de yatıyordu. 1432 senesinde Fransız
gezgin Bertrandon de la Broquiere, Edirne Sarayı’na Bosna Krallığı’ndan gelen bir adamın
Bosna Kralı’na karşı Osmanlı padişahından nasıl yardım istediğini anlatır. Sava Dükü Stjepan
Vukçic’in (1451-53) Ragusa’daki isyanı bastırmak için Barah Paşa ve 1500 Türk çağırması
bölgedeki statü açısından yüksek konumda olanların Osmanlılara ne kadar yakın olduğunu
göstermesi açısından ilginç örneklerdir. 15

13
Osmanlıların Bosna-Hersek yerleşmesinin ardından bölgede çeşitli tarikatlar tekke ve zaviyeler kurmaya
başlamıştır. 15. yüzyılın ikinci yarısında Saraybosna’da kurulan Mevlevî tekkesi 1462 senesinde İshakoğlu İsa
Bey tarafından inşa edilmiştir. Gaziler tekkesinin ise yine Saraybosna’da Trgovişte (Pazaryeri) adlı yerde
kurulduğu söylenmektedir. Eğer bu doğru ise Mevlevilikten önce bu bölgede Nakşibendîliğin çok erken
tarihlerde geldiği söylenebilir. Sonuçta Osmanlıların ulaştığı her yere dervişlerin gittiği ve burada tasavvuf
düşüncesini yaydıkları rahatlıkla söylenebilir. Osmanlı hakimiyetinin sona ermesinden sonra da bu tekkelerin
bazıları varlıklarını devam ettirmiştir. Bosna-Hersek’te 1952’den itibaren tekkeler kapatılmış ve tarikatlar
yasaklanmıştır fakat buna rağmen bu tarikatlar varlıklarını devam ettirmişlerdir. [Ayrıntılı Bilgi için bkz.
Alexandre Popoviç,”Osmanlı Sonrası Dönemde Güneydoğu Avrupa’daki Müslüman Tarikatlar”, İslam
Dünyasında Tarîkatlar, yay. Haz. Alexandre Popovic, Gilles Veinstein, çev. Osman Türer, İstanbul: Sûf
Yayınları, 2004]
14
Malcolm, Bosna, s. 160.
15
Andric, I., The Development of Spiritual Life in Bosnia Under the Influence of Turkish Rule, London, 1990, s.
43.

5
N. Malcolm, özellikle Katolik ve Ortodoks kiliselerinin arasında meydana gelen hırçın
rekabetin de Müslümanlaşma sürecine yardım ettiğini belirtir. Her iki kilisenin bazı üyeleri
Müslümanlığa geçerken bazıları da Katolik’ten Ortodoksluğa ya da Ortodoksluk’tan
Katolikliğe geçmektedir.16 Dolayısıyla bölgede yaşayanların dinî inançları aslında çok da
sağlam temellere oturmuyordu, Bogomillikleri nedeniyle Vatikan’nın bile arkasını döndüğü
bir yer olması stratejik çıkarlar için bölge insanlarını Osmanlılara daha da yakınlaştırmıştı.
Doğal olarak çok katı Katolik veya Ortodoks olmayan halk ve bunlar arasında Bogomillik
gibi bir Hristiyan mezhebine bağlı olanlar kolaylıkla Osmanlıların dinine geçtiler ve bir
önceki inançlarında nasıl çok katı değillerse bu yeni inançlarında da aynı tutumu sergilediler:
“Bosna’nın birçok kesiminde Hristiyanlığın kilise örgütlerinden oldukça zayıf destek görmüş
olduğunu kabul edersek, İslam dinine geçişin psikolojisini daha iyi anlayabiliriz. […] rahiplerin
yetersiz ölçüde hizmet ettiği kırsal alanlarda, (hangi şekliyle olursa olsun) Hristiyanlık, büyük
olasılıkla, kimisi doğum, evlilik ve ölüm olaylarıyla ilgili olan, kimisiyse kötü talihi uzak tutmak,
hastalıkları iyi etmek ve iyi hasatlar elde etmek niyetiyle uygulanan halk gelenekleri ve törenler
halşnş almıştı daha çok…”.17

İslam dinine geçenler yerli âdetleri terk etmemiş, sadece domuz eti ve şarap yasaklanmıştır.
Erkekler de kadınlar da 16. yüzyıl sonuna kadar Hristiyanlar gibi giyinmelerini
sürdürmüşlerdir. Fakat ileriki yıllarda kadınlar şehirlerde başörtüsü takmaya başlamışlardır.
Dervişler de, günlük Hristiyan yaşantısının göstergesi olan azizlerin yerel inançlarını ve belli
âyinleri asimile ve adapte etmek için uygun Hristiyan ibadet binalarını ve âyin yerlerini tekke,
zaviye ve mescide dönüştürmüşlerdi. Osmanlı İmparatorluğu’nda ilk dönemlerde bu
zaviyelerin belirli yerlerde inşa edilmesiyle, iletişimde tam bir sistem güvenliği oluşmuştu. Bu
bölgelerde insanlar vergiden muaf oldukları için, yeni Müslümanların akımına uğradı.18
Bunun yanı sıra Bosnalı Müslümanlar, Hristiyan adetlerini hatta Hristiyanlık öncesi yerel
adetlerini de; sürdürmeye devam etmişlerdir, örneğin Müslümanlar tılsımlarını Fransiskan
rahiplerine okutuyorlardı.19

Genel olarak böyle bir görüntü arz eden bölge halkı arasına Türklerin hiç iskân
edilmediğini de belirtmekte fayda var. Doğal olarak bölgedeki halkın Osmanlıların kültür
hayatı ile ilgili birtakım şeyleri sadece bölgeye gelen yöneticiler, din adamları, dervişler ve
yeniçerilerden öğrendikleri de unutulmamalıdır. Osmanlı İmparatorluğu’nun sınır boyu
sayılan bölgede sürekli asker bulundurduğu da bölgenin diğer bir gerçeğidir. Bu noktada

16
Malcom, Bosna, s. 170.
17
Malcolm, Bosna, s.111.
18
Handzic, A, Population of Bosnia in the Ottoman Period: a historical overwiev, İstanbul, 1994, s. 91.
19
Velikonja, M., Religious Seperation and Political Intolerance in Bosnia-Herzegovina, USA, s. 67.

6
Balkanların Osmanlı döneminde kültürel anlamda nasıl etkilendiği, bu etkilenmenin nasıl
vuku bulduğu, farklı kültürlerin birbirleri içine nasıl girdiği sorusu erken dönem Osmanlı
tarihinin anlaşılması ile yakından ilgilidir. Bölgenin bu dönemine ait yazılı kaynakların yüz
yıldan fazla bir süre sonra kaleme alınmış olması ayrı bir problem oluşturmaktadır. Bu
konuya ilgili H. Lowry’nin 2008 yılında yayımlanan Osmanlı Döneminde Balkanların
şekillenmesi (1350-1550) Kuzey Yunanistan’ın Fetih Yerleşme ve Altyapısal Gelişimi adlı
çalışmasının önsözü, Osmanlılar hakkında çalışan araştırmacılar için ufuk açıcıdır. Eserde
tahrir defterlerinin birincil kaynak olarak kullanılması ile sergilenen gerçekler, bölgenin idari
açıdan şekillenmesi konusunda geleneksel tarih anlatımında klişeleşmiş bilgileri değiştirecek
derecededir. Bu noktada Türk nüfusun yerleştirilmediği Balkan bölgelerinde merkezle aynı
kültürel benzerliklerin nasıl ortaya çıktığı da bir biçimde cevap bulmaktadır. Balkanlar’da
Türk nüfusu yerleştirilmemiş bölgelerde Osmanlıların otorite sağlayan yöneticileri, Yeniçeri
Ocağı mensupları ve akıncılardır. İmparatorluk dahilinde kaleler ve tahkim edilmiş şehirler
yeniçeriler tarafından yönetilmekte olup bunlar yerli halk ile evlenmekte ve çocukları da
onların yerlerine geçmektedirler. İlk eğitimlerini Osmanlıların ocaklarında alan bu yeniçeriler
daha sonra dilini de bildikleri memleketlerinin kalelerine yerleştiriyorlardı. H. Lowry bu
noktada “...garnizon yeniçerileri ile halefleri, sonradan Balkanlardaki Müslüman varlığına
dönüşecek olgunun çekirdeği yerine geçti” tespitinde bulunmaktadır.20 Buna göre Bosna-
Hersek’teki şehirlerin yönetim birimleri ilk olarak yeniçerilerden oluşmakta, bunlar da
merkezdeki eğitimleri sırasında edindikleri Türk-Müslüman-Osmanlı kültür, âdet ve
terbiyesini bu topraklara sirayet ettirmektedirler. Yöneticilerin yerlerini çocuklarına
devretmesi ve bölgeye ihtiyaç olmadıkça yeni devşirme yönetici gönderilmemesi sebebiyle bu
topraklarda 15. yüzyıldan itibaren Osmanlı merkezinde öğrendikleri geleneklerin sürdürülmüş
olabileceği söylenebilir.

19. yüzyılın ilk yarısında Bosna’daki politik durumu imparatorluğun aldığı


modernleşme kararları belirlemiştir. Bosna Beyleri, reform hareketlerinin karşısında Türkten
daha Türk deyişini doğrulayan İslamcı gelenekçi bir tepki geliştirmişlerdi. Bosanska
Krayina’dan İstanbul’a gelen seyyah Redzig, dönüşünde İstanbul’da artık sahici Türk’ün
kalmadığını herkesin Frenk kıyafetleriyle gezdiğini söylemiştir. 21 Bu reformlar, Bosna
beylerinin ve kaptanlarının özerkliklerini tehdit etmiştir. Özellikle II. Mahmud döneminde

20
Lowry, H. W, Osmanlı Döneminde Balkanların Şekillenmesi 1350-1550, İstanbul, 2008, s. 8.
21
Başiç, Kemal, Osmanlı Devleti’nin Bosna-Hersek Müslümanlarıyla Dinî İlişkileri (ayrılıştan 1914’e), Ankara
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İslam Tarihi ve Sanatları Anabilim Dalı, yayımlanmamış yüksek lisans
tezi, 1999, s. 75.

7
(1826) baştan ayağa kadar kıyafetlerin değiştirilmesi ile Osmanlı toplumunun geleneksel
görüntüsü değişmiştir. Redzig’in çıkarılan kıyafet nizam-nâmesinden sonra İstanbul’a gelmiş
olduğu açıktır. Dolayısıyla yapılan reformların İstanbul merkezinden çok uzakta bulunan
yerlere nüfuzu çok uzun bir zaman almıştır22.

Bölgenin 19. yüzyıldaki durumu hakkında K. Karpat şu şekilde bir değerlendirme


yapmaktadır:

“Slavca konuşan Müslümanlar kendilerine Türk denmesini yadırgamıyor fakat kendilerini etnik
Türklerden çok Osmanlı devleti ile özdeşleştiriyorlardı. Slavca konuşan önemli sayıda Bosna-
Hersekli 1878 Berlin Antlaşması’ndan sonra Anadolu’ya göçüp oraya yerleşmiştir. Bu tarihten sonra
Balkanlar’da, tümü bölgenin tarihini yeni bir radikal yoruma tabi kılan büyük bir ulusçu yazın akımı
gelişti. Yeni ulus-devletin her birinin temel iddiası, aslında çok eski çağlardan beri varoldukları,
fakat bu duruma yaraşır haklarının ancak şimdi verildiği: daha önce tanınmamış olmalarının
nedeninin Balkan anlayışında Müslümanlarla aynı anlama gelen Türklerin yüzyıllar boyunca
uyguladıkları baskı ve zulüm olduğu: Osmanlı öncesi geçmişlerinin şan ve şeref dolu olduğu ve
aslında kendilerinin Berlin Antlaşması ile verilen topraklardan daha fazlası üzerinde hak sahibi
olduklarıydı. Dolayısıyla ulusçu yazın, devlete çekici bir tarih/efsane kazandırarak ve düşmanı -
onları- açık bir biçimde tanımlayarak sağlam ulusal bir kök yaratmaya çalışıyordu. Bu dönemde
anlamlı bir kaç çalışma üretilebildi. II. Dünya Savaşı sonrası dönemde Balkan tarihçileri, genellikle
yöneticilerinin emirleriyle sadece ulusçuluğun çekiciliğinin üstesinden gelmek amacıyla ulusal
tarihlerini olayların Marksist yorumuna uydurmak için uğraşmak zorunda kaldılar” .23

Bosna-Hersek’te Müslüman Mezar Taşları


Bosna-Hersek’te 15. yüzyıl itibariyle görülmeye başlayan Osmanlı mezar taşlarının ilk
örnekleri İstanbul merkezli olmalıdır. Ancak İstanbul hem Avrupa’nın hem de Anadolu’nun
en büyük kentlerinden biri olma sıfatıyla sanat konusunda devamlı gelişme göstermiş, bunun
sonucunda mezar taşları da yeni biçimlerle ve eklenen süslemelerle çeşitlenmiştir. Bu
çeşitlenme ile gelişme Anadolu’yu da etkilemiş, taşra kentlerinde de İstanbul’da üretilen
modeller üretilmeye çalışılmıştır.
Çizim 1’de görülen mezar taşları 15-16. yüzyıllarda bölgede kullanılmıştır. Yalnız
piramidal tepeli olanlar bilinen Osmanlı mezar taşlarından farklıdır, bunlar Bosna-Hersek’e
has olan steçak adı verilen mezar taşlarına şekil açısından benzemektedirler. Bu taşlarının
bazılarının üzerinde Boşnak harfleri ile Boşnakça, diğerlerinde ise Osmanlı Türkçesi ile
yazılmış ya da tamamıyla Arapça düzenlenmiş kitabeler bulunur.

22
Nazilerin Yugoslavya’yı işgal ettikleri dönemde Hançer adında bir SS birliği oluşturulmuştu ve bu birlik
Boşnaklardan oluşuyordu. Birliğin savaş içerisinde ne tip görevlerde bulunduğu bu makalenin konusu değildir
ancak birliğin askerlerinin başlarında püskülleri sağ taraftan sarkıtılmış ve sağa doğru yatırılmış fesler
bulunmaktaydı. Osmanlı döneminde yapılan reformlara karşı çıkan daha sonraları fes kullanmaya başlamışlardır
(Bora, Tanıl, Yeni Dünya Düzeninin Av Sahası/Bosna-Hersek, İstanbul, 1994, s. 42).
23
Karpat, Kemal, Balkanlarda Osmanlı Mirası ve Ulusçuluk, İstanbul, 2004, ss. 12-13.

8
Çizim 1: Şefik Beşlagiç’in verdiği tabloda 15. ve 16. yüzyıllara ait Bosna- Hersek bölgesine ait nişan adı verilen
mezar taşlarının çizimleri. Bu taşların birçoğu yazısıdır. ( Beşlagiç, Şefik, Nisani XV ı XVI Vijeka u Bosni ı
Hercegovini, Sarajevo, 1978, s. 96).

Çizim 1’de görülen piramidal tepeli iki mezar taşı hariç bölgede bulunan yeniçerilere ait
olmalıdır çünkü bu taşların üzerinde kılıç, yatağan ya da hançer gibi silahların kabartmaları
bulunmaktadır. Bunların çoğu halk tarafından şehit taşı olarak adlandırılmaktadır. Bu mezar
taşlarının gerçekte bölgedeki Müslüman olmuş yerel halka mı yoksa bölgeye gelen Osmanlı
askerlerine mi ait olduklarını tespit etmek ancak Bosna-Hersek’te ilk yerleşim birimleri olan
kalelerin ya da tahkim edilmiş küçük kasabaların tespiti ile mümkün olacaktır. Bu açıdan
bakıldığında Balkanlar’da Osmanlılar tarafından ele geçirilen kalelerin (bölgede 350 tane
kalenin olduğu bilinmektedir) ve bölgelerin Osmanlı arşivlerindeki kayıtları incelenmeli ve
yorumlanmalıdır. Eğer şehit taşlarının bulunduğu yerlerle Osmanlı askerlerinin bulundukları
yerler arasında bir eşleşme varsa, bu taşların Osmanlı askerlerine ait olduğu dolayısıyla da
yeniçeri taşları olduğunu söylemek mümkün olacaktır. Bu nedenle de 15-16. yüzyıllarda bu
türde yapılan mezar taşlarının burada yönetici konumunda olan ya da kalelerde görev yapan
askerlere ait olduğu söylenebilir.

Çizim 2: Mahmut Brankoviç (1471-1485) adına dikilmiş olan taşın çizimleri. Mezar taşının üzerinde bulunan
astral motiflerin anlamları bilinmemektedir. Bu mezar taşı üzerinde bulunan uzun kuyruklu hayvan bezemesinin
benzeri Ali Paşa Camisi’nin haziresinde bulunan ve Tatar şahının oğluna ait olduğu düşünülen mezar taşının
üzerinde de bulunmaktadır. (Beşlagiç, Şefik, Nisani XV ı XVI Vijeka u Bosni ı Hercegovini, Sarajevo, 1978, s.
96, 1978: ekler ).

9
Çizim 2'de bulunan mezar taşı Ş.Beşlagiç'in sınıflandırmasında bulunan tepesi piramidal ve
küreli mezar taşının bir örneğidir. Bu mezar taşının üzerinde Boşnakça düzenlenmiş kitabede
Mahmud ismi mezarın bir Müslüman'a ait olduğunu göstermekle beraber bu model 20. ve 21.
yüzyıllarda Boşnakların sıklıkla kullanacakları mezarların temel modeli olacaktır.
M. Mujezinoviç de Üsküp’ten 15. ve 16. yüzyıllarda mezar taşı getirildiğini ve
bunların boyutlarının 50cm.-100cm. arasında ölçülere sahip olduğunu belirtir. Taşların kristal
mermer cinsinde olduğundan bahseden araştırmacı örnek olarak Saraybosna’da H. 950 (M.
1544-45) tarihli Zagriçi Mescidi Mahallesi’nde bulunan Muhammed oğlu Abbasa’ya ait
mezar taşını gösterir. Bu mezar taşı 90x10x10cm ebatlarında kare tabanlı dikdörtgen prizma
biçimindedir. Mezar taşının gövdesinin kavuğa bağlandığı boyun kısmının kenarları boyunca
Türk üçgenleri bulunmaktadır24 (Resim 1).

Resim 1-2-3: (1)Muhammed oğlu Abbasa’ya ait olup Saraybosna’da bulunan mezar taşı. “Kad intekale el-
Merhûm Abbâs b. Mehmed er-râcî ilâ rahmeti’llâhi Te’âlâ sene ihdâ ve hamsîn ve tis’ami’e” (Mehmed
Mujezinoviç, Islamska Epigrafika u Bosni i Hercegovini, Sarajevo: Veselin Mesla, 1974-1982, s. 202), (2) bir
dervişe ait olduğu düşünülen mezar taşı, (3) Külahlı mezar taşı, üzerinde kitabe yoktur, orijinal yerinde değildir.
Saraybosna’da park alanında bulunmaktadır.

Resim 1’de görülen sarıklı mezar taşlarına hemen hemen her mezarlıkta rastlamak
mümkündür. Resim 2’de görülen mezar taşının da üzerinde herhangi bir yazı
bulunmamaktadır. Mujezinoviç bu tipteki taşların bölgede yaşayan dervişlere ait olduğunu
belirtir. Ayrıca külahlı (Resim 3) ve üzeri yazısız mezar taşları da bulunmaktadır ancak
bunların sayısı azdır.
Doğal olarak Bosna-Hersek ve İstanbul arasında coğrafi bir yakınlığın olmaması,
bölgenin devamlı göç alması veya vermesi nedeniyle mezar taşı modellerinde herhangi bir
çeşitlenme meydana gelmemiştir. Burada ilginç olan İmparatorluğun en eski toprakları olan
Anadolu, merkeze benzemeye çabalarken, Bosna-Hersek bölgesinde merkezden bölgeye
gelen ilk mezar taşı biçimlerinin korunmasına çalışılmıştır. İlginç bir biçimde, ilerleyen

24
Mehmed Mujezinoviç, Islamska Epigrafika u Bosni i Hercegovini, Sarajevo: Veselin Mesla, 1974-1982, s.
200-201-202.

10
dönemlerde İstanbul’un mezar taşı modellerinde batıya benzeme çabası Bosna-Hersek’te
görülmez. Bu yüzyıllardan sonra mezar taşları şekillerini korumuş sadece başlık kısımlarında
çeşitlenme meydana gelmiştir.
Bölgede tespit edilebilen bazı İstanbul modelleri ancak 19. yüzyılda buraya getirilen
birkaç örnekten ibaret olup bunlar halk arasında fazlaca tutulmamıştır. Saraybosna’da bulunan
Zafer Hanım’a ait lahit biçimli mezar gibi örnekler büyük bir ihtimalle sipariş yolu ile
yapılmış olup ancak sosyal statü açısından yüksek kişiler ya da aileler tarafından tercih
edilmiştir (Resim 4-5). Bu taşların işçilikleri düşünüldüğünde pahalı olması da tercih
edilmeme nedenlerinden biri olabilir.

Resim 4-5: Zafer Hanım’a ait olan lahit türünde mezarın ayak ve baş taşları (1851).
Kadı Muhammed Enverî’ye ait mezar taşı ise 20. yüzyılın ilginç örneklerinden biridir.
Bu mezar, ayak baş taşı üzerindeki yazı ve baş kısmında bulunan fesi ile ancak İstanbul’da
rastlanabilecek bir kalitededir. Taş işçiliği açısından bu mezar taşı bölgede başka örneğine
rastlanmayacak derecede iyidir. Kitabesi Osmanlı Türkçesi ile yazılmıştır. Taşın 1931 yılında
yapılmış olması geleneğin ne kadar muhafazakâr biçimde korunduğunu göstermektedir.
Elbette yapıldığı tarih açısından bakıldığında İkinci Dünya Savaşı öncesinde bölgede
Türkçe’nin25 hâlâ önemli derecede varlığını devam ettirdiğini göstermesi açısından ilginçtir

25
Bosna-Hersek uzun bir süre Osmanlı hâkimiyeti altında kaldığı için Türkçe bölgede konuşulmuş ve
yazılmıştır. Sırpça ve Hırvatça’da kullanılan Türkçe sözcükler daha sonraları yerlerini Sırpça ve Hırvatça
karşılıklarına bıraksa da Boşnaklar hâlâ Türkçe kelimeleri yahut söz öbeklerini kullanmaktadırlar. Son yapılan
araştırmalara göre Boşnak dilinde Türkçe kelimelerin kavram olarak sayısı 6878’dir. Anlam bakımından bu sayı
8742’dir. Bölgede kullanılan Türkçe Balkanların diğer bölgelerinde kullanılan Türkçe’den daha farklıdır. Bunun
temel sebebi Türk olmayan kişilerin konuştukları bir Türkçe’nin konuşulmasıdır. Buradan kasıt İstanbul’da
eğitim görmüş ve ana dilleri Boşnakça olan kişilerdir. Bu da kelimelerin yapılarının ve telaffuzlarının değişimine
sebep olmuştur. 15. yüzyıl itibariyle bölgeye has bir edebiyat oluşmaya başlamıştır. Arap harfleriyle yazılan
Boşnakça ile Alhamiado Edebiyatı meydana gelmiştir. Bu tür, halk arasında özellikle doğu dillerini bilmeyenler
arasında yaygınlaşmış ve yüksek zümreler tarafından da küçümsenmiştir. Öte yandan özellikle Farsça ve Türkçe
şiirler yazılmış, düz yazı örnekleri verilmiştir. Saraybosna kütüphanelerinde bulunan Türkçe el yazmalarından,
büyük bir kısmını Rumeli ser-hadlerinde ve yeniçeri ocaklarında yetişen ordu şairlerinin yazdıkları 372 türkü
tespit edilmiştir. Mülemma adı verilen bir başka türde ise ilginç bir biçimde şiirler dört dille birden yazılmaktadır
(Alparslan, Şenol, Bosna’da Türk Kültürünün İzleri, İstanbul, 2008, ss. 131-155).

11
fakat medreselerin Bosna-Hersek’te uzun bir süre eğitim işine devam etmeleri ve Arapça,
Farsça ve Türkçe’nin buralarda öğretilmesi nedeniyle mezar taşlarının üzerindeki yazılar
doğal olarak Osmanlı Türkçesi ile yazılmıştır.

Resim 6-7: Muhammed Enverî ve Dr. Mehmed Sipah’a ait mezarlar.

Öte yandan Dr. Mehmed Sipah’a ait 1939 tarihli Saraybosna’da Gazi Hüsrev
Camisi’nin haziresinde bulunan lahit mezar Osmanlı mezar taşı modellerinden tasarlanmış bir
lahit mezardır. Baş taşının tepe kısmı fesli, ayak taşının ise vazo içinde çiçek şeklinde
tasarlanmış lahit mezarın ön yüzü Arapça kitabe ile kaplıyken arka yüzü Osmanlıca
yazılmıştır. Durumun ilginç yanı bu taşların tasarlandığı yıllarda Osmanlı İmparatorluğu
çoktan tarih sahnesinden silinmiş, Arap harfleri terkedilmiş onun yerine Türkiye Cumhuriyeti
kurulup Latin harfleri kabul edilmiştir.
20. yüzyıla gelindiğinde Müslüman terimi önem kazanırken 19. yüzyılın sonlarında
başlayan laikleşme ile beraber bu terim de gittikçe aşınmaya başlamıştı. 1920 yılında
Müslüman olup üniversitelerde ve teknik okullarda eğitim alanların sayısı yükselmişti,
dönemin Reis-ül uleması Mehmet Cemalettin Čaušević gibi İstanbul’da eğitim almış ve
Atatürk Türkiyesi’ni görmüş olanlar Müslümanlar arasındaki yenilikleri teşvik ediyorlardı.
Čaušević, fes yerine Atatürk tarzı şapka takılmasını da önermiştir. 1828 yılında Osmanlı
padişahı tarafından sarık yerine fes kullanılması önerilirken Bosnalılar buna şiddetle karşı
çıkmışlardır, ilginçtir ki önceleri kendileri tarafından kâfirlik sembolü olarak değerlendirilen
fes, o yıllarda Bosnalılar tarafından kullanılıyordu. Bugün Bosna-Hersek mezarlıklarında hem
fes hem sarık ya da kavuk biçiminde başlıklara sıklıkla rastlanılır.
1930’larda medreselerde daha genel ve Batılı bir müfredat uygulanmasına da
çalışılıyordu. II. Dünya Savaşı’na kadar geçen dönemde üretilen mezar taşlarının genel

12
görüntüsü böyle olmasına rağmen daha farklı mezar taşlarına da rastlamak mümkündü (Resim
6).

Resim 6: 1945 tarihli aile mezarları. Mezarların üzerinde dikdörtgen biçimde tasarlanmış tablalar üzerinde alçak
kabartma yapılmış kırmızı bir yıldız bulunmaktadır. Kitabelerin üzerinde ölen kişilerin aile bilgileri
bulunmaktadır. Diğer mezar taşlarında sıklıkla kullanılan İslamî cümleler bu mezarlarda kullanılmamıştır. 2006
senesinde Saraybosna, Livno, Mostar kentlerinde yaptığım alan araştırmalarında bu şekilde tasarlanmış
mezarlara çok rastlamadım fakat II. Dünya Savaşı’ndan sonra mezarlıkların çoğunun ortadan kaldırılmış olması
sağlıklı bir oran kurulmasını imkansız hale getirmiştir.

1946 yılında İslam şeriat mahkemeleri kapatılırken, 1950’de peçe yasağı geldi; temel
Kur’an-ı Kerim bilgisinin öğretildiği mektepler kapatıldı, 1952’de tekkeler kapatıldı. Hatta
askeri hizmette bulunan ya da gönüllü çalışma gruplarında bulunan Müslümanlar domuz eti
yemeye zorlandı. 1964 yılına kadar Yugoslavya’da hiçbir İslami ders kitabının basımına izin
verilmedi. 1958 yılında 400 yıldan fazla faaliyet gösteren Gazi Hüsrev Bey vakfı ortadan
kaldırıldı; birçok Müslüman mezarlıkları park, işyeri ya da yerleşim alanına döndürüldü.
Bütün bunlara rağmen 1971 yılında yapılan nüfus sayımında Müslüman ifadesi nüfus
formunda yerini aldı. 26
Öte yandan bu yıllarda Hırvat ve Sırp milliyetçiliği Hristiyan kimliği
üzerinden güçlü bir biçimde şekillenmektedir. Laikleşme süreci bir biçimde kültürel
yaşantının bir kısmında etkili olamadı. Müslümanlar, mezarlıklarında fesli, sarıklı, kılıç
kabartmalı mezar taşlarını kimi zaman stilize ederek kullanmaya devam ettiler. Halbuki
Türkiye’de laik temelli devlet anlayışı toplumun mezarlıklarına kadar etki etmiş, Osmanlı
döneminde yoğun taş işçiliğine ve kitabe geleneğine sahip mezarlar ortadan kalkmış, yerine
çoğunlukla basit plakalardan oluşan mezar taşları tercih edilmiştir.
1960’ların sonunda Müslüman kimliği daha belirgin bir biçimde ortaya çıkmıştı N.
Malcolm, bu kimliğin iki eğiliminde şekillendiğini yazar: Bunlardan birincisi laik “Müslüman
milliyetçiliği” hareketi ve İslam dini inancının bağımsız canlanışı ki bu ikincisinin en önemli
temsilcisi Aliya İzzetbegoviç’tir. İzzetbegoviç, Bosna’nın sorunları ile değil İslam’ın bütün

26
Malcolm, Bosna, s. 308.

13
dünyadaki durumuyla ilgilenmişti. Ancak laik sistemin ağır bastığı bir yönetimde bunu
anlatabilmesi çok zordu; nitekim 1983 yılında 10 yıl hapis cezası alarak susturulmaya
çalışıldı. Bütün bu değişimlere rağmen Müslümanların mezarlıkları hep aynı görüntüyü
sergiler.
1992-1995 yılları arasındaki savaşın gerilimleri de yavaş yavaş oluşmaya başlamıştır
fakat Bosna’da meydana gelen savaşın en önemli özelliği savaşın farklı güç grupları
tarafından sivillere yönelik bir şiddetin uygulanmış olmasıdır. Modern savaş kavramı burada
tamamıyla ters-yüz edilmiş, gerilla ve isyan bastırma savaşları olarak adlandırılan çatışmalar
değişmiş, devletin sahip olduğu askerî güçler önemini yitirmiştir. Devletin önemli siyasî
isimleri yerine güçlü siviller başrol oyuncusu olmuştur. Bu başrol oyuncularının
yönetimindeki silahlı grupların temel hedefleri sivil halktı; bu sivil halk arasında özellikle
ılımlılar (Müslüman, Hıristiyan, Katolik ya da Ortodoks fark etmeden) hedef halindeydi
çünkü bu ılımlı insanlar Osmanlı’nın bölgede yüzyıllar boyunca uyguladığı siyasetin sonucu
olarak bölgenin ruhuna işlemiş olan “komşuluk” kavramını çok iyi anlamış ve farklı dinden
olmalarına rağmen asgari müşterekte iyi geçinmişlerdi. Etnik ve dinsel gelenekler siyasi güç
edinmek için abartılı olarak anlamlandırılıyordu. Böylelikle dini kimlikler kolaylıkla
manipüle edilebildi. Sonuçta, Kosova Savaşı’nın 600. yılı propaganda yapmak için çok güçlü
bir biçimde kullanıldı böylelikle “etnik temizlik” mantıklı bir harekete bağlanmış oldu. 27 Bu
gerginlik içinde bütün kimlikler birbirinden kesin olarak ayrışmıştır. Bu ayrışma
mezarlıklarda da kendini doğal olarak belli etmekteydi. Hıristiyan mezarları doğal olarak haç
simgeleri ile doluyken Müslüman mezarları Osmanlı döneminden gelen geleneklere bağlı
kalarak şekillenmişti.
Bosna-Hersek’te Müslüman mezar taşları hakkında M. Mujezinoviç’in hazırladığı
Islamiska Epigrafika u Bosni i Herzegovini (1982) adlı çalışma incelendiğinde Bosna-
Hersek’in bütün bölgelerindeki Müslüman mezar taşlarının Türkiye’deki Osmanlı
İmparatorluğu döneminden kalan mezar taşlarından çok da farklı olmadığı anlaşılır. Bosna-
Hersek’teki mezar taşlarının kitabeleri incelendiğinde Türkçe’nin daha doğrusu
Osmanlıca’nın 20. yüzyıl ortalarına kadar kullanıldığı anlaşılmaktadır. İncelenen bölgelerdeki
kitabelerde sadece kullanılan ifade kalıpları birbirlerinden farklılık gösterir. Örneğin, “el-
muhtâc ilâ rahmeti Rabbihi’l-Gafûr” şeklindeki kalıp Travnik’te 1750-1850 tarihlerinde
görülür; kalıbın İstanbul kaynaklı olduğu anlaşılmaktadır. Mostar’da hiç kullanılmayan bu
kalıp Saraybosna’da sadece bir kere kullanılmaktadır. İmparatorluk genelinde çok kullanılan

27
Heinrich, Schäfer, The Janus Face of Religion: On the Religious Factor in “New Wars”, Numen; 2004, Vol.
41, Issue, p. 407-435, http//www.jstor.org/stable/3270453.

14
ve Allah’a yakarışın başına getirilen “yâ” yahut Bektaşilere özgü “yâ Hû” kalıpları kendini
sadece Mostar’da gösterir, özellikle “yâ Gaffâr” en sık kullanılan yakarıştır. E. Eldem
1750’lerde başlayıp 1850’lerde yok olan bu durumu bölgedeki yerel modaya uygunluk olarak
açıklamaktadır. Saraybosna’da bu şekilde “yâ” hitabıyla başlayan ve Allah’ın isimlerinin yer
aldığı klişeye sadece beş taşta rastlanır, Travnik’te ise üç tane “yâ Gaffâr” ile başlayan kitabe
bulunmaktadır. Bosna-Hersek mezar taşı kitabelerinde Arapça yazılmış kitabe sayısı fazladır;
özellikle Mostar bu açıdan çok zengindir. Bu durum Türkçe’nin bölgede iyi bir şekilde
kullanılamamasından kaynaklanıyor olabilir. Aynı durum Saraybosna’da görülmez, buradaki
Türkçe kitabe sayısı diğer bölgelere göre daha fazladır, ayrıca burada kendine has mezar taşı
kitabelerinin sayısı da fazladır. E. Eldem’in tespitlerine göre Anadolu’da %10, Istanbul’da
%25 olan bu oran, Saraybosna’da %53, Travnik’te %44 olan oran sadece Mostar’da %13’tür.
Basmakalıp ifadelerde ise oranlar tam tersine döner: Saraybosna’da %1, Travnik’te %16.
Oysa Anadolu ve merkezde bu oran genellikle %40’a varmaktadır. Yine istisna olan şehir
Mostar’dır ancak buradaki ifadeler de tamamiyle Arapça’dır.28
1992-1995 arasında meydana gelen savaşın sonunda Boşnakların mezarlıklarında fesli,
sarıklı mezar taşlarının yanı sıra bölgenin en eski mezar taşları olan steçaklardan örnek
alınarak oluşturulan yeni bir mezar taşı örneği ortaya çıkar. Şefik Beşlagiç’in 15. ve 16
yüzyıllarda kullanılan mezar taşlarını sınıflandırdığı tablosunda bulunan piramidal tepeli
(bazen bunun üzerinde bir küre olabiliyor) baş taşları üzerlerine Arap harfli ya da Boşnakça
tertip edilmiş kitabelerle son savaşta şehit düşenler için kullanılmaya başlanır. Sıradan
insanların ölüm biçimleri onları daha önemli bir konuma çıkarır. Bosna Savaşı’nda ölen
Müslümanlar savaş sırasında öldükleri için şehit kabul edilirler. Bu bir Müslüman için en
güzel ölüm şekillerinden biridir. Bugün Bosna-Hersek’te gidilecek Müslüman mezarlıklarının
çoğunda bu mezar taşlarına rastlanmaktadır (Resim 7).

Resim 7: Srebrenica’da katledilen Boşnakların mezarları (http://www.varbak.com/srebrenica-mezarl.).

28
Eldem, Edhem, L’épitaphe ottomane musulmane XVIe-XXe siècles. Contribution à une historie de la culture
ottomane, Paris-Leuwen-Dudley, 2007.

15
Resim 8: 1994 ve 2001 tarihli iki mezar. Mezar taşlarının başlık kısımları stilize edilmiş kavuklardan
oluşmuştur. Kitabeler Osmanlıca ve Latin harfli olarak düzenlenmiştir.

Saraybosna şehrinin Bosna Savaşı sırasında önemli yerlerden birisi olması nedeniyle
buradaki Kovaçi mezarlığının özel bir önemi bulunmaktadır. Bu mezarlık bölgenin bilinen en
eski mezarlıklarından biridir. Mezarlığın tarihi 15. yüzyıla kadar gitmektedir. Halk arasında
buranın manevi bir değerinin bulunduğu da kabul edilmektedir. Günümüzde bu mezarlıkta
çoğunlukla Bosna Savaşı’nın şehit düşenlerin mezarları ile Aliya İzzetbegoviç’in mezarı yan
yana bulunmaktadır.

Resim 9: Aliya İzzetbegoviç’in Saraybosna Kovaçi şehit mezarlığında bulunan mezar içi su dolu hilal şeklindeki
bir havuzun iç kısmında yıldız şeklinde tasarlanmış şeffaf görünümlü paslanmaz krom çeliğinden yapılan ve
mukarnasların modern bir tasarımla oluşturduğu kubbenin altındadır. Hilal şeklindeki havuzdan çıkan su ise
diğer mezarların arasına yapılan bir su yolundan akıp gitmektedir. Mezar, mimar Nihad Babovic tasarlamıştır.

İzzetbegoviç’in mezarı diğer şehit mezarlarının arasında mütevazı tasarımı ile hayranlık
uyandırmaktadır.
Bugün şehit mezar taşlarının üzerinde Boşnakça hazırlanmış kitabelerin yanında Arap
harfleri ile yazılan “el-Fâtiha” ibaresi sıklıkla kullanılmaktadır. İfade dinî içeriğinin ve
anlamının yanı sıra Arap harfleriyle oluşturduğu şekille sembol işlevini de görmektedir. Aynı
durum “Hüve’l Hayyü’l Bâkî” ifadesi için de geçerlidir. Bazı mezar taşlarında ise Kur’an-ı
Kerim’de geçen sûrelerin Boşnakça çevirileri görülmektedir. Özellikle Bosna Savaşı

16
şehitlerinin kitabe kısımlarında Bakara Sûresi’nin 154. ayeti sıklıkla kullanılmaktadır: “Allah
yolunda öldürülenlere ölüler demeyin, aksine onlar diridirler, fakat siz sezemezsiniz.” Bu ayet
Boşnakça çeviri ile kitabelerin üzerinde bulunmaktadır. Ayrıca mezar taşlarının üzerlerinde
artık Müslümanlığın sembolü olarak kabul edilen ay ve hilal ile Bosna-Hersek’in Ortaçağ’dan
beri sembolü olan zambak biçimleri görülmektedir.

Resim 10: Saraybosna’da bulunan bir şehit mezar taşı. Taşın üzerinde Boşnak harfleri ile Bakara Sûresi’nin 154.
ayeti bulunmakta, alt kısımda ise el-Fâtihâ Arap harfleri ile yüksek kabartma olarak yapılmıştır.

Sonuç olarak, Bosna-Hersek’in Bosna-Hersek bölgesinde bugün Müslüman


Boşnakların kullandıkları mezar taşlarının hem Osmanlı kültüründen hem de Ortaçağ Bosnası
kültüründen beslendiği, mezar taşlarının Müslümanların kimliklerinin sembolü haline geldiği
anlaşılmaktadır. Bosna Savaşı ile birlikte de Müslüman mezar taşları nihai şeklini almış
bulunmaktadır. Mezar taşlarının değişimi iki yönlü olmuştur: kitabe ve şekil açısından.
Kitabeler bölgede medreselerin ve vakıfların açık olduğu tarihe kadar Osmanlı Türkçesi ile
yazılmış fakat Türkçe’nin eğitim dili olarak kullanılmasının ortadan kalkması ile birlikte
mezar taşı kitabeleri Boşnakça ve Arapça olarak düzenlenmeye başlamış, Osmanlı
Türkçesi’nden kalan bazı kalıplar ise Arap harfleri ile yazılmaya devam etmiştir. Şekil
açısından ise Bosna Savaşı’nın yarattığı etki ile –özellikle Müslüman sivil halkın korkunç
şekillerde öldürüldükleri düşünülürse- mezar taşları şehit taşları adı verilen ve tamamiyla
kendine has bir şeklin ortaya çıkmasını sağmıştır.

17
Kaynakça
Alparslan, Şenol, Bosna’da Türk Kültürünün İzleri, İstanbul, 2008.
Andric, I., The Development of Spiritual Life in Bosnia Under the Influence of Turkish Rule,
Başiç, Kemal, Osmanlı Devleti’nin Bosna-Hersek Müslümanlarıyla Dinî İlişkileri (ayrılıştan
1914’e), Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İslam Tarihi ve Sanatları Anabilim
Dalı, yayımlanmamış yüksek lisans tezi, 1999.
Beşlagiç, Şefik, Nisani XV ı XVI Vijeka u Bosni ı Hercegovini, Sarajevo, 1978.
Bora, Tanıl, Yeni Dünya Düzeninin Av Sahası/Bosna-Hersek, İstanbul, 1994.
Eldem, Edhem, L’épitaphe ottomane musulmane XVIe-XXe siècles. Contribution à une historie de la
culture ottomane, Paris-Leuwen-Dudley, 2007.
Handzic, Adem, Population of Bosnia in the Ottoman Period: a historical overwiev, İstanbul,
1994.
Heinrich, Schäfer, The Janus Face of Religion: On the Religious Factor in “New Wars”,
Numen; 2004, Vol. 41, Issue, p. 407-435, http//www.jstor.org/stable/3270453.
İnalcık, Halil, Osmanlılar, İstanbul, 2011
Karpat, Kemal, Balkanlarda Osmanlı Mirası ve Ulusçuluk, İstanbul, 2004.
Lowry, H. W, Osmanlı Döneminde Balkanların Şekillenmesi 1350-1550, İstanbul, 2008, s. 8.
London, 1990.
Malcolm, Noel, Bosna, çev.Aşkım Karadağlı,İstanbul, 1999.
Mujezinoviç , Mehmed, Islamska Epigrafika u Bosni i Hercegovini, Sarajevo: Veselin Mesla, 1974-
1982.
Nurkiç, Kemal, Bosna Hersek’te İslamlaşma Süreci, 19 Mayıs Üniversitesi, Sosyal Bilimler
Üniversitesi, İslam Tarihi ve Sanatlar Anabilim Dalı, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi,
2007.
Popoviç, Alexandre,”Osmanlı Sonrası Dönemde Güneydoğu Avrupa’daki Müslüman
Tarikatlar”, İslam Dünyasında Tarîkatlar, yay. Haz. Alexandre Popovic, Gilles Veinstein,
çev. Osman Türer, İstanbul: Sûf Yayınları, 2004.
Velikonja, M., Religious Seperation and Political Intolerance in Bosnia-Herzegovina, USA.
Yardımcı, Mehmet Emin, Bosna, İstanbul, 2006.

18

You might also like