You are on page 1of 2

Müzik neden Güçlü?

Aristo’nun çözülemez problemlerinden biri olan, Kant’ın üzerine epeyce kafa yorduğu, Darwin’in
insanlığın bir gizemi olarak gördüğü bir soru bu. Müziğin neden evrildiği ve nasıl bu kadar güç
kazandığı büyük bir muamma. Birileri bu muammayı gıdıklamış ve bir neden bulmuş gibi
görünüyor.

Müzik, kültürel ve psikolojik olarak uzunca bir süredir ve nörolojik olarak da son dönemlerde
üzerine düşünülen, anlaşılmaya çalışılan “insani” bir olgu. İnsan evriminde birçok bilişsel
mekanizmanın, fiziksel değişikliğin, kültürel davranışın sebebine dair kolektif insan zihninin bir
fikri var. Örneğin dilin evriminin gelişkin düşünceye yol verdiğini, düşünmenin dil üzerinden
yürüyen bir bilişsel mekanizma olduğunu biliyoruz. Karmaşık fikirleri zihninde işleyebilen, duyusal
veriyi bilişsel bilgiye dönüştürüp, bu bilgileri zihninde arşivleyebilen ilkel insan, bunu yapamayan
ya da iyi yapamayandan daha iyi beslendi, kendini daya iyi korudu, hayatta kaldı ve en önemlisi
daha çok üredi. Müziğin de aynen bu şekilde bir temele oturması, insanlara evrimsel süreçte bir
avantaj sağlamış olması gerekiyor. Bu kadar yaygın ve bu kadar güçlü bir şekilde varolagelmesinin
işlevsel bir nedeni, sağladığı bir fayda olmalı.

Fizik, matematik, bilişsellik, dil, müzik ve estetik gibi oldukça geniş bir yelpazede çalışmalar
yapmış Dr. Leonid Perlovsky’nin başını çektiği bir grup akademisyen, bu gizemi çözdüklerini
düşünüyorlar: Müzik “Bilişsel Uyumsuzluk” (Cognitive Dissonance) ile baş etmeye yardımcı
oluyor olabilir. Peki, bilişsel uyumsuzluk nedir?

1957’de sosyal psikolog Dr. Leon Festinger tarafından ortaya atılan ve iletişim teorileri
kapsamında da değerlendirilen teoriyi son derece yüzeysel bir şekilde “kedi uzanamadığı ciğere
mundar dermiş” olarak açıklamak mümkün. İnsanın zihninde aynı anda birbiriyle çelişen iki
bilgiyle nasıl baş ettiğini açıklamaya çalışıyor teori. Kedinin zihnindeki karışıklık üzerinden biraz
ayrıntıya girelim:

Bilgi 1: Kedi, başarılı bir kedidir. İstediğini elde eder, son derece yeterlidir. Kedi aslandır, kedi
kaplandır. Kedi kendinden memnundur.

Bilgi 2: Ciğer lezzetlidir, ciğer istenilendir. O ciğer ne biçim de yenir.

Gerçekleşen: Kedi ciğere ulaşamamıştır.

Sıkıntı (Bilişsel Uyumsuzluk): Kedi eğer önceden düşündüğü gibi başarılı ve yeterli bir kedi olsaydı,
istediği ciğere ulaşabilirdi. Bu durumda ya ciğer aslında o kadar lezzetli değildir ya da kedi aslında
o kadar başarılı değildir. Bu durum başedilmesi pek kolay olmayan bir stres yaratır. Festinger’in
öne sürdüğü üzere insanlar, bu stresten kurtulmaya yönelik içgüdüsel ve kalıtsal bir yönelim
sahibidir. Aynen açlık, susuzluk gibi, zihnimiz ve bedenimiz bu stresten kurtulmak için bize sorun
çıkarır.

Çözüm: İki bilgiden biri değişikliğe uğramalıdır. Ya kedi kendi zannettiği kadar matah bir kedi
değildir ya da ciğer mundardır.
Mekanizma bu. Hadi bunu biraz daha genel bir çerçeveye taşıyalım ve Perlovsky’nin savını öne
sürelim: Edinilen her yeni bilgi, önceden sahip olunan başka bir bilgiyle en azından bir noktada
çelişir.

Öğrenmek, bilişsel uyumsuzluklara neden olur. Bu uyumsuzluklar stres yaratır. Ancak bilişsel
evrim ve zihinsel bilgi arşivinin oluşumu, yeni bilgilerin edinilmesi, muhakeme edilmesi, kanıların
oluşması ve bilginin uygun görülen zihinsel konumda depolanmasını gerektirir. Bu mekanizmanın
muhakeme süreci işin kritik noktası. Yeni bilgi üretimi o sırada oluyor. Perlovsky diyor ki bu işin
stresli bir süreç olduğunu da göz önünde bulundurursak, daha zor kararlar, daha karışık bilgiler
zannedildiği gibi bu muhakeme aşamasında diğerlerinden daha fazla kalmıyor. Aksine, bir karar
ya da bir düşünce ne kadar stres yaratıyorsa, bilinçli ya da bilinçsiz olarak muhakeme aşamasında
o kadar az kalmaya çalışıyoruz. Yani nitelikli bilgi oluşumu için gerekli olan zor muhakemeleri
yapmayı pek sevmiyoruz. İşte müzik bu noktada devreye giriyor.

Perlovsky’nin 2013 yılında Dr. Nobuo Masataka ile beraber yayımladığı makale[i] kapsamında
yapılan deneyde, 4 yaşındaki çocuklar bilişsel uyumsuzluğa maruz bırakıldı. Çocuklara,
gözetmenler eşliğinde bir grup oyuncakla oynamaları için belirli bir zaman verildi ve ardından
oyuncakları en sevdiklerinden en sevmediklerine sıralamaları istendi. Çocuklar istenen sıralamayı
yaptıktan sonra gözetmen odadan kısa bir süreliğine ayrılması gerektiğini, bu sırada çocuğun
oyuncaklarla oynamaya devam edebileceğini ancak, sıralamada ikinci sıraya konulan oyuncakla
oynamanın yasak olduğunu söyledi. Çocuk bu yeni bilgiyle odada bırakıldıktan belirli bir süre
sonra gözetmen odaya geri döndü ve çocuktan oyuncakları hangisini daha çok sevdiğine göre bir
kez daha sıralaması istendi. Yeni sıralamada yasaklanan iki numaralı oyuncağın değerinin azaldığı
ve daha alt sıralara düştüğü gözlendi. Yani bir değersizleştirme söz konusu. Çocuk uzanamadığı
oyuncağa mundar dedi. Aynı işlem bütün süreç boyunca müzik eşliğinde tekrarlandığında, bu
değersizleştirmenin bazı deneklerde gözlemlenmediği, diğerlerinde ise değersizleştirmede
azalma olduğu görüldü. Yani müzik, bilişsel uyumsuzluğun çözülmesi adına gerçekleştirilen
değersizleştirmeyi hafifletiyor. Birbiriyle çelişen bilgiler, zihinde aynı anda daha rahat
barındırılabiliyor.

Dil ile beraber, insanın vokal yeteneklerinin ikincil bir parçası olarak evrilen müzik, bilince ve
bilişsel mekanizmalara pek çok yerden arka kapılarla bağlı. Üstelik farkındalık, müziğin bu
kapılardan girip çıkmasını sağlamak için gerekli değil. Hipotez şu: Müzik, bilişsel uyumsuzlukların
yarattığı stresi kontrol edebilmemizi sağlayarak, birbiriyle çelişen bilgileri daha uzun süre
aklımızda aynı anda bulundurup, daha nitelikli ve daha karmaşık bilgi üretimi yapmamızı sağlıyor.

Bu süreç boyunca müziğe verdiğimiz estetik tepkinin kişiselliğiyle beraber söz konusu müziğin
niteliği ya da ton,tempo,ritm,tını gibi müzikal değişkenlerin nörolojik etkilerinin ciddi etkileri
olduğu bilinse de, müziğin, dil ve doğal olarak düşünce ile olan evrimsel kardeşliğinin pek
derinlerde daha iyi düşünmemizi sağlayan etkileri var. İşte müzik belki de bu yüzden bu kadar
yaygın, bu kadar güçlü. İyi ki müzik var, çünkü bu sayede daha iyi düşünebiliyoruz.

You might also like