Professional Documents
Culture Documents
METİNLER
YİRMİBİRİNCİ YÜZYILDA YENİDEN
OKUMA, ANLAMA VE ALGILAMA
CİLT - 1
DİNÎ VE FELSEFÎ METİNLER
YİRMİBİRİNCİ YÜZYILDA YENİDEN OKUMA,
ANLAMA VE ALGILAMA SEMPOZYUMU
Bildiri Kitabı, Cilt: 1
Sultanbeyli Belediyesi
Kültür ve Sosyal İşler Müdürlüğü
Kültür Yayın No: 8
ADRES:
Abdurrahmangazi Mahallesi Belediye Caddesi No:4
Tel: 0 216 564 13 00
Fax: 0 216 564 13 71
Mail: belediye@sultanbeyli.bel.tr
www.sultanbeyli.bel.tr
EDİTÖR:
PROF. DR. BAYRAM ALİ ÇETİNKAYA
BÖLÜM EDİTÖRLERİ:
YRD. DOÇ. DR. AHMET HAMDİ FURAT
YRD. DOÇ. DR. İSMAİL DEMİREZEN
YRD. DOÇ. DR. AHMET ERHAN ŞEKERCİ
YRD. DOÇ. DR. ÜMİT HOROZCU
ARŞ. GÖR. MEHMET FATİH ARSLAN
ARŞ. GÖR. BİRSEN BANU OKUTAN
ARŞ. GÖR. ADEM İRMAK
ARŞ. GÖR. EMİNE GÖREN
ARŞ. GÖR. MUHAMMED VEYSEL BİLİCİ
SAYFA DÜZENİ
İBRAHİM AKDAĞ
ISBN:
978-605-89744-4-9
BASKI
Ege Basım
Esatpaşa Mh. Ziyapaşa Cd. No:4
Ege Plaza Ataşehir/İSTANBUL
Tel: 0216 472 84 01
www.egebasim.com.tr
Nisan 2012
Abstract
The masterpiece entitled Ihy¬ ‘Ulûm al-DÎn by Ghaz¬lÎ the Doctor, regarded al-
most unanimously as the greatest ever scholar of Islamic history except the doctors
of the four rites, found a reception that is hardly aĴained by any other work as a
handbook of Islamic thought, orthodox paradigm, so to speak. Due to this central
signięcance it is a work to be taken as an exemplary case in terms of its content and
function through which to examine the process of the formation and unfolding of
Islamic culture. As for its content the aspect of study is the degree to which it ac-
complished the formulation of the prudentia, called “Islamic thought” in modern
world, by the holistic deęnition of the Greatest Doctor. As for its function how it was
read in the various ages and places of the Islamic world and aěected the Islamic way
of believing and living is to be studied in sociological perspective Our goal by this
hermeneutical study in which a text is referred to its context apt to render it more
or less signięcant than actually is by altering its signięcance is the exploration of the
contemporary relevance of Ihy¬, how it can address today by examining how it ad-
dressed Muslims throughout the ages.
*
Prof. Dr., YÍldÍz Teknik Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü BaókanÍ.
1
Zehebî (1984: XIX/344) Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ adlÍ ünlü biyograę eserinin maddesinde,
âlimin, insanlarÍn kendisine Gazzâlî dediklerini, hâlbuki Gazâle köyüne mensup anlamÍn-
da Gazâlî nisbesinin doÂru olduÂunu söylediÂini aktarÍr.
457
Dinî ve Felsefî Metinler
458
Yirmibirinci YüzyÍlda Yeniden Okuma, Anlama ve AlgÍlama
459
Dinî ve Felsefî Metinler
460
Yirmibirinci YüzyÍlda Yeniden Okuma, Anlama ve AlgÍlama
göre. Bu itibarla fÍkÍh, aslÍnda övülen bir ilim olmasÍna raÂmen, bu óekilde olumsuz
bir anlam kazanarak yerilen bir ilim haline geldi.
Gazâlî’yi izleyen Ali b. Meymûn (2002: 54-57, 93-98)’a göre de ilim, “mükelleęn
zâhirinin óer’in zahiriyle ÍslahÍ” anlamÍna gelen ilmü’z-zâhir ve “mükelleęn bâtÍnÍnÍn
óer’in bâtÍnÍyla ÍslahÍ” anlamÍna gelen ilmü’l-bâtÍn olarak ikiye ayrÍlÍr ki Resûlullah’Ín
zamanÍnda böyle bir ayÍrÍm söz konusu deÂildi. Gslâm’Ín baólarÍnda bir mevsûfun iki
sÍfatÍ olarak aynÍ kökten gelen fÍkÍh ile fakr arasÍnda bir fark yoktu, çünkü ikisinin de
aslÍ Resûlullah’tan geliyordu; fakîh ile bilahare mutasavvÍf denen fakîr birdi.
Gmâm-Í A’zam (80-150/700-767) ile onu izleyen diÂer dört mezhep imamÍ, “Nefsin,
leh ve aleyhindeki óeyleri tanÍmasÍ” óeklindeki küllî tarif uyarÍnca fÍkhÍ formüle et-
miólerdi. AslÍnda bu, “fÍkh-Í ekber/fÍkh-Í esgar” olarak ayrÍlan óeriatÍn dikey boyu-
tunun formülasyonuydu. FÍkhÍn dikey boyutunu formüle ederken bilahare tasavvuf
denen fÍkh-Í bâtÍnÍ “hâl ilmi” olarak yaóamakla yetinen bu imamlar, “fÍkh-Í zâhir/
fÍkh-Í bâtÍn” olarak ayrÍlan fÍkhÍn yatay boyutunun formülasyonunu gelecek óeyhlere
bÍrakmÍólardÍ. Bilahare Hâris-i Muhâsibî (-243/-857), Cüneyd-i BaÂdâdî (-297/-909),
Hakîm-i Tirmizî (-320/-932), Ebû Bekr-i kiblî (-334/-945), Ebû Nasr-Í Serrâc (-378/-988),
Ebû Tâlib-i Mekkî (-386/-996)’yi içeren suęler silsilesi, fÍkh-Í bâtÍn olarak tasavvufun
temellerini atmÍólardÍ (Gökbulut 2007: 259).
FÍkh-Í zâhir ile fÍkh-Í bâtÍnÍn sentezine yönelen ise gene, bunlarÍ izleyen Kelâbâzî
(-380/990), Kuóeyrî (376-465/986-1072) ve Hucvirî (-470/-1077) gibi Horasan suęleri
oldu. ÖrneÂin tasavvufu saÂlam bir itikada, yani fÍkh-Í bâtÍnÍ fÍkh-Í ekbere dayandÍr-
maya özen gösteren Kelâbâzî, Horasan tasavvufunun elkitabÍ sayÍlan et-Te’arruf hĴp://
www.darulkitap.com/oku/akaid/v2/akaidtaĞazani/0-Giris.htm - _Ğn22 isimli eseri-
nin 5-25. bölümleri arasÍnda bir bakÍma el-FÍkhu’l-Ekber’i açÍklayarak aktarÍr. FÍkhÍn
bu yatay boyutlarÍnÍn sentezi, “âdâb” kavramÍyla ifade edilebilirdi. Ebü’n-Necîb-i
Sühreverdî (490-563/1097-1168)’nin Âdâbü’l-Mürîdîn adlÍ eseri, Hâris-i Muhâsibî
(-243/-857)’nin Âdâbü’n-Nüfûs adlÍ eseriyle baólayan bir telif türünün kÍvamÍ olarak
görülebilirdi. Müridlerin gözetmesi gereken kurallar, ilk kez eserde derli-toplu, ay-
rÍntÍlÍ bir ifadeye kavuóturulmuótur. Bu kitabÍn, tasavvuf tarihinde müstakil olarak
kaleme alÍnmÍó bilinen ilk âdâb kitabÍ olduÂu ve yeÂeni kihâbeddîn-i Sühreverdî (549-
587/1153-1191) tarafÍndan yazÍlan Avârifü’l-Maârif’e kaynaklÍk eĴiÂi öne sürülmüótür
(Gökbulut 2008: 142).
Buradan da anlaóÍlacaÂÍ gibi edeb veya âdâbü’l-mürîdîn türü, mürîd denen, irade-
siyle tasavvufa giren, iradesini müróide teslim etmió tâlipleri seyr ilallah denen Allah’a
ulaómaya yönelik seyr ü sülûk sürecine hazÍrlayan, makamlara ulaómanÍn edeplerini,
kurallarÍnÍ öÂreten eserlerdir. Mürid, kendi iradesiyle tasavvuf yoluna girmió, iradesini
müróide teslim etmió tâlipti. Sâlik ise seyr ü sülûk denen manevî eÂitim sürecine girmió
461
Dinî ve Felsefî Metinler
mürit demekti. Müride sâhib-i vakt (vakit sahibi), sâlike ise sâhib-i hâl (hâl sahibi, ehl-i
hâl) denir. Sâlikte yerleóerek süreklilik kazanan güzel haller, makam adÍnÍ alÍr.
Gazâlî (2006: I/38-39, 74-77)’nin yaptÍÂÍ, edebinin ötesinde bu “hâlin ilmi”ni ver-
mek, dikey ve yatay boyutlarÍyla bir bütün olarak fÍkhÍ ilm-i muâmele dediÂi ilm-i
hâl olarak formüle etmekti. Ona göre âhiret yolunun ilmi ikiye ayrÍlÍr: 1. mükâóefe
ilmi, 2. muâmele ilmi. Mükâóefe ilmine ilimlerin son noktasÍ olan “ilm-i bâtÍn” da de-
nir. HaĴa bazÍ ariĚer, bu ilimden nasibi olmayanÍn sû-i hâtimesinden korkulacaÂÍnÍ
söylemiólerdir. Ondan düóen en az hisse, onu tasdik ederek ehline havale etmektir.
Onu inkâr edenin uÂrayacaÂÍ ukubetin en küçüÂü, ondan hiçbir óey tatmamasÍdÍr.
Mükâóefe ilmi sÍddÍklarÍn ve mukarreblerin ilmidir. Bu ilme nail olan, Allah’Ín zât-Í
ulûhiyetine, sÍfatlarÍna, ęillerine, dünya ve âhireti yaratmasÍnÍn hikmetine, âhireti
dünyaya tercihinin hikmet ve sebeplerine vukuf kazanÍr. AynÍ zamanda peygamber-
liÂin, peygamberin, vahyin, óeytanÍn, melâike lâfzÍnÍn ve óeytanlar sözünün anlamÍnÍ
da hakkÍyla bilir. Muâmele ilmi ise kalbin hâllerinin ilmi demektir.
Gazâlî (2006: I/83), ilimlerin en óereĚisi olarak tanÍĴÍÂÍ ahiret ilmini bu óekilde
mükâóefe ile muâmele ilmi olarak ikiye ayÍrÍrken daha sonra bunu muâmele ilmine
tahsis eder. Ona göre Allah’a yaklaómaya vesile olan óeyler üç kÍsma ayrÍlÍr. Mücerred
ilim ki bu mükâóefe ilmidir. Gkincisi sultanÍn âdaleti ve insanlarÍ tutmasÍ gibi mücerred
ameldir. Üçüncüsü ise ilim ve amelin terkibidir ki o ahiret yolunun ilmidir. Bu hâlin
sahibi hem âlim, hem de âmildir. ku halde o, ahiret ilmi ile genió anlamda mükâóefe
ile muâmele ilimlerini, dar anlamda ise münhasÍran muâmele ilmini kasteder.
Gazâlî (2006: I/137-38), bu iki anlam arasÍndaki iliókiyi ise daha ileride açÍklar.
Ona göre ilimlerin en óereĚisi olan ahiret ilmi ile kastedilen, muâmele ve mükâóefe
ilimleridir. Burada onun muâmele ilmini öne almasÍnÍn sebebi óudur. Muâmele ilmi-
nin gayesi, varacaÂÍ yer, mükâóefe, mükâóefenin gayesi ise Allahü Teâlâ’yÍ tanÍmaktÍr
ki ilimlerin en üstünü ve óereĚisi, Allah azze ve celle’nin mârifetidir. Burada görül-
düÂü gibi Gazâlî, asÍl óereĚi ahiret ilmi olarak mükâóefe ilmine vesile olmasÍ bakÍ-
mÍndan muâmele ilmini ahiret ilmi olarak adlandÍrÍr. Ona göre mükâóefe=ahiret ilmi,
muâmele=mücahede ile içini pisliklerden temizleyen kulun kalbine, Ebubekir’in ima-
nÍ rütbesine çÍkmak üzere Allah’Ín koyduÂu bir nûrdan hâsÍl olan bir tür yakîndir.
Burada asÍl önemli olan, onun “ilm-i muâmele” dediÂi ilm-i hâli kavramsallaótÍra-
rak Gslâm düóüncesine yaptÍÂÍ devrimci katkÍdÍr. Zira bir bakÍma vehbî olan mükâóefe
ilmine giden yol muâmele ilminden geçer; muâmele ilmi adalet, mükâóefe ilmi ise
fazilet demektir; herkesin kurtuluóu, farz-Í ayn olan muâmele ilmine baÂlÍdÍr. Bu ko-
nuda farklÍ dallardan âlimler, disiplin-merkezcilikten kaynaklanan bir tür indirge-
mecilikle kendi ilimlerinin farz-Í ayn olduÂunu savunmuólardÍr. ÖrneÂin kelâmcÍlar,
fakihler, müfessirler, muhaddisler, mutasavvÍĚar ve baókalarÍ, kendilerinin meógul
462
Yirmibirinci YüzyÍlda Yeniden Okuma, Anlama ve AlgÍlama
olduÂu, yayÍlmasÍnÍ istediÂi ilmin farz ve vâcib olduÂunu iddia etmiólerdir, Gazâlî
(2006: I/62)’ye göre. Ebû Tâlib-i Mekkî ise farz-Í ayn olan ilmin, Gslâm’Ín beó temel
üzerine kurulduÂunu beyan eden hadisin mazmununu bilmek olduÂunu belirtir.
Gazâlî (2006: I/38-39, 62-77), bütün bu görüólerden net bir hükme varÍr. Ona göre
kitabÍnÍn baóÍnda da ifade eĴiÂi gibi ilim, muâmele ve mükâóefe ilmi olarak ikiye ay-
rÍlÍr. Mükâóefe ilmiyle kastedilen yalnÍzca malumun keóędir. Muâmele ilminden ka-
sÍt ise malumun keóęyle beraber ameldir. Bu kitabÍn (Ghyâ) konusu yalnÍzca muâmele
ilmidir, kitaplara konu edilmesine izin verilmeyen mükâóefe ilmi deÂil. Peygamberler
bile mükâóefeye zemin hazÍrlayan muâmele ilmini bildirirlerken insanlarÍn bunu kal-
dÍrmayacaklarÍnÍ bildikleri için mükâóefeden ancak ve sembol ve ima yoluyla bahset-
miólerdir.
Gazâlî (2006: IV/2923), 4. cildinin 5. kitabÍ “Tevhid ve Tevekkül”ün “Beyânu
Hakîkati’t-Tevhîd Ellezî Hüve Aslu’t-Tevekkül” (Tevekkülün AslÍnÍ Oluóturan Tev-
hidin Hakikatinin BeyanÍ) baólÍklÍ 2. faslÍnÍn “insanÍn ihtiyarÍnÍn hakikatinin açÍk-
lanmasÍ”yla ilgili ara baólÍÂÍnda da Ghyâ’nÍn mükâóefe deÂil, muâmele ilmini konu
aldÍÂÍnÍ vurgular: “EÂer perde kalksaydÍ, bizzat ihtiyarda da mecbur olduÂunu an-
lardÍn. O halde ihtiyarÍ anlamayan bunu nasÍl anlar? Bu yüzden yukarÍda geçen açÍk-
lamalarÍ tamamlamak üzere kelâmcÍlarÍn diliyle ihtiyar hakkÍnda veciz bir açÍklama
sunalÍm. Çünkü bu kitapta münhasÍran muâmele ilmini konu aldÍk.”
Müslümanlara farz-Í ayn olan ilim sadece muâmele ilmidir, âkil-bâli olan kulun
yapmakla muâmele üç kÍsÍmdan ibareĴir: itikat (inanma), ęil (yapma), terk (bÍrak-
ma). En baóta kul, kelime-i óehadeti anlayarak söylediÂi ve öldüÂü takdirde Allah’a
itaat etmió olarak ölmüó olacaktÍr. Kelime-i óehadet dÍóÍndaki farzlarÍn tahakkuku ise
her óahsÍn baóÍna gelmeyen birtakÍm arÍzî óartlara baÂlÍdÍr ki burada özellikle “terk
edilecek óeyler”in belirlenmesinde rol oynayan “hâl” kavramÍ öne çÍkar.
Her mükelleęn inanacaÂÍ ve yapacaÂÍ óeyler, genel ve bellidir. Ancak terk edece-
Âi óeyler, óahsÍn bulunduÂu hâle göre deÂióir, bu yüzden bunlarÍn öÂrenme zorunlu-
luÂu, hâlin deÂiómesine göre deÂióir. ÖrneÂin dilsiz bir insanÍn konuóulmasÍ haram
olan óeyleri öÂrenmesi gerekmez. Kör bir insana da nelere bakmasÍnÍn yasak olduÂu-
nu öÂrenmek düómez. Göçebeye de nerede oturmanÍn haram olduÂunu bilmek düó-
mez. BunlarÍn bilinmesi de aynÍ óekilde hâlin icabÍna göre vacip olur. Bu bakÍmdan
hiçbir zaman baóa gelmeyecek haramÍ bilmek kióiye farz deÂildir, vacip olan, içinde
bulunulan harama dikkat etmektir.
Burada Gazâlî (2006: I/38-39)’nin muâmele ilminde yaptÍÂÍ ayÍrÍma göre hâle iki
anlam verdiÂi dikkati çeker. Muâmele ilmi, “ilm-i zâhir ve ilm-i bâtÍn” olarak ikiye
ayrÍlÍr. Birincisi, uzvî, ikincisi ise kalbî amellerin ilmini belirtir. Uzuvlarla ilgili ilm-i
zâhir, “âdet ve ibadet”, kalbin halleriyle ilgili ilm-i bâtÍn ise “övülen ve yerilen” olarak
463
Dinî ve Felsefî Metinler
ikiye ayrÍlÍr ki Ghyâ da muâmele ilminin konusunu oluóturan bu toplam dört bölüme
göre düzenlenmiótir. Böylece Gazâlî, eserinin ince bir mantÍÂa göre tertip edildiÂini
ifade etmió olur. Bu ayÍrÍma göre “hâl” kavramÍ, birincisi, óahsÍn uzvî amelleriyle
ilgili zâhiri hâl, ikincisi kalbî amelleriyle ilgili bâtÍnî hâl olarak iki anlamda kullanÍl-
maktadÍr.
Muâmele ilmi, kalbin hallerinden, bu hallerin sabÍr, óükür, korku, ümid, rÍza,
zühd, takvâ, kanaat, cömertlik ve bütün bu hallerde Allah’a minneĴar olduÂunu bil-
mek; ihsan, hüsn-i zan, iyi ahlâk, güzel muaóeret, doÂruluk ve ihlâs gibi güzel has-
letlerden ibareĴir. Bütün bu hallerin mahiyetlerini, tanÍmlarÍnÍ, kazanma yollarÍnÍ,
iólevlerini, alametlerini, kuvvetlendirmek üzere zayÍf yönlerini giderme yolunu bil-
mek âhiret ilmindendir. Âhiret ulemasÍnÍn fetvasÍna göre bunlarÍ bilmek farz-Í ayndÍr
(Gazâlî 2006: 76-77).
Gazâlî (2006: I/76, IV/2905) ilm-i muâmeleyi ilm-i ahvâli’l-kalb (Kalbin hallerinin
ilmi) olarak tanÍmlayarak ilm-i hâl kavramÍnÍ icat eder. Böylece o, “ameller niyetle-
re göredir” hadisinin de belirĴiÂi gibi, hâli, iki anlamÍndan kalbî olana tahsis eder.
Glm-i muâmele ile ilm-i hâl tabirlerinde görülen ilmin hâl ile amelle iliókisini Ghyâ’nÍn
4. cildinde anlatÍr: “Bil ki tevekkül, imanÍn kapÍlarÍndandÍr. GmanÍn kapÍlarÍ ancak
ilim, hâl ve amelle düzenlenir. Böylece tevekkül, asÍl olan ilim, meyve olan amel ve
tevekkül ismiyle kast olunan bir hâlden vücut bulur.” Burada ilmin hâl ile amele iza-
fe edildiÂi ilm-i muâmele ile ilm-i hâl terimleri anlamdaó olarak belirir. Glm-i muâmele
ve ilm-i ahvâli’l-kalb tabirlerini ilk kez Gazâlî kullanÍrken görebildiÂimiz kadarÍyla
Ta’lîmü’l-Müte’allim isimli eserinde ilm-i hâl tabirini ilk kez Burhaneddîn-i Zernûcî
(-602/-1223) kullanmÍótÍr. GnsanÍn her bakÍmdan yaóadÍÂÍ hâli yönetmesini saÂlayacak
“ilmü’l-hâl” (hâl ilmi) Gslâm’da ideal ilim, “hüsnü’l-hâl” (hâl güzelliÂi) ise ideal amel
sayÍlmÍótÍr (Gbrahim b. Gsmail 2009: 28).
Muhyiddîn b. ‘Arabî’nin óeyhi Ebü’l-Abbas-Í Mürsî, “hâllerin kutbu” olarak
Bâyezîd-i Bistâmî’yi, “makamlarÍn kutbu” olarak Abdülkâdir-i Geylânî’yi gösterir-
ken “ilimlerin kutbu” olarak Gazâlî’yi gösterir. Buna göre Gazâlî (450-505/1058-1111),
“hâlin ilmini” yaptÍktan sonra Abdülkâdir-i Geylânî (470-561/1077-I166) makamla-
rÍn kutbu olmuótur (Zebîdî 2002/I). ÇaÂdaóÍ olan Endülüslü âlim Ebû Bekr-i Turtuóî,
Gazâlî ve Ghyâ’yÍ eleótirirken bu konuda anlamlÍ bir ipucu verir. Turtuóî, zahirî ilim-
lerde vukuf kazandÍktan sonra tasavvufa yönelen Gazâlî’yi “fakihlere ve kelamcÍlara
atmaya baólamakla” eleótirdikten sonra óöyle der: “Ghyâ’ya baóladÍÂÍnda onlara aóina
ve tanÍmaya yetkin olmadÍÂÍ halde sûę remizlerinden ve hâllerin ilimlerinden söz
etmeye yöneldi” (Zehebî 1984: XIX/339). GörüldüÂü gibi Turtuóî, burada ilk kez ilm-i
hâlin çoÂulu olarak kullandÍÂÍ “ulûmu’l-ahvâl=hâllerin ilimleri” deyimiyle, eleótirme
kastÍyla da olsa Ghyâ’nÍn yaptÍÂÍ öncü formülasyonun adÍnÍ koymuó olur.
464
Yirmibirinci YüzyÍlda Yeniden Okuma, Anlama ve AlgÍlama
465
Dinî ve Felsefî Metinler
alternatif yollarla ve farklÍ seviyelerde bir Allah’Í tanÍmayÍ öngören hiyeraróik bir
tevhid anlayÍóÍ geliótirdi. Bu tevhidî hiyeraróilendirme ile Gazâlî, kesrete=teslise dü-
óen HÍristiyanlarÍn baóaramadÍÂÍ “vahdet içinde kesret” formülasyonunu temellen-
dirmeyi baóarmÍótÍ.
O, bu tevhid tertibini BaÂdat tasavvuf ekolünün reisi Cüneyd-i BaÂdâdî’den al-
mÍótÍ. Onun gibi suęler, kelamcÍlarÍn yaptÍÂÍ gibi tevhidin akÍl yoluyla anlaóÍlamaya-
caÂÍna, ancak aklÍn menzilini aóan hads, his ve ilham gibi alternatif yollarla hakikati-
ne varÍlabileceÂine inanÍyorlardÍ. BaÂdâdî, Gslâm tarihinde tevhidin tarię ve tertibin-
de öncüydü. Tevhidi “kÍdemi hadesten tek kÍlmak” olarak net bir tarife kavuóturan
BaÂdâdî, daha sonra halk arasÍnda tevhidi dört mertebeye ayÍrmÍótÍr:
Birinci mertebe, avamÍn tevhidi,
Gkincis mertebe, ilm-i zâhirin hakikatine varmÍó kimselerin tevhidi,
Üçüncü ve dördüncü mertebe de ehl-i marifeĴen olan havassÍn tevhididir.
Gman herkeste eóitliÂini, ne arĴÍÂÍnÍ ne eksildiÂini savunan kelamcÍlar bu tertibi
tasvip etmemiólerdir. g ise bu itiraza óöyle bir açÍklama sunar. Tevhidin tertibi, herke-
sin özel bir hadle diÂerinden ayrÍ olduÂunu ifade etmektedir (Ateó 1969: 83-87).
Böylece o, “hikmet-i zevkiye” olarak tasavvuf sayesinde farklÍ seviyelerde Allah’Í
tanÍma imkânÍnÍ gösterdikten sonra müessirden esere, “hikmet-i ameliye”nin ko-
nusunu oluóturan Allah’Ín yasasÍ óeriat tanÍtmaya geçti. Burada gaye, eserin hik-
metinden müessirin hikmetine geçmek, tekrar müessire dönmek, hikmeĴe (óeriat)
yatan hikmet sayesinde hikmetin sahibi Rabbi tanÍmaktÍ. Bu geçiói saÂlayacak bir
ontolojik vasÍta, köprü olarak ise “mükemmel âlem” tasavvurunu geliótirdi. Onun
günümüze kadar tartÍóÍlan “Leyse ę’l-imkân ebda’u mimmâ kân=Var olandan daha
iyisi imkân dâhilinde deÂildir” ifadesi, Ghyâ’nÍn (Gazâlî 2006: IV/2905, Zehebî 1984:
XIX/337) “Tevhid ve Tevekkül” kitabÍnÍn “Beyânu Hakîkati’t-Tevhîd Ellezî Hüve
Aslu’t-Tevekkül” (Tevekkülün AslÍnÍ Oluóturan Tevhidin Hakikatinin BeyanÍ) baó-
lÍklÍ ikinci faslÍnda óu óekilde geçer:
“(…) Yüce Allah’Ín kullarÍ arasÍnda paylaótÍrdÍÂÍ rÍzÍk, ömür, sevinç, üzüntü,
âcizlik, güç, iman, küfür ve isyan adÍna ne varsa hepsi sÍrf adâleĴir, onda zulüm yok-
tur; hepsi haktÍr, asla haksÍzlÍk yoktur. Bilakis bu taksim gerektiÂi óekilde, gerektiÂi
gibi, gerektiÂi kadar gerçek ve zorunlu bir düzene göre yapÍlmÍótÍr. Olandan daha gü-
zeli, daha eksiksiz ve mükemmel olanÍ asla imkân dâhilinde deÂildir (Leyse ę’l-imkân
aslen ahsene minhu ve lâ etemme ve lâ ekmele). EÂer mümkün olup da gücü yetmesine
raÂmen lutfedip ortaya çÍkarmasaydÍ bu durum cömertliÂe ters düóen bir cimrilik,
adalete aykÍrÍ bir zulüm olurdu. kayet daha güzeline gücü yetmemió olsaydÍ, bu da
ulûhiyete aykÍrÍ düóen bir âcizlik sayÍlÍrdÍ. (…)” Muhtemelen henüz hayaĴa iken bu
466
Yirmibirinci YüzyÍlda Yeniden Okuma, Anlama ve AlgÍlama
467
Dinî ve Felsefî Metinler
tan sonra kudretin yaratÍldÍÂÍ, verildiÂi bir mahal olmasÍdÍr. Bu bakÍmdan kudret,
iradeye, hareket de kudrete, óartÍn meórûta baÂlÍ olmasÍ gibi baÂlÍdÍr. Malûlün illete,
yapÍlanÍn yapana baÂlanmasÍ gibi gelip AllahÍ́n kudretine baÂlanÍr.”
Böylece Gazâlî, farklÍ seviyelerde Allah’Í tanÍma imkânÍnÍ gösterdikten sonra
hikmet-i zevkiye olarak tasavvuf sayesinde tadÍlan açÍklanamazdan (rububiyet ve
kader sÍrrÍ) hikmet-i bahsiye (nazar ve istidlal) ve hikmet-i ameliye (fÍkÍh) sayesinde
açÍklanabilire (óeriatÍn hikmetine), teo-sentrik (tanrÍ-merkezli) bir din anlayÍóÍndan
nomo-sentrik (yasa-merkezli) bir din anlayÍóÍna geçerek teodise probleminin üste-
sinden gelmeyi baóardÍ. Onun Miókâtü’l-Envâr ve Ghyâ adlÍ eserlerinden sonra yaz-
dÍÂÍ el-Mustasfâ’da ilk kez óeriatÍn maksatlarÍnÍ (makâsÍdu’ó-óerî’a) tarię, bu büyük
programÍ yansÍtÍr. BilindiÂi gibi bunun öncüsü de Hakîm-i Tirmizî’dir. Bu óekilde
teo-sentrisizmden nomo-sentrisizme geçió yanÍnda Gazâlî, bizim gösterdiÂimiz gibi
(Gencer 2008), yaptÍÂÍ “hiyeraróik tevhid, karizmatik ümmet, araçsal siyaset” deyim-
leriyle özetleyebileceÂimiz üç önemli kavramsallaótÍrma ile dinleri nihaî olarak yoz-
laómaya sürükleyen modernizme vücut veren teodise problemini kökten halleĴi.
Gslâm’Ín evrenselleómesi dalgasÍ sÍrasÍnda evrensel bir hikemî formülasyo-
na yönelik óeriat ile hikmetin sentezi, Tirmizî, Belhî, Âmirî ve Gsfahânî tarafÍndan
zaten baóarÍlmÍótÍ (Marlow 2002). OnlarÍn açtÍÂÍ çÍÂÍrda Ghyâ ile fÍkÍh ile hikmetin
sentezinden evrensel bir hikmet formülasyonuna ulaómayÍ ve böylece teodise prob-
leminin üstesinden gelmeyi baóaran Gazâlî oldu. Bu bakÍmdan Ghyâ, iki-katlÍ, hem
tikel-politan (komünal), hem evrensel-kozmopolitan bir ilmihal olarak yazÍlmÍótÍr.
O, görünüóte komünal-Gslâmî bir ilmihal olsa da arkaplanda kozmopolitan bir ilmi-
hal olarak okunabilir.
468
Yirmibirinci YüzyÍlda Yeniden Okuma, Anlama ve AlgÍlama
469
Dinî ve Felsefî Metinler
ehl-i hadis cephesinden Ebû Bekr b. ‘Arabî, Mâzurî, Turtuóî, Kâdî ‘Iyâd ve Gbn Münîr
gibi MaÂripli Mâlikî ve Hanbelî âlimler cephe alÍrken daha sonra genelde Hanefî ve
kâę’î âlimler, Gazâlî ve eseri Ghyâ’yÍ savunmuótur. Bu, Ghyâ’nÍn ünlü óârihi Murtaza-yÍ
Zebîdî’nin yaptÍÂÍ, “Gazâlî’yi eleótirenler, “kemal-i âlem” ifadesinin ona aidiyetini inkâr
edenler ve onu savunanlar” óeklindeki üçlü tasniĞe daha net görülür (Kaya 2004).
Zehebî (1984: XIX/322-346, 328, 339), Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ adlÍ eserinin Gazâlî
maddesinde onun hakkÍndaki deÂerlendirmeleri aktarÍr. Burada Zehebî, Gazâlî’ye
yönelik ithamlara genel bir cevap olarak verdiÂi hükümle, Gslâm’a, hakka uygun tu-
tumu gösterir: “Derim ki: Gazâlî, büyük bir imamdÍr. YanÍlmaz olmasÍ, âlimin óart-
larÍndan deÂildir.” Buna göre Gazâlî’nin büyüklüÂü, bir insan olarak hata etmesine
engel deÂildir; o da her insan gibi yanÍlabilir. Ancak bu, onun mahkûm edilmesini
gerektirmez. Nitekim Gazâlî, gençlik döneminde yazdÍÂÍ el-Menhûl min Ta’likâti’1-
Usûl isimli eserinde Gmâm-Í kâę’î ve mezhebi lehine bir taassupla Gmâm-Í A’zam’a dil
uzatmÍótÍ. Ancak daha sonra bundan pióman olarak Ghyâ ve diÂer eserlerinde ondan
sitayióle bahsetmió ve BaÂdat SelçuklularÍ sÍrasÍnda mezhepler-üstü, ehl-i sünnetin
bayraktarÍ bir âlim haline gelmiótir.2
Özellikle çaÂdaólarÍ olan Endülüslü Mâlikî alimler Ebû Bekr-i Turtuóî (451-
520/1059-1126) ile Ebû Abdillâh-i Mâzerî (453-536/1061-1141), Miókâtu’l-Envâr ve Ghyâ
adlÍ eserlerinin yakÍlmasÍnÍ isteyecek kadar óiddetle Gazâlî’yi eleótirdiler. Bu tür hücum-
larÍn sonunda Endülüs, 1109’da Ghyâ gibi bir kitabÍn kamusal yakÍlÍóÍna tanÍk oldu. Zilkade
499/Temmuz 1106’da BaÂdat’tan dönüóünden sonra Nisabur’da Ghyâ tartÍómasÍ patlak ver-
mióti. Endülüslü âlim Mâzerî, o sÍralar bulunduÂu Nisabur’da Gazâlî ve Ghyâ karóÍtÍ kam-
panyaya katÍlmÍó, bizzat okumadÍÂÍnÍ itiraf eĴiÂi halde Gazâlî’nin talebe ve arkadaólarÍyla
yaptÍÂÍ tartÍómalardan edindiÂi ękirle Ghyâ’yÍ eleótirmeye kalkmÍótÍ. Bu itiraf, onun, aslÍnda
Ghyâ’da Gmâm-Í Mâlik’e dil uzaĴÍÂÍnÍ iddia eĴikleri Gazâlî’ye karóÍ düómanlarÍ tara-
fÍndan kÍókÍrtÍldÍÂÍnÍ gösterir (Garden 2005: 133). Ghyâ óerhinin girióinde Mâzerî’nin
eleótirilerini aktaran Zebîdî (2002: I) de bu eleótirilerin arkasÍnda mezhep taassubu-
nun yaĴÍÂÍna dikkat çeker.
Nisabur’da cereyan eden Ghyâ tartÍómasÍnÍn Endülüs’e intikalini Mâzerî vasÍtasÍyla
Ebû Bekr-i Turtuóî saÂlamÍótÍr. DoÂu’ya seyahat eden ve 490/1097’de Gskenderiye’de
2
Gazâlî (2008: 31), 1065 yÍlÍ civarÍnda henüz 27 yaóÍndayken hocasÍ Gmâmü’l-Haremeyn’in
etkisi altÍnda yazdÍÂÍ el-Menhûl min Ta’likâti’1-Usûl isimli eserinin sonlarÍnda óöyle der: “Biz,
kâę’î’nin ismetini iddia ediyor deÂiliz; ancak mezhebini tercih ediyoruz, çünkü o, diÂerlerine
göre sürçmeden daha uzaktÍr (…) Ebû Hanife óeriatÍ tersyüz etmió, metodunu bozmuó ve
yapÍsÍnÍ deÂiótirmiótir.” Bununla birlikte Büyük Selçuklu SultanlÍÂÍ sÍrasÍndaki Hanefî-kâę’î
yakÍnlaómasÍn da etkisiyle Gazâlî, bu tutumundan dönerek Gmâm-Í A’zam’a takdirlerini ifa-
deden geri durmamÍótÍr (Kara 2009: 255, 264-66, ayrÍca, Garden 2005: 108-20).
470
Yirmibirinci YüzyÍlda Yeniden Okuma, Anlama ve AlgÍlama
471
Dinî ve Felsefî Metinler
olduÂu fetvasÍnÍ vermiótir (Köktaó 2010: 31). Ancak bunlar münferit aykÍrÍ görüóler
olarak savuóturulmuótu. Hâlbuki Gazâlî, Hakîm-i Tirmizî’den Ebû Tâlib-i Mekkî’ye
bu yoldaki tüm terminolojik revizyon girióimlerini köklü ve kapsamlÍ bir programa
dönüótürdüÂü eseriyle tam bir óok yaratmÍótÍ.
472
Yirmibirinci YüzyÍlda Yeniden Okuma, Anlama ve AlgÍlama
473
Dinî ve Felsefî Metinler
Allah nezdinde halkÍn en üstünleri olduklarÍ halde nasÍl oluyor da derecelerini din
ilmine göre düóük bu seviyeye indiriyorsunuz?”
Gazâlî (2006: I/81), bu muhtemel itiraza Hz. Ali’ye atfedilen bir vecizeyle cevap
verir: “Lâ ta’rię’l-hakka bi’r-ricâli, i’rię’l-hakka ta’rif ehlehû (HakkÍ kióilerle tanÍma,
hakkÍ tanÍ ki ehlini tanÍyasÍn).” Veya: “Yu’rafu’r-ricâlü bi’l-hakkÍ, lâ yu’rafu’l-hakku
bi’r-ricâl (Kióiler, hakla tanÍnÍr, hak, kióilerle deÂil).” Ona göre eÂer kiói hak yolunun
sâliki ise hakkÍ tanÍyarak ehlini tanÍr. UnutulmamalÍdÍr ki ashab-Í kirâm ve makam-
larÍnÍn yüceliÂi, fÍkÍh veya kelâmla deÂil, âhiret ilminin yolunu tutmakla olmuótu.
“Âlimlerin meóhurlarÍ, fakihler ile kelamcÍlardÍr” diyenlere karóÍ ise Gazâlî, Hak nez-
dinde fazilet ile halk nezdinde óöhret kazanmayÍ saÂlayan óeylerin ayrÍ olduklarÍnÍ
vurgular. Hz. Ebubekir’in óöhreti hilafetle, fazileti ise kalbine yerleótirilen sÍr ileydi.
Gazâlî, bu óekilde o zaman Gslâm dünyasÍnda en itibarlÍ konumu iógal eden fa-
kihçiler ile kelamcÍlara karóÍ açÍkça tavÍr alarak köprüleri atmÍótÍ. O, fÍkÍh ve ehline
karóÍ bu radikal tavÍr alÍóÍnÍn sonucu olarak mezheplerle de köprüleri atmÍó, muhalif-
lerinin sorgulamasÍ üzerine normalde kâę’î olarak bilindiÂi halde herhangi bir ima-
mÍn mezhebine deÂil, doÂrudan Kur’an’a tâbi olduÂunu beyan etmiótir. Bunun tabii
sonucu olarak normalde mezhebî rekabetin güçlü olduÂu Nisabur gibi bir óehirde
kâę’î ve Hanefî fakihler de çok nadiren görülen mezhep taassubunu aóan bir meslekî
dayanÍóma, iĴifak içine girerek görünüóte disiplinlerini tehdit eden Gazâlî’ye cephe
almÍólardÍr (Garden 2005: 110-13).
474
Yirmibirinci YüzyÍlda Yeniden Okuma, Anlama ve AlgÍlama
Baóta Gazâlî olmak üzere bütün büyük Gslam âlimlerinin hakikate giden yolda bunla-
rÍn hepsinden yararlandÍklarÍnÍ ifade eden Çelebi, sonradan, naklî ilimlere karóÍ aklî
ilimleri hiçe sayan zihniyeti eleótirir.
Gazâlî, Ghyâ’da yaptÍÂÍ dünya ve din ilimleri ayÍrÍmÍyla fÍkÍh ile hikmetin sente-
zinden evrensel bir hikmet formülasyonuna ulaómayÍ baóarmÍótÍr. Bu süreç, kana-
atimizce, ona “fÍkÍh karóÍtlÍÂÍ”yla birlikte ikinci ana eleótiri olarak “felsefeye tutul-
ma” ithamÍnÍn yapÍlmasÍna yol açmÍótÍr (Garden 2005: 134, 183). Ona yöneltilen bu
eleótirinin kaynaÂÍnÍ anlamanÍn en iyi yolu, bilgi sosyolojisi perspektięnden siretine
bakmaktÍr. Zira BatÍ’da ve DoÂu’da yaóayan bütün büyük âlimler gibi o da kritik bir
manevî-entelektüel serüven geçirmiótir.
Onun bu yolculuÂunu kanaatimce hikmetin üç anlamÍna ait üç saĢada deÂerlen-
dirmek mümkündür. Birincisi, “tercümânu’l-Kur’ân” denen sahabeden Gbni Abbas
ile tâbi’înden Abdurrahman b. Zeyd’in verdiÂi fÍkÍh anlamÍnda “hikmet-i ameliye”,
(Mâverdî 2007: I/192), ikincisi “hikmet-i bahsiye” olarak adlandÍrÍlan felsefe, üçün-
cüsü “hikmet-i zevkiye” denen tasavvuf. Gazâlî’nin hikmetin bu üç duraÂÍndan ge-
çióini, óeriatÍn zâhirinden bâtÍnÍna, özüne doÂru kritik bir yolculuk olarak görmek
mümkündür. Burada felsefe, óeriatÍn zâhiri ile bâtÍnÍ arasÍnda aóÍlmasÍ gereken bir
sÍnÍr, mayÍnlÍ tarla olarak görülebilir ki Gazâlî, burayÍ aómayÍ baóaramadÍÂÍ, bulaótÍÂÍ
felsefenin ilmini malul kÍldÍÂÍ gerekçesiyle eleótirilmiótir.
Gazâlî, ömrünün baólarÍ veya ilk yarÍsÍnda ana Gslâmî ilim olarak fÍkÍhta derin-
leóerek mutlak içtihat seviyesine çÍkmÍótÍ. Bilahare Gslâmî inanç temelini zayÍĚatabi-
lecek felsefecilerin öÂretilerini eleótirmek için felsefeye yöneldi ve MakâsÍdü’l-Felâsife
adlÍ kitabÍnda özetlediÂi ękirlerini özümsedi. Bunu o kadar iyi yaptÍ ki BatÍ’da Latince
“Algazel” denen bir Gslâm ęlozofu olarak görülür oldu. Onun bu óekilde baóarÍy-
la felsefeyi kuóatmasÍ, eleótirenlere göre hayrÍna olmadÍ. Gazâlî, Gbni Sînâ’nÍn eó-kifâ
isimli óaheserini özümsemeye o kadar yoÂunlaótÍ ki Ebû Bekr b. ‘Arabî (-543/-1143)
“Emrezahu’ó-kifâ (kifâ, Gazâlî’yi hasta eĴi)” dedi; onun óüpheciliÂini doÂuranÍn kifâ
olduÂu iddia edildi.
Gazâlî, bu óüpheciliÂi aómak için sonunda hikmet-i zevkiye olarak tasavvufa
yönelerek keóif ve ilham ile hakikate ulaóma yolunu tuĴu. Bu sayede ękirleri daha
derinlik kazandÍÂÍ gibi yanlÍó anlaóÍlma ve eleótirilme ihtimali de arĴÍ; Muhyiddîn b.
‘Arabî (560-638/1165-1240)’nin durumunda olduÂu gibi. Nitekim sonraki Gslâm tarihi-
nin en tartÍómalÍ entelektüel ęgürlerinin bu ikisinin olmasÍ tesadüf deÂildir (Ormsby
1984, Knysh 1999). Gazâlî’nin Ghyâ ve diÂer eserlerinde ortaya koyduÂu “kemal-i
âlem” ve Gbni ‘Arabî’nin “vahdet-i vücud” öÂretileri kendi zamanlarÍndan bugüne
kadar yoÂun bir óekilde tartÍóÍlmaya, eleótirilmeye devam etmiótir.
475
Dinî ve Felsefî Metinler
476
Yirmibirinci YüzyÍlda Yeniden Okuma, Anlama ve AlgÍlama
477
Dinî ve Felsefî Metinler
dan bir dönemece erdiren Gazâlî olduÂu için bu konuda onun rolünün abartÍldÍÂÍnÍ
iddia etmek mümkün deÂildir.
Bu arada Gazâlî ve Ghyâ eleótirisi Arapça’da “lahn” denen gramer kusuruna ka-
dar varmÍótÍr. Gbni Asâkir’in rivayetine göre, ona itiraza yol açan hususlardan biri
de sözünde lahnin vukûudur. Bu konu kendisine açÍldÍÂÍ zaman hakkÍ teslim eden
Gazâlî, gramere kendini vermediÂini, sözünde ona ihtiyaç duyduÂu kadarÍ ile ye-
tindiÂini itiraf eder. Ancak onun bu tavrÍ bir tevazu ifadesi olarak alÍnmalÍdÍr, zira
o, hutbeler telif edip en fasih edibleri bile benzerlerini teliĞen aciz kÍlacak ibarelerle
kitaplarÍ óerh ederdi. KitaplarÍndaki ifadelerinde yanlÍólÍk bulanlara kendisini mâzûr
görmelerini ve ibarelerini tashih etmeye izinli olduklarÍnÍ söylerdi. Ona bu husus-
ta yöneltilen eleótiri, daha çok Kimyâ-yÍ Saâdet isimli kitabÍnda kullandÍÂÍ sevimsiz
Farsça kelimelerden kaynaklanmÍótÍr (Zehebî 1984: XIX/326, Garden 2005: 78).
DiÂer taraĞan Gazâlî (2006: I/161), bizzat Ghyâ’da bu yöndeki eleótirilere do-
laylÍ bir karóÍlÍk verir. O, âhiret ulemasÍnÍn ikinci alameti olarak saydÍÂÍ bildiÂiyle
amel etmenin önemiyle ilgili alÍntÍlar yapar. Gbrahim b. Edhem óöyle buyurmuótur:
“Sözümüzde i’râb (gramere uygun düzgün ifade) yaptÍk ki lahne (gramere uymayan
bozuk ifade) düómedik. Buna karóÍlÍk amellerimizde lahne düótük, i’râb etmedik.”
Evzâî de der ki: “G’râb gelince huóû’ gider.” Gazâlî, özü gölgeleyen ilmî óekilciliÂin
her türüne muhalefetini burada da göstererek kendisiyle ilgili lahn eleótirilerine de
dolaylÍ cevap vermió olur.
Ghyâ hakkÍnda günümüze kadar gelen demirbaó bir eleótiri de kullandÍÂÍ hadis-
lerin zaafÍdÍr. Suęlerin hadise yaklaóÍmÍ, hadis kullanÍmÍ, öteden beri tartÍóma konu-
su olmuótur. Ghyâ’da zayÍf ve uydurma hadis kullandÍÂÍ ithamÍ, Gazâlî’ye de sürekli
yöneltilmiótir. Erken Gslâm tarihinde baólayan ehl-i hadis ile ehl-i dirayet arasÍnda-
ki mücadele, zamanla iki tip zihniyetin mücadelesine dönüómüó (Muharremî 2004),
bu süreçte Gazâlî gibi âlimler, muhafazakâr zihniyetli ehl-i hadis tarafÍndan sürekli
yazdÍklarÍnÍn geleneksel olarak ilim ile özdeó sayÍlan hadise dayanmadÍÂÍ, temelsiz
kaldÍÂÍ gerekçesiyle itham edilmiótir.
Özellikle kâę’î âlimler, bu ithamlara karóÍ Gazâlî ve eserini savunmuólardÍr.
Zeyneddîn-i Irâkî (725-806/1325-1404), el-Hidâye üzerine tahriç yapan çaÂdaóÍ Zeylâî
(-762/-1361) ile sÍkÍ bir ióbirliÂi sonucunda Ghyâ’da geçen hadislerin kaynaklarÍnÍ çÍka-
rarak sÍhhat derecelerini göstermiótir. Bir anlamda Ghyâ’ye tebriye eden el-MuÂnî ‘an
Hamli’l-Esfâr ę’l-Esfâr fî Tahrîci mâ ę’l-Ghyâ mine’l-Ahbâr adÍndaki bu çalÍóma, eser ile
birlikte basÍlmÍótÍr (DiÂer çalÍómalar için, Gazâlî 2006: I/12, Garden 2005: 23).
478
Yirmibirinci YüzyÍlda Yeniden Okuma, Anlama ve AlgÍlama
479
Dinî ve Felsefî Metinler
Ghyâ, ilmihal olarak formüle edilen Gslâmî bilginin, sünnî Gslâm anlayÍóÍnÍn
Gslâm dünyasÍnda çaÂlar boyunca korunmasÍnÍ saÂlayan, okurlar ve yazarlar tara-
fÍndan doÂrudan veya dolaylÍ olarak sürekli yararlanÍlan bir ana kaynak olmuótur.
Okuyucular için doÂrudan bir kaynak olarak Ghyâ’dan istifadeyi artÍrmak için çaÂlar
boyunca üzerinde birçok ihtisar ve óerh çalÍómasÍ yapÍlmÍótÍr. DiÂer taraĞan o, dolay-
lÍ olarak yazarlarÍn yeni bir dille üreĴikleri (paraphrase) bir ana kaynak, kanonik kitap,
bu anlamda sürekli okunduÂu gibi sürekli yeniden yazÍlan bir óaheser olmuótur.
“DünyayÍ deÂiótiren bir kitap” olarak Ghyâ’nÍn etkisi en net, paradoksal olarak yakÍldÍÂÍ
yer olan Endülüs’te görülebilirdi. YakÍlmayla sonuçlanan talihsiz girióinin ardÍndan Ghyâ,
Endülüs’te aksiyon-yönelióli tasavvuf-Gslâm anlayÍóÍnÍn elkitabÍ olmuótur. MaÂrib
bölgesindeki halkÍn Endülüs Emevileri (756-1031)’nden sonra gelen MurâbÍtlardan
(1090-1147) duyduÂu hoónutsuzluktan faydalanan Gbni Tûmert, baólaĴÍÂÍ isyan hare-
ketiyle MurâbÍtlarÍ yenilgiye uÂratÍp “Allah’Ín birliÂini tebli eden insanlar” anlamÍ-
na gelen Muvahhidler (1147-1229) devletini kurdu.
Gbni Tûmert, BaÂdat’taki Büyük Selçuklu SultanlÍÂÍ sÍrasÍnda Nizâmiye medre-
selerinde Glkiyâ-yÍ Herrâsî (-504/-1110) ve Ebû Bekr Kaěâl-Í kâóî (-365/976) gibi önde
gelen kâę’î âlimlerden Eó’arî kelamÍnÍ öÂrenerek yurduna döndükten sonra halka
açtÍÂÍ derslerinde Gazâlî’nin öÂreĴiÂi tevhid kavramÍna dayalÍ bir Íslah çaÂrÍsÍyla
radikal bir sosyal ve siyasal eleótiriye giriómióti. Bu óekilde halk arasÍnda giderek
nüfuz kazanmasÍnÍ tehlikeli gören MurâbÍtlar idaresi ona sürgüne gönderdi. Bu
muhalefeti sonucunda MurâbÍtlardan hoónutsuz kesimlerin desteÂiyle liderlik ko-
numuna yükselen Gbni Tûmert, tevhidi Mehdi kavramÍyla birleótirerek tekęr eĴiÂi
MurâbÍtlara karóÍ bir devrime dönüóen cihad hareketine girióti. Bu, akidevî öÂre-
tilerin siyasete tercümesinin tipik bir örneÂi idi (Sallâbî 2007: 253-99, Garden 2005:
175-185, Ocak 2009).
Daha sonra Ghyâ, MaÂrib’de sarsÍlmaz bir nüfuz kazanmÍótÍr. ÖrneÂin Ebû
Abdullah-Í Mevvâk (-897/-1492) (2002) Sünenü’l-Mühtedin fî Makâmâti’d-Dîn adlÍ
MaÂrib’de çok tutulan eserinde bir bakÍma Ghyâ’yÍ ihtisar ve tercüme etmiótir. Fas’tan
Ali b. Meymûn Gdrisî (854-917/1451-1511) de Ghyâ’dan ilhamla fÍkhÍn yozlaómasÍ ve
sünnetin kaybÍndan dolayÍ hem halka, hem de ilim ve tasavvuf ehline karóÍ önemli
bir eleótiri cephesi açmÍótÍr.
Gazâlî’nin nüfuzu açÍsÍndan OsmanlÍ’ya bakÍldÍÂÍnda da ilk göze çarpan isim
Muhammed Birgivî (929-981/1523-1573) olacaktÍr. Ondaki Gazâlî ve Ghyâ etkisi, önce-
likle günlük hayatÍnda görülür. Talebesi Hocazâde Abdünnasîr Efendi’nin el-Evrâdü’l-
Birgiviyye adlÍ eserinde aktardÍÂÍna göre Birgivî, ders günlerinde sabah namazÍnÍn
farzÍnÍ camide kÍldÍktan sonra Yâsîn-i kerif ile on sayfa Kur’an okuyarak iki rekat
kuóluk namazÍ kÍlar, ardÍndan Kütüb-i SiĴe’den hadis okuĴuktan sonra dört rekat
480
Yirmibirinci YüzyÍlda Yeniden Okuma, Anlama ve AlgÍlama
daha namaz kÍlarak kuóluk namazÍnÍ altÍya çÍkarÍr, sonra evine giderdi. Ders günü
deÂilse namazdan hemen sonra eve gelerek Kütüb-i SiĴe ile Ghyâ okurdu. Onun óahe-
seri, Gazâlî’nin Ghyâ’sÍnÍn özeti olarak da görülebilecek et-Tarîkatu’l-Muhammediyye
ve’s-Sîretu’l-Ahmediyye adlÍ eserdir (MartÍ 2008: 41, 64, 102-03). VefatÍndan sonra bir-
çok âlim, özellikle onun et-Tarîkatü’l-Muhammediyye’sini ve saÂlam itikadÍnÍ öven ói-
irler yazmÍólardÍr. Mesela bu óiirlerden keyh Ali Kudsî (-1144/-1731)’ye ait olanÍ óöyle
baólar: “Ey günümüzün Gazâlî’si, Birgi’nin óereę sendedir, (sana sahip olduÂundan)
orasÍ ne güzel (ne óanslÍ) bir yerdir! / Ey kuvvetli iman ve takvâ sahibi, gerçekten
Vâhidu’l-Kahhâr (olan Allah) seni insanlar arasÍndan seçmiótir…” (keker 1994: 85).
Ghyâ, özellikle Türk-OsmanlÍ coÂrafyasÍnda yaygÍn olan, halka yönelik fÍkÍh el-
kitabÍ olarak yazÍlan ilmihal türünün ana kaynaÂÍnÍ oluóturmuótur. OsmanlÍ’da
“muallim-i evvel” sayÍlan keyhülislam Gbni Kemal (873-940/1468-1534)’in er-Risâletü’l-
Münîre adÍndaki OsmanlÍ Gslâm anlayÍóÍnÍ formüle eĴiÂi Arapça eseri, Ghyâ’nÍn bir ic-
malidir. Ondan sonra Birgivî tarafÍndan yazÍlan, Türkçe’de ilk ilmihal sayÍlan Vasiyet-
nâme veya Risale-i Birgivî adlÍ eser de aynÍ óekilde Ghyâ’nÍn bir özetidir. EórefoÂlu
Rûmî (-889/-1484) (2007)’nin OsmanlÍ MüslümanlarÍnÍn elkitabÍ eserlerinden olan
Müzekki’n-Nüfûs adlÍ eserinin temel kaynaklarÍ da Ebû Tâlib-i Mekki’nin Kûtu’l-
Kulûb’ü ile Ghyâ’dÍr.
BunlarÍn dÍóÍnda Ghyâ, Türkçe’ye doÂrudan tercüme edilmekte gecikmemió-
tir. Eseri ilk kez OsmanlÍ óeyhülislamÍ Bostanzade Mehmed Efendi (1535-1593),
Yenâbi’u’l-Yakîn îî Ghyâi ‘Ulûmi’d-Dîn adÍyla tercüme etmiótir. Süleyman Tevfîk-i
Hüseynî’nin I. cildin ikinci bölümünün sonuna kadar getirebildiÂi Türkçe tercümesi
basÍlmÍótÍr (Gstanbul: 1326-1327). Modernleómenin getirdiÂi meóruiyet krizine tepki
olarak kark-Gslâm kültürüne ilginin canlandÍÂÍ Tanzimat sürecinde en çok tercüme
edilen âlim Gazâlî olmuótur. II. Abdülhamid’in talimatÍ üzerine eserin Siyeru ‘Umû-
mi’l-Muvahhidîn fî Tercemeti ve kerhi Ghyâi ‘Ulûmi’d-Dîn adÍyla Mardînî-zâde Yûsuf
SÍdkÍ Efendi tarafÍndan yapÍlan dokuz ciltlik Türkçe tercüme ve óerhinin yayÍnlan-
madan kalan yazma nüshasÍ, Gstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’nde mahfuzdur.
Ghyâ dÍóÍnda Gazâlî’nin Kimya-yÍ Saâdet, el-MunkÍzü mine’d-Dalâl, Nasîhatü’l-Mülûk
ve Eyyühe’l-Veled adlÍ eserleri de çeóitli defalar tercüme edilerek basÍlmÍótÍr. AyrÍca
Gelenbevî-zâde Ahmet Tevęk Efendi’nin tercümeye baóladÍÂÍ Tehâfütü’l-Felâsife adlÍ
eserini, Hasbî Süleyman Efendi Terceme-i Tehafütü’l-Felâsife adÍ tamamlamÍósa da ba-
sÍlmadan kalmÍótÍr.
Gslâm-tasavvuf kültürünün elkitabÍ olarak Ghyâ, Gslâm-OsmanlÍ dünyasÍnda in-
sanlarÍn en zor óartlarda bile elden bÍrakmadÍÂÍ, teselli ve feyiz aldÍÂÍ bir ilim ve irfan
pÍnarÍ olmaya devam etmiótir. ÖrneÂin OsmanlÍ’dan Cumhuriyete geçió sürecinde
çok büyük belalara uÂrayan, sürgün olan Abdullah Fevzi TanrÍkulu Efendi (1883-
481
Dinî ve Felsefî Metinler
1943) gibi alimler, sürgünde veya cephede en zor óartlarda Ghyâ’dan manevî destek
alÍyor (Koçkuzu 2010: 101-102)
Cumhuriyet devrinde gerçekleótirilen harf inkÍlâbÍyla birlikte gelióimi sekteye
uÂrayan Gslâm kültürünün canlanmasÍnda da Ghyâ önemli rol oynamÍótÍr. KÍzÍ Ayóe
Hümeyra Ökten’Ín verdiÂi bilgiye göre Mahmut CelaleĴin Ökten (1882-1961), 1950’li
yÍllarda Gstanbul’un BeyazÍt semtinde bulunan SoÂanaÂa Camii’nde altÍ yÍl boyun-
ca Cumartesi günleri ikindi namazÍndan sonra iki saat tutkunu olduÂu Gazâlî’nin
Ghyâ’sÍnÍ okuĴu (Özdamar 1995: 102, 185). Cumhuriyet devrinin son büyük alimle-
rinden Ali Yakup Cenkçiler (1913-1988) de 15 yÍl boyunca Gstanbul Fatih’teki Emir
Buhari Camii’nde Ghyâ okutmuótur. Bu derslere katÍlanlar arasÍndan birçok ilim ada-
mÍ yetiómiótir. Rivayete göre hoca, Ghyâ’ya o kadar hâkimdi ki bazÍ konularÍ iólerken
literatürde bile geçmeyen eleótirilerde bulunmaktaydÍ (YÍlmaz 2009: 194-95).
Bu arada Gazâlî ve Ghyâ etrafÍndaki tartÍómalar, OsmanlÍ’nÍn son dönemine kadar
devam etmiótir. ÖrneÂin 40 bin hadisi ezberlediÂi için “seyyidü’l-muhaddisîn” ola-
rak adlandÍrÍlan Topbaózâde Ahmed Kudsi Efendi (-1307-1889) (1985: 156-60), Gazâlî
ve Ghyâ hakkÍndaki ithamlara karóÍ verilen cevaplarÍ aktarÍr. Daha sonra keyh Safvet
Yetkin ile Gsmail HakkÍ Gzmirli arasÍnda Ghyâ’nÍn hadisleriyle ilgili tartÍóma yeniden
cereyan etmiótir. keyh Safvet, Ghyâ’da az sayÍda zayÍf ve mevzu hadis olduÂunu savu-
nurken Gzmirli Gsmail HakkÍ, eserde mevzu olanlar olduÂu için hadislerine güvenile-
meyeceÂini söyler (HatiboÂlu 2001).
Kaynakça
Ali b. Meymûn el-Gdrisî, el-<umârî (2002) Risâletü’l-Ghvân min Ehli’l-FÍkhÍ ve Hameleti’l-Kur’ân ve
Risâletü’l-Ghvân ilâ Sâiri’l-Büldân. Hâlid Zehrî (yay.) Beyrût: Dâru’l-Kütübi’l-’Ilmiyye.
Ateó, Süleyman (1969) Cüneyd-i BaÂdâdî HayatÍ Eserleri ve MektuplarÍ. Gstanbul: Sönmez.
BaÂdâdî, Mevlânâ Hâlid-i (1994) Halidiye Risalesi Büyük DoÂuó Güneóler Güneói. Yakup Çiçek
(yay.). Gstanbul: Umran.
Cornell, Vincent J. (1998) Realm of the Saint: Power and Authority in Moroccan Suęsm. Austin:
University of Texas Press.
ÇaÂrÍcÍ, Mustafa (2000) “Gazali’nin Ghya’sÍ ile Birgivi’nin Tarikat-Í Muhammediye’sinin.
Mukayesesi”, Gslami AraótÍrmalar 13/3-4: 473-474.
EórefoÂlu Rûmî (2007) Müzekki’n-Nüfûs. Abdullah Uçman (yay.). Gstanbul: Gnsan.
Fazlur Rahman (1984) Islam and Modernity: Trnasformation of an Intellectual Tradition. Chicago:
University of Chicago Press.
Fierro, Maribel (1999) “Opposition to Sûęsm in al-Andalus”, Islamic Mysticism Contested:
Thirteen Centuries of Controversies and Polemics, Frederick de Jong & Bernd Radtke (eds.),
174-206, Leiden: Brill.
______ (2001) “Religious Dissension in al-Andalus Ways of Exclusion and Inclusion,” Al-Qantara
22/2: 463-487.
482
Yirmibirinci YüzyÍlda Yeniden Okuma, Anlama ve AlgÍlama
Garden, Kenneth (2005) Al-Ghazali’s Contested Revival Ihya and its Critics in Khorasan and Maghreb
(Doctoral dissertation, The University of Chicago).
el-Gazâlî, Ebû Hamid Muhammed b. Muhammed (2006) Ghyâu ‘Ulûmi’d-Dîn, I-V. M. Vehbi
Süleyman-Üsâme Amûra (yay.). DÍmaók: Dâru’l-Fikr.
______ (2008) el-Menhûl min Ta’likâti’1-Usûl. Nâcî Süveyd (yay.). Beyrût: el-Mektebetü’l-
’Asriyye.
Gencer, Bedri (2008) Gslam’da Modernleóme, 1839-1939. Ankara: Lotus.
______ (2010a) “OsmanlÍ Gslâm Yorumu,” DoÂuBatÍ Düóünce Dergisi 13/54: 61-95.
______ (2010b) “Hanefî Küllî FÍkÍh ParadigmasÍnÍn Gzinde Ekmelüddîn Bâbertî”, Ekmelüddîn
Bâbertî Sempozyumu, Bayburt, 28-30 MayÍs 2010.
Genç, Süleyman (2007) “H.V/M.XI. AsÍrda Ehl-i Sünnet’in Yeniden Yükseliói: Süreç, Kurum
ve kahsiyet Üzerine Bir Gnceleme”, Dokuz Eylül Üniversitesi Glahiyat Fakültesi Dergisi 25:
271-330.
Gökbulut, Süleyman (2007) “Glim TasniĚerinde Tasavvufun Yeri,” Tasavvuf 8/19 (Temmuz-
AralÍk): 245-264.
______ (2008) “Ebû’n-Necîb Ziyâüddîn Es-Sühreverdî Ve Âdâbü’l-Mürîdîn AdlÍ Eseri,” Dokuz
Eylül Üniversitesi Glâhiyat Fakültesi Dergisi SayÍ 28: 135-152.
HatiboÂlu, Gbrahim (yay.) (2001) Ahlak ve Tasavvuf KitaplarÍndaki Hadislerin SÍhhati. Gstanbul:
Darülhadis.
Gbrahim b. Gsmail (2009) kerhu Ta’lîmi’l-Müte’allim. DÍmaók: Dâru’n-Nu’mân.
el-KadÍnhânî, Ahmed b. Mustafa (1985) Peygamberimiz ve AshabÍ. Mustafa AyyÍldÍz (trc.).
Gstanbul: Erkam.
Kara, Seyfullah (2009) Büyük Selçuklular ve Mezhep KavgalarÍ. Gstanbul: Gz.
Kâtib Çelebi (1980) Mîzânü’l-Hakk ę Ghtiyâri’l-Ahakk. Orhan kaik Gökyay (yay.), Gstanbul:
Tercüman.
______ (1994) Keófu’z-Zunûn ‘an Esâmiyi’l-Kütübi ve’l-Fünûn, I–VI. M. kerafeddîn Yaltkaya
(yay.), Beyrût: Dâru’l-Fikr.
Kaya, M. Cüneyt (2004) “Daha Mükemmel Bir Âlem Var Olabilir mi?: “Leyse ę’l-imkân”
TartÍómasÍnÍn KaynaklarÍ Üzerine Notlar,” Dîvân Glmî AraótÍrmalar 16 (2004/1): 239-49.
Knysh, Alexander D. (1999) Ibn ‘Arabî in the Later Islamic Tradition: the Making of a Polemical
Image in Medieval Islam. Albany: State University of New York Press.
Koçkuzu, Ali Osman (2010) Bir Müderrisin Sürgün YÍllarÍ Abdullah Fevzi Efendi. Gstanbul: Gz.
Köktaó, Yavuz (2010) Glk Dönem Suęleri ve Hadis: Hakîm et-Tirmizî ÖrneÂi. Gstanbul: Gelenek.
Marlow, Louise (2002) Hierarchy and Egalitaranism in Islamic Thought. Cambridge: Cambridge UP.
MartÍ, Huriye (2008) Birgivî Mehmed Efendi. Ankara: Türkiye Diyanet VakfÍ.
el-Mâverdî (2007) en-Nüket ve’l-’Uyûn, I-VII. es-Seyyid ‘Abdülmaksûd b. ‘Abdirrahîm (yay.),
Beyrût: Dâru’l-Kütübi’l-’Ilmiyyye.
el-Mevvâk, Ebû Abdullah Muhammed b. Yusuf b. Ebû’l-KâsÍm ‘Abderî el-GÍrnâtî (2002)
Sünenü’l-Mühtedin fî Makâmâti’d-Dîn. Sela: Müessesetü’ó-keyh Murbih Rabbih li-Ghyâi’t-
Türâs ve’t-Tebâduli’s-Sekâfî.
el-Muharremî, Zekeriya b. Halîfe (2004) KÍrâe fî Cedeliyyeti’r-Rivâye ve’d-Dirâye ‘Inde Ehli’l-
Hadîs. Amman: Mektebetü’z-Zâmirî.
Ocak, Ahmet (2009) “Selçuklu Medreselerinin MaÂrib ve Endülüs Üzerindeki Etkileri,” Turkish
Studies 4/3 Spring): 1622-1647.
Orman, Sabri, Gazali’nin Gktisat Felsefesi, Gstanbul: Gnsan Yay., 1984.
483
Dinî ve Felsefî Metinler
Ormsby, Eric L. (1984) Theodicy in Islamic Thought: The. Dispute over Al-Ghazali’s “Best of All
Possible Worlds”. Princeton: Princeton UP.
Özdamar, Mustafa (1995) Celâl Hoca. Gstanbul: Marifet.
Ruano, Delęna Serrano (2006) “Why Did the Scholars of al-Andalus Distrust al-Ghaz¬li? Ibn
Rushd al-Jadd’s Fatw¬ on Awliy¬’ All¬h,” Der Islam 83/1 (June): 137-156.
Sallâbî, Ali Muhammed (2007) Devletü’s-Selâcika ve Bürûzü Meórû’in Gslamî li-Mukavemeti’t-
Tegalguli’l-BâtÍnî ve’l-Gazvi’s-Salîbî. Beyrût: Dâru Gbni Kesîr.
Smith, Margaret (1936) “The Forerunner of al-Ghazali,” Journal of the Royal Asiatic Society
pp. 65-78.
keker, Mehmet (yay.) (1994) Gmam Birgivi. Ankara: Türkiye Diyanet VakfÍ.
Taóköprî-zâde, Ahmed b. Mustafâ (1985) MiĞâhu’s-Se’âdeti ve Misbâhu’s-Siyâdeti fî Mevzû’âti’l-
’Ulûm, I-III. Beyrût: Dâru’l-Kütübi’l-’Ilmiyye.
Ülken, Hilmi Ziya (1961) “Gazali’nin BazÍ Eserlerinin Türkçe Tercümeleri”, Ankara Üniversitesi
Glahiyat Fakültesi Dergisi, IX
Yenen, Halit (2010) Gmam Birgivi’nin Avamil ve Gzhâru’l-Esrâr’ÍnÍn Gncelenmesi (Yüksek Lisans
Tezi, Adana: Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü).
YÍlmaz, Necdet (2009) Ali Yakup Cenkçiler HatÍra KitabÍ. Gstanbul: Yeniköy Reklam.
ez-Zebîdî Murtaza (2002) Gthafü’s-Sâdeti’l-MüĴakîn bi-kerhi Ghyâi ‘Ulumi’d-Dîn, I-XIV. Beyrût:
Dâru’l-Kütübi’l-Glmiyye.
ez-Zehebî, kemseddîn Muhammed b. Ahmed (1984) Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ, I-XXV. kuayb el-
Arnavud (yay.), Beyrût: Müessesetü’r-Risâle.
Zerrûk, Ahmed (2002) Kavâidu’t-Tasavvuf. Beyrût: Dâru’l-Kütübi’l-’Ilmiyye.
484